www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee

www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee (http://www.cakal.net/index.php)
-   Efsaneler ve Korku Hikayeleri (http://www.cakal.net/forumdisplay.php?f=248)
-   -   Şehir Efsaneleri (http://www.cakal.net/showthread.php?t=58425)

DHeMLy-CHaY 01-08-2007 04:44 PM

Şehir Efsaneleri
 
Akıllı purocu


Amerika'da bi adam çok değerli ve ender bulunan purolardan bir kutu almış ve bunları her türlü yangına karşı sigortalattırmış. Adam purolarını keyifli keyifli içmiş, sonra da tam sigortanın son taksidinin ödeme günü geldiğinde, "Purolarım seri yangınlar sonucunda yandı. Zararımı karşılayın" diyerek sigorta şirketine başvurmuş. Şirket taabi ödeme yapmayı reddetmiş. Gerekçe de, puroların "alışılmış" yöntemlerle yanmasıymış. Bunun üzerine adam da mahkemeye başvurmuş.

Hakim davayı adamın lehine sonuçlandırmış; çünkü elindeki sigorta poliçesinde "kabul edilemez yangınlar" diye bi madde yokmuş, purolar her türlü yangına karşı sigortalıymış. Şirket karşı davanın uzun süreceğini ve sonunda da başarılı olunamayacağı ihtimalinin yüksek olduğunu gördüğünden kararı kabul etmiş. Adama "zararı" karşılığında tam 15 bin Amerikan doları ödenmiş.


Olay asıl bundan sonra başlıyor: Sigorta şirketi adam parasını tahsil ettikten sonra polise başvurmuş ve purocuyu 24 kundakçılık olayından suçlu göstererek tutuklattırmış. Sigorta poliçesini ve mahkemedeki ifadesini de delil olarak mahkemeye sununca adamın kaçacak yeri kalmamış. Bizimki ender bulunan puroları bilerek ve isteyerek "kundaklamak" suçundan hepsi başına birer aydan toplam 24 ay hapis cezasına çarptırılmış!

DHeMLy-CHaY 01-08-2007 04:44 PM

30 milyarlık fatura

Beraber yaşayan bir çift ilişkisini bitirmek üzereymiş. Yalnız bu kavgalı bir ayrılıkmış. O aralarda adam uzak yere, iki haftalığına iş seyahatine çıkmış. Evden ayrılırken de kıza “Sana ait ne varsa topla götür, benim bi iğneme bile dokunma. Döndüğümde seni bu evde görmek istemiyorum” demiş.

Adam seyahatten döndüğünde, korktuğunun aksine, kız arkadaşının sadece şahsi eşyalarını toplayıp gittiğini görmüş. Ortalık son derece düzenli, herşey yerli yerindeymiş. Yalnız yatak odasına girdiğinde telefonun açık olduğunu farketmiş, ahizeyi kulağına götürmüş ama karşıda kimse yokmuş. Bi süre sonra bi kadının konuşmasına benzer bi’şeyler duymuş ama çok parazit olduğundan hiç bir şey anlamamış ve telefonu kapatmış. Ama bir kaç hafta sonra telefon faturası geldiğinde acı gerçek ortaya çıkmış. Faturanın tutarı tam tamına 30 milyarmış. Bu paranın neredeyse tamamı, Almanya’daki otomatik hava tahmin raporu veren bi numarayla yapılan uzun görüşmeden kaynaklanıyormuş.

DHeMLy-CHaY 01-08-2007 04:44 PM

Gökten düşen inek

Japon Denizi’nin ortasında, bi gemi enkazına tutunmuş 3-4 Japon balıkçı, Sahil Güvenlik tarafından kurtarılmış. Yetkililer o gün havanın son derece açık olmasına rağmen gemilerinin nasıl olup da battığını sorduğunda, balıkçılar inanılması güç bi hikaye anlatmış. Güya gökten, güvertenin tam ortasına kocaman bi inek düşmüş. Bunun açtığı delik yüzünden de gemileri bir kaç dakika içinde batış. Sahil Güvenlikçiler inanmamış tabi bu hikayeye. Adamlardan şüphelenip gözlem altına almışlar. Balıkçılar birkaç hafta nezarette kaldıktan sonra serbest bırakılmış. Çünkü adamlar gerçekten de yalan söylemiyormuş:

O dönemde bi Rus askeri uçağı Japonların hava sahasını ihlal etmiş. Japon hükümeti de doğal olarak Rusya’dan olayı soruşturmasını istemiş. Rusların istemeye istemeye, yarım ağız yaptığı açıklamadan sonra “gökten düşen ineğin” sırrı da çözülmüş. Dışişleri’nin gönderdiği özür mektubu aynen şöyleymiş. “Maalesef askeri kargo uçaklarımızdan birinin personeli emirlere uymayıp, kuraldışı davrandığından hava sahanız ihlal edilmiştir. Kaptan Pilot Yüzbaşı Arnsky’nin verdiği ifadeye göre uçağa, çalıntı olduğunu tahmin ettiğimiz bi inek alınmış. Ancak havalandıktan bi süre sonra soğuktan huysuzlaşan inek zaptedilemez bi şekilde sağa sola koşmaya başlamış. İneğin koşuşturmaları da uçağın dengesini bozmuş. İşte bu sırada yaşanan panik sırasında rota değişerek hava sahanıza girilmiştir. 30.000 fit yükseklikte ortaya çıkan bu problem ancak inek dışarı atılabildikten sonra çözülmüş ve eski rotaya dönülebilmiştir. Sizden, ortaya çıkan ihlal için özür dileriz. Olayın sorumluları ivedi bir biçimde cezalandırılacaktır.”

DHeMLy-CHaY 01-08-2007 04:44 PM

Soğuk hava

Amerika'nın kuzeyinde bir yerlerde yeni tanışmış iki genç haftasonu kaçamağı için bir kayak merkezine gidiyorlarmış. Dışarıda fena bir soğuk varmış, acayip de kar yağmaktaymış. Çift tanışma çabaları içinde hafiften flört vaziyette, kikirdeyerek, oynaşarak hava koşullarının elverdiği ölçüde yol almaktaymış.

Ancak kızın çişi gelmiş. Delikanlı biraz dayanmasını rica etmiş. Bir süre daha gitmişler ama kız dayanamaz hale gelmiş: "Duralım, ben arabanın arkasında hallederim" demiş. Durmuşlar, kız inmiş arabayı kendisine siper etmiş, pantolonunu indirip işini görmeye başlamış. Çocuk centilmen bir tavır içinde kafasını çevirip bir kez bile bakmadan kızı beklemiş.

Kızcağız işini bitirmiş ama ayağa kalkmaya çabalıyor, ama bir türlü kalkamıyormuş. Çünkü çömelirken kalçasını metal tampona yaslamış, hava sıfırın altında olduğundan yapışıp kalmışmış. Pantolonu inik bir vaziyette olduğundan, yeni tanıştığı çocuğa da seslenip yardım istemekten utanıyormuş. Arabayı itmiş, montunu çıkarıp, kalçasına sürterek ısıtmaya çabalamış ama nafile. En sonunda can havliyle yardım istemiş delikanlıdan.

Delikanlı zaten iyice meraklandığından kopup gelmiş ki, manzara fena. Bir süre apışıp kaldıktan sonra, durumu anlayıp kızı kurtarmaya çabalamış. Ne yaptılarsa olmamış. En sonunda çocuğu aklına bir fikir gelmiş, ama bu yaşadıkları rezaleti ikiye katlayacağından, söyleyemiyormuş. Kız yerde otururken donma raddesine geldiğinden, fazla dayanamamış ve aklına gelen çözümü kıza açmış. Kız haliyle duyar duymaz "Hayır! Olamaz" şeklinde itiraz etse de; biraz düşününce başka çare olmadığını kabul etmiş. Böylece delikanlı fermuarını indirip, kızın kalçasına işemeye başlamış. Sonuçta kız kurtulmuş. Ama çift kayak merkezine kadar birbirleriyle tek kelime konuşmadan gitmiş ve ayrı odalar tutmuşlar. Böylece muhtemel bir beraberlik, son yılların en garip sakarlığı yüzünden başlamadan bitmiş.

DHeMLy-CHaY 01-08-2007 04:45 PM

4 feet 8,5 inch

Dünyanın en gelişmiş ulaşım sistemi olan uzay gemilerinin füzelerinin genişliği 4 feet 8,5 inch imiş. Yani yaklaşık 1 metre 42 santim. Böyle modern bir araç için tuhaf olan bu rakamın ilginç bir hikayesi var.

ABD’de demiryollarının ray arası uzunluğu 4 feet 8,5 inch’miş. Niye 4 feet gibi düz bir rakam değil de, hesabı zorlaştıran küsürlü bir rakam seçilmiş?

Bu garip uzunluk ABD’de ilk demiryolları inşaatını yapanların İngiliz göçmenleri olmasına bağlanıyor. Çünkü İngiltere'de de rayların genişliği bu uzunluktaymış.

İngiltere’de demiryolu inşaatı tüm ölçülerini tramvay inşa geleneğinden devralmış. Yani eskinin tramvaycıları yeninin trencileri olmuş. Bu yüzden de ray genişliği 4 feet 8,5 inch kalmış.

Peki tramvay raylarının arası neden 4 feet 8,5 inch’miş? Çünkü bu uzunluk at arabalarının şaşe genişliğiymiş.

Zamanında tramvayın şasesi at arabalarının iki tekerlek arası uzunluğu baz alınarak belirlenmiş. O zamanlar iki tekerlek arası denince akla 4 feet 8,5 inch geliyormuş.

Vazgeçilmesi çok güç bir gelenekmiş bu. Çünkü malum uzunluğun İngiltere’deki tarihi, Roma İmparatorluğu’nun adayı işgaline kadar uzanıyormuş.

O zamana kadar atlı araba görmeyen adanın yarı medeni insanları, atların araba çekebileceğini Roma savaş arabalarında görmüş. Dolayısıyla İngiltere’nin ilk yolları Romalı askerlerin savaş arabaları tarafından açılmış.

İki derin tekerlek izinden oluşan bu yollar, sonraları İngilizler tarafından yapılan at arabalarının şaşe genişliğini de belirlemiş. Şaseyi kırmak istemiyorsan, yoldaki at arabası izinin uzunluğunu ölçüp tekerlekleri de bu uzunluğa göre yerleştirmek zorundaymışsın.

Aynı şekilde Avrupa’da da tüm yollar standart olarak 4 feet 8,5 inch genişliğindeymiş.

Peki Romalılar bu uzunluğu nereden çıkarmış? Arabaya koştukları atın kıçından! İki atın kalça genişliği 4 feet 8,5 inch tutuyormuş.

Başa dönelim. Tüm bunların füze rampasıyla ilgisi ne?

Solid Rocket Boosters adı verilen füzeler dünyada sadece tek bir firma tarafından yapılıyormuş. Thiokol adındaki firmanın mühendisleri füzeleri ilk tasarladığında daha geniş bir şey yapmışlar ama hemen o vazgeçilemeyen 4 feet 8,5 inch genişliğine dönmek zorunda kalmışlar. Çünkü Utah’taki fabrikada üretilen füzeler tren yoluyla taşınıyormuş. Demiryolu üzerindeki tünellerin genişliği de iki atın kıçının genişliğinden biraz fazlaymış.

Kısacası ulaşım tarihi boyunca at kıçından bir türlü kurtulamamışız

DHeMLy-CHaY 01-08-2007 04:45 PM

Teker Patladı

İÜ Fizik Bölümünden üç erkek öğrenci bir gece önceki vur patlasın-çal oynasın olayını abarttıklarından uyuyakalıp çok önemli bi dersin final sınavını kaçırmış. Öğlen vakti uyandıklarında durumun farkına varınca panik olmuşlar.
Hemen okula gidip dersin hocasına “Hocam, sabah üçümüz aynı arabayla okula geliyoduk. TEM Otoyolu’nda lastiğimiz patladı. Çok kötü bi yerde kaldığımız için hiç bi araba durmadı, stepne de patlak çıktı, o yüzden sınava yetişemedik. Eğer mümkünse bize özel bi sınav yapın” demişler.
Profesör sorun çıkarmamış, “Yarın sabah 10’da sınavı yaparız” demiş.

Öğrenciler o gece sabaha kadar ders çalışmış. Sınava geldiklerinde hoca bunların eline soruların yazılı olduğu kağıtları vermiş ve her birini farklı bir odaya almış. Sınav kağıdında şu iki soru varmış:

1. Quantum fiziğinin temel prensiplerini ayrıntılarıyla anlatınız. (10 puan)

2. Arabanın hangi lastiği patlamıştı? (90 puan)

DHeMLy-CHaY 01-08-2007 04:45 PM

Titanic'i Batıran Mumya

Titanic'in sahibi The White Star Line diye bir şirketmiş. Bu firmanın ortaklarından olan Sir James Cole'un babası, vakti zamanında, Mısır'da Ramses mumyasının kazılarına katılan 70 kişiden biriymiş. Bu yüzden ailesiyle birlikte sonsuza dek lanetlenmiş. Mister Cole, kazılardan kısa bir süre sonra diğer arkadaşları gibi esrarengiz bir şekilde hastalanıp ölmüş. Üstelik cenazesini taşıyan gemi de Akdeniz'de kaybolmuş.

Oğlu James ise hayatı boyunca bu lanetten nasibini almış. Annesi ve kız kardeşini evlerinde çıkan bir yangında kaybetmiş. 18 yaşına kadar yetiştirme yurdunda yaşamak zorunda kalmış. Yine de başarılı bir iş adamı olup, The White Star Line adlı bir deniz taşımacılığı şirketine ortak olmuş. Ancak babasının katıldığı kazının 20'inci yılında şirketin gemileri tek tek talihsiz kazalar geçirmeye ve batmaya başlamış.

Şirket bir türlü kazaların önünü alamamış. Üstelik basın da üzerine geliyor, her gün boy boy eleştiri yazıları çıkıyomuş. Şirketin zararı feci boyutlara ulaşmış. The White Star Line son kozunu oynamaya karar vermiş. Tüm mal varlığını üç büyük, süper lüks gemiye yatırmış. Bu gemilerin adları Olympic, Titanic ve Britannic'miş.

Bu üç geminin de üzerinde bir lanet varmış. İlk gemi Olympic, 1911'de, Atlantik Okyanusu'nda bir buzdağına çarpmış. Tamir için getirildiği tersanede çıkan bir yangında da tamamen yanmış. Titanic illegal bir şekilde mumya taşıdığı söylentilerine rağmen 1912 yılında ilk seferine çıkmış. Titanic'in trajik hikayesini herkes bilir; onun da yoluna bi buzdağı çıkmış. Britannic ise 1. Dünya Savaşı sırasında Atina açıklarında, 1916 yılında meydana gelen bir patlamada batmış. Kısa süre sonra The White Starline şirketi denizcilikten çekildiğini açıklamış.

James Cole'un babasının katıldığı kazıda mumyası çıkartılan Ramses'in laneti ise şöyleymiş:

"Beni yerimden oynatan herkesi sulara gömeceğim

DHeMLy-CHaY 01-08-2007 04:45 PM

Orman Yangını Sonrası Bulunan Dalgıç

Kaliforniya İtfaiyesi yetkilileri, bir orman yangınından sonra ormanın içinde yanmış bir balık adam cesedi bulmuşlar. Şnorkeli, oksijen tüpü, paletleriyle tam donanımlı bir dalgıçmış bu. Çok şaşırmışlar taabi. Polis olayı araştırmaya başlamış. Adamın kimliğini tespit ettikten sonra yangının olduğu gün ormana 20 kilometre uzaklıkta denizde dalış yaptığı anlaşılmış. Dalgıçın ormanın ortasına nasıl geldiğini itfaiye yetkililerinden biri çözmüş.

Orman yangınlarını söndürmek için helikopterlerle denizden su alınıp alevlerin yoğun olduğu yerlere dökülürmüş. İşte bu talihsiz balık adam da belli ki kendini bir anda helikopterin okyanusa daldırdığı deponun içinde bulmuş ve daha sonra da ne olduğunu anlayamadan metrelerce yükseklikten alevlerin içine düşmüş.

(bu olay yunanistan'da oldu, haber bültenlerinde yayınlanmıştır)

DHeMLy-CHaY 01-08-2007 04:45 PM

Mezarlıktaki Heykel

İngiltere’de yaygın olan bir hikayede anlatıldığına göre bir grup kız, bir gece korkunç hikayeler anlatıyorlarmış birbirlerine. Laf dönüp dolaşmış ve gece mezarlığa girip giremeyecekleri tartışmasına dönüşmüş. Kızlardan biri:
“sabaha kadar bile otururum ben orada” demiş.

Yaparsın, yapamazsın tartışması sürerken korkmayacağını söyleyen kız üzerine montunu alıp fırlamış dışarı. Giderken de, “Sabah beni mezarlıktan almaya gelirsiniz. Herhalde gündüz vakti korkmazsınız değil mi” demiş gülerek. Kızlar engellemeye çalışmışlar ama nafile.

Evde kalan kızlar, sabahın ilk ışıklarıyla arkadaşlarının yanına yani mezarlığa gittiklerinde onu, yanında mermer bir heykel olan bir mezarın üzerinde bulmuşlar. Kız gözleri pörtlemiş bir halde cansızmış ve mezardaki heykelin elleri kızın boynundaymış. Sonradan öğrenmişler ki, mezarın sahibi, nişanlısı son anda evlenmekten vazgeçtiği için intihar eden bir gençmiş. Heykel intikamını işte böyle, kızı öldürerek almış.

DHeMLy-CHaY 01-08-2007 04:46 PM

Kaçış Planı

Amerika'da, müebbet hapis cezasına çarptırılan bir adam, sabah akşam hapishaneden kaçmanın yollarını düşünüyomuş. Bir gün bahçede volta atarken gardiyanların bir tabutu cenaze arabasına yüklediğini görünce nihayet aylardır aradığı fikri oracıkta bulmuş. Burası büyük bir cezaevi olduğu için her hafta mutlaka 2-3 kişi Tanrı'nın rahmetine kavuşuyomuş. Mahkum, gardiyanlardan birine, cenaze olduğu bir gün tabuta konularak kaçırılması karşılığında epey yüklüce para teklif etmiş. Gardiyan korktuğundan başta biraz mızırdanmış ama sonra paranın cazibesine kapılıp kabul etmiş.

Gardiyan adama, gece cenazelerin bekletildiği yerin anahtarından yaptırıp vermiş. İlk cenazede adam tabutun içine girecekmiş. Cenaze defnedildikten sonra da, gece gardiyan gelip adamı mezardan çıkaracakmış.

Plan aynen uygulamaya konmuş. Kaçma ateşiyle yanıp kavrulan mahkum ölüye aldırmadan sıkış tepiş tabutun içine girmiş. Sabah da gardiyanlar tabutu cenaze arabasına yüklemişler ve mezarlığa götürüp laf olsun diye yapılan bir dini törenle gömmüşler.

Mahkum tabutun içinde sabırsızlanarak gardiyanın gelip onu çıkarmasını bekliyomuş. Epey vakit geçtiği halde gelen giden olmayınca biraz biraz endişelenmeye başlamış. Bayağı bir zaman geçip de hala gelen olmayınca bizimki hafiften tırsmaya başlamış. "Acaba kendim çıkabilir miyim?" diyerek etrafı araştırmak istemiş. Cebinden zar zor çakmağını çıkarıp yakmış. Tabutun üstünü incelerken gözü bi an yanındaki ölüye takılmış. Ve o an donup kalmış! Yanındaki ceset anlaşmayı yaptığı gardiyanmış

DHeMLy-CHaY 01-08-2007 04:47 PM

Japon Efsaneleri

1.
Amerika’nın en büyük şirketlerinden biri, yeni açtığı fabrika için gerekli olan 1200 makinayı bi Japon firmasına sipariş etmek zorunda kalmış. Başka çareleri yokmuş; çünkü Japonların geliştirdiği bi teknolojiymiş bu. Amerikalılar çekik gözlülere kıl olduklarından yapılan sözleşmeye onları sinir edecek maddeler eklemişler. Bi tanesinde de, 1200 makinadan en fazla 3'ünün bozuk çıkabileceğini, aksi takdirde, kesinlikle tek bir sent bile ödeme yapmayacaklarını belirtiyolarmış.

Japonlar sözleşmeyi imzalamışlar imzalamasına ama “Ulan bu yankilere derslerini vermek lazım şimdi” demişler kendi aralarında. Neyse, siparişin teslim tarihi gelmiş. Gemi limana yanaşmış. Mallar indirilmiş, sayılmış, Amerikalılar bakmışlar 1197 makina var. Bunlar şaşırmışlar tabii, “Allah Allah noluyo” falan. Derken kamyon yanaşmış fabrikanın kapısına. Kargo kamyonunda 3 tane daha makina varmış. Kutuların üzerinde de kocaman kocaman harflerle “Dikkat bozuk!” yazıyormuş.

DHeMLy-CHaY 01-08-2007 04:47 PM

2.
Almanlar da Japonlara kıl oluyormuş. Kendilerinin çok daha üstün olduklarını düşündüklerinden, “Ne yapsak da şu Japonlara dersini versek” diye kara kara düşünüyolarmış. İşveren derneğinde bu konu üzerine kafa yoruluyormuş. İşte yine bu toplantıların birinde bi işadamı heyecanla ayağa fırlayıp, “Arkadaşlar Japonlardan daha iyi olduğumuzu kanıtlamazsak Alman malları dünyada hiç satılmıycak. Çok çok acil bişeyler yapmalıyız artık” demiş. Almanların hepsi adama hak vermiş, başlarını sallamışlar onaylamak için, hatta toplantıda hazır bulunan Başbakan da Alman işadamlarına her türlü imkanı sağlayacağına söz vermiş.

Almanlar o hırsla Japonlara ağızlarının payını verecek bi fikir bulmuşlar ve hemmen de uygulamaya koymuşlar taabi: Alman otomobil devlerinin en yetenekli mühendisleri müthiş teknolojik bi labaratuvarda toplanmış. Mercedes, Bmw, Vosvos... Bütün firmaların en iyileriymiş hepsi. Alman devletinin para yardımıyla aralıksız iki sene çalışmış bunlar. Sonunda da; sen de 5 santim, ben diyeyim 2 buçuk santim, yani yarım karış ya var ya yok, kibrit kutusu kadar bi araba yapmışlar. Mersedes spor arabanın aynısıymış bu. Ama büyüğünün büttüün özelliklerini aynen taşıyomuş küçük araba. Cam sileceğinden, bujisine tamamen aynıymış. Koy benzini, gez dolaş.

Alman Başbakan, “Şunu Japonlara gönderip havamızı atalım. Görsünler bakalım Almanlar nasıl bi milletmiş” demiş. Araba hemen kargoyla Japonya’ya yollanmış. Almanlar da bu arada olayı dünyaya duyurup, prestij kazanmak için minik arabayla ilgili bi broşür basmaya karar vermiş.

Aradan bi hafta ya geçmiş ya geçmemiş, daha broşürü bile hazırlanmadan araba geri gelmiş Japonya’dan. Kutunun içinde de bi mektup varmış:

“Sevgili Almanlar. Sizi tebrik ederiz. Çok güzel bi araba yapmışsınız. Fakat üzülerek gördük ki bu sevimli arabaya teyp ve cd çalar takmayı unutmuşsunuz. Biz sizin için bi tane taktık, umarız beğenirsiniz!”

Almanlar acayip şaşırmış tabi. “Biz iki sene uğraştık. Bunlar üç günde böyle bir şeyi nasıl yaparlar?” diyerek burun kıvırmışlar, hiç biri inanmamış mektupta yazılanlara. İçlerinden biri laf olsun diye arabanın kapısını açmış tırnağının ucuyla. Eline bi büyüteç almış ve görmüş ki hakkaten arabaya bi teyp takılı. Daha dikkatli bakmış, üzerinde de “Pioneer 1200 CWS RT Özel Yapım” yazıyomuş.

Bi toplu iğnenin ucuyla play tuşuna basmış. İşte o anda yeri göğü inleten bi sesle Japon milli marşı yükselmiş teypten. Almanlar bu durum karşısında şaşkınlık ve hayranlık dolu duygularla hazırola geçmiş ve marşı derin bi saygı ile dinlemişler. Hepsinin gözleri dolmuş. Bi daha da Japonlarla sidik yarıştırmama kararı almışlar.

DHeMLy-CHaY 01-08-2007 04:47 PM

Aynadaki ruj lekeleri

Bir kız yurdunda kalan kızlar, her sabah dudaklarına ruj sürdükten sonra aynaya öperek iz bırakıyorlarmış.

Yurt müdürü ne yaptı ettiyse bu alışkanlığı ortadan kaldıramamış. Sonunda müdürün aklına parlak bir fikir gelmiş. Hemmen bir duyuru yapıp, kızları toplantıya çağırmış. Neyse toplanmış bunlar. Müdür “Buyrun tuvalate” demiş. Düşmüş yola, şaşkın kızlar da peşlerinde, temizlik görevlisinin beklediği umumi tuvalete girmişler. Aynalarda sabahki ruj izleri hala duruyormuş.

Müdür “Arkadaşlar” demiş, “Bazılarınız dudaklarına ruj sürdükten sonra aynaları öperek çıkması güç izler bırakıyor. Temizlik görevlilerimiz bunları temizlerken zorlanıyor. Sizleri görevlimizin bu temizliği yaparken ne kadar zorlandığını bizzat görmeniz için topladım. Bakım ve görün”. Sonra görevliye bir işaret çakmış. Bizimki gayet sakin bir şekilde tuvalet fırçasını almış, klozetteki suya daldırmış ve aynayı temizlemiş. O gün bu gündür o yurtta tuvaletlerde dudak izine bir daha rastlanmamış

DHeMLy-CHaY 01-08-2007 04:47 PM

Anıttaki Füze

Beşiktaş'taki sütuna benzeyen ne idüğü belirsiz anıt, aslında bir füze rampasıymış. O yüzden silindir şeklinde yapılmış. Nüfus sayımı yapılırken, sabaha karşı kimsenin göremeyeceği bir saatte içine füze yerleştirilmiş. Füze yerleştirme harekatı çok gizli yapılmış ama bir şekilde bu bilgi sızdırılmış. Bu dedikodunun doğruluğunu araştırmak isteyen iki kafadar, anıtı incelemeye karar vermiş. Ancak anıtın etrafında dolanırlarken iki sivil polis tarafından anında gözaltına alınmışlar

DHeMLy-CHaY 01-08-2007 04:48 PM

4.Murat ve Sandalcı

4. Murat devri. Padişah tarafından, mey (şarap), afyon ve fal bakmak yasaklanmış. İstanbul'da bütün meyhaneler ve keşhaneler gizli gizli işlerini devam ettiriyorlarmış. 4. Murat bi gece, tebdil-i kıyafet İstanbul'a indiğinde, karşıya geçmeye karar verip bi sandal kiralamış.

Sandalcı müşterisinin sultan olduğunu bilmiyomuş tabii. Bi ara, sandalın yanından sarkan bi ipi çekmiş. İpin ucunda bi testi! Sultan, "Ne var o testinin içinde?" diye sormuş. Sandalcı "Ne olacak, mey işte" diye gülerek müşterisine ikram etmiş. Her ne kadar yasaklamış olsa da, 4. Murat'ın alkolle arasının iyi olduğu bilinir. İkramı kabul etmiş ama yine de, "Mey yasak. Hünkarımız görse kafanı vurdurtur diye korkmuyo musun?" diye sormaktan da geri kalmamış. Sandalcı da haliyle, "Yahu hünkar ner'den görecek bizi denizin ortasında" demiş.

Aradan biraz zaman geçmiş. Sandalcı bu kez de, teknenin tahtalarından birini kaldırıp aradan afyon çıkarmış ve nargilesine atarak körüklemeye başlamış. Gönlü zengin adam, hemen müşterisine de ikram etmiş. Sultan yine kabul etmiş ama yasağı gene hatırlatmış. Sandalcı aynı şekilde, "Kim görecek ki bizi denizin ortasında" demiş. Biraz daha vakit geçmiş. Bizim sandalcı cebinden fal taşlarını çıkarmış. Hünkara, "Ver 5 akçe de falına bakayım" demiş. Fal 4. Murat'ın en kızdığı şeymiş, ama "Hadi biraz daha sabredeyim" diye düşünüp, "Bak bari" demiş.

Fal taşlarını elinde çalkalayıp atan sandalcı, "Efendi, sorunu sor bakalım" demiş. Padişah, "Hünkar şu anda nerededir?" diye sormuş. Sandalcı taşlara bakıp "Hünkar şu an denizdedir" demiş. 4. Murat güya endişelenmiş havalarına girip, "Sakın yakınımızda bir yerde olmasın" diye sormuş sandalcıya ve tekrar iyice bakmasını söylemiş. Sandalcı taşlara tekrar bakmış ve birden, 4. Murat'ın ayaklarına kapanıp, "Affet beni hünkarım " diye yalvarmaya başlamış. Kıyıya dönene kadar yalvarmaya devam etmiş. Padişah dayanamayıp, "Sana bi soru sorucam. Eğer bilirsen seni affederim. Bilemezsen boynunu anında vurduracam" demiş. Sandalcı sevinçle, "Padişahım çok yaşa" demiş ve merakla soruyu beklemye başlamış.

4. Murat, sandalcıya, "Dönüşte İstanbul'a hangi kapıdan giricem?" diye sormuş. Sandalcı "Hünkarım, şimdi ben hangi kapıyı söylesem, siz başka kapıdan girersiniz. Affinıza sığınarak, gireceğiniz kapıyı bi kağıda yazsam ve size versem; kapıdan geçtikten sonra okusanız olur mu?" demiş. Hünkar başını "Olur" anlamında sallayınca, sandalcı tahminini yazıp kağıdı vermiş.

Padişah kağıdı alır almaz, daha bakmadan, yanındaki fedaisine, "Hemen boynunu vur şu kafirin" emrini vermiş. Sonra da, "Surlara yeni bir kapı açıla! İstanbul'a oradan giricem" demiş çevresindekilere. Kapı açılıp, padişah ve erkanı şehre girmiş. 4. Murat bi ara, sandalcının kağıda hangi kapıyı yazdığını merak etmiş. Kendinden çok eminmiş, laf olsun diye cebindeki kağıda bakmış. Ama okuyunca hayretler içinde kalmış. Sandalcı kağıda şunları yazmış:
"Hünkarım, yeni kapınız vatana millete hayırlı uğurlu olsun"

O gün bugündür de işte o kapı, "Yenikapı" olarak anılıyormuş

DHeMLy-CHaY 01-08-2007 04:48 PM

AMMAN KÜRDANA DİKKAT
Malumunuz Afrika'nın fakir ülkelerinde insanlar yokluk içinde yaşıyor. Öyleki oralarda bir dal kürdan bile çok değerliymiş. Kürdan ancak çok zenginlerin kullandığı lüks bir malmış.
Bundan 10 yıl kadar önce üniversitelerimize öğrenci değişimi, Birleşmiş Milletler bursuyla filan Afrika'nın çeşitli ülkelerinden bir çok öğrenci gelmiş. Yemekhanelerde her masada kürdan olduğunu gören bu öğrenciler, kendi ülkelerinde çok değerli olan kürdanları kullandıktan sonra tekrar kürdanlığa korlarmış. Bu söylenti o kadar yayılmış ki; o dönem yemekhanelerde kimse kürdan kullanmaz olmuş.

DHeMLy-CHaY 01-08-2007 04:48 PM

BİR MİLYON POUND


İngiltere'de yargıçların maaşı yokmuş. Onun yerine ihtiyaçları oldukça kullandıkları kredisi sınırsız çek defterleri varmış. İngiliz devleti hakimlerine o kadar güveniyormuş yani. Birgün hakimin biri bir bankaya gidip 1.000.000 poundluk bir çek bozdurmak istediğini söylemiş. Tabii ortalık birbirine girmiş. Banka yöneticileri en üst makamdan onay almadan bu kadar parayı veremeyecekleri söyleyip hemmen İçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Başbakanlığa filan telefon etmişler. Ancak aradıkları her yerden gelen cevap aynıymış: ÖDEYİN!

Gel gelelim bankada o kadar nakit yokmuş. Hakimden ertesi gün gelmesi rica edilmiş. Ertesi gün para bir bavul içinde hazırmış. Aradan birkaç gün geçmiş. Hakim çıkagelmiş. Parayı bankaya geri vermek istiyormuş. Banka yönetimişaşırıp kalmış. Hemmen Adalet Bakanlığı'nı aramışlar. Derhal bakanlık müfettişleri devreye girmiş ve hakime hareketinin sebebini sormuşlar. Hakim "Kraliçe nin hükümeti bize gerçekten bu kadar güveniyor mu? Onu sınadım" cevabını vermiş.

Raporlar bakanlığa iletilmiş ve aynı gün hakim azledilmiş. Adalet bakanlığı hakime gönderdiği yazıda gerekçeyi şöyle açıklamış: "Kraliçe hükümetinin saygın bir hakimi, devletine güvenmiyor ve onu sınıyorsa, devlet ona asla güvenmez

DHeMLy-CHaY 01-08-2007 04:48 PM

ANKARA GEMİSİNİN GERÇEK HİKAYESİ

Japonların Pearl Harbor baskını sırasında ABD gemileri arasında batmayan tek gemi, Japonların üzerinde kızıl haç işareti olduğu için batırmadığı ilkyardım gemisiymiş. ABD için savaş tarihinin en büyük facialarından birinden sağ kurtulan bu gemi, Pearl Harbor'da başarı gösteren tüm askerlere verilen madalyaların üzerine işlenecek kadar önemliymiş.

Kaderin garip cilvesi sonucu, Pearl Harbor'un simge gemisi çok geçmeden eski önemini yitirmiş ve satılmış. Hem de Türkiye'ye.

Türkiye bu gemiye Ankara adını vermiş. Ankara gemisi Türkiye'ye uzun yıllar hizmet etmiş. Yıllar sonra artık çok eskidiği için jilet yapılmak üzere İzmir'e gönderilmiş. O zamanlarda Haliç Tersanesi'nde bir çeşme inşaatı varmış. Deniz Komutanlığı piyasadaki fiyatları yüksek bulduğu için tüm birimlerinde çeşmenin çatısının üstünü kaplamak için kurşun arıyormuş. İzmir'den Ankara gemisinde kurşuna benzer bir maddeye rastlandığına dair bir haber gelmiş. Haliç Tersanesi Komutanlığı, gemilerde kurşun kullanılmadığı gerekçesiyle bu haberi dikkate almamış. Çünkü yıllar içinde Ankara Gemisi'nin Pearl Harbor'ın ünlü ilkyardım gemisi olduğu unutulmuş.

Tesadüf eseri yaşlı bir astsubay İzmir Tersanesi'nden gelen mesajı görmese, gerçek ortaya çıkmayacakmış. Yaşlı kurt hemmen komutanlarına Ankara Gemisi'nin gerçek kimliğini bildirmiş. Uzman ekip Haliç Tersanesi'nden yola koyulmuş. Gemide yapılan incelemede bir kamaranın cephe duvarlarının yekpare kurşun olduğu anlaşılmış. Meğerse bu kamara ilkyardım gemisinin röntgen odasıymış. Böylece Japon saldırısından kurtulan tek geminin macerası Pearl Harbor'da başlayıp, Haliç Tersanesi Çeşmesi'nde son bulmuş.

DHeMLy-CHaY 01-08-2007 04:48 PM

AMERİKANIN HAİN PLANI

Olay soğuk savaş yıllarında geçiyo. Amarikalılarla Ruslar sürekli birbirleriyle uğraşıyolar taabi. Her iki ülke de diğerini sinir etmek için en olmadık yöntemlere başvuruyomuş. Amarikan Hükümeti, Sovyet Ordusunu psikolojik olaraktan çökertmek için bi plan yapmış. Amarika’nın en büyük lateks firmalarından biriyle anlaşılmış. Bu şirket bi Sovyet firmasına prezarvatif sipariş etmiş. Güya bunlar Amerikan ordusuna dağıtılacakmış. Hava, kara, deniz olmak üzere üç ayrı ambalajda hazırlanması istenmiş prezarvatiflerin. İşin can alıcı noktası ise boyutlarıymış. “Rusya’da duyulunca askerlerin morali sıfır olur” denilerek şu ölçüler istenmiş: En 8, Boy 30 cm.
Sovyet firması siparişi kabul etmiş. Sovyetler işe uyanmışlar taabi, onlar da yapmışlar hinliklerini. Bi’kaç ay sonra Rusya’dan kargo uçaklarıyla gelmiş prezarvatifler. Amarikalı askeri yetkililer binbir neşeyle açmışlar sandıkları, “Hahaha, herifler nası kompleks olmuşlardır şimdi” filan...

Ruslar bütün herşeyi istendiği gibi hazırlamışmış. Kara, hava, deniz amblemleri, prezervatiflerin ölçüleri, heeeppsi aynı. Yalnız tüm ambalajların üzerince fazladan bi not varmış. Size: Medium

DHeMLy-CHaY 01-08-2007 04:49 PM

MIG EFSANESİ NASIL YIKILDI


Malum, soğuk savaş yıllarında Rusların MIG-27 ve MIG-29 uçakları yüksek teknolojileri ve tahrip güçleriyle nam salmıştı. Sovyetler yıkılana kadar da bi MIG-29'un neye benzediği tam olarak bilinmiyordu. Nükleer başlık da taşıyabilen bu uçakların fotoğrafları bile yoktu Batı ülkelerinin elinde. Sadece bi takım varsayımlara dayanan MIG-29 maketleri yapılmıştı, o kadar. Daha doğrusu resmi kaynaklar böyle yazıyo ama işin aslı başka. Biz olmasak... Ulan şu Amarikalılar var ya, yatıp kalkıp elimizi öpseler yeri. Zaten icatların çoğunu da Kur’andan baka baka yapmışlar, hatta hala daha öyle yapıyolarmış.

Günlerden bi gün Kızıl Ordu'dan bi Sovyet yüzbaşı, inim inim inleten baskıcı rejimden kaçıp Türkiye'ye iltica etmek istemiş. Pilot Leningrad’daki üsden gaza bi basmış, hoop, aynen Trabzon. Altında da canavar gibi bi MIG-29! Garnizon komutanı uçak iner inmez hemmen Ankara'ya haber vermiş. İnanılmaz bi fırsatmış bu. Haber 5 dak’ka içinde önce ABD Büyükelçiliği'ne, or’dan Beyaz Saray'a, or’dan da Pentagon'a ulaşmış. Uçağın Trabzon'da olduğunu duyan herkes accayip heyecanlanmış taabi. Ruslar olayın farkına varınca üst düzey diplomatları aracılığıyla, pilotun siyasi sığınma hakkından yararlanabileceğini ama MIG-29’un hemen geri verilmesini talep etmiş. Karadeniz kıyılarında konuşlandırılan sürü sepet Amerikan nükleer silahından da korkmadan, bi saat içinde uçağın teslim edilmemesi durumunda üçüncü dünya savaşının çıkabileceği sinyallerini vermişler. Yapacak bi’şey yokmuş. Bi askeri uçakla Moskova'dan bi Rus pilot gelmiş ve MIG-29'u ülkesine geri götürmüş.

Olay bi kaç saat içinde olup bitmiş. Pentagon'dan gelen Amerikan uzmanlar anca akşam saatlerinde Trabzon'a ulaşabilmiş. Büyük bi hayal kırıklığı yaşamışlar taabi. Gerçi yine de içlerinde az da olsa bi umut varmış. Garnizona varır varmaz, daha bizim komutanın elini sıkarken "En azından bi fotoğrafını çekebildiniz mi bari MIG'in?" diye sormuşlar. Türk komutan, "Gelin bakalım benimle" demiş ve Amerikalıları dev bi hangarın önüne götürmüş. Sonra da şık bi kafa hareketiyle hangarın kapısını açtırmış. Pentagon'dan gelen uzmanlar gözlerine inanamamış. Karşılarında dev bi MIG-29 duruyomuş çünkü. "Oh my God. This is impossible meeen" diyerek şaşkınlıkla gözlerini ovuşturmuşlar.

Bizim komutan o bi’kaç saat içinde yapacağını yapmış da, öte geçmiş. Hemmen levazım astsubaylarına MIG-29'un büttüün parçalarını söktürüp kalıplarını çıkarttırmış. Sonra da yeniden monte ettirip uçağı Ruslara teslim etmiş. Ama ne kalıp... İnanmazsın, taa benzin deposunun kapağının contasına kadar. Amerikalılar Trabzon'a gelene kadar da MIG'in fiberglastan bire bir ölçekli maketini yaptırmış. Uçak, kuyruğundaki orak+çekiç resmi hariç herrrşeyiyle aynıymış. O kısma da, resme kabiliyetli bi çavuşa Türk bayrağı çizdirmiş komutan. Pentagon’un o soğuk görünümlü, kara kara güneş gözlüklü subayları bütün samimiyetleriyle bizim komutanın boynuna sarılmış. Hepsinin gözleri buğu buğuymuş. Herifler nasıl sevinmesin? Bu bilgilere dayanarak MIG'lerin bütün sırları çözülmüş. Sonra da karadan havaya geliştirilen özel MIG füzeleriyle her seferinde yere indirilmişler.

DHeMLy-CHaY 01-08-2007 04:49 PM

RUSLARIN KURNAZLIĞI

1960'lı yıllarda ABD ile Sovyetler Birliği uzaya insanlı araç gönderen ilk ülke olma yarışı içindeydiler. Teknolojileri o yıllarda bir birine çok yakınmış. Bu nedenle iki ülkenin yürüttüğü proje hemen hemen aynı zamanda bitecekmiş. Bilimadamları zamana karşı bir yarış içindeymişler. Fakat yoğun çalışmalar sırasında Amerikalı bilim adamları, akıllarına daha önce hiç gelmeyen bir sorunlar karşılaşmışlar.

Yerçekimsiz ortamda astronotların not tutmak için kullandığı tükenmez kalemlerin mürekkebi, kalemin üstünde birikiyor ve yazı yazılamıyormuş. O yıllarda bilgisayarlar bu kadar küçük boyutlarda olmadığından, kağıda not almak kaçınılmazmış. Bu sorunu gidermek için, projeyi geciktirmek pahasına, NASA binlerce dolar harcayıp uzayda yazabilen bir kalem geliştirmişler.

Diğer yanda, neredeyse aynı zamanlarda Rus bilim adamları da aynı sorunu farketmiş. Ancak onlar sorunu çok daha çabuk ve ucuza çözmüşler. Yörüngeye çıkacak olan Yuri Gagarin'in eline bir kurşun kalem tutuşturmuşlar.

Böylece uzaya insan gönderen ilk ülke Sovyetler Birliği olmuş. NASA, bu onuru elde edememenin böylesi aptalca bir sebepten kaynaklandığını kamu oyuna açıklamaya korkmuş. Bu tarihi ayıp yıllardır gizli tutuluyormuş.

DHeMLy-CHaY 01-08-2007 04:50 PM

Beleşe Maç

Beleşçi bir taraftar futbol maçlarına para ödemeden girebilmenin bir yolunu bulmuş. Eleman, giriş kapısına gelip kapıdaki görevli polise telaşlı bir ifadeyle:
-Abicim çok acil bi durum oldu. İçeride maçı seyretmeye gelmiş bi abi var, eşi rahatsızlandı. Hastaneye kaldırdık. Onu acilen bulup hemen hastaneye yetiştirmem lazım....diyormuş.
Ehliyetini rehin bırakarak içeri giriyormuş.
Ama içeride maçı seyredecek kadar kalmak dikkat çekeceğinden, hemen diğer kapıya koşturup, oradan dışarıya çıkıyormuş. Çıkarken kapıdaki polise:
-Benim arabayı çekiyolarmış, bir çıkıp bakayım ne oluyomuş. Problem varsa halledip geleyim... diyomuş.
Geri gelince tanısın diye de bu polise de kimliğini bırakıyormuş. Çıkar çıkmaz ilk girdiği kapıya koşturup:
-Allah razı olsun ben arkadaşı buldum diğer kapıdan çıktık. Şimdi benim ehliyeti alabilir miyim?... diyormuş.
Ehliyeti kaptığı gibi çıktığı kapıya gidip:
-Araba işini hallettim çok sağol. Kimliği alabilir miyim?...deyip kimliğini de alarak içeri giriyormuş


Saat Dururmu GMT +3. Şimdiki Zaman 07:54 PM.

Powered by vBulletin Version 3.8.11
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.