PDA

Tam Sürümü Görüntüle : ..::HP Psikoloji Sayfası::..


WrAtBoY
02-13-2008, 01:45 PM
Güçlü Bir Hafıza


Bellek, yani bilginin beyinde tutulması ve saklanması, bilim adamlarının en çok üzerinde durduğu ve araştırmaların yapıldığı konulardan biri. Prof. Yalçın, bu konuda üç varsayım bulunduğunu söylüyor. Bunlardan ilki, uzun süreli bellek ve kısa süreli bellek.

Beyin, her an ulaşması gereken bilgileri kısa süreli bellekte tutuyor. Gerisini uzun süreli belleğe atıyor. İkinci varsayım, beyinde seslerin, görüntülerin, sayıların ayrı ayrı depoları olduğu ve bilgilerin burada toplandıktan sonra yorumlanıyor olması.

Üçüncüsü ise 1997 yılı içinde yapılan çalışmalarda ortaya çıkan bir sonuç. Buna göre, beynin elektro kimyasal gücünün tümünün belleği oluşturduğu varsayılıyor. Bu anlayışa göre, beyinde belirli bir disiplin içinde dolaşan bu bio, elektro, kimyasal gücün tümü beyni çalıştırıyor ve belleği canlı tutuyor. Hafıza kayıplarına gelecek olursak, çoğunlukla kazalar, ateşli hastalıklar ve rahatsızlıklarla meydana geliyor.

Tabii bir diğer önemli nokta da yaşla birlikte oluşan hafıza kayıpları yani bunama denilen hastalık. Beynin olgunlaşma ve gerileme süreci var. Gerileme sürecine girilmesiyle hafıza kaybının görülmesi de son derece doğal olarak karşılanıyor. Ancak günümüzde karmaşık ilişkiler içinde bulunan insan, bilgileri de, beyinde bilinçli olarak depolayamıyor ve sonuçta problemler doğuyor. Kısacası beynin bilinçli ve özenli kullanılmaması halinde genç yaşta bile hafıza kayıpları olabiliyor.

Güçlü Bir Hafıza İçin

Selenyumlu yiyecekler tercih edilmeli. Özellikle balık bol bol yenmeli.

Potasyumlu yiyecekler, E vitamini ve glikozlu yiyecekler de unutulmamalı.

Her gün beş dakika çevre ile ilişki kesilip, beyine zaman ayırmalı. Özellikle iş ve özel hayatla ilgili kararlar verirken.

Gözler kapatılmalı, derin bir nefes alınmalı, bu nefesin ciğerlerde tutularak bir ateş topu haline geldiği düşünülmeli, sonra bu ateş topunun beyne doğru yola çıktığı düşünülmeli ve son olarak da işe başlanmalı.

Her gün ayrılan beş dakikanın iki dakikasında hafıza ve dikkat oyunları oynanmalı. Bu oyunlar sırasında, okurken, çalışırken mutlaka burundan soluk alınmalı.

Okunan gazetelerdeki ekonomi sayfalarındaki rakam, liste ve istatistikler dikkatle incelenmeli.

Gazetelerin pazar eklerindeki zeka oyunları çözülmeli.

Evde, ailede (manav, bakkal v.b.) isim listeleme oyunları oynanmalı.

Okunan ve çok beğenilen haber, yazı ve araştırmalar gözler kapatılarak gözönünde canlandırmaya çalışılmalı ve düşünceleri sıralanmalı.

Ajanda tutma alışkanlığı daha da özenli hale getirilmeli.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:45 PM
Konuşmayı Nasıl Öğrendik?

Konuşma ve lisanın gelişebilmesi için önce beyinsel ve gırtlaktaki ses tellerinde yapısal değişmelerin gerçekleşmesi gerekliydi. Neanderthal insanının sol tarafında ilkel bir Broka konuşma merkezinin varolduğu düşünülmesine karşın, boynun eğik olması nedeniyle gırtlağın konuşma için gelişmediği anlaşılmıştır. O halde atalarımız sesler çıkararak ve işaretle anlaşabiliyorlardı.

Homo Sapiens, sol beynindeki Wernicke alanı ile Broka konuşma merkezinin ve bunun yanısıra gırtlaktaki ses tellerinin gelişmesiyle konuşma yeteneğine sahip oldu. Gırtlağın diğerlerine göre daha uzun, boyunda biraz daha aşağıda, dilin ve ağız boşluğunun daha yuvarlak ve arkada, gırtlağa açık olması, Homo Sapiens'in konuşmada değişik sesleri çıkarabilmesine neden oldu.

Düşünürsek, bir papağan da 50 kelimeyi öğrenip söyleyebilir, ancak arkadaşına, "gel seninle deniz kenarına balık tutmaya gidelim, sonra da bir ateş yakıp onları pişirip yiyelim" diyemez. Bunun için cümle kurmak ve cümleleri mantıksal bir sıraya sokmak (synthax) gerekir. Bu da ancak Wernicke alanında gerçekleşebilir.

O halde bu alan, sesleri, seslerin oluşturduğu kelimeleri, kelimelerin oluşturduğu cümleleri kurma fonksiyonunu üstlenmiştir. Aynı zamanda söylenilen cümleleri anlama da bu alanda belirlenmiştir. Lisanın gelişmesi memlerin yayılmasını hızlandırdı. Aynı zamanda Homo Sapiens'in algılama ve zihinsel yeteneği (kognitif) de geliştiğinde, o, bunu lisan yoluyla

WrAtBoY
02-13-2008, 01:45 PM
Klasik Müzik Mucizesi

Uzmanlar, Mozart gibi klasik müzik bestecilerinin eserlerini, günde en az bir kere sakin bir ortamda dinlemek gerektiğini söylüyorlar. Bu yöntemle özellikle "zihinde imaj canlandırma" konusunda başarılı olabiliyorsunuz. Bunun yanısıra, matematik problemlerini çözmekte, satrançta, müzik enstrümanlarını çalmakta ustalaşıyorsunuz.

California Üniversitesi uzmanları, bunu "Mozart Etkisi" olarak nitelendiriyorlar. Ayrıca klasik müziğin zihni açtığı ve gevşemeye yardımcı olduğu görüşünde birleşiyorlar. Kısacası, zekânızı yoğun olarak kullanmak durumunda olduğunuz zamanlarda klasik müzik dinleyin.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:45 PM
Heyecanın Kalıtımı


Kurtlar, aslanlar ve gri renkli sıçanların vahşi olmaları, evcilleştirilmiş benzerleri olan köpekler, kediler ve beyaz sıçanların daha munis olmaları heyecansal davranımların da kalıtımsal bir temeli olduğunu akla getirmektedir. Aralarındaki fark, evcilleşme yaşantılarına bağlanabilir mi? Kısmen bağlanabileceği düşünülürse de vahşi hayvanlar çok seyrek evcilleştirilmiştir. Heyecanlarındaki temel etken kalıtım olarak gözükmektedir. Bu, ilk olarak, laboratuvarda, vahşi olan gri sıçanla, beyaz sıçanın karşılaştırılması sonucu açıklık kazanmıştır (Stone, 1932).

Vahşi sıçan evcilleştirilebilirse de saldırmaya hazır gergin bir hayvan olarak kalmaya devam eder. Gri sıçanlarla beyaz sıçanlar çiftleştirildiğinde, melez yavruların bazıları beyaz sıçanın evcil özelliğini, diğerleri gri sıçanın vahşi özelliğini alır. Bundan başka vahşilik, tüylerin rengiyle ilişkili gözükmektedir. Vahşi olan sıçanın kürkü koyu kahverengiyle açık ten rengi tüylerin karışımından oluşmaktadır. Tüylerdeki bu iki etken, gri ve beyaz sıçanların çiftleştirilmesinde genetik olarak ayrılmakta, bazı yavrular kahverengi, bazıları ten rengi olmaktadır.

Ten rengi sıçana gri renkli anababanın vahşiliği de geçmektedir. Kahverengi sıçan ise beyaz sıçan kadar evci! olmaktadır. Bundan dolayı, vahşi heyecansal davranımlar, kalıtımsal olarak ten rengi pigmentlere (pigments) bağlıdır. Şimdiye kadar hiç kimse ten renginde evcil sıçan üretememiştir (Burada belirtmek gerekir ki, bildiğimiz kadarıyla, tüy rengi ve heyecansallık arasındaki ilişki bir nedensellik bağı olmamaktadır. Ten rengi tüy vahşiliğin veya vahşilik ten renginin nedeni olmamaktadır).

Heyecanın kalıtımsal olarak geçmesiyle ilgili bir başka deneyde, aynı soydan üretme ve heyecansallığın açık alan testi (open field test of emotionality) denen işlemden yararlanılmıştır (Hail, 1938). Büyükçe ve açık bir yere konan sıçanlar, önce korkmuşlar, idrar ve dışkılarını tutamayarak ve çevreyi araştırmak için koşmak yerine, bir noktada "donuklaşarak" korkularını ifade etmişlerdir.

Test, heyecanın göstergesi olarak, araştırma davranışının miktarını ölçmektedir. Hayvan ne kadar heyecanlıysa o derece az araştırmada bulunmuştur. En heyecanlı sıçanlarla en az heyecanlı olanlar, kuşaklar boyunca ayrı ayrı üretildiğinde, iki soy gelişmiştir. Soylardan biri ilk kuşağın en heyecanlı sıçanlarından daha heyecanlı olurken, diğeri üretme işleminin başlangıcında az heyecanlı olanlardan daha az heyecanlı olmuştur. Burada gene, heyecanla kalıtım arasındaki ilişki gösterilmektedir.

Yukarda belirtilen bulguyu insanlara genellemek kolay olmamaktadır. Heyecansal ve duygusal davranımların tam olarak ayırt edilmesi, zihinsel davranımların ölçülmeğinden daha zordur. Farklı derecelerde akrabalık ilişkileri olan bireylerde, nabız, solunum, salya ifrazatı ve derideki direnç gibi bedensel durumlar ölçülmüştür (Jost ve Sontag, 1944).

Belirtilen bedensel durumlarla ilgili korelasyonlar zeka için olduğu gibi, tek yumurta ikizlerinde, kardeşlerden çok daha yüksek, kardeşlerde ise akrabalık ilişkisi olmayan kişilere göre daha yüksek çıkmıştır. Böylece, bütün bu bulgular, zeka konusundaki kadar kuvvetli olmasa bile, insanların heyecansal ve duygusal davranışlarındaki kalıtımsal bileşene işaret etmesi yönünden yeterli olmaktadır.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:46 PM
Psikoterapi Teknikleri


1- Hekimin Hastaya Karşı Tutumuna Göre:

A: Bastırıcı (Suppressive)
B: Destekleyici (Supportive)
C: Derinlemesine araştırıcı (Explorative)

2- Ruhsal Bozukluk Anlayışı ve Kuramsal Çıkış Noktasına Göre:

A: Psikodinamik temellere dayananlar

a: Freud'un geliştirdiği psikanaliz yahut uyarlamaları
b: Freud'dan yöntemce pek ayrılık göstermeyen ancak kuramsal ayrılıklar içeren analiz okulları (Jung, Adler, Rank, Horney, Sullivan...)
c: Psikanalitik nesne ilişkileri kuramı (Klein, Fairbairn, Kernberg...), psikanalitik benlik psikolojisi (Hartmann, Rapaport, Erikson...), psikanalitik özbenlik (kendilik-self) psikolojisi (Kohut...)

B: Öğrenme ilkelerine dayanan davranışçı psikoterapi türleri: Sistematik duyarsızlaştırma (Sysytematic Disensitisation, Wolpe), alıştırma (exposure), itici koşullama (aversive traning), olumlu pekiştirme ve söndürme (positive reinforcement and extinction) vb.

C: Bilişsel psikopatoloji bilgi işlemleme (information processing), sosyal psikoloji ilkelerine dayananlar (Bilişsel sağaltım-cognitive therapy).

D: Varoluşçu (existentional) ve görüngü-bilimsel (phenomenologic) temellere dayananlar, (Binswanger, Minkowski, Frankl, Strauss...)

3- Sağaltım Durumunun Biçimi ve Yapısına Göre

A: Bireysel (individual) psikoterapi
B: Küme (group) psikoterapisi
C: Psikodrama
D: Oyun Psikoterapisi
E: Aile Psikoterapisi

WrAtBoY
02-13-2008, 01:46 PM
Rüyaları Hatırlayabilmek



Rüya görürsünüz, çünkü herkes rüya görür. Bilim adamları rüyalarla ilgili loboratuvar araştırmaları sonucunda herkesin gecede ortalama beş rüya devresine girdiğini belirlemişlerdir.

Rüya sırasında gözler, kapalı gözkapakları arkasında hızla hareket eder. Buna "REM uykusu" denir ki REM İngilizce "Rapid Eye Movement" kelimelerinin kısaltılmışıdır ve hızlı göz hareketleri anlamına gelir. Araştırmalar ve yapılan deneyler gösteriyor ki herkes, 8 saatlik bir uyku sırasında ortalama beş REM devresi geçirir, yani beş tane rüya görür.

Ancak rüya bilinç düzeyinden uyanık bilinç düzeyine geçerken rüyaların çoğu unutulmaktadır. Yok olup gitmeden, bilincimizin derinliklerindeki yerini almadan önce bu rüyayı nasıl yakalayacağız?

İşte Analist Robert Bosnak'ın "Rüyalarımız" adlı kitabında önerdiği rüya hatırlama alıştırmaları:

1- Elinize bir kitap alın ve iki elinizle tutup inceleyin. Sonra kitabı yavaşça tam bir tur attırarak döndürün ve bu yavaş dönüşü dikkatle izleyin. Gözlerinizi kapatın ve hafızanızdaki kitaba tekrar bakın. Nasıl döndüğünü ve farklı açılarda nasıl göründüğünü hatırlamaya çalışın. Bu alıştırmayı farklı nesnelerle tekrarlayın.

2- Birkaç metrekarelik, çok dolu olmayan bir oda bulun ve bu odanın içinde bir süre yürüyün. Her köşeyi, her detayı kafanıza kazıyın. Sonra bir yere uzanıp her detayı gözünüzün önüne getirmeye çalışın. Bunu ne kadar sık yaparsanız, yapmak o kadar kolaylaşacaktır.

3- Detaylarını iyi hatırladığınız bir evi hayal edin. Aşağıdaki paragrafı okuduktan sonra gözlerini kapatın ve bir dakika için nefesinize ve bedeninize odaklanın. Tamamen bedeninize odaklandığınız anda içine girmek istediğiniz evi hayalinizde canlandırın. Evin önündeki giriş yolunuzu gözünüzün önüne getirin. Detayları yakalayın. Pencereler var mı? Bina malzemelerinde ne renk kullanılmış? Kapı neye benziyor? Yüksekliği ne kadar? Daha sonra evin içine girip odaları hayalinizde tek tek dolaşın, her türlü ayrıntıyı fark etmeye çalışın.

4- İşe olabildiğince bilinçli şekilde uyumaya çalışarak başlayın. Uykuyla uyanıklık arasındaki geçişi deneyimlemeye çalışın. Uyandığınızda, çalar saatiniz durmadan önce bulunduğunuz pozisyonda aklın ve uykunun uyanıklığa geçmesini izleyin. Bunu bir hafta boyunca yapın ve her rüyanın hatırlanabileceğini kesinlikle unutmayın. Farkı yaratan tek detay uyanış anına dikkat etmektir.

5- Yukarıdaki alıştırmaları bir hafta boyunca yaptıktan sonra yatağınızın yanına bir not defteri ve kalem ya da ses kayıt cihazı koyun ve gece lambasını açık bırakın. Sabah, hala zihninizdeki rüya görüntüleriyle uyanabilirsiniz. Böyle bir durumda kalırsanız uyandığınız pozisyonda sakince kalın. Sonra kapalı gözlerle kalemi elinize alın ve bu görüntüler hakkında aklınızda kalanı yazın. Sonra durun.

Aynı rüyanın farklı ayrıntılarını yavaş yavaş hatırlayabilirsiniz. Gecenin ortasında bir rüyanın sonunda, rüyanın yazamayacağınız kadar uzun ve ayrıntılı olduğu hissiyle uyanabilirsiniz. Bu durumda rüyanın en belirgin yönlerini kısa ifadelerle çabucak yazın. Sonra tekrar yatıp uyuyun.

Sabah uyandığınızda yazdıklarınız size hiçbir şey ifade etmiyorsa denemeniz başarısız oldu demektir. Bu, ilk alıştırmalar üzerinde biraz daha çalışmanız gerektiğini gösteriyor. Ne yazdığınızı anladığınız takdirde hayali evinizde dolaştığınız gibi rüyanızda da not aldığınız işaretler boyunca ilerleyin, dolaşın ve hatırladığınız detayları yazmaya çalışın.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:46 PM
Rüyaların Psikoterapideki Yeri

Terapi sürecinde hepimizin uyuduğunda deneyimlediği rüya gerçeği önemli bir yer tutmaktadır. Terapistimizle diyalog esnasında dertlere, kederlere ve diğer yaşantılara ne kadar yer veriyorsak, rüyalarımıza da bir o kadar yer vermekte büyük yararlar vardır. Ancak unutulmamalıdır ki bir rüyanın sadece bir ve tek anlamı olmaz. Değişik biçimlerde yorumlanabilir ve her defasında yeni sonuçlar çıkartılarak daha fazla bilgi aktarımı sağlanabilir.

Sözgelimi, kişiliğimiz, hayatımızdan bazı kesitler, terapistimizle olan özel terapötik ilişkimiz yahut yakınlarımızla ilişkilerimizdeki görmezden gelinen yönler ve daha bir çok sonuçla ilgili veri elde edilebilir. Bunları kullanmak her ne kadar terapistin göreviyse de bu noktada hastaya da bazı sorumluluklar düşmektedir. Örneğin hasta, anlattığı rüyanın bir kesitinde nasıl hissettiğini anımsamak istemeyebilir ve burada belki de bilinçdışı savunma mekanizmalarının etken olduğu düşünülebilir ancak istekli ve rüyasının analizini öğrenmek isteyen hasta, genellikle rüyasını her detaya girmese bile duygu ve gördükleri ile ilgili bir bütün olarak aktarabilmektedir.

Mümkünse dünya çapında ün kazanmış olan terapist Irvin Yalom'un belirttiği gibi yatağın başucunda kağıt, kalem hazır bulundurulmalı ve uyanık hale geçildiği gibi rüya, yaşanılan duygularla beraber kağıda aktarılmaya çalışılmalıdır. Her ne kadar bazı hastalar, rüya görmediklerini söyleseler de her insan uykusunda rüya görür. Buradan da anlayabiliriz ki hasta, bilinçdışı etkilerle, dirençlerle dolu ve gördüğü rüyaları hatırlayamamaktadır. Yine Irvin Yalom'un belirttiği gibi terapistle ilgili rüyalar altın değerinde rüyalardır ve bu tür Rüyaların analizi, terapi için oldukça önemli malzeme sağlamaktadır.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:46 PM
Stres ve Stresle Başa Çıkma Yolları


Stres, organizmanın bedensel ve ruhsal sınırlarının tehdit edilmesi ve zorlanmasıyla ortaya çıkan bir gerginlik durumudur. Tehlike ile karşılaşınca canlı kendini korumaya çalışır. Eğer savaşabileceği türden tehlikeyse savaşır, savaşamayacağı türdense ondan kaçar. Organizmanın tehdit durumunda olduğu stres karşısında insanlarda hem bedensel hem psikolojik düzeyde bir dizi olay meydana gelir. Örneğin: gözbebekleri büyür, kas gerimi artar, kalp atış sayısı artar, kan basıncı yükselir, solunum sayısı artar, endişe vs...

Stres, hayatın bir gerçeğidir. Ama stres genellikle olumsuz bir şey olarak düşünülür. Aşırı stres, insanı iş göremeyecek bir duruma getirip, ciddi sorunlar da yaratabilir. Ancak stresin olumlu bir yanı da vardır. Herkes için değişebilen ama belirli dozda stres, varoluşun olumlu bir özelliğidir ve etkili bir işleyiş için gereklidir. Bu tür stres organizmada fiziksel ve ruhsal gelişmelere, büyümeye ve olgunlaşmaya yol açar.

Olumlu ve olumsuz stresarasındaki farklılık, kişinin stres oluşturucu olay ya da ortamı nasıl algıladığına ve onunla nasıl başaçıktığına bağlıdır.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:46 PM
STRESİN PSİKOLOJİK YÖNÜ
Psikologlara göre stres, onu zihinde taşıyan kişiye aittir. Stres olgusu incelenirken stres verici durumlar kadar onlarla karşılaşan bireyin psikolojik özelliklerinin de ele alınması ve değerlendirilmesi gerekir.

Stres tepkisi, ortamda ne olduğuna bağlı olarak değil, kişinin olaya verdiği tepkiye bağlı olarak ortaya çıkar. Aynı olay farklı kişilerde, hatta bazen aynı insanda farklı zamanlarda farklı tepkiler ortaya çıkarır. Belirli bir uyarana belirli tepkiler verilir diye genelleme yapılamaz. Örneğin, babaları ölen üç çocuğu ele alalım. Bunlardan ikisi evli, birisi babayla yaşıyor olsun. Bu ölüm olayı evlatlar için önemli bir stres verici durumdur, fakat her üç çocuğu da aynı düzeyde etkilemez. Evli çocukları daha az etkilerken babasıyla yaşayanı daha çok etkileyebilir.

Burada en önemli değişken bireye özgü farklılıklar gösteren psikolojik mekanizmalardır. Bir olayı algılayışımız ve onunla başaçıkabilecek becerilerimizi değerlendirişimiz, o olayı stres verici ya da vermeyici olarak tanımlamamıza neden olur.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:46 PM
STRES ARAŞTIRMALARINDA ÖNCÜLER

Stres günümüzde çok iyi tanınmasına karşın, sadece modern toplumun insanına özgü değildir. Tarih öncesindeki insanlar bile stresin etkilerinin farkına varmışlardır. Günümüzdekilere benzer stres araştırmaları 20.yy’ın ilk dönemlerine kadar başlamamıştır. Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Walter Cannon, insan bedeninin bir sistem olarak incelenmesinin önemini ilk farkeden bilim adamlarındandır. Cannon, 1930’larda “homeostatis” terimiyle sistemin kendi iç dengesindeki sürekliliği koruma özelliğinden söz etmiş; yaşamda gerekli olan dengeyi sürdürebilmek için kullanılan “geribildirim “ süreçlerini incelemiştir. Bedenin stres karşısında gösterdiği “savaş ya da kaç” tepkisine ilişkin ilk araştırmaları yapmıştır. Bugünkü stres bilgimizde bu araştırmaları katkıları vardır.

Selye de stresin fizyolojisi üzerinde çalışmalarıyla tanınmıştır. Genel Uyum Sendromu adını verdiği bir süreç tanımlamıştır. O’na göre tepkisi genel utum belirtisi olarak da adlandırılır.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:47 PM
Bunun 3 basamağı vardır:

1. Alarm dönemi(reaksiyonu): Bu dönem, organizmanın dış uyaranı stres olarak algıladığı durumdur. Organizma mücadele ederek ya da kaçarak stresten korunmaya çalışır.

2. Direnç dönemi: Organizma yüzyüze olduğu stres verici duruma karşı direncini yükseltir. Bu dönemi başarı ile aşarsa beden normale döner, başarısız olursa beden kuvvetten düşer.

3. Tükenme dönemi: Stres verici olay çok ciddi ise ve uzun sürerse organizma tükenir, artık organizmada geri dönüşü olmayan izler bırakır.

Bu süreçle ilgili bir psikiyatrist araştırma yapmıştır. Bu psikiyatrist öğrenciyken birkaç beyaz fareyi bir kafes içinde buzdolabına koymuş ve orada bırakmıştır. İlk 24 saat gözlerinde kaçınılmaz ölüm korkusuyla, tüyleri bakımsız ve karmakarışık birbirlerine ve kafesin bir köşesine sokulmuşlardır. Ertesi günden itibaren fareler ağır ağır hareket etmeye başlamışlar, çok geçmeden psikiyatristin hayatında gördüğü muhteşem fareler haline gelmişler. Tüyleri yumuşak, tertemiz ve düzgünmüş. Birbirleriyle oynaşıyor, sürekli hareket ediyor ve durmadan yemek yiyorlarmış. Dondurucu ortama tümüyle uyum sağlamışlardı. Ama bir sabah kafesi buzdolabından çıkarmak üzereyken, bu son derece dinç ve sağlıklı fareleri ölü bulmuş.

Bu da Selye’nin Genel Uyum Sendromu araştırmalarında ortaya çıkan veriler doğrultusunda sonuçlanmıştır. Fareler başlangıçta alarm tepkisi göstererek ne mücadele ettiler ne de kaçabildiler. Bunun yerine hareketsiz kalarak, beden ısılarını koruyup, streslebaşaçıkmaya çalıştılar. Acil durumlarda bedenlerinin ürettiği yüksek düzeydeki adranalin ve kortizol, onların yeniden canlanmalarında ve gelişmelerinde yardımcı oldu. Ancak, durmaksızın süren soğuk yüzünden daha fazla dayanamayarak, titreyip öldüler.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:47 PM
STRESİN ÇEŞİTLERİ

Stres tepkisi yaratan durumlar 3 grupta toplanabilir:

1. Fiziki çevreden kaynaklananlar: Hava kirliliği, gürültü, kalabalık, radyasyon, sıcaklık, soğukluk, toz vs... verilebilir.

2. İş veya meşguliyet konusundan kaynaklananlar: Ağır iş, gece işi, aşırı yüklenme, karar verme güçlükleriyle dolu büyük sorumluluk getiren işler, zaman baskısı altında çalışma, rollerdeki belirsizlik, kişiler arası çatışmalar vs...

3. Psikososyal ögelerden kaynaklananlar: Bunlar da kendi aralarında 3’e ayrılır:

a. Günlük stresler: Günlük hayatın basit gerilimleridir. Örneğin, trafikte sıkışmak veya karşılaşılan bir terslik, evde işlerin aksaması, çocuk ağlaması, yemeğin yanması... Bunlar oldukça sık yaşadığımız streslerdir.

b. Gelişimsel stresler: Gelişimsel nitelikteki olayların sebep olduğu streslerdir. Burada söz konusu olan çocuk veya yetişkinlerin kronolojik durum ile ortaya çıkan gelişimleridir. Örneğin, çocuğun okula başlaması, 11-13 yaşlarında buluğ çağ, orta yaşın sonlarında menopoz ve andropoz, yetişkinlikte iş hayatına geçiş...

c. Hayat krizleri niteliğindeki stresler: Her hayata başlı başına biçim verecek nitelikteki olayların yarattığı streslerdir. Örneğin, ciddi hastalıklar, doğum, aile bireylerinden birinin ölümü, işten çıkarılma...

STRESİN KISA DÖNEM ETKİLERİ: Kalp atış sayısında artış, kan basıncında artış, endişe karamsarlık, kızgınlık, unutkanlık, dikkati toplayamama...

STRESİN UZUN DÖNEM ETKİLERİ: Kronik hastalıklar( başağrısı, kalp hastalığı), depresyon, fobiler, kişilik değişikliği, ruhsal hastalıklar, düşünce ve hafıza kusurları, uyku bozukluklarıdır.

Sonuçta; üretkenliğin azalması, zevk alamama, yakın ilişkilerden uzaklaşma ortaya çıkar.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:47 PM
STRESTEN KORUNMA YOLLARI

Psikolojik anlamda stres kişiye özgü ve biricik olan bireysel bütünlüğü bozucu ve zorlayıcı etkenlerdir. İnsanlar stres karşısında psikolojik ve sosyal bütünlüğü korumak amacındadırlar. Bu korumayı hem bilinçdışı mekanizmalar hem de bilinçli çabaları ile yaparlar. Kişiyi koruyan mekanizmalardan birincisi “ben savunma mekanizmaları” denilen bilinçdışı çalışan, gerçeği bozan korunma yollarıdır. En çok kullanılanları: bastırma, unutma, karşı tepki geliştirme, yansıtma, yer değiştirme ve gerilemedir.

Kişiliği koruyan diğer mekanizmalar bilinç ve çaba gerektiren gayretlerdir. Stres karşısında bilinçli sistemlerin etkisiyle daha çok bilgi edinme, anlama, algı alanını genişletme ve değerlendirme, yeni çözümler arama gibi zihinsel süreçler etkinlik gösterir.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:48 PM
STRESLE BAŞA ÇIKMA TARZLARI

Her insan aynı koşulları altında bile bir birinden çok farklı tepkiler gösterir. Biri kaygılı ve gerilimliyken diğeri soğukkanlı ve sakin olabilir. Bu çok doğaldır. Herkesin kendine özgü bir stresle başa çıkma tarzı vardır. Başaçıkma tarzımızın bazı yönleri sağlıklı ve etkiliyken diğer yönleri daha az etkili ve üstelik sağlığımıza, ilişkilerimize ve performansımıza zararlı olabilir.

Stresle başa çıkma tarzları: Sigara içmek, alkol almak, yemek yemektir. Bazıları strese tepki olarak geri çekilir, içine kapanır, pasifleşir, sorunlarıyla yüzyüze gelmekten kaçınır, bazıları aşırı tepki gösterir, bazıları stres karşısında hiç tepki göstermeyip yaşanan sıkıntıyı içinde biriktirir. Stresle başa çıkmada esnek olabilmek önemli bir niteliktir. Esneklik, değişime daha açık olmamıza olanak tanır. Böylelikle stresli olarak algıladığımız olay sayısı azalabilir.

Son yıllarda yapılan bazı araştırmalarda “A Tipi” davranışların kalp hastalığı riskiyle bağlantılı olduğu belirtilmektedir. Fredman ve Rosenman yaşam biçimi ve kalp hastalığı arasındaki ilişkiyi araştırmışlardır. Bu çalışmada derinlemesine gözlem ve görüşme yöntemi ile denekleri davranışlarına göre A tipi ve B tipi olarak sınıflandırmışlardır.

A tipi davranışlar tipik olarak sürekli zamanla yarışan ve sabırsızlık duygusu içinde olan insanlarda görülür. A tipleri sabah erken kalkıp, işe gitmek için kapıdan fırlarken kahvesini bir dikişte içen, çoğunlukla bir çok şeyi aynı anda yapmaya çalışan insanlardır. Çoğu zaman ses tonları ve hareketleri yaşadıkları bu telaş duygusunu açıkça sergiler. Hızlı konuşurlar, konuşanın sözünü kesme eğilimindedirler. Konuşmanın gidişini denetlemeye çalışırlar. Yumruklarını sıkabilir ve dişlerini gıcırdatabilirler. A tipleri aynı zamanda aşırı derecede rekabetçidirler. Nitelikten çok niceliğe önem verirler, çoğunlukla güvensizdirler.

B tipleri ise daha rahat, daha uysal, daha az rekabetçi ve daha az saldırgandırlar. A tipleri küçük ayrıntılara takılma eğilimi gösterirken, B tipleri olaylara daha geniş bir bakış açısından bakabilirler. Yaşama karşı daha az telaşlı bir yaklaşımları vardır. B tipleri de stres yaşarlar, ancak zorlamalar ve tehditler karşısında daha az paniğe kapılırlar.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:48 PM
STRESLE BAŞA ÇIKMADA KENDİMİZLE OLUMLU DİALOG

Stresli bir durumla başa çıkmaya çalışırken kişinin kendisine olumsuz şeyler yerine, olumlu ve mantıklı şeyler söylemesinin yararlı etkisi olur. Olaylar karşısında gösterilen olumsuz tutumlar, kişinin kendine söylediği olumsuz sözler, o olay sırasında hissedilen gerginliği artırmaktadır. Bu durumu bir örnekle açıklayabiliriz; diyelim ki hazırladığımız bir ödevde önemli bir bilgiyi atladığımızı farkettik. Kendi kendimize şöyle söyleyebiliriz. “Berbat bir şey oldu. Böyle devam edersem asla başaramam.” Ya da şunları diyebiliriz “Çok aptalca bir hataydı. Ama yaptığım en kötü hata sayılmaz. Hocayla konuşup eksik kalan kısımları tamamlamayı önerebilirim.” İlk gruptaki düşünce olumsuz ve kişinin kendine zarar veren türdendir. İkinci grup ise daha olumlu ve sorunu çözmeye yöneliktir.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:48 PM
GEVŞEME TEKNİKLERİ VE YARARLARI

Stresli durumlarda gevşemeye ayrılan zaman yoğun stresin fiziksel etkilerini azaltmaya yardımcı olur. Gevşeye bilen kişiler, birikmiş stresin yarattığı gerginlikten sıyrıldıklarından yeniden enerji üretmek için bedenlerine zaman tanımış olurlar.

1) Derinlemesine gevşeme: Sinir sistemi rahatlar, kasların gerginliği azalır. Çok gergin ya da üzüntülü durumlarda gevşeme egzersizleri bu gerilimi tümüyle yok etmez ama azaltabilir. Derinlemesine gevşeme durumunu başarabilmek için biraz pratik yapmak gerekir.

Otojenik eğitim: Belli bedensel değişiklikleri yaratmak amacıyla hayal kurmaktır. Bunun için gözleri kapatıp sessizce oturmak ve kendi kendimize komutlar vermek gerekir. Örneğin; sağ kolum gittikçe ağırlaşıyor diyoruz. Kolumuzun ağırlaştığını hissediyoruz. Aynı şeyi sol kolumuz ve bacaklarımız için de yapıyoruz. Sonra sıcaklık duygusu geliştiriyoruz. Kolumuzdaki sıcaklığın arttığını hayal ediyoruz. Daha sonra kalp atışlarımızı sakinleştiriyoruz. Kendimize kalbim daha düzenli ve sakin atmaya başladı diyoruz. Aynı şekilde solunumu da düzenliyoruz. Son olarak bütün gövdem ısınmaya başladı diyoruz. Bunları yaparken alnım giddikçe serinliyor diyerek alnımızı serinletiyoruz. Kendi kendimize tekrarladığımız bu cümleler üzerinde odaklaşarak derinlemesine gevşemeyi gerçekleştirebiliriz.

Aşamalı gevşeme: Gevşeme durumunu ortaya çıkarabilmek için gerginlik durumunun iyice anlaşılması ve fark edilmesi gereklidir. Rahat bir pozisyonda oturarak ya da uzanarak başlayın. Gözlerinizi kapatın ve vücudunuzdaki çeşitli kas gruplarına odaklaşın. Ellerinizdeki kasları gerin ve yumruklarınızı sıkın. Yumruğunuzu sıkı tutmak için ne kadar çaba harcadığınıza dikkat edin. Sonra yumruğunuzu açın ve elinizin bütünüyle gevşemesine izin verin. Gerginlik ve gevşeme durumları arasındaki farkı görün. Bu yöntemi bedeninizdeki her bir kas grubu için izleyin.

Meditasyon: Bir sözcük ya da bir renk üzerinde odaklaşarak zihnimizi onu oyalayan çeşitli düşüncelerden sıyırıp sakinleştirmektir.

Biyo geri bildirim: Elektronik bir aygıtla beyin dalgalarını, kas hücrelerini ya da kan basıncını izlemektir. Amaç, bedensel tepkileri bazı sinyaller aracılıyla görmemiz ya da uymamızı sağlamaktır.

2) Hızlı gevşeme: Strese karşı koymak için, kısa gevşeme araları vermektir. Derin soluk alıp verme, kendimizin rahat bir yerde olduğunu zihinde canlandırma, kas alışkanlıklarını tanıma ve stresli durumlarda kendimizde olup biten fiziksel belirtilerin farkına varabilme.

Problem çözme teknikleri de stresle başa çıkmada yararlı olabilir. Aşamalar:

1) Problemi saptama: Problemin ne olduğunun açığa kavuşturulması stresin çoğunu hafifletir.

2) Seçenekleri gözden geçirme: Problemi saptadıktan sonra olabildiğince çok seçenek üretmektir.

3) Bir çözüm yolu seçme.

4) Eyleme geçme.

5) Sonuçları değerlendirme.

Zamanı iyi kullanarak stresi azaltma: zaman iyi kullanıldığında daha çok şey başarılır. Günlük etkinliklerimiz içinden gerekli olmayanları ayırarak öncelik tanıdıklarımıza odaklaşabilirsek yapılamayan şeyler için duyulan kaygı da azaltılmış olur. Etkili bir zaman planlaması için düzenli olmak, yazılı planlar yapmak, işleri uygun kişilere paylaştırmak ve zaman cetveli kullanmak yararlı olabilir.

Etkili iletişim: Stresli durumlar genellikle insanlar arası iletişim sorunlarından kaynaklanır. Sorunlarımızı bu kişilerle tartışabilmek çözüm için bir anahtardır. Senli cümleler yerine benli cümleler kullanmak ; senli cümleler insanları genellikle aşağılama eğilimindedir. Senli cümleler kullanıldığında karşı tarafta genellikle olumsuz ve savunmacı bir tepki oluşur. Örneğin; hep sözümü kesiyorsun, çok fazla gürültü ediyorsun, her şeyime karışıyorsun gibi.

Benli cümleler ise sorumluluğu kişinin kendi üstünde tutar. Örnek; bana fazla karıştığını düşünüyorum, söylemeye çalıştığım şeyi anlayamıyorum gibi.

Soru sorma teknikleri: Açık uclu sorular, karşımızdaki kişiye en üst düzeyde özgürlük sağlar. Yönlendirici sorular, evet ya da hayır şeklinde cevap alınan sorulardır. Neden arayıcı sorular ve belirleyici sorular da bu gruba girer.

Stresle başa çıkmada yardımcı olabilecek insanlar: Aile, yakın arkadaşlar, uzman kişiler…

WrAtBoY
02-13-2008, 01:48 PM
STRES KONUSUNDA YAPILAN ARAŞTIRMALAR

Ülkemizde çalışan kadınlarda stresle başa çıkma ve psikolojik rahatsızlıklar üzerine Doç.Dr. Perin Uçman bir araştırma yapmıştır. Saraştırmada şu sorulara cevap aranmıştır:

1) Psikopatolojik belirtiler açısından cinsiyet ve eğitim düzeylerine bağlı farklılıklar var mıdır?

2) Stresle başa çıkmada “kendilik kontrolü” veya “öğrenilmiş güçlülük” boyutu açısından cinsiyet ve eğitim düzeylerine bağlı farklılıklar var mıdır?

3) Stresle başa çıkma yolları açısından cinsiyet ve eğitim düzeylerine bağlı farklılıklar var mıdır?

4) Global psikopatoloji düzeyi stresle başa çıkma yollarından hangilerini yordamaktadır?

5) Kendilik kontrolü psikopatolojik belirtilerden hangilerini yordamaktadır?

Araştırma örneklemini ilkokul mezunu 50 kadın ve 50 erkek ile üniversite mezunu 50 kadın ve 50 erkek oluşturmuştur.

Bulgular:

1) Çalışan kadınlar çalışan erkeklere kıyasla daha fazla psikolojik sıkıntı ve psikopatolojik belirtiler göstermektedir. Eğitim düzeyinde farklılık bulunamamıştır.

2) Kendilik kontrolü gerek cinsiyet gerek eğitim düzeyleri açısından anlamlı bir farklılık yaratmamaktadır. Eğitim düzeyine göre planlı davranış, çağresizlik, batıl inanç ve düşünce kendini yerme ve ruh halinde anlamlı farklılık bulunmuştur. İlkokul mezunları üniversite mezunlarından daha yüksek ortalamalara sahiptirler.

3) Batıl inanç ve düşünce, çağresizlik ve planlı davranışın genel psikopatoloji düzeyine anlamlı düzeyde yordadığı gözlenmiştir.

4) Depresyon kendilik kontrolü ile ters yönde ve anlamlı düzeyde yordama göstermektedir.

KAYNAKLAR

Baltaş-Baltaş, Stres ve Başaçıkma Yolları

Ertekin, Y. Stres ve Yönetim

Şahin, N. Stresle Başaçıkma

Uçman, P. Ülkemizde Çalışan Kadınlarda Stresle Başaçıkma ve Psikolojik Rahatsızlıklar, Psikoloji Dergisi, Ocak 1990, Cilt 7, Sayı 24,

WrAtBoY
02-13-2008, 01:48 PM
Psikoloji Nedir?


Psykhe=ruh ve logos=bilgi kelimelerinin birleştirilmesi ile türetilmiş bir sözcüktür, insan ruhunun, özünü, değişik durumlarını inceleyen, duyum, coşku ve düşünme gibi olguların kurallarını bulmaya çalışan bilim dalıdır.

Psikolojik sözcüğü ilk olarak Alman filozofu Wolff (1676-1754) tarafından kullanıldıktan sonra önem kazanmıştır. 1879 yılında Alman bilim adamlarından Wundt, Leipzig Üniversitesinde ilk psikoloji laboratuarını kurdu. 1885 yılında da Amerika'da ilk psikoloji laboratuarı kuruldu. Önceleri psikoloji ile uğraşan bilim adamları insanın düşünce ve duygularını açıklamak için yaptıkları çalışmalarda «ruh»u bu çalışmalarının temeli olarak benimsiyorlardı. Günümüzde bu temelin hiç bir bilimsel yanı olmadığı ortaya çıkarılmıştır. Ruh nesnesiz, soyut bir kavramdır. Oysa ki, modern psikoloji ruh hallerinin, bilinç görevleri denilen işlemlerin maddi, somut temellerine dayandığını ortaya çıkarmıştır.

Psikoloji bilinç durumlarının incelenmesidir. Herkes üzülme, sevinme ve düş kurma gibi ve bunlara benzer olayların kendisinde bulunduğunu hisseder ve başkalarında da bu olayların meydana gelip gelmediğini ancak bu insanların dışa vurduğu belirtilerden anlar. Bunlara psikolojik olaylar denir. Psikoloji dıştan tepkiler ve davranışların çözümlenmesi ile incelenir.

Psikolojik olayların başlıca özellikleri insanın bunları kendi kendine anlayabilmesi ve belirtileriyle ölçebilmesidir. Psikolojik olayların incelenmesinde başlıca iki metot kullanılır:

— İçe bakış metodu.
— Objektif metot.

1— İçe bakış metodunun gerçekleştirilmesi çok güçtür. Çünkü elde edilen sonuçlar ancak tek bir insanda meydana gelen ruh olaylarını gösterir. Bu metoda yardımcı olarak anket metodu kullanılır ve tek tek insanda görülen sonuçlar birleştirilip genelleştirilerek tüm insanlara mal edilir.

2— Objektif metot ise çeşitlidir. Bu çeşitleri şöyle sıralanabilir: Fizyoloji metodu, Psikopatoloji metodu, psikanaliz metodu, karşılaştırmalı metot, toplumları inceleme metodu, psiko-fizyolojik ve psikolojik laboratuar ve test metotları.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:49 PM
Sigmund Freud, Avusturyalı ruh doktoru, psikanalizin kurucusu (1856-1939).

Moravya'da, Freiberg'de dünyaya gelen Sigmund Freud, fikirleriyle çağımız insanlarının düşünce tarzını derinden değiştirdi. Uzun bir süre, Viyana'da hekimlik yaptı. Özellikle, «sinir» veya «akıl» hastalıkları denen ya da «delilik» adı verilen hastalıklarla ilgilendi. Bu hastalıklar gariptir, çünkü bir mikroptan (kızamıkta olduğu gibi) veya belirli bir dış sebepten (yarada olduğu gibi) ileri gelmez. Onun için bunların tedavisi, ötekilere oranla daha güçtür; ama hastalar gene de acı çeker ve normal bir yaşam süremezler.

Psikanaliz

Freud bu hastalıkların geçmişte, özellikle çocukluk döneminde duyulan endişelerden, bu kişilerin anlatmak istemedikleri, hattâ unutmuş gibi göründükleri kaygılardan, isteklerden ileri geldiğini düşündü. Ona göre bu endişeler, insan ruhunun ta derinliklerinde kalıyor, onların mutlu olmalarım engelliyordu. Kimi zaman rahatsızlık öylesine ciddi bir hal alıyordu ki, hastayı hastahaneye yatırmak gerekiyordu.

Bu gibi hastalan tedavi için Freud, psikanaliz adını verdiği bir yöntem buldu. Freud hastayı, olabildiği kadar rahat konuşturuyor, yalnız gizli düşüncelerini değil, aklına gelen her şeyi, hattâ ona saçma, ayıp ya da önemsiz gibi görünen, sözgelimi eski bir olayın veya bir düşün anısını bile dinliyordu.

Bir psikanaliz, haftada bir veya birkaç seans olmak üzere yıllar sürebilir. Analizci (analizi yöneten ve hastaya anılarını anlatmakta ve anlamakta yardımcı olan kişi), bu kişisel araştırma çalışmasını bir başka analizciyle birlikte de tamamlayabilir.

Psikanaliz sadece hastalara özgü bir tedavi yöntemi değildir: herkesin ruhunun derinliklerinde bilincine varmadığı, ama zaman zaman yaşama sevincini tatmasına engel olabilecek anıları, heyecanlan vardır.

Freud, insan zihninin o zamana kadar bilinmeyen yanlarını cesaretle araştırdı. On yıl yalnız psikanaliz üstüne çalıştı. 1906'da bazı hekimler de onun çalışmalarına katıldı. 1908'de ilk Uluslararası Psikanaliz Kongresi toplandı. Eserleri pek çok dile çevrilen Freud, 1938'de Avusturya Nazi Almanyası'na katılınca İngiltere'ye gitti; en önemli makalesini 80 yaşındayken yazdı; Londra'da öldü.

Freud'un Bazı Eserleri

Rüyalar Bilimi, Günlük Yaşamın Psikopatolojisi, Cinsellik Kuramı Üzerine Üç Deneme, Psikanalize Giriş, Uygarlıkta Tedirginlik.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:49 PM
Zekâ Testi Nedir?
Bizde 'zeka testi' olarak geçen, İngilizcesi 'zeka bölüm puanı' gibi bir anlama gelen 'Intelligence Quotient Score' veya kısaca 1Q olarak adlandırılan bu test, İngilizcesinde belirtildiği gibi, bir insanın bazı branşlardaki akademik yeteneğinin ve bilgi derecesinin karşılaştırmalı olarak üstünlük derecesini ölçmeye yarayan bir testtir.

Aslında insan yüzlerce değişik zihinsel yeteneklere sahiptir. Bu yeteneklerin bir kısmı bu testlerle doğru olarak ölçülebilir, insanların bazı akademik yetenekleri ortaya çıkartılabilir. Zeka testleri ile insanların zeka derecelerinin diğer yeteneklerine etkisi hakkında az çok bilgi edinilebilir.

IQ test soruları genelde sözcük sorularını, mantık, akıl yürütme ve sayı dizisini tamamlama gibi soruları içerir. Çocuklara uygulanan zeka testlerinde önce çocuğun zeka yaşı hesaplanır.

Çocuğa normal yaşının altındaki ve üstündeki yaş gruplarına ait sorular sorulur. Hangi yaş grubunun sorularını tümüyle bildiyse (birden fazlaysa en yükseği) o yaş grubu çocuğun tavan yaşı olarak kabul edilir. Bunun üstündeki gruplarda bildiği soru sayısı, toplam soru sayısı göz önüne alınarak, ay bazında tavan yaşına ilave edilir.

Zeka yaşının ve zeka seviyesinin bulunmasını bir örnekle açıklayalım. 9 yaşındaki bir çocuğa 6, 7, 8, 9, 10, 11 ve 12 yaş gruplarından 12'şer soru soruluyor. 6, 7 ve 8 yaş grubu sorularının hepsini biliyor. 9 yaş grubundan 10, 10 yaş grubundan 8, 11 yaş grubundan ise 6 soruyu doğru cevaplıyor. 12 yaş grubu sorularını bilemiyor. Buna göre çocuğun zeka yaşı :

8 yaş + 10 ay + 8 ay + 6 ay = 8 yaş + 24 ay = 10' dur.

Zeka seviyesi (IQ) ise zeka yaşının 100 ile çarpılıp, doğum yaşına bölünmesi ile elde ediliyor. Bu örnekte zeka seviyesi:

IQ = (zeka yaşı x 100)/ doğum yaşı = (10xl00)/9 = 111'dir.

Zeka seviyesinin değerlendirilmesi ve toplumda bulunma oranı ise şöyle:
Bir kişinin 1Q seviyesini ölçmenin en iyi nedeni, onun gelecekteki akademik yeterliliğini değerlendirmek olabilir. Eğer bir konuda IQ puanı yüksek ise, o konuya yöneltilebilir, eğitim gösterilip eksikler tamamlanabilir. Puan düşükse o konu ile fazla uğraşmayıp bir başka konuya yönlendirilebilir.

Unutulmaması gereken çok önemli bir husus şudur ki, IQ testleri insanların müzik, sanat yeteneklerini, his, psikolojik ve ruhsal durumlarını ölçemez. Yüksek IQ puanı o kişinin ilerde mutlu olacağını, akıl sağlığını ve ruhsal gelişimini garanti edemez. Düşük 1Q puanı da o kişinin ilerde zenginlik, his ve ahlak bakımından başarısız olacağı anlamına gelmez.

Bu nedenlerle günümüzde zeka testleri ile beraber bir de 'duygusal zeka' (emotional intelligence) yani EQ testleri de yapılmaktadır. Bu test özellikle kurum ve kuruluşlarda, takım çalışmalarında verimi arttırmak, bireysel başarıyı toplu başarıya dönüştürmek için önem kazanmaktadır.

Dünyada normal insanların yapabilecekleri bütün işler için 50 ve üstü IQ puanı yeterlidir. Zaten insanların çoğu bu seviyededir. Dünyada bu seviyede IQ puanına sahip olup da önemli görevlere gelmiş, büyük iş adamı ve zengin olmuş bir çok insan vardır.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:49 PM
Ateş Üzerinde Yürüme


Televizyonda seyretmiş, gazetelerde okumuş belki de bizzat şahit olmuşsunuzdur. Bazı insanlar kızgın korlar üzerinde, üstelik de çıplak ayakla yürüyebilmekte, ayaklarına da bir şey olmamaktadır. Bu 3-4 metre uzunluğundaki ateş yığınım hiç acı çekmeden ve yara almadan yürüyerek geçenler bunu nasıl ve niçin yapıyorlar, kendilerini nasıl hissediyorlar?

Ateş yürüyüşü Hindistan, Japonya, Güney Afrika, Endonezya, Tahiti gibi yerlerde binlerce yıldan beri dini geleneklere dayanarak uygulanagelmiştir. Günümüzde ise gösteri ve psikolojik tedavi de dahil bir çok amaçla uygulanmakta, bu konuda bilimsel toplantılar ve seminerler düzenlenmektedir.

Psikolojik tedavi amacı ile uygulayanlar asıl amacın ateşin üzerinden yürümeyi başarmak değil, bunu başardıktan sonra güven duygusu ile özel hayatta ve iş yaşamında da başarılı olmak olduğunu söylüyorlar. Önemli olanın ateşe hükmetmek değil, güvenemediğimiz her şeyin üzerine cesaretle gitmek olduğunu savunuyorlar.

Peki nasıl oluyor da ateşte yürüyenlerin ayaklarına bir şey olmuyor? Olaya ruhsal bilinç değil de bilimsel açıdan yaklaşanların değişik görüşleri var. Bir görüşe göre 200 - 300 derece sıcaklıkta ayak tabanları normalden çok ter atmakta, bu ter tabakası koruyucu bir örtü oluşturmaktadır.

Nasıl kızgın bir tava üzerine düşen su damlası, aralarında oluşan buhar tabakası nedeniyle hemen yok olmaz, tava üzerinde zıplayıp durursa, onun gibi bir şey. Ancak ayak tabanı ile kızgın kömürler arasında böyle bir şeyin oluşması mümkün görülmüyor.

Bir diğer görüşe göre önemli olan ayağın kömürler üzerine basış süresidir. Buna göre yüksek sıcaklıklar, çok kısa bir sürede etkili oldukları zaman acı vermiyorlar. Deri yüzeyindeki alıcılar ısıya oldukça yavaş reaksiyon gösterdiklerinden 0,3 saniyeden kısa bir sürede etkili olan 500 derecelik bir sıcaklığı yalnızca 2 derece olarak algılıyorlar. Bu nedenle ateş üzerinde yürüyenler işin tekniğini biliyorlar ve çok hızlı hareket ediyorlar, böylece ateşe basış sürelerinin çok kısa olmasını sağlıyorlar.

Ama bu görüş de tam tatminkar değil. Basış süresi 0,3 saniyeyi geçmesine hatta 7 saniyeyi bulmasına rağmen ayakları yanmayan yürüyücüler de var. Ateş üzerinde çorapla yürüyenlerin ayaklarının duyarsızlığı trans hali ile açıklansa bile bu, çorapların nasıl olup da yanıtladığını açıklayamaz.

Yürüyüş sırasında beynin acıyı bastıran 'endorfin' gibi maddeleri salgıladığı doğrudur ama bu da ayak taban derilerinin nasıl olup da yanmadığına açıklık getirmez.

Psikologlara göre ateş yürüyüşü henüz bilimsel yöntemlerle tam açıklığa kavuşturulabilmiş değildir. Hiç bir dini inancı olmayanlar da dahil, ateşte yürüyenlere kendilerinin bu gücü nereden aldıkları sorulduğunda, tümü aynı cevabı veriyor: İnanç.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:49 PM
Beynin Potansiyeli


Uzmanlar, normal insanların mevcut beyin kapasitelerinin çok azını, bazı uzmanlar ancak %1 kadarını kullanabildiğini söylemektedirler. Bu durumda beynimizi, kullanılmayan, yaklaşık % 99 kapasitesiyle beraber, uyuyan bir deve benzetmek yanlış olmasa gerek. Demek geride, kullanılmayı bekleyen muazzam bir kapasite var.

Peki, beyin potansiyelinin neden bu kadar azı kullanılmaktadır?

Bunun temel sebeplerinin başında, beynin nasıl çalıştığının, yakın zamanlara kadar bilinememesi geliyor. Yani, zihinsel yeteneğimizle ilgili sorunlar, beynin kapasite eksikliğinden değil, onu nasıl kullanacağımızı bilmeyişimizden kaynaklanıyor.

İşte hafıza eğitiminin amacı, bu âtıl potansiyeli harekete geçirmek ve geliştirmek için yardımcı olmaktır.

Büyük âlim İbni Sina çocukluk yıllarında matematik dersinde başarısız olur ve medreseden kaçar. Gide gide bir kuyunun başına varır. Kuyudan kovayla su çekmek için eğildiğinde, kuyunun ağzını çevreleyen taşlar üzerindeki ip izlerini görür. İp, gide gele, o sert taşlar üzerinde izler bırakmıştır. Bu, küçük İbni Sina'yı derin düşüncelere götürür ve:

"Bu yumuşacık ip, gide gele gide gele bu sert taş üzerinde bu izleri yaparsa, ben de azimle çalışırsam, matematiği başarırım." der ve o kuyunun başından tekrar derslerinin başına döner. Böylece, bildiğimiz İbni Sina ortaya çıkar.

Çalışmak, özellikle sistemli çalışmak zekâyı, hafızayı açtığı gibi, tembellik de köreltir.

Tarihte "inanılmaz" denilebilecek hafızalar var. Bunlardan birisi olan Dominic O'Brien hafıza sistemlerini öğrendiğinde, para kazanmak için bir yol arar ve maalesef bu bilgi ve beceriyi çok kötü bir yolda kullanır. Her akşam bir kumarhaneye giderek 21 diye bilinen Black Jack adlı oyunu oynamaya başlar.

Bu oyunda kâğıt takip etmek son derece önemli olduğundan, bütün kâğıtları hafızasına alan ve hangi kâğıdın kullanıldığını bilen Dominic O'Brien her akşam büyük paralar kazanmaya başlar. Ancak, onun bu yeteneğini keşfeden kumarhane sahipleri onun kumarhanelerine girmesini yasaklarlar. Dominic O'Brien için tek bir seçenek kalır: Hafıza eğitimi vermek ve müthiş hafıza gösterileri yapmak. O da bunu yapar ve bu sayede çok zengin olur.

Melik Safi Duyar ise, hafıza konusunda, ülkemizden yetişen bir dünya şampiyonudur. Kendisi sadece bir dünya şampiyonu olmakla kalmamış, bu sistemin ülkemizde yayılmasına önderlik etmiştir.

Ayrıca, Tony Buzan'ın "Dehânın El Kitabı" adlı eserinde kısaca belirttiği gibi, büyük bir hadis âlimi olan İmam Buharı 300.000 hadisi, haber zinciri ile beraber ezberlemiştir ki, bu yaklaşık 21 milyon kelime eder.

Bir arkadaşı, Buhari'yi şöyle anlatıyor: "Buhari, işittiklerini, küçük yaşına rağmen yazmıyor, ezberliyordu. Basra'da bizimle beraber hadis âlimlerini dolaşırdı; biz yazardık, fakat o yazmazdı. Biz de ona, yazmamasının sebebini sorar dururduk. Aradan onaltı gün geçmişti ki bize, 'Artık bana sataşmakta çok oldunuz. Yazdıklarınızı getirip gösterin bakalım.' dedi. Getirdik. Hepsini ezberden okuyuverdi."

Buhari'nin bir hadisi ezberlemesi için, bir defa işitmesi veya okuması yetiyordu.

Bu şahsiyetten, çok çarpıcı bir örnek daha verelim: Buhari'nin Bağdat'a bir gidişinde, oradaki bir kısım hadis âlimleri ve hukukçular, onu sınava çekip bilgisini ve hafıza gücünü ölçmek isterler.

Bu maksatla 100 hadis seçerler ve bu hadislerin metinleriyle haber zincirlerini birbirine karıştırırlar. Sonra bu hadisleri on kişiye, onar onar dağıtırlar. Buhari'nin bulunduğu bir topluluk içinde, bu on kişiden her biri, elindeki on hadis ve haber zincirini, sırasıyla tek tek İmam Buhari'ye sorar. O da hepsine, verilen bilgiler yanlış olduğu için, "Böyle bir hadis bilmiyorum" diye cevap verir. Bu durumda, insanların, özellikle onu müşkil duruma düşürmek isteyenlerin hâllerini tahmin edersiniz. Böylece 100 soru da biter.

Bundan sonra Buhari, ilk şahsa döner ve "Senin birinci hadisin şöyle, haber zinciri de şöyle" diyerek onu düzeltir. Sonra ikinci hadise geçer, onu da aynı şekilde düzeltir. Böylece, 100 hadisi de, metni ve haber zincirleriyle beraber düzelterek, hiçbir kişiyi ve sırayı şaşırmadan, hepsini de tam ve doğru olarak söyler.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:49 PM
Beynimiz Nasıl Çalışır? 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren beyinle ilgili bilgiler hızla artmaya başladı. Özellikle son yıllardaki çalışmalar neticesinde, beynin çok karmaşık ve sanıldığından çok daha yetenekli olduğu anlaşıldı.

Önceleri, zekânın beynin büyüklük ya da küçüklüğüyle orantılı olduğu sanılıyordu. Fakat, bunun da doğru olmadığı, beynin kıvrımlarının gösterdiği artışın zekânın asıl kaynağı olduğu anlaşıldı. Her hücrenin diğer hücrelerle yapmış olduğu birleşmeler arttıkça bu kıvrımlar da fazlalaşıyordu.

Çarpıcı bir benzetmeyle, insanı bir bilgisayara benzetirsek, beş duyumuz klavyeyi, bilinçaltımız ise hard diski temsil etmektedir.

Davranışlarımız ise hard diskten ve klavyeden gelen bilgilerin görüntülendiği monitöre benzetilebilir.

Sonuç olarak, davranışlarımız, iç programlarınızın hayata yansımalarıdır.

Önce, 60'lara doğru Roger Sperry'nin, sonra da Robert Ornstein'in incelemeleri sonucu, beyinle ilgili ilginç şeyler ortaya çıktı.

Beyin, iki loba ayrılmıştı ve ikisinin de farklı fonksiyonları vardı:

SAĞ BEYİN: Vücudun sol yanını kontrol eder.
SOL BEYİN: Vücudun sağ yanını kontrol eder.

SOL LOB: Sözcükler, Mantık, Sayılar, Ardışıklık, Matematik, Analiz, Listeleme, Konuşma, Yazma

SAĞ LOB: Ritim, Müzik, Bütünü görme, Hayâl gücü, Hayâl kurma, Sentez, Renkler ve şekiller, Üç boyutlu düşünme, Görüntüler

Biraz daha açarsak,

WrAtBoY
02-13-2008, 01:50 PM
MANTIKSAL SOL BEYİN:

* Kelimelerle, sayılarla düşünür. Yani, sol beynin anahtarı kelimeler ve sayılardır.
* Yazma işini kelimelerle yapar.

* Zor ve karmaşık işlerde verileri adım adım uygulayarak ve zorlukla ilerleyebilir.
* Herşeyi bir anda algılayamaz.
* Ayrıntılarla ilgilenir. Örneğin, gül bahçesindeki tek bir güle odaklanır.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:50 PM
DUYGUSAL SAĞ BEYİN:

* Görüntülerle düşünür. Anahtarı, görüntülerdir.
* Dili en hoş ve çarpıcı şekilde, duygusal ayrıntı ve sembollerle kullanabilir.
* Zor ve karmaşık bağlantıları kavrayıp çözebilir.
* Birçok farklı şeyi bir anda algılayabilir.
* Adım adım ilerler. Aynı anda çok şey düşünür.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:50 PM
BÜTÜNÜ GÖRMEKSağ beynin en önemli fonksiyonu bütünü görmektir. Bütünü görmenin safhalarını tek tek incelediğimizde ortaya şöyle bir tablo çıkar:

* Bütünü görerek iyi bir izlenim edinin.
* Bütünü zihne kolay giren parçalara bölün.
* Her parçanın bir bütün oluşturmasına dikkat edin.
* Tek tek parçaları birbirleriyle ilişkiler kurarak birleştirin.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:50 PM
Beynin İki Yarısı



Bir bütün olan beynin yansını yoğun olarak kullanıp diğer yarısını ihmal eden insanların performanslarında yetersizlikler, kusurlar görülür. Fakat, diğer yarının da geliştirilmesi, son derece ilginç, harika sonuçları beraberinde getirir. İki lobun birlikte çalışmasıyla 1+1=2 şeklinde aritmetik bir artış olmaz; verim kat be kat artar.

Bir örnek verecek olursak; futbol dünyasında sağ ayağını ya da sol ayağını çok iyi kullanan futbolcular var. Örneğin, her iki ayağını da son derece iyi kullanan Hagi'nin futbol dünyasındaki yeri çok farklı, değil mi?

Çocuklar, beynin iki yansını beraber kullandıkları halde, onlara hayâl gücü ve hafıza gibi sağ beyin fonksiyonlarıyla ilgili eğitimden çok, mantık ve ezbere dayanan eğitim verilmesi sonucunda bu yetenekleri büyük ölçüde yok olmaktadır.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:50 PM
SAĞ BEYNİN ÖNEMİ

Klâsik eğitim sisteminde daha çok sol lob ağırlıklı akademik bilgilere prim verilmekte, sağ lobun faaliyetleri ise maalesef ihmal edilmektedir.

Beynin, farklı fonksiyonlara sahip iki lobu olduğu keşfedilen günümüzde, eğitim sistemi hâlâ sadece beynin mantık, matematik, analiz, konuşma, yazma, listeleme gibi fonksiyonları olan sol lobunu kullanmaya devam etmektedir.

Oysa, gelişen bilimin ışığında, mantık ağırlıklı sol lobla beraber, hayâl gücü, renk, şekil, ritim, bütünü görme gibi fonksiyonları olan sezgisel, üretken sağ lob da kullanılsa, insanların üretkenlik potansiyellerinin kat kat artacağı aşikârdır.

Zaten, tarihte büyük sıçramalar yapan insanlar da, bilerek ya da bilmeyerek, beynin her iki lobunu da birlikte kullanan insanlardır.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:50 PM
Mantığın âdeta tek başına gittiği yerle, sezgi, hayâl ve renklerle el ele gittiği yer bir olur mu?

Sağ lobun da devreye sokulması, insana aynı zamanda duyusal keskinlik kazandırmakta, hedefini sürekli ve herşeyiyle canlı tutan o insana müthiş bir motivasyon kazandırmaktadır.

Bilgisayarların bile matematik ve mantık işlemlerini yapabildiği günümüzde, bunlardan daha önemli bir özellik çıkıyor karşımıza: Üretken düşünce, üretken zekâ.

Hayâl gücü, yeni fikirler oluşturma, orijinalite gibi değerler, insan zihninin üretkenliğini ortaya koyar. Bilgi dünyasına uçtuğumuz günümüzde asıl fark, işte bu noktadadır. Yâni, geleceğin başarılı insanları, üretken zekâya, hayâl gücüne, esnekliğe ve güçlü vizyona sahip insanlar olacaktır.

Eğitim sistemi ise, bu hedefe ulaştırmak bir yana, insanları yalnızca sol lobun fonksiyonları içine âdeta hapsetmektedir.

İlkokul birinci sınıf öğrencilerinin resimleri incelendiğinde, her birinde orijinalite ve üretkenliğin izleri açıkça görülmektedir. Aynı öğrenciler dördüncü sınıfa geldiklerinde ise, tek düzeliğin ve kendini birilerine beğendirme arzularının yoğunlaştığı, elma şekerine benzer, tek tip ağaçlar, tek tip evler, aynı tür insan resimlerinin ortaya çıktığı görülmektedir.

Okul öncesi çocuklar daha çok renkler ve görüntülerle düşünmek gibi, dış etkilere daha açık ve çok farklı fantezilere sahiptir. Fakat, okulda bu özellikler bastırılınca, sol beyin, sağ beynin de bazı fonksiyonlarını yüklenmek zorunda kalıyor ve aşırı derecede zorlanıyor. Bu arada, zayıf kalan sağ beyin hırçınlaşınca, çocuklarda birtakım ruhsal dengesizlikler de görülebiliyor.

Aynı zamanda, bu tek yönlü, yâni yanlış ve aşırı bilgi yüklenmesi sonucunda beyinler köreliyor, çocuklarda üretkenlik, merak ve öğrenme istekleri yok oluyor.

Bu çocuklar büyüdüklerinde, özellikle sağ beynin gerekli olduğu durumlarda dâima başarısız oluyorlar.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:51 PM
DENGELİ KULLANIMININ SONUÇLARIProf. Orstein, iki beyin işbirliği içinde çalıştığı zaman, genel yetenek ve etkide çok büyük artış olduğunu ortaya koydu. Çünkü, beynimiz, standard matematikten farklı bir şekilde çalışıyor; sağ ve sol beyin birlikte çalıştığı zaman, iki kat değil, beş-on kat daha etkili sonuçlar ortaya çıkıyordu.

Buraya kadar söylediklerimizin ışığında, artık şunları rahatlıkla söyleyebiliriz: Belirli konularda gerçek anlamda uzmanlaşmak, ancak bu iki beynin işbirliği ile mümkün olabilir.

Tarihteki bütün dehâlar, büyük buluş yapanlar, üstün kişiler, hep beyninin iki yarısını da mükemmel bir işbirliği içinde kullanan kimselerdir.

Örneğin Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'u almak için gerekli bütün planları, hazırlıkları yaptı, uygulamaya geçti. Bunlar için daha çok, beyninin mantık ağırlıklı sol lobunu kullandı. Fakat, Bizanslılar'ın Halic'e zincir gerip Osmanlı gemilerinin önünü kesmeleri üzerine hemen sezgi ağırlıklı sağ lob evreye girdi ve tarihte ilk defa, gemiler karada yürütülerek, bir gecede Kasımpaşa'dan Halic'e indirildi. Sonuç malum.

Evet, dünyamızdaki karmaşa ve problemleri çözmek için, beynimizin iki yarısını birlikte kullanmamız gerekiyor.

Özellikle karmaşık sorunların çözümünde, geniş ve uzun vadeli olabilecek kararlarda sağlıklı sonuçlara ulaşabilmek için, beynin her iki yanının işbirliği içinde çalışması şarttır.

Öğrenilen bilgilerin, geçici bir ezber olarak kalmayıp kalıcı hafızada dosyalanması ve ömür boyu kullanılabilmesi, her iki beynin de öğrenme işine aktif olarak katılmasıyla mümkündür.

Beynimizdeki zincirleri kırıp, beynimizi tutsaklıktan kurtarıp, orada uyuyan dâhiyi uyandırmak için yapmamız gereken en önemli şeylerden biri, ciddi bir hafıza eğitimiyle fotoğrafik bir belleğe sahip olmaktır.

Temel hafıza tekniklerini öğrenip kullandığınızda,

* Sadece hafızanız güçlenmekle kalmayacak, üretkenliğiniz de müthiş bir şekilde artacaktır.

* Bilgiyi öğrenme hızınız artacak, zihinsel fonksiyonlarınız güçlenecektir.

* Sağ ve sol beyinleriniz arasından müthiş ve dinamik bir potansiyel ortaya çıkacaktır.

* Elbette ki, bütün bunlar, iş ve sosyal yaşantınızdaki problemlerin çözümüne büyük katkılar sağlayacaktır.

Beynin etkin kullanımında, aşağıda Abdullah'ın anlatacağı anekdot, sanırım ilginç bir örnek oluşturacaktır.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:51 PM
Olumlu Düşünce

Beyin, alt beyin, üst beyin, sinir sistemi diye üç kısımdan oluşur. İnsan beyninin diğer canlılardan farkı, üst beynin gelişmiş olmasından kaynaklanmaktadır.

Alt beyin daha çok otomatik fonksiyonları denetler. Kalbimizin atması, kan basıncı, hormonlar alt beyin tarafından idare edilir.

Üst beyin ise, daha çok entellektüel işlevlidir. Bilgiler burada kaydolunur, değerlendirme burada yapılır, davranışlar buradan idare edilir.

Peki, üst beyin alt beyni kontrol edebilir mi? Yapılan araştırmalar, bunun mümkün olduğunu göstermiştir. Biz, mutlu olmayı düşününce mutlu oluyor, hastalığı kafamıza takınca da hasta oluyoruz. Yani, düşünce tarzımız; hem yaşantımızı, hem de bedenimizi etkilemektedir.

O zaman şu ortaya çıkar: Beynimizin bizim için en önemli tekniği, olumlu düşünmenin ileri şekillerini uygulamasıdır.

Olumsuz zihni kurgu, yani olumsuz düşünce ise beynimizi kendimize karşı olumsuz çalışmaya programlayacaktır.

Örneğin bir futbolcu, üç kez kaleciyle karşı karşıya kalmasına rağmen topu dışarıya atmıştır. Bir dahaki maçta aynı hatayı yapmak istememektedir. Bunun için beynini şöyle programlamıştır: "Topu dışarı atmayacağım. Topu dışarı atmayacağım." Bunu kendi kendine defalarca söylemiş ve maça çıkmıştır. Sonuç: Topu yine dışarı atmıştır.

Burada futbolcunun yaptığı hata, topu kaleye atmaya değil, dışarı atmamaya şartlanmasıdır. Bu durumda beyin, kalenin içine değil, dışına kilitlenmiştir. Bu olumsuz uyarıcı da, başarıya değil, başarısızlık korkusu yüzünden başarısızlığa götürmüştür.

Olumlu düşüncede temel nokta, beyni olumlunun üzerine programlamaktır. Yâni, başarısız olmamayı değil, sadece başarmayı düşünmelisiniz.

Bunu hafıza noktasında düşünürsek, unutmayı değil hatırlamayı seçmeli, ona kilitlenmelisiniz.

Evet, başarının en önemli anahtarlarından birisi, beynin olumlu düşünceye programlanmasıdır. Bu ise, gerçek bir özeni gerektirmekle beraber, aslında zevkli bir uğraştır.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:51 PM
OLUMLU DÜŞÜNMENİN GETİRİLERİ

Amerika'da bir okulda ilginç bir deney yapılır. Özel bir sınıf oluşturulur ve bir grup öğretmen bu sınıfa verilir.

Öğretmenlere, bu sınıftaki öğrencilerin çok seçme öğrenciler olduğu söylenir. Öğrencilere de aynı şekilde, öğretmenlerinin çok seçme öğretmenler oldukları belirtilir.

Yıl sonunda, sınıfın başarısı hârikadır. Okul müdürü, o öğretmenlerle bir toplantı yapar ve sınıfın gerçekte kura ile, gelişigüzel bir şekilde oluşturulduğunu açıklar. Bunun üzerine öğretmenler, "Bu durumda, demek ki biz süper öğretmenleriz." derler. Müdür cevap verir: - Hayır, sizler de kura ile seçildiniz.

İnsanların ortaya çıkaracakları eserler, genellikle yakın çevresindeki insanların kendilerinden bekledikleriyle doğru orantılıdır.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:51 PM
Çağrışım Sistemi



Bilgileri hafızada tutmak için kullanılan birçok yöntemde şu iki temel ilke vardır:

a) Hayâl gücü
b) Çağrışım

Öğrenilmek istenen bilgiler, çeşitli çağrışım bağlantılarıyla görsel, işitsel ve hissel-dokunsal olarak hayâlde tablolar hâline getirilip hafızaya kaydedilmelidir.

Bu durumda sağ yarının da devreye girmesiyle beyniniz olağanüstü bir şekilde çalışacak ve istediğiniz bilgiler o ilginç, renkli, hareketli tablo ile belleğinize kolayca yerleşecektir.

İnsan, yapabileceğine inandığı herşeye ulaşabilir. O halde bu sistemi, sadece bilgileri hafızaya kaydetmek için değil, hayatınızdaki negatif olaylardan uzaklaşmak ve hedeflerinize ulaşmak için de kullanmalısınız.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:51 PM
Hayâl gücü ve çağrışım yoluyla bilgileri hafızaya alırken dikkat edilmesi gereken noktaları şöylece sıralayabiliriz:

1. Çarpıcı hayâller kurun. Mümkün olduğu kadar olağanüstü, tuhaf, esprili olsun.

2. Oluşturduğunuz hayâllere hareket verin. Çünkü beyin, hareketli cisimleri durgun cisimlerden daha çok hatırlar.

3. Kesinlikle, aklınıza ilk gelen hayâli kurun. Uzun boylu düşünüp kendinizi zorlamayın. Bilinçaltı, bazen bilinçten daha seridir.

4. Hayâl ettiğiniz görüntüyü gözünüzün önüne getirin. Bu görüntü, olabildiğince belirgin ve ayrıntılı olsun.

5. Abartın. Yâni, hayalinizdeki görüntülerde boy, sayı ve hızları iyice abartın. Sayıları artırın, boyları büyütün ya da küçültün.

6. Yerine koyma ilkesini uygulayın. Yâni, ilişkilendirdiğiniz kavramlardan birini diğerinin yerine koyun. Diş macununun yerine peynir koymak gibi.

7. Arada ilişki kurun. Beyin, objeleri birbirine bağlayarak hatırlar. Hatırlamak istediğiniz bir şeyi, zâten bildiğiniz bir şeyle bağlantılandırarak çarpıcı bir hayâl ürettiğinizde, bellek tekniklerinin çok daha iyi sonuç vereceğini göreceksiniz.

8. Lütfen, daima olumlu düşünün. Kendinizi rahat bırakın, gevşeyin. Asla baskı altında hissetmeyin. Çünkü stres, bellek gücünüzü olumsuz yönde etkiler.

9. Kayıt kanalı çok olsun. Hayâllerinizi sadece görmekle yetinmemelisiniz. Onları diğer duyu kanallarınızla da kuvvetlendirmelisiniz. Yani, o hayâlin hem görüntüsünü görmeli, hem sesini duymalı, mümkünse hem kokusunu, hem de tadını algılamalı ve dokunmalısınız. Kayıt kanalı ne kadar çok olursa, kalıcılık da o kadar güçlü olacaktır.

10. Unsurları, bilgileri, şekilleri belli bir sıraya koyun. Bu, çağrışım yoluyla anımsamayı kolaylaştırır.

11. Renklendirin. Kurulan hayâllerde en önemli unsurlardan biri renktir. Ne kadar çok ve canlı renkler kullanırsanız o kadar iyi olur. Sadece renkleri kullanmak bile belleğinizi % 50 güçlendirecektir. Bu onbir maddeyi şöyle bir akrostişle ifade edebiliriz:

ÇOK HAYÂL KUR

1. Çarpıcı hayâller kurun.
2. Oluşturduğunuz hayâlleri hareketlendirin.
3. Kesinlikle, aklınıza ilk gelen hayâli kurun.
4. Hayâl ettiğiniz görüntüyü gözünüzün önüne getirin.
5. Abartın. Yâni, sayıları artırın, boyları büyütün, ya da küçültün.
6. Yerine koyma ilkesini uygulayın.
7. Arada ilişki kurun; böylece çağrışım yoluyla hatırlamanız mümkün olur.
8. Lütfen, daima olumlu düşünün.
9. Kayıt kanalı çok olsun.
10. Unsurları, bilgileri, şekilleri belli bir sıraya koyun.
11. Renklendirin.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:52 PM
BEŞ DUYUYU KULLANMAK

Soyut ya da somut bir şeyi hafızanıza alırken duyularınızı kullanmak o şeyin en güzel bir şekilde hafızanızda kalmasına sebep olur. Örneğin hafızanıza alacağınız nesne bir karpuz olsun; önce onu herşeyi ile görmeye çalışın, sonra karpuzun kesilirken çıkardığı sesi duymaya çalışın, kokusunu duyun ve tadını hissedin. Elinize alın ve karpuza dokunun.

Kullandığınız her duyu organı o nesnenin, hafızanıza daha derin bir şekilde nakşolmasına sebep olacaktır. Sevgi gibi soyut bir kelimeyi hafızanıza almak ve yoğunlaşmak istediğinizde ise önce o kelimeyi somutlaştırın. Örneğin, sevgi size kıpkırmızı bir kalbi hatırlatabilir

WrAtBoY
02-13-2008, 01:52 PM
Bağlama Metodu



Alınan bilgilerin çağrışımları, belli bir sıra ve düzende hafızaya alındığında, hem sağ, hem de sol beyin çalışmakta, böylece beyinde dinamik bir sentez oluşmaktadır. Bu da, alınan bilgilerin kalıcı olmasına büyük ölçüde yardımcı olmaktadır.

Çünkü, Çağrışım Sistemi ile sağ beyin aktif hâle gelir; Bağlama Metodu ile de sol beyin aktif hâle gelir.

Evet, çağrışım sisteminde bilgiler, hayâl gücü ile abartılı bir şekilde görsel hâle getirilir. Yani kısaca, bilgiler elle tutulur, gözle görülür hâle getirilir.

Bağlama metodu ile ise, çağrıştırılan bu bilgiler belli bir sıraya bağlandığından, bilgiler kalıcı hafızaya yerleşir.

Bu sistemde, verilen kelimeler arasında sırasıyla, çarpıcı, ilginç, olağanüstü bağlantılar kurularak, kelimelerin sırayla hatırlanması sağlanabilir. Bu sistem, 10-15 kelimeye kadar rahatlıkla kullanılabilir.

Çoğumuzun sırasıyla hatırlayamayacağı 12 burcu, bu sistemle rahatlıkla hatırımızda tutabiliriz. Önce 12 burcu sırayla yazalım:

1. Koç
2. Boğa
3. İkizler
4. Yengeç
5. Aslan
6. Başak
7. Terazi
8. Akrep
9. Yay
10. Oğlak
11. Kova
12. Balık

Önce yukarıdaki 12 burcu bakmadan sırasıyla saymaya çalışın. Yalnızca sol beyni kullanarak bunları sırasıyla saymanın oldukça zor olduğunu göreceksiniz. Şimdi de bunları, sağ beyin fonksiyonlarını kullanarak bir hikâyeyle hatırlama yolunu deneyelim:

"Bir koç merada otlamaktadır. Meraya bir boğa gelir. Koç boğaya kızar ve bir tos vurur. Neye uğradığını şaşıran boğa, öfke ve şaşkınlıkla etrafına bakınırken orada dolaşmakta olan ikizleri görür, onlara saldırır. Korkuyla kaçan ikizler yakındaki bir göle düşerler.

Gölde, ikizlerden birinin ayağını bir yengeç ısırır. O da, yengeci tuttuğu gibi can havliyle sahile fırlatır. Sahile fırlatılan yengeç, oradan geçmekte olan bir aslanın üstüne düşer ve bu defa da onu ısırır. Neye uğradığını şaşıran aslan başakların arasına dalar. Can acısıyla, pençesiyle başaklardan büyük bir tutam koparır ve önüne çıkan bir terazinin kefesine savurur. Terazinin öbür kefesinde ise bir akrep vardır.

Başaklar hızla terazinin kefesine savrulunca, akrep fırlayıp, yayını germekte olan bir avcının ayakları dibine düşer ve onu sokar. Avcı kontrolü kaybeder, gayri ihtiyari ok yaydan çıkar ve ileride otlayan bir oğlağa saplanır. Vurulan oğlak, o acıyla koşarken bir kovaya çarpıp devirir. Kovanın içinde bir balık vardır. Devrilen kovayla birlikte balık da kovadan dışarı fırlar."

Şimdi de işin içerisine bağlantı metodu yoluyla sağ beyin fonksiyonlarından hayâl gücünü katın ve bu ilginç senaryoyu dikkatle izledikten sonra, oniki burcu sırasıyla saymaya çalışın.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:52 PM
DİKKAT KAYMASI

Dikkat sık sık bir konudan başka bir konuya atlar. Buna dikkatte kayma olayı denir. Örneğin, konferans dinlediğimizi düşünelim. Dikkatimiz. Bazen konuşanın sesine, bazen elbisesinin bir kıvrımına yahut söylediklerinin bizde uyandırdığı anılara, bazen ise konferanstan sonra yapacağımız işlere kayar. Bir manzarayı seyrederken göz hareketlerimiz, dikkat konusunun az çok değiştiğini belli eder. Bununla beraber, dikkat konusu göz hareketlerine göre çok daha sık değişebilir.

Sürekli dikkat, denilen durum, dikkatin belli bir konunun sınırları içinde bir noktadan ötekine kaymasından ibarettir. Çok ilgi ile izlediğimiz bir maçı seyrederken dikkat hali bazen topa, bazen oyunculara, bazen hakeme ya da seyirciye doğru birtakım kaymalar yapar. Bununla beraber dikkat konusu maçla ilgili olarak sınırlanmıştır. Bu sırada biz, bu konu dışındaki etki ve uyarıcıların farkında olamayız. Örneğin, bir maçı seyrederken üşürüz, sıçrayıp bağırmış olabiliriz. Ama bunların farkında olamayız.

Aynı zamanda iki şeye dikkat etmek kolay olmaz; hatta bunun mümkün olmadığı ileri sürülür. Bununla beraber aynı zamanda iki işi birden görmek mümkündür. Örneğin, örgü örerken bir konuyu arkadaşıyla tartışan bir bayan gibi.

Bazı kişilerin dikkati çok sık konu değiştirir. Bazen de kişiler, belli konulara dikkatlerini toplayamazlar.

Çoğu zaman ne gibi etmenlerin dikkati uyardığını saptamak güç olur. Dikkat nasıl konu değiştirmektedir? Bunu anlamak için dikkat halini uyaran koşullar şunlardır:

A. Dış Etmenler; Çevreden gelen etmenlere denir. Bunlar arasındaki dikkati uyaran koşullar şunlardır:

1) Uyaranların yeğinliği ve büyüklüğü. (İntensity and magnitude) Kuvvetli uyaranların zayıf uyaranlara göre göze çarpması ihtimali daha çoktur. Şiddetli bir ses, parlak bir renk, büyüklük dikkati uyaran dış etmenlerdir.

2) Tekrar; Öteki koşullar eşit olduğu zaman tekrar eden uyaranlar dikkati daha çok çeker. Saatin çalışına birinci ve ikinci vuruşta. Dikkat etmeyiz de üçüncü vuruştan sonra dikkat etmeye başlarız. Hatta kaç defa vurulduğunu düşünür, bazen de anımsarız.

3) Değişiklik; ani değişiklikler de dikkati uyarır. Bir saatin, çok kere fark edemediğimiz tıkırtısını, birden kesilince hemen farkına varırız. Çevreye göre çok değişik olan bir şey dikkati çeker. Örneğin, yeşil bir tarlada kırmızı bir lale gibi.

4) Hareket; Başlı başına ilgiyi çeken bir etmendir. Bir şarkı hareket ederek söylendiği zaman, hareketsiz söylenişe göre daha çok ilgi ve dikkatle dinlenir. Sesi güzel ve terbiye görmüş olmadığı halde, hareketleriyle seyircileri kendisine bağlayan şarkıcılar vardır.

B. İç Etmenler; Her insanın kendine özgü bir iç yapısı vardır. Her insan bazı şeylere ilgi duyar, bazı şeylere ise duymaz. Dikkat, bu kişisel ilgilere, bunlar da temel ihtiyaçlara bağlıdır. Nasıl ki civciv buğday tanelerine, kedi de ciğere karşı ilgi duyarsa; insanlar da kendi temel ihtiyaç ve güdülerini doyuracak nesnelere karşı ilgi duyarlar ve dikkatleri çevrelerindeki bu gibi nesnelere çevrilir.



Dikkat halini uyaran iç etmenleri iki kategoride toplayabiliriz


1) bunlardan biri sürekli kişilik özellikleridir. İnsan bazı şeylere dikkat etmeyi, bazı şeylere de aldırış etmemeyi tecrübe ile öğrenir. Otomobil kullanan bir kimse trafik kurallarını motor sesini dikkat etmeyi öğrenir.

2) Herhangi bir anda duyulan ihtiyaçlardan ilgiler ve isteklerden doğan dikkat hali üzerinde geçici iç etmenlerin de etkisi olur. Buna herhangi bir andaki psikolojik hazırlık durumu denir. Örneğin, insan elbiseye ihtiyacı olduğu ve bunu alabilecek durumda bulunduğu zaman vitrinlerdeki kumaşlara daha çok dikkat eder. İnsan aç iken çevresinde yiyecek maddelerini daha çabuk görür. Belli bir andaki ilgimiz ne ise etrafı ona göre algılarız.



Dikkati bir konu üzerinde tutabilmekte daha çok iç etmenlerin rolü olur. Bunu açıklayan bir örnek şu olabilir: çarşıda gezerken yanar döner ışıklar, göze çarpan renkler, çeşitli ilanlar ve eşya dikkatimizi çeker. Ama bunlar eğer içten bizi ilgilendiren şeyler değilse üzerinde çok durmayız. Buna karşılık epeyce zamandır aradığımız bir çeşit malın geldiğini ilan eden bir reklama rastlayınca derhal durur ve bunu dikkatle inceleriz. Dikkatimizi çeken şeyler, kişisel ilgimizle de desdeklenirse dikkat daha uzun bir süre bu şeyler üzerinde toplanır.

Baymur Feriha. Genel Psikoloji, İnkılap yayınevi, İstanbul, 1994.


"Başkalarının bizi kızdıran tarafları kendimizi anlamamıza yol açar."
CARL JUNG

26 Temmuz 1875'te İsviçre, Kesswill doğumlu olan Jung, mutsuz bir ailenin çocuğu olarak içe dönük ve yalnız bir çocukluk geçirdi.
Özellikle din derslerini çok sıkıcı buluyor, matematikten ise hiç hoşlanmıyordu.

İlgilendiği dört konu vardı: fen, tarih, felsefe ve arkeoloji. Sonunda fen öğrenimi yapmaya karar verdi ve ancak üniversiteye girdikten sonra tıp öğrenimi yapabileceği aklına geldi.
Bu olasılığı daha önce fark etmemiş olmasını Jung, bir tıp profesörü olan ve adını taşıdığı büyükbabasını taklit etmeye karşı bir direnç olarak yorumlamıştır.
Jung öteden beri rüyalara ve parapsikolojiye özel bir ilgi duyardı.

Bir yaz tatilinde yaşadığı iki olay onu özellikle çok etkilemişti.
İlk olay odasında çalışırken oldu. Birden silah patlamasına benzer bir ses duyan Jung, yandaki odaya gittiğinde orada bulunan büyük masanın ortasından ayrılmış olduğunu gördü. Çatlak ek yerlerinden uzaktı. Masa yıllanmış cevizden yapıldığından ısı ve nem değişikliği nedeniyle çatlaması olanaksızdı.

Jungu etkileyen ikinci olay, büyük bir bıçağı ekmek sepetinin içinde paramparça olmuş bir durumda bulması olmuştu. Bıçağı bir bıçakçıya götürdüğünde, yapıldığı çeliğin çok üstün nitelikte olduğunu ve ancak biri tarafından kasıtlı olarak parçalanmış olabileceğini
öğrendi. Oysa ev halkının diğer üyeleri de Jung gibi olaya çok şaşırmıştı. Bu olaylar üzerine Jungun parapsikolojiye ilgisi daha çok arttı ve her pazar akşamı bir akrabasının evindeki ruh çağırma seanslarına katılmaya başladı. Bu esrarlı olaylar sonradan psikiyatriye duyduğu ilginin başlangıç noktası olmuştur denilebilir. Çünkü o yazın sonunda okula dönen Jung, Krafft-Ebing’in psikiyatri kitabını okurken yıldırımla vurulmuş gibi oldu. Gelecekte seçeceği alan psikiyatri olmalıydı. Bazı araştırmalardan sonra, yirmi dört yaşına geldiğinde artık kesin kararını vermişti.

1906 yılında Jung ruhçözümlemenin savunucuları arasına katıldı ve Freud ile mektuplaşmaya başladı.1909 yılında Freud ve Jung konferanslar vermek üzere Birleşik Devletler’e çağrıldılar. 1912 yılında Ruhçözümleme dergisi Imago yayıma başladı, Jung ve Freud’ da bu derginin kurucularıdır. Freud'un yakın bir takipçisi olan psikolog 1912-1914’ de ondan ve Adler'den ayrıldı.

Freud;1914 yılında yayımladığı ‘Ruhçözümleme Deviminin Tarihi üzerine.’ Adlı yapıtının bir bölümünde Jung ve Adler üzerine bir polemiğe girer. Analitik Psikoloji'nin kurucusu olan Jung geliştirdiği kavramlara saplanıp kalmayarak sürekli yeni gözlemlere yönelmeyi önemsemişti. Jung, ruhsal dinamikleri anlamak için, hastanın kendisini değerlendirmesini dinlemenin yeterli olmadığını, ortak (toplumsal) bir bilinç altının da olduğunu , bu toplumsal bilinç altının öğelerinin, insanlık tarihinin başlangıcından bu yana tüm insanların bilinçaltında tek tek taşıdıklarını öne sürdü. Bu ortak bilinçaltının derinlikleri olarak kabul ettiği düşleri yorumladı. Aynı zamanda Freud’daki kişisel bilinçdışından daha etkili olduğunu savunduğu “kollektif (ırksal) bilinçdışı” üzerinde ısrarla durur. Kollektif bilinçdışı bazı hallerde id ve egoyu gölgede bırakarak etkili olabilir. Jung’un kollektif bilinçdışı dediği şey ise, insan soyunun yüzyıllar boyu kalıtımsal olarak getirdiği bir yapıdır.Jung’ a göre bireylerin bazı ruhsal patolojileri belki de bunun nedeni olabilir.

Jung; Analitik Psikoloji kuramında kişilik tiplerini sınıflandırmıştır.Bu sınıflar;

A. İçedönük tipler: Kendi üzerine kıvrılmış ,dış dünyanın etkisini reddeden tiptir. Uyaranları kendi içinden alır.
B. Dışadönük tipler: İhtiyaç duyduğu dış dünyaya yönelir. Uyaranları çevreden alır.
1. Düşünen içedönük:Kendini gözler ve genellikle soyut fikirlerin etkisinde kalır. Bazen korkunç sonuçlarını düşünmeden bir görüşe takılan ve doğmalardan hoşlanan bazı teröristleri ve bağnazları da içerir.
2. Düşünen Dışadönük: Katı olabilirler ama soyut şeyleri tartışabilirler. Olguları kesinlikle kurama yeğler. Bu mühendis veya cerrah tipidir. Yasa, ahlak, esneklik konularında tehlikeli olabilirler. Bu grupta anlayış ve duygudan yoksun ve acımasız ahlakçılar ve yargıçlar bulunur.
3. Duygusal içedönük: Duygularını anlamak için çok çaba gerekir. Söz konusu her şeylerinde oluşur. Umursamaz gözükür. Eylemleri çoğu kez özenle gizlenmiş heyecanlardan oluşur. Genellikle sakin ve pek kuşkulu hali yokmuş gibi gözükür. Dışa vuran hiçbir heyecan belirtisi yoktur. Fakat içi tutkularla dolup taşmaktadır. Jung, kadınları bu gruba koyar.
4. Duygusal dışadönük: Toplumcudurlar ve dış dünyaya yönelmişlerdir. Duygu ağır basmaktadır. Hava iyi olduğunda iyi hisseden, yağışlı olduğunda da ağlayacakmış gibi olan tiplerdir. Kolaylıkla etki altında kalıp konuları duygu aracılığıyla gözden geçirir.
5. Duysal içedönük: Tepkileri koşullara uygun düşmekle birlikte kendi, "ben"ine boyun eğer. Her şeyi öznelliğe göre yorumlar. Herhangi bir etkiye nasıl tepki vereceğini kestirmek güçtür. Tepkisi daha çok iç alemindeki duygulara yöneliktir.
6. Duysal Dışadönük: Olayları iyi cins bir şarap güzel kadınlar vb gibi somut şeylerde görür. Hiçbir şey için kendini üzmez. Bir denemeden kolayca diğerine geçer. Ve parça parça sınırlı deneme kazanmış olur. Sokakta rastladığımız insanların büyük bir kısmı bu gruba girer.
7. Sezgisel İçedönük: Bu tip, bizi rüya alemine götürür. Hayal sınırsızlığı ve mistik, ölümsüz şair tipini canlandırır. Bunlar psikolojik bir roman kahramanı gibidirler. İlgisi tamamen sezgi üzerinde kurulmuştur. Başkalarının fikirlerinin güzelliğine inanma çabasına girebilir veya kimsenin onu anlamadığına karar verir.
8. Sezgisel dışadönük: Onlar için "sevgi ile doğuyor ve yaşıyor" denilebilir. Bir çok kadın bu gruba girer. Başarmak için her şeyi yapar. Böyle bir kadın karşısında erkek kendini gizlemekten başka bir şey yapamaz. Bunlar, kendine uygun düşen toplumsal çevreyi, giymesi gereken ve nasıl konuşulacağını hissederek bilir. Bu erkekler ticarette, borsa oyununda, politikada vb başarılı olacaktır. Bu sezgileriyle dış gerçekler arasında bağ kurarlar.(Hakan Kırbaş’ a ait makaleden alıntıdır.)


Jung bilinçdışı içerikleri açığa çıkarmada ,kelime çağrışımı, rüya analizi, hipnoz gibi teknikler kullanırken bunların kullanımında katı bir yaklaşımı benimsemez. Jung bu teknikleri bilinçdışına açılan kapılar olarak görür. Ancak Freudun aksine Jung rüyaları ve sembolleri bastırılmış cinselliğe bağlamak yerine, kendi özgün koşulları içerisinde değerlendirir. Junga göre bir rüyanın içeriği tam olarak aydınlatılamaz. Ancak yaklaşık bir analiz yapılabilir ve bir rüyanın anlamını belirleyen ,bastırılmış cinselikten çok ,zihnin hangi katmanından geldiği ve diğer katmanlarla olan ilişkisidir.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:52 PM
PSİŞE

Psişe der Jung insan zihnine.Psişenin içerisine bilinç biliçdışı tüm katmanlar girer. Bu katmanlar birbirlerinden farklı çalışan ancak , yinede birbirleriyle uyumlu yapılardır. Psişe şu katmanlardan oluşur: Bilinç, kişisel bilinçdışı, kollektif bilinçdışı ve bilinçdışının bilince asla çıkartılamayacak bölümü.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:52 PM
BİLİNÇ

Bizim farkında olduğumuz bölümdür. Yaşamın ilk dönemlerinde ,hatta belkide doğum öncesinde başlar. Çevreden gelen uyaranlarla beslenir gittikçe genişler. Junga göre bilincin dört temel boyutu vardır bunlar: Düşünme , duyumsama, hissetme ve sezgidir. Kalıtım ve çevre koşulları ,bireyin hangi boyutta bu zihinsel gelişimi göstereceğini belirler.
Bilincin bu boyutlarının her biri, içe ve dışa dönük diye ikiye ayrılır. Yani bu dört boyutun hem içe dönük, hemde dışa dönük tipi mevcuttur. Bu boyutlar tek başına kişiliği belirlemezler, kişilik daha çok hepsinin bir dialektiğidir.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:53 PM
EGO
Psişe içinde bilincin bir örgütüdür. Bilinç düzeyinde algılanan tüm duygu ve düşüncelerden oluşur. Ego psişe içerisinde küçük bir yer tutar. Gündelik yaşantımızı sürdürebilmemiz için içriden ve dışarıdan gelen uyaranları, bilgileri filtre eder. Aksi halde biz yaşananla yaşanmakta olanı, düş ile gerçeği ayıt edemeyiz.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:53 PM
KİŞİSEL BİLİNÇDIŞI

Burada yaşadığımız tüm anılar depo edilir. Hayatımızda yaşanmış hiç birşey unutulmaz, bilince en yakın katman olan kişisel bilinçdışında muhafaza edilir. Bizim bunları hatırlayamayışımız, ya bu anıların çok zayıf, ya da bastırılmış olmalarındandır.Kompleksler bu katmanda bulunur. Burası aynı zamanda rüyalarımızın depolarından biridir.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:53 PM
KOMPLEKSLER
Kişisel bilinçdışında bastırılan düşüncelerin bir araya gelmesi ile oluşur. Kompleksler kişiye hakimiyeti altına alarak, adım adım yaşamına egemen olur ,yaşam enerjisini emerler. Jung kişisel bilinçdışını aydınlatmada, kelime çağrışım tekniğini kullanmıştır.Komplekslerin kendilerine uygun kelimeleri mıknatıs gibi çektiğini gözlemlemiştir. Bu yolla bireyi bilinçdışı içerikler konusunda aydınlatmayı hedefler. Bilinçdışı komplekslerini keşfeden , bunların kölesi olduğunu farkeden birey ,bu zincirleri kırıp köleliğinden kurtulabilirse, özgür bir birey olarak , yeni bir varoluşsal sürece girer.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:53 PM
KOLLEKTİF BİLİNÇDIŞI

Junga göre zihni, yine onun evrimi meydana getirmiştir. İnorganik maddeden en karmaşık yapı olan insana kadar evrim tarihi, insanı yontarken, keski izlerinide zihnine bırakmıştır. Bu izler tarih boyunca atalarımızın yaşadığı sevinç, korku, hüzün gibi duyguların yanısıra, ortak bazı semboller ve olaylar içerir. Adeta atalarımızın tüm yaşamlaarı zihnimizde, bilinçdışının derinliklerinde gizlidir. Jungun psikolojiye yaptığı en büyük katkı psişeyi evrim tarihine yerleştirmek olmuştur.
Jung telepati ve yeniden doğuş gibi zihinde beliren fenomenlerin , bu bilinç katmanından gelen bilgiler olabileceğini ileri sürer. Şunu hemen belitmekte fayda var ki ,Jung bu fenomenleri kabul veya red noktasından hareket etmez, bilimsel bir tekninklerle araştırmaya çalışır.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:53 PM
ARKETİPLER






Junga göre arketipler doğuştan getirilen evrensel imgelerdir. İlkel bir toplumda doğan çocukta da , gelişmiş bir toplumda doğan çocukta da aynıdır. Bunların içeriğini ise öznel yaşantılar belirler. Bunun sebebi ise evrim tarihinin biyolojimizi kültürümüzden çok daha önceleri yontmuş olmasındandır.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:53 PM
PERSONA

Çağdaş yaşam içerisinde varolabilmek, uyum sağlayabilmek için çeşitli maskeler takarız. Örneğin bir yönetici çalışanları ile ilişkileri için bir maske takar , arkadaş ilişkileri için bir başkasını, amirleri ile olan ilişkileri içinse, daha başka bir make takmak zorundadır.
Ancak benim burada önemli bir tespitim olacak. Günümüz dünyasında çağdaş yaşama uyum sağlamak için takılan bu maskelerin, kişiliğimizi gittikçe işkal ettiklerini, bireylerin ise giderek öz benliklerinden uzaklaştıklarını düşünüyorum. İşin kötüsü bu maskeler tarafından işkal edilen bireyler bunun farkında da değiller. Çağımız hastalığının, özüne ,benliğine yabancılaşan, dar bir bilinç alanında dönüp duran isanın, köle insanın acısı olduğunu düşünüyorum.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:53 PM
ANİMA-ANİMUS

Nasıl ki persona bizim dışa dönük yüzümüz ise anima animus da , içe dönük yüzümüzdür. Erkekler için anima psişenin kadın yönünü ,kadınlar için animussa psişenin erkek yönünü oluşturur. Bu arketipler iki cinsin birbirleri ile olan uyumu için gereklidir. Yani animası gelişmiş bir erkek kadınlarla iyi ve dengeli bir ilişki kurabilir. Eşiyle kavga aden ve bugüne kadar hayatına girmiş tüm kadınlarla sorun yaşamış bir erkek, aslında içindeki animayla kavga ediyordur.Tabii aynı şey kadınlar içinde geçerli.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:54 PM
GÖLGE

İnsanın cinsiyetini temsil eden ve hemcinsleri ile olan ilişkilerini belirleyen arketiptir. Mitolojide ve ilkellerde gölgenin önemli bir yeri vardır. İlkel kabilelerin bazıları için bu ruhu temsil eder.
İnsanın hayvan yönünü içeren gölge ,kökenini evrim tarihinden alır. Arketiplerin belkide en güçlü olanıdır. Hemcinslerimizle olan ilişkilerimizdeki en iyi ve en kütü yandır. Çağdaş yaşam içerisinde varolabilmemiz için ,personanın bunu denetim altında tutması gerekir. Ancak bu varoluş bugünün koşullarında malesef nevrotikçe oluyor. Ruhsal bütünlük ,aslında bu dengeyi sağlayabilmiş kişilerin ulaştığı noktadır.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:54 PM
BEN




Kollektif bilinçdışının merkez arketipidir. Bilinçdışındaki diğer arketipleri düzenler. Kişi uyum içinde ise ben görevini yapıyor demektir .Tersi durumda ise ben görevini yapmıyordur.Her insanın amacı kendi varoluşunu gerçekleştirmektir . Ancak bu uzun, zor ve cesaret isteyen bir yoldur.Bu yüzden ben kişi olgunlaştıktan sonra ortaya çıkar. Bireyi kendini tanımaya ve yaşadığı dünyadaki yerini tanımlamaya çağırır. Çağımızda bu çağrıya kulak vermeyen insanlar ,yaşamlarına anlam katmak için olmadık şeyler yaparlar.Ancak bu yapılanların hiç biri kişiye doyum sağlamaz. Bu kişilerin dışarıda aradıkları şey aslında içlerinde gizlidir.


Klinik çalışmalarının yanında toplumsal, sanatsal ve dinsel konulara da eğilmiştir. İyi bir yazar da olan ünlü psikologun ünü ve etkisi 6 Haziran 1961'de ölümünden sonra da sürdü.


Ruhbilimcinin Türkiye’ de de çevrilen eserlerinden ve yazar ve düşünceleri hakkındaki yazılan kitaplardan bazıları şunlardır.

Analitik Düşüncenin Temel İlkeleri Konferanslar-Carl Gustav Jung
Çevirenamıuran Şipal- Cem Yayınevi
Analitik Psikolojinin Temel İlkeleri/Konferanslar, Jung'un 1935 yılında Londra Tavistock Kiliniği'nde 200 kadar hekim, psikiyatrist ve psikoterapiste verdiğik konferanlardan oluşuyor. Bu konferanslar daha sonra kitap olarak yayımlandı ve günümüze kadar Analitik Psikoloji'nin temellerine giriş olarak büyük ilgi gördü. Analitik Psikoloji'nin ve Jung'un kişilik öğretisinin temellerini aktaran bu konferansların ülkemizde de ilgi göreceğini umuyoruz.(arka kapak)


Keşfedilmemiş Benlik(The Undiscovered Self / Archaic Man)Carl Gustav Jung-İlhan Yayınevi

Anılar, Düşler, Düşünceler(Erinnerungen, Traume, Gedanken von C. G. Jung)Carl Gustav Jung-Can Yayınları
Çağımızın en ünlü düşünür ve psikiyatristlerinden Carl Gustav Jung, bu kitabın oluşmasına razı geldiğinde seksen yaşını geçmişti. razı gelmek deyimi yadırganmamalı, çünkü Jung özel yaşamını ortaya sermekten hiç hoşlanmayan biriydi. Özgeçmişini yazması konusundaki bütün yaklaşımları geri çeviriyordu. Karar vermesi uzun sürdü, ama verince de kendini bu işe adadı. İki yılı aşkın bir süre Aniela Jaffe ile anıları üzerinde çalıştı. ..(arka kapak)


İnsan Ruhuna Yöneliş-Bilinçaltı ve İşlevsel Yapısı-Carl Gustav Jung-Say Yayınları
Çağdaş psikolojinin üç büyük devinden biri ve analitik psikolojinin kurucusu, psikiyatr ve dünyamızın ender filozof-bilim adamlarından biri olan C.G. Jung, "İnsan ruhuna Yöneliş"te psikolojinin en temel ve özgün kavramlarını sunuyor; kompleksler.. düşler ve bireysel anlamları.. çağrışım deneyleri... yansıtmalar.. arketipler... bilinç, bilinçaltı ve bilinçdışının işlevleri....(arka kapak)


Psikoloji ve Din-Carl Gustav Jung-Okyanus Yayıncılık
"Din, insan aklının en eski ve en yaygın uğraşlarından biridir. Bu nedenle insanın psikolojik yapısına değinen her psikoloji dalı, dinin sadece toplumsal ya da tarihsel bir olay olmayıp, çok sayıda insan için oldukça kişisel bir ilgi alanı olduğu gerçeğini gözlemlemeden edemez." İnsan ruhunun zenginliklerini en ayrıntılı biçimde incelemiş bir araştırmacıdan, bir psikanaliz ustasından din ve psikoloji üzerine yetkin bir kitap.(arka kapak)


Analitik Psikoloji -Carl Gustav Jung- Payel YayınlarıJung'un kuramında bilinç öncesi, bilinçten önce var olan algılama, kavrama biçimleri olarak yer alan arketipler yani ilksel imge örnekleri, ortak bilinçdışında bulunur. Arketipler çağlar boyu sık sık yinelenen, doğum, ölüm, eş bulma, beslenme, tehlikeye karşı savunma yaşantılarının sonucunda oluşmuştur. Binlerce yıl öncesine ilişkin bir işaret, bir arketip bugünün insanlarının düşlerinde ortaya çıkabilir. Binlerce yıllık anne imgesi, yeni doğan bir bebeğin de ortak bilinçdışında bu arketipi taşımasına ve kendi annesini bu imgenin etkisiyle algılamasına olanak sağlar...(arka kapak)


Doğu Metinlerine Psikolojik Yaklaşım-Carl Gustav Jung-İnsan YayınlarıArtan popülerliğine rağmen, Jung'un Doğu düşüncesi ile din hakkındaki yazıları müphem tepkiler uyandırır. Bu yazılar, bir yandan geniş bir okuyucu kitlesinin güçlü ve sürekli bir ilgisine mazhar olmuş ve birçok kimse için Doğu'nun, anlaşılması zor olsa da cazip manevi gelenekleri için önemli bir psikolojik köprü oluşturmuştur. Diğer yandan ise, takipçilerinin bazıları, bir bütün olarak Jung'un çalışmalarının anlaşılması için bu eserlerin önemini kabul etmeye pek yanaşmaz; eleştirmenler, bu eserleri Jung'un sözde 'mistik' eğiliminin örnekleri olarak gözardı etmek temayülü gösterir...(arka kapak)


Dört Arketip-Carl Gustav Jung-Metis YayınlarıTıp ve psikiyatri kökenli bir ruh çözümlemecisi olan Jung'un, psikolojik tiplemeler, komplekler teorisi ve sözcük çağrışım testi gibi özgün bilimsel katkıları günümüz psikolojisi ve psikiyatrisi içinde hâlâ yerini korumaktadır. Bunun ötesinde, bugün Jung'u bir ekol olarak anmamızın nedeni, bütün insan bilimlerine yansıyan türev ve etkileriyle "simge" alanındaki çalışmaları, ve kişisel ya da kolektif bilinçdışının dinamiklerini ve görüngülerini irdeleyen yapıtlarıdır. Jung düşüncesinin antropolojiden teoloji ve felsefeye, etnolojiden sosyolojiye çok geniş bir alanda kalıcı izleri vardır.


Rakam-Şekil Sistemi
Rakam-Şekil Sistemi'nde sabit olan, değişmeyen imajlar, 1'den itibaren 10'a kadar olan rakamlardır.

Bu sistemde rakamlar, şekil itibariyle benzediği bazı şeylerle özdeşleştirilir. Örneğin 1 sayısı kaleme benzer. Dolayısıyla, Rakam-Şekil Sistemi'nde l sayısını kalem temsil etmektedir.

2 sayısı kuğuyu çağrıştırdığı için, 2 sayısını kuğu temsil etmektedir. 3 sayısını ise martı.

1'den l0'a kadar, hafızaya alınmak istenen şeyler, sırasıyla, o sayıyı temsil eden sembollerle ilişkilendirilerek hatırda tutulabilir.

Bu sistem, az sayıda şey hafızaya alınmak istendiği zaman, meselâ alışveriş listesi için rahatlıkla kullanılabilir. İşte listemiz:

1. Kalem
2. Kuğu
3. Martı
4. Yelkenli
5. Eldiven
6. Çengel
7. Uçurum
8. Gözlük
9. Balon
10. Ayak-top

RAKAM - ŞEKİL İLİŞKİSİ

1. KALEM: Kalem 1 sayısına benzediği için, 1 sayısı kalem ile ilişkilendirilmiştir. Yani, l sayısı kalemi çağrıştırmaktadır.

2. KUĞU: Kuğu, 2 sayısına benzediği için, 2 sayısı kuğu ile ilişkilendirilmiştir. Yani, 2 sayısı kuğuyu çağrıştırmaktadır.

3. MARTI: Martının kanatları 3 sayısına benzediği için, 3 sayısı martı ile ilişkilendirilmiştir. Yani, 3 sayısı martıyı çağrıştırıyor.

4. YELKENLİ: Yelkenli 4 sayısına benzediği için, 4 sayısı yelkenli ile ilişkilendirilmiştir. Yani, 4 sayısı, yelkenliyi çağrıştırıyor.

5. ELDİVEN: 5 sayısı eldivene benzediği için, 5 sayısı eldiven ile ilişkilendirilmiştir. Yani, 5 sayısı eldiveni çağrıştırmaktadır.

6. ÇENGEL: 6 sayısı çengele benzediği için, 6 sayısı çengel ile ilişkilendirilmiştir. Yani, 6 sayısı çengeli çağrıştırmaktadır.

7. UÇURUM: 7 sayısı uçuruma benzediği için, 7 sayısı uçurum ile ilişkilendirilmiştir. Yani, 7 sayısı uçurumu çağrıştırıyor.

8. GÖZLÜK: Gözlük 8 sayısına benzediği için, 8 sayısı gözlük ile ilişkilendirilmiştir. Yani, 8 sayısı gözlüğü çağrıştırıyor.

9. BALON: 9 sayısı, uçan bir balona benzediği için, 9 sayısı balon ile ilişkilendirilmiştir. Yani, 9 sayısı balonu çağrıştırıyor.

10. AYAK - TOP: Ayak 1 sayısı ile, top ise 0 ile ilişkilendirilmiştir. İkisi yan yana 10 sayısını çağrıştırmaktadır.

Aşağıdaki listeyi, bu imajlar yoluyla ezberlemeye çalışalım:

1. Araba
2. Bilgisayar
3. Mikrofon
4. Balina
5. Ev
6. Para
7. Menekşe
8. Ağaç
9. Aslan
10. Tavuk

1. Birinci hafıza çivimiz olan kalem ile listenin birinci sırasındaki araba arasında birbirini hatırlatacak şekilde bir hafıza ilişkisi kurulur. Burada, kalem şeklinde, sesler çıkaran, hareket hâlinde bir arabayı hayâlen düşünebiliriz.

2. İkinci hafıza çivimiz ile bilgisayar arasında şöyle bir ilişki kurabiliriz: Suyun üzerinde, gagasının ucuyla bilgisayarın tuşlarına basarak yüzen bir kuğu hayâli, bize "2" deyince kuğu yoluyla bilgisayarı hatırlatır.

3. Üçüncü hafıza çivimize, üçüncü kelime olan mikrofonu yerleştirdiğimizde, bir martının kocaman bir mikrofonla gökyüzünde şarkı söyleyerek uçtuğunu hayâlimizde seyredebiliriz.

4. Dördüncü hafıza çivimiz olan yelkenliye, dördüncü kelime olan balinayı bağladığımızda, balinanın büyük gürültülerle yelkenliyi denizden çektiğini hayâlimizde görsel olarak canlandırabiliriz.

5. Beşinci çivimiz eldivene beşinci kelimemiz evi bağladığımızda, siyah bir eldiven giymiş kocaman bir elin gelip bir evi çatır çatır kırdığını gösteren tablo hayâlimizde oluştuğunda, artık ev kelimesi unutulmayacaktır.

6. Altıncı çivimiz çengele para taktığımızda, çengelle paraların bize doğru geldiğini hayalimizdeki tabloda görselleştirdiğimizde, hafızamızda unutulmayacak hâle gelir.

7. Yedinci çivimiz uçuruma menekşeyi taktığımızda, uçurumun dibindeki dev bir menekşenin hızla büyüyüp uçurumun üstüne kadar ulaştığını hayâl edebilir, kocaman yaprak ve çiçeklerini görebilir, ona dokunabilir, koklayabiliriz.

8. Sekizinci çivimiz gözlük ile ağaç arasında bir ilişki kurduğumuzda, ağacın kocaman bir gözlük takarak şarkılar söylediğini hayâl edebiliriz.

9. Dokuzuncu çivimiz balona dokuzuncu kelime olan aslanı bağladığımızda, aslanın balonu şişirirken patlattığı ve kulakları sağır eden bir gürültü çıkarttığını hayâlimizde canlandırabiliriz.

10. Onuncu çivimiz ayak-top ile tavuk arasında bir ilişki kuralım. Futbol sahasında futbolcunun, ayağıyla top yerine bir tavuğa vurduğunu hayâl edebilir, hattâ tavuğun gıdaklamalarını bile duyabiliriz.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:54 PM
Fonetik Alfabe Yöntemi



Bu yöntemde, rakamların okunuşlarındaki sessiz harfler kullanılarak bir fonetik hafıza alfabesi oluşturuluyor.

Bu sistemi oluştururken dikkat edeceğimiz birkaç husus var:

1. Rakamların okunuşlarındaki sessiz harfleri kullanarak bir fonetik hafıza alfabesi oluşturuyoruz.

2. Fonetik alfabeyi oluştururken sesli harf kullanmıyoruz.

3. Kullandığımız harfleri tekrar kullanmıyoruz.

4. Üç tane joker harfimiz var: R-H-Ğ. Temeli oluştururken joker harfleri de kullanmıyoruz.

5. Ayrıca, bir rakam için kullandığımız sessiz harfi, başka bir rakam için kullanmıyoruz.

RAKAMLAR VE KARŞILIKLARI

1. BİR: BİRdeki sesli harfi çıkardığımızda B ve R kalıyor. Joker olan R'yi de çıkardığımızda geriye B kalıyor. B ile P ağızdan çıkış itibariyle birbirine yakın harflerdir. BİRin simgesi olarak B ve P'yi alıyoruz.

2. İKİ: İKİdeki sesli harfleri çıkardığımızda, İKİnin fonetik alfabemizdeki karşılığı olarak K harfi kalıyor.

3. ÜÇ: ÜÇteki sessiz harf Ç'dir. Ağızdan çıkış itibariyle Ç'ye benzedikleri için, ÜÇün simgeleri olarak Ç ile beraber C-Ş-J harflerini alıyoruz.

4. DÖRT: DÖRT kelimesindeki sesli harfi ve joker harf olan R'yi çıkardığımızda geriye, sembol olarak D-T harfleri kalıyor.

5. BEŞ: BEŞ kelimesinde, sesli harfi ve daha önce kullandığımız B Ş harflerini atıyor ve "Ne kaldı?" diye soruyoruz. Sorumuz aynı zamanda cevabı da içinde taşıyor ve BEŞin sembolü N oluyor.

6. ALTI: Sesli harfleri ve daha önce kullanılan T harfini attığımız da ALTInın sembolü olarak karşımıza L harfi çıkmaktadır.

7. YEDİ: Sesli harfleri çıkardığımızda geride Y harfi kalıyor. YEDİ nin sembolü olarak Y'yi ve ağızdan çıkışı Y'ye benzeyen G'yi alıyoruz.

8. SEKİZ: SEKİZ kelimesindeki sesli harfleri ve kullanılan harfi çıkardığımızda, geriye, sembol olarak S-Z harfleri kalıyor.

9. DOKUZ: Kuralları uyguladığımız zaman DOKUZ kelimesinden geriye hiçbir harf kalmıyor. Yalnız, DOKUZ: kelimesi, etini yemediğimiz bir hayvanı çağrıştırıyor. Aradaki tek farklı harf ise M'dir. DOKUZ un sembolü olarak M'yi alıyoruz.

0. SIFIR: SIFIR kelimesindeki sesli harfleri, joker harfi ve kullanılan harfi çıkardığımızda geriye F kalır. Ağızdan çıkış olarak F'ye benzeyen V'yi de ekliyor ve SIFIR için sembol olarak F ve V'yi alıyoruz.

Bu durumda, fonetik alfabemizde, rakamların karşılığı olan temel harf tablomuzu şöyle yazabiliriz:

1. BİR (B-P))
2. İKİ (K)
3. ÜÇ (Ç-Ş-C-J)
4. DÖRT (D-T)
5. BEŞ (N)
6. ALTI (L)
7. YEDİ (Y-G)
8. SEKİZ (S-Z)
9. DOKUZ (M)
0. SIFIR (F-V)

Şimdi, bu tablonun temel hafıza sisteminde nasıl kullanıldığını ele alalım.

1 rakamını temsil eden harf B veya P'dir. O zaman, Temel Hafıza Sistemi'nde 1'i temsil edecek olan kelimemiz B veya P ile başlayacaktır.

2 rakamını temsil eden harf K olduğuna göre, 2 rakamını temsil edecek olan kelime K ile başlayacaktır.

3 rakamını temsil edecek olan kelime, Ç-C-Ş-J harflerinden biriyle başlayacaktır.

Bu şekilde devam ederek 10 numaraya geldiğimizde iki rakamla karşılaşırız: l ve 0. "1'in sembolü neydi?" "B veya P"; "0'ın sembolü neydi?" "F veya V". O zaman, 1'in yerine B veya P'yi, 0'ın yerine ise F veya V'yi koyarak uygun bir kelime bulmalıyız.

Gerektiğinde, yardımcı olarak joker harfleri de kullanabiliriz.

Başka bir örnek verelim. Sayımız 16 olsun. 1'in sembolü B veya P, 6'nın sembolü ise L'dir. P*L harflerinin ortasındaki kutuya bir sesli harf koyarak anlamlı bir kelime üretelim. Bu kutuya "İ" harfini koyduğumuzda 16'nın karşılığı olarak PİL diyebiliriz.

Son bir örnek verelim: Sayımız 66 olsun. 6 rakamını temsil eden harf L olduğuna göre L* L* 'deki boş kutulara "A" ve "E" harflerini koyarak, 66'ya LALE diyebiliriz.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:55 PM
1) ZİHİNSEL HAZIRLIK

İsimleri sürekli olarak unuttuklarını söyleyen kişilere, tanıştıkları insanların isimlerini hafızalarına almak gibi bir hedeflerinin olup olmadığı sorulduğunda, genellikle böyle bir hedeflerinin olmadığını söylüyorlar.

* İsimleri hafızaya almak konusunda yapılacak ilk iş, bunu hedef olarak belirlemektir. Çünkü hedef olmadan yapılacak her atışın karavana olacağı açıktır.

* Daha sonra yapılacak iş ise, karmakarışık bir masaya benzeyen beynimizdeki düşünceleri üzeri derli toplu bir masaya dönüştürmektir. Bir masayı düzenlerken, işe yaramayan herşeyi nasıl çöpe atarsak, zihnimizi organize ederken yapacağımız şey de aynıdır.

* Sonraki basamak ise, belki de çok az kullandığımız hayâl gücümüzü, bu kitapta anlatılan bilgiler ışığında sürekli olarak kullanmaya çalışmaktır.

* Zihinsel çalışmaların son basamağında ise konsantre olmak vardır. Tanıştığımız bir insanın ismini hafızamıza alırken, eğer bu olaya yoğunlaşmazsak o kişinin ismini asla hafızamızda tutamayız.

Bir insanla tanışırken aklımızdan birçok düşünce geçer. Bu düşüncelerden, en önemlisi, o kişinin ismini hafızamıza almak değilse, o ismi aklımızda tutmamız mümkün değildir.

Buraya kadar anlattığımız, olayın zihinsel hazırlık yönüdür. Şimdi de işitsel ve görsel hafızanın isimleri hafızada tutmadaki rolünü İnceleyelim.

Zihinsel çalışmaları şöyle özetleyebiliriz:

a) Hedef belirle.
b) Zihnini organize et.
c) Hayâl gücünü kullan.
d) Konsantre ol.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:55 PM
2) İŞİTSEL HAFIZA

Birçok insan, tanıştıkları sırada doğru dürüst duymadıkları bir isim konusunda, hatırlayamamaktan söz ederler.

Bir ismi hatırlamakla ilgili olarak işitsel hafızayı ilgilendiren ilk kural şudur: Biriyle tanışırken, o kişinin ismini iyice duyduğunuzdan emin olun.

İsimlerine gösterdiğiniz ilgi insanları memnun eder. Zira, birçok insan için dünyadaki en güzel sözcük kendi ismidir. Bu yüzden, iyi duymadığınız bir ismin tekrarlanmasını istemekten çekinmeyin. Bu tekrar, isme daha çok yoğunlaşmanızı sağlar.

Daha sonra, tanıştığınız kişiye isminin manâsını sorun. Ancak bunu yaparken herkes tarafından bilinen bir ismin de manâsını sormaya kalkmayın. Örneğin Gül ismindeki birine isminin anlamını sorduğunuzda karşınızdaki kişi sizin zekânızdan şüphe edebilir.

Tanışma faslından sonra karşınızdaki insanla sohbet ederken, konuşma sırasında onun ismini kullanın. Ancak, bunu çok abartılı bir şekilde yapmayın.

Arada sırada, öğrendiğiniz bu yeni ismi içinizden tekrarlayın.

Tanışma faslında işitsel hafızamızı kullanabileceğimiz son basamak ise, vedalaşırken, tanıştığımız kişiye ismiyle hitap etmektir.

İşitsel hafızamızı kullandığımız bu basamakları izlerseniz, ister istemez karşınızdaki insanın ismine yoğunlaşmış olursunuz. Bunun sonucunda, hedefinize yarı yarıya ulaşmış olursunuz. Hedefinize tamamen ulaşmak istiyorsanız, görsel hafızanın yardımını almanız da gerekir.

İşitsel hafızayla, ilgili söylediklerimizi toparlayacak olursak;

*Dinle.
*Tekrarlat.
*Manâsını sor.
* Konuşurken kullan.
* İçinden tekrarla.
* Vedalaşırken kullan.

WrAtBoY
02-13-2008, 01:55 PM
3) GÖRSEL HAFIZA

Daha önce de söylediğimiz gibi, görsel hafıza işitsel hafızadan çok daha kuvvetlidir. Görsel hafızamızın özelliklerini kullanarak karşımızdaki insanın ismini çok daha kolay biçimde hafızamıza alabiliriz.

İsimler hafıza sistemine göre üç kategoriye ayrılır:

a) Bildiğimiz bir anlamı olanlar,
b) Bildiğimiz bir anlamı olmasa da bize bir şeyler hatırlatanlar,
c) Bildiğimiz bir anlamı olmayan ve bize bir şeyler hatırlatmayanlar.

Bildiğimiz bir anlamı olan isimleri akılda tutmak kolaydır. Örneğin; Gül, Aslan, Deniz, Savaş, Ateş, Lale, Sarp, Umut gibi isimlerin herkesin bildiği bir manâsı vardır.

Bu isimleri hafızamıza alırken manâlarını düşünmemiz ve böylece onları somutlaştırmamız kolaydır. Manâsını bilmediğimiz ancak bize birşeyler hatırlatan isimlerde de yine bir kolaylık vardır. Mükremin, Sadri, Süleyman, Şamil, vs.

Mükremin diye bir dostum vardı ve bana bir gün şöyle dedi: "Yıllarca ismimi insanların doğru söylemesi için uğraştım durdum. Ne zaman ki Mükremin Abi diye biri çıktı, ondan sonra ben rahatladım."

Mükremin'i Mükremin Abi ile, Sadri'yi İbrahim Sadri ile, Süleyman'ı Süleyman Demirel ile hatırlayabilirsiniz.

Şamil isminde biriyle tanıştığınızda ise onu Şeyh Şamil'e benzetip Kafkas giysileri giymiş bir şekilde hayâl edebilirsiniz.

Asıl zor olan, bildiğimiz bir anlamı olmayan ve bize bir şeyler hatırlatmayan isimlerdir.

İsimlerin büyük bir kısmı bu gruba girer. Bu gruptaki isimlerden biriyle karşılaştığınız zaman yapacağınız ilk şey, size o ismi çağrıştıracak, sizin için bir anlam ifade eden yeni bir deyim veya sözcük bulmaktır.

Örneğin, Hayrettin isimli biriyle karşılaştığınızda bu kişiyi sürekli "hayır yapan" bir kişi olarak düşünürseniz, bu ismi hatırlamanız kolaylaşacaktır.

Bütün isimlerin somut bir çağrıştırıcısı bulunabilir veya bizim için bir anlam ifade eden kelimelere bölünebilir. Bu kelimeler çok gülünç ve abartılı olabilir. Olsun; ne kadar iyi, ne kadar ilginç kelimeler bulursanız, isimler o kadar çok aklınızda kalır.

İsmail isminde biriyle karşılaştığınızda bu ismi İsmail olarak ikiye böler ve bu kişinin isli bir bilgisayardan size e-mail attığını düşünebilirsiniz.

Cemil ismini Cem ve il diye ikiye ayırabiliriz. Cem, toplamak demektir. Cemil'in tüm illeri toplayıp birleştirdiğini ve bu birleşmiş illerde bir tepede oturduğunu düşünebilirsiniz.

Bulduğunuz deyim veya sözcük asıl kelimenin tam sesini vermeyebilir. Bunun pek bir önemi yoktur.

İsmin sadece ilk kısmını hatırlamanız, ismin tamamını da size hatırlatacaktır. Örneğin, Erkut isminde birine asker kıyafetleri giydirirseniz, muhtemelen onu hatırlarsınız. Ancak bu erin Akut ekibinde çalıştığını ve insanları göçük altından çıkardığını düşünürseniz, hatırlamanız daha kolay olur.

Gördüğünüz gibi, her isim bir anlam ifade edecek şekle sokulabilir. Pek çok isim benzer hecelerden oluşur. Örneğin, "er", "şen", "men", "ay",... vb. gibi.

Bunların herbiri için ayrı hayâl kurun ve bunları sürekli kullanın. Bir ismi işittiğinizde aklınıza ilk gelen çağrışımı bulun ve bunu kullanın. Daha sonra yapacağınız şey, bu çağrışımla karşınızdaki insanın yüzü arasında bir ilişki kurmaktır. Bu ilişki için alın, burun, kulaklar, gözler, dudaklar, çene, yüzdeki sivilceler sizin için abartılı örnekler oluşturabilirler.

Karşınızdaki insanın yüzünde dikkat çekici bir özellik ararken, ayrıca o insanın yüzüne ve ismine de konsantre olmuş olursunuz.

Örneğin, Ahsen isimli çatık kaşlı bir bayanla tanıştığınızda bu bayanın önüne gelen herkesi payladığını ve bunu yaparken de "Ah seni seni!" dediğini akıl gözünüzle görün. O insanla tekrar karşılaştığınızda onun çatık kaşlarını görünce ismini rahatça hatırlarsınız.

Görsel hafızayla ilgi bütün bu söylediklerimizi özetleyecek olursak; görsel hafıza:
*İsmi somutlaştırır, çağrıştırır,
*Yüzün özelliklerini inceler,
*İsmi çağrıştırdığınız kelimeyle yüz arasında ilişki kurar,
*Özelliği gülünç hale getirir.