Giriş

Tam Sürümü Görüntüle : Kur’ân-ı Kerim’in Evrenselliği


Tilki_Andre
03-09-2008, 06:14 PM
Hz. Adem (a.s) ile başlayan insanlık serüveni, bir gelişim ve değişim çizgisi takip ederek sürmektedir ve bu serüven kıyamete kadar da sürecektir. Cenâb-ı ALLAH, peygamberler ve onlar eliyle kitaplar göndermek suretiyle bu gelişimi -diğer bir ifadeyle tekamülü- sağlamıştır; ama bu -Darwin ve taraftarlarının iddia ettiği gibi- yaratılış ve varoluşla ilgili bir tekamül değil; düşünce, yaşayış, medeniyet, teknik ve benzeri şeylerle ilgili bir tekamüldür.

ALLAH (c.c) bir taraftan insanı en güzel bir şekilde yaratıp ona lazım olacak en lüzumlu maddî manevî teçhizatı (organları ve özellikleri) vere¬rek, bir taraftan da insan olarak takip etmesi gereken yolu ve hayat tarzını, onlar içinden seçtiği peygamberler vatsısıyla bildirerek rubûbiyetini göstermiştir.

Terbiye etme ve geliştirme demek olan rubûbiyetin bir neticesi olarak ALLAH Teâlâ, madden en güzel şekilde yarattığı insanı, mânen mükemmel olabilme potansiyeli ile donatıp bu potansiyeli kendi iradesiyle iyiye ve güzele doğru kullanarak insân-ı kâmil olmasını ve böylece ona -meleklere bile vermediği- büyük bir şeref vermeyi istemiştir. Dolayısıyla da onu bir imtihan dünyası içine bırakmış ve bu kemalî (manevî tekamülü ve terbiyeyi) kendi kendine kazanmasını murâd etmiştir; ama onu, en büyük düşmanları ve manevî tekamülünün en önemli engelleri olan nefsi ve şeytan ile baş başa bırakmamış, gerekli zamanlarda gönderdiği ilahî mesajlarıyla yolunu göstermiş, her türlü düşmanı hususunda dikkatini çekmiştir.

ALLAH Teâlâ bu mesajları farklı zamanlarda farklı peygamberler ile göndermiştir. “Biz peygamber göndermedikçe, (hiçbir kavme) azap edecek değiliz” ve “Biz seni gerçek ile bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik.” “Her ümmet için mutlaka bir uyarıcı (bir peygamber) gelmiştir.” “Biz seni, kendinden önce bir çok ümmetler gelip geçmiş olan bir ümmete peygamber olarak gönderdik.” buyurmak suretiyle de gönderdiği mesajların tüm insanlığın haberdar olacağı şekilde yollandığını, insanlığın hiçbir dönemde Rabbinden habersiz bırakılmadığını ve ancak kendisine peygamberin getirdikleri ulaşan kimsenin Rabbine karşı yükümlü olduğunu bildirmiştir.

Tabîî ki peygamber göndermekteki amaç, peygamberin mesajının tüm insanlara ulaşmasını sağlamaktır. Mesajın tüm insanlığa ulaşmasından maksat ise geldiği bölgeden coğrafî olarak uzakta olan insanlara ulaşmasının yanında zaman olarak da mesafeler kat ederek indiği dönemden sonraki zaman dilimleri içinde de kendisinden haberdar olunması ve geçerliliğini muhafaza etmesidir. Hele bu kendisinden sonra bir daha asla bir başka kitap gelmeyecek olan Kur’an için vazgeçilmez bir durumdur.

Ancak son yıllarda gerek İslam aleminde ve gerekse de batı dünyasında ortaya çıkan bazı kimseler; Kur’an-ı Kerim tarih içinde zuhur etmiştir, nazil olduğu coğrafyanın kelimelerini örflerini kullanmıştır ve tarihin içinde tekrar tarihe maal olmuştur, şimdi artık o hükümler başka zamanlarda başka mekanlarda geçerli değildir, dolayısı ile Kur’an tarihseldir, diyebilme cüretini gösterebilmişlerdir. İslam dünyasında bu tarihsellik tartışmasını ilk olarak ortaya atan Fazlurrahman, Kur’an-ı Kerim’in bir kısım ayetleri ebediyen geçerli olmak üzere gönderilmiştir; ama ahkama dair bir kısım ayetler ise belirli bir dönemde geçerli olmak üzere gönderilmiştir.

Bu nedenle ayetlerin bir kısmı tarihseldir ve tarihe maal olup gitmiştir, iddiasında bulundu. Daha sonra bu istikamette daha ileri gidenler oldu. Fazlurrahman sadece ahkama dair ayetlerin tarihsel olduğunu ileri sürerken bazıları çıktılar, ibadete dair ayetler, ahlaka dair ayetlerin bu şekilde olduğunu söyleyenler oldu. Hatta daha da ileri giderek akaide dair ayetlerin hakkında da böyle diyenler var şimdi. Mesela Hasan Hanefi bunlarda biridir.

Belki bunu Hz. Muhammed (s.a.v.)’den önceki peygamber için söylemek mümkün olabilmektedir; ancak Hz. Muhammed (s.a.v.) peygamberlerin sonuncusudur ve Hz. Muhammed’den sonra peygamber gelmeyecektir. Bu yüzden kendisine peygamber göndermediği hiçbir kavmi sorumlu tutmayacağını bildiren ALLAH Teala, son peygamberi ile gönderdiği mesajın da kıyamete kadar geçerli olması icab etmektedir. İşte bundan dolayı Hakk Teâlâ; “Şüphesiz o zikri biz indirdik ve kesinlikle onu koru¬yacağız.” buyurarak, gönderdiği önceki kitaplardan farklı olarak, Kur’ân-ı Kerim'i kıyamete kadar, tahriften, kısmen veya tamamen kaybolmak¬tan ve ilave yapılmasından koruyacağını bildirmiştir.

Nitekim, mesela bazen, âlim bir zat yanılarak Kur’ân'ın bir harfini, bir noktasını değiştirirse, yanlış okusa, daha buluğa bile ermemiş küçücük bir hafız, onun yanlışını söyleyiverir. Ufacık çocukların bile muhafızı olduğu bir kitabı kim değiştirebilir? Hasan Basrî, bu muhafazanın, Kur’ân Şeriatını kıyamete kadar baki kılma suretiyle olacağını söylemiştir. Ayette Kur’ân'ı anlatmak için zikr kelimesinin kulla¬nılması, bu kitabın, Peygamber (a.s) öldükten sonra da kıyamete kadar, insan¬lar için bir ikaz, bir hatırlatma, bir nasihat olacağına âdeta bir işaret taşı¬maktadır. Bundan dolayı bir ayette; “O, sana ve kavmine bir zikirdir.” denilirken, bir başka ayette de; “O (Kur’ân) ancak bütün âlemler için bir zikirdir.” 've mü'minler için bir öğüt...' buyurulmuştur...

“Bugün dininizi kemale erdirdim. Size olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı seçtim.” ayeti, Kur’an-ı Kerim kendinden önceki dinler gibi yöresel, millî veya ırkî bir karaktere değil, evrensel bir niteliğe sahip olduğunun en önemli kanıtlarından biridir. Binaenaleyh kıyamete kadar inanacak olan herkes için o bir öğüt, bir ikaz, bir hatırlatmadır.

Cenâb-ı ALLAH, dünyaya gönderdiği son mesaj için, merkez olarak Mekke'yi seçti ve ona Ümmü'l-Kura (şehirlerin anası) diyerek, dünyanın bütün şehirle¬rinin manen ona bağlı olduğunu bildirdi. Çünkü orada, insanlar için, ibadet¬hane olarak yapılan ilk ev olan Kâbe vardır. Kur’ân mesajının, Mekke mer¬kezinden, halka halka yayılarak bütün dünyaya yönelik olduğunu bildirmiştir.” Bu (Kur'an), Ümmü'l-kurâ (Mekke) ve çevresindekileri uyarman için sana indirdiğimiz ve kendinden öncekileri doğrulayıcı mübarek bir kitaptır… Aynı ha¬kikat, bir başka ayette çok daha net bir şekilde ifade edilerek,

“(Ey Muhammedi) Biz seni, ancak insanların kâffesine (bütününe) bir müjdeleyici ve uyancı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bilmezler.” buyurulmuştur. O ALLAH (c.c)’nun gönderdiği son elçidir. “Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; fakat O, ALLAH'ın Rasûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. ALLAH her şeyi hakkıyla bilendir.” buyurulmuştur.

Binaenaleyh insanlar bilse de bilmese de; kabul etse de etmese de, O, bütününe peygamberdir ve mesajı hepsine yöneliktir. ALLAH Teâlâ onu, sadece insanlara değil, âlemlerdeki bütün mükelleflere peygamber olarak göndermiştir. Dolayısıyla da getirdiği mesajda kıyamete kadar geçerliliğini koruyacaktır.