www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee

www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee (http://www.cakal.net/index.php)
-   Tarih (http://www.cakal.net/forumdisplay.php?f=269)
-   -   Çanakkale Savaşı... (http://www.cakal.net/showthread.php?t=188830)

styla45 04-21-2010 01:55 AM

Çanakkale Savaşı...
 
DÜNYA SAVAŞI'NDA OSMANLI iMPARATORLUĞU

I.Dünya Savaşı Osmanlı'nın istemeden de olsa girdiği büyük bir savaştır. İtilaf Devletlerini oluşturan İngiltere, Rusya gibi ülkelerle Almanya'nın sanayi devriminden sonra hızlanan büyüme ve kaynak bulma arayışının bir sonucu olan bu savaşta tüm gözler Osmanlı'nın üzerine dikilmiş paylaşılma ümidiyle hayaller kurulmuştur.

Çok kötü bir ekonomi ve henüz yeni çıktığı Balkan savaşının verdiği yorgunlukla acz içinde yönetilen ülkenin kendini bu savaşın içinde bulması çok da zor olmadı.

• I.BÖLÜM " SAVAŞTAN ÖNCEKİ DURUM "

1.) MEMLEKETİN GENEL DURUMU

1914'lü yıllarda Osmanlı, Avrupalıların deyimiyle Doğunun " Hasta Adam" yorgun ve halsizdi. 1. Dünya Savaşı'na girecek durumda değildi. Daha yeni çıktığı Balkan Savaşının yaralarını saracak zaman bile bulamamıştı. 1911 Trablusgarp ve 1913 Balkan muharebeleri yenilgileri Osmanlı'nın adeta belini bükmüş ve kendisine gelmesi çok zor olan bir süreç içerisine girmesine neden olmuştur.

Genç Türklerin iktidara geldiği 5 yıl içinde büyük toprak kayıplarına uğramıştı.örneğin; " Bulgaristan bağımsızlaşmış, Selanik, Girit, Ege Adaları Yunanistan'a kaptırılmıştı. İtalya Trablusgarb'ı ve Oniki Ada'yı ele geçirmiş; İngiltere Mısır üzerine protektora ilanının ardından Kıbrıs'ı ilhak etmişti. "

En değerli ordularını bozgunda kaybetmiş; kucak dolusu paralar ödenerek dışarıdan satın alınmış silah top cephane ne varsa onlarda ekim ve kasım ayının çamurlu, yolsuz Rumeli topraklarında düşmana terkedilmişti. Koca imparatorluk çağın, sanayi devriminin, bilim ve teknolojinin çok gerilerinde kalmış: zengin Avrupalıların kapitülasyon denen ekonomik ve mali boyunduruğu altında ezikti.

Ülkede ne sanayi denebilecek bir tesis, ne de tam anlamıyla yapılan bir tarım vardı. Gaz yağından iğnesine, silahından mermisine her şey için dışa bağımlı olan memlekete ne düzgün bir yol,ne bir liman, ne de fabrika vardı. İhmale uğramış insanları fakir ve okutulmamış, devlet yönetimi çürümüş hazinesi tamtakır olmuştu.Çürümüş ,hazinesi tamtakır olmuştur " Bir yıl öncesinden beri Alman askeri Türk ordusunda geniş ıslahat yapmış fakat Balkanlar'daki yenilgiler büyük zarar getirmişti.

Bir çok bölgelerde asker aylardan beri maaşını alamamış, orduda moral kalmamıştı. Donanmada mutsuz ve demode bir haldeydi. Çanakkale'deki Garnizon perişandı. Silahları ise çağdışı idi.

2.) HÜKÜMETİN GENEL DURUMU

Siyasal durum ise tam bir karmaşa idi. " İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne bağlı olan Genç Türkler, 1909'da padişahı tahtan indirerek pek çok çevrede özellikle aydın çevrede tam bir destek kazanmıştı." Ama 5 yıllık savaş ve iç bunalımlar gereğinden de fazlaydı. İmparatorluğun derme-çatma hükümeti bir başka hükümeti iş başına getirerek kuvvetlenmek, durumu düzeltmek imkanı kaçırmış; Genç Türklerin enerjileri kendi başlarını kurtarmanın umutsuz ve yalın mücadelesinde tükenmişti.

Artık ne demokratik seçimlerden, ne özgürlükten, ne bütün ırkların eşitliğinden ne de hilal altında birleşmeden bahseden yoktu.

Mali yönden hükümet iflas etmiş: ahlak yönünden eski zorbalık ve irtikap günlerine geri dönülmüştü.

"Bağdat ve Kudüs gibi dış eyaletlerde mahalli idareler korkutucu bir durumdaydı.Her an herhangi bir aşiretin bağımsızlığını ilan etmesi mümkündü."

Durum böyle olunca yani istikrarsız politikalar ardı arkasına uygulamaya devam edince İttihat ve Terakki yönetimi de gittikçe halkın gözünden düşmektedir. Çünkü politik durum tam bir keşmekeşti. İttihat ve Terakki'nin iktidara gelişi ile Sultan Abdülhamit'in tahtan indirilmesi önceleri dünyanın her yerinde olduğu gibi memleket içindeki çıkarcı çevrelerde iyimserlikle karşılanmıştır. Ancak aradan geçen beş yıl zarfında olup bitenler İttihat ve Terakki'ye oldukça sarsmıştır.

" Jön Türkler'in mücadeleleri politik bir kavga haline gelmiştir. Artık ilk günlerin parlak sözlerinden, serbest seçimlerden, daha öncede belirttiğimiz gibi imparatorluğu meydana getiren çeşitli din ve milliyetteki unsurların eşitliğinden bahseden yoktu"

MUHALEFET

" İlk yıllarda muhalefet hemen hep Ayan Meclisi'nde görülmekte olup, bu yolda en ileri giden "Ahmet Rıza"dır. Mebuslar ise İttihat ve Terakki'den olmaları dolayısı ile başlangıçta pek sessiz duracaklar ve sonlara doğru kınayıcı olmaya başlayacaklardır.

II. BÖLÜM "I. GENEL SAVAŞIN BAŞLAMASI"

• 1.) SAVAŞ SIRASINDA OSMANLI HÜKÜMETİNİN İZLEDİĞİ POLİTİKALAR

Dünya kaçınılmaz bir paylaşım savaşına doğru yönelirken, Osmanlı İmparatorluğu da bu savaşın yanında sessiz yada başka bir değimle tarafsız kalmayacağını fark etmişti. Çünkü taraflardan hangisi kazanırsa kazansın Osmanlı İmparatorluğu'nun yeniden paylaşımı kaçınılmaz bir şekilde ortaya konacaktı. Bu durumda yapılabilecek en doğru hareket "ölünecekse savaşarak ölmek" sözünde özetlenebilirdi. Bu da yandaş aramak onunla birlikte savaşa girmek demekti.

Halk ve İttihatçı üyeler Osmanlı'nın I.Dünya Savaşı gibi diğer bir savaşa girmesi taraftarları değillerdi. Bu arada alman Ordusu üyeleri askerimizi eğitmeye başlamışlardı.

İttihatçılar Almanya yerine İngiltere ve Fransa'ya yakınlık duyuyorlardı. Almanya sadece Enver Paşa ve diğer subaylara yakın geliyordu. Çünkü, Almanya'da eğitim görmüşlerdi. Almanlar da ittifakda çok istekliydi.

"İngiltere'nin parası vardı. Denizlere hakimdi. Fransa ve Rusya onunla beraberdi. Ancak İngilizler bizimle ittifak konusunda istekli değillerdi. Çünkü Genç Devrimcilerin hükümetini ciddiye almıyorlar, onların her an düşürülebileceklerinden korkuyorlardı. Genç Türkler Londra'ya Türk-İngiliz anlaşma teklifiyle geldiklerinde bu sebeple atlatıldılar".

Görüleceği üzere İngiltere, Genç Türkler'in iktidarına güvenmiyor ve onlarla ittifak yapma teklifini reddediyordu. Ancak durum böyle olmasına karşılık Osmanlı üyelerinden Hakkı Paşa, İngiltere ile problemli konuları halletmek ve ittifaka zemin hazırlamak amacıyla Londra'ya gönderilmiştir.

Müzakerelerde " Basra Körfezi ve Güney Arabistan'da karşılıklı nüfuz bölgeleri belirlenmiştir. Fırat ve Dicle nehir taşımacılığı imtiyazı İngiliz şirketlere verildiği gibi Bağdat ve Basra mahalli tren inşa imtiyazı da İngilizler'e bırakılmıştır. Bunlara karşılık İngiltere iktisadi kapitülasyonlardan-diğer devletler de onaylarsa- vazgeçmeyi ve Bağdat demiryolunun Basra'ya uzatılmasına itirazını geri alacaktı."

Diğer yandan Balkan savaşları sırasında edinilen borçların tasfiyesi ve yeni borçlar için Maliye Nazırı Cavit Bey, Fransa'da faaliyettedir. Fransa da tıpkı İngiltere gibi borç yanında kapitülasyonlardan vazgeçmeye ancak diğerleri vazgeçerse razı olacağını belirtmiştir.

"Son bir çare olarak 1914 Mayıs'ında Rus Çarı yaz tatili için Kırım'a geldiğinde Talat Paşa ziyaretine giderek ittifak teklifinde bulunmuştur."

Rusya'nın o dönemdeki askeri gücünden bahsetmek gerekirse ordusunun çok güçlü ve disiplinli olduğunu söylemek yerinde olacaktır. Ancak sanayii beklenmedik bir süre alan siper savaşı için gerekli olan bolca cephaneyi ve ağır obüs toplarını yeter ölçü ve zamanda yetiştirecek derecede gelişmemişti. Bu bakımdan ise İngiltere ve Fransa geri durumdaydılar. Bunun yanında Rusya'nın en işlek liman ve demiryolları Karadeniz ve Baltık Denizi'ndeydi . Bu Rusya'nın birinci yoluydu. Bu yolu açıp kapamak Türkiye'nin elindeydi.

" Bu yol açık olsa hem Rusya demiryollarının cephe hizmeti dolayısıyla kuzeye, Petrograd'a yeter ölçüde taşıyamadıkları Ukrayna buğdayını ihraç edip döviz sıkıntısını hafifletir ve Amerika'dan aldığı silah ve cephane ile sonsuz kalabalıklarını yeni savaş kurallarına göre donatabilirdi."

Osmanlı Hükümeti için boğazları kapalı tutmak gerekli bir siyasaydı. Seferberlik de zorunluydu. İttihat ve Terakki büyüklerinde ne diplomasi, ne yönetim, ne de genel siyasa bakımından bir iktidar yoktu.

Bunu 5 yıl boyunca ( 1909-1914), imparatorluğu öncekileri çok aşan sonsuz ayaklanmalar içinde bunaldıktan sonra kendi istekleriyle savaşa girmiş; onu alabildiğince kötü yönetmiş, yenilince Almanya'ya kaçmış ; orada da rahat durmayıp Anadolu'nun milli mücadelesine binbir güçlük çıkarıp onu baltalamaya çalışmış olmakla göstermişlerdir. Yetenekli oldukları tek yön komitecilikti. Bu gibi kimselerin yerinde gerçek devlet adamları bulunsaydı Boğazlar kapalı olarak uzun bir süre geçirilebilirdi. "Osmanlı'nın savaşa katıldığı Ekim 1914'te karşı taraf Boğazlar'ı açmamız için baskıda bulunmaya başlamıştı."Ancak ne ilginçtir ki savaş sırasında Boğazlar'ı açma konusunda aceleci davranmışızdır.

"1914 sonlarında İngiltere'de Çanakkale saldırısı düşünüldüğü sırada esas amaç Rusya ile kolay ve verimli bir yoldan bağlantı kurmak olmayıp Osmanlı'yı en can alacak noktasından tehdit ederek onun Mısır'a kuvvet göndermesini ve daha sonra da Sarıkamış vuruşmaları sırasında Rusya'ya aşırı baskı yapmasını önlemekti. Buna göre Osmanlı'ya karşı Boğazlar'dan geçit vermesi için baskı ancak 1915 başında veya yazında başlayabilir ve diplomasi kuralları gereğince nota alıp vermeleriyle daha birkaç ay kazanabilirdi."

Hele savaşa kendimiz değil, 3 düşman devlet başlamış olurdu ki bunun "kıyılanlar" dünyasında önemi büyük olurdu. İngiltere Hükümeti de bundan çekiniyordu. Bu yol tutulacağına Talat, Enver, Cemal takımı İslam alemini ayaklandırmak "Turanı kurtarmak ve buna benzer hayallerle savaşa katılmaya kararlı idiler. Bu anılan üçlüden en hırslı ve bilinçsizi Enver Paşa idi. Ordu ve donanmayı gitgide daha büyük ölçüde Almanlar'ın eline vermişti ve bunlar Üçlü Anlaşma devletleriyle aramızdaki gerginliği arttırmak ve Osmanlı subayları arasında savaşa katılma isteğini yaratmak ve arttırmak için her ne olanaklı idiyse onu yapıyorlardı. Enver Paşa'nın düşüncesine göre Almanlar, savaş çıkacak olursa Osmanlılar aleyhine genişlemeye kalkışacaklardı. Özellikle hala Ermeni terörizminin ve kışkırtmacılığının sürdürüldüğü doğuda bu kesindi. Rusya ise üçlü anlaşma içinde olduğundan İngiltere ve Fransa'dan yardım beklemek güç olacaktı. Diğer yandan Almanya'nın Ortadoğu'da toprak sorunu yoktu. "Almanya'nın stratejik çıkarları Ruslar'ın daha fazla ilerlemesini önlemekte yatıyordu. Müttefiki Avusturya uzun süredir Osmanlı topraklarına göz dikmişse de Bosna ve Hersek'i almakla karşısına çıkan azınlık sorunlarını topraklarına yeni İslav toprakları katarak arttırmak istemeyecekti. Enver Paşa'nın düşüncesine göre Alman taraftarı olmak Osmanlı çıkarları arasında çok daha önemliydi. Çünkü eğer Osmanlı , Almanya yanında savaşa katılacak olursa Rusya'nın içinde olduğu itilaf grubu Balkanlar'daki ilerleyişine bir son verecekti. Ayrıca o günkü şartlar göz önüne alınacak olursa Osmanlı'nın Almanya'dan başka yandaşlara da ihtiyacı vardı. Bunlardan Bulgaristan ile ittifak gayretindeydi.

" Osmanlı'nın savaşa girmesinden önceki 4 ay içinde dış politika tek gayreti Bulgaristan'ı ittifaka çekebilmek için Talat Bey ve Halil Bey , Sofya'ya giderek Bulgar yetkilileriyle gerekli temasları yapmışlardı. Bulgar'lar ise Bulgaristan'daki Rus yanlılarının karşı hareketinden korkuyorlardı. Bu arada kuzey komşuları olan Romanya'nın da Alman yandaşları arasında olmasını istiyorlardı. Böylece kuzey sınırı güvence altına alabileceklerini hesaplıyorlardı. Bunu sağlayabilmek için Talat Bey'le Halil Bey Romanya'ya gittiler. Romenler tarafsızlık garantisi verdiler." Bu anlaşmayla kuzey sınırımız güvence altına alınmış; en azından muhalif ülkeden kurtulmuş oluyorduk.

Şimdi en önemli sorun Almanya ile yapılacak ittifakın şartları ve uygunluğu konusuydu. Almanya ile bağlantılardan sadece Enver Paşa ve Sadrazam Halim Paşa haberdardı. Bu da padişahın iktidarının ne kadar zayıfladığının bir göstergesi idi. Sonunda anlaşma yapılmaya karar verildi. " Anlaşma, Avrupa'da savaş başladıktan sonra 2 Ağustos 1915'de imzalandı."

"Cemal Paşa anılarında Almanya ile akdin savaştan önce yapıldığını söyler. İttifak muahidesini hazırlayanlar Sadrazam Said Halim, Harbiye Nazırı Enver Paşa , Dahiliye Nazırı Talat ve Meclis-i Mebusan reisi Halil Bey'lerdir. Cemal Paşa henüz Fransız yanlısı olduğu için kendisine haber verilmemiştir."

Evet anlaşma görüldüğü gibi taraftar olan yani Alman yanlısı olan kimselerin isteği sonucunda imza edildi. Anlaşma bazı maddeleri içeriyordu.

Buna göre 28 Temmuz'da Sırbistan'a savaş ilan eden Avusturya'ya Almanya'nın yardımı Rusya'ya karşı bir savaşa yol açarsa Osmanlılar Mihver Devletlerini desteklemek için müdahale edecekti. Almanya da buna karşılık Osmanlı toprak bütünlüğünün korunmasına yardımcı olacaktı.

Şimdi hükümet liderlerinin başlıca sorunları kamuoyuna ve toplantıda bulunduğu sürece anlaşmaların Mebuslar Meclisi'nce onaylanması gerektiği hükmüne karşın imzaladıkları anlaşmayla imparatorluğa yüklenen yükümlülüklerin nasıl yerine getirileceği idi. Anlaşma hükümlerine yine dönecek olursak;

" Sait Halim Paşa Almanya'dan Ege Adaları ile Batı Trakya'yı istiyor;Yunanistan ile Bulgaristan'a başka yerlerden toprak ödünü verilmesini öneriyordu; Batı cephesindeki durgunluk ve Ruslar'ın doğudaki zaferleri Osmanlı barış yanlılarının durumlarını güçlendiriyor; Enver Paşa'yı ise köstekliyordu. 7 Eylül'de kapitülasyonların kaldırılması özellikle itilaf devletlerinin ekonomik çıkarlarına büyük bir darbe indirilmesine sebep oluyordu. Almanya ile imzalanan antlaşma, içerisinde ve hatta sarayda bazı duraksamalara yol açmışken, Enver Paşa bir Bakanlar Kurulu kararı almak gereğini bile duymadan hemen aynı gün seferberlik emrini vermiştir."

Hükümet de yine aynı gün Mebuslar Meclisi'nin kapatılması için padişahtan aldığı onayı yürürlüğe koymuş ve devlet borçlarının ödenmesinin ertelendiğini ilan etmiştir. İstanbul'da bu gelişmeler olurken Alman Genel Kurmay Başkanı Moltke Dışişleri'ne gönderdiği yazıda;Türkiye'nin Rusya'ya derhal savaş ilan etmesini ister.

Osmanlı Genel Kurmayı savaşın nasıl gelişeceğini hiç beklemeden Almanya'nın yanında yer almak için hazırlıklara başlarken, Alman Genel Kurmay'ı da Çarlık Rusyası'na ve Müslüman İngiliz sömürgelerine harekete geçmek olarak saptamıştı.

Alman gemileri Çanakkale Boğazı'na doğru yol alırken Osmanlı hükümeti, İngiltere ve Fransa elçilerine, salt vatan topraklarını korumak amacıyla seferberlik ilan edildiğini söylemiş; Sırp hükümetine de savaşta yansız kalacağını bildirmişti.

Daha önce de belirttiğimiz gibi Sultan Mehmet Reşat'ın bu anlaşmadan haberi yoktu. Bu durum padişahlık makamının devre dışı bırakıldığını gösteriyordu.

O dönemde iktidarda bulunan İttihat ve Terakki Partisi'nin öncü kadrosu, yapısı itibariyle silik ve sessiz bir kişiliğe sahip 72 yaşındaki ihtiyar padişah Mehmet Reşat'ı görüldüğü üzere bir kenara itmiş; dilediğince iş görmekteydi.

Yine anlaşmada belirtildiği üzere " Osmanlı-Almanya- Avusturyalılar arasında 8 maddelik bu gizli anlaşmanın 2. maddesi gereğince Rusya'nın Almanya ve Avusturya ile savaşa girmesi halinde Osmanlı imparatorluğu da müttefiklerinin yanında Rusya'ya karşı savaşa girecekti. Halbuki Rusya ile Almanya ve Osmanlı yönetiminin haberi olmadan Avusturya arasında savaş imzadan bir gün önce başlamıştı."

Bu anlaşma dahilince Osmanlı'nın savaş hazırlıklarını bitirene kadar tarafsızlığını koruması kararına varıldı ve anlaşma bütün dünyadan gizlendi.

"Osmanlı hükümeti 2 Ağustos 1914 günü " silahlı tarafsız" lığını ilan etti ve ertesi günü yani 3 Ağustos'ta seferberlik uygulamasına başladı " İngiltere, Fransa ve Rusya, Osmanlı devletine tarafsız kalmasını, böylelikle toprak bütünlüğünün korunacağını garanti etmişlerdir.Ancak Osmanlı bu sözlerin tutulmayacağını bildiği için pek aldırış etmemiştir.

Hükümet , meclisin muhalefetini önlemek için kasıma kadar tatil ederken basına da sıkı bir sansür uygulamasına başlamıştır.

"Buna mukabil 2 Ağustos'ta İngiliz parası ödenerek İngiliz tersanelerine sipariş edilmiş olan " Reşadiye ve Sultan Osman "adlı iki savaş gemisine el koymuştur.

Bu arada Enver Paşa'nın 5 Ağustos'ta Ruslar'a bir teklifte bulunduğu görülmektedir. Buna göre "Kafkaslar'daki Osmanlı orduları çekilecek , Balkan Devletleri Rusya'ya savaş açarsa onlara karşı kullanmak üzere Osmanlı Devleti Rusya'ya bir ordu tahsis edecek, Alman askeri heyetini topraklarından çıkaracaktır. Bunlara karşılık Osmanlı yönetimi meridyen hattına kadar Trakya'dan arazi ve Adalar Denizi'ndeki adalarını istemiştir. Ayrıca Rusya ile 10 senelik bir savunma işbirliği yapacaktır." Fakat bu anlaşma teklifleri kabul edilmemiştir.

Ağustos'ta Cemal Paşa İngilizler'e yeniden anlaşma önerdiğinde aldığı cevap: "Osmanlı devletinin harbe girmesini istemiyoruz. Sizden istediğimiz kat'i bitaraflıktır. Gerekirse toprak bütünlüğünüz için müşterek bir senet verebiliriz." olmuştur.(20) Durum açıktır. Herhangi bir ittifaka girmeyecek Osmanlı Devleti'ni, Almanya'yı yendikten sonra istedikleri gibi paylaşacaklardı. Ancak Osmanlı'nın Almanya safında savaşa girmelerinden endişelendikleri için oyalama safında hareket etmişler, elden geldiğince tarafsızlık durumunu devam ettirmeye çalışmışlardır. Yani görüldüğü üzere İtilaf Devletleri Osmanlı'ya sundukları önerilerle onu önce tarafsız kılmak ardından da aralarında paylaşmak amacındadırlar.Osmanlı'nın savaşa girmesini kimi kesim isterken kimileride hazırlıklı olmadığı gerekçesiyle karşı çıkmışlardır.

Bunlardan " Cavit Bey savaşa Almanya yanında girmeye karşı çıkanlardandır. Çünkü örneğin mason locasının tutumu, sürekli ilişki içinde bulunan finans çevreleri vb. nin etkisi buna sebeptir.

Talat Bey'in ise savaştan yana olduğunu görüyoruz. Enver Paşa da olaya ne ölçüde "şövalyeci" bir tutumla, geleceğin ünlü serdarı olma rüyaları içinde bakıyorsa, Talat Bey de sezgilerinin uyarısı ile kaderci bir yaklaşımla son çırpınışı ve savaşımı Türk'e yaraşır bir biçimde yapmak açısından savaş istiyordu.

Cemal Paşa da savaşı istemektedir. Bunlardan Sait Halim Paşa ise kırgındır. Çünkü açık bir şekilde istifa edeceğini sadrazamdan habersiz böyle eylemlere girişilen bir yerde hükümet başkanı olarak kalmanın anlamı olmadığını söyledi.

Fakat Talat Bey ve diğerleri buna bir çözüm bulunacağını söyleyerek istifasını geri aldırmışlardır."

2.)OSMANLI HÜKÜMETİ'NİN SAVAŞA GİRİŞİ

Her ne kadar Osmanlı Hükümeti yönetimi ve bilhassa savaşa taraftar olmayan Sadrazam Halim Paşa, Maliye Nazırı Cavid Bey ve diğer üyeleri yapılan anlaşmanın savunma amaçlı olduğunu iddia etseler de Almanya'nın hemen ertesi günü Osmanlı'ya savaşa girme zemini hazırlamaya başladığı görülmüştür.

" 3 Ağustos'ta da Fransa'ya ve sömürgelerine karşı faaliyet için Akdeniz'de bulunan Goben ve Breslau zırhlılarına hemen İstanbul'a gitmeleri emri verilmiştir. İngiliz'lerin peşinden geldiği gemiler önce İzmir'e 10 Ağustos'ta da Çanakkale'ye gelmişlerdir. Hükümetin bilgisi haricinde Harbiye Nazırı Enver Paşa'nın özel izniyle Boğazlardan geçmişlerdir."

Gemilerin boğazlardan geçişleriyle ilgili bazı spekülatif bilgilerde mevcuttur. Örneğin; Talat Paşa anılarında; Goben ve Breslav gemilerinin kasıtlı olarak Osmanlı'yı savaşa sokmak için Çanakkale'ye sığındıklarını kabul etmez. Çünkü "Bu iki gemi önce İtalya limanlarında bulunuyordu. İtalya tarafsız kalıp ta gemilerin karasularını belirli bir süre içerisinde terketmelerini isteyince Goben ve Breslav Akdeniz'e açılmak durumunda kalmışlardır. Cebelitarık ise İngiltere Deniz Kuvvetleri tarafından kapatılmıştır. Bu sebeple Akdeniz'de gidebilecekleri tek yer Almanya ile yandaş olan Osmanlı karasularıydı. Zaten peşlerindeki İngiliz donanması da onları bu yöne doğru itmekteydi." şeklinde bilgi verir.

Evet Osmanlı'nın savaşa girmesini ittihatçı üyelerden bir kısmı bazı sebeplerden dolayı istiyordu. Bunun sebeplerinden bazılarını daha önceki konularımızda belirtmiştik.İttihatçıların Osmanlı'yı harbe sokmak istemelerindeki diğer bir sebep de uzun süreceği muhakkak bir dünya badiresi boyunca askeri ,idare ve harp hali sayesinde mevkilerini muhafaza etmek ve birde bir ihtimalle Almanya galip geldiği taktirde muzaffer bir ülke nüfuzunu kazanarak iş başında gediklileşmektedirler.

Talat ve Cemal Beyler hatıralarında gemileri Enver'in içeriye aldığını yazarlar.

Ancak " Alman Sefiri Wangenheim hatıratında bu gemilerin meselesinin ittihatçılarla Almanlar arasında önceden kararlaştırılmış bir mesele" olduğunu yazmaktadır.

Evet hakkında bu nedenli farklı söylemler olmasına karşın var olan bir gerçek var ki o da gemilerin boğazlardan girerek I. Dünya savaşında yerimizi almamızı sağlamalarıdır. Ayrıca dikkatimizi çeken bir nokta da hükümetin bilgisi haricinde olayın olup bitmesidir.

Gemilerin Çanakkale Boğazı'na girişlerinin hemen ardından takip eden İngilizler'in 4 saat sonra boğaza geldiği göz önüne alındığında maksadın kısmen yönlendirme olduğu anlaşılmaktadır. Amaç Osmanlı'nın donanmasının güçlenerek boğazları tek başına Ruslar'a bırakmamalarını sağlamak düşüncesinden de kaynaklanmış olabileceğini söyleyebiliriz.

Gemiler boğazlardan geçtikten sonra İtilaf Devletleri yaptıkları tarafsızlık anlaşmalarına göre gemilerin 24 saat zarfında Türk karasularından çıkarılmasını ya da hemen silahlarından arındırılması gerektiğini bildirerek Osmanlı hükümetini protesto etmişlerdir.

Hükümet bunun üzerine Halil Menteşe Bey'in teklifi üzerine gemileri satın alma yoluna gitmiştir.

Almanya'nın Osmanlı Devleti'ni bir an önce savaşa sokmak için uğraşmasının ardında beklediği yararlar:

• a) Kafkas Cephesi'ne Rus kuvvetlerinin önemli bir kısmını çekerek Almanya'nın Avusturya'nın doğu ordularının yükünü hafifletmek

• b) Süveyş kanalını kapamak veya hiç olmazsa orada büyük miktarda İngiliz gücünü meşgul etmek.

• c) Osmanlı hilafetinin manevi gücünü kullanarak İngiliz, Fransız sömürge müslümanlarını ayaklandırmak ve Rusya da müslümanları harekete geçirmek" olarak sayabiliriz.

Ayrıca Osmanlı'nın dini nüfuzundan da yararlanmayı düşünüyordu.

Sonunda Osmanlı da savaşa girmişti. Gemiler boğazdan geçtikten sonra mürettebatı başına fesler giyerek sanki Türk donanmasının denizcileriymiş gibi davranışlar yapmaya başlamışlardır. Bunun üzerine Alman Paşası Weber, Çanakkale Boğazı'nı kapattırdı. Bundan Türkler'in de haberi yoktu. Durumdan haberi olanlar yalnızca Enver Paşa ve kabine arkadaşlarıydı. Aynı zamanda bu durum diğer ülkeleri de telaşlandırmıştır.

Rusya'nın ise neredeyse hayat yolu kesilmişti.

"Birkaç hafta içinde Karadeniz'den gelen Rus buğdayı yüklü gemiler Haliç'te tutuldu. 29 Ekimde Goben ve Breslav Karadeniz'e açılarak Odessa Sivastopol ve Navrossis'de ki Rus tahkimatını bombardıman ettiler." Bunun üzerine 30 Ekimde İngiliz ve Fransızlar da Türkiye'ye karşı harekete geçti. Bu sıralarda Enver Paşa , Mustafa Kemal'i Sofya'ya Türk elçiliğine ateşelik görevine göndererek oradan uzaklaştırdı. Çünkü Mustafa Kemal Osmanlı'nın henüz savaşa girecek durumda olduğuna inanmıyordu. Bunun için henüz erken olduğunu düşünüyor; ayrıca Almanlar'a da güvenmiyordu. Mustafa Kemal savaş başladığını öğrenince Sofya'dan telgrafla aktif hizmete verilmesini istemiş, ancak Alman aleyhtarı olduğu için kabul edilmiyordu.

Kendisine haber gönderildiği zaman o zaten kendiliğinden işi bırakarak Türkiye'ye dönmeye hazırlanıyordu. Daha sonraları Çanakkale cephesinde gösterdiği başarı adını Türk dünyasına duyurmasına yardımcı olmuştur.

Rus limanları bombardıman edildikten sonra " Rusya fiilen 31 Ekim'de Doğu Beyazid'in kuzeyinden sınırı geçmiş , İngiliz'ler de ertesi gün Akabe'yi bombalamışlardır. 3 Kasım da Rusya; 5 Kasım da Fransa ve İngiltere Osmanlı'ya savaş ilan etmiştir. Osmanlı'nın karşı savaş ilanı ise 11 Kasım 1914 de yapılmıştır. Padişah V. Mehmet Reşat savaş ilanında 3 gün sonra 14 Kasım 1914 de "Cihad-ı Ekber"ilan etmiştir."

Cihat fetvasındaki amaç İngiltere, Fransa, Rusya, Sırbistan, Karadağ ve müttefikleri hakimiyet ve esaretleri altında bulunan müslümanları bu devletlere karşı ayaklandırmak; bu devletlerin müslüman tebaasından toplayacakları askerleri de Osmanlı Devleti ve müttefikleri Almanya, Avusturya ve Macaristan'a karşı harp etmekten vazgeçirmek olarak düşünebiliriz. Fakat sonucu açısından beklenilenin olmadığını söyleyebiliriz. Cihad fetvası istenilen sonucu vermediği gibi tesirsiz de kalmamıştır. İslam dünyasının hemen her yerinde bir heyecan dalgası uyanmış; Hindistan'da, Mısır'da, Trablus'ta, Çin'de, Rusya'da yer yer hadiseler, kıpırdanmalar ve kıyımlar görülmüştür.

"İngilizler bu devrede Sultan Hamid'i yıkarken Jön Türkleri göklere çıkarmışlardır; cihat fetvasından sonra ise "Bunların dinsizlerden oluştuğunu, halifeyi esir ettiklerini , kendilerinin onu kurtaracaklarını " ilan edip durmuşlardır. Ayrıca İngilizler, İngiltere Devletinin müslümanların hamisi olduğunu ve Müslümanları koruduğunu ifade edip durmuşlardır."

Sultan Hamid'in önceleri çok büyük gayretlerle hazırladığı birlik propagandası ondan sonra gelen ittihatçı kafalarıyla çok sarsılmış olmasına rağmen yine de tesirli olmuştur.

İngiltere Kralı V. George Türkiye'nin savaşa girmesinden bir hafta sonra Rus seferine "Konstantinapol'un sizin olması gerektiği ortada" demişti.Bir yandan da Dışişleri Bakanı, Ruslar'a boğazlar meselesinin Osmanlı İmparatorluğu barış istediği anda uyumlu bir çözüme bağlayacağını vaat ediyordu.

1914 Eylül'ü başlarında Donanma I.Lordu Winston Churchill,savaş işleriyle görevli Devlet Bakanı Lord Kitcher ve başta gelen kara ve deniz kuvvetleri danışmanları; yakında Türkiye'ye karşı girişileceği varsaydıkları savaş için bir büyük strateji tartışması yaptılar. Yapılabilecek operasyonlar listenin en başında zaten Kuzey Ege'de toplanmış olan güçlü filonun Çanakkale'yi zorlaması bulunuyordu.

15 Ocak 1915'te Londra'daki savaş konseyi sonunda "Hedefi Konstantiopl" olan bir deniz saldırısına karar verdi.Böylece Doğu cephesinde ikmalsiz kalan Rusya'ya yardım için yol açılmış olacaktı.Ama 18 Mart'ta boğaza gelmeye kakışan büyük gemilerin üçte biri batırılınca bu savaşla ilgili tüm kavramlar değişmişti.

9 Ocak 1916'da savaş konseyinin kararından hemen hemen 1 yıl sonra İngiliz birlikleri de sessizce Gelibolu Yarımadasını boşalttı.Böylece Gelibolu Osmanlı tarihinin en büyük savunma zaferi olmuştur.

Türklerin bu savaştaki kayıpları hiçbir zaman tam saptanamamış olmakla birlikte herhalde saldıran kuvvetlerin kayıplarının iki katı olmalıdır.Tahminen "İngilizler 213.980, Osmanlılar 120.000 ölü ve yaralı" vermişlerdir.

Osmanlılar,Ruslar'a ya da Mısır'a İngilizlere karşı harekata geçmek için cesaret buldular.Ruslar böylece İngilizlerden yardım alamayacaklardı.Bu da Mihver Devletlerinin morallerini bir hayli yükseltmişti.

Bu savaştan Enver Paşa,Harbiye Nazırı olarak zafer üzerinde hak iddia etmiştir. Ama gerçekte stratejik mevziler Liman Von Sanders'in emriyle düzenlenmiş ve yarımadanın burnunda Esat Paşa'ya adamları başarılı savaşlar vererek Anzaklar'ın içerilere sızmasını önlemişlerdi.Eğer bu savaştan bir halk kahramanı çıkacaksa o da Mustafa Kemal'dir. Mustafa Kemal'e bu savaştan sonra 16.Ordunun Komutanlığı verilmişve Ruslara karşı savaşmak üzere Anadolu'ya gönderilmiştir.

Osmanlılar Çanakkale'deki savaşa düşmanları tarafından zorlanmışlardır.1915 ve 1916 yıllarının büyük bir bölümünde Rus Cephesi ve Kafkaslarda aynı durum söz konusu oldu.

Bu dönemde siyasal bakımdan Osmanlı yönetiminin karakterinde pek bir değişiklik olmamıştır; ancak sansürün ve polisin daha güçlendirilmesi doğal karşılanacak bir olaydı. Savaşın son haftalarına dek politikayı belirleyen Jön - Türkler oldu.Sait Halim Paşa 1917 Şubatına dek sadrazam olarak görevine devam etti.Bu tarihte zaten çoktan beri en etkin başkan olan Talat Paşa resmen onun yerini aldı.Bu arada Mehmet Paşa meşruti hükümdar olarak görevlerini yapmayı sürdürüyordu.

Bazı bakımlardan inanılmaz gibi görünse de Jön Türkler savaşın ilk üç yılı boyunca inkılap girişimlerini sürdürmeye çalıştılar.Müslüman hiyerarşik otoritesinin adım adım kısalması Said Halim Paşanın sadrazamlık dönemi sonundan doruk noktasına varmıştır. Savaşın tahminlerden fazla uzaması İttihatçı liderlerin kaçınılmaz olarak kendilerini Bab-ı Ali'den bağımsız olarak görmelerine sebep olmuştur.

Talat Paşa'nın 1917'de politik kontrolü eline almasından sonra Rusya'nın doğu Anadolu'yu işgali,kıtlık ve çiftçilerin askere alınmaları tarımsal üretimi önemli ölçüde azaltılmış;İstanbul ile diğer büyük kentlerde yiyecek kıtlığı baş göstermiştir.

Büyük vergi artışları,hükümetin muhalefeti ezmesi ve batı cephesinde Almanların kayıp verdikleri haberleri hükümetin yurtseverlik çağrılarıyla karşı koyamayacakları ciddi bir moral sorunu doğurmaktaydı.

Osmanlı İmparatorluğu'nun savaş ilan etmemiş olmasına karşın Amerikanın da savaşa girmesinin büyük etkisi olmuştur.

İmparator II.Wilhelm'in 1917 Eylül ayında İstanbul'a resmen ziyareti ve veliaht Yusuf İzzeddin Efendinin daha sonra bu ziyareti iade etmesi bu etkiyi ortadan silemedi.

Bu dönemde yalnız Rus ihtilali bir umut ışığı oldu.Rusya ile Brest-Litowsk anlaşması sonucunda Doğu Anadolu'nun güvenliği sağlanmış ve Rusya savaştan çekilmiş oldu.

Enver Paşa'nın Kafkaslardaki zaferi diğer cephelerde tekrarlanmamıştı.İngiliz birlikleri Osmanlı içine girmeyi başarmışlardı. Sultan Mehmet Reşat 28 Haziran 1918'te ölünce yerine Abdülhamit'in en büyük oğlu VI.Mehmet Vahdettin geçti.

Vahdettin kardeşi gibi İttihatçı kuklalığını benimsedi.

"Sanki işaretlenmiş gibi tüm Müttefik devletleri bütün cephelerde birden saldırıya geçti.Irak'ta İngilizler kuzeye doğru işgallerini genişletiyorlardı.Kerkük 6 Mayıs'ta düştü. Osmanlı askerleri Altın köprüde dağıtıldılar.İkinci bir İngiliz kolu Dicle boyunca ilerledi.Osmanlı askerlerini zaman zaman dağıtarak sonunda ateşkesten hemen sonra Musul'u işgal etti.

23 Eylül'de Akka ve Hayfa işgalcilerin eline geçti.Halep ve Humus da birkaç gün sonra hiçbir direnme göstermeden düştü.Fransız filosu Beyrut'u işgal etti (6 Ekim). Osmanlılar yeni bir direnişte bulunmak için Adana'ya çekilirken arkadan Trablus ve İskenderun da düştü."

Bu kötü gidişat ta ki 30 Ekim 1918'te imzalanan Mondros Müzakeresi'ne dek sürdü.

III.BÖLÜM "I.CİHAN HARBİNİN SONU"
I.SAVAŞIN SONUNDA OSMANLI HÜKÜMETİ
I.Cihan Savaşının bitmesi Osmanlı Devleti'nin de sonu olmuştur.Mondros Müzakeresi'nin şartları bir devletin varlığını ortadan kaldıracak niteliktedir.Savaşla kaybedilmeyen topraklar İtilaf devletlerinin kuvvetlerine terk edilmektedir.Savaş zamanı iktidarda olan İttihat ve Terraki partisinin mesul kişileri memleket dışına kaçmışlardır. Kasım ayında İstanbul,denizden ve karadan düşman işgalcilerinin törenlerine sahne olmuştur.Özellikle mütarekenin 7.maddesine göre "itilaf devletleri kendi güvenliklerini tehdit edecek bir durum çıktığı taktirde herhangi bir stratejik noktayı işgal edebileceklerdi." Hükmü konulduğu için bundan en geniş anlamı ile uygulama yolu açık bulunuyordu.

Osmanlı Hükümeti ise tamamen acz içinde idi."21 Aralık 1918'te Padişah,Kanun-u Esasi'nin 7.maddesinin kendisine tanıdığı hakka dayanarak Meclis-i Mebusan'ı fesh ettiğini ilan etti."Ancak yine de Kanunu Esasi'ye göre yeni seçimlerin 4 ay içinde yapılması ve bunun da ilanı gerekirken bu dikkate alınmamış oldu.Böylece Meşruti idare yani denetimli parlamento rejimi Osmanlı Devleti bünyesinden süresiz olarak kalkmış oluyordu.

1918 yılının son iki ayı Osmanlı için askeri ve siyasi kuvvet ve hakimiyetini yitirmiş bir durumdadır.Buna karşın İstanbul'da bulunan bazı kuvvetler bir araya gelerek bir Milli Kongre toplamışlar ve yayınladıkları bildiri ile milli birlik cephesi kurulmasını öngörmüştür. Ancak iyi niyetle harekete geçen bu teşebbüsün devamı sağlanmamıştır.

Yine bu yılın son aylarında memleketin çeşitli bölgelerine ayrı ayrı teşkilatlandıracak cemiyetler kurulmakta idi.İzmir'de Müdafaa-i Hukuk-u Osmaniye (26 Kasım 1918); Edirne'de Trakya Paşaeli (1 Aralık 1918) gibi 1919 yılında da birçok cemiyetler kurulmaya devam edecektir. İşgaller ise daha yoğun bir hale gelecek ; Ege sahillerinde İzmir'e Yunanlılar'ın kuvvet çıkarması yapılırken (15 Mayıs 1919) itilaf donanması onları arkadan destekleyecektir. 1919 yılında bir taraftan da yeni siyasi partiler kurulurken yine bölgesel kurtuluş çarelerini aramak için kurulan cemiyetler çoğalmaktadır.

Mondros mütarekesi itilaf devletlerinin lehine en geniş anlamıyla uygulanmaktadır. 1920 de imzalanacak Sevr müdahalesi bu parçalanmayı ancak tasdik edecektir.

Osmanlı hanedanı ve hükümeti sanki galip devletlerin isteklerini yerine getirmek için iktidar mevkiindedirler. Memleketin asıl sahibi Türk halkı başsız bölünmüş, kuşku içinde umumi durumu hoş görmeyen bir haldedir. Kurtuluş ve istiklal fikirleri ancak bölgesel ayrılıklar içinde düşünebiliniyor. Halbuki bilindiği üzere küçük siyasi kuruluşların ömrü uzun değildir. Memleketin Batı ve güney bölgelerinde silahla karşı konmaya başlanmıştır. Fakat sayıca çok ve teçhizat itibariyle üstün düşman kuvvetleri karşısında geri çekilmeler hep Anadolu içlerinedir. Bir taraftan memleketi kurtarmak için olan bu hareketler ve yer yer teşkilat kurulması müspet bir gelişme ise de diğer taraftan dış devletlere güvenen ve buna dayanarak yine memleketi bölünmelere götüren uğraşmalar faaliyettedir. Bu çeşitli fikir ve yönde çalışan grupların çoğunluğu İstanbul'da ki merkezlerinden idare edilmektedir.

I. Dünya savaşı sırasında gerek Osmanlı İmparatorluğu'nun siyasal hayatına ve gerek savaşın güdümüne baktığımızda şöyle bir durum görmekteyiz. Bu dönemde iktidar gelen partiler siyasal hak ve özgürlükleri bir amaç olmaktan çok bir araç ; iktidara en kısa yoldan gelme aracı olarak görmüşler ve bir an önce iktidarı elde edip onun nimetlerinden yaralanmaya yönelmişlerdir. Özellikle İttihat ve Terakki'nin gitgide "tek adam yönetimi"ne, Enver paşa liderliğinde ki kurduğu fiili egemenlik sonucu Osmanlı İmparatorluğu'nun büyük savaşa girmesi bir emrivaki ile gerçekleşmiş; savaş kararı iktidar partisinin içindeki diğer unsurların kabinenin ve hatta Meclisin bile denetimi olmaksızın bir emrivaki ile alınmıştır.

Anlatmış olduğumuz olaylar Osmanlı İmparatorluğu'nun hazırlıksız ve ani biçimde savaşa girmesine yol açan Alman gemilerine geçiş izni verilmesi, Karadeniz'e çıkış izni ve Sivastopol ve Odessa'nın top ateşine tutulması gibi olaylarda Enver paşa dışında hiçbir merciin denetim ve hatta müzakere yetkisi bile yoktu. Ülkenin siyasal hayatı kadar savaşın güdümüde demokratik olmayan yöntemlerle tek adam Enver Paşa egemenliğine tabii idi.

Oysa Mustafa Kemal Osmanlı'nın hazırlıksız olarak savaşa girmesine karşı çıkmış; ordunun siyasete karıştırılmasını eleştirmiş ve başlangıçta ittihat ve Terakki içinde yer almasına rağmen onun politikasına muhalefet etmiştir. Ancak unutulmayacak bir gerçek var ki Türk Halkı bu savaştan da alnının akıyla çıkmıştır.

styla45 04-21-2010 01:55 AM

BİRİNCİ DÜNYA HARBİ ESNASINDA ÇANAKKALE CEPHESİNDE OSMANLI- ALMAN ASKERİ İTTİFAKI ve SONUÇLARI

I. BİRİNCİ DÜNYA HARBİ ÖNCESİNE GENEL BİR BAKIŞ

I.I. AVRUPA'DAKİ GELİŞMELER

Türk Tarihinin dönüm noktalarından biri olan Birinci Dünya Harbi , XIX. yüzyıl başından itibaren Avrupa'da meydana gelen çeşitli değişimlerin bir neticesidir.

Fransız İhtilâli ile ortaya çıkan çeşitli siyasî fikir akımları Avrupa'da yayılarak gelişmeler göstermiş ve zamanla Avrupa'nın çehresini değiştirmiştir. En etkili fikir akımlarından biri Fransız İhtilâli ile canlanan milliyetçilik akımı olmuş bu da ulusal devlet sisteminin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu sayede milli birliklerini çeşitli aşamalar sonucu kurmaya başlayan Avrupa Devletleri , kendi milli çıkarlarına göre hareket etmeye başlamışlardır. Bu da emperyalizm akımı ile güç kazanıp zamanla sömürgeciliğe dönüşmüştür. Sömürgecilik ile yayılmaya başlayan Avrupa Devletleri arasında ekonomik ve stratejik çıkarlar sağlama mücadelesi de böylece başlamıştır.

Sonuç olarak 1871 - 1914 yılları arasındaki siyasî ve diplomatik gelişmeler Birinci Dünya Harbi'ne neden olmuştur. Bu dönemi incelediğimizde üç ana kısma bölündüğünü görmekteyiz. Bu kısımlar ana hatlarıyla :

• Avrupa'da Alman Üstünlüğü( 1871 - 1890 )

Almanya'nın siyasî birliğini kurduktan sonra başbakanı olan Bismarck'ın izlediği siyaset, Almanya'nın kesin bir üstünlük kazanmasını ve bunun sonucu olarak Üçlü İttifâk'ın oluşmasını sağlamıştır.

Bismarck'ın siyaseti iki ana kısımdan oluşuyordu. Bunlardan ilki , daha yeni siyasi birliğini sağlamış olan Almanya'nın güçlenmesi ve sağlam temellere dayanması için gerekli olan zamanın kazanılması idi. Bu da ancak dış siyasette huzurun yani barış ortamının sağlanması ile mümkündü.

İkinci kısımda ise 1870 -1871 Almanya - Fransa Harbi'nde, Fransa'nın mağlubiyeti ile elinden çıkan Alsace ve Lorraine gibi iki önemli toprağını geri almak isteyeceği düşüncesi ile başlayabilecek olan savaşın engellenmesi idi. Bu da ancak Fransa'nın intikam için ittifâk yapabileceği devletleri Almanya'nın yanına çekerek yalnız bırakılması ile olabilirdi.

1890'da yeni imparator II. Wilhelm ile fikir çatışmaları sonucu ayrıldığı başbakanlığı süresince izlediği siyaseti bir dizi anlaşmalarla - bunlar Rusya ve Avusturya ile yapılmıştı - perçinledi ve Almanya'nın üstünlüğünü sağladı.


• ¨ Avrupa'da Denge ( 1890 - 1904 )

Bismarck'ın başbakanlıktan ayrılmasıyla dış politikanın II. Wilhelm'in eline geçmesi, Almanya'nın Avrupa'da üstünlüğünün sona ermesine ve bir dengenin oluşmasına neden oldu. Dış politikayı istediği gibi uygulayamayan II. Wilhelm, Almanya'nın içinde bulunduğu İttifâk Devletleri'nin karşısına İtilâf Devletleri olan Rusya, Fransa ve İngiltere bloğunun oluşmasında etkili oldu. Üçlü İtilâf 1874 Fransız - Rus ittifâkı , 1904 İngiliz - Fransız sömürge antlaşması ve 1907 İngiliz - Rus sömürge antlaşmalarıyla oluştu.



Blokların Çatışması ( 1904 - 1914 )

Üçlü İttifâk ve Üçlü İtilâf Devletleri'nin oluşmasıyla iki bloğa bölünen Avrupa'da çatışmalar başlamıştı. Denizde ve karada daha güçlü olan İtilâf Devletleri'ne karşı İttifâk Devletleri silahlanma yoluna gidince iki blok arasında silahlanma yarışı başlamış oldu. Bu yarış ile çatışmalar daha da arttı ve sonuç olarak 28 Haziran 1914 günü Avusturya - Macaristan Veliahtı'nın bir Sırplı tarafından öldürülmesi gibi basit bir suikast olayı Birinci Dünya Harbi'nin başlamasına neden oldu.

I. II. OSMANLI DEVLETİ'NİN DURUMU

Avrupa'da tüm dengeler değişip umumi bir harbe doğru yol alınırken , Osmanlı Devleti'nde ise başarısızlıkla sonuçlanan ve maliye , nüfus , askerî kuvvetler gibi çeşitli yönlerden önemli derecede zayıflatan Trablusgarp ve Balkan Savaşları'nın yorgunluğu vardı. Büyük topraklar kaybedilmiş , halkta ise moral düşüklüğü artmıştı. Böyle bir ortamda çoğalan siyasî akımlar ve fikir akımları arasındaki çatışmalar çoğalmış imparatorluk iyiden iyiye çözülmeye başlamıştı.

Osmanlı Devleti'nin bu karışık döneminde iki siyasî parti göze çarpmaktaydı ki bunlar zaten kendi aralarında tam bir çatışma halindeydi. Farklı fikir akımlarından doğan İttihat ve Terakki ile Hürriyet ve İtilâf Partileri içinden nispeten daha güçlü denilebilecek İttihat ve Terakki Partisi iktidara gelmişti.

Devleti içeride ve dışarıda bulunduğu kötü durumdan kurtarmak için çalışmalar yapan İttihat ve Terakki Partisi'nin amacı tam bağımsızlığı ve güveni sağlamaktı. Bundan anlaşıldığı gibi kapitülâsyonların kaldırılması , büyük devletlerin iç işlere karışmasının engellenmesi ve başarısızlıkla biten savaşlardan sonra acilen ıslahat hareketlerine başlanması ilk hedefti. İttihatçılar bunu sağlayabilmenin büyük devletlerden özellikle Almanya'dan destek alınmasıyla olabileceği kanısındaydılar. Bu durum hem kendi bağımsızlık anlayışları hem de büyük devletlerin Osmanlı üzerindeki çıkarlarıyla çelişmekteydi. İşte bu yüzden İttihatçıların ıslahatları yaparken bu çelişkiler arasındaki dengeyi göz önüne almaları gerekliydi.

Islahatlar yapılırken bu dengeyi oluşturmak için donanmanın ıslahı İngilizlere , maliye ve gümrüklerin düzeltilmesi Fransızlara , jandarmanın düzenlenmesi İtalyanlara ve en son olarak da kara kuvvetlerinin ıslahı Almanlara verilmiştir.



II. HARP ÖNCESİ OSMANLI DEVLETİ İLE ALMANYA ARASINDAKİ MÜNASEBETLER

Karlofça Antlaşması'ndan (1699) sonra dış siyasetinde Avrupalı Devletler ile dostane münasebetler kurulması yönünde değişiklikler yapan Osmanlı Devleti ,1701 yılında Prusya'da krallığını ilan eden I. Friedrich'i kutlamak amacıyla Asım Said Efendi ile Osmanlı Sefareti Heyeti'ni Berlin'e göndermesi ile iki devlet arasındaki münasebetler başlamış oldu.

Bu tarihten itibaren gelişen ve iktisadi , siyasi, askeri birçok sahadaki bu münasebetler I. Dünya Harbine değin devam etti.

Özellikle ordu teşkilatının ıslahı çalışmalarında Almanların örnek alınması birçok Alman subayının Osmanlı ordusunda hizmet görmeye başlamasına neden olmuştur. 1835'te Helmuth Von Moltke ve heyetinin gelişiyle resmi askeri yardımlaşma I. Dünya Harbi öncesinde Liman Von Sanders ve heyetinin gelişine kadar sürmüştür.

Liman Von Sanders başkanlığındaki askeri heyet 14 Aralık 1913'te İstanbul'a geldi. Liman Von Sanders ve askeri heyet hakkında yapılan 27 Ekim 1913 tarihli mukavelenamede Osmanlı Devleti içindeki görevinin sınırları belirlenmiştir. Buna göre:

Beş yıl süreyle ıslah heyetinin ve I. Kolordunun Kumandanı olarak görev yapacaktı. Ayrıca askeri şura azası da olan Liman Von Sanders inzibat, terfi, mükâfat,tecziye, ıslahat, tensikat, talim, terbiye, teçhizat, teslihat, elbise, levazım,iaşe, sıhhiye , baytar, kurs, seferberlik, istihkâm , istatistik, demiryolları hududu meselesi , telefon, telgraf, nakliye, tayyarecilik ve balonculuk konularında söz sahibi olacaktı. Askeri okullar ile Osmanlı Ordusunda vazifeli bütün subayların amiri durumunda bulunacaktı. Yabancı subayların da celp, tayin ve azil işlemlerinden sorumluydu. Harbiye Nazırı'ndan sonra olacak olan makamında ancak ondan emir alacak ve emri altındaki askerler ile ilgili işlemlerden onu haberdar edecekti. Son olarak da Alman Ordusunun Avrupa'da bir savaşa girmesi halinde Almanya Liman Von Sanders ile diğer subayların mukavelelerini feshettirebilecekti.

Yukarıda belirttiğimiz gibi Liman Von Sanders'in oldukça geniş yetkilerle İstanbul'a gelmesi diğer devletlerin elçilerini kuşkulandırdı. Özellikle Boğazların ve İstanbul'un savunmasıyla yükümlü I. Kolordunun başında bir Alman generalin olması başta Rusya sonra İngiltere ve Fransa tarafından tepkilerle karşılandı. Sonuç olarak bu devletlerin baskılarıyla Liman Von Sanders'in mareşalliğe yükseltilerek Genel Ordu Müfettişi yapıldı.

Sorunun bu şekilde çözümlenmesi İtilâf Devletleri'nin korusa bile Alman etkisinin İstanbul'da artmasına engel olamadı. Bunda en önemli etken Osmanlı Devleti sırada Harbiye Nazırlığı ve Genel Kurmay Başkanlığı'nda bulunan Enver Paşa'nın koyu bir Alman hayranı olmasıdır. Ordunun sevk ve idaresi ile ilgili iki önemli görevin kendisinde olması Liman Von Sanders ile birebir ilişkide bulunabilmesini ve askeri konularda olduğu gibi siyasi konularda da bir dereceye kadar üst perdeden konuşabilmesini sağlamaktaydı. Bu durum 2 Ağustos 1914 tarihli Türk - Alman İttifakının Birinci Dünya Harbi ne derece başarılı olacağına birkaç kişi dışında kabine üyelerinden kimsenin haberi olmadan imzalanmasına ve sonuç olarak da bir dizi olay ardından oldu bittiye getirilerek Osmanlı Devleti'nin savaşa sokulması sağlanmıştır.

Avrupa'da gelişen olayların savaşı kaçınılmaz bir hale sokmasıyla birlikte Osmanlı Devleti tarafsızlığını ve istikbalini koruyabilmek amacıyla ayrı ayrı zamanlarda ittifak teşebbüslerinde bulunmuş ise de hiç birinde başarılı olamamıştır. Lakin olayların ciddi boyutlara ulaşması Almanların Osmanlı'nın ittifâk tekliflerini yeni bir açıdan incelemeye zorladı. Çünkü harbin başlaması halinde Osmanlı Almanya'nın Üçlü İtilâf Devletleri tarafından bir çembere alınma ihtimalini engelleyebilirdi. Bu da Rusya'ya karşı Osmanlı'nın ne derece başarılı olacağına bağlıydı. Ama yine de Boğazları tutarak Rusya'ya engel olabilecek, halifelik sıfatıyla tüm Müslüman alemine etki edebilecek güçteydi. Bu düşünceler doğrultusunda yapılan antlaşmadan Osmanlı Devleti'nin beklentisi ise kaybettiği itibarı tekrar kazanarak toprak bütünlüğünü korumak , harp başladığında iki blok arasındaki yalnızlıktan kurtulmaktı. Fakat tarafsızlığı benimseyen Osmanlı Hükümeti ve kamuoyunu bu antlaşma savaşın eşiğine getirmiş , ağır yükümlülükler altına sokmuştur.

Genel hatlarıyla antlaşmanın maddeleri şöyledir:

• ¨ "Avusturya- Macaristan ile Sırbistan arasındaki anlaşmazlık karşısında iki devlette tarafsız kalacaktı,

• ¨ Rusya etkin bir askeri tedbirde bulunur ve bu durum Almanya ile Avusturya- Macaristan arasında ittifâk nedeni olursa bu durum Osmanlı Devleti içinde geçerli olacaktı,

• ¨ Osmanlı Devleti savaşa girerse Alman askeri heyeti etkin bir rol oynayacak fakat Osmanlı Devleti'nin emrine bırakılacaktı,

• ¨ Osmanlı Devleti'nin toprakları tehdit edilirse Almanya silahlı yardımda bulunacaktı,

• ¨ Antlaşma imzalanır imzalanmaz yürürlüğe girecek ve 31 Aralık 1918'e kadar da yürürlükte kalacaktı,

• ¨ Antlaşma gizli kalacak ve ancak iki tarafın birlikte isteği ile açıklanabilecekti."

Antlaşmanın imzalanmasından sonra şimdiki sorun kamuoyuna ve toplantıda bulunduğu sürece antlaşmaların Mebuslar Meclisi'nce onaylanması gerektiği hükmüne karşılık imparatorluğa yüklenen yükümlülüklerin nasıl yerine getirileceği idi. Bu da seferberlik için gerekli yasalar onaylattırıldıktan sonra meclisin Kasım ayı sonuna kadar tatil edilmesiyle başladı. İngiltere ye daha önceden sipariş edilen gemilerin alınabilmesi için antlaşma gizli tutuluyordu. Fakat tüm işlemlerin tamamlanmasına hatta gemileri teslim alacak görevlilerin gönderilmesine rağmen İngiltere Avrupadaki savaş halini bahane ederek gemilere el koydu. Bu da hükümet liderlerinin kamuoyunda Almanya lehine çalışmalar yapmasına gerek kalmadan halkın Üçlü İtilâf Devletleri aleyhine dönmelerine neden oldu. Sonuç olarak Enver Paşa'nın Almanya yanında savaşa girme arzusu gerçekleşmek üzereydi.

Enver Paşa'nın bu arzusunu Goeben ve Breslav adlı iki Almanya kruvazörü yerine getirmiştir. 3 Ağustos 1914'de Kuzey Afrika'daki Fransız üslerini bombalayan bu iki gemi İngiliz filosunu arkalarına takarak Akdeniz'e açılmışlardı. Bu arada ittifâk Antlaşmasının imzalandığı bu gemilere bildirilmiş ve gemiler Osmanlı Devleti sularına yönelmişlerdir. İngiltere Çanakkale Boğazı'ndan geçerek İstanbul'a doğru yol alan gemilerin, Osmanlı Devleti tarafından silahsızlandırılarak kara sularından çıkarılmasını istedi. İşte bu nokta da Almanların baskıları arttı ve sahte bir satın alma ile gemiler Osmanlı Devleti'nde kaldı. İsimleri Yavuz Sultan Selim ve Midilli olarak değiştirilen gemilerin komutanı Amiral Souchon'da Osmanlı Karadeniz Filosu Komutanı oldu. Gemi mürettebatına ise fes ve Osmanlı üniforması giydirildi.

Almanya artık Osmanlı Devleti'nin savaşa girmesini isterken hükümet üyelerinin büyük bir kısmı istenilen güvenceler elde edilmeden savaşa girmeyi reddediyorlardı. Üstelik İtilâf Devletleri uzun zamandır istenilen kapitülâsyonların kaldırılması ile Osmanlı Devleti'nin bağımsızlık korunması hakkındaki güvencelerin sağlanacağını dile getiriyorlardı. Bu durum Enver Paşa ile Almanları zor duruma sokuyordu. Sonuçta Osmanlı Hükümeti Avrupada başlayan savaştan yaralanarak 9 Eylül'de kapitülâsyonları kaldırdı. Bu durum bütün devletlerde şaşkınlıkla karşılandı. Ayrıca yabancı posta haneler ve azınlıklara verilen hatlar kaçırıldı.

Bu durum karşısında Almanlarla ilişkilerde bozulmalar oldu. Şöyle ki ittifâk halinde olmalarına rağmen Osmanlı üzerindeki çıkarları kapitülâsyonların kaldırılmasıyla büyük zarara uğruyorlardı. Kapitülâsyonların kaldırıldığı gün Amiral Souchon'da Osmanlı Donanması I. Komutanlığına getirilmişti. Bu durum gerginliği düşürmese de bir sus payı olarak biraz işe yaramıştı. Sonuçta Enver Paşa'nın kayıtsız şartsız Alman taraftarı olması Almanlarda belirli bir hareket özgürlüğü sağlamıştı.

Enver Paşa ile politikacılar arasında savaşa girme zamanı hakkında bir anlaşmazlık sürerken Çanakkale Boğazı önünde nöbet tutan İngiliz savaş gemileri boğazdan çıkmak isteyen bir Osmanlı torpidosunu geri çevirdiler. Bunun üzerine Osmanlı Devleti Boğazı torpil döşemek suretiyle kapattı. Bu Enver Paşa'nın Amiral Souchon'a talim yaptırmak amacıyla Karadeniz'e çıkartma iznini vermesi için fırsat oldu.

Alman elçisi savaş ilan edilmesi halinde Osmanlı Devleti'ne 2 milyar kuruş gizli yardım yapılacağını bildirdi(11 Ekim). Paranın gelmesi ile birlikte Enver Paşa , Alman Genel Kurmay Başkanlığı'nın Türk komutanlara haber vermeden , Genel Kurmay Başkan Vekili Bronzart'a hazırlattığı bir savaş planının yürütülmesi için Alman Genel Kurmay Başkanlığı ile görüş birliğine vardı. Bu planın birinci maddesi , savaşa nasıl girileceğini saptamaktaydı. Buna göre savaş ilan edilmeksizin Karadeniz'deki Rus Filosunu batırarak deniz üstünlüğünü kazanacaktı. Harekete geçme zamanı Amiral Souchon'a bırakılmıştı.

Amiral Souchon 29 Ekim'de Karadeniz'de Rus kıyılarını bombardımana tutarak çok sayıda Rus gemisini batırarak Enver Paşa'dan aldığı gizli emri başarıyla yerine getirdi. Bu olay başta sadrazam Sait Halim Paşa ve Maliye Nazırı Cavit Bey olmak üzere kimi nazırlar tarafından tepkiyle karşılandı. Enver Paşa'nın Amiral Souchon'a ateşkes emri verilmesi ve İtilâf Devletleri'nden özür dilemesi sağlandı. Fakat artık geç kalınmıştı. Rusya 2 Kasım 1914'te Osmanlı Devleti'ne savaş ilan ettiğini açıkladı. 5 Kasım'da da Fransa ve İngiltere savaş ilan ettiler. Padişah da 11 Kasım'da savaş ilan ederek halifeliği kullanarak tüm Müslümanları cihada davet etti.

Böylelikle Osmanlı Devleti Almanya'nın yoğun baskısı ile Enver Paşa'nın kendi ihtirasları sonucu I. Dünya Harbine girmiş oldu. Bu olayın bir tesadüf olmadığı Almanya'nın ve diğer İttifâk Devletleri'nin çıkarları sonucunda hazırlandığı açıktır.



III. HARP ESNASINDA ÇANAKKALE CEPHESİNDE OSMANLI DEVLETİ İLE ALMANYA ARASINDAKİ MÜNASEBETLER

Stratejik bakımdan iki blok içinde çok değerli olan Çanakkale Boğazına karşı Müttefik Devletlerin teşebbüsleri daha 1914 Ağustosundan itibaren bahis konusu olmuş fakat Osmanlı Devleti henüz tarafsız olduğu için bu mesele üzerinde fazla durulmamıştı.

Almanya'nın ise daha 2 Ağustos 1914 tarihli ittifâk Anlaşmasından önce Boğazlara askeri personel gönderdiği görülmektedir 24 Haziran 1914'de 4'ü subay, 32 astsubay ve 201 erbaş ve er olmak üzere toplam 237 askeri personel gelmiş ve bunlar Enver Paşa'nın emri ile Çanakkale Boğazındaki bataryalar ile gemilerde görevlendirilmiştir.

Osmanlı - Alman ittifâk antlaşmasının imzalanmasından sonra ise 27 Ağustos 1914'de 2 Alman Amirali ,15 deniz subayı,ve 281 deniz eri İstanbul'a gelmiş ve boğazlarda görev almıştır. Tabi 1600 kadar mürettebatı ile 10 Ağustosta Çanakkale Boğazından giriş yapan Goeben ve Breslav gemileri bu sayının dışındadır. Ayrıca bunlar dışında farklı tarihlerde başka Alman subay ,astsubay, erbaş ve erleri ile teknik personel Boğazlar bölgesinde görev yapmak için görevlendirilmiştir.

Fakat bu subayların gelişinden itibaren Boğazlar bölgesinin savunmasında emir-komuta bağlantısı kurulamadığından sevk ve idarede ortaya çıkan otorite boşlukları Almanya ile Osmanlı Devleti arasındaki politik anlaşmazlıklardan doğmuştur. Bu da Boğazlar bölgesi için önemli bir tehlike arz etmektedir. Şöyle ki: Amiral Usedom'un haricinde Müstahkem Mevki Komutanı olarak Albay Cevat Bey görevlendirilmiş , Amiral Merten Türk Karargâhı Temsilcisi olarak Çanakkale'de bulunuyor ve Gelibolu Yarımadasının ortası ile kuzeyindeki birliklerde, I. Ordu Komutanı Liman Von Sanders'in emrindeki III. Kolordu'ya ait birliklerden oluşuyordu. Ayrıca Türk Genel Karagahıda Boğazlar üzerinde doğrudan bazı yetkilere sahip bulunuyordu.

Ayrıca Osmanlı Devleti yöneticileri ile Alman yetkilileri arasında boğazların güvenliği ile ilgili fikir ayrılıkları ve eğer bir saldırı olursa - Almanya buna garip bir ısrarla ihtimal vermemekteydi -savunma için gerekli askeri yardımların Osmanlı Devleti'ne ulaştırılmasıyla alakalı güçlükler diğer tehlikeyi yansıtmaktaydı. Çünkü savaş başladığında tarafsız sonra kısmen düşmanca bir tavır içine giren Balkan Devletleri'nin Berlin - İstanbul demiryolu bağlantısı üzerinde bulunmaları hem harbin sevk ve idaresinde müşterek kararlar verilmesinde hem de yardımların ulaştırılmasında engel teşkil ediyordu. Nitekim 1916 yılında kurulan Berlin -İstanbul demiryolu bağlantısına kadar Osmanlı Devleti genel mahiyetle kendi olanakları dahilinde mücadele etmiştir. Zaten askeri malzemelerin gelişi hızlanmış olsa dahi gecikme nedeniyle cephelerde oluşan tehlikelerin giderilmesinde yeterli olmamıştır.

Çanakkale2ya saldırı fikri bir Rus sorunu ile ortaya çıkmıştır. Sarıkamış saldırısının Osmanlıların çıkarına geliştiği bir sırada Rus Orduları Baş komutanı Grandük Nikolas,İngiliz Harbiye Nazırı Kitcmer'den Osmanlı kuvvetlerinin bir kısmının Kafkas cephesinden uzaklaştırılmasını sağlayacak bir kara veya deniz gösterisinin yapılmasının mümkün olup olmadığını sormuştur. Grandük böyle bir gösteri için Çanakkale'den bahsetmediği halde Londra'da Çanakkale seferi fikri çoktan doğmuştu.

Asıl hedef boğazları ele geçirip Osmanlı Devletini parçalamak suretiyle toprak bütünlüğünü bozarak savaş dışı bırakmak,boğazlar yolu ile Rusya'da yardım yapmak Alman-Avusturya ordularını arkadan çevirerek doğuya doğru yayılmalarını engellemekti. Ayrıca İngiltere bu sayada doğudaki sömürge topraklarını güvence altına almayı da istiyordu.

Bu amaçla 19 Şubat 1925'de saldırıya geçip bir ay süre ile devam edecek olan deniz harekâtına başladılar. Fakat Osmanlıların boğazlara mayın çevresindeki tepelere güçlü bataryalar yerleştirdiklerini biliyorlardı. Bu nedenle amaçlarını gerçekleştiremeden 18 Mart 1915'deki son teşebbüslerinde başarısızlığa uğrayıp üç savaş gemisi kaybederek geri çekilmişlerdi.

18 Mart deniz zaferi Türk-Alman münasebetlerini de etkiledi. Yenilmez bilinen İngiliz donanmasının hep başarısızlıklar kaydeden Osmanlı tarafından mağlubiyete uğraması Enver Paşa'nın dahi Almanlara karşı düşüncelerini değiştirmişti. Kazanılan zaferle Almanların çıkarları korunurken onların sadece bir miktar ödünç para ile birkaç alman subayı gönderdiklerini Enver Paşa'da itiraf etmişti.

Deniz savaşının başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra İtilaf devletleri bir kara hareketi ile kaybedilen moral ve prestiji yeniden kazanma planına karar verdiler. Bu doğrultuda 25 Nisan 1915 sabahı saat 05:00 dan itibaren sekiz buçuk aya sürecek olan Çanakkale Muharebeleri donanma desteğindeki İtilaf Devletleri askerlerini Gelibolu'ya çıkışları ile başlamıştır.

Kara savaşları sırasında Mayıs 1915'te Liman Von Sanders eğitilmiş 200 istihkamcının acilen gönderilmesini istemiş ve V. Ordu emrine Haziran sonuna doğru ilk ve tek Alman birliği gelmiştir. Bu birlik bir istihkam bölüğü kadardır.

Alman istihkam bölüğünün ilk personeli 10 Nisan 1914'te gelmiş ve bunları 13 Nisan ve sonraki tarihlerde gelenler takip etmiştir.

200 mevcutlu olan bu bölük Güney Grubunda ve Seddülbahir' Enver Paşa karşı kullanılmıştır. Bölüğün mevcudu bölge şartları ve muharebeler sonucunda 40'Almanya kadar düşmüştür. Bundan sonrada muntazam bir bölük olarak değil de , cepheye dağılmış olarak ve nezaretçi şeklinde görevlendirilmişlerdir.

Bu birlik dışında başka kuvvet gönderilmezken topçu bataryalarında hizmet görmek amacıyla subay ve astsubaylar gönderilmiş ve bunlar V. Ordunun çeşitli kademelerinde görev almıştır.

Ayrıca Kasım 1915'te 24cm'lik bir Avusturya havan bataryası ile Aralık 1915'te 15cm'lik bir Avusturya obüs bataryası Gelibolu'ya gelmiştir. Bunlarla birlikte Çanakkale'ye gelen Alman subay, astsubay ve erlerin sayısı 500 kişiyi bulmuştur.

Bunlar dışında 6 Temmuz 1914'de gelen deniz tayyareleri Çanakkale Muharebeleri'nde kullanılmak için görevlendirilmiştir.

Birinci Dünya Harbi esnasında Osmanlı Harekatının en görkemli zaferinin yaşandığı Çanakkale'de görev alan önemli Alman subaylarına gelince öncelikle bahsedilecek olanlar:

Liman Von Sanders: Alman Askeri Heyeti Başkanı olarak geldiği Türkiye'de I. Kolordu Kumandanlığı görevinde bulunmuş ; Harp esnasında bu görevi devrederek Gelibolu'da kurulan V. Ordu Kumandanlığı yapmıştır.

Gressmann Paşa: 1915-1916 yıllarında Türk Tümgenerali rütbesiyle askeri heyette görev almış ve Çanakkale'deki V. Ordu Topçu Kumandanlığı görevinde bulunmuştur.

Amiral Von Usedom Paşa: 1914-1918 yılları arasında Türk mareşali rütbesiyle görev yapmış ve Boğaz Kumandanlığı hizmetinde bulunmuştur.

Souchon Paşa: Osmanlı Devleti'nin I. Dünya Harbine girmesine sebep olan amirallerden Karadeniz olayının kilit adamı Koramiral Souchon , 1914-1917 yılları arasında Akdeniz Filosu Kumandanlığı ve Türk Deniz Kuvvetleri Kumandanlığı yapmıştır.

Merten Paşa: Koramiral Merten , 1914-1918 yılları arasında Çanakkale Boğazı Müstahkem Mevki Kumandanlığı yapmıştır.

Ayrıca Süvari Yüzbaşı Mühlmann'ında Liman Von Sanders'in karargahında görev aldığı bilinmektedir.



IV. ÇANAKKALE MUHAREBELERİNİN SONA ERMESİ

25 Nisan 1915'te başlayan İtilâf Devletleri çıkarması istediği başarıyı elde edemeyince ve devamlı olarak asker kaybı olunca Aralık ayından itibaren geri çekilmeye başladı. Bunda etkili olan diğer bir husus 1915 yılı sonlarına doğru Bulgaristan yolunun açılmasıyla müttefiklerin silah ve malzeme yardımlarının artamaya başlayarak gözlenen Türk birlikleri karşısında verilecek askeri ve maddi - manevi kayıpların İtilâf Devletleri tarafından göze alınamayacak kadar büyük olma ihtimalidir.

18-19 Aralık 1915 'te batı kıyılarından başlayarak 8-9 Ocak 1916'da Gelibolu Yarımadasından tamamen çekilmeleri Çanakkale Boğazını geçme çabasının sonucunu ortaya koymuştur.

Çanakkale Muharebeleri'nde yer alan güçler arasındaki büyük dengesizliğe , güçlü bir donanma tarafından desteklenen bir kara ordusuna karşı yapılmasına ve savaşı destekleyecek maddi kaynaklar açısından aradaki farkın bariz bir şekilde Osmanlı Devleti aleyhine olmasına rağmen Türk askerinin mücadelesi ile kazanılmış bir zaferdir.



Nitekim müttefiklerden beklediği yardımı alamamasına rağmen Çanakkale Muharebeleri bir miktar ödünç para ve birkaç Alman subayı haricinde tamimiyle kendi imkanlarıyla kazandığının bir kanıtıdır. Zaten Türk ordularını kumanda eden Liman Von Sanders ikmal bakımından karşılaşılan güçlükleri sıkça dile getirmiş ve az olan cephane Türkiye'de zaten üretilmediğine dikkat çekmiştir. Buna rağmen birkaç cephede aynı anda savaşmak zorunda kalan Osmanlı Devletinin bu harpleri ülke içi imkanlarla devam ettirmesi dahili kaynakların azalmasına hatta yetersiz duruma gelmesine neden olmuştur.

Sonuç olarak Osmanlılar kadar Alman Yöneticileri de ihtiyaç duyulan malzemenin temini ve tedariki konusunda büyük gayretler sarf etseler de Avrupa'nın asıl cephe sayılması ulaşımdaki güçlükler buna engel olmuştur. Avrupa'daki cephelerden kalan ihtiyaç fazlası ise ancak 1916'dan sonra gelmeye başlamış bu da ülke içindeki yetersizlikler nedeniyle istenilen yerlere ulaştırılamamıştır.

Unutmamak gerekir ki maddi ve askeri yardımlar muhakkak yardım yapan ülkenin veya ülkelerin politik faaliyetleri sonucu ve kendi çıkarları doğrultusunda gerçekleşir. Ayrıca dışarıdan alınacak yardımların devamlılığı olamayacağı ve geri ödenmesinde güçlüklerle karşılaşılacağı bir gerçektir. Bu sebeple her ülke kendi içinde üretime ve gelişmeye önem vermelidir.

Çanakkale Muharebeleri'nde uyanan vatanın müdafaası , düşünce ve gayreti önceki mücadelelere göre daha farklı , daha güçlü olup Milli Mücadele ruhunun da başlangıcı olmuştur.

styla45 04-21-2010 01:56 AM

BİRİNCİ DÜNYA HARBİ ESNASINDA ÇANAKKALE CEPHESİNDE OSMANLI- ALMAN ASKERİ İTTİFAKI ve SONUÇLARI

I. BİRİNCİ DÜNYA HARBİ ÖNCESİNE GENEL BİR BAKIŞ

I.I. AVRUPA'DAKİ GELİŞMELER

Türk Tarihinin dönüm noktalarından biri olan Birinci Dünya Harbi , XIX. yüzyıl başından itibaren Avrupa'da meydana gelen çeşitli değişimlerin bir neticesidir.

Fransız İhtilâli ile ortaya çıkan çeşitli siyasî fikir akımları Avrupa'da yayılarak gelişmeler göstermiş ve zamanla Avrupa'nın çehresini değiştirmiştir. En etkili fikir akımlarından biri Fransız İhtilâli ile canlanan milliyetçilik akımı olmuş bu da ulusal devlet sisteminin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu sayede milli birliklerini çeşitli aşamalar sonucu kurmaya başlayan Avrupa Devletleri , kendi milli çıkarlarına göre hareket etmeye başlamışlardır. Bu da emperyalizm akımı ile güç kazanıp zamanla sömürgeciliğe dönüşmüştür. Sömürgecilik ile yayılmaya başlayan Avrupa Devletleri arasında ekonomik ve stratejik çıkarlar sağlama mücadelesi de böylece başlamıştır.

Sonuç olarak 1871 - 1914 yılları arasındaki siyasî ve diplomatik gelişmeler Birinci Dünya Harbi'ne neden olmuştur. Bu dönemi incelediğimizde üç ana kısma bölündüğünü görmekteyiz. Bu kısımlar ana hatlarıyla :

• Avrupa'da Alman Üstünlüğü( 1871 - 1890 )

Almanya'nın siyasî birliğini kurduktan sonra başbakanı olan Bismarck'ın izlediği siyaset, Almanya'nın kesin bir üstünlük kazanmasını ve bunun sonucu olarak Üçlü İttifâk'ın oluşmasını sağlamıştır.

Bismarck'ın siyaseti iki ana kısımdan oluşuyordu. Bunlardan ilki , daha yeni siyasi birliğini sağlamış olan Almanya'nın güçlenmesi ve sağlam temellere dayanması için gerekli olan zamanın kazanılması idi. Bu da ancak dış siyasette huzurun yani barış ortamının sağlanması ile mümkündü.

İkinci kısımda ise 1870 -1871 Almanya - Fransa Harbi'nde, Fransa'nın mağlubiyeti ile elinden çıkan Alsace ve Lorraine gibi iki önemli toprağını geri almak isteyeceği düşüncesi ile başlayabilecek olan savaşın engellenmesi idi. Bu da ancak Fransa'nın intikam için ittifâk yapabileceği devletleri Almanya'nın yanına çekerek yalnız bırakılması ile olabilirdi.

1890'da yeni imparator II. Wilhelm ile fikir çatışmaları sonucu ayrıldığı başbakanlığı süresince izlediği siyaseti bir dizi anlaşmalarla - bunlar Rusya ve Avusturya ile yapılmıştı - perçinledi ve Almanya'nın üstünlüğünü sağladı.


• ¨ Avrupa'da Denge ( 1890 - 1904 )

Bismarck'ın başbakanlıktan ayrılmasıyla dış politikanın II. Wilhelm'in eline geçmesi, Almanya'nın Avrupa'da üstünlüğünün sona ermesine ve bir dengenin oluşmasına neden oldu. Dış politikayı istediği gibi uygulayamayan II. Wilhelm, Almanya'nın içinde bulunduğu İttifâk Devletleri'nin karşısına İtilâf Devletleri olan Rusya, Fransa ve İngiltere bloğunun oluşmasında etkili oldu. Üçlü İtilâf 1874 Fransız - Rus ittifâkı , 1904 İngiliz - Fransız sömürge antlaşması ve 1907 İngiliz - Rus sömürge antlaşmalarıyla oluştu.



Blokların Çatışması ( 1904 - 1914 )

Üçlü İttifâk ve Üçlü İtilâf Devletleri'nin oluşmasıyla iki bloğa bölünen Avrupa'da çatışmalar başlamıştı. Denizde ve karada daha güçlü olan İtilâf Devletleri'ne karşı İttifâk Devletleri silahlanma yoluna gidince iki blok arasında silahlanma yarışı başlamış oldu. Bu yarış ile çatışmalar daha da arttı ve sonuç olarak 28 Haziran 1914 günü Avusturya - Macaristan Veliahtı'nın bir Sırplı tarafından öldürülmesi gibi basit bir suikast olayı Birinci Dünya Harbi'nin başlamasına neden oldu.

I. II. OSMANLI DEVLETİ'NİN DURUMU

Avrupa'da tüm dengeler değişip umumi bir harbe doğru yol alınırken , Osmanlı Devleti'nde ise başarısızlıkla sonuçlanan ve maliye , nüfus , askerî kuvvetler gibi çeşitli yönlerden önemli derecede zayıflatan Trablusgarp ve Balkan Savaşları'nın yorgunluğu vardı. Büyük topraklar kaybedilmiş , halkta ise moral düşüklüğü artmıştı. Böyle bir ortamda çoğalan siyasî akımlar ve fikir akımları arasındaki çatışmalar çoğalmış imparatorluk iyiden iyiye çözülmeye başlamıştı.

Osmanlı Devleti'nin bu karışık döneminde iki siyasî parti göze çarpmaktaydı ki bunlar zaten kendi aralarında tam bir çatışma halindeydi. Farklı fikir akımlarından doğan İttihat ve Terakki ile Hürriyet ve İtilâf Partileri içinden nispeten daha güçlü denilebilecek İttihat ve Terakki Partisi iktidara gelmişti.

Devleti içeride ve dışarıda bulunduğu kötü durumdan kurtarmak için çalışmalar yapan İttihat ve Terakki Partisi'nin amacı tam bağımsızlığı ve güveni sağlamaktı. Bundan anlaşıldığı gibi kapitülâsyonların kaldırılması , büyük devletlerin iç işlere karışmasının engellenmesi ve başarısızlıkla biten savaşlardan sonra acilen ıslahat hareketlerine başlanması ilk hedefti. İttihatçılar bunu sağlayabilmenin büyük devletlerden özellikle Almanya'dan destek alınmasıyla olabileceği kanısındaydılar. Bu durum hem kendi bağımsızlık anlayışları hem de büyük devletlerin Osmanlı üzerindeki çıkarlarıyla çelişmekteydi. İşte bu yüzden İttihatçıların ıslahatları yaparken bu çelişkiler arasındaki dengeyi göz önüne almaları gerekliydi.

Islahatlar yapılırken bu dengeyi oluşturmak için donanmanın ıslahı İngilizlere , maliye ve gümrüklerin düzeltilmesi Fransızlara , jandarmanın düzenlenmesi İtalyanlara ve en son olarak da kara kuvvetlerinin ıslahı Almanlara verilmiştir.



II. HARP ÖNCESİ OSMANLI DEVLETİ İLE ALMANYA ARASINDAKİ MÜNASEBETLER

Karlofça Antlaşması'ndan (1699) sonra dış siyasetinde Avrupalı Devletler ile dostane münasebetler kurulması yönünde değişiklikler yapan Osmanlı Devleti ,1701 yılında Prusya'da krallığını ilan eden I. Friedrich'i kutlamak amacıyla Asım Said Efendi ile Osmanlı Sefareti Heyeti'ni Berlin'e göndermesi ile iki devlet arasındaki münasebetler başlamış oldu.

Bu tarihten itibaren gelişen ve iktisadi , siyasi, askeri birçok sahadaki bu münasebetler I. Dünya Harbine değin devam etti.

Özellikle ordu teşkilatının ıslahı çalışmalarında Almanların örnek alınması birçok Alman subayının Osmanlı ordusunda hizmet görmeye başlamasına neden olmuştur. 1835'te Helmuth Von Moltke ve heyetinin gelişiyle resmi askeri yardımlaşma I. Dünya Harbi öncesinde Liman Von Sanders ve heyetinin gelişine kadar sürmüştür.

Liman Von Sanders başkanlığındaki askeri heyet 14 Aralık 1913'te İstanbul'a geldi. Liman Von Sanders ve askeri heyet hakkında yapılan 27 Ekim 1913 tarihli mukavelenamede Osmanlı Devleti içindeki görevinin sınırları belirlenmiştir. Buna göre:

Beş yıl süreyle ıslah heyetinin ve I. Kolordunun Kumandanı olarak görev yapacaktı. Ayrıca askeri şura azası da olan Liman Von Sanders inzibat, terfi, mükâfat,tecziye, ıslahat, tensikat, talim, terbiye, teçhizat, teslihat, elbise, levazım,iaşe, sıhhiye , baytar, kurs, seferberlik, istihkâm , istatistik, demiryolları hududu meselesi , telefon, telgraf, nakliye, tayyarecilik ve balonculuk konularında söz sahibi olacaktı. Askeri okullar ile Osmanlı Ordusunda vazifeli bütün subayların amiri durumunda bulunacaktı. Yabancı subayların da celp, tayin ve azil işlemlerinden sorumluydu. Harbiye Nazırı'ndan sonra olacak olan makamında ancak ondan emir alacak ve emri altındaki askerler ile ilgili işlemlerden onu haberdar edecekti. Son olarak da Alman Ordusunun Avrupa'da bir savaşa girmesi halinde Almanya Liman Von Sanders ile diğer subayların mukavelelerini feshettirebilecekti.

Yukarıda belirttiğimiz gibi Liman Von Sanders'in oldukça geniş yetkilerle İstanbul'a gelmesi diğer devletlerin elçilerini kuşkulandırdı. Özellikle Boğazların ve İstanbul'un savunmasıyla yükümlü I. Kolordunun başında bir Alman generalin olması başta Rusya sonra İngiltere ve Fransa tarafından tepkilerle karşılandı. Sonuç olarak bu devletlerin baskılarıyla Liman Von Sanders'in mareşalliğe yükseltilerek Genel Ordu Müfettişi yapıldı.

Sorunun bu şekilde çözümlenmesi İtilâf Devletleri'nin korusa bile Alman etkisinin İstanbul'da artmasına engel olamadı. Bunda en önemli etken Osmanlı Devleti sırada Harbiye Nazırlığı ve Genel Kurmay Başkanlığı'nda bulunan Enver Paşa'nın koyu bir Alman hayranı olmasıdır. Ordunun sevk ve idaresi ile ilgili iki önemli görevin kendisinde olması Liman Von Sanders ile birebir ilişkide bulunabilmesini ve askeri konularda olduğu gibi siyasi konularda da bir dereceye kadar üst perdeden konuşabilmesini sağlamaktaydı. Bu durum 2 Ağustos 1914 tarihli Türk - Alman İttifakının Birinci Dünya Harbi ne derece başarılı olacağına birkaç kişi dışında kabine üyelerinden kimsenin haberi olmadan imzalanmasına ve sonuç olarak da bir dizi olay ardından oldu bittiye getirilerek Osmanlı Devleti'nin savaşa sokulması sağlanmıştır.

Avrupa'da gelişen olayların savaşı kaçınılmaz bir hale sokmasıyla birlikte Osmanlı Devleti tarafsızlığını ve istikbalini koruyabilmek amacıyla ayrı ayrı zamanlarda ittifak teşebbüslerinde bulunmuş ise de hiç birinde başarılı olamamıştır. Lakin olayların ciddi boyutlara ulaşması Almanların Osmanlı'nın ittifâk tekliflerini yeni bir açıdan incelemeye zorladı. Çünkü harbin başlaması halinde Osmanlı Almanya'nın Üçlü İtilâf Devletleri tarafından bir çembere alınma ihtimalini engelleyebilirdi. Bu da Rusya'ya karşı Osmanlı'nın ne derece başarılı olacağına bağlıydı. Ama yine de Boğazları tutarak Rusya'ya engel olabilecek, halifelik sıfatıyla tüm Müslüman alemine etki edebilecek güçteydi. Bu düşünceler doğrultusunda yapılan antlaşmadan Osmanlı Devleti'nin beklentisi ise kaybettiği itibarı tekrar kazanarak toprak bütünlüğünü korumak , harp başladığında iki blok arasındaki yalnızlıktan kurtulmaktı. Fakat tarafsızlığı benimseyen Osmanlı Hükümeti ve kamuoyunu bu antlaşma savaşın eşiğine getirmiş , ağır yükümlülükler altına sokmuştur.

Genel hatlarıyla antlaşmanın maddeleri şöyledir:

• ¨ "Avusturya- Macaristan ile Sırbistan arasındaki anlaşmazlık karşısında iki devlette tarafsız kalacaktı,

• ¨ Rusya etkin bir askeri tedbirde bulunur ve bu durum Almanya ile Avusturya- Macaristan arasında ittifâk nedeni olursa bu durum Osmanlı Devleti içinde geçerli olacaktı,

• ¨ Osmanlı Devleti savaşa girerse Alman askeri heyeti etkin bir rol oynayacak fakat Osmanlı Devleti'nin emrine bırakılacaktı,

• ¨ Osmanlı Devleti'nin toprakları tehdit edilirse Almanya silahlı yardımda bulunacaktı,

• ¨ Antlaşma imzalanır imzalanmaz yürürlüğe girecek ve 31 Aralık 1918'e kadar da yürürlükte kalacaktı,

• ¨ Antlaşma gizli kalacak ve ancak iki tarafın birlikte isteği ile açıklanabilecekti."

Antlaşmanın imzalanmasından sonra şimdiki sorun kamuoyuna ve toplantıda bulunduğu sürece antlaşmaların Mebuslar Meclisi'nce onaylanması gerektiği hükmüne karşılık imparatorluğa yüklenen yükümlülüklerin nasıl yerine getirileceği idi. Bu da seferberlik için gerekli yasalar onaylattırıldıktan sonra meclisin Kasım ayı sonuna kadar tatil edilmesiyle başladı. İngiltere ye daha önceden sipariş edilen gemilerin alınabilmesi için antlaşma gizli tutuluyordu. Fakat tüm işlemlerin tamamlanmasına hatta gemileri teslim alacak görevlilerin gönderilmesine rağmen İngiltere Avrupadaki savaş halini bahane ederek gemilere el koydu. Bu da hükümet liderlerinin kamuoyunda Almanya lehine çalışmalar yapmasına gerek kalmadan halkın Üçlü İtilâf Devletleri aleyhine dönmelerine neden oldu. Sonuç olarak Enver Paşa'nın Almanya yanında savaşa girme arzusu gerçekleşmek üzereydi.

Enver Paşa'nın bu arzusunu Goeben ve Breslav adlı iki Almanya kruvazörü yerine getirmiştir. 3 Ağustos 1914'de Kuzey Afrika'daki Fransız üslerini bombalayan bu iki gemi İngiliz filosunu arkalarına takarak Akdeniz'e açılmışlardı. Bu arada ittifâk Antlaşmasının imzalandığı bu gemilere bildirilmiş ve gemiler Osmanlı Devleti sularına yönelmişlerdir. İngiltere Çanakkale Boğazı'ndan geçerek İstanbul'a doğru yol alan gemilerin, Osmanlı Devleti tarafından silahsızlandırılarak kara sularından çıkarılmasını istedi. İşte bu nokta da Almanların baskıları arttı ve sahte bir satın alma ile gemiler Osmanlı Devleti'nde kaldı. İsimleri Yavuz Sultan Selim ve Midilli olarak değiştirilen gemilerin komutanı Amiral Souchon'da Osmanlı Karadeniz Filosu Komutanı oldu. Gemi mürettebatına ise fes ve Osmanlı üniforması giydirildi.

Almanya artık Osmanlı Devleti'nin savaşa girmesini isterken hükümet üyelerinin büyük bir kısmı istenilen güvenceler elde edilmeden savaşa girmeyi reddediyorlardı. Üstelik İtilâf Devletleri uzun zamandır istenilen kapitülâsyonların kaldırılması ile Osmanlı Devleti'nin bağımsızlık korunması hakkındaki güvencelerin sağlanacağını dile getiriyorlardı. Bu durum Enver Paşa ile Almanları zor duruma sokuyordu. Sonuçta Osmanlı Hükümeti Avrupada başlayan savaştan yaralanarak 9 Eylül'de kapitülâsyonları kaldırdı. Bu durum bütün devletlerde şaşkınlıkla karşılandı. Ayrıca yabancı posta haneler ve azınlıklara verilen hatlar kaçırıldı.

Bu durum karşısında Almanlarla ilişkilerde bozulmalar oldu. Şöyle ki ittifâk halinde olmalarına rağmen Osmanlı üzerindeki çıkarları kapitülâsyonların kaldırılmasıyla büyük zarara uğruyorlardı. Kapitülâsyonların kaldırıldığı gün Amiral Souchon'da Osmanlı Donanması I. Komutanlığına getirilmişti. Bu durum gerginliği düşürmese de bir sus payı olarak biraz işe yaramıştı. Sonuçta Enver Paşa'nın kayıtsız şartsız Alman taraftarı olması Almanlarda belirli bir hareket özgürlüğü sağlamıştı.

Enver Paşa ile politikacılar arasında savaşa girme zamanı hakkında bir anlaşmazlık sürerken Çanakkale Boğazı önünde nöbet tutan İngiliz savaş gemileri boğazdan çıkmak isteyen bir Osmanlı torpidosunu geri çevirdiler. Bunun üzerine Osmanlı Devleti Boğazı torpil döşemek suretiyle kapattı. Bu Enver Paşa'nın Amiral Souchon'a talim yaptırmak amacıyla Karadeniz'e çıkartma iznini vermesi için fırsat oldu.

Alman elçisi savaş ilan edilmesi halinde Osmanlı Devleti'ne 2 milyar kuruş gizli yardım yapılacağını bildirdi(11 Ekim). Paranın gelmesi ile birlikte Enver Paşa , Alman Genel Kurmay Başkanlığı'nın Türk komutanlara haber vermeden , Genel Kurmay Başkan Vekili Bronzart'a hazırlattığı bir savaş planının yürütülmesi için Alman Genel Kurmay Başkanlığı ile görüş birliğine vardı. Bu planın birinci maddesi , savaşa nasıl girileceğini saptamaktaydı. Buna göre savaş ilan edilmeksizin Karadeniz'deki Rus Filosunu batırarak deniz üstünlüğünü kazanacaktı. Harekete geçme zamanı Amiral Souchon'a bırakılmıştı.

Amiral Souchon 29 Ekim'de Karadeniz'de Rus kıyılarını bombardımana tutarak çok sayıda Rus gemisini batırarak Enver Paşa'dan aldığı gizli emri başarıyla yerine getirdi. Bu olay başta sadrazam Sait Halim Paşa ve Maliye Nazırı Cavit Bey olmak üzere kimi nazırlar tarafından tepkiyle karşılandı. Enver Paşa'nın Amiral Souchon'a ateşkes emri verilmesi ve İtilâf Devletleri'nden özür dilemesi sağlandı. Fakat artık geç kalınmıştı. Rusya 2 Kasım 1914'te Osmanlı Devleti'ne savaş ilan ettiğini açıkladı. 5 Kasım'da da Fransa ve İngiltere savaş ilan ettiler. Padişah da 11 Kasım'da savaş ilan ederek halifeliği kullanarak tüm Müslümanları cihada davet etti.

Böylelikle Osmanlı Devleti Almanya'nın yoğun baskısı ile Enver Paşa'nın kendi ihtirasları sonucu I. Dünya Harbine girmiş oldu. Bu olayın bir tesadüf olmadığı Almanya'nın ve diğer İttifâk Devletleri'nin çıkarları sonucunda hazırlandığı açıktır.



III. HARP ESNASINDA ÇANAKKALE CEPHESİNDE OSMANLI DEVLETİ İLE ALMANYA ARASINDAKİ MÜNASEBETLER

Stratejik bakımdan iki blok içinde çok değerli olan Çanakkale Boğazına karşı Müttefik Devletlerin teşebbüsleri daha 1914 Ağustosundan itibaren bahis konusu olmuş fakat Osmanlı Devleti henüz tarafsız olduğu için bu mesele üzerinde fazla durulmamıştı.

Almanya'nın ise daha 2 Ağustos 1914 tarihli ittifâk Anlaşmasından önce Boğazlara askeri personel gönderdiği görülmektedir 24 Haziran 1914'de 4'ü subay, 32 astsubay ve 201 erbaş ve er olmak üzere toplam 237 askeri personel gelmiş ve bunlar Enver Paşa'nın emri ile Çanakkale Boğazındaki bataryalar ile gemilerde görevlendirilmiştir.

Osmanlı - Alman ittifâk antlaşmasının imzalanmasından sonra ise 27 Ağustos 1914'de 2 Alman Amirali ,15 deniz subayı,ve 281 deniz eri İstanbul'a gelmiş ve boğazlarda görev almıştır. Tabi 1600 kadar mürettebatı ile 10 Ağustosta Çanakkale Boğazından giriş yapan Goeben ve Breslav gemileri bu sayının dışındadır. Ayrıca bunlar dışında farklı tarihlerde başka Alman subay ,astsubay, erbaş ve erleri ile teknik personel Boğazlar bölgesinde görev yapmak için görevlendirilmiştir.

Fakat bu subayların gelişinden itibaren Boğazlar bölgesinin savunmasında emir-komuta bağlantısı kurulamadığından sevk ve idarede ortaya çıkan otorite boşlukları Almanya ile Osmanlı Devleti arasındaki politik anlaşmazlıklardan doğmuştur. Bu da Boğazlar bölgesi için önemli bir tehlike arz etmektedir. Şöyle ki: Amiral Usedom'un haricinde Müstahkem Mevki Komutanı olarak Albay Cevat Bey görevlendirilmiş , Amiral Merten Türk Karargâhı Temsilcisi olarak Çanakkale'de bulunuyor ve Gelibolu Yarımadasının ortası ile kuzeyindeki birliklerde, I. Ordu Komutanı Liman Von Sanders'in emrindeki III. Kolordu'ya ait birliklerden oluşuyordu. Ayrıca Türk Genel Karagahıda Boğazlar üzerinde doğrudan bazı yetkilere sahip bulunuyordu.

Ayrıca Osmanlı Devleti yöneticileri ile Alman yetkilileri arasında boğazların güvenliği ile ilgili fikir ayrılıkları ve eğer bir saldırı olursa - Almanya buna garip bir ısrarla ihtimal vermemekteydi -savunma için gerekli askeri yardımların Osmanlı Devleti'ne ulaştırılmasıyla alakalı güçlükler diğer tehlikeyi yansıtmaktaydı. Çünkü savaş başladığında tarafsız sonra kısmen düşmanca bir tavır içine giren Balkan Devletleri'nin Berlin - İstanbul demiryolu bağlantısı üzerinde bulunmaları hem harbin sevk ve idaresinde müşterek kararlar verilmesinde hem de yardımların ulaştırılmasında engel teşkil ediyordu. Nitekim 1916 yılında kurulan Berlin -İstanbul demiryolu bağlantısına kadar Osmanlı Devleti genel mahiyetle kendi olanakları dahilinde mücadele etmiştir. Zaten askeri malzemelerin gelişi hızlanmış olsa dahi gecikme nedeniyle cephelerde oluşan tehlikelerin giderilmesinde yeterli olmamıştır.

Çanakkale2ya saldırı fikri bir Rus sorunu ile ortaya çıkmıştır. Sarıkamış saldırısının Osmanlıların çıkarına geliştiği bir sırada Rus Orduları Baş komutanı Grandük Nikolas,İngiliz Harbiye Nazırı Kitcmer'den Osmanlı kuvvetlerinin bir kısmının Kafkas cephesinden uzaklaştırılmasını sağlayacak bir kara veya deniz gösterisinin yapılmasının mümkün olup olmadığını sormuştur. Grandük böyle bir gösteri için Çanakkale'den bahsetmediği halde Londra'da Çanakkale seferi fikri çoktan doğmuştu.

Asıl hedef boğazları ele geçirip Osmanlı Devletini parçalamak suretiyle toprak bütünlüğünü bozarak savaş dışı bırakmak,boğazlar yolu ile Rusya'da yardım yapmak Alman-Avusturya ordularını arkadan çevirerek doğuya doğru yayılmalarını engellemekti. Ayrıca İngiltere bu sayada doğudaki sömürge topraklarını güvence altına almayı da istiyordu.

Bu amaçla 19 Şubat 1925'de saldırıya geçip bir ay süre ile devam edecek olan deniz harekâtına başladılar. Fakat Osmanlıların boğazlara mayın çevresindeki tepelere güçlü bataryalar yerleştirdiklerini biliyorlardı. Bu nedenle amaçlarını gerçekleştiremeden 18 Mart 1915'deki son teşebbüslerinde başarısızlığa uğrayıp üç savaş gemisi kaybederek geri çekilmişlerdi.

18 Mart deniz zaferi Türk-Alman münasebetlerini de etkiledi. Yenilmez bilinen İngiliz donanmasının hep başarısızlıklar kaydeden Osmanlı tarafından mağlubiyete uğraması Enver Paşa'nın dahi Almanlara karşı düşüncelerini değiştirmişti. Kazanılan zaferle Almanların çıkarları korunurken onların sadece bir miktar ödünç para ile birkaç alman subayı gönderdiklerini Enver Paşa'da itiraf etmişti.

Deniz savaşının başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra İtilaf devletleri bir kara hareketi ile kaybedilen moral ve prestiji yeniden kazanma planına karar verdiler. Bu doğrultuda 25 Nisan 1915 sabahı saat 05:00 dan itibaren sekiz buçuk aya sürecek olan Çanakkale Muharebeleri donanma desteğindeki İtilaf Devletleri askerlerini Gelibolu'ya çıkışları ile başlamıştır.

Kara savaşları sırasında Mayıs 1915'te Liman Von Sanders eğitilmiş 200 istihkamcının acilen gönderilmesini istemiş ve V. Ordu emrine Haziran sonuna doğru ilk ve tek Alman birliği gelmiştir. Bu birlik bir istihkam bölüğü kadardır.

Alman istihkam bölüğünün ilk personeli 10 Nisan 1914'te gelmiş ve bunları 13 Nisan ve sonraki tarihlerde gelenler takip etmiştir.

200 mevcutlu olan bu bölük Güney Grubunda ve Seddülbahir' Enver Paşa karşı kullanılmıştır. Bölüğün mevcudu bölge şartları ve muharebeler sonucunda 40'Almanya kadar düşmüştür. Bundan sonrada muntazam bir bölük olarak değil de , cepheye dağılmış olarak ve nezaretçi şeklinde görevlendirilmişlerdir.

Bu birlik dışında başka kuvvet gönderilmezken topçu bataryalarında hizmet görmek amacıyla subay ve astsubaylar gönderilmiş ve bunlar V. Ordunun çeşitli kademelerinde görev almıştır.

Ayrıca Kasım 1915'te 24cm'lik bir Avusturya havan bataryası ile Aralık 1915'te 15cm'lik bir Avusturya obüs bataryası Gelibolu'ya gelmiştir. Bunlarla birlikte Çanakkale'ye gelen Alman subay, astsubay ve erlerin sayısı 500 kişiyi bulmuştur.

Bunlar dışında 6 Temmuz 1914'de gelen deniz tayyareleri Çanakkale Muharebeleri'nde kullanılmak için görevlendirilmiştir.

Birinci Dünya Harbi esnasında Osmanlı Harekatının en görkemli zaferinin yaşandığı Çanakkale'de görev alan önemli Alman subaylarına gelince öncelikle bahsedilecek olanlar:

Liman Von Sanders: Alman Askeri Heyeti Başkanı olarak geldiği Türkiye'de I. Kolordu Kumandanlığı görevinde bulunmuş ; Harp esnasında bu görevi devrederek Gelibolu'da kurulan V. Ordu Kumandanlığı yapmıştır.

Gressmann Paşa: 1915-1916 yıllarında Türk Tümgenerali rütbesiyle askeri heyette görev almış ve Çanakkale'deki V. Ordu Topçu Kumandanlığı görevinde bulunmuştur.

Amiral Von Usedom Paşa: 1914-1918 yılları arasında Türk mareşali rütbesiyle görev yapmış ve Boğaz Kumandanlığı hizmetinde bulunmuştur.

Souchon Paşa: Osmanlı Devleti'nin I. Dünya Harbine girmesine sebep olan amirallerden Karadeniz olayının kilit adamı Koramiral Souchon , 1914-1917 yılları arasında Akdeniz Filosu Kumandanlığı ve Türk Deniz Kuvvetleri Kumandanlığı yapmıştır.

Merten Paşa: Koramiral Merten , 1914-1918 yılları arasında Çanakkale Boğazı Müstahkem Mevki Kumandanlığı yapmıştır.

Ayrıca Süvari Yüzbaşı Mühlmann'ında Liman Von Sanders'in karargahında görev aldığı bilinmektedir.



IV. ÇANAKKALE MUHAREBELERİNİN SONA ERMESİ

25 Nisan 1915'te başlayan İtilâf Devletleri çıkarması istediği başarıyı elde edemeyince ve devamlı olarak asker kaybı olunca Aralık ayından itibaren geri çekilmeye başladı. Bunda etkili olan diğer bir husus 1915 yılı sonlarına doğru Bulgaristan yolunun açılmasıyla müttefiklerin silah ve malzeme yardımlarının artamaya başlayarak gözlenen Türk birlikleri karşısında verilecek askeri ve maddi - manevi kayıpların İtilâf Devletleri tarafından göze alınamayacak kadar büyük olma ihtimalidir.

18-19 Aralık 1915 'te batı kıyılarından başlayarak 8-9 Ocak 1916'da Gelibolu Yarımadasından tamamen çekilmeleri Çanakkale Boğazını geçme çabasının sonucunu ortaya koymuştur.

Çanakkale Muharebeleri'nde yer alan güçler arasındaki büyük dengesizliğe , güçlü bir donanma tarafından desteklenen bir kara ordusuna karşı yapılmasına ve savaşı destekleyecek maddi kaynaklar açısından aradaki farkın bariz bir şekilde Osmanlı Devleti aleyhine olmasına rağmen Türk askerinin mücadelesi ile kazanılmış bir zaferdir.



Nitekim müttefiklerden beklediği yardımı alamamasına rağmen Çanakkale Muharebeleri bir miktar ödünç para ve birkaç Alman subayı haricinde tamimiyle kendi imkanlarıyla kazandığının bir kanıtıdır. Zaten Türk ordularını kumanda eden Liman Von Sanders ikmal bakımından karşılaşılan güçlükleri sıkça dile getirmiş ve az olan cephane Türkiye'de zaten üretilmediğine dikkat çekmiştir. Buna rağmen birkaç cephede aynı anda savaşmak zorunda kalan Osmanlı Devletinin bu harpleri ülke içi imkanlarla devam ettirmesi dahili kaynakların azalmasına hatta yetersiz duruma gelmesine neden olmuştur.

Sonuç olarak Osmanlılar kadar Alman Yöneticileri de ihtiyaç duyulan malzemenin temini ve tedariki konusunda büyük gayretler sarf etseler de Avrupa'nın asıl cephe sayılması ulaşımdaki güçlükler buna engel olmuştur. Avrupa'daki cephelerden kalan ihtiyaç fazlası ise ancak 1916'dan sonra gelmeye başlamış bu da ülke içindeki yetersizlikler nedeniyle istenilen yerlere ulaştırılamamıştır.

Unutmamak gerekir ki maddi ve askeri yardımlar muhakkak yardım yapan ülkenin veya ülkelerin politik faaliyetleri sonucu ve kendi çıkarları doğrultusunda gerçekleşir. Ayrıca dışarıdan alınacak yardımların devamlılığı olamayacağı ve geri ödenmesinde güçlüklerle karşılaşılacağı bir gerçektir. Bu sebeple her ülke kendi içinde üretime ve gelişmeye önem vermelidir.

Çanakkale Muharebeleri'nde uyanan vatanın müdafaası , düşünce ve gayreti önceki mücadelelere göre daha farklı , daha güçlü olup Milli Mücadele ruhunun da başlangıcı olmuştur.

styla45 04-21-2010 01:56 AM

DÜNYA SAVAŞI'NA GİDEN YILLARDA AVRUPA'NIN ve OSMANLI DEVLETİ'NİN GENEL GÖRÜNÜMÜ

Bu çalışmada sizlere I. Dünya Savaşı başlangıcında Çanakkale Cephesi'nin açılma nedenleri ve İtilaf Devletlerinin Çanakkale Cephesi'nden önce kendi aralarında yaptıkları gizli paylaşımlar ele alınacaktır.

I. Dünya Savaşı bilindiği üzere güçlü devletlerin kendi aralarındaki çıkar çatışmalarından meydana gelmiştir. Başta İngiltere, Rusya, Fransa, Almanya gibi devletler sömürge yarışına girmişler, bu amaçla da Osmanlı Devleti'nin zayıf durumundan yararlanmak istemişlerdir. İngiltere,Fransa ve Rusya birleşerek Osmanlı Devleti'ni daha savaş başlangıcında kendi aralarında bir takım parçalara ayırmışlardır. Buna karşılık Almanya da Osmanlı devletini kendi yanına çekerek hem kendi emellerini gerçekleştirmek, hem de kendine iyi bir müttefik bulma çabasına girmiştir. Bütün bu sebepler ve devletler arası gerginlikler Osmanlı'yı da savaşa girmeye zorunlu hale getirmiştir. İngilizler ve Fransızlar savaş sırasında zor durumda bulunan Rusya'ya yardım ulaştırmak amacıyla Çanakkale boğazını hedef tutmuşlar, Çanakkale Cephesi'nin açılmasına neden olmuşlardır. Ancak sonunu bilemeyecekleri bir başarının kurbanı olmuşlardır. Çanakkale savaşları Türk Tarihine altın harflerle yazılmıştır.

• a) Avrupa'da Bloklaşmalar Ve Cepheleşmenin Temel Nedeni : Sömürge Yarışı.

1.Üçlü Bağlaşma (İttifak) ve Üçlü Anlaşma (İtilaf)

İtalya ve Almanya'nın siyasal birliklerine kavuşup, güçlü birer devlet haline gelmeleri, Avrupa'da devletlerarası dengeyi temelinden sarsmıştı. Her iki devlet de birliklerini elde etmek için Avusturya'ya savaş açmışlardı. Fransa ise Almanya karşısında büyük bir yenilgiye uğramıştı. Birliklerini sağlayan devletler, durumlarını ve üstünlüklerini sürdürmek amacıyla kendilerine destek arama gereğini duymuşlardır. Yenilenler ve özellikle Fransa, kaybettiklerini yeniden elde edebilmek için bir " öç alma" siyaseti gütmeye başlamıştı. İşte bu karşıt eğilimler ve yeniden hızlanan sömürgecilik yarışı, çok geçmeden Avrupa'da devletlerin iki bloka ayrılması sonucunu doğurmuştu.

Üçlü Bağlaşma (İttifak)

Bloklaşmanın kökeninde Alman-Fransız anlaşmazlığı yatmaktaydı. Alsace-Lorraine 'i geri almak amacını güden Fransa izleyeceği yolu öç alma diye adlandırmıştı. Özellikle 1886'da savaş bakanı olan General Boulanger buna yönelmiş ve Almanya'yı yenebilmek için müttefikler aramaya koyulmuştu. Öte yandan Alman Başbakanı Otto Von Bismarck Fransa'nın siyasetine karşı Almanya ile işbirliği yapabilecek devletlere yönelmişti.

Almanya'da siyasal birliğin sağlanmasında büyük etken olan Germenlik anlayışı ve ruhu ileride Almanların üstün ırk olduğu iddiasını doğurmuştu.

Fransız -Alman anlaşmazlığına var olan korumanın ötesinde daha da genişlemek savaşmak eğilimleri de eklenince devletler arasında birlikler ve bloklaşmalar yeni bir döneme girmiş oluyordu. Bu konuda da ilk önce davranan Bismarck Almanyası oldu. Alman başbakanı Fransa'yı dize getirdiğinin hemen ertesinde, yenilenin öç almaya çalışacağını düşündüğünden yeni imparatorluğa müttefikler aramaya koyulmuştu. O öngördüğü ittifakı 2 aşamada gerçekleştirecektir. Önce Napoleon Bonaparte Fransa'sına karşı savaşan eski bağlaşıkları yanına çekmeye çalışacak, bundan umduğu sonucu alamayınca Rusya'yı dışlayıp İtalya ile birleşecektir. Böylece orta Avrupa'da güçlü bir birlik doğacaktır.

• a) Üç İmparator Birliği (1872)

Alman imparatorluğunun ilanından sonra ilk anlaşma Rusya ve Avusturya ile yapıldı. Bismarck'ın çabaları sonucunda Alman, Rus ve Avusturya-Macaristan imparatorlukları Berlin'de toplanarak bir anlaşmaya vardılar. Üç imparator anlaşması (ligi) denen ve yazılı olmayan bu anlaşmaya göre Avrupa'da Status-Quo (varolan durum) korunacaktı. Bu özellikle Fransız-Alman sınırı için önemliydi. Ayrıca ihtilalci hareketlere karşı işbirliği yapılması kararlaştırılmıştı. Barış tehlikeye düştüğünde imparatorlar aralarında danışıp, ona göre hareket edeceklerdi. Üç imparator biriliği Osmanlı İmparatorluğu'nu ilgilendiren doğu sorunundaki anlaşmazlıkları birlikte çözeceklerdi. Daha sonra Rusya bu birlikten çekilmiştir. Birliğin bozulmasına sebep olan olay, Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki çıkar çatışmalarıdır.

• b) Almanya-Avusturya Savunma Birliği (1879)

Rusya'nın üç imparator birliğinden çekilmesinden sonra iki devlet kendi aralarında yeni bir anlaşma yapmıştır. Almanya Fransa'ya karşı güvence bulmuş, Avusturya-Macaristan da Rusya'ya karşı yalnız kalmamıştı. Bu anlaşmaya göre; Rusya Avusturya'ya saldıracak olursa Almanya ona yardım edecekti. Bir Almanya-Fransa savaşında Avusturya yalnız kalacaktı. Ancak Rusya Fransa'ya yardım edecek olursa Avusturya da Almanya'nın yanında olacaktı.

• c) Üç İmparator Birliği'nin Yenilenmesi (1881)

Almanya Berlin Kongresi ile Doğu sorununa da ağırlığını koyunca Rusya, yeniden Almanya'ya yaklaşmak gereğini duymuştu. Böylece 1881'de Üç İmparator anlaşması yenilenmişti. Bu kez yazılı olarak yapılan anlaşma "3" yıl için öngörülmüştü. Bir Alman-Fransız savaşında Rusya ile Avusturya-Macaristan yalnız kalacaklardı. Osmanlı İmparatorluğu boğazlarda bir başka devlete ayrıcalık tanıyacak olursa, Rusya da boğazlar bölgesinde harekete geçmede serbest olacaktı. Böyle olduğu halde Balkanlarda çok geçmeden yeni bir Rusya-Avusturya yarışması baş göstermişti. 1885'de Bulgaristan olayları yüzünden bir bunalım başlayınca da Rusya, süresi gecen anlaşmayı yenilemişti.

• d) Üç Bağlaşma: Almanya, Avusturya - Macaristan, İtalya (1882)

Üç devleti bir araya getiren son olay Osmanlı İmparatorluğu'na bağlı bir ülkenin ele geçirilmesi sorunu olmuştur.

1882 Mayısında Almanya - Avusturya - Macaristan ve İtalya arasında yapılan anlaşmaya göre:

• a) Taraflar birbirine yönelik ittifaklara girmeyecekler.

• b) Fransa, İtalya'ya saldıracak olursa öteki iki devlet ona yardım edecek.

• c) Fransa, Almanya'ya saldıracak olursa İtalya ona yardım edecek ama Avusturya tarafsız kalacaktı.

• d) Taraflardan biri, kendisinin bir suçu olmadan başka iki ya da daha çok büyük devletle savaşacak olursa, öteki iki müttefik de savaşa gireceklerdi.

Üçlü Anlaşma (İtilaf) Fransa - İngiltere - Rusya (1881 - 1907)

Üçlü bağlaşmanın gerçekleştirilmesiyle Almanya'dan öç almak isteyen Fransa ittifak karşısında tek başına kalmak tehlikesiyle karşılaştı.Bundan kurtulmak için kendisine müttefikler bulabilmek çabasını yoğunlaştırmıştı. Ancak 1907'de son biçimini alan bu anlaşma Üçlü Anlaşma (Entente) adını aldı.

Fransa ile İngiltere, Avrupa'da olduğu gibi, sömürgecilik alanında da birbirleriyle çekişiyordu. Rusya ile de Akdeniz ve Osmanlı İmparatorluğu'na ilişkin siyasette öteden beri bir anlaşma sağlanamamıştı. Kırım Savaşı'nda olduğu gibi 1877-78 savaşı da İngiltere ve Fransa'yı Rusya ile karşı karşıya getirmişti. İngiltere ile Rusya arasında ise bir başka anlaşmazlık alanı Asya idi. Hindistan'a egemen olan İngiltere, kuzeye Afganistan'a doğru çıkmaya çalışırken, Sibirya'yı ve Orta Asya'yı ele geçiren Rusya ise Afganistan üzerinden güneye, Hindistan'a inme siyasetini güdüyordu. Bütün bu nedenlerle Üçlü Anlaşma çok güç ve geç gerçekleşebildi.

• a) Fransa-Rusya Bağlaşması (1891 - 1894)

Almanya'nın İtalya'nın Trablusgarp'a yerleşmesini kabullenmesi Fransa ile Rusya'yı birbirlerine yaklaştırdı. İki taraf da bir anlaşma yapmak istediklerini 1891'de açıklamışlardı. Ertesi yıl da Genel Kurmay Başkanları arasında Üçlü bağlaşma devletlerinin saldırılarına karşı bir askeri sözleşme imzalanmıştı. Ancak bununla ilgili hükümler, hükümetlerce 1894'te onaylanmıştı.

• b) Fransa - İngiltere Dostluk Anlaşması (1904)

Fransa aralarındaki anlaşmazlıklara son vererek İngiltere ile dost olma çabasına düşmüştür. Sonunda 1904'te adına samimi anlaşma (Entante Cordiate) denilen bir iş ve görüş birliğine varılmıştı. Buna göre Avrupa'da bir çatışma, bir savaş olursa İngiltere Fransa'yı bir dost olarak yalnızca siyasal yönden destekleyecek, doğrudan doğruya savaşa girmeyecekti. Bunun dışında, Fransa Mısır'ı İngiltere'ye bırakıyor, bunun karşılığında Fas'ı ele geçirme hakkını kazanıyordu. Böylece "dostluk" gene bir Osmanlı ülkesi Mısır üzerinde pazarlık yapılarak gerçekleşmiştir.

• c) Rusya-İngiltere Anlaşması (1907)

İngiltere ve Rusya'nın aralarındaki anlaşmazlıkları gidermeye yönelmelerinde Japonya'nın Rusya'yı yenip bir güç olarak ortaya çıkması büyük ölçüde etken olmuştu. Estonya'daki Tallin (Reval) kentinde bir araya gelen taraflar, sömürgeler ve özellikle Afganistan ve İran konusundaki görüş ayrılıklarına son veren bir anlaşma imzalamışlardı. (30 Ağustos 1907)

Bununla :

• 1- İngiltere Türkistan, Rusya da Hindistan üzerindeki iddialarından vazgeçiyorlardı. Tibet, Çin toprağı olarak kabul ediliyordu.

• 2- İran taraflar arasında "2" etkenlik (nüfuz) bölgesine ayrılıyordu. Kuzey İran Rusya'nın, Güney ve Güneybatı İran ise İngiltere bölgesi olacaktı. Ülkenin orta bölgeleri ise yansız sayılacaktı.

• 3- İngiltere Afganistan'da üstünlüğünü koruyacaktı, ancak Statusquo'yu korumayı ve Rusya aleyhine bir durum yaratmamayı da vaat ediyordu.

Rusya ile İngiltere arasındaki bu anlaşma ile Üçlü Anlaşma tamamlanmış oluyordu. Böylece Avrupa devletleri "2" bloğa ayrılmışlardı. Yani bir denge sağlanmıştı. "Üçlü İttifak" ve "Üçlü İtilaf" devletleri giderek silahlanıyorlardı. Bu rakip devletler arasında herhangi bir vesile ile geniş çapta bir savaşın çıkması bekleniyordu.

styla45 04-21-2010 01:56 AM

Bu genel tablo içerisinde 1. Cihan Harbini hazırlayan diğer nedenler de şunlardır.

I. Dünya Harbi arifesinde daha önce de bahsettiğimiz gibi Almanya'nın kudreti İngiltere'ninkine çok yaklaşmıştı. Münakaşasız bir biçimde dünyanın 1, kara kuvvetlerine sahip Almanya , İngiltere'ninkinden sonra gelen bir donanmaya, İngiltere'yi hafifçe geçmeye başlayan bir sanayiye sahipti. Almanya ile İngiltere ve Fransa arasındaki mesafe tehlikeli bir şekilde açılmıştı.

Milliyetçilik hareketleri, 19,yy. içinde etkili olduğu gibi 20.yy.. ilk çeyreğinde de ilişkilerin temelini teşkil etmiştir. İtalya ve Alman milli birliklerinin kuruluşu Avrupa dengesine yeni bir biçim vermekle birlikte Balkanlardaki milli duyguları kamçılamış, Balkanlar 1870'den sonra Avrupa diplomasisinin başlıca müdahale alanı olmuştur. I. Dünya Savaşı öncesinde Milliyetçilik, bütün dünyada milli toplumların yalnız cankurtaran simidi değil, ideallerinin gerçekleşmesine de imkan veren bir akım olmuştur.

Fransa ihtilalinin bir diğer etkisi de, siyasi anlamda değerlendirilen özgürlük (liberalizm) hareketlerinin devlet sınırlarını da aşarak milletler arası diplomatik ilişkilere konu olması ile belirmiştir.

Sanayileşmenin 19, y.y içinde kazanmış olduğu yeni hız ve bunun sonucu olarak gelişen ve genişleyen sömürgecilik, diplomatik münasebetlerin alanı,Avrupa'nın dar sınırlarından çıkarak yeni kıtalara,Afrika ve Uzakdoğu'ya yayılır. Ayrıca büyük devletlerin çıkar çatışmaları ,karşılıklı siyasi rekabete ve uyuşmazlıklara sebep olmuştur.

1904-1914 devresinde bloklar arasında çatışmalar sürdü. İtilaf devletleri, bu çatışmalar sırasında ,İtalya'nın bu ittifaka zayıf bağlarla girmiş olduğunu fark ettiler ve savaşa başladığında ,çeşitli vaatlerle bu devleti yanlarına çekmeyi başardılar.

Savaş, sömürgeci devletler arasında çıkmıştı ama,sömürgeci bir güç olmayan,bilakis, emperyalizmin boy hedefi haline gelmiş olan Osmanlı Devleti de bu savaşa sürüklendi.

b ) Savaş öncesi Osmanlı Asya' sının bölüşülmesi ve Rus Bölgesi

Bu bölüşme işinde ilk adım Doğu ve Kuzey-Doğu Anadolu ile ilgili 29 kanun-u Sani 1329 (8 Şubat 1914 ) günlü Osmanlı-Rus antlaşması ve onunla sonuçlanan uzun tartışmalardır.

Buna göre büyük devletlerce seçilecek yabancı genel müfettişten biri o zamanki Erzurum, Trabzon ve Sivas öbürü de Van Bitlis, Harput ve Diyarbakır vilayetlerinde yönetimi, adaleti, polis ve jandarmayı ve bir ölçüde de orduyu denetleyebilecek ve kullanabilecekti.

Rus bölgesi halkı askerliği yersel olarak yapacağı ve yemen gibi uzak yerlere yapılacak seferler için ayrılacak birlikler bu bölgeden de alınabileceği için Rusya bu yolla tüm Osmanlı devletini de bir bakıma denetleyebilecekti. Antlaşma Rusya ile yapıldığı için, Rus hükümetine Zimren (Örtülü) bile olmayan biçimde o koca bölgenin bütün işlerine koşmak yetkisi vermekteydi. Anılan bölge Erzurum, Erzincan, Ağrı (Karaköse) Rize, Trabzon, Giresun, Ordu, Gümüşhane, Sivas, Tokat, Amasya, Van, Hakkari (Çölemerik) ,Bingöl (Çapakçur), Siirt, Bitlis, Maraş, Elazığ, Tunceli, Malatya, Adıyaman, Diyarbakır ve Mardin vilayetlerimizi yani 23 vilayeti içine almaktaydı. Bu bölgenin Sürmene dolaylarından güneye kadar inen bir şeridine Fransız ekonomik çıkarları, Mardin ile Diyarbakır bölgesine de Bağdat demiryoluyla ilişkileri dolayısıyla Alman ekonomik çıkarları girmekteydi.

Bunlar dışında kalan Rusya'nın payı hem siyasal, hem ekonomik bakımdan Rus sayılabilir,çünkü orada Rusya'nın istediği dışında demiryolu yapılmayacaktı.

Fransız Bölgesi

Orta Asya'nın Türk kısmında iki Fransız bölgesi vardı; Bunlardan biri Karadeniz Ereğilisi - Bolu -Yozgat - Sivas - Diyarbakır - Ergani - Pekeriç - Trabzon şematik çizgisiyle Karadeniz kıyıları arasında kalan bölgedir. Bunun bir kolu Bitlis ve Van'a kadar uzanmaktadır.

Farnsız bölgesinin ekonomik bakımdan Rus siyasal bölgesine girdiği yerler.

Ana ikinci Fransız bölgesi bu devletin uyruklarınca yapılıp işletilen ;

• a) İzmir-Manisa-Afyonkarahisar b) Manisa-Soma-Bandırma c) Bursa-Mudanya demir yollarını besleyen bölge.

Üçüncü Fransız bölgesi Suriye ve Lübnan'ı içine almaktadır. Ancak Palestin'in bir kısmıyla Mısır'a ait yerlerin bazıları için kesin sınır çizilememişti. Yani oralar da Fransızlarla İngilizlerle anlaşmazlık çıkabilirdi.

İngiliz Bölgesi

Bu bölge Osmanlı Asyasının Türk kısmında İzmir-Aydın-Afyonkarahisar demiryolunun ekonomik alanıyla Eğridir,Beyşehir,Burdur, göllerine değin uzanmaktadır.

Bu duruma göre İzmir, Fransız ve İngiltere için ortak bir liman olacak demektir.

Osmanlının Arap kısmındaki İngiliz bölgesi 31.arz dairesinin güneyindeki bölgedir ve hemen bütün Arabistan yarımadasını içine almaktadır. Fırat ve Dicle ırmaklarında öteden beri gemi işletme hakları bulunduğundan bugünkü Irak'ın Basra'nın kuzeyinde bulunan kısmında demir yolları ile Bağdat ve Basra limanları Almanların ırmaklarda gemi işletilmesi ve sulama işleri İngilizlerindir. Petrol %70 İngilizlerindir.

Alman Bölgesi

İzmit Adapazarı çizgisinin güneyinden musul vilayeti sınırına değin uzanmakta olup Eskişehir , Kütahya, Afyonkarahisar, Konya,Kayseri, Adana, Mersin, İskenderun,Maraş, Gaziantep ve Urfa'yı içine almakta olduğu gibi ekonomik bakımdan yukarıda görüldüğü gibi Rus ve İngiliz bölgeleri içine de girmektedir.

İtalyan Bölgesi

Kıyıda Marmaris,Fethiye,Antalya ve Alanya'yı içine almakta ve içeride kızıl kaya ve Akseki'ye kadar uzanmaktadır.

Avusturya Macaristan bölgesi

Anamur'la Silifke'yi içine alan ufak bir parçadır. Bu devlet sömürgeci olmamakla birlikte bu genel paylaşmaya katılamamak onuruna dokunduğundan o da çok ufak bir bölge elde etmiştir. Orası alman payı olacakken onun onaylamasıyla Avusturya - Macaristan verilmiştir.

Bu paylaşmanın genel anlamı ve özellikleri :

Balkan savaşlarından önce Osmanlı ülkesinde imtiyazlar almak için büyük devletler arasında bir çok gerginlikler ve karşıtlıklar olurdu. Çünkü alınan her imtiyaz onu alan ortaklığın bağlı olduğu devletlerce o bölgeye atılmış bir kanca gibiydi ve ona orada bir şekilde hak sağlamış sayılırdı.

Almanların Haydarpaşa limanı imtiyazını almaları İstanbul'da gözü olan Rusya'yı Bağdat demiryolu imtiyazını elde etmeleri de Irak'ı Hindistan'ın kapısı sayan İngiltere'yi kuşkulandırıp kızdırmıştı. Bir takım sızlanmalara yol açmıştı.

Balkan savaşlarından ezik bir durumda çıkmış olan Osmanlı Devleti'nin her an dağılması olasılığı var sayıldığından büyük devletler bir takım anlaşmalarla bölgelerini kabataslak bir biçimde olsa da bir birlerine tanıtmak istemişlerdi. Doğal olarak Alman - Rus ve Alman İngiltere bölgelerinde var olan pürüzleri de yeni görüşmeleri ve bir takım tavizler gerektirecek şekildeydi, ancak işin büyük kısmı çözümlenmişti.

Çok kez Bab-ı Ali'de de tanınan bu anlaşmaların özleri büyük devletin bölgesinde öbür büyük devletlerden hiçbirinin yeniden demiryolu, liman ve benzeri bayındırlık işleri yapmaya kalkışmayacağı ve kendi uyruklarını bu yolda desteklemeyeceğiydi. Görünürde bu bölüşme Osmanlı'nın da yararına olarak rahat bir ekonomik çalışma alanı elde etmek amacını güdüyor ise de gelecekteki siyasal paylaşmanın temellerini atmaktı.

Doğu ve orta Anadolu'daki Rus payında bu amaç pek açıkça görüldüğünden işbaşındaki ittihat ve terakki hükümeti Rusya ile imzalanan 8 şubat 1914 günü anlaşmanın niteliğini ve esaslarını hem meclislerden hem de halktan gizlemişti. Öbür paylardaki tehlike amacının gizlenmesi ise daha kolaydı çünkü o bölgede Osmanlı yönetimini yıkan ve hatta yaralayan bir yön açıkça görülmüyordu. Ancak işin gerçek niteliği diplomat ve devlet adamlarının yazılarından anlaşılır.

Paylaşma Anlaşmaları Yapanlar ne Diyor?

İngiliz alman bölgelerinin Irak'la ilgili kısmını saptamak için İngiltere hükümetiyle görüşmelerde bulunmuş olan alman büyükelçisi Prens Lihnovski şunları yazmaktadır.

" Bağdat anlaşması denilen anlaşmayı müzakere ediyordum. Gerçektende bu anlaşma ile güdülen amaç Küçük Asya'yı nüfuz bölgelerine ayırmaktır. Fakat sultanın haklarına saygı göstermiş olmak için bu deyimin kullanılmamasına son derece dikkat etmem gerekiyordu..."

Fransız - Alman müzakerelerinin Berlin'de cereyan etmiş olanlarını yöneltmiş olan Fransız Büyük elçisi Dül Kambon 25 eylül 1915'te kendi Dış İşleri bakanına yazdığı özel bir mektupta şöyle der:

" ....Londra'da, Paris'te, Berlin2de yapılan bütün bu müza k e relerden çıkacak sonuç şudur.;

• 1- Türkiye'nin ekonomik bakımdan bir dereceye kadar güçlenmesi , ki bizim için son derece yararlıdır.

• 2- Büyük devletlerin küçük Asya'da gelecekteki paylarının ve bugünkü nüfuz bölgelerinin hep bir arada ve pek kesin olarak saptanması...

Paylaşma İçinde Türklük Bakımından En Tehlikeli Devletler

Bunlar hiç şüphesiz Rusya, Almanya ve İtalya idi. Çünkü bunların nüfuzları biteviye çoğalmakta olup dışarıya taşmaktaydı.

Bu paylaşımların bir özelliği vardı. Öbür paylaşmacıların bölgelerinde yalnız ekonomik hakları olacak, siyasi ve yönetimsel etkileri olmayacaktı. Rusya ise orta ve doğu Anadolu halkında Osmanlı ile yönetim, baysallık, askerlik ve yargı işlerini de içine alan ayrıca bir anlaşma imzaladığından bunun uygulanış biçimine biteviye karışmakta kendini yetkili görecek ve Osmanlının güçsüzlüğü dolayısıyla bu işi alabildiğine ileri götürecekti. Buna göre kesin paylaşma işi ortaya çıkınca kendi payına esasen siyasal yönden geniş ölçüde el koymuş, yabancı genel müfettişleri seçilmiş ve birine de işe başlatmış olan Rusya'nın henüz öyle bir duruma gelmemiş olan öbür büyük devletlerden, kesin ve edimsel bir paylaşmaya karar verilince daha fazlasını yani yeni bir şey istenince daha fazlasını yeni yeni bir şeyler istemesi onun bilinen hırsı dolayısıyla doğal sayılabilirdi.

İstanbul ve boğazlar sorurunda Rusya'ya karşı daima İngilizlerle Fransızlar dikilmiş olmakla birlikte onların başarılı karşı koymalarında Avusturya Macaristan İmparatorluğu desteği çok etkili olmuştu. Kırım seferinde (1854 - 1855) Ayastefanos Anlaşması yerine Berlin anlaşmasının geçirilmesinde (1878) Trablusgarp savaşı sırasında Rusya'nın savaş gemilerinin boğazlardan geçirmek hakkını elde etmek isteğinde (1911) Avusturya'nın açıkça ve edimsel biçimde veya örtülü olarak denizci devletlerin yanında olması Rus'un yenilgisinde yahut ta gerilemesinde büyük etki yaratmıştır. Çünkü Rusya denizden Ormanlıyı destekleyen devlet yada devletler karşısında yandan ve balkanlara inince arkadan Avusturya'nın tehdidi altında bulunmuştu. Buna göre önce Avusturya - Macaristan'ı çökertmek gerekiyordu.

Rusya'nın Sırbistan'ı bu yola itmiş olması da onun genel tutumundan anlaşılmaktadır. Rus dış işleri bakanı Sozonof'un Belgrat'taki elçisine çektiği tel de bu durumu açıkça gözler önüne sermiştir. Sozonof 'un Petrograt'da ki ( bugünkü Leningrat) sırp elçisine onun hükümetine çekmiş olduğu 25 mayıs 1913 günlü tele göre de aynı kışkırtmalarda bulunmuştur. Bu telde "Sozonof bana yeniden dedi ki ; Biz ilerisi için çalışmalıyız ve Avusturya'dan toprak alsalıyız"

Esasen bu işin heveslisi olan Sırpların Sozonof'un öğuütlediği yolda çalışadurmaları Sırp komitecilerin de daha gayrete gelmeleri doğaldı. Bu kışkırtmaların bir bakıma sonucu savaşın sebebine hazıl olan olayı doğurmuştu.

Böylelikle birçoklarınca umulduğu gibi genel savaş çıkmasaydı bu paylaşma tasarılarının uygulanması yoluna gidilecekti.

19,yy içerisinde yukarıda da bahsettiğimiz gibi Osm. İmp. nun çeşitli alanları büyük devletlyer arasındaki mücadelelere konu olmuştur .

Bu mücadeleleri genel olarak 4 kısma ayırabiliriz.

• a) Boğazlar üzerinde İngiliz- Rus mücadelesi

• b) Balkanlar üzerinde Avusturya - Rusya mücadelesi

• c) Mısır üzerinde İngiliz-Fransız mücadelesi

• d) Osm. İmparatorluğunun orta doğu topraklarında İngiliz-Alman mücadelesi



A- Boğazlar Üzerindeki İngiliz Rus Mücadelesi

Rusya'nın Türk boğazlarını ele geçirerek Akdeniz'e inmek istemesini, İngiltere, Hindistan'la bağlantısını sağlayan imp. yolunun güvenliği bakımından endişe ile karşılamış ve bunu her vasıta ile önlemeye çalışmıştır. Rusya açısından ise mesele şuydu: 15,yy'ın sonunda kurulan Rus Çarlığı başlangıçta tamamen bir kara devleti idi, ve denizde bağlantısı yoktu. Rus çarlığının denize ulaşabilmesi için iki istikamette topraklarını genişletmesi gerekiyordu Biri Baltık denizi , diğeri ise Karadeniz'di. Lakin her iki istikamette de önüne engeller çıktı. Baltık denizine çıkmamasında İsveç ve Karadeniz'e ulaşmamasında da Osm. Devletine bağlı Kırım Hanlığı yanı Osm. Devletiydi.

1699 Karlofça Anlaşması ile Azak kalesini alan Rusya ilk defe olarak Karadeniz kıyılarına ayak basıyordu. İsveç ile yaptığı savaş sonunda 1721'de imzalanan Ngstid barışı ile de Rusya Baltık kıyılarına çıktı. Bundan sonra Rusya bütün 18,yy boyunca hem Kafkaslar, hem de balkanlar doğrultusunda olmak üzere Karadeniz de kıyılarını genişletmiş olan ve Balkanlarda Osm.-Rus sınırı 1792 Yaş anlaşması ile Tuna'nın kollarında Purut Nehri olmuştur. Böylece bütün Karadeniz kıyılarını ele geçirmiş olan Rusya'nın 19, yy içindeki çabaları İstanbul ve Çanakkale boğazlarının ele geçirilmesine hiç değilse bu boğazların kendisine açık olması amacına yönelmiştir.

Bununla beraber Rusya'nın bu boğazlar politikasına paralel olarak yürüttüğü diğer bir politika balkanlar politika olmuştur. Çünkü Rusya balkanları ele geçirdiği ve Osm devletini balkanlardan çıkarıp balkan yarımadasına hakim olduğu taktirde Ege denizi ve Akdeniz'e çıkabileceği gibi Boğazlar üzerinde bir baskı imkanı elde edecekti. Boğazlar Osmanlı Devletinin elindeydi ve egemen bir devlet olarak da Osmanlı Devleti boğazları istediği devletin savaş gemilerine ve açmaya ve kapatmaya yetkili idi. Osmanlı Devletinin bu yetkisi İngiltere için zaman zaman hoşlanmadığı durumlar çıkarmıştır. Mesela Napolyon'un Mısır'ı işgali üzerine Rusya 1798'de Osmanlı Devleti ile yaptığı ittifak anlaşması ile Rus savaş gemilerinin boğazlardan serbestçe geçmesi hakkını elde etmiş ve 1805'te yapılan ikinci bir anlaşma ile de bu hak devam ettirilmiş ayrıca Rusya boğazları başka bir devlete karşı Osmanlı devleti ile birlikte savunacaktı.

Mehmet Ali isyanında Osmanlı Devletinin sıkışık durumundan istifade ederek Rusya'nın Osmanlı devletiyle imzaladığı 1833 Hünkar İskelesi Anlaşması ise gerçekte bir ittifak anlaşması olarak aynı zamanda Rusya'ya yönelecek bir saldırıya karşı Osmanlı Devleti 'nin boğazları kapamasını da öngörmektedir. Fakat diğer Avrupa devletleri bu anlaşmanın boğazları Rusya'ya açtığı inancında olmuşlardır.

Bu anlaşmalar İngiltere'nin hoşuna gitmemiştir. Bu sebepten bu tarihten sonra İngiltere barış zamanından başka devletlerin savaş gemilerinin boğazlardan geçmesi meselesini Osmanlı Devleti'nin yetkisinden çıkarıp bunu milletlerarası bir statüye bağlamak istemiştir. İngiltere bunu 1841 Boğazlar Sözleşmesi ile muvaffak olmuştur. Bütün Avrupa devletlerinin imzaladığı sözleşmeye göre; barış zamanında hiçbir yabancı devletin savaş gemileri boğazlardan geçmeyecekti. Yani Boğazların kapalılığı ilkesi kabul ediliyordu. Osmanlı devleti savaşa girerse boğazları istediğine açar ve kapatabilirdi. Bu suretle İngiltere 1841 boğazlar sözleşmesi ile Rus savaş gemilerinin boğazlardan geçerek Akdeniz'e çıkmasını önlemiş olmaktaydı. Boğazların bu statüsü 1923 Lozan Boğazlar sözleşmesine kadar devam edecekti.

styla45 04-21-2010 01:57 AM

B) Balkanlar Üzerindeki Avusturya - Rusya Mücadelesi



Rusya'nın 1870ler den beri Pancerman bloğuna karşı takibe başladığı Panislavizm politikası dolayısıyla balkanlardan kuzey-güney doğrultusunda inmeye çalışması balkan yarımadasında bir Avusturya - Rusya mücadelesini ortaya atmakla beraber öte yandan Avusturya - Macaristan'ın Bosna Hersek topraklarını alarak Adriyatik denizine çıkmak istemesi 19.yy. sonlarına doğru kendisini yine Adriyatik denizine Bosna Hersek üzerinden çıkmak isteyen Sırbistan'da çok şiddteli bir çatışmanın içine sokuştur. Bu çatışma o kadar şiddetli olmuştur ki 1,Dünya Savaşı neredeyse 1914 yılında değil 1908 ylyında çıkacaktı. 20 Fahir Armanoğlu a.g.e. s.



C) Mısır Üzerindeki İngiliz - Fransız Mücadelesi



Üçlü itilafın ikinci halkasını teşkil eden 1904 İngiliz Fransız anlaşmasını ve bu anlaşmadan önce iki devletin içinde bulunduğu çatışma ve mücadelelerini açıklarken bu mücadeleyi ve yeteri kadar belirtmiştik. 1904 İngiliz Fransız anlaşması bu iki devletin Mısır üzerindeki mücadelesini sona erdirmekle kalmamış 1904'den sonra ve özellikle 1, Dünya Savaşından sonra bu iki devlet Orta Doğu bölgesinde bir sömürgecilik işbirliğine girmişler ve bu işbirliği 1960lara kadar devam etmiştir.



D) Osmanlı İmparatorluğunun Orta - Doğu Toprakları Üzerindeki İngiltere - Almanya Mücadelesi

Bu mücadele uzun ömürlü olamayıp Osmanlı devleti toprakları üzerinde en kısa ömürlü büyük devletler mücadelesidir.

2. BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI VE ÇANAKKALE CEPHESİ



28 Haziran 1914 de Avusturya veliahdı Arşidük François Ferdinand Sarajevo'da bosnalı bir öğrenci tarafından katledildi. 6 Ağustosta Fransa,İngiltere, Rusya, Sırbistan, Belçika, Almanya ve Macaristan dört yıldan fazla sürecek sekiz milyondan fazla insanın hayatına mal olacak ve dünyayı alt üst edecek bir savaşa girmiş bulunuyordu .

Önem bakımından birbirinden bu derce farklı iki olay arasında bir sebep sonuç ilişkisi kurmak zor geliyor. Hal bu ki bu beş hafta boyunca olaylar birbirine sıkı sıkıya zincirlenmiştir.

Savaşa bu ismin verilmesi bütün dünyanın katılmış olmasından değil "dünyanın merkezi" olarak görülen Avrupa da cereyan etmiş olmasındandır. Bu savaş aynı zamanda avrupa merkezli dünya siyasetinin de sonunun başlangıcı olmuştur .



Osmanlı İmparatorluğunun Harbe Girişi



28 Haziran1914 te Avusturya veliahdına yapılan suikast 1, Dünya savaşının başlamasına sebep olmuş, İngilizler ellerinde bulundurdukları gemilerin teslimini geciktirmeye başlamışlar ve bir ay sonra savaşın başlamasıyla gemilere el koyduklarını ve vermeyeceklerini açıkladılar. Yavuz ve Midilli deki alman askerlerinin parti parti Türk denizcileriyle değiştirilmekte olduğu söylenerek müttefik devletler oyalanırken bunlara hiç dokunulmuyor, inadına alman denizcilerden bir irtibat subayı Türk savaş gemilerine görevlendiriliyordu.

Rusya olsun, İngiltere olsun, Yavuz ve Midilli'nin boğazlar dışına çıkmasını kabul etmeyeceklerini ve bunları düşman gemisine sayarak batıracaklarını resmen bildirmişlerdi. Karadeniz'de İstanbul boğazı açıklarında Rus donanması vardı ve Yavuzla Midillinin geldikleri günden beri İngiltere ve Fransız savaş gemileri de Çanakkale boğazı açıklarında bekleyip duruyorlardı. Yani Karadeniz olsun Ege olsun Osmanlı donanmasına adeta kapanmıştır. Ve her iki boğazın ağzı karşı taraf donanması tarafında ablukaya alınmış gibiydi. Bu sıralarda Almanya ile Osmanlı şöyle bir anlaşmaya varır; Anlaşma ve Bağlaşma...

Osmanlı imparatorluğu bu dünya savaşına katılanlar arasında ilk sırayı almıştı. Saray Bosna suikastını izleyen günlerde bile cemal paşa aracılığıyla Fransa ile anlaşmaya çalışan hükümet bu girişimlerden bir sonuç alamayınca Almanya'ya karşı olan eğilim daha güçlenmişti. Başta sadrazam ve dışişleri bakanı Sait Halim , Harbiye bakanı Enver, İçişleri bakanı Talat ve Mebuslar başkanı Halil Menteşe zaten Almanya yanlısı olarak tanınıyorlardı. Avusturya Sırbistan'a karşı savaşa hazırlanırken Osmanlı hükümetine üçlü bağlaşmaya katılmasını önermişti. Bunun üzerine Almanya ve Avusturya'ya başvurarak anlaşmaya girmek istediğini bildirmişti. (22 temmuz) Görüşmelere başlayabilmek için Sultan Reşat'tan alınan 25 Temmuz yazısında " Rusya'nın olası bir saldırısına karşı Almanya ile bir savunma işbirliğine gireceklerini belirtmiştir. Bu Osmanlı hükümetini Almanya ile ittifaka yönelten son etkenin Rus tehdidi olduğunu göstermektedir.

Karşılıklı olan eğilimlerin etkisiyle Almanya'nın Rusya'ya savaş ilan etmesinden sonra İstanbul daki alman elçisi Baron Von Wangenheim ile Sadrazam Hakim paşa arasında gizli bir ittifak anlaşması imzalanmıştı. (2 Ağustos 1914) bu anlaşmaya göre:

1-İki devlet Avusturya ile Sırbistan arasında çıkan bir anlaşmazlıkta tam bir tarafsızlık gösterecekti.

2- Rusya'nın aldığı askeri tedbirler sonucu Avusturya ile Rusya savaşa tutuşur ve Almanya'da Avusturya nın yardımına gitmek zorunda kalırsa Osmanlı devleti de savaşa katılacaktı

3- Osmanlı devleti tehdit altında kalırsa Almanya Osmanlı devletini silahla savunacaktı

4- İttifak 1918 yılı sonuna kadar devam edecek ve taraflardan biri feshetmezse 5 yıl için yeniden geçerli olacaktı.

5- Savaş Halinde Osmanlı kuvvetlerini alman askeri heyeti yönetecek.

Osmanlı hükümeti 2 ağustos 1914 günü "silahlı Tarafsızlığını" ilan etti ve ertesi günü 3 Ağustos 'da seferberliğe başladı. İstanbul'daki yabancı elçilikler ve istihbarat kaynakları bazı kuşkulara rağmen durumu anlayamamışlar ve bu anlaşmayı öğrenememişlerdir.

Dışarıda savaş tüm şiddetiyle sürüyordu ekim ayı geldiğinde Ruslar ve İngilizler seferberliklerini tamamladıkları ve cepheye daha fazla kuvvet yığmaya başladıkları gözlenmekteydi. Yani harbin 3, ayında Almanların Fransa cephesinde büyük ümitlerle başladığı yıldırım taarruzu Paris yakınlarında tıkanıp kalmış, doğu da ise sonuç vermeyen ileri gerili hareketlerle zafer ümidi dahi kaybolmuş gibiydi.

İşte gizli müttefik Osmanlı imparatorluğunu savaşa sokacak zaman gelmişti. Ve böylece ekim 1914'te Almanların Osmanlı yönetimi üzerindeki baskıları artmıştı. Türkler verilen sözü yerine getirecek bir an önce savaşa katılmalıydı. Müttefikler de Osmanlı yönetiminin her geçen gün biraz daha Almanya safına kaydığı görülüyordu. İki alman gemisinin gelişinden sonra bu kayma daha da hızlanmıştı.

İngiltere de yapımı biten zırhlıların Türkiye'ye verilmeyişinin de farkındaydılar. Böylece Osmanlı devleti ekim 1914'te savaşa girmiştir.Osmanlının savaşa katıldığı sırada esasen karşı yan boğazları açmamız için baskıda bulunmaya başlamışlardı. Onlar ve bütün dünya bu savaşın aşırı çapta uzayacağını ve insanlığın buna dayanamayacağı ve en çok bir yılda biteceği inancındaydılar. Bu inancın gerçekleşmeyeceği 1915 yazında anlaşılmış, ve bunun üzerine boğazlar birinci derece önem kazanmıştır. Hatta 1914 sonlarında İngiltere de Çanakkale saldırısı düşkünlüğü sırada esasa amaç Rusya ile kolay bağlantı kurmak olmayıp Osmanlıyı en cana alacak noktasından tehdit ederek onun Mısır'a kuvvet göndermesini ve daha sonra Sarıkamış vuruşmaları sırasında Rusya'ya aşırı baskı yapmasını önlemekti. Bu son devlette bağlantı kurmanın bir ölüm kalım sorunu olduğu 1915 yazında kavranabilmişti.

Osmanlı devletinin cephe durumu ve 1915 yılı gerek Almanya gerekse Osmanlı devleti savaşa katılırken Rusya ile İngiltere imparatorluğu içindeki Müslümanları ayaklandırmanın bu iki devlete büyük zorluklar çıkaracağını ümit etmişlerdi. Halifelik sıfatı ile Osmanlı padişahı Müslümanlık aleminin dinsel lideri olması dolayısıyla Cihat-ı Mukaddes ilan edeceği bütün Müslümanlığın Hıristiyanlara karşı ayaklanacağı sanılıyordu. Şeyhülislam 23 kasım 1914'te Cihad-ı Mukaddes ilan ederek kırım, Türkistan, Hindistan, Afganistan ve Afrika Müslümanlarını İngiltere Fransa ve Rusya ya karşı savaşa davet etti . Osmanlı devleti Almanlarla birlikte savaş planları yaptı.

Buna göre;

• 1- Doğu Anadolu ve Kafkasya üzerinden Rusya ya bir darbe vurmak

• 2- İngiltere nin ona imparatorluk yolunu kesmek için Süveyş kanalına ve mısır la karşı hareket geçmek. Bu cephede trablusgarp ve sudan Müslümanlarına güvenilmekteydi.

• 3- Ege ve Akdeniz de İngiliz ve Fransız donanmaları egemen olduğundan Çanakkale'yi korumak için Trakyada kuvvet bırakılması



Bu Türk alman planına karşılık İngiltere de Osmanlı devletini hassas noktalardan vurmak için ilk önce güney ırak ta ve ondan sonra Çanakkale cephesi açılmıştır. Osmanlı devleti daha savaş başında 4 cephede savaşmak zorunda kaldı.



ÇANAKKALE CEPHESİ



Cephenin Açılma Nedenleri :

Çanakkale savaşları hem itilaf hem de ittifak devletleri açısından önemli bir yere sahip olmuştur.

1914 senesi Kasımından sonra Fransa da askeri harekatın kilitlendiğini düşünen İngiltere düşmanın güçlü cephesiyle savaşarak vakit kaybetmektense zayıf olan yerlerinde yeni cepheler açarak çökertmeyi uygun buluyordu. Bu tanıma en uygun yer ise şüphesiz Çanakkale boğazı ve İstanbul dur.

İtilaf devletleri Çanakkale cephesini açmakla neyi hedefliyordu?

Bunun cevabı birbirine bağlı stratejik hesapları da ortaya koyar. Bu cephenin İngiltere için yararı daha çok Rusya dan dolayı idi. Ruslar İngiltere ve Fransızların Çanakkale'de savaşıp boğazları açmak istiyordu. Boğazların zorlanması nedenleri ise şöyledir.

* Boğazların açılması sağlanırsa Rusya ile bağlantı kurulabilecek, böylelikle her türlü yardım ve savaş araç gereçleri gönderilebilecekti.

* Trakya ele geçirilince Almanya'nın balkanlardaki üstün durumu güneyden gelecek güçler karşısında tehlikeye girebilecekti.

* İtalya ve Romanya gibi müttefik devletlere eğilim gösteren fakat o zamana kadar tarafsız kalmış devletlerin itilaf devletleri yanında savaşa girmeleri sağlanabilecekti.

* kuvvetlerin bir bölümü Çanakkale'yi çekmek sorunda kalacak olan Osmanlı devletinin Kafkaslarda Rusya üzerindeki baskısı hafifleyecekti.



İpin çekileceği en kestirme yer boğazlardı. Üstelik boğazlar devletin kalbi olan İstanbul'u kapsıyordu. Churchill "Sıkacaksın Boğazını" diyordu. "bir sıkımlık canı var. Göreceksiniz donanmamız Çanakkale'n geçip Marmara ya girdiği haberi bile yeterli hem inanınız bana" diyordu. Churchill bunun için öyle büyük kuvvetlere de gerek yok birkaç tümen asker ve Akdeniz donanmamız bu iş için yeter." Aslında Churchill Türk boğazlarına birden saldırmayı hatırlamış değildi. Avrupa da savaşın başladığının 2, haftası 19 ağustosta yunan başbakanı Venizelos İngilizlere onların saffında Çanakkale'ye taarruz edebileceğini bildirmiş, ve saldırı için ayrıntılı bir plan sunmuştu. Belki de büyük Britanya'nın hem denizde hem karada işleyen imkanlarına elverişli bir harekat alanı açmak olacaktı.

Çanakkale cephesinin açılmasına sebep olan diğer hususları ise şöyle sıralamak mümkündür.

• · Türkiye'nin Süveyş kanalı ve dolayısıyla Hint denizi yolu üzerindeki baskılarına son vermek.

• · İstanbul'u zapt ederek Müslüman dünyasını etki altına almak ve halifenin ilan ettiği Cihad-ı Mukaddesi tesirsiz kılarak İslam dayanışmasını çökertmek.

• · Almanların 1915 baharında yapacağını hesapladıkları büyük taarruz için bu devletin dikkatini Çanakkale ye çekerek Avrupa cephesinden buraya kuvvet kaydırmalarını sağlamak.

• · Boğazlar ve İstanbul müttefiklerin eline geçerse Osmanlı devleti için barışı kabullenmekten başka çare kaymaz ve bu suretle Osmanlı imparatorluğunun açmış olduğu ve Müttefiklerin açtığı bütün cepheler tasfiye edilmiş olurdu.



Churchill eğer harekatta başarılı olur ve boğazlara İstanbul ve Ruslar dan önce ele geçirirse barış masasına çok daha avantajlı olarak oturur ve Ruslar'ın boğazları alması bu sayede önlenebilirdi.



Denizlere egemen olan İngiltere ve Fransa bütün acının kaynaklarından yaralanabilecek durumdaydılar. Almanya ve Avusturya abluka altında olmakla birlikte alman sanayisi mucizeler yaratabilecek durumdaydı. Almanya'nın tek umudu bir yandan Osmanlıya boğazları kapattırarak Rusya yı yarı kötürüm bırakmak ve 1915 yazında ona yüklenerek onu yutmaktı. Bu olmayınca ona türlü araçlar kullanarak gizlice İstanbul'u peşkeş çekip İngiltere ve Fransa dan ayırmaktı. Bu konular başarılı olamayınca kıyasıya savaşıldı.

Lloyd George ve Milloran'ın Türkleri boğazı kapatmakla savaşı iki yıl uzattıkları yolundaki sözleri onların gerçekleştiremedikleri tasarıya dayanır.

Aralık 1914 Türk ordularının giriştiği Sarıkamış harekatından telaşa kapılan Rus Çarı Nicolai İngiltere ye başvurarak Türkiye ye başvurarak Türkiye'ye karşı karadan veya denizden bir cephe açmalarını istemiştir.

İşte bu gibi düşünceler çerçevesinde İngiliz Horla kabinesi Churchill'in baskısıyla Çanakkale cephesinin açılmasına karar verdi. Ne yazık ki gerçekleşmesi işi o kadar hafiflik ve anlayışsızlıkla ele alındı ki en feci acınacak ve çok pahalıya mal olmuş bir sunuca ulaştı.

I. Dünya Savaşı'nın en önemli cephelerinden biri olan Çanakkale cephesi İtilaf devletlerine umduğunu verememiş, onları hayal kırıklığına uğratmıştır. Osmanlıyı kendi çaplarında bölüp yutmayı planlayan sömürgeci devletler bu savaşta büyük bir yara almışlardır.

Hedef tuttukları bir çok yere ulaşmalarında önemli bir yere sahip olan Çanakkale Boğazı düşman kuvvetlerine dar gelmiştir. Kolay lokma sanılan Osmanlı Devletinin o kadar da kolay teslim olamayacağı anlaşılmıştır. Osmanlı Devleti 1, Dünya Savaşından yenik çıkmış olmasına rağmen, İtilaf Devletlerinin ilerideki planlarına birazcık da olsa set çekmiştir. Ancak tüm çabalara rağmen düşman kuvvetler Osmanlı ve diğer yerler üzerindeki çıkarcı ve sömürgeci düşüncelerden vazgeçmemiştir. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki Çanakkale savaşları Türk ve Dünya Tarihinde hiç de küçümsenmeyecek bir yere sahiptir. Bu savaştaki Türk'ün iman gücü ve yenilmezliği ileride çok daha büyük başarılarda kendini göstermiştir.

styla45 04-21-2010 01:57 AM

ÇANAKKALE SAVAŞLARI BAŞLAMADAN ÖNCE TÜRK ORDUSUNUN DURUMU
I .BÖLÜM
ÇANAKKALE SAVAŞLARI BAŞLAMADAN ÖNCE TÜRK ASKERİ GÜCÜ

Türk Silahlı Kuvvetlerinin Barış Teşkilatı, Kuruluş ve Konuşu

Çanakkale Cephesindeki birliklerin teşkilat ve kuruluşuna geçmeden önce Osmanlı Devletinin I.Dünya Savaşına girmeden önceki genel askeri gücüne kısaca değinmekte yarar var.

Kara Kuvvetlerinin yeniden teşkilatlanması, Balkan Savaşları yenilgisinin hemen sonrasında başlanarak, I. Dünya Savaşı öncesinde tamamlanmıştır. Bu teşkilatlanmaya göre Kara Kuvvetleri, Harbiye Nezaretine bağlı dört ordu müfettişliği halinde, biri bağımsız 13 kolordu ve bunlara bağlı 38 piyade tümeni (ikisi bağımsız) ve dört süvari tümeninden oluşmaktaydı. Ayrıca Çanakkale ve İstanbul Boğazları ile; Çatalca, Edirne, Erzurum, İzmir Müstahkem Mevkileri de Kara Kuvvetleri Teşkilatında yerlerini koruyorlardı.

Çanakkale Cephesini ilgilendiren 1. Ordu Karargahıyla İstanbul'daydı ve 4 Kolordudan oluşmaktaydı. Bu Kolordular da kendi içerisinde tümenlere ayrılmaktaydı. Şöyle ki;

• · · 1. Kolordu (1. , 2. ve 3. tümen ) : İstanbul ve çevresinde

• · · 2. Kolordu ( 4. , 5. ve 6. tümen ) : Edirne ve çevresinde

• · · 3. Kolordu ( 7. ve 8. tümen ) Tekirdağ ve çevresinde

• · · 4. Kolordu (10. , 11. ve 12. tümenler ) Bandırma ve çevresinde kurulmuştur.

Yalnız 4. Kolordu 3-4 Kasım 1914'te İzmir'e nakledilmiştir.

Çanakkale Boğazı'nın savunmasından sorumlu 3. Kolordunun 31-Temmuz 1914 'teki barış teşkilat ve kuruluşu şöyleydi;

Bu Kolordu: Akdeniz Boğazı Komutanlığı ( Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanlığı ) 7. , 8. , 9. Piyade tümenleri ile 3. Süvari Tugayı ve 3. Kolorduya bağlı birliklerden oluşmaktaydı.

"1 ) 7. Piyade Tümeni : 19., 20., 21. Piyade Alayları ile 7. Sahra Topçu Alayından oluşmakta , Alaylar üçer Taburlu , Taburlar da dörder Bölüklüydü.

a - 19. ve 21. Piyade Alaylarında; dörder ağır makineli tüfekten oluşan birer ağır makineli tüfek bölüğü vardı.

b - 7. Sahra Topçu Alayı : 1. ve 2. Sahra Topçu Taburundan ; topçu taburları ikişer bataryalı ve bataryalar dörder 75 mm.'lik toplardan oluşmaktaydı.

2 ) 8. Piyade Tümeni : 22. , 23., 24. Piyade Alayları ile 8. Sahra Topçu Alayından oluşmaktaydı. Bu Tümenin piyade ve topçu alaylarının kuruluşu 7. Piyade Tümeni Alaylarının kuruluşu gibiydi.

3 ) 9. Piyade Tümeni : 25., 26., 27. Piyade Alayları ile 9. Sahra Topçu Alayından oluşmaktaydı. Bu tümenin piyade ve topçu alaylarının kuruluşu, öteki tümenlerin alayları gibidir. Yalnız 26. Piyade Alayının 1.Taburu yoktu ve 25 ila 27. Piyade Alaylarında birer ağır makineli tüfek bölüğü bulunuyordu. 9. Sahra Topçu Alayının kuruluşu öteki topçu alaylarının kuruluşu gibidir.

4 ) 3. Süvari Tugayı : 4., 7., 15. Süvari Alayları ve 4 ağır makineli tüfekli 6. Ağır Makineli Tüfek Bölüğünden oluşmaktaydı.

5 ) 3. Kolorduya bağlı Birlikler : Astsubay Numune Taburu, 3. Obüs Taburu ( 105 mm. çapında dörder obüslü 2 bataryadan oluşmaktaydı), 3. İstihkam Taburu ( 4 bölüklü ), 3. Telgraf (Muhabere) Bölüğü, İstihkam İnşaat Taburu, Hizmet Kıtası, 3. Ulaştırma Taburu, Ulaştırma Deposu ve Sanayi Takımlarından oluşmaktaydı."

3. Kolordu ( bağlı birlikler ve üç piyade tümeni ) Harbiye Nezaretinin emri ile barış konuşuna geçmiştir. Buna göre 3. Kolordunun Karargahı Susurluktaki Ulaştırma Taburu, Tekirdağ'da Ulaştırma Deposuna bağlı birlikleri, Yerçeşme'de 7. Tümeni ( 19. Piyade Alayının Muratlı'da ki 1. Taburu dışındaki tüm birlikleri ), Bandırma'da 8. Tümen ve 22. Piyade Alayı, Ayvalık ve Balıkesir'de 8. Tümenin 23. ve 24. Piyade Alayları, Çanakkale'de 9. Tümen ve bunun 25. Piyade Alayı, Eceabat ve Gelibolu'da 9. Tümenin 26. ve 27. Piyade Alayları Çorlu'da Kolordunun 3. Süvari Tugayı, 7. ve 15. Süvari Alayları, Lüleburgaz'da 4. Süvari Alayı bulunmaktaydı.

Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanlığı ( Akdeniz Boğazı Müstahkem Mevkii Komutanlığı ), Çanakkale Boğazının özellikle denizden yapılacak saldırılara karşı savunulması için yıllarca önce oluşturulmuş bir kuruluştur. Çanakkale Müstahkem Mevkii birinci sınıf müstahkem mevkii olmasının yanı sıra, buranın komutanı Kolordu Komutanı yetkisindedir. Müstahkem Mevkii Komutanlığı Karargahı Çimenlik Tabyadadır. Bu komutanlık; 2. Ağır Topçu Tugayı ( 3., 4. ve 5. Ağır Topçu Alayları ) ile Kale İstihkam Bölüğü, İstihkam İnşaat Bölüğü, Telefon ( Muhabere ) Bölüğü, Mayın Müfrezesi, Işıldak Müfrezesi, Müstahkem Mevkii Cephane Depo Müfrezesi, Bolayır Cephane Depo Müfrezesi ve Deniz Taşıtları'ndan ( 3 motorbot ile 3 küçük tekne ) oluşmaktaydı.

B ) Sefer Teşkilatı ve Kuruluşu
• 1. Kara Kuvvetleri:

3. Kolordunun seferber edilmesine temel olan ilk kuruluş 4 Ağustos 1914 tarihinde oluşturulmuştur. 5 Ağustos 1914 tarihli Başkomutanlık emri ile Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanlığı, 9. Tümen emrinde olarak Başkomutanlığa bağlanmış, idari işler ve seferberlikle ilgili konular için Harbiye Nezaretine, emir ve komuta yönünden Başkomutanlığa başvuracağı belirtilmişti. Buna göre daha önce 3. Kolordu Komutanlığının emrinde bulunan 9. Piyade Tümeninin Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanlığının emrine verilmesi ile 3. Kolordu ; 7., 8. Piyade Tümenleri ile Kolordu bağlı birlikleri ve lojistik destek birliklerinden oluşmuştur.

Başkomutanlığın 5 Ağustos 1914 tarihli emrine göre Kara Kuvvetlerinin sefer teşkilatı ve kuruluşu özetle aşağıdaki biçimde düzenlendi.

" - İdari yönler dışında kalan bütün konular için kolordular doğrudan doğruya ordu komutanlığına başvuracaklardır.

• - - Kendi orduları dışında bulunan tümenler, emirlerinde bulundukları komutanlara bilgi vermekle birlikte eski kolordularına da durumu bildireceklerdir.

• - - Kolorduların ordu müfettişliklerine bölüştürülmesi kaldırıldı.

• - - Başkomutanlığa bağlı olan seferi duruma getirilmiş birlikler; 1., 2., 3. Ordular ile

Karadeniz, Akdeniz Boğazı Müstahkem Mevkiileri ve Donanma Komutanlıklarıdır.

1.Ordu şu birliklerden oluşmaktadır; 1. Süvari Tugayı, 1., 2., 3., 4. ve 6. Kolordular ile

Ağır Obüs Taburu, Edirne'de ki 8. Ağır Topçu Alayı ve Edirne Kalesi. Ordu Komutanı Liman Von Sanders olup karargahı İstanbul'dadır.

Ayrıca bu ordunun kuruluşu olabildiğince gizli tutulacaktır."

Bu emirle ordu müfettişlikleri, ordu komutanlıklarına dönüştürülmüş ve 1.Ordunun kuruluşu belirlenmiş oluyordu.

5 Ağustos 1914 tarihli emirle Çanakkale Müstahkem Mevkiinin kuruluşunda 9. Piyade Tümeni, 2. Ağır Topçu Tugayı , İstihkam İnşaat Taburu ve Bağlı Birliklerinden oluşmaktadır. Burada 15 Haziran 1914 öncesinde 32 batarya Çanakkale Boğazında, 3 batarya Bolayır mevziinde olmak üzere ; toplam 35 batarya kuruluş dışı bırakıldığından toplam batarya sayısı 22'ye inmişti.

Ancak Avrupa'da Birinci Dünya Harbinin başlaması ve Osmanlı Devletinin de üçlü bağlaşmaya katılmış olması nedeni ile Çanakkale Boğazının güçlendirilmesi zorunluluğu ortaya çıktı ve terk edilmiş tabyalardaki bataryalar ve toplar yeniden kuruluşa alındı.

9. Piyade Tümeninin sefer kuruluşu ise 25., 26. ve 27. Alaylar, 9. Sahra Topçu Alayı, Tümen bağlı birlikleri ve iki jandarma taburu ve 1 amele ( işçi ) Taburuyla bu tümene ayrılmış bulunan lojistik destek birliklerinden oluşmaktaydı. Bu tümen lojistik destek birliklerinden ayrı olarak, iki menzil kolunu seferber etmekle görevlendirildi.

Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanlığı ve 3. Kolordu Komutanlığının ilk sefer kuruluşunda, konuşla ilgili ve takviye gibi nedenlerle bir çok değişiklik oldu. Çanakkale Boğazının denizden ve karadan yapılacak saldırılara karşı savunulması için; 9.Tümen, Gelibolu Seyyar Jandarma Taburu, Bolayır Ağır Topçu Taburu ve Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanlığı 3. Kolorduya dahil edildi.

Başkomutanlık 11 Kasım 1914 tarihli emir gereğince Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanlığı daha önceden bağlandığı halde yeniden Başkomutanlığa ve 3. Kolordu Komutanlığı da 1. Ordu Komutanlığına verildi.

• 2. Hava Kuvvetleri:

Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanlığının sefer kuruluşunda 1 uçak bölüğü vardı.

İlk kez 17 Ağustos 1914'de bu bölüğe İstanbul'dan 1 deniz uçağı geldi. Buna 21 Ekim 1914'de Başkomutanlığın ve Vekaletin emriyle ikinci bir uçak daha katılmış ayrıca 12 Ocak 1915'de İstanbul'dan deniz yoluyla gönderilen iki uçakta Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanlığının emrine girmişti.

• 3. Deniz Kuvvetleri:

Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanlığının sefer kuruluşunda 1 hafif filo bulunuyordu. Hafif filoyu oluşturan 4 torpido ( Kütahya, Draç, Musul, Akhisar ) özel seferberliğin ilan edildiği gün Çanakkale'ye gelerek, Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanlığının emrine girdiler. Daha sonraları bir gambot ve iki muhrip hafif filoya katıldı. Hafif filoyu oluşturan gemiler gerektikçe değiştirilmekteydiler.

Başkomutanlık, Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanlığının görevini hafifletmek için 4 Şubat 1914'de su üstü gözetleme ve mayın hizmetlerini Başkomutanlık delegesinin ( General Merten ) emrine verdi. Ayrıca 18 Şubat 1915 tarihine kadar Çanakkale Boğazında 9 mayın hattı kurulmuş, sonra Mart'a kadar buna 2 mayın hattı daha eklenmiştir. Çanakkale Boğazının savunmasına yardımcı olmak ve Bileşik Filonun boğazı geçmesi halinde onu korumakla görevli iki muharebe gemisi ( Barbaros Hayrettin Paşa, Turgut Reis ) de Yarbay Arif komutasında 17 Şubat 1915'de Nara Burnu kuzeyine geldiler.

C ) Sevk ve İdare, Eğitim Usulleri ve Durumu
Balkan Savaşından sonra subay kadrosunun gençleştirilmesine gidildi. Ordunun sevk ve idaresini güçlendirmek için yeteneksiz, yaşlı subaylar emekli edilerek yerlerine genç, bilgili komutanlar ve subaylar getirildi. 31 Temmuz 1914'den 19 Şubat 1915'e kadar geçen sürede Çanakkale Harekat alanında bulunan Türk birlikleri eğitimlerini geliştirdiler ve özellikle muharebe eğitimine önem verdiler. Kıyı topçuluğu uzmanı Yarbay Vasidlo, Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanlığında topçu subay ve astsubayların eğitimi için Anadolu Hamidiye Tabyası Komutanlığında görevlendirildi. Bunun dışında acemi ve ihtiyat topçu erleri, 2. Ağır Topçu Tugayı kuruluşunda bulunan Topçu Depo Taburunda ; 9. Tümene gelen acemi ve ihtiyat piyade erleri de esas depo taburunda eğitilmekteydi.

D ) Personel Durumu
Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanlığının ( 9. Tümen dahil ) personel sayısı şöyleydi :

Subay Askeri Memur ve Sanatkar
Astsubay
Erat

804 73
591
34577


3.Kolordu Komutanlığının ( 3. Kolordu bağlı birlikleri, 7. Tümen ) personel durumu:

Subay, Askeri Memur ve Sanatkar
Astsubay
Erat

572
612
15169


(19. Tümen Tekirdağ'da seferberliğini tamamlamakta fakat 23-25 Şubat 1915'te Eceabat'a gelerek 3. Kolordunun emrine girmiştir.)

3.Kolordunun personeli Gelibolu bölgesinde olup, Karacalı ile Koyun Limanı arasındaki kıyıların gözetleme ve savunmasında ancak yeterliydi. Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanlığının personel sayısı ise Bileşik Filonun Çanakkale Boğazına yapacağı saldırılara ve bu komutanlığın sorumluluğundaki kıyılara yapacağı çıkarmalara karşı yeterliydi.

E ) Lojistik Durumu
Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanlığının lojistik ( 9. Tümen dahil ) durumu ;

Tüfek


Ağır Makineli Tüfek


Top


Araba


Piyade Mermisi

( Sandık )
Top Mermisi

( Atım )

24889
8
263
760
5947
56343

styla45 04-21-2010 01:58 AM

3. Kolordu Komutanlığının ( 3. Kolorduya bağlı birlikler ve 7. Tümen ) lojistik durumu ise şöyleydi ;

Tüfek
Ağır Makineli Tüfek
Top
Araba
Otomobil

9448
8
50
1014
2


Yiyecek ve yem düzenli olarak mahallinden ve İstanbul'dan sağlanmaktaydı. Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanlığı ve 3. Kolorduya yeterli lojistik destek sağlanmaktaydı.

II.BÖLÜM
ÇANAKKALE SAVAŞLARI BAŞLAMADAN ÖNCE HAREKAT PLANLARI, SEFERBERLİK İLANI ve YIĞINAĞIN YAPILMASI
A ) Harekat Planları
1 . Genel:

Osmanlı Devletinin Birinci Dünya Savaşı öncesinde Alman General Bronzart tarafından Boğazlar ( İstanbul ve Çanakkale ) bölgesine ağırlık veren bir harekat planı vardı. 7 Haziran 1914 tarihinde hazırlanmış ve 1 numaralı sefer planı olarak adlandırılan bu plana göre; Yemen, Hicaz ve Asir'de ki birlikler tüm seyyar ordunun ( 4. Ordu ve bunlara bağlı 13. Kolordu 38. Tümen ) savaşın kesin sonuç yeri olarak belirlenen boğazlar bölgesinde toplanmasını öngörüyor, ikinci derecede kabul edilen cepheler için de hudut ve jandarma birlikleri ile doğuda ki İhtiyat Süvari Tümenlerini yeterli buluyordu.

Plan, seferberlik ve yığınak hazırlıkları için de esas alınmış, ordulara ve kolordulara bu yönde gerekli yönergeler verilmişti.

Planda, kuruluşunda Yemen'deki 7. Kolordu ile Hicaz ve Asir'deki 21. ve 22. Tümenlerde bulunan Şam'daki 4. Ordunun Boğazlar Bölgesine nakli durumun gelişmesine bırakılmıştı. Daha sonra bu plan da bazı değişiklikler olmuş, Mısır'a karşı bir harekat ( Birinci ve İkinci Kanal Harekatları gibi ) öngörülmüş, Arabistan Yarımadasındaki kuvvetler yerinde bırakılmış, Suriye'ye de 2 kolordu ayrılmıştır. Bu plan Osmanlı Devletince de benimsenmişti.

2 . Çanakkale Boğazına Karadan Yöneltilebilecek Saldırılara Karşı Harekat Planı

Boğazın karadan gelecek olan saldırılara karşı koruma görevi 1915 yılında kurulan 5. Orduya verilmiştir. 5. Ordu, Liman Von Sanders komutasındadır. Liman Von Sanders 26 Mart 1915'de 5. Ordudaki görevine başlamıştır.

Üç ayrı grup halinde tertiplenen savunma kuvvetinin Gelibolu Yarımadasında Kavaksuyu ile Anadolu kesiminde Beşigeler arasındaki 150 km.lik bir kıyı şeridindeki yerleşme durumu şu şekildeydi.

5. ve 7. Tümenler Berzah kesiminde; 9. ve 19. Tümenler yarımadanın güneyinde; 3. ve 11. Tümenler Anadolu Yakasında bulunuyordu. 5. ve 19. Tümenler doğrudan 5. Ordu Komutanlığına bağlıydı. 7. ve 9. Tümenler ile Anadolu Yakasında ki 15. Kolordu ( 3. ve 11. Tümenlerde ) 3. Kolordunun emrine verilmişti.

5. Ordunun genel ihtiyatı durumunda 19. Tümen bulunmaktaydı. 9. Piyade Tümeni de Çanakkale Müstahkem Mevkii Boğaz Tahkimatını örten merkez savunmasında görevlendirilmişti.

3 . Çanakkale Boğazına Denizden Yöneltilebilecek Saldırılara Karşı Harekat Planları

8 Kasım 1914 tarihinde hazırlanarak Başkomutanlığa sunulan planın ana hatları şu şekilde belirlenmiştir;

Boğaz, denizden gelebilecek saldırılara karşı dört bölgeye ayrılmıştır. Bu bölgelerin emir - komuta durumlarıyla buralara ayrılan kuvvetler ve görevleri şu şekildedir;

" Birinci Bölge ( Giriş Bölgesi ) :

Komutanı : 5. Ağır Topçu Alay Komutanı

Birlikleri : 5. Ağır Topçu Alayı, Yenişehir ve Seddülbahir Tabyalarının yakın savunması

için birer Piyade Bölüğü, 3 Işıldak.

Görevi : Düşman donanmasının Çanakkale Boğazının girişinden geçmesine engel olmak.

Düşman düzenli bir plana göre, Giriş Tabyalarını düşürecek veya zorla Boğaza girmek isteyecektir. Bu iki tür harekat planını göz önünde tutarak, planda ateş idaresiyle, yönlere ayrıntılı olarak yer verilmiştir.

İkinci Bölge ( Obüs Bölgesi ) :

Komutanı : Yarbay Verle

Birlikleri : 8. Ağır Topçu Alayı, Bağımsız Ağır Numune Topçu Taburu, 1 ışıldak.

Görevi : Giriş bölgesinden geçen düşman donanmasının, Merkez Tabyalarının büyük toplarının ateşlerinden etkilenmeden Erenköy Koyunda demirlemesi veya burasını üs yapacak girişimlerde bulunmasını önlemektir. Ayrıca düşmanın hareket biçimine göre, obüs bölgesinin ne yolda hareket edeceği belirtilmiştir.

Üçüncü Bölge (Kepez-Soğanlı Bölgesi) :
Bu bölge 2 gruba ayrılmıştır.

-Kepez Grubu:

Komutanı : Yüzbaşı Mithat

Birlikleri : 3. Ağır Topçu Alayı, 2. Ağır Topçu Taburunun 2. Ağır Topçu Bataryası (Dardanos), 5. Batarya, 9. Batarya, bir Obüs takımı , iki ışıldak.

-Havuzlar ve Soğanlı Grubu:

Komutanı : Binbaşı Hasan

Birlikleri : 4. Ağır Topçu Alayı, 2. Topçu Taburu, 8. Batarya, bir havan bataryası, bir ışıldak

Üçüncü Bölgenin Görevi: Set bataryalarıyla koruyan mayın hatlarından oluşan bu bölgede set bataryalarının görevi, mayınların toplanmasına, patlatılmasına engel olmaktır. Düşman mayınları zararsız duruma getirmek için mayın arama-tarama gemileriyle, mayınları taramak gibi uzun sürecek bir yola başvuracak veya ileri gönderdiği muhripleriyle mayın hatlarında bir geçit açmak isteyecektir.

Planda, mayın arama usullerine ve set bataryalarıyla bunlara yardımcı olacak öteki topçunun, ne yolda hareket edeceklerine geniş ölçüde yer verilmiştir.

Dördüncü Bölge (Çanakkale-Kilitbahir Bölgesi)

Bu bölge, Çanakkale ve Kilitbahir olmak üzere iki gruba ayrılmıştır.

-Çanakkale Grubu:

Komutanı : Yarbay Zeki

Birlikleri : Nara, Mecidiye, Çimenlik, Hamidiye tabyalarındaki bataryalar ve iki ışıldak

-Kilitbahir Grubu:

Komutanı : Binbaşı Kemal

Birlikleri : Değirmenburnu, Namazgah, Hamidiye, Mecidiye ve Yıldız tabyalarındaki topçu birlikleri ve bir ışıldak

Çanakkale-Kilitbahir Bölgesi'nin Görevi: Bu bölge, düşmanın Marmara denizine girmesine engel olmakla görevli en büyük savaş gücü olan Anadolu Hamidiye Tabyası ile Kilitbahir Tabyalar grubundan oluşmaktaydı. Bu tabyalar grubunun hemen kuzeyinde Anadolu, Mecidiye, Nara, Değirmenburnu Tabyaları bulunmaktadır.

Planda ateş idaresiyle ilgili hususlara da büyük ölçüde yer verilmesi göz önünde tutulmuştur.

B ) Seferberlik İlanı

2 Ağustos 1914 tarihinde Harbiye Nezaretince genel seferberlik ilan edildi. Bu emre göre 3. Kolorduda seferber olacak birlikler ve kurumlar şunlardı; Çanakkale Müstahkem Mevkii, 7., 8. ve 9. Piyade Tümenleri , Jandarma Taburları ( 3. Kolordunun emrine göre bunları tümenler seferber edeceklerdi.) Kol ve Katarlar, Depo Taburları ( 6 adet ) menzille ilgili olup seferberlikleri Kolorduca yürütülecek kuruluşlar seferber olacaktı.

Seferberliğin birinci günü (3 Ağustos 1914) 3. Kolorduya bağlı piyade tümenlerinin durumu şu şekildedir.



DÜŞÜNCELERBİRLİKTE BULUNANTAKVİYETOPLAMBİRLİKTE BULUNANTAKVİYETOPLAM

7. Piyade Tümeni

200

2931



2090

5021



523

201

724

Üç Piyade ve Topçu Alayı

8. Piyade Tümeni

173

4593

1029

5622

316

192

508

Üç Piyade Alayı


9. Piyade Tümeni

138

1761

1666

3427

534

379

913

Üç Piyade ve Topçu Alayı





3. Kolordu 20 Ağustos 1914'de lojistik destek birliklerinin bir bölümü dışında genel olarak seferberliğini tamamlamıştır.

Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanlığının kuruluşta bulunan birliklerinin seferberlikleri bitirilmişti ancak kuruluşa bir Ağır Depo Taburunun kurulmak istenmesi, Soğanlıdere ağzına bir mayın hattı koruma bataryasının kurulması, Dardanos Bataryasının 5 toplu olmasının istenmesi, Komutanlığın emrine bir deniz uçağının gönderilmesi gibi kuruluşa yeni birliklerin eklenmesi seferberlik süresinin uzamasına neden olmuştur.

9. Tümenin seferberliğine temel olan kuruluş 4 Ağustos 1914 tarihli kuruluştur. Başkomutanlığın 5 Ağustos 1914 tarihli emrine göre 9. Tümen, Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanlığı kuruluşunda ve emrinde olduğundan; 3 .Kolordu Komutanlığı, bu Tümenin payına düşen lojistik destek birliklerini tümen emrine vermiş, bunların seferberliği tümence yapılmıştır. 17 Ağustos 1914'de 9. Tümenin seferberliği genel olarak bitmiştir.

C ) Yığınağın Yapılması
3. Kolordunun karargahı, Kolordu Birlikleri ile lojistik destek birlikleri ve iki piyade tümeni Tekirdağ ve çevresinde elverişli barınma koşullarında olmadığı için 1. Ordudan, karargahının uygun bir yere taşınmasını istedi.

19 Ekim 1914'de 1. Ordu Komutanlığı Marmara Denizine dökülen Kavakdere Ağzı ile Saros Körfezine dökülen Kavaksuyu Ağzı çizgisinin güneybatısı, Çanakkale Müstahkem Mevkii sınırları içinde olduğunu, bu bölgeyi geçmemek koşulu ile istenilen yerde konaklayacağını, Ereğli, Çorlu ve Lüleburgaz'ın 3. Kolordunun bölgesi olduğunu 3. Kolorduya bildirdi.

3. Kolordu Komutanlığı 4 Kasım 1914'de Çanakkale'ye gelerek , Çanakkale Müstahkem Mevkii ve 9. Tümen de emir ve kuruluşunda olarak, Çanakkale Boğazının deniz ve karadan yapılacak saldırılara karşı savunmasını üstlendi. 14 Kasım 1914'de 3. Kolordu Komutanlığının Gelibolu'ya alınması üzerine emrinde 9. Tümen olduğu halde Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanlığı önceden olduğu gibi Başkomutanlığa bağlandı. Karargah Çorlu'da bulunan 8. Tümenden bir piyade Alayıyla, bir dağ topçu taburu, 20 Aralık 1914'te Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanlığı emrine girmek üzere Çanakkale'ye geldi. 8. Tümenin Sina Cephesine gönderilmek için Derinceye gönderilmesi üzerine Çanakkale'de bulunan 22. Piyade Alayı da 12 Ocak 1915'de Derinceye hareket etti. Çanakkale Cephesi için tam anlamı ile bir yığınak gerçekleştirilememiştir.

III. BÖLÜM
I. DÜNYA SAVAŞI BAŞLARINDA ÇANAKKALE'DEKİ
TÜRK ORDUSU
A ) ÇANAKKALE'DEKİ TÜRK ORDUSUNUN I. DÜNYA SAVAŞINA GİRMEDEN ÖNCEKİ DURUMU
1 ) Müstahkem Mevkiindeki Topların Durumu ve Nitelikleri ile Bunları Yeniden Düzenleme Çalışmaları
a - Müstahkem Mevkideki Topların Durumu ve Nitelikleri

Birinci Dünya Savaşından 30 - 40 yıl önce satın alınarak tabyalara yerleştirilen toplar çeşitlilik göstermektedir. Özellikle 22 çap uzunluğundaki 7000 - 8000 metre menzilli toplar, özdeş bataryalar oluşturmayacak biçimde karışık olarak dizilmişlerdi. Bu toplarda itici güç olarak karabarut kullanılmaktaydı. 355/35 ve 240/35'lik toplardaysa dumansız barut hartucu azdı.

Karabarut ile yapılan atıştan sonra topu temizlemek gerekiyordu. Karabarutla yapılan atışlarda duman çıktığı ve uzun süre hedef görülemediği için bu topların ateş hızlarını azaltıyordu.

Çanakkale Boğazının en güçlü topları, 16900 ve 14800 metre menzilli 355/55 ve 240/35'lik toplardı. Yalnız bunların sayısı oldukça azdı ( 5 adet 355/35'lik ve 17 adet 240/35'lik ).

Müstahkem Mevkiindeki topların durumu ve nitelikleri hakkında Türkiye'de bulunan Alman yardım kurulunda görevli Deniz Yarbayı Şnayder'in görüşleri şunlardı;

"Toplar Krup, Kruzo ve Şnayder fabrikalarından değişik zamanlarda alınmış, top çapları göz önünde bulundurulmaksızın plansız ve karışık olarak sıralanmıştı.

Bu durum yedek parça ve cephane bütünlemesini ve topçuluk kurallarının uygulanmasını özellikle büyük olmayan muharebe yeteneklerini daha da azaltıyordu.

Tüm parça etkilerine karşı, korumaya yeterli olmayan taş inşaat içine konmuş topların dönüş yeteneği çok sınırlı ve büyük çaplı topların kullanılması için çok er gerekiyordu.

Türk topçusunda cephane çok azdı, taşıma ve doldurulması insan gücüyle yapılmaktaydı. Bu durum ateş hızını azaltan etkenlerden biriydi.

İngiliz ve Fransız topçusunda çağa uygun mesafe ölçme aygıtları vardı. Ancak Türk topçusu bundan yoksundu.

İngilizlerin Queen Elizabeth gemisi bordasındaki toplarla bir anda yaptığı atışla mermi ağırlığı 7442 kilogram oluyordu. Buna karşı Türk Tabyalarından ise yarar gözüken Hamidiye Tabyası'ndan ateş eden Türk topçusunun toplam mermi ağırlığı ise bu süre içinde 800 kilogramdı.

Boğazın giriş tahkimatı büyük hedef gösteriyor ve yandan altına almaya elverişliydi."

Buradan da anlaşılacağı üzere I. Dünya Savaşı'nın başında Çanakkale Boğazındaki toplar çağının çok gerisindeydi.

b - Müstahkem Mevkii Topçunu Yeniden Düzenleme Çalışmaları

Ç anakkale Boğazında 32 batarya ve Bağımsız Ağır Topçu Taburunda da 3 batarya vardı.

Ağır Topçu Genel Müfettişi Passeldt ( Paseld ) ve İstihkam Genel Müfettişi Weber ( Veber ) Paşalar Harbiye Nezaretine bataryaların bir bölümünün kuruluştan çıkarılmasını önerdiler. Çünkü bu bataryalarda görev yapacak yeteri kadar subay ve er yoktu. Bunun için de buralardan arttırılacak subay ve erlerin öteki bataryalarda görevlendirmekle savaş gemilerine karşı daha etkin olunacağı düşüncesiyle böyle bir öneride bulunmuşlardır.

Böylece 15 Haziran 1914 tarihli Harbiye Nezaretinin emriyle 35 bataryanın 13'ü kuruluştan çıkarılarak, batarya sayısı 22'ye indirildi ve Müstahkem Mevkii Topçusunun yeni kuruluşuna iki aşamada geçilecekti. Öncelikle bataryalar olabildiği kadar özdeş toplardan oluşacak daha sonra tabyalar içerisinde topların yerleri değiştirilerek veya kuruluş dışı bırakılan tabyalardan sökülüp getirilecek toplarla özdeş toplardan oluşacak bataryalar kurulacaktı.

Bu emrin uygulanmasına göre, Müstahkem Mevkii kuruluşunda bulunan 2. Ağır Topçu Tugayı; ikişer taburlu üç topçu alayından oluşmaktadır. Şöyle ki; 3. Ağır Topçu Alayı; Kepez - Çanakkale Bölgesinde iki taburlu olup toplam batarya sayısı 7 idi. 4. Topçu Alayının; 1. Taburu Bolayır'da, 2. Taburu Havuzlar - Kilitbahir Bölgesinde olup toplam batarya sayısı 8 idi ve 5. Topçu Alayı ise Çanakkale Boğazının girişinde Seddülbahir - Kumkale Bölgelerinde olup batarya sayısı 7 idi. Seferberlik öncesinde ( 31 Temmuz 1914'de) Çanakkale Müstahkem Mevkiindeki topçunun durumu şu şekildeydi;

Müstahkem Mevkii Komutanlığında topların sökülerek bir yerden öteki yere taşınarak yapılacak olan yeniden düzenleme işi tamamıyla sağlanamadı. Bunun dışında, kuruluştan çıkarılan 13 bataryanın subay ve erleri öteki bataryalarda görevlendirilmiştir.

Ayrıca Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanlığının 20 Eylül 1914 tarihinde Başkomutanlığa sunduğu raporunda; " Çanakkale Boğazı girişi her zaman kuşatılabileceğinden kolayca düşürülebileceğini , gelecekte yapılacak tahkimatın gücü ne olursa olsun sonucun değişmeyeceğini, Çanakkale Boğazının içinde durum bunun tersine olarak Boğaza giren düşmanın kanalize olacağı ve kuşatılma durumuna düşeceğini belirtmiş buna göre tahkimatın Çanakkale Boğazının içinde yapılmasının" önerildiği görülmüştür. Daha sonra yapılacak olan çalışmalar bu öneri doğrultusunda sürdürülmüştür.

2 ) Müstahkem Mevkii Komutanlığının Boğazın Savunulması Yönünde Gösterdiği Etkinlikler
a - Hafif Filonun Oluşturulması ve Kullanılması

Ç anakkale'ye 31 Temmuz 1914'de Müstahkem Mevkii kuruluşunda bulunan Hafif Filoyu oluşturmak üzere Bahriye Nezaretince bu komutanlık emrine keşif amacı ile verilen Kütahya, Draç, Musul ve Akhisar torpidoları Nara Burnunun kuzeyine gelerek demirlediler.

Bunlardan Draç ve Musul torpidoları, keşif amacı ile Boğaz dışına çıktılar.

5 Ağustos 1914'de Burakreis, 8 Ağustos 1914'de de Gayreti Vataniye ve Numune-i Hamiyet muhriplerinin katılmasıyla Müstahkem Mevkii emrindeki Filo; 2 muhrip, 4 torpido bot ve 1 gambota ulaştı. Boğazdan mayın hatlarını geçebilecek savaş gemilerine - keşif görevi olanların dışındakiler - yandan torpido atabilecek uygun yerlere demirlemeleri bildirildi.

Bunları 4 Eylül'de Pelenpiderya Karakol Gemisi ile 7 Ekim'de Sakız ve Aydınreis Gambotlarının Müstahkem Mevkii emrine verilmeleri izledi; yalnız Sakız Gambotu katılmış Aydınreis Gambotu henüz gelmemişti.

Boğazdaki topçuyla birlikte filodaki gambot ve torpidoların olası bir saldırıya karşı hazır bulunmaları emredildi.

b - Topçuluk Yönünden Yapılan Hazırlıklar ( 31 Temmuz 1914 - 29 Ekim 1914 )

Müstahkem Mevkii topçusu çağa uygun düzeyde değildi. Yurt içinde top üretimi için ağır endüstrinin olmaması ve yurt dışından da top getirme olanaksızlığı yüzünden Çanakkale Boğazını güçlendirmek için öz kaynaklardan yararlanma yoluna gidilmiştir.

Bunun için de ; "

• - - 3. Ağır Topçu Alayı'nın Kepezdeki 5. Bataryasından evvelce kadro dışı bırakılmış olan man telli toplardan Kepezde yeni bir batarya oluşturulup, mevzilendirilmesi emredildi ( 1 Ağustos 1914 ).

• - - Bunu daha önce kadro dışı bırakılan topların yeniden kuruluşa dahil edilerek kullanılmasıyla ilgili Harbiye Dairesinin 8 Ağustos tarihli emri izledi.

• - - 16 Ağustos'ta, 4. Ağır Topçu Alayı bölgesinde Soğanlıdere ağzında bir man telli veya adi Krup topu bataryasıyla, 3. Ağır Topçu Alayı bölgesinde Kepez, Çimenlik Tabyalarında birer Nardanfild bataryası kurulması emri verildi.

• - - 17 Ağustos'ta İstanbul'dan gönderilen 75/40'lık bir gemi top, Kepezdeki 5. Bataryaya tertip edilerek bu batarya, altı topa çıkarıldı.

• - - Çatalca'dan gönderilerek 17 Ağustos'ta Çanakkale'ye gelen iki batarya, Yıldız ve Nara Tabyalarına yerleştirilerek, ateşe hazır duruma getirildi.

• - - Evvelce çabuk ateşli iki gemi topundan oluşan Dardanos Bataryası, Başkomutanlığın 19 Ağustos tarihli emri ile gönderileceği bildirilen üç adet 150/40'lık çabuk ateşli topla beşe çıkarıldı ve böylece Dardanos, Boğaz girişine ateş toplayabilecek etkili bir ateş gücüne kavuşturulmuş olarak göreve hazır duruma getirildi. ( 22 Ekim 1914 ).

• - - 6 ve 9 Eylül 1914'de İstanbul'dan Çanakkale'ye gönderilen toplam üç top namlusuyla ikmal edilen toplar, 25 Eylül'de mevzilerine yerleştirildi.

• - - Evvelce kadro dışı bırakılmış olan Yıldız Tabyasındaki havan bataryası, 2 Ağustos'ta tekrar yerini alarak, eğitime başlaması emri verildi.

• - - Goncasuyu ve Palazbaba Tabyalarındaki dört havandan üçü Terperdere bölgesinden seçilmiş olan mevzilere yerleştirildi ( 7 Eylül 1914 ).

• - - 23 Ağustos'ta İstanbul'dan gönderilen 120 mm.'lik bir obüs takımı için önce Dardanos Bataryası yöresinde mevzi seçilmişse de sonradan verilen emirlerle bu takım 4 Şubat 1915'de Kumburnu'na intikal ettirilmiştir.

• - - Boğaza girerek Karanlık limanına gelebilecek düşman savaş gemilerinin, Merkez Tahkimatını düşürmelerini engel olmak için çoğuyla Halil sırtlarında, bir kısmıyla da Rumeli kesiminde yerleştirilmek üzere Başkomutanlıkça 19 Eylül 1914'de 8. Ağır Topçu Alayı ile bir ağır obüs taburu ( Örnek Topçu Taburu ) Müstahkem Mevkii emrine gönderildi.

Bu birlikler Çanakkale'ye geldikten sonra Örnek Topçu Taburu, 8. Ağır Topçu Alayı kuruluşuna verilmiş olduğu halde Müstahkem Mevkii'ne bağlandı ve 8. Ağır Topçu Alayının 2. Ağır Topçu Taburu, Erenköy güneybatısında; Örnek Topçu Taburu onun 400 metre batısında 1. Ağır Topçu Taburu da Boğaz batısında Tenperderesi kesiminde mevzilendirildi ( 6 Ekim 1914 ).

• - - Topçuluk yönünden değerlendirmeler aralıksız sürdürülmüş, İstanbul'dan 25 Eylül'de 8. Ağır Topçu Alayı ile birlikte gelmiş bulunan 5 adet 150 mm.'lik obüslerden 9. Tümen bünyesinde oluşturulan obüs bataryası da Alçıtepe çevresinde görevlendirilmiştir.

• - - 4 Ekim'de Çanakkale - Kilitbahir arasında kurulan mayın hattının korunması amacı ile 87/24'lük mantelli toplardan iki batarya oluşturuldu."

Yukarıda sayılan önlemlerle Çanakkale Boğazının savunması kendi öz kaynakları ile güçlendirilmeye çalışıldı.

c - Müstahkem Mevkii Topçusunun Eğitimi ile İlgili Hazırlıklar

Çanakkale Müstahkem Mevkiinde depo taburları için yeterli sayıda subay yoktu. İstanbul'dan subay gönderilmişse de bu yeterli olmadığı için kalan ihtiyaç emekli subaylardan tamamlanmaya çalışıldı. Ayrıca Çanakkale Bölgesindeki emekli topçu sayısı yalnız depo taburunun ihtiyacını karşılayacağından Müstahkem Mevkii Komutanlığınca Harbiye Nezaretinden öteki birliklerin subay gereksinimleri için istekte bulunulmuştur. Bu istek üzerine 5 Ekim 1914'de Başbakanlığın emri gereği " Müstahkem Mevkii subay ve erlerinin bilgi ve becerilerini artırmak için; Anadolu Hamidiye Tabyasında bir örnek batarya teşkil edildi.Türk ve Alman personelinden oluşturulan bu bataryadaki eğitimin, Korgeneral Merten tarafından verilecek yönergeye göre Alman üstsubaylarınca yönetilmesi" emredildi.

B ) ÇANAKKALE'DEKİ TÜRK ORDUSUNUN I. DÜNYA SAVAŞINA GİRDİĞİ SIRADAKİ DURUMU
1 ) Goeben ve Braslau'nun Çanakkale Boğazına Girişi Sırasında Türk Ordusunun Durumu
Osmanlı Devletinin 2 Ağustos 1914 tarihinde gizli bir ittifak antlaşması imzalayıp, kamuoyuna da tarafsızlığını bildirmişlerdir.

Bu tarihlerde Almanya'nın Goeben ve Braslau gemileri Akdeniz limanlarını bombardıman altına tuttuktan sonra İngiliz Filosu tarafından takip edildiği için Çanakkale Boğazına yöneldi. Osmanlı Devleti bu Alman gemilerini içeri almakta tereddüt ettiyse de Türk Başkomutanlığının emri ile içeri almalarına izin verildi.

İngiliz Filosu da boğazdan geçmek istedi fakat olumsuz yanıt aldı. Bunun üzerine bir önlem olarak Türk Ordusu, Boğaz savunması için önceden Müstahkem Mevkii emrine gönderilen torpidolarla Havuzlar - Kepez arasında ve bunun kuzeyinde mevcut mayın hattında ki geçitlerin kapatılması için Selanik Gemisinin de harekete hazır olmaları emredildi.

12 Ağustos'ta boğaza doğru ilerlemekte olan İngiliz zırhlısına, Akhisar Torpidosu ile gönderilen Teğmen Hasan aracılığı ile "Goeben ve Braslau'nun Osmanlı Hükümetince satın alınarak Yavuz ve Midilli adlarının verildiği" bildirildi.

Alman savaş gemilerinin boğaza girişinden hemen sonra İngiliz kruvazörlerinin Çanakkale Boğazı önünde görülmeleri dikkatlerin yeniden Boğaz savunmasına çekilmesine neden oldu.

2 ) Boğaz Savunmasının Güçlendirilmesi Yönünde Alınan Önlemler ve Boğazın Kapatılması
Gelişen bu olaylar karşısında Boğazların savunmasından yakından sorumlu olan Müstahkem Mevkii Komutanlığını bazı önlemler almaya sevk etti.

Bu yönde Çanakkale Boğazına yöneltilebilecek olası düşman saldırılarına karşı komutanlıkça, 2. Ağır Topçu Tugayı, Mayın Müfreze ve Filotilla Komutanlıklarına derhal ve ilk verilen emirlerde ; " Birliklerin hazırlıklı olmaları, kıyılara yönelik düşmanca hareketlere ateşle karşı konması, topçu birliklerinin hazırlık derecelerini arttırmalarını, Mayın Müfrezesinin işaret verildiğinde görevine başlayacak biçimde gerekli düzenleri alması, geceleyin Boğaz güvenliğinin sağlanabilmesi için Boğaz ilerisinde keşif etkinliğinin artırılması" istedi.

a - Boğazda Yeni Mayın Hatları Oluşturulması ve Boğazın Kapatılması

Başlangıçta dökülmüş olan mayın hatlarına ek olarak, Boğazda 15 Ağustos'ta Soğanlıdere ağzıyla, Kepez Feneri doğrultusunda 3. mayın hattı oluşturuldu.

Boğaz önündeki İngiliz ve Fransız savaş gemilerinin sayısının 17'ye çıkması üzerine, Başkomutanlıkça karşı tarafta 4. ve 5. Mayın Hatlarının döşendiği izlenimini uyandırmak için gerekli tertip ve düzenlerin alınması ayrıca emredildi.

4. Mayın Hattı ancak 24 Eylül 1914'de İntibah Mayın Gemisi tarafından 3. Mayın Hattının güneyinde ve buna paralel olarak döküldü. Ayrıca herhangi bir tehlike görüldüğünde, Çanakkale - Kilitbahir arasında 5. Mayın Hattının oluşturulabilmesi için de elde yeterli sayıda mayın bırakıldı.

Olayların gelişimine göre önlemler alınması sürdürüldü. 26 Eylül'de Boğaz dışına keşif için gönderilen Akhisar Muhribi'nin İngiliz savaş gemilerinin geri çevirmesi üzerine 3. Mayın Hattındaki geçide 4 mayın dökülerek kapatıldı ( 27 Eylül ). Bunu Başkomutanlığın 5. Mayın Hattının oluşturulması ve tüm mayın hatlarının kapatılmasıyla ilgili emirleri izledi. Bunun üzerine Anadolu Hamidiye ve Namazgah Tabyaları arasında 5. Mayın Hattı kurulduğu gibi şimdiye kadar kapatılmamış olan mayın geçitleri kapatıldı. 9 Kasım 1914'de 3. Mayın Hattını pekiştirmek amacıyla bu hattın kuzeyinde ve ona paralel olarak 6. Mayın Hattının kurulması izlendi. Kepez - Soğanlı arasına 7. bir mayın hattının kurulması kararlaştırıldı ve Nusret Mayın Gemisi Kepez taraflarında 17 Aralıkta 7. Mayın Hattını kurdu. Ayrıca bu mayın gemisi Çanakkale Boğazının batı kıyısından başlayarak 5. Mayın Hattı ile 45 ° 'lik bir açı ile doğu-güney yönünde 8. Mayın Hattını kurdu. 29/30 Aralık 1914'de 2. ve 8. mayın hatları arasında 2. Mayın Hattı ile 45 ° açı oluşturacak biçimde doğu-güney doğrultusunda 9. Mayın Hattı oluşturuldu.

19 Şubat 1915 Muharebesinde Bileşik Filonun Çanakkale Boğazına yönelik saldırıyı başlattığı zaman Boğazda 9 mayın hattının kurulması gerçekleştirilmiş oluyordu.

b - Diğer Etkinlikler

Denizaltlılara karşı Ağ ve Torpido İstasyonları kurulmuştur. Bu yönde 5 Şubat 1915'de güney kesiminde son mayın hattının önüne birkaç balıkçı ağının dikilmesinden oluşturulan bir ağ şamandıralar arasına bağlandı.

Boğazdan geçebilecek yabancı savaş gemilerine karşı Çanakkale - Kilitbahir arasına torpido kovanları yerleştirildi.

Çanakkale'ye özellikle keşif amaçlı olarak gönderilen uçaklardan sınırlı ölçüde yararlanıla bilinilmiştir.

styla45 04-21-2010 01:58 AM

20 Ağustos 1914'de Başkomutanlığın, Müstahkem Mevkii Komutanlığına gönderdiği emirde; " Çanakkale Boğazına yönelik bir taarruzda, 3. ve 4. Kolordulardan doğrudan takviye birliği istenebileceğini" bildirmiştir.

Müstahkem Mevkii tarafından 9. Tümene verilen emirle " 26. Alaydan takviyeli bir piyade taburunun ( bir dağ ve 10.5 mm.'lik bir obüs bataryasıyla ) Kirte Bölgesine gönderilmesi ve bu kuvvetle Seddülbahir kuzeyinden beklenen bir çıkmanın önlenmesi" istenmiştir.

Emri alan 9. Tümen komutanı uygulaması geçmiş ve 7 Ekim 1914'e dek Gelibolu Yarımadası güneyinde 26.Alay 3. Taburuna aldırdığı düzenle, Anadolu Kıyı Komutanlığınca alınan aşağıdaki düzenleri Müstahkem Mevkii'ye bildirdi:

26. Alay 3. Tabur Karargahı : Kirte'de,

9. ve 10. Bölükleri : Kirte - Zığındere arasında,

12. Bölük : Zığındere arasında,

11. Bölük : Seddülbahir de olup dağ ve 10.5 mm. 'lik obüs bataryaları da Alçıtepe'de,

25. Piyade Alayı 2. Taburu : 4 bölüğüyle Kumkale - Yenişehir kesiminde,

• 1. 1. Tabur 1.Bölüğü ile 3. Tabur 11. Bölüğü: Çanakkale'de,

3. ve 4. Bölükler : Tevkifiye'de ve 2. Bölük ile 3. Topçu Alayı 1. Taburu da Çiftlik Köyünde,

3.Tabur 9. Bölüğü ve bir makineli tüfek bölüğü : Erenköy'de,

Bu taburun 10. ve 12. bölükleri : Sarıçalıda,

Ezine Jandarma Bölüğü : Kumburnu'nda konuşlanmıştı.

3 ) 18 Mart 1915 Deniz Harekatı Öncesinde Türk Ordusunun Durumu

a - 19 Şubat 1915 Muharebesinden Önceki Durum

18 Şubat 1915'de Çanakkale Harekat alanında, Çanakkale Bölgesinde doğrudan Başkomutanlığa bağlı Çanakkale Müstahkem Mevkii birlikleri, Gelibolu Bölgesinde genellikle kuzeyden başlayarak da 3. Kolordu birlikleri bulunuyordu.

( 1 ) 3. Kolordu Birliklerinin Konuşlanması

3. Kolordu Gelibolu ve Bolayır Bölgesinde bulunuyordu. Kolordunun 7. Piyade Tümeni ( 20., 2. Piyade Alayları ve bir Sahra Topçu Alayı ), Gelibolu Jandarma Taburu ile birlikte Koyun Limanı- Değirmenler Hattı ( dahil )- Karaçalıya ( hariç ) kadar olan kıyının gözetleme ve savunmasından sorumluydu.

Tekirdağ'da kuruluşunu sürdürmekte olan 19. Piyade Tümeni ise kuruluşunu tamamladıktan sonra, 3. Kolordu genel ihtiyatını teşkil etmek üzere, 25 Şubat 1915'de Eceabat'a gelmiştir.

( 2 ) Müstahkem Mevkii Komutanlığına Bağlı Birliklerin Konuşlanması

2. Ağır Topçu Tugayı ve 3. Ağır Topçu Alay Karargahları Çanakkale Çimenlik Tabyada,

3. Ağır Topçu Alayının 1. ve 2. Ağır Topçu Tabur Karargahları Anadolu Hamidiye ve Mecidiye Tabyalarındaydı. Bu alayın kuruluşundaki bataryaları, Boğazın doğu kıyısında, Nara Tabyası-Dardanos Tabyası arası kıyı kesimindeki mevzilerde, Alayın en güçlü toplarından 2 adet 335/35'lik ve 7 adet 240/35'lik Hamidiye Tabyasında, 1 adet 335/35'lik Çimenlik Tabyada, 5 adet 150/40'lık toplar da Dardanos Tabyasında yerleştirilmişlerdi. Toplam 15 adet bu toplar dışında; 22 çap uzunluğunda menzilleri daha kısa olan toplarda Çimenlik, Anadolu Mecidiye ve Nara Tabyalarında mevzilendirilmişlerdi. 4. Ağır Topçu Alayı Karargahıyla Namazgah Tabyasındaydı. Bu alay Boğazın batısında Soğanlıdere'den Değirmenburnu Tabyasına kadar uzanan kesimindeki tabyalarda ( Yıldız, Mecidiye, Namazgah ve Değirmenburnu ) ve elverişli olan öteki mevzilere yerleştirilmişti. En güçlü toplar 2 adet 355/35'lik Rumeli Hamidiyesi'nde, 4 adet 240/35'lik Mecidiye Tabyasında; 2 adet 240/35'lik Namazgah Tabyasında olmak üzere toplam 8 tane top vardı. Bir taburlu olan bu alayda mevcut 84 toptan 40'ı ağır top, 14'ü de ağır havandan oluşmaktaydı. Ağır toplardan, 35 çap uzunluğundaki 8 adediyle, Mesudiye Gemisinden sökülerek mevzilendirilmiş toplar dışındaki ağır toplar kısa menzilliydi. Bunlardan başka Soğanlıdere ile Mecidiye Tabyaları arasında, Boğaza döşenmiş mayın hatlarını korumak için 30 hafif toptan oluşan beş batarya mevzilendirilmiş durumdaydı. 5. Ağır Topçu Alay Karargahıyla bu alayın 1. Ağır Topçu Tabur Karargahı Seddülbahir de, 2. Ağır Topçu Tabur Karargahı Kumkale de, bu taburun bataryaları Kumkale ve Orhaniye Tabyalarında yerleştirilmişlerdi. 2. Ağır Topçusuna "Boğazın Giriş Topçusu" adı da verilmekteydi. Bu alay Seddülbahir- Ertuğrul Tabyalarındaki 1. Ağır Topçu Taburunun yakın savunması için 9. Piyade Tümeninden bir piyade bölüğü, Seddülbahir Bölgesinde, Zığındere ve Tekke Burnu arasında, diğer bir bölük de Kumkale Bölgesinde Yeniser yöresinde bulunmaktaydı. 8. Ağır Obüs Alayı Karargahıyla Erenköy'de; 1. Ağır Obüs Tabur Karargahı Domuzdere de, bu tabur bataryalarıyla Domuzdere doğu sırtlarındaki mevzilerde; 2. Ağır Topçu Tabur Karargahı Erenköy'de, bataryalarıyla Erenköy batı-güneyindeki mevzilerde; 3. Ağır Obüs Tabur Karargahı Karantina Köyünde, bataryalarıyla Karantina Köyü kuzey ve güneyindeki mevzilerde, 4. Ağır Topçu Tabur Karargahı Geyiklide, Menderes Müfrezesi emrinde bulunan 120/30'luk 4'er toptan oluşan bu tabur iki bataryasıyla, Üvecik ve Geyikli batısındaki mevzilerde, ayrıca bir obüs takımıyla da Kumburnu'nda mevzide.

Bunların dışında, Maydos Müfrezesi emrinde bulunan 105 mm.lik obüs bataryası ( 5 toplu ) ise Alçıtepe'deki mevzilerde yerleştirilmişti .

( 3 ) 9. Piyade Tümeninin Konuşlanması

Boğazın olası düşman çıkarmalarına karşı gözetleme ve korumasıyla görevli olan bu tümen Maydos ve Menderes Müfrezeleri adıyla iki gruba ayrılmıştı. Bu tümenin karargahı Çanakkale'deydi.

( - a ) Maydos ( Eceabat ) Müfrezesi

sağ yan ve sol yan gruplarından oluşan bu müfreze, karargahıyla Maydos taydı. Müfrezenin kuzeyindeki 7. Tümen ile ara hattı Koyun Limanı-Değirmenler çizisi Maydos Müfrezesine dahil idi. Sağ Yan Müfrezesi Maydos Müfrezesi kuzey sınırıyla, Kabatepe-Eceabat çizisi ( dahil ) arasında, Sol Yan Müfrezesi de Sağ Yan Müfrezesi güney sınırıyla, Seddülbahir arasındaki bölgede idi. Buralar eldeki olanaklar ölçüsünde ağır silahlarla mevzilendirilmişti.

( - b ) Menderes Müfrezesi

Menderes Müfrezesi 26. Piyade Alay Komutanının komutasında karargahıyla Berposta bulunuyordu. Müfreze Birliklerinin Anadolu kıyısında aldığı düzen şu şekildeydi;

- Depo Alayı ( 5., 6. ve 9. Taburlar), karargahıyla Üvecik'te bulunmakta. Görevi; Kumkale-Kumburnu arasındaki kıyı bölgesinin savunmasından sorumlu idi. Bu alayın Depo Taburu Üvecik'te öteki depo Taburları Yerkesiği ve Mahmudiyedeydi. Kıyıda gerekli gözetleme düzenlerini almış olan taburlar geride toplu bulunuyordu.

- 25. Piyade Alay karargahıyla, kıyı gözetlemesindekiler dışındaki artan birlikler Geyiklide, alayın sadece bir taburuysa Bespos'ta.

- Çanakkale Seyyar Jandarma Alayı, Karargahıyla Tavaklıda. Görevi; Eski İstanbul Burnu ile Akçay İskelesi arasındaki kıyının gözetleme ve savunmasından sorumluydu. Bunun için alay, çıkarmaya elverişli kıyı kesimlerini bölük bölgesine ayırarak, gerekli tahkimatı yapmış olup, kıyıya önemine göre takım veya postallar yerleştirmek suretiyle kuruluşundaki iki jandarma taburuyla görevi; nöbetleşerek sürdürmekteydi. Balıkesir Jandarma Taburu karargahı ve bu taburun büyük kısmı Ayvacık'ta, bu taburdan bir bölük eski İstanbul Burnundan, Kösedere ağzına kadar kıyıyı gözetlemekle görevliydi.

- 3. ve 8. Sahra Topçu Alaylarından müfreze emrinde bulunan bir sahra ve dağ topçu taburu, karargahlarıyla Darıköy ve Ezine'deydiler.

- Bradwel Bataryası da 4 Ocak 1915'de Küçük Beşiğe güneyinde İn Limanı yöresinde mevzilendirildi.

(4) Boğaz Girişindeki Türk Tabyalarının Durumu

Seddülbahir ve Kumkale Tabyaları, taş ve toprak karışımı yapılmış, büyük hedef gösteren tabyalardı. Ertuğrul ve Osmaniye Tabyaları toprak yapıydı, bu nedenle düşman gemi toplarına karşı dayanıklı değildi.

Ertuğrul tabyasının Tekke Burnu ile Osmaniye Tabyasının da Yenişehir yönüne karşı olan kısmının ateş olanakları sınırlıydı. Buna karşın, düşman gemilerinin girişteki tabyalar üzerine yoğun ateş toplama olanağı vardı.

b - 25 Şubat 1915 Muharebesinden Önceki durumu:

19 Şubat 1915'te Bileşik Filonun Boğaz girişini ve bir kısmıyla da Gelibolu Yarımadasının batı kıyılarını bombardıman altına almasıyla, acil önlemler almakla başlandı. Bu anlamda Müstahkem Mevkiinin emriyle 9.Piyade Tümeni 19 Şubat 1915'te Eceabat'a taşındı. Maydos Müfrezesinin sağ ve sol yan grupları bölgelerinde de tedbirler alındı. Bunlar; Turşundaki Seyyar Jandarma Taburu, birliklerini kıyıya yanaştırarak birer bölüğüyle Ece Limanı, Karakol Dağı, Büyük ve Küçük Kemikli kesimlerinde gerekli düzenlerini aldı. 27. Piyade Alayının 3.Taburu ile bir sahra bataryası, Palamut sırtı gerisine yanaştırılırken, 26. Alay'ın 2.Taburu ile diğer bir sahra bataryası da, Sarafim çiftliğine gönderildi.

Gelibolu Yarımadasının kuzeyinde 3. Kolorduca alınan önlemler ise; Tekirdağ ve Gelibolu Limanlarında bulunan küçük ve büyük ve yelkenlileriyle, öteki deniz taşıt araçlarının ikinci bir emre dek limanlarda alıkonulması ilgililere duyuruldu. Ayrıca 3. Kolorduca 7. Tümene verilen emirle, 21. Piyade Alay Karargahı Atıf Bey çiftliğine bu alayın Gelibolu'daki 1. Taburu Bolayır mevziindeki Merkez ve Ay Tabyalarına; bir sahra topçu taburu Kumburgaz'a gidecek; Bolayır mevzii - Yeniköy kesiminde beklenen çıkarma girişimlerine karşı sahra taburuyla, Bolayır mevziindeki Ağır Topçu Taburu 21. Alay emrine verildi. Böylece Gelibolu Yarımadası kıyılarından yapılacak bir çıkarmaya karşı karada bazı önlemler alınmış oldu. 19 Şubat Muharebesinde Boğazın giriş tabyalarında meydana gelen hasarın giderilmesi işleri 5. Ağır Topçu Alayının görevine verildi. Geyikli ve Üvecik'te bulunan 4. Ağır Topçu Taburu (iki batarya, bir obüs takımı) Halileli bölgesinde mevzilendirildi. Obüs takımı 25 Şubat Muharebesine Yeniköy yöresinde katılacak olan bu takımın Halileli yöresine mevzi değiştirmesi emredildi.

c - 26 Şubat 1915 Harekatı Öncesindeki Durumu

26 Şubat 1915 muharebesinde, Boğaz girişindeki bataryaların susması üzerine Çanakkale Boğazı, adeta bileşik filoya açılmış durumdaydı.

Çanakkale Boğazının denizden yönelebilecek taarruzlara karşı yapılmış olan savunma planına göre ateş gücünün dağılımı şu şekildeydi;

2.Bölge (Obüs Bölgesi)'nde 10'u ağır havan, 32'si obüs olmak üzere toplam 42 toptan; 3.Bölge ise, 62 adet çeşitli çapta top, havan ve Nordonfilt'ten ibaretti. Bu arada 9. Tümen Topçusu set bataryalarının takviyesinde planlanmıştır.

Mevzilerin durumu ise; 1. Ağır Obüs Taburu, Tenger sırtlarına yerleştirilmişti. Bu kesimde arazinin yüksek olması nedeniyle mevzilerin düşman tarafından bulunup tahrip edilmesi güçtü. Bu taburun bir bataryası içinde, Eskihisarlık sırtlarında mevzi hazırlanmakta olup, bir çıkarma ihtimali belirdiğinde burada mevzilenecekti. Erenköy bölgesindeki obüs bataryaları da, açık ateş mevzilerine yerleştirilmişlerdi. Ayrıca Boğazın batı - doğusundaki obüs bataryaları mevzilerinin hemen gerisinde ateş mevzileri de seçilmişti.Boğazdan içeri girecek gemileri ateş altına almak amacıyla Halileli sırtlarında iki obüs bataryası için mevzi hazırlanmıştı. Obüs bölgesinin hemen kuzeyinde iki önemli batarya bulunmaktaydı. Bunlar 2.Bölgeyi ve gerektiğinde 3. Bölgeyi takviye edebilen Dardanos ve Mesudiye bataryalarıydı. Dardanos Bataryası boğaza hakimdi. Her iki batarya da 2.Bölgenin ateşlerini püskürtmekte ve mayın hatlarına yaklaşan düşman mayın arayıcılarına karşı mayın hatlarını koruyan bataryaların ateşlerini takviye etmekteydi. 3.Bölgedeki bataryalarsa derecikler ya da dere ağızlarına yakın ve olabildiği kadarıyla uzaktan görülmeyecek biçimde yerleştirilmişlerdi.

26 Şubat Harekatının sonrasında bazı yeni önlemler alınmıştır. Unlar; Halileli sırtlarında açık ateş mevziindeki obüs bataryası keşfedildiği için batarya kapalı mevziiye alınmıştır. Tenger'deki batarya, Seddülbahir - Hisarlık arasında durarak ateş eden savaş gemilerini baskın tarzında ateş altına almak ve Kumkale'ye yapılacak bir çıkarma hareketini engellemek için Kerevizdere Sırtlarındaki kapalı ateş mevzilerine yerleştirilmiştir. Tüm obüs bataryaları gerisindeki kapalı ateş mevzileri takviye edildiği gibi sahte bataryaların sayısı da arttırılmıştı.

19. Tümenin 25 Şubat'ta Eceabat'a gelmesi ile 9. Tümende yeni düzenlemeler yapıldı.

" Gelibolu Seyyar Jandarma Taburu; Azmukdere- Büyük Anafarta çizisinin kuzeyinde olmak üzere, birer bölüğü ile Ece Limanı, Turşun-Küçük Anafarta batısında, birer takımıyla Büyük ve Küçük Kemiklide kıyı gözetlemesinde.

Sağ Yan Müfrezesi ( 27. Piyade Alayı ) : Müfreze karargahı, Kocadere de takviyeli 27. Alay 1. Taburu, Kocaçimen doğusunda 2. Taburu birer bölüğüyle Arıburnu, Palamutluk sırtında, bir bölüğüyle de Kabatepe doğusunda ihtiyat olarak, kıyı gözetlemesinde, 3. Taburu, müfreze ihtiyatı olarak, Damlar yöresinde.

Sol Yan Müfrezesi ( 26. Piyade Alayı ): Bir ağır makineli tüfekle takviyeli müfreze karargahı Kirte'de, 26. Alayın 3. Taburu birer bölüğüyle Çifte Çamlar Sırtı, Kumtepe, Sarıtepe, Zığındere ağzında kıyı gözetleme ve korumasında bir bölüğü Seddülbahir ve Tekke burnunun savunmasıyla görevli olarak Ertuğrul Tabyası Kesiminde, 2. ve 4. Taburlarıyla Kirte'de toplu olarak bulunmakta.

9. Sahra Topçu Alayı; bir dağ taburu Sağ Yan Müfreze emrinde olup, bir bataryası Büyük Anafarta da, öteki bataryası da Kocadere de, 2. Sahra Taburunun bir bataryası Kocaçimen güneyinde, diğer bataryası Çifte Çamtepe kesiminde mevzide, 105 mm.lik obüs bataryası, Domuzdere kesiminde mevzide.

Tümen Karargahı ve 9. Sahra Topçu Alay Karargahı; Çanakkale'de, 19. Piyade Tümeninin 72. Piyade Alayı Eceabat'ta.

Bunlardan başka 19 Şubat Muharebesinde, Bileşik Filonun Ertuğrul ve Orhaniye Tabyalarının etki alanları dışına yaptığı ateşlerine engel olmak için, Menderes Müfrezesi emrindeki obüs takımı, Yeniköy Sırtları gerisinde; Alçıtepe Obüs Bataryasından bir obüs takımı da Ertuğrul Tabyası yöresindeki kapalı mevziiye yerleştirildi.

25 Şubat Muharebesinde Boğaz Giriş Tabyalarındaki topların Bileşik Filo tarafından tahrip edilmesi üzerine, 9. Tümen ve 8. Ağır Topçu Alay Komutanlıklarına verilen emirde; Karatepedeki bataryanın Halileli bölgesine alınması istendi".

Bu düzenlemelerin dışında 9. Tümenin Eceabat'taki birlikleri 19. Tümenin komutasında olacağı gibi, gerekirse Taypur'daki Piyade Alayı da bu bölgede kullanılmak üzere getirilebileceği Müstahkem Mevkice bildirildi.

Müstahkem Mevkiinin 25 Şubat tarihli emri ile Anadolu Yakasının savunulmasında 9. Tümen görevlendirildi.

Ayrıca emir komuta değişiklikleri de yapılmış ve Menderes Müfrezesi Komutanlığı kaldırılmıştır.

Çanakkale Seyyar Jandarma Alayından, Kumburnu'ndan başlayarak, sorumluluğundaki kıyı kesimini zayıf birliklerle gözetlerken, bir taburunu Geyiklide bulundurarak, düşman çıkarmasını ve ilerlemesini engellemeye çalışması istendi.

Müstahkem Mevkii Komutanlığı Karargahı, Boğaz girişindeki tabyaların 25 Şubat Muharebesinde tahrip edilmiş olması nedeniyle Çanakkale'nin 3km. güneybatısındaki Hacıpaşa Çiftliğine taşındı. Ayrıca Çanakkale'de bulunan 9. Tümen Karargahı da 26 Şubat'ta Halileli çevresindeki Sarıçalıya alındı.

26 Şubat'ta Değirmenburnu ile Çanakkale Feneri arasında 53 mayından oluşan 10. Mayın Hattı oluşturuldu.

26. Alayın sorumluluğuna Eskihisarlığı da kapsamak üzere, Seddülbahir, Ertuğrul Tabyaları ve Tekke Burnu verilmiştir.

19. Tümen Komutanı, Sol Yan Müfrezesinin takviyesini gerekli görmüş, Sağ Yan Müfrezesi ihtiyatı 27. Alay 3. Taburunun çabucak 26. Alay emrine girmek üzere Kirte'ye gönderilmesini istemiştir. Tabur o sırada Seddülbahir bölgesindeki 26. Alay 2. Taburunu değiştirdi ve taburdan bir bölük Marta Limanı-Tekke Koyu feneri arasında, öteki iki bölüğüyle de Harapkale de yerleşti.

styla45 04-21-2010 01:58 AM

Öte yandan, Bileşik Filonun tabyalardan yapılan ateşlere rağmen hızla boğazı geçmesi halinde, durumun Başkomutanlığın yanı sıra 1. ve 2. Ordulara da bildirilmesini istedi.

e - 28 Şubat 1915'deki Durum

Bu tarihte 9. Tümen kendi birlikleri arasında bazı denemelere gitti. Ayrıca Başkomutanlıkta takviye amacıyla Muhasara Topçu Taburunu Çanakkale'ye gönderdiğini, ayrıca çeşitli tür ve çapta sekiz topla, bir bataryanın gönderileceğini Müstahkem Mevkii Komutanlığına bildirmiştir.

Bandırmadaki 11. Tümenden Çanakkale'ye gelen 126. Piyade Alayı da, Müstahkem Mevkii genel ihtiyatı olarak burada bırakılmıştır.

f - 1 Mart 1915'deki Durumu

9. Tümenin savunma düzenlerinde yapılan değişiklikler özetle şu şekildeydi;

" - Giriş tabyalarının susması üzerine Geyikli dolaylarındaki bataryalar, Halileli sırtlarına alınarak, bunlara savaş gemilerinin Karanlık Limana serbestçe sokulmalarına ve gereğinde Boğazın giriş yerlerine çıkarma yapılmasının engellenmesine ateşleriyle yardımcı olmaları görevi verildi.

• - - Tenger'deki obüs bataryalarından biri, Marta Limanı doğu sırtlarında mevzilendirilmiş olup, aynı görev verilmiştir.

• - - Anadolu Yakasındaki 9. Piyade Tümeni kuvvet çoğunluğuyla kuzeye alınmış, 25. Piyade Alayı, Tevfikiye yöresine yerleştirilmiştir. Kumkale-Kumburnu'ndan güneye uzanan kıyı kesimiyse, Çanakkale Seyyar Jandarma Alayınca gözetlenmekte.

• - - Kirte'deki 26. Piyade Alayı, 27. Piyade Alayının Eceabat'ta ihtiyatta bulunan bir taburu ve 9. Topçu Alayının iki bataryasıyla takviye edilmiş, bir piyade taburuyla bir batarya Seddülbahir'e sürülerek adı geçen bölgenin gözetleme ve savunması pekiştirilmiştir.

• - - Anafarta Bölgesinde değişiklik yoktur.19. Tümen şimdilik toplu olarak Eceabat'ta bulunacak. 126. Piyade Alayı da Çanakkale'de ihtiyatta kalacaktır.

• - - Beyoğlu Seyyar Jandarma Alayı, Erenköy'e gönderilmiş ve 9. Piyade Tümeni emrine verilmiştir."

Ayrıca Müstahkem Mevkii emrine Harbiye Nezaretinden altı adet top gönderilmiştir.

g - 3 Mart 1915 Harekatı Sırasındaki Durum
3 Mart 1915'e kadar Boğazda geçen muharebeler değerlendirilerek, 8. Ağır Topçu Alayının 8 bataryası ve aynı alayın 4. Ağır Topçu Taburu ile birlikte toplam bir obüs bataryasıyla değişik çapta üç batarya ve bir obüs takımından oluşan "Halileli Topçu Grubu" oluşturuldu.

Eskihisarlığa dek olan kıyının ateş altına alınması için 1. Obüs Taburundan bir batarya, Baykuştepe güneyinde kapalı mevziiye yerleştirilerek düşman gemilerinin Boğazda serbestçe hareket etmelerine engel olunmaya çalışılmıştır.

Müstahkem Mevkiice alınan önlemlerden biri de Kepez, Soğanlı arasında topçu takviyesi yapılarak mayın hatlarının tahribini engellemek olmuştur.

3. Kolordu Komutanlığı 7. Tümen Komutanlığına, Bolayır Mevziinin sol yan ve gerisinin çıkarma girişimlerine karşı savunulması için görev vermiştir.

Gelibolu yarımadasında bulunan 9. Tümen birlikleriyle, 19. Tümenin durumları ise şöyleydi;

"Maydos Müfrezesi Sağ Yan Komutanlığı ( Komutanı 27. Alay Komutanı ) Kocadere ( Kurucadere )'de, Bursa Seyyar Jandarma Taburu karargahıyla Tursunda, birer bölüğüyle Ece Limanı ve Küçük Anafarta'da; 27. Alaydan takviyeli 1. Tabur Kocaçimen Tepe doğusunda, 27. Alayın 2. Taburu Arıburnu ve Kabatepe bölgelerinde. Bu taburların birer bölüğünden oluşan müfreze, Ağıldere-Arıburnu doğusundaki sırtlarda yerleştirilmiş olup, bu kuvvet Arıburnu'nu kesinlikle savunacak, Ağıldere ve Kabatepe yönlerini de yan ateşleriyle koruyacak ve gerisindeki dağ bataryasının da güvenliğini sağlayacaktı.

9. Sahra Topçu Alayının 3. Dağ Topçu Taburundan bir batarya, Kocaçimen çevresinde mevzide, öteki bataryasıyla, Kocadere'de ( Kurucadere ) Sol Yan Müfreze Komutanlığı ( Komutanı 26. Alay Komutanı ) Kirte'de, 26. Alayın 4. Taburu Kumtepe, Sarıtepe, Zığındere bölgesinde, 26. Alayın 2. Taburu ve 16. Bölük Kirte'de, bir ağır makineli tüfekle takviyeli 26.Alayın 3. Taburu Marta Limanı, Tekke Koyu ( fenere kadar ) bölgesinde, öteki iki bölük Harapkale'de, 27. Alayın 3. Taburu Harapkale kuzeyinde, 2. Sahra Topçu Taburundan bir batarya, 4. Tabur bölgesinde Çifteçamlar Tepede mevziide; öteki batarya Kirte'de, 105 mm.lik obüs bataryasından bir obüs takımı, Kanlıdere-Maltepe deresi arasında mevzide, 26. Alayın 3. Taburunu desteklemekte. 19. Piyade Tümeni Müstahkem Mevkii ihtiyatı olarak Eceabat'ta bulunmaktadır.

Boğazın doğusunda yer alan 9. Tümen birliklerinin durumu ise; 126. piyade alayı Çanakkale Müstahkem Mevkii Genel ihtiyatında, 9.Piyade Tümeni ve 9. Sahra Topçu Karargahları Kolvert çiftliğinde, 64. Piyade Alayı Yenişehir, Yeniköy ve üvecik bölgesinde olup, Kumkale Kumburnu güneyine dek olan kıyının gözetleme ve savunmasında, 25. Alay 3.Taburuyla, Erenköy kuzeyinde, 2.Taburuyla Halileli bölgesinde olup, 1.Taburu, 64.Piyade Alayı ihtiyatı olarak Üvecik'te; 9.Topçu Alayı 1.Sahra Topçu Taburu, 25. Alay emrinde olup, bir bataryası İntepe batısında mevzide, öteki batarya Kolvert çiftliğinde; 8. Sahra Topçu Alayının 3. Dağ Topçu Taburu, 64. Piyade Alayı emrinde olup, bir bataryası Yeniköy kuzeyinde mevzide, öteki bataryası, Üvecik'te;Çanakkale Seyyar Jandarma Alayı Karargahı ve Çanakkale Seyyar Jandarma Taburuyla Geyikli'de; Balıkesir Jandarma Taburu, 64.Alayın güney sınırında, Akçay iskelesine uzayan kıyının gözetleme ve savunulması görevinde; Beyoğlu Seyyar Jandarma Alayı(iki Taburlu) Tümen ihtiyatı olarak Erenköy'de bulunmaktaydı."

Çanakkale Boğazının savunmasından 1. Ordu emrindeki 3. Kolordu ( Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanlığı, 7., 8., 9. Tümenler ile 3. Süvari Tugayı ) ve bu orduya bağlı birlikler sorumluydu. 3. Kolordunun emrinde olan Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanlığı, 9. Tümen emrinde olarak Başkomutanlığa bağlandı. Böylece Boğaz Savunmasını 3. Kolordu ve Birlikleri ile Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanlığı üstlenmiş oldu.

Türk Ordusunun kullandığı toplar çağının çok çok gerisinde olup, yeterli sayıda da değildi. Düşmanın çok sayıda ve gelişmiş silahlarına karşı koyabilmek için öz kaynaklardan yararlanma yoluna gidilmiştir. Bunun yanı sıra ordunun subay gereksinimine de ihtiyacı vardı. Bunun içinde subay ve erlere Alman üst subaylarınca eğitim verilerek bu ihtiyaç giderilmeye çalışılmıştır.

Osmanlı Devletinin l. Dünya Savaşına girmesiyle birlikte, Boğazın kapatılması, Boğazda mayın hatları oluşturulması, düşman denizaltılarına karşı ağ ve torpido istasyonlarının kurulması gibi faaliyetler ile Boğaz düşman kuvvetlerinden korunmaya çalışılmıştır.

Türk Ordusu tüm olumsuzluklara rağmen, üstün çabasıyla düşman kuvvetlerini yıldırmış ve bu bölgeden çekilmelerini sağlamıştır.

styla45 04-21-2010 01:58 AM

ÇANAKKALE BOĞAZININ BAZI COĞRAFİ ÖZELLİKLERİ
Çanakkale Boğazı, 3. jeolojik zamanın sonunda meydana gelen bir çöküntü ile oluşmuştur. Uzunluğu 65km'dir. Boğazın en geniş yeri 5. 800m,en dar yeri 1250m (kilit bahir kalesi çimenlik kalesi arası)ve en derin yeri 106m'dir. Boğaz sularında ters bir akıntı vardır. Ege denizinin binde 38 oranındaki tuzlu suyu dipten Marmara'ya akarken Karadeniz'in binde 26 oranındaki tuzlu suyu üstten ters akıntıyı oluşturmaktadır. Boğazın çevresi dağ karakterinde yüksek ve kıvrımlı kütlelerle kaplıdır. İşte Boğazın dar olması, Boğaz sularında ters bir akıntı olması ve Boğazın çevresinde yer. yer kıvrımlı dağ kütlelerinin olması; Boğazın savunulmasını kolaylaştırmıştır ve geçilmesini zorlaştırmıştır.

Çanakkale savaşları 3 Kasım 1914'te İngiliz ve Fransız savaş gemilerinin Ertuğrul,Seddülbahir, Kumkale ve Orhaniye tabyalarını bombalamaları ile Osmanlı Devletine resmen savaş ilan edilmeden başlamıştır. İngiltere ve Fransa'nın resmen savaş ilan etmeleri 5Kasım1914'te olmuştur. Böylece 1. Dünya savaşının en önemli ve en kanlı savaş cephesi açılmıştır.

Çanakkale cephesinin açılmasına sebep olan nedenler şunlar olmuştur:

Türkiye'nin Süveyş Kanalı ve dolayısıyla Hint denizi yolu üzerindeki baskılarına son vermek,savaşa katılmakta tereddüt eden Bulgaristan'ı Almanya'ya kaptırmadan İtilaf Devletleri yanında savaşa sokmak,İstanbul'u ele geçirerek Müslüman dünyasını etki altına sokmak ve halifenin ilan ettiği Cihad Hareketini etkisiz hale getirerek İslam dünyasını çökertmek,Almanların 1915 baharında yapacağını hesapladıkları Büyük Taarruz için bu devletin dikkatini Çanakkale'ye çekerek Avrupa Cephesinden buraya kuvvet kaydırmalarını sağlamak ve Çanakkale ve İstanbul Boğazını geçerek zor durumda olan Rusya'ya yardım etmek amacını taşıyorlardı.

Vatanı, namusu, dini için İmparatorluğunun dört bir yanından (Trablusgarp, Cezayir, Şam, Kudüs; Üsküp, Işkodra, Selanik, Silstre)gelen kahramanlarımız Çanakkale'de göğüs, göğüse burun buruna çarpışmışlardır. Anadolu'da ortalama her üç evden biri Çanakkale savaşlarına katılmıştır.

Çanakkale savaşlarından ilki olan Deniz harekatı 19 şubat 1915'te başlayıp 27 gün sürmüştür. Deniz Harekatında büyük kayıplar veren işgal kuvvetleri boğazı geçemeyeceklerini anlayarak 25 Nisan 1915'ten itibaren Gelibolu yarımadasında Kara harekatını başlatmışlardır. 260 gün süren bu saldırılarda da başarısız olmuşlar ve büyük kayıplar vererek Çanakkale'yi terk etmek zorunda kalmışlardır.

Çanakkale savaşlarına İtilaf devletleri önceleri küçük çapta kuvvet göndermişler fakat bunların çok yetersiz olduğunu anlayınca bu sayı 500. 000'e kadar çıkmıştır. 400. 000bin İngiliz,79. 000 Fransız askeri bu savaşa katılmıştır. Bu savaşlarda İngilizlerin kaybı 115. 000 ölü,yaralı ve kayıp,90. 000memlektine gönderilen hasta. Fransızlar ise 47. 000 kayıp vermişlerdir. Türklerin kaybı ise;şehit,yaralı,ve hasta olmak üzere toplam olarak yaklaşık252. 300 ü bulmuştur.

Gerçektende 8,5 ay süren Çanakkale Kara savaşları daracık toprak parçası üzerinde ve kötü arazi koşullarında burun buruna göğüs, göğüse çok zor koşullarda başlamış ve devam etmiştir. Bu sebeple çok kanlı ve kıyıcı sahneler yaşanmıştır. Türklerin bu kadar kayıp vermelerinin sebebi,düşman donanmasının gece gündüz hiç eksilmeyen o korkunç bombardımanının büyük rolü olmuştur.

Çanakkale zaferi Türk ve dünya Tarihinde önemli sonuçlar doğurmuştur. Çanakkale de dünya imparatorluğuna soyunmuş yeryüzünü tek elden yönetmek amacıyla yola çıkmış İngiliz Krallığını büyümesi durdu. Üzerinde güneş batmayan İmparatorluğun bir süre sonra üzerindeki güneş batar hale geldi. Türklerin dünya hakimiyetinde hala varolduğunu ve büyük bir millet olduğunu dünya bir kez daha anlamıştır. En önemlisi Avrupa'nın şark meselesi projesi Çanakkale Zaferi sebebiyle yok olmuştur.

Çanakkale Zaferi bu tarihten sonra bağımsızlık mücadelesi veren ülkelerin bağımsızlık güneşi olmuştur.

styla45 04-21-2010 01:59 AM

ÇANAKKALE SAVAŞLARI'NDA ANZAKLAR

Birinci Dünya Savaşı'nda, İngilizlere destek vermek amacıyla oluşturulan birliklere ANZAK (Anzac) adı verilmiştir. Avustralya ve Yeni Zelanda Kolordusu anlamına gelen (Avustralia and New Zeland Army Corps) kelimelerinin baş harflerinden meydana gelmiş bir kısaltmadır.

Birinci Dünya Savaşı'nın başlaması ile birlikte İngiltere de savaşa girmiş, anavatanın nasıl destekleneceği konusunda Avustralya ve Yeni Zelanda hükümetleri de çalışmalara başlamıştır. Ama üstünde durulacak diğer bir husus ise Yeni Zelanda ve Avustralya halklarının emperyalist saldırılara karşı olmasıydı. Büyük devletlerin küçük devletleri sömürmesini kınıyor, bağımsızlık akımını destekliyorlardı. Bu husus "The Story of Anzac" adlı eserde; "Avustralya ve Yeni Zelanda hiç şüphesiz harp istemiyorlardı. Fakat bir diğer gerçek, genç kuşağın bir harp patladığı taktirde donanmada görev almak isteğiydi" şeklinde belirtilmiştir. Ayrıca Avustralya ve Yeni Zelanda meclisleri istedikleri taktirde tarafsız kalabilirlerdi.

Gerçi iki ülke de I.Dünya Savaşı'na İngiltere yanında katılırken askerlerinin gerektiğinde Avrupa, Mısır ya da Kuzeybatı Hindistan'da farklı cephelerde kullanılabileceğini biliyorlardı. Ancak bu kararı alırken ilk düşündükleri şey doğaldır ki, bölgelerindeki Alman askeri tehdidiydi. Diğer bir deyişle savaşa girişlerinin temel nedeni, İngiltere'ye yardım olduğu kadar kendi güvenlikleriydi. Daha öncede belirtildiği gibi, İngiltere'nin Güney Pasifik'teki askeri varlığı aslında, bu iki ülke güvenliğinin temelini de oluşturuyordu.

I.Dünya Savaşına kadar önemli bir silahlı güce sahip bulunmayan Avustralya'da mevcut kuvvetler sadece bölgesel teşkilâttan ibaret idi. Savaşın başlaması ve İngiltere'nin de savaşa başlaması üzerine, imparatorluğun diğer dominyonları arasında Avustralya da İngiliz hükümetinden 29 Temmuz 1914 tarihli bir şifre almıştır. Bu şifre telgrafta, savaş boyunca Anavatanın nasıl ve ne ölçüde desteklenebileceği sorulmakta ve kararın kısa zamanda bildirilmesi istenmekteydi.

Avustralya hükümeti, yaptığı kabine toplantısı ve komutanlarla varılan mutabakat sonunda verdiği cevapta; 1)Donanmanın Britanya Amirliği emrine verileceğini, 2) Oluşturulacak 20 bin kişilik bir sefer kuvvetinin de İmparatorluk Hükümeti'nin uygun göreceği yere gönderileceğini ve savaşın devamı boyunca devamlı olarak ikmalinin sağlanacağını, teklif ve taahhüt etmiştir.

Savaş kararı alındıktan sonra hazırlıklar başlamıştır. Önce askere alma işine girişilir ve duyurular yapılarak merkezler oluşturulur. Halkta savaşa katılma talebi oldukça büyüktür. Ve kayıtlardan sonra askerler kamplarda hızla eğitimden geçirilerek, savaşa hazırlanırlar. Böyle büyük bir savaşa ilk defa katıldıkları için organizasyonda sorunlar çıkar ve aksayan yönler olur. Bu aksaklıklar da İngiltere'den gelen askeri uzmanlar vasıtasıyla giderilir. İki ülke birliklerinin katılmasıyla kısa zamanda meydana gelen ve Avustralya ve Yeni Zelanda Kolordusu (ANZAK) adını alan bu Kolordunun iki tümeninden biri tümüyle Avustralya birliklerinden kurulan 1. Avustralya Tümeni idi. Diğer Tümen ise 4. Avustralya Piyade Tugayı, 1. Avustralya Hafif Süvari Tugayı ile Yeni Zelanda Bindirilmiş Piyade Tugayı ve Yeni Zelanda Sahra Topçu Alay'ından oluşturulmuştur. Bu karma tümene Avustralya ve Yeni Zelanda Tümeni yada kısaltılmış olarak (NZ. ve AN.) Tümeni adı verilmiştir. 1. Avustralya Tümenine General Bridges Karma Tümene ise General Goodley komuta ediyordu.

Ayrıca oluşturulan bu ANZAK birlikleri içinde Maori ve Ranatongan adı verilen yerliler de bulunuyordu. Maoriler cengaver kabileler idi. 1915 yılı Şubatında Gelibolu cephesinde Türklere karşı çarpışmak üzere gönüllü yazıldılar. Ama değil Gelibolu'nun, Türkiye'nin bile nerede olduğunu dahi bilmiyorlardı.

18 Mart 1915'de müttefik kuvvetleri Çanakkale Boğazında bir yenilgi ile karşılaşınca, denizden yapılacak saldırıyla deniz yolunun açılamayacağını, bununla birlikte karadan da bir çıkarma yapılması gerektiğini ve duyulan ihtiyacın karşılanması için de Anzak kolordusunun cepheye getirilmesi kararı alındı.

Gelibolu Yarımadası'na Müttefik donanmasının desteğinde çıkarma yapılacağı resmen belli olunca, Mısır'daki askeri kamplarda hazırlıklar hızla tamamlandı.

Anzak birlikleri çöl yaşamından kurtulup, biran önce yola çıkmak için iyice sabırsızlanmaktadırlar. Sonunda hareket günü gelir ve Şubatın erken saatleriyle birlikte, kendilerini Limni adasına götürecek gemilere binmeye başlarlar.

Limni adası, coğrafik konumu-hem Çanakkale Boğazına yakın oluşu hem de geniş Mondros Limanı-nedeni ile stratejik bir değere sahiptir. Ayrıca ada İngiltere açısından, Kıbrıs ve Mısır'a giden ulaşım yolu üzerinde bulunması sebebiyle de özel bir önem taşımaktadır. Bu nedenledir ki Limni adası ve Mondros Limanı, I.Dünya Savaşı sırasında ve özellikle Çanakkale Savaşları boyunca, Müttefik Donanmasının Doğu Akdeniz'deki başlıca üssü olarak kullanılmıştır.

Limni'de kaldıkları süre içinde, askerlere çıkarma harekatı için eğitim verilir. Farklı ülke birlikleri arasında ortak askeri yönetim ve işbirliği çalışmaları yapılır, eksikler giderilir. Ayrıca İngiliz ve Fransız generalleri Limni'de biraraya gelip çıkarma planıyla ilgili gerekli değişiklikleri ve önemli noktaları görüşerek, son şeklini verirler.

Gerçekten de Anzaklar 25 Nisan 1915 Pazar günü sabahın erken saatlerinde başlayan çıkarma ile Gelibolu Yarımadası'ndaki savaşa katılmış oldular. O günden 9 Ocak 1916'ya kadar süren çok kanlı ve çetin çarpışmalar içinde, savaş yetenekleriyle, cesaretleriyle temayüz eden bu savaşçılar, kendilerinin bir sömürge insanı değil, milli bir karakter taşıyan Avustralyalılar ve Yeni Zelandalılar oldukları duygusunu da gittikçe pekiştiren bir inanca sahip olmak imkânına kavuşmuşlardı.

Çıkarmanın nasıl başlatılacağına ilişkin plan aslında teknik ve karmaşıktır. Yapılan çıkarmanın nasıl olduğu ne gibi duygular yaşandığı ve sonuçları hakkında elde edilen bilgiler, Çanakkale'de savaşmış olan askerlerin hatıralarından alınmıştır. Konu ile ilgili yapılan araştırmalar ve ortaya konan eserler, bu hatıralar ışığında hazırlanmıştır.

İngiliz tarihçisi Niget Steel (Defeat at Gallipoli) "Bir Yenilginin Destanı; Gelibolu" adlı eserinde Gelibolu'ya yapılan çıkarmanın nasıl başlatıldığını şöyle anlatmaktadır.

"Üçüncü Avustralya Tugayına bağlı kuvvetler şafaktan önce iki hücum dalgası halinde Kaba Tepe'nin kuzey kıyısına çıkacaklardı. İlk sıradakilerin yedeğe alınması saat 02:35'te tamamlanmıştı.

Ancak gemiler etrafı aydınlatan ay batıncaya kadar, yaklaşmak için harekete geçemediler. Aslında 23 Nisan'da yapılması düşünülen ilk plâna göre çıkarma karanlıktan yararlanabilmek için, saat 02:30'da başlatılacaktı. Ne var ki 25 Nisan 1915 sabahı ay 02:57'ye kadar batmamış 04:00'da doğacak günün ilk ışıklarına kadar sadece bir saatlik bir süre kalmıştı. Sonunda ay, saat 03:00'te batar. Aynı anda da savaş gemileri, dalgalar halinde sahile doğru ilerleyen asker dolu botları saatte 5 deniz mili kadar yavaş bir hızla izlemeye başlar. Savaş gemileri ilerlerken, buharlı çatanaların sonuncuları da yedekleri olmak üzere harekete geçer. Bundan sonra savaş gemileri makinelerini durdurur ama, demir atmazlar.Kendi hızlarıyla on dakika kadar kıyıya doğru ilerleyip saat 03:30'da ve kıyıdan iki buçuk mil kadar açıktalarken megafonlarla, yedeklere ilerlemeleri emri verilir. Çıkarma başlamıştır..."

Böylece başlayan çıkarmanın ilk günü ve onu izleyen günlerde şiddetli ve kanlı çarpışmalardan sonra ortaya çıkan durum Anzaklar ve müttefikler adına hiç iç açıcı değildi. Hiçbir savaş deneyimi olmayan ve Türkleri dahi tanımadan onlarla savaşan bu Anzaklar tam bir şaşkınlık içinde kalmışlardır.

Gelibolu'daki askerler, Haziran ve Temmuz aylarını Seddülbahir'de zamanında ve sağlam bir stratejik kararın gereksiz kılacağı bir dizi savaşta çarpışarak ve ölerek geçirmişlerdir. Churchill; hem Gelibolu yarımadasında, hem de Çanakkale Boğazı'nda iyi desteklenmiş ve başarılı bir taarruzdan elde edilecek stratejik kazançların o sıralardaki herhangi bir kazançtan kat kat daha üstün olduğunu iddia ediyordu. Gelibolu seferini mümkün olduğu kadar çabuk tamamlamak, hem asıl hedeflerin tümünün elde edilmesini sağlayacak hem de İtilaf devletlerinin tümünün bütün kaynaklarının Batı Cephesi'nde Almanlara yöneltilmesine olanak tanıyacaktı.

13 Temmuz'da Rusya'ya karşı başlatılan Avusturya-Alman taarruzunun ilk başlardaki büyük başarısı, Rusya'nın savaşta kalma ihtimalinin tehlikeye sokar gibi görünmüştü. Gelibolu seferi, Çanakkale Boğazı'nı aşarak Rusya'ya doğrudan doğruya yardımın tek uygulanabilir yöntemiydi. Rusya'nın savaşta tutulması için Gelibolu'nun yaşamsal önem taşıyan bir rolü vardı ve Hamilton' ında Gelibolu seferini bir an önce bitirip tümenlerini Batı Cephesi'ni desteklemek üzere geri getirmesi gerekli görülüyordu.

Yaz aylarında çarpışmaların çoğu Seddülbahir'de gerçekleşmişti ancak, Hamilton Anzak'ta (Arıburnu) önemli bir başarı şansının var olduğunu daha ilk baştan biliyordu. Anzak kolordusu Mayıs başlarından beri pasif kalmışsa da, Birdwood ve kurmayları boş durmamışlardı. Anzak mevzisinin fiziki gerçeği, bir cephe saldırısının başarılı olma şansının bulunmadığını gösteriyordu.

ANZAK'lar özellikle Gelibolu'daki çıkarmada ve Arıburnu'ndaki çarpışmalarda büyük mücadeleler vermiş, fakat bu mücadele sonunda ne ANZAKLAR, ne de onları kullanmaktan kaçınmayan İngilizler başarı sağlayamamışlardır. Bu savaşta ANZAK'ların rollerini anlamak oldukça zordur. Çünkü daha önce de ifade edildiği üzere, onlar hakkındaki bilgiler hatıralardan alınmıştır ve bu hatıralar üzerinde durularak eserler hazırlanmıştır.

Anzakların Çanakkale Cephesi'ndeki faaliyetlerine son vermeden önce ANZAK'ların savaştaki anılarına ve Türkler hakkındaki görüşlerine değinmek gerekir. Konuya çıkarmanın ilk günlerinde bir askerin yaşadığı anları anlatan bir örnekle başlamak yerinde olacaktır.

"...İnsan ileride, Çanakkale Boğazı'nın Ege'ye açılan ağzını seçebiliyor. Silahların gürültüsü ve uğultusu giderek belirginleşiyor. Bu sabah hava çok güzeldi. Acaba gece nasıl olacak? İyi yedim... Şimdi silahlardan çıkan kıvılcım ve ateşleri de görebiliyorum. Acaba ölüm, çevremdekilerden kimleri seçti? Merak ediyorum... Ölümden en ufak bir şekilde korkmuyorum. Tek istediğim kritik bir anda vurulup düşmemek..."

Şimdi de sırasıyla bu savaşın içinde bulunmuş ve orada Türklerin nasıl mücadele verdiğini görmüş, haklarında hiçbir şey bilmeden savaşmak için topraklarına geldikleri bu insanlar hakkındaki görüşlerini anlatan ANZAKLAR'ın anılarına yer verelim.

Yeni Zelanda 1894 doğumlu 97 yaşında. Gelibolu'ya çıkarma ile geliyor. 21 Haziran 1915'e kadar kalıyor. Yaralanınca geri yollanıyor. Çıkarma, Serçe Tepe, Bomba Sırtı, Kirte muharebelerine katılmış; Russel John James Weır.

"Türkler ve Türkiye hakkında hiçbir bilgim yoktu. Mısır'da 4 ay eğitim gördükten sonra, ilk çarpışmanın nerede olacağını bilmiyorduk. Hayır. Eğer tam ve içten cevabımı isterseniz söyleyeyim. Biz Çanakkale'ye Türklerle savaşmak için gittik, arkadaşlık yapmaya değil.

Türklerle çarpıştığımız sürece, onlar hakkında şahsi bir fikir edinemedim. Onları göremiyorduk bile.

Siperlerde üşüyor ve sadece tek bir şey yapmaya uğraşıyorduk: Sağ kalmak.

Onların dürüst, Almanlardan daha dürüst savaşçı olduklarını düşünüyorum. Ayrıca savaşa, istememelerine rağmen, Almanlar tarafından sokulduklarını düşünüyorum. Bunlar, bir zaman ki düşüncelerim. Şimdi herşey bitti...

Sadece (eski) Türk askerlerinden biriyle tanışmak isterdim. Türkler de aynı şeyi yapıyor, ülkelerini savunuyorlardı."

Bir Anzak askerinin günlüğünde şu satırlar göze çarpmaktadır:

"3/5/1915... Yamaçlarda cesetler inanılmaz şekilde asılıp kalmış. Dere yatağına doğru koşan yiğitlerin ürkütücü yaralarla ve kanlar içinde dönüşlerini görmek... Korkunç bir şey, hiç unutmayacağım. Zavallı bir Yeni Zelandalı asker yaralanmış, çıldırmış bir şekilde yanından geçen herkese sarılıp onu da kana bulayarak geliyordu. Bazıları ise, düştüğü yerde son nefesini verip öylece kalıyordu..."

Yine savaşlarda görev almış bir Anzak askeri Türkler hakkındaki düşüncelerini şu şekilde dile getirmiştir.

Avustralyalı, 1895 doğumlu. 96 yaşında. 4. Piyade Taburundan. 25 Nisan 1915'te çıkarmayla gelip, 20 Ağustos 1915'te ayrılıyor. Bomba Sırtı, Serçe Tepe, Kanlı Sırt çarpışmalarına katılıyor. J.J.RYAN.

"İyi dürüst ve cesur askerdiler. Nereye gittiğimizi bilmiyorduk. Ne Türkiye, ne de Türkler hakkında bilgimiz yoktu. Türk askerleri cesurdu, ölmekten korkmuyorlardı. Sivil Türk ile temasımız olmadı. Askerler silah donanımı ve beslenme açısından yetersiz görünüyorlardı.

Türkiye'yi ve Türkleri de hiç tanımıyorduk. Çıkartıldığımızda bile askeri yöneticiler bize hiç bilgi vermemişlerdi. Hedefimiz, amacımız neydi onu bile tam bilmiyorduk."

Avustralya ve 1891 doğumlu 11. Hafif Süvari Birliğinden. Yüz yaşında. Yarımadayı son ikiyüz kişiyle terk edenlerden. Bir çok mücadeleye katılmış. Çeşitli çarpışmalarda görev almış: E.W.BARTLETT.

"Onlar da bizim gibi ülkeleri için savaşıyorlardı. İyi ve dürüst savaşçılardı. Hayır. Çok dürüst çarpıştılar ve bizim gibi dürüst kuvvettiler. (Savaşta) Her iki taraftan da değerli insanlar kaybedildi."

Avustralyalı 1884 doğumlu. 97 yaşında. 28. Birlikden Gelibolu Yarımadasına Temmuz 1915'te çıkmış. Kasım sonunda şiddetli dizanteri nedeniyle hastalanmış. Conkbayırı çarpışmalarına katılmış: C.J.HAZLITT.

"Avustralya'yı terk ettiğimizde Türkiye'ye gideceğimizi bilmiyorduk. Gerçekte, Fransa'ya gideceğimizi düşünüyorduk. Ben işaretçi ve koşucu idim. Normal bir 24 saatlik yaşamımız vardı. Türklerle bizzat temasım olmadı. Türklerin dürüst savaşçılar olduklarını düşündüm. Esirlere de çok iyi bakıyorlardı. Gelibolu'da kaldığım süre içinde Türklerin herhangi bir çirkin ya da alçakça tutum ve eylemini işitmedim. Oysa daha sonra gittiğim Fransa'da deneyimlerim çok farklı oldu. Tüm harekâtın, iki taraftan da binlerce kaliteli genç insanın katliamı olduğunu bir sonuç vermediğini düşünüyordum. Savaş da zaten budur."

Anzak kuvvetlerinin 11.Birliğinden olan ve 6 Mayıs-10 Haziran 1915 tarihleri arasında Gelibolu Yarımadası'nda siper savaşlarına katılan William Daniel Devis ise o günleri şöyle anlatmaktadır:

"Avustralya birlikleri ülkeden ayrıldıklarında nereye gidecekleri belli değildi. Türkiye ile savaşta değildik. Ateşkes sırasında ölülerimizi gömerken, bir kez görebildim onları. Sonrası, gene savaştı...

(Türkler hakkında) Özel ve kesin bir düşüncem yoktu. Sadece onlar bizi, biz de onları öldürmeye çalışıyorduk. Yaralanıp erken döndüm. Sağ dönebildiğime seviniyorum. Ülkem için elimden geleni yaptığıma inanıyorum. Birçok arkadaşım benim kadar şanslı değildi.

Verdiğimiz örneklerde de görüldüğü üzere, savaşa bizzat iştirak eden bu insanların, kim olduklarını dahi bilmediği, sadece Türkleri savaşta tanıma imkanı bulmalarına rağmen, Türkler hakkındaki düşünceleri olumsuz değildir. Aksine Türkleri yüceltmişlerdir.

Anzaklar Çanakkale'ye gelmeden önce Türklerin barbar insanlar olduğunu düşünüyorlardı. Gelibolu'da yapılacak çıkarmaya gelen bu insanlar bu duyguları bir kenara bırakmış, geri dönerken bu düşünceleri değişmiş. Türklerin, barbar değil, tam tersine, esire dahi misafir hürmeti gösteren, kahraman ve iyi niyetli insanlar olduğu imajı doğmuştur. Zaten Avustralya'nın çalışmak için ülkeye işçi olma talebini ilk önce Türkiye'ye yapması bu imajın en iyi göstergesidir.

Çanakkale Cephesi'nden (Gelibolu'dan) çekildikten sonra, tekrar Mısır'a intikal eden Anzak Kolordusu, burada Avustralya ve Yeni Zelanda'dan gelen yeni kuvvetlerle takviye edilerek iki kolordu haline getirilmiştir.

Bu kolordulardan biri Ortadoğu Cephesi'nde Türk ordusu karşısında savaşmak üzere kalmış, diğeri ise Fransa'ya nakledilerek Batı Cephesi'nin İngilizler tarafından tutulmakta olan kuzey kesiminde görevlendirilmiştir.

Anzakların Gelibolu Yarımadası'ndaki savaşlarda verdikleri kayıp; 26.094'ü Avustralyalı, 7.571 i Yeni Zelanda'lı olmak üzere toplam 33.665'tir.

Çanakkale savaşları sırasında İngilizlerin hazırlamış olduğu ordularda yer alan bu Avustralyalı ve Yeni Zelandalı insanlar, hiç tanımadığı topraklarda ve hiç bilmediği insanlarla, ayrıca neden ve hangi amaçla savaştıklarını dahi bilmeden, mücadele vermiş, bu mücadele sonucunda, kendi topraklarını savunmak istemekten başka hiçbir amacı olmayan Türk insanının (askerinin) kanını dökmek, aynı ölçüde kendi kanlarını da akıtarak, ellerinde koca bir hiçle savaşa son vermişlerdir.

Bu savaş sırasında Anzakların tek kayda değer elde ettikleri, "dominyon halklarına ve Anzakların, kendilerinin bir sömürge insanı değil, milli bir karakter taşıyan insanlar oldukları duygusunu da kazandırması"dır.

styla45 04-21-2010 01:59 AM

ÇANAKKALE CEPHESİNDE İNGİLİZLER

20.Yüzyılın başlarında Avrupa'da siyasi hava iyice ağırlaşmıştı. Büyük devletlerin jeopolitik ve ekonomik alanlarda egemen olma hırsları düşman kamplar kurulmasına sebep oldu. Bu nedenle Avrupa büyük devletleri eski kuvvetler dengesinden çözülerek karşılıklı iki bloka ayrıldılar. "İlk göze çarpan grup, Merkezi Avrupa Devletleri grubu idi. Üç devletten oluşuyordu. Almanya, Avustralya, Macaristan, İtalya. Bu grubun adı "İttifak Devletleri" idi. Bu anlaşmanın hazırlıkları ta 1871 Alman-Fransız harbinden sonra başlamıştı. Hedefi de Fransa'yı yalnız bırakmaktı. I.Dünya Savaşı başladıktan sonra İtalya'nın yerini; Almanya'nın isteği ve baskısı üzerine Osmanlı İmparatorluğu almıştır. Batı Avrupa devletlerine gelince İngiltere ve Fransa aralarına Rusya'yı da alarak "İtilaf devletleri"ni meydana getirdiler." Bu siyasi kamplara ayrılış ta Rusların izlediği politika ayrı ayrı sorundu. Yüzyıllar boyunca Türk boğazlarından Ortadoğu ve Akdeniz'e inmeyi hedef tutan bir devlet; Avrupa'da oluşan bloklara ters düşmekte hatta korkutmaktaydı. Ancak İngiltere ve Fransa, Rusya'nın sınırsız insan kaynaklarını kullanmak için boğazlardan ödün verip, Rusya'yı yanlarına çektiler.

"Öteden beri Türk boğazlarını alan politikaların önemli ve tehlikeli olanları Slav, Cerman ve Anglo-Frank kökenli politikalardı. Almanlar Baltık, Basfor, Basra ekseninde kuracakları jeopolitik bir kuşakla Akdeniz ve Hint Okyanusu'na uzanmak istiyorlardı. Bu proje Balkanlar üzerinden ve büyük kısmıyla Osmanlı Devleti'nin sırtından gerçekleştirilecekti. Rusların, açık denizlere ve sıcak iklimlere çıkma politikalarının hedefi de aynı coğrafya idi. <![endif]>

19.yüzyıl sonlarına kadar, Akdeniz'in güvenliği bakımından tutucu ve koruyucu bir politika güden İngilizler, bu dönemden sonra siyasetlerini değiştirdiler. Londra otoritelerine göre, Osmanlı Devleti hayatını tamamlamış, mirasını paylaşmak zamanı gelmişti. Fransızlar da benzer koşullar dolayısıyla aynı politikayı izliyorlardı. Üçlü antlaşmanın temelinde yatan hırs bu idi. Osmanlı bu nedenle yalnız bırakılmıştı. Oysa, İstanbul hükümetinin istedikleri haklı şeylerdi. Devlet olarak varlığının garantisini ve özellikle kapitülasyonların kaldırılmasını istiyordu. Bunları şart koşarak Londra, Paris ve İstanbul merkezlerinde yapılan bütün öneriler adeta alay edilircesine hafife alınarak reddedildi. İtilaf Devletlerinin kapıları kapanınca Almanya'nın yanında savaşa girildi. "9 Kasım 1914'de İngiltere Başbakanı Asquith, Osmanlı Devleti'nin savaşa girişi konusunda şunları söylemişti; "Üç ay evvel savaş başladığı zaman Türk hükümetine müttefiklerimizle birlikte, tarafsız kaldıkları takdirde imparatorluk topraklarına, bütünlüğüne saygı göstereceğimi vade etmiştik. Bu ülkenin ikiye bölünmüş politikacıları iki taraf arasında tereddüt geçirdikten sonra nihayet Alman gemilerinin emrivakileri yüzünden ve Alman altınları sayesinde onların tarafında yer aldılar. Aslında silaha sarılan Türk halkı değil Osmanlı hükümetidir ve hiç tereddütsüz söyleyebilirim ki bu silah onları yok edecektir. Türkiye İmparatorluğu intihar etmiştir ve kendi mezarlarını kendi elleriyle kazmıştır." <![endif]>

Zaman geçiyor ve Avrupa cephelerindeki muharebeler gittikçe şiddetleniyordu. Fransa'ya yöneltilen Alman taarruzları, kuzeydeki vurucu kısmı ile Belçika'yı aşmıştı. İngiltere imparatorluğunun sömürge kaynakları henüz yeni seferber oluyorlardı. Almanlar için en önemli sorun, İngiliz kaynakları batı Avrupa''a boşaltılmadan kesin sonuç almaktır. Sonunda Karadeniz olayı adıyla tarihe geçen trajik oyunun sonunda ilkin Ruslar Kafkas sınırına tecavüz ettiler. Hemen arkasından İngiliz deniz kuvvetlerinin Akabe Körfezi, İzmir Körfezi ve Çanakkale Boğazındaki hedeflere ateş açarak düşmanca duruma girdikleri görüldü. Osmanlı devleti bu olaylar sonucu 3 Kasım'da bütün antlaşma bloku ile savaşa girdi.

Çanakkale boğazı karşısında 11 Ağustos'tan beri bekleyen ve boğazlardaki geçişleri kontrol altında tutan İngiliz filosu gün geçtikçe kuvvetlendirilmişti. Harbe girildikten sonra İngiliz ve Fransız filoları ile adeta bir armada haline getirilen bu kuvvetin Çanakkale boğazından İstanbul üzerine her an harekete geçmesi mümkündü. Türk Genel Karargahı seferberlikten başlayarak boğazdaki Müstahkem mevki savunmasını güçlendirmeye çalışmıştı. Kasımdan itibaren bu çalışmalar hızlandırıldı. Boğazın kıyı savunması için 3.Kolordu da Gelibolu yarımadasına kaydıran Türk Başkomutanlığı bu kesimde yeni bir cephe açılmasını bekliyordu.

Çanakkale cephesinin açılmasına dair muhtelif siyasi ve askeri tarihler adeta söz birliği etmişçesine aynı yüzeysel nedenler üzerinde durmaktadır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:

"-1914-1915 kış mevsiminde Kafkaslara doğru girişilen Türk taarruzlarının hafifletilmesi için Rus Başkomutanlığı tarafından yardım isteği;

• - Marmara çevresi ve Trakya'daki Türk yığınağının Süveyş kanalı ve Mısır üzerine kaydırılmasını önlemek,

• - Boğazları açarak Rusya ile bağlantı kurmak, Rusların insan kaynaklarını silahlandırmak, Rusya'nın 1.sınıf ikmal maddelerini serbest piyasalara aktarmak,

• - Henüz durumu belli olmamış bulunan ve fakat Almanya istikametine eğilimi sezilen Bulgaristan'ı üçlü ittifak yararına etkilemek ve Balkanlardaki çıkmazlığı düzeltmek,

• - İtalya üzerinde üçlü ittifakın etkisini kuvvetlendirmek,

• - Trakya ve buraya yakın büyük Türk yığınağını Balkanlar istikametine muhtemel ileri hareketlerden alıkoymak,

• - Karadeniz'de kapalı kalan muhtelif milletlere ait irili ufaklı 132 taşıt gemisi (380000 tonalito)ni kurtarmak,

• - İslâm otoritesine karşı Hilafet'in prestij ve otoritesini kırmak,

• - Gittikçe artacak olan İngiltere kaynaklarını uygun ve yararlı yerlerde kullanabilmek,

• - Manş denizindeki harplere karşı bıkkınlık duyan İngiliz halkına ayrı cephelerde parlak başarılar göstererek moralleri yükseltmek,"

Bu sebeplerin bazıları tamamen ters ve yanlış bazıları söz konusu edilmeyecek kadar önemsiz ve bazıları da doğrudur. Ancak, doğru olan yüzeysel sebepler, asıl temelde yatan gerçek nedenleri bütünleyici niteliktedir. Asıl temelde yatan gerçek sebepler şunlardır."

• 1. Boğazlar çevresi ve Başkent İstanbul üzerine girişilecek bir harekât ile Osmanlı devletinin can noktasına vurmak ve onu en kısa yoldan harp dışı etmek.

• 2. Üçlü ittifakın Baltık-Bosfor-Basra eksenindeki jeo-stratejik kuşağını Bosfor-Basra kanadından koparmış olarak Alman blokunu tek başına Orta Avrupa'da sıkıştırıp tecrit etmek,

• 3. Türk boğazlarını Ruslardan önce ve onların karışmasına olanak bulunmayan bir dönemde ele geçirmek ve bu havzayı elde bulundurmak suretiyle barış masasına oturmak."

Sıralanan bu üç gerçek nedenin anlam ve kapsamında İngiliz ve Fransız siyasetinin bütün istekleri, Akdeniz'in stratejik güvenliği ve daha önce belirtilmiş olan yüzeysel sebeplerin sağlayacağı düşünülen sonuçları mevcuttur.

Birinci Dünya Harbinin çıkmazlığı ve oluşumuna ait bütün olasılıkları dikkate olan Osmanlı Devleti çok önceden ordusunu nasıl kullanacağına dair 4 sefer plânı hazırlamıştı. Bunlardan ilk üçü taarruz ana fikrine göre, dördüncüsü ise savunmaya yönelikti.

Sefer plânına göre uygulanan yığınak planlarının Çanakkale cephesini ilgilendiren kısmında, ana kuvvetler Marmara çevresinde ve Trakya'da toplanmakta idi. Bu durum boğazlardaki savunma gücünün erkenden ve yeterince pekiştirilmesi olanağını vermiş olacaktı. Nitekim gerçekte de böyle oldu.

"Uygulamasına geçilen seferberlik planı bir çok konularda gecikti. Fakat sefer planında Çanakkale savunması için düşünülen 3.kolordunun seferberliği istenilen zamanda yapılmıştı. 3 Kasım'dan itibaren Gelibolu'ya yanaştırılan bu Kolordu zaman geçtikçe yeni kuvvetlerle de takviye edildi. 4.Kolordudan 11.Tümen Ezine bölgesine yanaştırılarak 3.Kolordu emrine verildi. 2.Kolordunun Trakya'daki kuvvetlerinden 5.tümen, kendi kolordusuna bağlı kalmak koşuluyla Kavaksuyu kuzeyine alındı. 3.Kolordudan Halep'e gönderilmek üzere Derince bindirme iskelesine alınan 8.Tümenin yerine Tekirdağ'ında 19.tümen kuruldu, 1915 Şubatında Eceabat'a nakledildi. Böylece 19 Şubat sabahı İngiliz ve Fransız filoları boğaz harekatına başlarken, Çanakkale Müstahkem Mevkinin deniz kuvvetlerine karşı savunması yanında, 3.kolorduya bağlı 4 tümenlik bir kuvvetin ve ayrıca Kavak suyu kuzeyinde hazır tutulan 5.tümenin amfibi hareketlere karşı savunma düzeni de kurulmuş bulunuyordu."

"Çanakkale Boğazındaki Türk savunma tertibinin bel kemiğini "Müstahkem Mevkii" teşkil eder. Mart 1915 başlarında Çanakkale Müstahkem

Mevki emrinde 27 Topçu Bataryası ile bir de Mayın grubu vardı. Bundan başka kara savunmasında 4 piyade tümeni (yukarıda söylediklerimiz 5., 7., 9., 11.) ile 2.Jandarma olayı tahsis edilmişti. Bu birlikler karargahıyla Gelibolu'da bulunan 3.Kolorduy emrine verildi. Ayrıca Maydos-Bigalı bölgesinde ordu ihtiyatı olarak 19.tümen vardı. Müstahkem mevki topçuları Merkez ve Giriş tahkimatı olarak iki grupta toplanmıştı."

styla45 04-21-2010 01:59 AM

Çanakkale'de Osmanlı savunması başlıca üç unsura dayanıyordu:

• 1- Tarabya' daki ağır toplar,

• 2- Gizlenmiş hafif bataryalarla kolaylıkla yer değiştirebilen obüs bataryaları,

• 3- Denizaltı torpilleri (mayonlar).

"Osmanlı ağır topları saldır zırhlılarınkilere nispeten çok zayıftı. Bundan başka tabyaların çoğu ancak kendi atış alanları içine giren gemilere atış edebilmekteydiler."

İzgiliz-Fransız zırhlılarının demirleyip ateş etmelerini engelleyen yön gizli obüs ve biraz da sahra bataryalarıydı. Zırhlılar, tabyaları isabetle dövmek ve oralardaki topları teker, teker tahrip etmek için Boğazın bir yerinde demirleyip veya süratlerini akıntının süratine uydurarak kımıldamadan durunca yükseklerde bulunan obüs bataryaları onlar üzerine ateşini ayarlıyor ve zırhlı olmayan güverte kısımlarını dikine düşen gülleriyle döverek bir çok tahribat yapıyordu.

Boğazların geçilmesini engelleyen üçüncü silah torpillerdi. Bunlardan Boğazın merkezinde bulunan dar kısımda aşağı, yukarı Mesudiye tabyasından Çimenlik tabyasının hizalarına kadar giden bölgeye on sıra yerleştirilmişti."

İngilizlerin Çanakkale Cephesini Açmalarının Nedenleri:

Denizlere egemen olan İngiltere ve Fransa sömürgelerinin bütün kaynaklarından yararlanabilecek durumdaydılar. Almanya ve Avusturya abluka altında olmakla beraber, Alman sanayii mucizeler yaratacak güçteydi. Rusya ise boğazların kapanması durumunda yarı ablukada bulunuyor demekti. Almanlar boğazları kapatarak Rusya'yı yarı kötürüm kılmak ve sonra yıkmak istiyordu. İngiltere ve Fransa'nın da boğazlar üzerinde düşünceleri vardı:

İngilizlerin Tasarıları:

"1915'de Çanakkale zorlanılarak boğazlar açılacak, İstanbul ve boğazların iki kenarı elde tutulacak, böylelikle bir yandan Romanya, Bulgaristan ve Yunanistan kendi yanlarında savaşa sürüklenecek ve bu son devlet Çanakkale'nin Güneyini güven altına alacak, yeni batı Anadolu'da bir çok yerleri işgal edecek. Kocaeli yarımadasını elde tutmak kolay olacak. Bunlar yapıldıktan sonra açılmış olan yoldan Rus ordusu bol silah ve cephane ile beslenip 1916 ilkbahar ve yazında İtalya, Romanya ve Sırbistan'ın da yardımıyla Avusturya-Macaristan İmparatorluğu çöktürülecek. Bunun arkasından batı, doğu ve güney'den Almanya üstüne, üstün ordularla yüklenilerek diz çöktürülecek."

İngiltere ve Fransa hükümetleri Çanakkale seferinden pek çok şey bekledi ve bu uğurda bir düzine kadar zırhlıyı feda etmeyi göze alarak 550.000 kişilik bir kara kuvvetini, pek ağır emek ve masrafları göze alarak aylarca ufacık iki kıyıyı tutarak bu kuvvetin üçte birini kaybetti.

Alman cephesini yaramayacağını anlayan bir kısım devlet adamı ve komutanlar, kendi cephelerinin de Almanlarca yarılmak tehlikesiyle karşılaşmadan savaşı zaferle bitirmek için Çanakkale Boğazının zorlanmasını düşünmüşlerdi, ve bu amaçlara bütün imkanlarını seferber etmişlerdi.

Deniz Savaşına Karar Verilmesi ve Savaş İçin Yapılan Hazırlıklar:

"12Mart'a kadar İngiliz donanması kendini büyük bir tehlikeye sokmadan Boğaz'ın içindeki tabyaları dövmek ve onların toplarını tahribe çalışmak işiyle uğraşır. Alınan sonuçlar o kadar önemsizdir ki 9 Mart'ta Amiral Karden tabyaları uzaktan işaretle dövebilmek için uçak istediğini deniz bakanlığına teller."

Amiral Karden ve İngiltere Deniz Bakanlığı arasındaki telgraflar sonucu; Çanakkale 'nın geçilmesi sonucuna karar verilmiştir. Bunun sonucunda savaş üzerinde egemenlik sağlanabilirdi. Amiral Karden'in 14 Mart'ta Bakanlığa çektiği bir telgrafta bakanlık gibi düşündüğünü bildirir, donanma Marmara'ya geçer geçmez gemi ile bağlantıyı sağlamak için büyük ölçüde asker harekatının başlaması, boğazı zorlarken önemli kayıpların olabileceğini, savaş gemilerinin hazır olmasını ve yedek cephane ister. 15 Mart'ta karşılık gelir: 18 Mart'tan bu yana Mondros'ta savaşa hazır 59.000 kişi bulunabileceğini ve 18.000 kişilik 29.tümeni ek olarak 2 Nisan'a kadar geleceğini bildirir.

Özet olarak Çanakkale geçidindeki tabyaları yakından dövmek için manyaları tahrip edip güvenilir bir geçit sağlamak, bu tarama işini donanma taşlarıyla korumak, bu yapılınca tabyaları yakından dövüp onları kullanılamayacak bir duruma getirmek ve bu biçimde davranarak ilerlemek.

Müttefikler, Çanakkale Boğazını denizden zorlamak için Akdeniz'de, o zamana kadar görülmemiş derecede muazzam bir deniz kuvveti topladılar. 18

Mart sabahı saat 10.30'da görüş şartları uygun olmaya başladığı anda 12 İngiliz ve 4 Fransız büyük savaş gemisi, (Bouvet (Buve), Ocean, (Oşın), İrresistible (irrexzistıbıl), Gaulois (Galova), İnfleixilde (İnfile ksibol), Quen Elizabeth) hastalığı nedeniyle Amiral Karden yerine Amiral de Robek tarafından Boğaz'dan girmeye koyulur. Amaçları Kepez ve Çanak daraltılarındaki tabyaları ateş altında ezip tahrip etmek, yukarıda geçen Mesudiye hizasından Çimenlik hizasına kadar genişlikte bir yol açmak, o yoldan ilerlemek, tabyaları tahrip etmek, mayından temizlenmiş yolu uzatmak ve birkaç günlük vuruşmadan sonra Marmara'ya ulaşmak.

Saat 14.'e kadar süren bu düellosundan donanmanın pek büyük olan üstünlüğü kendini göstermiş, tabyaların ateşi kısmen kesilmiş, kısmen de zayıflamıştı. Saat 14'de Fransız zırhlısı Buve öbür Fransız zırhlılarıyla birlikte nöbet değiştirmek için vuruşmadan çekilirken bizim tahminimize göre bir ağır top güllesi yediği, karşı tarafa göre ise Nusret'in gizlice döktüğü mayınların birine çarparak patlaması sonucu batar ve 630 kişi boğulur. Buve'nin batmasıyla tabyaların ateşi canlanır ve saat 16'ya kadar top düellosu sürer, bu saate doğru tabyaların ateşi çok zayıflar ve amiral bunların artık ameli olarak susturulmuş olduklarını sanır. Bunun üzerine mayın tarama gemileri ilerleyip işe başlarlar, ancak zırhlı toplarının tesiri dışında bulunan Türk obüs ve sahra bataryalarının sıkı ateşi altında kaçışırlar ve önemli bir iş göremezler. Saat 16.11'de Infleksibıl ve Irrezistibol adındaki 1 İngiliz zırhlısı batar. "Tabyaların ateşi yeniden canlanır. Saat 16.30'da donanma boğazı zorlayamayacağını anlar amiral, gemilerine geri dön emri verir ve yaralanmış 2 zırhlıyı ve mürettebatını kurtarmak için uğraşır. Böylelikle 18 Mart yenilgisine kadar gelinir. Bundan sonra Çanakkale'de kara harekatı fikri gündeme geldi.

18 Mart Taarruzunun Bilançosu:

Çanakkale Boğazının iki yakasında mevzilenen Türk topçularının açtığı yoğun ateşler ve karanlık Liman'a dökülan mayınların etkisiyle mevcudunun % 35'ini yitiren İngiliz ve Fransız harp gemilerinden oluşan bu donanma çekilmek zorunda kaldı. İngilizlerin 7 zırhlısı görev yapamayacak hale gelmiştir. Yalnız bu günkü savaşta Bauet (Buve), Ocean, Irresistible batmış; Gaulois (Golova), İnflexible görev yapamayacak haldedir.

18 Mart'ta bizim kayıplarımız ise 58 şehir ve 74 yaralı, 9 top, 1 tabyadan ibarettir. Top mermisinin üçte biri sarf edilmiştir.

Çanakkale'yi Denizden Zorlamaktan Vazgeçilmesi:

Amiral dö Robek 18 Mart vuruşması hakkında o akşam deniz bakanlığına gönderdiği ilk raporda iyimserdir ve vuruşmaya devam düşüncesindedir. Bakanlıkta bu düşünceyi onaylayarak kaybedilen savaş gemileri yerine İngiltere'den 4, Fransa'dan 1. Savaş gemisinin gönderileceğini bildiriyordu. 18 Mart harekatını gözleriyle gören Hamilton ise aynı fikirde değildi. 21 Mart'ta İngiliz tarafında durum buydu donanmanın hala boğazı geçip sonuç alacağına inanan filo komutanı bir amiral, bunun tamamen tersine inanan kara birlikleri komutanı bir general. 22 Mart'ta amiral de Robek, general Hamilton ile görüşmek üzere Queen Elizabeth ile Limni'ye gitti. Alınan kararlarda Lord Liçner'in General Hamilton'a verdiği yönergelerin tesiri büyük olmuştur. Çanakkale'nin, 18 Mart vuruşmasından sonra sadece deniz kuvvetleriyle geçilemeyeceği anlaşılmış; kara birliklerinin de yardımına karar verilmiştir.

I.Dünya Harbinde Çanakkale'deki Kara Hârekatı:

İngiliz ve Fransızlar 18 Mart 1915 deniz bozgunundan sonra, boğazın yalnızca deniz kuvvetleriyle geçilemeyeceğini anlamışlardı. Bu nedenle kara harekatının yapılmasına karar verildi.

Bu kararın verildiği sırada bile donanma yalnız mı yapsın yoksa kara ordusu ise birlikte mi yapsın tartışması sürüyordu. Londra'da Kara ordusuna ihtiyaç olduğunu savunanların başında Lord Fisher geliyordu. Çanakkale'ye gönderilecek kuvvetlerin kararı verildikten sonra Mısır'daki Anzak Tümenleriyle birlikte 70 bin kişilik bir kolordu bu işe ayrılmış oluyordu. Ama hiç kimse bu büyük kuvvetin ne yapacağını, kesin olarak nereye gideceğini dosttan veya düşmandan karşısına nelerin çıkacağını bilmiyordu; ve hâlâ donanmanın tek başına boğazı geçeceğine inananlar vardı. Sonunda esas noktalar ortaya çıkmaya başlamıştı. Donanma asıl saldırısını yapana kadar, Hamilton'nun birlikleri işe karışmayacaktı. Eğer deneme başarıya ulaşmazsa Hamilton Gelibolu yarımadasına çıkarma yapacak, başarıya ulaşırsa yarımadaya zayıf bir kuvvet bırakıp doğrudan doğruya İstanbul üzerine yürüyecekti. Oradan İstanbul Boğazına çıkarılmış bir Rus Birliği ile birleşmesi umuluyordu.

-25 Nisan 1919 Çıkarmaları

-Seddülbahir Çıkarması: 29.İngiliz tümeni Seddülbahir'de beş yere çıkarma yapacaktı. Bu yerler ve İngiliz çıkarma plânı şöyledir:

-Hisarlık Sahili: Üç savaş gemisinin korumasında 3 piyade bölüğü saat 07.30'da karaya çıkmayı başardı. Bunun karşısındaki Türk takımı, on katı kuvvet ve çok şiddetli Donanma ateşi altında ağır kayıplar vererek görevine devam ederek; cesaretle yaptığı taarruzla biraz ilerleyen çıkarma birliklerini Eskihisarlığa attı.

-Seddülbahir -Ertuğrul Koyu: Saat 06.30'da bu yere yaklaşan çıkarma kademeleri, şiddetli bir ateşle karşılandı. Filikalardan erlerin bir çoğu öldü. Özel tertibatlı olan ve 7 bölük taşıyan River Ciy yük gemisi, Seddülbahir'in kuzeyindeki kumsala oturdu. Gemiden sahile geçmek isteyen bir çok er öldü. 100 kadar er gemide sahile geçmek isteyen bir çok er öldü. 100 kadar er gemide hapis kaldı. Ancak akşam boşaltıldı gemi Bu sahili 26.alayın 3.taburuna bağlı 10.bölüğü savunuyordu. Tabur komutanı, bu bölüğü 2 takım ile takviye etti. Düşman çıkarmasını karaya çıkarmayan bu bölüğün, şan ve şerefle dolu Çanakkale tarihinde ayrı bir yeri olmalıdır ve vardır..."

-Teke Koyu Sahili: Buraya çıkan, sekiz yedek kafilesi ile çıkarılan İngiliz Taburu ağır kayıplar verdi, ama sahile çıkmayı başardı. Durumun kötüleşmesi üzerine Savaş gemileri sahile çıkarak şiddetli ve acımasızca ateş açtılar. Türk siperlerine saldırdılar ve siperlere girdiler. Bu yüzden burayı savunan 12.bölük 200 metre kadar geriye alındı.

-Teke Burnu Kuzeyi : Saat 06.00-07.30 arasında iki kademe halinde bir tabur çıkardı. İngilizler karşısında sadece bir tane Türk Gözetleme postası vardı. Çıkarma başladığında bir takım takviye gönderildi. Buna rağmen İngilizler başarı ile uyandı.

-Zığındere Kuzeyi: Bu sahili ihtiyat tabutunun bu bölüğü gözetiyordu. Düşman hiç silah patlatmadan 2 taburu sahile çıkardı. Bu taburların görevi yarımadanın daha güneyindeki Türk kuvvetlerinin geri irtibatını kesmekti. Bu gün öğleye kadar Seddülbahir bölgesi iki Türk taburu tarafından savunuldu.

Bir Türk taburunun, altı düşman gemisinin yakın ateşi altında on tabura karşı mevziinde tutunabilmesi, bir kahramanlık örneğidir ki tarihte bir eşini göstermek her halde zor olsa gerekir.

2.Kumkale Çıkarması: Kumale'ye çıkartmayı Fransızlar yapmıştır. Buraya Albay Rue komutasında 6.Müstemleke Alayı ile bir istihkâm bölüğü ve bir topçu bataryası tahsis edilmiştir. Çıkarmanın görevi Türk kuvvetlerini tespit etmek ve Seddülbahir'deki çıkartmaya müdahaleyi önlemekti.

3-Arıburnu Çıkartması: Bu sahile Anzak kolordusu tahsis edilmişti. Avusturya Tugayını taşıyan 3 savaş gemisi ile 7 muhrip, destek görevi yapan 3 savaş gemisinin korumasında sahile yanaştı. Bu çıkarma Kaba Tepenin kuzeyine yapılacaktı. Akıntı sebebiyle Arıburnu'na yapıldı. Çıkarmanın yapılacağı gözetlenmesi 27.alayın 1.taburuna verilmişti.

26-30 Nisan 1919 Çıkartmaları:

1-Arıburnu Cephesi: Yeni alayların gelmesini beklemek için 26 Nisan'da yapılamayan taarruz 19.Tümen komutanı Mustafa Kemal Bey tarafından 6 alay ile 27 Nisan sabahı başlatıldı. Kıyıya çıkan İngiliz ve Fransız kuvvetleri, yapılan karşı taarrruz sonucu çekilmeye başlamış; geriden gelen kuvvetlerin yardımı ve deniz kuvvetlerinin etkili ateş desteğiyle, Kanlısırt-Sivritepe-Merkeztepe Yükseksert hattında tutunabilmişti.

2-Seddülbahir Çıkarması: 27 Nisan 1915 günü saat 16.00 sıralarında, donanmanın ateş desteğiyle başlayan İngiliz taarruzu, Türk savunma mevzilerinin 700-800 metre ilerisinde Zığındere-Eskihisarlık hattında durduruldu.

2-Kirte Muharebesi (28 Nisan 1915): Çıkarma kuvvetleri komutanlığı, Türklerin güçsüz olduğu ön yargısıyla,taarruza karar vermişti. Hedef, Kirtelerin ele geçirilmesiydi. 28 Nisan 1915 sabahı saat 08.00'de donanmanın desteği altında başlayan İngiliz-Fransız birliklerinin taarruzu, akşama kadar sürdü. İngiliz ve Fransızlar; yapılan Türk karşı taarruzları nedeniyle, geri çekilmek zorunda kalmışlardı. Bu muharebedeki İngiliz ve Fransız kuvvetlerinin zayiatı, 3000'i bulmuştu.

1-2 Mayıs Taarruzları: Müttefik ordusu ile taarruz planlarını başaramamış, yorgun ve bitkin güneyde Alçı Tepe eteklerine çakılıp kalmış, kuzeyde ise Kocaçimen Tepesini uzaktan seyrediyordu. Londra'da Savaş bakanı Lord Kitchener, durumun bu derece kritikleştiğini General Hamilton'dan değil amirallerden öğrendi. 26 Nisan'da Fransız Amirali de Paris'ten takviye istedi. Bunun üzerine Hint, Anzak, Fransız ve İngiliz takviye kuvvetlerinin Mayıs başında gönderilmesi kararlaştırıldı.

Türk ordusuna gelince 27 Nisan'a kadar yarımada güneyindeki kuvvetler üç tümene çıkarıldı. Anadolu'dan 2 alay daha getirildi. Arıburnunda 19.tümen, 7.tümen ise Seddülbahir cephesine gönderildi.

-Arıburnu Bölgesindeki Karşı Taarruzlar:

Anafartalar bölgesine çıkan İngilizleri denize dökmek maksadıyla taarruza geçildi. 1 Mayıs 1915 sabahı, Merkeztepe-Sivritepe-Kanlısırt hattındaki İngiliz kuvvetlerine taarruz sürdü. İngiliz donanmasının etkili ateş desteği bir kez daha. Anzak kolordusunu imha etmekten kurtardı.

-Seddülbahir Bölgesindeki Karşı Taarruzlar:

1-2 Mayıs gecesi gerçekleşen taarruzlar çok kanlı olmuştu. Ancak bir başarı sağlanamamıştı. Türk birliklerinin karşısında İngiliz ve Fransız hatlarında çözülmeler olsa da sabaha karşı harp gemilerinin açtığı ateş sonucu eski mevzilere dönüldü.

2.Kirte Muharebesi (6 Mayıs 1915)

General Hamilton, Türkler mevzilerini tahrip edip takviyeler olmadan, Kirte bölgesini ele geçirmek istiyordu. Bu amaçla bir Avustralya ve bir Yeni Zelanda tugayı Seddülbahir'e getirildi. Ve 11.30'da taarruz başladı. İngilizler, bugün akşama kadar süren inatçı taarruzlara karşın herhangi bir kazanç elde edemediler. Taarruzlar 7, 8 ve 9 Mayıs günleri de devam etti. Bu taarruzlar İngilizlere 6500-7000 insana mâl oldu. Türk tarafının da kaybı büyüktü.

Churcill'in Politik Yaşamının Sonu!

Müttefik Amiralleri 9 Mayıs günü Queen Elizabeth gemisinde toplandılar. Boğaza yeni bir zorlama yapılması görüşüldü. Plan ve öneri Keyes'indi. Londra'ya bildirildi. 11 Mayıs sabahı Churchill, Deniz Bakanlığında buluşarak bu konuyu konuştu. Bu iki insan tam bir fikir ayrılığındadır, bu konuşmaları devam ederken Çanakkale'den yeni bir haber geldi. "Galath zorhlısı batırılmıştı." Bunun sonucu Queen Elizabeth'i hemen Akdeniz'den çekme kararını Churchill de kabul etti. Bu durum Savunma Bakanı Lord Kitchener'e 13 Mayıs'ta söylendi. 14 Mayıs'ta yine bir toplantı sonucu, bir karar varılamamış. Ve ertesi günü artık Çanakkale'nin isteklerini karşılayamadığı gerekçesiyle Fisher istifa etti. Churchill bu mektubu pek de ciddiye almadı. Çünkü Fisher daha önce de istifa etmişti. Ama Fisher tüm ısrarlara rağmen geri dönmedi. Fisher'in istifasını duyan Muhalefet lideri başbakana bir muhtıra verdi. Avam kamarasında Gensoru açarak güven oyuna gideceklerini açıkladılar. Bundan sonraki birkaç haftada olaylar hızlandı. Muhafazakarlar ne pahasına olursa olsun Churchiil'i kabineden çıkarmak istiyorlardı. Yeni kabine 26.Mayıs'ta açıklandı ve Churchiil ta II.Dünya savaşı başlayıncaya kadar 24 yıl oraya dönemeyecekti.

-19 Mayıs Taarruzu:

Başkomutan Vekili Enver Paşa 11 Mayıs'ta Çanakkale cephesine gelerek her iki cepheyi de denetledi. Sonra ordu komutanı ile fikir birliği içinde Arıburnu cephesinden taarruz edip düşmanı denize dökmeye karar verdi. Taarruz 19 Mayıs 1915 saat 03.30'da başladı. Başlangıçta bazı başarılar ? edildi. Savaş gemilerinin ateşi, makineli tüfeklerin yan ateşleri ve karşı taarruzlar sebebiyle geri çekilmek zorunda kaldılar. Bu savaştaki kaybımız 3000 şehit ve 6000 yaralıyı bulmuştur."

Büyük ümitlerle ve çok güzel bir plânla kat'i sonucu almak için başlatılan kuşatma ve bunun bir parçası yeni çıkarma, yerini tekrar mevzii savaşlarına bıraktı. Buna ikinci mevzi savaşı demek daha doğru olacaktır. Ağustos'tan evvelki mevz'i savaşları zaman zaman iki tarafın baskın ve taarruzları ile hareketli geçmişti. Ağustos'tan sonraki bu ikinci mevzii savaşlarında ise her iki taraf da ağır kayıplar vererek yorgun düştüğü için önemli bir taarruz hareketi olmadı.

Ağustos taarruzlarını Eylül ve Ekim taarruzları izledi. Çanakkale'deki olumsuz hava şartları müttefik erlerini iyice bezdirmiş, moral gücünü çöktürmüştü. Londra da artık Çanakkale'de bir sonuca varılmasını istiyordu. Hamilton'un aleyhinde kuvvetli rüzgârlar esiyordu. Bundan önceki gibi, sonraki harekâtlarda Hamilton'un beceremeyeceği gerekçesiyle Hamilton görevden alındı. Londra, Çanakkale'den bunca zaman geçmesine rağmen bir sonuç alınamaması sonucu bir çok amiralin yerlerini değiştirmişti. Çanakkale'de doğan bir sonuç Londra'da bir bunalıma sebep oluyordu.

ÇANAKKALE'DEN ÇEKİLMEK KARARI

13 Kasım'da Kiçner Çanakkale cephesini teftiş eder, gördükleri ve işittikleri onda artık bu işte başarı ümidi kalmadığı inanını doğurur. Oradan Selânik'e gider ve oraya çağırttığı Komodor Keys'le görüşüp kendisine şunları der. "İşte o yeri Çanakkale cephesini) gördüm, orası pis bir köşedir (c'est un sale coin) ve hiçbir zaman geçemeyeceksiniz" Böylelikle Gelibolu Yarımadasını boşaltmak kararı kesinleşir.

25 Nisan 1915 Müttefik çıkarmasıyla başlayan ve 9 Ocak 1916'da İngiliz boşaltması ile sona eren Çanakkale Savaşları çok kanlı geçti. Kayıplar hakkında tam bir fikir birliği yoktu. Ama bütün ciddi kaynaklar birbirine yakın rakamlar verilmektedir. Osmanlı Genel Kurmayı Türk Ordusu kayıplarını şöyle vermektedir:



Şehit : 55.127

Yaralı : 100.177

Kayıp : 10.067

Hastalıktan ölüm : 21.498

Hastalıktan Terk : 64.440

TOPLAM : 251.309

İngiliz resmi kaynaklarına göre kayıpları:

Katılan asker : 410.000

Ölü ve Kayıp : 43.000

Yaralı : 72.000

Hasta : 90.000

TOPLAM KAYIP : 205.000

Bir milletin kaderini değiştiren bir Mustafa Kemâl'in çıkışı Çanakkale Savaşları ile başlar. Mustafa Kemâl kendi ham maddesini kendisinde bu savaşta buldu. İrade, mantıklı karar verme ve kararlarında isabet, bu kararları azimle uygulama, kendine güven, büyük bir seziş kabiliyeti gerektiğinde sorumluluktan kaçmamak ve engin bir yurt sevgisidir.

O bunları savaşta denedi ve çok kanlı oldu. Ama bundan yine bir kazandı oldu. Savaştan nefret etti, insancıl kaldı, daima barışı önerdi. Yurt içinde de barış, yurt dışında da barış!...

Atatürk eliyle boğazı işaret ederek Çanakkale savaşını ve bu savaştan alınması gereken dersi şöyle özetler: "Biz orada İngiliz, Fransız donanmasını Boğazın dışında tuttuk ve onların müttefikleri Rusya ile irtibat kurmalarını önledik. Rusya böylece çökmüş oldu. Ama neticede biz de yıkıldık. Siz Almanlar İngiliz boğazından, biz Türkler'de bu boğazdan çıkmadıkça çökmeye mahkûmuz. Zaferi, denizi kontrol altında tutan, ihtiyacı olan şeyi, ihtiyacı olduğu zaman, istediği yere ulaştırabilen ülke kazanır."

Boğazların Kapalı Tutulmasının Etkileri:

-Osmanlı'nın savaşa katılması ve boğazları kapaması, müttefiklerin açamaması hiç kuşkusuz savaşın en önemli olayıdır. Bu durum savaşı iki yıl kadar uzatmıştır.

• - Çanakkale Zaferi sonucu Bulgaristan bizim yana geçti.

• - Alman yardımı ve Rus cephanesizliği Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun 1916 yazında tümden çökmesini güç önledi.

• - Rusya ve batılı bağlaşıkları arasında bir güvensizlik havası esmeye başladı.

• - Çanakkale yenilgisi ile bir İngiliz tümenini Irak'da Kût'ül Amara'da tutsak edilmesi İngiltere'nin doğu ülkeleri üzerindeki itibarını sarsmıştır.

• - Rusya'nın çökmesi ve komünistleşmesi de siyasî bir etkendir.

• - On milyon genç ölmüş, daha da çoğu sakat kalmıştır. Kentler yıkılmış, arkada bütün bir kuşağın onaramayacağı yıkımlar yığını bırakıldı.

Çanakkale Zaferi'nin ve Savaşın Bu Yüzden Uzamasının İngiltere'de Doğurduğu Hükümet Bunalımları:

18 Mart yenilgisinden bu yana Çanakkale seferinin donanmayı erittiğini, batan ve savaşamayacak durumda olan zırhlıların sayısının onu bulduğu İngiltere'de sebep olur. 14 Mayıs 1915'de toplanan savaş komitesi çok tartışmalı geçer. Ertesi gün Amiral Fişer, Deniz Bakanı Çörçil'in kendisine danışmadan kararlar alması sebebiyle istifa eder. İş başında bulunan Liberal Parti Hükümeti Meclisteki pek büyük çoğunluğuna rağmen muhafazakârların bu durumu tartışma konusu yapmaları korkusundan çekinir ve karma bir hükümet kurulur. Böylece Aksuis yine başbakan kalır, ama çoğunluğu muhafazakâr bakanlar oluşturur.

İkinci hükümet bunalımı umulmuş olduğu gibi başarılı Rus saldırılarıyla önce Avusturya-Macaristan'ın ve sonra Alman Doğu cephelerinin çöktürülmesi olayının gerçekleşememesi üzerine 5 Aralık 1916'da olmuştur.

İngiltere'de Malî ve Ekonomik Durum:

Logt Core Anıları'nda Avrupa'da en zengin ulusun İngiliz ulusu olduğunu belirtir. Savaş sonunda ise İngiltere borçlu devletler arasına girecektir. Türkiye savaşa girmemiş ve Çanakkale Zaferiyle savaş iki yıl uzamamış olsaydı İngiltere doğal sayılabilecekken üstün bir sarsıntıya uğramış olmazdı. Savaşın uzamasıyla İngiliz devlet borçlarının 8 milyara yaklaşmasıdır ki devlete mali ve ekonomik bakımdan belini doğrultması son derece zor bir çarpı indirmiştir. İngiltere'de büyük bir işsizlik bunalımı yaşanır. Savaştan önce sanayide gerileme, savaştan sonra yerini bundan doğan yoksullaşmaya bırakacaktır.

Çanakkale Savaşlarına katılan İngiliz subay ve o esnada görevde bulunan İngiliz devlet adamlarının o günlerin heyecanını yansıtan olaylar ve Türk askerî için söylenen sözlerden bazıları.

"Türk askeri kadar vatanı için gözünü kırpmadan ölen, savaş anında müthiş cesaret ve fırtınalar yaratan, ateş kesildiği zaman onun kadar iyi yürekli, yumuşak kalpli, düşmanın yaralarını saran, sırtında taşıyarak onu ölümden kurtaran bir asker yeryüzünde görülmemiştir."

General Wiliam Birdword

Çanakkale Karma Kolordu İngiliz Kumandanı

"Türk askerinin savaş içinde haiz olduğu yüksek niteliklerinin önceden layıkıyla bilinmemesi İngilizler için felaket olmuştur. Türk askerinin ne yaman bir muharib olduğunu İngilizler kendileri ile dövüştükten sonra anlamışlardır.

Aspinol Oglander

İngiliz Generali

"Çok cesur harbeden, iyi sevk ve idare edilen asil Türk ordusu karşısında bulunuyoruz."

İngiliz Ordu Komutanı

Orgeneral Hamilton

"Türk askeri yenilgi bilmez, dünyada yenilgi adına kavram tanımaz. Türkler Asya'nın centilmenleridir."

İngiliz Mareşali Frenc

"Başka millet askerinin artık savaşı kaybettik, yenildik diye silahını bırakıp savaştan vazgeçtiği hallerde; Türk askeri için ise savaş yeniden başlamıştır."

İngiliz General, Mavde

"Avrupa'da hiçbir asker yoktur ki, bu ifadenin altını çiziyorum. Savunmada Türklerle mukayese edilebilsin. Misal olarak Çanakkale'yi vermek isterim. Orada bizim gemi ateşlerimizle büyük kayıblara uğrayan birlikler Türk olmasaydı yerlerinde kalamazlardı, halbuki Türkler bütün muharebe süresince yerlerinden ayrılmadılar.

İngiliz Generali Taüshard.

"1915 yılında bütün Avrupa'da milyonlarca insanın hayatı ortaya konmuş büyük taarruzlar yapılmıştı. 2-3 milyon asker ölü ve yaralı bulunmakta, 4-5 bin harb gemisi denizlerde dolaşmaktaydı. Fakat bunlardan hiçbirisi Nusrat'ın döktüğü mayınlar kadar harbin devamına ve düşmanın istikbaline müessir olacak bir başarı gösterememiştir." Wiston Curchille

Çanakkale Savaşları sonunda Osmanlı Devleti ve İngilizler'in başını çektiği İtilaf Devletleri büyük kayıplara uğradı.

İtilaf Devletleri boğazı geçmek için tüm imkanlarını seferber ettiler. Öyle ki çoğunu dominyonlarının oluşturduğu, ne için savaştığını dahi bilmeyen binlerce insanı bu uğurda feda etti.

Konumuz olan İngilizlere gelince, İngilizler ağır asker kaybının yanında, savaş esnasında ve sonunda büyük hükümet bunalımları yaşadı. Çanakkale Savaşı İngiliz ekonomisini büyük darbe vurdu. Uzun yıllar ülke ekonomisi bunun sıkıntısını çekti.

Savaşın en ağır faturası ise Osmanlı'ya çıktı. Osmanlı'nın kayıbları telâfi edilemeyecek ölçüde büyüktü. Çünkü Osmanlı Devletleri savaşta aydınlarını, üniversitelilerini yani ülkenin geleceğini tamamen kaybetti. Mustafa Kemâl'in dediği gibi "Biz buraya bir Darülfunun gömdük." Türkiye bunun sıkıntısını hâlâ çekmektedir.

Yerli ve yabancı devlet adamları ve askerlerin birleştikleri ortak nokta ise, Türk askerinin cesareti ve topraklarını korumak için göstermiş olduğu olağanüstü mücadele tarihte emsali görülmemiş kadar büyüktü. İtilaf devletlerinin karşısında Türk askeri değil de başka milletten bir asker olsaydı savaş kısa sürede biterdi. Türk askerinin Çanakkale'ye gösterdiği olağan üstü mücadeleyi tüm dünya takdir etti.

styla45 04-21-2010 02:00 AM

ÇANAKKALE DENİZ SAVAŞLARI (19-ŞUBAT 1915 18 MART 1915)

I. Dünya Savaşı'nda çarpışmaların ve kahramanlıkların en üst düzeyde gösterildiği Çanakkale Cephesi Savaşları Türk ve Dünya tarihleri arasında önemi yadsınamayacak bir yere sahiptir.Kuşkusuz tarihte hiçbir cephe Çanakkale Cephesi gibi dünya tarihinin akışını değiştirmemiştir.Bağımsız Türk Cumhuriyeti'nin kurulmasının temel taşlarından birini teşkil eden ayrıca Emperyalizme karşı verilen bu üstün direnişin tarihi Türk milletinin cesareti sayesinde zaferle sonuçlanmıştır.

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞINDA ÇANAKKALE CEPHESİ VE DENİZ SAVAŞLARI (19 ŞUBAT 1915-18 MART 1915)

Birinci Dünya Savaşı, 19. yüzyıl ile 20. yüzyılın başlarında meydana gelen olay ve gelişmelerin bir sonucudur. Bu bakımdan sebeplerini bu dönemde aramak gerekir.

Birinci Dünya Savaşı, Avrupa'da dört merkezi devlete karşı, Avrupa ve diğer kıtalarda bulunan yirmi beş devletin giriştiği, o tarihe kadar görülmemiş ilk dünya savaşıdır. I. Dünya Savaşı Avrupa'da ittifak ve merkezi devletler diye adlandırılan Almanya, Avusturya-Macaristan, Osmanlı Devleti ile itilaf devletleri diye adlandırılan İngiltere, Fransa, Rusya, İtalya, Yunanistan, Sırbistan, Karadağ, Belçika, Portekiz, Romanya, A.B.D, Brezilya vb. meydana gelmiştir.

I. Dünya savaşının genel ve özel olmak üzere iki nedeni vardır.

• a) GENEL NEDENLER:

Fransız ihtilalinin getirdiği yeni anlayış ve görüşler siyasi ve sosyal hayatta büyük

değişiklikler yapmıştı. Milliyetçilik düşüncesi özellikle 20. yüzyılın başlarında etkisini göstermiştir. 1815 yılında Viyana Kongresi ile Avrupa'ya yeni statü getirilmiş ve buna göre de güçler dengesi kurulmuştu. Özellikle 1870 Sedan Savaşı ile Alman ve İtalyan birliklerinin kurulması ve bu devletlerin girişimlerde bulunmaları Viyana Kongresi statüsünü ve güçler dengesini büyük ölçüde değiştirmiştir.

19. yüzyıl içinde önem kazanmış diğer bir gelişmede sanayileşmedir. Sanayileşme sonuç olarak sömür geliciliği doğurmuş, büyük devletlerin çıkar çatışmaları Afrika, ve Uzakdoğu'ya kadar yayılmıştır. Hammadde ve Pazar arayışı hızlanmış, bütün devletler sömürge yarışına girmiştir. Bazı devletlerin siyasi birliklerini geç kurmaları blokları ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bloklar hızla silahlanarak yeni bir savaşın şartlarını hazırlamıştır.

• b) ÖZEL NEDENLER:

Devletlerin izledikleri politikalar ve çeşitli çıkarlar özellikle bu devletleri karşı karşıya

getirmiştir. Rekabet ittifak ve itilaf devletleri arasında meydana gelmiştir. Savaş öncesi devletlerin durumuna bakıldığında ;

Almanya:

Siyasal birliklerini kurduktan sonra (1871) ekonomisinde büyük bir canlanma meydana gelmiştir. Biriliğini geç kurduğundan dolayı sömürgeciliği geç başlamıştır. Özellikle İngiltere ile rekabete girişmiştir.

İngiltere:

Almanya'nın siyasal ve ekonomik açıdan güçlenmesinden rahatsız olmuştur. Kendisine rakip olabilecek güçlerden kurtulmayı istemektedir. Buna karşı deniz kuvvetlerini arttırmıştır.

Fransa:

1870 Sedan Savaşı ile Almanya'ya kaptırdığı Alsance-Loren bölgelerini geri almak istemektedir. Bundan dolayı Almanya'ya karşı bir düşmanlık içindedir.

Rusya:

Rusya, Panislavizm'i gerçekleştirme amacındadır.

İtalya:

Sömürgecilikte geri kalmıştır. Amacı yeni sömürgeler ele geçirmektir.

Avusturya-Macaristan:

En büyük tehlikesi Rusya'dır. Panislavizm'e karşı mücadele etmiştir.

SAVAŞIN BAŞLAMASI:

Avusturya BÜYÜK Sırbistan'ı kurmak isteyenlere gücünü göstermek üzere 1914 yılı Haziran ayında Bosna da bir manevra yapmaya karar vermiştir. Buna katılmak üzere veliaht Ferdinant da Saray Bosna'ya gelmiştir. Ancak veliaht 28 haziran 1914 günü bir Sırplı tarafından öldürülür. Buda I. Dünya savaşına yol açan olayın başlangıcı olur. Avusturya bu olaya Sırbistan'a savaş açarak karşılık verir. Bunun üzerine Almanya, Avusturya-Macaristan'ın, Rusya da Sırbistan'ın yanında yer alır. Böylece savaş kısa bir zaman içinde bütün Avrupa'yı etkilemiştir.

I. Dünya savaşına Osmanlı Devletinin Almanya'nın yanında girmesinin nedenleri ilk bakışta devletin ileri gelenlerinin Alman hayranlığı ve daha sonra Trablusgarp ve Balkan savaşlarında kaybedilen yerlerin geri alınabileceği, Kars, Ardahan ve Batum'un yeniden alınabileceği, Mısır'ın yarım yeniden İngiltere'den alınabileceği, Rus, Mısır ve İngiltere sömürgeleri olan Türk ve İslam ülkelerinin istiklale kavuşabileceği, Girit ve Kıbrıs adalarının tekrar devlete bağlanabileceği gibi düşünceler mevcuttu. Osmanlı Devleti bu toprak beklentilerinin yanı sıra yalnızlıktan da kurtulma istiyordu. Almanya ile 2 ağustos 1914 te gizli bir ittifak anlaşılmasının yapılması, Alman desteği ile ülkenin kalkınabileceği ve iki Alman gemisinin (yavuz ve Midilli) Osmanlı topraklarına sığınması savaşa girmemizde etkili olmuştur.

Almanya'nın Osmanlı Devleti'ni Savaşa sokmak istemesinin Nedenleri:

Almanya, Avrupa'nın Doğusunda Rusya, Batısında ise İngiltere tarafından sıkıştırılmıştır. Bundan dolayı Avrupa'daki savaş yükünü hafifletmek, Osmanlı Devleti'nin Jeopolitik konumundan yararlanmak istiyordu. Almanya özellikle geçiş yollarının tutularak Rusya'ya ulaşılmasına engel olmak düşüncesindeydi.

OSMANLI DEVLETİ'NİN SAVAŞA GİRMESİ:

Osmanlı Devleti'nin tarafsız kalması en çok itilaf devletleri istemekteydiler. Özellikle Rusya boğazların kullanılması ve kendisine yardımın kolay yapılabilmesi için bu durumun devam etmesini istiyordu.

Almanya, ittifak anlaşmasından sonra Osmanlı Devleti üzerindeki baskılarının savaşa girmesi yönünde arttırmaya başladı. Bu arada Alman askeri heyetinden bazı subaylar Osmanlı ordusunda önemli bazı görevlere getirilmişlerdi.

Sonuçta, Yavuz (Goesa) ve Midilli (Breslav) gemileri Amiral Sovchen komutasında 28-29 Ekim 1914 gecesi Rusya'nın Odessa ve Sivastopol Limanlarını topa tutması fiilen Osmanlı Devletini savaşa sokmuş oldu.

Bu olay üzerine önce Rusya ardından İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti'ne savaş açtılar. Böylelikle savaşa resmen katılan Osmanlı Devleti I Dünya savaşında bir çok cephede savaşmıştır. Savunma Cephesi olarak kurulan ve oldukça öneme sahip bulunan Çanakkale Cephesi'nin açılmasının nedenleri ve meydana gelen Deniz savaşları üzerinde duracağız.

SAVAŞ ÖNCESİ DÜŞÜNCE VE İTİLAF DEVLETLERİNİN SAVAŞ PLANLARI:

• 1) Baltık Denizine Egemen Olmak Planı:

"Baltık Denizine egemen olmak ve hem Ruslara silahla cephane yetiştirmek, hem de Almanya'nın mesafelerce düz kumluk halinde bulunan Pomeranya kıyılarına, Berlin'den 150-200 km uzaklıkta olan yerlere, büyük bir Rus ordusu çıkarmak. Lora Fiser'e göre ayrıca üç yere üç ordu çıkarılacak biri asıl çıkış ordusu, diğer ikisi gösteriş ve şaşırtma orduları olacaktır.

Planın esaslarına göre İngiliz donanması, Almanya Frizon (Frize) adalarından Batı'da bulunan Bordum adasını ele geçirip onu Çanakkale önündeki Limni, İmroz ve Bozcaada gibi bir üs olarak kullanacak, o bölgede denize dökülen Alman ırmaklarının ağızlarını tıkayacak, Kiel kanalını tahrip edecek ve genel olarak Almanya'nın kuzey deniz kıyılarını torpille kuşatacaktır.

• 2) LOYD CORC Planı:

Loyd Corcc planının esası ilkbaharda kuvveti 700 bin kişiye varacak olan yeni birliklerin Fransa'da Batı cephesine gönderilmeyip Balkanlar'da kullanılmasıdır. Loyd Corc ayrıca Türklerin Süveyş kanalına saldırdıkları sırada, Suriye'ye 100 bin kişilik bir kuvvet çıkararak 80 bin kişilik Türk ordusunu mağlup etmeyi'de düşünmüştür. Böylelikle Suriye ele geçirilmiş ve Kafkasya ile sıkışık durumda bulunan Ruslara yardım edilmiş olunur.

Amiral Fişer Batı cephesini Baltık yolu ile Kuzeyden çevirmeyi, Loyd Corc ise aynı işi Balkanlar'dan veya Adriyatik kıyılarından yapmayı istemektedir.

• 3) JOFR Planı:

Bu düşüncede olanlar her şeyi bir kenara bırakarak ilk olarak Almanya'yı ezmeyi istemektedirler. Buna klasik düşünce ve plan denilebilir. Bunu isteyenler, elde edilecek bütün kuvvetlerini, yani en çok İngiltere'de önce gönüllü sonra mecburi olarak silah altına alınan ve alınacak olan birkaç milyon askerin hepsini veya hemen hepsini Batı cephesine yığmak ve Alman ordusunu kemire kemire ezmek düşüncesindedirler. Bu düşünceler ileri sürenlerin başında Fransız orduları başkomutanı Jofr ile İngiltere İmparatorluk genel kurmay başkanı General (sonra mareşal) Robertson bulunmaktadır.

• 4) Çörçil-Hankey'in Boğazları Zorlama Planı:

Baltık denizine girmek planı da kısmen deniz bakanının düşünceleri arasında olmakla birlikte Çörçil, hemen bütün gücünü Çanakkale'nin zorlanması üzerinde toplayacaktır. O sırada İngiltere'de Osmanlı Devleti, düşmanların en zayıfı sayılıyordu. O, Almanya'dan damla damla ve adeta kaçak gibi Romanya ve Bulgaristan yolu ile silah ve cephane alabiliyordu, dolaysıyla Türk'ün kahramanlığını göz önünde tutmayanlar Boğazları zorlamayı nispeten kolay sayabilirlerdi.

Uzlaşma Devletleri Çanakkale'ye denizden saldırıya girişecekleri sırada Osmanlı Devleti'nin durumu onlar açısından böyle bir saldırı için elverişli görüntüdeydi. Osmanlıların Sarıkamış üzerine yaptıkları büyük saldırı bozgunla sonuçlanmıştı. Mısır'ı İngilizlerden kurtarmak amacıyla giriştikleri kanal harekatları umulanları getirmemişti. Bu arada Balkan Devletlerinden Bulgaristan, Romanya ve Yunanistan'la Dünya Savaşı'nın başlamasından beri bir antlaşmaya varılması için sürüp gelen siyasal görüşmelerden de olumlu bir sonuç alamamıştı.

Bulgarların çekingen davranışı Almanya ile Osmanlı arasında doğrudan bir bağlantının kurulmasını engellediğinden Osmanlı ordusunun yoksun bulunduğu Modern savaş gereçleri ile donatılmaması da gecikmekteydi.

Bu durum uzlaşma Devletleri'nin Osmanlılara karşı bir saldırıya geçmelerine elverişli gibi görünmekteydi. Ne var ki aralarında bu maksatla hazırlanmış bir harekat alanları yoktu.savaş sonucunun batı cephesinde ve kısa bir zamanda alınacağına inanılmaktaydılar. Üstelik İngiltere'nin büyük bir kara ordusu kurmak için giriştiği hazırlıklar da tamamlanmış değildi. Çanakkale üzerine bir saldırı için ilgililer arasında kesin bir antlaşmaya henüz varılmamıştı.

ÇANAKKALE'YE SALDIRI FİKRİ

Çanakkale'ye saldırı fikrinin bir Rus sorunu ile bir olup-bitti olarak ortaya çıktığı görülmektedir. Sarıkamış saldırısının Osmanlı çıkarına geliştiği sırada Rus Orduları Başkomutanı Grandük Nicolar, İngiliz Harbiye Nazırı Kitchner'den Osmanlı kuvvetlerinden bir kısmının Kafkas cephesinden uzaklaştırılmasını sağlayacak bir kara veya deniz gösterisinin yapılmasının mümkün olup olmadığını sormuştur (Aralık sonları 1914). Grandük böyle bir gösteri için Çanakkale'den söz etmemişti. Grandük'ün sorusu Londra'ya ulaştığı sırada, Çanakkale seferi düşüncesi çoktan doğmuş bulunuyordu. Tartışılan yanı yapılacak seferin yalnız savaş gemileriyle mi yoksa aynı zamanda bunların kara kuvvetleri tarafından desteklenmesi suretiyle mi yapılacağıydı.

1908'de İngiltere İmparatorluğu Ulusal Savunma Konseyi Boğazların yalnız savaş gemileriyle aşılması konusunu etüt etmiş ve XIX. Yüzyıl başlarında Lora Nelson'un bu konuda öne sürmüş olduğu bir fikre saplanıp kalmıştı. Nelson, "Bir kara kuvveti tarafından desteklenmeden istihkamlara saldıran gemici delidir" demişti. Fakat birinci dünya savaşı başladığı sırada İngiltere'de Nelson'un düşüncesini paylaşmayan bir insan yetişmiş bulunuyordu: Churchill

Churchill ve Çanakkale

Churchill düşüncesini Dünya Savaşı'ndan birkaç yıl önce Londra'yı ziyaret etmiş ve onunla görüşmüş olan Enver Paşa'ya şöyle anlatmaktadır; "Londra'da bulunduğum sırada Churchill ile bir dünya savaşı çıkması durumunu tartışmıştım. Böyle bir savaşta Türkiye'nin ne yapacağını bana sordu. Ve arkasındanda şunu dedi: "Eğer Türkiye Almanya tarafını tutarsa İngiliz filosu Çanakkale Boğazı'nı zorlayıp geçecek ve İstanbul'u alacaktır."

Churchill'in Çanakkale seferi ile ilgili çalışmaları İngiltere'nin Osmanlı İmparatorluğuna savaş açmasından önce başlar. Churchill 1 Eylül 1914'te İngiliz filosunun Çanakkale'yi zorlamasına ve Yunanistan'ın Gelibolu'ya asker çıkarmasına dayanan bir tasarı hazırlar. Fakat Bulgarlardan kuşkulanan Yunanistan, tarafsızlığından ayrılıp İngiltere'ye yanaşmadığı için bu tasarı suya düşer. Ayrıca Churchill, Mısır'ın en iyi biçimde savunulmasının Gelibolu'ya saldırmakla mümkün olduğu yolundaki düşüncesini de savaş komitesi tarafından çok kuvvete ihtiyaç duyulacağı için iltifat görmez.

Yukarıdaki sözü edilen Rus orduları Başkomutanının Osmanlı İmparatorluğu'nun her hangi bir yerinde bir gösteri yapılması isteğinin Londra'ya varması üzerine (31 Aralık) Churchill'in Başvekile sunduğu bir raporda "Savaşın duyurulmasından beri Gelibolu'ya saldırılmasını istemekte idim" demektedir. Bu kez Lloyd George ile Savaş komitesi genel sekreteri Hanway, Harbiye nazırı Kitchner ve Lord Fisher de Churchill'in fikrine katılmışlardır. Şu şartla ki kara kuvvetleri sağlanmadığı takdirde Çanakkale Boğazı sadece savaş gemileriyle zorlanacaktır. Bu suretle Rusya'nın "gösteri" isteği de yerine getirilmiş olacaktır.

3 Ocak'ta Churchill, Çanakkale'yi abluka altında bulunduran Amiral Garden'den Boğazın yalnız denizden zorlanmasını mümkün görüp görmediğini sorar. Sorusuna bu iş için eski savaş gemilerinin kullanılacağını ve sağlanacak sonuçların, uğranılacak kayıpları haklı göstereceğini de ekler.

5 Ocak'ta Amiral Garden'in cevabı gelir: Bir baskınla Çanakkale Boğazı'nın zorlanabileceğini sanmadığını fakat esaslı bir plana dayanılarak sayısı fazla gemilerle bunun yapılabileceğini bildirir. Bu cevap savaş komitesi üyelerini tatmin eder. Bu suretle Churchill'in Çanakkale seferi ile ilgili hazırlıkları başarı ile sonuçlanır. Bundan sonra 20 Ocak'a kadar sürecek bir zaman içinde sefer planı hazırlıklarına geçilir. Bu sırada sefere Fransa'nın da katılması sağlanır. Churchill, Fransa'dan önemli bir yardım dilemediklerini bu devletten ancak işbirliği, saldırı tasarısı üzerinde anlaşma ve onu birlikte hazırlama dileğinde bulundukların belirtmiştir.

GARDEN'İN PLANI

Çanakkale'yi geçme planı Amiral Garden tarafından hazırlanmış ve 13 Ocak'ta Savaş komitesi tarafından onaylanmıştı. Plan önemli deniz kuvvetlerinin kullanılmasını öngörmeliydi. 12 zırhlı, 3 savaş kruvazörü, 3 hafif kruvazör, 12 destroyer, 6 deniz uçağı, 12 torpil tarayıcı gemisi ve daha bir çok başka çeşit gemiler.

Plana göre ilkin boğaz'ın girişini savunan dış bataryalar uzun mesafelerden bir ateşle tahrik edilecekti. Dış bataryaların ikisi boğazın Anadolu yakasında bulunan Orhaniye ile Kumkale'den, diğer ikisi de Rumeli yakasındaki Ertuğrul ile Seddülbahir'den ibaretti. Boğaz'ın bunlar arasındaki genişliği 4 km kadardı. Bundan sonra Boğaz'a girilerek Anadolu yakasında Kepez, Rumeli Kilitbahir'e kadar olan ve merkez savunma sistemi denilen tahkimatla bataryalar bombardıman edilerek tahrip edilecekti. Bu işte son bulunca, Çanakkale ile Nara arasındaki savunma sisteminin son kısmı ateş altına alınarak zararsız duruma getirilecek ve Marmara'ya girilerek İstanbul yolu tutulacaktı. Bu bombardıman aşamalarının her birinde savaş gemileri yol almaya başlamadan önce torpil tarlaları ayıklanmış olacaktı. Planın yürütülmesi için 15 şubat saptanması başarı ümitleri de havaların iyi gitmesine; yol, cephane sağlanmasına ve Türklerin savunmada göstereceği yılgınlığa bağlanmıştı.

ENVER PAŞA VE BOĞAZLARI SAVUNMA SİSTEMİ:

Türk Başkumandanlığı Boğazın savunma sisteminde mayından faydalanmaya büyük önem vermiştir. Bundan ötürü mayın hatları kurulmuştur. Bunların bir kısmı sabitti. Ana mayın hatları Çanakkale Boğazı'nın 1,5 km genişliğinde bulunan en dar yerini korumak maksadıyla Soğanlıdere - Dardonos önünden başlamıştı. 9 mayın hattı meydana getirilmişti. Kıyılarda da bu hatları koruyacak gizli obüs bataryaları yuvalanmış bulunuyordu.

Ender Paşa yalnız denizden yapılacak bir saldır ile Çanakkale'nin geçilmezsinin olanaksızlığını göstermekteydi. Bu nedenle İstanbul'da halk arasında dedikoduların uyandırmış olduğu korku, kuşku ve telaşına anlamıyordu. Ona göre, düşman büyük istihkamları uzaktan ateş hattına olabilir, tahrip de edebilirdi. Fakat mayın tarlalarını savunma bataryaları tahrip etmek için bataryaların üzerine kadar gelmesi gerekliydi. Gelecek olan gemiler ufaksa, kolaylıkla batırılabilirdi. Büyük savaş gemileri ise batmak korkusundan oraya kadar yaklaşamayacaklardı. Şayet düşman donanması mayın tarlalarına geçip Çanakkale şehri önüne Boğazı kıvrılarak Nara'ya dönüp, Marmara'ya geçmeye girişirse karşısında bizim donanmamızı bulacaktı. Bizim donanmamız ufak olduğu halde büyük top düşmanın teker teker geçmeye mecbur olan gemilerine karşı üstündü. Düşman gemileri bu dönüş esnasında bizim gemilerimize karşı ancak 2 topla ateş edebileceği halde 5 kilometreden fazla olmayan etki menzili içinde bizim en aşağı 30 topumuz, onların karşılayabilecekti. Bu durumda en büyük dretnotlar bile batırılacaktı.

ÇANAKKALE DENİZ SEFERİNDEN BEKLENENLER

Enver Paşa'nın Çanakkale deniz kuvvetleriyle zorlanamayacağı hususundaki düşünceleri, birinci Dünya savaşı başlarında İngiltere'de de aşağı kabul edilmişti. Fakat Charebill'in ilkin Mısır'ın savunması için ortaya atılan bu fikri zamanla kök tutmuş ve bunun eyleme konulup başarılmasıyla şu önemli istifadelerin sağlanabileceği İngilizlerce hayal edilmeye başlanmıştı:

İstanbul'un Ruslar tarafından ele geçirilmesi önlenerek İngiliz hakimiyetine geçecektir. Bu durumda Osmanlı Devleti toprakları ve ordusu ikiye bölünmüş olacağından barış yapmak zorunda kalacaktı. Buna yanaşmadığı taktirde de kısa zamanda savaş dışı bırakılacağına şüphe yoktu. Bu durumda Rusya ile batık dost devletler arasında bağlantı sağlanacak, karşılıklı ekonomisel ve savaşsal yardımlaşama sağlanacaktı. Bütün bunlardan başka Dünya savaşı'nın başlangıcından beri tarafsızlıkları ile sallantıda bulunan Bulgaristan ve Romanya, İngiltere ile Fransa'nın yanında savaşa gireceklerdi. Girince ve Almanya ile Avusturya'nın etrafındaki çember tamamlanmış ve kuvvetlenmiş olacaktı. Sözün kısası " can boğazdan gelir" atasözüne uygun olarak dünya savaşının bitirme yolu, Çanakkale Boğazından geçmekteydi.

styla45 04-21-2010 02:00 AM

SAVAŞIN BAŞLAMASI (ŞUBAT 19)

Yukarıda sözü geçen Gordon planının eylemine 19 şubat saat 10'da başladı. Bu tarih 1807 yılında İngiliz filosuna başarı ile sonuçlanan Boğaz zorlaması 108. yıl dönümüne rastlamaktadır. Saldırı amacı ilkin boğazın girişini koruyan Anadolu yakasındaki Kumkale ile Orhaniye'de ,Rumeli yakasında Ertuğrul ile Seddülhisar'deki tabyaları yok etmekti. İkinci Fransız dördü İngiliz olmak üzere altı zırhlı bu işi başarmak için görevlendirilmişti. Bu gemiler 12.000 ile 10.000 metreden bataryalar üzerine ateşe başlamışlardı.

İlk ateşi açan HMS Cornwasllis zırhlısının topçu subayı Yüzbaşı Harry Minchin, bunu büyük babasına yazdığı bir mektupta gururla anlatmaktadır. İlk topa ateş emrini verdim ve daha ilk ateşte isabet kaydettik. Onların menzillerini dışında olduğumuzdan ateş oranı çok ağardı, dakikada bir mermi falan. Öğlene kadar buna devam ettik. Öğleden sonra biz ve Vengeance 8.00 ile 5.000 yarda kadar yaklaştık ve Vengeance epey yoğun bir ateş altına girdi. Biz hemen onu desteklemeye koştuk ve gemideki bütün toplarla kaleye ateşe başladık. Her top yaklaşık olarak dakikada iki mermi atıyordu. Bu numaralı tabya sır taşı, duman, alev ve toz yığını halinde havaya uçtu. Ondan sonra başka bir tabyada üzerimize ateş başlayınca hemen o yana döndük ve yaşamım boyunca bu kadar eğlendiğimi hatırlamıyorum. Birkaç kere çok yaklaştıysa da biz hiç isabet almadık. Ateş hızımız onların şaşırtmış olmalıydı. İnsanın çevresine dakikada 1500 kilo mermi yağması epey sinir bozucu olmalı.

Türk bataryaları menzillerinin kısalığından susmak zorunda kaldılar. Saat 12'den sonra zırhlılar kıyılara yaklaşarak 7000 metreden ateş etmeye başlayınca bataryalar da karşıt ateşe geçtiler. Ateş şiddetliydi iki gemi isabet aldı. Amiral Garden saat 17:30 da geri çekilme emri verdi. Dış bataryaları bir günde tahrip etmek ümidi bu suretle suya düşmüş oluyordu. Ertesi gün başlayan fena hava saldırıyı 25 Şubat'a kadar geciktirdi.

Bombardımana Devam Edilmesi (25 Şubat)

25 Şubat'a dış bataryalar üzerine yarıda kalmış olan saldırıya tekrar başladı. Bu kez saldırıya 12 Şubat gemisi katıldı. Bataryalar top menzillerini elverişsizliği alanına giren gemilere güçlü bir karşılık verdiler. İkisine önemli isabetler kaydetmeye muvaffak oldular. Ne var ki, bu yüzer kaleleri yürüyüşlerinden alıkoyacak olanaklara sahip bulunmuyorlardı. 25 Şubat'tan beri artık susmak zorunda bırakılmışlardı. Düşman savaşın sonuçlarını anlamak için tabyalara deniz erleri çıkarmış ve henüz kullanabilecek gibi görünen bir iki topu tahrip ettirmişlerdi. Dış bataryaların susturulması işi bu suretle sona ermiş bulunuyordu.

26 Şubat'ı izleyen günlerde ve havanın elverişliliği ölçüsünde saldırı planının ikinci ve üçüncü bölümlerine yani iç bataryaların tahrip edilmesine girişilmişti. Amaç Dardonos ve Erenköy tabyaların savaş dışı etmek için Boğazın içine girmekti. Savaş gemileri ateş ederken mayın tarama gemileri de kendilerine yol açacaktı. Planı bu bölümünün eylemini sağlamada hesapta olmayan engellerle karşılaşıldı. Kıyılarda yerleştirilmiş gizli ve hareketli sahra bataryalarıyla Dardonos tabyasının topçuları yapılacak işi güçleştiriyorlardı. Devamlı olarak yer değiştiren mayın tarama gemilerine nefes aldırmıyorlardı. Zırhlılara isabetler oluyordu. Kaydedilen başarılar umulanlara yaklaşık olmadığı halde Amiral Gorden, 2 mart'ta Churchill'e çektiği bir telgrafta Mart ortalarında İstanbul'a ulaşacağı ümidinde olduğunu bildiriyordu. 11 Mart'ta Churchill, Gorden'le bu konumdaki düşüncesini bir kez daha sordu. Gelen cevap filonun Marmara'ya girmesi üzerine, geri güvenliğin korunması için kara kuvvetlerine ve bulunmadığı gibi Gelibolu'ya sır çıkartmakta planı da hazırlamıştı. Hemen kara kuvvetlerinin tedarike girişildi. Bu kuvvet general Hamilton komuta atandı ve Çanakkale'ye gönderildi. Amiral Gorden'in ordusuz bir komutana ihtiyacı yoktu. Edindiği bilgilere göre Türk'lere Almanya'dan mühimmat gönderilmesi ihtimali de vardı. Bu arada da Almanya'dan ve Avusturya ve Avusturya denizatlıları işe karışabilirdi. Buna zaman yoktu. Kaldı ki planın iç bataryaların susturulması ile mayınların toplanmasından ibaret olan ikinci kısmın tamamlanmış olduğuna dair de kanıtı vardı. 15 Mart'ta saldırı için kararını verdi ,. Saldırı 17 ve 18 Mart'ta yapılacak yani Boğaz gerilecekti. Ne var ki, vermiş olduğu karardan bir gün sonra Gorden yorgunluktan, sinirden ve uykusuzluktan güçsüz düşmüştü. Doktorunun tavsiyesi İstanbul'dan vazgeçerek Londra'ya dönmesi merkezin deydi. Bu suretle Amiral hazırlanmış olduğu planın trajedi ile sonuçlanacak son perdesini görmekten kurtulacaktı. 17 Mart'ta yerine Harmay başkanlığı yapmakta da Vis Amiral de Robeck atandı.

İSTANBUL'U SAVUNMA TEDBİRLERİ

Üçlü uzlaşma devletleri savaş gemilerinin Çanakkale Boğazı'nın geçilme girişiminin Osmanlı Genelkurmayı'nın kuşkuya düşmesi normaldi. Kaldı ki bu girişime paralel olarak Ruslarında Karadeniz Boğazı'na bir saldırıda Bulunmaları olasılığı da büsbütün ortadan kalkmış değildi. Bu durum göz önünde tutularak Boğazların ve İstanbul'un savunulması için şu Askersel tedbirlerin alınması gerekli görülmüştü; Çanakkale Boğazı ile İstanbul doğrultusunu savunmak görevi Liman Von Sanders komutasında bulunan I. Orduya verilmişti.

Bu ordudan I. Kolordu Gelibolu Yarımadasına, 15. Kolordu Çanakkale'nin Anadolu kıyılarına 6. Kolordu da Yeşilköy bölgesine yerleştirilmişti. Karadeniz Boğazı'nın savunması ile Vehip Paşa'nın komutasında bulunan 2. Orduya verilmiş bulunuyordu. Boğazların savunması ile görevli kuvvetlerin tümü , 200,000 kadardı.

18 MART SALDIRSI ÖNCESİNDEKİ HAZIRLIKLAR

Saldırının yüksek komutası da Robeck'e verilmişti. De Robeck bir gün önce görevinde çekilmiş olan Gorden'in planını uygulayacaktı. Plan sade idi.

Amaç Boğazın iki kıyısındaki bataryaların susturulması, torpillerin ayıklanması, bu suretle açılacak yoldan filonun Boğazı girilmesine olanak sağlanmasında ibaretti. De Robeck bu planı başarıyla gerçekleştirmek için savaş gemilerini üç kümede savaş düzenine getirmiş bulunuyordu. Birinci kümede Queen Elizabeth, Agememnon, Lord Nelson ve İnflexible bulunuyordu. Bunlar güneye doğru sardırmışlardı. Bu üç savaş gemisinin sahra bataryalarına karşı güvenlikleri kuzey kanatta Lrince George ve güney kanatta Triumph tarafından sağlanacaktı.

İkinci kümede Amiral Guepratte komutasında şu dört Fransız zırhlısından kurulmuştu; Buffren, Bouvet, Goulois ve Charlemagne. İlk ikisini boğazın Anadolu kıyılarını, diğer ikisi de Rumeli kıyılarını döveceklerdi.

Üçüncü küme, İrresistable, Albian , Vengeance, Swiftsare ve Magestic yedekte bırakılmışlardı. Üçüncü küme gemileri sırası gelince ikinci kümenin yerine alacaklardı. Son olarak Cornwallis, Conapus, Dorthmouth ve Dublin kruvazörleri geliyordu. Bunlardan ilk ikisinin görevi mayın taramak, doğu ilgisinin de aşırma ateş yapmak suretiyle sahra bataryalarını arkadan varmaktı.

Dünya topraklarında güneşin batmadığı iki büyük imparatorluğun meydana getirdiği bu kudretli ve haşmetli savaş gücüne insan gücü ile karşı gelinemeyeceği konusuna İngiliz ve Fransız denizcilerinde genel bir kaç doğmuştu. 18 Mart saat 10:58'de yukarıda işaret edilen savaş düzeni almış olan aramada da ilk bombardıman için suretle görev bölümü yapılmıştı:

Queen Elizabeth, Anadolu yakasında bulunan Hamidye I ve Çimenlik tabyalarını, Agamenon, Lord Nelson ve İnfletible ise boğazın Rumeli yakasındaki Yıldız, Mescidiye, Hamidiye II ve Namazgah tabyalarını ateş edeceklerdi. Düşman ordusu büyük saldırışa geçeceği sırada Türk bölgesi savunma karargahında durum şöyleydi;

Karargah komutası Albay Cevat , 18 Mart'tan önce Bozcaada'da düşman savaş gemilerinin toplanmakta olduğunu haber almıştı. 18 Mart sabahı da bir araştırıcı uçağımız Bozcaada'da büyük bir kaynaşma olduğunun haberini getirmişti.

Ne var ki, komutanlık bu haberleri büyük bir saldıranın ilk işaretleri olarak kabul etmedi. O kadar etmedi ki komutan Albay Cevat, 18 Mart sabahı karargahta ayrılıp Kirte'deki birlikleri teftişe gitmiş ve ancak 16:30'da karargaha dönebilmişti. Bu nedenle savaşı Kurmay Binbaşı Selahattin Adil(paşa) yönetmişti. Savaş sırasında yanında bulunmuş olan yardımcıları Kurmay Kolağası Osman Zati ile Yüzbaşı Hamdi'dir. Bu kısa açıklama da göstermektedir ki, 18 Mart saldırısı bir baskın biçiminde başlamıştır.

SALDIRININ BAŞLAMASI:

Birinci küme ile kendilerine hedef olarak gösterilmiş plan tabyaları arasında düello saat 11:15'te başlıyor. Queen Elizabeth, ağır toplarıyla uzak mesafeden ilkin Çimenlik'e sonra Çanakkale şehrine daha sonra da Hamidiye tabyasına ateş ediyor. Çimenlik'e iki isabet oluyor. Çanakkale'de yangın çıkıyor. Hamidiye'de yıkıntı meydana geliyor.

Saat 11:35'te Lord Nelson, Rumeli yakasındaki Hamidiye II tabyasına; George ve Triumph, Mecidiye, Yıldız ve Dardonos tabyalarına açıyorlar. Fakat zırhlıların büyük şikayeti bu tabyalardan olmaktan çok, görünmeyen ve göründüğü anda hızla yer değiştiren sahar bataryalarındandı.

12:30'da Amiral de Robeck Fransız gemilerinden kurulmuş olan ikinci küme gemilerine kıyılara yaklaşarak, yakın mesafeden bombardımanı sürdürmesi emrini veriyor.

Bunlar Erenköy bizansında duran İngiliz gemileri arasından geçerek kıyıya 400 metre kadar yaklaşıyorlar. Bütün ağır toplarıyla Rumeli yakasında Kilitsihar ile Mesudiye tabyaları, Anadolu yakasında da Dardonos ile Beyaztepe mevkileri ateşe tutuyorlar. Büyük Aramada boğaz en dar olan Kilitsahir ile Çanakkale arasına yönelmişti. Buraya gelmeden önce birkaç gemi feda edileceği de hesaba katılmıştı. Bu kayıpları karşılıksız olmayacaktı. Boğaz geçilip İstanbul alınmakla, Osmanlı ile müttefiklerin bağlantısı kesilecekti, çember içine alınan Avusturya ile Almanya da pes demek zorunda kalacaklardı. Sözün kısası savaşın muhteşem armadanın birkaç kilometre daha ilerlemesine bağlı kalmıştı. Tarihsel Fransız cesareti ile İngiliz soğukkanlılığı Türk'ün alçak gönüllü kahramanlığı karşısına bu alınacak yerde bir sınav verecekti.

Deniz savaşının en bunalımlı anı iki taraf içinde gelip çatmıştı. Dünya bu olaya kadar Türk'lerin fetihler savaşlarında tanımıştı. Yurt savunmasında ise güçlerinin neye yettiğini ilk kez hecelemeye başlayacaklardı.

Hava şartları Türk'lerin lehineydi. Gemi bacalarından ve toplardan çıkan dumanlar sayesinde Türk bataryaları görünmüyordu. Türk savunma komutanlığı düşman zırhlılarının merkez bataryalarına 14 kilometre kadar yaklaşması üzerine bu bataryalar tarafından da ateş emri verildi. Türk'lerin ağır toplarıyla ötüşlerinin ateşi düşman üzerine şaşırtıcı bir etki yapmaktaydı. Kaptan köprüsünden isabet alan İnflexible'den geriye dön emri verildi. Bouvet'de de almış olduğu isabetten dolayı yangın başlamıştı. Geminin toplarının yarısı kullanılmaz hale gelmişti. Bir çeyrek saatte 14 isabet alan Suffren hemen hemen savaş dışı edilmişti. Ne var ki, bu arada da Çanakkale'de başlamış olan yangın genişlemiş, Dardonos, Namazgah ve Hamidiye bataryaları, Fransız gemilerinin ateşi karşısında susmuştu. Deniz ile kara arasındaki büyük düello taraflar ağır yaralar almışlardı.

Fransız gemilerinin yıprandığını gören de Robeck geri dönmelerini ve üçüncü küme gemileri ile yedeklere onların yerine almalarını emrini veriyor. Saat 13:34 ne var ki, Boğazdan çıkmak girmek kadar kolay değildi. Donanmalara taranmış sandıkları karanlık limanın güney kısmına, Erenköy açıklarından Doğuya doğru da Nusrat adındaki mayın gemisi geceleyin, Ruslarca Karadeniz kıyılarımıza dökülüp tarafımızdan toplanmış olan mayınlardan 26 tane döker. İşte bu mayınlardan birine çarpan Bovvet bir buçuk dakikada 640-700 kadar mevcudu ile sulara gömülüyor. 5 subayla 51 er ancak kurtarılıyor. Bu kurtarma işine karışmış olan Gaulios zırhlısına da iki ağır top mermisi ile yaralanıp su almaya başlayınca diğer iki Fransız gemisini yardımı ile savaş yerini terk ediyor. Fransız, tümden yok olmamak için savaş yerinden çekilmek zorundadır. Ve şimdi Türklerle İngilizler karşı karşıya geliyorlar.

Bovvet'in batış anını anlatan Yarbay Worsley Gibson'un sözleri; Bovvet'in sancak tarafına yattığına dikkat ettim ve bunu McB'ye söyledim. Daha sözümü bitirmeden gemi daha fazla yatmaya başladı. Ağır yara aldığı belliydi. Çokta hızlı ileri gitmekteydi ve az sonra direkleri suya girdi, büyük bir duman ve buhar sütünü yükseldi ama herhangi bir patlama olmadı ve birkaç saniye sonra sulara gömüldü.

Bovvet'in batması Golois'in yaralanması ve tüm Fransız gemilerinin geri çekilmesi Türklerin moralini yükseltiyor. Saat 14:00'ten sonra savaş 6 İngiliz zırhlısı ile bataryalar arasında tekrar başlıyor.

15:15'te Irrsistable zırhlısı Beyaz tepe hizasında torpidoya çarparak yan yatmaya başlıyor. Makineleri su ile doluyor. Hareket edemiyor. Ocean zırhlısı imdada koşuyor. Onu geriye çekmek istiyor fakat akıntı iki gemiyi Anadolu kıyısına doğru sürüklüyor. Ocean'da Bovvet'in batmakta olduğu yerde bir mayına çarpıyor. İki yaralı gemi Türk Topçusunun ateşi altında gemiler boşaltılarak kendi hallerine bırakılıyor. Bu gemiler Çanakkale Savaşının son kılavuzları oluyor. Amiral de Robeck saat 17'de muhteşem aramadan geri kalan zırhlılara dönüş emrini veriyor. Çanakkale direnişinin ilk bölümü; İngiliz ve Fransız armadasının yenilgisi ve Türklerin zaferi ile son buluyor.

İKİ TARAFIN KAYBI

18 Mart'ta Boğazı geçmek için 12 büyük zırhlı savaşa katılmıştı. Diğer gemilerden her biride az çok isabet almışlardı. Osmanlı kaybına gelince; Bataryalardan hepsi isabet almıştı. Boğazın girişindekiler susturulmuştu. İç bataryalardan da çok veya az yaralananlar olmuştu. 176 Kaptan 8'i kullanılmayacak duruma gelmişti. İnsan kaybı 40 ölü ve 74 yaralıdan ibaretti. Yaralılarınsa 18'i Almandı.

İki tarafında sahip bulundukları savaş güçlerine göre kayıplar önemli sayılamaz. İngiliz ve Fransız imparatorları engin servet kaynaklarına sahiptiler. Batan ve yaralanan gemilerini yerlerine kolaylıkla başkalarını koyabilirlerdi. Ne var ki, iki devletin normal kayıpları hiçbir suretle giderilemeyecek kadar ağırdı.

Türklerin uğradığı nesnel kayıplara karşılık moral kazançları yüksekti. Aylardan beri İstanbul'da kuşku içinde yaşayan Türkler için Çanakkale deniz zaferi, kurtuluş anlarını taşıyordu. Türklerin İngiliz donanması için kökleşmiş bir hayranlığı vardı.bu donanmayı, yüz gemisi dönmeye zorlamanın büyük heyecanını duymaları doğaldı. 18 Mart akşamı İstanbul ve zafer haberinin ulaştığı bütün Türk şehirlerinde, kasabalarında ve köylerinde evler bayraklarla süslenmiş, aydınlatılmış ve şenlik yapılmıştı. Çanakkale deniz zaferinin dünyada bulunan diğer Müslüman ülkelerinde de etkisi görüldü. Sömürge yaşamı süren Müslüman ve hatta Müslüman olmayan halklarda, Emperyalizme karşı bu üstün direnişi kendi kurtuluşları için değerli bir örnek gibi kabul eder oldular

Çanakkale deniz yenilgisi altında kalmak istemeyen ve olumsuz etkisini her ne pahasına olursa olsun silmek isteyen uzlaşma devletleri talihlerini bu kez de İstanbul'u almak için kara yolundan giderek denemeye karar verdiler. Bu yolun Gelibolu yarımadasından geçtiğini düşündüler ve kara ordularını oraya çıkartmakla ilgili işe giriştiler.

18 Mart yenilgisi İngiliz ileri gelenleri arasında bir takım tartışmalara yol açmıştı. Amiral de Rocek ile Ian Hamilton arasında ortaya çıkan sorun; donanmanın Boğazı geçmek için yapacağı ikinci bir denemesinin ordu tarafından desteklenmesine karşılık, ordunun Gelibolu Yarımadasına yapacağı bir çıkartma hareketinin donanma tarafından desteklenmesinin daha uygun olup olmadığı nedeniyle ortaya çıkmıştır. İngiliz ileri gelenleri başvekil, savaş komitesi, deniz bakanlığı amirallik, savaş komisyonu da savaşa devam düşüncesindeydiler. Hatta Fransız deniz bakanı da aynı düşüncede olduğunu belirtmiştir.

ilk başta amiral Robeck tekrardan boğazı zorlayarak İstanbul'u almayı düşünmüşse de bu kararında vazgeçerek ordunun Gelibolu Yarımadası'na yapacağı bir çıkartma hareketinin donanma tarafından desteklenmesi planına uymuştur. Bu nedenledir ki, 18 Mart saldırısı bir daha tekrarlanmayarak tarihte tek er bir olay olarak kalacaktır.

Böylelikle 18 Mart yenilgisinin intikamını almak isteyen uzlaşma devletleri 15 Nisan da Gelibolu'ya ilk birlikleriyle çıkartma yaparlar. Ancak.

styla45 04-21-2010 02:01 AM

LİMAN VON SANDERS HAYATI VE ÇANAKKALE SAVAŞLARI'NDAKİ YERİ VE ÖNEMİ

LİMAN VON SANDERS, OTTO (1855-1929)

17 Şubat 1855'te Stolp'da (bugün Polonya'da Slupsk) doğdu. 1874'te Essen muhafız birliğinde subaylığa başladı. 1911'de generalliğe yükseldi. Çanakkale'yi savunan Türk Kuvvetleri Komutanı Mareşal Liman Von Sanders Türkiye'deki Alman Danışma Kurulu Başkanıydı.

1.Dünya Savaşı yaklaşırken Osmanlı İmparatorluğu'nun askeri liderleri ateş hattında sağ kalabilmenin çarelerini arıyorlardı. Ordunun ıslahı düşünülüyordu. Orduda yenilik yapmak için Osmanlı-Alman hükümetleri arasında varılan anlaşma gereğince Almanya'dan istenen kurulun başkanı olarak 14 Aralık 1913 tarihinde, yani bir buçuk yıl önce, 42 kişilik Alman subay grubu ile İstanbul'a gelmiş ve Türk ordusunu düzenlemek, eğitmek görevine başlamıştı. O sıralarda Türk ordusu gerçekten de kötü durumdaydı. Dört küçük Balkan ülkesi önünde feci bir bozguna uğramış, 1-1.5 ay içinde Rumeli denen Avrupa'daki tüm topraklarını kaybetmişti. İstanbul'un en seçme birliklerini , elindeki topu, tüfeği, cephaneyi, atı, arabayı, özetle ordusunun silah, araç, gereçlerinin büyük bir kısmını da yitirmişti. İkinci Viyana yenilgisinden beri 250 yıldır süren çöküntünün bu son halkasında, Rumeli gitmiş, ordu gitmiş, milletin ve ordunun onuru onarılmaz ağır bir darbe yemişti.

İşte Mareşal Liman Von Sanders'in gelişi bu tarihlerdeydi. Üstelik Mareşal, doğru dürüst bir şey yapacak zamanı da pek bulamamıştı. Çünkü gelişinden sekiz ay kadar sonra Avrupa'da savaş başlamış, üç ay sonra da Osmanlı İmparatorluğu savaşa girmişti. O sırada 60 yaşında olan Alman Generali Sanders, anlaşma gereğince bir üst rütbe ile Osmanlı Ordusunda mareşalliğe yükseltilmiş ve savaşla birlikte, Osmanlı Orduları Komutanı Vekili Enver Paşa tarafından, karargahı İstanbul'da bulunan Birinci Ordu Komutanlığı'na atanmıştı.

3.Kolordu Komutanı Esat (Bülkat) Paşa, 1915 yılının Mart ayı başında, yani 18 mart deniz savaşından az önce, kolları sıvamıştı. Deniz harekatına karşı Müstahkem Mevki Komutanı Albay Cevat (Çobanlı), kara harekatına karşı Esat Paşa, yanyana ve omuz omuza çalışmaya başladılar.

3 Kasım 1914'den 18 Mart 1915'e kadar geçen 4,5 ay deniz için, 19 Şubat'tan 25 Nisan 1915'e kadar geçen 2 ayda kara savunması için Türk Ordusuna oldukça yeterli ve çok kıymetli bir hazırlık zamanı kazandırmıştı. 4,5 ay Müstahkem Mevki, iki ayda da kara kuvvetleri olanca hızıyla çalışmış ve denizde olsun, karada olsun şerefle ve başarı ile görevlerini yerine getirmişlerdi.

Mareşal Liman Von Sanders'in işe karışması, Esat Paşa emrindeki 3.kolordunun göreve başlamasından ve 18 Mart deniz zaferinden sonradır. Donanma ile Boğazı geçemeyen düşmanın bu sefer karadan bir istilaya girişme olasılığı artmış, bu yolda bazı haberlerde Türk genelkurmayına ulaşmıştı. Bu haberler alındıktan sonra 22 Mart 1915'de Çanakkale bölgesinde Beşinci Ordu kurulmuştur. Enver Paşa, İstanbul'daki Birinci Ordu Komutanı Liman Von Sanders'i Çanakkale Boğazını savunmak için oluşturulan Beşinci Ordu'nun komutanlığına atadı. Tarihler 24 Mart 1915'i gösteriyordu. Yani General Hamilton'un Londra'dan Limni'ye gelişinden bir hafta 18 Mart deniz savaşından altı gün sonra. Bu atanma ile Çanakkale'deki tüm idari yetkiyi eline alan Von Sanders, düşmanın çıkarma yapacağı noktaları tahminde yanıldı ve yaklaşık dokuz ay süren bu savaşlarda komutanlık görevini sürdürdü.

Mareşal Sanders de, rakibi General Hamilton gibi, yeni görevini bir olup bitti halinde öğrenmişti:

"24 Mart günü öğleden sonra geç vakit Enver Paşa telefon ederek benimle konuşmaya geleceğini bildirdi ve kendisi gelmeden önce büromdan ayrılmamamı rica etti. Az sonra Enver Paşa göründü ve gelir gelmez de, Çanakkale'de teşkile karar verdiği Beşinci Ordunun komutanlığını alıp almayacağımı sordu. Derhal olumlu cevap verdim ve şunu ilave ettim: Oradaki birlikler derhal takviye edilmelidir, zira artık kaybedecek vakit kalmamıştır."

Ertesi gün,yani 25 Mart akşamı yeni karargahıma gitmek üzere vapura bindim ve İstanbul'dan ayrıldım. Ve on ay geçene kadar başkente dönmedim. Onun da önünde, Hamilton gibi fazla zaman yoktu. (Düşman kara harekatı 25 Nisan da başladığına göre, ancak bir aylık vakti olmuştu)

Birinci Orduyu arkadaşı Alman Generali Von Der Goltz (von der Golç ) Paşaya devreden Mareşal Sanders, İstanbul'dan hareketle Gelibolu'ya gelip 25 Mart'ta yeni görevine başladı. Başkomutan Vekili Enver Paşa, İstanbul'da bulunan 3.Piyade Tümeni ile Beyoğlu Jandarma Alayını da onun emrine girmek üzere yola çıkarmıştı.

Düşman kara kuvvetleri Çanakkale önündeki adalarda iken sağlıklı haberler alamayan Türk genelkurmayı, bu kuvvetler Mısır'da toplanınca daha kesin ve birbirini doğrulayan istihbarata sahip olmaya başlamıştı. Çünkü Mısır, İmparatorluğun eski bir eyaletiydi ve orada kendisine yakınlık gösteren bir sürü insan ve ajan vardı.

Çıkarmanın birinci öncelikle Saros Körfezine, ikinci öncelikle Anadolu kıyısına, üçüncü öncelikle Gelibolu Yarımadası'nın burnuna (Seddülbahir'e) yapılacağını hesap etmekteydi. Sonra Mareşalin düşüncesine göre, Esat Paşanın yaptığı gibi, kıyıyı kuvvetin çoğu ile tutup gerideki ihtiyatları zayıf bırakmak doğru değildi. Çünkü sorumluluk bölgesi Saros Körfezi'nin batısından (Enez'den) Edremit Körfezi'ne kadar 350 kilometre genişliği bulunmaktaydı. Gerçi bu geniş bölgede önemli kısım, Gelibolu Yarımadası ile Boğazın Anadolu yakası idi ve bu da ancak 120 kilometrelik bir genişlikteydi. Ama bu bile fazlaydı. Elindeki kuvvetin sayısı hem kıyıyı sağlam tutmak hem de geride kuvvetli ihtiyatlar bulundurmak için yeterli değildi. Ayrıca kıyıya çok kuvvet yığmak, güçlü düşman donanmasının ateşleri altında, daha savaşın başında çok kayıp vermeye de neden olurdu.

Bunun için Mareşal Sanders, kıyıları zayıf tutmak, derinlikte kuvvetli ihtiyatlar bulundurmak düşüncesindeydi. Madem ki düşmanın nereye çıkacağı belli değildi ve bölge çok genişti, öyleyse en iyi çözüm yolu buydu. Yani kıyı boyuna yapışıp kalmaktan çok, kuvvetli ihtiyatlara dayanan "Oynak bir Savunma" yapmak daha iyiydi.

Fakat böyle bir oynak savunmanın,özellikle Gelibolu Yarımadası'nda önemli bir sakıncası vardı: Arazi ve yol durumu...

Gerçekten de Saros Körfezi'nde (Bolayır Berzahı) 4.8 kilometrelik bir genişlikten, güneyde Anafartalar'da 20 kilometrelik bir genişliğe ulaşan ve bu şekliyle bir üçgene benzeyen Gelibolu Yarımadası dağlık bir yapıya sahipti. Sanders'in benzetmesiyle Gelibolu arazisi "yamaçlar, derin boğazlar ve keskin yarlar ile bölünmüş dağlardan ibaretti."

Öyleydi ama, Mareşal Sanders'e göre başka çarede yoktu. O da öyle yaptı ve kıyılarda zayıf, derinlikte kuvvetli olmak esasına göre birliklerini düzenledi. Hazırlıklar, düşmanın çıkarma harekatına giriştiği 25 Nisan'dan iki hafta önce bitirilmişti. Buna göre:

Beşinci Ordu Komutanı Mareşal Sanders, karargahıyla Gelibolu'daydı.

Emrinde iki kolordu vardı: 3. ve 15. kolordular.

3.Kolordunun üç tümeni vardı:

5.Tümen, Saros bölgesinde. Komutanı Yarbay Hasan Basri.

7.Tümen, Bolayır bölgesinde. Komutanı Albay Halil.

9.Tümen, Seddülbahir bölgesinde. Komutanı Albay Halil Sami.

15.Kolordu Komutanı Alman Generali Weber, karargahı ile Kalver Çiftliği'nde ve Anadolu yakasını savunmakla yükümlü.

15.Kolordunun iki tümeni bulunuyor:

3.Tümen, Kumkale bölgesinde. Komutanı Alman Albay Nicolai.

11.Tümen, Beşige bölgesinde. Komutanı Albay Refet.

Ayrıca doğrudan doğruya Beşinci Ordu Komutanlığına bağlı bir tümen (19.Tümen), bir süvari tugayı (1.Tugay), bir piyade alayı ve dört jandarma taburu vardı. 19.Tümen, Yarbay Mustafa Kemal emrinde ve Eceabat'ta Beşinci Ordu'nun ihtiyatını oluşturuyordu. Süvari Tugayı ise yine ordu emrinde olarak Saros Körfezi batısında Bulgar hududuna kadar olan geniş kıyı kesimini gözetlemekteydi. Jandarma taburları da,düşmanın fazla beklenmediği kıyılar da gözetleme görevi yapmaktaydılar. Beşinci Ordu'nun asker sayısı 84000 (Müttefiklerin 75000), top sayısı 72 (Müttefiklerin donanma hariç 140) idi. Türk asker sayısı düşmana nazaran 9000kişi daha fazla idi ama bu bir sayısal görüntüden ibaretti. Aslında tarafların savaş gücünü belirleyen, (eğitim ve moral başta olmak üzere) silahların kalitesi, silah, cephane, araç, gereç bütünlemesi ve özellikle ağır makinalı tüfek ve topun miktarı idi ve bunlar da düşmandan yana idi.

Büyük savaştan bir gün önce Türk savunma kuvvetleri ile Beşinci Ordu Komutanı Mareşal Liman Von Sanders, dört haftalık bir uğraşın sonucuna ulaşmış ve hazırlıklarını olabildiğince bitirmişti. Mareşal, 60 yaşına rağmen masa başında pek az oturuyor, zamanının çoğunu arazide, birliklerinin arasında tatbikat ve eğitimlerde geçiriyordu.

Daha sonraları o günler için şunları yazacaktı:

"Sahilde gözetleme görevi ile uyuşmuş Türk birliklerini,durumun gerçeklerine uygun biçimde hareketli bir hale getirmek için yürüyüşler ve tatbikatlar çok faydalı oldu."

Gerektiğinde birliklerin bir yerden diğerine nakli için limanlarda gemi bulundurduktan başka, gruplar arasındaki yolları da işçi taburlarını çalıştırarak yapmaya başlamıştık. Yarımada üzerinde bir baştan ötekine giden kesiksiz bir yol mevcut değildi. Ekseriya yayaların ve yüklü hayvanların geçebileceği patikalar vardı, fakat tekerlekli topçunun bunlardan geçmesi mümkün değildi.

Yeni gruplaşma, gece yürüyüşleri ile sağlandı. Bu suretle düşman uçaklarının keşifleri engellendi. Tehlikeli sahil kesimlerinde sahra tahkimatını bütün kuvvetimizle ve geceleri pekiştiriyorduk. Engelleme inşaatı için Türkiye'de hem malzeme hem de araç ve gereç noksandı. O kadar ki, basılınca patlayan kara mayınları terine torpido başlıklarını ve dikenli tel engeli olarak da bahçe ve tarla kenarlarındaki telleri kullanmak zorunda kaldık.

24 Nisan'da Çanakkale'nin Anadolu yakasındaki 11.Tümen ile büyük bir manevra düzenledim. Burada esas mesele, düşmanın Küçük Beşige Limanı'na yaptığı varsayılan çıkarmayı önlemekti. Öğleden sonra Gelibolu'ya döndüm.

25 Nisan sabah saat 05:00den itibaren Gelibolu'daki ordu karargahına, düşman çıkarmasının yapıldığı veya yapılacağı yolunda raporlar yağmaya başladı.

Ordu Komutanı Mareşal Sanders, sabah ilk haberlerle beraber, yanına sadece Yaveri Alman Binbaşı Pirke'yi alarak koşup geldiği Bolayır sırtlarından (Gelibolu'nun kuzeyi), Saros Körfezi'ndeki düşman gemi grubunu görüyor, göremediği diğer dört grup hakkında ise ancak kendisine ulaşan raporlardan bilgi ediniyordu.

"Gözetlemeyi örtebilecek ve sütre olabilecek tek bir ağaç ve çalının dahi bulunmadığı Bolayır'ın dar sırtı üstünden Saros Körfezi bütünüyle görünüyordu. Karşımızda pek yakın olarak düşmanın savaş ve taşıt gemilerinden oluşan 20 kadar tekne sayılabiliyordu. Bazıları yalçın kıyılara yapışık görünecek kadar ileriye sokulmuş bulunuyordu. Diğerleri ise biraz uzakta veya seyir halinde idiler. Savaş gemileri bordalarında ateş ve duman görülmekte, bütün kıyılarla bulunduğumuz tepeler düşman donanma topçusunun mermilerine hedef olmakta idi.

styla45 04-21-2010 02:02 AM

Bu, unutulmaz bir manzaraydı."

Sanders, sabahın erken saatinde, daha güneyde Gelibolu Yarımadası'nın Arıburnu ve Seddülbahir kesimlerine çıkarmanın başladığını bildiriyordu. Diğer üç bölgede, Anadolu kıyılarında Kumkale ve Beşige ile şimdi bulunduğu Saros'da henüz bir çıkarma yoktu.

Beri yandan düşmanın kuvveti önceden alınan bilgilere göre belliydi: Beş tümen veya biraz fazla. Bu kuvvetler beş yerde birden çıkarma yapamazdı, çünkü böyle yaparsa her yerde zayıf olurdu ve ihtiyatı kalmazdı. Kuvvetlerinin çoğu ile çıktığı veya çıkacağı yer neresiydi? Mareşal Sanders'in kafasını bir burgu gibi delen asıl soru buydu...

Mareşal Sanders, saat 07:30'da İstanbul'a Başkomutanlığa yolladığı ilk raporunda, düşmanın beş grup halinde harekete geçtiğini, Arıburnu ve Seddülbahir'e çıkarmanın başladığını haber veriyor ve Edirne'deki 4.Tümenin acele Gelibolu'ya emrine gönderilmesini istiyordu. Ayrıca, saat 09:00'a doğru hala düşmanın bir çıkarma girişimi olmadığı için, Saros'daki 5.Tümenin bir alayının Şarköy'e ve 7.Tümenin bir piyade taburu ile bir topçu taburunun Gelibolu'dan deniz yoluyla çıkarma bölgesine hareketleri için emir veriyordu, ama daha büyük kuvvetler yollamaktan çekiniyordu, durum henüz tam manasıyla belirgin değildi. Bu sebeple de ordu ihtiyatı olan Yarbay Mustafa Kemal'in 19.Tümenini hemen kullanmaya hiç niyeti yoktu. (Halbuki Mustafa Kemal, Mareşal Sanders'e haber verme imkanını bulamadan bu saatlerde, yani saat 08:00'de bir alayı ile kendisi başta, Arıburnu çıkarma bölgesine doğru harekete geçmişti bile)

"Anfibi harekatı (deniz çıkarması) kaygan olur"diyordu. "Düşman harekatın devamı sırasında beklenmedik yerden vurabilir"di.

Ve özellikle de tüm dikkati Saros'da toplanıyordu. "Buraya yapılacak bir çıkarma, Yarımadayı en dar yerinden koparıp Gelibolu Yarımadası'ndaki tüm kuvvetlerin kara bağlantısını keser ve bu kuvvetleri imhaya sürükleyebilir"di. Zaten bu sebeple değil midir ki, baştan beri birinci önceliği buraya vermiş, 5. ve 7.Tümenleri bu daracık yere yığmıştı.Yine bu nedenle değil miydi ki, düşmanın harekete geçtiği haberini duyar duymaz, daha sabahın köründe doğruca buraya koşmuştu.

Kolordu Komutanı Esat Paşa, Bolayır sırtlarındaki Ordu Komutanı Sanders'e mesaj üzerine mesaj gönderiyordu: "Takviyeler gelsin!" Öyle ya, Saros'daki 5.ve 7.Tümenler kendisine bağlıydı, bunları istiyordu. Ama Sanders, bu tümenlerin şu sırada savaş alanına gitmesini hiç de doğru bulmuyordu. Onun bütün dikkati, koşup geldiği ve dürbünü ile izlediği şu Saros açıklarındaki düşman gemilerindeydi ve ızdırap içinde, kafasını kemiren soruya yanıt arıyordu: "Seddülbahir ve Arıburnu'na çıkanlar, düşmanın asıl kuvvetleri midir?

Saat 16:00'ya doğru Mareşal Sanders de, nihayet o azap dolu kuşkularından kurtulmaya başladı. Görünüşe göre Seddülbahir ve Arıburnu düşmanın asıl çıkarma bölgeleriydi, çünkü buraya çıkarmalar kesiksiz sürüyordu.

Düşman donanmasının Gelibolu ve Anadolu sahillerinde yeri göğü inlettiği o 25 Nisan günü koca Ordu Komutanı Mareşal Sanders'i sabahtan akşama kadar tereddüt içinde kıvrandıran Saros çıkarması sadece bir gösteri taarruzu idi, aldatmacaydı. Mareşal Sanders'i, daha planlama safhasından beri birinci öncelikle ve bir saplantı halinde uğraştıran ve iki tümenini buraya bağlayan Saros Körfezi öyküsü, ancak bu kadar sürmüştü: Sadece bir gündüz ve bir gece...

Saros'dan 120 kilometre uzakta, Anadolu yakasındaki Beşige'nin öyküsü de bundan farklı değildi. Bu da bir gösteri çıkarmasıydı. Liman Von Sanders burada büyük bir askeri hata yaparak 2. ve 5.tümenden bir alayın bölgeye gönderilmesine razı oldu. İtilaf kuvvetleri bu suretle istedikleri aldatma etkisini sağlayabildiler.

Kumkale gösterisine gelince...

Mareşal Sanders'in planına göre, diğer yerlerde olduğu gibi burada da, kıyılar zayıf birliklerle tutulmuştu, asıl kuvvetler toplu halde gerideydiler. 25 Nisan 1915 Pazar günü Saros, Kumkale, Beşige'de olanlar birer gösteriydi. Asıl çıkarma, Gelibolu Yarımadası'nda Arıburnu ve Seddülbahirdeydi.

Kara savunması Mareşal Liman Von Sanders'in komutasındaki Beşinci Ordu tarafından yapılıyordu ve kuvvetleri yeterli değildi. Beşinci Ordu'da 26 Mart 1915'te bir komuta değişikliği olmuş ve Esat Paşanın yerine Mareşal Sanders getirilmişti. Esat Paşa çıkarmanı merkez kesimine yapılacağını değerlendirmiş ve Çanakkale savunmasını buna göre planlamıştı. Bu tarihte komutanın yabancı bir ele teslimi ve bu planın tamamen tersinin uygulanışı cidden çok üzücüdür ve Türk milletine çok pahalıya mal olmuştur. Mareşal Sanders kuvvetleri üç bölgeye eşit olarak dağıttı. Asıl savaş hattının kıyıdan geçirilerek düşmanın karaya ayak basmasını amaçlayan düzen Liman Von Sanders tarafından değiştirilerek felaketlere sebep oldu. Yeni düzen düşmanın karaya ayak basmasına müsaade ettikten sonra onu denize dökmekti. 19.Tümen komutanı Miralay Mustafa Kemal bu düzenin sakıncalarını raporla bildirdi ise de, ordu komutanı görüşünü değiştirmedi. Komutanın görüşü, normal şartlar için doğru ise de, Gelibolu Yarımadası'nın Çanakkale Boğazı önünde ancak 8 kilometrelik bir savunma derinliği vermesi, bölgenin ve 1915 yılında birliklerin haberleşme donatımların azlığı ve o tarihte ulaştırma ağının zayıflığı sebebiyle yanlıştı.

Mustafa Kemal kimsenin görmediğini görmüş ve Conkbayırı ile Sarı Bayır'ın Gelibolu Yarımadası'nın savunması için yaşamsal önemi olduğunu anlamıştı. Gelibolu'nun savunmasını hazırlayan Liman Von Sanders Paşa bile bu noktayı gözden kaçırmıştı.

25 Nisan 1915 günü Mareşal Sanders, ilk top sesleriyle Gelibolu'daki karargahını bırakıp uzaklara gittiği için birlikleriyle düzgün bir haberleşme de yapamamıştı. Kendisi gibi karargahı Gelibolu'da olan 3.Kolordu Komutanı Esat Paşanın öğleden evvel cephaneye gitme önerisini kabul etmesi ve onu yollaması sevap hanesine yazılırdı ama, kendisinin gittiği Bolayır tepelerinde ertesi günün sabahına kadar kalmasının haklı bir sebebi de bulunamazdı. Savaşın ilk günü için Sanders'in harp tarihindeki hanesine hiç de iyi şeyler yazılmayacaktı; hiç ortada yoktu ki...

Mustafa Kemal, daha sonra anılarında "Diyebilirim ki, benim için en kritik durum 26 Nisan günü idi" diye yazacaktı. Ve gerçekten de haklıydı. Ordu Komutanı Sanders kararında geç kalmış, değerli saatler kaybedilmişti. Eğer takviyeler bu sabah yetişebilseydi, hele hele Saros'daki iki tümen gelebilseydi, düşmanı denize dökmek hiç de zor olmayacaktı.

Artık cephelerde bir durgunluk ve sessizlik başlamıştı. Arıburnu'nda 19 Mayıs'tan beri zaten genellikle bir hareketsizlik vardı. Artık "Hareket Savaşı" sona ermiş, "Siper Savaşı" başlamıştı. 21-22 Haziran 1915'de yapılan ve "Birinci Kerevizdere Savaşı" adını alan bu çarpışma sonundaki kayıplar insanı korkutacak kadar fazlaydı. Savunmada olduğu halde Türklerin daha çok kayıp vermiş olmasını Mareşal Sanders, Başkomutanlığa gönderdiği 22 Haziran tarihli raporunda şöyle açıklıyordu:

"Düşman öteden beri ve özellikle son zamanlarda yaptığı taarruzlarda, anlatılamayacak derecede çok cephane ve az insan harcıyor. Merak nedeniyle, düşmanın bir dakikada obüs ve gemi toplarıyla 150 mermi attığı sayılmıştır.

Bizse, pek çok insan ve az cephane feda ediyoruz."

5 Ağustos 1915'te Çanakkale cephesinde Alman Mareşali Sanders'in komutasındaki Beşinci Türk Ordusu'nun durumu şöyleydi:

Saros Grubu: Üç tümen ve bir süvari tugayı. Komutanı Albay Feyzi.

Asya Grubu: Üç tümen. Komutanı Mehmet Ali Paşa.

Kuzey (Arıburnu) Grubu: Dört tümen. Komutanı Esat Paşa.

Güney (Seddülbahir) Grubu: Komutanı Vehip Paşa.

Cephede, Batıda 14.Kolordu (iki tümen). Komutanı Alman Generali Trommer.

Doğuda 5.Kolordu (iki tümen). Komutanı Albay Fevzi (Çakmak).

İhtiyatta 2.Kolordu (iki tümen). Komutanı Faik Paşa.

Toplam 16 tümen.

Mareşal Sanders, düşmanın birinci öncelikle Saros Körfezinden çıkacağını hesap etmekteydi. Hamilton, Gelibolu Yarımadası'nı bu daracık yerden ele geçirirse, tüm kuvvetlerinin geri ile bağlantısını keser ve onları kuşatarak imha edebilirdi. Yani, bu boğazı sıkan düşman onu cansız yere serebilirdi.

Şöyle veya böyle, Mareşal Sanders'in kafasında 25 Nisan'daki ilk çıkarmada olduğu gibi Saros, yine birinci önceliği taşıyordu ve üç tümenlik bir süvari tugaylı Albay Fevzi'nin kuvvetlerini bunun için bu bölgede bulunduruyordu.

Mareşal Sanders, Conkbayırı-Kocaçimen'deki Yarbay Cemil ve Anafartalar'daki Yarbay Wilmer kuvvetlerini Albay Feyzi'nin emrine verdiğini ve onun komutasında "Anafartalar Grup Komutanlığı" kurulduğunu söylemişti.

8 Ağustos öğleden sonra saat 14:00'de tümen komutanlarıyla Çamlıktekke'de buluşan Albay Feyzi, tümenlerin kolbaşlarıyla Anafarta köylerine ulaşmak üzere olduklarını öğreniyordu. Durumu öğrenen Mareşal Sanders, Albay Fevzi'ye öyleyse o gece taarruz edilmesini emretti. 7.Tümen Komutanı Albay Halil olsun, 12.Tümen Komutanı Yarbay Selahattin Adil olsun, birliklerin dinlenmesi, hazırlıkların yapılması için ertesi sabahın beklenmesinin yararlı olacağı düşüncesindeydiler. Albay Fevzi'de aynı kanıdaydı. Ama Mareşal Sanders, aksi düşüncedeydi. Düşman çıkarması devam ediyordu ve çıkanlar yerleşmek için zaman buluyorlardı, hemen taarruz edilmeliydi. Albay Feyzi'nin kararını değiştirmediğini ve taarruzu ertesi sabaha bıraktığını öğrenen Mareşal Sanders, öfkeye kapılmıştı. Albay Fevzi'yi derhal (8 Ağustos akşamı) görevden aldı. Az sonra da saat 21:45'de Ordu Komutanı Mareşal Sanders'in Albay Mustafa Kemal'i Albay Fevzi'den boşalan "Anafartalar Grup Komutanlığı'na atadığına dair telefon emri Esat Paşaya ulaşır:

Kuzey Grup Komutanlığına

Anafartalar Grubunda emir ve komutayı almak üzere 19.Tümen Komutanı Mustafa Kemal'e hemen şimdi, Çamlıktekke'ye hareketi için emir buyurunuz.

Kendisi, 7.ve12.Tümenler tarafından yapılması emredilmiş olan taarruzu yarın şafakla başlatacaktır. 19.Tümen komutanlığına vekalet için birinin atanması rica olunur.

Taarruzun ne suretle yapılacağını Mustafa Kemal, Anafartalar Grubu Kurmay Başkanı Hayri'den öğrenecektir.

9 Ağustos günü Türklerindi...

Mustafa Kemal kuzeydeki iki tümeniyle General Stopford komutasındaki İngiliz kuvvetlerinin taarruzlarını kırıp onları Anafartalar ovasına atmış, güneydeki üç tümeniyle Anzak taarruzlarını göğüslemiş, Kocaçimen ve Conkbayırı kesimini kaptırmamıştı. Mustafa Kemal bugün ölümden bir şans eseri kurtulmuştu. Bir topçu mermi parçası sağ göğsüne isabet eder. Cep saati parçalanır ve Mustafa Kemal'e bir şey olmaz. Mustafa Kemal hayatını kurtaran parçalanmış saatini o akşam Ordu Komutanı Mareşal Liman Von Sanders'e hediye eder. Sanders' de kendisine, Conkbayırı zaferi karşılığı olarak kendi ailesinin arması işlenmiş altın saatini verir. Mustafa Kemal'in saati, daha sonraları Sanders'in Münih'teki evinin hırsızlar tarafından soyulması sonucu kaybolacaktı. Sanders'in hediye saati ise şimdi Anıtkabir'deki Atatürk müzesinde bulunmaktadır.

Sonunda karar verilmişti, yedi ay önce girilen batağın hiç olmazsa bir kısmından çıkılacak, Kuzey cephesi boşaltılacaktı. Erleri yüklemiş taşıt tekneleri burunlarını Çanakkale Boğazı açıklarındaki adalara gitmek üzere güneye çevirmiş uzaklaşıyorlardı. O sabah Müttefik Çanakkale Cephesi Komutanı General Birdwood sevinçten ellerini ovuştururken, karşı tarafta Mareşal Sanders başta, Türkler büyük bir şaşkınlık vardı.

Mareşal Sanders anılarında açık yürekle bunu kabul edecek "Sebebi ne olursa olsun, biz son dakikaya kadar başarı ile gizlenen bu boşaltma teşebbüsünden haberdar olamadık" diyecekti. O sabah saat 08:45'de Mareşal Sanders, Enver Paşaya gönderdiği telgrafta şöyle diyordu: "Tanrıya şükür, Gelibolu Yarımadası düşmandan tamamen temizlenmiştir."

Beşinci Ordu Komutanı Mareşal Liman Von Sanders, 25 Mart 1915'den beri on ayını geçirdiği Çanakkale Cephesinden karargahıyla birlikte Uzunköprü üzerinden İstanbul'a hareket ettiğinde tarihler, düşmanın Seddülbahir'i boşalttığı 9 Ocaktan bir hafta sonrasını, yani 15 Ocak 1916'yı gösteriyordu.

Evet; heyecanlı, telaşlı, üzüntülü, sevinçli, karmakarışık duygular içinde yaşanan tam on ay geride kalmıştı. O zamanki Türk ordusunun durumunu Sanders, şöyle anlatmaktadır: "İstila ordusunun gerisinde bütün dünya kaynakları açık bulunduğu halde, Türkler harp malzemesi bulabilmek için İngilizlerden ganimet almayı bekliyorlardı. Kum torbaları çok azdı, kıtalara bu maksatla çuval gönderildiği zaman, askerler bunu elbiselerini yamamak için kullanıyorlardı."

Liman Von Sanders, 1917-1918 yıllarında bu kez Filistin Cephesinde 4. 7.ve 8. ordulardan oluşan "Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı"na getirildi. İngiliz Generali Allenby'in saldırılarına karşı koyamadı, Eylül 1918'de Filistin Cephesi yarılınca kuvvetlerini Halep'e kadar çekti. Bundan sonra Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı Mustafa Kemal'e verilmişti. Adana'ya geldi. Grup karargahı şehir yakınında küçük bir otelde idi. Mareşal Sanders ile kurmay heyetini bu otelde buldu. Mareşal Sanders, büyük terbiye ve nezaketle, fakat acıklı bir dille aşağıdaki sözleri söyleyerek kumandayı teslim etti:

"Siz savaş cephelerinde, Arıburnu ve Anafartalar'da çok yakından tanımış olduğum bir kumandansınız. Aramızda gerçi bazı hadiselerde geçti. Ama bunlar bize birbirimizi daha iyi tanıtmaya yardım etmiştir. Bugün Türkiye'yi bırakmaya zorlanırken emrim altındaki orduları Türkiye'ye ilk geldiğim günden beri o takdir ettiğim kumandana teslim ediyorum. Bu umumi felaket içinde bedbahtlık duymamak imkansızdır. Ben yalnız bir şeyle kendimi teselli ediyorum: Kumandayı size bırakmak! Bu dakikadan itibaren emir sizindir, ben misafirinizim."

Mondros Mütarekesinden sonra bir süre İstanbul'da gözaltında tutuldu. Alman askerlerinin geri gönderilmesi çalışmalarını üstlendi ve daha sonra kendisi de Almanya'ya döndü. Son yıllarını anılarını yazarak geçirdi. Sanders, Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından (30 Ekim 1918) hemen sonra Türkiye'den ayrıldı. Samimi bir Türk dostu olarak çalışmış bu Alman Mareşalinin Türk harp tarihinde seçkin bir yeri vardır. Sanders'in Türkiye ile ilgili iki eseri vardır. Malta'da savaş suçlusu olarak bulunduğu süre içinde yazdığı " Türkiye'de Beş Sene" ve "Millet-i Müselleha". Liman Von Sanders, 22 Ağustos 1929'da Münih'te öldü.



HÂTIRÂT

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

Durum buhranlı ve çok tehlikeli idi. Başkumandan Vekili Enver Paşaya kadar doğrudan doğruya yazmak zorunda kaldım. Kandırıcı bir cevap alamadım. Karargahı Yalova'da bulunan ordu komutanı Liman Von Sanders Paşa telefonla beni aradı. Konuşmamıza aracılık eden Kurmay Başkanı Kâzım Bey'di. Sorduğu şu idi:

-Durumu nasıl görüyorsunuz ve nasıl tedbir düşünüyorsunuz?

Durumu nasıl gördüğümü ve nasıl tedbirler almak gerektiğini çoktan bütün ilgili olanlara bildirmiştim. Hepsi cevapsız kalmıştı, dedim ki:

-Durumu nasıl gördüğümü çoktan size bildirmiştim. Şimdi alınabilecek tek bir tedbir kalmıştır.

-O tedbir nedir?

-Bütün komuta ettiğiniz kuvvetleri emrime veriniz. Tedbir budur.

Alaylı bir sesle:

-Çok gelmez mi? dedi.

-Az gelir! dedim.

Telefon kapandı.

8-9 Ağustos gecesi saat 21:50'de kendisine Anafartalar Grubu Kumandanlığına tayin edildiğini bildirdiler. Mustafa Kemal "Gerçi böyle bir sorumluluğu almak basit bir şey değildir. Fakat ben vatanım yok olduktan sonra yaşamamaya karar verdiğim için bu sorumluluğu yüklendim."



KÂZIM KARABEKİR

"1.Ordu Komutanı Liman Paşa ile hemen Alman subayları, Alman ordularının parlak hareketlerinde bulunamadıklarından pek sıkılıyorlar ve Alman milleti savaşırken kendilerinin Türkiye'de atıl bir halde kalamayacaklarını açıkça söylüyorlardı. Liman Paşada gerek kendi duyguları ve gerekse Alman subaylarının müracaatlarının etkisiyle ve Türkiye'nin de tarafsız kalacağı hakkındaki tahminleri üzerine İmparatora bir telgraf çekerek, Tüm Alman subaylarının Almanya'ya çağrılmalarını rica ediyor. Fakat o akşam Goben ve Bresleau'ın Çanakkale Boğazı'ndan içeri girmesi üzerine kendilerinde bir ümit uyanıyor: Türkleri artık savaşa sokabiliriz!

İşte bu andan itibaren Liman Von Sanders, Alman Sefiriyle de anlaşarak siyasi ve askeri etkilerle Osmanlı Hükümetine savaş kararı verdirmeye çalışıyorlar.

İşin sürüncemede kaldığını gören Almanlar kızıyordu. Liman Paşa tekrar Almanya'ya gitmeye kalkıştı. Bana bile vortrag'ta serzenişlerde bulundu: "Sen olsan memleketin savaşırken başka bir memlekette durur musun?" diye haklı olduğunu göstermek istedi.

25 Ağustos 1914 vortrag'ında Liman Paşa bana Namur şehrinin ve beş istihkamının dün ele geçirildiği müjdesini verdi. Kalan dört istihkamında bugün düşmüş olacağını tahmin ederim. Artık muharebeyi kazanıyoruz Kâzım Bey! diye coşkun iltifatlarda bulundu.

31 Ağustos haberleri Almanları da bizi de sevinçlere boğmuştu: Hindenburg'un 29'da kazandığı Tanenberg'deki parlak zaferi, arkasından Bulov ordusunun 31'de kazandığı Sen Kanter zaferi ve Fransız ordusunun ricat haberi!

Artık Almanlar kaplarına sığmıyorlardı. Liman Paşa, ordusunun muharebe kabiliyetini görmek ve göstermek için beraberine İkinci Reis-i Sani Bahaeddin ve Harekat Şubesi Müdürü İhsan ve kendi şubesi müdürü İsmet Beyleri alarak 1 Eylül 1914'te Bandırma'daki Kolordunun teftişine gitti. 2 Eylül akşamı döndüler.

Almanlar bizim savaşa girmeden önce kapitülasyonları kaldırdığımızı ilan etmemize fena halde kızdılar. 10 Eylül vortrag'ımda bunu Bronsart ve Liman Paşalara sevinçle söylediğim zaman kısaca soğuk bir yüzle tebrik ettiler. Liman bugün daha kızgındı. Bir taraftan Marn yenilgisi, diğer taraftan Polonya'daki çatışmalarda Kafkas kolordularından 17 subay ve 1000 esir alındığı haberlerine çok sinirlendi.

Dudak bükerek dedi ki:

- Kafkas kuvvetleri cephelerimizde savaşıyor, biz de burada şenlikler içinde seyrediyoruz. Ne acı talih!..

13 Eylül 1914'te 2.Tümenin Davutpaşa Kışlası civarındaki tatbikatına gittik. Değil muharebe tertibatı, yürüyüş kolu oluşturulması bile çok fenaydı. Oradaki Alman subaylarına da itiraf ettirdim ki bu haliyle bu tümenleri savaşa sokmak bir faciadır.

En güzel tümenlerimizden biri olan bu tümeni 18-19 Mayıs 1915'te Çanakkale'de Arıburnu'nda Liman Paşanın emriyle İngiliz müstahkem mevkilerine açıktan saldırttılar. Mevzi muharebelerinin gereklerine uyulmadan yapılan bu saldırı bu tümeni birkaç saat içinde mahvetti. 9000şehit ve yaralı verdi. Pek sevgili sınıf arkadaşlarımın da şehitler arasında bulunması bana iki kat acı verdi.

Liman Paşa hiddetli ve sert bir Almandı. Gerçi Almanların, özellikle Prusya ve Bavyerallıların hemen hepsi böyledir. Fakat mevki ve rütbesinin etkisiyle Limanınki farklı bir şeydi. Tatbikat ve manevralarda Alman olsun Türk olsun gevşeklik ve beceriksizlik gösterenlere karşı hiddetin son perdesini gösterir ve herkesin içinde fena haşlardı. Bu karakterdeki bir insanın hayatına suikast haberini, hem de kendi sefirinden almasına rağmen, bugünkü hali ibret verici bir olaydır.

İngiliz askeri tarihçisi Tuğgeneral Aspinal Oglander'in dediği gibi "Ordu komutanı Mareşal Sanders'in, sonraları Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu olan Mustafa Kemal'den aldığı ilhamın değerine paha biçmek mümkün değildir." Bu kuvvet ve ilham kaldırılınca mareşale sadece o yüce orduya komuta etmek şerefi kalır demek mübalağalı olmayacaktır.

styla45 04-21-2010 02:02 AM

ŞEHİTLERİMİZ

2. 1915-Çanakkale Savaşında Şehit Olan Subaylarımızdan Bazıları

ADI MEMLEKETİ
1. Bnb. Saffetoğlu Raşit Gelibolu
2. Bnb. Hüseyinoğlu İ. Hikmet Kanlıca
3. Yb. Dursunoğlu Cemil Batum
4. Yb. Salihoğlu Tevfik Dersaadet
5. Yb. Süleymanoğlu Mehmet Gemlik
6. Yb. İsaoğlu H. Sabri Manastır
7. Yb. Alioğlu Seyfettin Vodina
8. Ütğm. Hasanoğlu A. Tevfik Yemen
9. Bnb. İshakpaşaoğlu Rıfat Dersaadet
10. Yzb. Abdullahoğlu Abdülkadir Şam
11. Yzb. Mehmetoğlu M. Rıza Samsun
12. Yzb. Zekeriyaoğlu M. Sami Üsküp
13. Bnb. Hüsnüoğlu Şefik Şemni
14. Yzb. Ziyaoğlu Y. Cemal Gelibolu
15. Yzb. S. Mahmutoğlu Hasan Sungurlu
16. Bnb. Mehmetoğlu H. Zihni Tiran
17. Bnb. İsmailoğlu M. Sabri Edirne
18. Alb. Nuranoğlu M. Faik Vorça
19. Bnb. İbrahimoğlu Halil Hırkaişerif
20. Bnb. İbrahimoğlu A. Hulusi Kudüs
21. Yb. Yusufoğlu A. Fahri Drama
22. Bnb. H. Mehmetoğlu A. Ulvi Trablusgarp
23. Bnb. Selimoğlu M. Nuri Hadim
24. Yb. Saimoğlu Rauf Girit
25. Üstğm. İsmailoğlu Ali Rıza Ünye
26. Ütğm. Mehmetoğlu İbrahim İşkorda
27. Ütğm. Ahmetoğlu M. Kazım Zeyrek
28. Ütğm. Hayrioğlu Alisbarı Trablusgarp
29. Tğm. İ. Ethemoğlu H. Furat Selanik
30. Ütğm. A. Rızaoğlu H. Sabri Silistre

3. 1915-Çanakkale Savaşı' nda Şehit Olan Neferlerimizden Bazılar

Adı Doğumu Ş. Yaşı Memleketi
1. Mesutoğlu Mehmet 1893 (1309) 22 Adana-Ceyhan
2. Himmetoğlu İsa 1893 (1309) 22 Adıyaman-Besni
3. MusaoğluŞehmus 1892 (1308) 23 Adıyaman-Gerger
4. Yaşaroğlu Yusuf 1896 (1312) 19 Afyon-Dazkırı
5. Mesutoğlu Salih 1893 (1309) 22 Ağrı-Merkez
6. İsmailoğlu Atilla 1890 (1306) 25 Amasya-Merkez
7. Seyfioğlu Nizam 1896 (1312) 19 Ankara-Merkez
8. Arifoğlu Salih 1893 (1309) 22 Antalya- Alanya
9. Şerefoğlu Namık 1892 (1308) 23 Artvin-Ardanuç
10. Niyazioğlu Sadık 1895 (1311) 20 Aydın-Merkez
11. HüseyinoğluAhmet 1896 (1312) 19 Balıkesir-Merkez
12. Rızaoğlu Durmuş 1890 (1306) 25 Bilecik-Merkez
13. Şehmusoğlu Şifo 1893 (1309) 22 Bingöl-Karlıova
14. Şabanoğlu Şakir 1894 (1310) 21 Bitlis-Merkez
15. Durmuşoğlu-Ali 1896 (1312) 19 Bolu-Merkez





ŞEHİTLİKLERİMİZ VE ANITLARIMIZ

İsimsiz Yüzbaşı Şehitliği:

Çanakkale savaşlarını kanları ile tarihe yazan kahraman şehitlerimizin isimsiz yüzbaşı şehitliği;Eceabat'tan Kilitbahir'e giderken oradaki milli park yol kenarındadır.

İsimsiz topçu Yüzbaşı Şehitliği:

Eceabat ile Kilitbah ir arasındaki Değirmen Burnundadır.

Havuzlar şehitliği:

21 Haziran 1915'te Kerevizde de yapılan savaşlarda 6. 000 tane kahramanımız şehit olmuştur. Bu şehitlerimizin kemikleri toplanarak havuzlar mevkine getirilerek buraya gömülmüştür. Çanakkale Şehitlerine yardım derneği tarafından 1961/1962 de anıt yapılmıştır.

Sargı Yeni Şehitliği:

Akıtepe köyündedir. Seddülbahir bölgesi savaşlarınd yer alan 18bin askerimiz tedavi görürken İngilizlerin saldırısına ve ayrıca İngiliz donanmasının bombardımanına maruz kalarak şehit olmuşlardır. 1995'te Sargı Yeri Şehitliği yapılmıştır. Harfiyat sırasında çıkan şehitlerimizin kemikleri mezarlara konmuştur. Burada 300 er ve 60 subay olmak üzere toplam 360 şehidimizin isimleri mezar taşlarına yazılmıştır.

Son ok Anıtı:

Alçıtepe köy mezarlığının yanındadır. 3. kirte alçıtepe savaşında şehit düşen

9. 000 şehidimiz adına yapılmıştır.

Nuri Amut Anıtı:

28 Haziran 1915'te Sığındere savaşlarında şehit edilen 10. 000 şehidimiz adına Gelibolu 2. kolordu komutanı Nuri Yamut tarafından yapılmıştır. Saroz Körfezine hakim bir tepededir.

Çanakkale Şehitleri Anıtı Şehitliği:

Vatan,namus,din uğruna canlarını vermek pahasına imparatorluğun dört bir yanından Traslusgarp, Cezayir,Silistire, Şam,Selanik, İşkodra, Kudüs, Üsküp'ten gelen kahramanlarımız adına mayıs 1992 de yapımı tamamlanan bu şehitlikte 600 tane şehidimizin adları vardır.

Çanakkale Şehitleri Abidesi:

Çanakkale şehitler anıtı Türk'ün tükenmezliğinin simgesi, birlik ve beraberliğimizin kanıtıdır. Çanakkale savaşlarında şehit düşen yaklaşık 253 bin şehidimizi simgeleyen abidelerin en görkemlisidir. Bu anıt, hepimizin gönlünde geleceğe güven yansıtan, Türk milletinin en zor döneminde bile yedi düveli dize getirebileceğini ve yüz binlerce şehit pahasına vatan topraklarını ebediyen koruyacağını gösteren anıtımızdır. Bu anıtımız ilk olarak Gelibolu Yarımadasında Alıçıtepe'de yapılması planlanmış ancak arazinin bozuk olması ve denize uzak olmasından dolayı vaz geçilmiştir. Daha sonra Hisarlık burnunda Morto'ya hakim 50 metre rakımlı olan Hisar Burnuna yapılmıştır. 1952'de yapımına karar verilmiştir. 19 Nisan 1954'te temeli atılmıştır. Ancak çeşitli nedenlerden dolayı (müteahhitlerin yolsuzlukları, yeterli miktarda para bulunamaması gibi) birkaç defa yapımı durmuştur ve nihayet 15 Mart 1958'de sadece gövde kısmı yapılabilmiştir.

Bu anıtımız 1960'da tamamlanmıştır. 25x25 m kaide üzerine 4 ayak üzerine oturtulmuş ve 41. 70 metre yüksekliğindedir.

İlk Şehitler Şehitliği ve Anıtı:

3 Kasım 1914'te İtilaf devletleri donanmasından 6 kruvazörün yapmış olduğu bombardıman sonucunda bir mermi kale içi cephaneliğine isabet etmiş ve infilaklar sonunda 5 subay ve 81 erimiz şehit olmuşlardır. Bunlar Çanakkale savaşlarının ilk şehitleridir. Bu şehitlerimiz adına Seddülbahir Kalesi önünde 1986 yılında anıt yapılmıştır.

Yahya Çavuş Şehitliği ve Anıtı:

25 Nisan 1915 Ertuğrul koyundan çıkartma yapan düşman kuvvetine 63 kişilik takımı ile karşı koyan Ezineli Yahya Çavuş güneş batana kadar karşı koymuştur. İngilizler buradaki mücadelede de Generalleri Napier'i kaybetmişlerdir.

Yahya Çavuş Şehitlik anıtı Ertuğtul koyuna hakim bir tepeye yapılmıştır.

Gözetleme Tepe Şehitliği ve Anıtı:

Saroz körfezine hakim bir tepede gözetleme yaparken şehit olmuşlardır ve bunlar adına 1939 da anıt yapılmıştır. İsimleri belli olmayan üç tane mezar vardır.

Mehmetçiğe Derin Saygı Anıtı:

Kanlı sırta çıkarken sağ taraftadır. 1995 te yapılmıştır. Hikayesi şudur;Kanlı sırtta yapılan siper muharebelerinde süngü taarruzu devam ederken 8-10 m. mesafeli olan Türk ve düşman siperleri arasında saha bir anda şehidi ölü ve yaralıları toplama antlaşmaları yapılır. Bir süre sonra sakin olan sahaya Mehmetçiğimiz ızdırap çekmekte olan Anzak subayını bir ana şefkatiyle kucaklar ve düşman siperleri üzerine bırakarak geri döner. O kahraman Mehmetçiğin cesareti,insan sevgisi,centilmenliği günlerce savaş alanlarında konuşulmuştur.

Kanlı Sırt Anıtı Kanlı sırta çıkarken sağ taraftadır. Bu sırtlarda çok şiddetli çarpışmalar yapılmıştır. 1520 şehit ve 4750 yaralı vermemize rağmen kanlı sırt kahramanca savunulmuştur.

Arıburnu Şehitliği:

Bomba sırtında savaşırken şehit olan 628 kahraman şehidimiz adına 12 Aralık 1932'de yapılmıştır. Bu şehitliğimizin yapımı sırasındaki kazılarda İngiliz Yüzbaşı Waiters ve 57. alay 6. bölük komutanı Erzincanlı üst teğmen Mustafa Asım beyin iskeletleri yan yana ve yanlarında mataraları ile bulunmuşlardı. Bu şehitlerimiz bulunduğu gibi gömülmüştür.

Mehmet Çavuş Anıtı:

Mehmet Çavuş ve takım arkadaşlarının üstün başarıları sonucunda bu tepeyi kahramanca savunmuşlardır. Bu tepe onların anısına cesarettepe olarak anılır.

Conk Bayırı Anıtları:

Savaşlarının en şiddetli ve kanlı cephelerinden biridir. Çok sayıda Mehmetçiğimiz şehit olmuştur. Burada yapılan kahramanlıklar ve şehitlerimiz adına 5tane anıt dikilmiştir.

1. Anıt:

M. Kemal Atatürk 25 nisan 1915 sabahı Conkbayırı'na doğru ilerleyen düşmana karşı 57. p. alayı ile taarruz başlarken: "ben size taarruzu emretmiyorum,ölmeyi emrediyorum,biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler gelir,başka komutanlar hakim olabilir"emrini vermiştir. Bu coşku ile şahlanan Mehmetçikler donanmanın yoğun ve etkili ateşi altında yılmadan sürdürdükleri taarruzlarıyla düşmanı esaret tepeye kadar geri atmışlardır. (anıt yazıtı)

2. Anıt:

10 Ağustos 1915 sabahı Türk karşı taarruzu siperler yakın olduğu için süngü hücumu ile başlamıştır. Düşman donanma topçunun yoğun ateşi altında cehennemin bir alan Conbayırı' ndaki muharebeler sırasında gözetleme yerinden bir an bile ayrılmayan Anafartalar Grup komutanı albay Mustafa Kemalin bir şarapnel misket ile parçalanan cep saati hayatını kurtarmıştır,ve düşman bu taarruz sonunda Ağıl Deresinde kadar geri atılmıştır. (anıt yazıtı)

3. Anıt:

Düşman kuvvetlerinin;Gelibolu Yarımadasının en önemli bölgesi ve doruk noktası olan Conbayırı ele geçirerek Türk kuvvetlerini ikiye bölmek ve Çanakkale boğazını ele geçirmek amacı ile giriştikleri devamlı saldırıları kahraman Türk askerinin büyük cesaret ve gayretle yaptığı savunma karşısında başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu bölgedeki cereyan eden muharebelerde Türk ordusu 9200 şehit düşman 12000 kayıp vermiştir. (anıt yazıtı

4. Anıt:

Arı burnundaki düşman kuvvetleri aldıkları takviyeyle daha da güçlenmiş olarak 6 Ağustos günü Conkbayırı'nda doğru yeniden taarruza başlamışlardır. Gece gündüz aralıksız devam eden kanlı muharebeler sonunda iki tarafta ağır kayıplar vermiş,Türk askeri düşmanı 9 Ağustos 1915 akşamı Conkbayırı tepeler hattına 25 m mesafede durdurmayı başarmıştır. (anıt yazıtı)

5. Anıt:

19. Piyade Tümen komutanı kurmay yarbay M. kemal Atatürk 25 Nisan 1925 günü düşmanın Arıburnu'na çıkartma yaptığını öğrenince kendi insivatiyle 57. piyade alayını bölgeye sevk etmiş bu arada kıyı örtmesi yapan cephanesi bitmiş çok az sayıda ere yaptıkları süngü hücumu ile kazanılan zaman içinde yetişen alaya mevzi aldırarak düşmanı conkbayırı'na ulaşmadan durdurmayı başarmıştır. (anıt yazıtı)

Kemal Yeri Anıtı:

Conkbayırı ile Kemal yeri arasında bir yerdedir. Bu anıtta Atatürk'ün askerlerine verdiği emir bulunmaktadır.

"Benimle beraber burada muharebe eden bütün askerler kesin olarak bilmelidir ki bize verilen namus görevini eksiksiz yapmak için bir adım geri gitmek yoktur. Uyku,dinlenme aramanın bu dinlenmeden yalnız bizim değil,bütün milletimizin sonsuza kadar yoksun kalmasına neden olacağını hepinize hatırlatırım"M. Kemal Atatürk (anıt yazıtı)



Kabatepe Arıburnu Sahil Anıtı:

Takım komutanı asteğmen Muharrem adına Kabatepe sahiline dikilmiştir. Üzerindeki yazı şudur;

"27. piyade alayının 8. bölüğünden 1. takım 25 nisan 1915 günü sabaha karşı Anzak kolordusunun 1500 kişilik ilk kademesine ağır kayıplar verdirerek kıyının dik yamaçlarına sığınmak zorunda bırakmıştı. "(anıt yazıtı)

İngilizce Türk Anıtı:

Çanakkale savaşlarından sonra 1934'te ölülerini ziyarete gelen yabancı ailelere hitap etmek üzere Atatürk'ün kaleme aldığı

"Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar,burada bir dost vatanın toprağındasınız,huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yanyana koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar,göz yaşlarınızı dindiriniz,evlatlarınız bizim bağımızdadır,huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır. "(Atatürk)

Yusufçuk Tepe Anıtları:

1. Anıt:

Arıburnu cephesindeki Türk kuvvetlerini kuşatmak için 7 Ağustos 1915 günü Anafartalar limanına çıkan düşman kuvvetleri zayıf gözetleme birlikleri zayıf gözetleme birlikleri karşısında İsmailoğulları ve Yusufçuk tepelere kadar ilerlediler. (anıt yazıtı

2. Anıt:

Anafartalar grubu komutanı Albay Mustafa Kemalin komutasındaki Türk kuvvetleri 9-12 Ağustos 1915'te yapılan 1. Anafarta Muharebesi sonucunda düşman kuvvetlerini yenerek kireç tepe ve mest an tepe hattına attı. (anıt yazıtı)

3. Anıt:

İki tarafın daha büyük kuvvetleri ile 21-22 Ağustos 1915 günü yapılan 2. Anafarta Muharebesi sonunda düşmanın Sivri Tepe ve Mestan Tepe hattında taarruz gücü kırıldı. Bu muharebelerde Türkler 8155 şehit düşmanda 19. 850kayıp verdi. (anıt yazıtı)

Kireçtepe Anıtı:

6-8 Ağustos 1915'te Gelibolu ve Bursa Jandarma Taburları'nın kahramanca çarpışan üç bölüğü iki tugay gücüne ulaşan İngiliz kuvvetlerini Karakol Dağı ve Kireçtepe'de durdurup Anafartalar grubunun kuzey yanını korumuştur. "(anıt yazıtı)

Büyük Kemikli Anıtı:

1915 yılının 25 Nisan sabahı Arıburnu'na 6-7 Ağustos gecesinde Anafartalar limanına çıkan düşman kuvvetleri aylar süren muharebelerden sonra Gelibolu yarımadasındaki Türk savunmasının geçilemeyeceğini anlayarak 20 Aralıkta bu cepheleri boşalttı. (anıt yazıtı

Yarbay Halit Bey ve Yarbay Ziya Beyin Mezarları:

11 Ağustos 1915'te Bomba Sırtında Şehit olan 20. Alay komutanı yb. Halit bey ile 11 Ağustos 1915'te Ama derede şehit olan 21. alay komutanı yb. Ziya beyin mezarları ana fartalar köyü mezarlığındadır.

Akbaş Şehitler Anıtı:

1915 yılında Çanakkale savaşlarında şehit olan 7. tümen hatırasına Akbaş köyünde 1945 yılında yapılmıştır.

Hastana Bayırı Şehitliği:

Çanakkale savaşlarında ağır olarak yaralanan askerlerimiz Hastane bayırındaki hastaneye getirilmişler. Ancak kurtarılamayarak şehit olmuşlardır. Bu şehitliğimiz Çanakkale'nin Anadolu yakasında Hastane bayırındadır.

Hasan Mevsuf Şehitliği:

18 Mart 1915 deniz savaşında bu bataryanın gözetleme yerine isabet eden bir düşmanın mermisi ile şehit olan Bataryası kumandanı Hasan ve tarassut subayı Mevsuf ve dört erimiz şehit olmuştur. Bunlar anısına Çanakkale Dardonos'ta denize hakim bir tepede anıt yaptırmıştır.

Hamidiye Şehitliği:

18 Mart 1915 te ölen Türk şehitleriyle birlikte Alman ölüleri de vardır. Almanlar kendi ölülerinin kemiklerini toplayarak İstanbul'a getirmişler ve Alman Elçiliğinin bahçesine gömmüşlerdir.

Kumkale Şehitliği:

25 Nisan 1915 sabahı Anadolu sahillerine çıkan düşman kuvvetlerine karşı koyan ve 28-30 Nisan 1915'te düşmanın denizden açtığı ateş sonucu şehit olan 14 batarya personelinin mezarı vardır. Şehitlik İntepe'dedir ve 1983'te yapılmıştır.

Lapseki Çardak Arıburnu Şehitliği:

1915'te Çanakkale savaşlarında yer alan askerlerimiz getirildikleri Çardak Harp Hastanesinde kurtarılamayarak şehit olmuşlardır. 2030 şehidimiz bulunmaktadır. İsimleri belli değildir. Bunlar anısına 1940'ta anıt yapılmıştır. Anıt Çanakkale Biga yolu üzerinde Çardak kasabasındadır.

Biga Namazgah Şehitliği:

1915 Çanakkale savaşlarında Biga'da bulunan 1850 yataklı Harp hastanesinde sevk edilen ve ancak kurtarılamayarak şehit olan 173 askerimizin mezarları vardır. Şehitliğimiz Biga'dadır.

Vatanı, namusu, dini için imparatorluğun dört bir yanından gelerek kahramanca ölmek var dönmek yok diyerek canlarını bu vatan uğruna seve, seve veren kahraman şehitlerimizi rahmetle anıyoruz ve huzurlarında saygıyla eğiliyoruz. Ruhlarınız şad olsun!

styla45 04-21-2010 02:02 AM

ÇANAKKALE MUHAREBELERİ'NİN SOSYO-EKONOMİK VE PSİKOLOJİK ETKİLERİ

Çanakkale Savaşı Birinci Dünya Savaşı'nın kaderini tayin eden en kritik savaşlardan biriydi. Osmanlı Devleti'nin çarpıştığı cephelerden biri de Çanakkale 'ydi. Ve en başarılı olduğu cephe de buydu. Belki denilebilir ki diğer cephelerden daha ziyade imparatorluğun uzak topraklarının, ücra köşelerinin devletten kopması kaçınılmaz görülen toprakların savunulması söz konusu idi. Çanakkale 'de ise ana vatanın savunulması vardı.Yani buradaki bir yenilgi, boğazların, başkentin düşmesi, ülkenin yenilgiye uğraması hatta kısacası bütün ülkenin elden çıkması demek olacaktır. Bu psikolojik etkinin verdiği moral ve güç ile ve Mustafa Kemal Atatürk'ün üstün komutanlığı altında Türk milleti, Çanakkale 'de binlerce şehit vermesine rağmen ülkesini savundu ve bunda başarılı oldu.

Çanakkale Harbi bir çok noktalarda, eski harplerden farklıdır. Türkler Cihan harbine tam anlamı ile Çanakkale ve Galiçya'da varmışlardır. Kafkasya 'da Irak ve Suriye'de olan savaşlar genel harbin gösterdiği özellikler değildir. Fakat Çanakkale 'de Türkler dünyanın en kuvvetli ve en büyük orduları ile çarpışmışlar, daha önce savaşlarda kullanılmayan teknik ve taktiklere karşı koymaya çalışmışlardır. Böylece Türk Milleti 'nin savaş karşındaki psikolojisini Çanakkale'de bulabiliriz. Çanakkale savaşan iki tarafın da savaştan önce, savaş anında, savaş sonrasındaki psikolojileri aynı değildir. Türk milletinin psikolojisini şekillendiren olgu vatan bilincidir. Çanakkale muharebesi tamamı ile Türk topraklarında geçtiği için savaşın getirdiği tüm olumsuzlukları da Türk milleti çekmiştir. Kurtuluş Savaşı ve sonrasında gelişen milli bilincin uyanması Çanakkale Savaşı'nda oluşmuştur.

I.BÖLÜM

ÇANAKKALE MUHAREBESİ'NİN PSİKOLOJİK TESİRLERİ

Çanakkale Savaşı'nda itilaf devletleri Çanakkale Boğazı'nı zorlayıp içeri girmek istedikleri zaman Türk Milletinin bunlara karşı koyacak sağlıklı araçları yoktu. Çanakkale istihkamları eski toplarla eski araçlarla savunuluyordu. Kalelerimiz betonarme bile değildi. Bu kalelerin sağlıklı ve kuvvetli bir donanmaya karşı koyamayacağı herkesçe biliniyordu. Aynı zamanda düşmanın karaya asker çıkarmasına engel olacak savunma araçlarımız yeterli değildi. Yalnız boğazı torpille doldurmuştuk, düşman bunları torpil aracılığıyla gemilerle topluyordu. Donanmamız Yavuz ve Midilli'den ibaret gibiydi. Yani düşmana göre zayıf bir mevkide gibiydik. Yalnız boğazın coğrafi özelliklerinden faydalanacağı ümit ediliyordu.

Böylece savunma araçlarımız bugünkü bilimsel gelişmelerden ve savaş tekniklerinden çok uzaktı. Fakat bütün bu eksikliklere rağmen başarı Türk Ordusu'nun oldu. Bu başarıda Türk Ordusu'nun manevi üstünlüğü etkili oldu. Türk Ordusu yüksek bir maneviyetın gerek gördüğü bütün şartları bünyesinde toplamıştı. Öncelikle ordu, dini, vatani milli hislerle dolu insanlardan oluşuyordu. Atalarımızın miras bıraktığı bu toprağı bu duygularla müdafaa ediyorlardı. Türk Milletinin geleceğini tehlikede gören insanlar her türlü fadekarlığı göze almaktan çekinmiyorlardı. Yıllarca yaşanmış ortak kan ve dil birliği bütün orduyu birbirine bağlıyor. Bütün orduyu birbirine bağlıyor, bütün bu etkenler tek amaç etrafında birleşiyordu. Orada birey değil, millet mevzu bahisti. Böylece bireyde korkaklık ve kişisel çıkarlar söz konusu değildi.

Türk Milletinin bu maneviyatını yaratan etkenlerden biri de dini duygularından kaynaklanıyordu. Din insanları, yüksek düşüncelere, bağımsızlığa güdüleyen önemli unsurlardan birisidir. Türk Milleti dinine düşkün, maddi kuvvetlerden ziyade manevi kuvvetlere inanır.

II.BÖLÜM

Çanakkale Muharebesİ'nİn sosyo-ekonomİk tesİrlerİ

Çanakkale Muharebelerinde Türk kuvvetlerinin 57.000 şehit, 100.000 yaralı, 10.000 kayıp, 21.000 hastalıktan vefat, 64.000 hasta olmak üzere 252.000 zayiatı vardır.Çanakkale Muharebesi Türk Ordusu'nun zafere inanıp, kazanmasına ve ulusun moralinin yükselmesine neden olmuştur. Türk Milletinin Kurtuluş Savaşı'ndaki mücadele gücünün yaratılmasına neden olmuştur. Çanakkale Cephesi'nde ki insan kaybımız diğer cephelerde ki kayıplarımıza oranla çok daha fazla olmuştur. İnsan gücü açısından yaratılan bu boşluk sadece 1.Dünya Savaşı boyunca değil, milli mücadele sonuna kadar bile doldurulamayacaktır.

Çanakkale Muharebelerine sahne olan, Gelibolu Yarımadası gibi daracık bir toprak parçasında Türk Milleti binlerce aydınını, okumuşunu yitirmiştir. Çanakkale Savaşı başta olmak üzere 1.Dünya Savaşı boyunca tüm cephelerde verdiğimiz yetişkin insan gücü ve kalifiye eleman kaybının olumsuz etkileri bu savaşların bitiminden çok sonra bile hissedilecektir.

Yakın tarihimizin henüz yeterince araştırılıp, dökümü yapılmamış olan bu bir yılık dönemde yüz binden fazla öğretmen, mülkiyeli, tıbbiyeli ve Türk Ocaklarında yetişmiş insan kaybedilmiştir. Bunun en önemli olumsuz sonucu ise Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması ve bunu izleyen devrimlerin halk tarafından benimsenip kurumsallaşmasını geciktirmiştir.

Çanakkale Muharebeleri, Türk Ordusu'nu son derece yıpratmıştır. Osmanlı Devleti'nin sayılı kaynaklarının belirgin ölçüde azalmasına neden olmuştur. Bu da savaşın genel gidişatı üzerinde olumsuz etki yapmıştır. Osmanlı Devleti sınırlı askeri ve ekonomik kaynaklarının büyük bölümünü Çanakkale Cephesi'ne aktarmak zorunda kalmışlardır. Bu da diğer cephelerde savaşın kaybedilmesine neden olmuştur.

Çanakkale Muharebesi, ekonomisi tarıma dayalı olan bir milletin, savaş sonrasında kaybettiği genç ve dinamik insanlarından dolayı savaştan sonra ekonomide belirgin azalmalar görülmüştür. Uzun yıllar verimli topraklar sürülüp ekilememiştir.

Kuşkusuz Çanakkale Savaşları'nın burada ancak özetlenebilen bu özelliklerinin her biri üzerinde daha derin incelemeler ve araştırmalar yapılabilir. Aslında, özellikle yabancı dillerde yayınlanan ve Çanakkale Muharebelerini konu alan kitap,makale, inceleme gibi araştırmaların sayısı çok fazla olduğu gibi, bu güne kadar bu çalışmalar devam etmektedir. Aradan geçen seksen yılı aşkın bir süreye rağmen konunun hala ilgi çekmesi de bize Çanakkale Muharebeleri'nin önemini gösteren husustur.

Ancak bizler bu önemli muharebeleri yeterince bilmiyor ve anlatamıyoruz. Yabancıların yenildikleri bu savaşlar için yazıp çizdikleriyle kendi yazıp çizdiklerimiz karşılaştırılırsa bizim ne kadar az yazdığımız görülecektir. Çanakkale Muharebeleri'nin milli ve milletler arası siyaset ve sayısal yönleri açısından ele alıp inceleyen kapsamlı bilimsel bir eserin henüz yazılamadığı hazin gerçektir.

Şüphe yoktur ki bu muharebe her şeyden önce kendi milli tarihimiz, bu günümüz ve yarınımız için önemlidir. Çanakkale Türk Milleti öz vatan topraklarını savundu. Vatan için öldü bu nedenlerdendi ki bu savaşa yabancılardan çok bizim sahip çıkmak zorundayız. Bu sahip çıkış ise, ancak yeni belge ve kaynaklar ışığında daha objektif, çok yönlü ve bilimsel olarak inceleyip değerlendirilerek gelecek nesillere çok iyi bir şekilde anlatmakla mümkündür.

styla45 04-21-2010 02:03 AM

ÇANAKKALE SAVAŞLARINDA HAVA HAREKATI

İLK HAVACILIK FAALİYETLERİMİZ

İlk motorlu uçağın uçuşundan yedi yıl gibi kısa bir süre geçtikten sonra, 1910 yılında uçaklardan askeri amaçlarla yararlanma düşüncesi ortaya çıkmış ve takip eden yıllarda uçak, yeryüzünde etkin bir taarruz silahı olarak kullanılmaya başlanmıştır.Dünyadaki bu gelişmeyi yakından izleyen ve önemini değerlendiren zamanın Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa'nın direktifiyle, 1911 yılında, Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde askeri havacılıkla ilgili bir şube oluşturulmuş ve Türk askeri Havacılığı'nın temeli olan teşkilat kurulmuştur. Bu yeni silahın edinilmesine büyük önem veren Mahmut Şevket Paşa, maaşının bir kısmını bağışlayarak uçak alımı için kampanya başlatmış ve bu kampanyaya başta padişah Sultan Reşat olmak üzere Donanma Cemiyeti, subaylar ve bazı zenginler iştirak etmiştir. İki uçaklık para, kısa zamanda toplanmış ve Fransa'dan biri 25 Beygirlik, biri de 50 Beygirlik iki uçak satın almıştır.Müteakiben, Yeşilköy Safra düzlüğünde Kara Tayyare Mektebi, Yeşilköy Feneri yakınlarında da Deniz Tayyare Mektebi kurulmuş ve havacı personel yetiştirilmek üzere ordu ve donanmadan istekli subaylar seçilmiştir. Çanakkale Muharebeleri başladığı zaman dünya ve Türk askeri havacılığı mütevazı ve geliştirilmeye muhtaç bir durumda idi. Çanakkale Muharebeleri havacılık yönünden, yeni silahın gerçek değerinin anlaşıldığı ve bugünkü modern hava kuvvetlerinin temelini atan kahramanları kavramaya çalışırken, icra edilen hava harekatının sadece o günkü müşterek harekata katkısı değil aynı zamanda bugünkü havacılığımıza olan katkısı da düşünülmekte ve hava kuvvetlerinin temelinin atılarak, hava stratejisi ve taktiklerinin oluşturulmaya başlandığı bir harekat noktası olarak değerlendirilmektedir.Havacılık açısından işte böyle bir ortam içinde, 2 Ağustos 1914 günü seferberlik ilan edilmiş ve buna paralel olarak Yeşilköy'de bulunan deniz uçaklarından 2'si İzmir, birisi de Çanakkale Müstahkem Mevzi Komutanlığı emrine verilmiştir. 25 Ağustos 1914 tarihinde Çanakkale Nara Meydanı'na konuşlandırılan Nievport tipi deniz uçağı ile, Deniz Yzb. Savmi, Ütğm. Fazıl ve Ütğm. Cemal'in yaptığı keşif uçuşları sayesinde, bölgedeki İngiliz ve Fransız gemilerinin faaliyetleri izlenmeye başlanmıştır. 18 Mart 1915 tarihine kadar olan dönemde yapılan başarılı hava keşif görevleri hem düşmanın elindeki gemi tip ve miktarını tespit, hem de taarruz hazırlıklarını devamlı takip imkanı sağlamıştır.18 Mart 1915 günü, havacılarımız erken saatlerde yaptıkları keşif raporunu şu şekilde vermişlerdir: " Bozcaada önünde, 40 düşman gemisi sayıldı. Bunlardan; 19'u ağır, 3'ü hafif olmak üzere 22'si kruvazör, diğerleri; şilep, destek gemisi ve uçak gemisidir. Sayıları tam olarak saptanamayan denizaltılar görülmüştür. 6 adet zırhlı İngiliz gemisi, muharebe düzeninde boğaza doğru ilerlemekte ve Fransız gemileri de demir almaktadır. " Bir süre sonra, boğaza giren ve kıyı bataryalarını şiddetle bombardıman eden düşman donanma topçusuna, Ark Royal uçak gemisinden havalanan İngiliz uçakları da ateş tanziminde geniş çapta yardım etmiştir. 18 Mart günü öğleden sonra, havacılarımıza; Limni Adası civarındaki düşman kuvvetlerinin durumunu keşfetmeleri emredilmiştir. Bir saat içinde görev bölgesine ulaşan pilotlar Mondros Koyu'nda 13 harp, 4 nakliye, 29 kömür gemisi olmak üzere toplam 46 geminin bulunduğunu, ayrıca Fransızların Gaulois gemisinin sahil topçumuzun ateşi ile Çanakkale ağzında yara aldığını rapor etmiştir. Çanakkale Muharebeleri süresince, karşılıklı keşif harekatı devam ederken; Türk havacıları, o tarihler için başarılı sayılabilecek diğer hava görevlerini de icra etmişledir. Bu görevlerden biri 18 Nisan 1915'de yapılmıştır.O gün Çanakkale Boğazı bölgesinde gittikçe kuvvetlenen ve hava üstünlüğü kurmasından endişe edilen düşman hava gücünü tesirsiz hale getirmek maksadıyla, Bozcaada'da 18 düşman uçağının konuşlandığı meydana hava taarruzu planlamıştır. Ancak bu meydandaki uçaklar, keşif görevi için daha önceden kalktığından, havada karşılaşılmış, kısa bir hava muharebesinden sonra zayiatsız olarak meydana dönülmüştür. Bu görev amacına ulaşmadıysa da, asli taktik hava görevlerinden olan "mukabil hava harekatı" nın ilk ve tipik bir uygulaması olması açısından önem taşımaktadır.

Türk uçaklarının meydan taarruzu planlamasından esinlenen İngilizler, aynı gün üçer uçaklık iki kol ile meydanımıza taarruz etmişler, ancak uçaklarımız daha önceden meydan içinde dağıtılarak gizlenmiş olduğundan, atılan bombalar hasar meydana getirememiştir. Bu da, ufki dağılma ve gizleme yapılarak, beka tedbirlerinin alınışına güzel bir örnek teşkil etmiştir. 14-19 Mayıs 1915 günleri, güney cephemizdeki karşı taarruzumuzu desteklemek amacıyla; düşman çıkarma gemileri ve ordugahı bombalanmıştır. Mayıs ayı başından itibaren sabit balon ile boğaz gözetlemesi ve topçu atış tanzimi ve birliklerimizi taciz eden manika balon gemisine taarruzlar yapılmış, her hava hücumunda gemi, balonunu toplayıp yer değiştirmek zorunda bırakılmıştır. Böylece bugün " yakın hava desteği" olarak bilinen görev tipinin basit bir uygulaması yapılmıştır. Çanakkale savaşında havacılık bakımından önemli taktikler ilk olarak yapılmış, bu da şimdi bile kullanılan önemli hava taktiklerinin temelini oluşturmuştur. 25 Haziran'da; Arıburnu bölgesindeki düşman karargahı üzerine propaganda amacıyla 300 adet İngilizce yazılı bildiri atılmıştır. Bu görev, hava gücünün psikolojik harpte kullanılmasına ilişkin güzel bir örnektir. 30 Kasım 1915'te ise, Üsteğmen Ali Rıza, Teğmen Orhan'la beraber, Çanakkale girişinde karaya oturmuş bulunan bir düşman kruvazörüne taarruz etmek için görevlendirilmiştir. Tam bu esnada bir düşman uçağının yaklaştığı görülmüş ve yapılan hava muharebesinde Üsteğmen Ali Rıza F ransız uçağını makinalı tüfek ateşiyle düşürmeyi başararak Türk havacılık tarihine ilk düşman uçağını düşüren pilot olarak geçmiştir.

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ''TÜRK HAVA HAREKATI'' ÇANAKKALE CEPHESİ

1) Tarafların kuvvetleri

a) Türk Kuvvetleri:

Çanakkale Boğazını savunacak olan 5. Türk Ordusu, düşmanın yapacağı hareketlere karşı koyacak şekilde büyük kısmı ile Gelibolu ve Çanakkale bölgelerinde konuşlanmış bulunuyordu. Almanya'dan gelen dört uçaktan üçü Başkomutanlık Vekaleti'nin emri ile Çanakkale Boğazı'na gönderildi. Bu uçaklar Çanakkale'deki alana inerek Müstahkem Mevki Komutanı'nın emrine girdiler.

b) İtilaf Devletleri Kuvvetleri:

16 muharebe, bir uçak ana gemisi, iki kruvazör, muhrip, mayın arama ve tarama gemilerinden ibaretti. Ayrıca, Limni adasında İngiliz ve Fransızlardan karma büyük bir kara kuvveti toplanmıştı. Bozcaada'da bulunan Ark Royal uçak ana gemisinde iki kara Sopwith ile üçü Short olmak üzere toplam beş uçak vardı.

2)Çanakkale'ye Gönderilen Türk Uçaklarının Harekat ve Faaliyetleri:

25 Ağustos 1914'de Üsteğmen Fazıl'ın uçtuğu bir deniz uçağı Nara'daki alana indi. Uçağın gelmesi ile boğaz dışında, Bozcaada ve Limni adasındaki İngiliz deniz ve diğer kuvvetleri ile tesislerinin havadan keşfedilmesi için gerekli hazırlıklara başlanmıştı.

5 Eylül 1914'de Bozcaada ve Limni doğrultusunda yapılan hava keşfinde, boğazın 10 mil açığında Tavşan adalarının kuzey-batısında Basiliks sınıfından iki İngiliz muhribinin boğazdan çıkan iki nakliye gemisini durdurmuş olduğu, Gökçeada istikametinde bulunan Veymouth kruvazörünün uçağı görür görmez seyre başladığı ve Limni yönünde Defence tipinden bir kruvazörün daha bulunduğu tespit edilmişti. Yapılan bu ilk hava keşfi ile İngiliz deniz kuvvetlerinin boğaz dışında devriye gezdiği ve boğaza giren-çıkan gemileri kontrol ettikleri anlaşılmıştı.

10 Eylül 1914'de yapılan hava keşfinde, bundan önceki keşifte tespit edilen İngiliz gemilerinin boğazın ortalama 25 mil açığında dolaşmakta olduğu ve Defence kruvazörünün grandy direğinde amiral forsunun çekildiği görülmüş, sert bir havada Mondros limanına giden uçak, iç limana varamadan dış limandan geri dönmek zorunda kalmıştı. Dış limanda hiç bir deniz kuvveti göremeyen uçak dönüşte önden aldığı şiddetli rüzgar yüzünden sürati azalarak boğaz girişine beş mil kala benzini bittiğinden denize inmek zorunda kalmış ve o civarda bekleyen Draç torpitosu tarafından yedeğe alınarak üsse getirilmişti.

2 Ekim 1914'de yapılan hava keşfinde, Bozcaada'nın batı ve güneyinde İngiliz ve Fransızlara ait dört muhrip, iki kruvazör, iki muharebe gemisi, iki denizaltı. iki kömür gemisi ve bir yatın demirli olarak bulunduğu; Bozcaada'nın doğusunda ve Marmara burnu dolaylarında iki İngiliz muhribinin dolaşmakta olduğu görülmüştü.

14-19 Ekim 1914 günleri yapılan hava keşifleri ile İngiliz deniz kuvvetlerinde azalma olmadığı ve bu kuvvetlere bazı şilep ve nakliye gemilerinin katıldığı görülmüş ve bu keşiflerden elde edilen bilgilere göre: İngiliz ve Fransızların Bozcaada ve dolaylarında çok sayıda harp gemisi topladığı ve yakın bir gelecekte Çanakkale Boğazına karşı harekata geçeceği tahmin edilmişti.

Tek uçakla devamlı keşif yapılmasına imkan olmadığından İstanbul'dan Çanakkale'ye Yüzbaşı Savmi komutasında iki kişilik bir nieport deniz uçağının daha gönderilmesine karar verildi. 19 Ekim 1914'de İstanbul'dan hareket eden Yüzbaşı Savmi Marmara üzerinde motor yağının bitmesi sonucu denize inmek zorunda kalmış ve uçak deniz üzerinde 24 saat kaldıktan sonra bir kurtarma motorbotu yedeğinde çekilerek Çanakkale'ye götürülmüştü.

Bu tarihlerde havacılık çok ilkel bir durumda olduğundan ve görev yapan pilotlar da iyi yetişmediğinden sık, sık kazalar olmakta, ancak Üsteğmen Fazıl, Üsteğmen Cemal ve Yüzbaşı Savmi gibi üstün yaratılıştakiler bu görevi bşarı ile yapmaktaydılar. Görevler birkaç kişinin elinde kaldığından ve uçakların sık, sık arızalanmasıyla istenilen keşif görevleri tam olarak yapılamamakta idi. Bu devrede İngiliz hava harekatına ait hiçbir faaliyet görülmemişti.

3)Çanakkale Boğazı' nın Denizden Zorlanması ve Bu Safhada Hava Harekatı:

Çanakkale cephesinde iki taraf savunma ve taarruz için gereken hazırlık ve tertipleri almışlardı. 17 Mart 1915 tarihinde Başkomutanlık karargahı Hava Müşaviri Yüzbaşı Serno İstanbul'dan bir torpido bot ile Çanakkale'ye geldi ve 17-18 Mart gecesi alandaki üç uçağı uçuşa hazırladı. 18 Mart sabahı rasıt (Gözleyici) Kurmay Yüzbaşı Shneider ile birlikte düşman durumunu keşfetmek üzere Bozcaada'ya doğru havalandılar.Uçak Truva harabeleri üzerine geldiği zaman hava aydınlanmış, Bozcaada doğrultusu iyice görülmeye başlamıştı. Bu sırada etrafı gözetleyen rasıt, ada önlerinde muharebe gemileri, kruvazörler, uçak gemisi, tamir ve nakliye gemilerinden kurulmuş büyük bir gemi topluluğu görmüştü. Muharebe gemileri pruva hattında Çanakkale Boğazı'na doğru seyir halinde olup, bunları kruvazörler takip etmekte idi. Bir deniz kurmay subayı olan Gözleyici Shneider, gemi tiplerini tanımakta zorluk çekmedi ve düşmanın Çanakkale Boğazı'na taarruz etmek için ilerlediğini kolayca anladı. Havada daha fazla zaman kaybetmeden geri dönen keşif ekibi, düşman gemilerinden açılan ateş altında kaçınma manevraları yaparak en kısa yoldan Çanakkale'ye döndü ve hemen elde ettiği bilgileri Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanlığı'na bildirdi. Keşif ekibi tarafından verilen bu bilgiler üzerine Çanakkale'yi savunan ve böyle bir taarruzu bekleyen bütün birlikler gerekli tertibi aldılar.

Bir süre sonra boğaza gelen ve kıyı bataryalarını şiddetle bombardıman eden düşman donanması ilerlemeye başladı. Türk topçusunun azimle karşı koyması düşman ileri harekatını ağırlaştırmakla beraber kayıp verdirmeye de başlamıştı. Karşılıklı topçu ateşi ile yapılan muharebeler öğleden sonra da devam etti. Öğleden sonra keşif yapmak üzere Alman pilotu Seydler ve Türk rasıtı deniz Yüzbaşısı Hüseyin havalandı. Bu ekibin görevi Limni adası ve dolaylarındaki düşman faaliyetleri hakkında bilgi toplamaktı. Bir saatte bölgeye varan hava keşif ekibi, Mondros'da 13 harp, dört nakliye ve yirmi dokuz kömür gemisinin bulunduğunu tespit etmiş ve meydana dönüşte Çanakkale Boğazı'nın ağzında hareket halinde bulunan topçu ateşi ile yaralanmış Fransız gemisi Gaulois'i görmüştü. 8 Mart'da Erenköyü yakınlarına Nusrat mayın gemisi tarafından dökülen mayınları İngiliz ve Fransız keşif uçakları dokuz günden beri keşfedememiş, böylece 18 Mart 1915 muharebelerinde bu mayınlardan düşmanın haberi olmamıştı.

Öğleden sonraki muharebelerde Erenköyü dolaylarına dökülen mayınlara çarpan Buve, Ocean, Irresistble zırhlıları batmış, Inflexble ağır hasara uğramış ve akşama doğru düşman yenilmiş olarak geri çekilmeye başlamıştı.

Sonuç olarak; 18 Mart muharebelerinde sabahın erken saatlerinde yapılan Türk hava keşfinde, düşman donanmasının herekete geçerek boğaza yaklaşmakta olduğu, zamanında Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanlığı'na bildirilmiş ve alarm halinde bekleyen Türk birliklerinin gerekli önlemleri almalarına yardım etmişti.

• 4) 19 Mart - 24 Nisan 1915 Hava Harekatı:

18 Mart zaferinden sonra, yüksek komuta kademesini düşündüren mesele, düşmanın yeniden taarruzu tekrarlayıp tekrarlamayacağı veya Çanakkale Boğazı dolaylarında karaya asker çıkarıp çıkarmayacağı idi. İstihbarat kanalı ve diğer yollarla elde edilen bilgiler düşmanın daha çok karaya asker çıkaracağını gösteriyordu. Hava durumu nedeniyle görev uçuşları 26 Mart'da başladı. 26 Mart günü öğleden önce Bozcaada ve Limni doğrultusunda keşif için havalanan uçuş ekibi Bozcaada'dan sonra hava durumu nedeniyle geri dönmüştü. Bu keşif esnasında Bozcaada önlerinde birkaç İngiliz gemisi tespit edildi. Bunlar arasında mayına çarparak yaralanan ve onarılmakta olan Inflexble da vardı. Aynı gün öğleden sonra hava düzelmiş olduğundan pilot Seydler ve gözleyici Yüzbaşı Hüseyin görevlendirildiler. Uçak Limni'ye ulaştığında, Mondros koyunda Queen Elizabeth'in demirli olduğunu, ayrıca beş adet nakliye gemisini tespit ettiler. Bu keşif sonucunda düşmanın donanma ile yeniden taarruza geçeceğine dair bir emare görülemedi. Keşif faaliyetleri devam ederken iki tarafın hava birliklerinin kuruluşunda bazı değişiklikler yapılmıştı.

Türk Hava Birliği:

Çanakkale'de bulunan üç uçak, Alman pilotları, Yeşilköy'de eğitim görmüş üç Türk subayı ve Alman bakım personeli ile 1. Türk Tayyare Bölüğü kuruldu. Bu bölükteki Alman sivil pilotlarına teğmen, makinistlere astsubay rütbesi verildi. Bölük komutanlığına Alman teğmen Preussner getirilerek bölük, Müstahkem Mevki Komutanlığı emrine verildi. Bu komutanlık, gözleyici olarak Yüzbaşı Hüseyin'i 1. Tayyare Bölüğü'ne atadı.

İngiliz Hava Birliği: 24 Mart 1915'de İngiliz binbaşısı Samson'un komutasında bir uçak birliği Bozcaada'ya gelmişti. Bu birlikte İngiliz ve Fransızlardan karma 18 uçak bulunuyordu. Ayrıca, Bozcaada'ya daha önce getirilen iki tane de Fransız Nieport uçağı vardı.

İtilaf Devletleri hava birlikleri, uçak sayısı bakımından bir üstünlük sağlamış olmasına rağmen, üç uçağı bulunan 1. Tayyare Bölüğü 27 Mart-17 Nisan tarihleri arasında Çanakkale Boğazı önünde ikisi Limni' ye olmak üzere birçok keşif görevi yaptı. Bu keşifler sonucunda, düşmanın yeni harekat faaliyetlerine ait belirtiler ve kuvvetlerinde bir artış tespit edilmemişti. Bu görevlerde, İstanbul'da yapılan bombalar düşman nakliye gemilerine atılmış ve isabet kaydedilmişti.

Gittikçe kuvvetlenen düşman birliklerinin bir hava üstünlüğü kurmasından endişe eden Müstahkem Mevki Komutanlığı Bozcaada'daki düşman hava alanına baskın yapılmasına karar verdi. 18 Nisan 1915'de yapılan taarruzdan bir sonuç alınamadı. Çünkü düşman, önceden tedbir almış ve havada sürekli av devriyesi kurmuştu. Hava alanına yaklaşan Türk uçakları düşman av uçakları tarafından karşılanmış ve yapılan hava muharebesinde iki taraftan düşen ve yaralanan olmamış ise de Türk uçaklarının taarruzu etkisiz kalmıştı. Türklerin bu akınına aynı gün karşılık veren İngilizler, üçer uçaklı iki kolla Çanakkale'deki Türk hava alanına hücum ettiler. Bu hücumda, uçaklar gizlenmiş olduğundan bir hasar görmediler. 23 Nisan'da Mondros koyunda yapılan bir keşifte İngiliz ve Fransızların bilinen deniz kuvvetlerinden başka altısı Fransız olmak üzere 27 nakliye gemisi, koy dolaylarında büyük iaşe, ikmal depoları ve aynı zamanda birçok kara birliklerinin bulunduğu görülmüş ve bunların bir çıkarma için kullanılacağı düşünülmüştü.

• 5) 25 Nisan - 6 Temmuz 1915 Hava Harekatı:

Çıkarmaya karşı koymak üzere Türk kuvvetlerince şu tertip alınmıştı: Saros körfezinden Beşike limanına kadar kuzeyden güneye doğru 7., 19., 9., 3. ve 1. Tümenler ile Gelibolu ve Çanakkale jandarma birliklerinden ve çıkarma bölgelerine ateş desteği yardımı yapacak Barbaros ve Turgut muharebe gemileri ve Erenköy'de bulunan bir tayyare bölüğünden ibaretti. Ayrıca, Saros kuzeyinde bir süvari tuğayı da bulunuyordu. Çıkarmaya ayrılan İtilaf Devletleri kuvvetlerinin durumu ise şöyleydi. 18 muharebe gemisi, 12 kruvazör, 31 muhrip, 3 torpitobot, 9 mayın arama ve tarama, 12 denizaltı, 1 uçak ana gemisi, 1 balon gemisi, 1 denizaltı ana gemisi, 1 hastane gemisi ve 67 büyük nakliye gemisi olmak üzere 156 parça gemiden ve ayrıca Fransız ve İngilizlerden karma 42 uçaktan ibaretti. Belirtilen deniz ve hava kuvveti dışında, 1. Avustralya ve 29. İngiliz Tümenlerinden başka, ayrıca Mısır'dan bir atlı piyade tümeni ile bir Hint Tugayı da gönderilecekti.

Düşmanın Çanakkale'ye yakın adaları elde bulundurmaya devam etmesi, Mondros koyunda çok sayıda gemilerin toplanması, koy dolaylarında depo ve kara birliklerini arttırması, boğaza karşı yakında yeniden harekete geçeceğine dair bir fikir vermekte idi. Nihayet 25 Nisan 1915 günü sabaha karşı Seddülbahir, Arıburnu ve Kumkale'ye çıkarma, Bolayır bölgesine ve Beşike kıyılarına çıkarma gösterisi başlamıştı. Kumkale'ye çıkan Fransız kuvvetlerini desteklemeye iki uçak, Seddülbahir'e çıkan kuvvetleri desteklemeye Bozcaada'da konuşlanan uçaklar, Arıburnu'na çıkan kuvvetleri desteklemeye de Ark Royal ana gemisindeki uçaklar verilmiş ve Manika gemisindeki sabit balon da gözetlemeye ve gemi toplarına ateş açmak için görevlendirilmiştir.

Çıkarmada bir deniz uçağı Bolayır ve Saros körfezini gözetleyecekti. 28 Nisan 1915'de kıyıya çıkan düşman kuvvetleri çıktığı yerlerde tutunmaya çalışırken düşman harp gemileri Türk birliklerine ateş yağdırıyor, Kirte'de iki taraf arasında çetin muharebeler oluyordu. Çıkarmadan önceki günlerde, Türk birlikleri sık, sık yer değiştirmiş olduğundan evvelce düşman uçaklarının tespit ettiği yerlerde Türk birlikleri bulunamıyordu. Bu sebepten çıkarma yapılan düşman hava desteği tam etkili olamamıştı. Buna rağmen çıkarma günü ve çıkarmadan sonra harekat bölgesinde düşman hava faaliyeti oldukça yoğun olmuş ve özellikle Manika gemisinden yükselen sabit balon sayesinde, düşman gemi toplarının ateşi iyi bir şekilde idare edilmiş, bu yüzden Türk birlikleri çok kayıp vermişlerdi. Bu balonun gözetlemesine engel olmak için 5. Ordu Komutanı Liman Von Sanders'in 30 Nisan 1915'de Başkomutanlık karargahına ivedi kaydı ile çektiği mesajda anlam olarak şöyle deniliyordu:

''En çok kayıp vermemize sebep olan düşmanın sabit balon gözetlemesidir. Yüzbaşı Serno'nun bu balona taarruz etmesi lazımdır. Adı geçenin Usedom Paşa'nın emrinde mi, yoksa benim emrinde mi olduğunu bilmiyorum. Balon yalnız birliklerimizi gözetliyor. Balon 200 metreye kadar yükselebilmektedir. Bütün düşman harp gemilerinin ateşini balon idare ediyor. Dün Kirte'nin batısındaki kıyıda, yarısı harp gemisi olmak üzere 45 düşman gemisi saydım. Hastane ile beraber Eceabat'ın dünkü bombardımanı pek adi bir hareketti. Gelibolu'ya tayyareden bomba atılmış, bir er şehit , bir kadın ölü ve bir çocuk ağır yaralıdır.''

Gelibolu yarımadası ve Kumkale'ye çıkarma yapıldığı sırada Türklerin Çanakkale'deki alanında üç kara ve bir deniz uçağından oluşmuş bir tayyare bölüğü bulunuyordu. Bu bölük Müstahkem Mevki Komutanlığı emrinde olduğundan ancak bu komutanlığın verdiği görevleri yapmış, 5. Ordu emrinde uçak bulunmadığından ve iki komutanlık arasında uçakların görevlendirilmesi konusunda tam bir anlaşma da olmadığından, çıkarma sırasında Türk uçaklarından gereği kadar faydalanılamamıştı.

Çıkarma yapıldıktan ve ilk çıkan birlikler ileri harekete geçtikten sonra, Müstahkem Mevki Komutanlığı çıkarma bölgelerine yakın kıyılardaki düşman deniz kuvvetlerinin durumunu öğrenmek amacıyla hava keşif ekibini görevlendirdi. Görevlendirilen ekip, Saros körfezinin en dar kısmından başlayarak Ege kıyılarına kadar olan sahada uzun bir keşif uçuşu yapmış ve Çanakkale Boğazı giriş kısmının her iki kıyısı ve Arıburnu önünde yükünü boşaltan 45 büyük düşman nakliye gemisi tespit etmişti.

Önceden tespit edilmiş olanlara ilaveten Ernest Renen ve Henry IV adlı iki Fransız zırhlı kruvazörünün de katılmış olduğu görülmüş ve düşman nakliye gemilerine birkaç bomba atılmıştı. Elde edilen bu bilgiler 5. Ordu Komutanlığı'na zamanında ulaştırılamadığı için çıkarmayı takip eden günlerde dahi hava keşiflerinden faydalanılamamıştı.

Çıkarma yapıldıktan ve ilk çıkan birlikler ileri harekete geçtikten sonra, Müstahkem Mevki Komutanlığı, çıkarma bölgelerine yakın kıyılardaki düşman deniz kuvvetlerinin durumunu öğrenmek amacıyla hava keşif ekibini görevlendirdi. Görevlendirilen ekip, Saros körfezinin en dar kısmından başlayarak Ege kıyılarına kadar olan sahada uzun bir keşif uçuşu yapmış ve Çanakkale Boğazı giriş kısmının her iki kıyısı ve Arıburnu önünde yükünü boşaltan 45 büyük düşman nakliye gemisi tespit etmişti.

Hava keşif görevlerinde elde edilen bilgilerin gecikmesini önlemek için, 5. Ordu Komutanı'nın Başkomutanlık karargahına yaptığı teklif üzerine, hava birliğinin faaliyetleri çıkarma kesimler ile yakın kıyılara yönlendirildi.

Bu sırada İstanbul'dan geri çağrılan Yüzbaşı Serno, tayyare bölüğünün emir ve komutasını tekrar üzerine aldı. Uçakların uçuşa hazır bir duruma sokulması için yer ve bakım kademeleri aralıksız bir çalışma yaptılar ve hazırlanan uçaklarla düşmanın çıkarma yaptığı bölgedeki depolarını, kıt'a topluluklarını ve topçu mevzilerini tespit etmek ve düşman nakliye ve harp gemilerini bombalamak amacıyla bir çok görevler yapıldı. Bu uçuşlarda, düşman durumunu iyi bir şekilde kavrayabilen deniz yüzbaşısı Hüseyin gözleyici olarak görev yaptı. Mayıs ayı başından itibaren Arıburnu açıklarında bulunan İngiliz balon gemisi, Çanakkale Boğazı iç kısmındaki ikmal yolunu gözetlemek suretiyle tehlikeli olmaya başladı. Bu nedenle, boğazdaki deniz ulaştırmasını gemi topları ile ateş altına almak mümkün oluyordu. Balon gemisi üzerine bir çok hava hücumları yapılmasına rağmen bombalar küçük çaplı olduğundan gemiye etki yapmıyordu. Bununla beraber uçakların taarruz için gemiye yaklaşmaları sırasında balon aşağıya çekilmekte olduğundan, görevi aksamakta ve böylece Türk hava akınlarının faydası olmaktaydı.

23-31 Mayıs 1915 tarihleri arasında yapılan hava keşiflerinden çıkarılan sonuç, düşmanın çıkarma bölgelerini yeniden takviye ederek taarruzi harekatına hız vereceği doğrultusundaydı. Nitekim, Seddülbahir'de devam eden ve 4 Haziran'da başlayan Üçüncü Kirte savaşı şiddetini arttırdı. Donanmanın desteği ve üstün kuvvetlerle saldırıya geçen düşman, Türk birliklerinin azimli direnci ile karşılaşmıştı. Bu çatışmalar sırasında Kanlıdere ve Harapkale dolaylarında bulunduğu tahmin edilen ve Türk kara birlikleri tarafından yerleri tespit edilemeyen düşman bataryaları çok kayıp verdiriyorlardı. Seddülbahir grup komutanı düşman bataryalarının yerlerinin havadan tespit edilmesini istedi. Bunun üzerine görevlendirilen uçak, Kanlıdere'de topçu mevzilerinin görülemediğini, Zeytinlik ve batısında görülenler ile atış sırasında ağız alevleriyle yerleri tespit edilenler Müstahkem Mevki Komutanlığı'na bildirilmişti.

6 Haziran 1915'de Türk uçakları düşman mevzilerini bombaladı. Bu bombardımandan sonra uçakların bakımının yapılması ve arızalarının giderilmesi için 13 Haziran'a kadar uçuşlara ara verildi. 13-14 Haziran tarihlerinde yapılan hava keşiflerinde; Limni adası Mondros yakınlarında şimdiye kadar keşfedilenlere ilave olarak daha büyük çadır ve barakaların kurulduğu, limanda 18 gemi bulunduğu tespit edilmişti. Bozcaada'nın kuzeyinde 1 muharebe gemisi ve 5 muhrip, Gökçeada'da 2 muhrip, 2 muharebe gemisi, adanın güneyinde 3 mayın arama tarama gemisi, Suvla, Arıburnu ve Seddülbahir'de muhrip ve mayın arama tarama gemilerinin bulunduğu tespit edildi. 17 Haziran 1915'de Bozcaada'da bulunan hava alanında 16 uçak ile bir büyük hangar ve 18 uçak çadırı tespit edildi.

22 Haziran 1915'de düşmanı bombalamak için havalanan iki Türk uçağından biri, Alçıtepe hizalarında karşılaştığı bir düşman uçağı ile yaptığı hava muharebesinde motoruna isabet alarak Alibey Çiftliği yakınına iniş yapmak zorunda kalmış, düşmanın yoğun topçu ateşine rağmen uçak, uçuş ekibi ve o civardaki Türk erlerinin yardımı ile kurtarılarak meydana dönmüştü. 25 Haziran 1915'de İstanbul'dan gönderilen bir Türk uçağı aynı gün Arıburnu' ndaki düşman birlikleri üzerine İngilizce yazılmış 300 bildirge atmıştı.

29 Haziran 1915'de Seddülbahir'deki düşman birliklerini bombalamak üzere görevlendirilen iki uçaktan biri kalkışta kırım geçirmiş, diğeri görevini başarı ile tamamlayarak geri dönmüştü.

Türk uçakları alçak irtifadan yaptıkları görevlerde yerden açılan ateş ile isabet almakta ve bazen de uçaklarını tanımayan Türk erlerinin açtığı ateşlerden yaralanmaktaydılar. 5 Temmuz 1915 günü akşama doğru düşmanın Çanakkale hava alanına yapmış olduğu hava hücumunda, iki Türk uçağı kullanılamayacak şekilde hasara uğramıştı.

6 Temmuz 1915'de Türk tayyare bölüğünün aylardan beri devam eden uçuşları kısa bir süre durdu. Bu arada bölük, Başkomutan Vekili ve Harbiye Nazırı Enver Paşa tarafından 5.Ordu emrine verildi. Mayıs 1915'de kesilen ikmal ve uçak temini konularını görüşmek üzere Yüzbaşı Serno Almanya'ya gönderilmiş, bunun sonucunda 20 uçak verilmesi kararlaştırılmıştı.

Almanya'dan Türkiye'ye gönderilecek uçaklara yedek depo takılarak uçuşa hazırlandı. 1915 Haziran ayı ortasında ilk uçak Türk pilotları ile Macaristan'dan havalandı ve Temmuz sonuna kadar 7 uçak Edirne'ye inmeyi başardı. Balkan dağları üzerinden geçen rota 600 km.den fazla olup, 6 saat sürmekteydi. 100 beygir gücündeki motora sahip bu uçakların uçtuğu mesafenin kıymeti büyük olmakla beraber, pilotların gösterdiği cesaret takdire değerdi.

Bulgarlar, Almanlar safında savaşa katılmaya karar verdikten sonra karadan yapılacak uçak ve malzeme gönderme işi serbest hale gelmişti. Bu yolla bir miktar daha uçak getirilerek toplam uçak sayısı 20'ye çıkarılabilmişti.

Bu arada İtilaf Devletleri, ayrı ayrı sevk ve idare edilen hava birliklerini bir elden yönlendirilmesinin daha iyi olacağına karar vermiş ve bütün hava birliklerini Gökçeada'daki Kefalo limanı yakınlarında bir araya toplamıştı. Bu gelişmeye paralel olarak İngiltere'den 22 uçak daha gönderilmiş, böylelikle İngiliz ve Fransızların toplam uçak sayısı 55'e yükselmişti. Düşman uçaklarının çoğu makinalı tüfekle donatılmış ve uzun menzilli yeni üretilen tiplerdendi. Bu nedenle, düşmanın hava harekat imkanları büyük ilerleme kaydetmişti. Buna rağmen, 1. Tayyare Bölüğü düşman uçakları ile temastan kaçınmak suretiyle ve fırsatlardan faydalanarak hava harekat görevleri yapıyordu. • 6) 7 Temmuz-6 Ağustos 1915 Hava Harekatı:



Seddülbahir ve Arıburnu bölgelerine çıkarma yapan İngiliz ve Fransız birlikleri, Türklerin azimli savunmaları karşısında çıkarma bölgesinde çakılıp kalmışlardı.Düşmanın son durumunu öğrenmek maksadıyla keşif görevine çıkan Türk uçuş ekibi, 18 Temmuz'da Kefalo koyunda rastladığı Müttefik Kuvvetleri Komutanı Ian Hamilton'un yatına taarruz etti. Atılan bombalar yatın yakınında bulunan diğer gemilere isabet etmişti. 28 Temmuz 1915'de Limni adasındaki düşmanın son durumunu keşfetmek üzere sabaha karşı havalanan Türk uçağı ay ışığında uçuşuna devam etmiş ve gün ağarırken Mondros'a varmıştı. Bu keşifte 13 harp, diğerleri nakliye olmak üzere 87 gemi tespit edilmiş, bazı hedefleri bombalayan uçak üsse geri dönmüştü.3 Ağustos 1915'de, Bozcaada'daki Fransız hava alanına hücum edilerek bomba ve uçak çivileri atılmış, üsse dönüşte düşman uçaklarının hücumuna uğrayan uçaklar, deniz seviyesine kadar alçalarak, zorlukla üslerine varmışlardı. 4 Ağustos gecesi de Kefalo limanına taarruz edilmiş, düşman av uçaklarının hücumuna uğrayan uçaklar bir çok isabet almalarına rağmen üsse geri dönebilmişlerdi. Düşman hava kuvvetlerinin üstünlüğü Türk hava harekatının faaliyetlerini belirli oranda azaltmıştı. Bu nedenle düşmanın Gelibolu yarımadasına yapmakta olduğu takviye ve hazırlıklar yeteri kadar takip edilememişti. Buna rağmen yapılan hava keşiflerinde düşman harp ve nakliye gemilerinin Limni adasında toplanmakta olduğu ve adada kara birliklerine ait çok sayıda çadır kurulduğu ve bir kısım kuvvetlerin de Gökçeada'da toplandığı tespit edilerek 5. Ordu Komutanlığı'na bildirilmişti. Hava keşif ekibinin elde ettiği bilgilerin değerlendirilmesinden sonra düşmanın, birliklerini takviye ettiği sonucuna varılmıştı. •

• 7) 7 Ağustos-Kasım 1915 Hava Harekatı:

İlk İngiliz takviye çıkarması 6-7 Ağustos' da Suvla' ya yapıldı. Bu çıkarma esnasında Türk uçakları keşif yapamamış, düşman Suvla' ya çıktıktan sonra haber alınmıştı.

Düşman, harekat alanında hava üstünlüğünü devam ettirmek amacıyla Çanakkale'deki Türk hava alanına hücum ederek uçakları yerde tahrip etmeye büyük çaba harcıyordu. Düşmanın artan bu hava faaliyeti karşısında Türk uçakları alanda dağılma, gizlenme ve aldatma önlemleri alınarak korunmaya çalışılıyordu. Aldatma önlemlerinden biri de, işe yaramayan uçakların açıkta bırakılmasıydı. Uçuşa hazır uçaklar çok iyi gizlendiğinden fazla bir zarar görmemişti. Çanakkale Savaşı sırasında Türk birliklerinin birlik, silah, cephane ve diğer ihtiyaçları deniz yoluyla yapılıyordu. Savaşın ilerleyen aylarında çok çetin geçen muharebeler nedeniyle Marmara'daki deniz trafiği gittikçe yoğunlaşmıştı. Bu nakliyatın güvenle yapılabilmesi için Marmara'ya giren düşman denizaltılarını tespit etmek amacıyla Müstahkem Mevki Komutanlığı elde kalan tek uçağı keşif ve bombalama amacıyla görevlendirdi. 9 Ağustos öğleden sonra Marmara adaları yakınlarında tespit edilen düşman denizaltısına taarruz eden deniz uçağının yaptığı bombardımanın sonucu anlaşılamamıştı. Türk hava harekat ve faaliyetlerini devam ettirmek için Almanya'dan makineli tüfekle donatılmış, av ve bombardıman görevi yapabilen o günün en üstün uçaklarından olan beş Albatros-C ve beş Gotha tipi deniz uçağı getirilmişti. Albatros-C'lerle 1. Tayyare Bölüğü takviye edilmiş, üç deniz uçağı Müstahkem Mevki Komutanlığı emrine, ikisi de İstanbul'daki hava istasyonuna verilmişti. Uçak ve personelle takviye edilen 1. Tayyare Bölüğü, düşmanın hava üstünlüğüne rağmen, fırsatlardan faydalanarak düşman topçu mevzilerini, depolarını fotoğraflarla tespit ederek bu hedeflere bomba ve uçak oklarıyla hücum ediyordu. Düşman topçusuna ateş düzenlemesi yaptıran sabit balon gemisine, 18 Eylül'de iki deniz uçağı ile hücum edilmiş, bombalar balon gemisinin yanında bulunan bir kruvazör üzerinde patlayarak yangın çıkarmıştı. 20 Eylül'de Limni, Bozcaada, Midilli, Gökçeada, Saros körfezi ve muharebe sahasında yapılan hava keşfinde, adalarda fazla deniz trafiği görülmediği, Gelibolu bölgesinde düşman birliklerinin eskiye göre bir miktar azaldığı tespit edilmişti. 27 Eylül'de balon gemisine taarruz edilmiş, isabet eden bir bombanın yarattığı hasar derecesi tespit edilememişti. 28 Eylül'de havanın sisli olmasına rağmen aynı hedefe tekrar taarruz edilmiş, 300-400 metre yükseklikte görev yapan uçaklar balon gemisini görememişlerdi. Uçaklardan biri o bölgede gördüğü bir torpitobota iki bomba atmış, diğeri de Kabatepe kıyısında bulunan bir düşman gemisine hücum ederek geminin kıç tarafında tam bir isabet sağlamıştı. Keşifler ve diğer kaynaklardan alınan haberler, düşmanın Çanakkale bölgesinden çekilmekte olduğunu, harekatın büyük kısmının sona erdiğini ve deniz kuvvetlerinin faaliyetlerini azalttığını gösteriyordu. 1915 Sonbaharı'nda İtilaf Devletleri, kuvvetlerini Çanakkale'de tutmasında bir fayda görmeyeceğini değerlendirerek bu bölgenin boşaltılmasına karar vermişti. Kasım sonlarında hazırlanan tahliye planına göre Anafarta ve Arıburnu'nu 19/20 Aralık 1915'de, Seddülbahir'i 8/9 Ocak 1916'da tahliye ederek Çanakkale'den yenilmiş olarak çekildi.

HAVA HAREKATININ ÖNEMİ

Çanakkale Muharebeleri genellikle önce deniz, daha sonra da kara savaşı olarak bilinir. Hava harekatına ise gerektiği kadar önem verilmemiştir. Ama Çanakkale'de deniz,kara ve hava kuvvetlerimiz gözardı edilemeyecek bir başarı kazanmıştır. Düşmanlarımız diğer alanlarda olduğu gibi hava gücünde de bizden kat kat üstündü. Çanakkale'de ufak bir iki çarpışmanın dışında hava da önemli bir çarpışma olmadı denebilir. Hava mücadelesi özellikle bilgi toplama ve strateji belirleme açısından önemliydi. Düşman kuvvetleri bizden daha iyi olanaklara sahip olmasına rağmen havacılarımızın gösterdiği başarıyı gösterememişlerdir. Hava kuvvetlerimiz keşif uçuşlarında düşmanın elindeki silahların sayısını,çeşidini ve asker miktarını birliklerimize ileterek önemli bir görev başarmışlardır. Birliklerimiz bu bilgiler sayesinde düşmanı çok iyi tanımış ve bu yönde strateji belirlemişlerdir.Düşman kuvvetlerinin hangi bölgeleri kullandığı ve nereden saldıracağı tahminleri de hava kuvvetlerimizin raporları göz önüne alınarak yapılmıştır. Uçaklarımız 18 Mart da dahil olmak üzere geceli gündüzlü çalışmışlar ve eldeki kısıtlı imkanlara rağmen başarı elde etmişlerdir. Düşman uçakları ise tam tersine aynı derecede başarısız olmuşlardır. Boğaza mayın döşeyen ve deniz savaşına yön veren Nusrat Mayın gemisini gözden kaçırmışlar, bu da onların büyük kayıp vererek bozguna uğramasına neden olmuştur. Oysaki İngiliz uçakları kendi birliklerine verdikleri raporda "boğaza mayın döşenmemiştir" diye eklemişlerdir. Gözlerinden kaçan bu ayrıntıyla boğaza daha rahat girmişler, ama ateş hattından kendilerini dışarıya zor atmışlardır. Bu olay hem savaşın kaderini belirlemiş, hem de iki kuvvetten hangisinin daha özverili çalıştığını gözler önüne sermiştir. Türk tarafı kısıtlı imkanlarla birliklerin gerekli bütün bilgileri toplamaya çalışırken, karşı taraf daha iyi imkanlarına rağmen her bakımdan bizden geride kalmıştır. Böyle başarılı çalışmaya vatan sevgisi ve halkımızın ülkesini ve bağımsızlığını koruma azmi de eklenince, hem savaş meydanında hem de dünyanın gözünde büyük başarılarımız kaçınılmaz olmuştur.

1916 YILI HAVA HAREKATINDAN NOTLAR

1. 4 Ocak'ta Bozcaada açıklarında Teğmen Schubert'in silahlı deniz uçağı bir Fransız uçağını düşürdü.

2. 6 Ocak'ta Karaca viran'a Buddecke Fokker tayyaresiyle, bir Fransız Farman uçağı düşürüldü, pilot öldü.

3. 6 Ocak'ta öğleden sonra Pazarlıköy civarına Buddecke bir düşman uçağını düşürdü.

4. 6 Ocak'ta topçumuz Arıburnu açıklarına bir uçak düşürdü.

5. 7 Ocak'ta Croneiss Fokker'iyle Seddülbahir'e bir İngiliz Farman'ı düşürdü.

6. 11 Ocak'ta Schüz ve Buddecke Çanakkale'de bir İngiliz uçağını denize düşürdüler.

7. 12 Ocak'ta Schüz, Seddülbahir Kerte'de bir Farman indirdi.

8. 12 Ocak'ta Buddecke, Galata'da bir Fransız Farmanı indirdi.

9. 4 Şubat'ta Croneiss, Kabatepe'de bir Fransız uçağını indirdi.

10. 30 Mart'ta Buddecke, Kumdere üzerinde bir düşman uçağını denize düşürdü.

11. 8 Haziran'da topçumuz Seddülbahir, Kumkale arasında bir düşman uçağı düşürdü.

12. 2 Temmuz'da Akbaş üzerinde bir İngiliz uçağı düşürüldü.

13. 10 Temmuz'da Tekeburnu ile İmroz arasında bir İngiliz deniz uçağı düşürüldü.

14. 3 Ağustos'ta Mecidiye üzerinde uçaklarımız bir İngiliz Bristol uçağını indirdi.

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI TÜRK HAVA HAREKATI

18 Haziran 1914 Birinci Dünya Savaşı başlayınca tayyare tanıma işaretimiz iç içe üç daire oldu. Kırmızı-beyaz-kırmızı

28 Haziran 1914 Birinci Dünya Savaşı boyunca dünyada toplam 51.040 uçak ve 92.594 motor inşa edildi.

28 Haziran 1914 Birinci Dünya Savaşı boyunca Türk Hava Kuvveti 7 uçak ve 10 pilottan 100 uçak ve 100 pilota ulaştı. Savaş boyunca Türk Hava Kuvvetinde 450 uçak görev aldı.

11 Kasım 1914 Osmanlı Birinci Dünya Savaşı'na girdiğinde Hava Kuvveti.

1 Adet Rumpler ( FETHİ ) pilot : Ütğm. Şakir

2 Adet Bleriot (Edremit, Tarık Bin Ziyad) Pilotlar : (Ütğm. Salim, Yzb. Fesa )

1 adet Deperdessin (Osmanlı) Pilot : Ütğm. M.Ali

2 Adet Nieuport Deniz (Mahmut Şevket Paşa) pilotlar : ( Fazıl Bey ve Bir bahriyeli )

1 Ponnier ve 1 Bleriot (Ertuğrul) tamirde

Mektep Tayyareleri

3 Bleriot Pingouin 1 Deperdessin

6 Kasım 1914 Pilot Fesa (Evrensev) ve Salim (İlkuçan) İstanbul'dan Trabzon'a gemi ile tayyare götürürken, Ruslara esir düştüler. Savaşın sonuna kadar Sibirya'da esir kaldılar.

• 1915 YILINDA TÜRK SEMALARINDA DÜŞÜRÜLEN VEYA ESİR EDİLEN UÇAKLAR

20 Nisan 1915 Yzb Fevzi ve Ütğm Sami Karadeniz Boğaz girişine yaptıkları keşif görevinden dönüşte topçumuzun ateşi sonucu İstanbul Uskumru Köyü ( Belgrad ormanı ) na düşerek şehit oldular.

5 Eylül 1915 Çanakkale Savaşı'nda ilk keşif yapıldı. Uçağın pilotu Fazıl Bey idi.

1915 Osmanlı'da havacılık örgütleniyor. 1 Çanakkale, 2 Irak, 3 zunköprü, 4 Adana, 5 Kafkas, 6 Şam, 7 Keşan Tayyare Bölüğü teşkilatın adı.

1915 Çanakkale Hava Harekatı

30 Kasım 1915 Pilot Ali Rıza ve Rasıdı (Gözleyici) Orhan Albatros C1 uçağı ile Kabatepe üzerinde bir Fransız uçağını düşürdü.

1916 YILINDA TÜRK SEMALARINDA DÜŞÜRÜLEN VEYA ESİR EDİLEN UÇAKLAR

20 Nisan 1916 Ütğm Mehmet Ali Rıza görev uçuşunda, motorda oluşan yangın sonucunda düşerek şehit oldu.

11 Eylül 1916 Almanya'ya uçuş eğitimine gönderilen Ütğm Mehmet Ali Wilhelmshaffen de görev uçuşunda düşerek şehit oldu.

9 Kasım 1916 Ütğm Süleyman Hayrettin görev uçuşunda Yeşilköy Meydanı'na düşerek şehit oldu.

13 Kasım 1916 Ütğm Saim görev dönüşü Medine de Abbasiye (Bigri Abbas) meydanına inişte şehit oldu.

1916 Rasat İstasyonları kuruldu

1916 Daha önce Macaristan'dan uçarak uçak getirmek ve Çanakkale Kabatepe üzerinde ilk düşman uçağını düşürmekten taltif edilen Tayyareci Yzb. Ali Rıza ve Tahsin keşif raporu ihtilafından dolayı asli sınıflarına iade edildiler.

1916 İlk Türk pilot brövesi belirlendi. Gümüş defne dalı çelenk üzerinde altın kanat, rasıtlar için gümüş kanat

3 Nisan 1916 IRAK CEPHESİ :

İngilizler Kütülemare kalesinin kuşatmaya dayanabilmesi için 26 gün boyunca havadan 3 adet Short 184 tipi 225 beygirlik deniz uçakları ile ikmal yaptılar . Bilinen ilk hava ikmal köprüsüdür. Dicledeki ORA Üs'sünden...

Sonuçta Kütülemare kalesi ve içindeki İngilizler ( 5 general, 76 subay, 12828 Er ) Türk ler tarafından teslim alındı.

1917 YILINDA ÇANAKKALE SEMALARINDA TÜRK UÇAKLARIN FAALİYETİ

2 ve 3 Eylül 1917 6 tayyaremiz Limni adasındaki Mondros limanına gece hava taarruzu yaptılar.

I.DÜNYA SAVAŞINA GİRERKEN ÜLKELERİN NÜFUSLARI (SÖMÜRGELER DAHİL)

İTTİFAK DEVLETLERİ 1915'TEKİ NÜFUSLARI:



• 1) Almanya : 79.000.000

• 2) Avusturya - Macaristan: 55.000.000

• 3) Türkiye : 29.000.000

• 4) Bulgaristan : 5.300.000



Toplam : 168.300.000

İTİLAF DEVLETLERİ 1915'TEKİ NÜFUSLARI:



• 1) İngiltere : 461.000.000

• 2) Rusya : 181.000.000

• 3) ABD : 111.000.000

• 4) Fransa : 84.000.000

• 5) Japonya : 78.000.000

• 6) İtalya : 38.000.000

• 7) Belçika : 16.000.000

• 8) Portekiz : 15.000.000

• 9) Romanya : 8.000.000

• 10) Sırbistan : 5.000.000

• 11) Yunanistan : 5.000.000

• 12) Karadağ : 435.000



Toplam : 1.002.435.000



I.DÜNYA SAVAŞINDA SİLAH ALTINA ALINAN ASKER SAYISI

İTTİFAK DEVLETLERİ:



1)Almanya :11.000.000

2)Avusturya-Macaristan :7.800.000

3)Türkiye :2.900.000

4)Bulgaristan :1.200.000



Toplam :22.900.000

İTİLAF DEVLETLER:

1)Rusya : 12.000.000

2)İngiltere : 8.900.000

3)Fransa : 8.400.000

4)İtalya : 5.600.000

5)ABD : 4.750.000

6)Japonya : 800.000

7)Sırbistan : 750.000

8)Romanya : 750.000

9)Belçika : 300.000

10)Yunanistan : 250.000

11)Portekiz : 100.000

12)Karadağ : 50.000

Toplam :42.700.000

styla45 04-21-2010 02:03 AM

ÇANAKKALE KARA SAVAŞLARI GÜNEY CEPHESİ

SEDDÜLBAHİR BÖLGESİ
i tilaf kuvvetleri, Türk birliklerinin asıl kuvvetlerinin iç bölgelerde, düşman gemilerinin top menzilinden içeride olmalarından dolayı kıyılarda tutunabilmişler ancak ileriye iç bölgelere ilerleyememişlerdir.

Ayrıca Saros Körfezi'ne İngilizler, Kumkale ve Beşike'ye, Fransızlar sahte çıkarma harekatları düzenleyerek Türk kuvvetlerini buraya bağlayıp Gelibolu yarımadasına kuvvet gönderilmesini engellemek istemişlerdir.

Bu sahte saldırılar Türk kuvvetleri tarafından püskürtülmüştür. 25-26 Nisan Seddülbahir kıyı muharebelerinde düşman hedefine ulaşamayınca 28 Nisan'da Kirte (Alçıtepe) Köyü'nü ele geçirmek için tekrar saldırdılar.Seddülbahir'deki düşmanı denize dökmek için 1-2 ve 3-4 Mayıs geceleri Türk kuvvetleri taarruza geçtilerse de başarılı olunamamıştır. Türk taarruzlarının hemen ardından düşman kuvvetleri Seddülbahir bölgesinden içerilere dalmak, Kirte'yi almak için ikinci defa saldırıya geçtiler. Bu saldırılara 2. Kirte Muharebesi denir. Ancak 6,7,8 Mayıs tarihlerinde yapılan bu taarruzlarda da hedeflerine ulaşamadılar. Arkasından da 4-6 Haziran'da 3. Kirte Muharebesi cereyan ettiyse de düşman yine başarılı olamadı. Düşman 21 Haziran'a kadar yaptığı taarruzlarda Türk cephelerini yağmalamıştı. Bunun üzerine hem daha fazla donanma desteğini sağlamak hem de Türk cephelerini parçalamak düşüncesi ile 21-22 Haziran 1915'te Kerevizdere bölgesine taarruz ettiyse de başarılı olamadı. Bunun üzerine düşman denize yakın olan Zığındere Mevkii'nde Türk mevzilerine 28,29 Haziran'da taarruz etti. Ancak yine bir sonuç alamadı. Türk kuvvetleri bu bölgede 2 Temmuz'da karşı bir taarruz yaptı, ancak başarılı olunamadı ve geri çekilmek zorunda kalındı. Düşman bu taarruzlara cevap olarak 12-13 Temmuz'da Kerevizdere'ye ikinci kez taarruz etti. Fakat bu kez yine Türk ordusunun güçlü mukavemeti ile karşılaştı. 6-7 Ağustos günleri Seddülbahir bölgesinden Arıburnu bölgesine Türk kuvvetlerinin kaydırılması için Kirte istikametinde yine saldırsalar da başarılı olamadılar. İngiliz genel kurmayı deniz kuvveti ile boğazı geçemeyeceklerini anladıktan sonra amaçlarına kara muharebesi ile ulaşma denemesine karar vermiş ve bu yolla 25 Nisan 1915 sabahı çıkarma harekatına başlamışlardı. Bu maksat için görevlendirilen İngiliz ve Fransız kara kuvveti irili ufaklı 84 taşıt gemisi ile Gelibolu yarımadası kıyısına çıkarılacaktı. Bu kuvvet 63 bin İngiliz, 12 bin Fransız askeri, değişik cins ve çapta 140 topla mücehhez altı tümen ve bir piyade tugayından oluşuyordu.

Doğu Akdeniz Seferi Kuvvetleri Baş Komutanı General Hamilton, Çanakkale'de asıl çıkarma yeri olarak Seddülbahir ve yakın çevresi kıyılarını seçmişti. Bu bölgenin taktik derinliklerini Alçıtepe bloğunu bir hamlede ele geçirmek ve boğazdaki Türk topçusunun üzerine çöken etkin bir kıyı başı mevzii tutmak istiyordu. Bölgedeki harekat Alçıtepe'den sonra birkaç yönlü gelişmelere tâbi olacaktı. Dağınık Türk kuvvetlerini çiğneyip Alçıtepe plan hedefine varabileceğini düşünmek doğaldı, fakat bu mümkün olmadı. Çünkü bu saldırılar Türk kuvvetleri tarafından püskürtülmüştür, düşman hedefine ulaşamamıştır.

SAROS KÖRFEZİ ÇIKARMASI

Bu çıkarma bir gösteri ve aldatmaca çıkarmasıydı. Türk kuvvetlerini bu bölgeye çekmek için akşama doğru 1200 kişi karaya çıkarıldı ve bu bir müddet sonra geriye alındı.

BEŞİKE LİMANI ÇIKARMASI

Bu da bir gösteri çıkarmasıydı. 25 Nisan'da bir Fransız kruvazörü ve üç torpido muhribi desteğinde yapılan çıkarma, aniden yoğun sisin bastırması ile durduruldu.

KUMKALE ÇIKARMASI

Bu çıkarma da bir gösteriş niteliğinde çıkarmaydı. Kıyıya Altıncı sömürge piyade alayı çıkmıştır. Savunma birliklerimizin parça parça kullanılmasından dolayı düşmanı denize dökmek mümkün olmadı. Düşman 27 Nisan'da Morto Limanı'na çıkabilmek için Kumkale'yi terk etti . Buna rağmen Fransızlar 778, Türk birlikleri ise 1735 kişi zayiat vermiştir.

24-25 Nisan 1915 gecesi uykusuz geçirilmişti. Gecenin ilk saatleri sakin geçirildi. Düşmanın uzak mesafelerde dolaşan karakol gemilerinden başka bir şey görünmüyordu. Deniz durgun, hava ılıktı. Gece yarısına doğru düşman gemilerinin aniden kıyı sularına toplandıkları görüldü. Şiddetli top ateşi açıldı.25 Nisan saat 04:30'da gemilerden cehennemi bir ateş açıldı. Ayrıca, Queen Elizabeth gemisi taşıdığı 38'li taretleri ile filoyu destekliyordu. Ayrıca Fransızlar, bu bölgeye sahte çıkarma harekatları düzenleyerek Türk kuvvetlerini buraya bağlayıp Gelibolu yarımadasına kuvvet gönderilmesini engellemek istemiştir.

Seddülbahir sırtları sayısız infilaklarla kaynıyordu. Ateş yoğunluğu ileri hat siperlerimizin üzerlerine oturtulmuştu. Bu saldırıya rağmen bu küçük Türk birlikleri ellerinde bulunan piyade tüfeklerine ve kanındaki cevhere dayanarak göğsünü düşmana açarak savaşıyordu.

Çanakkale'nin kan ve barut kokan destanını olayların içinde gün be gün yaşamış İngiliz baş komutanının tuttuğu günlük notları tarihi bir belge olarak renk katıyor. General Hamilton bakın bu günü nasıl anlatıyor. " Amiral De Robec ile, benim bulunacağım yer Queen Elizabeth'in köprü üstü. Danışma karargahım ise 6 inçlik top bataryası içindeki çelik kulede mevkii aldılar. Böylece , tek gemi halinde seyrettik ve saat 04:30'da Seddülbahir açıklarına ulaştık. Her yer sessiz ve kül rengi . Buradan Kabatepe yönüne rota verdik ve yarı yolda Türkler, Helles burnu tabyalarından ağır top atışına başladılar. Halen Kabatepe açıklarındayız. Güneyden çıkarma tam yüklenerek başladı. Şarapneller deniz üzerinde infilak ediyor, parçaları suya çarpıyor. Makineli tüfekler mermi yağdırıyor, mermi üzerimizden aşıyor, artık her cephede savaş başladı. Güneye doğru rota değiştirdik, tekke burnu doğusundaki sahaya yaklaştık. Başarılı çıkış harekatı icra ediliyor ama kanlı ve zalimcesine....yer gök karışıyor ve Türk toprakları hallaç pamuğu gibi atılıyordu."

ALÇITEPE MUHAREBESİ

Doğu Akdeniz Seferi Kuvvetleri Baş Kumandanı General Hamilton, Çanakkale 'de asıl çıkarma yeri olarak Seddül-bahir ve yakın çevresi kıyılarını seçmişti. Yukarıda ifade edildiği gibi bölgenin taktik derinliklerini kilitleyen Alçıtepe bloğunu bir hamlede ele geçirmek ve boğazdaki Türk topçusunun üzerine çöken etkin bir kıyı başını mevzii tutmak istiyordu. Çıkarma yapacak olan 29. İngiliz piyade tümeni için beş ayrı çıkarma noktası saptamıştı. General Hamilton bu çıkarma yerleri hakkında büyük umutlar beslemekteydi. Kirte'deki Türk ihtiyatları çok zayıf ve perakende birliklerdi. Saraf'ın çiftliği çevresindeki ihtiyat grupmanı yaklaşık bir alay kuvvetinde olup mesafe bakımından da uzaktı. Bu bakımdan çıkarılacak kuvvetlerin hareketi Kirte doğrultusunda erkenden birleştirilebilirdi. Bölgedeki Türk savunması çözülür ve beş yerde yapılan çıkarmalar derinlikte birleşerek Alçıtepe üzerine bir sel gibi akabilirdi.

Takviyeli 29. İngiliz Tümenin ancak iki taburdan ibaret Seddülbahir-Kirte eksenindeki dağınık Türk savunma kuvvetlerini çiğneyip Alçıtepe plan hedefine varacağını düşünmek doğaldı. Fakat, bu mümkün olmadı. Çünkü kıyılara dağılmış bulunan küçük Türk müfrezeleri denizden gelen çelik ateş ve insan sellerine karşı onların asla tahmin etmedikleri bir inanç ve pervasızlık ile direnecek her yerde savunmayı hareketlendirip ileriye atılacak ve amfibi harekat üstünde adeta bir ölüm fırtınası gibi esecekti. Çıkarmayı kıyılar şeridinde söndüren İngilizlerin Alçıtepe'ye ebediyen hasret bırakan asıl gerçek bu idi. Türk birlikleri giriştikleri savunma muharebelerinde çoğu kez taktik kuralları da aşan kendilerine özgü civanmert tutumları ile muharebe sahasına hakim olmuşlar ve ölümden ötesini ararcasına dövüşerek Çanakkale'nin adını tarihselleştirmişlerdir.

TEKE VE ERTUĞRUL KOYU ÇIKARMASI

Üçüncü tabur on ikinci bölük Teke Koyu'ndaki mevzilerinde hazır beklemekteydi. 40 kadar küçük deniz araçlarına yüklenmiş bir piyade taburu kadar tahmin edilen düşman kuvveti saat 06:00 'da sekiz dizi halinde kıyılara çekildiler. Donanma ateşleriyle bu çıkarmayı desteklemekte idi ve ateşleri 12. bölük mevziine oturtulmuştu. Bu ateş altında bölüğün siperleri çökmüş kumlu yerlerdeki mevzii ve tel örgü hatları birbirine karışmış fakat bölüğün erleri bulundukları çukur ve sütretlerde yuvarlanıp eski düzenlerini bozmamışlardı. Düşman taşıtları kıyı sularına düşer düşmez 12. bölüğün birden bire şahlanarak mevziilerinden çok şiddetli ve isabetli tüfek ateşleri çıkarma birliklerinin birbirine girmesine sebep oldu. İngiliz hücum birlikleri yalnız iki takımdan ibaret Türk kuvvetinin ateşleri ile büyük zayiat vermişti. Teke koyundaki ilk hesaplaşma bu şekilde kapandı. Türklerin buradaki mevziileri İngiliz donanması tarafından bir kez daha ağır bombardımandan geçirildi.12. bölüğü tamamen yok etmek ve kıyılarda sağ kalan İngilizleri yaşatmak için elden gelen her şeye başvuruyorlardı. Saat 06:00'da Ertuğrul Koyu'na tertiplenme çıkarma araçları 400 metre mesafeye gelince bütün hafif ve ağır silahlarıyla topları koy üzerinden ateşlerini topladılar. Saat 06:30'da yirmi filika kıyı üstüne düşerken 10. bölükten çok şiddetli bir tüfek atışı başladı. Türk bölüğü dişini sıkıp son ana kadar sabrederek tam zamanında çıkarma kafilesini bastırmıştır. Atışlar hızlı ve çok isabetli oluyordu. Düşman bozguna uğramıştı. Can kaygısı ile sulara atlayanlar, boğulan ve sularda vurulanlar çoktu. Ertuğrul Koyu muharebelerine ilkin 10. piyade bölüğü başlamıştı. Fakat River Clyde harekatı olan 2. harekat başlarken tabur komutanı binbaşı Mahmut Sabri durumu tehlikeli görerek 11. bölükten bir kısım kuvvet ile bu kanadı takviye etmişti. İşte 25 Nisan'da düşmanın asıl çıkarma eksenine büyük zayiat verdirerek büyük bir başarı kazanan bu bir buçuk bölüklü Türk kuvveti idi. İngiliz ve İrlanda taburları %70 zayiat vermişlerdir.

İngiliz harp tarihinin Ertuğrul Koyu ilk çıkarma muharebesini açıklayan şu cümleler büyük anlam taşımak-tadır. " Karaya çıkmak için yapılan herhangi bir harekete karşı atışlar derhal o noktada toplanıyordu.Türklerin ateş disiplinleri cidden hayrete şayandı. 25 Nisan'da güneydeki Türkler bir zafer kazanacak sayıda değillerdi, fakat komutanlarının azmi onlara çok önemli yararlar sağladı. Sed-dülbahir'deki küçücük Türk garnizonu deniz topçusunun dehşet veren ağır etkisini ilk kez tatmış olmasına rağmen 25 Nisan sabahından akşamına kadar yerlerine inatla sarıldılar ve savunmada anlatılması imkansız işler gördüler." İngiliz harp tarihine böyle altın harflerle geçen komutanın adı; Ezine'li Yahya Çavuş idi.

KABATEPE ÇIKARMASI

21 Nisan sabahı saat 05:00'e doğru iki zırhlı üç torpido Kabatepe'ye hakim mevzilerde bulunan bataryalarımıza ve Kabatepe'deki siperlerimize açtığı ateşler himayesinde sahile çıkan kuvvetler ateşlerimizle karşılandı ve yapılan hücum ile 200'ü mütecaviz zayiat vererek geri çekildi. Düşmanın bu hareketinden Kabatepe'ye dayanarak sol tarafı tehdit etmek veya Kabatepe'nin tarafımızdan işgal edilip edilmediğini anlamak gibi bir maksat tatbik ettiğine hükmedilebilir.

1.KİRTE (28 NİSAN 1915) MUHAREBESİ

Bu saldırılarda asıl amaç Alçıtepe'yi ele geçirmekti ama bunu başaramayan düşman, 29. İngiliz tümeni ve Fransız tugayı ile Kirte bölgesinde yoğun bir harekata geçti. Bu taarruza 25. ve 19. alayların karşılık vermesi ile düşman geri çekilmek zorunda kaldı ve düşmana 30 bin zayiat verdirildi.

2.KİRTE (6-18 MAYIS 1915) MUHAREBESİ

Düşman 1. Kirte Muharebesi'nden ders almayıp, ikinci defa Alçıtepe'yi ele geçirmek için harekete geçmişti. Arıburnu bölgesinden bir Avustralya ve bir Yeni Zelanda tugayını bu bölgeye getirdi. 6 Mayıs'ta 5 tümen ve 1 tugayla taaruza geçen düşmanın karşısında 7. ve 9. tümenler bulunuyor, 5.tümen ise ihtiyatta idi. 3 gün süren muharebeler düşmana kuvvetin 1/3 ünü teşkil eden 65 bin kişiye mal olmuştu.

Bunun sonucu olarak Çanakkale kara muharebelerinin ilk safhası sona ermiş ve boğaza inmek umudu kaybolmuştu. Geriye ise 30 Nisan da, Mısır'dan yollanan taze Hint tugayından başka bir şey kalmamıştı. 13 Mayıs 1915'te Golyat İngiliz muharebe gemisi batırılmış ve 750 kişilik mürettebattan 570'i ölmüştü. Bu sırada U-21 Alman denizaltısı, 24 Mayıs'ta Triyamf ve 27 Mayıs'ta Macestik Muharebe gemilerini batırdı. 16 Mayıs'ta düşman tarafından komuta değişikliği olmuştu. Fransız komutanı General Damat'ın yerine General Guro ve Amiral Kepratlın yerinede Amiral Nicol atanmıştı. Enver Paşa, 13 Mayıs'ta 5.Ordu Komutanlığı'na Arıburnu'na bir karşı taarruz emri vermişti. Bu amaçla Kuzey Grup Komutanı Esat Paşa komutasında 42 bin kişilik bir kuvvet toplandı. 18-19 Mayıs gecesi, 2.Tümen düşmana kahramanca taarruz etti. Ancak başarı sağlanamadı. Ve bu tümenin kaybı 9 bin ölü olmuştu. O gece 03.30'dan 04.00'e kadar yarım saatte her iki alayda 60 subay ve 5 bin er kayıp verilmişti.Saldırıları tamamen kesilene kadar bu kayıp 9 bine yükselmiştir.

Gelibolu'da da bundan daha ağır çarpışmalar olmuş ama hiçbiri bu derece yoğun bir öldürme şeklinde olmamıştı. Bu süre içinde İngiliz ve Fransızların da kayıpları fazla olmuş, İngilizler 683 subay ve 16.000 er, Fransızlar ise 324 subay ve 22.107 er kaybetmişlerdir. Bu yüzden her iki tarafta da nisbî bir sükun başlamış, daha doğrusu bundan sonraki çarpışmalar çok kanlı siper savaşları şeklini almıştı.

3.KİRTE (4-6 HAZİRAN 1915) MUHAREBESİ

19 Mayıs 1915'te Arıburnu bölgesine yapılan Türk taarruzunun başarılı olmayışı ve ağır kayıplar verdirilmesinden cesaretlenen düşman Kirte Bölgesi'nde taarruz hazırlıklarına başladı. 29. , 42. ve Deniz P. Tümeni birleştirilerek 8. Kolordu teşkil edildi. Cephenin sağ tarafında bulunan iki Fransız tümeni de General Guro emrine verildi.Türkler tarafından Kirte yolunun kuzeyinde 9. ve güneyinde 12.tümenler bulunuyordu. 15. ve 7.tümenler başlangıçta ihtiyatta idi. 4 Haziran'da başlayan saldırıda düşman kuvvetleri merkezden saldırıya geçti. Düşman kuvvetlerinin kaybı 7.500, Türklerin kaybı ise 9 bin olmuştu.

KEREVİZDERE VE ZIĞINDERE ÇARPIŞMALARI

19 Mayıs Türk taarruzundan sonra başlayan siper savaşlarında kuşkusuz Kerevizdere ve Zığındere çarpışmaları en şiddetlileridir. Kerevizdere Bölgesi'ne ilk taarruz Fransızlar tarafından 21 Haziran, 2. Türk tümenine karşı oldu. Daha önce yapılan topçu saldırısıyla yıpratılan tümen çok ağır kayıplar verdi. 22 Haziran'da yapılan Fransız taarruzu ise pek etkili olmadı. Bu saldırılar sonucunda 2.ve 12. tümenlere 6 bin kayıp verdirilmiş, Fransız kayıpları ise, ölü ve yaralı olarak 2.500 kişi idi.Bu defa düşman 28 Haziran günü Zığındere'nin batısında ve doğusunda 11. Tümene karşı saldırıya geçti. Düşman ezici topçu ateşiyle, tamamen tahrip edilen yaralı ve şehitlerimizle dolu olan Zığındere'nin batısına kolaylıkla girdi. Doğu bölgesindeki başarılı olamamış 157. Tugay Komutanının öldürüldüğü bu çarpışmada kahraman Mehmetçik bölgeyi başarıyla savunmuştu. 28 Haziran'da İngiliz kaybı 1750, Türk kaybı ise 2000 olmuştu. 29,30 Haziranda yapılan Türk taaruzu çok az kazanç, ancak çok ağır kayıpla sonuçlanmıştır. 5 Temmuz'da yapılan diğer Türk taaruzunda Türkler saldırıya geçti. Ancak sonuç alınamadı. 16 bin kayıp verildi. Zığındere, Çanakkale Savaşları içinde en kanlısı olmuştur.28 Haziran-15 Temmuz arası Zığındere bölgesinde Türk tümenlerine yapılan taarruzlar 15 bin zayiata mal oldu. Ve 4.Tümen 3 Temmuz'da 12. Tümeni değiştirerek cephe savunmasını devraldı. Tümen, Saros Bölgesi'ne gönderildi.

Ağustos ayında Anafartalar'a yapacağı çıkartmanın başarısını garantilemek isteyen düşman, Türk komutanlığının dikkatini güney bölgesine çekmek amacıyla 12 Temmuz'da çok şiddetli bir topçu hazırlığından sonra Kerevizdere'ye dalgalar halinde taarruza geçti. Türk tümenleri batıdan itibaren 11., 7., 1. ve 4. Tümenler bir cephede, 6. Tümen geride ihtiyatta bulunuyordu. İngiliz taarruzu 7. Tümen, Fransız taarruzu ise ihtiyattaki 6.Tümenin kullanılmasıyla durduruldu. 12-13 Temmuz'da düşman kuvvetleri 1.5 km'lik cephe boyunca saldırmışlar, 400 metre kazanmışlardır.Düşman kaybı 4 bin Türk kaybı ise 10 bin olmuştu.

styla45 04-21-2010 02:04 AM

BİNBAŞI HALİS BEY'İN ÇANAKKALE RAPORU

Çanakkale

Çağlar üzere destanların özüdür

Çanakkale

Yeni Türkiye'nin ön sözüdür

Tarihimiz gizli kalmış bir çöle kahraman ve kahraman ve kahramanlıklarla doludur. Çanakkale'de İngilizlerin ilk çıkarma yaptığı kumsal elverişsiz bir yerdir. Bunun nedeni ise İngilizlerin bir gün önce tespit ettikleri yerlere koydukları işaret şamandıralarını o sırada Çanakkale'de 27. Alayın 3. Tabur kumandanı olan Binbaşı Halis Bey tarafından gönüllü bir askerin verdiği emirle çıkartmaya elverişsiz bir yere çektirmesidir. Çekilen yer bizim makinalı tüfeklerimize tam bir hedef oluşturuyordu sabahın erken saatlerinde çıkartma başladı. Fakat düşman çok aldanmıştı. Bunun sonucu ilk çıkartmaya gelen Anzakların hepsi imha edebilmiştir. Bu sırada düşmanın kaybettiği bu önemli saatler Çanakkale savaşında önemli bir rol oynamıştır.

Hayatı bunun gibi sayısız kahramanlıklarla dolu olan Binbaşı Halis Bey'in Çanakkale Raporu atlı eseri 25 Nisan 1915'de Arıburnu-Anafartalar Bölgesinde başlayan Arıburnu muhaberesinde Halis Bey'in günü gününe tuttuğu defterde yer alan taburunu yazışmalarından oluşmaktadır.

RAPORLAR
Vukuat
31.5.1914

Mahal: Gelibolu Feneri

Saat:8

Fırkamızın piyade adayları ile kolordu mıntıkasındaki İstihkam ve ağır topçu kıtaları, bugünden itibaren, seferberlik emrini almıştır. Varış dakikasının bildirilmesi istenmiş ve tebliğ olunmuştur.

Mülahazalar

Tabur, seferberlik emrini, 31.5.1914 günü öğleden sonra saat 7'de almıştır. Bölüklere saat 7:30'da tebliğ edilmiş ve Yeniköy'deki müfreze Zabitliğine bildirilmiştir.

Alaya, ayrıca malumat verilmiştir. Tabur, ordugahını, hastane civarındaki sırtlarda kurmak için hazırlıkta bulunmuş ve gereken yerlere işaret konulmuştur.

Bölüklerden, sefer durumu için gerekli malzemelerin bir cetveli istenmiş ve alaydan bu malzemeler istenmiştir. Parti parti gelen hayvanların noksanlarının, ayrıca bir cetvelinin düzenlenmesine iaşe memuru Kamil Efendi atanmıştır.

Alayın emri üzerine, 3. Bölükten Mülazımevvel Asım Efendi kumandasında 10 erlik müfreze Yeniköy'e yerleştirilmiştir.

Vukuat

1.6.1914

Mahal: Gelibolu Feneri

Alaydan/607

Yunan donanmasının, Limni civarında bulunduğu ve bazı tayyarelerinin görülmesi üzerine, alayın her an için bir çıkartma hareketine karşı koymak üzere hazır bulunması, fırka kumandanlığından, şifreli telk emredilmiştir. Buna karşın gereken yerlere gözetleme postaları konulmuştur. Malumat edinilmesi tebliğ olunur.

Vukuat

3.6.1914 ve 4.6.1914

Mahal: Gelibolu Feneri

Saat: 8

Alaydan/607

Bütün kolordunun da seferberliği ilan edildiği ve 21 Mayısın, bunun başlangıcı olduğu, ordu kumandanlığının tel emri gereği olduğu tebliğ olunur.



Mülahazalar

Alaydan, tabur için gerekli olan çadır ve diğer malzemeler istenmiştir. Bilenmemiş kasaturaların bilenmesi için tabur tüfekçisine emir verilmiş ve işe başlamıştır.

Bölük ve taburun, savaş ve ağırlık numuneleri kıtalara verilmiştir.

Vukuat

5.6.1914

Mahal: Gelibolu Feneri

Alaydan/624

Ordunun sefer durumuna geçmesine irade-i seniye-i hazreti padişahi

şerefsudur buyurulmuş olmakla, erat ve zabitlerin öteki günler gibi yemek yemeleri, Harbiye Nezaretinin tebligatına istinaden ordu kumandanlığından tebliği edilmiştir.



Mülahazalar

Tabur, hastane civarındaki ordugah yerine taşınmıştır.

Vukuat

6.6.1914

Mahal: Hastane Sırtı

Alaydan/631

Başkumandanlık ihdas edilerek, Harbiye Nazırı Paşa, bu yüksek

göreve, Liman Paşa da 1. Ordu Müfettişliğine tayin edilmişlerdir.



Mülahazalar

Alaydan alınan malzemeler, bölüklere dağıtılmıştır.

Vukuat

7.6.1914

Mahal: Hastane Sırtı

Alaydan/635

Seferberlik dolayısıyla, diğer yerlerdeki kıtalara tayin edilen ve kendilerine seferi görevler verilen zabitler ve memurlar dışında, hiçbir zabit ve memurun, izinle ve vazifeyle bir yere gönderilmemesi istenmiştir.

Vukuat

2.6.1914

Mahal: Gelibolu Feneri

Saat:8

Alaydan/750

İrade-i Seniye Sureti

Sevgili vatanımızın, barış ve iyilik içerisinde kalkınmasına çalışırken, Avrupa'da büyük bir harp başladı. Allah'ın yardımıyla, kutsal haklarımızı korumak için bütün evlatlarımızı silah başına çağırdım.

Seferberliğin daha haftası bitmeden o kadar çok gençler silah altına girdi ki, ordunun ilk ihtiyacı doldu. Milletin gösterdiği bu gayret ve hamiyetten fevkalade duygulandım. Gerektiğinde tekrar silah başına çağrılmak üzere, şimdilik talim görmemiş yaşlılardan fazla olanlarına izin verilmesi fermanını verdim. Memleketine gidenler, silah altında kalan kardeşlerinin tarlalarını, işlerini görsünler. Devlet sulh içinde yaşamak istiyor. Gerçek hami ulu Allah'ın yardımı ve şanlı peygamberimizin yardımı, milletin gayret ve hamiyeti ile yurdun bağımsızlığını koruyabileceğimize eminim. Bütün evlatlarıma selam ederim. Er evlatlarım, büyüklerin sözünü, sözüm gibi bilerek, canla başla, her işte sarsılmaz bir itaat göstermelerini ve ölüme karşı bile bir vücut gibi gitmelerini isterim. Allah yolunda atalarımız gibi metanetle çalışacak olan ordunun görevini hakkıyla yapacağına eminim. Cenab-ı Allah, her hususta yardımcınız olsun.

BAŞKUMANDANLIK VEKİLİ PAŞA HAZRETLERİNİN TEBLİGAT SURETİ

Sevgili büyük başkumandanımız, şanlı halifemiz efendimiz hazretlerinin, yüksek emirlerini tebliği ediyorum. Şu bir hafta içinde, milletin ve ordunun, halifelik katının memnunluğunu çekecek derecede gösterdiği gayret ve hamiyeti, ordumuzun geleceğinin, selametinin hayırlı bir işareti olarak görüyorum. Sırasında ordunun, Balkan Harbinin kara kıresini temizlemek için Allah'ın himayesine sığınarak, büyük hakanımızın emirleri istikametinde canla başla en büyük fedakarlıklar yapmak zorundadır. Kutsal halifeliğin ve Osmanlılığın ölmezliği, ordunun vazifesini yapmakta gösterdiği liyakat ve fedakarlığa bağlıdır. Her zabit ve her er bilmelidir ki, emirsiz bir adım gerilemek, kendisinin, devlet ve milletin mahvına sebep olur. Ordu ve millet için, ölüm geride kurtuluş ve mutluluk ileridedir. Düşman, top ve tüfeğiyle ne kadar dehşet saçarsa saçsın daima ileri gitmeyi düşünmeliyiz. Çünkü tekrar ediyorum ki, maddi ve manevi mutluluk ancak ileridedir. Her zabit ve her er kendi kendine düşünerek tereddütsüz iyi hareket etmeye azmeder ve büyük Allah'ın yardımına pak bir iman ile gönül bağlayarak ileri giderse şanlı babalarımız gibi ordumuzun da muzaffer olacağına eminim.

Mıntıka Emri, No:6

- Düşmanın karaya asker çıkartma teşebbüsünü zamanında öğrenip çıkartmaya mani olmak ve çıkanları atmak için tarassuda vazifeli kıtaların, birbirleri arasında ve geri ile haberleşme ve irtibatı en emin ve hızlı vasıtalarla sağlamaları ve telefon ve helyoğrar olmayan yerlerde, katranlı ve gazlı meşalelerle işareti kararlaştırarak, ot ve çalı yolarak, düşmanın karaya asker çıkarmaya başladığı zaman, birbirlerinin ve merkezin haberdar edilmesi gerekir.

Vukuat

9.8.1914

Mahal: Fener

Suret:

Boğazın önemi bakımından bir ihtiyat tedbiri olmak üzere aşağıdaki maddelerin tatbiki ve iyi muhafazasında mütemadiyen itina gösterilecektir.

1- a) Boğaz ve adalar denizi ile karşı körfeze nazır olan kasaba, köy, çiftlik ve binalarda geceleyin ışık bulundurulmayacaktır. Bu yasak kışla ve ordugahlar hakkında da geçerli olup deniz istikametindeki pencereler, perde ile örtülecektir. Her mıntıka kumandanı, mıntıkası içindeki hususi ve askeri ikamet mahallerinin bu maddeye riayet edip etmediğini tetkik edecek, uygun hale getirecektir. Aksi halde mesuldur.

b) Eski yasak dahilinde, geceleyin Boğazda gezilmeyecektir. Limanda bulunan gemiler hiçbir ışık göstermeyecektir. Nöbetçi bulunan gemiler, karada bir ışık gördüğü zaman, hemen o yer hükümetine haber vermek ve denizdeki vaziyeti tetkik edip, yasaklamak vazifesiyle mesuldur.

2- Her mıntıka kumandanı kendisine ait olmayan karşı ve civar mıntıkalarda da, emre ters bir hareket gördüğünde, hemen telefonla o mıntıka kumandanına haber vererek harketin yapılmasını engellemeye çalışacaktır.

3- Askeriyece görülecek lüzum üzerine, geceleyin liman içinde gidiş geliş için, nöbetçi torpidosuna malumat verilecektir.

Vukuat

30.8.1914

Mahal: Gelibolu Yenihan

Suret

1- Ruslar, talim için Karadeniz'de bulunan filomuza bugün hücum ettiler. Şimdiye kadar Ruslardan bir gambot ile bir torpil gemisi batırılmış ve 3 zabit ile 23 esir alınmıştır. Bizden hiçbir zayiat yoktur.



2- 7.Fırkadan makinalı tüfek bölüğüne sahip bir piyade alayı ve bir dağ taburu ve hafif cephane kolu yarın Gelibolu'ya çıkacaktır. Bu alayın çıkmasını kolaylaştırmak için gerekli tedbirler bu akşamdan tarafınızdan alınmalıdır.



3- Kıtalara, bayram dolayısıyla erat ve zabitlere izin verilmeyecek ve verilmiş varsa, kıtasınca yerine telgraf çekilerek hemen çağrılacaktır.

4- Vaziyet, son derece önem kazanmıştır. Daima vazife yapmaya hazır bulunacaktır. Bayram merasiminden vazgeçilmiştir.



58 Numaralı Günlük Emre Lahika

Rus, İngiliz, Fransız, Belçika, Sırp, Japon, Karadağ hükümetleri bizimle siyasal ilişkilerimizi kestiler. 1.9.1914 sabahı Ruslarla Kafkasya sınırında savaş başladı. İngilizler İzmir, Alcabe taraflarında çatışmaya başladılar. Buna göre bu devletlerle harp halindeyiz. Her ordu v.s. kumandanı şimdiye kadar yapılan tebliğlerle belirtilen harp vazifelerini yapmakta serbesttirler.

Müstahkem Mevki Kumandanı

Albay Cevat

Vukuat

25.2.1915

Perşembe günü

Güneş batmadan önce 11:00

Tabur emri,

1...,4. Bölükler Kumandanlıklarına

1- Düşman, Boğazı bombardımana başlamıştır.

2- Savaş gemisi ve taşıma gemisi görüldüğü zaman, mevziin işgal ve savunulması için şimdiden hazır durumda bulunulması gerektir.



2. Bölükler Kumandanlıklarına:

1- Düşman, Boğazı bombardımana başlamıştır.

2- Şimdi, müfreze kumandanlıklarından telefonla alınan emirle, birinci taburun Ağıldere'deki bölüğünün, emir ve kumandası üzerinize alarak, düşman savaş ve nakil gemileri oralara doğru ilerlediği zaman Ağıldere ve Arıburnu'nu müdafaa ediniz.

3- Dağ bataryası mevziine girince, müdafaasıyla, Ağıldere'deki bölük kumandana, kumandanız altında bulunduğun bildiriniz.

Binabaşı

1.3.1915

Mahal : Kabatepe

Bölükler Komutanlıklarına

Müfreze emrinin sureti, yukarıya çıkarıldı. Malumat edinilmekle beraber, fevkalade tetikte ve uyanık bulunarak, düşman gemilerinin yaklaşmasında hemen gerekli tertibatın alınması ve mevziin kahramanca savunulmasıyla, hiçbir düşman erinin karaya ayak bastırılmaması.

Binbaşı



25.4.1915

Mahal: Kabatepe

9. Fırka Kumandanlığına

Kabatepe'nin, kuzey ve güneyi, Arıburnu ve Ağıldere aralarında düşman bir çok nakliye aracı ile harp gemisi görülmektedir. Düşmanın, Arıburnu'na bir miktar asker çıkardığı, bölük kumandanlıgından bildiriliyor. Düşman hareketlerinin ciddi olduğı anlaşılmakla, buralarını takviye etmeye katiyetle lüzum görüldüğünü arz olur.

Kabatepe Mıntıkası Kumandanı

Binbaşı

25.4.1915

Mahal: Kabatepe

9. Fırka Kumandanlığına

Arıburnu'nu bir takımla takviye ettim, Bir takım, Kabatepe'nin kuzeyindeki siperleri tutmuştur. Geride bir takım kuvvet vardır. Bunu da Kabatepe'nin güney sahilini tutmak üzere bulunduruyorum. Arıburnu ile irtibat kurmak için, ara yerdeki takımlara emir verilmiş ve alınacak malumat arz edecektir.

Binbaşı

25.4.1915

Mahal: Kabatepe

9. Fırka Kumandanlığına

Şimdi Arıburnu'ndan aldığım haberde, düşmanın, Ağıldere ve Arıburnu'na çıkarma hareketi yaptığı ve bölüğün Kocaçimen dağına çekilmede zorunda kaldığı ve bölük kumandanı ile bir mülazım saninin ve bir başçavuş, selüz kadar etrafın yaralı olduğu anlaşılmıştı. Bölüğün Kocaçimen dağında düşmana direnmekte olduğu arz olunur.

Vukuat

2.5.1915

Mahal: Kanlısırt

Solkanat Kumandanlığı

1. Taburun şimdiye kadar toplanabilen silahendaz sayısı 306 erle, iki mülazımsani, bir asteğmendir.

2. İki bölüğe bölünerek düzenin sağlandığı ve cephane noksanlıklarının tamamlandığı arz olunur.

Binbaşı

Vukuat

6.5.1915

Mahal: Kanlısırt

Solkanat Kumandanlığı

Biri şarapnelden, öteki yemek almaya giderken ve bir başkası da yiyecek getirirken üç erin yaralandığı arz olunur. Binbaşı

Vukuat

8.8.1915

Saat 6:45'den sonra

27.Alay Kumandanlığına

1- Düşmanın vaziyetinde bir değişiklik yoktur.

2- Cephede tek tük ateş ve hafif mitralyöz ateşi vardır.

3- Bir şehitle dört yaralıdan başka vukuat olmadığı arz olunur.

27. Alay 2. Tabur Kumandanı

Binbaşı

MAKAM/BİRLİK RÜTBE ADI VE SOYADI
3.KOLORDU KOMUTANI
3.Kolordu Kur. Bşk.

3. Kolordu Hrk. Ş. Md.

3.Kolordu Kurmayı

9.TÜMEN KOMUTANI

9.Tümen Kur. Bşk.

27.Alay Komutanı

1.Tabur Komutanı

2.Tabur Komutanı

3.Tabur Komutanı

19.TÜMEN KOMUTANI

19.Tümen Kur. Bşk.

57.Alay Komutanı

1. Tabur Komutanı

2. Tabur Komutanı

3. Tabur Komutanı

72. Alay Komutanı

72. Alay Komutanı

39. Topçu Alay Komutanı
Tuğgeneral
Yarbay

Binbaşı

Yüzbaşı

Albay

Binbaşı

Yarbay

Yüzbaşı

Binbaşı

Yüzbaşı

Yarbay

Binbaşı

Binbaşı

Yüzbaşı

Yüzbaşı

Yüzbaşı

Binbaşı

Yarbay

Binbaşı


Esat paşa (Kor. BÜLKAT)
Fahrettin (Org. ALTAY)
Ohrili Kemal

Burhanettin

Halil Sami

Hulusi (Albay CONK)

Mehmet Şefik (Albay AKER)

Malatyalı İbrahim

İsmet

Halis (ATAKSOR)

Mustafa Kemal (Mrş. ATATÜRK)

İzzettin (Org. ÇALIŞLAR)

Avni (ARIBURNU)

A.Zeki (Tümg. SOYDEMİR)

Ata

Hayri

Mehmet Münir

Saip

Halil Kemal






ARIBURNU-ANAFARTALAR BÖLGESİ 25 NİSAN 1915 ARIBURNU MUHAREBESİ

"Düşmanın Anzak Kolordusu Conkbayırı ve Kocaçimen tepeleri ele geçip Çanakkale Boğazının en dar yerinde bulunan Eceabat bölgesindeki tabyalara ulaşmak ve boğazı kendi donanmalarına, Seddülbahir bölgesinden Alçıtepe üzerinden gelecek kuvvetlerle beraber açmak için; ilk kademede Avustralya Tümeninin bir tugayını saat 04:30'dan itibaren Kabatepe kuzeyindeki sarp bir kaya aslında Kabatepe plajlarına çıkarmayı planlamışlardı -çıkarmaya başladı. Çıkan kuvvetlerin karşısında sadece 27. alayın bir bölüğü vardı. Düşman zayıf ateş karşısında saat 07:20'ye kadar Conkbayırı güney yamaçlarına, Düztepe bölgesine ulaştı. Saat 08:00'de Tümen komutanından taarruz iznini alan 27. Alay komutanı alayının bütünü ile Kanlısırt üzerinden çıkan düşmanın güney kesimine taarruza başladı. Saat 09:30'da da, ordu ihtiyacı olan 19. Tümen komutanı Yarbay Mustafa Kemal, inisiyatifini kullanarak Kocaçimen bölgesine getirdiği 57. Alay ile, düşmanın kuzey yanından taarruz etti. Düşman ilerlemesi durduruldu. Yarbay Mustafa Kemal, düşmana taarruz etmek için ordu komutanından gerekli izni almayı bekleseydi, düşman muharebenin ilk saatlerinde bölgenin en hakim tepeleri olan Conkbayırı ve Kocaçimen'i ele geçirerek ve boğaz yolunu açmış olacak, Seddülbahir'de savunan Türk kuvvetlerini de kuzeyden kuşatmış olacaktı. Aynı zamanda düşmanın çıkarma yaptığı Arıburnu ve Seddülbahir bölgelerine, muharebenin ilk gününde müdahale edebilecek mesafede Türk birliği bulunmadığından (M.Kemal'in tümeni hariç) Mustafa Kemal'in bu tarihi müdahaleleri olmasaydı Çanakkale Muharebeleri 25 Nisan günü kaybedilebilirdi. Yarbay Mustafa Kemal tümenin diğer alaylarını da bölgeye getirip, 27. Alayı da emrine aldıktan sonra saat 16:00 da yeniden karşı taarruza başladı. Çıkardığı kuvveti 15000'e ulaşan düşman 5000 kişilik Türk taarruzu karşısında, geriye çekilmek zorunda kaldı. Donanma ateşinin sayesinde çok dar bir kıyı şeridinde tutunmayı başardı. Ancak Kor.K. geleceğini çok tehlikeli gördüğünden çıkan kuvvetlerini tekrar gemilere bindirmeye karar verdi. Fakat bunun asgari iki günde olacağının bildirilmesi ve Türk taarruzları karşısında tahliyenin savunmadan daha fazla zayiata sebep olabileceği korkusu Kor. K 'nı geri çekilmek kararından vazgeçirdi. Mustafa Kemal taarruzlara gece de devam etti. Fakat ilerleme kaydedilemedi. Düşman ise 25 Nisan günü çıkaramadığı Yeni Zelanda Tümenini de öğlene kadar çıkardı".

"O meşhur Dara'nın eski Yunan topraklarına geçerken azgın sularını dövdürdüğü Gelibolu yarımadasında, Türkler, dünyanın en kudretli donanma ve ordularını dövmüşlerdir. Çanakkale'yi bir asker olarak anlatmak imkansızdır. Çelikten manevi kudretten, vatan aşkından bir insan yapısı ne demektir? BU sualin cevabı, işte bu gösterişsiz, mütevekkil ve sessiz Anadolu çocuğunun kendisiydi. Tarih kitaplarında Türkler için okunanlar, hatta onlarla dövüşenlerin anlattıkları hikayeler hakikati ifadeden acizdir. Saadet Türklerle beraber aynı safta dövüşmektir. Bu şerefi ömrümün sonuna kadar taşıyacağım".

styla45 04-21-2010 02:04 AM

ÇANAKKALE SAVAŞLARI

Prof. Dr. Zerrin ÖDEN

Geride bıraktığımız yüzyılın başında bu topraklarda Türk ve Dünya Tarihi'nde ender görülen benzersiz bir savaş yaşandı.

Çanakkale Savaşları hakkında burada konu edeceklerimiz savaşın sebepleri, askeri harekatlar olmayacak.. Bunlar aşağı yukarı hepimizin bildiği veya burada söz konusu edilemeyecek kadar spesifik konular. Üstelik tarih ilminin önünde henüz sıcak son noktası konulmamış bir araştırma konusu . Kişisel girişimler, özel hevesler, yerel teşebbüsler ile taze tutulmaya çalışılmış birkaç kutlama ile kültür ve tarih turizmine hizmet eden bir zaman kesiti.

Ama hepsinden gerçek ve önemlisi, bir milletin kutsal saydığı vatan toprağını savunmada gösterdiği benzersiz bir mücadele, tükenen bir devletin yerine yenisini kuracak yeni bir ruhun ve 20. yy'a damgasını vuran bir liderin doğuşudur.

Troia Savaşı'ndan bu yana Çanakkale Boğazı çoğu ulusların iştahını kabartan stratejik bir hedef oldu. 14. Yy başlarında Osmanlılardan önce Çanakkale ve civarına hakim olan Karasi Beyliği kısa sürede sahip olduğu deniz gücü ile adalar denizi ve Çanakkale Boğazı'nı denetim altına almayı başarmıştı. Bu üstünlük avrupayı endişelendirmiş Haçlı ittifakını harekete geçirmişti. Antik Troas'ın yeni hakimleri olan Karasili Türk Beyleri birçok defa boğazı geçtiler, Gelibolu'da at koşturdular. Bölgeyi çok iyi tanıyorlardı. Osmanlılara öğrettiler ve Gelibolu'nun Rumeli'nin fethinde önemli rol oynadılar.

İlginçtir ki bu dönemde Bizans İmparatoru Kantakuzenos kaleme aldığı tarihinde çağdaşı Karesioğlu Süleyman Beyden Troia Satrapı (beyi) diye söz etmektedir. Kantakuzenos 1353 yılında hizmetleri karşılığında bir ödül olarak Çimpi kalesini yeni Troia beyi Orhan beye verdikten kısa bir süre sonra yaptığının büyük bir hata olduğunu farkettiğinde artık çok geçti. Öte yandan Osmanlılar 1356'da Gelibolu'da ki ilk adımın ,500 yıllık sonu gelmez bir mücadeleye neden olacağını da bilemezlerdi. Ama şimdi bu süre zarfında Osmanlı siyasi tarihinin büyük bir kısmının Rumeli tarafında verilen mücadeleler, savaşlar, antlaşmalar toprak alıp kaybetmelerle dolu olduğu bilinen bir gerçektir.

Çanakkale Savaşları ile ilgili olarak İngiliz Resmi Tarihi, Çanakkale Boğazı ve Gelibolu'yu düşman elinde Akhilleus'un topuğu olarak betimler. Bilindiği gibi Homeros'un İlyada destanı , Troia olarak bilinen kentin öyküsüdür. Konusu Troia savaşı olmakla birlikte hem bu savaşın kısa bir dönemini kapsar, hem de esasen Troia'nın değil, yarı tanrı bir kahraman olan Akhilleus'un destanıdır. Mitolojiye göre bu yarı tanrı kahraman Akhilleus'un ölümcül yeri de topuğudur.

İngilizlerin bu mitolojik yorumuna göre Çanakkale Boğazı ve Gelibolu;

• · Ya İngiliz ve Müttefiklerinin elinde Osmanlı Devletinin ölümcül yeri olacak,

• · Ya da Osmanlı Devleti ile Almanya'nın elinde Rus Çarlığı'nın sonunu hazırlayacaktı.



Bundan başka;

• · SAVAŞ GEMİLERİNDEN BİRİNİN ADININ AKHİLLEUS'UN HASMI AGEMEMNON OLMASI,

• · ÖLÜLERİ TOPLAMAK İÇİN TROİA SAVAŞINDA OLDUĞU GİBİ ATEŞKES YAPILMASI

• · RİVER CLYDE ÇIKARMASININ BİR ÇEŞİT TAHTA TROİA ATI STRATEJİSİNİ HATIRLATMASI

Gibi birçok benzerlikler Çanakkale Savaşlarının mimarı olan İngilizlerin, o sırada umutlarını antik çağın bu destanına bağladıklarını ve adeta Troia savaşını 20 yüzyıla uyarladıklarını göstermektedir.

Tarihe ve I. Dünya Savaşının sonuçlarına bakıldığında ,Akhilleus'un topuğu hakkında İngilizlerin ideolojik olduğu kadar romantikte olan bu yorumu bir yönüyle doğrulanmış görünse de mitolojik kahramanları 20 yüzyılın gerçeklerine taşımak pekte realist bir yaklaşım olmasa gerektir.

Zira 1353'ten itibaren Türklerin Gelibolu'ya yerleşmeye başlamaları tarihin en uzun ömürlü imparatorluklarından Bizans'ın sonunu hazırlamıştı. 1353 - 1453, yani yüzyıl sonra Bizans İmparatorluğu tarihe karışmıştır.

- I. Dünya Savaşının Çanakkale Cephesi sonuçları ise iki devletin sonunu hazırlamışa benziyor;



• · Osmanlı Devleti

• · Rus Çarlığı.

• - ANCAK BİZANS YIKILDIĞINDA YERİNE BAŞKA BİR BİZANS KURULMADI,

• - OSMANLI YIKILDIĞINDA İSE YERİNE BU DEVLETİN İÇİNDEN YEPYENİ BİR TÜRK CUMHURİYETİ DOĞMUŞTUR.



Savaştan sonra İngilizler I. Dünya savaşına ait olaylar içinde Çanakkale Savaşlarını ordu mensupları, devlet adamları için çok önemli derslerle dolu olduğunu ifade ederler.

Savaşın başarısızlığını birtakım savaş esaslarının ihmal edilmiş olmasına bağlarken, seferin önüne geçilememiş başarısızlığını

• · boğazın zorlu bir geçit olduğuna,

• · o tarihe kadar bu konuda hiçbir başarının sağlanamamış olmasıyla örtüştürüp kendilerini haklı çıkarmaya çalışırlar.

İngilizlere göre savaşın kazancı, az bir zaiyat karşılığında Türk ordusunun gençliğini tüketmek, Süveyş kanalını kurtarmak ve Osmanlı Devleti'nin hezimetinin temelini atmak olmuştur.

Günümüzde bu konuya nasıl yaklaştıklarını internet sayfalarında açık olarak izleyebildiğimiz birkaç İngiliz web sayfasında Gelibolu savaşları, 1916 ocak ayında son bulmuyor, sonuç 1918'de boğazdan ingiliz ve fransız gemilerinin geçişi ile bağlanıyor.

İngiltere ve Fransa Çanakkale seferinden çok şey ummuşlar ve bu uğurda bir düzine kadar zırhlıyı feda etmekten kaçınmayıp, 550.000 kişilik bir kara kuvvetini oldukça ağır emek ve masraflarla aylarca ufacık iki kıyıda tutmuş ve bu kuvvetin üçte birini kaybetmişlerdir. Bu sırada seferden en yüksek ve sorumlu İngiliz hükümeti, Çankkale' nin zorlanmasıyla , dünya tarihinin değişeceğini, savaşın kısa sürede kazanılmasını sağlayacağını, Balkanların toptan kendi taraflarına geçeceğini, Rusya'yı yeniden canlandıracağını umut ediyordu.

Evet, Çanakkale'de çarpışan Türk ordusu, dünya tarihinde bir dönüm noktası yarattı. Savaşın süresi uzadı. Öngörülenin aksine batı Avrupa ile Rusya'yı birbirinden uzaklaştırdı, hatta Amerika'yı Rusya'ya karşı batı Avrupa ile ilgilenmek zorunda bıraktı. İngiliz dominyonları Yeni Zelanda ve Avusturalya 'nın ulusal benliğinin oluşumuna hız kattı. Ve hepsinden önemlisi Mustafa Kemal Atatürk'ün de Çanakkale'de takdir ettiği Türk askerinin o yüksek ruhu, yeni bir Türk devletinin doğuşunu hazırladı.

Bütün bunlara rağmen, başta İngilizler olmak üzere müttefiklerin , bu savaşlardan yenilgi olarak söz etmekten daima kaçındıklarını görüyoruz. Çanakkale savaşları sırasında bile asla Türkler tarafından yenilgiye uğratılmış görünmek istemeyen İngilizler, yenilginin Mısır ve Hindistan'daki prestijlerini sarsacağından ve bu suretle buralarda doğabilecek tehlikelerden daima korktular. Madem ki, Çanakkale'de Türk savunmasını çökerterek, büyük sonuçlar elde edeceklerini inandılar, üstelik de bir sonuç elde edemediler, neden savaştan önce Osmanlı devleti , İngiltere'ye ittifak teklif ettiği halde , kabul etmeyip Almanya'nın kucağına ittiler? Sebep gayet açıktır. Osmanlı Devletini yıkmak, İstanbul'u ele geçirmek, böylece Anadolu ve Ortadoğunun zenginliklerine kavuşmak. Kaldı ki Rus Çarlığı onların Çanakkale seferi fikrine son derece şüpheci yaklaşmış, başarıyı pek mümkün görmemiştir.

Osmanlı Devleti için savaş, Çanakkale cephesinde bitmiyordu. İlk kez bu kadar çok cepheli bir savaş içindeydi. Savaşın gidişatına bakıldığında İngiliz planının aksine, savaşın süresi uzamıştı. İtilaf devletlerinin Çanakkale yenilgisi savaşın seyrini değiştirmişti, ama , sonuç değişmedi. Onlar, savaş yoluyla geçemedikleri boğazı Mondros Ateşkesi'nin ardından rahatça ve kibirle geçtiler. Çok geçmeden 1919 yılında Gelibolu'ya gelerek belki bir vicdan muhasebesiyle , kısa süre içinde birçok mezar ve anıt inşa ettiler. Bu sırada bu topraklarının asıl sahipleri 1919'dan 1922 Ağustosuna kadar uzanan Kurtuluş mücadelesine girişiyordu. Bu nedenle, savaş meydanlarında, siperlerde, cephelerde toprağa düşen şehitlerin anısı üzerinde düşünemeyecek kadar zorlu bir varolma, yeniden doğuş mücadelesi içindeydiler.

Ama Çanakkale asla unutulmamıştı, Atatürk'ün önderliğinde Türk ordusu, Dumlupınar zaferi ile onlara ikinci bir Gelibolu tokadı vuruyor , unutmaya çalışdıkları yenilgiyi hatırlatıyordu.

1935 yılında Anafartalar ve Conkbayırını gezen Afet İnan, mütevazı Mehmetçik abidesi karşısında yükselen yabancı abidelere hayranlıkla baktığını ve Atatürk'e niçin büyük bir abide yapmadıklarını sormuştu. Atatürk'ün cevabı şu oldu. " Evet doğru , biz de Mehmetciğimizi anmak için büyük, çok büyük abideler yapmalıyız, fakat bu bir zaman ve imkan meselesidir. Ancak , bu toprakların Türk hudutları içinde kalmasıyla Mehmetcik en büyük abideyi bizat kurmuştur."

Dünyada bir savaş alanının tarih, arkeoloji ve hatta mitoloji ile örtüştüğü başka bir yer yok gibidir.

Yıllar sonra Gelibolu'da antik Elaious kenti üzerine Çanakkale Şehitleri Anıtı yapıldı.İlginç bir tesadüftür ki, Elaious halkı tarafından ziyaret edilerek saygi gören Akalı kahraman Protesilaos'un anıt mezarı da burada bulunuyordu. Seddülbahir'deki Elaious kenti Türk topçu ateşi sonucu ortaya çıkmış, Fransızlar Elaious buluntularını derhal kendi ülkelerine Louvre müzesi koleksiyonlarına taşımışlardı. Fakat mekan yine anıt mezar özelliğini sürdürmeye devam ediyor. Yarımadada, 1970'lerden sonra ve son 10 yılda birkaç anıt ve mezarlıklar inşa edilmiştir.

24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşmasının mezarlıklar ile ilgili kısmı (124-136.maddeler) 12 madde halinde düzenlenmiştir. 128.maddeye göre, "Türkiye Hükümeti, Britanya İmparatorluğu, Fransa ve İtalya hükümetlerine karşı kendi toprakları üzerinde onların savaş alanında yada yaralama, kaza yada hastalık sonucu ölmüş olan kara ve deniz askerleri ile tutsak iken ölen savaş tutsakları ve sivil tutukluların mezarları, mezarlıkları , toplu ceset çukurları ve adlarına dikilmiş anıtlarının üzerinde bulunduğu arsaları o devletlere ayrı ayrı ve süresiz olarak bırakmayı yükümlenir. Bundan başka, söz konusu yerlere serbestçe girilmesi ve gerekiyorsa cadde ve yol yapılmasına izin vermeği yükümlenir. Bu arsalar, amacı dışında başka hiçbir amaç için kullanılmayacak, söz konusu arsaların deniz kıyısı üzerinde kişi ve mal indirip, bindirmeğe yaralı hiçbir rıhtım , mendirek yada iskele yapılmayacaktır. "

Lozan'a kadar geçen süre zarfında 1919'dan 1923'e kadar Arıburnu-Conkbayırı (Anzak) alanında 4300 mezar içeren 29 mezarlığın, Seddülbahir (Helles) alanında 5900 mezar içeren 7 mezarlığın, Suvla'da 4300 mezar içeren 4 mezarlığın ve Yarbay Doughty Wylie'ye ait ayrı bir mezarın, Cape Helles ve Conkbayırı anıtlarının yapımı tamamlanmış, ziyarete açılmıştı bile. Fransız mezarlığı Lozan'dan sonra 1926'da tamamlandı.

Mondros Ateşkesi'nin hemen ardından koşarak Gelibolu'ya gelen müttefikler, ilk anda artık sahip oldukları bu topraklarda kendi vicdani sorumluluklarını yerine getirmek için savaş alanlarına telaş içinde mezarlıklar yapıp anıtlar diktiler ve mezarların üzerine "vatanları için öldüler "cümlesini kazıdılar. , Ama Mudanya ateşkesi ile bir daha geri gelmeyecek şekilde bu toprakları terk ettiklerinde , Lozan antlaşmasına mezarlıklar ile ilgili hükümleri koyarken savaştıkları alanların arsalarını üzerlerine almayı başardıklarında, orada kaybettikleri insanlar için bir vicdan muhasebesi içinde olduklarını pek sanmıyoruz. Biz bu arsaların bedelinin Çanakkale'de ödendiğini biliyoruz, onlar da biliyorlar.

Geçtiğimiz yıllarda tesadüfen bulunan ve 1916 yılında savaşın hemen ardından Tuğgeneral Şevki Paşa emrindeki bir ekibin hazırladığı 43 pafta ve ayrı bir lejant paftasından oluşan harita, bir savaş alanının savaş sonrasındaki durumunu belgeleyen türünün dünyadaki tek örneğidir. Bir bakıma , savaş alanları arkeolojisi olarak tanımlanabilecek bir disiplinin temel belgesi , bu alanda araştırma yapmak isteyecekler için eşsiz bir referanstır. 1992 yılında ortaya çıkan bu haritayı 1919 yılında Avusturalya Tarih misyonu , müttefik savaş mezarlarını tesbit etmek amacıyla kullanmıştı ve Türkiye unutulan bu haritanın eksik lejant paftasını Avusturalya'dan temin etmek durumunda kalmıştır.

Atatürk, yurt toprağının kutlu olduğuna işaret ederken, "Türk toprağı! Sen, seni seven Türk milletinin mezarı değilsin. Türk milleti için yaratıcılığını göster" demiştir. Şimdi bugün sayısız anıtlar yapılabilir, birçok projeler üretilebilir. Fakat 86 yıl önce bu topraklara gömdüklerimizin, asker, aydın ama gencecik evlatlarımızın ruhlarını şad edecek olan , bu toprakların hayatiyet unsurlarının , cumhuriyetin temel niteliklerinin canlı, aktif tutulmasıdır. Atatürk'ün sınırlandırdığı bu vatan toprakları kutsaldır. Onun üzerinde dost elleri sıkılır, fakat düşman ayaklarını bastırmamağa azimli olduğumuzu artık bütün dünya bilmektedir.

Bilindiği gibi Genel Kurmay Başkanlığı'nın verdiği rakkamlara göre Çanakkale Savaşları'nda görev başında savaşırken ölen toplam şehit sayımız 57.084'dür. Çanakkale'de Osmanlı ülkesinin her tarafından gelen askerlerin çarpıştığını görüyoruz. En çok şehit veren iller ise 3274 kişi ile Bursa , 3003 kişi ile Balıkesir, 2683 kişiyle Konya,gelmektedir. Bunu 2527 kişi ile Kastamonu, 2258 kişiyle Denizli, 1926 kişiyle Ankara, 1908 kişiyle İstanbul ve 1876 kişiyle Çanakkale izlemektedir. Çanakkale bu listede sekizinci sırada yer almaktadır. Ama Çanakkale Zaferi her nedense sadece Çanakkale ili halkının ve Anzacların katılımlarıyla kutlanıyor. Yukarıda verilen illere göre şehit sıralamalarında 1. Sırada yer alan Bursa'da, 2. Sırada yer alan Balıkesir'de 3. Sırada yer alan Konya'da ve Çanakkale hariç diğer illerde ne yapılıyor.

Duyarlılıklarını, ilk kez ülkelerinden çok uzakta nedenini çok fazla bilmedikleri bir şeyler adına savaştıkları bu yerleri ziyarete gelen Anzacları samimiyetle dostlukla karşılıyoruz. Ama , onların Lozan'la satın aldıkları arsaları üzerinde Anzac günü kutlamalarına gıpta ile bakmaya başlıyoruz. Bu kimin zaferidir? İngiliz ve Fransızların artık bu konuyla fazla ilgilenmediklerini izliyoruz. Müttefik kuvvetler içinde yer alan İrlandalılar, İskoçlar, Galliler, Maltalılar, Yunanlılar, Mısırlılar, SriLankalılar, Pakistanlılar , Hintliler, Kanadalılar, Tunuslular, Ganbiyalılar ve Senegalliler için artık unutulmuş görünüyor. Peki biz neler yapıyoruz. Bir iki özel teşebbüs, birkaç kişisel girişim... Dünyaya açılan sayfalarımız birkaç taneden öte değil. Çanakkale savaşları anısına düzenlenen yarışmalara olan ilgisizliğe şaşırıyoruz. Literatüre baktığımızda , belli başlıcası Genelkurmay yayını.. Yakınçağ tarihi ile uğraşan akademisyenlerimizin çalışmaları ise oldukça sınırlı...

Türkiye Cumhuriyeti'nin doğuşuna hız katması , bize eşsiz bir lideri sunması açısından, I.Dünya savaşına, Çanakkale ruhuna belki çok şey borçluyuz. Büyük savaşlar, tarihte her zaman büyük sonuçlar doğurmuştur. Ancak bunca yıl sonra bizler, bu savaşın Türkler açısından sonuçlarını kabullenemeyenlerin , akılları , gönülleri 10 Ağustos 1920 Sevr Antlaşmasına takılı kalanların önümüzde sergiledikleri oyunları görmezden gelemeyiz.

Bizim evlatlarımız vatanı için savaştılar, canlarını verdiler. Bize bıraktıkları bu toprakların kıymeti büyük. Ancak, bu ülkenin bir zafer sarhoşluğu yaşama lüksü yok. Başımızı kuma gömemeyiz, tarihin yazdıklarına sırtımızı çeviremeyiz. Çünkü tarihimiz bu topraklar üzerine oynanan oyunlar ile dolu. Dün olduğu gibi bugün de ve gelecekte de İngilizlerin görkemli filosunun Boğaz muharebelerinde düştüğü aczi unutup, yeni bir Çanakkale rüyasının peşinden koşacak olanlar da çıkabilir. Şüphesiz o zaman karşılarında Türkiye Cumhuriyeti'nin üstün niteliklerle donatılmış silahlı kuvvetlerini bulacaklardır. Bizler, çok savaş görmüş bir milletin mensubu olarak barışın değerini biliyoruz. Ama, barışı Atatürk'ün işaret ettiği gibi sadece askerî zaferlerin bir sonucu olarak değil, ekonomik zaferlerin de sonucu olarak yaşamak istiyoruz. Günümüz koşullarında dış tehditlere , baskılara uğramadan tam bağımsız yaşamanın birincil koşulu bu. Teşekkür ederim.

styla45 04-21-2010 02:05 AM

ÇANAKKALE CEPHESİ'NDE RUSYA

I. BÖLÜM

I. XVIII. VE XIX. ASIRLARDA RUSYA'NIN SİYASİ HEDEFLERİ

a. XIX. Yüzyıl'dan İtibaren Rusya'nın Boğazlar ve Osmanlı Toprakları Üzerindeki Düşünceleri

15.yy sonunda kurulan Rus Çarlığı başlangıçta tamamen bir kara devleti idi ve denizlerle bağlantısı yoktu.

1699 Karlofça Andlaşması ile Azak kalesini alan Rusya ilk defa olarak Karadeniz kıyılarına ayak bastı. İsveç ile yaptığı savaş sonunda 1721 de imzalanan Nysled barışı ile de Rusya Baltık kıyılarına çıktı. Bundan sonra Rusya bütün 18.yy boyunca hem Kafkaslar hem de Balkanlar doğrultusunda olmak üzere Karadeniz'deki kıyılarını genişletmiş ve Balkanlarda Osmanlı-Rus sınırı 1792 Yaş Antlaşması ile Tuna'nın kollarından Prut nehri olmuştu. Böylece bütün Kuzey Karadeniz kıyılarını ele geçiren Rusya'nın 19. yy içindeki çabaları İstanbul ve Çanakkale boğazlarının ele geçirilmesine hiç değilse bu boğazların kendisine devamlı olarak açık olması amacına yönelmiştir.

Rusya boğazları ele geçirerek bir nevi deyim yerindeyse dünya siyasetine hakim olmak istiyordu. Çanakkale ve İstanbul boğazı bir çok Avrupa devleti için adeta bir kapı kilidi niteliğini taşıyordu. Bu sebeple devletler yani İngiltere, Fransa ve Almanya gibi o dönemde adından dünya siyasetinde sıkça bahsettiren güçler boğazların egemenliğini kendilerine geçmesi için adeta yarışıyorlardı. Boğazların güçlü bir devletin eline geçmesi bütün Güney Rusya'nın ekonomik hayatının o devletin egemenliği altına girmesi demektir. Rusya için bu yönüyle de önemli bir konum arz eden boğazların başka bir devletin eline geçmesi hayal bile edilemezdi.

Boğazların elde tutulması için çok büyük bir devlet olma niteliği göstermese de ele geçirdikten sonra eğer fırsatları değerlendirebilirse dünya hakimi olabilirdi.

Müsait olan coğrafi şartlarla birlikte Karadeniz ile Akdeniz'e egemen olmakla kalmaz Anadolu'nun ve Balkanların kilit noktası olurdu. Rusya durumun ehemmiyetinin daha 16.ve 17.yy dan itibaren kavramıştı. Olayların bu şekilde cereyan etmesi onu Boğazları ele geçirmek için harekete geçirdi.

İngiliz, Fransız, Alman vb Batılı girişimciler 1877-78 yıllarında yapılan Rus-Türk savaşında Türk ekonomisinin yarattığı talep baskısından ellerinden büyük kazançlarla çıkmışlardır. Böylece 70'li yıllarda Doğu sorununun yeni tırmanma koşullarında Kırım savaşından sonra başlayan Osmanlı İmparatorluğu'nun Batılı devletlerin yarı kolonisi haline dönüştürülmesi süreci hızla etkinleştirilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu'nun bu şekilde güç kaybetmeye devam etmesi Batılı devletlerin zihnindeki ihtişamlı Osmanlıyı silmiş hasta adam olarak nitelemeye mahkum etmiştir. Kimi (İngiltere) bu hasta adamı iyi etmek kendi siyasi politikasını ayakta tutabilmek için uğraşmış, kimi (Rusya) de parçala böl öldür siyasetini uygulamak için çaba göstermiştir. Rusya bu nedenle eline geçen ilk fırsatı değerlendirme yoluna gitmeyi tercih etmiştir. Biraz daha gerilere gidecek olursak Osmanlının Rus siyasetine nasıl alet olduğuna tanıklık etmiş oluruz. Tarih 1809 ve 1839 yılları arasında Osmanlı devletinin makus talihine ağlıyordu. Bu tarihte Osmanlıyı bir hayli meşgul eden Mehmet Ali Paşa isyanı çıkmıştı. II. Mahmut müşkil durumdaydı. Fransa ve İngiltere'nin Mehmet Ali tarafını destekler şekilde hareket etmesi sebebiyle Rusya'nın ise beslediği emelleri biliyordu; 8 Temmuz 1833'de Türkiye ile Rusya arasında imzalanan Hünkar İskelesi Antlaşması diğer devletleri hayrete düşürdü.

1-Huzur ve güvenlikleri ile ilgili bütün problemler hakkında birbirlerine yardımda bulunacaklardır.

2-1829 Edirne Antlaşması ile bu antlaşmada geçen diğer antlaşmalar ve Edirne antlaşmasından sonra imzalananlar teyit edilmişti.

3-Olaylar Osmanlı İmparatorluğu için Rusya'dan yardım isteyecek bir durum yaratırsa Rusya'nın karadan ve denizden Osmanlı İmparatorluğu'na iki taraf arasında kararlaştırılan bir kuvvetle yardım edecektir.

4-Yardım isteyen taraf yardıma gelen kuvvetlerin masraflarını ödeyecektir.

5-Antlaşma süresi sekiz yıldır.

6-Bu savunma antlaşması iki ay içinde tasdik edilecek.

Rusya ile Batı arasında savaş olursa Osmanlı devleti Çanakkale Boğazını Rusya ile harp halinde bulunan devletlerin donanmasına kapayacak buna karşılık Rusya'nın dostu olduğu Rus gemileri Boğazlardan her iki istikamete gidip gelebileceklerdi.

İngiltere ve Fransa'nın bu antlaşmaya olumlu yaklaşacağı beklenemezdi. Fransa'nın XVI. asırdan, İngiltere'nin ise Hindistan'a tam olarak yerleşmesinden itibaren Akdeniz'de hayati menfaatleri vardı. Bu menfaatlerin tehlikeye düştüğünü gördükleri anda harekete geçmeleri tabii bir netice idi.

13 Temmuz 1841'de Boğazlar için tespit edilen yeni durum şöyle idi:

1-Osmanlı Devleti barış halinde bulunduğu devletlerin harp gemilerine boğazları kapamak hususunda Osmanlı İmparatorluğu öteden beri kaide olarak kabul edilmiş olan prensibi, gelecekte de yürürlükte bulundurmak yolunda kesin karar verdiğini bildirir.

2-Padişah eskiden olduğu gibi devlet elçilerinin muharebe hizmetinde bulunacak olan harp bayrağı taşıyan hafif gemilerine özel fermanlarla boğazlardan geçiş hakkı verebilir.

Rusya Hünkar İskelesi antlaşmasıyla görüldüğü gibi hem Osmanlının hem de Batılı devletlerin elini ayağını bağlamıştır. İngiltere ve Fransa'nın bu bölge üzerinde siyasi çıkarlarının olması aynı zamanda Osmanlı Devleti üzerinde Rus tehlikesinin geçiştirilmesi konusunda fayda sağlamıştır. Rusya'nın Osmanlı toprakları üzerindeki politikalarını yıllara göre sınıflandırabiliriz. Kırım savaşından sonra 1856'dan sonra 1870'li yıllara kadar Rusya Balkanlarda defansiftir, macera aramaz. Bundan sonra ikinci bir dönem görüyoruz, bu 1870'den Berlin Konferansı'na kadar olan bölümdür. Yani 1878'e kadar. Bu dönemde biz Panslavizm denen ideolojinin Rus Balkan politikasına çok yönlü etki yaptığını görüyoruz. Üçüncü bölüm 1878-1911'e kadar olan bölümdür. Bu bölüm Rus-Balkan politikasının iflası bölümüdür.

Sonuç olarak Rusya Boğazları ele geçirebilmek düşüncesi ile Çanakkale Cephesine dek adım adım ilerlemiştir. Boğazlar Rusya için özellikle 19. ve 20. yy olmazsa olmaz olarak nitelendirdiği siyasi isteklerinden en önemlisidir. Bu bölgenin ele geçirilmesi demek bütün dünya siyasetine özellikle batılı devletlerine hakim olmak manasını taşıyordu ona göre. İngiltere ve Fransa'nın Türkiye hakkındaki emelleri Rusya'yı oldukça tedirgin etmekle beraber Boğazlara hakim olmak emelinden vazgeçmemektedir. Rusya'nın İstanbul büyükelçisi Nelidof Çar III. Aleksandra 1882 de gönderdiği raporda Rusların Boğazlara hakim olma lüzum ve vesilelerini şöyle tespit etmiştir:

"Boğazların ele geçirilmesi bizce tarihi bir zarurettir. Bunun için şu üç yolu takip etmeliyiz:

1-Her an bir bahane ile çıkarılacak savaşla,

2-Dahili kargaşalıktan istifade edilerek İstanbul'a denizden yapılacak bir baskınla,

3-Osmanlı Devleti'nin sıkışık bir anında isteyebileceği Rus yardımı ittifakı bahanesiyle."

İşte Rusya tarih boyunca hep bu taktiklerden yararlanarak Osmanlı Devleti'ni alt ederek Boğazları ele geçirme çabası içersinde bulunmuştur.

b.Rusya'nın Emellerini Gerçekleştirebilmek İçin Başvurduğu Siyasi Politikalar

Osmanlı Devleti kaldırdığı Yeniçeri Ocağı'nın yerine henüz bir ordu tedarik edememişti. Bu suretle hızla gelişen Rus taarruzlarına karşı Osmanlı Devleti ancak müdafaa harpleri yapmak zorunda kalmıştı. Yetersiz ordusu ile bunu da başaramayınca Rus kuvvetleri Türk topraklarında hızla ilerlemeye başlamışlar. Rumeli'deki durum fecaat halini alınca Kafkas cephesinde de bozgunlar başlamış Erzurum, Kars, Ahıska ve Anapa kısa zamanda Rus kuvvetlerinin eline düşmüştü.

Osmanlının bu durum karşısında eli kolu bağlı bir şekilde olayların akışını değiştiremiyordu. Topraklarına göz diken Rusya karşısında makus talihine boyun eğmek zorunda kalıyordu. Kaldı ki topraklarını ve bunun yanında en önemlisi Boğazları koruyabilecek ne yeterli sayıda askeri ne de onların ihtiyaçlarını karşılayabilecek maddi gücü yoktu. Bu sebeple artan saldırılar neticesinde sulh istemek zorunda kalmıştı. Ve sulh isteyen taraf olduğu için Rusya'nın isteklerini kabul etmek mecburiyetinde kaldı. 14 Eylül 1829'da Edirne'de yapılan bu antlaşmaya göre;

1-Ruslar Rumeli yakasında, Tuna nehrinin ağzındaki adalar müstesna Osmanlılardan almış oldukları toprakları geri verecekler. Prut nehri harbden önce olduğu gibi Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya arasında sınır olacak. 2-Doğu Anadolu'da Pati, Anapa, Ahıska Rusya'ya bırakılacak. 3-Rus ticaret gemilerine Boğazlardan geçiş hakkı tanınacak Rus halkından olanlar Osmanlı topraklarında serbest ticaret yapabilecekler. 4-Eflak ve Boğdan'a yeni haklar tanınacak. Buralardaki kaleler yıktırılacak. Türk askerleri bundan böyle bu iki eyalette bulunmayacak... 6-Osmanlı Devleti Rusya'ya on bölümde ödenmek üzere on bir buçuk milyon duka altını tazminat olarak ödemeyi yüklenmektedir. 7-Osmanlı Devleti 4 Nisan 1826'da Yunanistan probleminin çözülmesi hususunda İngiltere ve Rusya arasında imzalanmış olan Petersburg protokolünü tanımayı kabul edecektir. Ruslar işte bu şekilde Osmanlının bütün zafiyetlerinden yararlanarak hiçbir fırsatı kaçırmıyor, Boğazlara ulaşabilmek için adım adım Osmanlıyı köşeye sıkıştırmaya çalışıyordu. Ruslar hedeflerine ulaşabilmek için bütün durumları zorluyorlardı. Bunlar, giriştikleri siyasi ilişkilerden şu sonuçları çıkarabiliriz:

1-Osmanlı Devleti ile harp yaparak kendilerini İstanbul'dan ve Akdeniz'den ayıran engelleri ortadan kaldırmak,

2-Osmanlı İmparatorluğu menfaatleri olan devletlerden Avusturya, Fransa ve İngiltere ile fırsat düştükçe Osmanlı topraklarını paylaşmak,

3-Ve nihayet diğer devletlerin Rus ilerleyişine karşı gösterdikleri tepkileri önlemek üzere onlardan önce davranıp Osmanlı hamisi rolünü oynamak.

Osmanlının ekonomisinin buna bağlı olarak sosyal hayatının ve yönetim şeklinin de kötüye gitmesi batılı devletlerin Osmanlı üzerindeki düşüncelerinin değişmesine sebep oldu.

Osmanlı İmparatorluğu'nun önceleri Rusya tarafından hasta adam olarak nitelendirilmeye başlanması ve daha sonra İngiltere'nin de bu fikre katılması imparatorluğa zor anlar yaşatmıştır. Rusya bu ortamda hem Avrupa'da Balkanlarda hem de Asya'da Uzak Doğu'da yayılma politikası izlemektedir. Her şeyden önce bu kırk yıllık dönemde 1877-78 savaşının ve onun sonuçlarının gölgesindedir. Bu savaş ve onu izleyen Ayestefanos Antlaşması (3 Mart 1878) ve Berlin Antlaşması (13 Temmuz 1878) Türk-Rus ilişkilerinde bir dönüm noktası olmuştur.

Rusya'nın Osmanlının mecbur kaldığı bu antlaşmaları iyi değerlendirmesi giderek Boğazlara ve Osmanlı topraklarına yaklaşmasına sebep olmuştur. Herşeyden önce Osmanlı İmparatorluğu büyük ölçüde parçalanmıştır. Bu savaş sonunda Balkanlarda Sırbistan, Romanya, Karadağ bağımsızlıklarına kavuşmuşlar ve Osmanlı-Türk İmparatorluğundan tamamen kopmuşlar. Bulgaristan muhtar bir prenslik haline gelmiş o da büyük ölçüde Osmanlı Devleti'nden kopmuştur. Doğu Anadolu'da Rusya, Kars, Ardahan, Batum'u kendi topraklarına katmış, Osmanlı İmparatorluğu'ndan koparmıştır. Osmanlının bu şekilde ağır darbeler yemesi onu batılı devletlere muhtaç konumuna düşürmüştür. Batılı devletler Osmanlının bu takatsizliği karşısında iştahlanmış, Osmanlıyı adeta paylaşılacak bir pasta olarak görmeye başlamışlardı. Olaylar ardı arkasına, çorap söküğü gibi gelmeye başlamıştı.

Artık Osmanlı adım adım sona yaklaşıyordu. Geriye dönüp baktığında kaybettiği topraklar belki bir imparatorluk daha kurabilecek kadar fazlaydı. Fakat kendisi de bunun farkında olmasına rağmen eli kolu bağlı, olanlara razı ve müşkil durumda bulunuyordu. Batılı devletler her fırsatta Osmanlı Devleti'nin iç işlerine müdahaleden zevk alıyorlardı. Islahat ve Tanzimat fermanlarıyla Osmanlı içinde yaşayan azınlık tebası Türk halkından daha da üstün bir yere oturuyordu. Kırım Savaşı'ndan sonra 1856'dan sonra 1870'li yıllara kadar Rusya Balkanlarda defansiftir, macera aramaz. Bundan sonra iki dönem görüyoruz. Bu 1870'den Berlin Kongresi'ne kadar olan bölümdür. Yani 1878'e kadar. Bu dönemde biz Panslavizm denen ideolojinin Rus Balkan politikasına çok yönlü etki yaptığını görüyoruz. Üçüncü dönemi de 1878'den 1911'e kadar ki göz önünde tutabiliriz. Bu dönem de Rus balkan politikasının iflası dönemidir.

Ruslar Boğazlara ulaşabilmek için her fırsatı değerlendirmiştir. Önüne çıkan her batılı devlete hedeflerinden bahsetmiş ve Boğazların kendisine verilmesi gerektiği konusunda ısrarcı bir tavır sergilemiştir. İngiltere ve Fransa bu olaya pek ılımlı yaklaşmamış hatta bazen Rusya'ya karşı Osmanlının yanında yerlerini almışlardır. Zaman ilerledikçe Boğazlar İngiltere ve Rusya arasında büyük sorun olmaya başlamıştı. Tabiki Osmanlıyla da son zamanlarda çok ters düşmeye başlamıştı. Gerçek şu idi ki Rusya çıkması çok muhtemel bir savaşta Osmanlı ile aynı safta değil karşı karşıya olmak istiyordu. Rusya'daki siyasal seçkinliklerin gözünde ülkenin savaş araçları arasında ilk planda yer alan Lehistan'da kazanılacak topraklar değil Boğazlar sorununun çözümlenmesiydi. Bu çözümün en ideal yolu Osmanlının Rusya'ya savaş ilan etmesi gibi büyük bir hata işlemesiyle olabilirdi. Öte yandan Sazanov müttefiklerine Osmanlı topraklarında gözleri olmadığını Babıali savaşa girsin veya girmesin Boğazlardaki engelin kesinlikle ortadan kaldırılmasının tek amaçları olduğunu söylüyorlardı.

Rusya Boğazlar üzerindeki emelleri konusunda batılı devletlere açık oynuyordu. Onun bu şekilde davranması bazen Batılı aleyhine durumlar ortaya çıkarmıştır. Osmanlının bence bu konuda en fazla ezildiği antlaşma Hünkar İskelesi antlaşması olmuştur. Osmanlının antlaşmada bu şekilde hırpalanması Batılı devletlerin hoşuna gitmemiş, Rusya'nın önünü kapatmaya çaba göstermişlerdir. Zaman zaman da siyasi politikalar gereği fikir değiştirmek zorunda kalmışlardır. Fakat en sonunda Boğazların Rusya'ya verilmesi konusunda hemfikir olmayı başarmıştır. Buna rağmen Rusya Türkiye hakkındaki emellerin tasdikini ancak I. Dünya harbinin başlarında sağlayabilmiştir. 4 Mart 1915'te İngiltere ile Fransa birer nota veren Rusya, İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile İzmit'in kuzeye doğru uzanan saha ve Marmara'daki adaların hakimiyeti hakkının kendisine tanınmasını istemiştir.

c.Devletler Arası Bloklaşma ve Rusya'ya Karşı Takip Edilen Boğazlar Politikası

Rusya'yı Çanakkale cephesine kadar taşıyan olay boğazları ve İstanbul'u tamamiyle kendine mal etmesinden kaynaklanıyordu. Fakat bir türlü siyasi dengeleri yerine oturtmayı başaramadığı için Boğazlar üzerinde işlettiği politikalardan olumlu bir sonuç alamıyordu. Zaten bu devletin boğazlara tamamen hakim olma isteği 19.yy ilk yarısından itibaren baş gösterdiği görülüyor. Boğazları ve İstanbul'u ele geçirebilmek için büyük devletlerin desteğine ihtiyacı vardı. Bundan dolayı Rusya'nın ilk başvurduğu devlet; batılı devletler arasında en güçlüleri olan İngiltere olmuştur. Rusya, Boğazlar ve Balkanlar üzerindeki emellerini gerçekleştirebilmek için 1853 yılında İngiltere ile görüşerek isteklerini dile getirmiştir. Fakat İngiltere'nin bu dönemdeki düşüncesi Osmanlıyı iyileştirme kendi kendini yönetir duruma getirme çabası içindeydi. Osmanlı topraklarının paylaşılması için tasarladığı planı şöyle açıklayacaktır. "İstanbul'un Ruslar tarafından devamlı işgalini isteyecek değilim."

Rusya'nın Osmanlı toprakları için beslediği emelleri açıkça bir şekilde dışarı vurması İngiltere ve Fransa'yı yavaş yavaş Osmanlı devletine doğru yanaştırdı. İngilizler görüldüğü gibi Rusya'nın karşısında Osmanlının yanında yer almıştır. Bundaki amacı Hindistan'daki sömürgelerine giden yolu güvence altına almaktı. Neticede Akdeniz ve Hindistan'daki menfaatleri için Fransız ve İngilizler her zaman yıpratmağa çalıştıkları Türklerin yanında tarihte ilk defa harbe gidiyorlardı. İngiltere ve Fransa 12 Mart 1854'te Rusya'ya harp ilan etti. Kırım savaşında güç kaybına uğrayan Ruslar 30 Mart 1856'da imzaladıkları anlaşmanın belli başlı maddeleri şunlardır:

1-Taraflar savaş sırasında işgal etmiş oldukları bütün toprakları birbirlerine iade ediyorlardı.

2-Osmanlı Devleti Avrupa devletleri camiasına dahil oluyor ve toprak bütünlüğü ile bağımsızlığı Avrupa devletlerinin ortak garantisi altına konuyordu. Osmanlının bu şekilde bir anlaşma imzalaması Rusya'ya karşı bir nevi emniyet kemerini takmış böylece boğazları güvence altına almış bulunuyordu. İmzalanan antlaşmanın bu maddeleri Rusya'nın 1841'den itibaren Rusya Boğazlar ve Osmanlı toprakları üzerinde izlediği politikanın geri tepmesine sebep oluyordu. Karadeniz'in tarafsızlaştırılması ve buradaki bulunan askerlerin geri gönderilmesi, tersanelerin boşaltılması Rusya'yı hedeflerinden taviz verdiriyordu. Bu şartlardan sonra Rusya baskılar neticesiyle 1870'de Paris antlaşmasını imzalamaya muvaffak oldu. Bu emrivaki görüşmek üzre 17 Ocak 1871'de Osmanlı devleti Rusya İngiltere, İtalya, Almanya, Avusturya, Fransa temsilcileri Londra'da toplandılar. 13 Mart 1871'de şöyle ilan edildi.

1-1856 Paris antlaşmasında zikredilen Karadeniz'le ilgili 11, 13, 14 maddelerin yani askerlikten tecrit edilen Karadeniz tarafsız hale getirilerek hiçbir devletin tersane kurmaması ve donanma bulundurmasına dair hükümler kaldırılmıştır. 3-Boğazların gerek barış zamanı gerek harp zamanı açılması serbesttir. Diğer hükümler 1856'daki Kırım Antlaşmasında olduğu gibi kabul edilmiştir.

Rusya, zamanın ilerlemesine devletlerin politikalarını değiştirmesine rağmen o 1840'dan itibaren aynı iz üzerinden giderek istikrarlı bir politika sergiliyor. Fakat boğazların diğer büyük devletler içinde çok büyük önem arzetmesi onun yardımlaşacağı devletlerin sayısının ciddi boyutlarda etkiliyor. Bu sebeple çok maddi manevi, geçen süre zarfında bir hayli yıpranıyor. İngiltere'den sonra Almanya'nın Boğazlar hakkında ne düşündüğüne bakalım. Almanya Avusturya ve Rusya'yı bir arada tutabilmek için 1879 İttifakı ile Avusturya'yı kendisine bağladı. 1887'de Rusya ile ikili bir antlaşma yaptı. 1887'de Rus-Alman Antlaşması ile politikasını Rusya'ya tekrar kabul ettirdi. Bu antlaşma ile Bismarc Rusya'yı Almanya'nın yanına çekebilmek için Osmanlı İmparatorluğunu feda etmiş ve Rusya'nın Boğazları ele geçirmesini kabul etmiştir. Fakat daha sonra da Almanya'nın Boğazlar ve Rusya üzerindeki düşüncesi taraf değiştirmiştir. Sebebi Bismarc'ın ölmesiyle yerine geçen II. Wilhem Rus Alman ilişkilerine gereken önemi veremeyerek Rusya'nın kendisinden ayrılmasına sebep olmuştur. Bu da Birinci Dünya savaşındaki İttifak ve İtilaf devletlerinin ayrılmasında bir nevi yön belirleyici oldu.

Şimdi de I. Dünya Savaşı öncesinde bloklaşmanın hangi yolu takip ettiğine bir bakalım. Üçlü İtilaf üç anlaşma ile olmuştur. Bunlar 1894 Fransız-Rus İttifakı, 1904 İngiliz-Fransız sömürge antlaşması ve 1907 İngiliz Rus sömürge antlaşmasıdır. Fransa'nın ise Almanya'ya tarihten gelme bir garezi olduğundan Fransız ve Rus genelkurmayı arasında herhangi bir tehlikeye karşı askeri bir işbirliği antlaşması imzalanmıştır. İngiltere ile Ruslar arasında Boğazlar büyük bir problem olmasına rağmen 20.yy'daki İttifak antlaşmasında Rusya ile uzlaşı içerisine girilmiştir. İngiltere'nin de Osmanlıya yüz çevirerek Rusya ile beraber olması Osmanlıyı Dünya siyasetinde tek başına bırakmıştır. İngiltere'nin Osmanlı İmparatorluğunun bağımsızlık ve toprak bütünlüğünü Rusya'ya karşı koruma politikası 1878'e kadar devam etti. Bu tarihten sonra İngiltere bu politikayı terketti. Çünkü 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı İngiltere'ye şunu gösterdi ki Osmanlı İmparatorluğu çok zayıftır ve yıkılmaya mahkumdur. Osmanlı güçlerini birleştirerek devleşen batılı devletler karşısında adeta erimiştir ve isteklere boyun eğmek zorunda hissetmiştir kendisini. Rusya'nın ise burada tek korkusu kendisinden önce İngiltere ve Fransa'nın Boğazlara yerleşmesinden tedirgin oluyordu. İngiltere ve Fransa'nın Rusya'yı kendi saflarına çekmek için Boğazların statüsünde Rusya lehine değişiklik yapılacağı konusunda şifahen taahhütte bulunmuşlar, ona yazılı bir belge vermekten kaçınmışlardır.

Sonuç olarak 1915 yılında İngiltere ve Fransa İstanbul ve Çanakkale Boğazlarını Rusya'ya vermeyi kabul ettiler. Lakin ne var ki 1917 yılında Çarlık rejiminin yıkılması 1915 anlaşmasının fiiliyat alanında gerçekleşmesine imkan vermedi. Boğazların ele geçirilmesi tasarısı daha ciddiyetle ele alındı. Bu fikrin şampiyonu Bahriye Bakanı Vinston Churcill idi ve ona göre Çanakkale Boğazı donanma ile zorlanırsa, Boğazları ve İstanbul'u ele geçirmek mümkün olurdu.

II. BÖLÜM

II. RUSYA'NIN HÜSRANI

a.Savaşın Başlaması ve Çanakkale Cephesi

Rusya artık kağıt üzerinde yaptığı anlaşmaları fiiliyata dökmesinin zamanının geldiğini düşünüyordu. Dünya devletleri siyasi çıkarları neticesinde bloklaşmış, olabilecek bir savaş ihtimaline karşı tedbir almaya başlamışlardı. Dünya devletlerinin tedirginlik için hazırlık yapmalarına karşı Rusların sıkıntısı; Boğazlar ve İstanbul üzerinde kilitlenmiş bulunuyordu. Bunu Rus Dışişleri Bakanı Sazanov şöyle dile getirmiştir;

Ne yapılırsa yapılsın Osmanlı devleti çökecektir. Dolayısıyla payımızı almaya ve İstanbul ile Boğazları başkalarının yerleşmesini önlemeğe hazır olmalıyız. Sazanov'un kullandığı bu mantıktaki iki yüzlülük şuradadır ki Osmanlı devletini çöküntüye götürecek olan en önemli dış amillerden birini Balkan bağlaşmasını ve onun sonucu olarak Balkan savaşını baştan başa Rusya hazırlamıştır.

Rusya hedefleri için ilk olarak Osmanlı içindeki azınlıkları kullanmaktan çekinmedi. Ermenilerin haklarını savunmak bahanesi ile Osmanlı iç işlerine karışarak ordusu üzerinde denetleme hakkı elde etmeye çalışan Rus hükümeti olmuştur. Bir diğer mesele de Slavların bu şekilde karışık halde bulunması ve Avusturya'nın durumdan yararlanabileceği ve Balkanlara egemen olabileceği de Rusya'yı çok fazla tedirgin ediyordu. Ne olursa olsun İstanbul ve Boğazları ele geçirmek istiyordu. Balkan Savaşlarından önce Rusya ile İtalya arasında Boğazlar meselesi üzerinde bir anlaşma yapıldı. Rusya İtalya'nın Trablusgarp üzerindeki hakkını tanıyacak İtalya ise Rusya'nın Boğazlarda emniyet elde etmelerine itiraz etmeyecekti. İngiltere ile Fransa tarafından desteklenmediği için desteksiz kaldı. Türkiye ile de anlaşamayınca Rus hükümeti Balkan savaşının ateşleyicisi oldu.

Rusya iyiden iyiye İstanbul ve Boğazlar için endişelenmeye başlamıştı. Kendi ülkelerinin güvenliğini sanayileşen ülkeler karşısında İstanbul ve Boğazlarla güvence altına almaya çalışıyordu. Boğazlar için savaşmaya götüren diğer önemli sebepler de göz ardı edilmemelidir. Boğazları ele geçirmesi halinde hem ekonomisi düzelecek hem de ülke topraklarını kendince güvence altına almış bulunacaktı. En işlek liman ve demiryolları Karadeniz ve Baltık denizinde idi. İkinci yol Alman donanmasının ablukası altındaydı. Birinci yolu da açıp kapamak Türkiye'nin elindeydi. Bu yol açık olsa hem Rusya demiryollarının cephe hizmeti dolayısıyla kuzeye Petrogra'da taşıyamadıkları Ukrayna buğdayını ihraç edip döviz sıkıntısını hafifletecek ve Amerika'dan aldığı silahlar için mali bakımdan İngiltere'ye daha az yük olur, hem de bağlaşıklarından ve Amerika'dan alacağı silah ve cephane ile sonsuz kalabalıklarını yeni savaş kurallarına göre donatabilirdi.

Rusya'nın da bu şekilde hareketlerde bulunması gerek İngiltere'yi gerek Fransa, İtalya ve Almanya'yı bir tedirginlik içinde bırakıyordu. Çünkü Boğazlar bu devletler ve güvenlikleri içinde konum itibariyle önem arzediyordu. Bu devletlerin herbirinin Rusya'ya yaklaşımları farklı olmuştur. İngiltere İstanbul ve Boğazların Rusya'ya geçmesinin kabulü karşılığında ileri sürdüğü istek ve şartlar sayılır özetleri aşağıdaki yedi maddede toplanılmıştır.

1.Rus toprakları dışındaki yerlerle yapılacak tecim için İstanbul'da bir sağlam liman kurulması,

2.Boğazlardan tecim gemileri için serbest geçişin sağlanılması,

3.Çanakkale savaşlarına Yunanistan gibi devletlerin katılmasına Rusya'nın itiraz etmemesi,

4.Bulgaristan'la Romanya Rusların Boğazları almasından kuşkulanmaktadırlar. Rus hükümeti onları yatıştırmaya çalışacağını ve keza onların bizim tarafa katılmalarını kendileri için faydalı kılacağını İngiltere hükümeti umar.

5.İslam kutsal yerleri ve Arabistan Müslüman bir yönetim altında kalmalıdır.

6.1907 tarihli İngiliz-Rus anlaşmasına göre tarafsız sayılan İran bölgesi İngiltere'ye ait olacaktır.

7.En çok Bulgaristan'la Romanya bakımından ve bazı kuşkuları uyandırmamak düşüncesi ile bu anlaşma gizil kalmalıdır. Ruslar hemen hemen bütün maddeleri kabul etmelerinin yanısıra Afgan sınırı Rus Bölgesine katılmasını doğru bulur.

Yukarıda da görüldüğü gibi Rusya'nın isteklerine karşı İngiltere kendi menfaatlerini korumak amacıyla bir çok ayrıntıya girmiştir. Özellikle Hindistan ve Akdeniz'deki sömürgelerinin tehlikeye düşmemesi önceliğini göz önünde bulundurmuştur. Öte yandan bir başka müttefik devlet olarak seçilen Fransa da aynı politikayı takip etmiştir. Fransa da Rusya'nın İstanbul ve Boğazları istemesine karşı Çukurova ve Kilikya bölgesindeki toprakları kendi himayesine geçmesinin teminatını tedarik etmiştir. Diğer yandan Almanya da Rusya ile ikili temaslarda bulunmaktan geri kalmamıştır. Almanya, I.Dünya savaşına kadar biraz iki yüzlü bir politika takip etmiştir. Savaştan önce Rusya ile ılımlı ilişkileri adeta sağ gösterip sol vurması ile sonuçlanmış. Bunun sebebi ise Rusya'nın Boğazları ele geçirme sendromuna girmesi. Eğer bütün antlaşmalara karşı İngiltere ve Fransa Boğazlara ve İstanbul'a Rusya'dan önce yerleşirse ne yapabilirdi. Hep bunun korkusunu çekiyordu. Almanya'dan kendisi için fırsat gördüğü bu durumdan yararlanmak istiyordu. Yani bu dönemde Osmanlıyı arkasından vurarak diğer ittifak devletleri gibi Rusya ile paylaşım antlaşması için masaya oturuyordu. Almanya bu olay ile dostunu düşmanına tercih etmiştir.

Almanya'nın 1915 sonlarında Rusya ile Barış Denemesi

• - Moskova sanayicilerince hazırlanmış olan gümrük tarifesi tasarısının kabulü,

• - Boğazların tarafsızlaştırılması,

• - Almanya ve Rusya lehinde sınır düzeltilmesi arasında bir ara devlet olacak olan büyük Lehistan'ın kurulması,

• - Doğu Prusya'da Rusya lehinde sınır düzeltilmesi,

• - Almanların eline düşmüş bulunan Rus topraklarının boşaltılması,

• - Müşterek düşman olan İngiltere'ye karşı bir Rus-Alman bağlaşması düşüncesini savunmuştur.

Almanlar 1915 yılında en çok Çanakkale vuruşmaları sırasında Rusya ile ayrı barışa kavuşmak için yaptıkları denemelerin başlıcaları bunlardır.

Hal böyle iken Osmanlının seçeceği en mantıklı seçenek hangisi olurdu? Savaşa girip boğazları düşman gemilerine kapatarak savunması mı, yoksa tarafsız kalarak Boğazları tarafsız hale getirmesi mi? Eğer savaşa seyirci kalsaydı Rusya'nın bu savaştan sağ salim çıkmasına yardımcı olurdu. Çünkü Boğazlar yansızlaştırılacaktı ve Rusların Boğazlardan geçerek gelen yardımı almalarına kolaylık sağlamış olacaklardı. Dolayısıyla Osmanlı Devleti'nin savaşa katılarak Boğazları kapatması Rusya'nın aleyhine olmuştur. Batılı devletler Rusya'ya kolay yardım ulaştırabilmek için savaş döneminde türlü entrikalara başvuruyorlardı. Bunlardan biri 1914 sonlarında İngiltere'de Çanakkale saldırısı düşünüldüğü sırada esas amaç Rusya ile kolay ve verimli bir yoldan bağlantı kurmak olmayıp Osmanlıyı en can alacak noktasından tehdit ederek onun kuvvet göndermesini ve daha sonra da Sarıkamış vuruşmaları sırasında Rusya'ya aşırı baskı yapmasını önlemekti.

Bu olayların sonucunda Rusya kendisini I. Dünya Harbinin içinde buldu. Osmanlı donanmasının başında o dönemde Alman Amirali Suşon bulunuyordu ve Kasım 1914'te Enver'den aldığı talimatnameyle Karadeniz saldırısını başlatmayı uygun gördü. Osmanlının bu şekilde tarafsızlığını bozarak Rusya'nın karşısında Almanya'nın yanında savaşa girmesi bütün dengeleri alt üst etti. Savaşa girmesiyle birlikte Rusya'nın yardım kapısı olarak gördüğü Boğazlar kapandı. Böylece Rusya ve Romanya'nın bağlaşıkları ile ilişkisi kesilmiş oluyordu. Osmanlının savaşa girmesi harbin kaderini değiştirdi ve iki yıl uzamasına, Rusya'nın ağır kayıplar almasına sebep oldu.

İngiltere Bahriye Nazırı Winston Churcill gerek Rusya'ya destek olmak gerekse Osmanlıyı bir an önce savaştan saf dışı etmek amacı ile Çanakkale cephesini başlatırken Babıali'nin hasımları kağıt üzerindeki gizli antlaşmalarla paylaşıyorlardı. 18 Mayıs 1915 tarihli İstanbul Antlaşmasıyla Boğazların sahibi sayılan Rusya tarihsel misyonunu bir bakıma gerçekleştirmiş oluyordu. Ne var ki Çanakkale cephesi açısından 10 ay sonra İtilaf devletlerinin yenilgisi ile çökmüş ve 1917 Kasımında iktidara gelen Bolşevikler Çarlık arşivindeki bütün gizli antlaşmaları emperyalizmin örnekleri olarak yayınlamışlar ve İstanbul Antlaşmasını tanımadıklarını ilan etmişler.

b.Rusya'da Çıkan Devrimin Etkileri

Rusya I. Dünya Harbiyle beraber emellerine ulaşacak memleketin anahtarı olarak gördüğü İstanbul ve Boğazları ele geçirecekti. Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı. Ekim 1917 de çıkan Bolşevik ihtilali bütün planları altüst etti. İzlediği politika ters tepti ve iç işlerinde kolay kolay aşılamayacak yıkımlara sebep oldu. İhtilal yalnız Kafkaslardaki Türk-Rus harbini değil aynı zamanda Rusların Rus idaresindeki milletlerin kaderlerine de tesir edecek şekilde değişti.

Peki Rusya bu savaşa girerken ne umuyordu? Özellikle savaşın cephelerinden en önemlisi olan Çanakkale'den ...

Çanakkale teşebbüsünün gayesi şu noktalarda toplanmaktaydı:

1-Boğazlar ve İstanbul müttefiklerin eline geçerse Osmanlı Devleti için barışı kabullenmekten başka çare olamaz.

2-Boğazlar ele geçirilirse Rusya ile yakın temas kurulmuş olur, Rusya'ya silah ve malzeme sevki Rusya'nın da buğdayından faydalanma sağlanmış olurdu. Batılı devletler özellikle Osmanlıya karşı bu önemli cepheyi açarken akıllarından yukarıdaki fikirleri geçiriyorlardı. Fakat bu düşünce Rusya'ya büyük huzursuzluk veriyordu. Çünkü o devletlerin siyasi güvenirliklerine pek inanmıyordu ve aldatılarak sırtından vurulmaktan çok korkuyordu. Bu nedenle İngiltere ve Fransa'ya şu notaları verdi:

İstanbul şehri, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarının doğu kıyısı ile Sakarya Nehri ve İzmit Körfezinin sonradan tespit edilecek bir noktası arasında kalan topraklar Marmara denizindeki Adalar Rusya'ya ilhak edecektir.

Rusya işte bu rüyalar içinde I. Dünya Harbinin olumlu olarak sonuçlanmasını dört gözle beklerken müttefiklerinden gerekli yardımı alamadığından dolayı iç karışıklıklar yaşamaya başladı. Emperyalist Çarlık Rejiminin destekçileri olan toprak ağaları ile zengin iş sahiplerinin ellerinde bulundurdukları ve gayet kötü durumdaki köylü ile işçiler komünistlerin kışkırtmasıyla isyan etmişlerdir. Rusya'nın büyük merkezlerinde meydana gelen bu ayaklanmalar kısa zamanda yayılarak tam bir ihtilale dönüşmüştür.

Rusya'da artık yönetim Bolşeviklerin eline geçmiştir. Yönetimin değişmesiyle birlikte siyasi ve askeri konularda izlenilen strateji de değişmiştir. Bolşevikler daha başa geçmeden evvel I. Dünya Harbi'nin bitmesi doğrultusunda çalışmalarını sürdürüyorlardı. Bu düşünce doğrultusunda savaşın uzamasıyla birlikte Osmanlı ile, Kafkas-Türk Cephesindeki Rus-Türk harekat orduları arasında sulh sözleşmesi yapılmıştır. Bu sözleşme 5 Aralık 1917 yılında imzalanmıştır.

Çarlık idaresine nihayet vererek idareyi ele olan Bolşevik Hükümeti 7 / 8 Kasım 1917 gecesi duruma tamamen hakim olarak ilk kararlarını da almaya başlamıştı. Kararlardan başta gelenlerinden biri de yukarıda bahsettiğim üzere birkaç seneden beri devam eden ve savaşa iştirak eden devletleri de yeteri derecede yıpratan I. Cihan Harbini sona erdirmek çarelerini araştırmaktı. Yukarıda 5 Aralık 1917'de Erzincan'da yapılan mütareke ile Türk ve Rus cephesindeki harbe son verilmişti. 3 Mart 1918'de beş müttefik devletin iştirakı ile yapılan Brest-Litovsk barışı ise I. Cihan Harbini sona erdirmiştir.

Brest-Litovsk görüşmeleri üç devre halinde görüşüldükten sonra karara bağlandı. Başa geçen Bolşevik hükümeti kendisinde baş gösteren ihtilal harekatının tüm Avrupa'ya yayılmasını bekliyordu. Böylece Avrupa karışacak ve görüşmelerde ezilen değil, ezen konumunda olacaktı. Ruslar aynı politikayı kullanarak Osmanlıyı da azınlık konusunu gündeme getirerek parçalanmasına zemin hazırlamaya çalışıyordu.

Doğu Anadolu'da bulunan Ermeni topluluğuna bir muhtariyet temin edilmesi konusunda çabaları vardı. Kendisi Doğu Anadolu'yu boşalttığını iddia etmesine rağmen burada bulunan asker ve mühimmatın Ermeni çetelerine aktarıldığı söyleniyor. Burada bulunan Ermeniler de elde ettikleri ileri teknoloji silahları kendilerini korumak için Kürtlere karşı değil Müslüman halka karşı kullanmıştır. Antlaşmanın uzamasına sebep olan diğer bir konu da Ukrayna'nın bir Cumhuriyet olduğunu kabul etmeyişinden kaynaklanmaktadır. Bu durum karşısında Almanlar Ruslara cephe olarak Petrograd'a bir ültimatom vermişler ve arkasından da askeri harekata girişmişlerdi. Rusya'nın Batı ve Güney bölgeleri Almanya ve Avusturyalıların eline geçmiş hatta Petrograd'a kadar yaklaşmışlardı. Bu ilerleyiş karşısında zor durumda kalan Rus devlet merkezi Petrograd'dan Moskova'ya taşınmıştı. Bolşevikler Almanlar karşısında isteklerine itiraz edememişler, Almanların çizdikleri hat kabul edilmiş, Kars, Ardahan ve Batum Osmanlı Devleti'ne katılmıştı. Müzakereler 3 Mart 1918 de sona ermiş barış imzalanmıştı.

Brest-Litovsk Antlaşması Osmanlı Devleti tarafından 28 Mart 1918'de Meclisteki bütçe müzakereleri esnasında bu konuda Ahmet Nesimi Bey'in geniş izahatı sonunda kabul edilip tasdik edilmiştir. Rusya'da ise bilhassa Alman isteklerinin yerine getirilmesi ile yapılan antlaşma için Sovyetler Kongresinde aleyhte tezahürler olmuştu. Fakat neticede 16 Mart 1918'de kabul edilmiştir. Antlaşma metni her iki tarafın kendi dillerinde yazılmış olarak 17 Temmuz 1918'de Berlin'de yapılan bir protokol ile karşılıklı tasdiknameler teati edilmiştir. Fakat Brest-Litovsk Antlaşması uzun müddet geçerli olmamış, antlaşmayı yapan devletler yine kendileri az bir zaman sonra bunun maddelerini hiçe saymışlardır. Türk kuvvetlerinin Bakü'yü 14 Eylül'de işgal etmeleri üzerine 20 Eylül'de Sovyetler, Türkiye'ye verdikleri nota ile Brest-Litovsk barışının ortadan kalktığını bildirmişlerdir.

Görüldüğü gibi Türk Rus münasebetlerini ve Çanakkale'de Rusya faktörünü incelediğimiz dönemler (1850-1920) arasında, Rusya'nın siyasi politikalarla Osmanlı'yı alt ederek İstanbul ve Boğazları ele geçirme çabası görüyoruz.

Ruslar tarih sahnesine bin yıllarında çıkmışlardır. Türklerin ise tarih sahnesinde rol almaya başlamaları İ.Ö. 224 yıllarında Türk-Hun imparatorluğu ile gerçekleştirmiştir. 11.yy dan itibaren devletle olduğu gibi Osmanlı ile de önemli antlaşmalara imza atmıştır. Rusya'nın 1840 yıllardan itibaren dünya devletleri üzerinde takip ettiği politikası değişmiştir. Artık tamamen Osmanlı topraklarının kilit noktası olan İstanbul ve Boğazlar üzerinde taşlarını oynatmaya başlamıştır. Rusya'nın politikasını değiştirdiği dönem Osmanlının yavaş yavaş gerileyerek çöküşe gittiği döneme tekabül eder. İşte bu devirde Osmanlı için tarihçilerimiz şu atasözünü uygun görmüşlerdir. "Denize düşen yılana sarılır." Osmanlının zor durumda kalıp ağır şartlar taşıyan Hünkar İskelesi Antlaşması'nı Rusların isteği doğrultusunda imzalamak zorunda kalması onu bu atasözündeki durumla denk tutulmasına sebep olmuştur.

İtilaf devletleri de ilk başlarda Osmanlının yanında olmasına karşın işin vehametini farkettikten sonra Rusya saflarında yardımcı görevinde bulunmaya başlamışlardır. Rusya'nın hasta adam olarak nitelendirdiği Osmanlıyı bir an önce parçalamak istemis ve bunun tek yapılmayacağı düşüncesi ile İngiltere'ye başvurarak hedeflerine ulaşmaya çalışmıştır. 1878-1923 yılları arasında geçen kırk beş senede yedi büyük savaş yaptık. Türk-Rus Savaşı, Girit Savaşı, Trablusgarp-Libya Savaşı, I.ve II. Balkan Savaşları, Yemen savaşı, I. Cihan Harbi ve Kurtuluş Savaşı. Bu savaşlar arasında Türk milleti yönetim değişikliğine de uğrayarak daha demokratik bir hal arzetmeye başlamıştır.

Rusya'ya gelince uzun yıllar yoksul düşmüş, işsiz kalmış Rus halkının durumunu düzeltmek, büyük toprak sahiplerinin zulmünü önlemek için Rusya'da bir halk harekatı başlamış Çarlık yönetimine son verilmiş, komünizm denen gözde halka refah getirerek bir rejim egemen kılınmıştır. Bu iş için bütün dünyadaki özel ve tüzel kişilerin taşınır taşınmaz mallarını kamulaştırmıştı. 1917 yılında gerçekleştirilen bu girişim I. Cihan Savaşı sonlarına rastlar. Çarlık Rusyası 1914'te başlayan bu cihan savaşında İngiltere ve Fransa'yla birleşerek İtilaf devletleri cephesi oluşturulmuştu. Ama İngiliz-Fransız donanmaları Çanakkale'de de Türk ordularına yenilince Rus çarlığının çökmesi hızla gerçekleşir.

Çarlığın devrilip Bolşeviklerin yönetimi ele geçirmesiyle Rusya'nın görünüşteki politikası da değişir. Bolşeviklerin ifadelerine göre daha özgürlükçü daha liberal bir ortam getireceklerini beyan ederler. Hakimiyeti altında bulunan azınlık Türk muhtarlıklarına daha fazla haklar tanıyacaklarını söylerler. Fakat durum hiç de dedikleri gibi olmaz. Türklerin bağımsızlık zaafından yararlanarak bölgede onları maşa gibi kullanırlar ve topraklarını genişletmek, hakimiyet sınırlarını artırmak için ellerinden geleni yaparlar.

Bu arada da bir nifak makinesi olarak çalışmaktan arda kalmazlar. Ülkelerinden çıkan devrimin diğer Avrupa devletlerine dalgalar halinde yayılması için türlü entrikalar çevirirler. Bu düşüncenin baş mimarı olan Lenin ve Stalin Rusya'yı gerçekleştirmek istedikleri geniş çaplı ihtilal hareketiyle dünyanın en güçlü devleti yapmaya çalışırlar. Fakat planlarının hiçbiri tutmaz. Boğazlara ve İstanbul'a da sahip olamazlar. Başlangıçta oldukları sınırlara geri dönmek zorunda kalırlar.

styla45 04-21-2010 02:05 AM

ÇANAKKALE CEPHESİ'NDE KUZEY GRUBU SAVAŞLARI

I. Dünya Harbi'nde önemli yeri olan Çanakkale Savaşları, Türk Harb Tarihi için bir destan ve yeni nesiller için inceleme konusu olmuş İtilaf Devletleri açısından da bir bozgunun başlangıcı olmuştur.

İtilaf Devletleri Denizden açma girişiminde başarılı olamadıkları Çanakkale Boğazını Karadan açma teşebbüsünde bulunmuşlardır. Bu girişim Gelibolu Yarımadasının Güney ve Kuzey kısmına çıkartma şeklinde olmuştur.

KARAR AŞAMASI

İtilaf devletleri, son kez giriştikleri 18 Mart 1915 deniz harekatında ummadıkları bir yenilgi almışlar ve Çanakkale Boğazı'nı donanma ile açmak teşebbüsünden vazgeçmişlerdir.

1915'te Çanakkale'nin başarısızca geçilmeye çalışılması kadar ilgi toplayan ve üzerinde tartışılan tek bir harekata iki dünya savaşında da rastlanmadığını söylemek pek yanlış olmaz. Sır Edward Grey şöyle yazıyordu.

"Gelibolu'daki harekat kadar hiçbir şey boyutları bu kadar çarpıtmamış, tarafsız değerlendirme yeteneğini bu denli bozmamış, stratejik değerler duygusunu bu kadar sakat bırakmamıştır!." demiştir.

18 Mart yenilgisinin itilaf devletlerinde bozgun yaratması çok olağan bir durumdur. İngiltere Bahriye Nazırı Churchill İngiliz donanmasının kırılan onuru iade etmek için ısrarla donanma ile tekrar taarruzu istemişse de, General Hamilton ve Harbiye Nazırı Lord Kitchener'in ısrarları sonucu fikrini değiştirmişti.

22 Mart'ta Hamilton'la Robeck arasında Kurmay heyetlerinin üyelerinin de bulunduğu bir konferansta iki karar alındı.

• a) Deniz saldırısı yerine kara ordusunun genel saldırısı ile sorunu çözmek.

• b) Bu ordunun gelmiş olan ve gelmekte bulunan kuvvetlerini İskenderiye'ye göndermek, orada bir çıkartma gücü hazırlamak.

18 Mart Deniz Zaferi Türk kamuoyunda memnunluk yaratmış olsa da, İtilaf Devletlerinin boğazı geçme hususunda ısrarlı olacağı biliniyordu. Bunun için V.Ordu'yu kurmuştu. 18 Mart Zaferinden sonra bu ordunun komutanlığına Limon Van Sanders atanmıştır. İtilaf Devletleri ordusu Gelibolu Yarımadası'nın Kuzey ve Güneyine çıkartma yapmıştır. Şimdi biz Kuzey Grubuna göz atalım.

ARIBURNU ÇIKARTMASI

23 Nisan akşamı Mondros ve Kandia limanlarında bindirilmesini tamamlamış gemilerle, bunları yolda, kıyıda koruyacak ve çıkarmaları ateşle destekleyecek olan harp gemileri 24 Nisan'da karanlık bastıktan sonra İmroz ve Bozcaada açıklarında birleşti. 109 harp, 308 tarama gemileri ve özel çıkarma taşıtlarıyla kıyılarımıza 8 km açıkta durdu. İki saat ayın batmasını bekledi ve bu sırada askerini küçük çıkarma taşıtlarına aktardı.

Karakol gemilerini Boğaz'dan dışarıda kullanamayan, kıyı açıklarını tarayacak ışıldakları bulunmayan Türk kuvvetleri sessizlik içindeydi.

Arıburnu kıyılarının savunma görevi de Albay Halil Sami'nin 9.Tümenine aitti. Tümen bu bölgeyi, ihtiyatındaki Yarbay Şefik komutasındaki 27.Alaya vermişti.

Düşmanın harekat planı şöyleydi. Anzak kolordusunun örtme kuvveti Kabatepe'ye çıkacak, 2 kademe halinde Anzak kolordusunun bu bölgeden karaya çıkmasını sağlayacaktı. Karaya çıkan birlikler ilk önce Kocaçimen Tepeyi, sonra da talaylarını elde edeceklerdi. Anzak tugayı 25 Nisan 1915 saat 5'de sahile yaklaştı. Fakat burası ellerindeki plana hiç uymuyordu. Akıntı onları Kabatepe yerine Arıburnu'na sürüklemişti. Bu esnada ateşiyle karşılaştılar. Ama yine de I.Avustralya tümeni tamamen karaya çıkmıştı.

Mustafa Kemâl birliklere gönderilmek ve bir örneği 9.Tümen'e verilmek üzere altı maddelik emri not ettirmiştir. Bu arada Haintepe'deki takımlarımız erişmişler, kuvvetli duman karşısında başarılarımız yersel kalmıştı. Sabah saatlerinde Mustafa Kemal 57.Alay'ı bir batarya ile Kocaçimentepe istikametinde harekete geçirdi. Kendisi de durumu izlemek için Conkbayırı'na çıktığında Arıburnu tarafından erlerin çekilmekte olduğunu görünce olayı şöyle anlatır.

"Niçin kaçıyorsunuz?" dedim

"Efendim duman" dediler

"Nerede?"

"İşte, diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler.

Filhakika düşmanın bir avcı hattı 261 rakımlı tepeye yaklaşmış ve kemali serbestiyetle ileri doğru yürüyordu." diye ekler. Askerlere

"Dumandan kaçılmaz" dedim.

"Cephanemiz kalmadı" dediler

"Cephaneniz yoksa, süngünüz var," dedim. "Ve bağırarak süngü taktırdım. Yere yatırdım... Kazandığımız an bu andır" diye anlatır.

Mustafa Kemâl daha sonra taarruz emri vermiş ve daha sonra bu taarruz emriyle, Conkbayırı kurtarılmış, düşman Kanlısırt'a geri atılmıştı. Püskürtülen Anzak kolordusunun amacı, yarımadadaki Türklerin kuzey ve güney bağlantısını kesmek amacı ile Kabatepe kuzeyinde karaya çıkmak, sol kanada güvenliğini sağladıktan sonra Maltepe'ye ilerlemekti. Sabahın erken saatlerinde 3 Avustralya tugayı güneyde Kanlısırt ortada Kemalyeri ve Kuzeyde Yüksektepe, taraflarında ilerlemeye başlamıştı. Düşman saat dokuzda Kanlısırt ve Düztepe çizgisini almıştı.

Düşmanın Kabatepe'ye asker çıkarmış olduğu alınan yanlış haber, Türk ordusunun yeni tedbirler almasına sebeb olmuştur. 77.Alay Palamutluktepe'ye gitmeyecekti. Mustafa Kemâl'in kararı taarruzdu. Geceleyin taarruzlar yapıldı. Her ne kadar 77.Alay başarısız olmuşsa da, 27. Ve 57.Alayların çarpışmaları başarılı olmuştu. Anzac ordusu şaşkınlık içindeydi. Hamilton anılarında şöyle demiştir. "Gebe dağlar Türk doğurmakta devam ediyor. Bizim mevzimizin en yüksek en merkezi yerine birbirini kovalayan dalgalar halinde yükleniyorlar.

26/27 Nisan'ın, gecesi olumlu haber geldi. 33.Alay gece yarısı, 19.Tümenin emrine girmek üzere Bigalı'dan hareket edecekti. Mustafa Kemâl 27 Nisan'da taarruza karar verdi. Mustafa Kemâl savunma emri vermesinden 10 saat sonra yeni imzaladığı emre göre, 64.Alay 57.Alay üzerinden aşarak sağdan, 27.Alay ortadan ve 72.Alay soldan taarruz edecek, 33.Alay Merkez gerisinde tümenin yedeği olarak bulunacaktı. 27 Nisan'da sağ kanatta başarılar elde edildi. Sol kanatta 72. Ve 77.Alaylar yardım istemekteydi. Mustafa Kemal taarruzların gecede sürdürülmesini istemişti.

28 Nisan sabahı, taarruzları durdurmağa karar verdi. Ve Kolordudan yardım istediyse de cevap olumsuzdu. Düşman, topçusunun ve makinalı tüfeklerin çokluğuna da yanarak taarruza geçti. Önemli bir başarı kazanamadılar. 30 Nisan'da Anzak ordusuyla 200-300 metre mesafede bulunulmuştu.

Mustafa Kemâl 1 Mayıs'ta taarruza geçmeye karar verdi. Taarruz planı şöyleydi.

Sağ kanat: Binbaşı Avni Bey emrinde 2 alay ve 2 tabur ile Cesarettepe-Yükseksırt hattında Merkez Grubu: Yarbay Ali bey emrinde 3 alay ile Merkeztepe istikametinde.

Saat 5'te topçularımızın ateş açmasıyla, yeni gelen 14.Alay Boyun ve Merkeztepe'ye doğru ilerledi. Ordumuzla düşman mevzileri arasındaki mesafe azlığı yüzünden düşman bataryalarının piyadelerimiz üzerinde etkisi olmuyordu. Gece yapılan muharebelerden sonra da düşmanın asıl mevzilerine girmeyi başaramamıştık. Mustafa Kemâl taarruzu durdurdu. İleriki günlerde savaşın seyri siper savaşları ile devam etmiştir. 11 Mayıs'ta Başkomutan Vekili Kemalyeri'ne gelip savaşı izler. Ve Mustafa Kemâl'e düşüncelerini sorar. 16 Mayıs'ta düşman Sazlıdere ağzına çıkartma yaptıysa da geri püskürtülmüştür. 17 Mayıs'ta 3.Kolordu, Kuzey Grup Komutanlığı adıyla o zamana kadar 19.Tümenle birlikte Mustafa Kemâl'in emrinde savaşan kuvvetlerin komutası üzerine alıyordu.

Bu çetin savaşlar içinde Mustafa Kemâl'i etkileyen Bomba Sırtı savaşı vardır ki bu büyük Komutanı fazlasıyla etkilemiştir. Kendisi de olayı şöyle anlatmaktadır.

"Biz kişilerin kahramanlık sahneleriyle ilgilenmiyoruz. Yalnız size "Bomba Sırtı olayını anlatmadan geçemeyeceğim. Karşılıklı siperler arasında mesafemiz 8 metre, yani ölüm kesin... Birinci siperdekiler hiç biri kurtulamamacasına hepsi düşüyor; ikincidekiler onların yerine giriyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, 3 dakika kadar sonra öleceğini biliyor, en ufak bir duraksama bile göstermiyor. Sarsılmak yok! Okuma bilenler ellerinde Kuran-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler Kelime-i Şahadet getirerek yürüyorlar. Bu, Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren hayrete ve tebrike değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale Muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur."

Kuzey Grub Komutanlığı planına göre, eski tertibin aynısı olarak 19.Tümen sağda, 5. Tümen ortada ve 16. Tümen solda bulunacaktı. Grubun

sağında Anafartalar Müfrezesi, solunda Kabatepe Müfrezesi eskisi gibi bulunacak ve sahilleri gözetleyeceklerdi. Mustafa Kemâl 18 Mayıs'ta 19.Tümen komutanlığına dönmüştür.

19 Mayıs gecesi 19.Tümene sungu hücumu emri geldi. Bu sungu hücumu Türk ordusu için fena durumlara sebep olmuştur. İngilizlerin 22 Mayıs'ta gelen ateşkes isteğiyle bu tarihte ateşkes yapılmıştır.

Anzak ordusu, Türk ordusunun arkasına sarkma girişimi, Halit Rıza Tepesi savaşında engellenmiştir. Bu arada Mustafa Kemâl Haziran başında Miralaylığa terfi etmiştir.

Kuzey Grubunda Arıburnu Savaşlarında bundan sonraki tarihlerde kayda değer gelişmeler olmamıştır. Mevzi savaşları ile sürüp gitmiştir. İngiliz Komutan General Hamilton kesin bir sonuç almak için Ağustos ayında yapmak üzere harekat planlıyordu. Hamilton'un planı şöyleydi:

Susla Limanına çıkarılacak olan ana kuvvet Koca Çimen Tepesi, Maltepe üzerinden Türk ana kuvvetlerini yarım adanın güneyinde yenecek, bu harekatı kolaylaştırmak üzere bir tümenle kuvvetlendirilecek olan Anzak kolordu Arıburnu Cephesini kuzeyden kuşatarak Conkbayırı'na ve Kocaçimen Tepesi'ne taarruz ederek bununla birlikte Seddülbahir ve Arıburnu bölgelerine de taarruzlar yapılacaktı.Türk Komutanlığı'na savaş taktiği dar cephe esasına bağlıydı. Bir aralık ortaya atılan kuzeye çekilme ve düşman kuvvetlerini denizden içeriye çekme prensibi uygun görülmedi.

Anzak ordusunun Limni adasında kuvvet hazırladığı Türk ordusu tarafından biliniyordu. Bu arada Mustafa Kemal'le Kolordu komutanı Esat Paşa düşmanın ne tarafa geleceği konusunda görüş alışverişinde bulunuyorlardı. Mustafa Kemal eliyle Arıburnu yönünü gösterip bütün sahi boyunca Suula'ya kadar işaret etmiş.

• - Buradan Esat Paşa

• - Pekala buradan geldiklerini kabul edelim. Nasıl ilerleyecekler?

Mustafa Kemal Kocaçimen Tepeyi göstererek:

• - Buradan dedi Esat Paşa gülümseyerek Mustafa Kemâl'ın omzunu okşadı ve: Merak etme gelemezler, dedi.

ANAFARTALAR SAVAŞI

6 Ağustos'ta Arıburnu taraflarına büyük yoğunlukla bir topçu ateşi başladı. Bu atışlar 19.Tümen üzerine öğleden sonra Merkeztepe'de yoğunluğunu arttırdı. Bu arada düşman Kanlısırt'a başarılı bir taarruz yaptı.

7 Ağustos sabah saatlerinde düşman Kabak sırta doğru taarruza geçti. Anzak ordusu 13.İngiliz Tümeniyle kıyı koyundan ilerlemeye başladı. Düşman amacı Kocaçimen tepesini almaktı. 14.Alayın bir taburunu yendiler. Düşman ayrıca 19.Tümen'in kuzeyinden Ağıldere'den ilerliyordu. Mustafa Kemâl buna önlem almak için bir istihkam bölüğünü Şahinsırt'a gönderdi. İngilizler kılavuz noksanlığından dolayı, yanlış doğrultuda ilerleyince Mustafa Kemâl'in gönderdiği kuvvetlerin ateşleri ile karşılaştılar.

Ağustos'un 7'sinde Miralay Fevzi'nin kolordusundan başka Conkbayırı'ndaki savaşları da idare edeceği üzerine onay çıktı. Daha sonra Albay Ahmet Fevzi beyin tümen komutanlarından edindiği birliklerin yorgunluğu sebebiyle taarruzun 9 Ağustos'a bırakılması kanaatine uyması, bunu ordu komutanına bildirmesiyle Anafartalar Grup Komutanlığından alınmıştır. 9 Ağustos'ta Albay Mustafa Kemâl Anafartalar Grup Komutanı olmuştur.

Mustafa Kemâl karargâhını Gümbürdek boylarında kurmuştu. 12.Tümen'de Mestantepe'ye 7.tümende İngilizlerin Kocaçimen grubunun sol kanadına taarruz etti. Savaşın akışı şöyle gelişmekteydi.

12.Tümene bağlı birlikler ilerliyor, topçumuz ateş ediyordu. 35.Alayımız 32.İngiliz Tugayını Tekketepe Sırtlarında bozguna uğrattı. Saat beş civarlarında başlayan savaşlarda düşmanın 8 taburu dağıtılmıştı. İstihbarat birimlerince verilen bilgilere göre düşmanın 10. Ve 11.Tümenlerinin karada olduğu idi.

8 Ağustos Anzak karargâhında yapılan toplantıda 9 Ağustos günü Anafartalar'da bulunan 9.Kolorduya taarruza karar verildi. Saat üçte kara ve deniz topçuları ateşe başlayacak, saat beşte de taarruz yapılacaktı. Taarruzda beklenen değişiklik olmadı. Hamilton'da Mondros limanındaki karargâhından gelerek Suslaya geldiyse de hiçbir şey yapamadı.

Ağustos'un 27'sinde akşam üstü saatlerinde düşman topçusu Kayacıklığı'ndaki siperlerimizi ateş altına aldılar. Durumdan haber alan Mustafa Kemâl 7.Tümene emir verdi. Bunun yanında bu grubun yedeği olan 6.Tümene de emir vermiştir. Çünkü düşman siperlerimize girmiştir.

Bu arada Mustafa Kemâl'in bu cepheyle ilgili bir anısını şöyle anlatmıştır:

"O Kahramanlar başlarında fedakâr subayları olduğu halde durdurulması mümkün olmayan atışlarıyla düşman hattını sonuna kadar boğdular. Bundan başka önlerine rastlayan, yardıma gelen bütün düşman birliklerini darmadağın ettiler. Hatta bizim bazı askerlerimiz boş buldukları yönlerden denize kadar gitmişlerdir. Bence istenilen maksat elde edilmiştir."

15 Ağustos'ta Kireçtepe'den üstün kuvvetlerle saldırıya geçen düşman ordusu savaşın ilk safhalarında başarılar elde etmişlerdir. Ama bu esnada kendilerine karşı mücadeleye girişen Gelibolu'daki Jandarma Alayı bunları durdurmaya muvaffak olmuştur. Düşman birlikleri ummadıkları bir şekilde mıhlanıp kalmışlardır.

İngiliz savaş kabinesinin, umut bağladığı bu güzel plân, kesin bir sonuç getirememiş, o önce kuşatma sonra çıkarmayla devam eden mücadele Türk kuvvetlerin İngilizleri dehşete düşürecek şekilde mücadele etmesiyle tekrar mevzi savaşlarına dönmüştür.

İki tarafında yorgunluğu sebebiyle önemli bir taarruz hareketi görülmüyordu. Siper mesafeleri 10 metreye kadar düşmüştü. Artık cephede, el bombası ve yer altından tünel açarak dinamitle karşı taraf siperlerini havaya uçurmaya çalışıyorlardı. Bununla birlikte bazı zamanlarda düşman ordusu mevzilerimizi kara ve denizden ateş altına alıyordu.

Çanakkale Savaşlarında en önemli silahlarımız "Mavzer" ve "Süngü" idi.

İngiliz Harb Kabinesi 7 Kasım 1915'te Çanakkale'yi boşaltma kararı verdi. Düşman kuvvetleri 20 Aralık 1915'te Anafartalar-Arıburnu, 8 Ocak 1916'da Seddülbahir bölgelerinden çekilmeye başladılar. Düşman, ordusunu Selanik ve Sina'ya sevketti. Türk ordusu birkaç ay sonra ise kuvvetlerini Doğu Cephesi ve Suriye'ye kaydırdı.

Savaş sonunda tarafların tahmini kayıpları ise şöyledir:

Türkler : 251.309

İngilizler : 205.000

Fransızlar : 47.000

8.5 ay süren Çanakkale kara savaşı, daracık toprak parçası üzerinde, zor koşullarda devam etmiş ve bundan dolayı çok can almıştır. Türk tarafının çok can kaybetmesinin sebebi de düşman donanmasının bombardımanıdır.

Çanakkale Savaşlarında bu üzücü olayların ateşinde bir Mustafa Kemâl mucizesi bulunmaktadır. Tümen komutanı olarak girdiği savaşta ileriki zamanlarda Gelibolu'nun kara savunmasından sorumlu idi. Gelibolu'da hayatlarını feda eden düşman askerleri için söylediği sözler çok anlamlıdır.

"Bu memleketin toprakları, üstünde kanları döken kahramanlar, burada bir dost vatanının toprağındasınız, huzur ve suskunluk içinde uyuyunuz sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar, göz yaşlarınızı dindiriniz, evlatlarınız bizim bağrımızdadır, huzur içindedirler, huzur içinde uyuyacaklardır. Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır."

Bu sözler Gelibolu tarihi Milli Parkı Anzak koyu ile Avustralya'da 1986 yılında açılışı yapılan temsili Anzak Koyu'na dikilen anıtlarda yazılıdır.

Mustafa Kemâl, iradesi, mantıklı karar vermesi ve kararlarında isabetliğiyle, Çanakkale Savaşlarında çok iyi bir Komutan olduğunu göstermiş ve bu denemesi Kurtuluş Savaşı'nda tecrübe sahibi olmasını saptamıştır.

KARA HAREKATI ÜZERİNE DEĞERLENDİRME

Çanakkale Savaşları, Türk Savaş tarihinin gurur veren bir mücadelesi aynı zamanda önemi gün geçtikçe artan ve yeni nesillere büyük merak uyandıran bir inceleme konusudur.

Çanakkale Savaşları'nın, bir Türk Destanı aldığı doğrudur. Ama genç bir nesli kaybederek. Düşmanın üstün silahlarına karşı üstün bir mücadele. Üzücü olan da avantajlı olduğumuz halde bunu iyi değerlendirilmemiş olması. Marmara'yı kullanmadan, ikmalimizi karadan yapıyoruz. Sözü uzatmadan Büyük Önder'i dinleyelim: "Biz orada İngiliz, Fransız donanmasını Boğazın dışında tuttuk ve onların müttefikleri Rusya ile irtibat kurmalarını önledik. Rusya böylece çökmüş oldu. Ama neticede biz de yıkıldık. Siz Almanlar İngiliz boğazından, biz Türkler de bu boğazdan çıkmadıkça çökmeye mahkumuz. Zaferi, denizi kontrol altında tutan ihtiyacı olan şeyi, ihtiyacı olduğu zaman, istediği yere ulaştırabilen ülke kazanır."

styla45 04-21-2010 02:06 AM

ÇANAKKALE'DE Kİ TÜRK ZAFERİNİN DÜNYA ÜZERİNE ETKİLERİ

I.BÖLÜM

ÇANAKKALE CEPHESİ'NİN AÇILMASININ SEBEPLERİ:

I.Dünya Savaşı'na Osmanlı İmparatorluğu 1914 yılının sonbaharında, Almanya'nın yanında katılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu'nun savaşa katılmasıyla müttefiklerin gündemine, boğazlar meselesi gelmiştir. Boğazlar savaşın gidişatında çok önemli bir noktaydı. Çünkü Osmanlı Ordusu Kafkas Cephesi'nde Rusları sıkıştırıyorlardı. Rusya yardım istiyordu. İngiltere, Osmanlı'nın Karadeniz yoluyla Kafkas Cephesini beslediğini düşünüyordu. Boğazlara saldırılırsa, hem Kafkasya Cephesi'nde ki Osmanlı Ordusu'nun bir bölümünü boğazlara çekmiş olacak, hem de Bulgaristan'ın yanlarında savaşa katılması sağlanacaktı. Müttefikler boğazlar yoluyla Rusya'ya silah ve erzak yardımı yapıp, elinde bulunan insan gücünden faydalanmayı tasarlıyordu. Ayrıca boğazlar ele geçirilince Osmanlı devre dışı bırakılacak, Rusya'ya ayıplan yardımla ve Bulgaristan'ın savaşa katılmasıyla Avrupa'da Almanya çökertilecekti. Bu da ömrünün kısalmasını, belki de sonunun gelmesini sağlayacaktı.

Çanakkale Cephesi'nin açılmasının diğer sebeplerini de kısaca şöyle sıralamak mümkündür:

-Türkiye'nin Süveyş Kanalı ve dolayısıyla Hind Denizi yolu üzerinde ki baskılara son vermek.

-İstanbul'u zapt ederek Müslüman Dünyası'nı etki altına almak ve Halife'nin ilan ettiği cihat'ı etkisiz kılmak.

-Almanların 1915 yılının baharında yapacağı büyük taarruz hesaplarının ertelemek ve dikkatini bu cepheye çekmek.

B-Genel Olarak Çanakkale Cephesi'nin Sonuçları:

1915 senesinin şubat ayında yukarıda saydığım sebepler ve belki de henüz çözemediğimiz gizli amaçlar ve menfaatler doğrultusunda Çanakkale'ye saldırıldı.İngiltere 12 büyük ve bir çok küçük gemiyle boğazda görülmüştü. Müttefikler Osmanlı'yı hafife alıyorlardı. Boğazları aşmanın kolay olacağına inanıyorlardı.Ama inançları gerçekleşmedi. Dünya savaşının gidişatını değiştirecek sonuçlara neden oldu. Öyle ki savaşa girmiş devletlerin kaderinin değişmesinin yanında tarafsız ülkelerin kaderlerini az çok etkilemiştir.Dünya hakimiyetine soyunmuş olan, yeryüzünü tek elden idare etmek isteyen İngiltere'nin büyümesi Çanakkale'de durdu. Sömürgelerde ki İngiliz hakimiyeti ve gücü sarsıldı. İngiltere dominyonlarının milliyet şuurunun oluşmasını sağladı. Hindistan'da ayaklanmalar görüldü.İngiltere sömürgeleri yirmi ya da otuz yıl sonra ulusal devletlerini kurdular. Bunun temelini Çanakkale zaferi atmıştır. Çanakkale yenilgisi sonucu, üzerinde güneş batmayan ülke İngiltere'de bir süre sonra güneş batmaya başlar.

Gelelim Çarlık Rusya'ya, Çanakkale zaferi Rus tarihini değiştirdi. Çarlık Rusya boğazları alıp, sıcak denizlere hakim olmak istiyordu. Çanakkale geçilemeyince ve kendisine silah ve erzak yardımı yapılamayanıca; yüzyıllardır süre gelen bu Rus ideali son buldu. Çanakkale zaferi , Rusya'nın iç savaşını Bolşeviklerin kazanmasını sağladı. Rusya yükselişe geçti. Bu yükseliş 2.Dünya savaşıyla önem kazandı.

İttifak devletleri Çanakkale zaferi sonucu güçlenmiştir. Çünkü müttefiklerin kendi yanlarına çekmeyi düşündükleri Bulgaristan aralarına katılmıştır. Ayrıca Almanya Sırbistan'ı ele geçirmiş. Bulgaristan'ı da yanına almasıyla Osmanlı'yla kara bağlantısı sağlamıştır. Böylece Almanya Osmanlı Ordusu'nu cephane bakımından rahatlıkla beslemeye başlamıştır. Osmanlı'nın insan gücünün silahlandırılması, Bulgaristan'ın savaşa katılması savaşın büyümesine ve uzamasına sebep olmuştur. Savaşın uzamasıyla milyonlarca masum insan zorla cepheye sürülmüştür. Çanakkale zaferinin belki de dünya açısından tek kötü neticesi budur.Zira bağımsızlık adına büyük bir kazanımdır. Keza yeni Türkiye Cumhuriyeti'ni yaratmak isteyenler, Çanakkale zaferinden güç alacaklardır. Anmaklar, Hintliler bu cepheden sonra ulusal bağımsızlık bilincini kazanmışlardır.

1-İnsan Kayıpları

Çanakkale Zaferi'nin sonucu olarak dünya siyasetinde değişmeler oldu. Rusya'nın çökmesi ve sosyalizmin gelmesiyle bu devlet savaştan çekildi. İngiltere ve Fransa ise savaşa daha çok güç katmak zorunda kalmışlardır. Boğazları alarak savaşın ömrünü kısaltmayı düşünenlerin planları ters tepmişti. Savaş iki yıl daha uzadı. Bu müttefiklerin kayıplarını artırdı. Bu kayıpların en önemlisi insan kayıplarıdır. İnsan kayıplarında ki artışlar aşağıda verilmiştir:

Fransız Kayıpları İngiliz Kayıpları

-------------------------- ------------------------

1914-15 yılları 1.990.000 286.633

1916 yılında 1.354.000 749.140

1917 yılında 569.000 817.790

1918 yılında 1.197.000 852.861

Eğer 1915'te boğazlar geçilseydi; 1916 sonbaharında savaşın bitmesi planlanıyordu. Beklenen olmadığı için aradaki farkı toplayarak görelim:

Fransız Kayıpları İngiliz Kayıpları

---------------------------- ---------------------------

1914-1915-1916 kayıpları 3.344.000 1.035.773

1917-1918 kayıpları 1.766.000 1.670.651

-------------------- ------------------

Toplam 5.110.000 2.706.424

Savaş on milyondan fazla genci öldürmüş ve daha da çoğunu sakat bırakmıştır.İnsanların ruhları yaralanmış, yaraların bazıları zehirli olmuştur. Keza ikinci büyük savaşında bu zehirlerin acısını yaşadı.

II.BÖLÜM

ÇANAKKALE'DE Kİ TÜRK ZAFERİNİN DEVLETLER TARİHİNE ETKİSİ

1) İngiltere'ye Çanakkale Zaferinin Etkisi

1915 yılının sonunda boğazların geçilememesi ve Rusya'ya yardım gönderilmemesi, İngiltere'nin planlarını alt üst etmiştir. İngiltere, boğazlardan Rusya'nın insan gücüne ulaşıp, onu silahlandırmayı ve savaşın vurucu gücü haline getirmeyi planlıyordu.Boğazlardan alınan Türk yenilgisi, bu yüzden en fazla İngiltere'ye zarar vermiştir. Çünkü, yenilgi; Rusya'nın sosyalist olmasına ve savaştan çekilmesine neden oldu. Müttefiklerin elindeki en büyük insan kaynağına ulaşılamamıştır.

Batı cephesinde Fransızlar çok kayıp veriyorlardı. Müttefiklerin gücünü tüketiyordu. İngiltere'nin yardım göndermesi gerekiyordu. Yeterli desteği gönderebilmesi için ülkesinde zorunlu askerlik ilkesi uygulaması gerekiyordu. Fakat İngiltere geleneklerine göre zorla askerlik yaptırılamazdı. Batı cephesinin ve imparatorluğun bir çok cephesinin sürekli artan asker ihtiyacını karşılamak zorundaydı. Bu yüzden Savaş Bakanı Lord Kiçner 1915 yılı sonlarında zorunlu askerlik ilkesinin onaylanmasını ister. 5 ocak 1916'da zorunlu askerlik kanunu meclise sunuldu. Bu kanun tasarısı hükümet içinde çatlaklıklara yol açar. Bakanlardan Maliye, Tecim ve İç İşleri Bakanları karşı koyarlar. İrlandalı ulus severler, kanunun İrlanda'da uygulanmaması şartıyla muhalefetten vazgeçerler. İşçi Partisi'de muhalefetliğinden, sanayi de çalışanlar arasından asker alınmayacağı konusunda başbakanın açıklamasıyla vazgeçerler. Böylece 25 Mayıs 1916'da önerge kanunlaşır Savaş bakanı kanunun onaylanması yüzünden büyük eleştirilere maruz kalır.

Bu olaylar Çanakkale Zaferi'nin sonuçlarından biridirÇünkü Çanakkale olayının kapanmasıyla, Türklerin boğazda kaygıları kalmayınca Mısır'a saldırması korkusu yüzünden, buraya büyük ölçüde İngiliz Birlikleri gönderir. Bu birlikler, büyük tepkilere maruz kalan, zorunlu askerlik kanunuyla sağlanır.

Batı cephesine gönderilen askerler ise; Almanya cephesini aşmak için dikenli tel ve mitralyözler üzerine saldırıyorlar; ancak sonları ölüm oluyordu.

Her saldırıda halk da ve orduda bu kez zafer kesin duygusu uyandırılmıştır. Ancak bu olmayınca 'düşman o ölçüde yıpratıldı ki gelecek saldırıda çökecek' savı ortaya atılıyordu. Kitleler bu duruma bir süre inanmış, ses çıkartmamışlardır. Fakat kitleler bu savlara inanmaz olmuşlardır. İngiltere kamuoyunda büyük tepkiler baş göstermeye başlar.

1917 senesinde Fransız Ordusu Batı Cephesi'nde önemli bir işlev göremez hale gelmiştir. Cephe İngilizlere kalır. İki ay boyunca İngiltere saldırır ve 400.000 kişi kayıpla çekilir. İngiltere asker sıkıntısı çekmektedir. Ve zor durumdadır. Halka 'Silah ve cephane işlerinde çalışan gençleri askere alacağız" denildi. Bu İngiltere'ye binlerce top, tüfek kaybettiren grevlere neden oldu.S

1917 ilkbahar ve yazı içinde Rus çöküntüsünün de etkisiyle Fransa ve İngiltere'de hükümetlerin savaşı sürdürmek için gereken malzemeleri almak istemelerine güçlü bir direnme gösterilmiştir. Bu iki ülke çökmek üzereyken, onların kurtarıcısı taze kan Amerika olmuştur.

İNGİLTERE'DE ÇANAKKALE CEPHESİ'NİN VE ZAFERİ'NİN YARATTIĞI HÜKÜMET BUNALIMLARI:

İngiltere ilk hükümet bunalımı, Çanakkale'ye çıkartmaları yapılırken; Amiral Fisher'e, Deniz Bakanı Çörçil'in danışmadan bir takım gemilerin yola çıkarılması buyruğunu verdiğini öğrenenice istifa eder. (15 Mayıs 1915 Bu olaydan sonra Liberal Parti hükümeti, mecliste ki büyük çoğunluğa rağmen , muhafazakarların işleri kamuda tartışma konusu yapmalarından çekinir ve karma hükümet kurulur. Liberal Parti Türk düşmanlığı ile ünlüdür. Türklerden aldığı kara ve denizde ki yenilgiler üzerine yönetimi Muhafazakarlarla paylaşmak zorunluluğunda kalır.

İkinci hükümet bunalımını beklenildiği gibi sonuçlanmayan Rusların, Avusturya-Macaristan cephesini çökertmesi ve ardından yine batı cephesinde alınan Alman yenilgisi nedeniyle olur.( 5 aralık 1916) Çanakkale geçilseydi, bu yenilgiler olmayacaktı ve hükümet bunalımları da yaşanmayacaktı.

İngiltere'ye Mali ve Ekonomik Etkileri

Türkiye'nin 1.Dünya Savaşı'na katılması ve en büyük zaferi Çanakkale Cephesi'nde muzaffer olması ve cihan harbinin ömrünü uzatması en çok İngiltere'yi etkiler.

Lord Core anılarında," Savaş başında Avrupa'nın en zengin ulusu İngilizlerdir. Bütün dünyada 4 milyar İngiliz Lirası borç vermiştir. Savaş sonunda ise İngiltere dışarıya borçlu devletler arasında yerini alacaktır.

1916 yılı sonunda devlet borçları iki milyar İngiliz lirasını geçmeye başlamıştır. Çanakkale yenilgisinden dolayı savaşın iki yıl uzaması; İngiltere'nin dış borcu 8 milyara yaklaşmıştır. İngiltere'ye mali ve ekonomik bakımdan toparlanması son derece zor bir darbe inmiştir.

İngiltere sanayi ürünü ve kömür ihracatçısıdır. Londra Dünya Bankası konumundadır. İngiliz ticaret donanması yeryüzündeki donanmaların toplamının yarısı kadardır. Ülkeye büyük kazanç sağlamaktadır. Savaş 1916 yılında son bulsaydı İngiltere dışarıda ki alıcılarını pek kaybetmezdi. Ancak savaş uzayınca İngiliz sanayi ürünleri alıcıları, kendi ülkelerinde fabrikalar kurmaya ve var olanları çoğaltıp genişletmeye koyulurlar. Hele barışın, resmi ve fiili anlamda yıllarca gecikmesi İngiliz alıcılarının, kendi ürünlerini fazlasıyla imal etmelerini sağlar. Diğer yandan Alman deniz altıları en fazla İngiliz ticaret donanmasını vurmuştur. Savaş nedeniyle tamir edemediği ve yenisini yapamadığı için deniz ticaretinde Amerika, İngiltere'yi geçmiş, Japonya'da ona yakın bir konuma gelmiştir.

İngiltere savaş sonunda da büyük bir işsizlikle karşı karşıya gelir. Savaşta yakılıp yıkılan kenti olmadığından, sanayi ürünü alacaklıları da kalmadığından işsizliğe çözüm bulunamamaktadır.

1913 ile 1928 arasında İngiltere ihracatının dünya ihracatına oranı %13.9'dan, %1.2 düşerken tüm Avrupa ihracatı % 55.2 den % 46'ya düşmüştür. Almanya'nın çökmesi, Avusturya- Macaristan'ın dağılması , Fransa'nın en zengin kentlerinin yakılıp, yıkılması, Rusya'nın rejim değiştirmesi, İtalya'nın bunalımlar içinde çalkalanması, şunu diyebiliriz ki dört yılı aşan savaşın, iki yıl uzatılmış olmasından doğan sarsıntılar bu sonuçları doğurmuştur.

Savaş sırasında, cepheye silah ve cephane yetiştirmek için açılan fabrikalar, demir ve maden işleyen kuruluşlardır. Savaştan sonra yine demir ve maden işletmeye devam etmeyip makine üretmeye başlarlar. İngiltere'de sanayiinin gerilemesi bu yüzdendir. Yani İngiltere dışında, savaş sırasında ona kurtarıcı olanlar, savaştan sonra sanayi alanında rakipleri olmuştur.

Savaş sırasında hükümet savaşanların soy sopunun rahatlığını ve geçimini sağlamışlardır. Bu herkeste her şeyi hükümetten beklemek, iyi yaşantı sağlamasını istemek duygusunu yaratmıştır. Bu da ülkeyi yönetenlerin dağıtım uğruna yatırım yapmalarına neden olmuştur. Halkta ki bu anlayış daha çok mayıs 1916 yılında çıkan zorunlu askerlik etkisini gösterdikten sonra gelişmiştir. Oysa savaş 1916 da bitseydi bunlar yaşanmayacaktı.

Osmanlı ile savaş İngiltere'ye bir milyar liraya mal olmuştur. Bunu Paris Konferansı'nda İngiliz Başbakanı Zoyt Core Türklere olan kiniyle açıklamıştır. Lozan Barış Konferansı'nda da yeni Türk Cumhuriyeti temsilcisine, yine savaşa katılmakla, İngiltere'ye verdiğimiz zararı kini kusmuştur.

Savaşın uzaması İngilizlerin denizlerdeki hakimiyetlerini de Amerikalılara ve Japonlara kaptırmalarına neden olmuştur.

İngiliz Sömürgelerine Çanakkale Zaferinin Etkisi

Hindistan, İngiliz İmparatorluğu'nun en değerli taşı ve İngiltere halkının en fazla kazanç sağlayan sömürgesiydi.

İngiltere ve Osmanlı ile savaşı önce Hindistan'da Müslümanlar üzerinde huzursuzluk yarattı. Ancak yoksul halk, ücretli asker olarak Hindistan ordusuna yazılmayı ihmal etmeyecektir.

İngilizler Çanakkale cephesinden Hindistan'a düştü-düşüyor haberleri veriyordu. Bu aylarca devam etti. İngilizler ocak ayında çekilmelerine rağmen bunu büyük bir başarıymış gibi göstermiş ve davranmıştır. Halkın gözünde küçük düşmüşlerdir. Türk cephelerindeki, İngiliz yenilgilerinin verdiği cesaretle Hindistan'da Müslümanlar ve Hindular eylemde bulunurlar.

Osmanlı'nın savaşa katılması askerlik ve genel bakımdan Hindistan'da aşırı güçlük çıkarmamış olması, İngilizler için övgü ve güven konusu olurken; o zamana değin birbirine karşıt iki büyük toplum (Hindular ve Müslümanlar) işbirliği yapmaları Kut-ülh Amara ve Çanakkale yenilgilerinden doğan küçümseme ve güvenmeme sonucu oluşmuştur. Hindu ve Müslümanların işbirliği daha önce ortaya hiç atılmayan 'öz hükümet' isteğini hep birlikte ve resmen dile getirmelerine neden olmuştur. Bu İngilizler için sıkıcı ve geleceği karartıcı bir olay olmuştur.

Gelecekte ki yıllarda Türk cephelerinde hayatını kaybedenlerin çocukları bağımsızlıklarını isteyecekler ve İngiltere'nin canını sıkacaklardır.

Fransa ve İtalya'ya Çanakkale Zaferi'nin Etkisi

Fransa Meclisi Çanakkale cephesinin açılması taraftarı değildi. Ancak cephe açılınca kendisine İskenderun ve çevresi teklif edildi. Ayrıca Batı cephesindeki yükünü azalacağı tahmin ediliyordu.

Müttefikler Almanya'nın boğazlara çekip, gücünü ikiye böleceklerdi. Fransa'da Batı cephesinde rahatlayacaktı. Boğazlar aşılırsa Rusya'nın insan gücüne de ulaşılacaktı. Savaş böylece daha kısa bir zamanda son bulacaktı. Fransa'nın Akdeniz'de sömürülerini artırma isteği de gerçekleşecekti.

Fransa Çanakkale cephesine büyük umutlarla 79.000 kişi göndermişti. Bunlardan 27.000 geri dönmemiştir. Bunun yanında boğazların açılamamsı ve Rusya'ya ulaşılamaması sonucunda savaş iki yıl uzayacak ve Fransa daha büyük kayıplar verecektir. 1916 yılının sonlarında Fransa Almanlarla Batı cephesindeki çarpışmalarda ağır kayıplar verecektir. İngiltere desteği olduğu halde, Fransa ordusu işe yaramaz hale gelecektir.Bu yenilgi orduda ve halkta ruhsal çöküntülere neden olacaktır.Halk savaştan bıkmıştır. 1917 yılında izinli er ve subaylar barış yapılmasını isteyen toplantılara katılırlar. Bunların ardından da Fransız ordusunda bir sürü ayaklanma, buyruğa uymama, sipere girmeme görülür. Bazı olaylar birleşerek hükümeti barışa zorlamak için Paris'e yürümeye kalkışırlar.İşçi ayaklanmalarını da asker ayaklanmaları takip edecektir.

Çanakkale zaferinin ve zaferin sebep olduğu savaşın iki yıl uzamasını Fransız Başkanı Millaran Sevr Antlaşmasında şöyle dile getirir, Hiçbir neden olamadan onlara büyük bir deniz ulaşım yolunun kapayarak bir yandan Rusya'nın ve Romanya'nın öbür yandan da bunların Batı'da ki bağlaşıklarının ulaşımını kesmekle Türkiye en azından savaşın iki yıl uzamasına ve bağlaşıkların milyonlara varan insan ve yüzlerce milyar kaybına sebep olmuştur.Sonsuz zararlar pahasına acunun özerkliğini yeniden kurmuş olanlara Türkiye'nin ödemesi gerektiği tazminat kendisinin ödeme gücünü pek çok aşmaktadır.

İtalya'ya gelince savaşa karşı olanlar yüreklenirler. Ekmek satan dükkanlar yağmalanır. Sokak kavgaların da ölüler artmaya başlar. Sosyalist Partisi'nin desteğiyle belediyeler barış için yürümeye karar verirler.İtalya'da da en büyük sorun ekmek kıtlığıdır. Oysa boğazlar geçilseydi, Rusya7dan Avrupa için buğday teminatı sağlanacaktı.

Almanya'ya Çanakkale Zaferinin Etkisi

1917 yılında müttefikler çok güçsüz duruma düşmüşlerdi.Rusya komünizm rejimi ilan edilmiş, savaştan çekilmişti. İngiltere ve Fransa ise insan gücü bakımından yetersizdiler. Almanya'nın ve yandaşlarının üstünlüğünü Çanakkale zaferi sağlamıştır.

Almanya çok yanlış olan, sonu hesaplanmadan bir kararla Amerika7nın deniz altılarını batırmasıydı. Karşı takım barış istemek zorunda kalırdı. Almanya'ya kendisine sağlanan büyük yarardan faydalanamamıştır.

Amerika'nın Savaşa Katılması

Amerika'nın savaşa katılması müttefiklerin umduğu gibi 1915 sonunda boğazlar açılarak silah ve cephane ile iyice beslenememiş olan Rusya'nın kendisinden bekleneni yapamamış olmasının bir sonucudur. Amerika savaşa girmekle müttefikleri barış yapmaktan kurtarmış ve onlara kesin zaferi sağlamıştır. Amerikan Başkanı Wilson savaşa girerken 'ulusların hakları' gibi bir çok imparatorlukları sarsacak beyanname yayınlamıştır. Bu da Amerika7nın, imparatorluk müttefiklerinin zararına olmuştur.

Rusya'ya Çanakkale Zaferi'nin Etkisi

Rus ayaklanması doğrudan doğruya Çanakkale'de ki Türk kahramanlığıyla Çörçil'in 'Kaderin Adamı' dediği Mustafa Kemal'in en can alacak noktada ve anlarda, nisan 1915'te Arıburnu'n da, ağustos ayında Anafartalar'da ve Cokbayırı'n da gösterdiği büyük komutanlık vasıflarının sonucu olarak Boğazların kapalı kalıp Rusya'nın yeter ölçüde cephane ve öbür savaş aracı bulunmaması sonucudur.

Rusya'da devrimci ayaklanmalar, Stolipin'in başbakanlığında (1906-1911) sırasında azalmıştır.O ölünce ayaklanmalar yeniden başlar. Rusya'nın 1914'te savaşa katılmasıyla , 'ulusal birlik' kavramı ayaklanmaları azalmasını sağlamıştır. Rus halkı da Almanya>'ya karşı bir anti -pati vardı. Bu nedenle halkta Çarlıkla birleşme oldu. Bu unsurların yanında, 1916'da Rusya ve bağlaşıkları İstanbul'u alsaydı. 1917'de acaba devrim gerçekleşir miydi?

1915 yılında boğazlar açılmış, her türlü savaş ve taşıt araçlarını getirip sonsuz kalabalıkların gereği gibi silahlandırarak 1916 haziran-ağustos aylarında düşmanlarını çökertmiş ve İstanbul'u ele geçirmiş olan bir Rusya'da devrimin gerçekleşmesini bekleyemeyiz. Bunlara dayanarak diyebiliriz ki , Türk zaferinin dünyanın sosyo-ekonomik ve politik dengesinin değişmesini sağlayan Rus Devriminin gerçekleşmesinde büyük payı vardır.

styla45 04-21-2010 02:06 AM

MUSTAFA KEMAL VE ÇANAKKALE SAVAŞLARI

MUSTAFA KEMAL'İN HAYATI

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu, Türk devriminin yaratıcısı ve uygulayıcısı Mustafa Kemal Atatürk 19 Mayıs 1881'de Selanik'te doğdu. Babası Ali Rıza Efendi annesi Hacı Sofu ailesinden Feyzullah Ağanın kızı Zübeyde Hanımdı.Küçük yaşta babasını kaybeden Mustafa'yı zeki ve büyük bir Türk kadını olan Zübeyde Hanım yetiştirdi.İlk öğrenimini Selanik'te Şemsi Efendi İlköğretim okulunda yaptı.Babasının ölümünden sonra annesiyle beraber köyde yaşayan dayısının yanına yerleşti. Orada köy hayatı yaşamak zorunda kaldı.Annesi okul hayatında uzak kalmasına üzülüyordu.Bu nedenle onu teyzesinin yanında eğitime devam etmesi için Selanik'e yolladı.Okulda bir arkadaşıyla kavga etmesi üzerine Kaymak Hafız adındaki hocası vücudundan kan gelinceye kadar dövmüş, babaannesi de onu okuldan almıştı.

Komşuları Binbaşı Kadri Bey'in oğlu Askeri Rüştiyesine gidiyordu. Giydiği kıyafet Mustafa Kemal'i çok özendiriyordu Subayları gördükçe onlara imreniyor onlar gibi Rüştiyeye gitmek istiyordu.Annesi askerlikten koktuğu için askeri okula gitmesini istemiyordu.Bunun üzerine annesinden gizli olarak Rüştiyeye giderek sınavı verdi.Mustafa bu okulda en çok matematik dersiyle uğraşıyor ve çok başarılı oluyordu.Öğretmeninin adı da Mustafa'ydı ve küçük Mustafa'ya senin adın Mustafa benim de bu böyle olmaz.Bundan böyle senin ki Mustafa Kemal olsun diyor.Bundan sonra küçük Mustafa, Mustafa Kemal oluyordu.Matematik dersleri Mustafa Kemal'e çok kolay geliyordu.Hatta bu dalda müzakereci olup ders bile anlatıyordu.Fakat Fransızca'da geriydi.Fransızca hocası Mustafa Kemal ile ilgileniyor acı uyarılarda bulunuyordu.Bu uyarılardan rahatsız olan Mustafa Kemal ilk tatilde Selanik'e geldiğinde Fransız Frerler okuluna devam ederek idadideki derslerinden daha ileri derecede Fransızca öğrendi.

Manastır Askeri idadisinde iken şair Ömer Naci ile tanıştı.Ömer Naci o sıralar şiir yazmaktaydı.Mustafa Kemal'den okuyacak bir kitap istemiş getirdiği kitapların hiç birini beğenmemişti.Buna alınan Mustafa Kemal Şiir ve Edebiyata yönelmiş eserler vermeye başlamıştı.Türkçe öğretmeninin 'Şiir seni askerlikten uzaklaştırır.'Uyarısıyla bu isteği içinde kalmış ve bu merakı Tarih'e yönelmiştir.Napolyon'u çok beğeniyor ve örnek alıyordu.Manastır Askeri idadisini bitirdikten sonra harp okulunun piyade bölümüne girdi.Harp okulunu da bitirince Erkan-ı Harbiye'ye girdi.Burada arkadaşlarıyla siyasi fikirlerini anlatmak amacıyla el yazısı bir dergi çıkarmaya başlamıştı.Bir gün veteriner dersliğinde gazete faaliyetleriyle meşgul olurken suçüstü yakalanmıştı.Müfettiş İsmail Paşa sınıfı basarak dersten başka şeylerle uğraştıkları gerekçesiyle tutuklama emri vermiş, okul müdürünün araya girmesiyle izinsizlik cezasıyla yet inilmesine karar verilmişti. Mustafa Kemal 11 Ocak 1905'te Harp Akademisini Kurmay Yüzbaşı olarak 320 kişilik piyade sınıfının 20. likle bitirmiş,kurmaylık hakkı kazanan 13 subay arasına girmişti. İstanbul'da kaldığı sürede arkadaşlarından biri adına tuttukları apartman dairesinde ara sıra toplanıp memleket meselelerini konuşuyorlardı.Aralarına giren bir ajanın bunları ihbar etmesiyle birkaç arkadaşın ve Mustafa Kemal tutuklanmıştı.Birkaç arkadaşı itirafta bulunmuş bir müddet tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakılmışlardı.Bir süre sonra Hap Akademisini bitirenleri Genelkurmaydan çağırdılar.Mustafa Kemal'in arkadaşlarıyla arasında bir örgüt olduğu düşüncesiyle Şam daki 30.Süvari Alayına staja gönderdiler.Bu bir nevi sürgündü. Mustafa Kemal'in staj gördüğü alayın komutanı Lütfi Bey idi.Bu komutanla Dürzü ayaklanması sırasında ahbap olmuştu.Lütfi Bey onu diğer arkadaşlarıyla da tanıştırdı.Bunlar 2. Abdülhamit yönetimine karşı bir örgüt kurmak istemiş fakat başaramamışlardır. Mustafa Kemal'le beraber 1906 Ekimi gecesi Tüccar Mustafa'nın evinde Vatan ve Hürriyet derneğini kurdular.Suriye ve yöresinde örgütlenmeyi sağlamak Mustafa Kemal'in göreviydi.Beyrut, Yafa ve Kudüs'e giderek örgütlenmeyi sağladı.Vatan ve Hürriyet cemiyetinin bir şubesini de Selanik'te kurdular.Bir süre topçu stajı yapmak için Şam'a gönderilen Mustafa Kemal staj sonrası Kolağası ( Kıdemli Yüzbaşı) oldu.Şamdaki ordu Kurmay heyetine atandı.( 20 Haziran 1907) Mustafa Kemal'in ayrılmasından sonra Vatan ve Hürriyet derneği Selanik'te gelişme gösteremedi.O sıralarda ittihak ve terakki kurulmuştu.Dr. Nazım'ın aracılığıyla iki dernek ittihak ve terakki adı altında birleşti.(1907) Dr. Nazım ve diğer arkadaşlarının ısrarıyla 29 Ekim de ittihak ve terakki derneğine girdi.Derneğin Makedonya örgütlenme çalışmalarına yardımcı oldu.22 Haziran 1908 de kendisine ek görev olarak Selanik - Üsküp demir yolu müfettişliği görevi verildi.Selanik ve Üsküp demir yolu üzerindeki şehir ve garnizonlara derneğin şubelerini açtı ve gelişmesi için çalıştı.

İttihat ve terakki derneği 1876 Anayasasının geri getirilmesini isteyen bir bildiri yayınladı.İstanbul derneğin isteğini kabule mecbur oldu.1908 de 2. Meşrutiyet ilan oldu.Mustafa Kemal meşrutiyeti ilan etmekle işin bitmediğini söyleyerek köklü reformlar yapılması gerektiğini bunun içinde İttihat ve Terakki'nin siyasal parti niteliği almasını, ordunun kesin olarak siyasetten çekilmesini şart görüyordu.Bunun için İttihat ve Terakkicilerle arasında bu noktada görüş ayrılığı ortaya çıktı.Bu sırada Trablusgarp'ta Meşrutiyet idaresine karşı bir ayaklanma hareketi baş gösterdi.İttihatçılar bunu fırsat bilerek Mustafa Kemal'i Selanik'ten uzaklaştırıp Trablus'a gönderdiler.Mustafa Kemal karşılaştıkları tüm güçlüklere rağmen hareketi kan dökmeden bastırdı.Selanik'e 2. Redif tümeni Kurmay başkanı olarak döndü. (13 Ocak 1909)

2.Meşrutiyete rağmen ittihatçılar İstanbul'a tam manasıyla hakim olmadılar.Dernek içinde de ayrılıklar baş gösterdi.(13 Nisan 1909) 31 Mart'ta İstanbul'da rejime karşı bir ayaklanma oldu.Bu hareketi bastırmak üzere İstanbul'a yürümeye karar verdi. Hareket ordusunu kurdu.Kurmay başkanlığını üstlendi. 31 Mart olayından sonra yani ittihak ve terakkicilerin 2. Abdülhamit'i tahttan indirmesinden sonra Selanik'e döndü.

Mustafa Kemal'in Selanik'teki çalışmalarından hoşnut olmayan 3. ordu komutanı, kendisini Selanik'ten uzaklaştırmak için Genelkurmay başkanlığında bir göreve atanmasını sağladı.Bu atamadan pek az sonra 13 Eylül 1911 de İtalyanlar Trablusgarp'a saldırdı.Mustafa Kemal Trablusgarp'a giderek İtalyanlarla savaşmaya karar verdi.Devrin genç subaylarından Fethi Okyar , Enver Paşa ve başka subaylarda Trablusgarp'a gitti.Mahmut Şevket Paşa İngilizlerin kendilerini Mısır'dan geçirmeyeceğini söylese de Mustafa Kemal'in direnişine engel olamadı.16 Ekim 1911 de Tobruk a gitti.Ethem Paşanın kurmaylığını üstüne aldı.9 Ocak 1912 de Mustafa Kemal'in idaresinde yapılan Tobruk muhaberesinde başarılı olundu.Mustafa Kemal Trablusgarp'ta iken Balkanlarda savaş patlak verdi.Savaş haberini alır almaz derhal görev almak istedi.İstanbul'a dönmek üzereyken Komonova yenilgisini, Selanik'in düştüğünü,Bulgarların Çatalca önlerine geldiğini öğrenerek büyük üzüntü yaşadı.Türk ordularının bu kadar kolay yenileceğine inanmıyordu.Romanya üzerinden İstanbul'a geldi''Akdeniz Boğazı Kuva-i Mürettebesi ''harekat müdürlüğüne atandı.Bu birliğin kurmay başkanı Fethi Beyle Bulgarlara saldırarak Trakya ve Edirne'nin kurtarılması hakkındaki önerisi çok önemlidir.

Kolordu Kurmay başkanı Fethi Bey askerlikten çekildi.İttihak ve Terakki genel sekreteri oldu. Yerine Mustafa Kemal geçti ve Edirne'nin kurtarılması hareketine katıldı. (22 Temmuz1913 ) 27 Ekim 1973 de Fethi Okyar Sofya Elçiliğine M. Kemal'de Sofya askeri ataşeliğine gönderildi.Burada M. Kemal vatanperver faaliyetler yürüttü.

Enver Paşa Yarbaylıkta Tümgenareliğe yükselerek harbiye nazırı oldu.M. Kemal'in askerlik ve komutanlık niteliklerini yakından bilmesine rağmen aralarında öteden beri süren rekabet yüzünden M. Kemal'e faal bir görev vermedi.Sadece Mart 1914 de Onu yarbaylığa yükseltti.

I.DÜNYA SAVAŞI ÇANAKKALE CEPHESİ VE MUSTAFA KEMAL

28 Haziran 1914'te Avusturya veliahdı arşidük Ferdinand Saraybosna'da bir Sırplı tarafından öldürülmüş, bundan bir ay sonra Avusturya-Sırbistan savaşı başlamıştı.Bu I. Dünya savaşının başlaması demekti.M. Kemal savaşa Almanya'yla beraber girilmesine karşıydı.Almanya savaşı kazanırsa Osmanlı onun uydusu olacak,kaybederse Osmanlı her şeyini kaybedecekti.Ona göre devlet tarafsız kalıp kuvvetlenmeye bakmalıydı.Enver Paşa ise bu düşüncenin tam zıddını savunuyordu.Nitekim onun istediği oldu.Osm. savaşa girdi.bu sırada Batılı müttefikler Almanya karşısında zor duruma düşen Rusya'ya yardım ulaştırabilmek için Çanakkale Boğazını zorla geçmeye karar verdiler.Rus donanması bir çok defa boğazın dış tabyalarını bombardıman etmişti.Bir çıkarma işleminin gün geçtikçe yaklaştığı anlaşılıyordu

Mustafa Kemal'in Çanakkale savaşlarına başlaması bu savaşın ilk günlerinde başlar.1 Ekim'de Boğaz resmen kapatıldı.19 Şubat 1915'te düşmanın ilk taarruzu başladı.Mustafa Kemal'in 19. Tümen Karargahı Eceabat'a nakledildi.Şubat sonunda M. Kemal birliklerini kıyılara yerleştirmiştir.5 Mart'ta tümen karargahına gelen Boğaz Komutanı Cevat Paşa'ya (Çobanlı) kendi tümeninin Seddülbahir sahil tertibatını gösterirken düşmen gemilerinin ateşine maruz kalmışlardı. Bölgenin korunmasından sorumla 26. alay M. Kemal'in talimatı ile düşmanı mağlup etti.Bu muhaberelerin kara tarafı M. Kemal'in üzerinde idi.İngiliz ve Fransızların deniz mağlubiyetlerinden sonra vazgeçmeyeceklerini bilen M. Kemal,kıyıya adam çıkaracakları düşüncesiyle maiyetindeki birliklere uyanık olmaları emrini verdi.Gerekli yerlere müracaat edip kuvvetlerini arttırıyordu.O bölge kumandanlığına Halim Sami Bey'in atanmasıyla, Yarbay M. Kemal "genel yedek" olarak kalmıştı.M. Kemal'in tümeninden bir alay Çanakkale'ye geçmişse de geri çevrilmiş.Bunun üzerine o da bütün tümeni Bigalı köyünde toplayarak,talim ve terbiye ediyordu.18 Mart'tan 25 Nisan'a kadar zaman,düşmanın keşif ve oyalama hareketleriyle geçer.Düşman Boğazın geçilemeyeceğini anlayıp,yarımadanın Avrupa kıyılarına asker çıkarma planlarını tamamladı.25 Nisan'da ise önce yarım ada ile Trakya arasındaki Saros körfezine ve Boğaz ağzındaki Anadolu köşesine şaşırtma çıkarmaları yaparlar.26 Nisan'da,Rumeli tarafı giriş noktasında(Seddil Bahir) çıkartma başlar,Bu çıkartma Ege Denizine bakan Kabatepe ve Arıburnu kıyılarındaki çıkartmalarla hedefini belli eder.O günden itibaren de kara harpleri başlamış demektir.Mustafa Kemal bu savaşların tam içinde,Arıburnu cephesindedir. Bu topraklardaki savaşlar bir meydan harbi değildir.Bir harekat harbi değildir.Bu savaşlar birer avuç denebilecek dar topraklar üzerinde binlerce,on binlerce,yüz binlerce insanın kucak kucağa,boğaz boğaza gırtlaklaşmasıdır.

Halil Sami Bey'den gelen bir raporla düşmanın Arıburnu sırtlarına çıktığı anlaşılıyor.Mustafa Kemal'den taburunu adı geçen düşmana karşı sevk etmesi isteniyordu.Daha önce tahmin ettiği gibi düşmanın Kabatepe'ye karaya çıkma girişimi başlıyordu.Bu işle mücadelenin zor olacağını bildiği için bütün tümeniyle düşmana yaklaşmayı düşündü.Emrindeki tüm kuvvetleri derhal hazır bulunarak emir almaları için yanına çağırdı.Bigalı deresi boyunca alayı Kocaçimen Tepesi'ne doğrulttu.Yaya olarak Conkbayırına vardılar.

Osmanlı Hükümeti ve Genelkurmayın Ege denizinden gelecek bir saldırıya hazırlıklı olmadığı bir gerçektir.Onun içindir ki Gelibolu karaları Ege Denizine karşı tamamen açık bulunuyordu.Bu tertipsizliğin,yolsuzluğun,muharebe şebekelerinden yoksun oluşun, Çanakkale savaşlarında,Türk ordusuna çok pahalıya mal olduğu hakikattir.Kocaçimen'e 57. alayını bizzat sevk ederek ulaştıran M. Kemal'in ilk gördüğü manzara pek fikir verici değildir.Düşmanın çıkartma yeri Arıburnu ölü zaviyededir.Yani Kocaçimen'den görülmez.Bunun üzerine bin bir güçlükle Conkbayırına ulaşır

Bu esnada Conkbayırının güneyindeki 261 rakımlı tepeden sahil gözetlemesine memur bir müfreze efradının,Conkbayırına doğru kaçmakta olduğunu gösteren M. Kemal ile arasında şu konuşma geçer:

-Niçin kaçıyorsunuz?dedim

-Efendim düşman!dediler

-Nerede?

-İşte,diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler.

Hakikaten düşman tepeye serbestçe yaklaşmaktadır.Mustafa Kemal'in ise elinde kuvveti yoktur.Düşman ona Kocaçimen'deki askerinden daha yakındır.Derhal karar verir. "Bu kararı kendisi bir mantıki muhakeme veya sev kitabi olarak değerlendirir."İşte bu karar savaşın gidişatını değiştirir.

-Düşmandan kaçılmaz der

-Cephanemiz yok diyen askere.

-Süngünüz var ya...dedi ve sonrasını şöyle anlatır:

Bağırarak bunlara süngü taktırdım.Yere yatırdım.Aynı zamanda Conkbayırına ilerlemekte olan piyade alayı ve cebel bataryasının "marş marşla" benim bulunduğum yerdeki emir zabitini onları çağırmaları için geriye saldırdım.Bu efrat süngü takıp yere yatınca düşman efradı da yere yattı.Kazandığımız an bu andır.

-Düşününüz,işte bu bir andı.

Conk bayırından harekatı idare eder,sağ sol birliklerle irtibat kurmaya çalışır,taarruz ilerlemektedir.Bu harekatı anlatırken sözleri şuydu:"Herkes öldürmek ve ölmek için düşmana atılmıştı."

Ya öldürmek ya ölmek!Zaten bu verilmiş bir emirdir.Aslı şöyledir:-Size taarruzu emretmiyorum ölmeyi emrediyorum.

Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde başka kuvvetler ve komutanlar olabilir..."Kumandan işte böyle bir anda böyle bir emri verebilen insandır."

Neticede düşmana saldırıldı.Boğuşuldu.Düşman dayanamayıp geri çekildi.Sahile kadar gerileyerek orada tutunabildi.Arıburnu cephesi işte böyle açıldı.

25/26 Nisan 1915 gecesi 5 İngiliz tümeni yeniden Arıburnu'na çıkarma yapar.Bu bir küçük ordudur.Halbuki bizim kuvvetlerimiz yetersizdir.Ayaklarındaki çarıkları dökülmüş,yiyecekleri kıt,yolları yoktur.Muharebe şebekesi iyi kurulamamıştır.Mustafa kemal her türlü olumsuzluğa rağmen emrindeki birliklerle sonuna kadar mücadele etmiş,26 Nisan günü savaş neticesini mağlup olmuyoruz şeklinde bildirmiştir.27 Nisan'da 2 alay daha takviye ederler.Verdiği emir aynıdır.O günkü harekatı yönettiği tepeye Kemalyeri adı verilmiştir.

Kemalyerindeki Mustafa Kemal Artık dünyanın en kudretli imparatorluğunun,Türk topraklarına kustuğu sonu gelmez insan ve ateş kudretiyle boğuşmuş kendini denemiştir.Kendine güvenen ve yenilmeyeceğine inanan bir genç ve güzel insandır.Kemalyeri'nden sağ kanattaki bir çok düşman askerinin ellerini kaldırıp,beyaz mendiller sallayarak kendi erlerine teslim oluşunu seyreder.Ama düşmanın asker çıkarması durmaz devam eder.29 Nisan gene çarpışmalarla geçer.Herkes bulunduğu toprağa,taşa elleri,ayakları,tırnaklarıyla sarılmıştır.Gene de herkesin çabası karşısındakinin yapıştığı toprağı onun elinden almaktır.Onu ya öldürmek ya atmaktır.

Churchill hatıratında Türklerin mücadelesini şöyle özetler:

"Türkler bu daracık geçit başında sıkı bir savunmaya girişmişlerdi.Canlarını veriyorlar fakat vatan toprağından karış vermiyorlardı. 30 Nisan!da bir kumandanlar toplantısı yapılır.Mustafa Kemal şöyle der: "Bire kadar hepimiz ölerek düşmanı mutlaka denize dökmemiz lazımdır."İçimizde ve askerlerimizde,Balkan harbi utancını tekrar görmektense ölmeyecek yoktur.Böyleleri varsa kendi elimizle kurşuna dizelim.

Yarımadanın en dar ve en tehlikeli noktası olan Arıburnu cephesinin gerisinde bizim 19. tümenimiz ihtiyatta bulunuyordu.Bunun komutanı genç yarbay Mustafa Kemal idi.Karaya çıkarmayı ve arz ettiği tehlikeyi hissedince kendiliğinden harekete geçti.Tümenin düşmanın eline geçmesi çok tehlikeli bir durum doğuracak olan Kocaçimen tepesi istikametine sevk etti. Bizzat kendisi 57. Alayın başında bu tepenin en şiddetli noktasına yaklaştığı zaman Anzak kolordularının öncüleri tepeye ulaşmışlardı.Kısa bir müddet boğazın en dar noktasını seyredebildiler.Sonra 57. alayın şiddetli bir taaruzuyla geri atıldılar.Çıktıkları sahile sürüldüler ve deniz filosunun himayesine tutunabildiler.Bu hareketiyle Genç Mustafa Kemal boğazı 1. defa kurtarmış oldu.Ya 57. Alay?57. Alay başka türlü bir Alaydı.57. Alaydan Gök kubbeye baki kalan bir hoş sedaydı.57.Alay Çanakkale harbinde tamamen şehit oldu...

Ama nasıl olur da Balkanlar'da bir nefeste bir vilayeti bırakıp dağılanlar,bugün burada hem de dünyanın en kudretli imparatorluğunun birlikleri karşısında bir karış torak için bir alayın kanını bir nefeste kurban ederler...Evet bunda bir mucize vardı.Bir kumandan mucizesi.Mustafa Kemal artık 19. Tümen komutanı değildir.Arıburnu ve Ağıl dere Cepheleri Kumandanı Mustafa Kemal'dir.

M. Kemal Arıburnu çevresinde savaşlarını yaparken onun sağındaki Anafartalar Cephesi de ateş içindedir.Sol kanattaki Conkbayırını ise gece gündüz endişe ile takip eder.Cephelerin bazıları birbirine karışmış,kumanda karışıklığı ortaya çıkmıştı.Bilhassa Conkbayırı böyleydi.9 Ağustos'ta kumanda karışıklığı son haddine varmış,savaş ise zirve noktasındadır.Düşman denizden durmadan çıkarma yapar,karaya durmadan birlikler kusar.Türk Ordusu karargahın son gücünü da cepheye yollamaktadır.Mustafa Kemal bu cephe kargaşasını düzeltmesi gerektiğini bilir.Yoksa tehlike vardır...

Mustafa Kemal bu durumun düzeltilmesi için ordu kumandanına açık ve kesin olarak mevcut kuvvetlerin kendi kumandasına verilmesini isteyerek böyle büyük bir sorumluluktan çekinmemiştir;ve "sorumluluk ölümden ağırdır" sözünü söylemiştir. Ordu karargahtan gelen emirle Anafartalar Grup Komutanlığına tayin edilmiştir.10 Ağustosta Taarruza geçmesi emredilmiştir.Çanakkale harbinin en büyük ve en kanlı taarruzu için harekete geçti.Düşmanı ani ve şiddetli bir baskınla yenmek istiyordu.Bu işte kuvvetten çok karar vardır.Her türlü olumsuzluğa rağmen verdiği karar şudur.Düşman yenilecek ve mahvedilecekti.

Mustafa Kemal hücum anını şöyle anlatır:

"Bütün askerler,zabitler her şeyi unutmuşlar,başkalarının kalplerini verilecek işarete bağlamışlardı.Süngüleri ve bir ayakları ileri uzatılmış olan askerlerimiz,onların önlerinde ellerinde tabancaları,kılıçları,zabitlerimiz kırbacımın aşağı inmesiyle demirden bir kitle halinde aslanca bir saldırışla ileriye atıldılar.Bir saniye sonra düşmanın siperlerinde gökleri dolduran Allah Allah!uğultularından başka bir şey işitilmiyordu.Düşman silah kullanmaya vakit bulamadı.Boğaz boğaza kahramanca bir boğuşma sonunda birinci hattaki düşman kamilen imha edildi.Mustafa Kemal;bu muhaberede hücuma kalkarken askerlerden okuma bilenlerin Kuran-ı Kerimi göğüslerine basarak,bilmeyenlerin kelime-i şahadet getirerek ve hemen hepsinin de iki üç dakika sonra öleceklerini bilerek,nasıl titremeden,irkilmeden ileri atıldıklarını anlatır. "Emin olmalısınız ki,Çanakkale muhaberesini kazandıran bu yüksek ruhtur" demiştir. 10 Ağustos Conkbayırı Savaşı o gün, Mustafa Kemal'in askerlerinin başarısıyla böyle bitmiştir.M. Kemal Çanakkale Muhabereleri denilen destanın ortasında işte bu zafer halesiyle görülür.Yaklaşık 8 aylık Çanakkale savaşlarında Türk askeri cesur,akıllı ve ortak bir komutanın idaresinde neler yapmaya gücü yettiğini göstermiştir.Bilhassa anafartalar savaşında(7-8 Ağustos 1915) yarbay olan M. Kemal'in askere "taarruzu değil ölmeyi emretmesi" savaşın kaderini etkilemiştir.Churchill'in kaderin adamı olarak tanıdığı Mustafa Kemal Conkbayırı ve Kocaçimen'de ilerleyen,Anzak Ordusunu geri çekilmeye zorlayarak işgal edilen noktaları kurtarmıştır.19. Tümen ve 57. Alayı merkezden emir beklemeden kendi inisiyatifiyle cepheye sürmüş,Çanakkale cephesinin düşmesini engellemiş,Boğazları kurtarmıştır.Savaşlar İngilizlerin 19/20 Aralıkta Arıburnu ve Anafartalar'ı 8/9 Ocak Seddülbahri boşaltmasıyla sona ermiştir. Çanakkale Muharebesi bize bir çok muvaffakiyetten mada bir de Mustafa Kemal kazandırmıştı.Osmanlı tarihinin en şerefli sahifesini işgal edeceğine hiç şüphe olmayan Çanakkale muvaffakiyeti Orada çarpışan Türklük ruhunu,Türklük fedakarlığını ispat ettiği gibi büyük bir kahramana malik olduğumuzu gösterdi.Çanakkale zaferi Türk kahramanlık destanıydı.Türk askeri ne demektir?Bunu cihan Çanakkale'de bir daha tanıdı.Düşman çok kuvvetli,bol silahlı ve çok zengin bir milletti.Ona rağmen Türk askeri süngüsüne dayanarak,düşmanı siperlerine mıhladı.Düşmanı tek adım ileri attırmadı.Türk'ün süngüsü Çanakkale'de çelik bir kale oldu.Mustafa Kemal'in kuvvetli sevk ve idaresi,Türk askerinin sarsılmaz iman ve iradesi Türk tarihine altın yaldızlı bir Çanakkale zaferi yazdı.Hiç Şüphesiz Mustafa Kemal ve Cevat Paşaların bu savaşlardaki çabaları yadsınamaz.Mustafa Kemal genç ve azimkar metin bir kumandandır.Çanakkale'de ordu nevmid bir vazifeye düştüğü zaman ümidini bozmamış ve imanından aldığı kuvvetle,ordunun da maneviyatını yükseltmiştir.Büyüklerini tanımak mecburiyetinde olan gençlik "Mustafa Kemal" namını da hafızalarına ilave etmeli halaskarlarımızdan birinin de o olduğunu unutmamalıdır.

Düşmanlar Çanakkale boğazından hüsranla çekip gidince artık İstanbul da zabıt ve istila tehlikesinden kurtulmuş demekti.Bütün memleket ahalisinin hususile İstanbulluların M. Kemal'e hürmet minnettarlıkları son dereceyi bulmuştu.Düşmanlar bile bu dahi kumandan idaresindeki Türk askerinin harekatına hürmet ve takdirlerini ifadeden geri durmamıştır.Artık Çanakkale savaşlarının siper savaşına dönüşmesi üzerine son bir saldırı ile düşmanı denize dökme önerisinin reddedilmesi üzerine 10 Aralık 1915'te görevinden istifa etti.Kendisine çok büyük saygısı olan Limon Von Sanders bu istifayı kabul etmeyerek kendisine hava değişimi verildi.İngilizlerin Gelibolu'yu boşalttıkları öğrenildi.İngiliz ve Fransızlar hiç kayba uğramadan çekilmek istiyorlardı.Mustafa Kemal Buna razı olmuyor, düşmanın bedavadan çekip gitmesi sonradan bizimle alay etmesini istemiyordu.10 Aralık 1915'te grup komutanlığından istifa etti.Limon Von Sanders'in bu istifayı hava tebdili iznine çevirmesinden sonra M. Kemal Gelibolu'dan ayrıldı.

M. Kemal'in 31 Mart irtica olayını ezmekteki hizmeti daha o dönemde gölgelenmiş ve unutturulmuştu.Arıburnu Conkbayırı ve Anafartalardaki kahramanlıkları ise örtbas edilmeyecek bir hal almıştı.İstanbul'da sansürün gazetelerde isminin yazılmasına izin vermemesi,Enver Paşanın bir çok subayın rütbesini yükselttiği halde onunkinin olduğu gibi kalması,bir çok kişinin hizmetlerini küçük göstermeye çalışmasına rağmen,M. Kemal'in ülke ve ordudaki şanı azalmadı.Artık o bir ad,bir kuvvet,bir umut olmuştu.O iki kere İstanbul'u kurtarmış ve cihan harbinin gidişini değiştirmekte esas amil olmuştu.Türk erlerinin kahramanlığından azami sonuç almayı o bilmiştir.En kalabalık ve güçlü Osmanlı ordusunu o komuta etmişti.Bu yeni duruma dayanarak sırf askerlik görevi dışında bir çok uğraşta bulundu.Bir süre İstanbul ve Sofya'da dinlendikten sonra 1916 yılı başında Edirne'de 16. Kolordu Kolordu Komutanlığı'na atandı.Bir ay sonra Muş ve Bitlis dolaylarında kurulan b aşka bir kolorduya nakledildi.Bu göreve giderken Tüm Generalliğe yükseldi.Van Gölü güneyinden,Çapakur Boğazına kadar 80 km'lik cephede Kazım Karabekir Paşayla beraberdi.Önce cephe hattını geri çekti,sonra Muş ve Bitlis'i geri aldı.Kendisine altın kılıçlı imtiyaz madalyası verildi.M. Kemal Sekarat'ta bulunan 2. Ordu Kumandanlığı'na gelince,Orada Ordu Kurmay Başkanı İsmet İnönü ile tanıştı.Hicaz Seferiyesi Komutanlığı önerildi.Kabul etmedi.Enver Paşa Bağdat'ı geri alma hayaliyle Yıldırım Ordular Grubunu kurdu.M. Kemal de bu orduya bağlı 7. Ordu Komutanı olmuştu.Asıl sorunun Irak'ta değil Filistin'de olduğu anlaşılınca Bağdat'ın geri alınmasından vazgeçilerek,Yıldırım Orduları Filistin'e gönderildi.M. Kemal bu cephede göreve başladıktan sonra,Enver,Talat ve Cevat Paşalara rapor vererek savaş yönetimi ve halkın içinde bulunduğu durumu bildirmiş ve alınması gereken önlemleri açıkça anlatmıştı.Bu rapora 2. bir ek olarak da Yıldırım Ordu Komutanı Falkenhayn'ın tutumunu şiddetle eleştirdi.Enver Paşandan Falkenhayn'ı tutan bir cevap gelince 7. Ordu Komutanlığını Ali Rıza Paşa'ya bırakarak İstanbul'a geldi.2.Ordu kumandanlığına atandıysa da görevi kabul etmedi.

3 Temmuz 1918'de Sultan Reşat'ın ölümüyle yerine Vahdettin geçti.Yarbay Naci'yi kendisine başyaver,İzzet Paşa'yı yaver-i ekrem yaptı.M. Kemal böbrek rahatsızlığı yüzünden Krlsbadda'ydı.Tedavisini yarım bırakıp İstanbul'a geçti(Padişahın emriyle)M. Kemal burada Padişaha orduyu ele almak gerektiğini söylemiş,Vahdettin de gereken işleri Talat ve Enver Paşa ile görüştüğünü söylemiş.Fakat yıkım görülmeye İttihat ve Terakki iktidarının düşeceği sezilmeye başlayınca M. Kemal'in yaver olması gündeme geldi. Vahdettin kendisini yeniden Fahri Yaverliğe ve 7. Ordu komutanlığına getirdi.Osmanlı'nın Filistin'de verdiği mücadele yenilgiyle sonuçlandı.Bulgaristan da Selanik anlaşması ile çekildi.Bu surette Osmanlı'nın müttefikleriyle bağlantısı kesildi.Çok geçmeden Almanya da mütareke istedi.8 Ekim'de Talat Paşa kabinesi istifa etti.M. Kemal bu durumda Osmanlı Devleti'nin müttefiklerinden ayrı bir barış yapmasını sağlamak,elde kalan kuvvetlere ileri sürülecek ateşkes önerilerine karşı milletçe direnmeyi düşünüyordu.Padişaha telgraf çekerek Ahmet İzzet Paşa'yı Sedaret'e getirerek,kendisi harbiye nazırı olmak birkaç kişiyi daha kabineye almak istiyordu.Sadrazam Ahmet İzzet Paşa oldu.M. Kemal'i Harbiye Nazırı yapmadı ama kabine M. Kemal'in isteğine yakındı.

30 Ekim 1918'de Osmanlı Devleti Rauf Bey başkanlığındaki heyetin 36 saat tartışarak kabul ettiği Mondros Mütarekesi imzalandı.Mütareke gereğince Alman komutanların Türkiye'yi terk etmesi gerekiyordu.Limon Von Sanders Yıldırım Orduları Grup Komutanlığını Mustafa Kemal'e verdi.Bu anlaşma ile Osmanlı Devleti kendini düşmana kayıtsız şartsız teslim etmiş,bununla da kalmayarak memleketin istilası için onlara yardım da etmişti.M. Kemal bu mütarekenin sakıncalı bulduğu noktaları sadrazama bildirip bir yandan da elindeki 2. ve 7. kolorduları ulusal savunma kuvveti haline getirmek için çalışmaya koyuldu.

13 Kasım 1918'de itilaf donanmasına bağlı gemilerin İstanbul'a girmesi üzerine yanındakilere dönerek "geldikleri gibi giderler" dedi.Bu sözü bir gün ülkenin bağımsızlığına kavuşacağına olan inancını belirtiyordu.İstanbul fiilen işgal altındaydı.Enver,Cemal ve Talat Paşa'lar memleketten kaçmış,meclis ve hükümet üyeleri birbirine düşmüştü.M. Kemal İstanbul'da kaldığı 6 ay içinde vatanın kurtuluşuna en küçük yardımı dokunabilecek herkesle ilişki kurdu,görüştü.Düşüncelerini daha kolay yayabilmek için Fethi Bey'in çıkardığı Minber gazetesine ortak oldu.Komutan ve subayların moralini yükseltebilmek için,Hasbihal adlı eserini yayımladı.Onun bu çok yönlü çalışmaları işgal kuvvetleri yetkililerini ve hükümeti kuşkulandırıyordu.Onu tevkif etmenin,halk çoğunluğu üzerinde kötü etkileri olacaktı.Şu halde M. Kemal'i İstanbul'dan uzaklaştırmak için uygun bir görev gerekliydi.İngiliz raporlarına göre bir görev vardı.Samsun dolaylarında Türk ahali Rum halka baskı yapıyordu.Bu durumda hükümet önlem olarak M. Kemal'i 9. Ordu Müfettişliğine atadı.Bu kıtaat 15. Kolordu Kazım Karabekir'e bağlıydı.M. Kemal Kazım Paşa'nın yardımıyla çok geniş yetkilerle göreve gidiyordu.Buna göre müfettişlik sınırları dışındaki bütün komutan ve sivil makamlara emir verebilecekti.Bu doğrultuda İngilizlerin vereceği vizeyi heyecanla beklemeye başladı.

KURTULUŞ MÜCELESİ

Yunan birlikleri 20.000 kişilik bir orduyla İzmir'i işgale başladı.Böylece Türk kurtuluş savaşı 15 Mayıs 1919'da Yunanlıların İzmir'i işgali sırasında düşmana ilk kurşun sıkmasıyla fiilen başladı.İngilizler padişahın M. Kemal'e güveni vardır gerekçesi ile beklenen vizeyi verdiler.16 Mayıs akşamı eski bir şilep olan Bandırma ile yola çıktı.M. Kemal her an bir İngiliz tarafından yolu kesileceğinden kuşkulanıyordu.Kuşkusunda da haklıydı.M. Kemal'in nasıl bir amaçla gittiğini anladılar.Fakat geç kaldıkları için durdurmayı başaramadılar.M. Kemal fırtınalı bir havada Samsun limanına çıktı.

Anadolu,İzmir'in işgali ve bunun doğuracağı sonuçlar hakkında çok az bilgiye sahipti.M. Kemal burada telgraf aracılığıyla yetki altında bulundurduğu makamlarla sıkı bir ilişki kurmak,halka protesto ve mitingler yaptırarak Bab-ı Ali ve müttefiklere karşı halkın cephe aldığını göstermek istedi.Askeri ve siyasi alanda çalışmalara başladı.Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak cemiyetleriyle bağlantı kurdu. Bu cemiyetler Yunan işgaline karşı kurulduğu için ve Kuvay-i Milliye ile ilişki kurulamadığı için vatanı kurtaracak güce erişemiyordu.

Bu çalışmalar gerek işgal kuvvetleri gerek İstanbul'u rahatsız ediyordu.İngilizler baskılarını arttırınca M. Kemal geri çağırıldı. Oysa Samsun'a geleli bir hafta olmuştu ve rahat çalışabilme imkanları arıyordu.Dolayısıyla bu çağrıya kulak asmadı.Karargahını Havza'ya çekti.Mitingler düzenletti.Müdafa-i Hukuk Derneğinin Havza şubesini kurdu.Reddi İlhak ve Müdafa-i Hukuk dernekleriyle Anadolu ve Trakya'daki bütün komutan ve sivil yöneticilere Havza'dan ilk genelgesini yolladı.Devlete baş kaldırmış olan efeler derhal M. Kemal ve arkadaşlarıyla işbirliğine karar verdiler.Amasyalılar M. Kemal'i davet ettiler o da kabul etti.Amasya çalışmalarına uygun bir ortamdı.Ali Fuat ve Rauf Beyler ile 21-22 Haziran Amasya Genelgesini yayınladı.

Mustafa Kemal bu genelge ile Sivas'ta bir kongre toplanması kararını İstanbul hükümeti ve işgal kuvvetlerine duyurdu.İşgal kuvvetleri M. Kemal'i görevden azletti. Bu haberi alır almaz 3. Ordu Müfettişliği ve askerlikten istifa etti.Milli kurtuluş hareketinde milletle beraber herhangi bir fert gibi çalışmak istediğini Ordulara ve millete duyurdu.Vilayet-i Şarkiye Müdafa-i Hukuku Milliye derneğinin Erzurum şubesinin isteğiyle derneğin faal heyetinin başına geçti.Erzurum kongresi 23 Temmuz'da toplandı.9kişilik bir heyeti temsiliye seçildi bunun başında M. Kemal vardı.Temsilcilerin bir çoğu Sivas'a varmışlar,M. Kemal ve arkadaşlarını bekliyorlardı.Erzurum'dan ayrılması gerekiyordu.Sivas kongresi Doğu ve Batı illeri ile Trakya'nın yani bütün bir memleketin birliğini sağlamak gayesi güdülüyordu.

Sivas Kongresi 4 Eylül 1919'da lise binasında toplandı.Şark-ı Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Derneği adını aldı.11 eylül 1919'daki toplantıda Heyet-i Temsiliye' ye ek olarak 6 kişi daha seçildi.16 kişilik Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Derneği Heyet-i Temsiliyesi oldu.Bu bir geçici hükümet sayılıyordu.Kongre Erzurum Kongresi kararlarını onayladı.Damat Ferit'in adamı Elazığ valisi Ali Galip, Kürt aşiretlerini M. Kemal'e karşı kışkırtıp,çalışmalarını bozmaya çabaladıysa da başarılı olamadı.M. Kemal tarafından sorgulandı.Halep'e kaçtı.Sivas kongresi bu hava içinde sona erdi.Damat Ferit kabinesinin olumsuz çabalarını tespit eden M. Kemal ve arkadaşları,yapmış olduğu olumsuz çalışmaları padişaha bildirdiler.Ferit Paşa Kabinesi çekilmek zorunda kaldı.Yerine gelen Ali Rıza Paşa hükümeti,Heyet-i Temsiliye hükümetini şartlı olarak desteklemeye karar verdi.M. Kemal Sivas'ta iken İrade-i Milliye gazetesin çıkarmıştı.(13 Eyl).Bu defa Ankara'da Hakimiyet-i Milliye gazetesini kurdu.(10 Ocak 1920)

Meclis-i Mebusan 12 Ocak'ta İstanbul'da açıldı.Mustafa Kemal İstanbul' giden millet vekillerine,kendisini seçmelerini ve mecliste Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetini kurmalarını tavsiye etmişti. Kendisi hazır bulunmayan birini seçmenin sakıncalı olacağı düşüncesiyle onu başkanlığa seçmediler.Kurdukları gruba Felah-ı Vatan adı verdiler.Mebusan meclisi heyeti 28 Ocak 1920'de Misak-ı Milli esaslarını bir bildiri şeklinde kabul ve imza etti.Pariste toplanan müttefikler arası konsey 13 Mart'ta İstanbul'un fiilen işgaline karar verdi.16 Mart'ta İstanbul fiilen işgal edildi.M. Kemal olayı İslam elemi ve dünya parlamentolarına yayınladığı bildirilerle protesto etti.Bildiride 700 yıllık Osmanlı Devletinin hayat ve hakimiyetinin sona erdiğini belirterek, milleti hayat ve bağımsızlığını bütün geleceğini korumaya çağırdı.

BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

19 Mart 1920'de yayınladığı bildiride Ankara'da olağanüstü yetkilerle ve milletin gerçek iradesine sahip bir meclis toplanacağını,bu meclisin milletin yeniden seçeceği temsilcilerle İstanbul Meclis üyelerinden, Anadolu'ya geçe bilenlerden oluşacağını belirtti.Her ilden 5 milletvekili seçilirken 5 Nisan'da Sadaret'e gelen Damat Ferit Milli Hareket'in Padişaha isyan,hareketin başındakileri de eşkıya olarak niteleyen fermanlar yayınlatıyor.Şeyhülislam Abdullah Efendi verdiği fetvada bunları kafir ilan ediyor,öldürülmelerinin dinen caiz olduğunu bildiriyordu.Bu durumu değerlendiren Damat Ferit,İngilizlerin desteğiyle kurduğu bir takım saf ve cahil insanlardan oluşan Kuva-i İnzibatiye ve Hilafet Ordusu'nu Anadolu'ya göndermeye yelteniyordu.TBMM 23 Nisan 1920'de en yaşlı milletvekili Şerif Bey'in başkanlığında toplanıyordu.Ertesi Gün M. Kemal meclis başkanı seçildi.Bir hükümet kurulmasının zorunlu olduğunu söyledi.3 Mayıs 1920'de 11 kişilik icra heyetini seçti.20 Ocak 1921 Teşkilat-ı Esasiye Yasası ile icra vekilleri heyeti kuruluncaya kadar başkanlık yaptı.29 Nisan 1920 günü kabul edilen Hiyanet-i Vataniye yasası ile TBMM'nin niteliğine isyan edenler,sözle veya yazılı saldırı yapanların vatan haini sayılacağı ilan edildi.Bu tür suçluları yargılamak için de İstiklal Mahkemeleri'nin kurulmasına karar verildi.

Bu dönemde halkçılık programını düşüncelerine uygun bulmayanlar muhalefet grupları şeklinde ortaya çıktılar.Muhalefette olan anlaşmazlıkları gidermek için mecliste Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurdu.10 Mayıs 1921 günü M. Kemal grubun başkanı seçildi.Bu I. Meclis zaman zaman üyeler arası şiddetli tartışmalara sahne olurken konu vatan olduğunda birlik ve beraberlikten hiç ayrılmamıştı.Nihayet zafer sonrası 16 Nisan 1923 günü son birleşimi yapılarak tarihin şerefli sayfalarına geçti.

Mustafa Kemal'i meclis çalışmaları dışında meşgul eden konuların başında,dağınık haldeki Türk Ordu'sunu yeniden seferber etmek,silahlandırmak ve eğitmek meselesi geliyordu.Ordu kurulana kadar Kuva-i Milliye birliklerinden yararlanmayı düşünmüş,fakat bunların başındaki Çerkez Ethem ve Demirci Mehmet Efe gibi diğer Kuva-i Milliye birliklerinin keyfi davranışları,yarardan çok zarar getiriyorlardı. Bu durum da düzenli ordunun kurulmasını hızlandırmıştı.

SARIKAMIŞ VE KARS GÜMRÜ'NÜN ELE GEÇİRİLMESİ

1877 Osm-Rus savaşı sonrası Rusya'da kalan ve Kars dolaylarında Bağımsız bir Ermeni Devleti kurulmuştu.Ermeniler bu bölgede İngilizlerle işbirliği yapıp Türkleri katlediyor,Türkiye ve Rusya'nın bağlantısını kesmeye çalışıyorlardı.9 Haziran 1920'de Kazım Karabekir 19. Kolordu Kumandanı Doğu Cephesi Kumandanlığına atandı.Doğu illerinde seferberlik ilan ederek kuvvetli bir ordu meydana getirdi.Kars,Sarıkamış ve Gümrü işgal edildi.3 Aralık 1920'de TBMM'nin taraf olduğu ilk anlaşma olan Gümrü imzalandı.Ermeni sorunu ortadan kalktı.Doğu kuvvetlerinin Batı:'ya aktarılması gerçekleşti.Fransızların Güney bölgesindeki(Mersin'den Urfa'ya saldırılarına M. Kemal direktifinde kahramanca karşı koyan milis kuvvetleri Arap savunması sonunda Gazi unvanını almıştı.Fransızlar Türklerle savaşın sonuç vermeyeceğini anlamışlardı.Sakarya savaşından sonra Ankara İtilafname'sini imzaladılar.T.B.M.M ve Türklerin Misak-ı Milli'deki bağımsızlık ilk defa bir devlet tanımıştı.

SEVR ANLAŞMASI

Yunanlılar 22 Haziran 1920'de Türklerin düzenli ordu kurmasına engel olmak ve barış projesini kabule zorlamak için 3 yönden ileri harekata geçti.T.B.M.M Yunan ilerleyişini durdurmak üzere 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Cebesoy'u Batı Cephesi komutanlığına getirdi.Yunanlılar kuzeyde başarılı olmuşlardı.Balıkesir ve Bursa'yı işgal etmişler,20-27 Temmuz'da Edirne dahil bütün Batı ve Doğu Trakya'yı işgali başarmışlardı.Bu işgaller -özellikle Bursa'nın işgali- mecliste ağır eleştirilere sebep olmuştu.(eski başkentin yitirilişi siyah örtü örtülerek protesto edildi).M. Kemal henüz ordumuzun kuruluş aşamasında olduğunu,zafere inandığını belirtti.Fakat Vahdettin ve İstanbul Hükümeti barış yapılmasını kabul ettiler.10 Ağustos 1920'de Sevr imzalandı.T.B.M.M bu anlaşmayı imzalayanları vatan haini ilan etti.

Bu anlaşmayı Türk milletine kabul ettiremeyeceklerini anlayan işgal kuvvetleri,Yunanlıları tekrar saldırıya geçirdiler.Türk Ordu'sunun Çerkez Ethem ile uğraşmasını fırsat bilerek Afyon,Eskişehir,Bursa üzerinden İnönü'ye yürümeye başladılar.Albay İnönü Yunanlıları 3 günlük çetin mücadeleler sonuca mağlup etti.Bu kez Sevr'i uzlaşma yoluyla kabul ettirmeye çalıştılar.Ankara hükümetini Londra'ya çağırdılar.13 günlük konferans sonuç vermedi.Yunan kuvvetleri 23 Mart'ta tekrar saldırıya geçtiler.II. İnönü'de de yenildiler.T.B.M.M ve S.S.C.B Moskova ant. İmzalamış Ankara hükümeti diplomatik güç kazanmış.

Yunanlıların 2. kez mağlup olması hoşnutsuzluk ve siyasi buhran yarattı.Yunanlılar farklı bir taktikle tekrar saldırma kararı aldılar.M. KEMAL Batı cephesi ordularının Sakarya'ya çekilmesini istedi.Meclis M. Kemal'in T.B.M.M Ordularının başına getirilmesine karar verdi.(5 Ağustos 1921) olağanüstü yetkilere sahip olmuştu.M. Kemal bu sürecin 3 ayla sınırlanmasını ,gerekirse her 3 ay sonucu sürenin uzatılmasını uygun gördüğünü belirtti.

M. Kemal Başkomutan olduktan sonra Tekalif-i Milliye emirlerini yayınladı.Ordunun ihtiyacı olan her türlü malzemenin Ordu emrine verilmesini öngören emirler uygulamak için de Tekalif-i Milliye komisyonu kuruldu.Yunanlıların kesin sonuç almak için tekrar saldırıya geçeneğini biliyordu. 23 Ağustos'ta Yunanlılar tek savunma hattına şiddetli saldırıya başlamış oldu.Sakarya Meydan Savaşı başlamış oldu.22 gün ve 21 gece aralıksız devam eden savaşta M. Kemal ünlü "Hattı müdafaa yoktur,sathı müdafaa vardır.O satıh bütün vatandır" emrini vermiştir.Savunma durumundaki Türk birlikleri saldırıya geçtiler.Sakarya'nın doğusunda yunan askeri kalmamıştı.

Türklerden her bakımdan iki kat üstün araç gereçle savaşan Yunan Ordularını yenilgiye uğratan M. Kemal'e Gazi unvanı verildi.Savaş sonrası Fransızlarla Ankara Antlaşması imzalandı.İtilaf devletlerini güvenini sarsan Yunanlılar son bir kez saldırıya geçti.Türk Ordu'sunun da kendisini toplaması gerekliydi.11 ayda bunu başardı.Başkomutanlık Meydan Muharebesi başlamıştı.Garp Cephesi Orduları 2'ye ayrıldı.6 Ağustos 1922'de M. Kemal P.,İsmet P., Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa taarruz hazırlıklarını gözden geçirdiler.Türkler şiddetli bir saldırı sonucu Çiğiltepe, Erkmentepe, Tınaztepe, Belentepe, vs. ele geçirdi.Afyon kuzeyindeki Yunan Orduları geri çekilmek zorunda kaldılar.Türk ordusu Dumlupınar'a yöneldi. Dumlupınar'ın kuzey ve kuzeydoğudaki 5 tümenlik Trikupis Grubu yenildi.

M. Kemal Yunanlıların herhangi bir yerde tutunup savunmaya geçmelerine ve itilaf devletlerinin müdahalesine meydan bırakmamak için düşmanın süratle ve aralıksız kovulmasını istiyordu.Bunun için "Ordular ilk hedefiniz Akdeniz dir" hedefini vermişti.9 Eylül'de 3,5 yıl işgal altındaki İzmir de kurtuldu.

Annesi Zübeyde Hanım 14 Ocak 1923'te öldü.29 Ocak 1923 İzmir'in ünlü ailelerinden Uşşakizade'lere mensup Muammer Bey'in kızı Latife Hanım ile evlendi.Evlilikleri 5 Ağustos 1923'e kadar sürdü.18 Eylül'e kadar Batı Anadolu Yunan ordusundan temizlenmiş bulunuyordu. Türk-Yunan Savaşı Mudanya Mütarekesi ile sona erdi.(1 Ekim 1922) Yunanlılar yeterli delege olmadığı gerekçesi ile imzadan kaçındılar.İtilaf Devletlerinin Barış konferansına Ankara Hükümeti ile beraber İstanbul Hükümetini de çağırmak istemesi T.B.M.M' yi harekete geçirdi.Meclis 1 Kasım1922'de saltanat ile halifeliğin ayrılması ve saltanatın kaldırılmasına karar verdi. Vahdettin İngilizlere sığındı.17 Kasım gecesi bir İngiliz zırhlısı ile kaçtı.Abdülmecit Halife oldu.

Lozan Barış Ant. 28 Temmuz 1923 günü imzalandı.Yunan sorunu dışında Şark sorunu ve diğer sorunlar ele alındı.I. Dünya savaşında savaş durumunda olan devletler arası barış yapıldı.Türkiye'yi İsmet Paşa temsil ediyordu. İşgal kuvvetleri 30 Ekim 1923'te İstanbul'u boşalttılar.M. Kemal toprak bütünlüğünün ifadesi olarak,Ankara'yı başkent yapmak istiyordu. Tasarı meclise sunuldu. Ankara başkent oldu. M. Kemal askeri alanda büyük başarılar kazanmıştı.Bundan sonra daha fazlası gerekliydi.Şimdi devlet adamı bir devrimci olarak iş başındaydı. 6 Aralık 1922'de basına verdiği demeçte Cumhuriyet Halk partisi adında, Halkçılık ilkesine dayalı bir parti kuracağını ve her türlü yoruma açık olduğunu belirtti. Herkes çeşitli endişeler ortaya attı. Buna rağmen M. Kemal CHP'yi kurdu. Ölünceye kadar da başında kaldı.

M. Kemal artık cumhuriyeti ilan etmek için faaliyetlere geçti.Milletvekilleri de bu görüşteydiler.1920 yılında "Egemenlik Ulusundur" ilkesine dayalı idarenin başladığı günden itibaren aslında Cumhuriyet kurulmuş fakat adı söylenmemişti. M. Kemal,İsmet Paşa ve Fethi Bey'i köşküne çağırdı ve cumhuriyeti ilan edeceğini bildirdi. Anayasaya Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir maddesi ekendi.29 EKİM 1923'TE Teşkilat-ı Esasiye Yasasında değişiklik yapılarak, cumhuriyetin ilanına karar verildi.Oylamaya katılan milletvekilleri cumhuriyeti kabul ederek kendisini ilk Cumhurbaşkanı seçtiler.1927-31-35 yıllarında 4 yılda bir Cumhurbaşkanı seçildi.

T.B.M. M nin 3 Mart 1924 tarihli oturumunda Medreselerin kapatılmasına,eğitim ve öğretimin birleştirilmesine ve Şeriye ve Evkaf Vekaleti'nin kabineden çıkarılmasına ilişkin yasalar kabul edildi.20 Nisan 1924'te 2. anayasa yürürlüğe girdi.Türkiye Cumhuriyeti'nin Laik olduğu kesinlik kazandı. ( 10 Nisan 1928 )

İNKLAPLAR, DEVRİMLER

M. Kemal'in gerçekleştirdiği devrimler tek bir temele dayanıyordu.Türk milletini gerçekten Layık olduğu yüksek,güçlü ve müreffeh bir yaşam düzeyine kavuşturmak. Bu düşünceyi engellemeye çalışan her türlü kurum ve muhalifin karşısında bulunuyordu.Eski Ortaçağ karanlığını içinde tutan topluma,ilkel bir görüntü veren kurumları hükümleri ve alışkanlıkları kaldırarak,çağdaş uygarlığın akıl ve bilime dayanan değerlerini getirmek istiyordu. Bu temel görüşler doğrultusunda devrimleri geçekleştirdi.

Bu devrimler,hilafetin kaldırılması,eğitimin tek elden yönetilmesi,şeriye mahkemelerinin kaldırılması,Tekke,zaviye ve türbanın kaldırılması,şapka giyiminin zorunlu olması,takvim ve saatte değişiklik,Türk medeni yasasının kabulü,Latin harflerinin kabulü,ulusal okulların açılması ulusal rakamların kabulü, Kur'an ve ezanın Türkçeleştirilmesi.Lakap ve unvanların kaldırılması ve bazı kisvelerin giyilmemesi,hafta tatili cumadan,pazara alındı ve en önemlisi medeni yasanın evlenmeyle ilgili hükümleri...Tanzimat dönemindeki Mecellenin yerini İsviçre medeni kanunundan örnek olarak hazırlanan Türk Medeni Yasası 17 Şubat 1926'da kabul edildi.Medeni yasa ile kadınlara haklar tanınırken,onların siyasal ve ekonomik yaşama katkıları da düşünüldü. 1930'da belediye seçme ve seçilme,1934'te de milletvekili seçme ve seçilme hakkını kazanmıştı.21 haziran 1934'te soyadı yasası kabul edilmiş,T.B.M.M' de M. Kemal'e Atatürk soyadını vermişti.Bunun daha öncesinde hem askeri hem askeri hem siyasi önder olmasını çekemeyenler yüzünden askerlikten istifa etti.(30 haz 1927).Atatürk Cumhuriyet idaresindeki bir ülkenin demokratik olması gerektiği,bunun için birden fazla parti kurulması gerektiğini savunuyordu.Cumhuriyetçilik ve Laiklik ilkesinden ödün vermek istemiyordu.Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası(1924-25) ile Serbest Cumhuriyet Fırkası(1930) bu ülke sınırlarını aştıkları için uzun ömürlü olmadılar.

Cumhuriyet Halk Partisinin 2. büyük kurultayında gerek parti,gerekse Türkiye açısından büyük önem taşıyan büyük Nutku'nu okudu.(15-20 Ekim 1927) Nutukta kuruluş savaşının tüm evrelerini belgelerle açıkladı.Cumhuriyetin kuruluşunu,devrimleri,devrimlere karşı çıkanları ayrı, ayrı anlattı. Sonunda da Türkiye Cumhuriyetini Türk gençliğine emanet ettiğini bildirdi.12 Nisan 1931'de Türk Tarih Kurumu'nu kurdu.

12 Temmuz 1932'de Türk Dil Kurumunu kurdu.

1933'te Cumhuriyet'in 10. yılı dolayısıyla konuşma yaptı.Halkı en geniş refah araç ve kaynaklarına sahip çıkmaya ulusal kültürü,çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkaracağını söz verdi.Sözünü "Ne Mutlu Türküm Diyene" diyerek noktaladı.Ekonomi ve siyasete önem verdi.Ekonomik sistem olarak Devletçiliği benimsedi.Devlet denetiminde özel girişimi öngördü.

Ülke ekonomisi için gerekli büyük,küçük her çeşit sanayii kurmayı ilke edindi.Yalnız ülke çıkarlarına uygun olan yabancı sermayenin ülkede yatırım yapmasına izin verdi.Ülkenin gerçek sahibinin köylü olduğunu belirterek, makinalı tarıma geçmeyi öngördü.Dış siyaseti dostluk ve barış temeline dayandırarak,bu doğrultuda(1934)Balkan(1937) Sadabat Paktını kurdu.

4. kez Cumhurbaşkanlığına seçilen Atatürk Ankara Ant. İle Fransa'ya bırakılan Hatay'ı ülkemize katmak için büyük çaba harcadı.Fakat sağlığı günden güne bozuluyordu.20 Mayıs 1938'de Hatay sorunu ile ilgili olarak Mersin ve çevresindeki askeri birlikleri denetledi.

İstanbul'a gitti 5 Eylül'de son biçimini verdiği vasiyetnamesini İstanbul 6. Notere kapalı bir zarf içinde verdi.1kasım 1938 meclis açılışına hastalığı yüzünden katılamadı. Büyük Komutan, devlet adamı,büyük insan 10 kasım 1938 Perşembe günü saat 9.05'te hayata gözlerini yumdu...Bu haber Türk milletini yasa boğdu .

styla45 04-21-2010 02:07 AM

MUSTAFA KEMAL VE ÇANAKKALE SAVAŞLARI

MUSTAFA KEMAL'İN HAYATI

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu, Türk devriminin yaratıcısı ve uygulayıcısı Mustafa Kemal Atatürk 19 Mayıs 1881'de Selanik'te doğdu. Babası Ali Rıza Efendi annesi Hacı Sofu ailesinden Feyzullah Ağanın kızı Zübeyde Hanımdı.Küçük yaşta babasını kaybeden Mustafa'yı zeki ve büyük bir Türk kadını olan Zübeyde Hanım yetiştirdi.İlk öğrenimini Selanik'te Şemsi Efendi İlköğretim okulunda yaptı.Babasının ölümünden sonra annesiyle beraber köyde yaşayan dayısının yanına yerleşti. Orada köy hayatı yaşamak zorunda kaldı.Annesi okul hayatında uzak kalmasına üzülüyordu.Bu nedenle onu teyzesinin yanında eğitime devam etmesi için Selanik'e yolladı.Okulda bir arkadaşıyla kavga etmesi üzerine Kaymak Hafız adındaki hocası vücudundan kan gelinceye kadar dövmüş, babaannesi de onu okuldan almıştı.

Komşuları Binbaşı Kadri Bey'in oğlu Askeri Rüştiyesine gidiyordu. Giydiği kıyafet Mustafa Kemal'i çok özendiriyordu Subayları gördükçe onlara imreniyor onlar gibi Rüştiyeye gitmek istiyordu.Annesi askerlikten koktuğu için askeri okula gitmesini istemiyordu.Bunun üzerine annesinden gizli olarak Rüştiyeye giderek sınavı verdi.Mustafa bu okulda en çok matematik dersiyle uğraşıyor ve çok başarılı oluyordu.Öğretmeninin adı da Mustafa'ydı ve küçük Mustafa'ya senin adın Mustafa benim de bu böyle olmaz.Bundan böyle senin ki Mustafa Kemal olsun diyor.Bundan sonra küçük Mustafa, Mustafa Kemal oluyordu.Matematik dersleri Mustafa Kemal'e çok kolay geliyordu.Hatta bu dalda müzakereci olup ders bile anlatıyordu.Fakat Fransızca'da geriydi.Fransızca hocası Mustafa Kemal ile ilgileniyor acı uyarılarda bulunuyordu.Bu uyarılardan rahatsız olan Mustafa Kemal ilk tatilde Selanik'e geldiğinde Fransız Frerler okuluna devam ederek idadideki derslerinden daha ileri derecede Fransızca öğrendi.

Manastır Askeri idadisinde iken şair Ömer Naci ile tanıştı.Ömer Naci o sıralar şiir yazmaktaydı.Mustafa Kemal'den okuyacak bir kitap istemiş getirdiği kitapların hiç birini beğenmemişti.Buna alınan Mustafa Kemal Şiir ve Edebiyata yönelmiş eserler vermeye başlamıştı.Türkçe öğretmeninin 'Şiir seni askerlikten uzaklaştırır.'Uyarısıyla bu isteği içinde kalmış ve bu merakı Tarih'e yönelmiştir.Napolyon'u çok beğeniyor ve örnek alıyordu.Manastır Askeri idadisini bitirdikten sonra harp okulunun piyade bölümüne girdi.Harp okulunu da bitirince Erkan-ı Harbiye'ye girdi.Burada arkadaşlarıyla siyasi fikirlerini anlatmak amacıyla el yazısı bir dergi çıkarmaya başlamıştı.Bir gün veteriner dersliğinde gazete faaliyetleriyle meşgul olurken suçüstü yakalanmıştı.Müfettiş İsmail Paşa sınıfı basarak dersten başka şeylerle uğraştıkları gerekçesiyle tutuklama emri vermiş, okul müdürünün araya girmesiyle izinsizlik cezasıyla yet inilmesine karar verilmişti. Mustafa Kemal 11 Ocak 1905'te Harp Akademisini Kurmay Yüzbaşı olarak 320 kişilik piyade sınıfının 20. likle bitirmiş,kurmaylık hakkı kazanan 13 subay arasına girmişti. İstanbul'da kaldığı sürede arkadaşlarından biri adına tuttukları apartman dairesinde ara sıra toplanıp memleket meselelerini konuşuyorlardı.Aralarına giren bir ajanın bunları ihbar etmesiyle birkaç arkadaşın ve Mustafa Kemal tutuklanmıştı.Birkaç arkadaşı itirafta bulunmuş bir müddet tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakılmışlardı.Bir süre sonra Hap Akademisini bitirenleri Genelkurmaydan çağırdılar.Mustafa Kemal'in arkadaşlarıyla arasında bir örgüt olduğu düşüncesiyle Şam daki 30.Süvari Alayına staja gönderdiler.Bu bir nevi sürgündü. Mustafa Kemal'in staj gördüğü alayın komutanı Lütfi Bey idi.Bu komutanla Dürzü ayaklanması sırasında ahbap olmuştu.Lütfi Bey onu diğer arkadaşlarıyla da tanıştırdı.Bunlar 2. Abdülhamit yönetimine karşı bir örgüt kurmak istemiş fakat başaramamışlardır. Mustafa Kemal'le beraber 1906 Ekimi gecesi Tüccar Mustafa'nın evinde Vatan ve Hürriyet derneğini kurdular.Suriye ve yöresinde örgütlenmeyi sağlamak Mustafa Kemal'in göreviydi.Beyrut, Yafa ve Kudüs'e giderek örgütlenmeyi sağladı.Vatan ve Hürriyet cemiyetinin bir şubesini de Selanik'te kurdular.Bir süre topçu stajı yapmak için Şam'a gönderilen Mustafa Kemal staj sonrası Kolağası ( Kıdemli Yüzbaşı) oldu.Şamdaki ordu Kurmay heyetine atandı.( 20 Haziran 1907) Mustafa Kemal'in ayrılmasından sonra Vatan ve Hürriyet derneği Selanik'te gelişme gösteremedi.O sıralarda ittihak ve terakki kurulmuştu.Dr. Nazım'ın aracılığıyla iki dernek ittihak ve terakki adı altında birleşti.(1907) Dr. Nazım ve diğer arkadaşlarının ısrarıyla 29 Ekim de ittihak ve terakki derneğine girdi.Derneğin Makedonya örgütlenme çalışmalarına yardımcı oldu.22 Haziran 1908 de kendisine ek görev olarak Selanik - Üsküp demir yolu müfettişliği görevi verildi.Selanik ve Üsküp demir yolu üzerindeki şehir ve garnizonlara derneğin şubelerini açtı ve gelişmesi için çalıştı.

İttihat ve terakki derneği 1876 Anayasasının geri getirilmesini isteyen bir bildiri yayınladı.İstanbul derneğin isteğini kabule mecbur oldu.1908 de 2. Meşrutiyet ilan oldu.Mustafa Kemal meşrutiyeti ilan etmekle işin bitmediğini söyleyerek köklü reformlar yapılması gerektiğini bunun içinde İttihat ve Terakki'nin siyasal parti niteliği almasını, ordunun kesin olarak siyasetten çekilmesini şart görüyordu.Bunun için İttihat ve Terakkicilerle arasında bu noktada görüş ayrılığı ortaya çıktı.Bu sırada Trablusgarp'ta Meşrutiyet idaresine karşı bir ayaklanma hareketi baş gösterdi.İttihatçılar bunu fırsat bilerek Mustafa Kemal'i Selanik'ten uzaklaştırıp Trablus'a gönderdiler.Mustafa Kemal karşılaştıkları tüm güçlüklere rağmen hareketi kan dökmeden bastırdı.Selanik'e 2. Redif tümeni Kurmay başkanı olarak döndü. (13 Ocak 1909)

2.Meşrutiyete rağmen ittihatçılar İstanbul'a tam manasıyla hakim olmadılar.Dernek içinde de ayrılıklar baş gösterdi.(13 Nisan 1909) 31 Mart'ta İstanbul'da rejime karşı bir ayaklanma oldu.Bu hareketi bastırmak üzere İstanbul'a yürümeye karar verdi. Hareket ordusunu kurdu.Kurmay başkanlığını üstlendi. 31 Mart olayından sonra yani ittihak ve terakkicilerin 2. Abdülhamit'i tahttan indirmesinden sonra Selanik'e döndü.

Mustafa Kemal'in Selanik'teki çalışmalarından hoşnut olmayan 3. ordu komutanı, kendisini Selanik'ten uzaklaştırmak için Genelkurmay başkanlığında bir göreve atanmasını sağladı.Bu atamadan pek az sonra 13 Eylül 1911 de İtalyanlar Trablusgarp'a saldırdı.Mustafa Kemal Trablusgarp'a giderek İtalyanlarla savaşmaya karar verdi.Devrin genç subaylarından Fethi Okyar , Enver Paşa ve başka subaylarda Trablusgarp'a gitti.Mahmut Şevket Paşa İngilizlerin kendilerini Mısır'dan geçirmeyeceğini söylese de Mustafa Kemal'in direnişine engel olamadı.16 Ekim 1911 de Tobruk a gitti.Ethem Paşanın kurmaylığını üstüne aldı.9 Ocak 1912 de Mustafa Kemal'in idaresinde yapılan Tobruk muhaberesinde başarılı olundu.Mustafa Kemal Trablusgarp'ta iken Balkanlarda savaş patlak verdi.Savaş haberini alır almaz derhal görev almak istedi.İstanbul'a dönmek üzereyken Komonova yenilgisini, Selanik'in düştüğünü,Bulgarların Çatalca önlerine geldiğini öğrenerek büyük üzüntü yaşadı.Türk ordularının bu kadar kolay yenileceğine inanmıyordu.Romanya üzerinden İstanbul'a geldi''Akdeniz Boğazı Kuva-i Mürettebesi ''harekat müdürlüğüne atandı.Bu birliğin kurmay başkanı Fethi Beyle Bulgarlara saldırarak Trakya ve Edirne'nin kurtarılması hakkındaki önerisi çok önemlidir.

Kolordu Kurmay başkanı Fethi Bey askerlikten çekildi.İttihak ve Terakki genel sekreteri oldu. Yerine Mustafa Kemal geçti ve Edirne'nin kurtarılması hareketine katıldı. (22 Temmuz1913 ) 27 Ekim 1973 de Fethi Okyar Sofya Elçiliğine M. Kemal'de Sofya askeri ataşeliğine gönderildi.Burada M. Kemal vatanperver faaliyetler yürüttü.

Enver Paşa Yarbaylıkta Tümgenareliğe yükselerek harbiye nazırı oldu.M. Kemal'in askerlik ve komutanlık niteliklerini yakından bilmesine rağmen aralarında öteden beri süren rekabet yüzünden M. Kemal'e faal bir görev vermedi.Sadece Mart 1914 de Onu yarbaylığa yükseltti.

I.DÜNYA SAVAŞI ÇANAKKALE CEPHESİ VE MUSTAFA KEMAL

28 Haziran 1914'te Avusturya veliahdı arşidük Ferdinand Saraybosna'da bir Sırplı tarafından öldürülmüş, bundan bir ay sonra Avusturya-Sırbistan savaşı başlamıştı.Bu I. Dünya savaşının başlaması demekti.M. Kemal savaşa Almanya'yla beraber girilmesine karşıydı.Almanya savaşı kazanırsa Osmanlı onun uydusu olacak,kaybederse Osmanlı her şeyini kaybedecekti.Ona göre devlet tarafsız kalıp kuvvetlenmeye bakmalıydı.Enver Paşa ise bu düşüncenin tam zıddını savunuyordu.Nitekim onun istediği oldu.Osm. savaşa girdi.bu sırada Batılı müttefikler Almanya karşısında zor duruma düşen Rusya'ya yardım ulaştırabilmek için Çanakkale Boğazını zorla geçmeye karar verdiler.Rus donanması bir çok defa boğazın dış tabyalarını bombardıman etmişti.Bir çıkarma işleminin gün geçtikçe yaklaştığı anlaşılıyordu

Mustafa Kemal'in Çanakkale savaşlarına başlaması bu savaşın ilk günlerinde başlar.1 Ekim'de Boğaz resmen kapatıldı.19 Şubat 1915'te düşmanın ilk taarruzu başladı.Mustafa Kemal'in 19. Tümen Karargahı Eceabat'a nakledildi.Şubat sonunda M. Kemal birliklerini kıyılara yerleştirmiştir.5 Mart'ta tümen karargahına gelen Boğaz Komutanı Cevat Paşa'ya (Çobanlı) kendi tümeninin Seddülbahir sahil tertibatını gösterirken düşmen gemilerinin ateşine maruz kalmışlardı. Bölgenin korunmasından sorumla 26. alay M. Kemal'in talimatı ile düşmanı mağlup etti.Bu muhaberelerin kara tarafı M. Kemal'in üzerinde idi.İngiliz ve Fransızların deniz mağlubiyetlerinden sonra vazgeçmeyeceklerini bilen M. Kemal,kıyıya adam çıkaracakları düşüncesiyle maiyetindeki birliklere uyanık olmaları emrini verdi.Gerekli yerlere müracaat edip kuvvetlerini arttırıyordu.O bölge kumandanlığına Halim Sami Bey'in atanmasıyla, Yarbay M. Kemal "genel yedek" olarak kalmıştı.M. Kemal'in tümeninden bir alay Çanakkale'ye geçmişse de geri çevrilmiş.Bunun üzerine o da bütün tümeni Bigalı köyünde toplayarak,talim ve terbiye ediyordu.18 Mart'tan 25 Nisan'a kadar zaman,düşmanın keşif ve oyalama hareketleriyle geçer.Düşman Boğazın geçilemeyeceğini anlayıp,yarımadanın Avrupa kıyılarına asker çıkarma planlarını tamamladı.25 Nisan'da ise önce yarım ada ile Trakya arasındaki Saros körfezine ve Boğaz ağzındaki Anadolu köşesine şaşırtma çıkarmaları yaparlar.26 Nisan'da,Rumeli tarafı giriş noktasında(Seddil Bahir) çıkartma başlar,Bu çıkartma Ege Denizine bakan Kabatepe ve Arıburnu kıyılarındaki çıkartmalarla hedefini belli eder.O günden itibaren de kara harpleri başlamış demektir.Mustafa Kemal bu savaşların tam içinde,Arıburnu cephesindedir. Bu topraklardaki savaşlar bir meydan harbi değildir.Bir harekat harbi değildir.Bu savaşlar birer avuç denebilecek dar topraklar üzerinde binlerce,on binlerce,yüz binlerce insanın kucak kucağa,boğaz boğaza gırtlaklaşmasıdır.

Halil Sami Bey'den gelen bir raporla düşmanın Arıburnu sırtlarına çıktığı anlaşılıyor.Mustafa Kemal'den taburunu adı geçen düşmana karşı sevk etmesi isteniyordu.Daha önce tahmin ettiği gibi düşmanın Kabatepe'ye karaya çıkma girişimi başlıyordu.Bu işle mücadelenin zor olacağını bildiği için bütün tümeniyle düşmana yaklaşmayı düşündü.Emrindeki tüm kuvvetleri derhal hazır bulunarak emir almaları için yanına çağırdı.Bigalı deresi boyunca alayı Kocaçimen Tepesi'ne doğrulttu.Yaya olarak Conkbayırına vardılar.

Osmanlı Hükümeti ve Genelkurmayın Ege denizinden gelecek bir saldırıya hazırlıklı olmadığı bir gerçektir.Onun içindir ki Gelibolu karaları Ege Denizine karşı tamamen açık bulunuyordu.Bu tertipsizliğin,yolsuzluğun,muharebe şebekelerinden yoksun oluşun, Çanakkale savaşlarında,Türk ordusuna çok pahalıya mal olduğu hakikattir.Kocaçimen'e 57. alayını bizzat sevk ederek ulaştıran M. Kemal'in ilk gördüğü manzara pek fikir verici değildir.Düşmanın çıkartma yeri Arıburnu ölü zaviyededir.Yani Kocaçimen'den görülmez.Bunun üzerine bin bir güçlükle Conkbayırına ulaşır

Bu esnada Conkbayırının güneyindeki 261 rakımlı tepeden sahil gözetlemesine memur bir müfreze efradının,Conkbayırına doğru kaçmakta olduğunu gösteren M. Kemal ile arasında şu konuşma geçer:

-Niçin kaçıyorsunuz?dedim

-Efendim düşman!dediler

-Nerede?

-İşte,diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler.

Hakikaten düşman tepeye serbestçe yaklaşmaktadır.Mustafa Kemal'in ise elinde kuvveti yoktur.Düşman ona Kocaçimen'deki askerinden daha yakındır.Derhal karar verir. "Bu kararı kendisi bir mantıki muhakeme veya sev kitabi olarak değerlendirir."İşte bu karar savaşın gidişatını değiştirir.

-Düşmandan kaçılmaz der

-Cephanemiz yok diyen askere.

-Süngünüz var ya...dedi ve sonrasını şöyle anlatır:

Bağırarak bunlara süngü taktırdım.Yere yatırdım.Aynı zamanda Conkbayırına ilerlemekte olan piyade alayı ve cebel bataryasının "marş marşla" benim bulunduğum yerdeki emir zabitini onları çağırmaları için geriye saldırdım.Bu efrat süngü takıp yere yatınca düşman efradı da yere yattı.Kazandığımız an bu andır.

-Düşününüz,işte bu bir andı.

Conk bayırından harekatı idare eder,sağ sol birliklerle irtibat kurmaya çalışır,taarruz ilerlemektedir.Bu harekatı anlatırken sözleri şuydu:"Herkes öldürmek ve ölmek için düşmana atılmıştı."

Ya öldürmek ya ölmek!Zaten bu verilmiş bir emirdir.Aslı şöyledir:-Size taarruzu emretmiyorum ölmeyi emrediyorum.

Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde başka kuvvetler ve komutanlar olabilir..."Kumandan işte böyle bir anda böyle bir emri verebilen insandır."

Neticede düşmana saldırıldı.Boğuşuldu.Düşman dayanamayıp geri çekildi.Sahile kadar gerileyerek orada tutunabildi.Arıburnu cephesi işte böyle açıldı.

25/26 Nisan 1915 gecesi 5 İngiliz tümeni yeniden Arıburnu'na çıkarma yapar.Bu bir küçük ordudur.Halbuki bizim kuvvetlerimiz yetersizdir.Ayaklarındaki çarıkları dökülmüş,yiyecekleri kıt,yolları yoktur.Muharebe şebekesi iyi kurulamamıştır.Mustafa kemal her türlü olumsuzluğa rağmen emrindeki birliklerle sonuna kadar mücadele etmiş,26 Nisan günü savaş neticesini mağlup olmuyoruz şeklinde bildirmiştir.27 Nisan'da 2 alay daha takviye ederler.Verdiği emir aynıdır.O günkü harekatı yönettiği tepeye Kemalyeri adı verilmiştir.

Kemalyerindeki Mustafa Kemal Artık dünyanın en kudretli imparatorluğunun,Türk topraklarına kustuğu sonu gelmez insan ve ateş kudretiyle boğuşmuş kendini denemiştir.Kendine güvenen ve yenilmeyeceğine inanan bir genç ve güzel insandır.Kemalyeri'nden sağ kanattaki bir çok düşman askerinin ellerini kaldırıp,beyaz mendiller sallayarak kendi erlerine teslim oluşunu seyreder.Ama düşmanın asker çıkarması durmaz devam eder.29 Nisan gene çarpışmalarla geçer.Herkes bulunduğu toprağa,taşa elleri,ayakları,tırnaklarıyla sarılmıştır.Gene de herkesin çabası karşısındakinin yapıştığı toprağı onun elinden almaktır.Onu ya öldürmek ya atmaktır.

Churchill hatıratında Türklerin mücadelesini şöyle özetler:

"Türkler bu daracık geçit başında sıkı bir savunmaya girişmişlerdi.Canlarını veriyorlar fakat vatan toprağından karış vermiyorlardı. 30 Nisan!da bir kumandanlar toplantısı yapılır.Mustafa Kemal şöyle der: "Bire kadar hepimiz ölerek düşmanı mutlaka denize dökmemiz lazımdır."İçimizde ve askerlerimizde,Balkan harbi utancını tekrar görmektense ölmeyecek yoktur.Böyleleri varsa kendi elimizle kurşuna dizelim.

Yarımadanın en dar ve en tehlikeli noktası olan Arıburnu cephesinin gerisinde bizim 19. tümenimiz ihtiyatta bulunuyordu.Bunun komutanı genç yarbay Mustafa Kemal idi.Karaya çıkarmayı ve arz ettiği tehlikeyi hissedince kendiliğinden harekete geçti.Tümenin düşmanın eline geçmesi çok tehlikeli bir durum doğuracak olan Kocaçimen tepesi istikametine sevk etti. Bizzat kendisi 57. Alayın başında bu tepenin en şiddetli noktasına yaklaştığı zaman Anzak kolordularının öncüleri tepeye ulaşmışlardı.Kısa bir müddet boğazın en dar noktasını seyredebildiler.Sonra 57. alayın şiddetli bir taaruzuyla geri atıldılar.Çıktıkları sahile sürüldüler ve deniz filosunun himayesine tutunabildiler.Bu hareketiyle Genç Mustafa Kemal boğazı 1. defa kurtarmış oldu.Ya 57. Alay?57. Alay başka türlü bir Alaydı.57. Alaydan Gök kubbeye baki kalan bir hoş sedaydı.57.Alay Çanakkale harbinde tamamen şehit oldu...

Ama nasıl olur da Balkanlar'da bir nefeste bir vilayeti bırakıp dağılanlar,bugün burada hem de dünyanın en kudretli imparatorluğunun birlikleri karşısında bir karış torak için bir alayın kanını bir nefeste kurban ederler...Evet bunda bir mucize vardı.Bir kumandan mucizesi.Mustafa Kemal artık 19. Tümen komutanı değildir.Arıburnu ve Ağıl dere Cepheleri Kumandanı Mustafa Kemal'dir.

M. Kemal Arıburnu çevresinde savaşlarını yaparken onun sağındaki Anafartalar Cephesi de ateş içindedir.Sol kanattaki Conkbayırını ise gece gündüz endişe ile takip eder.Cephelerin bazıları birbirine karışmış,kumanda karışıklığı ortaya çıkmıştı.Bilhassa Conkbayırı böyleydi.9 Ağustos'ta kumanda karışıklığı son haddine varmış,savaş ise zirve noktasındadır.Düşman denizden durmadan çıkarma yapar,karaya durmadan birlikler kusar.Türk Ordusu karargahın son gücünü da cepheye yollamaktadır.Mustafa Kemal bu cephe kargaşasını düzeltmesi gerektiğini bilir.Yoksa tehlike vardır...

Mustafa Kemal bu durumun düzeltilmesi için ordu kumandanına açık ve kesin olarak mevcut kuvvetlerin kendi kumandasına verilmesini isteyerek böyle büyük bir sorumluluktan çekinmemiştir;ve "sorumluluk ölümden ağırdır" sözünü söylemiştir. Ordu karargahtan gelen emirle Anafartalar Grup Komutanlığına tayin edilmiştir.10 Ağustosta Taarruza geçmesi emredilmiştir.Çanakkale harbinin en büyük ve en kanlı taarruzu için harekete geçti.Düşmanı ani ve şiddetli bir baskınla yenmek istiyordu.Bu işte kuvvetten çok karar vardır.Her türlü olumsuzluğa rağmen verdiği karar şudur.Düşman yenilecek ve mahvedilecekti.

Mustafa Kemal hücum anını şöyle anlatır:

"Bütün askerler,zabitler her şeyi unutmuşlar,başkalarının kalplerini verilecek işarete bağlamışlardı.Süngüleri ve bir ayakları ileri uzatılmış olan askerlerimiz,onların önlerinde ellerinde tabancaları,kılıçları,zabitlerimiz kırbacımın aşağı inmesiyle demirden bir kitle halinde aslanca bir saldırışla ileriye atıldılar.Bir saniye sonra düşmanın siperlerinde gökleri dolduran Allah Allah!uğultularından başka bir şey işitilmiyordu.Düşman silah kullanmaya vakit bulamadı.Boğaz boğaza kahramanca bir boğuşma sonunda birinci hattaki düşman kamilen imha edildi.Mustafa Kemal;bu muhaberede hücuma kalkarken askerlerden okuma bilenlerin Kuran-ı Kerimi göğüslerine basarak,bilmeyenlerin kelime-i şahadet getirerek ve hemen hepsinin de iki üç dakika sonra öleceklerini bilerek,nasıl titremeden,irkilmeden ileri atıldıklarını anlatır. "Emin olmalısınız ki,Çanakkale muhaberesini kazandıran bu yüksek ruhtur" demiştir. 10 Ağustos Conkbayırı Savaşı o gün, Mustafa Kemal'in askerlerinin başarısıyla böyle bitmiştir.M. Kemal Çanakkale Muhabereleri denilen destanın ortasında işte bu zafer halesiyle görülür.Yaklaşık 8 aylık Çanakkale savaşlarında Türk askeri cesur,akıllı ve ortak bir komutanın idaresinde neler yapmaya gücü yettiğini göstermiştir.Bilhassa anafartalar savaşında(7-8 Ağustos 1915) yarbay olan M. Kemal'in askere "taarruzu değil ölmeyi emretmesi" savaşın kaderini etkilemiştir.Churchill'in kaderin adamı olarak tanıdığı Mustafa Kemal Conkbayırı ve Kocaçimen'de ilerleyen,Anzak Ordusunu geri çekilmeye zorlayarak işgal edilen noktaları kurtarmıştır.19. Tümen ve 57. Alayı merkezden emir beklemeden kendi inisiyatifiyle cepheye sürmüş,Çanakkale cephesinin düşmesini engellemiş,Boğazları kurtarmıştır.Savaşlar İngilizlerin 19/20 Aralıkta Arıburnu ve Anafartalar'ı 8/9 Ocak Seddülbahri boşaltmasıyla sona ermiştir. Çanakkale Muharebesi bize bir çok muvaffakiyetten mada bir de Mustafa Kemal kazandırmıştı.Osmanlı tarihinin en şerefli sahifesini işgal edeceğine hiç şüphe olmayan Çanakkale muvaffakiyeti Orada çarpışan Türklük ruhunu,Türklük fedakarlığını ispat ettiği gibi büyük bir kahramana malik olduğumuzu gösterdi.Çanakkale zaferi Türk kahramanlık destanıydı.Türk askeri ne demektir?Bunu cihan Çanakkale'de bir daha tanıdı.Düşman çok kuvvetli,bol silahlı ve çok zengin bir milletti.Ona rağmen Türk askeri süngüsüne dayanarak,düşmanı siperlerine mıhladı.Düşmanı tek adım ileri attırmadı.Türk'ün süngüsü Çanakkale'de çelik bir kale oldu.Mustafa Kemal'in kuvvetli sevk ve idaresi,Türk askerinin sarsılmaz iman ve iradesi Türk tarihine altın yaldızlı bir Çanakkale zaferi yazdı.Hiç Şüphesiz Mustafa Kemal ve Cevat Paşaların bu savaşlardaki çabaları yadsınamaz.Mustafa Kemal genç ve azimkar metin bir kumandandır.Çanakkale'de ordu nevmid bir vazifeye düştüğü zaman ümidini bozmamış ve imanından aldığı kuvvetle,ordunun da maneviyatını yükseltmiştir.Büyüklerini tanımak mecburiyetinde olan gençlik "Mustafa Kemal" namını da hafızalarına ilave etmeli halaskarlarımızdan birinin de o olduğunu unutmamalıdır.

Düşmanlar Çanakkale boğazından hüsranla çekip gidince artık İstanbul da zabıt ve istila tehlikesinden kurtulmuş demekti.Bütün memleket ahalisinin hususile İstanbulluların M. Kemal'e hürmet minnettarlıkları son dereceyi bulmuştu.Düşmanlar bile bu dahi kumandan idaresindeki Türk askerinin harekatına hürmet ve takdirlerini ifadeden geri durmamıştır.Artık Çanakkale savaşlarının siper savaşına dönüşmesi üzerine son bir saldırı ile düşmanı denize dökme önerisinin reddedilmesi üzerine 10 Aralık 1915'te görevinden istifa etti.Kendisine çok büyük saygısı olan Limon Von Sanders bu istifayı kabul etmeyerek kendisine hava değişimi verildi.İngilizlerin Gelibolu'yu boşalttıkları öğrenildi.İngiliz ve Fransızlar hiç kayba uğramadan çekilmek istiyorlardı.Mustafa Kemal Buna razı olmuyor, düşmanın bedavadan çekip gitmesi sonradan bizimle alay etmesini istemiyordu.10 Aralık 1915'te grup komutanlığından istifa etti.Limon Von Sanders'in bu istifayı hava tebdili iznine çevirmesinden sonra M. Kemal Gelibolu'dan ayrıldı.

M. Kemal'in 31 Mart irtica olayını ezmekteki hizmeti daha o dönemde gölgelenmiş ve unutturulmuştu.Arıburnu Conkbayırı ve Anafartalardaki kahramanlıkları ise örtbas edilmeyecek bir hal almıştı.İstanbul'da sansürün gazetelerde isminin yazılmasına izin vermemesi,Enver Paşanın bir çok subayın rütbesini yükselttiği halde onunkinin olduğu gibi kalması,bir çok kişinin hizmetlerini küçük göstermeye çalışmasına rağmen,M. Kemal'in ülke ve ordudaki şanı azalmadı.Artık o bir ad,bir kuvvet,bir umut olmuştu.O iki kere İstanbul'u kurtarmış ve cihan harbinin gidişini değiştirmekte esas amil olmuştu.Türk erlerinin kahramanlığından azami sonuç almayı o bilmiştir.En kalabalık ve güçlü Osmanlı ordusunu o komuta etmişti.Bu yeni duruma dayanarak sırf askerlik görevi dışında bir çok uğraşta bulundu.Bir süre İstanbul ve Sofya'da dinlendikten sonra 1916 yılı başında Edirne'de 16. Kolordu Kolordu Komutanlığı'na atandı.Bir ay sonra Muş ve Bitlis dolaylarında kurulan b aşka bir kolorduya nakledildi.Bu göreve giderken Tüm Generalliğe yükseldi.Van Gölü güneyinden,Çapakur Boğazına kadar 80 km'lik cephede Kazım Karabekir Paşayla beraberdi.Önce cephe hattını geri çekti,sonra Muş ve Bitlis'i geri aldı.Kendisine altın kılıçlı imtiyaz madalyası verildi.M. Kemal Sekarat'ta bulunan 2. Ordu Kumandanlığı'na gelince,Orada Ordu Kurmay Başkanı İsmet İnönü ile tanıştı.Hicaz Seferiyesi Komutanlığı önerildi.Kabul etmedi.Enver Paşa Bağdat'ı geri alma hayaliyle Yıldırım Ordular Grubunu kurdu.M. Kemal de bu orduya bağlı 7. Ordu Komutanı olmuştu.Asıl sorunun Irak'ta değil Filistin'de olduğu anlaşılınca Bağdat'ın geri alınmasından vazgeçilerek,Yıldırım Orduları Filistin'e gönderildi.M. Kemal bu cephede göreve başladıktan sonra,Enver,Talat ve Cevat Paşalara rapor vererek savaş yönetimi ve halkın içinde bulunduğu durumu bildirmiş ve alınması gereken önlemleri açıkça anlatmıştı.Bu rapora 2. bir ek olarak da Yıldırım Ordu Komutanı Falkenhayn'ın tutumunu şiddetle eleştirdi.Enver Paşandan Falkenhayn'ı tutan bir cevap gelince 7. Ordu Komutanlığını Ali Rıza Paşa'ya bırakarak İstanbul'a geldi.2.Ordu kumandanlığına atandıysa da görevi kabul etmedi.

3 Temmuz 1918'de Sultan Reşat'ın ölümüyle yerine Vahdettin geçti.Yarbay Naci'yi kendisine başyaver,İzzet Paşa'yı yaver-i ekrem yaptı.M. Kemal böbrek rahatsızlığı yüzünden Krlsbadda'ydı.Tedavisini yarım bırakıp İstanbul'a geçti(Padişahın emriyle)M. Kemal burada Padişaha orduyu ele almak gerektiğini söylemiş,Vahdettin de gereken işleri Talat ve Enver Paşa ile görüştüğünü söylemiş.Fakat yıkım görülmeye İttihat ve Terakki iktidarının düşeceği sezilmeye başlayınca M. Kemal'in yaver olması gündeme geldi. Vahdettin kendisini yeniden Fahri Yaverliğe ve 7. Ordu komutanlığına getirdi.Osmanlı'nın Filistin'de verdiği mücadele yenilgiyle sonuçlandı.Bulgaristan da Selanik anlaşması ile çekildi.Bu surette Osmanlı'nın müttefikleriyle bağlantısı kesildi.Çok geçmeden Almanya da mütareke istedi.8 Ekim'de Talat Paşa kabinesi istifa etti.M. Kemal bu durumda Osmanlı Devleti'nin müttefiklerinden ayrı bir barış yapmasını sağlamak,elde kalan kuvvetlere ileri sürülecek ateşkes önerilerine karşı milletçe direnmeyi düşünüyordu.Padişaha telgraf çekerek Ahmet İzzet Paşa'yı Sedaret'e getirerek,kendisi harbiye nazırı olmak birkaç kişiyi daha kabineye almak istiyordu.Sadrazam Ahmet İzzet Paşa oldu.M. Kemal'i Harbiye Nazırı yapmadı ama kabine M. Kemal'in isteğine yakındı.

30 Ekim 1918'de Osmanlı Devleti Rauf Bey başkanlığındaki heyetin 36 saat tartışarak kabul ettiği Mondros Mütarekesi imzalandı.Mütareke gereğince Alman komutanların Türkiye'yi terk etmesi gerekiyordu.Limon Von Sanders Yıldırım Orduları Grup Komutanlığını Mustafa Kemal'e verdi.Bu anlaşma ile Osmanlı Devleti kendini düşmana kayıtsız şartsız teslim etmiş,bununla da kalmayarak memleketin istilası için onlara yardım da etmişti.M. Kemal bu mütarekenin sakıncalı bulduğu noktaları sadrazama bildirip bir yandan da elindeki 2. ve 7. kolorduları ulusal savunma kuvveti haline getirmek için çalışmaya koyuldu.

13 Kasım 1918'de itilaf donanmasına bağlı gemilerin İstanbul'a girmesi üzerine yanındakilere dönerek "geldikleri gibi giderler" dedi.Bu sözü bir gün ülkenin bağımsızlığına kavuşacağına olan inancını belirtiyordu.İstanbul fiilen işgal altındaydı.Enver,Cemal ve Talat Paşa'lar memleketten kaçmış,meclis ve hükümet üyeleri birbirine düşmüştü.M. Kemal İstanbul'da kaldığı 6 ay içinde vatanın kurtuluşuna en küçük yardımı dokunabilecek herkesle ilişki kurdu,görüştü.Düşüncelerini daha kolay yayabilmek için Fethi Bey'in çıkardığı Minber gazetesine ortak oldu.Komutan ve subayların moralini yükseltebilmek için,Hasbihal adlı eserini yayımladı.Onun bu çok yönlü çalışmaları işgal kuvvetleri yetkililerini ve hükümeti kuşkulandırıyordu.Onu tevkif etmenin,halk çoğunluğu üzerinde kötü etkileri olacaktı.Şu halde M. Kemal'i İstanbul'dan uzaklaştırmak için uygun bir görev gerekliydi.İngiliz raporlarına göre bir görev vardı.Samsun dolaylarında Türk ahali Rum halka baskı yapıyordu.Bu durumda hükümet önlem olarak M. Kemal'i 9. Ordu Müfettişliğine atadı.Bu kıtaat 15. Kolordu Kazım Karabekir'e bağlıydı.M. Kemal Kazım Paşa'nın yardımıyla çok geniş yetkilerle göreve gidiyordu.Buna göre müfettişlik sınırları dışındaki bütün komutan ve sivil makamlara emir verebilecekti.Bu doğrultuda İngilizlerin vereceği vizeyi heyecanla beklemeye başladı.

KURTULUŞ MÜCELESİ

Yunan birlikleri 20.000 kişilik bir orduyla İzmir'i işgale başladı.Böylece Türk kurtuluş savaşı 15 Mayıs 1919'da Yunanlıların İzmir'i işgali sırasında düşmana ilk kurşun sıkmasıyla fiilen başladı.İngilizler padişahın M. Kemal'e güveni vardır gerekçesi ile beklenen vizeyi verdiler.16 Mayıs akşamı eski bir şilep olan Bandırma ile yola çıktı.M. Kemal her an bir İngiliz tarafından yolu kesileceğinden kuşkulanıyordu.Kuşkusunda da haklıydı.M. Kemal'in nasıl bir amaçla gittiğini anladılar.Fakat geç kaldıkları için durdurmayı başaramadılar.M. Kemal fırtınalı bir havada Samsun limanına çıktı.

Anadolu,İzmir'in işgali ve bunun doğuracağı sonuçlar hakkında çok az bilgiye sahipti.M. Kemal burada telgraf aracılığıyla yetki altında bulundurduğu makamlarla sıkı bir ilişki kurmak,halka protesto ve mitingler yaptırarak Bab-ı Ali ve müttefiklere karşı halkın cephe aldığını göstermek istedi.Askeri ve siyasi alanda çalışmalara başladı.Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak cemiyetleriyle bağlantı kurdu. Bu cemiyetler Yunan işgaline karşı kurulduğu için ve Kuvay-i Milliye ile ilişki kurulamadığı için vatanı kurtaracak güce erişemiyordu.

Bu çalışmalar gerek işgal kuvvetleri gerek İstanbul'u rahatsız ediyordu.İngilizler baskılarını arttırınca M. Kemal geri çağırıldı. Oysa Samsun'a geleli bir hafta olmuştu ve rahat çalışabilme imkanları arıyordu.Dolayısıyla bu çağrıya kulak asmadı.Karargahını Havza'ya çekti.Mitingler düzenletti.Müdafa-i Hukuk Derneğinin Havza şubesini kurdu.Reddi İlhak ve Müdafa-i Hukuk dernekleriyle Anadolu ve Trakya'daki bütün komutan ve sivil yöneticilere Havza'dan ilk genelgesini yolladı.Devlete baş kaldırmış olan efeler derhal M. Kemal ve arkadaşlarıyla işbirliğine karar verdiler.Amasyalılar M. Kemal'i davet ettiler o da kabul etti.Amasya çalışmalarına uygun bir ortamdı.Ali Fuat ve Rauf Beyler ile 21-22 Haziran Amasya Genelgesini yayınladı.

Mustafa Kemal bu genelge ile Sivas'ta bir kongre toplanması kararını İstanbul hükümeti ve işgal kuvvetlerine duyurdu.İşgal kuvvetleri M. Kemal'i görevden azletti. Bu haberi alır almaz 3. Ordu Müfettişliği ve askerlikten istifa etti.Milli kurtuluş hareketinde milletle beraber herhangi bir fert gibi çalışmak istediğini Ordulara ve millete duyurdu.Vilayet-i Şarkiye Müdafa-i Hukuku Milliye derneğinin Erzurum şubesinin isteğiyle derneğin faal heyetinin başına geçti.Erzurum kongresi 23 Temmuz'da toplandı.9kişilik bir heyeti temsiliye seçildi bunun başında M. Kemal vardı.Temsilcilerin bir çoğu Sivas'a varmışlar,M. Kemal ve arkadaşlarını bekliyorlardı.Erzurum'dan ayrılması gerekiyordu.Sivas kongresi Doğu ve Batı illeri ile Trakya'nın yani bütün bir memleketin birliğini sağlamak gayesi güdülüyordu.

Sivas Kongresi 4 Eylül 1919'da lise binasında toplandı.Şark-ı Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Derneği adını aldı.11 eylül 1919'daki toplantıda Heyet-i Temsiliye' ye ek olarak 6 kişi daha seçildi.16 kişilik Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Derneği Heyet-i Temsiliyesi oldu.Bu bir geçici hükümet sayılıyordu.Kongre Erzurum Kongresi kararlarını onayladı.Damat Ferit'in adamı Elazığ valisi Ali Galip, Kürt aşiretlerini M. Kemal'e karşı kışkırtıp,çalışmalarını bozmaya çabaladıysa da başarılı olamadı.M. Kemal tarafından sorgulandı.Halep'e kaçtı.Sivas kongresi bu hava içinde sona erdi.Damat Ferit kabinesinin olumsuz çabalarını tespit eden M. Kemal ve arkadaşları,yapmış olduğu olumsuz çalışmaları padişaha bildirdiler.Ferit Paşa Kabinesi çekilmek zorunda kaldı.Yerine gelen Ali Rıza Paşa hükümeti,Heyet-i Temsiliye hükümetini şartlı olarak desteklemeye karar verdi.M. Kemal Sivas'ta iken İrade-i Milliye gazetesin çıkarmıştı.(13 Eyl).Bu defa Ankara'da Hakimiyet-i Milliye gazetesini kurdu.(10 Ocak 1920)

Meclis-i Mebusan 12 Ocak'ta İstanbul'da açıldı.Mustafa Kemal İstanbul' giden millet vekillerine,kendisini seçmelerini ve mecliste Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetini kurmalarını tavsiye etmişti. Kendisi hazır bulunmayan birini seçmenin sakıncalı olacağı düşüncesiyle onu başkanlığa seçmediler.Kurdukları gruba Felah-ı Vatan adı verdiler.Mebusan meclisi heyeti 28 Ocak 1920'de Misak-ı Milli esaslarını bir bildiri şeklinde kabul ve imza etti.Pariste toplanan müttefikler arası konsey 13 Mart'ta İstanbul'un fiilen işgaline karar verdi.16 Mart'ta İstanbul fiilen işgal edildi.M. Kemal olayı İslam elemi ve dünya parlamentolarına yayınladığı bildirilerle protesto etti.Bildiride 700 yıllık Osmanlı Devletinin hayat ve hakimiyetinin sona erdiğini belirterek, milleti hayat ve bağımsızlığını bütün geleceğini korumaya çağırdı.

BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

19 Mart 1920'de yayınladığı bildiride Ankara'da olağanüstü yetkilerle ve milletin gerçek iradesine sahip bir meclis toplanacağını,bu meclisin milletin yeniden seçeceği temsilcilerle İstanbul Meclis üyelerinden, Anadolu'ya geçe bilenlerden oluşacağını belirtti.Her ilden 5 milletvekili seçilirken 5 Nisan'da Sadaret'e gelen Damat Ferit Milli Hareket'in Padişaha isyan,hareketin başındakileri de eşkıya olarak niteleyen fermanlar yayınlatıyor.Şeyhülislam Abdullah Efendi verdiği fetvada bunları kafir ilan ediyor,öldürülmelerinin dinen caiz olduğunu bildiriyordu.Bu durumu değerlendiren Damat Ferit,İngilizlerin desteğiyle kurduğu bir takım saf ve cahil insanlardan oluşan Kuva-i İnzibatiye ve Hilafet Ordusu'nu Anadolu'ya göndermeye yelteniyordu.TBMM 23 Nisan 1920'de en yaşlı milletvekili Şerif Bey'in başkanlığında toplanıyordu.Ertesi Gün M. Kemal meclis başkanı seçildi.Bir hükümet kurulmasının zorunlu olduğunu söyledi.3 Mayıs 1920'de 11 kişilik icra heyetini seçti.20 Ocak 1921 Teşkilat-ı Esasiye Yasası ile icra vekilleri heyeti kuruluncaya kadar başkanlık yaptı.29 Nisan 1920 günü kabul edilen Hiyanet-i Vataniye yasası ile TBMM'nin niteliğine isyan edenler,sözle veya yazılı saldırı yapanların vatan haini sayılacağı ilan edildi.Bu tür suçluları yargılamak için de İstiklal Mahkemeleri'nin kurulmasına karar verildi.

Bu dönemde halkçılık programını düşüncelerine uygun bulmayanlar muhalefet grupları şeklinde ortaya çıktılar.Muhalefette olan anlaşmazlıkları gidermek için mecliste Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurdu.10 Mayıs 1921 günü M. Kemal grubun başkanı seçildi.Bu I. Meclis zaman zaman üyeler arası şiddetli tartışmalara sahne olurken konu vatan olduğunda birlik ve beraberlikten hiç ayrılmamıştı.Nihayet zafer sonrası 16 Nisan 1923 günü son birleşimi yapılarak tarihin şerefli sayfalarına geçti.

Mustafa Kemal'i meclis çalışmaları dışında meşgul eden konuların başında,dağınık haldeki Türk Ordu'sunu yeniden seferber etmek,silahlandırmak ve eğitmek meselesi geliyordu.Ordu kurulana kadar Kuva-i Milliye birliklerinden yararlanmayı düşünmüş,fakat bunların başındaki Çerkez Ethem ve Demirci Mehmet Efe gibi diğer Kuva-i Milliye birliklerinin keyfi davranışları,yarardan çok zarar getiriyorlardı. Bu durum da düzenli ordunun kurulmasını hızlandırmıştı.

SARIKAMIŞ VE KARS GÜMRÜ'NÜN ELE GEÇİRİLMESİ

1877 Osm-Rus savaşı sonrası Rusya'da kalan ve Kars dolaylarında Bağımsız bir Ermeni Devleti kurulmuştu.Ermeniler bu bölgede İngilizlerle işbirliği yapıp Türkleri katlediyor,Türkiye ve Rusya'nın bağlantısını kesmeye çalışıyorlardı.9 Haziran 1920'de Kazım Karabekir 19. Kolordu Kumandanı Doğu Cephesi Kumandanlığına atandı.Doğu illerinde seferberlik ilan ederek kuvvetli bir ordu meydana getirdi.Kars,Sarıkamış ve Gümrü işgal edildi.3 Aralık 1920'de TBMM'nin taraf olduğu ilk anlaşma olan Gümrü imzalandı.Ermeni sorunu ortadan kalktı.Doğu kuvvetlerinin Batı:'ya aktarılması gerçekleşti.Fransızların Güney bölgesindeki(Mersin'den Urfa'ya saldırılarına M. Kemal direktifinde kahramanca karşı koyan milis kuvvetleri Arap savunması sonunda Gazi unvanını almıştı.Fransızlar Türklerle savaşın sonuç vermeyeceğini anlamışlardı.Sakarya savaşından sonra Ankara İtilafname'sini imzaladılar.T.B.M.M ve Türklerin Misak-ı Milli'deki bağımsızlık ilk defa bir devlet tanımıştı.

SEVR ANLAŞMASI

Yunanlılar 22 Haziran 1920'de Türklerin düzenli ordu kurmasına engel olmak ve barış projesini kabule zorlamak için 3 yönden ileri harekata geçti.T.B.M.M Yunan ilerleyişini durdurmak üzere 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Cebesoy'u Batı Cephesi komutanlığına getirdi.Yunanlılar kuzeyde başarılı olmuşlardı.Balıkesir ve Bursa'yı işgal etmişler,20-27 Temmuz'da Edirne dahil bütün Batı ve Doğu Trakya'yı işgali başarmışlardı.Bu işgaller -özellikle Bursa'nın işgali- mecliste ağır eleştirilere sebep olmuştu.(eski başkentin yitirilişi siyah örtü örtülerek protesto edildi).M. Kemal henüz ordumuzun kuruluş aşamasında olduğunu,zafere inandığını belirtti.Fakat Vahdettin ve İstanbul Hükümeti barış yapılmasını kabul ettiler.10 Ağustos 1920'de Sevr imzalandı.T.B.M.M bu anlaşmayı imzalayanları vatan haini ilan etti.

Bu anlaşmayı Türk milletine kabul ettiremeyeceklerini anlayan işgal kuvvetleri,Yunanlıları tekrar saldırıya geçirdiler.Türk Ordu'sunun Çerkez Ethem ile uğraşmasını fırsat bilerek Afyon,Eskişehir,Bursa üzerinden İnönü'ye yürümeye başladılar.Albay İnönü Yunanlıları 3 günlük çetin mücadeleler sonuca mağlup etti.Bu kez Sevr'i uzlaşma yoluyla kabul ettirmeye çalıştılar.Ankara hükümetini Londra'ya çağırdılar.13 günlük konferans sonuç vermedi.Yunan kuvvetleri 23 Mart'ta tekrar saldırıya geçtiler.II. İnönü'de de yenildiler.T.B.M.M ve S.S.C.B Moskova ant. İmzalamış Ankara hükümeti diplomatik güç kazanmış.

Yunanlıların 2. kez mağlup olması hoşnutsuzluk ve siyasi buhran yarattı.Yunanlılar farklı bir taktikle tekrar saldırma kararı aldılar.M. KEMAL Batı cephesi ordularının Sakarya'ya çekilmesini istedi.Meclis M. Kemal'in T.B.M.M Ordularının başına getirilmesine karar verdi.(5 Ağustos 1921) olağanüstü yetkilere sahip olmuştu.M. Kemal bu sürecin 3 ayla sınırlanmasını ,gerekirse her 3 ay sonucu sürenin uzatılmasını uygun gördüğünü belirtti.

M. Kemal Başkomutan olduktan sonra Tekalif-i Milliye emirlerini yayınladı.Ordunun ihtiyacı olan her türlü malzemenin Ordu emrine verilmesini öngören emirler uygulamak için de Tekalif-i Milliye komisyonu kuruldu.Yunanlıların kesin sonuç almak için tekrar saldırıya geçeneğini biliyordu. 23 Ağustos'ta Yunanlılar tek savunma hattına şiddetli saldırıya başlamış oldu.Sakarya Meydan Savaşı başlamış oldu.22 gün ve 21 gece aralıksız devam eden savaşta M. Kemal ünlü "Hattı müdafaa yoktur,sathı müdafaa vardır.O satıh bütün vatandır" emrini vermiştir.Savunma durumundaki Türk birlikleri saldırıya geçtiler.Sakarya'nın doğusunda yunan askeri kalmamıştı.

Türklerden her bakımdan iki kat üstün araç gereçle savaşan Yunan Ordularını yenilgiye uğratan M. Kemal'e Gazi unvanı verildi.Savaş sonrası Fransızlarla Ankara Antlaşması imzalandı.İtilaf devletlerini güvenini sarsan Yunanlılar son bir kez saldırıya geçti.Türk Ordu'sunun da kendisini toplaması gerekliydi.11 ayda bunu başardı.Başkomutanlık Meydan Muharebesi başlamıştı.Garp Cephesi Orduları 2'ye ayrıldı.6 Ağustos 1922'de M. Kemal P.,İsmet P., Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa taarruz hazırlıklarını gözden geçirdiler.Türkler şiddetli bir saldırı sonucu Çiğiltepe, Erkmentepe, Tınaztepe, Belentepe, vs. ele geçirdi.Afyon kuzeyindeki Yunan Orduları geri çekilmek zorunda kaldılar.Türk ordusu Dumlupınar'a yöneldi. Dumlupınar'ın kuzey ve kuzeydoğudaki 5 tümenlik Trikupis Grubu yenildi.

M. Kemal Yunanlıların herhangi bir yerde tutunup savunmaya geçmelerine ve itilaf devletlerinin müdahalesine meydan bırakmamak için düşmanın süratle ve aralıksız kovulmasını istiyordu.Bunun için "Ordular ilk hedefiniz Akdeniz dir" hedefini vermişti.9 Eylül'de 3,5 yıl işgal altındaki İzmir de kurtuldu.

Annesi Zübeyde Hanım 14 Ocak 1923'te öldü.29 Ocak 1923 İzmir'in ünlü ailelerinden Uşşakizade'lere mensup Muammer Bey'in kızı Latife Hanım ile evlendi.Evlilikleri 5 Ağustos 1923'e kadar sürdü.18 Eylül'e kadar Batı Anadolu Yunan ordusundan temizlenmiş bulunuyordu. Türk-Yunan Savaşı Mudanya Mütarekesi ile sona erdi.(1 Ekim 1922) Yunanlılar yeterli delege olmadığı gerekçesi ile imzadan kaçındılar.İtilaf Devletlerinin Barış konferansına Ankara Hükümeti ile beraber İstanbul Hükümetini de çağırmak istemesi T.B.M.M' yi harekete geçirdi.Meclis 1 Kasım1922'de saltanat ile halifeliğin ayrılması ve saltanatın kaldırılmasına karar verdi. Vahdettin İngilizlere sığındı.17 Kasım gecesi bir İngiliz zırhlısı ile kaçtı.Abdülmecit Halife oldu.

Lozan Barış Ant. 28 Temmuz 1923 günü imzalandı.Yunan sorunu dışında Şark sorunu ve diğer sorunlar ele alındı.I. Dünya savaşında savaş durumunda olan devletler arası barış yapıldı.Türkiye'yi İsmet Paşa temsil ediyordu. İşgal kuvvetleri 30 Ekim 1923'te İstanbul'u boşalttılar.M. Kemal toprak bütünlüğünün ifadesi olarak,Ankara'yı başkent yapmak istiyordu. Tasarı meclise sunuldu. Ankara başkent oldu. M. Kemal askeri alanda büyük başarılar kazanmıştı.Bundan sonra daha fazlası gerekliydi.Şimdi devlet adamı bir devrimci olarak iş başındaydı. 6 Aralık 1922'de basına verdiği demeçte Cumhuriyet Halk partisi adında, Halkçılık ilkesine dayalı bir parti kuracağını ve her türlü yoruma açık olduğunu belirtti. Herkes çeşitli endişeler ortaya attı. Buna rağmen M. Kemal CHP'yi kurdu. Ölünceye kadar da başında kaldı.

M. Kemal artık cumhuriyeti ilan etmek için faaliyetlere geçti.Milletvekilleri de bu görüşteydiler.1920 yılında "Egemenlik Ulusundur" ilkesine dayalı idarenin başladığı günden itibaren aslında Cumhuriyet kurulmuş fakat adı söylenmemişti. M. Kemal,İsmet Paşa ve Fethi Bey'i köşküne çağırdı ve cumhuriyeti ilan edeceğini bildirdi. Anayasaya Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir maddesi ekendi.29 EKİM 1923'TE Teşkilat-ı Esasiye Yasasında değişiklik yapılarak, cumhuriyetin ilanına karar verildi.Oylamaya katılan milletvekilleri cumhuriyeti kabul ederek kendisini ilk Cumhurbaşkanı seçtiler.1927-31-35 yıllarında 4 yılda bir Cumhurbaşkanı seçildi.

T.B.M. M nin 3 Mart 1924 tarihli oturumunda Medreselerin kapatılmasına,eğitim ve öğretimin birleştirilmesine ve Şeriye ve Evkaf Vekaleti'nin kabineden çıkarılmasına ilişkin yasalar kabul edildi.20 Nisan 1924'te 2. anayasa yürürlüğe girdi.Türkiye Cumhuriyeti'nin Laik olduğu kesinlik kazandı. ( 10 Nisan 1928 )

İNKLAPLAR, DEVRİMLER

M. Kemal'in gerçekleştirdiği devrimler tek bir temele dayanıyordu.Türk milletini gerçekten Layık olduğu yüksek,güçlü ve müreffeh bir yaşam düzeyine kavuşturmak. Bu düşünceyi engellemeye çalışan her türlü kurum ve muhalifin karşısında bulunuyordu.Eski Ortaçağ karanlığını içinde tutan topluma,ilkel bir görüntü veren kurumları hükümleri ve alışkanlıkları kaldırarak,çağdaş uygarlığın akıl ve bilime dayanan değerlerini getirmek istiyordu. Bu temel görüşler doğrultusunda devrimleri geçekleştirdi.

Bu devrimler,hilafetin kaldırılması,eğitimin tek elden yönetilmesi,şeriye mahkemelerinin kaldırılması,Tekke,zaviye ve türbanın kaldırılması,şapka giyiminin zorunlu olması,takvim ve saatte değişiklik,Türk medeni yasasının kabulü,Latin harflerinin kabulü,ulusal okulların açılması ulusal rakamların kabulü, Kur'an ve ezanın Türkçeleştirilmesi.Lakap ve unvanların kaldırılması ve bazı kisvelerin giyilmemesi,hafta tatili cumadan,pazara alındı ve en önemlisi medeni yasanın evlenmeyle ilgili hükümleri...Tanzimat dönemindeki Mecellenin yerini İsviçre medeni kanunundan örnek olarak hazırlanan Türk Medeni Yasası 17 Şubat 1926'da kabul edildi.Medeni yasa ile kadınlara haklar tanınırken,onların siyasal ve ekonomik yaşama katkıları da düşünüldü. 1930'da belediye seçme ve seçilme,1934'te de milletvekili seçme ve seçilme hakkını kazanmıştı.21 haziran 1934'te soyadı yasası kabul edilmiş,T.B.M.M' de M. Kemal'e Atatürk soyadını vermişti.Bunun daha öncesinde hem askeri hem askeri hem siyasi önder olmasını çekemeyenler yüzünden askerlikten istifa etti.(30 haz 1927).Atatürk Cumhuriyet idaresindeki bir ülkenin demokratik olması gerektiği,bunun için birden fazla parti kurulması gerektiğini savunuyordu.Cumhuriyetçilik ve Laiklik ilkesinden ödün vermek istemiyordu.Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası(1924-25) ile Serbest Cumhuriyet Fırkası(1930) bu ülke sınırlarını aştıkları için uzun ömürlü olmadılar.

Cumhuriyet Halk Partisinin 2. büyük kurultayında gerek parti,gerekse Türkiye açısından büyük önem taşıyan büyük Nutku'nu okudu.(15-20 Ekim 1927) Nutukta kuruluş savaşının tüm evrelerini belgelerle açıkladı.Cumhuriyetin kuruluşunu,devrimleri,devrimlere karşı çıkanları ayrı, ayrı anlattı. Sonunda da Türkiye Cumhuriyetini Türk gençliğine emanet ettiğini bildirdi.12 Nisan 1931'de Türk Tarih Kurumu'nu kurdu.

12 Temmuz 1932'de Türk Dil Kurumunu kurdu.

1933'te Cumhuriyet'in 10. yılı dolayısıyla konuşma yaptı.Halkı en geniş refah araç ve kaynaklarına sahip çıkmaya ulusal kültürü,çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkaracağını söz verdi.Sözünü "Ne Mutlu Türküm Diyene" diyerek noktaladı.Ekonomi ve siyasete önem verdi.Ekonomik sistem olarak Devletçiliği benimsedi.Devlet denetiminde özel girişimi öngördü.

Ülke ekonomisi için gerekli büyük,küçük her çeşit sanayii kurmayı ilke edindi.Yalnız ülke çıkarlarına uygun olan yabancı sermayenin ülkede yatırım yapmasına izin verdi.Ülkenin gerçek sahibinin köylü olduğunu belirterek, makinalı tarıma geçmeyi öngördü.Dış siyaseti dostluk ve barış temeline dayandırarak,bu doğrultuda(1934)Balkan(1937) Sadabat Paktını kurdu.

4. kez Cumhurbaşkanlığına seçilen Atatürk Ankara Ant. İle Fransa'ya bırakılan Hatay'ı ülkemize katmak için büyük çaba harcadı.Fakat sağlığı günden güne bozuluyordu.20 Mayıs 1938'de Hatay sorunu ile ilgili olarak Mersin ve çevresindeki askeri birlikleri denetledi.

İstanbul'a gitti 5 Eylül'de son biçimini verdiği vasiyetnamesini İstanbul 6. Notere kapalı bir zarf içinde verdi.1kasım 1938 meclis açılışına hastalığı yüzünden katılamadı. Büyük Komutan, devlet adamı,büyük insan 10 kasım 1938 Perşembe günü saat 9.05'te hayata gözlerini yumdu...Bu haber Türk milletini yasa boğdu .

styla45 04-21-2010 02:07 AM

NUSRAT MAYIN GEMİSİ

NUSRAT NASIL BİR GEMİYDİ?

Nusrat Mayın Gemisi, 1912 yılında Almanya'nın Kiel şehrinde Germenia tezgahlarında inşa ettirilmiştir. Eni: 7,4 m. Boyu: 40m. Çektiği su: 2 m. Sürati: 15 mildir. Bu tekne dar alanlarda kolayca manevra yapabiliyor ve az su çektiğinden mayın alanları üzerinde güvenle dolaşabiliyordu. Gemi 3 eylül 1914'te Çanakkale'ye getirildi.

NUSRAT''TA İKİ KAHRAMAN YÜZBAŞI

Hafız Nazmi Bey: Balkan Savaşı'ndan sonra Çanakkale Boğazı Mayın Grup Komutanlığına ve klavuzluğa atanmıştır. Balkan Savaşı'nda bir iki düşman gemisi batırmakla da ün yapmıştır. 18 Mart 1915 tarihinde kazanılan başarıda büyük pay sahibi olan Hafiz Nazmi binbaşılıktan emekli olmuştur. Son günlerine kadar denizden ayrılamayan Binbaşı Nazmi Akpınar 65 yaşındayken 5 mayıs 1940 günü hayata gözlerini yummuştur.

Tophaneli Hakkı Kaptan: Nusrat Mayın Gemisi komutanıdır. Bu önemli görevden iki gün önce kalp krizi geçirdiği halde, bu tarihi görevi Hafız Nazmi Beyle paylaşmak istemiş hayatından fedakarlık ederek onunla birlikte ve Nusrat'ın komutanı sıfatı ile göreve çıkmıştır. Mayınları döşedikten sonra geri dönüş esnasında düşman gemilerinin projektörlerle denizi taraması sırasında Nusrat'ın görülebileceği endişesi ve üzüntüsüne dayanamayıp yeni bir kalp krizi ile Çanakkale'ye dönmeden şehit olmuştur. Diğer Nusrat personeli: Güverte Yüzbaşısı Hüseyin, Önyüzbaşı Çarkçı Ali, İkinci Çarkçı Ahmet, Üçüncü Çarkçı Yüzbaşı Hasan, Elektrik Zabiti Mülazım Hasan, Top Zabiti Mülazım Kadri Bey ve elli dört Nefer.

MAYINLAR NASIL DÖŞENDİ ?

6 Mart gecesi Cevat Bey, Mayın Grup Komutanı Hafız Nazmi Bey'e "Oğlum! Sana çok önemli bir görev veriyorum. Vatanın selameti bu görevin başarıyla yerine getirilmesine bağlıdır. Yarın akşam, Nusratın son yirmi altı mayınını şu gördüğün karanlık limanda kıyıya paralel olarak dökeceksin. Düşman hareketinizi seçer, size saldırıya kalkışırsa kıyı toplarımız önceden aldıkları talimata uygun olarak hareket edecek ve sizi himaye ateşiyle koruyacaktır. Kendinizi göstermemeye çaba harcayın. Allah yardımcınız olsun".

Mayınların kıyıya paralel dökülmesi ve mahalin karanlık liman olarak seçilmesi son derece dahiyane bir fikirdi. Düşman gemileri boğaza giriyorlar, görevlerini tamamlayan zırhlı arkadakilerin yollarına engel olmamak için Karanlık liman' da dönüş yapıyorlardı. Nusrat'ın dökeceği mayınlar kıyıya paralel olup manevra hattına dik olarak yerleştirilecekti.

Nusdatın, büyük bir kahramanlıkla karanlık bir gecede, Karanlık Liman'ın, kapkara sularına serptiği bu mayınlar, Osmanlı Bahriyesi'nin elinde mevcut son mayınlardı.

7 Mart'ı 8'e bağlayan gece yarısı Nusrat Çanakkale'den demir aldı. Gemide sessizlik hakimdi. Tüm ışıklar söndürülmüştü. Gemi Karanlık Liman'a yol aldı. Düşman projektörleri denizi tarıyordu. Anadolu yakasındaki Akyarlar'a birer birer sessiz bir şekilde mayınlar bırakılmaya başlandı. Birkaç dakikada tüm mayınlar planlandığı gibi sulara indi. Geri dönüş esnasında düşman devriyelerinin Nusrat'a doğru projektör yakması tüm gemi personelinin yüreğini ağzına getirmişti. O an bir mucize gerçekleşti. Nusrat'i korumakla görevli Türk devriyelerinin projektörleri Nusrat'ı düşmana karşı karambole getirdi. Bu ışık kavgası esnasında sessizce Çanakkale'ye yol alan Nusrat Mayın Gemisi görevini tamamlamıştı. Ancak gemi komutanı Hakkı Bey daha öncede bahsedildiği gibi Çanakkale'ye dönmeden şehit düştü.

Mayınların döşenmesinden on gün sonra düşman saldırıya geçmişti. İkmal için geri dönene gemiler onları bekleyen sürpriz'den habersizdiler. Ardı ardına patlamalar meydana gelmeye başladı. 7-8 Mart gecesinde dökülmüş, tüm taramalara rağmen fark edilememiş mayınlar sayesinde savaşın kaderi değişmişti. İlk olarak 639 kişilik mürettebatıyla Bouve adlı zırhlı battı. Ardından İnflexible ve Bolva sulara gömüldüler. İngilizler 18 Mart günü meydana gelen bu talihsizliğin mağlubiyetin acısını son taramasını yaptıktan sonra mayın yoktur raporunu veren pilottan çıkardılar.

MÜTTEFİKLER AÇISINDAN18 MART ZAFERİ

İngiliz General Oglander'in "Çanakkale-Gelibolu Askeri Harekatı" adlı eserinin 1. cildinde: "Pek uygun başlamış olan gün bu meçhul mayın hattının olağan üstü ve ortalığı kırıp geçiren başarısı yüzünden, tam bir başarısızlıkla sona erdi. Bu yirmi mayının seferin talihi üzerindeki etkisi ölçülemez."

Bahriye Nazırı Winston Chuchill 1930'da "Revue de Paris" dergisinde olayı şöyle yorumlamıştır: "Birinci Dünya Harbi'nde bu kadar insanın ölmesine harbin ağır masraflara maal olmasına, denizlerde onca ticaret ve savaş gemisinin batmasına başlıca neden, Türkler tarafından bir gece önce atılan o incecik çelik halat ucunda sallanan yirmi altı adet mayındır."

"Nusret'in gizlice döktüğü bu 26 demir kap, savaşın devamı ve dünyanın geleceği bakımdan, diğer tüm çabalardan daha tam ve daha kesin sonuçtu. Hedeflere varmak içindi. Bu engel, İngilizler tarafından başarıyla başlatılmış olan Çanakkale Operasyonunun durduran bir çok psikolojik karışıklıklar doğurdu . Yanlız başına bu mayın engelidir ki Türkiye'yi bir yenilgiden kurtardı ve savaşı uzattı."

NUSRAT MAYIN GEMİSİ'NİN AKIBETİ

Şuan Mersin İl Kültür Müdürlüğü, Nusrat Mayın Gemisi'ni aynen Yavuz ve Midilli gemileri gibi "jilet" yapmak istemektedir

Enzar Töre'nin www.canakkale.org/nusrat.shtml adresinde gördüğüm konuyla ilgili yazısını aktarmak istiyorum. Yazının başlığı "Çanakkale Nusratı'nı Bekliyor."

Kalkınmanın Temel taşı ülkesini seven insanların çokluğudur. Ülkeyi sevmenin temelinde ülkenin geçmişini bilmek yatar.
Eğer tarihinizi bilmiyorsanız neyi, niçin seveceğinizi bilemezsiniz. Seviyorum derseniz bu anlamsız bir sevmedir. Türkiye'yi seviyorum diyorsanız, önce tarihinizi bileceksiniz, tarihinize sahip çıkacaksınız. Bunu yapmıyorsanız en azında ülkenizi sevmiyorsunuz demektir. Çanakkale Savaşları Dünya üzerinde bir dönüm noktasıdır.

Balkan harbi ile başlayan yenilgiler zinciri ile ülkemizin artık elden gittiği yapacak hiç bir şey olmadığı şeklindeki karamsarlık ve yıkıntıyı ortadan kaldırmış ve Türkün bir muhaberede yenilebileceği ama hiç bir zaman yok edilemeyeceği tekrar ispatlanmıştır. En zayıf sanıldığımız bu anda dünyanın en son teknolojileri ile donatılmış ordularını dize getirmiş vatanını savunmuştur. Bugün Orduların varlık sebebi savaşmaktan ziyade caydırıcılıktır. Bu nedenle ordular gerçek güçlerini saklarlar. Önemli olan düşmanın elinizdeki gücü bilip sizden çekinmesi değil, bilmeyerek çekinmesidir. Eğer elinizdeki gücü bilirse ona göre hazırlık yapabilir. Ancak bilemezse her zaman için tereddüt içinde olacaktır. Çanakkale Savaşları bu yönden de önem taşır. Bu büyük savaş, tarihimizde Türk'ün her zaman savaşa hazır olduğunu ve hiç bir zaman güçsüz sanılarak ona saldırılamayacağını göstermiştir. Bu kanaati sağlayan bugünkü ordumuzun gücü kadar tarihimizin bu altın sayfasıdır. İşte bu altın sayfanın yazarı bugün çürüyor. Bu çürümeyi durdurmanın bedeli bugün için savunmaya harcadığımız en küçük bir yeni teknoloji silahtan bile çok daha azdır. Halbuki Nusret anılardaki varlığı ile bu modern silahların yapabileceğinden çok daha fazlasını geçmişte yaptığı gibi bugün de yapıyor. Yeter ki var olsun yeter ki insanlar onu ve hikayesini öğrensinler.

Ey Türk Devleti ! Türk milleti !
Tarihinin bu eşsiz kahramanını çürümeye mi terkettin. Eğer bunu yaparsan sen, bugünkü nesil ona layık değilsin. Ve bunun bedelini çok daha ağır ödeyeceksin demektir. Nusrat çiçeklerle bezeli olarak boğaza açıldığı limanda olmalı. Her gün onu görmeliyiz göstermeliyiz ve tüm dünya onun bedeninde görmeli ve anlamalı ki Bu millet en güçsüz sanıldığı anda bile yeterince güçlüdür ve tarih bunu bilmeyenlerin uğradığı felaketleri anlatır.

Böyle bir kampanya'yı ortaya atıp başlatan değerli Erol Ercan, yaşadığımız bu toprakları bize emanet eden, bu topraklara basarken ayaklarımızın belki de bir kaç santim altında kemikleri çürüyen binlerce vatan evladı dedemiz ninemiz seni şükranla anıyor.
Nusrat jilet olmayacak. Olamayacak. Buna kimsenin gücü yetmez. Ancak çürütmeye gücü yetiyor.
Bu kampanyayı gören herkes sayfasına link yapmalı. Çürümesine müsaade etmemeliyiz. -Enzar TÖRE

Evet. Nusrat Mayın Gemisi 2001 yılı itibarıyla Mersin'nde çürümeye terkedilmiştir. Batmaması için duyarlı insanlar tarafından içindeki su boşaltılmaktadır. Akıbetinin layık olduğu gibi olması için yardıma muhtaçtır.

styla45 04-21-2010 02:07 AM

TÜRK EDEBİYATINDA ÇANAKKALE ZAFERİ

Çanakkale yüzyıllar boyu insanlık tarihinin en önemli harbe ve mücadelelerine sahne olan Boğazlar bölgesinde şirin ve güzel bir şehirdir. Bu şehir her yönüyle yaşayan bir tarih, Türklerin Avrupa'ya geçmeleriyle süre gelen ve yurdumuzun her köşesinden her Türk ailesinin ve atalarından bir veya birkaç erini gömdüğü şehitler beldesi bugün de üniversite şehridir.

Çanakkale şehri, aynı adı taşıyan boğazın Anadolu yakasında ve bu Boğazın en fazla darlaştığı kesimde düz bir alanda kurulmuştur. Çanakkale kuruluşu pek eski dönemlere inmeyen ve temeli Fatih Sultan Mehmet zamanında atılmış olan bir 15. Y.y. şehridir.

Burada yerleşim birimlerin mazisi Truva ile başlar. Truva'nın kalıntıları eski Tunç Çağına kadar inmektedir. Truva şehri M.Ö. 13. Asırda Akalıların eline geçmiştir. M.Ö. 6. Asırda Lidyalıların elinde olan şehir bundan sonra İran hakimiyetine girmiştir. Daha sonra Atina hakimiyetine giren şehir bu kez Atina Isparta mücadelelerine sahne olmuştur. M.Ö. 334 baharında Asya'yı fethe çıkan Büyük İskender Boğaz'dan geçmiş ve Granikos'ta(Bıga çayı) İran ordusunu bozguna uğratmıştır. Daha sonraki asırlarda Anadolu'ya geçen Romalılar buraları hakimiyeti altına almışlardır. Roma'nın parçalanmasıyla Doğu Roma imparatorluğunun eline geçen şehir 14. Asırda Aydınoğlu Umur Beyin akınlarına sahne olmuştur. Sonra Osmanlıların eline geçen şehir Türklerin Avrupa'ya geçişinde önemli bir yer edinmiştir. Nitekim Orhan Bey zamanında Türkler Gelibolu'ya geçmiş Yıldırım Bayezid zamanında Gelibolu önemli bir şehir olmuştur.Fatih döneminde Haçlıların Boğazdan geçmesini engellenememiştir. İstanbul'u fethetmek isteyen Fatih Boğazdan geçişi engellemek Boğaz'ın en dar yerine karşılıklı iki kale yaptırmıştır. Bunlardan Anadolu yakasındakinin adı Fatih'in oğlu Sultan Mustafa tarafından yaptırıldığı için Kal'a-i Sultaniye(Batı yazarları buraya Dardanos demişlerdir.) Avrupa yakasındakine ise Kilitbahir(denizin kilidi anlamında) adı verilmiştir.Artık bundan sonra şehir Türk hakimiyetinde kalmıştır.

Çanakkale stratejik konumu itibariyle çok önemli bir şehirdi.19.y.y. da Osmanlı devletinin Avrupa devletleri karşısında zayıflamasıyla beraber şehrin önemi daha da artmış küçülen Osmanlı Devletinin bu şehri koruması Boğaz'ların ve İstanbul'un güvenliği için çok önemli olmuştu.

18.yüzyılda şehirde İsveç Konsolosluğunun bulunması şehrin önemini ortaya koymaktadır.

19.yüzyılın sonlarında ve ikinci yarısında Çanakkale Boğazı'nın kıyılarında Mecidiye,Hamidiye,Mesudiye,Namazgah,Yıldız,Ertu� �rul ve Orhaniye adlı yeni tabyalar oluşturulmuştur. Bu tabyalar ve onların kahraman bekçilerinin dünyanın en büyük filosunu geri çevirdiklerini göreceğiz.

Çanakkale yöresi stratejik konumu bakımından önemli bir yer işgal ettiğinden , 19.yüzyılın son çeyreğinde İngiltere,Fransa,Yunanistan ve Rusya birer konsolosluk açmışlardı.Bunlara 1872 Şubatında Almanya konsolosluğu ilave edildi.

1906'da İngiliz İmparatorluk Müdafaa Komitesinin yaptığı araştırmalar Çanakkale'nin yalnız deniz kuvvetleriyle geçilemeyeceğini bir kez daha ortaya koymuş,1911-1912 Türk-İtalya ve 1912-1913 Türk Balkan Devletleri savaşında İtalya ve Yunan Kurmay heyetleri de aynı sonuca varmışlardır. Nitekim İtalyan filosu 18 Nisan 1912'de Boğazın dış tabyalarını bombardımanla yetinmiş, 19 Temmuz1912'de de sekiz muhripten kurulu İtalyan filolitası, Boğaz dahiline başarısız bir gece akınında bulunmuştu. Balkan Savaşında da Boğaz'a karşı ciddi bir hareket olmamıştı.

1.Dünya Savaşı'na katılmamızdan 10 gün sonra İngiltere Boğazlar Meselesinin müttefiki olan Rusya'nın lehine halini kabul etti. Üçlü İttifak Devletleri bu konuda anlaşmaya vardılar.

Merkezi devletler yanında savaşa giren Osmanlı Devletini saf dışı bırakmak amacıyla İtilaf Devletleri tarafından düzenlenmiş olan Çanakkale Harekatı, 1. Dünya Savaşı'nın en önemli askeri faaliyetlerinden birini oluşturmaktaydı.

18 Mart 1915 sabahı Boğaza giren ve tabyaları topa tutan İngiliz ve Fransız Filoları Çanakkale Boğazının iki yakasındaki mevzilerden açılan yoğun ateş ve Karanlık Limana dökülen mayınların etkisiyle, mevcutlarının % 35 ini kaybedip geri çekilmek zorunda kaldılar.

18 mart bozgunu , İtilaf Devletlerine karadan destek olmaksızın yalnız deniz kuvvetleriyle Boğazın geçilemeyeceğini gösterdiğinden General Hamilton 'un emriyle bir Çıkarma ordusu hazırlandı. Çıkarma Harekatı 25 nisan 1915 günü sabaha karşı başladı. Sarp bir kıyı olan Arıburnu bölgesine çıkan düşman kuvvetlerini 19. Tümen Kumandanı Mustafa Kemal karşıladı. Kıyıya çıkan İngiliz ve Fransız kuvvetleri geri püskürtüldü. Bundan sonra her iki cephede de siper savaşları sürdürülmüş özellikle 21 Haziran Kerevizdere, 28 Haziranda da Zığındere çarpışmaları çok şiddetli geçmiştir. Bunun ardından İtilaf kuvvetleri kesin bir sonuç almak amacıyla 6-7 Ağustos gecesi başlattıkları Harekat dört gün sürdü. Bu kuvvetler Yarbay Mustafa Kemal tarafından Conkbayırı'nda durduruldular. Böylece Birinci Anafartalar Zaferinden sonra İtilaf kuvvetlerinin yaptığı bütün taarruzlar sonuçsuz kaldı. Ancak 21 Ağustosta yeni bir saldırı başlattılar. İkinci Anafartalar Muharebesi denilen bu Harekat da başarılı olamayınca Muharebeler günlerce süren siper savaşlarına dönüştü. Bu çarpışmalarda Türk askeri Çanakkale'nin geçilmez olduğunu ispatladı. İtilaf kuvvetleri 19-20 Aralık gecesi Anafartalar ve Arıburnu Cephesinden 8-9 Ocak 1916' da Seddülbahir'den çekildiler.

İtilaf Devletlerinin başarısızlığı ile sonuçlanan Çanakkale Muharebeleri Birinci Dünya Savaşının seyrini değiştirip uzamasına sebep olduğu gibi Çarlık Rusya'sının çöküşünü hazırlamış ve İngiltere'de Hükümet değişikliğine yol açmıştır.

Çanakkale Savaşları sonuçları sebebiyle dünyaya Türk'ün yenilmezliğini, Mehmetçiğin azim ve iradesini ve de centilmenliğini göstermiştir. Bununla birlikte bu savaşlar sırasında bir komutan parlamıştır. Mustafa Kemal! Daha sonra milleti arkasına alıp Türk'ün haklı davasını sürdürecek ve başarıya ulaşarak yeni bir devlet kuracaktır. Ayrıca bütün dünya onun dehasını takdir edecektir. Mustafa Kemal ise bir şeyin farkındadır. Bağımsızlığı ve namusu söz konusu olunca Türk askerinin nasıl ölüme koştuğunu bilmektedir. Yeter ki onu idare edecek dahi bir komutan olsun. İşte o da Mustafa Kemal idi. Siz hiç ölmek için can atan asker gördünüz mü? İşte Çanakkale Savaşlarında Türk askeri!Atatürk'ün bu konudaki hatıralarından birine değinelim.

Bir buluşma esnasında Mısır Devlet Başkanı Atatürk'ü takdir ettiğini söyler ve ekler;

-" Ekselans benim milletimin de sizin milletiniz gibi hürriyete ve istiklale ihtiyacı var. Bunu nasıl temin edebiliriz? Tıpkı sizin Çanakkale Boğaz Savaşında Düvel-i Muazzama Ordusuna karşı kazandığınız zafer gibi bizim de böyle bir ordu ve stratejiye ihtiyacımız var. Bize bu konuda yardım edebilir misiniz? " Sorusuna Mustafa

Kemal:

-" Vatanı için şehit olacak bir buçuk milyon Mısırlı genciniz varsa bu işi yapabiliriz. Bunun haricinde olmaz! " deyince Mısır Devlet Başkanı

-" Maalesef bizim öyle ölecek bir buçuk milyon Mısırlı gencimiz yok." Der. Mustafa Kemal de:

-" O zaman sizin de hürriyet ve istiklale hakkınız olamaz." Deyiverir.

İşte bu söz her şeyi açıklamıyor mu?...

TÜRK EDEBİYATINDA ÇANAKKALE SAVAŞLARI VE ZAFERİ

İLGİLİ; MENKIBE,DESTAN, ŞİİR, ANEKDOT, VE EFSANELER:

1-)MENKIBELERDE ÇANAKKALE ZAFERİ



Menkıbeler, birtakım mahalli adetlerin, insani birtakım tasavvurların dini muhteva içinde hatıralardır. Bu bakımdan karanlık devirleri aydınlatmada tarih kadar kıymetli belgelerdir. Çanakkale Savaşları sırasında bir çok menkıbe yazılmıştır. Bu menkıbeler, bize Türk milletinin zihninde Çanakkale Savaşlarının ne kadar derin

izler bıraktığını göstermesi açısından önemlidir.

Çanakkale Savaşları etrafında teşekkül eden menkıbeleri şöyle sıralayabiliriz.

A)TARİHİ-EFSANEVİ ŞAHSİYETLER ETRAFINDA OLUŞAN MENKIBELER

Milletlerle olan savaşlarında Allah'ın Türkler'e yardım ettiğini pek çok menkıbede görürüz. Bunlardan birisi de Mustafa kemal hakkında

anlatılanıdır

1) GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA:

Türkler'in başka. M. Kemal'in Omega saatinin parçalanması suretiyle kendisine hiçbir şey olmamasıdır. Bu olay, Anadolu'nun pek çok yerinde, farklı şekilde anlatılır. Bu olay' yazılı olarak en güzel şekilde Ruşen Eşref Ünaydın'ın "Mustafa Kemal ile Mülakat" adlı eserinde şöyle verilir:

"Buraya kadar muhaveremizi sakin bir vaziyette dinleyen Yüzbaşı Cevat Bey, Paşa'nın yaveri, kalın, sertliği hoşa giden bir sesle:

_"Bu şarapnel parçasından biri Paşa'nın göğsünü okşamıştır!"dedi.

_Nasıl? Dedim.

Paşa, tespihi ile oynuyordu. Cevat Bey, parlak çizmelerindeki mahmuzları şıkırt yaparak, göğsünün sol tarafındaki nişan kurdeleleri sırası ve ipek kordonu kabaresine şöyle anlatıyordu:

-Bulunduğumuz yer tamamen muhacimlerin arası idi.Paşa da ilerleyen efradımızı seyrederken göğsüne bir şeyin kuvvetlice çarptığını duymuştur.

-Evet sağ taraftan ceketimde bir kurşun yeri gördüm.Yanımda bulunan zabit(Rahmetli Nuri Canker Bey)"Efendi,vuruldunuz" dedi.Ben böyle bir söz şuyu bulursa askerimizin kuvve-i maneviyesi üzerinde yapacağı tesiri düşündüm.

Elimle zabitin ağzını kapadım.

"Sus" dedim.

Cevat Bey devam ediyordu.

-"Bir şarapnel misketi,göğsünün sağ tarafını tamamen Omega saatinin bulunduğu cebe isabet etmişti.Saat, parça parça oldu, fakat o darbe,Paşanın göğsünde hafif bir leke bırakmaktan ileri geçmemiştir."dedi.

-O saat sizin için tarihi bir saattir.Görebilir miyim efendim?dedim.

Paşa:

-"O saatin enkazını,bu muharebeden sonra Liman Paşa hatıra olarak aldılar.Bana da kendilerinin aile-i asalet armasını havi bulunan saatlerini verdiler.

Cevat Bey saati gösterdi.Omega markalı siyah bir saat.Arkasında bir taç ve "L.2." markaları ve Paşanın kırılan saatide Mekteb-i Harbiyeden beri sakladığı Omega markalı kuvvetli bir talebe saati imiş.Cevat Bey Zenınnth marka bir bilezik saatini gösterdi ki onu Mustafa Kemal Paşaya o kurşunun değdiği esnada yanında bulunan genç Mülazım vermiş.

Askerin bu kadar yanında giden, onlara ön ayak olan bir Kumandana en zorlu düşmanların bile dayanamayacağına aklım eriyordu.

Omega saati,Türk milleti için kendini feda etti,Komutan Mustafa Kemal'i kurtardı. Türk ordusunun Kumandanını,Türk milletini,Ortadoğu'yu, insanlığı kurtardı.

2)SEYİT ALİ ONBAŞI:

Çanakkale Savaşları'nda Deniz Savaşları sırasında Seddü'l- bahir açıklarında bulunan düşman gemileri Morto Koyu ile Seddü' l- bahir tepesini sürekli bombardıman altına almışlardı. Türk mukavemeti gittikçe azalıyordu. Kendilerini Allah' ın koruyuculuğuna bırakan Türk birlikleri şehitlik mertebesine ulaşmayı arzu edercesine, kaçmak yerine son gayretleriyle mücadele ediyorlardı.

Bu sırada bir İngiliz gemisinden atılan büyük bir bomba Morto Koyu sırtlarındaki bir topçu birliğimizi toptan imha etti. İçlerinden yalnızca Seyid Ali Çavuş kurtulmuştu. Çavuş etrafındaki manzara karşısında duyduğu ızdırap ile dünyada eşine az rastlanacak bir olay gerçekleştirdi.

Duyduğu acı ile normalde üç kişinin zor taşıdığı 257 kiloluk bombayı yerinden tek başına kaldırdı, taşıdı, topun namlusuna sürdü ve ateşledi. Bu mermi gideceği yeri de biliyordu. Queen Elizabeth gemisinin bacasından içeri girdi ve gemi ortadan ikiye ayrılarak battı.

Burada, 257 okkalık bir mermiyi kaldırarak olağanüstülük gösteren Seyit Ali Onbaşı ile ilgili menkıbeyi Mehmet İhsan GENİŞÇAN, eserinde şöyle anlatıyor:

" Ne hikmetse bataryada tek top ayakta kalabilmiş, fakat onun da vinci kırılmış olduğundan mermileri namluya sürülemiyordu. Yüzbaşı Hilmi Bey , etrafından birilerinden yardım alabilmek düşüncesiyle bataryadan uzaklaştığı sırada Niğdeli Ali ile Koca Seyit ümitsiz ve perişan ne yapacaklarını düşünüyorlardı.

" Ulu ve yüce Allah' tan başka hiçbir güç ve kuvvet yoktur. " duası Seyit' in ağzından nûr tanesi gibi dökülmeye başladı.

Seyit Ali, bu duayı defalarca okudu. Bu yakarış şüphesiz hiç kimseninkine benzemiyordu. Aşk ile kendinden geçmesi ve 257 okkalık top mermisini kucaklayıp omzuna alması bir oldu. Demir basamakları tam üç kez inip çıktı. Yanında bulunan Niğdeli Ali, Seyit ' in göğüs ve omuz kemiklerinin çatırtısını duyuyor, hayret ve dehşet içinde kalıyordu. Topun namlusuna sürülen üçüncü mermi savaşın kaderini böylece değiştiren olayı yaratmış ve İngilizler' e ait "Ocean" isimli zırhlı, bu merminin isabetiyle korkunç yara almıştır.

Aynı gün geç saatlerde Çanakkale Boğazı Müstahkem Mevki Kumandanı Cevat Paşa, ödül olarak Seyit' e onbaşılık rütbesini verdi. Merminin bir defada kendi huzurunda kaldırılmasını istedi. Bunun üzerine Seyit Onbaşı, Cevat Paşa' ya şu cevabı verdi:

" Ben bu mermileri kaldırırken gönlüm, Allah'ın feyziyle doldu. Ancak bu kuvvetin sırrı o anda bana Allah' ın ihsan ettiği bir vergi idi. Bu ağırlığı kaldıracak kadar bir makam varmışsam bu dua ve rıza ile olmuştur. Ancak şimdi kaldırmam mümkün değildir kumandanım"

3)YAHYA ÇAVUŞ VE TAKIMI

Çanakkale Muharebelerinin en ateşli saldırıları sırasında Morto Koyu' ndan çıkartma yapan bir İngiliz birliğine karşı Seddü' l- bahir tepesinde bulunan Yahya Çavuş ve takımı (15 kişi) büyük bir inançla engel olmaya çalışıyorlardı. Karşılarında bulunan bir birliğe karşı 15 kişi gönülden savaşarak engel olmaya çalıştılar. Tam üç gün ve üç gece bir birliğe bir takım olarak karşı geldiler. Onları durdurdular. Gelibolu Yarımadası' nın içlerine girmelerine 15 kişilik bir kuvvetle engel oldular. Sonunda yardımcı kuvvetlerin gelmesine yakın hepsi Allah' ı arzu ettiler. Şehitlik mertebesiyle Allah' a ulaştılar.

Bundan başka "Hasan ve Mevsuf", "Sıhhıye Başçavuşu Hüseyin Hikmet Başaran", "Bayraklı Baba Menkıbesi" ve "Kaşıkçı Dede Menkıbesi" hakkında anlatılan menkıbeler vardır.

B)Dinî ve Tarihî Şahsiyetler Etrafında Teşekkül Eden Menkıbeler

1)CONKBAYIRI ÜZERİNDEKİ BULUTLAR :

Çanakkale' de en çok anlatılan menkıbe şudur:

Conkbayırı' nda kara savaşları sırasında 57 tümen her gün çamaşır değiştirir. Kirlilerini yıkar çalılara asar ve ertesi gün için kurumuş. Sebebi ise eğer şehit olurlarsa Allah'a temiz kıyafetlerle varmaktır. Savaşa çıkmadan önce namazlarını kılar ve ibadet ettikten sonra savaşa başlarlarmış. Maneviyatı kuvvetli bu insanlar Conkbayırı' ında düşman tarafından kıstırıldıkları anda gökten beyaz-gri bir bulut kümesi 57. Tümenin üzerine inmiş ve bulut yok olduğunda düşman askerleri ne olup bittiğini anlayamamışlar. Zira ortada tek bir Türk askeri bile yokmuş. Gemiden bu olayı seyreden İngiliz Amirali Hamilton daha sonraki savaş anılarında da bu olayı anlatmaktadır.

2)BULUTUN KORUMASI

Menkıbelerde bir başka mucizevî yardım da bir İngiliz Alayının bulutların içinde kayboluşu biçimindedir. Olay şu şekilde anlatılmaktadır;

" O gün Kraliyet Alayı taze kuvvetlerle bu saldırıda görev aldı. Sağ cenahta yer alan bu alay, daha az bir mukavemetle karşılaştığı için hızla ilerlemeye başlamıştı. Alay, Azmak Deresi' nin kuru yatağını geçmiş, Kayacık Ağrılı mevkiinden Damakçı Bayırı'na doğru yürüyordu. Karşılarında küçük bir tepe vardı. Tepenin üzerinde garip, soluk renkte bir bulut durmaktaydı.alay, sol taraftaki Ağıl Dere' ye inmeden tepeye doğru ilerledi ve bulutun içine girip kayboldular. Yâni alanda askerlerin Mestan Tepe' den şaşkın bakışları arasında 7-8 değişik bulutla daha birleşerek Trakya istikametine doğru uçup gittiler. Orada bulunan 267 İngiliz askerinden hiçbirinin izine bir daha rastlanamamıştır."

3)NUSRET MAYIN GEMİSİNİN MUTLAK YAKALANIŞTAN KURTULMASI

Nusret Mayın Gemisi Çanakkale savaşına noktayı koyacak olan görevine çıktığı gece Karanlık Liman ile Seddülbahir arasındaki mayınları toplayıp yerini değiştirirken O''nu koruyan Anadolu Feneri de bir İngiliz Gemisi üzerine projektörleri dikmiş ve gemiyi takibe almıştı. Fakat birden Anadolu Feneri arıza yaptı. Nusret Mayın Gemisi telaşla ışıklarını söndürdü. İngiliz gemisi bu sefer kendi projektörleriyle denizi taramaya başladı. Geçen dakikalar içinde Nusret Mayın Gemisi tam yakalanacağı anda birden Anadolu Feneri tekrar çalışmaya başladı. İngiliz gemisinin projektörleri üzerine kendi projektörlerini dikti ve iki ışık arasında kalan Nusret muhakkak bir hezimetten kurtuldu. Görevini yerine getirip geri döndüğünde bu heyecana kalbi dayanamayan gemi kaptanı ,Hakkı Bey' in naşını da karaya çıkardı. Anadolu Feneri' nin hiçbir tamirat yapılmadan kendiliğinden çalıştığını öğrenen gemi komutanı Nazmi Bey, bu olayın bir mucize olduğunu daha sonraki günlerde yazdığı günlüğünde bildirmektedir.

Bundan başka bulutun koruması ile ilgili anlatılan iki menkıbe daha vardır. Yine "Uçan Türkler" adlı anlatılan bir menkıbe daha vardır.

II- DESTANLARIMIZDA ÇANAKKALE ZAFERİ

Türkler, pek çok özelliğin yanı sıra, destan yaratan bir millet olarak da tarihte hakettiği yeri almıştır. Alp Er Tunga Destanı,Şu Destanı, Oğuz Kağan Destanı, Ergenekon Destanı, Bozkurt Destanı, Genç Osman Destanı, Plevne Destanı, Estergon Destanı, Şeyh Şamil Destanı, Girit Destanı, Kars Destanı, Silistre, Cezayir, Varna, Budin destanları bu milletin yarattığı destanlardan sadece bir kaçıdır. Tarih boyunca yaratılan destanlar zincirinin altın halkalarından biri de hiç şüphesiz "Çanakkale Destanı" dır.

Çanakkale Zaferi öyle büyük bir zaferdir ki, halkın vicdanında öyle derin izler bırakmıştır ki, pek çok şair tarafından - halkın da hislerine tercüman olunarak- destanlar vücuda getirilmiştir. Türk' ün bu zaferini en mükemmel şekilde Mehmet Akif destanlaştırmıştır. Edebiyat tarihinin Akif' in;

"Çanakkale Şiiri" hakkındaki hükmü şudur:

"Bu şiiri Mehmet Akif yazmadı; kağıda dökenle, toprağa kanını dökenler birleşerek yazdılar."

Çanakkale Savaşı ile ilgili yazılmış pek çok destan mevcuttur. Başta Mehmet Akif' in eseri olmak üzere seçilmiş birkaç destanı verelim.

• 1-MEHMET AKİF ERSOY - ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ

Bu eser, yıllardır hepimiz tarafından zevkle okunmuş ve ezberlenmiştir. Burada Akif harbin vahametini, vahşetini anlatırken, bu uğurda şehit olanların da yalnız kalmayacaklarını, onları Hz. Peygamber' in şefkatle beklediğini müjdelemektedir. Bu şiiri başlı başına Türk' ün Destanıdır. Anlatılmaz yaşanır.

Prof. Dr. Mehmet Kaplan, bu destanın estetik kıymeti hakkında şu kanaati ifade eder:

" Mehmet Akif Ersoy'un Çanakkale Savaşını tasvir eden şiiri yazıldığı tarihten bu güne kadar bütün nesillere o savaşın heyecanını yaşatmış ve onun tarihî, derin ve büyük manasını hatırlatmıştır. Bunun sebebi de hiç şüphesiz, bu şiirin taşımış olduğu estetik değerdir."

Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?

En kesif orduların yükleniyor dördü beşi

-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara' ya-

Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya

Ne hayasızca tahaşşüt ki ufuklar kapalı!

Nerede- gösterdiği vahşetle "Bu: bir Avrupalı"

Dedirir -yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi

Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi!

Eski dünya, yeni dünya, bütün akvam-ı beşer,

Kanıyor kum gibi, tufan gibi hakikat mahşer mi mahşer

Yedi iklimi cihanın duruyor karşıda

Ostralya' yla beraber bakıyorsun: Kanada!

Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk;

Sade bir havadis var ortada: vahşetler denk.

Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela...

Hani tâûna da zuldûr bu rezil istila!...



Bundan başka Boyabatlı Mustafa'nın "Çanakkale Destanı" adlı eseri vardır.

III- ŞİİRLERİMİZDE ÇANAKKALE ZAFERİ

Çanakkale Zaferi ile ilgili, menkıbe, destan yanında münferit şiirler de yazılmıştır. Mehmetçik, harbe giderken sâkin ve sevinçli olarak anasından, babasından, yavuklusundan, sılasından ayrılmıştır. Hatta anasını, yavuklusunu bir daha göremeyeceğini bilerek yola revân olmuştur. Bu duyguyu şu mısralarda görebiliriz.



ÇANAKKALE TÜRKÜSÜ

Çanakkale içinde vurdular beni

Ölmeden mezara koydular beni

Of gençliğim eyvah.

Çanakkale içinde Aynalı Çarşı

Ana ben gidiyom düşmana karşı

Of gençliğim eyvah

Çanakkale içinde bir uzun selvi

Kimimiz nişanlı kimimiz evli

Of gençliğim eyvah



• BİR YOLCU' YA

Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın

Bu toprak bir devrin battığı yerdir.

Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın

Bir vatan kalbinin attığı yerdir



Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda

Gördüğün bu tümsek Anadolu' nda

İstiklâl uğrunda, namus yolunda

Can veren Mehmet' in yattığı yerdir.



Bu tümsek koparken büyük zelzele,

Son vatan parçası geçerken ele

Mehmet' in, düşmanı boğduğu sele

Mübârek kanını kattığı yerdir



Düşün ki, haşr olan kan, kemik, etin

Yaptığın bu tümsek amansız, çetin

Bir harbin sonunda bütün milletin

Hürriyet zevkini tattığı yerdir.

Necmettin Halil Onan(Çakıl Taşları)

Çanakkale Savaşları öyle bir savaştır ki Türk Milletinin ruhunda ve zihninde silinmeyecek etkiler bırakmıştır.Bu yüzdendir ki bir çok destana, şiire ve romana ve de tarihin tozlu yapraklarına konu olmuştur. Yüz binlerce şehidin verildiği bu savaşlar öyle silinecek bir yazı değildir. Bu savaşlar Türk milletinin onurunu, kahramanlığını ve centilmenliğini bütün dünyaya ispatlamıştır. Bu sebeple bu savaşları çok iyi algılamamız gereklidir.

styla45 04-21-2010 02:08 AM

MUSTAFA FEVZİ ÇAKMAK (1876-1950)
1 . MUSTAFA FEVZİ ÇAKMAK'IN AİLESİ VE ÖĞRENİM HAYATI

Fevzi Çakmak'a; Fevzi Paşa, Müşir Fevzi yada Mareşal Çakmak da denir. Cumhuriyet Ordularının iki mareşalinden -ötekisi Atatürk - biridir. Mustafa Fevzi Çakmak, 1876 tarihinde İstanbul'da doğdu. Babası Çakmakoğullarından, Tophane kâtiplerinden Ali Sırrı Efendi ; annesi ise Varnalı Hacı Bekir Efendi'nin kızı olan Hesna Hanım dır. Fevzi Çakmak'ın babası Ali Sırrı Efendi, albay rütbesiyle Medine'de bulunduğu dönemde ölmüş ve Medine'ye gömülmüştür. Ali Sırrı Efendi ile Hesna Hanımın biri kız ve üçü erkek olmak üzere dört çocukları olmuştur. Osmanlı Ordularında topçu albayı olan Ali Sırrı Efendi, çocuklarını asker yapmayı istemekteydi. Nitekim erkek kardeşleri de Fevzi Çakmak gibi asker olmuş fakat kardeşlerinden Muhtar bey 1912 Balkan Savaşı'nda, Nazif Bey Çanakkale Savaşında ve en küçük kardeşi olan Sami Bey ise askeri ortaokula devam ettiği sırada genç yaşta vefat etmişlerdir.

Mustafa Fevzi, öğrenim hayatına beş yaşındayken İstanbul'da Sadık Hoca Mahalle Mektebi 'ne yazılarak başlamıştır. Mahalle Mektebi'ndeki iki yıllık öğreniminin ardından Sarıyer'deki Hayriye Mektebine devam etti. Mustafa Fevzi on yaşına geldiğinde, Rüştiye Mektebi 'ne yazılarak orta öğrenimine başladı. Bu okuldaki bir yıllık öğrenim ardından Soğuk Çeşme Askeri Rüşdiyesi 'ne yazıldı ve 1890 yılında Kuleli Askeri İdadisine girdi. Bu okuldan 1893 yılında mezun olan Mustafa Fevzi 29 Haziran 1893 tarihine Pangaltı Harbiye Mektebi 'ne kaydoldu. 28 Ocak 1896 tarihinde Erkan-ı Harb (kurmay) sınıfına ayrılarak; Harb Okulunu başarıyla tamamladıktan sonra 25 Aralık 1898 tarihinde Harb Akademisi'nden Kurmay Yüzbaşı olarak mezun olup, orduya katıldı.

2. FEVZİ ÇAKMAK'IN BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ FAALİYETLERİ

Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle orduya katılan Fevzi Bey'in ilk görev yeri; 25 Aralık 1898'de atandığı Erkân-ı Harbiye Dairesi (Genelkurmay) IV. Şube idi. Bu görevin arkasından 11 Nisan 1899'da Rumeli'ye gönderilerek Metroviça'daki XVIII. Fırka Kurmaylığ ı'nda görevlendirildi.XVIII. Fırka Kurmaylığı görevi ile Arnavutluk'a gelen Fevzi Bey'in ilk işi bölgeyi iyice tanıyıp kendisine verilen görevi eksiksiz yerine getirebilmek için çalışmalara ve hazırlıklara başlamak oldu. Fevzi Bey yüzbaşı rütbesinde gönderildiği Rumeli'de, 14 sene sürekli olarak kalarak 6 Şubat 1901'de Kolağası , 20 Nisan 1902' de Binbaş ı , 19 Temmuz 1906'da Kaymakam ( Yarbay) ve nihayet 17 Aralık 1907'de Miralay (Albay) rütbesine yükseldi. Fevzi Bey, 29 Aralık 1908'de Kosova'ya bağlı Taşlıca Mutasarrıfı ve Nizamiye 35. Liva (Tugay) K. ' lığına atandı. 1908 yılında II. Meşrutiyet'in ilanında sonra 7 Ağustos 1909'da çıkarılan Tasviye-i Rütbe-i Askeriye Kanunu ile Fevzi Bey'in rütbesi Miralaylıktan, 19 Ağustos 1909'da Binbaşılığa indirildi. 19 Ocak 1910 tarihinde Fevzi Bey'in rütbesi Tugay K.' lığına yeterli gelmeyince ordu açığına alındı. Fakat 27 Nisan 1910 yılında Taşlıca Mutasarrıflığı uhdesinde kalmak üzere Müretteb Kosova Kolordusu Karargâh ı'nda görevlendirildi. Bu görevden sonra Fevzi Bey, 3 Haziran 1910'da Mürettep Kosova Kor. Kurmay Başkanlığı 'na atandı ve 29 Eylül 1910 yılında Binbaşılığa indirilen rütbesi yeniden Kaymakamlığa (Yarbay) yükseltildi. Fevzi Bey kaymakam rütbesiyle, 15 Ocak 1911 tarihinde Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Dairesi V. Şubes i 'nde görevlendirildi. Bunu takip eden yıllarda Batı Rumeli'yi özellikle İtalyanlara karşı savunmak amacıyla oluşturulan Garp Ordusu Kurmay Başkanlıg ı 'na (18 Nisan 1911) ve daha sonra da 6 Ekim 1911'de İpek Mutasarrıflığı 'nda görevlendirildi. Fevzi Bey, 19 Ekim 1911'de İstanbul'a dönerek Genelkurmay'daki görevine devam etti. Ayrıca Dahiliye Nazırı Hacı Adil'in başkanlığındaki bir heyetle 11 Şubat 1912'de Rumeli Vilayetleri için (Kosova, Selanik ve Manastır) ittihaz olunan kararın tatbikatına geçmek üzere görevlendirildi.

Fevzi Bey, Balkan Savaşı'nın çıktığı dönemde (3 Temmuz 1912'de) 21. Yakova Nizamiye Fırkası K. Vekilliğine , daha sonra da Balkan Harbi Seferberliği'nin başlangıcında Vardar Ordusu K.' lığı Harekât Şubesi Müdürlüğü 'ne getirildi. Ordu Kurmay Başkanı Albay Halil'in İstanbul'a gitmesi üzerine de 10 Mayıs 1913'ten itibaren Kurmay Başkanlığı'na vekalet eden Fevzi Bey, Rumeli Vilayetleri'ndeki Türk egemenliğini sona erdiren Balkan Harbi'nin sonunda, 22 Haziran 1913 tarihinde İstanbul'a geri döndü. Fevzi Bey, 1913 yılının 6 Kasımı'nda Miralay (Albay) rütbesine terfi etti ve iki sene kıdem zammı alarak 2 Mart 1914 yılında Mirliva (General) rütbesini aldı. Bu dönemden sonra Fevzi Bey, kolordusu ile birlikte Birinci Dünya Savaşı'nda Çanakkale Cephesi'nde görev aldı.

3. ÇANAKKALE CEPHESİ'NDE FEVZİ ÇAKMAK

Fevzi Paşa'nın, Balkan Savaşları çıktığı dönemde 21. Yakova Nizamiye Fırkası K. Vekilliği 'nde; 6 Ağustos 1912'de Kosova Kuvay-ı Umumiye Kurmay Başkanlığ ı'nda; 29 Ekim 1912'de de Balkan Harbi Seferberliği'nin başlangıcında Vardar Ordusu K. I. Şube Müdürlüğü 'nde görevlendirildiğini daha öncede belirtmiştik. Sırp Cephesi'nde Vardar Ordusu Harekât Şube Müdürü olarak bulunan Fevzi Paşa'nın başarılı askerî faaliyetlerine rağmen, Garp Vilayetleri'nde 10 Mayıs 1913'den itibaren Türk Hakimiyeti sona ermiştir. Fevzi Paşa, Güney Gurubu Komutanlığı'na bağlı V. Ordu K. olarak 13 Temmuz'da katıldığı II. Kereviz Dere Muharebesi 'nde İngiliz ve Fransızlara karşı savaştı. Fevzi Paşa'nın Komutasındaki V. Kolordu K.' lığına bağlı IV. - VII. Tüm. Komutanlıkları cephede ve VI. Tüm. Komutanlığı ise geride bekletilmekteydi. Bu muharebeler esnasında V. Kor. Komutanlığına bağlı, VII. Tüm. Cephesi'ne yapılan İngiliz taarruzları başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Fransızlar ise IV. Tüm. Cephesi'ne taarruz etmiş fakat beklemedeki VI. Türk Tüm.'nin bölgede kullanılması üzerine düşman fazla ilerleme gösterememiştir. 13 Temmuz'da cepheye gelen Fevzi Paşa'nın komutasındaki XIII. ve XIV. Tümenler muharebeye katılmamış fakat 21 Temmuz'dan itibaren cepheye gelerek, I. Tüm. hariç yıpranmış ve yorulmuş eski tümenleri değiştirmişlerdir. Ayrıca II. Ordu Tümenleri'nin bölgeye (Kereviz Dere-Zığın Dere) gelmeleri üzerine VI. ve VII. Tümenler, Saros Gurubuna gönderilmiştir.

Fevzi Paşa, V. Kolordu Komutanı olarak 6 - 13 Ağustos 1915 tarihindeki muharebelere katılmıştır. Düşman Kirte istikametinde yapacağı taarruzlar doğrultusunda Alçıtepe'yi almayı planlıyordu. Fakat Türk direnişi karşısında amacına ulaşamayan düşman çok fazla ilerleyememiştir. 6 Ağustos'ta düşmanın taarruz ettiği Arıburnu - Conkbayırı bölgesine gönderilen VIII. ve IV. Tüm. ile yetinmeyen Vehip Paşa, 9 Ağustos'ta Fevzi Paşa'nın komuta ettiği V. Kor. Komutanlığına bağlı V. ve XIV. Kolorduların son ihtiyatları olan 41. ve 28. Alayları da bu bölgeye gönderdi. Bölgeye gönderilen bu iki alay Conkbayırı'nın düşman eline geçmemesine ve Alb. Mustafa Kemal'in 10 Ağustos tarihinde Conkbayırı taarruzuna yardımcı oldu. Eylül 1915 - 9 Ocak 1916 Mevzi Muharebeleri 'nde rahatsızlığı nedeniyle Anafartalar Kurmaylığı'ndan Alb. Mustafa Kemal'in 10 Aralık 1915'te ayrılması üzerine bu göreve Fevzi Paşa getirilmiştir. Bu muharebelerde V. Kolordu Komutanı olarak görev alan Fevzi Bey'in komutasındaki XIII. Tüm. 21 Ekim 1915'te Keşan'a hareket etti. XIV. Tümen ise 12 Ocak 1916'da bölgeden ayrıldı.

Anafartalar Grup Komutanı olarak Eylül - 20 Aralık 1915 Mevzi Muharebeleri Kuzey Grubu'nda bulunan Fevzi Paşa, Alb. Mustafa Kemal'in rahatsızlığı nedeniyle cepheden 16 Aralık 1915'de ayrılması üzerine bu göreve getirildi. Anafartalar Grup Komutanlığına bağlı II. Kor. Kh. ve IV. Tüm. 16 Ekim 1915'te cepheden ayrılarak Keşan'a gönderildi. II. Kor. Kh.'nın bölgeden ayrılması üzerine yerine XVI. Kor. Kh. teşkil edildi. Düşmanın 18 Aralık'ta başlatıp; 20 Aralık gecesi tamamladığı tahliyeden sonra bu bölgedeki birlikler Trakya'ya sevk edildi. Yeni getirilen birliklerden Çanakkale Grup Komutanlığı teşkil edildi. Fevzi Paşa'nın komutasındaki Anafartalar Grup Komutanlığına bağlı Tümenlerin bölgeden ayrılış tarihleri:

XIX. Tüm. 19 Ocak 1916

XV. Tüm. 17 Ocak 1916

XII. Tüm. 16 Ocak 1916

VII. Tüm. 15 Ocak 1916

XI. Tüm. 9 Ocak 1916

IX. Tüm. 14 Ocak 1916

VIII. Tüm. 13 Ocak 1916

4. FEVZİ ÇAKMAK'IN 1915 SONRASI ASKERÎ VE SİYASÎ FAALİYETLERİ

Fevzi Bey, Rus taarruzlarının yoğunlaştığı bir dönemde -19 Nisan 1916 - Doğu Cephesi'ne bağlı III. Mıntıka K.' lığına atandı. Daha sonra 7 Eylül 1916'da II. Kafkas Kor. K. 'lığında görevlendirildi. Böylece Fevzi Paşa, Ruslara karşı başarılı saldırılarda bulunarak; Rusların İskenderun ve Basra Körfezlerine inme planlarını tamamen ortadan kaldırdı. 5 Temmuz 1917'de Diyarbakır'da II. Ordu K. 'na atanan Fevzi Bey Şark Cephesi'nde harekât kısmen normale dönünce önce Suriye 'ye sonrada Sina ve Filistin Cephelerine gönderildi. Daha sonra Fevzi Paşa, Kanal Cephesi'nden saldıran İngilizleri durdurmak üzere Mustafa Kemal'den boşalan Halep'teki VII. Ordu K. 'na tayin edildi. Bu cephede gösterdiği başarılardan dolayı Fevzi Bey'in rütbesi 28 Temmuz 1918'de Ferik (Korgeneral)'liğe yükseltildi. Ancak bir süre sonra Fevzi Bey'in hastalanması üzerine bu göreve Mustafa Kemal Paşa tayin edildi ve Fevzi Bey İstanbul'a döndü.

Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından sonra Fevzi Paşa, Ahmet Tevfik Paşa Kabinesi'nde 24 Aralık 1918'de Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti 'nde (Genel Kurmay Başkanlığı) görev almıştır. Ayrıca Fevzi Bey, Mustafa Kemal'in IX. Ordu Müfettişi olarak Anadolu'ya geçmesini hazırlayanlardan biri olmuştur. Bu dönemde Yunanlıların bir zırhlısının İzmir'e geldiğini ve bazı askerlerin karaya çıktığını haber alan Fevzi Bey, karaya çıkacak askerlere ateş edilmesi emrini vermesi nedeniyle; işgalci devletlerin ve özellikle İngilizlerin hükümete yaptıkları baskı sonucu 14 Mayıs 1919'da görevinden azlettirildi. 28 Nisan 1919'da Rumeli'ye giden Heyet-i Nasiha içerisinde bulundu. Daha sonra 14 Mayıs 1919'da I. Ordu Kıtaatı Müfettişliği 'ne atandı. 3 Kasım 1919'da Meclis-i Vükela kararlarıyla Sivas'a gitmesi karalaştırılan heyete dahil edildi. Ancak Fevzi Paşa'nın Milli Mücadeleyi bastırmak ve Mustafa Kemal'i tutuklatmak üzere geldiği söylentileri Sivas'ta Fevzi Paşa aleyhine bir hareketin doğmasına neden oldu. Fakat Fevzi Paşa ile görüşen Kâzım Karabekir onun böyle bir düşüncesi olmadığını anlamıştır. Fevzi Paşa Sivas'tan döndükten sonra 31 Aralık 1919'da Askerî Şura Üyeliği 'ne atanmıştır. Daha sonra Ali Rıza Paşa ve Salih Paşa kabinesinde, 3 Şubat 1920 'de Harbiye Nazırı olarak görev aldı. 3 Mart 1920'de Ali Rıza Paşa'nın istifasıyla açığa alındı ve 8 Mart 1920 tarihinde kurulan Salih Paşa kabinesinde tekrar Harbiye Nazırı olarak görevlendirildi. Fakat 8 Nisan 1920'de kabinenin istifasıyla Fevzi Paşa'nın görevi son buldu. İngilizler, İstanbul'u resmen işgal edince Fevzi Paşa İstanbul'da yapılacak bir şey kalmadığını düşünerek 27 Nisan 1920 'de gizlice Ankara'ya gitti. 3 Mayıs 1920'de Feke Kazası Belediye ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti tarafından TBMM'ne Kozan Milletvekili olarak girdi. Daha sonra kurulan ilk hükümette Milli Müdafaa Veki li, İcra Vekilleri Heyeti Müşirliğe Başkanlığı ve Ankara'da kurulan Meclis hükümetinin ilk başkanlığını yaptı. Fevzi Paşa bu son görevinde iken düzenli ordunun kurulmasında önemli hizmetleri oldu.

Fevzi Paşa hakkında Divân-ı Harp tarafından 24 Mayıs 1920'de verilen idam kararı, 27 Mayıs 1920'de pâdişah tarafından onaylandı. II. İnönü Savaşı'nın kazanılmasından sonra 3 Nisan 1921 'de 1.Ferik 'liğe (Orgeneral) terfi eden Fevzi Paşa, İsmet İnönü'nün yerine 5 Ağustos 1921'de Milli Müdafaa Vekilliği 'nden istifa ederek Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisliğine getirildi. Fevzi Paşa gerek II. İnönü gerek daha sonra yapılan Eskişehir-Kütahya, Sakarya ve Başkumandanlık Meydan Savaşları'nda gösterdiği başarılardan dolayı rütbesi 31 Ağustos 1922'de, Müşir liğe (Mareşal) yükseltildi. Fevzi Paşa, 27 Ekim 1922'de Genel Kurmay Başkanlığı'nın yanı sıra Batı Cephesi K. ' lığına atandı. Bu dönemden sonra siyasete de atılan Fevzi Çakmak BMM'nin ikinci döneminde İstanbul Milletvekili seçildi. Ayrıca yeni İcra Vekilleri Heyeti'nde 14 Ağustos 1923 yılında Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Vekilliği 'ne seçilerek; 30 Ekimde kurulan ilk Cumhuriyet Hükümeti'nde yerini korudu. Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Vekilliği'nin kaldırılmasıyla; Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisliği 'ne atanan Mareşal Fevzi Çakmak 30 Ekim 1924'e kadar askerlik görevinde bulundu. 31 Ekim 1920'de askerlik görevini, siyasete tercih ederek İstanbul Milletvekilliği'nden istifa etti. Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisliği görevini 23 yıl yaptıktan sonra 12 Ocak 1944'de Askerî ve Mülkî Tekaüt Yasası'na göre Tahdit-i Sin yani yaş haddinden dolayı emekliye ayrıldı. VIII. Dönemde TBMM'de Demokrat Parti listesinden bağımsız aday olarak İstanbul Milletvekili seçildi. 5 Ağustos 1946'da Meclise katılan Fevzi Paşa, partisinden ayrılarak; 19 Temmuz 1948'de Millet Partisi'nin kurucu üyeleri arasında yer aldı.

Mareşal Fevzi Çakmak sağlam karakterli, dinine bağlı bir komutandı. Geniş bir kültüre sahip olan Fevzi Paşa tarih ve edebiyata meraklıydı. İngilizce, Fransızca, Arapça ve Farsça yanında bazı balkan dillerini de bilmekteydi. Fevzi Paşa, politikadan hoşlanmadığı gibi ordunun da politikadan uzak durması için çaba göstermiştir. Fevzi Paşa'nın Harb Akademisi'nde verdiği konferanslar kitap halinde Garb-i Rumeli'nin Suret-i Ziya ve Balkan Harbinde Garp Cephesi Harekâtı adıyla yayımlanmıştır. Ayrıca Büyük Harpte Şark Cephesi Harekâtı adlı bir eseri de vardır.

styla45 04-21-2010 02:08 AM

ALİ FUAD CEBESOY

(1882 - 1968 )

1. ALİ FUAD CEBESOY'UN AİLESİ VE ÖĞRENİM HAYATI

Ali Fuad (Cebesoy), Eylül 1882'de doğmuştur. Babası İsmail Fazıl Paşa , annesi ise Zekiye Hanım dır. İsmail Fazıl Paşa, ilk BMM hükümetinde Nafıa ( İmar ve İskan) Vekilliği yapmış; emekli bir Korgeneraldir. Öğrenim hayatına 1893 yılında tamamladığı Erzincan Askerî Rüşdiyesi ile başlayan; Ali Fuad Bey 1894 yılında Saint Joseph Fransız Lisesi 'ne devam etti. Asker bir ailenin çocuğu olmasına rağmen İsmail Fazıl Paşa, Ali Fuad'ın Harb Okuluna girmesini istemiyordu. Ali Fuad'ın askerlik mesleğini seçmesini engellemek içinde bu Fransız Lisesi'ne kaydettirdi. (Böylece Ali Fuad gençlik yıllarında Batı kültürüyle tanışmış, öğrendiği Fransızca ise onun siyasî ve diplomatik hayatında önemli bir rol oynamıştır.) 1899 yılında bu Liseyi bitiren Ali Fuad 13 Mart 1899'da girdiği Harb Okulu' nu, 10 Ocak 1902'de bitirdi. Aynı yıl Harp Akademisi' ne devam eden Ali Fuad, Akademide Kurmay sınıfına ayrıldı. 11 Şubat 1905'de Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle Akademisi'nden mezun olup, stajını yapmak için V. Ordu emrinde Şam'a tayin edildi. Bu görevinde Ali Fuad 28. Süvari Alayı ve 15. Topçu Alayı ardından da 16. Nişancı Taburu 'nda staj yaptı. 28 Haziran 1906'da III. Ordu Kurmaylığı 'na atanan Ali Fuad; III. Ordu Sahra Topçu Alayı'nda stajını tamamladıktan sonra, Numune Sahra Topçu XV. Alayın Tabiye Öğretmenliği ile görevlendirildi. 20 Haziran 1907 tarihinde Kolağas ı rütbesine terfi etti. Sisam Kareferya Mıntıkası'nda patlak veren isyanı bastırmak için görevlendirilerek; kendisinden boşalan yere okul ve yakın arkadaşı olan Mustafa Kemal'in tayin edilmesini sağladı. Kareferyadaki görevi bittikten sonra da13 Mart 1908'de, Selanik'te III. Süvari Tümen Kurmay Başkanlığı 'na atandı.

2. BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI BAŞLARINDA ALİ FUAD CEBESOY

Genç Subayların yetişmeleri için yurtdışına Ataşe Militer olarak tayin edilmeye başlanması üzerine Ali Fuad, 9 Şubat 1909'da Roma Sefareti Ateşe Militerliği'ne tayin edildi. Bu görevi sırasında siyasî ve askerî hizmetlerde bulunarak Almanya, Avusturya, Fransa ve İsviçre başkentleriyle bu ülkelerin belli kentlerini gezme olanağı buldu. Ağustos 1910'da İtalyan Ordusu'nun Manevralarına katılarak İstanbul'da Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti 'ne İtalyanların yakın bir tarihte Trablusgarp ve Bingaziye Osmanlı Devleti'ne Harp ilan etmek suretiyle yapacakları çıkarma harekâtının esasları hakkında raporlar vermiştir. İtalyanların 1911'de Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etmesiyle İstanbul'a dönmüştür.

1 Ekim 1911'de Rumeli Garp Ordusu'nda I. Şube Müdürlüğü 'ne getirilen Ali Fuad, 25 Kasım 1911'de Binbaşı rütbesine terfi etti. 20 Şubat 1912'de geçici bir görevle I. Ordu Kurmaylığı' nda, İpek ve Yakova'nın isyancılardan kurtarılması için VII. Kor. Tarafından oluşturulan Müfreze Komutanlığı 'nda görevlendirildi. Trablusgarp'a yapılacak silah ve cephane nakliyatı ile İtalya'nın kara ve deniz kuvvetleri için bilgi toplamak amacıyla 24 Haziran 1912'de görevlendirildi. Ali Fuad bu görevinden sonra, 29 Eylül 1912'de Yanya Kor. Kurmay Başkanlığı 'na ayrıca 10 Kasım 1912'de başarısız olarak görevden alınan Cevdet Paşa'nın yerine 23. Tüm. K. Vekilliği 'ne atandı. Bu görevi sırasında ağır bir şekilde yaralanan Ali Fuad, Atina'da bir hastaneye götürüldü. Burada 1,5 aylık tedavinin ardından serbest bırakıldı. Serbest bırakıldıktan sonra Genel Kurmay II. Şube Müdürlüğü' ne tayin edildi. Bu görevin ardından 8 Ocak 1914'de VIII. Ordu Kurmay Başkanlığı 'nda görevlendirilerek; Balkan Savaşı'ndaki başarılarından dolayı 1 Mart 1914'de Kaymakamlık rütbesine yükseltildi.

3. ALİ FUAD CEBESOY BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI'NDA

Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasıyla Binbaşı Ali Fuad Bey, önce Filistin daha sonrada Çanakkale , Kafkas (Doğu Anadolu) ve tekrar Suriye , Filistin Cephelerinde Tüm. ve Kor. Komutanlıkları yapmıştır. Ali Fuad Bey, 14 Ekim 1914 Kanal'a taarruz edecek olan ordunun merkez kuvvetini teşkil teşkil eden 25. Fırka K.' lığına tayin edildi. Böylece I. Kanal harekâtının yükü ileride yarbaylığa yükselecek olan Ali Fuad Bey'in yönetimine geçti. Fakat Ali Fuad Bey'in başarılı askerî faaliyetlerine rağmen maalesef 3 Şubat 1915'de Süveyş Kanalını geçme girişimleri başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

3.1. ÇANAKKALE CEPHESİN'DEKİ FAALİYETLERİ

14 Ekim 1914'de vekaleten 25. Fırka K. 'lığına detirilen Ali Fuad Bey, 30 Kasım 1914'de asaleten bu göreve atandı. Daha sonrada 25. Fırka K. olarak Çanakkale Savaşlarına katıldı.

Yarbay Ali Fuad'ın Komutasında bulunan 25. Tüm. , IV. Ordu emrinden alınıp; I. Ordu Kuruluşu' na bağlandı. 2 Haziran 1915'de boğazlar bölgesine taşınmaya başlandı. Çünkü itilaf Devletleri Donanması, Çanakkale'yi zorla geçmeye teşebbüs etmişti. Fakat itilaf Devletleri bu teşebbüsünden bir sonuç alamadı. Müttefik Ordusuyla deniz taarruzundan sonra kara savaşlarınında yapılacağı düşünülmekteydi. Bunun üzerine Başkumandan vekili olan Enver Paşa, VIII. ve X. Tüm.lerin ardından Ali Fuad Paşa'nın komutasındaki 25. Tüm.'inde taşınacağını IV. Ordu K. olan Cemal Paşa'ya bildirdi. Böylece 24 Mayıs 1915'den itibaren sevkedilmeye başlanan 25. Tüm. , 2 Haziran 1915'te boğazlar bölgesine taşınmaya başlandı. Ayrıca 25. Tüm. IV. Ordu kuruluşu olmaktan çıkartılıp I.Ordu XVII. Kor. emrine verildi. 25. Tüm.'in İstanbul'a gelmesinden sonra Liman Von Sanders'in Saros ve Bolayır bölgesine çıkarma yapılacağı konusunda ısrar etmesi üzerine 25. Tüm. 25 Ağustos'tan itibaren bu bölgeye nakledilmeye başlandı. 29 Ağustos'ta ise 25. Tüm. ilk kuvvetleriyle Saros ve Bolayır bölgesine geldi. Fakat 1915 yılı sonlarında Çanakkale taarruzlarından sonuç alamayan İtilaf Devletleri Bulgaristan'ında savaşa girmesiyle Berlin-İstanbul yolunun açılmasından çekinerek Çanakkaleyi boşaltmaya kara verdiler. Bu durum üzerine düşmanın tahliyesinden sonra Çanakkale Grubu Komutanlığına bağlı Ali Fuad Paşa'nın komutasındaki 25. Tüm. muharebelere katılamadı. Daha sonrada Suriye cephesine gönderildi.



4. 1915 SONRASI ASKERİ VE SİYASİ FAALİYETLERİ

Çanakkale Cephesi'nin açılmasıyla büyük ölçüde Çanakkale'ye bağlanan Türk kuvvetleri Çanakkale'de kazanılan zaferin ardından ülkenin diğer bölgelerine sevk edildi. Çanakkale'den çekilen İngilizlerin Mısır'da taarruza başlayacağını öğrenen Başkumandanlık Vekaleti II. Kanal Seferi için Yarbay Ali Fuad, 13 Şubat 1916'da XIV. K. 'lığında görevlendirildi. I. Kanal Seferine erleri Suriyeli olan 25. Tüm. ile katılan Yarbay Ali Fuad, II. Kanal Seferine erlerinin tamamı Türk olan XIV. Tüm. ile katıldı. Bu görevi sırasında Suriye daha sonra Diyarbakır üzerinden Çapakçur Mıntıkası'nda meydana gelen savaşlara katıldı. Ayrıca XIV. Tüm., II. Ordu III. Kolordu kuruluşuna bağlandı. 30 Eylül 1916'da Bitlis çevresinde bağımsız olarak görev yapan XVI. Kolorduya bağlı V. Tümen Kumandanlığı'na atanan Yarbay Ali Fuad, Ocak 1917'de Ordu Kurmay Başkanlığı'na daha sonra da 30 Mayıs 1917 de III. Tümen Komutanlığı 'na tayin edildi. Daha sonra Sina-Filistin Cephesi'ne tayin edildiğinden Kafkas Cephesi'nden ayrıldı. Yarbay Ali Fuad, Filistin cephesinde Yıldırım Orduları Kumandanlığı kurulmasından sonra 29 Haziran 1917 de XX. Kolordu Komutanlığı' na atandı. Bu görevi sırasında Filistin de taarruza geçen İngilizlere karşı yaptığı başarılı hareketler neticesinde 21 Aralık 1917 de Mirliva rütbesini aldı. Filistin Cephesi'nde 19 Eylül 1918'den itibaren başlayan muharebelerden sonra Türk Orduları Halep'in kuzeyine çekildi. Nihayet 30 Ekim 1918 yılında ateşkesin imzalanmasıyla birlikte İstanbul'a çağrılan Liman Von Sanders'in yerine Yıldırım Orduları Grup Kumandanlığı 'na Mustafa Kemal Paşa getirilerek VII. Ordu Kumandanlığı vekaletine ise XX. Kolordu Kumandanlığı uhdesinde kalmak üzere Ali Fuad paşa getirildi. 25 Şubat 1919'da II. ve VII. Ordular dağıtılarak Yıldırım Gurubu Kumandanlığı adını alan makama bağlandı. Ali Fuad Paşa'da XX. Kolordu Kumandanlığı 'na atanarak; Konya'ya gitti. Fakat daha sonra karargahıyla birlikte 13 Mayıs 1919'da Ankara'ya gelen Ali Fuad Paşa, 21-22 Haziran'da Amasya Genelgesini imzaladı. İstanbul Hükümeti tarafından 26 Ağustos 1919 da azledilen Ali Fuad Paşa görevini bırakmayarak, 9 Eylül 1919'da Sivas Kongresi kararları doğrultusunda Garb-i Anadolu Umum Kuvay-ı Milliye Kumandanlığı' na atandı. Bu olaydan sonra İstanbul Hükümeti tarafından merkeze çağrılan Ali Fuad Paşa, 29 Ekim 1919'da Ankara Merkez Hastanesi'nden aldığı raporla istirahate ihtiyacı olduğu ve Ankara'da kalmasının gerekli olduğunu belirtti.

Bu askerî görevlerin ardından siyasetle de uğraşan Ali Fuad Paşa, BMM I. Dönemi için yapılan seçimlerde Ankara Millet Vekili seçildi. Divân-ı Harp tarafından 11 Mayıs 1920'de idama mahkum edilen Ali Fuad Paşa daha önce 25 Haziran 1919'da Ordu Komutanı sıfatıyla Garp Cephesi Komutanlığı 'nda görevlendirilmişti. Aynı zamanda bu dönemde siyasi sıfatını da taşımaktaydı. Garp cephesinde Yunanlılara karşı girişimlerde bulunan Ali Fuad Paşa, 9 Kasım 1920 tarihinde Moskova Büyük Elçiliği 'ne atandı. Moskova Büyük Elçiliği'nin Ruslar tarafından basılmasından sonra gelişen olaylarla Moskova'dan hareket eden Ali Fuad Paşa, 2 Haziran 1922 tarihinde Ankara'ya geldi. Ankara'ya geldikten sonra Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanlığı , TBMM II. Başkanlığı ve geçici başkan seçilerek TBMM'nin II. Dönemi'nde yine Ankara Milletvekili olarak meclise girdi. Ali Fuad Paşa, 13 Ağustos 1923'de Ferik rütbesine yükseltildi. 21 Ekim 1923'de II. Ordu Müfettişliğ i'ne atanan Ali Fuad Paşa aynı zamanda milletvekili olduğu için 31 Ekim 1924 de müfettişlikten istifa ederek tekrar meclise döndü. Bununla beraber TPCF'nin kurucuları arasında yer alan Ali Fuad Paşa, bu partinin Umum-i Kâtibi olarak görev aldı. İzmir suikasti ile ilgisi olduğu sanılan Ali Fuad Paşa, İstiklal Mahkemesi'nde yargılanarak 15 Temmuz 1926'da tahliye edilince meclise döndü. Ne yazık ki Kasım 1927'de ordudan açığa alınarak 5 Aralık 1927'de emekliğe ayrıldı. Bununla beraber 5. , 6. ve 8. Dönemlerde Konya'dan bağımsız Millet Vekili; 9. Dönem'de Eskişehir 10. ve 11. Dönemler'de İstanbul Millet Vekili olarak TBMM'ne girdi. Bu arada Nâfia Vekili olarak 3 Nisan 1939 - 8 Mart 1943 yılları arasında görev alarak; 7 Ağustos 1943 - 9 Mart 1946 döneminde Münakalât Vekili (Ulaştırma Bakanı) ve 30 Ocak 1948 - 1 Kasım 1948 döneminde TBMM Başkanı olarak görev yaptı. Ayrıca 14 Nisan 1959 tarihinde Atlantik Kongresine katılmak üzere Fransa'ya giden Ali Fuad Cebesoy, Meclis'in kapatılmasıyla aktif siyasî hayattan çekildi. Ali Fuad Cebesoy, - 85 yaşında iken - 10 Ocak 1968'de İstanbul'da vefat etti.

Türk Milleti'nin adeta bir destan yazdığı ve Avrupa'nın sömürgeci uygarlığına karşı üstün başarılar kazandığı Gelibolu Yarımadası'ndaki çarpışmalar, 1915 yılının Ekim ayında hemen hemen durdurulmuştur. İtilaf Kuvvetleri 6 Aralik'ta Anafartalar, Seddülbâhir ve Arıburnu Cepheleri'ni boşaltarak Çanakkale Savaşları'nın bitirilmesine karar verdiler. Türk Ordusu Çanakkale'de 6 ay süreyle yarım milyona varan bir kuvvete karşı koyarak müttefiklerine önemli bir yardımda bulunduğu gibi Birinci Dünya Savaşı'nın kaderini değiştirmiş ve Rus Çarlığı'nın çökmesine neden olmuştur. Karma bir yönetim ve çok az bir cephaneyle yürütülen savaşlar sonunda Türk Ordusu 55.000 şehit, 100.000 yaralı, 10.000 kayıp ve 25.000'i hastalıktan ölmek üzere 190.000 kişi yitirdi. İtilaf Devletleri'nin kayıplarıysa 13.000 ölü, 72.000 yaralı ve 30.000 kayıp olmak üzere 145.000'İtilaf Devletleri bulmuştur.

Çanakkale Savaşları'nın devam ettiği dönemde İtilaf Devletleri, Rusya'nın baskısıyla yaptıkları anlaşma sonucu; Boğazlar ve İstanbul'u bu ülkeye vaat etmeleri İtalya'yı yeniden İtilaf Devletleri'nin yanına çekmişti. Fakat İtilaf Devletleri'nin Çanakkale'de kara ve deniz savaşlarındaki yenilgisi, Bulgaristan'ı Müttefikler'in arasında yer almaya itti. Böylece Almanya ile Osmanlı Devleti arasında bir köprü kurulmuş oldu. Türk Ordusu'nun Çanakkale Savaşları'ndaki üstün başarıları savaşın üç yıl daha uzamasına Rusya'nın İtilaf Devletleri ile ilişki kuramamasına ve Rusya'da 1917 yılında Bolşevik İhtilali'nin patlamasına yol açtı. 3 Mart 1918'de savaştan çekilen Sovyetler, Doğu Anadolu'da işgal altında tuttukları yerlerden çekildikleri gibi Berlin Anlaşması (1878) ile ele geçirdikleri Kars, Ardahan ve Batum'u da Türkiye'ye geri verdi. Böylece Türkiye ile SSCB arasında Kurtuluş Savaşı yıllarında daha da gelişecek olan ilişkilerin temelleri atılmış oldu.

Sınırlarını meridyen hesabıyla yapan Avrupa'nın en güçlü sömürgeci ülkeleri İngiltere ve Fransa'nın öncülüğünde, İstanbul'u ve Boğazları ele geçirmek amacıyla açılan Çanakkale Cephesi'ndeki savaşlar Türk Ordusu'nun ve Türk Milleti'nin üstün başarılarıyla zaferle sonuçlanmıştır. Böylece Çanakkale Savaşları'ndan beklemedikleri bir mağlûbiyet alan İtilaf Devletleri'nin yenilmezlik unvanına Türk Milleti son vermiştir. Tabiki bu savaşların kazanılmasında kadın, erkek, çocuk, her neferiyle bütün Türk Milleti'nin ve tabiki Türk Ordusu'nun vatan sevgisine borçlu olduğumuz da bir gerçektir. Ayrıca Çanakkale Savaşları'nın kazanılmasında Türk Milletini bir bütün yapan ve savaşın kazanılacağından hiç şüphe duymadan cephelerde savaşan komutanlarımızı da unutmamak gerekir. Bu çalışmamda Balkan Savaşlarında, Birinci Dünya Savaşı'nda ve Milli Mücadelemizde görevler alan Kâzım Karabekir, Fevzi Çakmak ve Ali Fuad Cebesoy'un faaliyetlerinden bahsettik. Çanakkale Savaşları'nın kazanılmasında önemli görevler alan adı geçen komutanlar kendilerine verilen görevleri üstün başarılarla yerine getirmişlerdir. Sonuç olarak Çanakkale Cephesinde ve Milli Mücadelemiz sırasında ölüm-kalım mücadelesi vererek çarpışan Türk Milletinin her ferdine , Türk Ordusunun her komutanına şükranlarımızı sunuyor ve bir kez daha yad ediyoruz.

styla45 04-21-2010 02:08 AM

MUSA KAZIM KARABEKİR (1882-1948)


1. MUSA KÂZIM KARABEKİR'İN AİLESİ VE ÖĞRENİM HAYATI

Asker, Milli Mücadele Kahramanı ve siyaset adamı olan Musa Kâzım Karabekir miladi 1882 - Rumi 1298 - yılında İstanbul'un Küçük Mustafa Paşa semtinde dünyaya gelmiştir. Babası, Osmanlı Ordusu'nda paşalığa kadar yükselmiş olan Mehmet Emin Paşa, annesi ise Hacı Havva Hanımdır. Mehmet Emin Paşa görevi nedeniyle pek çok şehir dolaşmış ve son görev yeri olan Mekke'de kolera hastalığına yakalanarak; 1893 yılında vefat etmiştir. Kâzım Karabekir'in annesi ise Mehmet Emin Paşa ölünce İstanbul'a göç etmiş ve 1917'de İstanbul'da vefat etmiştir. Kâzım Karabekir, ailesiyle birlikte Mekke'ye göç etmeden önce İstanbul'un Zeyrek semtinde İlkokula başlamıştı. Böylece öğrenim hayatı boyunca Kâzım Zeyrek adıyla anıldı. Çünkü soyadı kullanımının olmadığı bu dönemde örenciler okullara kaydedilirken oturdukları il, ilçe veya semt adlarıyla çağrılırlardı. Kâzım Karabekir'de İstanbul'da ailesinin oturduğu Zeyrek semtinden dolayı Kâzım Zeyrek adıyla anılmıştır. 1894 yılında İstanbul'da Fatih Askeri Rüştiyesi'ne giren Kâzım Karabekir, 1896 yılında bu askeri ortaokulu bitirerek, 1897 yılında da Kuleli Askeri İdadisi'ne girdi. Kâzım Karabekir, Askeri Lise'yi 1899'da bitirdi ve ardından askeri lisenin devamı niteliğindeki Pangaltı Harbiye Mektebi ' ne 14 Mart 1900 tarihinde girdi. Harbiye'den 6 Aralık 1902'de Mülazım-ı Sâni (Teğmen) rütbesiyle, piyade sınıfının birincisi olarak; 1318 - P.1 sicil numarasıyla mezun oldu. Kâzım Karabekir, bu okulun ardından Harb Akademileri'nin karşılığı olan ve kurmay subay yetiştiren Erkan-ı Harbiye Mektebi ' ne devam ederek, 5 Kasım 1905'te bu okulu Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle bitirdi. 10 Kasım 1905'te Edirne'deki II. Ordu'ya daha sonra da 11 Ocak 1906'da III. Ordu'ya verilen Kâzım Karabekir; XIII. Süvari Topçu Alayı, XV. Süvari Avcı Taburu ve Manastır Mıntıka K.' lığı Erkan-ı Harbiyesi'nde görev aldı.

2. BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞINA KADAR ASKERÎ FAALİYETLERİ

Daha öncede belirttiğimiz gibi askerlik görevine Manastır'da başlayan Kâzım Karabekir, stajını tamamladığı bu bölgede Manastır Mıntıkası Kurmay Başkanlığı'nda görev aldı. Daha sonrada Manastır Mıntıka Müfettişliği'ne tayin olan Kâzım Karabekir bu görevi sırasında Rum ve Bulgar çeteleri ile yapılan çatışmalarda bulundu ve Bulgar çetesinin imhasında gösterdiği başarılardan dolayı 19 Ağustos 1907'de Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) rütbesine yükseltildi. Kâzım Karabekir bu başarısının ardından 6 Eylül 1907'de İstanbul Harb Okulu Tabiye Öğretmen Yardımcılığı'na atandı. 19 Kasım 1908 tarihinde Edirne'deki II. Ordu'nun III. Piyade Tümeni Kurmay'lığında görev alan Kâzım Karabekir, 31 Mart Vakası'nın meydana gelmesi üzerine Harekât Ordusu'na katılarak Mürettep II. Fırkanın Kurmay Başkanı olarak İstanbul'a geldi. 1 Nisan 1910'da Arnavutluk Ayaklanması'nın bastırılması için düzenlenen Mürettep Kolordu'da I. Şube Müdürü ve 15 Ocak 1911'de X. Edirne Tümeni Kurmay Başkanlığı'nda görevlendirildi. Soyadı kullanımının gerçekleşmediği bu döneme kadar Kâzım Zeyrek olarak anılan Kâzım Karabekir, 15 Nisan 1911'de Harbiye Bakanlığı'na verdiği dilekçe ile atalarının ismi olan Karabekir namını soyadı olarak aldı. Kâzım Karabekir, 9 Nisan 1912'de Bulgar Hududu Edirne Kısmı Komiserliği'ne atandı ve 27 Nisan 1912'de Binbaşı rütbesine yükseltildi. I. Balkan Savaşı sırasında Edirne/Kale Muharebeleri'nde (18 Ekim 1912 - 26 Mart 1913 ) X. Tümenin Kurmay Başkanlığı'nı yapmıştır. Bu savaş sırasında Edirne Kalesi'nin teslim olması ile 28.500 kişi Bulgarlar tarafından esir edildi. Kâzım Karabekir'de 22 Nisan 1913'te Bulgar'lara esir düştü. 21 Ekim 1913'te Bulgaristan ile imzalanan antlaşma sonucu esirlikten kurtulan Kâzım Karabekir; 2 Aralık 1913'te Balkan Savaşı sırasında, Rus halkının uğradığı zararın tespiti için oluşturulan Türk - Bulgar - Rus karma komisyonunda Türk Temsilcisi olarak bulunan Kâzım Karabekir daha sonrada General Liman Von Sanders başkanlığında, Türk Ordusu'nun ıslahı amacı ile gönderilen Alman Askeri Heyeti İstanbul'a gelince, 11 Ocak 1914'te Genel Kurmay İstihbarat Şubesi Müdür Yardımcılığı'nda görevlendirildi. 28 Mayıs 1914'te Birinci Dünya Savaşı öncesinde Kâzım Karabekir, uzunca bir dönem Avrupa'ya gönderildi. Bu görev Viyana, Münih, Hamburg, Paris ve İsviçre'yi kapsıyor ve buralardaki Askeri Ataşelerin nasıl çalıştıklarını yerinde incelemek amacını taşıyordu.

3. BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI BAŞLARINDA KÂZIM KARABEKİR

Avrupa'nın genel bir savaşa sürüklendiği bu dönemde Kâzım Karabekir görevli olarak Paris'te bulunmaktaydı. Fakat bu durumu fark eden Kâzım Karabekir, 14 Temmuz 1914'te İstanbul'a geri dönerek; 3 Ağustos 1914'te Genel Kurmay II. (İstihbarat) Şube Müdürü olarak görevlendirildi. Karabekir'in savaş konusundaki düşünceleri;

¨ "İstanbul ve Çanakkale boğazlarını kuvvetlendirmek,

¨ Boğazlardaki kuvvetleri desteklemek,

¨ Savaşa girmekten mümkün olduğunca kaçınmaktı. "

Kâzım Karabekir, Genel Kurmay'daki görevini devam ettirirken, Konya'ya bir soruşturma sebebiyle gönderilmişti. 29 Kasım 1914'te "Üç Yıl Hazerî Kıdem Zammı" alarak; 9 Aralık 1914'te Yarbay rütbesine yükseltildi. Yarbay Kâzım Karabekir, 6 Ocak 1915'te Mürettep I. Kuvve-i Seferiye K.'ı olarak İran Harekatına gönderildi. Karabekir, Halep'e geldiğinde, III. Ordu'nun Sarıkamış'da büyük bir felakete uğramış olduğunu, komutasına verilen kuvvetlerin Doğu Cephesi'ne kendisinde Süleyman Askeri Bey'in yerine Irak Havalisi Kuvvetleri K.' lığına ve Basra Valiliğine atandığını öğrendi. Böylece Süleyman Askeri Bey'in yerine geçmek üzere İstanbul'a geldi.

4. ÇANAKKALE CEPHESİ'NDE KÂZIM KARABEKİR

Karabekir Paşa, 6 Mart 1915 tarihinde İstanbul'a gelince V. Kolordu'ya bağlı İstanbul - Kartal'da bulunan XIV. Tümen K.' lığına atanmıştır. Bu görevde bulunduğu esnada Kâzım Karabekir, Maramara Denizi ve Karadeniz kıyılarının tahkimatı ile uğraşmıştır. Ancak XIV. Tümen'in Çanakkale'ye - Gelibolu'ya - gönderilmesi ile bu bölgede Seddülbâhir ve Kereviz Deresi'ndeki (12-13 Temmuz 1915) savaşlarda bulunmuştur. Kâzım Karabekir'in Kereviz Dere'de bulunduğu sıralarda Fransızlar, Haziran'dan itibaren Zığın Dere ve Kereviz Dere bölgelerinde taarruzlar yapmakta idi. Fransızların amacı; Türk Ordusu'nun dikkatini güney bölgesine çekmekti. Böylece Ağustos ayında Anafartalara yapılacak olan çıkarmanın başarısını garanti altına almak istiyorlardı. Fransızların planı amacına ulaştı ve Türk Kuvvetleri'nin çoğu güney bölgesine kaydırıldı. Bu amacın gerçekleşmesi için İngilizler I. Tüm. ile Türk kanadına, Kereviz Dere bölgesine, 12 Temmuz sabahı saat 07:00'de taarruza başladılar. Türk Tüm.'leri batıdan itibaren XI., I., VII. ve IV. Tüm.'ler cephede, VI. Tüm. geride bekletilmekte idi. VII. Tüm. cephesine taarruz eden İngiliz Tüm.'nin her iki günündeki taarruzları da başarısızlıkla sonuçlandı. IV. Tümen cephesine taarruz eden Fransızların taarruzları ise beklemedeki VI. Tüm.'inde bölgede kullanılması üzerine gelişme gösteremedi. Birkaç metrelik ileri geri hareketler şeklinde gelişen muharebede oldukça fazla kan döküldü ve Türk kaybı 9700 kişiye ulaştı. Karabekir, Kereviz Dere Muharebeleri sırasında V. Kolordu Komutanlığına bağlı - yarbay rütbesiyle - XIV. Tümen Komutanı olarak bulunmaktaydı. Bu görevi sırasında 6 -13 Ağustos 1915 Muharebelerinde de görev almıştır. Bu muharebeler sırasında düşman Arıburnu ve Anafartalar bölgesine, çıkarma ile takviye ederek yapacağı taarruza karşılık güney cephesinden Türk Kuvveti kaydırılmasın diye 6 - 7 Ağustos günleri bu cephenin merkezine Kirte istikametine taarruzlar düzenlediler. Ancak her iki taarruzda zayiat verilerek püskürtüldü. Sonraki küçük çaptaki taarruzlarda sonuçsuz kaldı. Bundan sonrada bu cephede düşmanın tahliyesine kadar mevzii muharebeleri devam etti. böylece düşman, çıkarmanın ilk günü almayı plânladığı Alçıtepe'yi ele geçiremedi. Her yönden sayıca üstün olmasına karşın Türk direnişi karşısında sadece 5. Km. ilerleyebildi. Bu muharebeler sırasında düşmana karşı 3,5 ay başarıyla savaşan Karabekir, askerî kişiliği açısından takdir toplayarak Muharabe Gümüş Liyakat Madalyası ile ödüllendirildi. Ayrıca Almanya'dan da İkinci Rütbeden Kron Dö Braş Kılıçlı Nişanı aldı. Kâzım Karabekir Paşa, Eylül 1915 - 9 Ocak 1916 Mevzi Muharebeleri'nde Güney Grubu Komutanlığına bağlı II. Bölge Komutanlığı'nda XIV. Tümen Komutanı olarak görevlendirildi. Muharebeler devam ettiği sırada XIV. Tümen 11 Ocak 1916'da bölgeden ayrıldı.

5. 1915 SONRASI ASKERÎ VE SİYASÎ FAALİYETLERİ

Çanakkale Cephesindeki taarruz savaşlarının, siper muharebelerine dönüşmesi ile birlikte Karabekir Paşa, Gelibolu'dan alınarak 26 Ekim 1915'te İstanbul'daki I. Ordu Kurmay Başkanlığı'na atandı. Daha sonrada VI. Ordu Kurmay Başkanı olarak Irak Cephesine gönderildi. Bu arada Kâzım Karabekir Paşa, Gelibolu'daki başarılarından dolayı "Üç Yıl Savaş Zammı" alarak 14 Aralık 1915'te Miralay ( Albay ) rütbesine yükseltildi. Miralay Kâzım Karabekir, Almanya'dan ikinci kez "Alman Demir Salib Nişanı" alarak; 24 Nisan 1916'da Kut'ül Amara'yı kuşatmakta olan XVIII. Kolordu K. olarak görevlendirildi. Bu cephedeki başarılarından dolayı Kâzım Karabekir'e 8 Şubat 1912'de yeniden "Altın Muharebe Liyakat Madalyası" ve "İki Yıllık Kıdem Zammı" verildi. Kâzım Karabekir, Cafer Tayyar ile o yıllarda yapılabilen karşılıklı yer değiştirme - becayiş - usulü ile Kafkas Cephesindeki II. Kor. K. olarak atandı. Bu Kolordu; Van Gölü'nün güney mıntıkası, Bitlis, Muş, Murat Çayı ve Palu Doğusu'na kadar olan geniş bir araziyi müdafaa etmekle yükümlüydü. Bu dönemde Osmanlı Devleti, toplam dört kolordusu olan iki ordusunu Van gölü ile Karadeniz arasında bulundurmaktaydı. Bu orduların en aşağı tarafta olanı Kâzım Karabekir'in komutanı olduğu II. Kolordu idi. Bu kolorduda on aya yakın bir süre görev yapan Kâzım Karabekir bölgedeki başarılarında dolayı 23 Eylül 1917 padişah iradesi ile yeniden "Kılıçlı İkinci Mecidi Nişanı" aldı. 31 Ekim 1920'de Ferik ( Korgeneral ) rütbesini aldı. 3 Aralık 1921'de TBMM Murahhası sıfatıyla Gümrü Antlaşması'nı imzaladıktan sonra; 18 Ekim 1921'de biten Kars Konferansı'na Türkiye Baş Murrahası olarak katıldı. Ayrıca bu konferansa başkanlık yaparak; 13 Ekim 1921'de Kars Antlaşmasını imzaladı. 15 Ekim 1922'de Ankara'ya gelen Kâzım Karabekir, Edirne Milletvekili sıfatı ile meclis çalışmalarına devam etti. 17 Şubat 1923'de - Türkiye'de ilk defa - toplanan İzmir İktisat Kongresine başkanlık yaptı ve 29 Haziran 1923'de TBMM'nin İkinci Devresi'nde İstanbul Milletvekili seçildiği dönemde; Doğu Cephesi komutanlığı görevini de fiili olarak devam ettirmekte idi. 21 Kasım 1923'de "Milli Mücadelemizde Siyasi ve Savaş Yararlılığı" görülenlere verilen yeşil ve kırmızı şeritli İstiklal Madalyası ile ödüllendirildi. Kâzım Karabekir, 21 Ekim 1923'de son askeri görevi olan I. Ordu Müfettişliği''ne atandı. 26 Ekim 1924'de bu görevinden istifa ederek sadece siyasi alanda faaliyet gösterdi.

Kâzım Karabekir, 17 Kasım 1924'de TPCF (Terakki Perver Cumhuriyet Fırkası) kurucuları arasında yer alarak; bir süre sonrada bu partinin başkanı oldu. İsmet (İnönü) Bey Hükümeti'nin Takrir-i Sukün Kanunu çıkarmasından sonra Doğuda Şeyh Sait İsyanı çıkmış ve bu isyanda TPCF'nin de rolü olduğu iddia edilmişti. Böylece 5 Haziran 1925'de Bakanlar Kurulu kararı ile TPCF kapatıldı. Ayrıca Kâzım Karabekir, bu dönemde Mustafa Kemal'e düzenlenen (İzmir'de) suikast ile ilgili olarak İstiklal Mahkemesi'nde yargılanıp, beraat eti. Kâzım Karabekir TBMM'nin ikinci Dönemi sona erince milletvekilliğine son verilmiş ve ordu açığında iken 5 Aralık 1927'de emekli olmuştur. Bu dönemden sonra uzun bir süre politikadan uzaklaşarak inzivaya çekilen Karabekir Paşa, yönetimle olan anlaşmazlığı yüzünden sıkıyönetim altında tutulması istenen 84 kişilik listenin başında yer aldı. Belki de en sıkıntılı yıllarını bu dönemde geçiren Kâzım Karabekir, sıkıntılı günlerin ardından 1939'da İstanbul Milletvekilliği'ne seçildi. 1943 - 1946 yıllarında milletvekili olarak yerini korudu ve 5 Ağustos 1946'da yapılan BMM başkanlık seçimlerimde Meclis Başkanı seçildi. Kâzım Karabekir, 26 Ocak 1948 yılında - 66 yaşında iken - geçirdiği bir kalp krizi sonucu, Ankara'da vefat etti.

Kâzım Karabekir Paşa, askerlik yaşamı boyunca önemli başarılar kazanmış bir Türk Komutanı ve siyasi bir kişiliktir. Bulgarca, Fransızca, Almanca ve Rusça bilen Kâzım Karabekir'in Sırp-Bulgar Seferi, Osmanlı Ordusunun Taarruz Fikri, Ermeni Mezalimi, Erkân-ı Harbiye Vezaifinden İstihbarat, İstiklâl Harbimizin Esasları, Cihan Harbine Neden Girdik? Nasıl Girdik? Nasıl İdare Ettik?, İttihat ve Terakki Cemiyeti, Paşaların Kavgası, Paşaların Hesaplaşması, Ermeni Meselesi, Sarıkamış-Kars ve Ötesi, İstiklal Harbimiz I-II gibi yayınlanmış eserleri vardır.


Saat Dururmu GMT +3. Şimdiki Zaman 02:29 PM.

Powered by vBulletin Version 3.8.11
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.