Giriş

Tam Sürümü Görüntüle : Kaos


KoJiRo
03-09-2008, 09:26 AM
KAOS


Belki de ancak geç vakitte, yaşlılık ya da bir şeyleri sorgulama vakti geldiğinde sadece kendimize soruyoruz. İnce bir telaş içinde, gecenin bir yarısı, soracak hiçbir şeyimiz kalmadığı zaman soruyoruz.

Zamansızlık içindeki kaygılarla geçen günlerin ortaya çıkardığı yaşlılığın, sonsuz bir gençlik değil de aksine özgürlük sağladığı, bir zorunluluk oluşturduğu, yaşamla yine yaşam arasındaki uyumsuzluk anıyla keşfedilen çizgiyi, geleceğe göndermek üzere oluşturulan durumlarda ortaya çıkan kaosla soruyoruz. Peki ya nedir o soru? Bütün hayatımız boyunca biz ne yaptık?

Yaşanılan kavramlar ve sisler arkasına gizlenen gerçekler aracılığıyla en azından ne yapamadığımızı görüyoruz.

Tabiî ki her kavramın bir de öncesi vardır. İfade ediş ya da edemeyişlerin de mutlaka bir nedeni vardır. Her şey aynı düzlem içerisinde birbirlerini takip eder ve düzlemin dışına çıkamaz.

Aristoteles’in formüle ettiği gerçekte olduğu gibi; bir şey neyse odur...

Bu durumda düş ve gerçek yerini değiştirmiş gibidir. Korkulu düşlerde olduğu gibi her şey yerinden oynamıştır. Eski inançlar, yasalar yıkılmış, özgürlük; bambaşka düşüncelerin eline geçmiştir. Kum üzerine çizilmiş bir üçgen silinebilir ama üçgen fikri hep sabit kalır. Dolayısıyla da zamanın fikirlere hükmü geçemez. Fikirler, yeri ve zamanı yerinden oynatır.

Beynimizde de fikirler dünyası kuruludur. Burada renkler ve şekiller silinmemiştir. Elle tutulur, gözle görülür hiçbir şey yoktur ama ruh burada yüksek fikirleri, gerçeği, doğruyu ve adaleti seyreder. Sonsuz, bozulmaz gerçeği burada yaşar. Oysaki gördüğümüz dünya, bildiklerimizin ancak sönük bir gölgesidir. Böylece beynimiz; düşü gerçek, gerçeği düş saymakla iki taraflı bir hayat yaşar. Bu da kaosun başlangıcıdır.

Tek istediğimiz (fakat bir türlü başaramadığımız) kendimizi kaostan korumak için birazcık düzen ve huzurdur. Yaşam, bazen kendimizi aşan bu düşüncelerden kaçıp henüz tamamlanmamış gerçeklerin kavranamadığı fikirlerle düzlemin dışına itilmiş sonsuz değişkenleri arıtmaktır. Sessiz, renksiz ve düşüncesiz boşluğun darbelerindeki kozmik ışınlarla hızlanmaktır. Zaman açısından uzun mu, kısa mı olduğunu algılayamadığımız andır bu. Nabız gibi atan düşüncelerimizi durmadan yitiriyoruz. İstediğimiz, fikirlerimizin en az sayıdaki değişmez kurallar uyarınca sabitlenmesi ve bu çağrının bundan başka bir anlamı olmamasıdır.

Düşlediğimiz dünya aslında boş bir tuvaldir. Tuval üzerindeki tebessümler; sadece renklerden, çizgilerden, ışık ve gölgelerden yapılmıştır. Yağlı boyanın oluşturduğu gülümseme ne kadar gerçekçi olabilir? Buna cevap vermek zordur. Çünkü beynin durumuna bağlıdır. Tuvalin hazırlanması, fırça darbelerinin bıraktığı iz ve ortaya çıkan görüntü kalıcılığın bir parçasıdır. Ama yaşamın her anını kalıcı kılmak o kadar da kolay değildir.

Ressam, el değmemiş bir tuvale yapamaz resmini. Ya da yazar, beyaz bir sayfaya yazamaz. Ama sayfa ya da tuval önceden var olan, önceden yerleşmiş düşüncelerle kaplıdır. Kaostan çıkmış ve bize görüntüyü ulaştıran bir akımın geçmesini sağlamak için önce silmek, temizlemek, inceltmek hatta parçalamak gerekir. Boyanmış bir tuval, ustura darbesiyle kesildiğinde, kesilen tek şey renk değildir. Yaşam gibi… Tersine kesik boyunca bize saf rengin, düz renkliliğini göstermiş olur. Yaşam da bu şekilde kaosla mücadele eder. Ama oradan bir anlık süreyi ışıklandıran görüntüyü, bir duyumu ortaya çıkarmak için… Hiç durmadan mücadele eder.