KoJiRo
03-10-2008, 07:20 PM
Dücane Cündioğlu - Kanunî Olmasaydı, Sinan Olur muydu?
"Osmanlı dönemi mezar taşları, medeniyetimizin müstesna kültür âbideleri arasında yer alır. En nihayet "mezar taşı" deyip geçilemez; zira bu taşlar geleneğimizin bütün zenginliklerini bünyelerinde temsil ederler. Bu taşlar -kelimenin tam anlamıyla- konuşurlar; hem de remizlerle konuşurlar; bir dilleri, bir gramerleri vardır.
Çok zengin bir semboller kataloğundan farksızdırlar. Üstelik herbiri bir sanat şaheseridir. Yeter ki bu dili, bu grameri bilelim; taşların dilinden anlayalım; sembollerin temsil ettikleri anlam haritasını çözebilecek veya çözmeyi isteyecek kadar idrak ve izan sahibi olalım.Unutmayalım ki geleneksel mezar taşlarımız, sadece mevtayı değil, aynı zamanda mevtanın ait olduğu dünyayı da remzeder. O dünyayı tanıyabilmek, o dünyanın sırlarına vakıf olabilmek, elbette bu remizlerin deşifresiyle, âdab ve erkânına nüfuz etmek suretiyle mümkündür.
Ne yazık ki mezarlıklarımız lâyıkıyla korunamıyor; zira büyük şehirlerin her yıl şişen nüfusu şehir içinde kalan alanların, tasfiyesine sebep olmakta, 1950'lerde asfalta giden mezarlıklar, 1980'lerden sonra binalar tarafından istila edilmektedir.
Yapılması gereken işlerin başında bu sanat eserlerini (evet, gerçekte klasik mezar taşlarımız birer sanat eseridir) korumaktır. Ancak korunması istenen bu kültür varlıklarının önce tanınması, bilinmesi, temsil ettikleri dünyanın yeni nesillerce kavranılması gerekir.
Bunun için üç payitahttan, Bursa, Edirne ve İstanbul'dan, ait oldukları yüzyıllar nazar-ı itibara alınarak -ehil uzmanlar tarafından- titizlikle seçilecek muhtelif mezartaşlarının önce numuneleri çıkarılmalı ve inşa edilecek bir müzede bu numuneler sergilenerek herbirinin hususiyetleri hakkında ziyaretçilere bilgi verilmelidir. Kültür Bakanlığı veya en azından Bursa ve İstanbul Belediyeleri pekâlâ bu işe öncülük edebilirler.
Siyasetçilerimizden, "devlet adamı" mertebesine kolay kolay terfi edememeleri sebebiyle pek ümitli olmadığımı belirtmeliyim. Çoğu günü kurtarmaya çalışıyor ve "devlet" demenin "süreklilik" demek olduğundan habersiz yaşıyorlar. Bürokratların çoğu, mevkiini korumakla meşgul. İş kültüre geldiğinde, Demokles'in kılıcı başlarındaymış gibi hareket ediyorlar; başları güvende olunca, ayaklarında halıdan tedirginlik duyuyorlar.
Belediyelere gelince, görüntü ve mevzuat itibariyle daha müteşebbis görünmekteyseler de "müteşebbis" vasıflarını çokluk iktisadî mânâsıyla isbat ediyorlar. Bol bol sempozyum, panel, şenlik, etkinlik, vs.
Peki ya, kalıcılık ve süreklilik?
Bu kavramlara sahip olabilmesi için, her şeyden önce kişinin makam ve mevkiinin de kalıcılık ve süreklilikten pay alması gerekir. Mimar Sinan yarım yüzyıla yakın hizmet gördü; zira arkasında kendisine bu süre boyunca destek veren bir Kanunî vardı. Kanunî'nin desteği olmasaydı, hiç Sinan olur muydu, olsa bile, yaptıklarını yapabilir miydi?
İstanbul veya Bursa'da bir "Mezartaşları Müzesi"nin kurulması için sorumlu ve yetkili kimselere seslenmekten başka elimden bir şey gelmiyor. Bazen merak ediyorum: Hadi siyasetçilerin, bürokrat ve memurların kulakları sesimi pek duymuyor; peki ama, bu konuda duyarlı hiç mi yazarımız, çizerimiz, aydınımız yok?!
Biraz daha geç kalınırsa, Avrupa'da bizim adımıza böyle bir müze kurulacak. Sakın "söylemedi" demeyin!
DUCANE CUNDIOGLU tarafından yazılan bu makale, 29 Temmuz 2006 günü yayınlanan Yeni Şafak Gazetesindeki köşe yazısıdır.
"Osmanlı dönemi mezar taşları, medeniyetimizin müstesna kültür âbideleri arasında yer alır. En nihayet "mezar taşı" deyip geçilemez; zira bu taşlar geleneğimizin bütün zenginliklerini bünyelerinde temsil ederler. Bu taşlar -kelimenin tam anlamıyla- konuşurlar; hem de remizlerle konuşurlar; bir dilleri, bir gramerleri vardır.
Çok zengin bir semboller kataloğundan farksızdırlar. Üstelik herbiri bir sanat şaheseridir. Yeter ki bu dili, bu grameri bilelim; taşların dilinden anlayalım; sembollerin temsil ettikleri anlam haritasını çözebilecek veya çözmeyi isteyecek kadar idrak ve izan sahibi olalım.Unutmayalım ki geleneksel mezar taşlarımız, sadece mevtayı değil, aynı zamanda mevtanın ait olduğu dünyayı da remzeder. O dünyayı tanıyabilmek, o dünyanın sırlarına vakıf olabilmek, elbette bu remizlerin deşifresiyle, âdab ve erkânına nüfuz etmek suretiyle mümkündür.
Ne yazık ki mezarlıklarımız lâyıkıyla korunamıyor; zira büyük şehirlerin her yıl şişen nüfusu şehir içinde kalan alanların, tasfiyesine sebep olmakta, 1950'lerde asfalta giden mezarlıklar, 1980'lerden sonra binalar tarafından istila edilmektedir.
Yapılması gereken işlerin başında bu sanat eserlerini (evet, gerçekte klasik mezar taşlarımız birer sanat eseridir) korumaktır. Ancak korunması istenen bu kültür varlıklarının önce tanınması, bilinmesi, temsil ettikleri dünyanın yeni nesillerce kavranılması gerekir.
Bunun için üç payitahttan, Bursa, Edirne ve İstanbul'dan, ait oldukları yüzyıllar nazar-ı itibara alınarak -ehil uzmanlar tarafından- titizlikle seçilecek muhtelif mezartaşlarının önce numuneleri çıkarılmalı ve inşa edilecek bir müzede bu numuneler sergilenerek herbirinin hususiyetleri hakkında ziyaretçilere bilgi verilmelidir. Kültür Bakanlığı veya en azından Bursa ve İstanbul Belediyeleri pekâlâ bu işe öncülük edebilirler.
Siyasetçilerimizden, "devlet adamı" mertebesine kolay kolay terfi edememeleri sebebiyle pek ümitli olmadığımı belirtmeliyim. Çoğu günü kurtarmaya çalışıyor ve "devlet" demenin "süreklilik" demek olduğundan habersiz yaşıyorlar. Bürokratların çoğu, mevkiini korumakla meşgul. İş kültüre geldiğinde, Demokles'in kılıcı başlarındaymış gibi hareket ediyorlar; başları güvende olunca, ayaklarında halıdan tedirginlik duyuyorlar.
Belediyelere gelince, görüntü ve mevzuat itibariyle daha müteşebbis görünmekteyseler de "müteşebbis" vasıflarını çokluk iktisadî mânâsıyla isbat ediyorlar. Bol bol sempozyum, panel, şenlik, etkinlik, vs.
Peki ya, kalıcılık ve süreklilik?
Bu kavramlara sahip olabilmesi için, her şeyden önce kişinin makam ve mevkiinin de kalıcılık ve süreklilikten pay alması gerekir. Mimar Sinan yarım yüzyıla yakın hizmet gördü; zira arkasında kendisine bu süre boyunca destek veren bir Kanunî vardı. Kanunî'nin desteği olmasaydı, hiç Sinan olur muydu, olsa bile, yaptıklarını yapabilir miydi?
İstanbul veya Bursa'da bir "Mezartaşları Müzesi"nin kurulması için sorumlu ve yetkili kimselere seslenmekten başka elimden bir şey gelmiyor. Bazen merak ediyorum: Hadi siyasetçilerin, bürokrat ve memurların kulakları sesimi pek duymuyor; peki ama, bu konuda duyarlı hiç mi yazarımız, çizerimiz, aydınımız yok?!
Biraz daha geç kalınırsa, Avrupa'da bizim adımıza böyle bir müze kurulacak. Sakın "söylemedi" demeyin!
DUCANE CUNDIOGLU tarafından yazılan bu makale, 29 Temmuz 2006 günü yayınlanan Yeni Şafak Gazetesindeki köşe yazısıdır.