PDA

Tam Sürümü Görüntüle : Hapishaneden Mektup Gelmiş


KoJiRo
03-10-2008, 07:25 PM
Kitabevi aracılığıyla gönderilmiş, “Sayın Doğan Cüceloğlu Beyefendi’ye…” cümlesiyle başlayan mektup şöyle devam ediyor:

“Burada dış dünyanın her türlü sevincinden yoksun bir yaşam sürdürürken, çoğu gün bir mektup yazabilmek için, kendimi nadiren ikna edebilmişimdir.”



Bu cümlede duruyorum; “dış dünyanın her türlü sevinci” deyişi dikkatimi çekiyor. Bizler ‘dış dünyanın her türlü sevincinin’ ne olduğunun farkında mıyız? Kendime soruyorum, nedir bu dış dünyanın her türlü sevinci?

Size de soruyorum; hiç düşündünüz mü ‘dış dünyanın her türlü sevinci’ üstüne?

Ben düşündükçe liste büyüdü ve dışarıda olduğum için içimi inanılmaz bir coşku kapladı. Okumaya devam ettim:

“Size, gökkuşağının bütün renklerinden yoksun, kavaklar boyunca yükselen gri duvarların arkasından, Ankara 2 No.lu L-Tipi Kapalı Ceza Evi’nden yazıyorum. Burası 1400 kişilik yeni bir ceza evi. Mahkûmların günlük faaliyetleri içerisinde TV izlemek, radyo dinlemek, spor yapmak, işlik atölyesinde çalışmak vs var. Bir kısım arkadaşımız da, zaman zaman doğanın bütün renklerine sahip minicik boncukları, gözleri körleşircesine yumak yumak iplikler üzerine işleyerek gazete, çay ve belki de sevdiklerine mektup gönderebilmek için posta pulu parası kazanma mücadelesi vermektedirler. Ayrıca, okuma yazma bilmeyenler için, Açık Öğretim Sınavları’na hazırlık ve resim yapmayı öğrenmek isteyenler için de kurslarımız var.

“Günlük gazeteleri düzenli olarak okuyabiliyoruz. Ayrıca muhtelif kitapların içerisinde yer aldığı bir de kütüphanemiz var. Ancak, kitaplarımız sizin konumunuzda bir insanın özel kitaplığındaki tek bir rafı dahi dolduracak kadar hacimli ve nitelikli değil. Kitaplarımız genellikle eski basım kitaplar. Elbette kitabın eskisi yenisi olmaz, ancak bilerek yazıyorum ki, kitaplarla hemen hemen aynı yaştayım. Cezaevimiz yeni açıldı. Başlangıçta kitaplığımız, eski ceza evinden getirtilen kitaplarla oluşturuldu. Zaman içinde cezaevi idaresi ve sorunlu hocalarımızın eğitime ve kitaplara verdiği neticesinde yeni yeni kitaplarımız gelmeye başladı. Burada bulunan mahkum arkadaşlarımızın kitaplara ilgisi sevindirici düzeyde. Fakat bu ilgi önemli bir sorunu da beraberinde getiriyor; “mevcut kitaplar kesinlikle bize yetmiyor.”

Bana yazan mahkumun ifadesi düzgün ve dili akıcı. Kitap okumaya önem veriyor; yalnız kendisi okusun istemiyor, arkadaşlarının da okumasına önem veriyor. Merak ediyorum, bu kişinin işlediği suç ne olabilir? Neden girdi içeriye? Aklıma gelen bir soru da, içeriye girmeden önce de kitap okumaya önem veriyor muydu, acaba? Okumaya devam edince aklıma gelen soruların bazılarına yanıt alıyorum:

“Sayın Cüceloğlu, Cezaevi’ne girmeden önce nadiren kitap okurdum. Şimdi ise en iyi arkadaşım oldu kitaplar. Gazap yüzünden rahmete kavuştum diyebilirim.”


Burada duruyorum. Bir daha okuyorum. Gazap yüzünden rahmete kavuşmak. Bu insan mış gibi yaşamaktan hapishanede kurtulmuş, düşüncesi geçiyor aklımdan. Geri kalanı daha dikkatle okumaya devam ediyorum:

“Hayata bakış açım kitaplar sayesinde değişti. Olaylar ve olguları farklı perspektiflerle değerlendirebiliyorum. En önemlisi de, dış duvarların arkasında yaşanan hayata daha çok hazırım, hem de geçmişte hiç olmadığı kadar. Bunu ben başardıysam, birçok insan da başarabilir. Kim bilir, eğitimsizlik ve cehaletin kefaletini ödeyen birçok arkadaşımız için okuyacakları birkaç yeni kitap, belki de cehaletin perdesini yırtmalarına yol açacaktır. Goethe’nin dediği gibi, “Harekete geçmiş cehalet kadar korkunç bir şey var mıdır?”

Aklıma tartışma konuları geliyor: bilgi sorunları çözmede, insanlara doğru yolu göstermede bu kadar yararlı olsaydı, ülkeyi hortumlayan insanların cahiller arasında çıkmaması gerekirdi. Üniversitemizdeki bilim insanlarının bilimsel hırsızlık yapmamaları gerekirdi. Üniversite mezunu politikacılarımızın ülkenin çıkarını kendi çıkarlarının üstünde tuttuklarını görürdük. Bu arkadaşımız kitap okumayı yüceltiyor, çünkü kendisi çok yararlanmış. Ama ancak hapishaneye düştükten sonra okuduğu kitaptan yararlanacak hale gelmiş; dışarıdakiler de kitap okuyor, ama gerçekten kaç kişi okuduğu kitaptan yararlanıyor?

Bütün bu düşünceler aklımın bir köşesinde okumaya devam ediyorum:

“Aşık Veysel’in deyişinde dile getirdiği gibi:

“Aldanma cahilin kuru lafına
Kültürsüz adamın külü yalandır.
Hükmetse dünyanın her tarafına
Arzusu, emeli, yolu yalandır.”

“Dünyayı güzellik kurtaracaksa ve bir insanı değiştirmekle başlayacaksa her şey bir mahkûmu değiştirmenin önemini varın siz takdir edin.

“Atatürk’ümüzün;

”Efendiler, cezaevi sorunu çok önemlidir. Kişisel özgürlüğü kalkan vatan evladının, ceza süresi sonunda topluma yararlı olarak yetiştirilmesi gerekmektedir,” deyişinde işaret ettiği gibi iyi yetişmek adına kitap okumak istiyoruz. Okuyarak değişmek, oldukça değiştirmek istiyoruz dünyayı. İyilik, güzellik ve mutluluk adına ne varsa edinmek istiyoruz hoyratça.

“Sayın Cüceloğlu, yegâne temennim, kütüphanemizi geniş kapsamlı, insanlara yeni ve olumlu bakış açıları sunan, nitelikli 3000 adet yeni kitapla yenilemek. Her hafta mektup gönderdiğim sizin gibi sayın konumlu insanlardan sınırlı sayıda dahi kitap gelse, hedefime ulaşmış olacağım. Duyarlılığı yüksek 100 sayıda saygın insandan gelen kitaplarla kütüphanemizi yenileyip zenginleştireceğiz. Bu da benim için Everest’in tepesine helikopterle bırakılma gibi coşkulu bir şey olsa gerek.”

Bu noktada içimden karar veriyorum; kendi kitaplarımdan birer adet Sincan’daki Ankara 2 No.lu L-Tipi Kapalı Ceza Evi Kitaplığı’na imzalayıp yollayacağım. Sonra, bu arkadaşla tanışmak istediğimi hissediyorum. Bu güçlü duygu ile mektubu okumaya devam ediyorum:

“Sayın Cüceloğlu, siz benim için “İçimizdeki Çocuk’un ruh babası, duygular alemimizin mühendisisiniz. Bir mimar nasıl yükseltiyorsa göğe doğru yüksek yapıları, bir bezekçi nasıl süslüyorsa kıvrımlı satenleri ve bir kuyumcu emek ve sabırla nasıl biçim veriyorsa altına, siz de, sol göğsümüzün altındaki cevahiri o kadar güzel işliyorsunuz.”

Son cümleyi bir kez daha okuyorum ve ne kadar egomun okşandığının farkında olarak gülümsüyorum; netice itibariyle insanım ve egom dipdiri ‘ben buradayım!’ diyor. Bu cümleyi okumadan kitap göndermeye karar vermiştim, diyerek egomun okşanmasından değil, gönlümün sevgisinden kitap göndermeye karar verdiğime kendimi ikna edip, okumaya devam ediyorum:

“Görmek, bir yönüyle kavramak ve ortaya çıkarmak değil midir bilinmeyen gerçeği? Ve gerçek yalın bir tarih gibi yatıyorsa yüzyıllardır toprak altında, yolu gösterecek bir rehber, bir kâşif oldunuz bizler için. Yürekli olmanın kendimizle yüzleşmekle başladığını daha önce kaç kişi söylemişti ki bize ve kendimizi sevmenin aslında başkalarını sevmekten geçtiğini? Bir de bölündükçe çoğalan tek güzide şeyin sadece sevgi olduğunu…

“Sayın ruhlar dünyamızın işlek ustası. Türü ve niteliği ne olursa olsun, çok sayıda kitaba ihtiyacımız var. Sizin, bu ihtiyacımızın giderilmesi noktasında, önemli bir boşluğu dolduracağınız inanıyorum. Ve lütfen bunu bir ihtiyaç olmanın ötesinde bir buluşma olarak kabul edin; iki sevgilinin buluşması, yağmur ve toprağın vuslatı, kara kalem ve parşömen, notalar ve arya gibi. .. Duygulu ve ürkek bir sevgi… Bizi bu sevgiyle buluşturun.

“Bir kitap okumanın, bir hayatı tümden değiştirmeye yeteceğine inanan arkadaşlarım adına, bu büyük buluşmanın davetkârı, bu önemli yapının mimarlarından biri olmanız temennisiyle sağlıkla ve sevgiyle kalın…

“Bir tek kişinin iyiliği, binlercesinin kötülüğünden güçlüdür. Panait İstrati
İsim Soyadı
(İmza)

Bu mektubu bu sitenin okurlarıyla paylaştığım için mutluyum.

Belki sizler de kitaplığa birkaç kitapla katkı da bulunmak istersiniz. Adres: Kitaplık; 2 No.lu L-Tipi Kapalı Cezaevi; Sincan - Ankara

Ben bu mektubu aldıktan sonra Sincan’da ki cezaevi ile temas kurudum ve geçen 25 Nisan 2007 Çarşamba öğleden sonra oradaki mahkûmlara “İnsan İnsana Bir Yaşam” başlıklı bir konuşma yaptım.

Bana mektup yazan kişiye orada herkesin huzurunda teşekkür ederek kitap toplama çalışmalarında başarılar diledim. Ve dedim ki, yaşamda girişimlerde bulunmak ve niyetinizi girişimlerinizle yaşıma yansıtmak önemli; bakın arkadaşınızın bir mektubu, beni buraya getirdi. Konuşmamdan sonra oradan ayrılırken elimi sıktığında bana şunları söyledi: “Sizi buraya benim mektubum getirmedi; sizin gönlünüzdeki sevgi getirdi."

DOGAN CUCELOGLU