Giriş

Tam Sürümü Görüntüle : Aşiretten Krallığa: Urartu


GooD aNd EvıL
08-28-2008, 01:41 PM
“Lupitri oğlu Sarduri, büyük kral, güçlü kral, evrenin kralı, Nairi ülkesinin kralı, benzersiz kral, şahane çoban, dik başlı uyruklarla savaşmaktan korkmayan kralın yazıtıdır. Lupitri oğlu Sarduri, krallar kralı, her kraldan haraç alan kral…”



AŞİRETTEN KRALLIĞA

Urartu adını ilk kez İÖ.13.yüzyılda Asurlular kullanmıştı. Onlara göre, bu dağlık bölge Uruatri(u) ve Nairi denen iki büyük ülkeye ayrılıyordu ve çok sayıda aşiret arasında paylaşılmıştı. Doğal bir kale görünümündeki Doğu Anadolu yüksek yaylasının engebelerle birbirinden ayrılan irili ufaklı vadilerini mesken tutan bu eski aşiretler, daha çok küçükbaş hayvan yetiştiriciliği yapıyorlardı.

İÖ.9.yüzyılın ortalarına gelindiğinde, Van Gölü havzasında giderek güçlenen bir krallığın ayak sesleri duyulmaya başladı.

Yakın Doğu’nun eski güç dengelerinden Hitit ve Mitanni imparatorlukları tarih sahnesinden çekilirken, onların yerini yeni aktörler almaya başlamıştı. O dönemde Mezopotamya’da parlayan Sami kökenli Asurluların belgelerinde, Urartulu Aramu’dan (Arame) ve ordularından söz ediliyor. Bu belgelerde adı Aramice’ye benzeyen Aramu’nun, Doğu Anadolu’nun yerli aşiretlerini denetim altına almaya başlayan ilk Urartu hükümdarı olduğu kaydediliyor. Ancak Aramu’nun adının sadece Asurluların yazıtlarında geçmesi ve kazılarda şimdiye kadar bu krala ait kesin bir bulguya rastlanmaması “Aramu gerçekten Urartulu muydu?” sorusunu akla getiriyor.

Hakkında doğrudan bilgi sahibi olduğumuz “gerçek” Urartu Krallığı ise İÖ.840’larda “Nairi Denizi” denilen Van Gölü’nün doğu kıyısındaki, Van Kalesi kayalıklarında kuruldu. Urartular’ın Tuşpa dediği başkent Van Kalesi’nin ilk hükümdarı, kendini şu sözlerle tanımlıyordu:

“Lupitri oğlu Sarduri, büyük kral, güçlü kral, evrenin kralı, Nairi ülkesinin kralı, benzersiz kral, şahane çoban, dik başlı uyruklarla savaşmaktan korkmayan kralın yazıtıdır. Lupitri oğlu Sarduri, krallar kralı, her kraldan haraç alan kral…”

Asur diliyle kazılmış bu tarihsel belge büyük bir devletin kuruluşunu dünyaya duyuran bir manifesto ya da meydan okumaydı. Mezopotamyalıların “katil dağlı” ve “eli kanlı” olarak gördüğü Urartular sonunda kendilerine engebeli Doğu Anadolu yaylasında bir egemenlik sahası yaratmayı başarmıştı.

Ama nasıl olmuştu da, Urartu hükümdarı özgür ve bağımsız aşiretleri bir çatı altında toplayıp krallığını ilan edebilmişti? Kralı otoritesinin sırrı neydi?

Bu sorunun yanıtı henüz bilinmiyor. Ama yine de İÖ.13.yüzyıldan başlayarak Doğu Anadolu’ya yönelen Asur baskısı ve gaddar sindirme politikalarının aşiretlerin birleşmesinde önemli bir rol oynadığı düşünülüyor. Gerçekten de Batılıların Şalmaneser olarak adlandırdığı Asur kralı III.Şulmanu-aşerid’in İÖ.856’da Aramu’ya karşı düzenlediği bir seferden sonra uyguladığı vahşeti anlatan sözleri dehşet verici:

“…Krali (krallık) kenti Arzaşkun’u yakıp yıktım. Kapısının önüne kesilmiş insan başlarından dört piramid diktim; halkından kimilerini canlı canlı bu piramitlerin üzerine çiviledim, geri kalanları kazığa oturttum.”

Yine de baskı nerden gelirse gelsin, vahşet hangi boyutta olursa olsun, sosyolojik olarak aşiret düzeninden merkezi bir devlet sistemine geçiş kolay değildi.


PARILDAYAN TUŞPA

Başkent Tuşpa’nın bereketli bir ovanın ortasında kuruluşu cesur bir hamleydi. Başkentin kuruluşuyla birlikte Urartu krallığı’nın da yükseliş dönemi başlıyordu. Eski Yakın Doğu’da başkentler sarayları, tapınakları ve bahçeleriyle devletlerin övünç kaynağıydı. Asur kralları ülkelerinin güç ve görkemini Kalhu, Dur-Şarrukin ve Ninova gibi başkentlerle sergilemeye çalışıyordu. Urartu başkenti Tuşpa da bağ ve bahçeleriyle benzer özelliklere sahipti.

Krallar, “büyük kral”, “güçlü kral”, “dünyanın kralı” ve “Biainili ülkesi kralı” gibi ünvanlarının yanına daima “Tuşpa kentinin efendisi” ibaresini ekleyerek başkentlerine duydukları sevgi ve bağlılığı ifade ediyorlardı. Bu ünvanı ilk kez kral İşpuini, Van’ın Özalp ilçesi yakınında, Yeşilalıç’taki kayalara oydurttuğu kapı biçimli niş içinde kullanmıştı:

“…Sarduri oğlu İşpuini, güçlü kral, büyük kral, Biainili ülkesi kralı ve Tuşpa kentinin efendisi, bir ferman çıkardı….”

Ancak bulunan yazıtlar Urartu-Biainili hükümdarı I.Sarduri’nin merkez olarak neden Van’ı seçtiği sorusunu yanıtlamıyor. Yine de bunu tahmin etmek çok zor değil; kentin yer seçimi çok isbetliydi. Binlerce yıl pek çok yerleşmeye sahne olmuş bir ovada yer alıyordu. Bölgede çetin kış koşulları egemen olsa da, kalenin bulunduğu ovanın iklimi Van Gölünün de etkisiyle insan yaşamına uygun olanaklar sunuyordu: güneş yılın üçte ikisinde sıcak yüzünü gösteriyordu. Üstelik burası bölgenin tarıma elverişli, suyu bol, en büyük alüvyal düzlüklerinden biriydi. Böyle bir başkentin, tarım ve ulaşım olanakları sınırlı dağlık bir alanda yer alması düşünülemezdi.

Ermeni tarihçiliğinin babası sayılan İÖ.5.yüzyılda yaşamış Khoreneli Moses’e (Horenli Musa) göre ise Tuşpa’nın kurucusu Asur kraliçesi Semiramis’ti:

“Kraliçe, Ermeniler’in efsanevi kralı Ara’ya aşıktı. Ona kavuşabilmek için Doğu Anadolu’ya bir sefer yaptı. Ancak çıkan savaşta Ara yaralanıp öldü. Üzgün kraliçe bir yaz günü çiçekli vadiler arasından Kuzey Irak’taki başkenti Ninive’ye dönerken yolda gördüğü manzaralar, temiz hava, berrak dereler karşısında etkilendi ve burada yılın sıcak aylarını geçirebileceği bir kent kurmaya karar verdi. Böylece Van Gölü kıyısındaki kayalıklarda karar kıldı. Kent, 6000 usta ve 12,000 işçinin geceli gündüzlü çalışmasıyla kısa zamanda kuruldu. İçinde, renkli taşlardan yapılmış iki-üç katlı saraylar vardı ve geniş sokaklı her mahallesi farklı renkteydi…”

Burada adı geçen, kral V.Şamşi-Adad’ın karısı ve III.Adad-ninari’nin annesi olan Asur kraliçesi Semiramis gerçek bir tarihsel kişilik olsa da, anlatılanların tarihsel değeri yoktur. Van kalesini Semiramis değil, Urartu kralları yaptırmıştı. Renkli taşlardan çok katlı saraylar, geniş sokaklı renkli mahalleler ise yazarın hayal gücünün ürünüydü. Ancak bu çekici anlatımın, Urartu uygarlığının keşfinde önemli rol oynadığı inkar edilemez.


SAVAŞ TANRISI HALDİ

Etnik ve kültürel açıdan çeşitlilik gösteren Urartu ülkesinde insanları birleştiren en önemli unsur savaş tanrısı Haldi olmalıydı. Çeşitli aşiret tanrıları bir devlet sistematiği altına alınarak yaratılan ortak din düzeninin tepesinde Haldi oturuyordu; Kral onun savaşçısıydı. Orduları yöneten ve düşmanı kahreden ise Haldi’ydi.

Urartu yazıtlarında “Haldi önden gitti”, “Haldi kendi silahıyla sefere çıktı”, “Haldi güçlüdür” gibi cümlelerle anılan tanrı, askeri başarı ile özdeştir. Onu, Huri kökenli fırtına ve gök gürültüsü tanrısı Teişeba ve güneş tanrısı Şivini izliyordu. Ayrıca 60 tanrı ve 16 tanrıça vardı. Tapınakların biçimleri, kurbanların cins ve sayıları ile ibadet şekilleri de yeni bir düzene sokulmuştu. Bu kapsamlı dinsel reform, Van’da simgesel bir tapınak kapısı şeklinde oyulmuş “Hazine Kapısı” ya da “Çoban Kapı” denilen kayalıklara satır satır işlenmişti:

“…Her kim bu yazıta karşı suç işlerse, her kim çalarsa, her kim gömerse, her kim suya atarsa, her kim yerini değiştirirse, her kim bunları ben yaptım derse; Tanrı Haldi, Tanrı Teişeba ve Tanrı Şivini onu güneş ışığından yoksun etsin, soyunu sopunu kurutsun…”

Asur ülkesi büyük bir iç bunalımla çalkalanırken, durumu akıllıca değerlendiren ilk Urartu kralları, İşpuini (İÖ.830-820) ve oğlu Minua (İÖ.810-785/780) bir yandan sınırlarını genişletiyor, diğer yandan da ıssız Doğu Anadolu yaylasında attıkları her adımı, ülkenin her yerine dikilen ve birer ilan panosunu andıran taş yazıtlarla duyuruyorlardı. Hemen her yazıt yukarıdaki yazıtta yer alan lanetleme cümleleriyle son buluyordu. Bu lanetleme formülü bir bakıma “iktidarı tescil” görevi üstleniyordu.


GANİMETLE BESLENEN DEVLET

Urartu’nun ekonomisi büyük çapta savaş ve haraç üzerine kurulmuştu. Krallığın devamlılığı, her yıl yapılacak savaşlardan sağlanan haraç ve ganimetlere bağlıydı.

Ülkelerinin etki alanını batıda Fırat, doğuda Nahçıvan, kuzeyde Aras vadisi ve güneyde Toroslar’a kadar yayan İşpuini ve oğlu Minua, aniden büyüp genişleyen krallığı Van’daki başkentten yönetmenin sağlam bir altyapı gerektirdiğinin farkındaydı. Bu nedenle askeri, dini, idari, ekonomik ve teknolojik yönden esaslı bir yeniden yapılanma ve kurumlaşma hamlesi başlatmış; lanetleme tehdidiyle topladıkları haraç ve ganimetler sayesinde ordu, silah, donanım, hatta giyim kuşamına kadar yenilenmişti.

“… Sarduri der ki: Qumaha (Kommagene) ülkesi hükümdarı Kuştaşpili bağımsızdı. Hiçbir Biainili kralı oraya gitmemişti. Qumaha ülkesine karşı sefere çıktım. Krali kenti Parala’yı aldım. Kuştaşpili ayaklarıma kapandı; kaldırdım. Bana haraç olarak 40 mina saf altın, 800 mina gümüş, 3000 giysi, 2000 bakır kalkan, 1535 bakır kazan verdi.”

Van Kalesi’nin doğu ucundaki, yöresel olarak “Analıksız” denilen kutsal alanın duvarlarına kazınan bu yazıtta kral II.Sarduri (İÖ.8.yüzyılın ortaları), bugünkü Adıyaman yöresiyle eşitlenen, stratejik konumdaki Qumaha krallığını haraca bağlayışını ilan ediyor.

Böylelikle İÖ.8.yüzyılda Urartu, Yakın Doğu’da önder bir devlet konumuna ulaşmıştı. Batı Asya kara ticaret yollarının önemli bir bölümü denetim altına alınmış; askeri ve ekonomik amaçlı pek çok kent kurulmuştu.

Etki alanı Torosları aşıp Suriye’ye yayılmaya başlayan krallığın hedefi bu yöredeki Asur egemenliğine son vermekti. Ancak Urartu-Geç Hitit Koalisyonu, Batılıların III.Tiglath-pileser olarak adlandırdığı Asur kralı III.Tukulti-apil-Eşarra karşısında bozguna uğrayınca Fırat yöresinde denetim yeniden Asur İmparatorluğu’nun eline geçti. Doğuda, Urmiye Gölü bölgesindeki stratejik yollar ise Asur kralı II.Şarru-kin zamanında Urartu’dan koparıldı, kutsal kent devleti Muşaşir zaptedildi. İlgi alanını kuzeye çevirmek zorunda kalan Urartu, Kimmer ve İskit gibi göçebe halklarla yüz yüze geldi.


URARTU İHTİŞAMI

İÖ.8.yüzyıl sonları ise Urartu devleti için yeni bir kalkınma hamlesinin başlatıldığı yıllardı. Bu hamle Urartu’nun son güçlü hükümdarları II.Argişti ve oğlu II.Rusa tarafından yapıldı. Bu dönemde yapılan kayıt sistemi oldukça detaylıydı. Öyle ki atlar için gerekli samanın bile kaydı tutulmuştu.

Bu kayıtlar Urartular için önemliydi. Urartu iyi at yetiştiren bir ülkeydi ve bu atlar süvari birliklerinin yanı sıra ordunun en korkunç vurucu gücü olan savaş arabalarında kullanılıyordu. İki atın çektiği iki tekerlekli arabalar, genellikle biri sürücü, öteki de savaşçı olmak üzere iki kişilikti; krali arabalarda bir de buna muhafız eklenmişti.

Sıkı bir eğitim geçiren süvariler için zaman zaman at yarışları düzenleniyordu. Böyle bir yarış sırasında kral Minua’nın atı Arsibi (kartal) en uzun mesafeye sıçrayarak ödül kazanmış ve adı yazıtlara kazılarak ödüllendirilmişti. Bu sınıf o denli güçlüydü ki, amansız komşu Asur İmparatorluğu, ordusu için kimi atlarını ve hatta at yetiştiricilerini Urartu’dan sağlama gereksinimi duyuyordu.

Urartu Krallığı tüm gücünü silahlı kuvvetlerden alıyordu. Resmi inanışa göre bu ordunun önünde daima, arabasıyla baş tanrı Haldir gidiyor, savaşlar onun amansız mızrağı ve sağladığı moralle kazanılıyordu. Başkentte, kralın yanında sürekli olarak bir tür özel muhafız alayı ya da hassa ordusu bulunuyordu. Erken dönemlerde bu orduda 106 savaş arabası, 9174 süvari ve 2704 piyade yer alıyordu. Ağır donanımlı askerler başlarına konik madeni miğfer takıyor; bedenlerini deri ya da kumaş üzerine tutturulmuş demir ya da tunç pullu zırhlarla koruyor; ellerinde tunç, ahşap ya da sazdan yapılmış kalkanlar taşıyorlardı. Demirden yapılmış uzun kılıç ve hançerleri çok etkiliydi. Yalnızca Urartu ordusuna özgü bu saldırı silahlarının kabzası, tunç çerçeveye alınmış ahşap veya fildişi kaplamaydı.

Savaşın ganimetleri üzerine kurulan bu krallık teokratik ve merkeziyetçi bir sistemle yönetiliyordu. Hükümdar devletin siyasal önderi; aynı zamanda baş rahipti. Böylelikle insanlar ve tanrılar arasındaki dinsel ilişkileri de denetliyordu. Onlar kendilerini “yaban topraklara hayat veren uygar önderler” olarak görüyor ve yalçın kayalıklar üzerine kurdukları saraylarda yaşıyordu.

Toplum soylular, savaşçılar, çiftçi-köylüler ve köleler gibi sınıflara ayrılmıştı. Ülke, büyük bir bürokrat ordusu yardımıyla başkent Tuşpa’daki saraydan yönetiliyordu. İÖ.7.yüzyılda saray personelinin sayısı neredeyse günümüzün kasabalarının nüfusuna eşitti: Tam 5507 kişi… Bunlardan 3784’ü hadım ağa sınıfındandı ve hazinedar, iç oğlanı, saki, müzisyen, av köpeği bakıcılığı gibi görevler üstlenmişlerdi; ayrıca 1113 soylu-saraylı ve 300 de saray muhafızı bulunuyordu.

Ülke eyaletlere ayrılmıştı ve valilerce yönetiliyordu. Valilik saraylarında da çok sayıda personel çalışıyordu. Örneğin, Karmir-Blur kalesindeki bir şarap mahzenine bitişik depoda, saray personeliyle ilgili 1036 kap depo edilmişti. Başkentteki Hassa Ordusu’nun sayısı 120,000 kişiyi buluyordu. Bu kadar kabarık bir kadronun beslenmesi ise büyük bir sorun oluşturuyordu. Bunun sonucunda, uzun ve çok sert geçen kış ayları nedeniyle kaleler içinde büyük depolar yapılması bir zorunluluktu.


BEKLENEN SON

Urartu’nun ihtişamı ve gücü İÖ.7.yüzyılda gerilemeye başladı. Yapılan pahalı yatırımlar devletin kapasitesi ile oransız şekilde tasarlanmış ve olasılıkla ekonomide önemli bir hasara yol açmıştı. Ermenistan’da Fırtına Tanrısı’nın adını taşıyan Teişebaini (Karmir-Blur), İran Azerbaycanı’nda da Rusa-i URU TUR (Batsam) sınır kaleleri kurulurken, en pahalı ve lüks yatırımlar Van Gölü çevresine yapılmıştı; Tanrı Haldi için birbirinden ihtişamlı kutsal kentler inşa edilmişti. Günümüzde Toprakkale, Ayanis ve Kef Kalesi adıyla anılan, Urartu Kralı II.Rusa’nın, kimilerini kendi adıyla kurduğu bu kentlerin ömrü çok uzun sürmedi.

Sonuçta krallık İÖ.7.yüzyılın ikinci yarısında iç ve dış etkenler nedeniyle yıkılarak tarih sahnesinden çekildi. Kısa bir süre sonra da O’nu ezeli düşmanı Asur izledi (İÖ.612). ve onların yıkıntılarının ardından Doğu Anadolu Alarodlar, Kolkhlar, Khaldler, Karduklar, Armenler, Taokhlar, Makronlar, Mareliler, Moskhiler, Saspeirler (İspirliler) vb. aşiretler arasında paylaşıldı.