Tekli Mesajlari izle
Eski 06-30-2007, 08:55 PM   #5
Spy_MasteR
Forum Müdavimi
 
Spy_MasteR 'in Avatari
 
Kayit Tarihi: Apr 2007
Nerden: Balıkesir
Yaş: 31
Mesajlari: 2,415
Teşekkür Etme: 32
Teşekkür Edilme: 56
Teşekkür Aldığı Konusu: 49
Üye No: 39171
Rep Power: 1771
Rep Puanı : 3277
Rep Derecesi : Spy_MasteR has a reputation beyond reputeSpy_MasteR has a reputation beyond reputeSpy_MasteR has a reputation beyond reputeSpy_MasteR has a reputation beyond reputeSpy_MasteR has a reputation beyond reputeSpy_MasteR has a reputation beyond reputeSpy_MasteR has a reputation beyond reputeSpy_MasteR has a reputation beyond reputeSpy_MasteR has a reputation beyond reputeSpy_MasteR has a reputation beyond reputeSpy_MasteR has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Belirlenen

CESUR YÜREK, BEN WALLACE


ANNECİM ŞU SAHADAKİ CANAVARA BİR ŞEY SÖYLE BİZE ŞUT ATTIRMIYOR!!..

Afro saça yepyeni bir boyut getiren “Big Ben” sahada ribaund alan, blok yapan, top çalan ve savunması ile rakibine aman vermeyen yani sahadaki tüm ağır işleri üstlenerek takımın hamallığını yapan ligdeki birkaç ağır işçiden biri. Diğer oyuncuların aksine onu yıldız yapan faktörler de bunlar.

Bugünün NBA yıldızları kimlerdir? Hangi özellikleri onları yıldız statüsüne taşır? İlk bakışta çok kolay bir soru değil mi? Eminim cevaplar da hali hazırdadır. Kobe, Carter, T-mac, Francis yıldızlardır çünkü akrobatik smaçlarıyla taraftarları kendilerine hayran bırakırlar. Iverson, Pierce, Stackhouse gibi oyuncular yıldızlardır çünkü genelde 20 sayı ortalamasının altına düşmezler. Webber, Duncan ve O’Neil yıldızdır çünkü kendilerini tutan oyuncu kim olursa olsun fizik güçleriyle onları ekarte ederek potaya ulaşabilirler. Kidd, Bibby, Miller, Payton yıldızdır çünkü takımlarının en kısa yoldan sayıya gitmesini sağlarlar. Bu tür ofansif kriterlere göre yapacağımız değerlendirme uzar da uzar. Peki sadece sayıya yönelik oyuncular mı yıldız olur? Ya yukarıda saydığımız yıldızlara “çemberi göstermeyerek” onların canına okuyan oyuncuları hangi statüde değerlendirmeliyiz?

SAVUNMA, SAVUNMA VE YİNE SAVUNMA...
İsterseniz konumuzdan fazla uzaklaşmadan biraz efsanevi Chicago Bulls takımı hakkında sohbet edelim. Sizce o takımı bu kadar ulaşılmaz kılan sadece Jordan ve Pippen’ın skor gücü müydü? Ya da Tex Winter’ın triangle-offense’i mı?. Belki de Phil Jackson’ın Zen felsefesi ile oyuncularının beynini yıkamasıdır. Hatta durun bir saniye, kim bilir Jordan’ın tüm maçlarında Chicago şortunun altına giydiği söylenen North Carolina şortunun getirdiği bir uğur da olabilir. (Bu nasıl bir şorttur anlamam ya neyse) Son şıkkı çıkarttığımız zaman tabii ki yukarıda saydıklarımın hepsi çok önemli etkenler. Ama unutmayın ki Chicago o dönemde Jordan, Pippen ve Rodman’lı kadrosunda ligin en iyi 10 savunmacısından 3’ünü bulunduruyordu. Tersini iddia edersek bence “Harun evladım sen 50 sayı at gerisine de karışma, diğer arkadaşların savunma yapar.” diyen basketbol zihniyetinden bir farkımız olmaz. Günümüz basketbolunda artık savunma yapmak da en az hücum etmek kadar önemli. Eğer bir gün Ülker tesislerine yolunuz düşerse antrenman salonunun duvarlarında aynen şu sözlerin yazıldığına şahit olursunuz: ‘Her zaman isabetli şut atamayabilirsin ama her zaman savunma yapabilirsin.’ İşte günümüzün basketbol felsefesinin temelinde bu yatmakta. Önce savunma!!
Bu yazımızın kahramanı da bu felsefeyi sahada en iyi uygulayan isimlerin başında geliyor. Hem de dünyadaki en zor ve fiziksel kuvvetin en ön plana çıktığı lig olan NBA’de. İşte karşınızda “Big” Ben Wallace...

AZMİN ZAFERİ
Bugünlerde dergilerde, gazetelerde ve internet sitelerinde sıkça bu yılın draft değerlendirmelerine rastlayabilirsiniz. Jao Ming acaba gerçekten ilk sırada seçilmeyi hakketti mi? Yoksa yeni bir Shawn Bradley vakası ile mi karşı karşıyayız. Fred Jones ve cılız Juan Dixon nasıl bu kadar yüksek sıralardan seçilebildi. Caron Butler geçmişteki vukuatları olmasa daha yüksek bir sıradan seçilebilir miydi? Ve dahası Draft’ta seçildiği sıradan memnun olmayan bir çok oyuncu. Eminim bunların çoğunu okumuş veya duymuşsunuzdur. Bizim zavallı Ben Wallace’ın bu tür dertleri maalesef hiç olmadı. Adamımız bırakın NBA’e birinci turdan girmeyi Draft’ta bile seçilemeyip şansını CBA’de denemek zorunda kaldı. Üstelik CBA draftında da ancak ikinci turda Oklahoma City tarafından seçilebildi. Ama Wallace’ın en önemli özelliği onun mücadeleci yapısıdır, o da pes etmeyerek çalıştı. NBA takımlarının düzenlediği yaz kamplarına katılarak kendini insanlara beğendirdi ve ancak bu sayede kendisine NBA’in kapılarını araladı. Üstelik bir kez içeri girdikten sonra da yan gelip yatmadı. Sürekli çalıştı, kendisini geliştirmeye uğraştı ve bu gayretinin sonuçlarına yavaş yavaş ulaştı. NBA ribaund ve blok krallığı, yılın en iyi savunmacısı ödülü, en iyi üçüncü beşte yer almak, Dream Team formasını giyme şansı ve 32 milyon dolarlık bir kontrat. Demek ki her şey draft’ta ilk sıralarda ya da birinci turda seçilmekle olmuyormuş. Tabii ki her oyuncu yüksek meblağlar karşılığında garanti bir anlaşmaya imza atmak ister ama bu tür bir anlaşma yapmak hem herkese nasip olmaz, hem de talih kuşu size konsa bile eğer siz bu fırsatı nasıl değerlendireceğinizi bilemezseniz, kontratınıza güvenirseniz bir süre sonra silinip gidersiniz.

KÖTÜ ÇOCUKLARDAN, MUHALLEBİ ÇOCUKLARINA: DETROİT PİSTONS
“Bugüne kadar gelmiş geçmiş NBA şampiyonları arasında en çok nefret ettiğiniz takım hangisidir?” tarzı anketlerin genellikle tek bir favorisi vardır: Detroit Pistons. Efsanevi guard Isiah Thomas’ın liderliğindeki, Bill Laimbeer, çılgın çocuk Dennis Rodman , Rick Mahorn, Joe Dumars ve Vinnie Johnson’lı bu kadro 1980’lerin genel basketbol anlayışından çok daha farklı bir stile sahipti. 80’lere damgasını vuran iki ekolden ne Earvin “Magic” Johnson’ın Showtime Lakers’ına ne de Larry Bird’in disiplinli Celtics’ine hiçbir zaman benzer bir oyun ortaya koymadılar. “Bad Boys” mükemmel savunma yapan, asla pes etmeyen, mücadeleci ve fizik gücü çok yüksek oyunculardan oluşan bir takımdı. Sahada rakiplerini yenmek için her yolu da denerlerdi. Hatta basketbol adıyla rakip takım oyuncularını adeta “dövdüklerine” şahit olurdunuz. Maalesef olaylar bazen birazcık çirkefleşirdi. Eee Rodman ve Laimbeer olur da kavga gürültü o takımdan hiç eksik olur mu? Tabii ki olmaz. İşte bu basketbol anlayışı Pistons’a şampiyonluklar kazandırdı. Ama her takımın başına gelen Pistons’ın da başına geldi. Zaman geçtikçe yıldızlar yaşlanıp basketbolu bıraktılar, kimi oyuncular ise başka takımlara transfer oldu. Dolayısıyla Detroit giderek eridi 90’ların ortasına gelindiğinde takımda şampiyon kadroda oynayan tek yıldız olarak şu an Detroit’in başında bulunan Joe Dumars kalmıştı. O da tam basketbolu bırakmak üzereydi ki, 1994 Draft’ında takımın hüviyetini tamamen değiştirecek bir oyuncu Pistons tarafından draftta seçildi: Grant Hill. Duke’te oynadığı oyunla Jordan’ın yerine geçebileceği iddia edilen Hill’in gelişiyle Dumars takımda kalarak ona “abilik” yapmayı kafasına koydu. Hill süper bir yetenek de olsa zengin bir ailenin kibar çocuğuydu. Sahada asla trash-talk yapmazdı. Rakiplerine hiçbir zaman hakaret etmeyen, onlara nazik davranan ve bu sayede sevilen bir oyuncuydu. Yani biraz evvel belirttiğimiz “Kötü Çocuklar” tarzına tam anlamıyla zıt bir yapıdaydı. Bu yüzden, önce San Antonio’ya ardından da Chicago’ya giden Rodman ondan hep nefret etmiştir. “Bu Hill denen çocuğu hiç sevmiyorum adam orda bizim (Bad Boys) şerefimizi iki paralık ediyor. Basketbol bu kadar da yumuşak oynanmaz ki!! Züppe herif. Maç içinde Argo konuşmak, itişip kakışmak ağır hakaretmiş. Onu bir gün sahada birisi dövecek veya güzelce öpecek! o zaman ben de keyifle oturup seyredeceğim.” Tam bizim Rodman’a yakışan sözler. Bu sırada takımın diğer yıldızı Alan Houston, New York’a gönderilir ve takıma ikinci yıldız olarak Sixers’ın postaladığı Stackhouse takasla getirilir. Ama Hill ve Stackhouse beklenilen uyumu gösteremez. Hill de her şeye en baştan başlamak için soluğu, durmadan sakatlanacağı ve kariyerini bitirme noktasına geleceği, Orlando’da alır. Takımın tek yıldızı yarı bitik bir Stackhouse’tur ve Pistons fazlasıyla “yumuşak” bir basketbol oynamaktadır. İşte Ben Wallace, Pistons’a geldiğinde durum kelimenin tam anlamıyla bundan ibarettir.

Unutmayın Ben Wallace’ı, Ben Wallace yapan asla attığı şutlar değildir, bilakis başkalarına attırmadığı şutlar onu ünlü yapmıştır.

Wallace 11 çocuklu bir ailenin 10. çocuğu olarak dünyaya geldi. Küçüklüğünde babası ve kardeşleri ile sık sık balığa, yüzmeye ve ava gider, her normal çocuk gibi atarisinin başından kalkamazdı. Ama onu yaşıtlarından ayıran bazı özellikleri de vardı. Küçük Ben fazlasıyla güçlü bir vücuda sahiptir ve hemen hemen tüm spor branşlarını son derece iyi bir şekilde yapmaya yatkındır. Hayatı boyunca da bu fiziksel üstünlüğünün avantajlarını sonuna kadar kullanır. Wallace lisedeyken hem Amerikan futboluna hem beyzbolla hem de basketbola ilgi duymaktadır. Bu üç sporda da o kadar başarılıdır ki her birinde eyalet karmasına seçilir. Aslında insanlar Wallece cüssesinde birisini gördükleri zaman onun hantal biri olduğunu düşünebilirler. Rakipleri de onu basketbol sahasında ilk gördüklerinde onun hantal ve sadece rakiplerini ite kaka yakınına düşen ribaundları alabilecek bir uzun olduğunu düşünmüşler. Bu konuda eski Pistons yıldızı, günümüzün Tv yorumcusu Bill Laimbeer’ın söyleyecek bir iki lafı var: “Wallace, ribaundlarla ilgili eski yargıların geçersiz olduğunu hepimize kanıtladı. Her zaman ribaund almanın sıçramaktan çok yer tutma ile ilgili olduğunu söylerlerdi. Ama Ben, ribaundlarını insanları potadan uzak tutarak aldığı kadar onlardan daha yükseğe sıçrayarak da alıyor. İnanılmaz bir sıçrama yeteneğine sahip olduğu kadar çok da çabuk. Bana fazlasıyla Dennis’i hatırlatıyor. Belki de Dennis’ten sonra gördüğüm bire birde en etkili savunmacı. Ama sanıyorum ki Ben kendini geliştirmeye devam edecektir çünkü gerçekten All-Star seviyesinde bir oyuncu olması için ne yapması gerektiğini biliyor. Maç başına aldığı 12-13 ribaund’un ve yaptığı 3-4 bloğun yanına en azından 10-12 sayıyı da eklemesi gerekli.”
Yukarıda bahsi geçen fiziksel yetenekleri az kalsın onu bir Amerikan futbolu yıldızı yapacaktı. Lise takımında gösterdiği performans üniversitelerin ilgisini çeker. Auburn Üniversitesi ona burs teklif eder. Wallace okul yetkilileri ile yaptığı konuşmalarda hem basketbol hem de futbolu kastederek ikisinde de aynı anda oynayıp oynayamayacağını sorar. Onlardan aldığı olumlu cevap karşısında tereddütsüz okula katılım için gerekli kağıda imza atarak üniversiteye gönderir. Okulun yolunu tutarken hem basketbol hem de futbolda yıldızlaştığı günlerin hayalini kurmaktadır ama kampüse vardığı anda tüm hayalleri yıkılır. Okul yetkililerine basketboldan bahsettiği anda hepsi şaşırarak ona daha önce onunla hiç basketbol hakkında konuştuklarını hatırlamadıklarını, okulda basketbol oynamasının mümkün olmadığını onu futbol oynaması için aldıklarını söylerler. Anlaşmazlığın nedeni ise oldukça komiktir. Amerikan futbolunda bir takım oyuncularını iki farklı kadroya ayırır. Yeteneklerine göre defansif oyuncular ve ofansif oyuncular. Sahada top hakimiyeti kimdeyse ona göre bir takım sahaya sürülür. Wallace da telefonda “ikisini” de aynı anda oynayıp oynamayacağını sorduğunda okul yetkilileri onun hem hücum takımında hem de savunma takımında oynamak istediğini sanarak bunu sevinerek kabul etmiştir. Wallace o anki duygularını şöyle anlatır: “Bunları duyduğum zaman kulaklarıma inanamadım. Ben de oradan çekip gittim. Basketbola aşığım. Bu yüzden Amerikan futbolu ve basketbol arasında bir seçim yapmak zorunda kaldığım zaman hiç tereddütsüz basketbolu seçtim. Wallece, Auburn’ü terk ettiği zaman hayatı hakkında kurduğu gerçek anlamda hiçbir planı kalmamıştı. Ta ki bir basketbol kampında gelecekteki idolü Charles Oakley ile karşılaşana dek.

Oakley topu göğsüme fırlattı ve “hadi başlayalım” dedi. Herkes bizi izliyordu. O benim dudağımı patlattı ben de onun burnunu!..

Oakley hepimizi karşısına oturtup azarlamaya başladı. Sürekli bizim çok yumuşak olduğumuzu hiç gayret gösterip çalışmadığımızı söyledi. Sonra da içimizde kimsede onunla teke tek oynayacak yürek olup olmadığını sordu. Ben de elimi kaldırdım. O da topu aldı ve göğsüme fırlattı: “Hadi başlayalım!”dedi. Herkesin önünde oynamaya başladık. O benim dudağımı patlattı ben de onun burnunu kanattım. Wallece’a o maçı kimin kazandığı her sorulduğun genelde aynı tepkiyi verir. Evvel suçlu bir çocuk ya da masum bir kedi yavrusu gibi acındırıcı gözlerle suçunu gizlemek istermiş gibi bakar ve cevap verir: “Ben kazandım.” Ama tuhaftır ki Wallace, Oakley’in burnunu sürtmüş olmaktan çok da memnun değildir: “Ben daha 17 yaşımdayken bile üzerimden şut atamazdı, şutlarını hep bloklardım.” Bu teke tek maç hakkında Wallece’ın Pistons’tan kankası Stackhouse tarafından yapılan yorum da ilginçtir: “Oak asla bizim Ben’i geçemez.”

NCAA GÜNLERİ
Evet sonuçta maçı Wallece kazandı ve Oakley’e gününü gösterdi. Ama Oak bu çocuğun gerçekten yetenekli olduğunu fark etmişti. Onu kanatlarının altına alarak korumayı ve ona yol göstermeyi kafasına koydu. Charles gidip Wallace’a hangi okula gittiğini sorar. O da olanları anlatarak artık önünde fazla seçeneği kalmadığını söyler. Bunun üzerine Oakley, Cleveland’daki bir arkadaşına telefon açar. Bu çocuğu izlemeleri gerektiğini anlatarak Wallece’ı oradaki bir kampa gönderir. Kampta başarılı olan adamımız kapağı Cuyahoga CC’ye atar. Orda 24 sayı, 17 ribaund ve 7 blok gibi inanılmaz ortalamalara ulaşır ve tekrar daha büyük okulların antrenörlerinin dikkatini çeker. Ama ne kadar iyi bir okula transfer olacaksa olsun benchte oturmak istemeyen Wallece, daha sezon bitmeden takımını terk eder ve soluğu Oakley’in yanında alır. Oakley de idarecilerle konuşarak onu mezun olduğu okul olan Virginia Union’a aldırır. Burada ceza hukuku eğitimi alan Ben, 12.5 sayı, 10.5 ribaund ve 3.7 blok ortalamalarına ulaşarak takımını NCAA Division 2’da Final Four’a taşır. Ama okulu basketbolda adı sanı duyulmamış bir okuldur ve Wallace oyunuyla NBA scout’larının çok da ilgisini çekmez. Dolayısıyla katıldığı 96 NBA Draft’ında seçilemez. Wallace üzülmekle beraber o an için NBA seviyesinde bir oyuncu olmadığının farkındadır bu yüzden bunu kendisine fazla dert etmez. Daha çok çalışmaya başlar ve Boston antrenörü M.L Carr onu takımın yaz kampına davet eder.

BOY PROBLEMİ
Bu arada Wallece’ı çağıran Carr, bu boyuyla onun pivot ya da power forvet oynamak için çok kısa olduğunu onu kampta off guard veya kısa forvet olarak deneyeceğini söyler. Aslında NBA kayıtlarında boyu 2.06 olarak gözükse de Wallece’ın gerçek boyunun ancak 2 metre olduğu söyleniyor. Hatırlayacaksınız “Sir” Charles Barkley’in boyu da öncelikle 1.98 olarak kabul edilirken bir süre sonra 1.96’ya inmiş en son ise gerçekte 1.92 olduğu ortaya çıkmıştı. Bu tür olaylar diğer bir çok NBA yıldızı için de geçerli. Kim bilir belki de bu arkadaşlar kemik erimesi hastalığından mustariplerdir. Vah zavallılarım vah...
Tabii ki bu boyuna göre pozisyon seçme formülü ona pek yaramadı. Sonuçta Ben, kampta fazla forma şansı bile bulamayarak Boston kampından ayrıldı ve Washington’la antrenmanlara çıkmaya başladı. Çaylak sezonu Wallace için pek parlak geçmedi. O zamanki adı Wizards yerine Bullets olan Washington’da takımın ancak 12. adamıydı. 34 maçta forma görev alan Wallece maç başına ancak 5.8 dk sahada kalırken 1.1 sayı ve 1.7 ribaund ortalamalarına sahipti. Bu arada ismi, tanınmasa da basketbol camiasında kulaktan kulağa yayılmaktaydı. Washington’daki bu gizemli oyuncu, antrenmanlarda Juwan Howard ve Chris Webber da dahil olmak üzere çoğu oyuncunun canına okumaktaydı. Bir sonraki sezon sahada kaldığı süreyi tam 3 katına çıkartarak maç başına 15.8 dk oyunda kaldı. Indiana karşısında ilk kez bir maça ilk beşte başladı ve aldığı 12 ribaundla sahada en çok ribaund alan ismi oldu. Sezonda toplam 61 maça çıkarken bunların 16’sında ismi maça başlayan beşte yer alıyordu. Ortalamaları ise fazla kıpırdamamış, sayı ortalamasını ancak 3.1’e, ribaund ortalamasını ise 4.8’e çıkartabilmişti. Bullets’taki üçüncü sezonunda ise içindeki cevher biraz da olsa ortaya çıktı. Cleveland karşısında attığı 20 sayı ile kariyerindeki en yüksek rakama ulaşırken ribaund hanesinde de 10 yazıyordu. Bu sırada süre aldıkça double-double yapmaya başladı. Bucks karşısında 14 sayı ve 14 ribaund’luk, Toronto’ya karşı da 12 ribaund, 16 sayılık performanslar ortaya koydu. Sezon sonuna gelindiğinde aldığı süre 10 dk. daha artmıştı. Bu artış da beraberinde 6.0 sayı, 8.3 ribaund ve 1.96 blokk ortalamaları getirmişti. Washington bu sezonun sonunda büyük bir hata yaparak elindeki tüm yetenekli power forvetleri kaçırdığı gibi Wallece’ı da kaçırdı. Wizards, Orlando ile yaptığı takasta Wallace,Tim Legler, Terry Davis ve Jeff McInnis’i göndererek Magic’ten 1995-96 sezonunda Tuborg forması, geçtiğimiz yıl da Ülker forması giyen Isaac Austin’i kadrosuna kattı. Orlando da oynadığı 81 maçın tümünde kendisine ilk beşte yer bulan Big Ben, bu maçlarda 4.8 sayı, 8.2 ribaund ve 1.6 blok ortalaması tutturdu. Sonraki sezon Orlando da ayağına gelen fırsatı elinin tersiyle iterek Grant Hill yüzünden gözü kör olmuş bir şekilde Chucky Atkins ve Ben Wallace’ı Grant Hill’le takas etti. Tabii ki o dönem de Hill mi yoksa Wallace mı diye soracak olsaydınız akıl sağlığı yerinde olan herkes Grant Hill cevabını verirdi. Ama Orlando idarecileri en azından Wallace’ı kadrolarında tutmaya çalışarak takasa başka isimleri dahil etmeyi deneyebilirlerdi. Bu takasın sonucu ortada. Magic, astronomik bir anlaşmaya imza attırdığı Hill’i geçirdiği sakatlıklar yüzünden oynatamazken, Pistons şu anda ligin blok ve ribaund kralına sahip bulunmakta.

PİSTONS’IN YENİ KÖTÜ ÇOCUĞU
Pistons’taki ilk yılında Wallace 80 maçta oynarken bir kez daha oynadığı tüm maçlara ilk beşte başlar. Ama bu kez kendisine daha önce tanınmayan bir şansa sahip olarak sahada 34.5 dakika ortalamasıyla kalır. Sahada kaldığı süre bu kadar çok artınca Wallace da tüm marifetlerini daha iyi sergilemeyi başarır. Maç başına 13,2 ribaund ortalaması ile ligde ribaund krallığını zorlar ama Mutombo’nun arkasında 2.sırayı alır. Aldığı 1052 ribaundla toplamda ligin en çok ribaund alan ve bu sayede Pistons’ın Dennis Rodman’dan sonra 1000 ribaund barajını geçen ilk oyuncusu olur. Ayrıca sezon boyunca Dikembe Mutombo ile beraber arka arkaya 20 ve üzeri ribaund alabilen iki oyuncudan biridir ve Orlando maçında 28 ribaund ile kariyerinin en yüksek rakamına ulaşır. Bir sezon evvel 1.60 olan blok ortalamasını ise 2.30’a çıkarır. Pistons tarihine hem ribaund, hem top çalma hem de blok ortalamalarında takımın lideri olan ilk isim olarak geçer. Yılın Savunmacısı ödülü için yapılan oylamada ise 6 oy alarak beşinci olur. Ama maalesef bu performansı takımı için yeterli olmaz ve Detroit normal sezonu ancak 32 galibiyet ile kapatır. Geçtiğimiz sezon ise kariyeri için bir zirvedir. Takımın başına New Jersey, Portland ve Indiana’da 11 sezon asistan coach’luk yapan Rick Carlisle getirilir. Takımdaki bu yeni yapılanmada Stackhouse kendini bulur ve ilk kez egosunu bir kenara bırakarak olması gereken oyuncu gibi oynar. Corliss Williamson bench’ten gelerek inanılmaz bir katkıda bulunur ve takım Ben Wallace’ın liderliğinde sahada inanılmaz bir savunma uygular. Sonuçta da takım uzun bir aradan sonra 50 galibiyet barajına ulaşarak 1990 yılından sonra ilk kez Merkez grubu şampiyonu olarak tamamlar. Wallece sahada 36.5 dakika ortalamasıyla kalırken hücumda daha agresiftir, %53’lük bir şut yüzdesiyle 7.6 sayı averajı tutturur. 13.0 ribaund ve 3.48 ortalamaları ise onu her iki kategoride de NBA’in zirvesine taşır. Yakaladığı bu başarıyı ise daha önce NBA tarihinde ancak Hakeem “The Dream” Olajuwon, Kareem Abdul-Jabbar ve Bill Walton’ın yakaladığını söylersem sanırım Big Ben Wallace’ın ne kadar önemli bir başarıya imza attığını anlatabilirim. Üstelik Wallace’ın boyu diğer 3 oyuncu ile kıyaslanamayacak derecede de kısa. Bu mükemmel savunma performansı doğal olarak onu rekor bir şekilde “Yılın Savunmacısı” ödülüne ulaştırır. Oylama tamamlandığında en yakın rakibine 114 oy fark atmıştır. Wallace ayrıca tutturduğu 1.7 top çalma ortalaması ile bu kategoride de ilk 15 içindedir. Sezon içinde 2 defa haftanın oyuncusu seçilen Wallace, 24 Şubattaki Milwaukee maçında da 10 sayı, 17 ribaund ve 10 blok ile kariyerindeki ilk triple-double’ı gerçekleştirir. 24 Mart’ta Boston karşısında ise kariyer rekorunu bir kez daha egale eder ve 28 ribaund’a ulaşır.
Tüm bu başarılarının yanında regular sezonda Doğu’da 2.sırayı alan Detroit ile kariyerinde ilk playoff maçına çıkar ve 21 Nisanda Toronto karşısında 19 sayı, 20 ribaundluk muhteşem bir oyun ortaya koyar. Kariyerindeki bu ilk playoff tecrübesinde çok başarılı maçlar çıkaran Wallace, ilk turda Toronto karşısında 8.2 sayı, 15.0 ribaund, 2.2 blok ve 2.2 top çalma; konferans yarı finalinde Boston karşısında 6.4 sayı, 17.2 ribaund, 3.0 blok ve 1.6 top çalma ortalamalarını yakalar. Evet Wallace kendini tüm NBA’e kanıtlamıştır, artık oda ligin yıldız oyuncular arasındadır.

Majesteleri Michael Jordan’ın antrenörü Doug Collins onun hakkında şunları söylemekte: “Bence Wallace, Jason Kidd’le beraber sayı üretmeden oyunu domine edebilen az sayıda oyuncudan biri.” Başkan Joe Dumars daha Grant Hill’i Atkins ve Wallace ile takas ettiği gün basına takımın fazla yumuşak olduğunu ve aralarına katılan bu iki yeni oyuncuyla beraber takımın çok daha sert ve dişli olacağını söylemişti. Dumars oyunculuğunda zekasıyla oynayan bir isimdi. Şu ana kadar takımın başında olduğu sürede aynı muhteşem zekayı masa başında da kullanmakta. Bazı isimler daha şimdiden Wallace’ın Pistons tarihinde bir kilometre taşı olduğunu düşünüyor ama Wallace bu durumdan endişeli. En azından Joe Dumars’ın beklentilerini yükseltmesinden korkuyor: “Sanırım benimle anlaştıklarında kendileri bile benim tam olarak ne tür bir oyuncu olduğumun farkında değillerdi. Onlar sadece sahada çalışan ve biraz ribaund alan bir oyuncu istemişlerdi ama sanırım ben bundan daha fazlasına sahibim. Yeni koç, yeni bir takım ve yeni bir sistem benim de kariyerimde yeni bir sayfa açmama yardımcı oldu.”
Aslında Wallace’ı yakından tanıyan insanlar sahada rakipleri için fazlasıyla korkutucu olan bu adamın saha dışında çok yumuşak bir ses tonuyla konuşan, eğlenceli ve maket araba yaparak vakit geçiren sıradan bir insan olduğunu söylüyor.

“Sahada oynarken arkanızı ‘big ben’ gibi bir devin kolladığını bilmek güzel bir duygu. Her zaman böyle bir adamın karşımda oynamasındansa yanımda olmasını tercih ederim.” - jerry stackhouse

Takımın birinci yıldızı Stackhouse ise tartışmasız ikinci yıldızı da Wallace. Stack bu konuda şöyle diyor: Sahada her zaman Big Ben’in nerde olacağını hissederim. Her defasında doğru zamanda doğru yerdedir bu sayede asistlerimin büyük bir kısmını ona yaparım. Onun orda olması bile çoğu şeyi bizim için kolaylaştırıyor çünkü bu sayede önümde bir koridor açılıyor. Eğer onun adamı yardıma gelmezse rahatça savunmacımla bire bir oynayabiliyorum eğer yardım gelirse de topu ona veriyorum ve o da sayıyı bizim hanemize ekliyor.” Wallace gerçekten pota altında yüksek isabetle oynuyor. Ama kaydettiği sayıların çoğunu tiplerden ve potayı kırarcasına yaptığı smaçlardan bulduğunu düşünürsek Big Ben’in hücumda zaafı olduğunu söyleyebiliriz. Kesinlikle kendisini geliştirmesi gerekli ve kendisi de bu eksikliğinin farkında. Bu konuda kendisi de şöyle demekte: “Eğer yıldız olmak istiyorsam hala kendimi geliştirmek zorundayım sahanın iki ucunu da dağıtamadığım sürece gerçek anlamda yıldız sayılmam. Zaten her antrenmandan sonra en az bir saat daha sahada kalarak şut ve serbest atış çalışıyorum.”
Ben Wallace gerçekten ligin en önemli oyuncularından biri ama şu anda ne bir Hakeem O’lajuwon ne Kareem Abdul-Jabbar ne de bir Bill Walton. Hatta daha tam bir Dennis Rodman bile değil. Wallace bir savunma uzmanı olduğu kadar bir hücum silahı olduğu gün NBA tarihine hak edeceği yeri alacaktır. Son bir cümle de Mehmet Okur için. Umarım Memo, Detroit’e gittiği zaman Ben Wallace’tan savunma hakkında çok şey öğrenir. Çünkü Mehmet fazlasıyla yetenekli bir oyuncu NBA’de yıldız olmak için de diğer Avrupalılardan kesinlikle hiçbir eksiği yok. Yeter ki Oda Wallace gibi yürekli bir savaşçı olsun!.
__________________







ѕρу_мαѕтєя& [мαℓα¢нι]




spy_master™ ©2007
|l|lllll|lll||ll||lll|
²¹°¹³²¹³ °¹²¹³
Spy_MasteR Ofline   Alinti Yaparak Cevapla