www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee  

Geri Git   www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee > Her Telden > Mustafa Kemal Atatürk > Türk Tarihi Ve Türk Büyükleri

Türk Tarihi Ve Türk Büyükleri Şanlı Türk Tarihi ve Tarihe Damgasını Vurmuş Türk Büyükleri...

CevaplaCevapla
 
Konu Seçenekleri Görünüm Şekli
Eski 11-28-2006, 02:29 PM   #51
bluekeys™
Forum Demirbaşı
 
bluekeys™ 'in Avatari
 
Kayit Tarihi: Nov 2005
Nerden: Ç.KALE/BİGA
Yaş: 43
Mesajlari: 5,907
Teşekkür Etme: 594
Teşekkür Edilme: 2,624
Teşekkür Aldığı Konusu: 685
Üye No: 3332
Rep Power: 3865
Rep Puanı : 132808
Rep Derecesi : bluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Belirlenen

MİMAR KEMALETTİN
(1870 – 1927)
Türk mimarlık dünyasının ihyası için çalışmış bir fen adamı... "Taşa, gönülden bir şey koymazsan, heykel olmaz, yapıya tarihin içinden bakmazsan, eser olmaz" diyen
bir mimar... Mimarlığın, güzel sanatların bir parçası olduğunu unutmayan insan...

1870 yılında İstanbul'da doğdu. Deniz albaylarından Ali Bey'in oğludur. İlköğrenimini İbrahim Ağa ilkokulunda yapmıştır. Babası, görevle Girit'e gidince, Kemalettin de Girit'e gitmiş ve orada bir yandan Fransızca, bir yandan Arapça dersler alarak bu iki dili öğrenmiştir. Babası ile birlikte İstanbul'a dönünce, bu sefer özel hocalardan bu iki dili geliştirmiş ve perkitmiş, bu arada da Şemsülmaarif ve Numune-i terakki okullarında öğretimini ilerletmiştir.

HÜKÜMET HESABINA ALMANYA'YA GÖNDERİLDİ

Lise tahsilini tamamladıktan sonra mühendis okuluna girdi. Bu okulu birincilikle bitirmiştir (1891). Bu yetenekli öğrenciyi, okulun hocası Alman mimar, kendisine asistan olarak almış ve birlikte çalışmıştır. Dört yıl kadar çeşitli mimarlık ve yapı işlerinde çalıştıktan sonra, öğrenimini daha ilerletmek için hükümet hesabına Almanya'ya gönderildi.

Mimar Kemalettin, Almanya'ya gitmeden önce, İstanbul'daki çalışmaları sırasında Osmanlı tarihini inceledi. Özellikle Osmanlı Güzel Sanatlar tarihini dikkatle gözden geçirdi. Bu uygarlığın yetiştirdiği mimarları ve bunların en büyüğü olan Mimar Sinan'ı, eserlerindeki özellikleriyle etüt etti. Almanya'ya geldiği zaman, doğu kültürü ile dolu idi.

Dört buçuk yıl Almanya'da kaldı. Charlattenburg Teknik Okulu'nu bitirdi. 19. yüzyıl Alman mimarisini inceleyerek, tarihle mimarî arasında köprülerin nasıl kurulduklarını öğrendi ve Türkiye'ye döndü.

Türkiye'ye dönünce, Mühendis Mektebi'nin mimarlık ve inşaat hocalığına atandı. Burada öğrencilerine, Türk mimarisinin geçirdiği safhaları ve yıkılışını anlatıyor, yabancı ellere düşen Türk mimarisinin nasıl dejenere olduğuna öğrencilerinin dikkatini çekiyordu. Bu hocalığı sırasında bazı yetenekli mimarlarımız yetişmiş ve hocalarının açtığı çığırı yaşatmaya çalışmışlardır.

NEO-KLASİZM DENEMESİ YAPIYORDU

Kemalettin Bey, hocalık dışında, özel bürosunda iş de kabul ediyordu. Bostancı, Bebek camileri bu dönem çalışmaları içindedir. Bir ara, Seraskerlik Dairesi Başmimarlığı'na getirildi. 1908 devriminden sonra Evkaf Nezareti inşaat ve tamirat Müdürü oldu. Özellikle bu dönemde verimli çalışmaları görülmüştür, l. Vakıf Hanı, II. Vakıf Hanı, III. Vakıf Hanı ve IV. Vakıf hanları, bu dönem içinde projelendirilmiş, inşaatına girişilmiştir. Mimar Kemalettin, Alman mimarisinin güvenli oturmuşluğu ile Osmanlı mimarisinin inceliğini birleştirerek yeni bir üslup yaratmaya çalışıyor, bir çeşit neo-klasizm denemesi sürdürüyordu.

Yahya Kemal'in divan edebiyatında yaptığı işi, Mimar Kemalettin mimaride uyguluyor gibiydi. İkisi de, eskinin ölümsüz yanlarını alarak, değersiz eklemelerden soyutlayarak bir eskimsi yeni veya yenimsi eski yaratmaya çalışmakta idiler. Kemalettin Bey, Türk kubbesini, kemerlerini, sarkıtlarını stlize ederek yapılara yansıtıyor, Türk çinilerini süslemede kullanıyor ve böylece yaptığı binalar, modern niteliklerinden hiçbir şey kaybetmeden, eski mimarimizin özellikleriyle bezenmiş oluyordu.

Bu neo-klasik arayışa karşı çıkan mimarlar da vardı. Onlara göre, Kemalettin Bey'in yaptığı, eski mimariden kubbe, sarkıt, kemer almak gibi basit bir işti. Bununla bir üslup yaratılamazdı. Ayrıca bu alıntılar, maliyete intikal ettiği zaman, büyücek masraf kapısı açıyorlardı. Oysa Osmanlı Devleti, Batılılaşmaya doğru gitmekteydi. Edebiyatta, resimde, güzel sanatların bütün dallarında Batı'ya giderken, mimaride sapma yapmak, çağın anlayışına ters düşmekti. Durup dururken böyle bir moda yaratmanın âlemi yoktu. Yeni bir çağ başlamıştı ve çağın gereklerine göre, sade, ucuz, hacmin iyi kullanıldığı eserler verilmek sırası idi...

İNGİLTERE, KRALİYET MİMARLIK ENSTİTÜSÜ'NE ÜYE OLARAK KABUL ETTİ

Kemalettin Bey, bu eleştirilere aldırış etmeden çalışmalarını sürdürdü, insan, tarihi ile birlikte yaşıyordu. Geçmişten kopmanın imkânı yoktu. Öyleyse, eserlerine kendi düşüncesini, kendi zevklerini ve hatta dünya görüşünü aktarmalıydı: "Her eser, mimarinin imzasını taşır."

Mimar Kemalettin, Kudüs'teki "Mescid-i Aksa"nın tamiri işini üzerine aldı. Bunu büyük bir ehliyetle başardı. Başarısı, yalnız Osmanlı ülkesinde değil, bütün dünyada yankılar yaptı. İngiltere, Kemalettin Bey'i, Kraliyet Mimarlık Enstitüsü'ne üye olarak kabul etti. Son devrin bütün büyük eserleri onun eliyle ortaya konmuştur, denebilir.

Başlıca eserleri: İstanbul Bahçekapı’daki 4 Vakıf han, Hürriyeti Ebediye Tepesi’ndeki "Şehitler Anıtı", Bostancı, Bebek, Bakırköy camileri, Çamlıca Kız Lisesi binası, Lâleli'deki sıra apartmanlar, Ayazma Mektebi, Eyüp'teki Reşadiye Okulu ve türbesi, Yeşilköy Camisi, Mahmut Şevket Paşa, Cevat Paşa, Ali Rıza Paşa türbeleri, Sultan Selim civarında birkaç medrese, şimdiki Üniversite Kitaplığı... Ankara'da, Mimar Kemal Okulu, Gazi Eğitim Enstitüsü, Türk Ocağı binası, Devlet Demir Yolları binası ve proje halinde kalmış birçok eser... 1927'de öldü.

Mimar Kemalettin, Türk mimarî tarihine atılmış şerefli bir imzadır
__________________



[sakın] bana bulaşma kalp kırarım bazen]
bluekeys™ Ofline   Alinti Yaparak Cevapla
Eski 11-28-2006, 02:29 PM   #52
bluekeys™
Forum Demirbaşı
 
bluekeys™ 'in Avatari
 
Kayit Tarihi: Nov 2005
Nerden: Ç.KALE/BİGA
Yaş: 43
Mesajlari: 5,907
Teşekkür Etme: 594
Teşekkür Edilme: 2,624
Teşekkür Aldığı Konusu: 685
Üye No: 3332
Rep Power: 3865
Rep Puanı : 132808
Rep Derecesi : bluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Belirlenen

MİMAR SİNAN
( 1490-1588 )
Çağımızın ünlü mimarı Wright, "Hiç kimse, yıldızlı gökyüzünü, birkaç direğin üstüne oturtmasını, Sinan kadar becerememiştir" diyor. Eğer bugün dünyada estetik kubbe sanatı ve bir hesap-kitap mucizesi, varsa bunu, Türklerin büyük mimarı Sinan'a borçludur. Estetik kubbe, ne Arap'tır ne de Bizans... Türk’tür. Kubbe bugün de, dokunulmaz ölçülerine Sinan'ın hendese kafasında ve hesabında ulaşmıştır. Günümüzün modern mimarisi, Sinan'ın attığı temeller üstünde yükseliyor.

Sinan'ın Osmanlı sınırlarından taşarak bir dünya mimarı olmasının sırrı, BAKMASINI ve GÖRMESİNİ bilmesindedir. Osmanlı İmparatorluğu'nun fışkırma ve yayılma devri olan 16. yüzyılda Türk orduları nereye gitti ise, oralara giden ve gittiği yerlerdeki sanat eserlerini kafası ve ruhu ile inceleyen Mimar Sinan, baktığı eserlerde aradıklarını görmesini bilmiş ve sonra, bütün bunlarla beraber ve bunların dışında yepyeni bir mimari ortaya koymuştur.

1490'da Kayseri'nin Ağırnas köyünde doğdu. 1512'de bir devşirme grubu ile İstanbul'a geldi ve "Acemi Oğlanlar" okulunda okudu. Bu sırada, İstanbul'un eşsiz sanat eserlerini inceledi. Yavuz Sultan Selim ile birlikte Çaldıran seferine katıldı. 1516'da Mercidabık ve Ridaniye savaşlarına girdi. Yavuz Selim'le birlikte Kahire'de kaldı. Mısır firavunların ehramlarını, saraylarını, mabetlerini, Kölemen sultanlarının eserlerini, Araplar döneminin camilerini, köprülerini bir bir gözden geçirdi.

ORDUDA BİRÇOK SEFERLERE KATILDI

Rodos seferine katıldı ve bu seferden sonra Sekban sınıfına geçti. Rodos'ta da Yunan mimarisini tanıdı. 1526'da Kanunî Sultan Süleyman'ın Mohaç Meydan Savaşı'na katıldı. Macaristan'ın başşehri Budin'e girdi. Orada, sarayları, kiliseleri inceledi. Kanunî'nin Bağdad seferinde yine orduda idi. Bağdad'a giren ordu ile birlikte, Arap mimarisinin en parlak eserlerine irfan gözü ile bakmasını bildi. Bu sırada önce Haseki, sonra Subaşı tayin edildi.

Boğdan seferinde ordunun Prut Nehri'nin geçmesi gerekiyordu. Kurulan köprüler tutmuyor, kazıklar çöküyor, akıntı köprüyü sürüklüyordu. Padişah, bu işin üstesinden gelecek birinin bulunmasını emretti. İkinci Vezir Lütfi Paşa, Sinan'ı tanıyor, güveniyordu. Padişah'a tavsiye etti. Kanunî, Sinan'a: "Göreyim seni... Şuraya bir köprü kur... Askerim üstünden geçsin... Ama başaramazsan, sen bilirsin!.." dedi. Sinan önce akıntıyı, sonra bataklığı inceledi, gözledi ve 13 gün içinde bir köprü kurdu. Askerler üzerinden bütün ağırlıklarıyla geçtiler. Padişah Sinan'a: "İşe yarar adammışsın!" diye iltifat etti.

1539'da Lütfü Paşa sadrazam olunca, Sinan da mimarbaşılığa getirildi. Böylece, Osmanlı uygarlığına mührünü basan Mimar Sinan, 49 yaşında toplumuna ve kendisine şerefler katacak işine başlamış oluyordu.

BİRÇOK SARAYLAR, MEDRESE VE CAMİLER YAPTI

İlk büyük eseri, 1544'de başlayıp, 1548'de tamamladığı Şehzade Camisi'dir. Kanunî Süleyman, "Şehzadeler Güzidesi" diye övdüğü oğlu için yaptırdığı bu caminin, bir abide-eser olmasını istiyordu. Medresesi, türbesi, imareti, tabhane ve misafirhanesi ile tam bir külliyedir ve gerçek bir sanat değeri taşımaktadır.

Sinan, bundan sonra birçok saraylar, medreseler, camiler, türbeler yaptı. İstanbul'u içme suyuna kavuşturmak için, ünlü Bentleri inşa etti. Ünü, bütün ülkeyi tutmuş, nerede bir eser yapılacaksa, ondan yardım istemek usul haline gelmişti. Sinan, her yere yetişiyor, planlar yapıyor, uygulamasını kontrol ediyor ve mimarîde Osmanlı-Türk çizgisini ebedileştiriyordu.

KANUNÎ, GÜZEL BİR KÜLLİYE YAPTIRMAK İSTEDİ

Kanuni, dünyanın en büyük ve en güçlü imparatorluğunun başında bulunan bir Padişah olarak, ülkesinde yapılan bütün eserlerden daha büyük, daha muhteşem,
daha sanatlı ve güzel bir külliye yaptırmak hevesindeydi. Bunun mümkün olup olmadığını Sinan'dan sordu. Yaptıracağı bu külliyeye, kendi adını verecekti... Sinan, alçakgönüllülüğünden hiçbir şey kaybetmeden, "Devletinizde her şey mümkündür" dedi.

Süleymaniye'nin temeline ilk harcı, çağının en ünlü alimî olan Şeyhülislam Ebussuud Efendi koydu, inşaat başladı. Sinan, Ayasofya'nın kubbesinden daha büyük ve daha estetik bir kubbeyi, caminin üstüne kondurmak istiyordu. Çekemeyenler, Sinan'ın düşmanları harekete geçtiler. Bunların başında Sadrazam Rüstem Paşa da vardı. Bunlar, bu kadar büyük bir kubbenin tutturulmayacağını, maazallah çökerse, yüzlerce müminin ölümüne sebeb olacağını ileri sürüyorlar ve Sinan'ın bu yüzden inşaatı bitirmeyi geciktirdiğini söylüyorlardı.

Kanunî bir gün camiye geldi ve inşaatın ne zaman biteceğini sordu. Sinan, "iki ay içinde" dedi. Çevresindekiler, bu kadar kısa bir zamanda inşaatın tamamlanamayacağını söyleyerek Sinan'ı uyarmak istediler. Fakat o fikrinde direndi ve iki ay sonunda caminin anahtarlarını cihangir hükümdara götürdü.

BİRBİRİNDEN ÜSTÜN İKİ ESER...

Kanuni'den sonra yerine Padişah olarak gelen 2. Selim için de Edirne'de, Selimiye Camisi ve külliyesini inşa etmiştir. Sinan: "Kalfalığımda Süleymaniye'yi, ustalığımda Selimiye'yi yaptım" der. Biri birinden üstün iki eserdir. Dünya mimarî anıtları arasında yer alırlar. Michel Ancelo'nun Roma'daki Sen Piyer Kilisesi ile Selimiye, mimarlık tarihinde, birbirlerine karşı ayrı ayrı üstünlükleri olan, fakat birbirlerinden üstün olmayan iki eser olarak eleştirilir.
Sinan Osmanlı ülkesi içinde 84 cami, 52 mescit, 57 medrese, 7 darülkurra, 22 türbe, 17 imaret, 3 darüşşifa, 7 su yolu ve su kemeri, 8 köprü, 15 kervansaray, 33 saray, 6 mahzen, 32 hamam yapmış ve bırakmıştır. Bugün de Türk ve dünya mimarisine atılmış en büyük imza olarak bilinmektedir.
__________________



[sakın] bana bulaşma kalp kırarım bazen]
bluekeys™ Ofline   Alinti Yaparak Cevapla
Eski 11-28-2006, 02:29 PM   #53
bluekeys™
Forum Demirbaşı
 
bluekeys™ 'in Avatari
 
Kayit Tarihi: Nov 2005
Nerden: Ç.KALE/BİGA
Yaş: 43
Mesajlari: 5,907
Teşekkür Etme: 594
Teşekkür Edilme: 2,624
Teşekkür Aldığı Konusu: 685
Üye No: 3332
Rep Power: 3865
Rep Puanı : 132808
Rep Derecesi : bluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Belirlenen

MİTHAT PAŞA
( 1822- 1884 )
İstanbul'da doğdu. Babası, Hacı Eşref Efendi'dir. Okuma yazmayı çevresinden öğrendi. Asıl adı Ahmet Şefik'tir. 10 yaşında Kur'an-ı Kerim'i ezberlemiş, dini bilgilerini almıştı. Güzel okunaklı bir yazısı vardı, üstelik hızlı yazmasını beceriyordu. Babıâli Divan Kalemi'ne girdi. Kalemde, Farsça, Arapça bilenler vardı. Onlardan dersler aldı ve dil bilgisini ilerletti. Arkadaşları kendisine Mithat ismini verdiler. Bundan sonra bu isimle tanınmıştır. Bir münasebetle Koca Reşit Paşa'nın huzuruna çıkınca, Paşa'nın dikkatini çekti. Paşa kendisine Arapça ve Farsça'dan başka, Fransızca dersleri de almasını tavsiye etti. Bu sefer Fransızca'ya başladı ve kısa bir zamanda bu dilde bir hayli ilerledi.

MİTHAT PAŞA 39 YAŞINDA «ISLAHHANE» AÇTI

Yirmi yaşından yirmi altı yaşına kadar kâtiplik görevi ile Şam'da, Sayda'da, Konya ve Kastamonu'da bulundu. İstanbul'a dönünce, Reşit, Ali ve Mütercim Rüştü paşaların başkanlıklarında kurulan heyetlerde tutanak kâtipliği yaptı. Zekâsı ve becerikliliği ile bu paşaların dikkatlerini çekti. Kendisini, Fransızca'yı ilerletmek ve Batı memleketlerini yakından tanımasını sağlamak için Avrupa'ya gönderdiler. Londra, Paris, Belçika ve Viyana'yı gördü. Batı toplumlarının örgütlenmesi dikkatini çekmişti. 6 ay süren bu gezisinden sonra İstanbul'a döndüğü zaman, Yusuf Kâmil Paşa'nın başkanlığındaki kabinenin başkâtipliğine getirildi.

1861'de 39 yaşında iken, kendisine vezir rütbesi verildi ve Niş vilayetine vali gönderildi. Avrupa gezisi sırasında gördüklerini uygulayabileceği bir yere gelmişti. Önce, halkı rahatsız eden eşkıyaları kısa bir sürede yok etti. Yollr açtırdı. Sulama kanalları yaptırdı. Kimsesiz çocuklar için "ıslahhane"ler açtı. Bu çalışmaları İstanbul'a yansıyor ve takdir topluyordu. Fuat ve Âli paşalar, ondan daha da yararlanmak için, Silistre, Vidin, Niş vilayetlerini Tuna vilayeti adı altında birleştirerek başına Mithat Paşa'yı getirdiler. Geniş yetkileri vardı. Burada da yollar, sulama kanalları, ıslahhaneler yaptı. Belediye teşkilâtını modernleştirdi ve Ziraat Bankası'nı kurdu.

Buradan, önce İstanbul'da Şûra-yı Devlet Başkanlığı'na, oradan da Bağdat valiliğine atandı( 1869). Tuna vilayetinde yaptığı icraatını orada da tekrarladı. Fakat Sadaret makamına gelen Mahmut Şevket Paşa, icraatı ile sarayda büyük yankılar yapan Mithat Paşa'nın muvaffak olmasını istemiyordu. Çeşitli yollarla valisini iş yapamaz hale getirdi. Bunun üzerine Mithat Paşa, Bağdat Valiliği'nden istifa ederek İstanbul'a döndü.


MİTHAT PAŞA'NIN İLK SADRAZAMLIĞI 3.5 AY SÜRDÜ

Ancak, Sadrazam Mahmut Nedim Paşa, Mithat Paşa'nın İstanbul'da bulunmasını, mevkii açısından tehlikeli gördü ve kendisini Edirne valiliğine tayin etti. Mithat Paşa, vilayetine hareket etmeden, usul gereği, sarayda Padişah Abdülaziz'e bir veda ziyareti yaptı. Abdülaziz, bu gittiği vilayeti mamureye çeviren Paşa'yı beğendi. Hele Mahmut Nedim Paşa hakkındaki düşüncelerini korkusuz, pervasız söylemesi, büsbütün hoşuna gitti. Ertesi günü, Mahmut Nedim Paşa'dan mührünü aldırdı ve Mithat Paşa'yı sadrazam yaptı.

Mithat Paşa'nın sadrazamlığı uzun sürmedi. Mahmut Nedim Paşa'nın, gözboyamak için şişirdiği bütçeyi gerçek rakamlarıyla padişaha sununca, devlet giderlerinin gelirlerinden çok olduğu ortaya çıktı. Saray tahsisatlarının kısılması gerekiyordu. Ayrıca Mithat Paşa, kendi düşüncesine uygun bir dış politika izlemekte idi. 31 temmuz 1872'de oturduğu sadrazam koltuğundan, 18 ekim 1872'de indirildi. Devletin başında, sadece üç aya yakın bir zaman kalabilmişti.

Ahkâm-ı Adliye Meclisi Reisliği, Selanik valiliğinde bulunduktan sonra, Mütercim Rüştü Paşa kabinesine, bir çeşit devlet bakanı demek olan "Sandalyasız Nazır" olarak getirildi. Osmanlı ülkesi, özellikle İstanbul kaynıyordu, imparatorluk ıslahat hareketlerine muhtaçtı. Bürokrasinin bir kanadı meşrutiyetin kurtarıcı olacağına inanmıştı. Bunların içinde Mithat Paşa da vardı. Nitekim, Sadrazam Mütercim Rüştü Paşa ile, Serasker Hüseyin Avni Paşa ve Harbiye Komutanı Süleyman paşalar da tıpkı Mithat Paşa gibi düşünüyorlardı. Mithat Paşa, Hüseyin Avni Paşa, Mütercim Rüştü Paşa, Şeyhülislâm Hayrullah Efendi ile anlaştılar ve Âbdülaziz'i tahttan indirdiler. Yerine V.Murad geldi (30 mayıs 1875).

Fakat V. Murad bir ruh hastası idi. Kısa bir sürede bu padişahla iş görmenin mümkün olamayacağı ortaya çıktı. Bu sefer Mithat ve Rüştü paşalar, Şehzade II. Abdülhamit'le görüştüler ve kendisinden meşrutiyeti ilân edeceği vaadini aldıktan sonra, V. Murad hal’ edildi ve yerine II.Abdülhamit geldi (1876).

MİTHAT PAŞA ABDÜLHAMİT ÎLE İHTİLAFA DÜŞTÜ

Mithat Paşa, ikinci defa sadrazam oldu. Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk Kanun-ı Esasi'si hazırlandı ve ilân edildi. Meclis toplandı. Kısa bir sürede Abdülhamit'le Mithat Paşa ihtilafa düştüler. Abdülhamit, "Kanun-ı Esasi"nin kendisine verdiği "sürgün" hakkını kullanarak Mithat Paşa'yı memleket dışına çıkardı. Mithat Paşa, bir süre Avrupa'da kaldı. Tekrar memlekete çağrıldı, önce Suriye Valiliğine, sonra da İzmir Valiliğine getirildi, İzmir Valisi iken, tutuklanacağını haber aldığı için, Fransız Konsoloshanesine iltica etti. Fakat Padişah'ın ısrarı üzerine İstanbul'a getirildi. Padişah Abdülaziz'in katli ile suçlanıyordu.

Yıldız'da kurulan bir mahkemede idama mahkûm edildi. Padişah bu mahkûmiyeti ömürboyu hapse çevirdi ve Taife sürgün etti. 7 mayıs 1884'te boğularak öldürülmüştür.
__________________



[sakın] bana bulaşma kalp kırarım bazen]
bluekeys™ Ofline   Alinti Yaparak Cevapla
Eski 11-28-2006, 02:30 PM   #54
bluekeys™
Forum Demirbaşı
 
bluekeys™ 'in Avatari
 
Kayit Tarihi: Nov 2005
Nerden: Ç.KALE/BİGA
Yaş: 43
Mesajlari: 5,907
Teşekkür Etme: 594
Teşekkür Edilme: 2,624
Teşekkür Aldığı Konusu: 685
Üye No: 3332
Rep Power: 3865
Rep Puanı : 132808
Rep Derecesi : bluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Belirlenen

MURAT HÜDAVENDİGAR
( 1326-1389 )
Devlet felsefesi olan bir hükümdar... Savaşta ve diplomaside üstün insan. Osmanlı devletinin toplumsal temellerini atan 3. adam.

1326'da Bursa'da doğdu. Osmanlı beyliğinin 3. hükümdarıdır. İlk gençliğinde, Bursa Sancak beyi olarak hizmet gördü. Amcası Süleyman Paşa, Rumeli'de fetihlerini sürdürürken, Murad da yardımcı olmuş, Çorlu ve Lüleburgaz'ın ele geçirilmesinde yararlıkları görülmüştür. Süleyman Paşa, fetihler sırasında ölünce, Rumeli'nin işini Murad sürdürdü.

1362'de Orhan Bey ölünce, yerine geçen Murad, savaşta ve devlet işlerinde pişmiş, başarılı bir komutandı. Fakat hükümdar değişikliği, daima düşmanlara ümit vermiştir. Orhan'ın ölümü, Murad'ın beyliğe geçişi de Bizans'a bir ümit ışığı yakmış ve Bizanslılar, bu dönemde, Çorlu-Lüleburgaz ve Malkara'yı geri almaya muvaffak oldular. Ankara, Ahileri de Osmanlı muhafızları kovmuşlardı. Bir de, Eskişehir'deki kardeşleri başkaldırınca, düşmanlara gün doğdu.

Ama Murad, hiç acele etmeden önce Bizans'ın eline düşen Çorlu, Malkara ve Lüleburgaz'ı geri aldı. Kardeşlerinin isyanını bastırdı ve kendilerini bertaraf etti. Ankara Ahileri de şehri teslim ettiler. Fakat Murad sadece şehirleri almakla kalmıyor, yepyeni bir iskân politikası ile, Rumeli'de aldığı toprakların halkını Anadolu'ya geçiriyor, Anadolu'daki halkı da Rumeli'ye yerleştirerek, Osmanlı devlet yapısının temellerini oluşturuyordu. Bu, yeni bir toplum yaratma politikası, daha sonraki yıllarda ihmal edildiği için, milliyetçilik cereyanları karşısında Osmanlı ülkesi, yüz yıl içinde parçalanmış, erimiş ve elden çıkmıştır.

SIRP ORDUSU BÜYÜK BOZGUNA UĞRADI

Evrenos Bey ve Hacı Ali Bey akınlarını sürdürdüler. Murad, Edirne'nin Bizans'tan alınmasına karar verdi. Bulgar ve Bizans orduları yenildiler ve Edirne Türklerin eline geçti. İlk Edirne muhafızı olan Lala Şahin Paşa, Filibe'yi, Evrenos Bey Gümülcine'yi aldı.
Avrupa telâşa düşmüştü. Türklerin durdurulması gerekliydi. Fakat Bizans'ın gözü korkmuştu. İmparator İoannes, Murad Bey'le anlaşıp topraklarının üzerindeki hakkından vazgeçti.

Bu, nisbeten sakin geçen dönemde, Murad savaşta tutsak edilen Hıristiyan çocukların Anadolu'daki çiftliklere gönderilerek bir süre eğitildikten sonra bunlardan yeni bir ordu kurulmasını, Çandarlı Kara Halil'e emretti. Kara Halil bu teşkilâtı kurdu ve adına yeni asker anlamanı gelen "Yeniçeri" dediler. Büyük tarihçi Toynbee: "Sürüden bir kuzu alıp, onu çoban köpeği yapmak ve kurda karşı sürüyü korumak görevini bu kuzuya vermek, Türklerin icat ettiği bir marifettir" diyor. Sonraları bu kurulan Yeniçeri teşkilâtı ordunun temeli olmuştur.

OĞLU, BABASINA BAŞKALDIRDI
Papa Urbanus V.Macar, Bulgar, Sırp krallarını ikna ederek bir Haçlı seferi düzenledi. Buna, Eflâk Voyvodası ile Bosna Bey'i de katıldılar. Lala Şahin Paşa, durumu Anadolu'daki padişaha duyurdu. Murad 10.000 kişilik bir kuvvetle Hacı İlbeyi, bu salip ordusunu, kendisi yetişene kadar oyalamak görevi ile Rumeli'ye gönderdi. Salip ordusu, Edirne üzerine yürüyordu. Hacı İlbey, Sırp Sındığı denen yerde, beklenmedik bir baskın yaptı. (1346) Macar Kralı Lajos güçbela canını kurtarabildi. Çoğunluğunu Sırpların teşkil ettiği ordu, darmadağın oldu.

Murad ertesi yıl Edirne'yi kendisine başkent yaptıktan sonra, akınları başlattı. Bulgar Kralı Türk egemenliğine girmeyi kabul etti ve kızını Murad'a vererek bir akrabalık kurdu. Bu sefer Sırplar, Makedonya beyleri ile birleşerek Türklere saldırmayı denediler. Çirmen Savaşı'nda yenilip yüzgeri oldular. Batı Trakya ve Makedonya Türklerin eline geçti.

Anadolu'daki Türk beyliklerini birleştirmek işi, güç yürüyordu. Murad, Karaman-oğlu'na kızını vererek ve Süleyman Şahın kızını da oğluna alarak, bir akrabalık örgüsü içinde birleşmeyi denedi. Hamidoğulları beyliğini, Kemalettin Hüseyin Bey’den 60.000 duka altını karşılığı satın aldı. Sıra Candaroğulları'na gelmişti. Bu sırada, beklenmedik bir şey oldu. Murad'ın 14 yaşındaki oğlu Savcı Bey, Bizans imparatorunun oğlu Andronikos ile birleşerek babasına başkaldırır. Murad Bey, İstanbul yakınlarında bu başkaldıran asi evlâtların ordusunu dağıttı ve kendi oğlunun gözlerine mil çektirerek kör etti. Bizans imparatoru da kendi oğlunu cezalandırdı.

Murad Bey, satın aldığı Hamidoğlu topraklarına saldıran Karaman beyini cezalandırmak için Konya üzerine yürüdü. Karaman beyin ordusunu darmadağın etti ama Murad Bey'in kızı olan karısının yalvarmaları üzerine hayatını bağışladı.

HAÇLI ORDUSU BİR KEZ DAHA YENİLDİ

Murad Bey Konya'da oyalanırken, Sırp despotu, Bosna Bey'i, Arnavut beyleri tekrar birleştiler. Hırvat ve Bulgar kralları ile Dobruca hâkimi de birliğe katılınca, Murad Bey, Lala Şahin Paşa komutasındaki akıncı kuvvetlerini Rumeli'ye geçirdi. Fakat bu kuvvetler, birleşik Hıristiyanlara yenildiler. Yıllardan beri zafer görmeyen Hıristiyan devletleri büyük bir ümide kapıldı. Murad, Çandarlı Kara Halil'in komutasında 30.000 kişilik bir orduyu Rumeli'ye geçirdi. Kendisi de Anadolu beylerinden devşirdiği bir ordu ile Kosova önlerine geldi. Düşmanla karşılaştılar. (1388) Tarihin büyük meydan muharebelerinden biri yapıldı. Batı için bu savaş, ölüm-kalın meselesi idi. Fakat Türkler yine yendiler ve Haçlı Ordusunu kılıçtan geçirdiler.

Murad Bey, savaş meydanını gezerken bir yaralı Sırplı tarafından hançerlenerek şehit oldu. Bursa'da kendi adına yaptırdığı cami ve imaretin yanındaki türbede gömülüdür.
__________________



[sakın] bana bulaşma kalp kırarım bazen]
bluekeys™ Ofline   Alinti Yaparak Cevapla
Eski 11-28-2006, 02:30 PM   #55
bluekeys™
Forum Demirbaşı
 
bluekeys™ 'in Avatari
 
Kayit Tarihi: Nov 2005
Nerden: Ç.KALE/BİGA
Yaş: 43
Mesajlari: 5,907
Teşekkür Etme: 594
Teşekkür Edilme: 2,624
Teşekkür Aldığı Konusu: 685
Üye No: 3332
Rep Power: 3865
Rep Puanı : 132808
Rep Derecesi : bluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Belirlenen

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
(1881 – 1938)
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı. Selanik, Kasımiye Mahallesi'nde, bugün müze olan evde dünyaya geldi. Babası Rıza Efendi, annesi Zübeyde Hanım'dır. Mustafa eğitime Selanik'te "Fatma Mollakadın" adlı mahalle okulunda başladı; daha sonra bu okuldan alınarak Şemsi Efendi İlkokulu'na verildi.Bu okulu bitirmeden babası öldü. Bu yüzden Zübeyde Hanım, Langaza'da bir çiftlikte kahya olarak çalışan kardeşinin (Hüseyin Ağa) yanına çocuklarıyla birlikte gitti. Mustafa, burada bir süre tarla bekçiliği yaptı. Köyde okul yoktu. Bu sebeple Mustafa Selanik'te bulunan teyzesinin yanına gönderildi. Selanik Mülkiye İdadisi’ne yazıldı ise de arkadaşlarıyla anlaşamadı ve okulu terketti; çünkü Mustafa, askerî okula gitmek istiyordu. Sonunda Askerî Rüştiye'ye yazıldı (1893). Matematik derslerindeki başarısından dolayı Mustafa Sabri adlı matematik öğretmeni ona "Kemal" adını verdi. Mustafa Kemal, 1896'da Askerî Rüştiye'yi bitirdi ve Manastır Askerî İdadisi'ne girdi. Bu okulu 1898'de tamamlayarak İstanbul'daki Harbiye Mektebi'ne geldi; piyade sınıfına yazıldı (13 Mart 1899).
Mustafa Kemal, Harbiye Mektebi'ni 10 Şubat 1902'de bitirdi ve Erkân-ı Harbiye (Kurmay) sınıflarına geçti.
Erkan-ı Harbiye (Harb Akademisi)'yi 11 Ocak 1905'te bitirdi ve kurmay yüzbaşı oldu. Kurmaylık hakkını kazanan onüç subaydan biri idi. Beyazıt'ta bir ev kiralamıştı. Ayrıca birkaç arkadaşı ile bu eve bitişik bir oda tutmuştu. Siyasî faaliyetleri bu odada sürüyordu. Arkadaşlarından birinin bu durumu jurnal etmesiyle, Mustafa Kemal, Ali Fuad (Cebesoy) ve 2 yüzbaşı tutuklandılar. Yıldız Sarayı'nda birkaç ay sorguya çekildiler, İstanbul'dan sürülmek şartıyla affedildiler.
Mustafa Kemal ve Ali Fuat, Şam’a, 5. Ordu emrinde 30. Süvari Alay’ına gönderildiler. Bu görev Mustafa Kemal’e imparatorluğun içinde bulunduğu durumu öğretti. Mustafa Kemal, burada Hacı Mustafa (Cantekin) ile tanıştı. Mustafa Kemal ve arkadaşları Müfit (Özdeş), Lütfi ve Mustafa (Cantekin) birleşerek "Vatan ve Hürriyet Cemiyeti"ni kurdular (Ekim 1906). Cemiyetin Yafa, Kudüs ve Beyrut şubelerini Mustafa Kemal açtı. Ancak Suriye, cemiyetin gelişmesi için uygun değildi. Bu sebeple Mustafa Kemal, Selanik'e giderek cemiyetin bir şubesini de orada kurdu. Kısa bir süre sonra Şam'a döndü, İngiltere ile Osmanlı Devleti arasındaki Akabe meselesi yüzünden güneye gönderilen birlikler arasında Birüssebi'ye gitti. O sırada Selanik'te İttihat ve Terakki Cemiyeti kurulmuştu. Eylül 1907'de bu iki cemiyet "İttihat ve Terakki" adı altında birleşti.
Haziran 1907'de Mustafa Kemal, kolağası olarak önce Şam 5. Ordu kurmaylığına, Eylül ayında da Manastır 3. Ordu Komutanlığı emrine tayin edildi. Manastır'a giderken Selanik ordu müşirliği kurmaylığına gönderildiğini öğrendi. 22 Haziran 1908'de kendisine ek görev olarak Selanik-Üsküp demiryolu müfettişliği verildi. İttihat ve Terakki Cemiyeti üyeleri bu bahane ile onu, merkezden uzaklaştırmış oluyorlardı. İttihat ve Terakki Cemiyeti 1876 Anayasası'nın geri getirilmesini isteyen bir bildiri yayınladı. Çıkan olaylar sonucu 23 Temmuz 1908'de İkinci Meşrutiyet ilan edildi .İttihat ve Terakki Cemiyeti üyelerinden binbaşı Enver (Paşa) bu zaferin kahramanı olarak görülüyordu. Mustafa Kemal, ülkede reformlar yapılmasını, İttihat ve Terakki'nın açık bir siyasî parti niteliği almasını ve ordunun kesin olarak siyasetten çekilmesini istiyordu. Mustafa Kemal ve İttihat ve Terakki arasındaki fikir uyuşmazlığı bu görüşlerden sonra ortaya çıktı. Bu sırada Trablusgarp'ta Meşrutiyet'e karşı bir ayaklanma başladı. İttihatçılar bunu bir fırsat bilerek Mustafa Kemal'i Trablusgarp'a yolladılar. Mustafa Kemal, kan dökmeden ayaklanmayı bastırdı ve Redif tümeni kurmay başkanı olarak Selanik'e döndü (13 Ocak 1909). II. Meşrutiyet'e rağmen İttihatçılar İstanbul'a hakim olamamışlardır, İslamî prensiplerin ihlâl edildiği bahane edilerek İstanbul'da bir ayaklanma meydana geldi. 31 Mart Olayı adı verilen bu ayaklanmayı "Hareket Ordusu" bastırmıştır. 3. Ordu'ya bağlı birliklerle Redif kıtalarından meydana gelen Hareket Ordusu olayı bastırdıktan sonra suçluları cezalandırdı ve padişah II. Abdülhamid tahttan indirildi.
22 Eylül 1909'da Selanik'te İttihat ve Terakki'nin yıllık kongresi toplandı. Mustafa Kemal bu kongreye Trablus delegesi olarak katıldı ve görüşleriyle dikkati çekti.
Bundan sonra Mustafa Kemal, Zabit Talimgahı ve 38. Piyade alay kumandanlığı yaptı. General Litzman'ın "Takımın Muharebe Talimi" ve "Bölüğün Muharebe Talimi" adlı kitaplarını çevirerek bastırdı (1909 ve 1912). Cumalı Ordugahı (1909) ve Tabiye Tatbikat Seyahati (1911) adlı kitaplarını da bu dönemde yayınlandı. 1910 sonbaharında, Fransız ordusunun Picardie'de yaptığı tatbikata katıldı.29 Eylül 1911'de İtalyanlar Trablusgarb'a saldırdılar. Bu bölge imparatorluğun ihmal edilmiş bir bölgesi idi ve savunması az sayıda bir kuvvete bırakılmıştı. Paris Ataşemiliteri Fethi (Okyar), Berlin Ataşemiliteri, En ver (Paşa) gönüllü subay olarak Trablus'a gittiler. Mustafa Kemal de gizlice Trablus'a geldi. Önce Tobruk'ta sonra Derne'de muharebeleri yönetti. 27 Kasım 1911'de Binbaşı oldu. Bu sırada Balkan Savaşı başladı (1912). Mustafa Kemal bu olay üzerine İstanbul'a geldi. Ancak, Bulgarlar, Çatalca hattına kadar gelmişlerdi. Osmanlılar Bolayır Yarımadası'nda kuvvet toplamayı, bu kuvvetle Bulgar hattının gerisine saldırmayı düşünüyorlardı. Mustafa Kemal, Bolayır'da kurulan mürettep kolordusunun harekat şubesi müdürlüğüne tayin edildi (25 Kasım 1912). Mürettep kolordu kumandanı Fethi Bey'in askerlikten istifa edip, İttihat ve Terakki'nin Genel Sekreteri olmasıyla, yerine Mustafa Kemal geçti. 22 Temmuz 1913'te Edirne'ye giren ilk kuvvetler bu kolorduya aitti. 27 Ekim 1913'te Mustafa Kemal Sofya Askerî Ateşeliği'ne gönderildi; bu bir çeşit sürgün cezası idi.
Bu sırada Enver Paşa yarbaylıktan tuğgeneralliğe yükselerek Harbiye Nazırı oldu ve orduda bir gençleştirme hareketine başladı. Mart 1914'te Mustafa Kemal yarbaylığa yükseltildi. 28 Haziran 1914'te Avusturya veliahtı Arşidük Franz Ferdinand Saraybosna'da öldürüldü. Bu I. Dünya Savaşı'nın başlamasıydı. Mustafa Kemal, Osmanlı Devleti'nin Almanya yanında savaşa girmesine karşıydı. Enver Paşa ise karşı fikri destekliyordu ve Osmanlılar Almanların yanında savaşa katıldılar.
Mustafa Kemal, 2 Şubat 1915'te Tekirdağ'da kurulmakta olan 19. Tümen Kumandanlığına getirildi. 19. Tümen önce Maydos (Eceabad)'a sonra Bigalı'ya nakledildi. Bu sırada İngiliz ve Fransız donanmaları Çanakkale'yi geçmeye çahşmışlarsa da ağır kayıplara uğrayarak geri çekilmişlerdir (18 Mart). 25 Nisan'da Gelibolu Yarımadası'na iki yerden çıkartma yapıldı (Seddülbahir ve Arıburun). Mustafa Kemal'in hayatında önemli bir yer tutan Çanakkale Savaşları başlamıştı. Mustafa Kemal'in Sarıbayır, Kocaçimen, Çonkbayırı, Kireçtepe ve Anafartalar'da muharebeleri tarihin en çetin muharebeleri olarak nitelenmiştir. 21 Ağustos muharebelerinden sonra düşmanı denize dökmek için bir saldırı düşündü. Ancak yardımcı kuuvetlere ihtiyaç vardı. Yardım gelmeyince Grup Kumandanlığı'ndan istifa etti. İstifası kabul edilmeyerek hava değişimine çevrildi. Mustafa Kemal albaylığa yükseltildi.

Bir süre Soyfa'da dinlendi ve daha sonra Edirne'de 16. Kolordu Kumandanlığına tayin edildi (1916). Nisan 1916'da rütbesi generalliğe yükseltildi. Mustafa Kemal Muş ve Bitlis'i geri aldı (6-7 Ağustos 1916). Bu başarısından dolayı Altın Kılıçlı imtiyaz madalyası kazandı. 5 Mart 1917'de 2. Ordu kumandan vekili, 18 Mart'ta da asaleten ordu kumandanı oldu. Daha sonra Hicaz Kuvve-i Seferiyesi kumandanlığı teklif edildiyse de görevi kabul etmedi. Başkumandanlık Hicaz'in boşaltılmasını teklif etti. Enver Paşa bu görevi Mustafa Kemal'e verdi; bu şekilde onu harcamak istiyordu. Ancak Mustafa Kemal bu teklifi de kabul etmedi. Enver Paşa, Bağdat'ı geri almak üzere Halep'te Yıldırım Orduları grubu adı verilen yeni bir kuvvet topluyordu. Bu orduların başına general Falkenhayn getirildi. Mustafa Kemal Paşa da bu gruba bağlı 7. Ordu Kumandanı oldu (5 Temmuz 1917). Bağdat'ın geri alınmasından vazgeçildi ve ordu Filistin'e yollandı. Buradan Enver Paşa'ya bir rapor gönderdi. Enver Paşa'nın raporla ciddi bir şekilde ilgilenmemesi yüzünden istifa etti. 7 Kasım 1917'de genel karargah emrine alındı.
Aralık 1917'de Kayser, Osmanlı padişahını Alman imparatorluk karargahına davet etti. Bu davete veliaht Vahdeddin Efendi ve Mustafa Kemal Paşa birlikte gittiler.15 Aralık 1917-5 Ocak 1918 tarihleri arasında yapılan bu seyahatte Veliaht'a savaşın kaçınılmaz sonuçlarını anlatmaya çalıştı. Dönüşünde böbrek rahatsızlığının artması yüzünden Karlsbad (Bugünkü Karlovi Vari) gitti. Temmuz 1918'de kendisini ziyarete gelen bir arkadaşı padişah Mehmed Reşad'ın öldüğünü ve yerine Vahdeddin'in geçtiğini bildirdi. 4 Ağustos 1918'de İstanbul'a döndü. 16 Ağustos 1918'de 7. Ordu Kumandanlığına yeniden tayin edildi. 22 Eylül'de Vahdeddin'in fahrî yaveri oldu. Buna rağmen Nablus'a gitti. Bu cephede 3 ordu vardı. Bu üç ordunun Filistin Cephesi'ndeki muharebeleri yenilgi ile sonuçlandı.
8 Ekim'de Talat Paşa hükümeti istifa etti. Padişah hükümeti kurmak görevini Tevfik Paşa'ya verdi. Mustafa Kemal Paşa, Padişaha telgraf çekerek sadarete Ahmed İzzet Paşa (Furgaç)'yı getirmesini istedi. Sonuçta Tevfik Paşa hükümeti kuramadı ve sadrazam Ahmed İzzet Paşa oldu. Ancak Mustafa Kemal Paşa'yı Harbiye Nazırı yapmadı. 30 Ekim'de Osmanlı Devleti Mondros Müterekesi 'ni imzaladı. Mütarekeye göre Alman kumandanların Türkiye'yi terketmeleri gerekiyordu. Bu sebeple Liman von Sanders Yıldırım Orduları Grubu Kumandanlığı'nı Mustafa Kemal Paşa'ya bıraktı (31 Ekim). 7 Kasım 'da Yıldırım Orduları Kumandanlığı kaldırıldı ve 13 Kasımda Mustafa Kemal Paşa İstanbul'a geldi. Bu tarih müttefiklerin İstanbul'a geliş günüydü.
Sadrazam İzzet Paşa istifa etti. Yeni hükümeti kurma görevi Tevfik Paşa'ya verildi. Mustafa Kemal ve arkadaşları yeniden İzzet Paşa'nın sadrazam olması için uğraştılarsa da başarılı olamadılar. Mustafa Kemal Paşa "Zabit ve Kumandanla Hasbihal" adlı eserini bu sırada yayınladı, işgal kumandanları ondan şüphelenmeye başladılar. Kendisini uygun bir görevle merkezden uzaklaştırmak gerekiyordu, İngiliz raporlarına göre Türkler Samsun'da Rum ahaliye baskı yapıyorlardı, İngilizler, bu duruma bir son verilmezse kendilerinin Mondros Mütarekesi'nin 7. maddesi gereğince işe el koyacaklarını bildirdiler. Hükümet bir tedbir olarak Mustafa Kemal Paşa'yı 9. Ordu Kıtaatı müfettişliğine tayin etti. Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'da hem askerî, hem de mülkî görevleri vardı. Bunlar kısaca: Bölgedeki asayişin düzeltilmesi, silahların toplattırılıp saklanması ve mıntıkadaki Redd-i İlhak ve Mü-dafaa-i Hukuk cemiyetlerinin kapatılması idi. Mustafa Kemal Paşa bu görev ile müfettişlik sınırları içinde ve dışındaki bütün kumandanlarla doğrudan doğruya haberleşip, gereken emirleri verecekti. Mustafa Kemal, yol hazırlıklarını büyük bir gizlilik içinde yaptı, İstanbul'dan ayrılmadan önce Yıldız Sarayı'nda Vahdeddin'i ziyaret etti ve gizli bir görüşme yaptı. 16 Mayıs'ta Bandırma vapuru ile hareket ederek 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıktı.
Bu arada Batı Anadolu'da da Yunan işgali başlamıştı. Yunan kuvvetleri 15 Mayıs 1919'da İzmir'e çıktılar.
Mustafa Kemal Paşa, çalışmalarını iki nokta üzerinde topladı: l-Yetkisi altındaki askerî ve sivil makamlarla sıkı bir temas kurmak. 2-Halkı düşmanlarla savaşmaya teşvik etmek.
Bu sebeple Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak grupları arasında bağlantı kurmaya çalıştı. Bu çalışmaları işgal kuvvetleri ile Osmanlı Hükümeti'ni tedirgin etti. İngilizlerin baskısıyla hükümet Mustafa Kemal Paşa'yı geri çağırdı. Mustafa Kemal Paşa bunu kabul etmedi ve karargahını Samun'dan Havza'ya taşıdı. 28 Mayıs'ta Havza'dan Anadolu ve Trakya'daki bütün kumandanlara ve sivil yöneticilere ilk genelgesini gönderdi. Havza'dan Amasya'ya geçti 21/22 Haziran gecesi ünlü Amasya Genelgesi (Tamimi)'ni yayınladı. Mustafa Kemal Paşa 3 Temmuz'da Vilayât-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti'nin düzenlediği kongreye katılmak üzere Erzurum'a geldi, İstanbul Hükümeti 7 Temmuz'da Mustafa Kemal'i görevinden uzaklaştırdı. Mustafa Kemal bunu haber alır almaz görevlerinden istifa etti. Erzurum Kongresi 23 Temmuz'da toplandı, 7 Ağustos'a kadar devam etti. Kongrede vatanın bir bütün olduğu ve parçalanamayacağı; vatanın istiklalini İstanbul Hükümeti koruyamazsa, bunu temin için bir geçici hükümet kurulacağı; manda ve himayenin kabul olunmayacağı gibi önemli kararlar alındı. Sivas Kongresi 4 Eylül 1919'da toplandı. Kongre Erzurum Kongresi- nde alınan kararları onayladı. Misak-ı Milli metnini daha açık bir hale getirdi. Aldığı kararları uygulayabilmek için bir Heyet-i Temsiliye seçti.
12 Eylül 1919'da Mustafa Kemal Paşa bütün telgraf merkezlerine bir tamim göndererek, iyi bir hükümet işbaşına gelinceye kadar İstanbul Hükümeti ile bütün resmî bağların kesildiğini bildirdi. Damad Ferid Paşa hükümeti çekildi ve yerine Ali Rıza Paşa geldi. Hükümet Heyet-i Temsiliye ile görüşmek ve bir anlaşma yapmak için Bahriye Nazırı Salih Paşa'yı Anadolu'ya gönderdi. 20-22 Ekim'de yapılan görüşmelerde alınan kararlarla İstanbul Hükümeti Anadolu hareketini resmen tanımış oluyordu.
7 Kasım 1919'da İstanbul Hükümeti'nce yapılan seçimlerde Mustafa Kemal Paşa Erzurum milletvekilliğine seçildi. 27 Aralık'ta Ankara'ya geldi. 10 Ocak 1920'de Hakimiyet-i Milliye Gazetesi'ni kurdu.
12 Ocak'ta İstanbul'da Meclis-i Mebusan açıldı. Mustafa Kemal Paşa İstanbul'a giden milletvekillerine kendisini Meclis başkanlığına seçmelerini ve "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk" adı altında bir grup kurmalarını teklif etmişti. Fakat başkan olmasının sakıncalı olacağı düşüncesiyle onu başkanlığa seçmediler ve kurdukları gruba Felah-ı Vatan adını verdiler. Bu grup 28 Ocak'ta Misak-ı Milli esaslarını bir bildiri şeklinde Meclis'e kabul ve imza ettirmiştir. 13 Mart'ta Onlar Meclisi İstanbul'un işgaline karar verdi ve 16 Mart'ta İstanbul işgal edildi. 18 Mart'ta Osmanlı Meclisi son toplantısını yaparak çalışmalarına ara verdi.
Mustafa Kemal Paşa 19 Mart'ta yayınladığı bir bildiri ile Ankara'da bir meclisin toplanacağını, bu meclisin milletin seçeceği temsilciler ile İstanbul Meclisi üyelerinin Anadolu'ya geçebilenlerinden oluşacağını bildirdi.
Ankara'da kurulan T.B.M.M. ilk toplantısını 23 Nisan 1920 Cuma günü, en yaşlı üye Sinop milletvekili Şerif Bey'in başkanlığında yaptı. 24 Nisan'da başkanlığa seçilen Mustafa Kemal Paşa söz alarak Mondros Mütarekesi'nin imzasından Büyük Millet Meclisi'nin açılışına kadar geçen siyasî olayları anlattı.
Ankara'ya ilk geldiği günlerde Ziraat Okulu'nda ve sonraları istasyon binası yanındaki dairede bir süre kaldıktan sonra, Ankara Belediyesi'nin Çankaya'da satın alarak kendisine hediye ettiği köşke yerleşmiş bulunan Mustafa Kemal Paşa'nın bütün hayatı tam bir çalışma içinde geçiyordu. Meclis'te kurulan Lâyiha Encümeni'ne 27 Nisan 1920'de seçildi. 20 Ocak 1921 tarihinde Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile İcra Vekilleri Heyeti Başkanlığı makamı kurulunca, Fevzi Paşa bu göreve seçilinceye kadar İcra Vekilleri Heyeti Başkanlığı'nı da yaptı. Mustafa Kemal, 30 Nisan 1920'de Büyük Millet Meclisi'nin kurulduğunu bir sirkülerle bütün yabancı devletler Hariciye nezâretlerine bildirmişti. Bu arada, İstanbul Hükümeti Mustafa Kemal Paşa'yı idam cezasına mahkûm ediyordu.
Mustafa Kemal, Ermenistan askerî kuvvetlerinin Türklere karşı yapmaya başladıkları zulümlere son vermek üzere 9 Haziran 1920'de Doğu vilayetlerimizde gerekli hazırlıkların yapılması için emir vererek, 15.Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir'i Şark Cephesi Komutanlığı’na tayin etti.
22 Haziran 1920'de de Yunan Ordusu, Salihli, Akhisar, Soma, Aydın, Nazilli yönünde ilerlemeye başladı. Bu taarruzun amacı Sevr Antlaşması'nın kabul edilmesini kolaylaştırmaktı. Büyük Millet Meclisi, bu taarruzu önlemek ve dağınık kuvvetleri bir kumanda altında birleştirmek üzere, 18 Haziran 1920'de Ordu Komutanlığı yetkisi ile Garp Cephesi Komutanlığı'nın kurulmasına karar verdi ve bu vazifeye 20. Kolordu Komutanı General Ali Fuad (Cebesoy) tayin edildi. Düşman kuvvetleri kısa bir müddet içinde Trakya'yı işgal ettiler (20-27 Temmuz 1920).
İtilaf Devletleri, daha Yunan taarruzu başlamadan önce padişah hükümeti elçilerini Paris'e davet ederek, Osmanlı Devleti'yle barış için hazırladıkları Sevr Projesi'ni vermişler (11 Mayıs 1921) ve Vahdeddin'in başkanlığında toplanan bir "Şurâ-yı Saltanat" da 22 Temmuz 1920'de antlaşmanın kabul ve onanmasına karar vermişti, İstanbul Hükümeti elçileri, öldürücü hükümler taşımasına rağmen, bu anlaşmayı imzaladılar (10 Ağustos 1920).
Büyük Millet Meclisi 19 Ağustos 1920 tarihli toplantısında Sevr Antlaşması'nı imzalayanların ve bunu onaylayan Şurâ-yı Saltanat 'ta bulunanların vatan haini olduklarını ve vatansız sayılmalarını karar altına aldı.
24 Eylülde Türk topraklarına saldıran Taşnakçı Ermenistan'a 28 Eylül 1920'de Şark Cephesi'ndeki ordumuz taarruza geçerek, arka arkaya zaferler kazandı. Sarıkamış, Kars ve Gümrü işgal edildi. Ermenilerin istekleri üzerine 18 Kasım 1920'de mütareke imzalandı; 2/3 Aralık gecesi de Gümrü Antlaşması yapıldı.
Ermenilerle mevcut anlaşmazlıklar halledildiği ve Misak-ı Milli'nın Doğu'daki hudutlarımıza ait bir kısım gayeleri gerçekleştiği sıralarda Mustafa Kemal Paşa, Büyük Millet Meclisi'nin Gürcistan ile olan münasebetlerini de düzenlemek için çalışıyordu. Temmuz 1920'de İngilizler, Batum'u boşaltınca Gürcüler Batum'u işgal etmişlerdi. Mustafa Kemal Paşa 25 Temmuzda bu hareketi protesto etti.
__________________



[sakın] bana bulaşma kalp kırarım bazen]
bluekeys™ Ofline   Alinti Yaparak Cevapla
Eski 11-28-2006, 02:30 PM   #56
bluekeys™
Forum Demirbaşı
 
bluekeys™ 'in Avatari
 
Kayit Tarihi: Nov 2005
Nerden: Ç.KALE/BİGA
Yaş: 43
Mesajlari: 5,907
Teşekkür Etme: 594
Teşekkür Edilme: 2,624
Teşekkür Aldığı Konusu: 685
Üye No: 3332
Rep Power: 3865
Rep Puanı : 132808
Rep Derecesi : bluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Belirlenen

(Devamı...)

Daha sonra Gürcü Hükümeti'nin elçisi, aradaki anlaşmazlıkları bir karara bağlamak üzere Ankara'ya geldi. Ancak Gürcülerin görüşmeleri uzatmaları ve güçlükler çıkarmaları üzerine Gürcistan'a bir ültimatom verildi (23 Şubat 1921). Sonuçta Ardahan, Artvin bölgesi işgal edilerek Misak-ı Milli’nin bir kısım gayeleri daha elde edildi.
11 Mayıs 1920'de Moskova'ya gitmek üzere yola çıkan Türk elçileri, Moskova'ya , 11 Temmuz'da vardılar. Sovyet Dışişleri Komiseri Çiçerin, 3 Haziran 1920'de Misak-ı Millî'yi tanıdıklarını bildirmiş ve antlaşma metni 24 Ağustos 1920'de son şeklini almıştı. Ancak Sovyetler Ermeniler lehine Doğu hudutlarımızda fedakarhk yapmamızı isteyince, antlaşmanın imzalanması geri bırakıldı. 14 Aralık'ta Moskova'ya bir heyet daha gönderildi. 16 Mart 1921'de Türk-Sovyet dostluğunun temeli olan Moskova Antlaşması imzalandı. Mustafa Kemal Paşa siyasî, ictimaî,idarî ve askerî görüşlerini açıklayan bir program hazırladı ve bunu "Halkçılık Programı" adı altında bastırarak hükümet teklifi halinde Meclis'e verdi (13 Eylül 1920). Mustafa Kemal Paşa'nın programı esas tutularak hazırlanan (20 Ocak l920) Teşkilat-ı Esasiye kanunu kabul edildi.
Kurtuluş Savaşı devam ediyordu, II.İnönü Zaferinden sonra Ankara'ya dönmüş olan Londra Konferansı Türk elçilik heyeti başkanı Bekir Sami'nin imzaladığı sözleşmeler, Mustafa Kemal'in şiddetli tenkitlerine hedef oldu ve hükümetçe reddedildi.
10 Mayıs 1921'de Ankara öğretmen okulunun konferans salonunda Mustafa Kemal Paşa'nın başkanlığında toplanan 151 milletvekili "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Meclis Grubu" nü teşkile karar verdiler ve grup başkanlığına oy birliğiyle Mustafa Kemal Paşa'yi seçtiler.
5 Ağustos 1921'de T.B.M.M. Başkomutanlık görevini Mustafa Kemal Paşa'ya verdi. Sakarya Meydan Muharebesi'nden önce Mustafa Kemal Paşa atına binerken düştü ve kaburga kemiklerini kırdı. Ankara'ya gelerek gerekli tedavisini yaptırttıktan sonra hemen cepheye döndü. 23 Ağustos-13 Eylül 1921'de cereyan eden muharebe zaferle sonuçlandı ve 19 Eylül 1921 'de kabul edilen bir kanunla Mustafa Kemal'e Müşirlik (Mareşallik) rütbesiyle Gazilik unvanı verildi. 31 Ekim 1921'de ise Gazi Mustafa Kemal'in Başkomutanlık yetkisi üç ay daha uzatıldı. 4 Şubat 1922'de Büyük Millet Meclisi ikinci defa Gazi Mustafa Kemal'in Başkomutanlık görev ve yetkilerini üç ay daha uzattı. 5 Mayıs 1922'de Gazi Mustafa Kemal'in görev ve yetkilerinin uzatılması hakkında teklif olunan yeni kanun tasarısı, onun Başkomutanlık'ta kalmasını istemeyenlerin tesiriyle Büyük Millet Meclisi'nde yapılan birçok tartışmalı görüşmeden sonra oylar dağıldığı için kabul edilmemişti. 6 Mayıs'ta Büyük Millet Meclisi' nin yaptığı gizli toplantıda Mustafa Kemal Paşa'nın Başkomutanlık görevi 3 ay daha uzatıldı.
26 Ağustos 1922 Cumartesi sabahı saat 05.30'da Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, Batı Cephesi Komutanı ve Kurmay başkanlarıyla birlikte Kocatepe'de hazır bulunuyordu. Düşman Başkomutanlık Meydan Muharebesi'nde büyük bir yenilgiye uğratıldı (30 Ağustos 1922). T.B.M.M. 8 Temmuz 1920'de Meclis Başkanlığı kürsüsüne örttüğü kara örtüyü 6 Eylül 1922'de kaldırdı.
Siyasî alanda başarının müjdesi olan Mudanya Mütarekenâmesi de imzalanmış bulunuyordu (11 Ekim 1922). 28 Ekimde de İtilâf devletleri konferansın Lozan'da toplanacağını bildirmişlerdi.
Büyük Millet Meclisi l Nisan 1923'de seçimi yenilemeye karar verdi. Yapılacak seçimde milletin yeni vekillerine vereceği görev ve yetkileri Mustafa Kemal Paşa 8 Nisan 1923'de "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" adına "Dokuz Umde" halinde yayımladı. Mustafa Kemal Paşa'nın bu Dokuz Umde'si Cumhuriyet Halk Partisi'nin ilk yazılı programı oldu. 9 Eylül 1923'te Parti kuruluşunu tamamladı. 11 Eylül'de Fırka, kurucusu Mustafa Kemal'i Genel Başkanlığına seçti. Hayatı boyunca Cumhuriyet Halk Partisi'nin "Değişmez Genel Başkanı" olan Mustafa Kemal Paşa'yi ölümünden sonra 26 Aralık 1938'de toplanan olağanüstü Kurultay "Ebedî Şef" ilân etti.
Mustafa Kemal, 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında partinin ikinci kurultayında 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıktığı günden başlayarak Millî Mücadelemiz ve İstiklal Savaşımızın geçirdiği saf haları bütün belgeleri ile anlatmıştır. Mustafa Kemal Paşa nutkuna, Türk Cumhuriyeti'ni, Türk Gençliği'ne, emanet eden tarihî hitabesiyle son vermiştir.
24 Temmuz 1923'de Lozan Antlaşması imzalandı. 29 Ekim 1923 saat 20.30'da Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhuriyet'i kabul etti ve derhal Cumhurbaşkanlığı seçimine gidildi. Oy birliğiyle ilk Cumhurbaşkanlığına Ankara Milletvekili Gazi Mustafa Kemal Paşa seçildi. Mustafa Kemal Paşa, Cumhuriyet Hükümetinin ilk Bakanlar Kurulu'nu kurmaya da Başbakan sıfatıyla İsmet Paşa'yı memur etti. 3 Mart 1924'de Halifelik kaldırıldı ve Osmanoğulları Hanedanı mensupları Türkiye sınırları dışına çıkarıldı. Bu suretle Cumhuriyet rejimi tam manasıyla kurulmuş oluyordu.
Türk Milleti Kurtuluş Savaşı'nı kazanarak yeni bir Türk Devleti'ni kurmayı başarmış ve cumhuriyeti ilân etmişti. Şimdi bu devletin medenî devletler seviyesine yükseltilmesi gerekiyordu. Bu sebeple eski müesseselerle, özelliklerini kaybetmiş olan gelenekleri bırakarak ve yerlerine devletin yapısına uygun müesseseleri kurmak gerekiyordu. Mustafa Kemal Paşa kısa bir süre içinde bunları tasarlamış ve uygulamaya koymuştur.
Bütün bu çalışmalar, Türkiye Devleti'ni medenî milletler seviyesine yükseltme amacını taşıyordu. Ancak bu çalışmalar büyük bir süratle yapılmalı idi. Atatürk, bu çalışmaları büyük bir başarı ile sürdürmüş üstün bir kumandan ve üstün bir diplomattır. “Yurtta sulh cihanda sulh” prensibiyle Devleti'ni medenî milletler arasında söz sahibi yapmıştır.
Atatürk Ocak 1938'de Yalova ve Bursa'ya yaptığı seyahat sırasında hastalandı. Mayıs 1938'de Mersin'e yapmış olduğu seyahat de onu yordu ve yeniden hastalandı. Yapılan konsültasyonda, hastalığın karaciğerde olduğu anlaşılmıştır (Siroz ). Atatürk, 10 Kasım 1938'de saat 09.05'de ölümsüzlüğe geçti. 16 Kasım'da tabutu Dolmabahçe Sarayı'nın büyük tören salonuna konuldu ve halkın ziyareti için sarayın kapıları açıldı. 19 Kasımda yine aynı salonda Prof. Şerafettin Yaltkaya cenaze namazını kıldırdı. Daha sonra cenaze Gülhane Parkı'na getirilerek Yavuz zırhlısına kondu ve İzmit'e gönderildi. 20 Kasımda ise trenle Ankara'ya getirildi. 21 Kasım'da törenle geçici kabri olan Etnografya Müzesi'ne defnedildi. 10 Kasım 1953'te de kendisi için yaptırılan Anıtkabir'e nakledildi.
__________________



[sakın] bana bulaşma kalp kırarım bazen]
bluekeys™ Ofline   Alinti Yaparak Cevapla
Eski 11-28-2006, 02:31 PM   #57
bluekeys™
Forum Demirbaşı
 
bluekeys™ 'in Avatari
 
Kayit Tarihi: Nov 2005
Nerden: Ç.KALE/BİGA
Yaş: 43
Mesajlari: 5,907
Teşekkür Etme: 594
Teşekkür Edilme: 2,624
Teşekkür Aldığı Konusu: 685
Üye No: 3332
Rep Power: 3865
Rep Puanı : 132808
Rep Derecesi : bluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Belirlenen

MUSTAFA REŞİT PAŞA
( 1800- 1858 )
Osmanlı devletinin yenileşme ve Batı'ya yaklaşma döneminin yetiştirdiği büyük devlet adamlarından biri... Osmanlı diplomasisine yeni ufuklar getiren bir diplomat... Büyük Reşit Paşa, 1800 yılında İstanbul'da doğdu. Tanzimat Fermanı'nı kaleme alan ve bizim ilk anayasamızın temellerini atan devlet adamımız olduğu için, Büyük Reşit Paşa diye anılır.

Reşit Paşa, bürokrat bir aileden gelir. Babası, Enderun yetiştirmelerinden Mustafa Efendi'dir. Eniştesi, Sadrazam Ispartalı Ali Paşa idi. Reşit Paşa'nın yetişmesini de eniştesi Ali Paşa üstlenmiştir. Arapça, Farsça, Fransızca öğrendi. Zamanın bilginlerinden dersler aldı. Daha çok genç yaşta, eniştesiyle birlikte Mora'ya gitti; Yunan isyanının iç yüzünü, Avrupa devletlerinin Osmanlı devletinin içişlerine nasıl karıştıklarını yerinde gördü. Bu içler acısı perişanlık, genç adamın kafasında yepyeni düşüncelerin doğmasına yol açtı.

OSMANLI DEVLETİ DIŞ MÜDAHALELERİN GÖBEĞİNDE YAŞIYORDU

İstanbul'a döndüğü zaman, Hariciye Nazırı Pertev Paşa ile görüşürken söyledikleri, Nazırın dikkatini çekti. Olağanüstü bir gözlem gücü vardı ve gözlemlerden hareket ederek çözüme gidebiliyordu. Pertev Paşa, Padişah II. Mahmut ile görüşürken, bu genç yetenekten bahsetti. II. Mahmut, yepyeni bir Osmanlı devleti kurmak, Batı'nın gelişmelerini ülkesine getirerek devletini geliştirmek istiyordu. Mustafa Reşit Bey'le görüştü ve kendisinde aradığı vasıfların bulunduğunu anlamakta gecikmedi.

Bir ara, devletine baş kaldırır gibi olan Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa ile yapılan müzakerelerde bulundu. Mısır meselesinin hangi etkenlerin altında geliştiğini farketmekte gecikmedi. Osmanlı devleti, dış müdahalelerin göbeğinde yaşıyordu. Bu dönemde adı, hem Osmanlı sınırları içinde, hem Avrupa'da "iyi diplomat" olarak duyulmuştu.

Önce Londra Büyükelçisi oldu. Bu elçilikte gösterdiği başarı üzerine, Dışişleri Bakanlığı'na getirildi. Bu sırada, yenilik taraftarı II. Mahmut ölmüştü (1839).

Taht'a II. Mahmud'un 17 yaşındaki oğlu Abdülmecit çıkmıştı. Genç padişahı tutucu bir çevre, babasının başlattığı yenilik hareketlerinden caydırmaya çalışıyordu. Yenilik taraftarı bilinen Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa'yı da bir kenara itmek istiyorlardı. Oysa Reşit Paşa, devletinin ve dünyanın durumunu çok iyi görüyordu. İmparatorluk, düşmanla çevrelenmişti. Bunlardan bir bölümü ile anlaşıp öteki bölümüne karşı direnmekten başka çıkar yol yoktu. Fransa ve İngiltere'yi, Rusya'ya karşı kullanarak bir denge yaratmak, bu sükûndan faydalanıp bazı Batı toplum kuruluşlarını Osmanlı devletine getirerek modern bir devlet olmak, tek çıkar yoldu.

REŞİT PAŞA SADRAZAM OLDU

Genç Padişah, doğru fikirlerin Reşit Paşa'dan geldiğini farketmekte gecikmedi. ' Kendi isteği ile, o güne kadar elinde tuttuğu bazı haklarından vazgeçerek, Reşit Paşa'nın kaleme aldığı "Tanzimat Fermanı"nı imza etmekte tereddüt etmedi. Böylece, Tanzimat dönemi başlatılmış oldu. Reşit Paşa da Sadrazam olmuştu.

Reşit Paşa'nın ilk işi, Mısır meselesinin halli olmuştur. Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Osmanlı'ya başkaldırmış, orduları Kütahya önlerine kadar ilerlemişti. Üstelik Türk donanması, Kaptan-ı Derya Ahmet Fevzi Paşa eliyle Mısır'a götürülüp Kavalalı'ya teslim edilmişti. Fransızlar, Kavalalı'yı arkalıyorlardı. Reşit Paşa, İngiltere'yi, Hindistan yolunun tehlikede olduğuna ikna etti ve İngilizler, savaş tehdidi ile Fransa'yı, Mısır işine karışmaktan alıkoydular. Bundan yararlanan Reşit Paşa, Mısır kuvvetlerini Beyrut civarında perişan etti. Mısır'ı barışa zorladı. Kavalalı, kendisine iltica eden Osmanlı donanmasını geri verdi ve böylece Mısır meselesi hâlledilmiş oldu.

Reşit Paşa, çeşitli aralıklarla 5 kere Sadrazam olmuştur. Sadrazam olmadığı zamanlarda da çoğu zaman Hariciye Nazırı olarak kabinede bulunuyordu. Onun en büyük eseri, kaleme alıp genç hükümdara imzalatmaya muvaffak olduğu "Tanzimat Fermanı"dır. Tanzimat Fermanı Osmanlı devletinin ilk yazılı anayasasıdır. Bu anayasa ile vatandaşın ana hakları, devletin teminatı altına alınıyordu.

KANUN ÖNÜNDE HERKESE EŞİTLİK TANINDI

Bu fermana göre, mahkeme kararı olmaksızın, hiçbir vatandaşın hayatına dokunulamayacak, ne padişah, ne sadrazam, "hikmet-i hükümet" mazereti ile hiç kimsenin öldürülmesini emredemeyecekti. Teba arasında eşitlik kuruluyordu. Kanun önünde herkes müsavi idi. Vatandaşa angarya yaptırılmayacak, kanunsuz vergi alınamayacak, mülkiyet hakkı, devletin teminatı altında olacaktı.

Din, ırk, mezhep farkları da kaldırılmıştı. Sokaklarda papazlarla hocalar sarmaş dolaş oluyorlar, her ırktan insanlar, adalet önünde eşit saygı görüyorlardı.

Mustafa Reşit Paşa, 1858 yılında, daha çok genç sayılacak bir yaşta öldü. Zamanında çok değerli devlet adamları, sanat adamları yetiştirmiştir. Türk sadrazamlarının en büyüklerinden biri sayılır.
__________________



[sakın] bana bulaşma kalp kırarım bazen]
bluekeys™ Ofline   Alinti Yaparak Cevapla
Eski 11-28-2006, 02:31 PM   #58
bluekeys™
Forum Demirbaşı
 
bluekeys™ 'in Avatari
 
Kayit Tarihi: Nov 2005
Nerden: Ç.KALE/BİGA
Yaş: 43
Mesajlari: 5,907
Teşekkür Etme: 594
Teşekkür Edilme: 2,624
Teşekkür Aldığı Konusu: 685
Üye No: 3332
Rep Power: 3865
Rep Puanı : 132808
Rep Derecesi : bluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Belirlenen

NAİMA
( 1655-1716 )
Türk tarihinin en büyük ustası... İbni Haldun'un bilimsel Batı tarihine temel olan fikirlerinden hareket ederek, Osmanlı tarihini kaleme alan büyük yazar!

Naima, saray vak'anüvisi olduğu halde, tarihçi olmasını bilmiş ilk fikir adamımızdır. Tarihin, olaylar dizisinden ibaret olmadığını, yaşanan hayata etkisi olan "Yaşanmış hayat parçası" olduğunu idrak eden ve belgelerin dışında sadece sosyolojik yorumlara yer veren bu tarihçimiz, günümüzün birçok tarihçilerine bile hocalık edecek düzeyde bir tarih bilginimiz-dir.

1655'te Halep'te doğdu. Asıl adı Mustafa Naim'dir. Genç yaşta İstanbul'a gelmiş ve Baltacılar Ocağı'na kaydolmuştur . Bu ocağa kayıtlı olanlar, Beyazıt Camii'ndeki derslere de devam ederlerdi. Naima da öyle yaptı. Dersleri dikkatle izledi ve her öğrendiğini kendi içinde tartışarak bir kere daha değerlendirmeden kullanmadı.

Bir süre sonra Baltacılar Ocağı'ndan çıkıp Divan-ı Hümayun kalemine girdi. Burada "Naima" mahlasını almıştır. Karagöz Ahmet Paşa, kaptan-ı deryalığa getirilince, paşanın "divan efendisi" oldu. Bu dönemde kendisini, devrin önemli kişilerine tanıtmak fırsatını buldu. Şair, bilgin Rami Mehmet Efendi, Kazasker Yahya Efendi gibi insanlarla dost oldu. İstanbul gümrüğünde 1000 kuruş aylıkla göreve gelmesi, Rami Mehmet Efendi'nin sayesindedir.

BÜYÜK BİR BİLİMSEL TARİHÇİYDİ

Fakat asıl parlaması, Amcazade Hüseyin Paşa'nın sadareti zamanına rastlar. Amcazade şairleri, sanatkârları, fikir adamlarını çok yakından korumuş, kollamış bir
devlet adamı idi. Naima'daki cevheri farkettikten sonra onu saraya, vak'anüvis olarak aldı. Kendi adını taşıyan tarihin önsözünü yazdığı zaman bunu Sadrazam Amcazade Hüseyin Paşa'ya sundu. Bu önsöz gerçekten önemlidir. Çünkü, o zamana kadar gelen bütün tarihçilerden farklı olarak bu önsözde Naima, olaylara nasıl baktığını, nasıl değerlendirdiğini anlatıyor, İbni Haldun'un sosyolojik tarih metodunu kullanacağını haber veriyordu. Bugün de değerini muhafaza eden bu önsözü okuyan Sadrazam, Naimâ'yı ödüllendirdi ve takdirlerini bildirdi.

Naima'nın, bilimsel bir tarihçi olması ne kadar önemli ise, çağında bir sadrazamı, bilimsel tarihten anlaması ve Naimâ'yı arkalaması da o kadar önemli bir konudur. Osmanlı devlet yapısına ışık tutar. Nitekim Amcazade'nin ölümünden sonra iş biraz tavsamış, fakat Damat Hasan Paşa sadrazam olunca bu tarih seven devlet adamı Naimâ'yı hem "korumuş', hem eserinin zamanına kadar işlenmesini emretmiştir.

Naima'nın ocak arkadaşı Karagöz Ahmet Paşa, sadrazam olunca 28 Eylül 1704'de Naima'nın da yıldızı parladı. Anadolu muhasebeciliğine tâyin edildi. Geçimi ferahlamıştı. Yıldızlar ilmi üzerinde de çalışıyor, bazı "zayice"ler yazıyordu. 1706'da Sadrazam olan Çorlulu Ali Paşa, Naima'nın zayicelerinden kuşkulandı ve Hanya'ya sürgün etti. Hanya'dan Bursa'ya geldi. Bir yıl sonra da İstanbul'a dönmesine izin verildi.
Sadrazam, Şehit Ali Paşa idi. Büyük bir kitaplığı vardı ve şairleri, sanatkârları ve bilginleri arkalıyor, onları devlet hizmetine yerleştiriyordu. Naimâ'yı teşrifatçı yaptı, ayrıca
Kalyonlar Defterdarlığı'na tâyin etti. Bu dönemde Naima, büyük eseri olan "Tarih"ini
yazmaya devam etti. Fakat Silahtar Damat Ali Paşa'nın sadareti zamanında işleri yine bozuldu.

17. YÜZYIL OSMANLI İMPARATORLUĞU'NUN EN BÜYÜK NAŞİRLERİNDENDİR.

Ordu ile birlikte Mora seferine katılan Naima, Mora'ya defter emini olarak tâyin edildi. Bunu hiç istemiyordu, İstanbul'a dönmek muradında idi. Fakat derdini kimselere anlatamadı. Üzüntüler, sıkıntılar içinde Paleo Patras kasabasında hayata gözlerini yumdu.

Naima, Amcazade Hüseyin Paşa'nın teşviki ile 1591 tarihinden 1660 tarihine kadar olan zamanı Menarzade Ahmet Efendi'nin Vakayiname müsveddelerinden de yararlanarak yazmış ve birinci cilt olarak yayınlamıştır. Birinci bölümün devamı olan 1660- 1699 döneminin bütün belgelerini 'hazırlamış, notlarını almış, müsveddelerini geliştirmiş, fakat tamamlamaya fırsat bulamadan ölmüştür.

Ölümünün üstünden bir hayli geçtikten sonra Naima'nın müsveddeleri, notları, Şehrîzade Sait Efendi'ye geçmiş ve son bölüm onun kalemi ile tamamlanmıştır. 17. yüzyıl Osmanlı uygarlığının yetiştirdiği en büyük naşirlerinden biridir. Biridir deyişimizin sebebi, büyük söz ustası Kâtip Çelebi'nin de bu yüzyılda "Seyahatname"sini yazmış olmasıdır. Naima, kalemi fırça gibi kullanmasını bilen bir yazardı. Sadece yazdığı olayı düşünmez, olayın çevresindeki öteki olaylarla, yazdığı olayın arasındaki münasebetleri bulur, çağı bir "bütün" olarak çizgi çizgi ortaya çıkarırdı. Günümüzde elbette Naimâ'dan daha iyi tarihçilerimiz vardır, fakat o veciz, beyan sadeliğine ulaşacak bir kalem zor gelir....
__________________



[sakın] bana bulaşma kalp kırarım bazen]
bluekeys™ Ofline   Alinti Yaparak Cevapla
Eski 11-28-2006, 02:31 PM   #59
bluekeys™
Forum Demirbaşı
 
bluekeys™ 'in Avatari
 
Kayit Tarihi: Nov 2005
Nerden: Ç.KALE/BİGA
Yaş: 43
Mesajlari: 5,907
Teşekkür Etme: 594
Teşekkür Edilme: 2,624
Teşekkür Aldığı Konusu: 685
Üye No: 3332
Rep Power: 3865
Rep Puanı : 132808
Rep Derecesi : bluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Belirlenen

NAMIK KEMAL
( 1840- 1888 )
Namýk Kemal, epik þiirin ustasý ve bir özgürlük savaþçýsýdýr. "Vatan" sözünü, edebiyata sokan þairdir. Mýsralarýnda kullandýðý kelimeler, bazen mücevher parçalarý gibi, bazen ateþ parçalarý gibi dökülür, inanan ve inandýðýný, okuyucularýna aktarmasýný bilen yaman bir edebiyatçýdýr.

"Musýrrým, sabitim ta can verince halka hizmette
Fedakârýn kalýr ezkarý daim kalb-i millette
Denir bir gün gelir de saye-i feyz-i hamiyette
Kemal'in seng-i kabri kalmadýysa namý kalmýþtýr."


21 aralýk 1840'da Tekirdað'da doðdu. Annesinin babasý Abdüllatif Paþa, o sýralar Tekirdað'da görevliydi. Namýk Kemal'i okutan, yetiþtiren Abdüllatif Paþa'dýr. Özel öðretmenler tuttu. Çocuk sayýlacak yaþlarýnda Arapça, Farsça öðrendi. 17 yaþýna geldiði zaman, mükemmel Fransýzca konuþup yazýyor, bir "Divan" dolusu þiirin sahibi bulunuyordu.

NAMIK KEMAL ZÝYA PAÞA'YLA BÝRLÝKTE PARÝS'E KAÇTI

Bu yaþta Ýstanbul'a geldi ve Babýâli ‘Tercüme Odasý’na alýndý. Ýstanbul'un edebiyat çevreleri, bu genç ve çok yetenekli þairi hemen benimsediler. 20 yaþýna geldiði zaman bütün Osmanlý ülkesi þair Namýk Kemal'i tanýyordu. 21 yaþýnda iken (1861) "Encümen-i Þuarâ" (Þairler Akademisi)ya üye oldu. Birçok insanýn ancak hayatlarýnýn sonuna doðru eriþtikleri þöhret ve mevkilere Namýk Kemal genç yaþta ulaþmýþtý.

Ýlk þiirlerinde, Þair Leskofçalý Galip Bey'in etkisi vardýr. Giderek bu etkiyi sildi ve kendi sesini buldu;

"Ne efsunkâr imiþsin ah ey didar-ý hürriyet
Esir-i aþkýn olduk gerçi kurtulduk esaretten."

Þinasi'yi tanýyana kadar, bir divan þairi idi diyebiliriz. Aþk ve tabiat üstüne þiirler yazýyordu. Fakat Þinasi'yi tanýdýktan sonra, yepyeni bir kiþilik kazandý. Genç ruhunda fýrtýnalar kopuyor, istibdada kartal kanatlarýyla saldýrýyordu. Þinasi onu, çýkarmakta olduðu "Tasvir-i Efkâr'" gazetesine aldý. Yazdýðý yazýlar heyecanla okunuyor ve kapýþýlýyordu.Þiirde mi daha güçlü, nesirde mi daha parlak olduðunu kestirmeye imkân yoktu. Düz yazý da yazsa, nazým tekniðini de kullansa, insan yüreklerine ateþ parçalarý gibi dökülüyordu.

"Tasvir-i Efkâr"a girmesi ve yazý yazmaya baþlamasý 1862'de olmuþtu. 21 yaþýndaydi, politikaya girmiþti. Sarayla dövüþüyordu. Bu sýrada Þinasi, bazý özel sebepleri yüzünden Avrupa'ya kaçtý. Giderken gazetesini, Namýk Kemal'e devretmiþti. Padiþah, Abdülaziz'di. Kemal, yazýlarýnda Abdülaziz'i hedef almýyor, fakat onun hükümetlerinde sürekli olarak Sadrazamlýk eden Fuat ve Ali Paþalara veryansýn hücum ediyordu. Onu bu hücumlarýnda arkalayan, sadece Veliaht Murad Efendi idi. Murad Efendi, amcasýnýn yerine geçmeye hevesli idi ve bu yüzden yenilik taraflýsý görünüyordu. Hem Namýk Kemal ile, hem Ziya Bey (sonra paþa olmuþtur) ile Kurbaðalýdere'deki köþkünde uzun sohbetler yapýyordu.

PARÝS'TEN DÖNEN KEMAL, ÝSTANBUL'DA ÝBRET GAZETESÝNÝ ÇIKARDI

Sadrazam Ali Paþa, gerek Veliaht ile olan bu iliþkilerden ve gerekse bu iki yazarýn yazdýklarý yazýlardan sýkýntýya düþtü. Bunlardan kurtulmak için, 1867'de Namýk Kemal'i Erzurum Valiliðine, Ziya Paþa'yý da Kýbrýs Mutasarrýflýðýna tayin etti,. Her ikisi de gitmediler ve Paris'e kaçmanýn bir yolunu buldular. Paris'te kendilerini, Prens Fazýl Mustafa Paþa himaye ediyordu.

Üç yýl kadar Avrupa'da kaldýlar. Bu yýllar, Batý geliþiminin hýzlý olduðu yýllardý. Gördüklerine hayran kalýyorlardý. Fakat Mustafa Fazýl Paþa'nýn bu gençlerin himayesine son vermesi, onlarý güç durumda býraktý. Ýstanbul'a döndüler. Kemal Ýstanbul'da "Ýbret" gazetesini çýkardý. (1870). Þimdi Babýali'ye daha bilinçli hücum ediyor, hükümeti bunaltýyordu. Ayrýca "Vatan ve Silistre" adlý bir oyun yazdý. Oyunun Gedikpaþa Tiyatrosu'nda oynamasý, Ýstanbul'u da yerinden oynattý. Seyirciler, oyundan sonra Namýk Kemal'i omuzlarý üzerine aldýlar ve Ýstanbul sokaklarýnda dolaþtýrdýlar. Halk bu vesile ile, Velihat Murad Efendi lehinde nümayiþ yapýyordu.

ÝSTANBUL'DAN UZAKLAÞTIRILDI

Namýk Kemal ve arkadaþlarý tutuklandý. Kýbrýs'ta Magosa kalesine sürüldü. Önceleri zindana kapatýlmýþsa da sonradan serbest býrakýlmýþ ve birçok deðerli eserini bu sýrada kaleme almýþtýr.

1876 tarihinde V.Murad tahta çýkýnca, af edildi ve Ýstanbul'a geldi. Yeni bir anayasa kaleme alýnýyordu. Namýk Kemal, bu anayasa Komisyonuna, "Þura-yý Devlet" üyesi olarak katýlmýþtýr.

Bu sýrada Namýk Kemal'in dostu V. Murad tahttan indirildi ve yerine II. Abdülhamit geldi. Abdülhamit Ziya Paþa'yý, vezir rütbesi ile Suriye Genel Valiliðine tayin etti ve uzaklaþtýrdý. Namýk Kemal, Ýstanbul'dan ayrýlmak istemiyordu yazýlarýna devam ediyordu. Tutuklandý, mahkeme edildi ve beraat etti. Fakat Abdülhamit, onun Ýstanbul'da kalmasýný zararlý görüyordu. 1879'da Midilli Mutasarrýflýðýna tayin edilerek Ýstanbul'dan uzaklaþtýrýldý. 1884'de Rodos, 1887'de de Þakýz Mutasarrýfý oldu. Bu dönemde "Osmanlý Tarihi"ni yazmýþ ve bu tarihin baþýna konmak üzere II. Abdülhamid'i öven þiir kaleme almýþtýr. Tarihçiler, bu þiirin, kitabýn basýlmasýný saðlamak için yazýldýðýný söylerler. Daha 48 yaþýnda, hayatýnýn en üretken çaðýnda iken, 2 aralýk 1888'de geçirdiði bir zatürree hastalýðýndan kurtulamayarak Sakýz adasýnda öldü.

Vasiyeti üzerine, hayran olduðu Rumeli'nin fatihi Süleyman Paþa'nýn Bolayýrdaki türbesinin yanýna gömüldü.
"Ölürsem görmeden millette ümmit ettiðim feyzi
Yazýlsýn seng-i kabrimde vatan mahzun, ben mahzun."
__________________



[sakın] bana bulaşma kalp kırarım bazen]
bluekeys™ Ofline   Alinti Yaparak Cevapla
Eski 11-28-2006, 02:31 PM   #60
bluekeys™
Forum Demirbaşı
 
bluekeys™ 'in Avatari
 
Kayit Tarihi: Nov 2005
Nerden: Ç.KALE/BİGA
Yaş: 43
Mesajlari: 5,907
Teşekkür Etme: 594
Teşekkür Edilme: 2,624
Teşekkür Aldığı Konusu: 685
Üye No: 3332
Rep Power: 3865
Rep Puanı : 132808
Rep Derecesi : bluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Belirlenen

NASRETTİN HOCA
(1208-1238 )
Türk kahkahasının adı, Nasrettin Hoca'dır. Türk insanının dünyaya bakışı, akılcılığı, özündeki gerçekçilik hep Nasrettin Hoca'nın fıkraları ile dile gelir. Gün görmüş, akıl öğrenmiş insanların durmuş-oturmuşluğu, onda... Örümcek kafalı yobazın budalalığını yüzüne çarpmak, onda... Namusluyu yüceltip, rezili yere çarpmak, onda... Düşünmek ve düşüncenin içinden bir tebessüm çıkarmak, yine onda... Nasrettin Hoca, Türk toplumunun şaheser bir karikatürüdür...

1208 yılında Sivrihisar'ın Horto köyünde dünyaya geldi. Babası Abdullah Efendi, bu köyün imamı idi. Ölünce, yerine Nasrettin Hoca bir süre imamlık yaptı. Fakat köyden çabuk sıkıldı. Gezmek, görmek, öğrenmek hevesi ile dolu idi. İmamlığı bırakarak Akşehir'e indi. Hayatı hakkında fazla bilgi yok. Hatta doğum ve ölüm tarihlerinin bile doğru olup olmadığı kesin değildir. Eğer doğru ise, 1238 yılında 30 yaşında iken Akşehir'de öldü...

ANADOLU'DA HER GÜLÜNÇ FIKRA ONA MALEDİLMIŞTİ

Ağızdan ağıza geçerek zamanımıza gelen fıkraların pek çoğu, gerek kaba-saba, gerekse gerçek bilgiden yoksun oluşlarından, Nasrettin Hoca'ya ait olmadığında kuşku yoktur. Genellikle Anadolu'da her gülünç fıkra, her iğneli sözün Nasrettin Hoca'ya mal edilmesi, millî bir gelenek haline gelmiştir. "Bir gün Timurlenk Nasrettin Hoca'ya..." diye başlayan bütün fıkraların uydurma olduğu kesindir. Çünkü Nasrettin Hoca, Timurlenk'in yaşadığı çağdan yüz elli yıl önce ölmüştü.

Bir söylentiye göre, Nasrettin Hoca, Konya Medresesi’nde okumuş ve hatta bir süre kadılık da yapmıştır. Ama Konya'da okumuş mu, okumamış mı, kadılık yapmış mı, yapmamış mı, bilinemez. Ancak Nasrettin Hoca'nın dünya görüşüne, olgunluğuna, esprisine baktığımız zaman, onun okumuş bir kişi olduğundan şüphemiz kalmaz.

Nasrettin Hoca'nın, güldürmenin ötesinde pek bir şey söylemeyen fıkraları olduğu gibi, derin bir felsefî görüşü, Türk toplumunun akılcı ve faydacı mizacını yansıtan hikayeleri de vardır. Bu güldürü hikayelerinden birini örnekleyelim:

"Nasrettin Hoca bir gün, bir bahçeye girmiş... Bakmış, başının üstünde, güneş parçası gibi parlayan kayısılar var... Dayanamamış, bir iki tane koparıp yemiş. Bir iki tane daha ko-parayım derken, ağacın üstüne çıkmış... Tam bu sırada, bahçe sahibi, elinde koca bir sopa ile çıkagelmez mi? Bahçe sahibi, "Sen kimsin?.. Ne arıyorsun bakayım orada?" demiş. Hoca, bakmış ki pabuç pahalı... Başlamış bülbül gibi şakımaya... Sonra da cevap vermiş: "Görmüyor musun, bülbülüm, yuvamda oturuyorum işte..." "Bahçe sahibi, "Ay o bülbül sesi mi senin ağzından çıkan?.. Biz hiç mi bülbül dinlemedik?.."deyince, Nasrettin Hoca öfkelenmiş, "Bana bak arkadaş, sen uzun ettin!. Zoraki bülbül bu kadar öter." deyip, Kestirip atmış...

«ARKADAŞ, YARIM OKKA ÇEKMEZ BU KUŞ!..»

Şimdi bir de Türk insanının akılcı, faydacılığını belirleyen bir hikayesini aktaralım...
Nasrettin Hoca pazarda dolaşırken bir kalabalık görmüş. Karışmış aralarına, bakmış, bir kuşun sahibi avazı çıktığı kadar haykırıyor: "Haydi, yok mu artıran?... Üç altına... Üç altına!. " Hoca kuşu satana sormuş: "Arkadaş, yarım okka çekmez bu kuş!.. Üç altın istemeye utanmıyor musun?." Kuşun sahibi gülmüş: "Çekil git Hoca, zevzekliğin sırası değil... Bu kuş, ama adam gibi konuşur!.. Anladın mı?.. Papağan bu, papağan!.."

Hoca eve koşup kümesteki kazı koltuğunun altına sıkıştırdığı gibi pazara gelmiş, papağanı satanın yanına gelip bağırmaya başlamış!.. "Hadi, çeyrek altına, çeyrek altına!.." Papağanın sahibi sormuş: "Neden 5 kuruşluk kaza çeyrek altın istiyorsun? Ben üç altın istiyorum ama, benim papağan adam gibi konuşur... Senin bu kaz ne yapar?..." Hoca, istifini bozmadan cevap vermiş: "Ne yapacak?.. O da adam gibi düşünür!."

Bu hikaye, ister faydacı bir görüşle olayların değerlendirilmesi biçiminde yorum-lansın, ister, "Söz gümüşse, sükût altındır" atasözünün eleştirisi gözü ile bakılsın, apaçık bir dünya görüşünü yansıttığı ortadadır. Hele, gerçeği bulmanın kolay olmadığını, gerçeğin görüşe, anlatılışa göre değer değiştirdiğini anlatan, Nasrettin Hoca'nın çok bilinen şu hikayesi, dünya mizahı ölçülerinde bile altın değerindedir:

"Nasrettin Hoca'nın komşusu, karısı ile kavga etmiş sonra Hoca'ya gelip içini boşaltmış. Hoca, dinlemiş dinlemiş, sonra, "Haklısın komşu" demiş.

Derken bu sefer, komşunun karısı gelmiş. O da başlamış anlatmaya. Kendi açısından olanları bir bir anlatmış... Hoca, yine dinlemiş dinlemiş, "Haklısın, Bacı komşum" demiş..."
Meğer bütün konuşulanları yandaki odadan karısı işitirmiş. Koşmuş, Hoca'nın karşısına dikilmiş: "Kocası geldi, karısından yandı, "haklısın" dedin. Karısı geldi, kocasından yakındı "haklısın" dedin, ikisi birden haklı olur mu?.."

Hoca dönmüş, karısına bakmış, bakmış... Sonra, "Sen de haklısın hatun" demiş..."

«NASREDDIN HOCA TÜRK MİLLETİNİN MİNYATÜRÜDÜR»

Her anlatımın insan çıkarlarına dayandığını bundan güzel nasıl söylersiniz?.. Hoca da geniş bir hoşgörü, akılcı bir yöntem olmasa, bu hikaye nasıl kurulur, nasıl bağlanır?.. Eğer Türkler tarih boyunca imparatorluklar kurmuş, milletler yönetmişse, bunun sebebi, bu gerçekçilikleri, bu hoşgörüleridir.

Amerikalı sosyolog Herbert Adams Cibbons, Birinci Dünya Savaşı'nda Türklerin politikaları üzerine yazdığı bir kitaba, şu sözlerle giriyor:

"Türkler, akılcı, gerçekçi, hoşgörüsü bol, inanmış bir millettir. Önce, Nasrettin Hoca'nın hikayelerini okuyunuz, sonra kendilerini gidip görünüz. Göreceksiniz ki, dediklerim doğrudur. Nasrettin Hoca, Türk milletinin minyatürü gibi bir şeydir."

Sözden güzel ne olur?.. "Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş..."
__________________



[sakın] bana bulaşma kalp kırarım bazen]
bluekeys™ Ofline   Alinti Yaparak Cevapla
CevaplaCevapla


Bu Konudaki Online üyeler: 7 (Üye Sayisi : 0 Ziyaretçi Sayisi : 7)
 

Mesaj kurallari
You may not post new threads
You may not post replies
You may not post attachments
You may not edit your posts

BB code is Acik
[IMG] kodlarAcik
HTML kodlari Kapali


Benzer Konular
Konu Konu Baslangic Forum Cevaplar Son Mesaj
Tarihte Ve Günümüzde Türk-Yunan Mücadelesi ÇaKıR- Eskiler (Arşiv) 0 04-22-2008 02:16 AM
12 Dev Adam üç büyükleri solluyor Shekil Eskiler (Arşiv) 1 08-21-2007 10:11 AM
Türk Büyükleri... M@D_VIPer Tarih 35 05-11-2007 12:48 AM
Tarihte Kurulan 16 Büyük Türk Devleti KaPGaN Tarih 16 04-21-2007 12:19 AM

Saat Dururmu GMT +3. Şimdiki Zaman 11:46 AM.

Powered by vBulletin Version 3.8.11
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.