Giriş

Tam Sürümü Görüntüle : Naime Erlaçin


Sayfa : [1] 2 3

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:19 PM
...'Abbara' Çocukları...

sonu olmasın yolun!

sürgit büyüyen bir boşluğa düşsün gölge
yokluğu
varlık yokuşuna süren bir eylemin
ufku paslanmış arayışına koşulsun an
kelimede titreşsin harfler

olmasın sonu!

sevişilir elbet sonsuzla da
imge çıplak
imge arzulu
nefsin aç soluğunda kekeler içgüdü
habis bir ura düğümleyerek göbek bağını
ağrısı nüksetmiş cerahatli mürekkebin
dörtnala koştuğu tek kişilik doygunluk
gebeliğe tutunur kör bıçağıyla

bir yürek yeter!
bir de karanfil kokusu sevdanın

yağmur
ateş
ve kan adına
kendini bulur yol

böyle büyür
abbara çocukları
harlanmış yangınlar ülkesinde
:
kuytu geçitlerinde daracık sokakların
kurbanlık sayarak şiirin rahmindeki kanı


(26 Haziran 2005) – “ 6. Dekad “ Dosyasından…

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:20 PM
...'Es ve La'....

ebemkuşağından renk çalan ey!
bunca keşmekeş arasında
vişne bahçesini andırıyor nağmelerin
iğde suskun / deniz yılgın rüzgardan
“günlük” ağaçları çağırıyor bak!
gidelim “es ve la”….

zincirlenmişiz epeydir
yorgunuz
ağzımızda bakır çalığı
kötürüm bıraktı bir şey
:
bilmiyoruz nedir
karıştı siyah-beyaz tuşları hayatın
alacakaranlık bir bakış gibi
yakıcıyız nicedir

vişne günleri aşkı hatırlatır hep
yitik zamanların harlanışını
gecenin vurgun yemiş ah’ları sunağını ararken
fallar açar
ceren gibi bir denizkızı suda
“günlük” ormanını anlatır bir başkası

dipsiz bir kuyuya koşuttur içimiz
eskitilmemiş şarkılar törpülenir kamburunda taşın
kan bağımız dirildikçe ezgilerde
yaprağa yazılır şiir
dikenden güller düşer de dilimize

“evet”le beni!
açılsın gönül gözüm
pulumun sessizliğini kır önce
sevdanın sureti yükselir biliyorsun
evrenin “la” sesinde

birlikte çalalım bir rengi daha sığla* ağaçlarından
kalk gidelim “es ve la”.....

………………

(*) Sığla: Günlük ağacı; çınara benzer; mistik kokusu ve yağının renginden ötürü amber ağacı (liquidambar) diye de adlandırılır.

(4 Temmuz 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:20 PM
...'Gregor Samsa' Kuraklığı! ...

sayarak kum tanelerini bir bir
yürüdük çölde
bilirdi yürek
nasıldı
susuz ve sancılı olmak köklerinde
korkutmadı hiç göç kuraklığı

çünkü kalple aklın kıyasıya seviştiği bir aşk vardı
:
adına “şiir” dediler…

ağır çöküyor kanamalı ağustos
vakanüvisler boşta geziyor şu sıra
tanımıyorlar öğütülmüş atlasları

zılgıtına kına yak ey gönül!
bir yabancı yürüyor fikrimin dar sokaklarında
kam ana
hüzünle tüttürüyor çubuğunu
:
iç’i
'gregor samsa’* göç’ünden kalmış
bir içimlik yabancı…

……………

(*) Gregor Samsa: Franz Kafka’nın “Dönüşümler” romanındaki baş kahraman…

(6 Ağustos 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:20 PM
...'Karaşın'...

karanlık kokuyor şiirler
karanlık dokuyor
alnımdaki kış tezgâhı

buz bir çapağı tarif ediyor tortusal süreç
yalınç egemenliğinde
süreğen karmaşanın

kar beyazı yazılmıyor bu işlikte!

umudu soruyorum
bütünlemeye kalınan sınavlardan
:
aslolan
insana dokunmaktır karaşın sözlerde
devasa yalnızlık bir de

uyandırılmayı umuyor dona çeken nehir


(20 Mart 2007)
6. Dekad, Hayal Yayınları, Ocak 2008, s. 28

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:20 PM
...'Quasi'...

hiçliği sevmiştim en çok
en çok yokluğun anlamını
:
ölüm beni bildi!

kendini mart sanıyor
toprak değiştiriyor gece gündüz
:
budama mevsimi

göğünü yaratırdı açlığım eksilmenin kenar süslerinden
karantina öğünler / çamur bulaşığı yas entarisi
ritüeller yanılsama
katmer ve çıban!

geriye sayımdır onaylamak kenelerin ölümsüzlüğünü
:
geçiniz ey hükümlü!
“belleğimi ölüm aldı” *
hiçliğimi seçti ağrısına
tuz yerine beni bandı

tırnağım kırık
ekmek istemem
çorbam acılı olsun lütfen!


(*) Salvatore Quasimodo


(8 Şubat 2007)
www.borgesdefteri.blogspot.com - Mart 2007 Arşivi
6. Dekad - Hayal Yayınları, Ocak 2008, s.74

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:20 PM
...'Yorgun Parisli'...

- Enis Batur'a

oysa beyaz bir zambak büyürdü kutsallığında
adsız sokaklara benzedi içimiz

“akım yaratan adam”
yorgun Parisli
adres arayan

çöküyor iktidar
kırılgan metaforu simgeliyor zambak
mektuplar gece gündüz
kuyusuna geç varan

siz
ve biz dostlar
hepimiz
topluca yitirdik uğultusunu rüzgârın

papirüs tedirgin
papirüs öksüz

kırılma noktasında kilit taşının
yazmıyoruz artık
yazmıyorsunuz

şiirin adı yok!
yazarın da

aklın bıçağı bileniyor gece dağında


(15 Şubat 2007) - 6. Dekad, Hayal Yay. Ocak 2008, s. 61

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:20 PM
....Turkuaz....Gönül Takısı

“iki dirhem bir çekirdek”liğin*
hayasız kibri vuruyor
-kendini beğenmişliği-
turkuazın
tılsımlı ölümsüzlüğüne

:katı yürekli katışıksızlığı

gidişin infazdır ey!
gelişin
hücre aydınlığı yüzüme
-yenilgisi cevherin-

uykular
maviden kalan düş sevinci

vazgeçtim güneşin altın kasesinden
terk edildi bütün tonları o rengin
biliyorsun adımı
çoktandır “turkuaz” koydum bu yüzden

bir gönül takısıyım şimdi mavinin koynunda…

………


(*) “İki dirhem, bir çekirdek”: 1844 sonrası İstanbul Darphanesinde basılan Osmanlı Sikkesindeki altın ağırlığı. Mükemmeliyeti temsil ettiği için, halk diline de bir deyim olarak girmiştir….
Turkuaz ise, sevenlerinin gözünde altın sikkeden çok daha değerlidir.
Koruyucu, kollayıcı, asla yanıltmazlığı ile güven verici…sevgi ve aşkın temeli! ...


(9 Ağustos 2005) – “Turkuaz” Dosyasından…

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:20 PM
...‘Kitsch Olgusu’ ve Şiir...(Düz Yazı)

“Kendi acısını bile
Duymayan
Derin bir yanık gibi
İşliyor
Zaman” - Kenan Sarıalioğlu



Günlük hayatta kâh değersiz bir kopyayı, rüküşlüğü ve zevksizliği ifade etmek için kullanılan, kâh bir moda türünü anlatan; etimolojik yapısı bir hayli karışık olup 1860’lara dayanan, ancak Almanca bir sözcük olduğu kabul edilen ve temelde bir sanatsal akımın adı olduğu varsayılan kitsch’in (okunuşu ‘kiç’) şiir sanatıyla kurduğu ilişki nedir?

Kitsch öncelikle, ‘hiç’ değildir. Arabesk ise hiç değil. Yoz beğeniye hitap eden bir sanat türü mü, yoksa yoz beğeniyi meşrulaştırma gayreti güden ‘sözde’ bir sanat akımı mıdır? Ya da zaman içinde bunlara mı dönüşmüştür? Estetik kaygılar gütmeyen; estetik şifreleri değiştirmeye çalışan bir akım olduğu sıkça söylenmiş ve hatta bu özelliği –adı konulmaksızın - Rimbaud, Baudelaire, Warhol, Bukowski, Duchamp gibi bazı önemli sanatçılar tarafından vurgulanmış ama estetiksizleştirilen veya farklı bir biçimde estetize edilen sanatın güdükleşmesi konusu pek tartışılmamıştır. Estetik, iyiye ve güzele doğru yol gösterendir. Peki o halde, bir eseri çirkin ve ‘kötü’ yapmaya yönelik bu hareket neden gerçekleşti?

Akımları hazırlayan koşullar, belirli altyapıları yoksa eğer, geldikleri gibi giderler. Diğer bir deyişle, uzun ömürlü olmayıp silinirler. Oysa kitsch’i hem sanatsal hem de gündelik yaşantımızdan çıkarıp atamıyoruz. Beğensek de beğenmesek de, kitsch sesini yükseltmeye devam ediyor. Demek ki altyapısı ve/veya beslendiği kaynaklar var. En azından günümüzde böyle… Taklit olgusunun, tarih boyunca sürüp gitmesine karşın, çağımızda farklı bir anlama büründüğünü görüyoruz. Varoluş nedenleri itibariyle, tüm diğer akımlar gibi bir karşı-duruş, bir eleştiri, bir dışavurum akımıdır da denilebilir. Kimi kuramcılar ‘kitsch’in endüstri devriminden sonra doğduğunu söylerler, kimileri ise II. Dünya Savaşı’ndan hemen sonra… Ve bir tepki hareketi olduğunu eklerler. Susan Sontag’ın, Büyüleyen Faşizm (Fascinating Fascism,1975) makalesinde işaret ettiği gibi, Nazizm ideolojisi, güzelliği saflık ve mükemmeliyetçilik düzeyinde putlaştırmış, mutlakıyetçi bir kusursuzluk tarifi geliştirmişti. Mükemmelciliği simgeleştiren, bir bakıma ikonalaştıran ama temelde propaganda amaçlı olan bu ideoloji elbette gerçek yaşamda da yansımalarını bulacaktı. O halde şu soruları sormanın zamanı gelmiştir: Sanatı kitschleştiren şey ideolojinin propagandacı özelliği midir? Kitsch, ideolojiye karşı bir tepki olarak mı yükselmiştir? Kötüyü yüceltmek, yani kusurlu olanın aracılığıyla kusursuza meydan okumak; sıradanlığı sergileyerek, bir anlamda kusursuzluğun görmezden geldiği ‘kusur’u ortaya koymak gibi örneğin? Yoksa tamamen ters yönde gelişen ve ucuzlatılan sanata karşı filizlenen bir duruş mudur?

Bu noktada kesin bir sonuca varmak olası değil, çünkü konunun yeterince incelenmiş ve irdelenmiş olduğu kanısında değilim. Adorno, sürecin 1930’lardan çok önce kök salmaya başladığını iddia eder. Heidegger ise “boş şeylere adanmış üst düzey bir ustalık” olduğunu söyler ve teknolojinin de yardımıyla hareketin ivme kazandığına işaret eder. Ustalığın olduğu yerde sanat da olmalı diye düşünüyor insan. Dolayısıyla kitsch politik midir, sanatsal mıdır, popüler ya da sırf ticari amaçlı mıdır; zamanın koşullarına uygun olarak hangi evrelerden geçmiştir, bu konuda bir uzlaşma var denilemez… Farklı bir görüşe göre ‘Kitsch, avant-garde sanatta olduğu gibi, geleneklere karşı çıkmaktır. Ama ondan daha vulgar ve basit, kitlelere ve halk kültürüne daha kolay ulaşıp yaygınlaşanı üreterek… Bu yüzden iki akım, Clement Greenberg, Hermann Broch ve Adorno tarafından zıt kutuplar olarak algılanmıştır. Onlar Avant-garde’ın akılcı ve bireysel karşı çıkışını kitsch’in propagandacılığı ve piyasacılığı ile karıştırmamışlardır… Siyasal açıdan bakıldığında Nazizm ve Faşizm gibi, örneğin ‘Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’nde (1984) , Stalinizm de Milan Kundera tarafından kitsch objektifinden süzülerek değerlendirilmiştir. Öyle ki, Stalinizm’in yükselen propagandacı siyasi yapısından ötürü terminolojiye ‘sol-kitsch’ tanımı bile eklenmiştir. Aynı şekilde düşünülürse, çıkarcı kaygılarından ötürü bugün küreselcilik, neo-liberalizm ve post-modernizm (modern sonrası) de eleştirilmektedir. Peki, buna da ‘sağ-kitsch’ mi diyeceğiz? Belki de “görülen dünya, metanın dünyası olmuştur” diyen Guy Debord’a (Gösteri Toplumu - La Société du Spectacle, 1967) kulak kabartmak lazım. Başka bir deyişle, ‘metanın toplumsal yaşamı tümden işgal edişine’ odaklanmalı. Ancak görülen o ki sağ ya da sol, propagandacı ya da gösterişçi, kitsch sonuçta dikkatleri çabucak üzerine çektiği için halkın hemen benimsediği ve daha da önemlisi, kendine yakın bulduğu olmuştur.

Kitsch’in bir akım olarak açıklanması ve konuya ilişkin farklı görüşler kısaca böyle özetlenebilir. Ancak kolaycı ve kitlelerce kabullenilebilir niteliğinden ötürü, akımın zamanla bir ‘virüse dönüşmesi’ ne yazık ki engellenememiştir. Dahası, siyasi/sanatsal tabanlı bir tavır olmakla kalmayıp ekonomik ve teknolojik gelişmelere de bağlı olarak günlük yaşamın her kesimine egemen olmayı becermiştir. Televizyonlarda izlediğimiz dizilerden yarışmalara; aşırılaşan magazinleşmeden tutun da liste başı kitaplarla popüler şarkılara; sinema filmlerinden gündelik konuşma diline; yemek seçiminden reklâm metinlerine; tüketim alışkanlıkları, giyim-kuşam-mimari-dekorasyon tarzından alışveriş mekânlarına kadar… Demek ki zamanla ‘parasal getirisi olan’ bir akıma evirilmiş ve sanatsal derinliği radikal denilebilecek bir tür değişime uğratarak yüzeyselleştirmiştir. Sadece bu kadarla kalmayıp, özünde başkalaşmaya (metamorfoz) uğrarken çağdaş etmenlerin de yardımıyla beyinlerin içini ve insanların yaşama biçimlerini kitschleştirerek özneyi adeta nesneleştirmiş, bireyin ‘kendiliğini’ yok etmiştir. Böylece insanın kendisiyle olduğu kadar sanat ile gerçek entelektüel; sanat ile gerçek sanatsever arasındaki bağı da zedelemiştir. Aslında hızlı bu dönüşüm süreci, akımın sağlam kültürel dayanakları olup olmadığını sorgulamamıza da neden olur!

Yukarıda sözü edilen ‘yoz beğeni’yi, bilerek ya da bilmeyerek, meşru kılma eylemi, akımı - ana hedefi her ne ise - ondan saptırmış; sanat dünyasını günümüzde sıkça yakındığımız ‘kitschleşme olgusu’ ile yüz yüze bırakmıştır. ‘Bilerek’ diyorum, çünkü sanatsal yetkinliğe varamamış kişiler ve/veya kitleler için kitsch pekâlâ kolaycılığa ve kurnazlığa kaçmanın bir yolu olabilir. Para ve ün kazanmanın da…‘Bilmeyerek’ diyorum, çünkü akımın gelişme sürecine ilgisiz kalan bilinçsiz uymacılar (konformist’ler) için kitschleşme zamanla sürüsel bir davranış biçimine dönüşmüştür. O artık edilginleşmiş kalabalıklara tıpatıp uygun bir giysidir. ‘İn” oldukları kabul edilen yapay eğilimler (trends) ve izlenmesi gereken modalar zinciri, ama gerçekte içi boşaltılmış bir harekettir. Öyle ki, zamanla taklidin de kötü kopyalarını türetmiş (Baudrillard savı) , bunları en kısa yoldan akçeye dönüştürmüş ve ürettiğini hızla tüketmiştir. Hızlı tüketim ise talep yaratır. Kalıcılığının sırrı biraz da burada gizlidir ve gerçek sanatla uyuşmazlığı tam bu noktada başlar. Özgür, özgün, özerk, kendiliğini haykıran, başkaldırıcı, özgül ağırlığa sahip, kalıcı, çıkar gütmeyen ve üst düzeyde özelleşmiş olması gereken sanat -şiir sanatı da dâhil olmak üzere - taklitçiliği (öykünmeciliği) , ‘piyasacı’ olmayı ve uymacılığı sindiremez, çünkü sanat yaratıcıdır. Yetkinliğe ulaşmış bilinç ve birikimle, ‘biricik’, tek (unique) olanı yaratandır. O halde, tüm dengelerin sanat aleyhine bozulduğu bu durumda sanatçı ya kitschleşme olgusuyla savaşarak onu yenecek (veya yenilecek) , ya da çekimser kalarak sessizce kendi karasularına çekilecektir.

“Günümüzde şiir yeterince okunmuyor” derken aslında bilinçdışına yerleşmiş olan bir korkuyu dile getirdiğimizin pek de farkında olmayız. Şiir okunmuyor, çünkü çoğunluk kitschleşmiş sanatı benimsemeye başladı. Şimdilerde yapay, sanattan uzak, derinliği olmayan ve kolay olanın alıcısı var. Okunmuyor, çünkü post-modern dünyamızda yetkin sanat bilincine sahip kitlelerin genel nüfus içerisindeki oranı gün geçtikçe azalıyor. Okunmuyor, çünkü gerçek şiir yaratıcısının eseri okurun gelir-geçer gereksinim ve talepleriyle uyuşmuyor. Okunmuyor, çünkü sanat küresel ölçekte özgürlükçülük ve liberalizm maskesi takınmış bir tür ‘örtülü’ faşist hareketin baskısıyla sıradanlığı ödüllendirir biçimde basitleştiriliyor. Okunmuyor, çünkü içselleştirme kadar dışsallaştırma süreçleri de farklılaştı. Düşünce defterinin kepenklerini çoktan indirmiş ve gelişmiş sanat bilincine sahip olmayan iç’ler boşaldı/boşaltıldı. Dışlaştırılacak ve kabul edilebilecek nitelikte sanatsal malzeme eksildi. Bir bakıma insanlık bilincinin fanusu kırıldı. Yerini yapay, güdümlü ve ortak bir akıl aldı. Okunmuyor, çünkü öykünenin, kopya çekenin yıldızı giderek yükselirken sanatçı artık ‘sürü ahlakı’yla, yönlendirilebilir davranış biçimleriyle baş edemiyor. Okunmuyor, çünkü ortak bu aklın onayladığı ‘çabuk kabullenme’, gerçek sorgulama ve arayışın yerine geçmiştir. Okunmuyor, çünkü çağımız insanı altyapı yetersizliklerinin karşıtını kitsch’de buluyor; pek de farkında olmaksızın ya da bir tür başkaldırı psikolojisiyle eksikliğini kitsch’le örtüp, kitsch’le dengeliyor. Okunmuyor, çünkü sahte satıcılar ve sahte alıcıların; aslında avlayan ve avlananın buluştuğu hızlı tüketim plâtformunda şiire ve şaire yer yok!

“Günümüzde nitelikli şiir yazılmıyor” savının altında da bu gerçekler yatmaktadır.
Görüşü bulanıklaşmış bireylerin yollarına sağlıklı devam etmesi tabii ki olanaklı değildir. Değişen koşullar altında sahici bir şair nasıl direnecek, çığlık atmayı nasıl sürdürecek; attı diyelim, sesini nasıl duyuracaktır? Küresel boyutta yaygınlaşan bu soruna küçük ölçekte bakıldığında da resim farklı değildir. Şairin, özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde geçerliliğini sürdüren kültür-sanat politikaları tarafından yeterince desteklenip korunmadığı, kitlelerin ise sanatsal açıdan yoksullaştırıldığı da düşünülürse durumun vahameti daha iyi kavranacaktır.

Şiir her zaman sınırlı kesimlere ulaşan bir sanat dalı olmuştur. Yani toplumun onu tüm katmanlarıyla sahiplenmesi, anlayıp okuması gerekmez. Günümüze dek de öyle olmadı zaten. Ama gerçek şiir meraklısının, şiiri bilenin gittikçe azalması tehlike çanlarının çalmaya başladığının işaretidir. “Bu durumda ne yapılabilir? ” sorusu kafalarımızı kurcalayıp duruyor ve biz yanıtı henüz bilmiyoruz. Çözümlemeyi zamana ve tarihe bırakmak belki de en doğrusu. Ama durum tespiti yapmak pekâlâ olanaklı... Sorun, yalnızca kitsch kültürüyle gerçek sanatın karşı karşıya gelmesi değildir. Bundan daha önemli yansımaları da var. Ortaya çıkan tablo ve yaygınlaşan bu salgın hastalık sanatçıyı olduğu kadar sanatseveri de korkutuyor ve hatta küstürüyor. Şöyle ki, kitsch’in egemen olduğu toplumlarda birbirinin dilini anlamayan iki farklı kültür belirginleşmeye başlıyor. Birinin diğerini ötekileştirdiği, sonradan dayatılan ama gerçekte sistemden kaynaklanmayan (intrinsic olmayan; extrinsic) bir tür ‘farklı kültürlülük’ kavramı gelişiyor. Asıl tehlike buradadır! Üstelik herkes dört bir yandan kitsch’le böylesine kuşatılmışken! .. Yakınarak, tavır alarak ya da tepki göstererek sorunlarla baş edilebilir ama korku kafaları bulandıran bir şeydir. Sanatsal kimlikleri sindirir, susturur, onları sanat arenasından uzaklaştırır. Kitleler arasında kopukluklar oluşturur. (‘Kendi karasularına çekilmek’ derken böyle bir durumu tarif ediyordum.)

Peki, gün geçtikçe tatsızlaşmakta olan bu gelişmeler şairi yazmaktan alıkoyuyor mu? Elbette hayır. Eğer öyle olsaydı, “Auschwitz’den sonra şiir yazılabilir mi? ” diyen Adorno’nun sorgulamasında olduğu gibi çoktan umutsuzluğa kapılmış olmamız gerekirdi. ‘Piyasacı’ yaklaşımlarla değeri düşürülen ve görmezden gelinen ‘sanatsal anlam’ın arkasında hâlâ dimdik durmazdık. Gerçeği fark eden Adorno bile sonradan şairin ‘çığlık atma hakkı’nı yeniden savunma gereğini duymuştur. Şair, bir yandan okuruna anlam ve estetiği kabul ettirme kaygıları taşırken, öte yandan kitsch olgusunun üzerine saldığı zevksizlik dalgalarını savuşturmaya, ortaya çıkan kan uyuşmazlığının nedenlerini anlamaya çabalıyor. Hal böyle olunca, varoluş sorununu yaş****** katmayan kitlelerin ürettiği veya yol verdiği ‘sözde’ sanat serüveninin ‘ne’liğini mutlaka sorgulayacaktır. Eskiden görmezden gelinenler şimdi mercek altına alınıyor. Kısacası şair, kültür endüstrisinin hızlandırdığı kolaycılıkla boğuşuyor, çoğunluğa karşı kalemiyle bir azınlık savaşı veriyor. Şair çırpınıyor, şair yoruluyor, şair umuyor!


kimse bilmez şimdi
sessiz
ve durgun
bir şiir öpecek bizi
pusulasız teknelerin ağında…

(Likurga Balıkları, N.Erlaçin)


Şair çalışırken, Beral Madra’nın da son günlerde gündeme getirdiği gibi (Radikal, 5.02.2008) , estetik zedeleniyor; kitsch tarafından vahşice tahtından indiriliyor. Şiire gelince, ‘o yorulmaz, denetlenemez, rotasından saptırılamaz’ dedik hep. Şiir etkilenmez mi? Elbette etkilenir. Bu gibi dönemlerde kesinlikle onun da bağışıklık sistemi zayıflar. Ama şiir daima kendini toparlamış ve yaşamlarımıza sızacak bir kapı aralığı keşfetmiştir ve yine keşfedecektir. İmgeleri bozuk bu dönem yangınından, ‘yoza tapınma çağı’ndan salimen çıkmayı bilecek, gününe tanıklık etmeyi sürdürecek, insana ulaşmanın yollarını yine bulacaktır. Unutulmamalı ki şiirin dağarcığı her devirde doluydu. Bu gerçeği yadsımak pek akılcı gelmiyor bana. Kitsch ise önünde sonunda gücünü yitirecektir diye umut ediyorum, çünkü ateşten geçmeyen kömürün küle sözü olamaz.


(Hayal Dergisi, Nisan-Mayıs-Haziran 2008, Sayı 25 – Dosya yazısı)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:20 PM
...“Kitre! ”...

kenar süslerinden sıyrıldığında
arayışa yönelir kır şakaklar
parmak uçları savurgan ağıt

kutsal bir buğudan geçip
kenarında durduk söz dağının
bekleyiş
bu kükreyen sabır ah!
anlattı sise
:
ergen ebruların suya değdiği yerde
en yalın rengimiz çıplak
“es” ile terleyen harfin dudağında
ölümün bahanesidir yaşamak

sorgu yargıcı; öd’deki hayvan

“kitre” desem şimdi
cinayetim dökülecek tarağımdan!


(2 Eylül 2007) - 6. Dekad, HAYAL Yay. Ocak 2008, s. 52

(ENKOYU - Yedi: Özel Sayı 'DARBE')

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:20 PM
...“Leitmotiv”...

teklifsiz girilen oyun
__sözde “yasaksız”
matematik açılımlar gizli masada

gelgitler metronom salınımı:
___incelikli edim
düşünce çokgen
___karşıtlık yaralı

içe sırıtıyor asal sayılar
kayıplar:
__hesap hatası

defteri kırmızıyla tutmuştuk oysa
rakamlar italik
__ondalıklar lâytmotif

tamsayılarla örtülüyor şimdi masa

ardışığı yok sayıyor işlem
yok sayıyor paydayı
karşıttan biliyor tersyüz açılımları

eşleniğini arıyor defter!


(4 Temmuz 2007)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:20 PM
...“Son Mohikan”*...

bin yıllık sofasına uzanmış
tülünün minesinde dalgın
o kadın:

adı
mohikan
“son”u noksan
hiçlik yankısına adandı
süzüldü dilsiz
bir dağ yamacından

tarih sırıtıyor tel kakülünde
hayli kalabalık
şeffaf / şakırtılı
uçurumda düş arıyor melez kanı

iştiyakla tutunuyor iç avlusuna
eşeledikçe koku salıyor gönül evi
göğünü yaratıyor
hayale bakan sardunyalı odasında
sol eli “la” sesi
minör incelik
hava:
Verdi’den bir arya

‘doruklarda nefes alan kartal’…öyle mi?

bozkıra veda edilir, boş versene!
kıyıya da
çatırdasın tekneler
yıkılsın yaşam iskelesi
düşsel intiharlar doğuruyor kadın
“vita” kutusuna sıkışık zamanı ufalayan
gül manifestosu dokuyor kiliminde

çetele tutuyor hazirana dair defter-i kebirinde

titreyen tebessüm
deli kırbaç ey!
mazrufu yok saymak yakışmaz elbet
üzülme sen!
kalbidir hem gözleri hem nefesi
:
yansa solsa da
susmaz nağmesi

mümkün değil söz geçsin bir ilkyaz gülüne!


(11 Haziran 2006)


(*) ……

“mümtaz dedi ki
aneyin gözleri
doktor yasaklamış net’i
bilinmeyen numaraları aradım
bir kanat sesi sonra
”yok yok” dedim
”son mohikan o
söz geçer mi
doruklarda nefes alan bir kartala”

Nefise Nar (Nefise Pınar)
.....

Bana armağan edilen bu enfes şiiri mutlaka belgelemeliydim. Üstelik de “son mohikan”ın yaşam defterinde, 6.dekad’ın ikinci sayfası açılırken…
Teşekkürler Sevgili Nefise

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:21 PM
...“T. Uyar”a*...

bir kış
açılış yapıyor içimde

katları boşalıyor göğümün
gülü
bimar edendir
buza eriyen
külüm

beni görmezden gelen ağartı
bağışla!

“uyar”la beni

çaputunu bağla şiir taşıma


(*) Turgut Uyar: 4 Ağustos 1927 – 22 Ağustos 1985

(22 Ağustos 2007)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:21 PM
...”Finale”...

duvara konuşmanın
anlamını çözmeden olmaz!
kışa durmuş
orman sabrını öğrenmeden

bir ses var içimde
ben'i ben'den çıkardığım
karanlığa üflenir her çelimli nefes
aşk acıyı yalayan

duvarlar büyü bozar dil keskinleştiğinde
boşluğa ünleyerek bulunur benliğimiz
şiir tinsel prelüd
gök havzadan rüzgâra bağışlanan
töz içimiz

bir nefes yaşamaktır her sabah
iki nefes ölmek

kendini kendiliğine böyle tamamlar zaman...


('6. DEKAD' - Hayal Yayınları, Birinci baskı Ocak 2008)
(Hayal Dergisi, Ocak-Şubat-Mart 2008, Sayı 24, 'Şiir ve Kendilik' Dosyasından...)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:21 PM
...Abraş...

kimse aldırmıyor di’li geçmişe
geleceğe fal tutan sıradan hiçliğe

kim imzaladı bizi ipe çeken yasayı?
değişiyor kimyası zamanın
mürekkep al'dan sarı

ince bir acıya yontuluyor çıban
insan dönüşüm
insan sancı

içerisi karadelik
‘öteki’
dışarısı habis
böcekleşmenin diğer adı

bileğime dolanan asi bu huy
nesli tükenen savaşçı ruh kimden kalma
kim diyor önce sağaltıp yaramı
terimi kurulayacakmış sonra!

‘kimse’ sürgününde
yol verdim avuntu teknesine
yabana bıraktım dilimin yaldırak yanını

ah! diye diye işte böyle
dağ yıkıldı
bitirmedi(m) çağırdığı(m) türküyü*

sökün taşlarınızı!
tüm yap-bozlarınızı
ipiniz darağacınız ne varsa alıp
kendinizle noksanlığınızı
alıp tuzunuzu gidin buradan

dilim çiçekbozuğu
dilim abraş
sehpanızda davul çalıyor bugün

(*) Emin Akdamar


('6. DEKAD' - Hayal Yayınları, Birinci baskı Ocak 2008)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:21 PM
...Acı Yitim...

________________“oysa tanrının şair dediğine
________________deli diyor gören
________________sözlüğe maya çalarken.”*


güncemiz ağlayan nilüfer çiçeği
vurgunu sahipleniyor
yenibaştan kurgulanıyor öykü
her sayfa köklü değişim
******* dil bekçisi

isyanın zirvesinde
yıkımı sorgularken “maya çalan”
tozlanmış bir kapı girişinde
çekiliyor tanrıların sütü

nilüfer, boşluğa yayılan ukde
akıl sedefine küs
-kırım sürgünü-

zaman külrengi çınlıyor yine


(*) Özge Dirik

(27 Ağustos 2007) - 6. Dekad, HAYAL Yay. Ocak 2008, s. 46

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:21 PM
...Adak Ağaçları Kızgın! ...

delice kıpraşan aklın köşesinde
bir dünya barınıyor
hüznün gölgesinde
gökyüzü kıpkızıl
çığlıklar kül rengi
kolay değil bulutu yadsımak
eprimiş bir takvimin anlamını
yok saymak ve susmak

tepeye yürüyen patika yolları
çöl ılgımıyla birlikte yakmıştım ya
en çok adak ağaçları üşüdü!

nedir bu melankoli
henüz uyuyan bahar ve usturanın kör ucunda
benim kışa sökün etmem mi
turfanda sevinçlere gebe olmalıydım oysa
saat başı davet alıyorum şubat kuşlarından
yalnızlığı buza terk etmiş öylece bekliyorlar
yediveren bir gönlüm var ya kocaman
zoraki bir gülücük bağışlıyorum onlara
yürek alacasından

insanım
ve ruh yorgunu
“berbat” hissetme hakkımı kullanıyorum sonuna dek

yine kızdırdım işte adak ağaçlarını!

umudun suretini astığım ağaçlar ey!
sinsi kurtlarınız başkaldırıyor
kemirilmiş kelimeler donuyor kuru dallarınızda
geçmişte bir gün “acı” eskitmiştik hani
bir çocuğun elinden tutup parkları dolaşmıştık
kayboldu çocuk sonra
acıyla birlikte gezinirken
ben de mi bittim yoksa

üşüyor adak ağaçları
adak ağaçları çok kızgın bana!

bahçeler ıssız
bahçeler küskün
bütün ağaçlar nezir ağacı bugün
aç kulaklarını Nazım!
iyi dinle beni
mutsuzluğun resmini yapıyorum giderayak
Abidin’e söylemeyi sakın unutma!

meşum bir sessizlikte sevişen kelimeleri
odun niyetine yaktığım
sükuneti yitirmiş tımarhane aklımda! ...


(28 Şubat 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:21 PM
...Affidavit...*

onay almaksızın yürüyeceğiz

sezmesinler
sille tokat giriştiğini bu ayarsızlığa
sindiremesinler zamanın yeminli sesini

kurd’u diyorlar insana insan için
hadi canım sen de!
budalalar için de şaklar sözün kırbacı

bir daha düşünmeli kategorize edenler
ki insan insanın sesi
harfi hecesi
anlaşılmaz bir manzumede yeşeren
ilhamın kendisi

sorumluluk payitahtında
kuşunu yemlerken bin özenle
şakıyarak iç dinamiğinde hazzın
hayata dair sırlar devşirdiği
alfabesi

kaldır kafanı göçükten yürüyoruz!

beyan verildi
mühür hazır
bir dağ serçesi ant içiyor şimdi



(*) Affidavit: Yemin altında verilen ifade.

(15 Aralık 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:21 PM
...Ağlama! Solmaz Gül…

var olmak
ölümüne bir yarış….

nahif güllerden geçer aynanın sırrı
yerde mi
gökte miyiz
hangi zaman diliminden kopup geldik
umursamayız hiç

yaradır yıkıntısına kanayan
bir de sevda karası hüzün
turkuvaza sığınılır böyle
sonsuzu arayan o camdan bu cama
müzmin bir ağrıdan arta kalan izleğin peşinde

mavileşen yıldıza sor
hayra yorulur mu duyguezer kabus
tüle ağlayan acının geçitlerinde
sınanmadık mı yeterince?

mücerret bir hikayenin sandık odasına
mezuniyetimiz bırakılır bir gün
giz dolu
yarından alacaklı
kendinden menkul biraz
hesaplaşmadı halen özgeçmişiyle
biraz meşru hatta
güne dünden borçlu

birinci doğru:
-bilinmezden sonuç çıkaran yanılır en çok!

o ki;
güneşi dinledi kahinden
yok saymadı yaşam ve karmaşayı
huşuyla giydirdi geceyi kalbinin külüne

ikinci doğru:
-sır’ını dökmez soylu aynalar biliriz!

ve
'b u d a g e ç e r'
dedi kahin
'a ğ la m a s o l m a z g ü l'
rengini gizlemez ayna

sözün hükmüne çünkü
can suyu gibi sinmiştir kederiniz

üçüncü doğru:
-yaratır acı

-hiç durmaz! ….


(21 Mayıs 2005) - ' 6. Dekad ' Dosyasından...

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:21 PM
...Ah Krates! ... *

herkese açıktı kapı
anlamın gizlendiği kuyuda
hazza yer yok

herkes dışarıda

bizden farklı sevişmezdi yaşlılarla ölüler
içi boş kavgalar
gün biterken önemini yitiren
kötüler de çocuktu bir vakitler
“düş kuranlar masum” *
üstelik vazgeçilebilirdi herkes!

aşkla buluşmak kadar çetindir anlamak bunu

paslı bir kapıda beklerdi sedef kanatlımız
habersizdik bizi çağıran ürpertici kuyudan
nahiftik o zaman
bilmezdik
herkesin önceden dışlanmış olduğunu

anlamla çarpışarak iktidar kazanıyor söz
“bütün cinayetlere tanıktır şair” ***
ah krates! ****
elmas kesimini hatırlatıyor kuyum işi eylem
halâ
vazgeçebilir herkes

tehlikeli bir oyun bu!



(*) Krates: Stoacı Zenon’un hocası, Suriye kökenli ve Atinalı “kynik” filozof.
(**) Tom Waits: (“You are innocent when you dream”: “Düş kurarken masumsun”…)
(***) “Şairler bütün cinayetlere tanıktır” – Cenk Koyuncu
(****) krates: İktidar (Grek kökenli bir sözcük… demos+krates= demokrasi! ! !)


(28 Mart 2007) - 6. Dekad, HAYAL Yay. Ocak 2008, s. 69

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:21 PM
...Ah Yaz! ...

- Doğan Ergül’ün ardından…

küle dönüştüğünde
gözünü içe kırpmayı biliyor yaz

hangi çakırdikeni sağ kalır
renklerin tutuştuğu bu âlemde
duymaksızın
kalınlaştığını acının
:
iç avlusunda
kostaklanarak geçmiş saatlere

bozkır yırtan bir hece süzülür
ağrılı çekirdeğinden sözün
acıyı imler yetimliğimiz
içbükey aynaların hızarcı kesiminde

anlamak bize düşer ki yazın sahibi yok!


(2 Haziran 2007)
'SONRA Edebiyat' Dergisi, Sayı 2: Temmuz - Ağustos 2007
('6. DEKAD', Hayal Yayınları, Şiir Dizisi 13, Ocak 2008, s. 49)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:21 PM
...Alla Moni Kavmine (K.V. 337) ...

dervişliği bilmez bir dervişe sözlerim kendimi:

kağıda yüklerim suçu
yaşamak sıradan
sevaplar benim
yazmak: patetik kemirgen
şiir: tiran

'izle beni dostum kaygının bu dalgasında'*

cümbüş kuruluyor mazgallarında berduş mahallesinin
sinir uçları çığlık çığlığa bir 'Marquis'
ve “sade”liği yitik tensel edim
tinsellik rondo ey!
baç veriyor aykırı doğrularımıza

kuşatıyorum böyle
ben'ler arasında 'başkadın' olan ben'imi
cinneti peydahlıyorum
:
benimle koş!
'peşimde ol dostum bu keder dalgasında'**



(*) P.Neruda: 'Duyman İçin Beni” - Çeviri: İsmail Aksoy.
(**) P.Neruda: 'Duyasın Diye Beni' - Çeviri: Ergin Koparan (Aynı şiirin değişik çevirilerinden…)

(17 Temmuz 2006) - 6. Dekad, HAYAL Yay. Ocak 2008, s. 50

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:22 PM
...Altıncı Dekad’da Sorgulama

çok şey olacak çağdayım
olduklarımla
başım bir hayli dertte
olamadıklarımın bilincinde

bilmem ki büyüdüm mü
b ü y ü d ü k m ü?

ne denli sık gezindim içinizde
izinli - izinsiz
ben (siz) oldum
s i z n e r e d e s i n i z

b ü y ü d ü n ü z m ü?

çok acıdı canımız
tutulmayan sözlerin
tutulanları yuttuğu
vahşi bir dünya bulduk dışarıda
-kahpelikten diplomalı

şimdi bir maruzatım var:
beni kategorize etmeyin sakın!
hiçbir canlıdaki
hiçbir ben’i

bir zamanlar ne çoktuk
darağacına dönüştü sıradan mekanlar
kara deliklerde kanadı cerahatli yara
külrengi düşlerdi
teğet geçen yürekteki lavlara

zamanın izini bir nişan gibi taşıyarak alnımızda
sabırla geri döndük varılan her adresten

gittiniz
geldiniz
gittik
geldik
tek yanımız kaldı çiğnenmedik
s ı n ı f l a n m a d ı k henüz

bir bedel biçilmedi
çünkü etiket yoktu sırtımızda

gidince gönüllü gittik biz!

b ü y ü d ü k m ü
(n e) d e r s i n i z?


(11 Haziran 2005) – “ 6. Dekad “ Dosyasından

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:22 PM
...Amber Bakışlı...

—Dağlarca’ya saygıyla…


gönül kadırgasında
mesireye çıkmış kâhine sordum:

“neden? ”

—amber bakışlı
kara bir budundu ak tutku
erken doğan gerilimler örerdi hayatın örümceği
“yüz ölüm var, biri kaçmış” dedi
cennetimizse hayli derin…

utançtı kayıp şölen mektepli kitaplarda
oysa “bir umut verir(di) gece aşağıda”

miskinliğe inat
azatlık şafaklara okudu gül seslerini
nakşederek sözcükleri dilin tülüne
idama mahkum dillere sundu panzehirini

kına yaksınlar diye dağlarından levanten kalplerine…


(*) ” yüz ölüm var biri kaçmış”…(F.H.Dağlarca)
(**) “ama bir umut verir gece aşağıda”…(F.H.Dağlarca)


(22 Ekim 2006) - 6.Dekad

(MOR TAKA Dergisi - 7.Sayı, Ocak- Şubat -Mart 2007)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:22 PM
...An ve Anlam!

aşkla tanımlar kişi kendini
ipini çeker sonra darağacında
mezarında kükrer yeniden
kül kalıntıları sorgular tinden

ateş kuşu
şiir tanrısı ve
magmada son bulur serüven

harf aldatmaz bir tek!
yontar sesini çığlığın bilirim
ışıltısını saklar sözün hamurunda çünkü dil

kristal nidalarda
kesif bir hüzün kuşanır narin kırılmalar
bıçak ezgilerde nihayetlenir her çıkmaz sokak
yorgun sahafların gürgen kokulu
eskimiş raflarında veya

aşka yarılır sözün mücerret tohumu
geç kalmış bir bahar gecesinde zifir gibi!
iblisini karşılar insan
bir yüz düşer ansızın yüzüne
çehresinde yırtılır beklenen tan

o an ki ışık yüklüdür
ve yaşam

aşktan anlamlanan!


(4 Şubat 2005) – “Şiirle Monogamik Sevişmeler” Dosyasından

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:22 PM
...Antitez...

iki yanılsama arasında gidip gelmek bu
birinde yoksullaşıp
diğerinde varsıllaşmak

asl’olan
içsel dönüşüm
öteki ben’leri yaşamak

nasıl bulunur
el yordamıyla gerçekçi bir yalan?
:
ne söylense eksik!

bir mum dilerim
bir büyüteç
ve kuyuya saldığımız urgan
:
dil!

götürür sonunda yolculuk
en uzak ülkeye bağlarım içimin atını
böyle düşer kağıda dizginlerden gölgemiz

kabul’üm reddimde saklı!


(8 Ekim 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:22 PM
...Aquarius...*

izlerimi arardım engebeli bir patikada
göğsüme yaslanmış sayısız çocuk
ve ergenliği yitik al bir gülle içimde gezinirken
:
sen!

hangi ufka uzandıysa ellerim
gidenlerden kalan devasa bir boşluk
nereye çevirdimse başımı Uranüs’ün gökçe kızı ey!
bütün kara deliklerde sen ışığına tutunduğum

yokmuş gibiydi acıların
söylemedin hiç savrulduğun cehennemleri
yeşilce bir bakıştı yüzünün fanusuna astığın
ince nakış bir duvak / kırılgan güzellik / derin sevgi
mahzun tebessümünden ruha yansıttığın

anayurduydun vefanın / ilk ve son adresi
toprağın en bakirinden
adın 'özveri'
upuzun bir öyküdür bu bizce yazılan
suyun şimdi dallara korkusuzca yürüdüğü
:
yediveren bir sarmaşığız artık kendimize

hep susarak söylenmeli sevgiler
içimizde konuşarak
kanat çırparken kocaman yüreğinle
yepyeni bir zamana doğru
sessizliğimle kutsandın bil ey!

gülüme tutunan son şey bu…


(*) Mutlu ol, kutlu ol Sevgili Çağıl (Ener) …

Çok özelsin! ...
Bana, bize...
Seni tanıyan herkese )


(4 Şubat 2006)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:22 PM
...Arasöz “Aşk”...

hiç hafife almadık birlikte yürümeyi
doğurmaktı en zor olanı

yorgun ikindilerden
kehribar zamanlara
geçişin bir adı vardı unuttuk!

ürkerim hala yarasa harfleri ellerken
peşimde güz kovalayan bir heves
uyku gözümde kuşku

dil yetmez ah!
günahını deşer sözcüklerin
dil
nefes
ve tutku

bir 'la' sesiyle kamaşır içim
ağustosu oldurursun yeniden
titreyerek okşadığım yüzün
eskitilmemiş kuşatma
kırıntıdır çaldığım söz öbeğinden

demek bir adı varmış bunun!


(17 Ağustos 2007) - 6. Dekad

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:22 PM
...Ardıç Kuşu...

tipiye vururdu kar
donardı su ölümcül ıssızlıkta
söz keserdim erken düşlere
küserdi içim
giderdim

uymazdı vaazlar
-pamuk öyküler yazmak mesela-
pembelik bırakmak gönül camlarına
ardıç kuşu olurdum
avcının namlusunda dikleşir başım
yaşama sarılırdı zamanın duldasında

ademle havvayı anlatırdım
-ebedi sevdayı-
güller göverir
çağlalar dökülürdü kalemimden
tenimde tutuşurdu fırtına
yanardı ellerim beşik kertmesi öykülerde

mecburiyetim yükselir sesimden
ganimet devşirirdi inmelerimden

erirken ruh ve beden
gerdek gecesinde sözün
nereden bilirdiniz
nerden bilirdim ki
asi bir rüzgar beklerdi ardıç kuşunu
şiirden esen!

severdim rüzgarı ben


(17 Mayıs 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:22 PM
...Asal Çelişki! ...

akma üstüme ey şiir
kapatmak istiyorum defteri anla!
yazının düzüne sevdalanmış
vefasız bir aşığım ben
:
yoruldum
yorulduk!

siyaha çıkıyor engebeli bütün ufuklar
koro halinde simsiyah oluyoruz
bir adam bıyıklarını boyuyor acı ile
ana rahmine dönüyor bir çocuk
:
kahroluyoruz!

üstüme gelme ey şiir!
sana bırakıyorum kaos ve karmaşayı
aşkı bir uçurumda sahipsiz

etim kıyılıyor defterin kapağında
yoluma gidiyorum ben
:
renksiz!


(10 Ekim 2005)

......dedim ve sonra yine yazdım!

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:23 PM
...Ayin...

yetişkin döngüsünde
taş kırıyor orman iklimi
:
insan soyu tahtada!

duvara vuran gölgeyle oyalanırdı
aklına yaslanamıyor topal çoğulculuğunda

sınıfta kalmak bu
çakmak yazılı sözlü tüm sınavlardan!
mağaraya kapanmak
mürekkep lekesine kusarak hiçliğini

oku(n) maya dair kusurdu bilenmemiş kalem
kınalı masallar
itici fantezi satırlarda türeyen
aşk
iğdiş edilmiş günce

“bilemediğimiz ayin, şarkılarını bekletiyor dil için! ”

vazgeçiyorum
sil baştan okusun ateş bizi
:
kadife gölgelerde
pervasız
yarınlarla sevişen geleceğimizi


(*) Nilgün Marmara

(30 Mart 2007) - 6.Dekad, Hayal Yay. Ocak 2008, s.87

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:23 PM
...Ayrıksı...

- Ayşe’ye

incelikli bir
eğretileme olsun ellerimiz

dönüştükçe
yalnızlaşan kimlik
içe yaslanmış yüzüdür ağlara takılan
ertelenmiş tüm hesapların

yıkanalı çok oldu ayrılıkta… acıda
hesap vermez dalga kıyıdan uzaklaşınca
su kayıp
deniz kuru ey Keskin!

eyleyen ve gözleyen biz
bir biz varız
__kim okur!
bir biz
___kim yazar!

güdülemeyen mazruf
ayrıksı uğultu
suyun akarında


(11 Eylül 2006)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:23 PM
...Ayrılık...

ayrılık
gamzede
acı tebessüm
:
namluya sürülür hep

davetiye göndermez ölüm
biliriz
o gün geldiğinde
başka yer yok!

usulca okşanan
yalnızlığı alıp yanımıza
hayatın ipine asacağız
ayrılık repliklerini

aşka yaslanacağız!


(3 Mart 2007) - 6. Dekad

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:23 PM
...Baç...

gürledi gök
çarpıştı artı eksi
kendini verdi kadın

ve aldı erkek
baç alır gibi

gizlenirdi sevda
şimşeğin gözünde
aşk uyur
tanrısal bir hikmet saklanır
acı hükümlüsü bu vergide

gürledi gök
çarpıştı kadınla erkek
kaderi yazan yağmurdu


(17 Mayıs 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:23 PM
...Barut Yeşili*

yunmadıkça gayya kuyusunda
suyunda bir kez yosun tutmadıkça
bilemez insan
yüreğinde açan kış veya
yaz yeşili midir
tetik çekildiğinde

baruta söz mü keser yoksa yazgı

elbette ağlar
karaya vurduğunda küf yeşili
resmin öteki yüzünde
yaşamın sırrını çözer fresko
üstüne yürür de duvarlar

bir renk ustası biliyorum bin yıllar ötesinden
yemyeşil!
sürgün toplar bıkmaksızın
yırtılır barutu grinin buğulanmış teninden
umut doğurmak yosuna seçtiği eylem
:
anası olmak yeşilin

ah yosun!
bir gayya kuyusu olsaydı sürgün yeri
nasıl da yeşerirdi evren

…….

(*) “Aslında biz sürgündük, çekilince tetik. Öyle de kokuyoruz, yosunlu karaya vuruşlarda. Barut gibi yeşil…” – Ömer Serdar


(12 Ekim 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:23 PM
...Bekleyiş...

okusun biri beni
ya da
ağıt yaksın ardımdan

kim ki kuşandı zırhını
yaş dökmüyor artık
içi
ellenmedik coğrafya

tel tel
sıra sıra
kamaşır durur
uzanan bu bekleyiş
kâğıda vuran damga
:
ya “yürü git” diyor
“ya kal burada…”


(5 Nisan 2008) - Likurga Dosyasından...

HAYAL Dergisi, Temmuz-Ağustos-Eylül 2008, Sayı 26, s. 56

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:23 PM
...Beslan...

- Kuzey Osetya, Beslan’a…

ne kundakçılar gördüm, ne intiharlar
ağaçlar budandı mevsimsiz
kan tozuna bulandı nice yazlar

aşklar vardı günlük ayazlarda donan
sokağa terk edilen ayrılıklar
aşklar vardı gözyaşı nehirlerinde
piranalarca ciğerleri parçalanan

çetelesini tuttum bozgunun
Irak’ta çekildi son pim
acılı coğrafyaları soğurdum
dinamitlendi yürek her kelle kopuşta
yangınlarda koştum yalınayak
etim
etten düştü oralarda

böylesi görülmedi hiç
kim haklı, kim haksız
onca çocuk
neden can ruletine kurban?

yitirmedim umudu insana dair
hayır! çalmadı henüz saat
yalnızca güldür
gülümdür karanlığa ağlayan

körler ufkundayım bugün
dolunay kayıp
gök solgun
dünya zindan


(4 Eylül 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:23 PM
...Bin Yıl...

kaderse hikayede id kandili olmak
çırağlar tutuşur parşömende
yakışır turkuaz nakkaşın ellerine
yakışır yazmana susmak

derinde saklanır abıhayat bin yıl

taş kesse el yazmaları
gizemini taşırır su mazrufun
‘sus’ verse de taş durmaksızın
güle kurban sayar gizlice kokusun

sessizlik ki büyür yürek kelamında
ödeşmesi o an
çölde yitik kervanlarla hesaplaşması
kılavuzun

son ferman mühürlenip
yazılınca zarf intihara külliyen
bininci kez doğurur kağıt
gökten bin yıldız ağar
çoğalır yalnızlığına kum

id kandili olmak kaderde varsa
gökyüzünde saklanır abıhayat bin yıl!


(20-24 Haziran 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:23 PM
...Bizden Biri...

'Kendi içiyle konuşmayı en iyi beceren yazar' konuşmuş yine...
'...sokakların lal duruşuna dayanamıyorum...' diyor.

Tıpkı bir başka yazar dostum gibi...Ve sokakların hoyratlığına dayanamayan ben gibi! ...Soruyorum arkadaşıma. “Neden evden hiç çıkmıyorsun? ” diye. 'Çünkü paçama kimin tüküreceğini bilmiyorum' diyor.
Ben ise açtığım kapılardan, benden önce atılıp, tüm saygısızlığıyla kimin geçeceğini; yok yere kimin küfredeceğini; omzuma kimin çarpacağını bilmiyorum.
Dışarıda işimiz yoksa eğer, çıkmıyoruz böylece.

İçiyle konuşan adamın bir akasyası var hiç değilse. Ona koşuyor her defasında. Yalnızlığını demliyor orada ve hayatı sorguluyor durmaksızın. Girmediği zindanlardan, çıkmadığı dağlardan söz ediyor bize. Hayalinde büyüttüğü aşklardan...

Hayır! Tek aşktan… aşkından...
Aşk küreye bir kez giren kişi, onun bir bütün ve tek olduğunu bilir çünkü.

'...aşka ne çok inandım ben akasya ve hâlâ ne çok inanıyorum...'

demiyor mu bir de...tabur halinde vuruluyoruz! ...Tabii ki, 'aşka inananlar taburu'ndan söz ediyorum...Yüzündeki mahcup gülümsemeyi görüyorum. Yağmurda ıslanan kendine bakıyor uzaktan ve tebessüm ediyor. Üstelik biraz da muzipçe...

Neden mi? Çoğu insanın hayat boyu duymadıklarını, asla sezinlemediği incelikleri, kıyısından bile geçmediği denizleri keskin bir farkındalıkla görüyor da ondan...

Ve yazıyor sonra...

'...hüzün adresine çoktan postalandı... cümlesiyle noktalıyor son yazısını...

Şimdi yazılmaz mı bunun üstüne! ...


BİZDEN BİRİ

-Ayhan Sönmez Dost’a

somurtkan dudaklarınız arasında
hangi sırları saklardınız
söylemediniz hiç

kancalı bir sopaya benzerdi sessizliğiniz

semaverinizle konuşurdunuz en çok
çamaşır asan
komşu kadını beklerdik satırlarınızda
buğusu tüten ekmek gibi işlerdi ruhlarımıza
aşktan söz eden
içli sesiniz

mahpushane rutubeti hissedilirdi
her rüzgar esişinde şiirden
sıraya girip
kurşuni gözlerinizden geçen bulutlarla söyleşir
elifba’larınıza selam verirdik
sözlükler ve çocukları severdiniz siz
akasya altı küçük harfleri bir de

yüreğiniz bir dost kapısı / açık / apaçık
gizemli çığlıklarında suskun alabildiğine
bitmeyen ayinlere benzerdi dilinizden akan nehir
gitgide vahşileşen bu alemde
bir sığınak mıydı yoksa dizeleriniz?

nereden gelmiştiniz
bilmezdik ancak
bizden biriydiniz


(10 Aralık 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:24 PM
...Bozkırda Kuş Ötüşleri...

süt kokusu duyarız bozkırda
çayır çekirgeleri
tarla kuşu
ve kevenlerin rüzgar dansında

gölgeleri sorarız saydam güz ikindisinden
soprano vurur kuş ötüşleri
yalın bir aksisedadır ses
geçmiş yazların mahmur seherinden

müthiş bir su dağı olma özlemi yüreğimizde
kıpır kıpır
biliriz!
orası bizimdir

savrulur kalp öğrendiğinde
elmasın salt elmasla şekillendiğini
*******i ağladığını ayçiçeklerinin

aşkın kanaviçesi kaplar havayı
izini bırakır ince sis
vaatkar birer çığlığa dönüşür şakımalar
....ki açlığımızdır

kim doyurur çocukları analar olmasa
aşıkları....kim?

.....!

ve yitik elması arayan şairler
ve hazan sarısı toprak
ve bozkır.....


(17 Ekim 2005)
(2006 Yeni Şiirler Antolojisi - S'İMGE Yay.)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:24 PM
...Buz Susku...

yapay sancılardan doğdu eğretilik
şeffaf tümörler göverdi duygularda

en kısa düşenlerdi hayata

bir ayrılık
bir yalnızlık
bir ölüm vardı

inzivaya sarıldı ayrılık
taşısa ancak söz taşırdı yükümü
cenazesini gözlerimin
bir o kaldırırdı

ölümü kıyıda bırakıp
buz bir suskuya yatırdım benliğimi
kum masallar bağışlandı ak kağıtlara

al üstümden bu kederi ey şiir!
gidecek yolum var daha


(20 Kasım 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:26 PM
...Büyük Söz*...

—Aydın Afacan’a


sessizce kanayan gülünüzü dinledim
engin bir hayale dönüşmüştü renginiz
kum lehçesiyle gök küreden ağan dillerin
çölüne değmiştiniz
____yanıyordu elleriniz

sormayın sakın ”hangiyim” diye
bilmiyor olmak
ne eksiltir menevişlerinizden!
ki kırılgan tebessümüyle bir papirüs esintisi
koşarak geçip gidiyor böyle izlerinizden

akmayan yaşlar gördüm gözlerinizde
titriyorlardı
__ıssızlığa gizlemiştiniz
çölü geçtik dağı deldik
____düşe döktük döküldük
yabanıl bir şehr-ayinde ıtırlı sözünüze geldik

haykırır sezgiler Haşim’i aşk tutan ey!
tanır onlar
bilirler ruh dervişlerini
dönerek vardık huzuruna bakir harflerin
coşarak
şiire uçuşan ak tennurenize geldik

sözünüz çünkü büyüktü sizin…



(*) Sn. Aydın Afacan’ın şiir sözcüklerinden kurgulanmıştır…

(18 Mart – 8 Nisan 2006)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:26 PM
...Celan*...

saklanmak içinmiş hep suçlar

…iz örtmeyi bilen
ayak izlerini de siler…

yeterince ikna edici değil bu!

olanaksızdı hani
Auschwitz’i yaşayıp da şiir yazmak**
söyledin sen Paul
:
“dünya geçip gidiyor”

evdeki yılanlarla oynaştın, korkusuz
cennetimize taşıdın katilleri
zamanın dudağından
emerek yıkıyordun bunca kıyım mahallini

“ustalığına” rağmen ölümün
herkesi aştığındandır
:
şiire yürüyoruz Celan!


(*) Paul Celan
(**) Adorno


(16 Ağustos 2007) - 6. Dekad, HAYAL Yay. Ocak 2008, s. 83

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:26 PM
...Cinlerin Ağıtı! ...

hecenin “sus” nöbetine duran kalem cinleri ey!
kabuğundan taşıyor beşer
nasıl koşsun şiir dar sokaklarda

ağlayın şimdi!
sonra bağışlarsınız kıygınlığınızı

“kabullenmez şair
karşı çıkmaz bu yüzden”* diyor
sözün künhüne iniyor biri

siz ve biz
taşın aşındığından habersiz
bir içtima sur’u üflüyoruz
kayıp cennetine mürekkebin

toplayın isyanımdaki mağrur yüzümü!

….........

(*) Altay Öktem’in bu mealde bir yazısından esinlenerek…
(9 Aralık 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:26 PM
...Çengi...

çengi oynatırdım sahaflarda
sığınmayı vururdu saatler
kitap kokusu sarardı güzü

harfin şehveti
mine çiçeği dökerdi dizelere

vız gelirdi lanet bir ihtiyar olmak
güneşe verirdim kendimi
dil dağlanır
dağ inerdi yüreğime
acı bir isyandı şiir

kırlangıç sığırtmaç sultasında
direnişin adı serçe

dil susmaz
eğik durmayı bilmezdi baş
' bir harf ver çıngarım olsun! ' derdim
az laf çok laf ne gam!
' parçalayıp teşrih edeyim
delireyim
delirteyim eşkıya saatlere'

ki son gecesinde emrin
ilticaya hükmetsin çengi
oynasın mavzer sesinde

günlerden serçe bugün
giz imlası yazmakta kuş şimdilerde


(17 Eylül 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:26 PM
...Çığlık Çığlığa Zamanların Şiiri...

yırtıcı yangınlardan sor insanı
atlas duvarlara sinen
ilk’ten son’a
bütün hıçkırıklardan
kartal kanadına tutunmuş saraylar
ve Afrika’da çığlığa azan
elmastan sor

siyahtan kırmızıya dönüşürken yazgı
pıhtılaşan kandan sor

tarihin koynunda gizli
mermer tozundan sor insanı
soğuk alazdan
varılmaz saatlerin uslanmaz fısıltısı
uyumsuz akitlerin zebercet sultasından

zulmün sesi ile tenin nefesi
su’dan kehribara yol alırken
hançerlenmiş ilk damla yaş ve
ateşlenen son namludan

uyu
uyan
sorgula!

çığlık çığlığa sancılı tapınaklarda
ebediyete susarken keşişler
unutulmuş münzevi anlarda
kanayan yaradan sor insanı

hiç durma sor!

sor
ve sorgula…


(17 Aralık 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:27 PM
...Çığlıklar! ...

çığlıklar gürlerdi hep
sıradanlığa salardım
eksilirdi kimi gün
kiminde kanser yarası

olamayışın iç kuşatmaları üşüşürdü öteki’liğe
yetim manzaralar çizerdi derinimdeki çocuk
sözden evvelki çıplaklığı resmederdi Guernica

dönüşerek acı bir isyana
suyun tenini yakardı iç sıkıntılarım
yırtıcı ve cesur turuncuyu seçerdi denizaşırı bir kamp
adı:
Guantanamo

söz yaralı!

don kişot’luğum savrulurdu yel değirmenlerinde
ağzımda o kekre tat fi tarihinden
iğdiş edilmiş celseler terk etmezdi hiç
çıplaklık diz boyu

krallar nerede!

bir kervan koyulurdu yola Felluce’den
kan tutardı!

kaç kez sınanırdı çığlıklar ey
kaç kez yazılırdı aynı hikaye!
gök yere düşer
yer sallanırken
o sesi duyardım:

“orada kimse var mı”

susardım!
evrenin çadır kentinde kararırdı yüzüm
utanırdı kalem
kururdu divit
insanlığım ağlardı

küller nerede!


(17 Ağustos 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:27 PM
...Çıplak*...

…su çıplak!

post-modern takvimlerin kapı aralığında
son kıyımlar olmalı bunlar
ölümcül yazgısı tornanın
kıyısından tedirgince ilişilen ezici gerçek

hızar ıslığıyla kalkılıyor her yeni güne

geçmişten nükseden kanlı perçemdir alnımıza düşen
çürümüş cesetlerden yükselen ağır koku
en kızıl haykırış

torpilliyor kara eksenli çağcıl düzen
yoksul kediler biriktiriyor düşünde
kalbimizdeki çocuk
:
uykunun sedefi paramparça
titreyerek buluyoruz
suya uzanan akça dikenli yolu...

…yaşamsal gururu saklar çıkınında yürek
erdemli o hızardan utanır / mahcup
insanca bir dil öğrenmektir soyunmak adamakıllı
yüreğin keskin bıçağında yürümek gözü kara…

fırlatıyoruz böyle kirletilmiş koşumları üstümüzden
kişniyor içimizin bilinç atı
suyla bilenmiş fikrin sırat köprüsünde
özlük haklarına kalıyor son söz

….yolunu bulur nehir...
:
dil
sudan çıplak!

……………….

(*) Akın Akça’nın son iki şiiri; “Ölüme Meydan Okuyan Ördek” ve “Seyfe Müktesebatından Tuz Çölü”nün bir devamı olarak algılansın dilerim…

(28 Ekim 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:27 PM
...Çıraklık!

dinle şairi!
“melal”e karşılık bulamamış

ben de bulamamıştım
“gönül”ün bir eşi olmadığı gibi
yaban dillerde

günlerce
******* boyu harf yazdım
biçerdöver oldum elifbanın içinde

usta hurufi'de*
benden önce ateşlemiş fitili
bilemedim!

hani sözden önce şiir
şiirden önce harf vardı
yaşamdan önce gelen ölüm gibi
amacım
harfin sırrına varmaktı

bir dolu zarar ziyan
yakılacak söz var şimdi
bir dolu sancılı tanık
sel suyu
heyhat!

çıraklık ah!
ne zor işmiş meğer
bilemedim!


(*) Hurufi Şiirler: Hilmi Yavuz


(30 Mart 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:27 PM
...D a ğ A s l a n ı....

rengini erke terk etmiş insafsızlığa inat
gök mavisi bir ışık doğar hayatın kahverengi kilinden
ezeli damgasını bırakır heybetiyle bir can
ağzında korkmuş
üstelik cesur
ve kekre bir tat

örselense yıkılsa ah! o an dikilir ayağa
lalettayin bir ölümde dirilmek üzere yeniden
vurulan hep odur lakin
yenilgiyle döner umutla çıktığı seferden

ne güçtür sevgisizliği ötelemek ey çocuk!
….sevdasızlığı…
kenger otu ayıklamak
turkuaz bir bahçede ne zordur!

yıldız alacasında tutuşur dikenli yürek en çok
dağdan doğmuş bir aslanın
inine çekildiği saatlerde semirir ki acı öyle
yaraya süngü çeken gül yaprağı sessizliğinde

bakışlardan anlarsınız heybetli birinin vurulduğunu…

sokulun öyleyse göz hizasına
tenden ruha karanlıkta el yordamıyla gider gibi
azat etsinler sizi bu ülkeden
vakitlice somursun taşlarınız
emsin aslanın saygıdeğer ağrısıyla bezenmiş
onuruyla mücehhez
bin asırda yontulan soylu bezginliğini
:
bir ucu zorlu sağaltım
dil...tuz...solgun kil
durgunsu tortusu

öteki uç mavi….deli bir turkuaza doğru…


(8 Kasım 2005) – “Turkuaz” Dosyasından…
(www.blogcu.com/nimo)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:27 PM
...Dağ Yolu... (Emin AKDAMAR'ı anarken)

saklısına geldik suyun
geçmişin karasına
söz delik
şiir askıda

ben dağa gidip geleyim yine
kuluncumu sıvazlasın ağrıdığı yerden
şiirle halleşen toprağı bilir
ağaçtır çünkü tek alacaklısı

sorguda nasıl durur uçurum
ya da
sonsuzluk yakışır mı acıya
biliyor muyuz bunu?

şiire soralım ustam!

siz
ayrılığı anlatın yas keçesine
ben
en iyisi dağa yine

tek cümlelik bir ağıt yakar gibi
balın çürüdüğü yere


Naime Erlaçin

(24 Ağustos 2007 – Emin AKDAMAR’ı anarken…)
6.Dekad, HAYAL Yay. Ocak 2008, s. 64




ÖLÜMDEN BAŞKA


çünkü uçurumum kısa

buraya kadar
ve ben ağzıma kadar doluyum

hayatı
bir yudumda çekip içime niye gidemiyorum?

bir şiirin zor dizesi olsam
bir sözün buharlaşması ya da

artık nereyeyse
artık nasılsa
artık hangi sözse

her şeyi sıralayıp sırayı karıştırmak sonra yine
yani
saçlarını dağınık bırakmak gibi
dağınık yaşayıp dağınık bırakmak her şeyi

atlıyorum
aklımdaki uçurumdan
:
ben hayata ne söyleyebilirim ölümden başka?


(1 Haziran 2006) - Emin AKDAMAR

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:27 PM
...Dışbükey...

ehram taşlarıyla sırtında
nereye kadar yürür insan
nasıl sevişir uykuda kurumuş dudaklar
zulümden ruhsatlı asırlar eteğinde

susuzdur zaman
açgözlü ve masum
kanatlanır us
muhakeme iflas eder yangın isinde
çatlak tenli bir kitabe kadar ahraz kalınır
rahmet özleyen mezar sessizliğinde

koşar orada içimin divane atı
şahlanır dörtnala!
delirmiş ırmağın kıyısında kişneyerek
serüvenin kanlı teri siner
serazad yelesine

koşumsuz at çılgınlığından ne anlar insan!
sırrını çözer mi suyun ve ateşin ve rüzgarın
dışbükey bir aynanın
pitoresk inikasından ne anlar!
kader karasında büyüyen sevda sarısından

göğsünde sebepsiz bir hançerden ne anlıyorsa
o kadar işte!

bu ne bu?

bilemedin ey insan!
uçuşan yelelere sakladığın yalnızlık
yol arkadaşındı senin


(6 Ekim 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:27 PM
...Dinle Nathalie*! ...

herkese bu evrende
aynı uzaklıkta aşk
bütün 'ah'lar
başıbozuk birer fırtına içimizde

dokunmaz
kimsenin ağrısı kimseye!
kör metalle delinmez hiç bir sedef

incimiz ceberutta kelepçeli solgun teslimiyet
çekilir denizin sinsi kuytusuna
ağır kanamalı ruh adına ant içer sessiz
fırtına uğrağında
kasırgadan artakalan derin uyku

sözün tutuştuğu yere kulak ver Nathalie!
sen ki bu denizlere Cafe Puşkin”i armağan edensin
her dalga bir siren!
her esrik dalga aşk mesafesinde bir suç duyurusu
:
katil sulardan şehvetle fışkıran
nağmeleri gömdüğün bin 'ah'tan sorumlu

……

(2 Aralık 2005)

(*) ” Nathalie”: Gilbert Becaud’nun ünlü şarkısı.

(Şiir, blogcu.com/nimo sayfasında Becaud ile ilgili yaptığım resmi gören ve bu şarkıyı bana gönderen genç arkadaşım Nefise Nar’a, sevgiyle ithaf edilmiştir…)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:27 PM
...Dinle! ..

-Sevgili Kemal Tetik’in ardından Nefise’ye…*

vazgeç
kısa
uzun
ömür biçmekten

yalansızlığını anla tül kanatlının!
arıyla çekişmesini
_____olabildiğince yalın

yatağını kar’a seren ey!
yürek ateşini
kendinden gizleyen:

bilinir mi yalnızlığı bir kurdun
_____kükrediğinde
a d ı m a d ı m
_______yaklaştığında ölüme

hikâyenin en çetrefilli yerinde
kanat seslerini duy bir tek

gelincik tarlasındaki kelebeği dinle!


(*) Kemal Tetik: Sevgili Nefise Pınar’ın ağabeyi…


(17 Haziran 2007)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:28 PM
...Dipçik! ...

I.

uyku dahi dipçiklenir
Fellini filmlerinden fırlayınca gölgeler
sokak arası sevişmelerinden Puşkin’in
su durmaz akar
şefkatini böler gün gecenin şehvetine

imgeler paramparça
meşruiyetini yitirir dil

simgesele geçeriz….


II.

tabletlerde kalmıştır suretimiz
taş yazmalardan bakar öyle mahzun
öyle külçe
Hatti ülkesinde salınan melez güzeli bekler gibi
bir papirüs esintisi savurur Nil

tutuklanır mavi Kubaba’nın* memelerinde
lacivert bir hüzne gideriz

“kimse kurban getirmez, herkes ölürse! ...”**


III.

böyle gelir an
anlamını bulur eylem böylece
çift kişilik çardak altında inatçı iki aşık
kızıl öpüşler bırakır sevdalılara
hayata yazılmış karşı bir şiirdir artık
güne çentik atmak yeniden

ötesi arzulu bir diriliş
amansız dipçiğin kısırdöngüsünde
geri dönüş Puşkin’e

ve direniş!

gerilir tülümüz hükmeden geceye

…………..

(*) Kubaba: Kibele
(**) Hitit kralı II. Murşiliş’in duasından…


(28 Şubat 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:28 PM
...Don Kişot Aynasında 'Schumann Rezonansı'...

en verimkar yolculuğu umar birileri
zamanın rüzgarlı bir diliminden
:
en meşakkatli
yüreği büyüten en çok

yel alır değirmenimiz bir gün
unutulur yağmalanmış ıssız vadiler
çoraklığı unutulur derin acının
unutulur
çağcıl hüzün garları

bir çığlık salınır vagonların ardından
nemli bir mendil sallanır yanılsama an’ına
onurlu bir madalyon
bir simge umuda
Cervantes’li düşlerden kalan

anlamlıdır bozkırda yolculuk
ünlemin hazzını inkar etmemiş masum bir çağda
post-modernizm’in topal çoğulculuğundan ırak
___çarpık labirentlerinden
zamanın ötesinden vuran
ses yalımıdır “Schumann Rezonansı”* ruhlara değen

amansız bir imgeye göçecekmiş gibi
destursuz atlarız böyle
geçmişe aralanan kapı eşiğinden

adımız “adsız”
sıfatımız “öteki”

hayli çetrefil bir yolun sinyal lambasıdır el
dil
bin tonda rengarenk ışıyan mermer

tüm devirlerin Don Kişot aynası!



(*) DNA, ses tonları ile iletişim kurar ('insan' - 'insanın geçmişi' ve 'ses' bağlantısı…)
Ayrıca dünya, 7.85 hertz'de ses üretir. Buna “Dünyanın Schumann Rezonansı” (“zemin temel frekansı” veya “dünyanın kalp atışı”) adı verilir ki, zaman içinde 11’e yükseldiği tespit edilmiştir…
Bizi çağıran geçmiş midir; yoksa gelecek mi? Hiç bilemiyoruz ama “dil” biliyordur mutlaka! ...

(5 Ağustos 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:28 PM
...Durmayın İlahlar Kutsayın Beni! ...

I.
kutsayın beni ey Vihara*rahipleri!
sorulmamış sorular bağışlayın aklıma
bir 'kadın okyanusu'nda yüzmenin bedeli ne
yanıtlar bulmalıyım er dünyasında

güç verin bana
nasıl anlatılır sıra dışı bu serüven
dipsiz mavide nefessiz kalmak gibi bir şey
fırtınalı denizde yem olmak
veya olmamak köpekbalıklarına

çözülsün dillerim!

söylesin Somali’deki çığlığın
ahenge nasıl dönüştüğünü anaerkil adalarda
Amazon ormanında
kendini doğrayışını kadının

tanığı olmalıyım
sevdanın ve acının
idamlık sanığı çılgın ihtirasların

başım isyanla dikleşmeli
sıkıca sarılmalı özdeki erke
tanrıça Şakti’nin** evinde

sırlarınızı verin!

açın özümün taç yapraklarını
çırılçıplak soyulsun ruhum
giydirin yeniden hikmetinizle ki incilerden ala
Belkıs’tan Züleyha’ya öyküler dizeyim onlara

aşkı anlatayım ve nefreti
zıddı ile kaim erkeğin
özsuyunda iktidarla çiçek açan kudreti
kadının tende uyuttuğu gizlerle
yerin yedi kat dibinden fışkıran hiddeti
:
eziyet nedir bir kadına gururu ile oynanmadıktan sonra
sakınır o an yüzünü bulutlar
sıtmaya tutulur gök şiddetinden
korkar
incitilen kadının Afrikalı öfkesinden!

çanlar şiirle çalsın
lanetlensin muhteris darağacında
eşikte titrerken güvercin yüreğim
şiirle açılsın kırk kilitli kırık kapılar
ki yitirdiğinde sevdayı
ölüme debdebe ile yürüyen
Leyla’dan söz edeyim onlara
Kays’ın kum’a kavuşmasından
Truva’nın mürai atından
Helen’in Truva’sından mesela


II.
dipdiri kuma gömdüler sahrada beni
kısrak üstünde
bebesi sırtında koşan bendim Asya’daki bozkırda!
Kafkasya’da soğuğa bırakıldım
Ortaçağ’da yakıldım
buza karışırken ruhum
vahşete kurban sevda ardından
sessiz bir çığlık
ve anıtsal yüreğimle dimdik ayakta kalandım!

kudretim özümde gizli
derin mavide
donatın dönüştürün aklımı
takdis edin beni bilgeler!

ilahların yardımı olmasa
KADIN’ı anlatmaya
KADIN’ı anlamaya güç mü yeter

armağan istiyorum sizlerden
uzatın elinizi
yıl dönümlerimden biri bugün
durmayın ilahlar
durmayın kutsayın

ya da
ebediyen susturun beni!


(*) Vihara: “Karma”'ya (ruhgöçü) inanan Budist rahiplerin bir araya geldiği mabet.
(**) Şakti: Öz ve farkındalığı simgeleyen, ancak tezahür ve hareket gücü olmayan Tanrı Şiva’nın eşi. Canlılık ve enerjiyi temsil eder.


(27 Ocak 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:28 PM
...Düş Yorgunu...

melekler kadar sessiz
çıkış izni olmayan bir oyun bu
:
kazanmakla
kaybetmek arası
ikili direnç

üçüncüyü bizden sordular

eşikte buluşunca gelecekle geçmiş
kökünden sökülür sorular
yasaklardan yorgun
yokuş yukarı
kayıp cümleyi ararız

ipeğimiz düş yorgunu
kimse bilmez nereye kaçtı yüzümüz


('6.DEKAD' - Hayal Yayınları, Birinci baskı Ocak 2008)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:28 PM
...DÜŞ ZENGİNİ...(Düz Yazı)

Okunaklı ile okunaksız, olanaklı ile olanaksız arasında kurulmuş köprülere benziyor hayaller. Kimi zaman çalınmalarından, kırılıp yıkılmalarından yakınıyor, mutsuz çığlıklar atıyoruz. Kâh derin ve sessiz bir isyana sürüklenip kızıyoruz; kâh hüzün şarkıları baş kaldırıyor yüreğimizde… Kim çalıyor hayalleri; neden ve nasıl çalınıyorlar? Hayal mi yoksa gerçek midir yitirdiklerimiz? An geliyor, istiridyelerimizde özenle sakladığımız nadide incilere arsızca uzanıyor yabancı eller.

Çalınan, belki de yalnızca gerçek!

Hayalsizlik, yitirmek midir kurgulanmış, beslenmiş ve büyütülmüş bir içselliği; gerçeğin efsunlu izdüşümlerini? Onlar ki sürmelenmiş kapı aralarından, kalbin pervazlarından sızarak, peyderpey doluşmuşlardı kişisel evrenlerimize. Eteklerini ruh ve beyinlerimizin ince oyunlarında savurarak, bilinmeyen bir âlemde sonsuza doğru raks ederek gizem oldular. Has benlerimizde oylumlanarak iç dünyalarımızın bayrak serenlerine dönüştüler. Bizi bize anlatan, “biz”ler oldular…

Hayalleri düşürdüğümüzde, “biz”leri mi yitiriyoruz acaba?
(…Bazı sorular çıkmaz sokaklara benzer. Orada yanıt aranır sadece. Asla bulunmasa da…)

Bir hayal; herhangi bir hayal, ulaşılmazı tanımlıyor nedense. Gün gelip de gerçekleştiğine inandığımızda, sahici ve acımasız bir dünyanın sıradan mutsuzluklarına doğru tebdil-i kıyafet yola koyuluyor hemen. Bu da bir tür hayalsizlik… Ve haksızlık!

Ne yaman çelişki!

Yıkılıyor düş kaleleri o gün. Eleme gark oluyoruz. Dönüşüme uğramadıkları sürece kurtarılmış birer ülke olan hayaller; güçlü fırtınalarda bitap düşerek, dışımızdaki sahiciliğin sarp kayalıklarına vuruyor. Yangınları belleten; zalim, karmaşık ve zahmetli bir hesaplaşma dönemi geliyor sonra. Kurumuş göz pınarları kadar sancılı bir sayrılık dolduruyor yaşamlarımızı. Hayalsizliğin karanlık âlemine dönüyoruz gerisin geriye. Sert darbeler yiyoruz. İçimizin duvarlarına yapışıyor etimiz… Hayaller de kanıyor, ne yazık! Önce, esmerleşen dünyanın savurduğu balyozun ucunda; sonra köklerimize kadar işleyen soğuğun bıçak sırtında hurdahaş oluyorlar. Kırılıyor hayaller, düşüyorlar.

“Biz” düşüyoruz, paramparça… Evrilirken devrilmek gibi bir şey bu!


-ilk hayal düştü gökten
söz:
ayandon fırtınası…
bir incir yaprağında buluştular
dumanı tüten aşklar yazıldı düş ırmaklarına

sırrına dokundukça cayırtılı bir uçurumun
kalbinden kopartırcasına
büyülü zamanlardan kalmış imlasız tümceleri
çöllere dönüş yolunda
bir daha düştü “son düşen”
:
sancıyarak dindirildi fırtına!


“Düştüm ah, üşüdüm” demek ne zordur! Ne zordur, sıfırdan başlamak her seferinde. Bir meczup gibi yeniden yaratmaya çabalamak hayal suyunun kimyasını hiç yoktan; nafile çırpınışlarla yüreğini yazmak oraya ve sonra, üzerine düş köprüleri inşa etmek. Ne çok acı çekilir rengini yitirmiş hayallerden… Kalp çarpıntısı ve bitimsiz özleyişlerle ne sık geziniriz azgınlaşarak bentleri deviren sulara teslim olmuş an(ı) lar köprüsünde… Ve gezindik defalarca. Kilitliydi çıkış kapıları. Biletsizdik üstelik. Hayallerden akseden erişilmez doygunluğun siyahî birer gölgesine dönüştük çoğu kere… Kül ve ateşten geride kalan; gözleri suya dikili tohum yaratmayı belletirdi oysa. Doğmayı ve doğurmayı bıkmaksızın… Unuttuk! Suyu ararken tohumu unuttuk biz… Hayal tohumlarını… Üstelik yaşamaktı bunun adı. Yepyeni hayallere davet… Hayata davet…

-harfin kıyısında ey narin duygu
sevgili uçurum
şiire ağlayan bil ey!
soğuk bir intihardan
umarsızca kaçan kalbin umutsuzluk atında
kedere tahvil olduk biz!

“olanaksız” kalayım bırak
“okunaksız” oku böyle
buzlaşan bedenimi eskitilmemiş ağrılarla ov
saf bir sıfat bağışla alnıma, bir haz
:
“düş zengini”

isterse soğuk bir sızı olsun yolculuğum
kışkırtsın beni ey!
ana rahminin perdesini aralayan müphem bir hayal gibi…

……………..

Düşleri suya yazmamak için yeniden, aklımı rehin veriyorum hayallere. Oysa acı ve gam mülkümdü benim. Yoldaşımdı. Duygu yine de tutuyor ellerimden. Aşkla ve isyanımla dağlıyorum an(ı) lar köprüsünü. Başkaldırı adına ne varsa bildiğim; zırh niyetine kuşanıp, kazan kaldırıyorum hayal yitimlerine… Tutunuyorum…

Kendimi sahipleniyorum, anla!
Ve masumiyet…
Ve şiiri…



HAYAL Dergisi – Nisan -Mayıs -Haziran 2006, Dosya Yazısı, Sayı 17

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:34 PM
...Ecinniler...

gündüze salıyorum gecenin cinlerini
yaprak yiyorlar kibirle gün ışığında
özünü bilmekten oysa
ne bir eksik
ne bir fazladır bilgelik

aşk:
ruhla birlikte koşulsuz vermek bedeni

biliriz:
hangi külliyattan yürür en çok meşruluk
sırasını şaşırır anarşi ve yasa dışılık
hangi giriş taksimi söyler bizi
inliyorken kanun çalgıcının parmak uçlarında
ve ağlarken şair uzakları anlattığında

adresine teslim edilmemiş mektuptur her şiir

hüznün peşreviyle
sürme çeker gönle küçük yaratıklar
yarasına sessizce bant arar kalbinde biri
nasıl yalınayak geçilmiş olursa olsun ayrılık ateşinden
biliriz annem!
sonuncu faslındayız ezilerek büyüklenmenin
suçüstü halinde bile ölüme dans eder ecinniler

bir mektubun satırlarına geceyi uğurlarım ben


(15 Haziran 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:34 PM
...Elveda Lotte! ...

iç makasıyla değiş tokuş ediliyor acı
kendini anımsatıyor külde seğirten eylem
dinginlik peşinde aslına voltalıyor
“suça katılan”* durağan katatoni
:
böyle yolculuklardır içe aksırdığımız
ayaz çemkirdiğinde sütten kestiren!

inadına koşuyor aymazlık hizalayan biri
intihar kuşanıp
virgül bırakıyor Werther’in çoğulcu belleğine
:
kış kalbinde incelikli bir tohum gizli

ense kökü delimsirek kükreyiş
boyun eğiyor avucundaki bisturi
tinde kök salan hiç’e

kestim
kesildik
kesildiniz!

yaşamsallığa dair bir edimdir hediyemiz

'elveda Lotte! ' **


(*) “Suça Katılanlar”- J.W. von Goethe
(**) “Genç Werther’in Acıları” – Werther’in son sözleri (Goethe)

(4 Mayıs 2007) - 6.Dekad, HAYAL Yay. Ocak 2008, s. 19

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:34 PM
...Emin Akdamar - Kitap Duyurusu...

“PARANTEZİN İÇİNDEKİLER” - Emin Akdamar (1955-2006)
İdil yayınlarından çıktı!
“Parantezin İçindekiler” mart ayının ilk haftası kitapçılarda!
BİREYLİKLER dergisi ile birlikte istemeyi unutmayın!
(13. sayının ücretsiz ekidir.)

……………..

“ Ölürsem şiirlerimi internette çarçur etmeyin, toparlayın onları! ” (Emin Akdamar)

“Parantezin İçindekiler” projesi yukarıdaki vasiyetten yola çıkarak gerçekleştirildi. Bu yolda katkılarını esirgemeyen ve emeği geçen tüm arkadaşlara; onca işinin arasında dostu/ dostumuz/ustamız Emin Akdamar için bir kitap hazırlamayı görev edinen Sevgili Halim Şafak’a ve dolayısıyla Bireylikler Dergisine; gerek şiirlerin temini konusunda, gerekse maddi/manevi özverili yardımlaşmasından ötürü Sevgili Çağıl Ener’e içten teşekkürlerimi sunmak boynumun borcudur.

“Parantezin İçindekiler” bir anı kitabıdır aslında. Elimizde hala sayısı bine ulaşan şiir var. Derlenip toparlandılar ve dosyalarda muhafaza ediliyorlar. Umuyorum ki bir gün, yine bu güzel insanlarla el ele verip, onları da Akdamar okurlarına ve dostlarına kitap halinde ulaştıracağız.

(1 Mart 2007)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:34 PM
...Emin Akdamar...

24 Ağustos 2006

Yasımız var!
Çağdaş şiirin değerli kalemi, ŞİİR USTAM Sevgili Emin Akdamar'ı kaybettik. (1955 - 2006)

Acımız büyüktür. Ve böyle günlerde susmak gerek...

Nurlar içinde yatsın, çok emeği geçmiştir genç şairlere. Ama ne yazık ki hatırlayanı pek az!

'ben hayata ne söyleyebilirim ölümden başka? ' diyordu bir şiirinde....

Son şiirinde ise ('Ve Veya') :

'sözcükler kalır
o yolculuk bir tünele girer yeniden'

dedi ve gitti...

Üzgünüm usta, özleyeceğiz seni ve asla unutmayacağız((

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:34 PM
...Enheduanna*...

ey kutsanmış rahibe!

resimde minyatürdük
şiirde metafor
söylemediler Şamanın öldüğünü
büyü yok masal bitti

sürdüler nesneyi öznenin önüne
her devirde bir adı vardı meşruiyetin
bir de kocamış kadınlar
eteklerinde sözü kan ile eğiren

“inandım şiir konuştuğu yerden susarmış”**

sığındım ki şiire
yok saymışlar masal sürücülerini
ana rahminde yuvalanışını sakıt ezgilerin
ay ayrılmış yerden
yerküre artık ergen

fahişelik neden bu kadar uzun ömürlü
şimdi anlıyorum Enheduanna


(*) Tarihte adı geçen ilk kadın ve Sümerli şair… (M.Ö. 2300 -?)
(**) Ayten Mutlu

(16 Ağustos, 2007) - 6. Dekad, HAYAL Yay. Ocak 2008, s. 72

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:34 PM
...Ennui! ..

şimdi canın sıkılıyor ya bu amiplere
en yalın
en yalan fotoğrafına bakıyoruz aslında hayatın
en vurucu
en deli(ci) ....

fazladan bir joker gibi konuyorlar hileli ellere
arsızca sırıtarak
şehevi bir doygunlukla illet gibi
çalıyorlar masada ne var ne yok

gözünü dikme virane koyaklarıma
yatıştırmaya kalkışma sakın!
istim üstündeyim
topla şu zincirleri
yalnızca yokluktur büyüyen
'yoklar diyarı'nda

amipler bilmez boşluğun anlamını
doğuştan öğrenirler parçalanmayı
çoğalırlar
deliliğin onurlu yüzü düşer bize

ne kalır geride
hangi mecburiyet!
kafalarımızda yuvalanan uru kırbaçlamaktan başka

şaşırtmasın kanserojen bu gelişme
hangi hayalperest demiş “şiirin kalesidir” diye
istila edilir ve hiçe dönüşürken onurlu yalnızlık

şiir mi kaldı böyle!

hepsi bitmiş bizden evvel
her yer kangren
her yer çürümüş
başlama sakın sözcük ekonomisinden
bu şarkı benim!
devasa bir sözlük doldururum içine
eğer istersem

sus ve dinle!
koşuyor uğursuz sara’nın oyuncak bebeleri
amipleri yakala benim için
sıkıca tut kalmasın hatırım
kurtulalım önce ezici ennui’den
sonra karar veririz ne halt edeceğimize

sevdim bu yalın fotoğraf anarşisini
çok daha güzeldir bir şarjörü okşamak
bininci kez soyunmaktan bir aptal gibi
cesetler karşısında

ayna nerede
-vuruşacağım!

şimdi kızıyorsun ya saralı amiplere
ben toplu katliama hazırlanıyorum bil ey!
ayrılık
acı
aşk
ve ne varsa daha
ilerde yine yazılır
önce mühimmatını kuşan gel
:
tam teçhizat

dedik ya deliyiz diye!

izle beni
düş peşime!


(20 Haziran 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:34 PM
...Erken Düşen Kar...

kar düşüyor yüreğime
mevsimsiz ve biraz erken
masallar da bitti 'binbir gece'den
üşüdüm
yoruldum bunca dertten

gökten yıldızlar iniyor bir bir
dünya susuyor, gurbeti susuyorum ben
örtüyorum üstünü can suyu vermeden
üşüdüm buz kestim çok yoruldum
hasretlik ağırdı binbir geceden

bir tutam sızı armağandır gönülden
sevda türkülerim, aşk şarkılarım, tutkularım
dizelerim ki hepsi ayrılıktı kendimden
gidiyorum! güzel kalın dostlar
hoşçakalın gidiyorum bu alemden

hüznüm emanettir gökyüzüne
bir gün bakarsınız
göktaşı olur da düşer göklerden!


(07 Temmuz 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:34 PM
...Eşkıya…

büyücüsü bilir ancak
aşkın endamını
köpürmüş bir küheylanın
salyasında gizli ihtişamını

asırlardır tanıdık bu yüz
bu koku
bu duruş
bölünerek çoğalan
bir hücresiniz

kim olduğunuzu ilk günden
neden söylemediniz?

siz:
bir şaki kalbiyle tan yerimde ağaran
kızıl darbe!
şaha kalkarken göğsünde
abıhayat bulduğum belde

satranç tahtasında
ellerimi çalan siz miydiniz!


(29 Kasım 2005) – www.blogcu.com/nimo

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:34 PM
...Firavun...

hüner isterdi
zamanın süzgecinden akmak
vazgeçilmezdi
ehram kuytusunda havalandırma delikleri
kalabalık bir yalnızlık... ilahiden umulan
mum alevi nereye üflerdi
bilinmez
nerede ağlardı kibritçi kız
ki kıyamet çiçekleri açardı avucunda

içinden gülümserdi

mirastır torpillenmiş hayat el ayasına
kalemler de parmak izi bırakır
şaşırır aklın süzgeci tıkanınca delik
ayırdında olunmaz gerçekle sahtenin
hüzün döker adak ağacında bir çaput
kibrit söner
hoyratlık sıçrar kırık dallara

hal böyleyken karanlığa mum dikmenin alemi ne!

güzeldir ölüm
sıradan ölmeyi bilmek güzel

piramide tıkılmış firavun olmaktansa!


(28 Ekim 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:34 PM
.Firenze...

sana varamadım Toscana

öksüz bırakıp geldim San Marco’lu güvercinleri
böyle bir şey işte yaşamak!
eksilerek kötürüm kalmak

kadınla erkek
geçmişle gelecek arasında
antagonist bir gerçek
öğretti ki kendi yolunu arşınlıyor insan
___kendi köprüsünü
şikayetten hiç bıkmayarak

ey özgür kent...çılgın su
yerçekimsiz duygu ey!
asi nehrine akseden Davud mermerinden gayrı
bir tek eskiz kokusunu sevdin sen
damardan akmayı hep
ağaçlara tutunarak yaşlanmayı

kızardı yüzümüz
savaşlarda cadı avı izlemekten
utancımız
akarından yadigar ürkek bir al'dı

neredeydik Firenze
hangi unutkan avuntuda kayıp!
mülkiyetine alamadı Da Vinci
iştiyakla göz dikilen ovaları
yetmedi Bocelli’ye dokunmak üzüm bağlarında

meydanlar Arno’da böyle
“Kuyumcular Köprüsü”nden*
altın suya pürtelâş inen
melek kuşlarına** kaldı
cevherin bize

kırıktır kanatlarım
tutsaklığıma bağışla Toscana
:
zamanın zulmündendir yanına varamayışlarım


(6 Mart 2006)


(*) Kuyumcular Köprüsü – Eski Köprü (Firenze - Floransa’da Arno Nehri üzerindeki Ponte Vecchio Köprüsü)
(**) Da Vinci’nin işleyemediği mermeri bir şahesere çeviren büyük üstad - ünlü Davud heykelinin yapımcısı - Mikelanj- Michelangelo. (Angelo, İtalyanca’da, erkek melek…)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:34 PM
...Gamze...

puslu labirentlerde saklı şiir ey!
erguvan saatlerde çukur bir gamzeden doğan
hangi gökten nasıl kovuldun anlat!

dağ gelincikleriydik saf ve pir-ü pak
dupduru geçtik birçok yangın isinden
alnına nakşedildi acı tebessüm
yokuşuna akan ırmağa dönüştük

gebe kalırdı söz durup dururken
nafile eylemlerin külrengi benzinde
en çetin sayrılıktı nağmemiz
:
delilik!

birbiri ardına söylendi hüzün şarkıları
içe bakan
mırıldanışlar bulaştı ağrıyan güzümüze
kırık hecelerde pörsüdü dudak
cennetten kovulduğun gece

kendinedir insanın ağrısı
yarasına tuz herkes
ateşle yüzleşince hiç olmadığı kadar
emanet bir çehrede nereye düşer gamze!

alnımızda sırıtarak yürüyen bu gülü nasıl kanarız biz...


(15 Mayıs 2006) - 6. Dekad

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:35 PM
...GARP CEPHESİ...(Düz Yazı)

Edebiyatla politikanın buluştuğu ülkeye doğru bir gezintiye çıkalım bugün. Şair ve yazarın nerede durduğuna ve durması gerektiğine yakından bakalım. Hatta külleri eşeleyelim biraz…

Geçenlerde bir arkadaşım gençlik yıllarımı hatırlattı. Mektubunda beni kast ederek “Garp Cephesi’nde Yeni Bir Şey Yok” derken değişmediğimi söylemek istiyordu. Yaşayan her canlı gibi ben de değişiyordum elbette. Ancak aslım aynı kalıyordu. Temelim ve kilit taşlarım yerli yerinde durmakla beraber ben değişiyordum. Hepimiz için geçerlidir bu. Bazen iyiye ve güzele doğru değişir, dönüşüme uğrarız. Keşke daha sık değişebilsek! Özümüzü korurken daha hızlı gelişebilsek; içimizdeki “ben”leri çoğaltabilsek… Bir yandan yaşadığımız nesnel dünyadan sağlıklı beslenip, öte yandan onun yapı taşlarına yepyeni tanımlar getirerek, yaşamsal niteliklere azımsanmayacak bir katkıda bulunabilsek ne iyi olurdu…

Bu süreçte, pek çok unsurun yanı sıra okumanın büyük yararı olduğunu düşünüyorum. Özellikle genç yaşta okumaya başlamanın. Okuma alışkanlığı edinmenin ötesinde, okumayla bir derdi olmanın… Yaşamımın rotası böyle çizildiği ve sonra da aynı doğrultuda sürdürdüğüm için konuya bu pencereden bakıyor olabilirim pekâlâ. Yine de soruyorum kendime: Eğer Erich Maria Remarqué ‘ı bundan neredeyse yarım yüzyıl evvel tanımamış olsaydım, “Garp Cephesi” bana bir şey ifade eder miydi? Veya savaşa bakışım nasıl olurdu? Taraf tutar mıydım, suçlar mıydım, suçluluk duygusuna kapılır mıydım? İnsanlık için tahrip gücü fevkalade yüksek olan bu felaketi nasıl değerlendirirdim?

Planlı bir biçimde, hemen her şeyi okuyordum. Bir gün fark ettim ki savaşa ilişkin eserlerin pek çoğunda “taraf tutan-önyargılı” bir bakış açısı vardı. Okumaya başladığımda tarafsızsam bile, kitabı bitirdiğimde bir cephenin fanatik taraftarına dönüşüyordum. Yanlıştı bu! Üstelik de özgür düşünceyi kısıtlayan, yönlendiren bir yanlış… Remarqué ise taraf tutmuyor ve soruna insanoğlunun kalbindeki mercekten bakıyordu. Kimin kazanıp, kimin kaybettiği pek de önemli değildi. Kaybeden daima insandı çünkü. Henüz çok genç sayılabilecek yaştaki bireylerin çocukluklarını, ama aslında masumiyetlerini; yetişkinlerin ise geleceğe dönük umutlarını, düş ve hayallerini yitirişlerini belgeliyordu. Sadece belgelemekle kalmıyor, gelecek kuşaklar için vahşi bir ormanda adeta elleriyle yol açıyordu. Bense sadece okuyarak farkına varıyor, tarihsel gelişmeleri kendimce değerlendiriyor ve düşünüyordum.

(Okumak, zamanın hasadından geçerek bir değirmende una dönüşmeye benziyor. Kişisel unlar ise birbirinden oldukça farklı… Her birimiz, emeklerimiz doğrultusunda kendi unumuzu yoğurur ve sonra da düşünce hamurunun kıvamını tutturmaya çalışırız. Bazılarımız büyük olasılıkla yazar. Artık anlıyorum ki, niteliksiz bir unla girişilen bu eylemde hamur tutturulmuyor ne yazık ki… Ne de ekmek pişirilebiliyor…)


Okumak… Düşünmek… Yazmak Eylemi…

Bunlar birbirlerine sıkı sıkıya bağlıydılar. Müthiş bir okuma açlığı içerisindeydim. Okumazsam düşünemez; düşünmesem kendimi oluşturamaz ve yazamazdım. Hiç yaşamadığını, onun yerine hep okuduğunu söyleyen Jorge Luis Borges ‘e “kitabı ve körlüğü aynı anda bağışlayan” bir tanrının evreninde konuktuk ne de olsa… O halde bize verilmiş olan zamanı iyi değerlendirmek lazımdı. Yazarlar çağlar boyu söyleyerek (“söz”lenerek) ve düşüncenin söz”lenmesini sağlayarak anlatmışlardı bize. Söylerken araç olarak yazı ve dili kullanmışlardı. Müzisyen müziğini, ressam ise renkleri ve desenini... Tüm sanatçılar kendilerini ifade etmenin bir yolunu bulmuştu. Hepsi de önünde sonunda evrene gölgesini bırakmayı başardı. Böylece rengârenk, uzun-kısa, sivri-yumuşak, ağlayan-gülen, anlamlı-anlamsız bin bir çeşit düşünce düştü payımıza. Kimini aldık; kimini boşluğa savurup attık ama her zaman bir şeyleri seçip koynumuzda sakladık. Sonra da yazdık… Düşünceye “evet”; kayıtsız şartsız-sınırsız itaate ise “hayır” dedik mi peki? Herhangi bir düşüncenin peşinden körü körüne gitmek bizleri pekâlâ kısırlaştırabilirdi de, çünkü böyle durumlarda sanatçı bizim yerimize karar vermiş oluyordu. Sorgulamaksızın kabullenmek veya taklit ederek yinelemek, kişiyi ancak bir uçurum kenarına kadar taşırdı. Uçurumun ötesinde ise yol yoktur! Üstelik herhangi bir sanat adamının bayrağını elimizde tutarken köleleşebilir, “kulüp-dernek-parti” üyelerine dönüşebilir; büyük olasılıkla cemaatleşebilirdik. Bu olasılık her zaman mevcuttur ve ciddi anlamda bir kısırlaşma yaratabilir. Özgürlükten ödün verilerek kazanılan kısır mevziide, iradeyi yitirmiş olarak dikilip kalmak ise yazarın gerçek işlevinin sekteye uğramış olma halini tarif eder bir durumdur.

Yazar açısından bakıldığında, bu saptama gelinen noktayı düşünsel anlamda açıklamaya yetmez. Kısacası “özgürlük yitimi”nin tek sorun olmadığını söylemeye çalışıyorum… Grupların siyasetleri de vardır. Yapılanmaları ve amaçları gereği hem “çok yüzlü”, hem de yönlendirici ve “güdücü”dürler. “Gruplar” derken oldukça geniş bir yelpazeden söz ediyorum. Bunlar iktidar sahibi kişiler, iktidarın onaylayıcı, uygulayıcı veya teşvikçileri olabilecekleri gibi pekâlâ kendi kurdukları “seçkinci ve hiyerarşik” düzende kurallar ve tabular koyan küçük kümeleşmeler de olabilirler. Grupsal zeminde, kurallar panosuna kişinin düşüncelerine pranga vuran zorunluluk şartları asabilirler. Demek ki özgürlük yitiminden sonra kişisel olarak verilen diğer ödünlere geliyor sıra. Kurallara gözü kapalı uyulduğu takdirde yukarıda sözünü ettiğim onca eylem sırasında harcanan çaba boşa gider. Havaya uçar. “Olmazsa olmaz” olarak kabul edilen tarafsızlığa halel gelir. Bilincin retinasına leke düşer. Körleşiriz. Yapay koşullarda rehin kalır, düşünceyi ifade etme konusunda fukaralaşır, hatta yazarken eli titreyen korkak bireylere dönüşebiliriz ki kalemi ağlatandır bu!

(Bazıları ise özgürlükçü düşünceye gerçekten inanmış olup, bundan ödün vermeyen kişilerdir. Bu uğurda, hiç yakınmaksızın her türlü cefaya özveriyle katlanır ve bildikleri gibi yazmaya devam ederler. Onlara bir sözüm yok…)


Politika ve Şair/Yazar

Politika, yazınsal yaşamı dolaylı da olsa, her zaman güçlü bir biçimde etkilemiş ve ortaya konulan eserlere daima damgasını vurmuştur. Ancak şair/yazarın politikadan etkilenmemek gibi bir mecburiyeti olduğunu düşünüyorum. Aksine, onu etkilemek ve yönlendirmek gibi bir mecburiyeti var! “Etkileme-etkilenme” sözcüklerini biraz açmak lazım. Derin duyumsama, sorumluluk taşıma, sorgulama ve dolaylı bir biçimde de olsa çözüm önerilerinde bulunmak elbette ki yazarın hakkı ve aynı zamanda görevi. Ama bu etkileşim süreci politikanın yazar üzerinde bir tür baskı ve hâkimiyet kurmasına neden oluyorsa; onu güderek ve yönlendirerek bir çeşit araç gibi kullanılmasına yol açıyorsa, burada vahim bir yanlışlık var demektir! Politikanın dönemsel ve de zemini oldukça kaygan bir düzen, hatta ne yazık ki çoğunlukla uygulandığı biçimde, “çıkar”a dayalı bir örgütlenme biçimi olduğunu; sanatçının ise doğası itibariyle bu düzeni eleştirerek karşı çıkmak gibi bir görevi olduğunu varsayarsak eğer, çelişki kendiliğinden ortaya çıkıyor zaten. Sanatçı politikacının hizmetkârı değildir ve olmamalıdır! Kendi içinde gelişebilecek, onu yanıltacak ve yolundan şaşırtabilecek kişisel iktidarın bile! Özellikle de şair… Arif Damar “şiiri hiçbir güç tutsak edemez! ” diyordu. O halde “özgür şiir”, “özgür şair”le mümkündür ancak. Aynı cümleyi, “özgür kalem, özgür beyinle mümkündür” şeklinde genişletmek sanırım yanlış olmaz. Oysaki birilerine hizmet etmek, düşüncenin yazıya lekesiz - tarafsızca ve önyargısız olarak yansıtılmasından uzak düşmek; yazının onurundan ödün vermek demektir. Anlam ve düşüncenin dokunulmazlığından feragat etmektir bu. Durulması gereken yegâne cephe şairin büyük emekler sarf ederek, zahmetli arayışlar sonucunda bilgi ve sezgiyi de kullanarak ulaştığı; azami sorumluluk taşıyan kişisel “poetik” bilinci olmalıdır. Şiirin farklı güçler etkisinde kalmayıp kendini yazdırdığı ve şairin sıra dışı, manifestocu kimliğini de oluşturan bir mevziidir bu. Dolayısıyla “gelgeç” ve “günlük” heveslerin adamı değildir şair. Ne de yazar kişi… Peki, bu önermeyi hayata geçirmek mümkün mü? Şüphesiz evet! Sanatın toprağı ve bitki örtüsü buna fazlasıyla müsait. Aşka tamamen teslim olduğunda bile onu “tek kişilik” hale getirebilen kişi değil de kimdir şair? Sevgiliden uzak durmayı becerebiliyorsa eğer, “makro iktidar” a ve diğer kişisel zaaflara karşı durmayı da öğrenebilmeli. Ki bu süreç, Michel Foucault ‘nun işaret ettiği gibi, “mikro iktidar” mekanizmalarına karşı “yazıcılıkla” sınanmayı ve “içindeki tutkuların köleliğinden kurtularak” özgürlük kavramını yeniden değerlendirmeyi de içerir.

Şair gündelik siyasadan etkilenmeye başlayıp kalemini uygulayıcıların güdümüne sunduğunda öncelikle kalıcılığını yitirir; sonra özgürlüğünü ve güvenirliliğini. Çağımızın “sürü toplumları”nda giderek yaygınlaşan uymacılara (“konformist”) dönüşür. Özgül ağırlığı sıfıra iner. Sıklıkla değişen moda akımları gibi tükenir gider… Elbette siyasi tercihleri, büyük olasılıkla ideolojisi, dünya görüşü, hayata ve insana dair kesinleşmiş-belirginleşmiş politik ve felsefi dayanakları olacaktır. Anlatmaya çalıştığım başka bir şey: Politikada bilindiği gibi, “çok yüzlülük” hâkim... Önceki yazılarımda yazarın bin yüzlü olması gerektiğini sıkça vurgulamıştım. Orada tamamen farklı, ayırıcı bir özellikten söz ediyordum. Aynı anda tek beden ve ruhta çok sayıda “ben” barındırmaktı bu. Üstelik böyle bir durum yazıya yeni başlayan yetenekli gençlerce çoğu kez “parçalanmış kişilikli olma hali”; diğer bir deyişle “şizofrenik” eğilimlerle bağdaştırılır. Hastalıklı bir ruh durumu olarak yorumlanır. Uzunca bir süre içlerindeki “ben”lerden adeta korkarlar. (Bu, ayrıca tartışılması gereken diğer bir yanlıştır kanımca.) Yukarıda söz edilen iki tür “çok yüzlülük” arasında dikkatlice bir ayırım yapmak lazım... Birincisi (politik) , günlük ihtiyaçlara göre esen-estirilen; genellikle de yıkıcı bir rüzgârken, diğeri yazarın sözünü güçlendirmeye yarayan; etkileme alanı ve duyumsama katsayısını artıran, çok sayıda “ben”i kendi içinde bir arada tutarak üretimsel niteliğini yükselten bir öğedir. İkincisi, özgür ve özgün bir tür çok yönlülük- çok seslilik olup politik anlamdaki çok yüzlülükten olabildiğince mesafeli durur.

Sözün özü şu ki, sanatsal bağlamda “bin yüzlü” olmak gerekirken, politik açıdan bakıldığında bir veya birçok maske edinmek, bizlere yaramaz diyorum! Düşünce kaypaklığına yol açar… Bizlere yaramayan ise, düşünce ort****** hiç yaramaz! Oysa düşünce, olumlu ya da olumsuz bir biçimde insana “yansıyan-yansıtılan-etkileyen”; diğer bir deyişle “yeniden kuran - yeniden doğuran” dır. Yazınsal düşünce yaratıcılığı, yalnızca bir dil savaşı olmayıp aynı zamanda bir tür özgürlük savaşıdır. O halde çözüm, politikanın zorbalığından ve “hegemonya”sından kurtulup; olabildiğince özgür iç yolculuklar ve önceden edinilmiş birikimler aracılığıyla, hem yaşamsal gerçekliği sanatsal dile başarıyla aktarıp hem de özgün düşünceyi var etmekte yatıyor. Etkilenme evresini başarıyla aşıp etkileme evresine varmaktan söz ediyorum.


“Şair” Nerede Durur?

Sanatla sanat olmayan arasındaki en belirgin fark, sanatsal ürünün insan beyni ve ruhunda yarattığı anlamın çokseslilik kazanmasıyla ortaya çıkıyor. Sıradan olandan soyutlanıp, özverili içsel çabalar sonucunda gerçeğin başarıyla “estetize” edilmesiyle… Bir anlamda “hakikat”in bilinç üstüne taşınması da denilebilir buna. Alelâdeden yola çıkıp “derin ve anlamlı” ya doğru açılan kapıdan geçmektir sanat yapmak. Birebir anlatım tarzından ziyade “bire-çokluk” içeren bir üslup yakalayabilmek; aynı zamanda sorgulamak ve sorgulatabilmek… Bunun için, öncelikle bir derdi olmalı sanatçının. Sonra da derdini farklı ve gelişmiş bir dille ifade edebilmeli. “Gündelik” ve “alışılagelmiş” ten yola çıkıp zengin bir dünyaya aralanan kapı eşiğinden maharetle geçebilmeli. “Berzahi” bir yolculuk da denilebilir buna… Gerçeklerden başlayıp, azami sorumluluk da üstlenerek “yazı”nın dolambaçlarında gizli kalmış sırlara doğru çapraşık, zorlu ve dikkatli bir yürüyüş…

Peki, bu süreçte şair nerede durur? Yükümlülükleri nedir? Yol tutkunu gönüllere “bire-çokluk” kapılarını açan, içeriye alınıp da özümsenmiş ve sorunlarına çözüm aranan “dışarı”yı; iç ben’leri, diğer âlemleri gösteren; eşiklerden atlatan ve aynı zamanda karşılık beklemeyen bir emekçi midir şair? Neden olmasın? Bu eylem, bir alandan diğerine gelişigüzel bir geçiş sağlamak değil; yepyeni bir küreye doğru yapılan öznel yolculuklarda hem rehberlik, hem öncülük görevini üstlenmek içindir aslında. Anlatım dilini defalarca ve yeni baştan kurgulayıp, birçok kez yeniden yaratarak…

Farklı bir ülkenin vatandaşıdır şair. Şiir ülkesinin. Bu ülke sıradan kalıpların, put ve fetişlerin yıkıldığı; acının en katmerlisinden çekilip duyarlılığın çok derinlerde, iç dehlizlerde kuvvetle çınladığı bir “ceza sömürgesi “dir. Şair ise “hiç”liğin değerini kavramış, acı çeken-çektiren, yıkıcı-yeniden yapıcı; yaşamdan kopmaksızın haz kadar onun yükünü de taşıyabilen “tek kişilik ordu”… Bir diğer görevi, birikmiş tortuları eşeleyerek üst katmanlara ulaştırmaktır. Bütün denizlere dalan, bütün geçitleri yol edip, bütün odalara girip çıkandır o. Bir yandan geçmişi sorgularken öte yandan gelecekle kavilleşen, henüz yaşanmamışın vaatlerini araştıran kişi… Kapıları açan, kilitleri kıran, odaların içyüzünü anlamaya ve anlatmaya çalışan; insana, yaşama ve doğaya dair tüm sorunları iç dehlizlerine taşıyıp öznel “kaos”unda değişimin hamurunu karan biri… Gerçek bir kalem emekçisi o dehlizlerden ancak “dil” yoluyla dışarı çıkabilir. Gündelik yaşamda ortalıkta dolaşan kişi ise sadece onun insan yanıdır…

(Bu süreçte belirli bir mekân, güç odağı veya zamana ait olması şairi tüketir, çünkü o her zaman ve her yerdedir. Özellikle politika ekseninde dolanan bir kalem bunca yük ve riski, bu yolda çekilen onca zahmeti göze alabilir mi? Aldı diyelim. Uzunca bir süre sırtında taşıyabilir mi?)

Kapıları zorlama ihtiyacını kuvvetle hissettikleri için olsa gerek, pek çok yazar da şiirden medet ummuştur. Düzyazının mantıksal kesinliğinden ve anlamın yazıyla birebir örtüşmesinden uzaklaşmayı seçip şiirin “bire-çok”luğuna sığınmışlardır. Çünkü insana ancak şiirsellik aracılığıyla yepyeni bir kavrama, algılama ve duyumsama yeteneği kazandırabileceklerini düşünmüş, okura eskisinden farklı sezgiler, derin ve duru bir görü armağan etmeyi hayal etmişlerdir.

Böylesi bir serüvende şair, insanın var oluş nedenlerini sorgulayan ve de var oluşu yeniden vaat edendir. Düşüncede çığır açmak gibi zorlayıcı bir görev üstlenir. Öte yandan politika, hem yöneten hem de yönetilenler açısından bakıldığında, çoğunlukla günlük sorunları çözümleme derdindedir. Arada belirgin bir çıkar ve amaç çatışması olduğunu gözden kaçırmamak gerek. Bu yüzden ne şair ne de yazar, iktidarın veya patronun adamı olamaz. Küçük-büyük, eğri-doğru, güçlü-güçsüz hiçbir iktidarın veya işverenin… Sahici bir yazı adamının etiketi ve bedeli yoktur! Belki de sırf bu sağlam gerekçe yüzünden çoğunlukla yalnızlığı; isyankâr, dik ve muhalif bir duruşu; sözün polenlerini taşıyacak güç olarak da politika veya benzeri bir öğe yerine “poetika”sını seçer. Kışkırtıcı ve radikal bir arayıcıdır o. Üstelik bunu insanı öğütmeyi amaç edinmeksizin ve de sürekli öğütlerle bunaltmaksızın; aksine ona değer vererek, güzele ve umuda yönlendirerek yapmak zorundadır. Dayatmacı biri olmayıp, isyanını kendi içinde taşımayı da bilerek sessizce ayna tutandır o. George Orwell bu gerçeği yıllar önce yazdığı bir makalede (“Neden Yazıyorum? ” – 1946) , “dünyayı belirli bir yöne itme çabası” olarak tarif etmişti. Demem o ki, politikayı mercek altına alacak olan şair (ki yazar için de geçerli bu) politikacıdan, hâkim güçlerden ve kişisel “ego”sunun yıpratıcı baskılarından uzak durmak; aynı zamanda insanı saymak ve kendini onun yerine koyarak anlamak zorunda. Böylelikle fotoğrafı daha net bir şekilde belgeleme şansı elde edebilir. Ayrıca işinin gereği olarak, çoğu zaman hayattan da uzaklaşmak; ona mesafeli bir perspektiften ve hatta tepeden bakmak mecburiyetinde... “Hayatımı verdim, şiirimi aldım.” diyordu ünlü bir şairimiz (İsmet Özel: Akşam Gazetesi, 15 Ocak 2006. Söyleşi: Kürşad Oğuz) Yeri geldiğinde, böyle bir değiş tokuş da yapılabiliyor demek ki. Fiiliyatta çelişkili bir durum söz konusuysa eğer, şiir ve yazı ülkesinin hükümdarlığı bunun hesabını mutlaka soracaktır. Hayatın tam olarak verilmesi gerekip de verilmediği dönemler, ödenmez bir diyet borcu gibi önünde sonunda yazarın karşısına dikilir. Bu demektir ki, özellikle kâğıda düşen gölgenin belleği fazlasıyla kuvvetli. Karşılaştırmaları yapan yine odur.

Yazın sanatı, düşünce özgürlüğüne olan sadakat kadar verilen ödünleri de asla unutmaz, anımsar!

Sonuç olarak, içerideki aynalardan yansıyan “bin yüz”e rağmen, sanatçıya biçilen libas daima “tek-yüzlülük” olmalıdır diye yineliyorum… Devamlılık ve iç tutarlılık da içeren; gelişen-dönüşen-evrimleşen; moda akımlarına ve dönemsel politik rüzgârlara kesinlikle alet olmayan; sancılarının açığa çıkardığı yüksek gerilimi bu süreçte en doğru ve insana en yakın biçimde değerlendirmeyi becerebilen bir tür “tek-yüzlülük”…

Üstelik yazar/şair kişi, sahip olduğu “tek yüz”ü hem hayatı hem de kalemiyle daima onurlandırmak, özenle beslemek ve kişisel aynasında onun dürüstlüğünü sürekli olarak sınamak mecburiyetinde…

…ki “Garp Cephesi”nde değişen bir şey olmasın!


(HAYAL Dergisi – Temmuz 2006 - Sayı 18)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:35 PM
...Gazel Sarısı...

başka yolu yok
yağmur tozu serpeceksin saçlarıma
ya da dördüncü zamanın
çürüyen tenimde küf tutan toprağına

içime konuşur gibiyim nicedir
çınar altlarında arama suretimi
yaprak hışırtısından sorma hiç
böyle yetim akıyor nehrim
___söğüt küs
yosun tutmaz oldu su kenarları…

nicedir kum masallara bağışlandım
onlar ki dilsiz ve sağırdırlar
cinlerden vergi
bir sayrılık böğrümde kıyasıya yüzleştiğim
kırık dökük heceler dans ediyor eteklerimde

işgalci hüznümle dörtnala koşan
infazcı dilim bir de

susacak elbet nal sesleri bir gün
dalını yitiren serçeler yas tuttuğunda
gideceğim rüzgarın oğlu ey!
şarkılar gülmeyi unuttuğunda…

solgun mevsimlerin en şaşaalısı
___aşkı bilenim!
sararmış yapraklara yazdığım divanı yakmak yine sana kaldı
ellenmeden solan delifişek düşlerim adak ağaçlarında

‘bir yağmur inmeli’ diyorum gazel sarısına
yok başka yolu anla!

bir yağmur ki boylu boslu hüznümün endamında…



(27 Ocak 2006)

Üç yıl önce yüreğimdeki hüzünle gelmiştim Antoloji’ye. Dilimin döndüğünce yazdım, söyledim, “söz”ledim kendimi. Dördüncü yıl başlıyor bugün. Bir dolu şiir çocuğu ve dost edindim bu sayfalarda. Kimisi kaldı, kimisi gitti, kimisi gönderildi ve ben hiçbirisini unutmadım…
Nal sesleri susuncaya dek, hüznümle buradayız…
Vakitli vakitsiz çöreklenir durur içime.
Ben ise yağmuru beklerim! ...

Sevgiyle

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:35 PM
...Gelincik...

asfaltıma pençe izleri bırakan gelincik
kanla yoğrulmuş sanıyor ekin tarlalarını
yanılıyor!
bozkıra çoktan tahvil olduk biz

ekmek kokusu arıyor bağrımdaki şaki
atlarımız soluk soluğa
“rüzgârın oğulları”

hırsın özrüdür ‘kavga’ diye sunulan
suyuna banmakla içinden çıkılmayan

kanlı mintanı aldım gelincik yerine
eriyor asfalt
ekmeğim esmer
bozkır içimde


('6.DEKAD' - Hayal Yayınları, Birinci baskı, Ocak 2008)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:35 PM
...Göç...

yoksunluk ağır geçilir
bekleyiş
ayrılık
özlem

ne etse
çaresiz kalp
:
aşk iltifata tabi!

dil konuşsa
__harf keleri
sussa
___sıfır noktası

şiirden geçer sözün
_____göç rotası


(1 Mayıs 2006) – www.blogcu.com/nimo

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:35 PM
...Gölge...

denedik
gül kadar gülmeyi
sevmeyi aşk kadar
emirler vardı
'yaz' diye buyuran

ezberlendi tüm koşuyolları
avcıydık öyle
sinsi

iz sürdük kendimize

ne terk edildi gölge
ne yakalandı

o ki
bizden sonra
karşılayandı her varılan yerde


(17 Aralık 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:35 PM
...Gömlek….

rüzgara armağan olsun tenin
ödülün ince belli bir esinti
gözlerin sesin
sesin
ucu yanık mektup
canıma düşen çakır hare

“aşksız olmaz” demiştim / yokla belleğini

kimse
sen gibi bakamaz biliyor musun
kimse anlamaz beni
etinden çoğalan bu gömlek
sende olduğu gibi durmaz kimsede

rüzgarın kızı yüreğim ey!
durgun sulara öykünür
ıssızlıkta ölürsün de
kanat çırpmazsın kimseye

hikaye belli…aşktır sebebi….


(31 Ağustos 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:35 PM
...Gözaltı...

yundukça ırmağımızda
renk atıyor kimimiz

kimisi
çekerek
küçülerek
varıyor kıyıya

ürkütüyor bu yüzden
yağmurda ıslanmak
mağara
korkuya sığınak

bir çeyreğimiz suda
bir çeyrek is
karanlık

kamburu çıkıyor diğer yarı’nın
gözaltında

böyle kaçıyor şiire gölgemiz!


(20 Mart 2007) - 6. Dekad, HAYAL Yay. Ocak 2008, s. 59

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:35 PM
...Gül ve Kül...

dil
yağarken kırbaçlar
çoksesli ırmak,
güneş bilir de güneşliğini
iç’e açar

doğurganlığa düşer kül

sarışın renkler
unutulur Likurga ülkesinde
siyah
kıskanç bir gardiyan
ayaz göçüdür kırmızı
alevden dile örste soğuyan

hangi ocağın isine değse
çöker avurtları harfle sevişenin
tamama ermek içindir yokuşlar
umut ışıkta tutuşan
ve doruğun kuyudan farkı
bir uçurum kadar

kül
güle böyle ah!
gül, küle kaçar


(26 Şubat 2008)

Kıyı Dergisi, Sayı 203, 2008

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:35 PM
...Gürz Ve Kadeh...

tuğraya vurulmak içindi harf

bir elde sevda kadehi
ötekinde gürz
tökezleyerek yürüdüler hikayenin içinden

kader yırtığı alnında alevlenen
yıldız ateşiyle dağlanmış risaleyi arardı gök
sadakati anlatırdı bir çingene şavkıyan dolunaya
ve yılmazdı kadeh hiç
çoğulluk bahşeden çeliğin gücünden

bir sevda baktı fincana
rengini arayan tekilliğine hummalı öykünün
bir o bildi
tayftan akseden yakıcı hüznü

gürz dahi beller susmayı zora gelirse
eridi günlerden bir gün
dikenin erkinde tutuşan ölümsüz güle benzedi aşk
remiller açtı taç yaprakları yalnızlık hicretine
çingenesi tef çalarken haymatlos kadehinde

ağlardı biri ters akışında suyun
biri tuğraya küstü
mısra kayıptan hallice

sustum ki cehennem!
ayrılık mahkumu bir sürgüne dönüştü hikaye


(17 Mayıs 2005) - ' 6. Dekad ' Dosyasından....
(2006 Yeni Şiirler Antolojisi - S'İMGE Yay.)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:36 PM
...Güz...

- sevgili annemin ardından…

tuz kurusu buğudan
sofra kuruyor bulutlar
nehirler hâlâ gümüş

kendiliğini arıyor erguvan yağmur
suyun soluklanması kadar sessiz

hangi yaprak dökümü sever
büyütülen sus’ları

eytişimle yıkandık bir kez daha
ölüme çıkıyordu yollar
duraklar
ölüm duvağı

ne var'daydık
ne yok'ta
indirdim kulak ardından
ölüm
dudağımda cigara

kalbim inciniyor son kez
eteklerimden ağır geçiyor güz


(2007 Eylül sonu) - 6. Dekad

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:36 PM
...Hayal Hakkı...

bir adası var herkesin
mülkiyeti kendinde olan
:
asla gidemediği
yüzgeçlerin kısa geldiği

sıradan ölümlüye felaket
okyanus
adayı yuttuğunda başlar

“benim olan benimdir” der birisi
sırra hükmederken denizler
hayal ülkesinde yeni bir anlam kuşanır varlık yokluktan
derinde büyür imlasız düşler

orada okyanusta
kayıp bir ada var biliyorum
:
ağır işçi!

gece gündüz hayal hakkı öder


(6 Eylül 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:36 PM
...Haziran Gülleri, Ziller ve Somon…

hep ayrılık
hep acı
ölümü susmak yaşarken
kabadayı hüzünler hep
ve besili gamları mı yazar şair

bu denli sorumlu muyduk
tüm zamanlarda yeşeren sancılı duygulardan

gidelim!
teneffüse çıkmak istiyorum artık
zil sesi duymak
sıfırlamak kümülatif bilinci tek bir an olsun
ikili bireyselliğini kutsamak aşkın

uzağı yok saydırıyor şafak vakitlerinin hüzünlü güneşi
delişmen bir haziran gecesinde belki
suyun işveli kucağına bırakmak isterdim gövdemi

bilmeyecekler yoksa hiç
ölü mü
diri miyiz
“Schrödinger’in Kedisi” misali!

günün acılı tebessümünde hıçkıran ufuk kayıp
gül bir özleyişe düşüyor yüzüm iç göçlerinde
“çalsın! ” diyorum artık ziller
suyun doğal akıntısında tütsülerken yaşamı
trampetler vursun haziran gülleriyle yine kalbimizde

bir somon gibi koşarım çağrına
bulurum yönümü ve senden gelen imleri
doğuştan sen mahkumu bir doğa sevdalısı gibi

çalsın ziller
gidelim haydi!


(20 Haziran – 1 Temmuz 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:36 PM
...Heyecan...

- “kadından ve nehirden ancak aşkla geçilir…”*

şiirlerde guslettim dün gece
şarkılarda raks
ruhumdu bedeninde köpüren
sevgimin aksi gözlerinde

o şarkılar ki ah! o şiirler bizim değildiler
el koydum tümüne, çoktular tutsaktılar
nağmelerde yakalandım suçüstü
kızıl bir sevda mülkiyetinde

bir tarifi olmalıydı heyecanın
geçişini izledim öylece benden
mum adaklı yangındım kara geceye
adı “aşk” bir nehir akarken içimden

dün gece asırlar bağışladım sana
bir öpüş kadar hafiftiler

…………….

(*) Abdülkadir Budak'ın yukarıdaki dizesinden esinlenilmiştir.


(26 Eylül 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:36 PM
...Hortlamak...

kalpte bir cenin
kudurmuş
salyalı
kendisizliğin tarifidir yalnızlık mezarları

neye tanığız böyle
ölüyor kent
nedendir sanıklığımız
bu hortlama çabası?

düşünce ıslak
yükseliyor voltaj
düşük yapıyoruz işte!
düpedüz parazit yapıyor yaşamak

tersine bir özet çıkarıyorum bundan
sakınmıyorum artık
ölü bir ceninden kaptığım tohumdan

bak işte böyle hortluyor insan!


(27 Mayıs 2007) - 6. Dekad

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:36 PM
...Hudayi-nabit...

bitkisel bir yaşamdan yanayım
hudayi-nabit gibi
öylesine…
tasarlanmış tarhlara yabancı
çelimsiz bir yoncaya özenip
doğayla iç içe
alabildiğine…

:toprağa sarılgan

salt suyu özlemek yüklendiği eylem
ışığa sevdalı kır çiçekleri kadar muteber en az
yaşamsal sancıların uğultusundan uzak
izini sürüp kök boyalarda kutsal mucizenin
inatla ceza kesercesine yanlış hesaplara
mevsimsiz küllerin orta yerinde
yanık tabanlarıyla serinleyerek geçer gibi bir buhrandan

:ölesiye yaban

tebessüm ederek masumane bir çayır kuşuna
ödünç almaksızın kanatlarını…

mümkünse!


(18 Mart 2006)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:36 PM
...Hüznün Gölgesi...

hüznün gölgesini buldum bakışlarında
zeka pırıltılarına sakladığın

karanlık o labirentin içinden
kanayarak gelmiştin
çıbanlar açmıştı yüreğin sıtmalı *******e

sıcacıktı sokuluşun analığıma

alınyazında varsa yaşamak
duvara çarpan kör kuş misali yaşanırdı elbet
vahşiydi aşk….ayrılık çaresiz
yakışırdı hüzün sana

“hangi aşk mümkündü(r) aşığı öldürmeden? ”*

sur dibinde özlemlerin
kıyameti beklerdin
zengindi aşktan artakalan kuyu
acıdan yana

örselenmiş kalbinle yürü şimdi
'nereye kadar'
sorma hiç!
bırak seninle ağlasınlar
tut yine sen ellerimi
kentlerin yüzü yok
annelerin elleri var

ah çocuk annen olsaydım keşke!

………….

(*) Murathan Mungan


(2 Kasım 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:36 PM
...Hüzün de Gider...

küçük ölümlere sığmaz devasa hüzünler
kenar süslü kitapların satır aralarına hiç
mor bir hüzündür her yerde adı
derin izi acı'nın
:
anlamlı

ne zaman kalp çarpıntısından ayrı düşse
gebelik sancılarından yaşamın
kaybolur evrende
el kapısında bir yetim kadar mahzun

bir kıyım ki öyle
serseri savruluş
şiirin haylaz militanından boşa akan cephane

bükülür boyun
güz yapraklarından çalıntı
görkemli bir ölümdür artık mor
yağmalanır toynakları içimizin
kayboluş saatleri vurur deliler ormanında
anarşiyi ezberletir sessizlik
:
incirin sütü kara!

cinnete gider hüzün
adres sormadığı gibi
ardına bakmayan aşk kadar mağrur
mağdur
ve tek başına

o halde gerçekleri söylemeli çocuklara!


(30 Mart 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:37 PM
...Issızlık Yapışırdı Akşamdan...

üşüyen nefesinde ayrılığın
soluk bir beniz gibi kırıyordu boynunu gonca
özlemdi sevinçleri yakan, ******* çekilmez
ıssızlık yapışırdı akşamdan

koyuverip giden yolların yanılgısında aradım sesimi
mahzun çehresinde sardunyanın
solan yaprakla yiten mevsimleri

ne mümkündü yazgıyı susmak!

zamanın sırıtışını izledim
savrulan bıçağın keskin sırtında
ensemden arsızca öpmesini

denizi özleyen martıydım
güneşi arayan günebakan kimi zaman
kalbim “ah”larla dolu bir nida bırakırdı dizelere
ıssızlık yapışırdı akşamdan

neden bu denli ağrılıydı ayrılık
kimden yadigar, hangi kahrın insafı kayıp narından
hangi günbatımı zamandan

hangi!


(25 Şubat 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:37 PM
...İbra...

siz
bildiğinizi sanıyordunuz kim olduğunuzu
kimin aynasından yansıyordu varlığınız
niye kafa yordu felsefeye insan bunca yıl
:
bilemediğiniz
yalnızca
bilmiyor olduğunuzdu

ihtimal bir yanılsamaydı yaşam düşünce kuyusunda

en son ne zaman ibra ettiniz kendinizi
gözlerimin duru suyu olabilirdi aklayan sizi
beni gözleriniz

en son ne zaman...'siz'lerinizi!


(14 Ağustos 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:37 PM
...İç Göç...

kuş göçü
kış göçü…derken
iğdeler geldi
ve gittiler…

zamanın tik-tak sesinde sarkaç oluyorum
aykırı bir kimya özüyorum Yuda’nın son nefesinde
dinlenirken iç göçümle erguvanın gizinde
kutsalı yeşile / yeşili maviye
ruhun kalkanına sessizliği emanet ediyorum
iğdenin mahşerlik gölgesinde

“yaz bitti” diyor şair

başladı mı yaz
ben neredeydim o halde!

“yaslan” diye sesleniyor çınar
acı gülümsüyor salkım söğüt
zait ufuklar umuyor hayattan
onuruna yakışır boyluca
borçsuz ve alacaklı
yere selamında bile

gitti iğdeler!
siyahi bir an’ın gözünde nöbetteyim
oysa hüznün gölgesinde ey şiirim!
mavisin yine
yeşilsin
erguvan kadar anlaşılmaz o yerde

iç göçe çıkmış kuştur kalbim
taze bir gün umuyor hayattan
sade bir yolculuk başlıyor Atlantis’e
magmada döllenen krater ve
yıkıntıyı taç eden münzevi tüm kentlere

ak sütü gibi anamın
zamandan bağışlanmış bir ondalık
bir yankıdır yaşam bazen!

hüznü vuruyor saatler
eprimiş bir sayfasına belleğin
an’ı mıhlarken ben
iğdeleri düşlüyorum iç göçümün tik-tak sesinde

“iğdeler gelir”
diyor ses
“iğdeler gider yine…”


(19 Temmuz 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:37 PM
...İçbükey...

bilir mi yasalar içbükey aynaları
aynalar ki
dışadönük sürdürürler yaşamı

kara-kaplı
lisanına eremez dikenin
sıralı düzgün ekin
mızrak çekemez fundalık kovanlarına

“geçit yok”
diye haykıran çittir içbükeylik!

usanır mı şair tekillikten
kendisiyle çiftleşmekten
uslanır mı hiç
ürker elbet aynasız kozalarda
isyana kuduran dimağın sesinden

ah deniz!
bilmezsin sen o uğultuyu

ne dedim şimdi ben

demedim!
uğradım sadece

sırrı paramparça bir
içbükey aynanın içinden geçerken
tenime teyellendi uğultu...


(2 Ekim 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:38 PM
...İfşaat...

dubaları batık bu sahilin
aşırılığı fısıldıyor deniz mütemadiyen
tekneler küreksiz
mendirek virane
can havliyle haykıran biçare derinlik
metafordur artık maviye

kirli suya düştü kulak zarlarım
sayrılıktan ağlıyorlar şimdi
kimse kanamadı böyle
ona yataklık eden yürekçe
kanatmadı kendini

gideceğim
üzülme israf olmasın duygu!
sesim yine çınlayacak cümle alemde
susturacak sirenleri nefesim
lirik bir ezgi yükselirken suyun rahminden
sahile koşan
ilk rüzgarda ara beni

elbet dokunacaktır tenine parmak izlerim

bölük - pörçük / eksik - tam
tüm sevdalar ve kutsal aşk adına
temiz sularda boğulmak da haktır!

gittim!
turkuvaz bir isyanın uyanışında
katli vacip olmuştu sığ kıyıların

suç delilim albatros kanatları
görkemli bir kuşun
ruhunu çaldığımdandır açığa gidişim

anla!

anla ki ne olsun
ifşa ediyorum kendimi...


(30 Mart 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:38 PM
...İki Kere İki! ...

filizlendi aşkın buğday teni
korkma rüzgardan
tipiden
sana bir tebessüm verdi ey!
narin
ipincecik
hüzünden

“sevmek iki kez yaşamak”* öyle mi
kovalama düşleri ne olur!
düşsüz kalıp da ne yapacaksın
sen düşlerde yaşayansın

“yine de bir iştir beklemek”**
yanık teninde kavurucu aşkın
kokuda
rüzgarda savrularak
ölümden iyidir beklemek
sen acıda çoğalansın!

acıdır acıda aşk

iki kere iki
dört kez
yaşayarak!

…………….

(*) George Sand
(**) Cesare Pavese

(11 Temmuz 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:38 PM
...İkinci Yüz...

en çok toprak kokusu özlemişim
yağmur sonrası çiyi ile
el ele tutuşmayı bir deniz kenarında

bahar ayinine geç kalmış kır düğünüyüm şimdi
siz kadar yalnız....mahzun ve pitoresk
kalbimin emektar küreklerince aşınmış ve üzgün

“çünkü iki yüzüyle çıkıyor karşına hayat”*

kalkmalı ödünç duygular üstümüzden firari zamanlara inat
adanmış, aklanmış kadim bir masaldan geçir beni
tan tül ve gün saydıran masum uykudan

kalenin düştüğü yerde
vahasını arayan bedeviyim bu gün
gönül sağanaklarına hapset yalnızlığımı
en derin yerlerine
ki eksilsin
yadigar kalan bu sızı sultani kuşatmalardan

gece gündüz, olur-olmaz
zamansız bir hıçkırık gibi aklında tut beni
deniz kıyısına gidelim sonra

ikinci yüzüne hayatın


(*) Pablo Neruda

(4 Mart 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:38 PM
...İlik ve Cenin...

önce o vuruldu
iliklerimde can çekişen cenin

düşleri vardı

doğmayan da vurulur
bilir miydiniz
çivi diken pıtrak bıçak
ne olsa uzaktan tanır acıyı

siz gibi
ben gibi

ah ilikler!
ağırmış meğer yükünüz
hazırlıklı değildim ölmeye
cenindim

kutsanmalıyım
geri çekilmiş sel suyumda
buz tuttu şahdamarım
tenim sancıyor
rasgele hıçkıran yaşamın
boz bulanık haritasını yok sayıp
yeniden doğmalıyım

doğmalısınız
doğmalıyız!

izdüşümlerimiz aranıyor vurulduğumuz yerde


(16 Kasım 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:38 PM
...İm...

kavgaya bırakılmaz dağlar
aşk da var!

hangi orman istemez
dalında gizlemeyi serçe kuşunu
korkmaz bir kaplan avcıdan
:
avcı
iki kere tartmalı saçtığı kurşunu!

dağ sancısı mülk değil
sıradan ölümlüye
arınır yaşam
orada paklanır aşk

hele bir yazılsın soyağacı insanın
belletilsin ibretlik masallar
dağda tüten her duman insancıl bir im
ki yoldur yüreği
kendine ar
kendine har

yerliler neden öldü sanırsınız!


(12 Eylül 2006)


6. Dekad, HAYAL Yay. Ocak 2008, s. 77

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:38 PM
...İn...İn...İn! ...

in(in) den çoğalır çatal yürek
kardelenler düşlenir
eza’nın sisli kalıntısında

tortusu süzülürken acı suyun
köpüklere sıvanır aşk
sıradan bir çakıl taşı alır gözlerimizi
su dalgın
dünden yorgundur gül

eller güzün rahminde
taze bir doğum özlenir

şiirle monogamik sevişmeler ah!
mısraın sininde gizlidir derinliğiniz
hüznünüzle müsemma
muhteşem deliliğiniz

unut şimdi ekin sarısını!
silinsin yol tarifesi yalnızlığın
şölene dönüşsün yaslı devinim

dehlizine in!
in
in
in….


(25 Ocak 2005) - 'Şiirle Monogamik Sevişmeler' Dosyasından...

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:38 PM
...İnayet...

yüz sürüyor keşişler
cebbarın eteğine
bayrak semirtiyor kuytuda haramiler
kimse duymadı daha
tezyin edilmedi kader
mor hüznüne ağlıyor bir derviş
nefsini çitiliyor dergah kapısında

son efsun
amel zamanı

bana bağışlama dostum inkisarını
paslı mavzerler gibi sustum bak!
kandiller yaktım kurumuş ırmağına

inayetti dileğim ebabil kuşlarından

dön rabbine ve ağla! …


(11 Kasım 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:38 PM
...İnfaz...

yargılanmasak da olur!
burası
“ceza sömürgesi”*
metaforların uçurumdan çekildiği

suçlu değil
salt yalnızız
son dizeleriyiz bir kitabın

yanıyor genzim
ehliyetim iptal!
infaza terk etti insanı Kafka
paslı dilime kazıdı ölüm makinesini

geç kalınan anlarda
özgürdür bilinç umulmadığı kadar
şiir ülkesinden çıkarılsın müzik
hüküm giydi söz
yırtılıyor anlam el değiştirince iktidar

aslanlara at beni Puşkin!


(*) Ceza Sömürgesi – F.Kafka


(10 Mayıs 2006) - 6. Dekad, HAYAL Yay. Ocak 2008, s. 13

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:38 PM
...İs...

kaç harfe sığar hayat
kaç kısım
tekmili bir arada
ve hangi ibresine pusulanın sevda

siyah adımlar bırakılır arkada
ademoğlu silinmeye yazgılı destan
cezaya kalır boş laf

“böbürlenmek neye yarar
ölümün eşitleyiciliğini unutma…”*

sona ermeli an
sona ermeli zaman
türküsünden tanınır insan
Davud’un heykeline bak
nasıl da direniyor!

“yapıttır ölümden sonraya kalan” **
:
boş lakırdı
mum isi


(*) Bilge Karasu
(**) Jean Cocteau


(25 Mayıs 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:39 PM
...Jenosit...

katiller
sever suç mahallini

soluk bir suret artığında
tersyüz edip
siyrete vuran cinayeti
ince bir sızıya gidip gelinir en çok

yomsuz kehanetler filizlenir tenimizde
ak kağıt yalım evi

tıpkıbasımdır bütün kıyımlar
soykırım oluruz kendimize


(1 Temmuz 2006) - 6. Dekad, HAYAL Yay. Ocak 2008, s. 48

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:39 PM
...Jerenimos...

- Emin Akdamar'a

…değişken bir gerçeğe dokunulur belirsizlik ikliminde…


tüm metaforlar sizindir “Reis”(1)
yol paradoks evi
heybetli bir hiçliğe kişniyordu şiir atınız
el değdirilmedik av
im denginde sürgünleşen imge

“yaratmak koruyuştur” dedi birisi (2)
peki siz kimdiniz
nereden gelmiştiniz?

ilahi şaşırtmaca!

al'dır ustam
Tanrıların yüzü al
gidişler hep aldatmaca!

“gökyüzünden
bir sonsuzluk kes yapıştır kendine” (3)
:
böyle varılır “Jerenimos”a:
son durak ruhta
kuzgun anlar estiren perde

varıncaya değin oraya
ne çok aynadan geçmiştiniz!

ölüm dilinizde çürüyen bal

.....................


(1) Ricardo Reis: Fernando Pessoa’nın kullandığı adlardan biri…
Jerenimos Manastırı: Şairin ebedi dinlenme evi…
(2) J. L. Borges
(3) Emin Akdamar – “Hiçbir Zaman Yalnız Değil”


(16 Eylül 2006) - 6. Dekad

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:39 PM
...Kaknus...

yüreklere falçata
gül mevsiminde eğleşmek poyrazlı vadilerde

oraya kur oyun masasını!

angın bir kuşun
teleğinde açılsın eller
dağıt yeniden
:
hileli bu kağıt!

teklemesin kalp bir kaknus pençesinde
yarını avuçlamakmış dünü yakalamak
boşluğa öksürülsün böyle

sükûta esirdir kuğu
ney yorgunu
elmas ateşle damla sakızım ey!
aşk
terle

kime dair
kaç vurgunda bilinmez
müzik ketum
kuğu
unutkan bir perde
:
aşktır canlı tut!


(14 Haziran 2006)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:39 PM
...Kaotik Tortu...

inkar edildi
geçmişe nakşolmuş kadim sırlar
inkar edildik biz
serdengeçti bir dolu an’ın şimdi
mağrur suskunluğudur son hükümran

“öteki”liğini haykırır duygu seli
vurdumduymaz bir nankörlüğün
zarfını mühürler çığlık çığlığa
:
hayata dair kesin ikrarın

-adlarımızı aradık bulanık sularda
susmadı hiç isimsiz kalabalık…

uzaklar sonsuza ağıt
acıyla çözüldü şifresi isyanın

ruhun şir’i pençesidir
tekilliğine ağlayan kaotik özne
ve sorar sahipsizlik
:
hangi duruştan kaldı bu tortu
eskitemediğimiz hangi yüzünden zamanın?


(7 Ocak 2006)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:39 PM
...Kapı...

içeriye dönen ey!
yalnızlığı paylaşırız aynı kapıda
aşk sırtımızda çıban
şiir
defin alanı söz meleklerinin

bir dizi intihardan sıyrılmak
dönüşmek
anlamlı bir intihara
ölümcül direniş / aynı kapıda

önü güz
arkası aynı ıssız arazi

dışarıya susmanın bu fasılda
kimsesizliğini anlatırız
mahmur güller solar da dudağımızda

son müntehirin dilinde sızlayan
külle noktalanır erken eskitilmişliği hayatın

fütursuzca ölmeyi öğreniriz

cetvel keskin / eller kelepçeli
aynı kapıda


(4 Ekim 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:39 PM
...Karşılama...

sorar mı bir ağaç
tomura durduğunda “neden” sorusunu
“biz” olunca açıyor çiçekler demek ki
onlar açtığında mı “biz” olunuyor yoksa

dolunay ülkesinde bir şair
komşu galâksiye geçer ansızın
gök kubbeyi boyayan kızı anlatır mesela
sorular
yanıtlar ve
derin suskuda
tutkuyla katlanılır suç ortaklığına

biliriz, uzundur zamanın tırnakları
gökyüzü arbede yeri bir gün
şiir ondörtlü
failler oyunbozan
sahipsizlik akraba

boş kovan sormaz hiç “neden” sorusunu
yeniden boğulur gibi aynı ırmakta
mermilerden soyunur şair
uzanır içine

sessizlik yalnızlığa bir karşılama

(26 Şubat 2008)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:39 PM
...Kehribar...

yalnızlığa seğirir hücresi
tespihlik sabırlar emzirir karantinada
gittiği yerden dönemeyişin öyküsü bu
soylu ve hazin

an mühürlü
ıssız bir resimdir yaşamak
muğlak tutkulara dönüşür
eskilerden yansıyan kemirgen ölüm

fısıltıyla konuşur zaman
içli bir destan kanar tasvirlere şeffaf dudağından
sevgiyi nakşeder bir renktir artık eflatun hüzün

hoyrattır sesi suskun *******in
tek bir yere geçer acının nazı böyle
“tut” der
“tut ellerimi! ...”
sonrası ruhta açan güller
ki miski amber
__buruk tebessüm

ah kehribar!
nasıl da erir endamında daracık kafesler


(30 Aralık 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:40 PM
...Kıvam...

sol memesinde bir müfreze ölüm
yüreği kırlangıç teleği
hangi kapıyı çalsa
dirilen bir iskelet
arkasında

mızrabı kime vuracağını bilir kırık saz
uyumsuz hangi notadan
hasarsız nasıl yürüyeceğini
yasemin dalından / bulut gebeliğinden
ağırlığından bilinir taşın eylemi

intihar çanıdır gürbüz kederler
:hüznün perdesinde yeniden doğmak
eylül kapısında yeni bir yetme / eleme gark
“geçiniz” der! ...”geçelim”….

yol açıktır lakin
kıvamı tutturulmaz ölümün

bir de ateşi öpen siyahi tutku var…


(2 Eylül 2005 – Eylül Dosyası)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:40 PM
...Küllerden...

serin bir suyum ateşli alnıma
küllerden gücüm
kızıldan gri
griden beyaza

sorsam Albatros'a

ne demişti şair:
'sen ey kanatlı yolcu, bir zaman ne güzeldin! ...'

Ebabil'e mesela
yoksa yalnızca Kabe miydi mekan
İkarus'la tanışsam
güneşe yaklaşsak, ağlasam yıkıntıya
baykuş olmasam ama
olmanın ne anlamı var
'imparatorluk' aramadıkça

söyler mi Zeus Anka'nın yerini
tırmansam Olympos'a
tutsam Anka'nın kanadından
desem ki 'adım Phoenix benim'
gülsek doyasıya

size çelik çivi örs
bana kanat lazım bana!
raks mevsimidir ve
göklerde gezinti senfonisi
bana düşler düşürerek sağır yıldızlardan
hayaller uçursam göğe
bir kuş kanadında titreyerek onlara

serin bir suyum artık küllerden!


(31 Mayıs 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:40 PM
...Likurga Dağı...

alın hepsini
çoban ateşindeki aşktan başka
kalmasın hiçbir şey
toplayın!
sabrım yok bir fazlaya

işte yarıldı çekirdeğim
doğmamış zamana ‘sus’
küslüğe
ışık yayıyor Likurga

dağ
paramparça

yapay olguları lanetliyorum şimdi
kurnaz tavşan dağa kaçtı
dağ bana

bacakları kördür kent ormanının
kolları sağır
çatlıyor kalbim ıslaklığından
parmak uçları ayandon bir ağrı
dikeyliğini yitiriyor akıl
kuzeyli rüzgârlar bana

Likurga’da üşümenin hesabı
mutlaka sorulmalı!

uçurum çağırıyor
daha çok gideyim diye
daha güzel ölmek için
içimde kırılan dağa


(26 Şubat 2008)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:40 PM
...Likurga Öksüzü...

şizofren bir uykuyla ağırlandık

kıl payı yaşamaktı biraz
kıl payı ölmek Likurga’da
soluğumuzda oynaşan arsız konuk
uğurlayamadığımız

içeride bir akrep
dikelir gece boyu
uykuda dinmez zehir
yaşam hatalarından utanır

suyun kıpırtısı düşer deftere
şeffaflığına mağrur
her yere dokunabilir
özgür alabildiğine

budur bizi sessiz kılan!

ay zamanı
aşk zamanı derken
şölenle karşılamaz hayat
çöle dönüştüğünde hikâye
dudaklarda donar fırtına ıslığı

sorarız:
-kimden öksüz kaldık biz!


(26 Şubat 2008)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:40 PM
...Lirik...

sözü çıkar
meseli masalı çıkar
çıkar şairi kağıttan

altıncı dekad’dan harf kalsın bir
:
nüvesi imlasız tümcelerin
sızıda yemin
yeminde dik
tuz arketipi

saklı kentlere bağışlansın kendinden bilinen
yalın ipeksi remil
devingen yara dilde
aynasına süzülsün yamaklığın
“gelir de geçmez” çolak bir hüzün bendinde

sözü çıkar
çıkar sözü kağıttan

göçmeyi bilir şair
öksürdükçe ölür
“es” ver şimdi
sus!

taşa nakşolmuş bin külçe im’de
yetim harfler aklasın kiri
ve erişilmez
ve lirik...


(1 Temmuz 2006) - 6. Dekad, HAYAL Yay. 0cak 2008, s. 43

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:40 PM
...M (u) T...

örselenmiş bir sevinçten ne kalır geriye

sıcaklar bastırdı
bak dost değil artık yaz
küskün
ve üstelik buğulu
burada bir sıralama hatası var
meyveyi çiçeğin önüne koyan bir yanılgı bu

aurası parçalanıyor bedeninin
görüyorum!
bir aşk kalmış sana
ki çolak
bir de
kurt yeniği çapulcu hüzün

-çok bereketlidir
demişlerdi bu aylar için
ne duruyorsun
ödüllen o halde!
“u”yu yitirdin lakin
mutantan bir “m u t” ol kendine

kimin cinnetidir bu bilmiyorum
söyle kimlerden mirastır bu acı
anlamıyorum
kahretsin!
nasıl çaldılar
içindeki yaz’ları

aldırma sen
kim gördü ki çemberin dışını, sen bilesin
kirpiklerden düşen gecenin haresini
avuçların kanayana dek çapala
incinmiş bir yaşamdan ne kaldıysa geriye
onunla

bağır delen kabuslar
ve yitirilmiş kıvançlara rağmen kutlandın bugün
m u t l u olmalısın!
bugün yaş günün

sevgiler caney…

imza:
aney…..

………………


(*) Herkes bana kendine göre bir isimle hitap eder. O, “aney” der. Yavruları ise “büyük aney”. Kuraldışı, çılgın ve dost çocuk; ”Toy” çocuk; can çocuk Caney’e nice mutlu yıllar diliyorum dostlar


(8 Temmuz 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:41 PM
...Majiskül...

kimi gün yaslanıp aşka
Likurga’dan esen
siyah-beyaz yalnızlık
densiz bir ağrı saymakta kendini

kanayan saatlerin
eşidir başını dayadığı döşek

aşkı bilen de ürperir böyle

soluksuz bir tirad gibi
döner uçurumdan
majüskül harflerle serilir şiire

kiminde tutkuyla aşka
kiminde ölüme


(26 Şubat 2008)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:41 PM
...Manastır Sarısı Yolculuk…

kedili kaldırımlarımız var şimdi
çöp bidonlarına komşu
:
evler ıssız ve boş
it enikleri kayıp
vuruldular

olsalardı
ne güzel alırlardı kokumuzu!

sahipsiz kent çukurlarına sığınmış
adsız çığlıklara şefaatini sunan geçitler
gücenik kentlerde el ele tutuşmuşluğumuz
taşlara mıh gibi vurulan yalnızlığa anlatırdı ah!
ki kan kızılından yadigar soylu bir dövmedir mirasımız

duyulurdu insan sesi

şurada düşüp kalsak diyorum
mesela bir çentik atılsa adlarımıza
yok kimse başucumuzda dikilecek

kimse yok!
manastır sarısı bu yolculuğu
ruhunda leke bırakan sam yeline bağırtıyla anlatacak
akkorların potasında külrengine dönüşmüş
salt aşkla beslenen
lakin biteviye can çekişen kadın ile ademoğlunu

bir köpeğimiz olsaydı hiç değilse
birisi h a t ı r l a t m a l ı diyorum anla!
isterse havlayarak canhıraş arkamızdan

birisi!

düşen kalenin taş duvarlarına yürek isi gibi sinmiş
indigo mavisi aşkın ölümsüz kokusunu


(28 Mayıs 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:41 PM
...Masalsı...

bin geceden
bir kuş masalı anlat bana
ışığın dansı
rüzgarın ateşi ol yüreğime

es!
tutuşsun tanıdık o haz
sen söyle anlat
yazarım ben
sesine geldiğimde daha çok severim

gitmişsem bir gün
sakın sorma “neden”
kendine sor!
tek adım uzaktaysan
on gerideyim
incilerim dağılır zemheriye
buz ayazlar üşütür kök diplerim
sinsi kurtların
insafına teslim
kuru bir çınara benzer giderim

özgürlüğü ol sıra dışı hayallerimin
dimdik
kışkırtıcı ve asi
kıtlama şeker gibi emeriz aşkı böyle
usulca erircesine
kadim bir öyküde

esaret zapt edemez kuşları bilirsin
zincirlere kör bakar onlar
bu yüzden daha güzeldir aşk
iri bir kuşun masalsı teleğinde


(1 Ocak 2006)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:41 PM
...Meçhul...

...nerede arayacağım kendimi!

aldatıyor rüzgar
kandırıyor
savuruyor külleri dört bir yana
sarsılıyorum dik yokuşlarında şiirin
tek başına

şiirin çokluğu yok ki şaire terk edilen!

çağırıyor 'meçhul'
adresi belirsiz bir patika sesleniyor
:
'ne çok yalnızlık bu! '

her yer ıssız
çölünde mahpus herkes
yok kimse uçuşan küllerden başka
yoruyor bu tırmanış kalbimi
inişler uçurum dili

dik duruşlu sevda bakışlı
saten hüzünler yazıyorum
efkarın nakşolduğu
sızlayan tenimi
en son terk ettiğim yeri hatırlamıyorum
bir çardak altı...sapak...koyak
yoksa yelkensiz bir gemi mi

besbelli suda kayboldu pusula
sarp bir şelaleden yola çıkıp
aysbergin buz nefesinde
var’dan yoğa
yoktan sislere karıştı bir lahzada

sahi 'kendimi nerede arayacağım'*
nasıl bulunacak küller?

teyit edilir belki varoluşum
sancılı bir ölüm gibi büyürken
yazarken ateşle suyun esrarını
bilinen ve bilinmeyeni
giderim ellerim dolu
dibi hüzün tutmuş yüreğim ah!
giderim bir meçhule doğru

arama beni buralarda
akıyor su...


………..

(*) Halil İbrahim Bahar – “Batış” şiirinden esinlenilmiştir…(SOYUT Dergisi: Aralık 1973) Yeni kuşağın yeterince tanımadığı bir şair. Ne yazık ki, Antoloji’de kayıtlı yalnızca iki şiirini bulabildim….


(27 Temmuz 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:41 PM
...Metamorfoz...

su veriyor çeliğe mezarlık susuşları
sıradanlığa baş kaldırıyor alaz
bülbül ötüşüne sızıyor bozgun

aykırıyı üstlenmedi hiç
tecelliyi seçti
:
'sevaplar' elde bir!

gökten gelir de
semayı bilmez yağmur
yatağını arar oysa
uyumaz su
:
'taşkınlar' elde iki!

denedi anlaşılır olmayı
anlaşılmazı anlamalı şimdi
yazgıya bırakıldı sorgusal sızı
indirdi perdeyi siluet
sıyga bitti
:
'sessizlik' elde üç!


(19 Mayıs 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:41 PM
...Metruk...

yaslı bir dul söylencesi şimdi yaşamak
geceye zimmetli kıyamet küskünlüğü

son duasını okuyor yaralı kuş!

sancılar kovuğunda sığıntı bir ölümlü
balmumu surlar çiziyor altın güle
oyunlar sergiliyor mütemadiyen
:
ilk perde
büyük aldanış
rehineliği perçinliyor
gizli takvimlere

kundakçı bir kıyım
ve kül hesaplaşmalar ayazında
biliyorum aylaktan sayılacağız bir gün!

çünkü susarak geçilmiyor vurgundan
nadasa terk edilmiş metruk yürekten bir de

böyle yakıyor yağmur
hesap vermiyor bulutta bıraktığı boşluğa…


(20 Ocak 2007) - www.borgesdefteri.blogspot.com

6. Dekad, HAYAL Yay. Ocak 2008, s. 24

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:41 PM
...Mevzu Derin! ...

bir dolu infilak
birbiri ardına çekilen pimler
havada yanık et kokusu
ihtilali hatırlatıyor yürek
:
sessizliğin isyan yeri

devasa bir hançer ağzı dünya
toplu cinayete hazırlanıyor

balinadan sonra
penguenler de katledilir elbet
yok’tan sayılır
küçüklerin esamisi

tarifi budur ölümün!

masumiyet arayışını izliyorum dizelerin
suyu çekilmiş koca bir dağ gibi susuyorlar
rücu’ ederek gençlik ayinlerine
harabiyyetten muzdarip düşlere fırlatıyorum kendimi

budur umut!

hayatın baskın anları bunlar
takvimlere kanla yazılır
“fi” tarihinden bu güne
boy atmak için satır aralarında gizlice...

mevzu derin!


(24 Mayıs 2005) – “ 6. Dekad “ Dosyasından…

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:42 PM
...Milenyum Issızlığı! ...

dilin kıvrımlarında saklı kandillere merhaba!

tende ılık tuttuğum
aşkla karşılıyorum kalbin yoksulluğunu
üşümenin anlamını bir daha öğretiyor hayat
alnıma yazılan ıslığın zulmünü
ve rücu eder gibi sevgiye
buzda yürümeyi bir sürgüne yalınayak

ayrılığa ihale ediliyor yalnızlıklar
sormuyoruz hiç neden seviyoruz böyle

tek başınayken yanmıştı yer tahtaları
unuttuk!
bütün kaldırım taşları söküldü
içerideki ben’lerle bir biz kaldık
bir de
imgeye banılan taş yazması sevaplar

gölgesine ışık vermez kandillerimiz
alnımızda paslanır şimdi
karabatak bir hüznün son mermisi
:
gön yanığıdır adı
esmerleşirken ışık
çürürken dillerimiz

merhaba milenyum ıssızlığı!


(13 Ocak 2006)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:42 PM
...Miras...

bir bilgeden miras kalan çağrışımlar getirdim bak
son emre kadar al emanetini!
kapısına göm gönül çadırının
dinlesin ölülerimiz ve aşk ve ayrılık
kül bir renkte
uzlete rücu eden dağ ateşleri niyetine

sor
bir daha sor!
yeterince verilmedi mi acının hesabı
ketumiyetimizde gizlenen bu ertelenme niye

ademoğlu yokmuş gibi dünyada
birbirine benziyor bütün haritalar
taş ve kumun insafına teslim
mahsur kaldılar yol tozunda

‘yaşanmamış’tan bir damgadır yalnızlıkları

bunca gecikme arasında anlamı ne
yüzümüze düşen karanlığa bıçak çekmenin
hangi eylem
hangi kör dövüş korur bizi bizden

varis tayin edildik zorlu bir aklanmaya
dağdan kükreyen o sesi dinle!


(30 Kasım 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:42 PM
...********’la Son Dans....

çığlık çığlığa bakire düşlerim
izin verdiğim bütün yenilgileri
sırtlayarak yürüyorum sırat köprüsünde
son dansım olacak bu
uykuya son dalışım
********’un* dizlerinde

ağlama sakın!
yeterince ırmak taşırdım ben
kısa düşen bir ipim artık bütün kuyulara
buz bir kış gecesi soğukluğunda
kurban verirken kendimi tanrılara
son kez kanırtıyorum bıçağı

kadehler dostum olmadı hiç
son arzum bir sigara

siluetleşmek istemiyorum sahnede
bir kreşendoyla magmaya kavuşmaktır amacım
çivileme atlamak sözün göktaşından
yalnızlığı okşamak tek başına
ölümlü olmak ateşte
insanca tutuşmak mesela

mumyala beni
gökyüzüm ol seril üstüme
alçıya al bedenimi...sar sarmala

suçluyum biliyor musun
bütün şafakları çaldım Aurora’ın evinden**
son arzum bir sigara

ruhumu sulamayı sakın unutma!



(10 Ocak 2003)

(*) ********: Mitolojide Rüyalar Tanrısı
(**) Aurora: Mitolojide Şafak Tanrıçası

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:42 PM
...Muamma...

remiller devşirilir sözün özünde

sersem seccademi
yüz vursam yere... göğe... toprağa
izini sürsem gölgenin
mümkün mü varmak mihrabın sırrına
incelir mi mısra
çözülür mü muamma ödünç bir yaşam evinde

olmaz ki kansız!
olmaz ki çavgansız cirit
aşkın söze hicrinde

rüzgar alev ve su adına
şiirin büyüsünü şahit tut!

elbet yenilenir külden ölüm
bir remil daha doğar
kumun sevdalı ateşinde


(1 Temmuz 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:42 PM
...Öldürücü Hikâyeler...

dölümüz uluyor
en çok da beşiğimiz
hangi yangında telef oldu kuşlar
sorduk mu hiç

eşkıyaya nasıl direnilir bilmem
pusuyu jurnallediğinde yıkıntı
öfkelenir mi içimiz?

hayvanımızı
nasıl terbiye ettiğimizle ilintili her şey
:
bu yüzden öldürücüdür hikâyeler
bu yüzden
ihbarsız vurgunlar yedik hepimiz

dinmiyor beşik sesi
en değerli mülkümüz bir darağacı hâlen
ve hamuruna misilleme herkes

acıya soyunacağız şimdi
bir adak sunar gibi kendiliğimize
ağıtın anlamını öğrenecek ejderimiz


('6. DEKAD' - Hayal Yayınları, Birinci baskı Ocak 2008)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:42 PM
...Ölü Kahramanlar Mangası...

tufanlarınızı yıkın üstüme
şarapneller / palalar / dikenler ne varsa
bütün siperleri acının
benim olsun!

dağa çıksın birisi
birinin muradı deniz
kişnek bir tayın sırtında ben
bozkır ve çölün kavruk izlerini ölçümleyen
dövüşken Tuareg’in eşkin koşusunu
armağan edeyim yüreğinize

dirilsin göçleriniz

sahipsizlik öldürür en çok
en çok çaresizlik!
aşktan sağılsın usaresi kumun
süzülerek acı suyun kirpiğinden
düzlüğe insin ufkunu yitirmiş sahra bugün
:
ellerimize

verin topuğunuzda saklı kıyameti
terk ederek unutma fiilini iç göçünüzün
şahlanarak çıkılsın zamanın içinden
örgütlensin kederimiz

adını arayan ölü kahramanlar mangası kuralım sonra


(28 Şubat 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:42 PM
...Ölüm Kartı...

göğü yakmaktan ne farkı var inkarın!

bilinç
zaman
anlam
say ki boş hepsi
yakılmış bir dolu çılgın an
avuçlarda kanayan bir tutam saç teli
içe ağlayan bakıştır düşe yazılan

ölümle aklanır aidiyetten kurtuluş
azı dişinde gürleyen ağrıdan geçer koşar adım
masumiyeti tescil edilmiş
uzun çekimli bin ağıt

susarız!

kıraç toprağı tohumlamak gibidir
yaşam şarjörünü boşaltmak söz üstüne
son müntehirin kendinde gizli şifrede hortlar
kalbi ayartan sihir
:
destedeki son kağıt!

ne farkı var
sevda karasına bulanmış bir şiirin gerçek ölümden
zirvede yapayalnız bir krater gölüyle
okyanus kadar üstelik birbirine yakınken

konuşulmaz daha!
cinnetlik bir 'sus'tur
öteki yakadan hıçkırarak izlenir

kıyamete zimmetleriz kabul’ü
bu kıyı isyan!


(9 Ekim 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:42 PM
...Ölümcül!

ölümcül şiirini kusuyorsa şair
keşfe çıktığında dinamitlenmiş koyakları
kim bilir kaç sıkımlık
can telaşında kuruyan havzaların
belli ki verilmiştir mola deli tutkuya
dinleniyordur veya
düşüyordur kalem
kabuk tutmuştur yara

dipsiz hıçkırıkları andırır
serseri bir rüzgarda bileniyordur hançer
yazılmamıştır henüz
toplu katliamdan hükümlü son dizeler

geç kalır lakin ayak direyen şairin Azrail’i
tuzak bir izleği sürer içindeki kızıl nehir
lanetlenmiş çığlığa dönüşürken son dua
zincirli bir kekemelikten icazetlidir şiir

jiletlenir derin susku
ahrazlığa çekilir mülteci bıçağı dilin
idamlığın son arzusu kadar derin ağlar bıçak
abdestsiz definlerin
yasını tutmaktır artık konuşmak

ya öl şimdi şair
sus ebediyen
sessizce şakıyarak doğumu bekle ya da

ölü bir cenin doğurmaktan iyidir susmak!


(24 Şubat 2005) – “Şiirle Monogamik Sevişmeler” Dosyasından

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:43 PM
...Öptüm Acıyan Yerlerinden...

duyguya inancını
yitirmeden yaşlandı hayat
soyunarak konuştuk hep
buluştuğumuzda
çıplak

aşkın kendisidir mezuniyet belgesi
sevdayı sevdirdin sen
dişilik ve erillikte değilmiş hüner
marifet:
“adam gibi” büyütmek yaşamı
“adam gibi” sevmek

giyindik böyle
kırdık kalemi
evrildik ve sustuk
üstümüzde kaldı evren

ölümsüzlüğü öğreniyoruz şimdi

geldim uyuyordun
öptüm acıyan yerlerinden


(24 Mayıs 2005) – “ 6. Dekad ” Dosyasından…

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:43 PM
...Örtü...

-' zıddıyla kaimdir her şey ', duygu dahil...


is kokulu titreyişlere isyandı aşkı anlatmak
reddiydi ölüme teslimiyetin
anlaşılmaz bir başkaldırış
çağlardan akan

bir bebek ağlardı duyardım
henüz doğmamıştım
sürgülerdim kapıları kendiliğime
ölümü çalarak ebeliğimden

kabus kahramanı olmayacağım bu kış!
kuzgunlar inmeyecek omuz başlarıma
meme uçlarında özlemlerin
tunçtan bir kurs süsleyecek göğü
göz bebeklerimde nur birikecek
yine dirilecek sevda
dizelerin dip köşelerinde

kızacak Özlü bana
Pavese somurtacak biliyorum!
dizlerimde üşüyecek Hades
ama böyle susar “öteki”
başı önünde ancak
böyle geri döner cehennemine

saçlarımda saklayacağım gücümü
dudağın üşümüşlüğüne can havliyle
haykıracak içimdeki büyücü
:
“sevdayı ört üstüme gelinlik gibi
kefenim olsun! ”


(2 Kasım 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:43 PM
...Paradoksal*...

yolculuktan söz ediyorduk
hangi an'da hareketliydik ki

var mı gerçeğin içinde
tezatların kaynaştığı
böyle bir zaman dilimi
:
doğruysa eğer dediği
herkesin yalancı olduğunu nasıl
söyleyebilir insan?

mutlaka Giritli değildir o!

şimdi anlat Elea’lı Zeno
karışsın kartların iki yüzü
kaplumbağa ile
bizim öykümüzü anlat paradoksunla

sen söyle!
anlayalım neden yerimizde sayıp durduk hep


(*) Epimenides ve Zeno Paradoksları


(6 Mart 2006) - 6. Dekad

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:43 PM
...Patagonya Yolu! ...

sözcükler var
evrimleşmeyi bekler simyacının dilinde
tıpkı bir kitabı
yalnız bir süreçte
sonundan okumak kadar sancılı

geleceğe düş malikaneleri kuran insan
neden düşünmez geçmiş zaman öykülerini
de yüzüstü düşer hep?
bin yıldır sessizlikle yıkandı kentler
toprakla, kutsal ölüler gibi
ne beklemek yoldu karanlığa uzanan kanatları
ne yoruldu vandalizmden

bundandır gecenin toynaklarını sökerek
dilini kesmesi birilerinin
çürüyen dokuları sürgit yenileyen münzevi tutkunun
mirasını yüklenmek gözü kara
bundandır!

usanmaz bozkırı taşımaktan yorgun omuz
son kurttan yadigar vahşi çığlığı özler
gidilir oraya
belki gidilmez
lakin secdeye kapanır çöl birilerinin dilsizliği önünde
korkudandır oysa gidemeyişler...kalamayışlar
kendimizden korktuğumuzdandır en çok
çarpıtılmış bir isyanda gömülü nafile haykırışlar

hasat yasasını okur içe dönük her yürüyüş
anaç iklimini ölümden gelen doğurganlığın
böyle açılır tinsel patagonya yolları
çiçeklenir harf...gürleşir
boylanır yine tırnaklar

biliriz artık:
iade-i itibar ediliyordur yaşama
dik başlı bir tutkunun öteki yüzünü bellemek için

'düşünmek' deriz adına!


(11 Temmuz 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:43 PM
..Piyano...

“la” tuşu kırık bir piyanoya benziyor alfabem
harfi yitiriyorum!
ellerim değmediğinde sana tuhaf oluyor içim
göçer resmi çiziyor biri sol avucuma
parmaklarımda sendelerken böyle yalnız

işgalci zamanlardan kalan bir duygu bu
:
gitmeler
kalmalar
ve tırnaklarıma yerleşen bunalım öykülerinden

ensemde atmaca o bakışlar
___emanetmişçesine geri istenen
ensende
____intihar eden gözyaşlarım

böyle anlarda kısılıyor piyanonun sesi
hiçbir notaya sığmıyor karakış
_____harfimi arıyorum

her zamankinden çok çalmalısın şimdi!


(13 Ocak 2006)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:44 PM
...Post-Mortem...

düş aynası tuttunuz
da kendinize
mağrur bir şımarıklık asıldı
suretinize

ağırdır ölümden
'ben dağı'nda seferî olmak
içeri çağırmalıydınız bu yüzden
guguk kuşlarını

gün olur
bıktırır dayancın avucundaki utanç
gelinir ve geçilir
'kevn-i kesif' tezgâhından

dibi yanıktır an’ın
altın ölü!

söz
bakır orada
öfke gümüştür bize


(17 Temmuz 2006) - 6. Dekad

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:44 PM
...Pusu...

gecenin nabzı yüksekten uçar
göç yırtığından süzülür zaman
nefesim çekiç
dalar karşıki vadiye

dağ vurulmuş dağ öksüz
sorular diş izi
yanıtlar kötürüm
kafiyeye salıncak kurar bir dilsiz

biliriz onun da aklı var
uslanmaz
zar tutar
mor bir peyzaj rehberliğinde

kendinden kovalanan güz gibi dünden
yarından sorgular bizi
ihbarsız doğan şafaklar
gececil bir urla kuşatılırken sessiz

pusudur bu!


('6. DEKAD' - Hayal Yayınları, Birinci baskı Ocak 2008)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:44 PM
...Pür! ...

acıyla kalaylanmış
bakla sofalarında yüreğin
yapısalcı dogmalarla kundaklandık
:
avazımız pür isyan!

ey gül!
yalpalayan vahşi özleyiş!
kolay değildir yazıyla sevişmek
ıslığını duymaksızın kiriş ve yayın
nereye götürürse serseri ok
üsluptan yoksun harf ve hecede
oraya varılır ancak

bir masal devini ehlileştirmektir
bakla sofalarda ak kağıda konuşmak

dilsizin aşk ilanına benzer
türki, arabi, ebced
külli pür isyan!

iner sonra sevdalı dudakları sözün
alır kıyametimizi

kalem sütliman!


(24 Şubat 2005) – “Şiirle Monogamik Sevişmeler” Dosyasından…

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:44 PM
...Ru be ru…(Yüz yüze)

*******
yiğitlerini gömdüler
ölü solungaçlı aşk emekçilerini
:
kurşun askerleri

sevda bahçelerinde gizliydi ömrün muhtevası
karanlığın çiçeğe uyanışında

vade doluncaya dek sahipliydi *******

yüz yüze döküldü aynadaki sır
yazıtlara sığmaz destan yırtıcılığında
yüz yüze akıtıldı onca kan

mezar kazıcısı ******* ey!
ru-be-ru hesaplaşmaların bekçileriydiniz
ne işiniz var musalla taşımda!

ve fakat öyle tebliğ edildiniz...

uzak durun son duamdan
kurşun askerlerinizi gömün siz! ...


(24 Ağustos 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:44 PM
...Rütbe...

dön semaya, yıldızına sor
kaç ışık yılı uzağa saklamış gerçeği
hangi sureta yaşamın
pullarını sıyırıp sundu...sunacak sana

sunacak mı veya?

çile susmadı insancıl tuzaklarda
zulmü tere gömmeyi
öğrenemedi ademoğlu
sırrına varamadı yer-gök-su’da saklananın
toprak ananın, tohumun, çarmıhın
iç kavuran dış yangınların

tüm rütbeleri sökülmedi acının!

erksin, ışıksın, kudretsin yaratanın suretinde
kuşatılmanın hazzını tadarken
bin yıldız kattın eylemine
ilktin lakin bir manzumede
hala son hükümransın!

temaşa eyle
ara bul ey aşk!
sen sök son rütbeyi
illa
illa
illa

ki yıldızım tavaf edip ruhunu mabedine kapansın


(23 Temmuz 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:44 PM
...S u s a r ı z! ...

söz konuşur
_________biz susarız…


ufalır lokma
çetinleştikçe yolculuk
su ve
yalnızca ekmektir azığımız

bir mumyadan
emanet almıştık ayaklarımızı
asırlarca yürümekten yorgunuz bugün
cennetten kovulmuştuk
_________anımsarız

hangi zamandan kaldı gözlerinizdeki haykırış
çoraklığınızda
ölüm davulları çalan bu kıyamet?

dördüncü cemre düşer sözden döşümüze
ustura keskin!

_________biz susarız!



(14 Kasım 2005) - www.blogcu.com/nimo

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:44 PM
...Sadaka...

şair
beşerin sisli gölgesi
sorumlusu insanın
aşkın zekatı
fitresi

kaderdir
yazmaya kırılır kalem
gömülür ya da ruh
şatafatlı bir kuraklığa
akmadıkça serçe yürek
titrer fecir vakti
doğuya bakan
bir pencere pervazında

hangi yazgıdan kaçılsa nafile!
kağıdın sesi
sevdalı saraylardan mühürlü

telef olsa yolcu / silinse haritalar
susmaya dursa dil
yitirse mazbatasını imla

kaderdir heyhat!

sadakasını bekler yol şiirin kavşağında



(5 Temmuz 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:45 PM
...Sarı Yazgı

sarı bir yazgıdır temmuz
*******i geç ölen

sıcaklar da alır duvarlar arasına
ensemizde kekeleyen kış ayazlar misali
yanık bir nefes olduğunu anımsatarak
uzun bir yalnızlık okşar tüylerimizi

ah çıldırtan yaz!
sımsıkı yapışıyorum güçlü kollarımla
cılızsın ancak
zayıfsın hala,
kocaman
kocamamış yüreklerimiz var üstelik
serin sulara gizlediğin düşleri yakalayan

akıyor ki deli su öyle!
ve ben suyun önüne kattığı bir köprü üstünde
-aşka müebbet-
kalbimi asıyorum göğe senin için

bak sıcaktan dibe vuruyor balıklar
siyah bir yazgıya dönüşseler de yavaş yavaş
umuttur adı hala geç ölen sarı *******in…


(23 Temmuz 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:45 PM
...Serüven...

şiirin çıplaklığını giyinmek
giz olmak tene dokunuşunda
çarpılmak
bölünmek
sıfırları atmak sonra
sadeleşmek
hesaplaşma anında

kainatın güçleri ve
yazının paganları adına yemin olsun ki
susmaz bu serüven
gök tengri* yaşadıkça!

teraziye vurmak ölümsüzlüğü
kam ananın korunağında güneşe yaslanmak
suyu kutsamak
ateşe varmak
ata ocağında

kadim bir hikaye bu…

düşmüşse elden davul - tokmak
dönüşmüşse kopuza saza
ne gam!
varsın çöl olsun dünya
gönül kurar obasını
yol eder cam köprüleri
yeniden doğulur
bedenden ruha
can otacısında

'gelir de geçer insanoğlu,
‘tükenmez...’
diyor bilge
aşkmış şiirin kudret od’u
ister Hakasya’da bir dağ başında
ister Anadolu’da Mevlana’da

yemin olsun ki şa ve man** adına!
bitmez bu serüven
aşk
bu kürede durdukça!

……….


(*) Gök Tengri: Atalarımızdan yadigar; günümüzde çok az sayıda kalan Hakasya Türkleri arasında hayatiyetini sürdüren; özünde doğa ve aşkla bütünleşmeyi saklayan; 'Şamanizm' olarak da bilinen bir tür inançlar manzumesi…
(**) Şa(sha) : Kadınlık.
Man: Erkeklik:
Şaman (=kam) : “Şa” ve “man” bir arada iken, ruh ve beden arasında iletişim kuran kişiyi tarif etmenin ötesinde, aşkın birlikteliğini simgeler.


(30 Haziran 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:45 PM
...Sessizce...

- Samih Rıfat’ın ardından…

sessiz okuma sanatını belledik önce
sonra susmayı

ilahlar hep kuşkulu
şair diline dilsiz
gömütlük ıslığıydı kimliğimiz

anlamsız bir şakırtı emerdi terimizi
intiharın cinayet olduğunu söylemediler hiç!
sesime konan kuşlara kızdığım gün
anladım öldüğümü

“bütünün habercisidir parça”
ve oğlun kaderi babaya…

bu eksiliş
bu aceleci gidiş ah!
sesimin yırtılışı sesinizde,
bulutu yağmanızı özlerdi
nefsime tembihlediğiniz sessizlik

cinayetler tanıktır:
“akla kara arası” sessizce öldük biz


(6 Ağustos 2007)
(- Ağustos, 2007 arşivi.)

6.Dekad, HAYAL Yay. Ocak 2008, s. 55

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:46 PM
...Sınanmış...

aşk sizdiniz
kuzgunum ey!
:
bilmezdik önce

arnavuttu kaldırımlarınız
plastik sevdalardan ari
gelgeç hazlardan uzak

bin yılların teriyle
sınanmış bir gönülden
kan damlatır gibi öyle

aşkı sizden emdik biz!


(27 Kasım 2005) – www.blogcu.com/nimo

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:46 PM
...Silah...

unutulmazlığını bilir de kalp
durduk yerde
acımasız bir intihar giydirir aynalara

bu yüzden silah verilir ellere
ve ağlamaklı bir gül
eğer solarsa gözler
…küserse
ruh da solar birlikte

şemsiyesiz dolaşmalı o halde

sevilen yağmurları getirdiğinde rüzgar
deliliğini bağışla çılgın ülkeme
sıcaktır çünkü hala
duaya açılan avuçlarımız

söz, kalbimizdeki acının son tohumu

gülle barutun yakıcı tutkusu gibi ey!
çiçek açan mermiyi özler silahımız...


(1 Kasım 2005) - www.blogcu.com/nimo

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:46 PM
...Sophia...

ah Herakleitos
içimi en çok besili egolar yakıyor
ve kurak bozkırların

görüyorum
nehirlerin ılgım salgım
:
utanıyor Sophia

sen oysa ateşi
bunun için vermemiştin insana!


(17 Kasım 2006)

6. Dekad, HAYAL Yay. Ocak 2008, s. 7

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:46 PM
...Sorgu...

rüzgar tozuna karışır kuş ötüşleri
içimde yetim bir garipseme
durduk yerde çatılır tüfekler
yoncalar açmaz
küskünlük serperler künyesizliklerine

hayat
aşk
ve ölüm
kara mollaları hüznün

gelişiniz belli
varacağınız yer belirsiz
söylemediniz hiç biz nerdeyiz
ne bekleriz bilinmezden
cezamız ne
neye gebedir geleceğimiz

işte bu asıl bilemediğimiz

yaz ey kiramen katibin*
yaz ki biline
yaz ki bilelim!


(*) Kiramen katibin: Sağ ve sol omzumuzdaki yazıcı melekler.


(5 Aralık 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:46 PM
...Soru...

“sus! ”
demediniz bana

önceden söylendiğini her şeyin
bildirmediniz

önceden işlendiğini
tüm cinayetlerin

tanışmadık hiç
tanışmadınız içinizdeki çocukla

neden? *


(*) Bir çocuğun sorusuna karşı sorudur bu. Soru sormayı bilmeyenlere!


(27 Temmuz 2006) - 6. Dekad, HAYAL Yay. Ocak 2008, s. 93

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:46 PM
...Söylerdi Aşk…Ateş Adına! ...

….harlandıkça aydınlanırdı ruh
alev isinde başlar / kor ateşlerde biterdi kahin sözü…

sevdaya çemirlenirdi yürek tüm zamanlarda
zincire biat eder bedenleriniz
belinizde en ihtişamlısından bir kuşak
albenili ve çıldırtıcı bir al
aşkın düğün alayından arta kalan
kördüğüme dönüşürdü kelepçeleriniz…

//çıkmaz yollarda arama hazzı! ! !
Godot’yu bekleyen Laura’ya sor!
köşedeki sevda öksüzü çocuğa:
şimşek olup hani
kabrine süzülüşünü hayallerdi Petrark’ın...//….

böyle buyurdu kahin! …

habersizdik / sönmüyordu ocak diyar-ı şuara’da
sözün gergefine nakşolurken kasırgalar
vaktinde çözülebilseydi muamma
ihbarsız infazların sırtına kalıcı bir dövme gibi
saplansaydı harfin kanında tutuşan alev okları
külden suya dönüşseydi mesela sürüngen anlar

söylerdi aşk!

ateş adına
bildirirdi mutlaka…


(31 Ağustos 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:46 PM
...Su Cenderesi...

doğru bir duruştan kalan acı bu
rüzgara direnmek
ve denize
ve hırçın dalgalara
kendi kıyısında korsan olmak gibi bir şey

bunca ağaç diktik
bunca aşk bellendi
koyaklar yine kaygan, deniz kavgalı
yine diz boyu yalnızlık

neden hep bizi bulur sürgün zamanlar
düşünme sakın
neden çarklarımızda bilenir
sivri uçlu
kör bıçaklar

su cenderesiyiz çünkü kendimize

sıcak tut acıyı
aldırma
yak bir cigara!


(29 Kasım 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:47 PM
...Suç ve Biz...

eksiltme
ehlileştirme beni

-sırça konaklarda suça ortak olmak...

nasıl ödenir hesabı bunun!
nasıl telafi edilir kayıp

vahşetini tokuştur vahşetimle
ilkel’in terazisinde tartılalım
inkar edilsin benzerlik
ve tekdüzelik
böyle katledilsin suç
bilensin çelik

önce ölüm vardı unutma

canlanan her dokuda
o yüzden şımarır insanlık onurum
mutlakıyetin cızırtılı reddinden
yersiz yurtsuz doğar
meşru ikinci çoğulluğum

düşlerin inceliğine inat
kalındır gerçek biliyorsun
:
eksi
artıya denk!

bulaştırma suçu
ki artsın karşı duruşlar
söylesin vahşetimiz

biz
uyumuz biz!

ben “bu”yum…bir
sen “o”sun
başka bir renk! ....


(8 Mart 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:47 PM
...Suskun...

indim
bekledim

güneş ah!
bir kez geçti
üzerimden

“sus”
dedi hamuş
sustum!

mevzi:
kuyu


(14 Haziran 2006) - 6. Dekad

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:47 PM
...Susmaya Giden...

sessizce gelen
susmaya gitti
sorgusuz
sualsiz
yanıtsız

gürüldeyerek akardı yeraltında
gece yarısı
sonsuza doğru
acılar ırmağında

ak kağıda düşürdü rengini
:
içedönük bir yolculuk methiyesi

gökten soruldu
kökenden ey yar
özentiyi uslandıran bilgelikten
dil’in sevdalı sorumlusu
öz’ündeki karmaşadan soruldu

susmaya gitti!

geleceğe pullanmış mühürlü bir mektuptu


(25 Ocak 2006)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:47 PM
...Sustalı...

artık biliyoruz var!

çağrılı her beden
kendine savrulmuş bir sustalı orada

şiir tersine gidilen yol
aşk manifesto, dirimsel
sözden ağmak sihir
bir av kurguda

geceden başka vaadi olmayan ey!
acıdan geçtiler bağışla
buğday tanesi biriktir çöplüğünde onlar için
safir bir gökten kaçtılar
sırt dönerek boşlukta doğurmaya

kovulmakla var olmak arası
rüzgârın savrulduğu yerde
masum bir güneş de doğar elbet

bunca yıkıntı
bu darp izi
bu ne bu peki!

bir yolluk hazırla
bir de kovuk

bilelim yerimizi...

(ah kalbim!
kendine bir mektup yazdın şimdi
yüzüne yakıştığı yerden…)


('6.DEKAD' - Hayal Yayınları, Birinci baskı Ocak 2008)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:49 PM
...Sürgün...

yanıtsız sualler sorumlusu
bir duruşum var hayata dair

dil döner
dil yanar
adaletsiz duruşmaların son nöbetinde
yanı başımda kadim bir uygarlığın
torpillenir gemiler
seyrekleşir hayaller gecenin karasularında
muamma bir yazgıya benzer öyküler

altın kubbeli mabette gizlenmiş ejderhaya
gülümserim usulca
taç takarım
tatlı su çiçeklerinden cinli saatlere
kudurgan bir siyah
sinsice düşerken maviliklere

cephede cinnetlik top sesleri
biteviye ağlayan insanın
çocuk feryadından yadigar
yürek döner ah!
yürek yanar
şimşekler tutuşur bedenimde
sorgular içimin ejderhası
haykırır acı insan sesimde
çıngıraklarım susar

ezberlerim sürgünleri


(5 Mayıs 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:49 PM
...Şairin ve Şiirin Zekâsı...(Düz Yazı)

Şiir, zekâ ülkelerinde uzun ve üzücü yolculuklardan sonra doğan şeydir.
-Balzac


Şiirin oluşturulmasındaki başlıca etkenlerden biri de hiç kuşkusuz zekânın işlevsel kılınması, zihinsel yeteneğin şiirde beceriyle kullanılarak aklın (us) öne çıkarılması eylemidir. “Her baktığımızı şiir eden de akıldır” diyordu Nurullah Ataç. Ancak tek başına zekâ, nitelikli şiir “yapmaya” ya da doğurmaya yetmez. Şairin iradesi, kararlılığı, çalışma azmi, birikimi, dil bilinci, donanımı; bunları içe sindirmişliği, duruluğu, öngörüsü, yaratıcılığı, yerine göre mizah ve ironi gücü, derin bakışlılığı, matematiksel ve müziksel ritim kavrayışı ve daha pek çok “geliştirebilir” anlamdaki değişkenin yanı sıra zekâ, akla dönüştüğü sürece önemli bir değer, şiire eklemlenebilir bir sermayedir yalnızca. Şairin içindeki şiire uyanışı gerçekleştiren; hem köklerinin uzandığı ilkellik, naiflik ve masumiyet öğelerini koruyan, hem de bilgelikten uzak düşen depolanmış bilginin bu safiyeti ezmesini engelleyen bir tür yaratıcı araçtır. Denge kurucudur, terazidir, şiiri eksenine oturtandır. Yeri geldiğinde bir güvenlik aygıtı; şair söyleminin omurgası sayılabilecek ve şiirin sıkıca tutunduğu bir payandadır. Ancak unutulmamalı ki akıl şiirin tek hükümdarı olmayıp sadece kullanılabilir bir öğedir. Üstelik zekâdan yola çıkıp akla varmak da yetmez. Ve elbette şiiri yalnızca akıl üzerine kurarak onu abartmamak da gerekir. Burada Melih Cevdet Anday’ın bir sözünü hatırlatmakta yarar görüyorum. 'İnsanoğlu aklı aşmalıdır; eğer aşmazsa, akıl da bir dogma olur.'

Şair, post modern dünyada “kapatılmışlık duygusu”na kapılmış; bu duyguyu derinden yaşadığı halde olup bitenin ayırdına varamamış olan insanın çemberlerini kırmaya; ona daha geniş bir özgürlük alanı açmaya doğuştan güdülenmiş biridir. Kendi uyanışı ile diğerlerini uyandıran ve onların yaşamlarına dokunan birisi… Sezgi kanallarını zekâsından süzdüğü aklın yardımıyla açacaktır, çünkü aklın temel görevlerinden biri zekâyı bilinç ekranına yansıtmak suretiyle düşünceyi iğdiş eden tüm öğelerin yenibaştan yapılandırmasıdır. Antonio Negri’ nin siyasal çözümlemelerinde de belirttiği gibi, sahici bir cezaevinin dışındaki yaşamda insana “yeni özgürlük alanları” sunmak; her ne türden olursa olsun – siyasal veya öznel - iktidar ile insan arasındaki köprüleri yeniden kurarak onu yalnızlığından kurtarmak için çaba göstermek şarttır. O halde şair bu görevi neden üstlenmesin? En azından sorunun kendi payına düşen ucundan tutamaz mı? Şairin büyü gücünün yaratıcı zekâyı değerlendirme becerisiyle doğru orantılı olduğu varsayılırsa, bu özellik aynı zamanda şiirin kalıcılığını, etkileme alanının genişlemesini sağlayarak işlevselliğini de artırmaz mı? Arife Kalender bir yazısında şöyle diyordu:

“Şiirin bir ‘taşma’ eylemi olduğunu düşünürsek; Bu ‘taşmalarda’ şairin zekâsı, gözlemleri, şiir ve genel kültür birikimi, dil bilinci, düş gücü, yaşam biçimi kendisini ele verir. Bu nedenle yaşama değen, ondan somut izler taşıyan şiirin kendi ömrünü uzattığını söylemek yanlış olmasa gerek.” (“1940 Sonrası Şiirimizin Uçları”)

Bu süreçte şair yalnızca kendisini ele vermekle kalmaz. Kendisini ele vermeye hazır olanı da yakalar. Akıl tüm canlı cansız âlemle, doğa ve insanla bağlantı kurarken, şiir bu süreçteki sayısız iletişim kanallarından sadece biri olup şairi taşarken “taşıran”a, içinden taşanı ise ötekilere “taşıyan”a dönüştürebilir. Üstelik hiçbir yaptırım gücü olmaksızın başarabilir bunu.

***

Günümüzde toplum psikolojisine, çağı önüne katıp sürükleyen ekonomik ve genelde sosyolojik gelişmelere dair kavramlar yeniden tarif ediliyor. Özellikle post-modern çağın sanat algılayışındaki gelgitlere paralel olarak şair de şiirini yeniden tanımlıyor. Duyarsızlaşan insana karşı duyarlılığını yoğunlaştırıp şiir dilini yeniden gözden geçirerek değişik boyutlar kazanmaya, eskisinden farklı kanallar açmaya çabalıyor. Öyle ki sosyolog, yazar ve felsefeci gibi diğer sanat ve düşün emekçileri de - özellikle şair - bastığı zeminin sağlamlığı konusunda giderek kuşkuya düşüyor. Çekirdek bilgiden uzaklaşmanın, ona ulaşamamanın nedenlerini ve hatta köktenci filozofların tanımladığı “bilgi ve hakikat” kavramlarını yeniden sorguluyor. Şiiri deşelerken gelmiş geçmiş tüm teorik, faydacı (pragmacı) ve sezgisel argümanları kullanıyor. Daha da önemlisi, kuşkularını insana aktarmak gibi önemli bir sorumluluk üstleniyor ki bireyi sıradanlaşmaktan, “sürü psikolojisi”nin yıkıcı etkilerinden kurtarabilsin… Bu noktada “şiirin zekâsı”ndan söz etmek pek de yanlış olmaz diye düşünüyorum. Şairin şiire enjekte ettiği zekâ tohumları sayesinde ortaya çıkan bir olgudur bu. Yeterli zekâ düzeyine sahip olmayan ve aklını kullanamayan şair, “zeki şiir”i de kotaramaz. Dönüşen ve sürekli değişen insanın sorunlarını ne görür, ne de onlara eskisinden değişik yorumlar getirebilir. Bu durumda bireyin kendisinden yola çıkarak günlük yaşama; giderek topluma ve şiirin evrenselleşme boyutuna nasıl varacaktır? Gerçek yaşama nasıl dokunacak, bireyi zaman içinde nasıl bir yolculuğa çıkaracak, yeni çözümlemelere ulaşmasını nasıl sağlayacak, farkındalık çıtasını nasıl yükseltecektir?

Zekâ derken yalnızca bilişsel-akademik zekâ’dan (Intelligence Quotient, IQ) söz etmediğimi özellikle vurgulamak isterim. Duygusal zekâ (Emotional Quotient, EQ) sanat için çok daha önemlidir, çünkü IQ’nun yüzü genellikle bilime dönükken, EQ sanata, duygudaşlık kurmaya, hayallere doğru yelken açar. Dolayısıyla burada estetik şifrelere ulaşmış sözel-dilsel-yazınsal zekâ ile doğrudan ilintili olan “şiirsel zekâ”dan söz etmek daha doğru olacak. Sırası gelmişken Alfred De Vigny’ nin bir deyişini anımsatmak isterim: “Şiir bir akıl hastalığıdır.” De Vigny böyle derken dışavurumcu; dışa vururken derinlere dalabilen; duygusal, atak, gözükara olarak nitelendirilebilecek şiirsel zekâyı tanımlamış olabilir miydi acaba? Mümkündür… Yoksa gerçekten Sokrates gibi delilikten mi söz ediyordu? Üstelik farklı dönemler ve farklı toplumlardaki şair tanımları da birbirini tutmuyordu. Kiminde ona tanrısal bir görev atfediliyor; kiminde kudretinden kuşku duyulmayan bir şaman oluyor; kiminde “tekinsiz” ve hatta dışlanması gereken biri olarak değerlendiriliyordu. Şair ise çağlar boyunca kendi penceresinden bakmayı sürdürüyordu. Örneğin söz duyguya ve duygusallığa geldiğinde insanoğlu sıradan bir bakışla sevmekten dem vuruyor; herkesi severek ve/veya birilerinin onu sevmesiyle mutlu olacağına inanıyordu. Ancak şaire göre mesele bu denli basit değildi. Akılla beslenmiş, sezgileri güçlü, yaratıcı zekâ düzeyi ileri olan şair dünyaya daha geniş bir pencereden baktığı için insanlığın nereye doğru gittiğiyle, varacağı noktada mutlu olup olmayacağıyla, değişim ve yeniden varoluş olgusuna yüklediği ontolojik anlamlarla daha çok ilgiliydi. Çünkü esin perilerinin dokunduğu zekâsını eğitmiş olan kişiydi o. Eğittiği bu zekâyı gelişmiş şiir diliyle kalemine postalayan olup, şiirsel bildirişimini varoluşsal dizgenin bir halkası olarak ortaya koyabilendi. Evrensel ve bireysel açmazlarla derdi olduğu için öncelikle mutsuzluğun-kargaşanın-haksızlığın-ölümün tarifini yapmayı amaçlıyor, kendini buna zorunlu hissediyordu. Günlük yaşamda alışılmadık olan anlatımlarla çözüme ulaşma çabasındaydı. Gelişmiş aklın soru sormayı bildiği ve sorulara yanıtlar aradığı kadar, şairin zekâsı da sorularla iç içeydi. Yanıtlar ise şiirin dip köşelerinde ve soruların arkasına gizlenmişti.

***

Şiir kolay anlaşılan; düzyazı ve “düz düşünce”ye çevrilebilen bir metin olmadığı için ona ancak sezgilerle varılabilir. Sezgi ise bireyin iç odalarında sakladığı bir tür zenginlik olup, kilidi açan yine akıl ve zekâdır. Canlı-cansız varlıklarla, doğa ve evrenle, geçmiş ve gelecekle iletişim kurmayı olanaklı kılan zekâ, şairin hem kendisi hem de bireyliğinin bilincinde olan okur için dil aracılığıyla sezgi odalarını açmanın yollarını mutlaka arar. Şair en azından bununla yükümlü olduğunu bilir. Tıpkı diğer sorumluluklarının farkında olduğu gibi… Örneğin şiiri “eksik” olan kişi, İsmet Özel’in de işaret ettiği gibi “Neler yazsam da şiir dense? ” mantığıyla yola çıkar (“Şiir Okuma Kılavuzu”, Şule Yay. 2006, s. 79) . Bu durumda piyasaya dönük kolaycı yaklaşımların, “pazar” kaygılarının şiire ve şaire yalnızca zararı dokunacak; şairin gerçek duruşunu eserine yansıtma olasılığını azaltacağı gibi şiire bir de bedel biçilmiş olacaktır. Oysaki şiir, okura dayatma hakkına sahip olmadığı gibi, yönlendirme ve hükmediş anlamında bir okur despotizmine karşı da kendisini korumayı bilmelidir. Okurun saptadığı bedel her ne ise onu reddedebilmelidir. Akıl bu direnci sağlayan ve tescil edendir. Şaire etkileyici bir azınlığa mensup olduğu kadar gücünü de dikkatli kullanması gerektiğini sürekli hatırlatandır. Bir bakıma yol haritası çizer. Bu yol haritasından sapan kalemin sonuçta ölü doğum yapması ve nihayet tıkanarak kendisini bir çıkmazda bulması kaçınılmazdır. Bir yanda kişisel egosu, öte yanda “yarı aydın” da denilebilecek güdükleşmiş aydın, dışsal iktidar ve çoğunlukla medyanın öncülük ettiği “üretilmiş pazar ekonomisi” (Ahmet Oktay; “Okur Dediğimiz Kesim de Artık Üretiliyor”, Yelkovan Dergisi, 2007, S.2, s.29) arasında sıkışmış olan şair/yazar ancak akıllı manevralarla bu karmaşanın üstesinden gelebilir. Piyasacı kaygılardan uzak duracak biçimde kendisini eğiterek, yüksek telif ücretleri, liste başı olmak veya ödüllerle avunmak yerine gerçek edebiyat dünyasına ait olmayı; pazara teslim olanların değil ama pazarı teslim alanların (Mehmet Başaran, Yelkovan 2007, S.2, s.31) yanında durmayı bilmek zorundadır. Aklın çizdiği harita sayesinde pekâlâ başarabilir bunu. Buradan çıkan sonuç şu ki, şairin sorumluluğu okura olduğa kadar kendisine de karşıdır.

Aklını kullanan şair ise “nasıl yapmalı” yerine şiirin nedenleri üzerinde düşünür. Şiirin doğurtulma sürecine ve içselleştirdiklerini uygun bir şiir diliyle dışsallaştırmaya odaklanmıştır. Şiirin ne şekilde kabul göreceği onu pek de ilgilendirmez. Kolaycılıktan uzak ve oldukça sancılı olan bu yaratıcılık döneminde, içinde uyanan şiir bir anlamda kendini yazdırırken, şiirin biricikliğini kaleme yansıtan kişi olduğunun bilincindedir. Zekâsı ve dolayısıyla aklının yardımıyla doğum olayını gerçekleştirendir. Duyguyla yoğrulmuş, bilgiyle kundaklanmış ama sütannesi akıl olan bu bebek, bazen kendinden önce doğanları anımsatsa bile (esinlenmeden söz ediyorum) , satır aralarında zekânın izlerini taşıdığı sürece daima tek, özgün, biricik ve hepsinden önemlisi sağlıklı ve kanlı canlı olacaktır.

Tüm bu tespitlere rağmen yüksek IQ’nun bilimde mutlak başarı anl****** gelmediği gibi, her ne türden olursa olsun (IQ, EQ, sözel-dilsel, vb.) , hiçbir sanat dalında zekâ tek başına başarıyı garantilemez. Diğer bir deyişle zekâ varsa şiir olmayabilir ama zekâ yoksa şiir topallar. Zekânın abartılması ise şiiri yapaylaştırır. Ayrıca sırf “düşünen ve okuru düşündüren” olmak da yetmez. Şairin temel işlevlerinden biri de okuru “ötekiler”i düşünmeye ve “ötekiler”e ait olanı tarafsız bir gözle görmeye yönlendirmektir. Sonuç olarak zekâ düzeyi yüksek şair, bunları şiirine aklın yoluyla, öteki araçları da kullanarak ve aynı zamanda şiirini bozmaksızın yansıtabildiği ölçüde başarılıdır ancak. Ve elbette zeki ve aklını kullanabilen okurla buluştuğu anda da şanslıdır denilebilir. Böylece, Balzac’ın sözünü ettiği uzun ve üzücü yolculukların sonunda yalnızca şiiri doğurmakla kalmaz, popülarite olgusuna hiç endekslenmediği halde okurun kalbinde gizlenmiş olan büyük ödülü de kazanmış olur.


(HAYAL Dergisi, Ekim-Kasım-Aralık 2007, Sayı 23)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:49 PM
...Şehrayin...

bir pula
kırar toprağını mağlup
gökte ekin yeşertirken
namağlup gururla

akbaba ile
sırtlanın kavgasında
gurabin*e gelmez sıra

ne etsin gönül fukarası
muhayyile yoksunuysa eğer
hangi sevda kök salar
kıraç
bozkır toprağında

gökyüzü iki kere sever aşığı
akşamdan sabaha
sabahtan akşama

cılız bir kibrit alazında
her doğuşunda aşkın
şehrayin** büyütür şair
aşkın şiiristanında...


(*) Gurabin: Kargalar
(**) Şehrayin: Şenlik, donanma
Not: Bazı eski ama eskimemesi gereken sözcükleri özellikle kullanıyorum ey şuara (şairler) . Unutulmasınlar diye. Onlar bizlere emanet edilmişti. Şimdi sıra bizde ve sizde. Sevgi ve saygıyla…

(6 Şubat 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:50 PM
...Şiirin adı Ç...

-“Şiir hiç de edebiyat değildir; bir yaşama ve ölme yöntemidir…”
…………………………………………† ?…….(Arseni Tarkovski)


çift-çapraz’a getiriyorlardı
sordum çağırtkanlara
:
gidilen yerlerden kim çağırır geri?

çağrıya ses vermez
çalımlı bir çağda
çalgınların yaşlanmadan
çağıltısız
neden öldüğünü

çağırmayın beni!
dalımda çürüyor çağlalar
çoğulluğumuz küflenmekte
seviyor içimizdeki çamur
diplere dönmeyi

“insanı geçer acı”

çakır bir ayaz çökeltisiyiz şimdi
çalıyor çanlar!



(12 Ekim 2006) - 6. Dekad, HAYAL Yay. Ocak 2008, s. 67

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:50 PM
...Şikayetname 11 / Bilmece! ...

ne zaman’dı adım
ne mevsim
ne de
acıklı bir yol hikayesi

içinden Nil geçen kadındım
öyküsü avazında gizli

aynasıyla dost
geri dönüşümsüz
ilkeli

ay ışığına sevdalandıkça su
tek yönlü akış bozkırda
isyanın en güzeli!

çiçekleri yoktu uçurumların
uçurumlar uğramamıştı oraya
sazlıklardan yükselen
iğdiş edilmiş son çığlıktı nefesim
bir bilmece

çözemediniz heyhat!

izninizle


(9 Nisan 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:51 PM
...Şikayetname 1 / Harf Küstü…G

düze yazdım içimin eğrisini
aynı minval üzre dereleri düz gittim
kısır döngüsünde denizin, sıkıştıkça karalar
şeffaf labirentleri özlerdi uyuyan mar

kıyılarak çıktım kendimden emanet bir güneşe
ki pusudaydı
bilmezdi ağlamayı
hesabını tutmadı acının defter-i kebirde
ışığa gizlerdi
öznel matemiyle içsel patlamaları

suları kışkırtıyordu o sıra uçurum kenarında!

hangi andan mirastı bu karın ağrısı
hüzne budanan güzdeki duman
dağlara çiy bırakan kızılderili ağıdı?

küsmüştü Ra’nın akrebi Mu’ya
kararırken yüzümün seherindeki nur
tükenmişti yaz
yazı
ve yazgı

gittim!
düşürerek taşa kazınmış bütün harfleri
bir münzevi kadar yoksul ve mağrur

çünkü daha kolaydı geriye bakmamak
ölüme gebe kalmaktan

eğri bir harf unutuldu
ne yazık!

gittim!
gitti..
git…
gi…
g….

küstü harf
koşmayı bilememişti! ...


(9 - 20 Şubat 2005) – “Şikayetname” Dosyasından…

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:53 PM
...Şikayetname 10 / Lokma

kırbaçlandı yüreğim deli mor ah!
parçalarım dökülüyor
ister yaralarımdan izle beni
nafile öpücükler bırak istersen kıymıklarıma

insana küsüyorum ben!

anam babam dostum arkadaşım
viran bir ağlama duvarına sürüldünüz şimdi
sizin için kanıyor harap mevzilerde
sizin için paralıyor kendini taşlar

gülme yüzüme ey yar!
gökyüzünü arama bakışlarımda
adres sorma bana
neşter atılmış derin çıbanların
ağır kokusunda yudum urbamı
iz bilmez muhacire döndü gözlerim
küsüyoruz şiire
ben ve yosunlaşmış insan tiryakiliğim

çılgın atların koştuğu çayır çimen
göğsümde sararıyor ay yere düşerken

bir nankörlük vardı
bir de vefasızlık / çiğneyemediğim

ağzımda büyüyor lokma! …


(9 Nisan 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:53 PM
...Şikayetname 12 / Taş Ocakları ve Kuşlar*

ayakta uyurdu kuşlar
özgür ve mutlu
ayakta ölen
doğumluya inat

bedenin icrasında mahpus bir çocuk
kanatlanmayı beklerdi en çok
ihbarsız kırılırdı paslanmış emniyet kilitleri
sırça konaklarda saklı duran
paradoksal manifestolar

ruhunu gasp ederdi ebedi özgürlük sesi
ağıtlar yakarken yaşamak ve ölmeye dair
dudağa yapışan bir yangın tutsaklığında
göğe bakar da gülümserdi en çok
düşlere doluşurdu kuşlar!

kan ter ve şiirden ne kaldı geriye
neydi akıbeti kaçınılmaz kavganın
teni dağlayan
upuzun bu tenhalığın

ne uyumayı becerdik düşerken tetik
ne mutlu bir kuş olabildik ayakta

boşuna özendik kanatlara ey çocuk!
yol boyunca bilemedik
göğü yitirmişiz biz
birer ehram taşıymış vicdansız bedeller
sınıfta kalmıştı nazenin düşlerimiz

azgın bir acıyla dinamitlenirken koyaklar
karanlığa açtı kader taş ocaklarını
bu şiir şimdi taş basarak taşlaşmış yüreğine
ocak kapılarında parçalıyor yasını
gözyaşını kederle gezdiriyor bulutlarda sensiz
ki anlamıyor ah neden cansızdır
rahminde büyüttüğü bütün yavrular

şikayetçiyim!

içime serpiyorum külümü
ayakta ölüyor artık kuşlar

………………….


(*) Azim ve cesaret sembolü, şiir çocuğum Sevgili HİLAL LÜLE’nin anısına….

-Nurlu bir göğün cennetine bıraktım seni ey hilal! ....


(3 Mayıs 2005)

('Güldür be Kız...Canım Acıyor' - Pelerin Kitap, 2006)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:55 PM
...Şikayetname 13 / Kemre

dökülsün
kiri açgözlülüğün
sıyrılsın
rastığı kınası

daralıyor zihnim
aczi sırıtıyor
kanlı mintanların kumdan kalelerde

pusuyor dimağ
puslanıyor belagat

ne saçılacak pul kaldı
ne ateşe serpilecek yürek

her yer kemre!


(20 Ağustos 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:55 PM
...Şikayetname 17 / Gelberi...

mürekkebe ilişmeyi tarif ediyor logos
umduğumuz denizlerle kadife ellerimizi
bir o kadar kesifleşiyor başkaldırış
bilgelik zarına eldivenle dokunarak

siz?

siz yalnızca omuz silkiyorsunuz
canınızı sıkıyor uyandırılmak!

söyleyin nasıl bağışlanır şimdi
cıvayı ayar tutan bireyselliğiniz
mizanı kayıp bir izan
gerçeğe sağır anlak

kağıda vuran yalımındandır renksizliğin
ellerim birer gelberi!


(30 Ekim 2006) - Şikayetname Dosyasından

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:55 PM
...Şikayetname 18 / Dördüncü Zaman...

şaibeli kulelerin yıkıldığı tan vakti dirilen
sancılı güneşten sor beni

o ki ateşini dindiremedi hiç!

şer rivayetler sunulduğunda
sırrını arayan yalnızlığa
gıcırdayan kapılarla açılan hikâyenin
omzundaki çukur izlerinden…

ıssız bir şafak vakti
pazarda bedelini soruyordu bezirgânlar
kaç okkaydın kaç dirhem ey şiir!
kaça alınmış
kaça satılmıştın, bilmiyordu kimse

sözün ana rahminden
bir yetimhane garibi kadar diyetsiz
ve borçsuz
bin mihnetle peydahlanmıştın

örtülü alevinle dağlandı soluk kattığın eylem

reddederek suskun teslimiyeti
kitaba el bastın
sadakat adına yürüyüp gittin sonra
üçüncü zaman evvelini sonraya zincirleyen
kemirgen cinnetiyle sevişerek yanık kokulu mısraların

sen söyle pahanı ederini rengini!

hangi tezgâha sürersen sür bu hikâyeyi
geleceği maziden sorgulayan
vakitsiz bir şamardır şimdi!

…yılanın ağrısında yenilenir zar…

ateşe bıraktığım şikâyetimle tanımla
üçüncü zaman duvarlarına sinmiş çığlıklardan bul beni!


(16 Aralık 2006) - 'Şikayetname' Dosyasından...

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:56 PM
...Şikayetname 19 / Kelebeğin Ağıdı...

kırmızı güllerin nerde kelebek
altına özenen sarı tozların?

kozanın sonu kaçınılmaz uçuştur bilirsin
kaderinse akşam vakti tükenen kızıl şafak
ağlayan ilk pırpır değilsin üstelik
kimin ömrü uzun ki!

tırtılın şarkısını dinlerim
kâh yaralı kaplan: haykırır
kâh rüzgârla konuşan
sessizdir oysa gül bahçeleri
büyülü barınağı hayallerin

dağılmasa kanatlar
rüyalar ölmese
kelebek de yaşar belki
kim bilir

şair dediğin ne ki!

düşle gerçeğin kesiştiği yerde
esintiye fısıldayan yorgun sesi
kelebek sarısından üflenen nefesiyle
yarınlara dokunan bir pırpır

faydasız küçük ölümlü
kozalar korumaz adamı!
kuru dallara takılmasın şikayetin
kaybolmasın avazın kıraç boşlukta
cennet bir bahçede yaşamla kol kola
ölümsüzlüğü aramalısın

unutma sen
sözün kanayan yarası
gözüpek
şiire ağlayansın

ağla kelebek
ağla!


(18 Kasım 2004) - Şikayetname Dosyasından

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:56 PM
...Şikayetname 2 / Sır

usta bir meczup yarattı şiiri
tutkulu
korkusuz
isyankar!

çıraklık dönemi ah!
militanlığı ezberletirdi söze
tükenişi sordum yüceltme eylemcilerine
payıma düşen
bilinçten aktı
sorumlulukmuş dilin manifestosu

öyle dediler!

sancılı bir ihtilal arifesinde
ölü bebekler doğururdu meczup
çağdışı tohumlar ekerdi kanadı kırık nehirlere
kırardı içinin içbükey aynasını pul pul
dağlanırdı teni iğdiş edilirken beyinler

avucuma saklardım idam mangalarını
titrerdi yer gök kainat

yılanın koynunda aşkla uyuyan
akrebe teslim olmakta gizliymiş meğer sır
us’a bitişik kaçakçı mezrasında pimler çekilir ve
duygunun sınırları şehvetle mayınlanırken
diken olmakmış kendine

tam deli işi!

öyle dediler….


(20 Şubat 2005) – “Şikayetname” Dosyasından…

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:56 PM
...Şikayetname 20 / Karalama Dosyaları...

uzun bacaklı tayın
ihtişamlı koşusunu banardık tedirgin akşamlara
talandan korurdu çadırlarımızı
taze bir umut muştulardı
erken ayazlara düşen ilk yağmur damlası
pusuda saklı hançer ve yüzümüze sırıtan
kara suratlı mağaraya kişnerdi küheylan
:
her şahlanış
içeriden yağmalanmış bir toprak parçası

arkamızdan kovalardı karalama dosyaları
orada gizlenirdi şiir
insafsız bir iç savaş artığı ganimet adaklar misali
alnımıza sürülürdü harfin kanı
anılar tüterdi bacalardan
ki kırlaşmışlardı
unutmuştuk çünkü insanca yaşlanmayı

ilan tahtalarına yapışırdı suretimiz
takvimleri ağlatırdık biz

b u y ü z d e n “genç” koydular adımızı
“ölümsüz” dedi birileri
biraz alaycı
biraz küçümser bir tavırla!
b u y ü z d e n çözümsüzlük gurbetiydi
yanıtsız soruların tebliğ edildiği
kayıp bütün adresler

başıbozuk isyankar ve çılgın tay
tıslayan gece yılanını b u y ü z d e n
gündüze şikayet ederdi bıkmaksızın

dağlanırdı dudaklar karalama dosyalarında

bıçak-rüzgar-kan
bu kadardı yaşam!
geçmişi geleceğe bağlayan ak kağıttan farklı
sıradan bir zincir halkası

yoktu bir anlayan!

(kutsal aşkın kendisi
ve aşkı bilenden başka...)


(30 Mart 2005) - Şikayetname Dosyasından

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:56 PM
...Şikayetname 21 / Bin Mürg...

(hoyratlık ülkesini kuşkuyla yoklayan
kal-u belâdan beri muhalif ehven-i şer’e;
bin duayla giyinip sözün son hırkasını
aşkın zalim kuyusunda demlendi şair…)


kokusundan tanırdı beyaz ölüleri!

kırk yürekli
kırk yiğitler dergahından süzülüp ak memelere
iki nüfuslu kentin pasavansız yolcusu
yetim kalmış kum tanesine şikâyetlendi sessizce:

seninle bilendik ey!
seninle belledik hangi ağır göçten kaldığımızı
pas tutmamış asil künyenle
dili çekilmiş mezarlarda
hangi çılgın arzunun yatalak mahreminden

ki acılar kürsüsünden vaaz ettin hep
ki cinnetimizdin
ki cennetimizdin sen!

bin sabırla geçtik semaha
neresine dokunduysak bir sabinin
esmer bin ağıt düştü gökten
döşümüzde mızraklar…kaleler böyle indi
otağlar kuruldu sayrılığı nüksetmiş divanına
yıllanmış bin ah’ın mirası durdukça sırtımızda

böyle gitti atlılar
bin atlı daha var evrenin sonsuz yolunda

şimdi
ikiye böl beni
:
bir yarı ele güne
bir yarı kendime

“ol” de ki düşeyim bin mürg’ün kanadından


(30 Eylül 2006) – Şikayetname Dosyasından

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:56 PM
...Şikayetname 22 / Cerih...

bıçakla komşuyuz nicedir
dil yaprak kıyımı
kutsal tuza bağışlandı yaralar
sonsuzun tetrakis hesabı

sus’u sorgulayandır bıçak!

çürümemiş ağrılardan sor beni
kısılan nefesimi mücrim sesi say
ıssızda göveren uğursuz iniltiyi

ruh haylazlığımı asıyorum adak ağaçlarına
beni benden bil ey ben!
üçüncü gözüm bende kalsın
yabanıllığımı sen üstlen

emanetim olsun kesilen gırtlak
hançereme gizlediğin kâhin sözünü bırak!


(13 Ocak 2007) - Şikayetname Dosyasından

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:56 PM
...Şikayetname 23 / Çolaklık! ...

yen içine koy çolaklığını!
ayrı koy
en derine….

hangi ölüyü sakladıysak onurumuzdu bizim

yetti diyorduk ya bu ziyankar hayat
susmadı…hala çalıyor çanlar
tükeniyor zaman
oyun başlamadı bile

hem kim bilebilir son zar atılmadan
kim galip
kim mağlup
kim berabere!

ister saçını okşayayım bugün
kızılcık şerbetine bağışlansın kanın
silinsin yüzündeki izler
bir kırbaç şaklasın ya da sırtında
haykırsın avaz avaz içinin deli sesi
vız gelir ölülerimize!
bırak kahrın kuyusunda demlensin keder

bir sigara içimlik yol kalmış şunun şurası
ne acıdan korkar dağlanmış göğüs kafesi
ne hain kurttan
içindeki ağıttan başka

çolaklığımıza dokunmayın yeter!


(29 Temmuz 2005) - Şikayetname Dosyasından

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:56 PM
...Şikayetname 24 / Ain Sof’a Son Çıkış...

ne söylendi yazıldıysa taşa
geri alındı
tarumar yanına bağışlandı ejderin
rüzgar esti bir yol
rahmet közü biçti
geri döndü hikaye Mu’ya

en son
delirmiş bir kandı toprağı kışkırtan
gülden diken çalan merhaba
çamura bulandı

…uyku bilmez kahin
iz sürer geceleyin rutubetli gözleriyle
kudurmuş bir at sırtında
zamanı tütsüler rüzgar sipahisi
ayarsız takvimlerin göğüs ağrısında
söz keser
üçüncü göz ateşiyle sancılı bir veda’ya...

böyle mağrur verildi yol izni Mu’ya
var’ı yok’a saydırmadı bilici
bağrındaki dövmeyle mühürlendi muska
böyle bir ayinle bağışlandı
zemzem sarnıcının sır dolabına
:
yarın çok geç olacak sin-i-ba!
kireç boyalı ruha canhıraş bir sesleniş bu
____annu-ba tecellisi____
öz'ü içinde gizleyen ölümsüz Ra’ya

ain sof’a son çıkış!
geri dönüş Mu’ya…


…….......

(15 Aralık 2005) – 'Şikayetname' Dosyasından…

***ain: hiçlik
sin-i-ba: öz’ü temsil eder
annu-ba: sevgiyi aktive eden sembol
ain sof: sonsuzluk

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:56 PM
...Şikayetname 25 / Bir Yudum Hüzün...

çünkü çıplaklıktır en kısa tarifi güz’ün
birileri mısraı hançerler bu mevsim
sarı hüzünlere soyunur bir başkası envai renkte

hangi nehir sevişebilir hemcinsiyle denize varmaksızın
hangi şimşek bilir suya dönüşeceğini bir gün

usulca başkaldıran sırlar olmalı mutlaka bir yerde
güzel bir kadının
teninden süzülen rayiha kadar anlaşılmaz
isyankar ters akışında suyun
yalnız.
durgun
ve gamlı

aynada güz
aksi: hüzün

ayrı düşülür gölgeden düş kanatlarında
mülteci koğuşlarda azar kudurur keder
ayrılığa perçinlenmiş
kalpçe azmanlaşır düşünce
tedirgin
sancılı
ve ağlamaklı

künyemizde “yaprak dökümü” yazar o gün
çünkü vurgun yemişizdir hüzünden
dışa açılan bir kapı aramalı
öyle ki suya karışsın çıplaklığımız
kitaplarda böylece alenen
“bir yudum hüzün” diye geçsin adımız!


(8 kasım 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:56 PM
...Şikayetname 26 / Kördüğüm...

içimdeki yumağı
çözmeye ayırdım gece masallarını
yüreğimde çeteleşen
___kelimelere

ayarlı saatlerin karanlık yüzüne

asmışız hayata paltomuzu bir kez
sabaha sağ çıkmaz şimdi zihin kurtları
uçsuz kördüğümler vehmeder
selamsız atların sabırsız kişneyişinde

esir alındığını bilmez bir yumak
parça tesirli vuruşların menzilini
içtiğimiz acı su aynı
döktüğümüz kan ve cerahat
nabız atışlarımız
___birbirine ayarlı

ihtilalim var bu gece!

kalkışacak körelmiş tüm dizeler
bir dağ yankısı olacak bu masal
keskin bir törpülenme
dışa bakan
___iç yüzümüze

feshedecek aksi halde kördüğüm hepimizi
kapsama alanı içindeyiz zalim bir şebekenin


(25 Ocak 2006)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:56 PM
...Şikayetname 3 / Bıçak! ...

hayalet kentler onarıyorum bozkırda
kanımın deryası oluyor aynalar
yeşilin özlendiği
maviye sığınılan kara bir gün bu gün

düş imgeler tutuşuyor ellerimde

dağlık bir yaylada kalmıştı küheylanım
uçamıyoruz ah!
yüzleşmesi bitmedi ulu dağ başıyla
habersizdir son keşişten ünlenen duaya kişnerken
atlas divanlara çığlık derleyen harem ağasından

tunçtan heykeller yontarak göğün ak yüzüne şimdi
talan ediyorum belleğimde ne varsa
lanet olsun!
bedbaht bir gonca düşüyor bağbozumuna

ne tartıyor terazim ah bilsen!
nasıl tartıyor şirazesi yırtık şu hayatta
bir kefe ağır çekerken
her şeyin tükendiği o kentte bir çocuk ağlıyor
derinleşiyor atardamarımdaki uçurum

çürüyor lal dilim ey yar!
karanfil kokulu şiirler çakıyorum alnına
yüreğim çatlıyor

sonrası anarşi
:
aşk gibi bir şey!

dahası ne ola
böğrümdeki bıçaktan gayri…


(23 Şubat 2005) – “Şikayetname” Dosyasından…

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:57 PM
...Şikayetname 4 / Kilit

bir vakitte çekilir mandalı
açılmayan kapıdır yürek

kilitler kendini öyle

susarım sonra
acıya giderim
yoldaş olur gözyaşım
bir yudum kahve gibi hatırlı
küller savrulur ateşimden
sessiz bir infilakı izlerim

hangi mayın tarlasıdır bu
hangi uçurum!
nerede yitirilir en hayati organımız
söylenmez hiç

taşa kilit vurur dil
kilit üstüne

kaçmak çözüm değil ne zamandır
yok edemez kimse izlerini


(23 Şubat 2005) – “Şikayetname” Dosyasından…

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:57 PM
...Şikayetname 5 / Kesikler

az gittim dolaştım
yundum yıkadım
uz döndüm

nereden bileceksiniz
ne denli kırıktı içim
kaç hançer yaraladı habersiz

“sevgi emektir” dediler
yalandan sevgi olur mu hiç!

ihaneti kazıdım önce belleğimden

:kırmızı çizgiye dinamit koyanları
sabırla saygıyı çamura bulayanları

tuttu şimdi hesap
ön bahçem gövermekte
arkası güya gülistan
uçurumda cesetler
elde var
eskilerden birkaç

beni sorarsan iyiyim
reçine salıyor gövdem

kesiklerimden! ...


(23 Mart 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:57 PM
...Şikayetname 6 / Taş

aynada mayalanacak an
ödeşmek üzre kırk başlı ejderimizle
kınayla çıkacağım yağmur duasına
siyahtan ırak
sürmelenmiş tül bir duruşa

kimse görmedi içimin ayinlerini
dilim kilit taşı
dilimin önü ardı taş!

hangi kapıdan eylemsiz
cansız çıkılır
hangi kapı cefa
hangisi secde içindir
bilinmedi
bildirilmedi hiç!

kudurmuş akışında
suya köpürecek infial ve sessizlik
çıldırtan bu nefessizlik

adaklar sunacağım dilsizliğime
keseceğim sonra!

durulmak için değil miydi denizler
durulsun öyleyse
durulsun ah!
bu yol bitti biter

bir sabır taşı düşürdüm suya
su suskun şimdi
şikayetli
su en keskin ayna!


(23 Mart 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:57 PM
...Şikayetname 7 / Ünsüz…

derin denizde
trol ağlarına takıldım
şahdamarımı dinamitliyor sessizlik

ses
ses
ses!
ki anası sessizliğin

yeterince ünlersem
dönüşür mü ünleme?

unutur belki bağırmayı
susmayı bildiği kadar

ündeki anlam yalan
yalan uçurumdaki can
Şahmeran’ım oluyor denizdeki yılan

iniyor kaderin sessiz ağı
bir yol açılıyor derinde
dilimden yürüyen
:
kesiyorum dilimi

ünsüz mak****** geçiyoruz sonra!


(25 Mart 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:57 PM
...Şikayetname 8 / Öfke! ...

melankolik bir şarkı takılıyor örümceğime
piyano-piyano o balada çarpıyor akrebim

öfkeliyim!

bu saatler zulmü hapsediyor
hayata indirilmiş şalterin kuytusuna

ezeli iki kara delikten geçmiştik anımsa
deliklerin ucundan
kehkeşana çıkarken
kalaysız bir tepsiydi dünya

kışkırtıcı bir kapı bağışla şimdi
adı 'çakır gözlü masumiyet' olsun
anlamı düzgün öyküleri açsın anahtar
mizanı doğru aritmetik hesaplar gizle zulanda

dipsiz kuyulardan bin beter bu ketumiyette can çekişirken
pıtrak tarlasına forzando bir arya ısmarlayacağım!
koca memeli sopranonun gırtlağında patlayacak ses
detone baslarda tepinecek şarkımın küheylanı

anlamadın öyle mi
olsun!
öfke kusuyor yükselen yıldızım
nüksediyor örümcek

durma ötele!

çalsın diyorum çanlar
sıyrılsın kemik çürümüş etinden
gül oyalı bir mendil düşsün yere
dişi-erkek
tüm kağıt tasvirler renkli camlarda kalsın

terk edilsin müptezelliği çağın

bir giyotin tıslıyor ensemizde bak
saatlerden şimdi
ihtilali vuruyor saat!

böyle bir anda düşürülsün mendil
alsın öfkeyi böyle

günahı alır gibi! ...


(23 Mart 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:57 PM
...Şikayetname 9 / Çaresiz! ...

intihar kuşları ötüyor beynimde
ense kökümde migrene dönüşecek
o ağrı yuvalanıyor yine

neden böyle acıyor gözlerim

evsiz bir çocuğun
sessiz çığlıklarına takıldım şimdi
ondandır

kar etmiyor zırvalama
ve delilik

ah çaresizlik
ah çare-sizlik! ...


(9 Nisan 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:57 PM
...Taşra Hikayesi...

-zarfı belirleyen mazruf; mazrufu belirleyen ise zaman…N.E.


sevemedim merkezi
katrana bulanıyor çeperler...

sığılmazdı böyle yerküreye
taştım taşraya
çağırıyordu gökler
kilitler pas...kan revan
söküldü cehennem kapısı
bulutlar tebliğ edildi usuma
rezil bir kıyamete döküldü duvarlar

gayrı durulmaz buralarda...

ipi çekildi emanet mazbatanın
sözcük imla ve anlamın
kabuğum bağama yük
vurdum taşkınıma
vurdum taşraya

bir içime yenildim
eksilir ve çoğalırken
bir de içimin taşrasına

bu kaçıncı yol...kaçıncı serüven
denize baktı Musa
yarıldı su
ana rahmi paramparça
sustu dünya

gurbet sevdalısı şiir ey!
doğurgan ağrılarımsın araf sırtlarında
hükmümden cinnetli
hükmedenim

ne kaldı geriye!

aslıma rücu edip bir pagan otağında
göçün son durağında Altay’dan tetiklenen
sözün memesinde mazruf belirlerken
“geleceğe bir mektup”* yazmaktan başka

bir içime yenildim ah!
bir de…

……

(*) “Şiir, geleceğe yazılmış bir mektuptur....Mektup, ‘iki’nin eksilerek ‘bir’ olmasıdır.” - Hüseyin Ferhad

(10 Ağustos 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:57 PM
...Tut Ki Kurudu Bütün Nehirler! ...*

-“ Bir kimse bir şeyi beklemezse, beklenmeyen şeyi bulamayacaktır” – Heraklit


boyutum kadar düşünce
boyum kadar tufanım ben
yok sayılmış bir eğride akan
doğduğum gün bana armağan
ölümden çalıntıdır yaşam

tut ki kurudu bütün nehirler
yataklar yine de akmak içindir
onlar bekler!

hani diyorum ki
soluğu tükenmiş su teninde bile yeşerse
her ölümlünün bir yarını olmalı
dur
dinle çığlığımı!
yaralı teleklerin çıtırtısı bu

bir avaz bırakıyorum
dar ötüşlü kış serçelerine
‘şer’e karşı ‘hayırlar’ serpiyorum son ötüşlere
yarınlar unutulmasın diye

dil anlama kavuşursa ortaktır ancak
nefesim yırtılıyor sözcüğün sinesinde
uyuyan bir kelebekten çaldım düşleri
göğe asılan şimşeğin ucunda sesim
yılgınlığın talanıdır çarparken sesine

tut ki kurudu bütün nehirler
rüyalar yine de inanmak içindir

her ölümlünün bir yarını olmalı!


(10 Ocak 2004 – 22 Mart 2004)

(*) Uzun sürede yazılmış bir şiirdir bu. Manevi kızım S’nin acılarını paylaşırken; bir taraftan gitmemesi için dua eder ve diğer taraftan neden gitmesi gerektiğini anlamaya çalışırken; son olarak da çıktığı yolculukta onun kucağına bir yudum umut bırakmaya çabalarken yazıldı. İç içe geçmiş pek çok duygunun ifadesidir. Gitmeye karar verdiğini ilk günden beri biliyordum. Bu yüzden son dize, daha öyküye başlarken düştü kağıda. Şimdi o, albatroslar diyarında…

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:57 PM
...Tutulma...

tutulmak üzere
dağın ardına çekilen güneşten geliyoruz
__soluyor renkler
___soğuyor evren
bar tutan yalnızlıklara adanmış saatler
ezber ediyor
kimsesizlik derbentlerini

var elbet bir teselli!

-hiçbir yasak kuşatamaz aşıkları-
yıldızların belleğine çakılır sevenler
geleceğe mıhlanır çünkü her biri
yeter ki
avını kovalayan bir alacakaranlık olsun
___terk edilmişliği kazıyan neşter

ışığı alabilirsiniz artık!

bizi vuran bu deli nabız
ve gökyüzüne çivilenmiş sevda

“eriğin
çekirdeğini kucaklayışı gibi”*

sarılır o siyahlığa…



(*) Özkan Mert: “Bir Aşk Şiiri Sana – 4” ten…

(29 Mart 2006) – Tüm tutulmaları belgelemek adına…

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:57 PM
...Uçurum...

uçurum anlatıyor

suç yok
suçlu yok
ne tuhaf!
cezalandırılmaktan söz ediyor durmaksızın

safi kulak kesiliyoruz kınından çekilmiş bu intihara
delik deşik oluyor aklımız
sabrın isyana durduğu yerde
esvaplar dikiyorum imlasızlığa

dış yüzüm nisan tomurcukları
geceye perdahlanmış bir güz ağrısı içim
suç hikayeleri uçuruyor
aşk pervazındaki kumru kanatları
:
kendimi dağlıyorum!

döşümüze çakılan ünlem
ve kıyasıya teslimiyet
ve kıldan ince boyun eğiş hayata
anlaşılmasın diye
suya yazılan onca öksüz eylem
avucumda kalıyor
:
ipin yere düşen gölgesini anlatıyor hayat darağacına
sözünden caymamışlığını
uçurum kenarında bir ölüm taziyesinin
:
suçlu yok!


(6 Mart 2006)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:58 PM
...Unutmuşum! ...

sarı bir hüzne ekilmiş
kekre pişmanlıklar yasından kalmaydı gün
söküldükçe uzuyordu tırnaklar
aniden ucuzladı yaşamak
aniden kısa
kirpikler isli
sağır bir yangından kıyasıya kaçan

nasıl toplardık parçaları
unutmuşum!

bir adım öteye gitmezdi
yüzümüze sıvaşan acı gerçek
kurşunlaştı solumak

bir harf daha düştü
:
içimdeki çocuğun yandığını
unutmuşum!


(14 Kasım 2005) -

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:58 PM
...Üçüncü Yıl 1 / Na! ...

işte böyle!

az mı gittim
bilemem
uz mu

bir arpa boyuydu yol
iki yıl doldu

kah eksildi kanım
soğudu natamam kürtajlarda
prematür bir bebeğe can verirken kah
çoğaldı sımsıcak

tam da bugün
bu çocuk
üçüncü kez doğacak...


(27 Ocak 2005) – “Şiirle Monogamik Sevişmeler” Dosyasından…

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:58 PM
...Üçüncü Yıl 2 / İm! …

kim bilir kim olduğunu
düşmedikçe sureti bir aynaya
yankılanmadıkça kuyudan sesi

şiirin leylekleri durmaz uçar
yalnızca acılı yürekler mola verir orada

mısraın ipek kaftanına bürünmedikçe
sevişerek sözle inleyip
tende imlenmedikçe ruh
sesten sayılmaz vahşi çığlık
ki yanıltır sessizlik
işaretlenmemiş imge
ve imgesizlik
beni benden soran bensizlik

o diyar
orası
bu diyar
susuz kuyusuz Kerbela

şiir tanrısı ey!
başka yer yok
sür izimi

yalnızlığa uluyan kurtların rahminde gizliyim
ruhsatsız doğur beni

şimdi!


(27 Ocak 2005) – “Şiirle Monogamik Sevişmeler” Dosyasından…

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:58 PM
...Üçüncü Yıl 3 / Ma! ...

dizekıran
imge celladı sancılar da var
katil barikatlar kurulur kör menzillere
emreder zemherinin anaforu;

-cebbar bir acıya yataklık et
sus ve em!

kırlangıç küskün / yol yitik / rüzgar kırık
küf ve külü anımsatırcasına soğur evren

say ki gittin
git…tin…in…n
yoksun
yokuz…uz...z
acı ve sevdadan
uzağız
tımarhaneye dönüşür düş evim
kafesim derbeder
rahlem cenaze duasında
ok ve yayızdır artık kendimize

-fırla!
der yürek

ah yüreğim!
ala bir taysın hala
ebemkuşağından köpürür harflerin
yeni sökülmüş tırnak acısı kadar sinsi o ağrının koynunda
dünden bugünden farksız
yarın da bilirim yazılmıştır düşmek
çaresiz bir rehine gibi
şiir tanrısının avuçlarına

buyruğa boyun eğerek
tez deşifre ederim gen haritamı
öyle ki mayalanmasın ahrazlığım
lal dil’imin gün sayan divan kapısında
sürgün heceler incelsin sisli bir an’a

-ak kağıttan doğ!
vaktidir kaleme rücu etmenin
öksür kekele ve kus!

karanlığa kandiller adar sonra güneş
zebanilerden uzak
ışığa döneriz yüzümüzü
dokunurum sana işvebaz bir gökadada
el yordamıyla dizelere abanarak

ki kurtuluştur
uluyan kurtlarla büyüyen gecenin paydasından
böyle böyle
su serpilir acıya

dudaklarını sevdayla ıslat şimdi
serin bir su tut kendini şiir tanrım
her mevsim çünkü
dağ ateşi tutuşur şair kanında

-doğur ve kus!

sus/ma!

su(s)
ma! ...


(27 Ocak 2005) – “Şiirle Monogamik Sevişmeler” Dosyasından…

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:58 PM
...Ünlem! ...

anlamlı bir adı yok!

'sabahı idam eden kadın' diyorlar ona
uyandırılmayan tüm sabahları
uyanılmayan...
:
ağlıyordunuz siz

çılgın şiirler söylüyordunuz siyahi bir güneşe doğru
kara büyünüzden kalmıştı is kokan çığlıklar

bir ihtimal
lav kusan dağın eteklerinde
'geceyi katleden adam'a terk edilmişti rüyalar
:
‘yangına giden’ ‘ateşten gelen’i süzdü böyle
geceye hesabını veremedi gün
iri birer ünlemdi gözlerdeki bakışlar

ve ağlıyorduk biz...


(7 Ocak 2006)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:58 PM
...Üşürsün Ozanım…Üşürsün….

tanrıların arabası* ile yasemin sarayların
buluştuğu gün aşılacak denizler
yetim sığırcık sürülerinin
çığlığında duyacağız
kurumaya durmuş mümbit ırmakların fısıltısını

acıyla gülümseyeceğim çağımın sızısına
yabancılaşmaya!
:
erken vakitler
ağıt yakarken suyun uykusuna...

mahmur bir gölgede susacak yaşam
nehir yataklarını ıskalayan yağmurun ben olduğumu kimse bilmeyecek!
vakitsiz bir rüzgarın çarpıp durduğunu kayalıklara
akrebi korkutan suyun ağrısına ağladığımı sessizce
:
izimi yürüyeceğim!

enlemler boylamları götürecek
kadını sorgulayacak titrek bir dağ
yeller eserken tepede habersiz
imler ırlayacak sevda güllerine

hava hüzünlü bir ezgi
:
'üşürsün ozanım….üşürsün”....

hiçbir türkü yüreğe bu denli neşter olmamıştı
sevdanın keskin bakışı bileniyor gözlerde
ah ateş tanrısı! ah volkanın dölü
acılı kentlerin tümünü yakacağım
kuyulara gömeceğim haritaları
tersyüz olacak yerküre

kör karanlıkta anlama düşmek boynumun borcu olsun
ödeyeceğim!

sesimden geldim
pusula sesimin yaslı yüzüne
vade doluyor bak
en hakçası gülen yüzüm sesime yürümek
nasır tutmaz acılar tohumlanmış yüreğimle...

ne desem ki nasıl anlatsam!

kimse görmeyecek
kimse bilmeyecek!



(*) Zodyak’taki 3. burç olan İkizler, antik zamanlarda “Tanrıların Arabası” olarak nitelendirilirdi.

(17 Şubat 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:58 PM
...Villa Grimaldi...*

- Augusto Pinochet'ye

unuttun
bir kış gecesi denizden geldiğini

suyun sesini unuttun!

korku kustu
yorumsuz karanfil üstüne
öfkeli dudaklar

titreyen karanlığın
öç almasıdır
şimdi çağrılı gidişin

kimdin sen
acılar kuyusuna
buğulu şarkılarıyla gömülen
onlar kimdi

ölür müydü emekli tiranlar

sorular sus’a bağışlandı
yanıtlar
hecenin sürgün hali


(17 Aralık 2006) - 6. Dekad

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:59 PM
...Vurgun...

zımbalıyorum şiirleri üst üste
hedef tahtasındalar şimdi
vuruyorum on iki'den
düşüyorlar

vurgun yerken şiirler
sinsice iniyor gece
geceye idam mangaları diziyorum
yetmiyor barut!
bir daha yeniliyorum dili
benden içre suskun
çığlık çığlığa benden öte
boydan boya bedenimle örtüyorum geceyi

delice koşuyorum
sağrımda bir it delişmenliği
kanımda diz boyu itlik
:
boynunu ilk büküşte hani
vurmuştum yüreği ona
emanetim oldu mahşer yollarında
emaneti oldum bir tutam zehrin ucunda

gece aksak
dokunsam hırlayacak
gece it azmanı sıcak

yanıyor delifişek kalbim
:
“ceketimle örteyim gecenin bütün itliğini”*
gömeyim kendimi vurgun sesine
gecenin oyduğu mezar sessizliğine
gürlesin şiir ey gönül
çağlasın
selama dursun alem!

bekle
saba gölgesi düşecek güne
ardı sıra izler bırakan
hiraman sam yeli ateşinde

çek geceyi kınından!

…..

(*) İsmet Özel – “Geceleyin Bir Korku”dan...


(29 Temmuz 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:59 PM
...Yaban Kumrusu... Düz yazı

Sisli bir yalnızlık gibidir ölüm...
Bilinmeyenin içinde tek başına yitmek, kaybolmak...
Ve yeniden doğmak şairin dilinde...
Pir-ü pak, taptaze, dipdiri…

Ölmek hangi hesabı sonuçlandırıyor, düşündün mü hiç? O ki doğumdan önce de vardı. Ondan geldik; ona gideriz hepimiz. Ah bu korkularımız! İntihardan ne sık söz ederiz. Yaşamaktan ürktüğümüz için midir dersin? Yenilgiler cehenneminde yanmaktan korktuğumuzdandır belki. Birileri gerçekleştirmiş diye ne çok kıskanırız onları. Ama yapılmaz... Yapamayız. Bu yüzden de söze ve sözün anası şiire dokunur ellerimiz.

Sen kırık ötüşler bırakırsın evrene...
Bizler, 'söz'lenir ve söyleriz...

Bu kış yaşamdan yine ayrı düştün. Ne kadar da benzemiyoruz birbirimize. Benim bir eşim var; senin yok. Onu arıyorsun sabahları balkona astığın çığlıklarla... Bense suskunluğumda, yaradılış anında vaat edilmiş olan sözümü... Susmak da bir tür konuşmaktır, biliyor musun? Şakımayı öğrenemedin lakin bağırarak bir ün bırakıyorsun sonsuza. Ben, içimin boşluğuna saldığım sözcüklerle anlatıyorum meramımı... Ölümü, hayatı, aşkı ve sevda karası hüzünleri “söz”lüyorum oradaki 'ben'lerle. İpine tutunduğum bir uçurum var. Sen görmüyorsun. İniyor çıkıyorum durmadan. İniyor, çıkıyorum… İnan ellerim kanıyor ama yılmıyorum. Kimi gün bir dağ ateşinde yanmayı seçiyorum. Küllerden yine yaratmak için kendimi...

Anlamazsın sen. Sana ölüm, kalbin durması demek... Açlıktan, sayrılıktan; belki de vicdansız bir kedinin pençelerinde inleyerek... Hayattan kopardığın anlam, yalnızca eylem ile sınırlı. Veya eylemsizlikle... Hâlbuki yazan kişi eylemsiz de anlamlayabilir, özüyle anlamlandığı gibi... Gördün mü, ne kadar farklıyız!

En fazla kaç boyutta yolculuk edebilirsin? Üç, dört, beş? Ruhumun koyaklarında dolaşırken, “ödünç alınmış büyülü âlemlerde, ‘n’ sayıda boyuta hükmediyorum” diye övünsem şimdi, darılır mısın? Gidilmemiş göç yolların var senin, sıcak ülkelere uzanan katar katar özlemlerin... Beni sorma hiç. Asırlarca önce evcilleştim. Evcilleştirdiler ve sözü keşfettim böylece. Diğer kuşlardan farklıyız biz. Göçemediğimiz sürece mekânsal kısıtlanmalar, iç yolculuklar aracılığıyla özlemlerin patlamasına neden olur.

Sen haykırırsın, ben söylerim…

Biraz dert yansam, dinler misin? Âdemoğlu sözün değerini bilmiyor artık. Yaşam ve ölümün iç içe’liğini… Neden içimizde intihar ettiğimizi bıkmaksızın ve neden her satır ve mısra ile ana rahmine geri dönüp, orada bir kez daha yunup yıkanmak istediğimizi… Dışa vurdular çünkü. Hemen hepsi dışa vurdu. O denli berbat evcilleştiler ki, safi “dış” oldular! Hasreti, ayrılığı, sevdayı unutmuş gibi görünüyorlar. Şairin ölüm özlemini de bilmiyor onlar. İnsana dair ne varsa külliyen unutuldu…

Üzülüyorum yaban kumrusu. Zarf ile mazruf birbirine karıştı epeydir. İzlediklerinden utanır oldu sözüm. Ve sol yanım budanıyor gün geçtikçe. Hiç değilse bunu anlayabilirsin. Evrensel bir duygudur. Eşini kaybettiğinde hissettiğin acıdan farkı yok inan.

Örselenmiş yüreğimi sana bağışladım. Anlat bana şimdi, bu yarayı nasıl kanayacağım?

..............................

-(S’İMGE Kültür Edebiyat Seçkisi: Mart – Nisan Sayısı – 2006)

-(http://borgesdefteri.blogspot.com/)
-(http://blogcu.com/nimo/)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:59 PM
...Yağmur Kokusu...

duygunun üleşilmez bütünlüğünde
bir yol hikayesiyim
kah üzgün
kah deli bir tay yüreğim

sormasın kimse beni
ilkyazı beklemekteyim

bilmece bir armağanla avuçlarında
ikizim gülümsüyor aynadan
can çekişircesine
yabanlık bir entari biçiyoruz kışa

yoldaşım dilsiz alfabesi
ciğerim suskun ve yanık
ateşten icazetli

zirve sis
zirve çamur
zirve kayalık toprak
içe dönüyor hıçkırık
kış ağaçları kadar yalnız ve çıplak

havada yağmur kokusu

sormasın kimse beni
ben böyleyim!


(18 Şubat 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:59 PM
...Yaşam ve Ölüm Uymacıları! ...

50 derecede kış!

Ölüme de yaşam kadar yakın durmak gerektiğini düşünmüşümdür hep. Ölüm zamanla kabullenilebiliyor ama kanıksamayı ve vurdumduymazlığı anlayamıyorum bir türlü. Ölümü renkli camlardan bir Hollywood yapımı gibi izleyip sonra da hiç bir şey yokmuşçasına 'hayattan keyif almayı' anlayamıyorum. Baudrillard 'ın 'hipergerçek'i bu olsa gerek... Telefonları açmak istemiyorum artık; posta kutularını da... İnsanoğlu bir tuhaf olmuş. Sınırlı sayıda sözcükle konuştukları yetmezmiş gibi sınırlı sayıda düşünce, sınırlı sayıda duyguyla yaşıyorlar. İlk duyduğum cümle 'tatile gitmediniz mi? ' sorusu. Gitmedim lanet olsun!

Yanı başımda masum siviller ve bebekler ölüyor, anlamıyor musun?

İçim kaldırmıyor, havuza bile gidemiyorum. Yeni aldığı evin dekorasyonundan söz edeni mi ararsınız; köpeğini denize sokarken yaşadığı mutluluğu anlatanı mı? Oysa dört ayaklı dostlarımız için hayatını verecek kadar seven biriyim onları, ama sırası değil şimdi. Havuz başında yediği balığı dillendiren, mangalda et, yanında rakı hayalleri kuranları mı; alışveriş şehvetiyle kendini ve çağını yitirenleri, her şey yolundaymış gibi okumam ve değerlendirmem için aşk şiirleri gönderenleri mi, hangisini saysam ki…

Bu ölümler sıradan değil, anlasana!

Planlanmış katliam, duyumsamayı unutmamış olanların yaşam sevincini çalıyor. Olan biten budur işte! Ekranlar ise ölümün kanı donduran soluk yüzü kadar soğuk. Oysaki içine girdiğimde kokusunu duyabiliyorum. İnlemeleri, çığlıkları, o derin acıyı, 45–50 derecelik sıcaklıktaki açlığı, ilaçsızlığı, giderek bir istatistiğe dönüşen ölüm raporlarının gerçek yüzünü; kalplerimize kocaman bir “neden? ” sorusu bırakan dipsiz çaresizlik ve isyanı… İmha eden, yok edendir ölüm. Ve acıyı durduran… Hâlbuki ölüm bu coğrafyada acıyı çoğaltıyor. Katlıyor, büyütüyor, öyle ki kıyılarıma vuruyor dalgası.

“Öncelikler”le “incelikler”in değerini kavrayamayan insanoğlu ey, teknem sallanıyor anlasana!

Günün dertlerine hiç de denk düşmeyen, dahası şu sıra “baş kadın” olan ben”imle hiç uyuşmayan abuk sabuk bir konuda yazı istiyor bir dergi. Yok canım! O kadar ucuz mu bu ruh! Aslında yazabilirim. Kafama koyduğum her şeyi yazabilirim fakat istemiyorum. İnsancıl sorumluluğum dik durmamı ve bu duyarsızlığa başkaldırmamı emrediyor. Şu sıra Ortadoğu üzerine yazıyorum. İsteyen alır basar; istemeyenle ise hiç işim olmaz. Gazeteleri, “köşe yazıları”nı, tüm kanallardaki haber saatlerini izliyorum. “Ivır-zıvır ve gündeme getirilmeyecek konularda birbiri ardına dakikalarca süren oturumlar düzenleyen programcılar nereye gittiler? ” diye soruyorum kendime. Yanıt bulamıyorum. Belki de tatildedirler! Böylece onlar da önceliklerini yitiriyor.

İngiltere ve Londra üzerinden ABD’ye uçmak üzere olanlar dün çok korktular, çünkü gerçekleşmesini asla arzulamayacağımız olası bir El Kaide saldırısı ile korkutuldular. Çünkü üstlerine Batılı bir paranoya, post-modern bir dehşet duygusu salındı. Dondular. Sırada bekleyen yolcuların yüz ifadelerini dikkatle izledim. Koyun sürüsü gibiydiler. Parfümleri, sıvı ilaçları ve hatta su şişeleri ellerinden alınırken en ufak bir tepki gösterene rastlamadım. Oysa üzerlerine sıcak kahve suyu döküldüğünde bile tazminat almak için mahkeme kapılarını aşındıran insanlardı bunlar. Neden böyle suskundular? Ruhları da davranışları gibi güdülüyordu da ondan! Ortadoğu için kaygılandıklarını da görmedim. İçlerindeki “bukalemun” böyle buyuruyordu. Otorite karşısında boyun eğmeye, sorgulamamaya ve yalnızca kendilerini düşünmeye alışmışlardı. “Kırmızıçizgi”yi geçmemeye gayret eden, tarih bilincinden yoksun, geleceğe dair zerre kadar sorumluluk taşımayan konformistlere (uymacı) dönüşmüşlerdi. Lübnan’da 30 günü bulan şiddet, acımasızlık, onca haksızlık, yüzlerce ölü ve binlerce yaralı; Birleşmiş Milletlerin iktidarsızlığı, ibret olsun diye tarihe kanla kazınacak olan beceriksizlik; Akdeniz’e sızıp doğa katli****** da neden olan tonlarca petrol; geleceğimizin dünya çapında giderek kararıyor olması umurlarında bile değildi. Yepyeni bir maske takınarak hortlayan çağcıl ve küresel bir faşizmin dayanılmaz tehdidi altında olduğumuzu önemsemiyor, utanç duymuyorlardı. Ne yazık ki bazı değerleri unutmuşlardı.

İnsanlığın son duası okunuyordu uyandığımda, çünkü bu gezegeni yönetenler(!) “İslami Faşizm”den söz ediyordu o sıra. “İnsanlık”tan başka hiçbir ölçütü, özellikle dinsel ayırımcılığı kıstas almayan benim gibi birini bile çıldırttı bu söylem. Üste çıkmayı nasıl da beceriyorlardı!

Altmış yaşındayım. Ve sabahın er saatlerinde, bedeli ne olursa olsun, asla bir “yaşam ve ölüm uymacısı” olmayacağıma dair bir kez daha yemin ettim. Bir belge düşürdüm kişisel defterime…

Aksi halde kendimle yaşayamazdım. Ve beni büyüten bunca acıyla!


(11 Ağustos 2006) - 'Gençler İçin Denemeler' Dosyasından

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:59 PM
...Yeni Dünya Düzeni (Novus Ordo Seclorum) ...

- Uzar gider bu şiir....Nefes aldıkça serpilen çocuklar gibi!


Whitman’ın* kuzu postunda kükreyen kurt
takdis ediyor sübyan ağıtlarını
post-modern çağın yalancı mezelerle donatılmış
işkence zanlısı sofralarında ağırlanıyor bin izzetle(!)
doğrulanıyor Huntington savaşları**

karşıtını şehvetle emziriyor
geleneksel “novus ordo seclorum”***
zamansız kederler çatıyor güvensizliğimde yapay teoriler
kulpu çatlak küp gibi devrilirken kalesi kadim uygarlıkların
farkındalığım ağlıyor
:
ağlıyor insan yanım

geleceğe kurulmuş adaletsiz bir masa bu
yara derin kozmopolit yüreğim ah!
iç ben’lerim
çok uluslu şirketleri işaret ediyor
boğuyor kalleşliği kahpe entrikanın

yırtılıyor suratlar / dökülüyor şiddete
parça tesirli!
:
kan revan içinde ürkmüş
eski bir dost yeryüzü şimdi
hangi dilimle gülümsemeliyim ona
hangi yangından kalmış dudaklarla

utanıyorum çocuk!

…………..
(*) Whitman: İlerleme, demokrasi ve geleceği yücelten şair…
(**) Samuel P. Huntington: “Medeniyetler Çatışması” tezini ileri süren yazar.
(***) ”Novus Ordo Seclorum”: “Yeni dünya düzeni - yeni seküler düzen” anlamında.

...................

'çocuklar acıları paylaşmaz demiştim omuz silkerek
acılardır paylaşan çocukları
gün geldi paylaşıldı acılar
çocuklar paylaşıldı....'
(İsmet Özel)
.............

'bana bir şeyler söylediniz, anlamadım
bir cümle, iyi bir söz, gene anlamadım
doğrusu hiç anlamadım, siz ne demiştiniz?
ben ne demiştim, ve çekip gitmiştim sonra
öyle ya, niye hiç değişmedi bakışlarınız?
BİTMEDİ DİYORUM, BİTMEDİ ŞAŞKINLIĞIMIZ....'
(Edip Cansever)
...........

'size bir şeyler söyledim, anlamadınız
öyle ya, neden hiç değişmedi ahrazlığınız
bitmedi diyorum:
bitmedi şaşkınlığınız! '
(Naime Erlaçin)
...........

'kurtulmak için çırpındığım çocukluğu
yeniden öğreniyorum çocuklardan şaşarak...'
(Şükrü Erbaş)
.............

'sokaklarda güpegündüz düş kuruyor çocuklar...
geleceklerini yazıyorlar kaldırımlara....'
(Doğan Özcan)
.......

Ve ben
üşüyorum anne!
(N.E.)


(11 Ağustos 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:59 PM
...Yetmedi...

dünyayı yaktım dün gece
önce okyanusları attım ateşe
sonra anakaraları tek tek
ateş tozunun mağrur yüzünde ağlayan
zümrüdüanka’yı

yetmedi!

çiçek tozlarına bulanmış kitapları yaktım
buluttan çaldığım sevdaya yapışan telkari anıları
geride bıraktığım yılları
gelecek olanları
insana dair bütün yalanları

yetmedi!

yıldızlarda tutuştu evren
esin perilerinin çığlıkları yuttu geceyi
kızıl bir alemde can çekişen canımla ödeşirken
ellerimi kaybettim
gözlerim ve dolunayı

yetmedi!

külleri unutmuşum...


(29 Şubat 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 01:59 PM
...Yol...

yılana terk ettim yaban sesimi
yolum iniş
yol yokuş

yol taşa köle
taş küle

kim yarattı acıyı ve aşkı
toplasın elmaları

-kurtlar bizim! -

ikiyle sevsin zamanı
biri beni çınlasın
biri sizi

sabra nişandır dayancın yolu
koyaklara meydan okur içimdeki Mâr
dağ kişnerse gül sevinci
küserse değişir zar


(25 Aralık 2007)

6. Dekad, HAYAL Yay. Ocak 2008, s. 85

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:01 PM
...Yolcu...

efkârın gergefinde dokunur düşünce nakışları
mistik bir rüzgar eser buralarda
billurlaşır söz suyun yorgun teninde

“gönle ulaşmanın tarihidir insanınki”
der feylesof*
hınzırca gülümser
bir dağ ateşi yakar gözlerine

satırlarda buluşulur sonra
hayal aleminde dolaşılır
düşler kurulur gönül eri olmak üzre
bütünleşir ruh ve akıl
durulur nöbetlere

-aşk düşünüp
ölüm konuşmaktan gelmiş
ne geldiyse başına!

böyle hikâye eder serüvenini...

kendine özgü bir sestir aranan
özgür ve özgül olan
kalıplar dökeriz bedenlerimize
sil baştan libaslar biçeriz

o bir garip
bir derviş
ben çilekeş yoldaş
açarız evrenin ‘la’ sesine penceremizi

tutunur kenara dolgun başaklar
dökülür dizeye nakış
mistik bir rüzgar eser buralarda
sessizliğe bürünür yol apansızın
kokusundan tanınır yolcu
yel sürükler

yol sürer izimizi


(*) Ahmet İnam


(28 Haziran 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:01 PM
...Yorgunluk...

boşluğa terk edilmiş bir nida artık sesim
savunmasız bıraktım savunma kalkanlarını
sonsuza açılan son kapıdan
hiç gelmemiş gibi süzülmek son hevesim

hiç selam durmamış gibi söze

toparlanmak anlamsız
harf öldü hece dağınık
yerebatan gibi bir şey oldu söz
uğraşlar kanamalar ter akıtmalar
kuma saçılan inci taneleri

yakılacak kaç darağacı kaldı daha?

ah emek!
son reddin olsun bu
son inkarın

affet beni yorgunum!


(1 Kasım 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:02 PM
...Yörük Karası...

ürkek asmaya inat
kaçakçı yuvalarda
toygarın aradığıdır bilinmeyen

“ölüm bir tohum muydu acaba? ”*

hangi yolculuk
kendini yaratmadı sade bir yürüyüşten
bağ sormadı aslını üzüm özünden

serçenin savurduğu imgeyi
döşerken söze
ipeğini
şerbetinde bulur Yörük karası

mahsul kekredir Likurga’da
bağbozumu güz
ölüm toprağa yakın


(*) Ülkü Tamer

(20 Mayıs 2008) - Likurga Dosyasından...

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:02 PM
...Yurtsuz...

anlama beni
derin bir unutkanlık say

geçer giderim bu kentten öyle
uğramışımdır belki çok eskiden

yarın yok!
kimse konaklamayacak burada
:
insan yanımla anımsa beni
ahraz dilimden oku bir yurtsuzun
hecesizliğini

beni unut
ayrılık diye bildir ırmaklarına


(9 Aralık 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:02 PM
...Zakkumlar...

zakkum çiçekleri açar tedirgin saatlere
esnemeleri yitirir uyku
acıya sağılır ağuda eriyen an
bırakılır ilk ünlem akşam alacasına
:
sorgulanır hayat

kaç kıratlık elmastır fikrin özü
ki nur saçar ruha pare pare
örtüsünü yayar yalnızlık
aşina sıcaklığını geceye
:
gece yekpare!

kısılıp kalmaz şiir sevdalısı yürek
kalem ucunda bir maytap tutuşur
geceye sorulur sonra
yazgının öncesinde bilenerek kuytuda

önyargısız bakılsaydı dünyaya
sevilirdi mutlaka zakkumlar
süzülürdü şerbet
belki sağalırdı menhus illet

uyanarak “hayat + düşler”in koynunda
çıldıran akrebe yol verirdi kalp
şen bir ölüm seçerdi mesela
kurak iklimlerin bodur ağacında

tek kişilik sundurmasında efkarın
mihenk taşı oluyor zakkum çiçekleri
fikir efendisi Sokrat’a dokunuyorum
nekes bir Akdeniz akşamının
aşüfte kollarında

çıldırdı zakkumlar!
raks ediyorlar
yanıyor göz kapaklarım
:
yürek yekpare!



(25 Mayıs 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:02 PM
...Zifir...

siyaha teyellendin bir kez
palamarlar nafile!
bilmez onlar
işgalci bir duygunun sardoğan telaşını

denizin esvabı çakır

sıradan bir barça
korkar fiyakalı hayal kuşlarından
orada sınanır vurgun
alaz bakırına değer
kamaşır dudak gelinlik kızılından

sevdalılar mülkünde falaka var!

milat sancısı bu
ferman
rüştün bindallısı

adı kötüye çıkar karanın
alt güverte isyan

suya yorulur zifir kaygılar


(4 Mayıs 2006) - 6. Dekad

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:02 PM
“Batı Bosna’da Ölmedi! ” (Lübnan Dosyası ve Türkiye)

I - 13 Ağustos 2006 Öncesi Değerlendirmeler:

Lübnan’da sivilleri de hedef alan acımasız bir savaş sürüyor. 26 Temmuz 2006'da Roma'da toplanan Lübnan Konferansı sonuçları incelendiğinde görülüyor ki yalnızca endişeler dile getirilmiş ve ileriye dönük yardım önerilerinden başkaca bir çözüme ulaşılamamıştır. Durumu 'cinayete yeşil ışık yakmak' olarak yorumlayan yine Batı'da çıkan bir gazetedir ('Liberation') , ki bazılarının aklıselimi halen koruduklarına dair olumlu bir işaret olarak algılanabilir. Uluslararası topluma yardım çağrısı yapanlar da var. Çağrıların tümünün yeterli ve samimi olup olmadığı ise tartışılabilir. Bir ülkenin bombalanmasına izin verilip, aynı zamanda oraya insani yardım malzemesi gönderiliyorsa eğer, samimiyetten şüphe ederim ben! Buna rağmen itidalli davranıp, Batı’nın “homojen” bir bütün olmadığını göz ardı etmeyeceğim. Aksi halde tüm değerlendirmelerin nirengi noktası “taraflılığa” sapacaktır.

Altyapısı tahrip edilmiş bir ülkenin maddi kayıplarını belirli bir oranda karşılayabilirsiniz. 'İnsan kaybı ne olacak? ' diye soralım bir de. Ölenler geri gelmeyecek, burası kesin. Ama ağır darbe almış, kentleri bombalanmış, topraklarında veya tanımadıkları ülkelerde aniden sığınmacı durumuna düşmüş; aile, ev, okul, iletişim araçları, enerji santralleri, hastane, iş ve işyerlerini yitirmiş bunca insan; hastalar, yaralılar, yaşlılar ve çocuklar ne yapar, bundan sonra nasıl yaşar demiyor kimse. Bosna'da da dememişti. Sessizliğe karşı çıkan ve bugün Lübnan’da sürdürülen vahşet için ne söyleyeceklerini gerçekten merak ettiğim; Bernard Henry Levi gibi Batı’lı entelektüeller o tarihte tüm güçleriyle Batı’nın Bosna’da öldüğünü haykırmışlardı.

Demek ki ölmemiş!

Elbette ölmedi ama Levi farklı bir şey söylemek istemişti aslında. Bu defa Batı, öldürmek için coğrafyamızın bir başka parçasını seçti. Hem de çağın en tehlikeli silahlarından biri olan, “akıllı bomba” da denilen lazer güdümlü GBU 28’lerle vurarak... Mükemmel bir soykırım silahı! Düştüğü yerdeki canlılara yaşama şansı bırakmayan; hücrelerdeki oksijeni yok edip masum siviller de dâhil olmak üzere tüm canlıları boğup ölüme yollayan bir cinayet makinesi. Üstelik silah, ateşkes sağlayacağını söyleyen ABD tarafından üretilip İsrail’e satılıyor. Sonra soruyorum kendime: Nasıl bir dünyada yaşıyoruz? Bu bir insanlık suçu değil midir? Uydurma tarihi masallarla; soykırım iddialarıyla geçmişi deşmeyi iyi bilen Batı, günümüzde işlediği suçları neden hiç sorgulamıyor?

Bölgede yıllar boyu gerilim yaratan tarihsel sürece yerimizin darlığından ötürü giremesek de - ki derinlemesine irdelenmesi gerekir - Ortadoğu'nun zengin petrol yatakları itibariyle son derece cazip ve iştah kabartıcı bir değeri olduğunu sanırım artık sokaktaki çocuklar bile biliyor. ABD; Suudi Arabistan, Emirlikler, Mısır ve Irak üzerinde tüm ağırlığını kullanabiliyor. Diğer ülkelerde egemenlik sağlamayı hedeflediğinde ise, geriye en yakın müttefiki olan İsrail'i kullanmak kalıyor. İsrail de ABD’yi kullanıyor… Birleşmiş Milletler Güvenlik Konsey kararları yok sayılıyor, durumu düzeltmeye yardımcı olacak yeni kararlar alınamıyor. Bu durumda Güvenlik Konseyi etkisiz bırakılıyor. BM temsilcilerinin karargâhları ve yardım merkezleri vuruluyor. Bir anlamda örgüte gözdağı veriliyor. Üç hafta içinde sekiz yüz bin kişi, bombalanmış ve geçilmesi olanaksız hale gelmiş yollarda kaçmaya zorlanıyor. Kadınlar ve çocuklar hedef alınarak bir ülkenin geleceği yok ediliyor. Göz göre göre Lübnan haritadan silinmeye çalışılıyor. ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, “Yeni bir Ortadoğu’nun zamanı geldi” diyebiliyor. Güç konuşuyor artık! Diğer bir deyişle Ortadoğu’ya, Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı topraklarını paylaşmayı hedefleyen ve gizliliği bir yıl sonra Rusya tarafından açıklanmış olan Sykes-Picot Antlaşmasının (9 Mayıs 1916) 2000’li yıllarda bir yenisi sunulmak isteniyor. Ve hikâyenin en “ironik” yanı, aynı Ortadoğu’nun yakın tarihte Osmanlı Devletinden koparken Batı’ya güvenmiş olması!

Bölge gittikçe karışırken dünyanın dört bir yanından savaş yanlısı olduğu kadar savaş karşıtı çığlıklar da yükseliyor. Tıpkı Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve diğer ülkelerde olduğu gibi İsrail’de de savaş muhalifleri mevcut. (Hümanist ya da partizanca bir tavır olup olmadığı ise tartışılabilir.) Öte yandan dünya üzerinde bazıları biliyorlar ki, soykırıma uğramış olmak, bir millete soykırım yapma hakkı vermez! Savunmak hak ama sivillere yönelik bir saldırı, hak değildir! Ne yazık ki böyle düşünen grupların sesi günden güne cinnete dönüşen gelişmeleri durdurmaya yetmiyor, çünkü bunların hareket noktası barışçıl. Başka bir deyişle, insani sorumluluk da taşıyarak vicdanlarının sesini dinliyorlar. Oysaki barış arzulamayan ve çıkarlarını aklına takmış yönetimlere barışı vaaz edemezsiniz. Saldırgan taraflar, “barış ve demokrasi” maskesi altında bölgeyi tarumar ediyorlar! ABD Başkanı Bush, 7 Ağustos 2006’da Crawford, Texas’ta yaptığı halka sesleniş konuşmasında Ortadoğu’ya demokrasi getirmekten söz ediyor. İnsan ister istemez düşünüyor: “Ortadoğu, Irak ve Lübnan’dan mı ibaret? Körfez ülkeleri çok mu demokratik ki onlara kimse dil uzatmıyor? ” Üstelik Başkan’ın konuştuğu saatlerde Hula, Sayda, Sur, Nebatiye gibi kasabalar sürekli bombalanıyor. Hayrete düşmemek elde değil… Bir “süper güç”(!) dünyayı mutlaka yönetecekse eğer, bunun daha aklı başında, mantıken tutarlı ve zekice beyanlarda bulunan bir güç olmasını tercih ederdim doğrusu! Terörle savaşılıyorsa deklare edilmeli; uzun soluklu bir plan uygulanıyorsa açıkça söylenmeli ama birtakım art niyetler “özgürlük ve demokrasi” kılıfı altına gizlenmemeli ki hikâyeyi tam olarak bilelim ve budala muamelesi görmediğimize inanalım.

Daha da önemlisi, her geçen gün Türk aydınının önünde gerçekten kaygı verici dosyalar açılmaktadır. Günümüze dek ortak paydalarda asla buluşamamış gruplar arasında, terörist olarak tanımlananlar da dâhil olmak üzere, saldırı karşısında topluca var olma mücadelesi verdikleri için yepyeni ve tehlikeli ittifakların kurulma olasılığı oldukça yüksektir. Bundan üç yıl kadar önce, bölgede bir gün geçici de olsa zorunlu bir Şii-Sünni dayanışması göreceğimizi yazdığımda aydın dostlarımız inanmamıştı. Irak’ta mezhep çatışmaları halen tüm şiddetiyle sürüyor ancak Lübnan saldırısından sonraki Hamas-Hizbullah yakınlaşmasına ne demeli peki? El Kaide daha ne kadar sessiz kalabilir? Veya sessiz kaldığı takdirde itibar kaybına uğramayacak mı? Bu demektir ki, “asimetrik tehdit” (terör) artık devletlerarası çatışmaların içinde yer alacak ve bu süreçte bölgedeki üstün örgütlenme yeteneğinden dolayı en kazançlı çıkan grup yine Hizbullah olacaktır. Sular durulduğunda, diğer bir deyişle ortak düşmanla hesaplaşmalar bittiğinde, mezhep ve iktidar kavgaları muhtemelen tekrar derinleşecektir. Kısacası şunu vurgulamak istiyorum: Sonuçta demokratik olan ile olmayan birbirine karışacak ve Büyük Ortadoğu (BOP) da denilen “köleleştirme” projesiyle 'vahşi batı' bölgede 'vahşi doğu'yu yaratacaktır. Olası böyle bir görünümün Türkiye aynasına nasıl yansıyacağını ise şimdiden tartışmaya açmak lazım:

İsrail bazı kaynaklarca “devlet terörü” olarak da nitelendirilen bu saldırı eylemine girişirken ciddi bir direnişle karşılaşmayacağını, Ortadoğu’da hiçbir ülkenin – ki çoğu birer aşiret devletidir - kendi sınırları dışında savaş yapacak kudrete sahip olmadığını çok iyi biliyordu. Nitekim ABD ile İsrail, ne Irak ne de Lübnan’da devletten kaynaklanan, önemsenmeye değer bir “savunma mekanizması”, yani orduyla yüz yüze gelmedi. Demek ki sınırları içinde bile yeterince etkin değildir bu ülkeler. Bununla beraber İsrail, bölgede doğan ciddi dayanışmayı ve dünya kamuoyu gözündeki hızlı prestij kaybını hesap edememişti. Tutarsız ve birbiriyle çelişen demeçlere getirilebilecek bir tür açıklama olabilir bu. Umulmadık bir direnişle karşılaşıldığı için ortaya çıkan şaşkınlığın belirtisi… İkincisi ise, coğrafyanın kasıtlı olarak karıştırılıyor ve sonuçların katiyetle dikkate alınmıyor olması. O takdirde konuşmaların pek de önemi yoktur zaten. Neyin ne olduğunu ise zaman gösterecektir. Bununla beraber tüm olumsuzluklara karşın dışarıdan aldığı desteğe bağlı olarak şimdilik üstünlüğü koruyan taraf İsrail’dir ve böylece anlıyoruz ki bütün mesele gelip örgütlenmiş “kaba kuvvet”e dayanıyor.

Bugüne dek Batı’nın empoze etmeye çalıştığı “Ilımlı İslam” modeli çalışmadı; ileri sürülen tezler işe yaramadı. “O halde, çatışan ve bölünerek yönetilen bir İslam modeli mi amaçlanıyor? ” diye düşünüyor insan. Durumu sadece İslam’ın Batı dünyası ile ya da Batı’nın İslam dünyası ile savaşı olarak değerlendirmek ciddi bir hata olur kanısındayım. Bu şekilde sunulduğu doğrudur ancak arkasında farklı amaçların bulunduğunu dikkate almak gerekir. Tarihin bittiğini de söylemişlerdi (Fukuyama) . Şimdi yeniden mi yazıyorlar? Üstelik giderek Batı’nın silah üretim ve teknoloji yenileme planlarını da destekleyen bir tablo çıkıyor ortaya. Sonuçta çokuluslu şirketler silah üretecek ve satacaklar; işsizlik oranı ve enflasyonun yükseldiği ülke ekonomilerine bu yolla kazanç kapıları açılacak; biz ise daha çok silahlanarak Batı’nın zenginliğine - yeraltı kaynaklarının ötesinde - fazladan bir katkıda bulunacağız… Muhtemelen Batı “iyi polis-kötü polis” rolünü oynamayı sürdürecek; saldırıya taraf olanlar bir gruba, olmayanlar ise diğer gruba silah ihraç edecek. Planın bir parçası da bu mudur? O halde Türkiye nerede duracak? İki yönlü bu katliama tanıklık mı edecek; yanında veya karşısında mı yer alacak? Kısıtlı kaynaklarını silahlanmaya ayırarak GBU 28 füzeleri taşıyan F-15’ler mi satın almak zorunda kalacak? Yoksa İsrail F-22’lerle donanırken, kullanılmış F-16’lar almaya devam mı edecek? Sınırların yenibaştan çizilmek istenildiği dünyamızda kendisine nasıl bir yer edinecek? Yanıtları bilmiyorum ama bu kargaşa sırasında Türkiye’nin gerçekten büyük bir güç ve “lider ülke” olduğunun unutulmamasını da yürekten diliyorum.

“Yangını durdurun, ateşkes sağlayın! ”, “Siviller ve çocuklar katlediliyor”, “BM Barış Gücü derhal bölgeye girsin” - ki bu kuruluşun kimin kontrolünde olduğunu hepimiz biliyoruz- gibi sağduyulu kişilerin kalbinden geçen sözlerle, duygusal tespitlerle konuyu saptırmak istemiyorum. Duygularımız elbette ortaktır. Biz İsrail veya yeryüzünün herhangi bir parçasındaki çocuklar ölüyor olsaydı da aynı tepkiyi gösterirdik. Çünkü çocukların milliyeti olmaz! Onlar dünyanın malıdır... Ancak gelişmelerin arkasındaki “batı mantığını” veya “mantıksızlığını” analiz etmekte yarar olduğunu vurgulamak istiyorum. “Böl, bölüştür; gerekiyorsa cetvelle yapay sınırlar çiz; sonra da savaştır ve kazan! Plana anaları ve çocukları katlederek bir ülkenin doğurganlığını da yok etmek dâhilse eğer, hiç durma uygula…” Gösterimden kalkmış eski bir filmi yeniden izler gibiyiz! Ve tabii resmin öteki yüzünde, Batı’ya kafa tutan İran’ın hedeflendiğini görmezden gelmek ise ciddi bir saflık göstergesi olur. Batı, bölgedeki Şii ve dolayısıyla İran hâkimiyetinden ürküyor. Doğal kaynaklar üzerindeki denetimi yitirmekten korkuyor. İran-Suriye ittifakından da… Dolayısıyla, bir sonraki adım pekâlâ Suriye olabilir; İran da, Türkiye de… Belki ileriki bir tarihte yapılması planlanan büyük saldırının ilk provası “akıllı bomba”larla, misket bombalarıyla Lübnan’da gerçekleştiriliyordur, kim bilebilir ki… Üstelik bölgedeki direnişçi gruplar saldırganların eline yeterince malzeme veriyor. Ateşkes çağrılarının yanıtsız kaldığını görünce, ne olduğunu artık pek de kavrayamadığımız “master plan”a ek olarak, tüm bu kargaşanın arkasında İran’a verilmek istenen bir ders yatıyor olabilir mi diye düşünmeden edemiyor insan… “Kimin davası haklıdır? ” sorusu ise artık geçerliliğini yitirmiştir. Ölen insandır ve hangi taraftan olursa olsun daima haklıdır!

Hamas, Hizbullah ve İran’ı mahkûm etmeye çalışan yönetimler, özellikle Kana saldırısından sonra hiç ummadıkları bir biçimde, dünya kamuoyu vicdanlarında kendilerini sanık sandalyesine oturttular. Tüm olup bitene rağmen Batı yönetimleri duymuyor, görmüyor, konuşmuyor; “üç maymun”u oynuyorlar. Üstelik ağızlarını açtıklarında “İslamcı faşistler” den söz ediyorlar (10.08.2006 - Bush) ki gerilimi tırmandıracak oldukça iddialı bir ifadedir bu. Böylesi bir zihniyet sürdükçe korkarım gidişatı buralarda kimse değiştiremez. Ancak ve ancak, ABD’de Evanjelik (Evangelist) Hıristiyanların; “şahin”lerin (“neocon” anlayışının) iktidardan uzaklaşması bir ölçüde çözüme yardımcı olabilir. Sonuçta belki bir uzlaşma zemini hazırlanabilir. O güne dek ise, Ortadoğu’da tufan gelir ve süpürür. Sonuçta sadece kuvvetli olan ayakta kalır. Nitekim öyle de oluyor… Neyse ki iletişim çağında yaşamanın hiç de küçümsenmeyecek bir yararı mevcut; güç dengelerinin orantısız olduğu adaletsiz bu savaşın görüntülerinin internetten birbiri ardına akması gibi... Akılları durduran vahşete; büyük bir insanlık suçuna, sınırsız şiddete tanıklık ediyoruz. Şiddet ise şiddet doğuruyor. Dolayısıyla dünya halklarının iki yönlü tepkileri de çıkıyor ortaya.

“İlkel toplumun maskları vardı; burjuva toplumunun aynaları; bizim ise görüntülerimiz…”

…diyordu Jean Baudrillard. İletişim araçlarıyla yaratılan; aslında gerçek olmayan bir 'hipergerçek'ten söz ediyordu. Ne yazık ki bu kez, gerçeğin gözlerinin içine bakıyoruz! “Yeşil Kuşak” Projesi, Huntington ve Fukuyama tezleri yaşanan sürecin uzun süredir planlanmakta olduğunun kesin birer kanıtıdır. Üzülerek ve eleştirerek söylüyorum; içinde yaşadığımız dönem renkli camlar karşısında magazin programları, sözde “Reality Show”lar ve “göbek atma” yarışmaları izleyerek geçirilecek bir dönem değildir. Türk insanının düşünme vakti gelmiştir. Anlamsız ve incir çekirdeğini doldurmayan tartışmalarla, eğlencelik programlarla zaman öldürme lüksümüz yok artık! Unutulmasın ki Türkiye Cumhuriyeti fevkalade kötü koşullarda ve “hasta adam” denilen bir enkazdan; ama aynı zamanda Büyük Osmanlı İmparatorluğu’nun kalıntılarından; yüzyıllardır DNA şifrelerimize kazınmış olan engin kültürümüzden yaratıldı. Yeryüzünde bir örneği de mevcut değildir… Bu denli derinlere işlemiş unsurları hiçe saymak, güven duymamak, çaresizliğe kapılmak benim anlayışıma sığmıyor. Hatalarımızı görüyor (hem de çok yakından izliyorum) , fakat umutsuzluğa kapılmıyorum. Üstelik ne geçmiş mirasımızı reddediyor, ne de başarılarımızı azımsıyorum. Belki de tam bir Cumhuriyet kuşağı neferi olarak yetişmemdendir bu. Son yıllarda birtakım aydınlarımız her nedense Türkiye'nin yerden bitme bir cumhuriyet olduğunu düşünmeye ve tartışmaya başladılar. Gençlere adeta aczi aşılıyorlar; mücadele güçlerini azaltıyorlar. Ben ve benim gibi hissedenlerin canını acıtıyor bu durum. Oysaki kudretli olanı kimse yıkamaz, kimse parçalayamaz! Bu günlerde bizi zenginleştiren azınlıklar da dâhil olmak üzere hep birlikte tek bir yumruk halinde tutunmanın; tutunma ötesinde kendi gücümüzün de farkına vararak onu sergileyebilmenin yollarını aramalıyız. “Yurtta sulh, cihanda sulh” demişti büyük önderimiz. Pek çok sorumlu kuruluşun ‘cihan’da sağlayamadığı barışı en azından içimizde tesis ederek güç kazanmalı ve aynı zamanda diğer ülkelerle barışı korumalıyız ki, hiç de ‘kolay lokma’ olmayan bu ülkenin geleceği ile oynanmasın!

Karar alırken, Ortadoğu’da dökülen kana sağırlaşan; Malezya’daki İslam Konferansında da (İKÖ) görüldüğü gibi ABD ile kurdukları stratejik-ekonomik ilişkilerden dolayı üst düzeyde katılım gerçekleştiremeyen (bölge mazlumlarının haklarını korumakta Venezüella lideri Hugo Chavez kadar bile olamayan!) ve katliama duyarsız kalan Arap liderlerine ihtiyacımız yok. Ayrıca ne ABD’nin şu veya bu nedenle icazet vermesine; ne de Avrupa Birliği’nin entrika dolu anlaşmalarına… Bu demek değildir ki, bölgede sürtüşme yayıldığı takdirde Türkiye “İran-Suriye” eksenine oturmalı. Kesinlikle hayır! Hangi taraftan olurlarsa olsunlar, Türkiye müttefiklerinin hatalarından uzak durmalı ve aynı zamanda elindeki kartları iyi değerlendirmelidir. Ekonomik, coğrafi ve politik açıdan bakıldığında başka ülkelerin de kolay vazgeçemeyeceği en büyük projelerin tam kalbinde yer alıyor olduğumuzu unutmamalıyız. Yeni oluşan koşullara çabucak uyum sağlayan, yüksek işgücü potansiyeline sahip genç bir nüfusumuz; saldırı değil ama savunma amacıyla kullanabileceğimiz güçlü bir ordumuz mevcut. (Ordu deyip geçmemeli. Kuveyt’in işgali sırasında, Irak’ta ve nihayet Lübnan saldırısında ordunun ne denli önemli olduğunu hepimiz gördük. Sağlam bir ordunuz yoksa eğer, boşluğu dolduran, kimi zaman da dışarıdan beslenen güçler giriveriyor devreye.) Yukarıdakilere ilaveten, yetmiş iki milyonluk nüfusu ile Batı dünyasının görmezden gelemeyeceği devasa bir pazar ve yatırım alanı oluşturuyoruz. Aynı ölçüde, dış piyasalarda deneyim sahibi olmuş girişimcilerimiz mevcut. Önlerine ne tür engeller dikilirse dikilsin, bu girişimciler dünyaya; özellikle de tarihsel mirasın capcanlı durduğu engin coğrafyaya açılmanın yollarını mutlaka bulacaklardır. Nitekim buluyorlar da… İnanıyorum ki Anadolu’yu daima sağduyusu yönlendirecek; yönetimsel zaaflar ve denetimsel açıklarımızı kapattığımız gün ise korkulacak bir şey kalmayacaktır.

Aslında bu konuda söylenecekler çok ve yapılması gereken analizler çeşitlidir. Örneğin, sorunun eğitim boyutu gibi… Vaktinizi almak istemiyorum ancak görüşlerime kısaca değineceğim: Örneğin çocuklarımızı küreselleşme canavarının kollarından çekip alalım. Aynılaşmalarını ve öz kültürlerine yabancılaşmalarını önleyelim. Anlamsız ve de yararsız “show” kurbanlarına dönüşmelerine seyirci kalmayıp, çağın gelişmelerine tanıklık etmelerini, bilinçlenmelerini sağlayalım. Küresel iktidara ve tehlikelere karşı uyaralım, uyandıralım onları. Giderek büyüyen küresel tüketim toplumunda kendilerini tüketmelerine izin vermeyelim! Ahmet İnam’ın son kitabında oldukça çarpıcı bir cümleyle karşılaştım: “Entelektüel otellerdir artık üniversiteler” diyordu (“Yaşamla Yoğrulmuş Bilgi”, Say Yay. 2006, s.14) . Yerinde bir tespit yapıyordu İnam. O halde, hiç vakit yitirmeksizin okulları gerçek eğitim kurumlarına dönüştürelim. Çocukları ülkedeki fikir ortamı yoksulluğundan kurtarıp eğitelim. Gözlerini dünyadaki gelişmeler açalım. Tıpkı Cumhuriyetin yokluk günlerinde Türk gençliğinin eğitildiği gibi…

Şimdilik yeraltı kaynakları ve onun perde arkasında dünyayı paylaşma kavgası yapılıyor. Kavganın her zaman bir nedeni olmuştur. Daima da olacaktır. Üstelik Ortadoğu kavga bolluğu açısından oldukça zengin ve 1947-48’den beri sürekli kanayan bir bölgedir. 1967 sonrası İsrail-Filistin, Irak-İran, Irak-Kuveyt, Irak-ABD, İran-ABD çatışmalarını hatırlayalım. Yakın bir gelecekte, son beş yıldır sıkça vurguladığım gibi, “su kavgaları” başlayacaktır. Ve unutulmasın ki Türkiye, tatlı ve tuzlu su kaynakları açısından bölgenin en zengin, en ilgi çekici ülkesi. Sırf bu nedenden dolayı bile güç kazanmak ön koşuldur. Ya Batı’nın dayattığı “eğlenceyle uyuşturma veya korkutma çağı”nı boyun eğerek kabullenecek ya da “bilinç çağı”nın sayfalarını açacağız. İnisiyatifi ele almanın tek yolu ikincisidir! Kısacası, hangi yangının ortasında kalmış olursa olsun insanımızı; yeraltı ve yerüstü zenginlikleriyle toprağımızı sahiplenelim diyorum. Hepsinden önemlisi, siyaseten güçlü duralım ve geleceğe dönük, uygulanabilir stratejiler üretelim. Çünkü Batı, Bosna’da ölmedi! Çeçenistan, Afganistan ve Irak’ta da… Batı’nın “evrensel insan hakları koruyucu imajı” ve insanlığı ölmüş olabilir ama hırsı yerli yerinde duruyor. Dişleri ise halen çok keskin!

Geçtiğimiz yüzyılın toplumsal sınıflaşma şablonu giderek geçerliliğini yitirmiş olup, yerini belirli bir plan dâhilinde hayata geçirilen ülkelerarası sınıflaşma modeline bırakmıştır. Günümüzde hükmedenler, hükmetmeyi amaçladıkları ülkeleri bir alt sınıftan sayıp zorla da olsa dize getirmeye çalışıyorlar. Hedeflerine ulaşmak için, bu coğrafyada da her türlü aracı meşru kılacak Makyavelist (“Machiavellian”) yöntemler kullanmaktan çekinmeyeceklerdir, zira sorunun temelinde ABD ile müttefiki İsrail’in Ortadoğu ve bölgenin uzantısında nüfuz sağlama çabaları olduğu apaçık görülüyor. Kişisel kanaatime göre taraflar uzlaşmaya da yanaşmayacaklardır. Batı’lı güçler en azından istediklerini elde edinceye veya çıkmaza girinceye kadar uzlaşmayı düşünmeyeceklerdir. Belirli bir otoritenin güdümünde olan Birleşmiş Milletler Teşkilatından medet ummak ise sadece safdillik olur. BM Güvenlik Konsey kararları çıkartılsa bile, büyük olasılıkla kesin çözüm kapıları açacak olan hayati maddeler engelleneceği için, göstermelik metinlerle durum “idare edilmeye” çalışılacak veya direnişçi grupların asla kabul etmeyeceği koşullar ileri sürülecektir… “İkili sorunları üçüncü bir kuvvetin çözmeye çalıştığı böyle bir diplomasi örneği uzun vadede ne zaman başarılı oldu? ” diye soruyorum kendime ve olumlu bir yanıt alamıyorum. Çatışan ülkeler arasında sürdürülmesi önkoşul olan ikili diplomatik temaslarda iyi niyet; asgari bir zeminde anlaşma ve uzlaşma arzusu egemen değilse eğer, çözüme yönelik tüm girişimler büyük bir hayal kırıklığı ile sonuçlanacaktır kanısındayım.

Olaya bir de şu açıdan bakalım: Bölgede barış gerçekten isteniyor mu? Teorik olarak, çatışmaların sürmesinin gerilimi yaratanların yararına olduğu gerçeği ağır basıyor. Sırf bu yüzden Washington D.C, Tel Aviv ve Londra ‘ateşkes’e sıcak bakmıyor ve başarma olasılığı tehlikeye düşmedikçe de bakmayacak. Pratikte ise başka bir gerçekten söz edilebilir. İsrail “var olma” savaşı verdiği yıllar boyunca giderek sertleşerek Filistin halkı ve Araplar üzerine gitmiş; sergilediği zulümle kendi düşmanlarını adeta kendisi yaratmıştır. Hamas ve Hizbullah böylece doğmuş tepki oluşumlarıdır ki şimdi İsrail’i bu topraklardan silmeyi görev edinmiş gibi gözüküyorlar. Ama artık din ve mezhep kavgaları, uluslararası çıkarlar, Radikal İslami öğeler devreye girmiş ve taraflar arasında çözüme ulaşması hayal olan kan davaları oluşmuştur. Vendetta’nın ise mantığı yoktur! İster sivil ister asker olsun, insancıl kaygıları da… Özellikle, kaynağını sömürgeci ve direnişçi militarizmden alan öç alma duygularının… Bu ortamda barış masasına oturmak bile büyük cesaret ister ki geçmişte daha uygun şartlarda, ciddi sayılabilecek yaklaşımlar denenmişti. Reddeden taraflar ektiklerini biçmekte ve ağır faturayı bugün masum sivillere ödetmektedirler. Arap liderleri, rejimlerini ve uluslararası ilişkilerini sarsmaktan korktukları için susuyor olabilirler ama Türkiye sorunu derinlemesine tahlil etmek ve kendisine yeni çıkış yolları aramak mecburiyetindedir!

Sakıncalı başka bir durumdan daha söz etmek istiyorum. Çatışmaların sakinleşip konu masaya getirildiği gün, “uluslararası barış-gücü” konuşlandırması da genel ve özel hatlarıyla kaçınılmaz olarak gündeme gelecektir. Şimdiden konuşulmaya başlandı bile. En büyük çekincem, söz konusu kördüğümün çözülme işinin Türk Silahlı Kuvvetleri’ne “ihale” edilmesidir ki bu iş Bosna, Somali veya Afganistan’a asker göndermeye benzemez. Bölge fevkalade sıcak ve çok yakınımızda olup, geçmişten gelen tarihi bağlar ve hassasiyetler dolayısıyla fazlaca aktif bir rol oynamanın ciddi sonuçlar doğuracağı gibi bir korkum var. Argümanları değerlendirirken bölge ülkelerinin demokratikleşme süreçlerini henüz tamamlamamış, kendi içlerinde bile esas konularda fikir birliğine varamamış olduğunu ve pek çoğunun aşiretler ve/veya dini liderlerce yönetildiğini dikkate almak gerekir. Dolayısıyla Lübnan’da konuşlanacak olan “güç” kimin yanında, kimin karşısında duracağını bilmeyecektir! Özellikle, BM’nin 1559 no.lu kararı gereği Hizbullah’ı silahsızlandırma gibi bir görev üstlenecekse eğer, çatışma kaçınılmazdır. Türk Ordusuna İsrail veya başka birilerinin “jandarmalık” görevi yüklenilmek istenebilir ki, TSK’nin T.C. sınırları dışında kimsenin koruyucusu olması düşünülemez! Mayınlı araziye gözü kapalı girmek gibi bir şey bu… Zemin tuzaklarla doludur demek istiyorum.


II - 13 Ağustos 2006 (“Ateşkes”) Sonrası Değerlendirmeler:

Yukarıda bir yerde, 'Washington D.C, Tel Aviv ve Londra 'ateşkes'e sıcak bakmıyor ve başarma olasılığı tehlikeye düşmedikçe de bakmayacak' demiştim. Ağustos ayı ortasından itibaren neler oldu da İsrail ateşkes kararını kabul etti?

—Dünya kamuoyunda giderek yükselen oranda itibar yitimi…
—Bölgedeki direnişçilerin düşünüldüğünden daha 'çetin ceviz' çıkması…
—İsrail’in askeri ve sivil can kayıplarının artması sonucunda başta Olmert Kabinesi olmak üzere Başkan Bush ve Başbakan Blair'in iç kamuoylarında puan kaybediyor olmaları.
—İngiltere ve ABD havayollarına yönelik tehditler ki, sürecin yalnızca insan kayıpları ile sınırlı kalmayıp, başta turizm ve taşımacılık sektörleri olmak üzere, ekonomik anlamda da dikkate değer zararlarla sonuçlanabileceği endişesi.
—Savaşın sürmesi halinde, artmaya devam edecek olan petrol fiyatlarının dünya ekonomisini küresel düzeyde ve derinden sarsacağı gibi kaygılar.

Demek ki risk oranı yükseliyor ve İsrail bu işin altından kalkamıyor. Bir anlamda zorunlu bir ateşkestir bu! Kabulünün temelinde iyi niyet olsaydı eğer, kararı onayladıktan hemen sonra İsrail Gazze’yi bombalamazdı. Ne garip rastlantıdır ki, neredeyse birbiriyle çakışan tarihlerde, dedesi Osmanlılar tarafından idam edilmiş ve kırk yıldır ülkemizi ziyarete gelmemiş olan Suudi Kralı Abdullah birdenbire ortaya çıkıyor ve Türkiye’de yatırım yapmaya karar veriyor. Suudi Arabistan’ın Batı dünyası ile olan ilişkilerini anlatmaya sanırım hiç gerek yok. Öte yandan Türkiye’nin Barış Gücü’nde aktif bir görev alması bekleniyor. İşte tam burada benim kafam iyice karışıyor!

Savunma amaçlı ve sıradan bir sınır-ötesi harekât yapmasına izin verilmeyen Türkiye’ye, öyle veya böyle savaşın içine çekilerek, sadece İsrail’in jandarması olmanın ötesinde Batı ile görüş ayrılığında bulunan öteki bölge ülkelerine karşı da jandarmalık görevi mi yüklenilmek isteniyor diye düşünüyorum. Özellikle de İran-ABD hesaplaşmasında aktif bir rol oynaması mı bekleniyor ülkemizden? Ne de olsa bir tarihte Batı’lı bir yatırımcı-spekülatör tarafından (Soros) “en iyi ihraç maddemizin Türk Ordusu” olduğu söylenmişti. Öte yandan Türk medyasında bazı yorumcular Türk askerinin Lübnan’a Hizbullah’ı korumak amacıyla gönderileceğini iddia ediyor. Demek ki algılamada bir bozukluk var. Alın size kargaşadan uzak durmak için bir neden daha! Türk halkına gelince, olayın arkasındaki mantığı henüz çözebilmiş değil... Kısacası, Barış Gücü’nün kendisinden beklenen işlevi netleşmedikçe Türkiye olaya müdahil olmamalı ve bu tür bir “ihale”den uzak durmalıdır. Peki, Türkiye’nin uzak durmasına göz yumulacak mı? Yoksa “Yeni bir Ortadoğu “ kurulurken “masa”dan dışlanmakla mı tehdit edilecek? Bugün sorun bir ölçüde de olsa çözümlendi diyelim; ileride pamuk ipliğine bağlı olan dengeler sarsıldıkça, savaşın Suriye ve/veya İran’a sirayet etmesi halinde doğacak mülteci akınıyla baş etmek kolay olacak mı? Topraklarımız üs olarak kullanılmak istendiğinde, verecek kesin bir yanıtımız var mı? Çünkü biliyoruz ki, tek başına “ateşkes” bir anlam ifade etmez. Diplomatik çabaların sonuç vermesi, antlaşmaların imzalanması ve tarafların bunları ihlal etmeksizin uygulaması bölge için her zaman riskler taşıyan bir süreç olmuştur.

—28 Ağustos 2006: Haber merkezleri T.C. Bakanlar Kurulu’nun 1071 sayılı BM kararı uyarınca Lübnan’da konuşlanacak olan Barış Gücü’ne katkıda bulunmaya karar verdiğini geçiyor… TBMM, 5 Eylül günü konuyu oylamaya getiriyor.

Oylamanın “olumlu” yönde sonuçlanması, Türkiye’nin bundan böyle tarafsız ve aktif bir rol oynayamayacağı tehlikeli bir sürecin içine çekilmesi anl****** gelir. Ülkeyi alternatifsizleştiren bir maceraya girmektir bu. Bölgedeki Türk gücünü azaltıp, İran’ı bölgenin yükselen gücü haline getirmek; iç politikayı talihsiz ve ekseninden oynamış bir dış politika üzerine inşa etmek; Türk kamuoyu ve demokrasisini gerçek anlamda küçümsemek; ülke çıkarlarını ticari bir hesaplaşma anlayışıyla değerlendirip, kamuoyunun yeterince bilgilendirilmediği bir kör dövüşüne bodoslama dalmak demektir. Türkiye’yi bölgede nüfuz artırmak isteyen ülkelerin tetikçisi haline dönüştürüp o ülkelerin işgalci amaçlarına destek vermek veya Türk askerini o ülkelerin kurbanı haline getirip olası bir çapraz ateşin orta yerinde bırakmaktır. Meclis’ten çıkartılamayan 1 Mart Tezkeresinin diyeti ödenmek istenirken, Türk halkının beklentilerini hiçe saymaktır!


III - Sonuç:

—5 Eylül 2006: Saat 21.00 sularında TBMM, AKP oylarının sayısal üstünlüğü ile Lübnan’a asker göndermeye karar veriyor!

Konu Başbakan T. Erdoğan tarafından gündeme getirildiğinde, oldukça yadırgadığımız “risk” ve “menfaatler”den de söz edilmişti. Riskler hakkında epeyce konuşuldu ama iktidar partisi, süreç sonunda elde edilmesi umulan ülke çıkarlarından hiç söz etmedi. Argümanlar zayıftı ve muhalefet arzuladığı yanıtları alamadı. ”Atılan taş”ın “tutulan kuş”a değip değmediğini elbette zaman gösterecektir. Gelişmelerin vardığı çizgiden sonra bize ancak Lübnan’a insani yardım amacıyla(!) yollanacak olan askerimize şans dilemek düşer ki bu noktada üst düzey askeri kaynaklardan gelen yatıştırıcı mesajları da dikkate almak lazım. Her şeye rağmen tarihsel bu kesitteki gerçekleri gençlerimize iyice anlatmalıyız ki kaderleri yakın bir gelecekte Ortadoğu’lu çocuklarınkine benzemesin. Böyle durumlarda kınamak yetmez! Hem anlamaya, hem de anlatmaya çalışmak; bunu yaparken de mutlaka tartışmak lazım. Türkiye’nin önde gelen dünya devletleri tarafından kurulan masada yer almasını elbette arzularız ama aynı zamanda sorarız da: Hangi şartlarda, hangi zeminde, hangi amaçlarla?

Namık Kemal’in bir deyişini anımsatmak istiyorum: “Barika-i hakikat, müsademe-i efkârdan doğar.” Geçerli koşullar altında ise ciddi anlamda tartışmak farz olmuştur. Bu hamur çok su kaldırır daha!

*****
Not: Üç aylık bir dergide her an değişen “güncel”i yazmanın sakıncalarını elbette biliyorum. Günlük gazetelerde bile yazı dolaşıma çıktığı anda güncelliğini yitirir. Bununla beraber, döneme ilişkin kişisel tespit ve görüşlerimi belgelemenin kendi açımdan vazgeçilmez bir zorunluluk ve ayrıca tüm dergilerin de birer “belgelik” olduğuna inandığımı özellikle vurgulamak istiyorum.

Bu “belgelik”, bir kültür-sanat-edebiyat dergisi olsa dahi!


(Hayal Dergisi: Ekim-Kasım-Aralık 2006, Sayı 19)

(Eklenme Tarihi: 3 Şubat 2007)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:02 PM
…'Dava'…

…vaattir ıssızlığı gecenin…

bu obadan
bir göçer süzülür
:
aşktan konuşana
'kartal'
acıya üryan

karşıtını arar
sözün çaldığı saatte
dilde alegorik bir sancı
göğüne dalar satır aralarından

tende gizlidir yanıtlar
tinde sur
sudaki diken
sorular

kadim günahlar tanık yazılır
dirimden sayarlar insancıl ölümleri
gök kubbe altında kekre bir ağıt
geçmişi sorgular

ah K a f k a!
içe açılan her kapı “dava”
her dava sır dolabı
:
lâmekân!


…hüzün dağından bir gezgin gelir
…gelir de geçer bu obadan…


(18 Ağustos 2006) - borgesdefteri, Aralık 2006 arşivi

'6. DEKAD' - Hayal Yayınları, Ocak 2008, s.16

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:02 PM
…“Contradictio in Adjecto” *…

I.

el sallıyor içinizdeki hayalet
uğurlama gibi bir şey
karşılama olmalıydı oysaki

bir de kuşdili deneseniz diyorum
türkçeniz ölmüştü hani
reçete sunuyorum size anlayın!

kuduruk bu temayülden
arı suyunuza geçin
çözümlensin yeniden diliniz

II.

yoktur devası üç bacaklı hayvanın
sürgün avında yitirdiğiniz ayak
içimden koşan tren

sinsi bir öç tasarlıyor
kafiyeli sözlerle kafiyesiz sevişmeler
genleşiyor zaman
durağan itişmeler uğultu yapıyor çok
sesiniz siren

III.

handiyse hileli bir göçe çıkacak kuşlar
fazlasıyla “de facto” bir durum var
“contradictio in adjecto” bu lanet olsun!
gına getiriyor afro-uzaylı masallar

anlamı kaçık bir şiirden
kendinize geçin vakit tükenmeden!


(30 Ağustos 2007)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:03 PM
…“Es”…

el sallar resmin arkasındaki kız
selamsız vedadan artakalan hıçkırık

renkleri harmanlayan bir mendil yüzü
kül beyaz
parmak uçları jilet kesiği

kıyı karmaşa
deniz hırçın
limana vuran ceset buz kırıyor
sudaki bıçağı sınıyor ahrazlığımız

dilini çoktan yuttu etobur saatler
ses bilir de “es” bilmez
sıkıştı çünkü mengenesinde
uzayıp gider sınır dışına düşmek
ağdalı inlemeler “es” suretinde
:
ki kramptır kalbimize her biri

bunca tik tak sesine nasıl dayanılır
budur çözemediği bilmece!


(16 Aralık 2006) - TAKA Gazetesi, 3 Ağustos 2007 - 6. Dekad

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:03 PM
…“Mavi Oktav”*…

kum tanesi kendine gitti!

bilmiyor yolcu
hangi bahar taşkınından
kaldığını bu milin
böyle bozguncu

mavi oktav defterinde
kuzgunla yarışıyor topal serçe
pusulası kayıp
batkın üstelik
hançere kesif hıçkırık
tetik duruyor arayış peşinde

salt kendine dokunuyor bu kıyı
öte yaka pusarık bir haykırış
aşk gibi
okuma yazmaktan vareste

neden çabuk unutulur kıyıların kardeşliği?

uyan ey bileğitaşı
uyan ey kalbim!
kanatsız bir güvercindir kanayan harf
söz
kör isyan

ve fakat
alfabesi var acının dilde saklanan!


(*) Kafka Defterleri

(11 Temmuz 2007) - 6. Dekad, HAYAL Yay. Ocak 2008, s. 21

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:03 PM
…“Rehinli” Vize…

biz miydik sebebi
bakışınızda saklı duran acı suyun

boynunuz büküktü öyle

yalan söylemezdi hiç
somut bir fotoğraftı deliliniz

taflanlarınızı araladım
ağrınıza değdim ant içerken
kanayanla kanatan
doğurtulan ve doğuran adına

sabır gişesinden alınmış
“rehinli” bir vizeyle gittiniz
biz gittik sonra
:
herkesin yeri belli şimdi
acı mührünü vuruyor şafağa


(20 Mart 2007) - 6. Dekad

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:03 PM
…”Alaca Gözlü Kurt”…

bir yere ait olmak gibidir buza demir atmak
merhametsiz sürgünlerle peşimizde
iktidarına sığınılır delidolu kızağın
şahdamarımız / şiddetine kanayan acı gerçek
sudur hayat / harf eylem
…tutunuruz…

umudun kara yüzünde döllenir soğukta varoluş
atmaca gagasına düşmüş acemi balığın kaçınılmaz ilkleri
ve endazesi bozuk öykülerde sızlayan gizli düşler kadar basit
yazgısına şaşkın
ve sıradan…

…eskimo oluruz biraz….
düşsel iglolar inşa ederiz kendimize
birinden diğerine gidip geldiğimiz

kahin sözünden kalma
vahşi bir sıfat bağışlar kızılderili kadın:

“iyi ki” der
“iyi ki alaca gözlü kurt…”

…soluğunda tüter adın! …

böyle çıkılır “rağmen”lerin koşu yoluna
bereketlenir aniden buzda yaşamak
büyülü bir imgedir ulu sözü

…şifre: kızak

beyaz sessizliğin tundra kapısında
acılı gözünde ergin ruh yanığının
avuçlarsın yaşamı tütsülenmiş etimiz gibi
titreyen gölgesine kızağın
ölesiye üşümüşlüğü düşer
yüreğinde “ay” saklayan kadının

kurt ulur
yankısını fısıldar geceye buzul
:
“iyi ki varsın” der
“iyi ki…..”

….çubuğunda tüter adın….


(25 Ekim – 15 Kasım 2005) – www.blogcu.com/nimo

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:03 PM
…Ah Sur! ...

yok ediyor birbirini gidilemeyen kentler
kargaların didiklediği
bireylikleri

mucize soruyoruz anarşist hayaletimizden
kayganlaşıyor zemin
zaman kızak ah sur!
başkalaşım yüzkarası

ama olmaz ki böyle!

hazırla celbini kırk kanatlı serçe
zifir kentlerin haymasına tüneyecek şafak
bir içtima vakti düştüğün koyaklara
ertelenmiş tüm hesapları öde

yemin olsun
kollar da uzar bir gün!
bize benzer adı 'hiç kimse' olan biri
siler bu tertipsizliği

saçı uzundur kentlerin
zaman derin
ıslat dudağını ey sur!
hikâyeler hayli dokunaklı
:
bin ateşte yıkanmış dilsiz bir aşktır her biri


(28 Mayıs 2007) - 6. Dekad

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:03 PM
…Akıl Merceği…

- küçük İskender’e


abanoz bir kulede verdiniz hesabınızı
hücreniz
gerçeği kanırtan düş evreni
çatışmacı ve serseri

kimse sulamadı mezarınızı

tümörler büyüyor kerrat cetvelinizde
kördüğümleri size yoruyorlar
sesiniz
acıya soyunan timsah

akıl merceği, medusa bilmecesi
boşluğa sızan ölü ifrazat

kanserojen bir masalın orta yerinde
söyledim yaldırak yanımı terk ettim diye
dikenine oyulur gözlerim her gül gibi
bilirim her gülün bir ejderi var

biraz teklifsiz, çılgın
biraz kızıl
mora çalar

çatallarında ah’larım ağlar…


(“Teklifsiz Serseri”yi okuduktan sonraki bir zaman dilimi…)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:03 PM
…Aşk Yazılası!

yedi koca ay!

yummalıyız gözlerimizi artık
karşılarız sonra mayıs çiçeklerini

buzdan konaklar inşa ederiz
korunmak için kasım ölümlerinden
şubat kuşları içtimaa çıktığında
sesimizin kısıklığıyla dokunuruz usulca

martı “es”geçeceğiz kesin
:
mart
batık kıta!

bak ki
puhu kuşunu doğururuz yeniden
kırpılmış mevsimlerden yaratırız kendimizi
belki hızla eskitilmiş bir takvimden

kalbimizde kenger otları ah!
mezarından tard edilmiş kurtçuklar
ve saçlarımızda kır bir soğukla
dondurulmuş rüyalar ülkesinde
ilk karı bekliyoruz...

o gün geldiğinde
kış ağaçlarına doğru
aşkı yazacağım söz!
:
buzu delen saray gözlerimizi…


(11 Ekim 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:03 PM
…Baş Başa…

kardeşlik!

bu kıyı
başka kıyı

yine ikimiz kaldık baş başa

”hiç olan”
ve
“olmayan” ne

tükendi bu kent!

destanlar düzüyoruz
yolculuğa dönüşürken acıyla aşka

ah bir de insana!


(*) Ayşe Keskin dostuma…


(20 Mart 2007)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:03 PM
…Bekçi…

çocuktum
naiftim
bir gecede büyürmüşüz bilmezdim
ruhumu bir dağa sattığımdan beri hasadım lav
bozguncu bir hanedan isyanı aynam

ejder sesine bulaşık akrep zehriyle
çelik-çomak oynuyoruz şimdi
ben ve uzak yolların taş kıran bekçisi
mızıkçılık edip ağlıyoruz arada bir
gece:
an’ın renksizliğine yapışık pulsuz mektup
gece çelimsiz yüreğimde şiirle parsellenen

ürkütüyor sinsi bu yitim!
an be an berhaneleşen iç kentler
acıyı acıyla dürümleyen bekçinin
kalbinde sabır taşları dizdiği sergen

dönülmüyor geçmişe
iz sürülen nöbet günleri bunlar / saralı
dişler ve kenet ve dudak yara evi / sağaltımsız
ilahi bir çağrıdır dildeki başkaldırı

ipe diziyoruz zarureti ney sesinde
bekliyor herkes
susmuş
aklar düşsün diye nefsin eteklerine
:
raf taştı!
bekçinin sabahı yok
kimsenin gidecek yeri de


(21 Mayıs 2006) - MOR TAKA Dergisi - Güz '2006' - 6. Dekad

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:03 PM
…Berzah…

arka cebe gizlenmiş narin uykulu çocukluk
göğüs cebiyle didişir durmaksızın
meşruiyet
zihnin kantarında

sorarız!
“diriliş ne zaman
nerde devşirme askerleri sultanlığın…”

ay'ın siyah yüzünden gül derleyen tanrıça
yoksullaşarak akar harfin üstüne
süreğen göçlerin iç sızısıyla ak parşömende
sayısız ölümlere karışır sütümüz
çocuk ruhunun nirengi merkezinde

vakitsiz perdelenmiş göze gelir sıra
dışarıya açılan son pencere
ki tavukkarasından muzdarip
olabildiğince uzaklaşıp “aklın terazisi” safsatasından
affına sığınılır sözün
bir yarı göz buğusu, kör isyan
selam durur aşka öteki yarı

...dil yanığından peydahlanır her öksüz dize

mahpusluğun ipini göğüslemektir sözü kökünden sarsmak
düşürmek kendini “kendi”liğinden!
gözbağına bu yüzden bir şimşek ısmarlarız
titreyerek çaksın diye körlük tülüne

…kıyıda bekler çocuk saflığımız

tanrılar: sevecen bağışlayıcı cömert
şeytan ah neden böyle sinsi bakışlı!
ruhsatsız tebliğ edilir tutuklu meşruiyet
tekilliği sorgulamaz ejder yüzümüz
dişilik ve erillik ve masumiyeti
ne yolculuk tükenir ne yol
ağlar kum eteklerini mesken tutmuş bir kilit taşı
derin bir suskuya dönüşür daralan nefesler

…kim ki bilmez menzilini, imgeye vurulmaktır cezası!

bu deli halleri bize ve sana bağışla ey gül
iki tarafımız coşkun su
kızıla çalıyor seher vakitlerinde hayat
ve ölmek için hala çok erken

…ne büyüdük adamakıllı, ne de bir vedadır bu

berzahı yazar dil



(5 Şubat 2006) – “ 6. Dekad “ Dosyasından…

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:04 PM
…Bir Ustaya Veda…(Attila İlhan’ın Anısına….)

çalımlı bir ateş dansıydın buz üstünde
harlandıkça alevin
demini aldıkça duygu
sahipsizlikten soruldun usta
kimsesizlikten

terk edildi yüzün siyahın büyüsüne

sağalmayı unutan kangren ey!
gizli isyanında en yakın yarasın şimdi kendine
bilemedik
hangi sığınakta döllenmiştin
nasıl bölündün bin irinli parçaya

kayıp gürzüne ağlıyor ayaklarım
okunaksız bir aynayı tashihten suçlu
çözmeye çalıştıkça sırrını dipsiz boşlukların
yorulduk
yoruldun!

kırıktı zemin
kızıl cehennemler bağışlandı gitmelere
ah’lar alnımızdaki kara lanet
göğsümüzdeki çukurdan derin

biz ki
idamlık geçitleri açık tuttuk hep
kapılarda kilit / kilit üstüne
buza nakşolmuş ezgilerde yağmalandık
kimdik / neydik unuttuk

siyaha uluyan dişinin rahmine bırak ateşi
ve git!
:
güzel bir doğum olmalısın şimdi kendine
uzaktaki kıtanın deli tayları
mutlaka savuracaktır güneşe yelelerini bir gün
içimizdeki dünya bir gün mutlaka
zehrini kusacaktır ne olsa

hiç değilse gülümseyerek git!

başımız sağ mı bilemem
ama yine ağıt var yazgımızda!


(11 Ekim 2005 – Kara Bir Gün)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:04 PM
…Çakırdikeni…

......saçlarımdan
......suçlu olduğu ispatlanmış şiirler dökülüyor
......(Ziya Alpay)


boş!
ne desem boş
alfabem
çayırda çalıdikeni

yıkılan bentlerin sagusunda kaldı
surların kokusu
kim söyledi her şeyin “tam” olduğunu
“solo” konuştuğunu herkesin

bir yanım rapunzel kule
bir yanım siz
içe kanayan harf sustu
su yanık
dudak küs

çürüdü dilim dilinize sürterken
bağrımda bir çıban tütsülüyor takvim
siz düş(tünüz)
bozkıra ağız büzüyor suçüstçülüğümüz

sözlerim tenhada çakırdikeni!


(10 Ekim 2007) - 6.Dekad, HAYAL Yay. Ocak 2008, s. 41

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:04 PM
…Çıra…

izimi bırakıp güneşe
rüzgarla sevişiyorum
hayata yol açmaya
__sesimle

dökülüyor eteğimdeki taşlar
topluyor
çıkarıyor
kırıyorum
yetmiyor kalbimdeki harca

avazım
yitirmekte özgül ağırlığını
çillenmiş kelimeler nerede?

geriye dönmeyecekse nefes
taflanlar kuruyacaksa dilde
söyle
nasıl yaşamak bu!
___yankısız

bir çıra yak şimdi sözlerime


(21 Mayıs 2006)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:04 PM
…Déjê Vu…

yutkun!

çiçeğe durmuyor artık adam
kuru yapraklarını saydırıyor baş meleğe
ölüm “arkadan vuracak kadar kahpe”*
mızrağında Rodos

adam bir fotoğraf eğretilemekte
adı lazım değil
Asitaneye inmiş Don Kişot kadar
çılgın bir şövalye

karar yol emridir ikinci kez
üstelik kulvar tek yönlü
hava lodos

bu kaçıncı déjê vu ey!
“şiirden saklanıyor şimdi herkes”**

değirmenlerle eğleşiyor yetim çocuklar


(*…**) (Cenk Koyuncu)

(30 Eylül 2007) - 6. Dekad

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:04 PM
…Dirimsel Ölüm…

biri
birini bulur
biri
vurur birini

simgesel karmaşanın rengi kül
kurban
yetim kırılgan
aykırılığa sızar izinsiz
destursuz çekilir kınından

şahlanır
umudun saltanatı
ölü nokta
dirimsel takat
:
ketum yakarış

pusarık bir mitostur yaratılan
kayıp zamanlar libidosu
yıkasın diye
saçlarını kaos’un

bilinmez:
hangi nehir yatağı alır ölüler ve zanlıları


(10 Ağustos 2006)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:04 PM
…Dördüncü Duvar…

birini kapatıp zamanın
dünden tasdikli bir defter gibi
ötekini açtık bildim

son duvarı neden ördük o halde

pekâlâ yaşanabilir gözetleme kulesinde de
“aşk yoksa yaşamak yok”
demek kadar basit bir önerme bu
yalın ve anlaşılabilir
birinci tekil şahıstan yola çıkıp
boşlukta yürümek kadar tutarlı hem de

düş değiliz annem!
çok oldu kanatlar eriyeli
insanız ne olsa
ve hala aşka yatkın
her ağıtta sırlar saklı
ölüme yakın

tanıdık bir karabasan
manastır kapısı ısmarlıyor kalbimize
dördüncü duvar!

tek tanık şair
tek avuntu aldanmayışı şiirin


(4 Ekim 2007) - 6.Dekad, HAYAL Yay. Ocak 2008, s. 11

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:04 PM
…Düş Lekesi…

düş lekesine yazıyorum yıllanmış yamaklığımı
söz’le sınanıyoruz
karaya vurmuş bir güvertenin tek başınalığında
hırçın bir deniz iniyor payıma
bir de sözün ağrısı
gümüşi pullardan başka

üstleniyor akıntı reşit olmanın sancısını
dilsizim ben nicedir...ayna suskun
simin durgun suyunda kanserli dokulara salıyorum
deniz heybetiyle üflenen ejder soluğumu

aşkı indirmedik başımızdan
yüzünü yere vermedik hiç
bu acı başka bir şey!

kalbimde seyrüsefer türküleri
nicedir denk düşmüyor haritalara
tüm kıyılar yangın yeri

dil yorgun bir ağıt

siz ayrılığı yazın
ben ağrılarımı
size sevda...bana divit

düşümdeki leke tutuyor ellerimi...


(9 Şubat 2006) - 6. Dekad

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:05 PM
…Eldiven…

kuru bir tütünüz acıya
şiir
alıcı kuşu sözün
gevrek bir ötüş ardında gizleniyor
ardıç sürüsü

ne usandık ormana sevdalanmaktan
ne uslandık cilalamaktan ak kağıdı
aykırı yanıtlardan asıldık hep
sorular
eski tanışıklığımız

tohumca serpilmeyi umarak
derin
bakir
ve ak
incelikli bir mısra gibi
konuşmayalım bundan böyle!
:
yanıyor ellerim
kadife eldivenlerim nerede!


(18 Temmuz 2008) – Likurga Dosyasından…

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:05 PM
…Eylül Kuşları…

yarısı yaz / yarısı kış

yarısı bir dolu hüzün / gece
yarısı günışığı / kışkırtıcı
ipini kopartmış entrikacı fahişe

işte geldi çattı mevsim…

yaz’ı bitirdik diyorum anla!
deniz tatsız / düğünler tavsadı artık
mağazalarda bir ucuzluk furyasıdır gidiyor
ne alırsan üç’e beş’e
oysa “insandan ucuz şey yok” demişti kadın
yakında bizleri de koyarlar vitrinlere

bir geliş / telaşlı
bir gidiş / bir sayrılık
bir de kemirgen duygu / insafsız
kalbe hançer saplayan cinsten
-yaşama sevincimizi çalmıştı hani
sessizce ağlıyorduk / ağlıyorlardı durmadan
ondan söz ediyorum
:
masumiyet gülücükleri
içimizdeki ıssızlığın dudağında kuruyor zamansız

erkekler rızk peşinde
dörtnala ter atıyorlar
işleri varsa ne mutlu!

yaygaracı kadınlar mı
ne desem ki
...yorum yok...
biliyorsun farklı biriyim ben
anlamam onları sizlerin anladığı kadar

önümüz kış’mış aldırma!
yakala eylül kederlerini suyun gözünde
aşka ve ölüme bağışla hüznümü ey sevgili
orada çöreklenen habis intihara

kalbimdeki kuşları sıkı tut yeter
göçmesinler! ....


(27 Eylül 2005 – Eylül Dosyası)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:05 PM
…Geçitsiz…

kömürden geçmeden
tutuşmaz dil ateşi külle
varılmaz
suya
su şehirlerine

ve ayrılık
ve ölüm
ve yalnızlık ‘sır’ı sorgulayan
hep vardı

kime baktık biz
neydi
aynadan düşen bize

oradan geçmeden
çözülmüyor anlam
süzmeden varlığı yok ile
sözün gereği ne!


(Mart 2008) – (Likurga Dosyasından)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:05 PM
…Gül Yanı Hazan…

fidanın çiçeğe durduğu şu mevsim
segah perdesinde işmarlı bir hüznün
böğürde şaklayan kamçıyı betimler acı tebessümüyle
gül yanı sararan bir yerdeyiz

bilmiyoruz nerdeyiz!

çapaçul o delirme noktasında
kucağında bir fırtına uğrağının
nadide sevinçleri mostraya çıkarır gibi
kursağını deşiyor kara ve deniz

sayrılıktan ağlıyoruz
öncesizlik ve sonrasızlığa
:
gün kayıp
bunca uğursuz yıkım ağrısıyla
çaresiz!
erken çürüyen zaman artığına

düne küstü fidanlar
ve yarına anakara’da

gül yanı hazan bir yerdeyiz…


(13 Şubat 2006) - 6. Dekad

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:05 PM
…Harami…

ruhu nerede insanın?
__bir koza arar o çaresiz
su katılmamış sevgidir adı

içinden hurdahaş çıkılan son mekan
kimi zaman tek parça

yerkürenin bu ucunda
boşa saydırıyor bir güç silahını
“birdirbir” oynuyor durmaksızın
eti ve kemiği
ve aşağılık bir iştiha ile
yepyeni bir düzen peşinde

h a r a m i besliyor uykularında
âleme zulüm ezberletir de
iskân etmez evinde kimse

geçmişten şavkıyan kentlere
çığlık taşıyor büyük kanatlı bir şey
utanıyor kuşlar
çok utanıyor
insanlığın sesi duyulmuyor hiç
Samarra’da
matemli bu sabah vaktinde

adam gibi çekilsin çekiliyorsa tetik
yarının hesabı sorulmadıkça neye yarar böyle bir silah!
solan nefeslerde çoğalıyor soru işaretleri
kan ağlıyor Samarra tarihte yine

nereye gizledik ruhları ey h a r a m i!


(18 Mart 2006)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:05 PM
…Irmak…

yüzümüz sevdacıl gül
ve fakat
geceye derin bir hüzün

sezgiyle birikir
uyumla dirim
artağan
bunca karmaşa

safi nazdan sayılır
demini yitiren mazruf
safi tafra

sözüne eşkıya insan
doğurgan yargıcı kendisinin
haince pusu kurar aykırı ritim
var oluşu sorgular
kuytuda

hangi suya teğet geçtiysek bu yüzden
ya darağacımız
ya ırmağımızdı bizim!


(1 Mayıs 2007) - 6. Dekad, HAYAL Yay. Ocak 2008, s. 26

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:05 PM
…Kaftan! ...

nükseder kimi hastalıklar
eylüllü ağıtlara benzer
silinmez hiç
çölü çekmek gibidir içine

biri bozdurarak harcar kendini
ne bütünlenir daha
ne 'üstü kalır' alacaklısında

kiminde kül
kuyum tozu
ayrıksı bekleyiş
ışığa susamış kilitli bir kasanın
soğuk yalnızlığında

sabır taşı biriktirir bir başkası
uzun soluklu kader tayında
semere vurulmuş ağır torba
yalandan yaşar
hayata hiç “merhaba” dememiş gibi
ölür yalandan

bilmeyiz nerdedir onca delik
yüzümüzde tutuşur nükseden hastalık
bin yerden paralanır deli kaftan
sonrası derin acı...yeis
çarpılır ruh terazisi
mihengi noksan

sönmüş bir balonu yeniden uçurabilir misiniz
kaynak tutmaz bu yüzden eylülde gözlerimiz


(27 Eylül 2005 – Eylül Dosyası)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:06 PM
…Kan Revan…

keyfiyet şal örtüyor üstümüze
börtü böceğe emanet insanoğlu
kaygılar
bin ayaklı hayalet

içimin fırtınasına bağışla beni
hayra yor!
düşler bilir boşlukta yürüyeni
kusurdan sayılmayan dikenin mahremini

“gerçeğin çölü”ne* indiğinde şal
ırmağımız çelimsiz gümüş
“mürekkep zaman”lar**iğneli

darp izlerini kutsayan bahçedir bozkır
akıl karartmasına
komşu arayan

serseri bir ayazın arka avlusunda
bir buhrandan ötekine tek ayak üstünde
yarım kafiyelere sığınırız
kan revan


(*) Zizek
(**) Enis Batur


(19 Ekim 2007)
6.Dekad, HAYAL Yay. Ocak 2008, s. 31

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:06 PM
…Kedi…

- Dağlarca'ya


taçsız geçilen kapıda evrildik
- kuşkuyla bakardı hayvanımız –

olmayı seçtik soyunurken
ağaçlı meseller gibi
ölmeyi

vasiyet bırakmıyor giderken hayat

“aşk! ” dedi önce
yıllar sayfadaki tırmık izi
eskitilmiş ölüm
:
sonrası “aşk” yine

anlaşıldı!

sözcükler kaygılı kedi
arka sokaklarda çarpışan
eşkâl sormuyor “şiir hayvanı” *
o ki hep bağışlayan…


(*) Fazıl Hüsnü Dağlarca
O ki, 94. yaşına adım atmış bir çınar!
Delikanlı yüreği ve “İçimdeki Şiir Hayvanı” ile çıkıp geliverdi ansızın…

(1 – 13 Mart 2007) - 6. Dekad

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:06 PM
…Kepçe…

-Erdal Öz anısına

dilimdeki kemiktir elini tutan
kızışmış sözcüklerin
masumiyeti dibe sürüyen taşlar

aldatmayız kendimizi hiç
zehirlenmesin diye bilinç

o sıra
iç hesaplaşmalar
“hiçlik”le tanışırlar kıyasıya

geride kırılacak kemikler kalır bir
bir de taşlar

ibre eylemden yana

içe döner yüzünü
söze vuran mızrap
:
sabır sınavı

çok yaşamışlık taşmakta olan süte kepçe


(6 Mayıs 2006) - 6.Dekad

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:06 PM
…Kerpeten! ...

çürümesin şiirin kemikleri ruhlar gibi
çelik tüylerimi takınıp geldim

paslandı fildişi kuleleriniz
gördüm ah!
sorguçlarınızdan kan damlıyordu

ağladım
ve siz kandınız, öyle mi!

mesnetsiz bir saltanat artığıydınız
kangrenleşmişti diller
__yeniyetmeler sumen altı
Atlantis’ten bin beter batıyordu sultanlığınız!

cinlerle raks eden tacın cülus bekçiliğinde
mürur-u zamana uğradınız şimdi
rehin diye ödünç verdiğim meşin bu gül şiirden
tek kişilik mülkümün
burnunuza uzattığı çiğ etimdir!

mora çalar bir iştihanın söktüğü dişlerdeyim
öncesi tufan
“sırtlanlar arenası”

ötesi m e y d a n!

sur içinde bilenmekteyiz, bilesiniz!



(Bildiğini sanmak değil her şeyi, bilmediğini bilmektir marifet!)

(3 Nisan 2006) - www.blogcu.com/nimo

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:06 PM
…Kışlak …

ileri gidiyor bu mevsim saatleri
aç gözlü rüzgarlar yutuyor sevdiklerimizi
orda bir yerde bekliyor sonsuzluk
kapı duvar
:
içim kale

kum tanelerinden kalp yapıyorum
çırılçıplak soymadım henüz eylülü
borç senetleri ödenmedi şiddetli yele
bekliyorum

sararan yaprakları kuş sanırdım evvelden
toplanıp giderdi mahzun çingeneler
meçhul bir adrese doğru yol yılgını
bilmezdim sonyaz çiçeklerinin
vakitsiz solduğunu
yuvasızlığa bayrak açtıklarını güz günlerinde

erken çöküyor acının gölgesi
kumdan ördüğüm palamarları
sebepli sebepsiz çözüyorum

dışarısı gece nöbeti / zalim
yaşanmamış saatler ve ben
ve içim sevgiyi vururken
derin bir yalnızlığa yürüyorum
:
ölüm beslemesi çelimsiz kalbim
eylülden yana kışlak…


(27 Eylül 2005) – 'Eylül' Dosyasından

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:06 PM
…Kızıl Karmaşa…

soysuz bir eylemin cankurtaran sürücüleriyiz
soluksuz kalır
sayılmaktan yorgun düşen gün

suretadır yolu düzünden özümsemek
o denli can sıkıcı bir de
sıra dışı anlamlar çıkartsak
tersinden okusak mesela acı ve hazzı
yarı meczup bir anarşist gizlense
ruhun kırk yamalı çekirdeğinde
çelimsiz bir aydınlık düşse payımıza
kan bürüse kalpte yırtılan ah’ı
:
ötesi yol kazası!

hangi ufuk ağırlar borçlu takvimleri
hangi har
hangi ecel artığı ölüm bekçisi
bilir mi “dağ” yalnızlığını
çekirdekte yaşanan k ı z ı l k a r m a ş a y ı?

aldatır öte yakadan vuran sayha
yaşamla cebelleşiriz
yol ahraz
tiz bir zulme açılır sürgüsü kalbin
insanı anlatır gül bahsinde kül kanamalar
:
:
“ölüler hep aynı yaşta”*

havada siren çağrısı!


(*) Gufabe: ‘Üzerine Alınan Notlar’

(28 Haziran 2006) - 6. Dekad

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:06 PM
…Kriko…

hışmınız bir imge
vazgeçilebilir ödüllere benzer

en kışkırtıcı renk halâ cebinizde
görünmeyeni aramak
bilinene susmak
evrimleşme sebebi

baş özne!

siz - biz - onlar
hiç
süfli eylemler
boşlukta gezinen
göktaşı

erkin tarifidir bilgelik
sihirli değnek
yerinden oynatır harlı zamanları
zarı deşerek

ego
ete ağır gelen kriko
öfke
sesimize nafile ünlem!


(10 Ekim 2007)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:07 PM
…Kuşanma…

bilsem ah!
hangi anlamdan
çaldılar bizi
neydi
gözyaşımızın
rengi

hangi şakidir
güneş kılığında
alfabeyi dağa kaldıran
sevgiyi öğüten koyaklarında

ki böyle silah kuşanma isteği içimizde!


(1 Mayıs 2007) - 6.Dekad

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:07 PM
…Lemurya…

çift yumurta ikizi
öz’de kalmaya karar verir bir gün

kromozom karmaşası!

düşer göksel yüz
ikiye indiğinde
sarmalların sayısı

öldürülür bu yüzden
yaşamak için ölünür bir de

ağırdır epiloglar

tanıktın kargaşaya
bilirsin
sen koy adını soysuzluğun
:
nasıl da kesiyor dilini insan
son’lar kapıya dayandığında

sırtımızdaki çıbanı sen anlat Lemurya!


Aralık, 2006 – Hayal Dergisi, Ocak-Şubat-Mart 2007, Sayı 20

6. Dekad, HAYAL Yay. Ocak 2008, s. 53

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:07 PM
…Likurga Balıkları…

çünkü sınır komşusuyduk biz
:
iki çılgın nehir
iki balık
vurgunda

kaç kulaçta
kim bilir
çivilendik
suda

ağır çırpınış
yersiz
yurtsuz

kimse bilmez şimdi
sessiz
ve durgun
bir şiir öpecek bizi
pusulasız teknelerin ağında


(Mart 2008) – Likurga Dosyasından

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:07 PM
…Lupus…

bir düşü aramaktı yürümek
sözün tutuştuğu yerde yalınayak
kaldırımlar ateş tuğlası
yol amansız duruşma

dışa vurduğunda acı
zamanı tersten okur gerçek

sorumlusu “hiç kimse” düşsel fırtınanın
tini yalayan çığlık tek umursanan
farklıdır öyküsü yanık tabanların

“homo homini lupus”

fal da biter ey Avigdor!
Beckett’in kaşığına kulak ver
onu diline savur

çünkü
şiirde geçmez zaman
şiirde ölmez masallar

tükenir lupus
sabır ve diken küle beyan
rüzgâr sus pus…


(*) Avigdor Arikha: Samuel Beckett’in dostu. Öldüğünde Arikha’ya bir tek kaşığı kalmıştı. (Sn. Enis Batur’un bir yazısından esinlenerek…)

(12 Ekim 2007) - 6. Dekad, HAYAL Yay. Ocak 2008, s. 9

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:07 PM
…Maya…

toprağa su yürüdü
gönendi ağaç
utandık yaprağından

burası Likurga

zaman ey!
kendine üfleyen
ney
:
bu yüzdendir
marazi bu hal
şiire kekelemesi sözün

tel
tel
ak kâğıda dökülen
ekşi bu maya


Mart 2008 – (Likurga Dosyasından)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:08 PM
…Mistik Karşılama…

yeniden doğmak gerektiğini hatırlatıyor bulutta saklı eskimiş ay
korkuyoruz güneşin yaşlanmasından
:
ruhun kuş sürüsü tedirgin
ağır mirasından ürküyor ebegümeci dudaklar
satır aralarında eğreti bir ağıt
yoncalarla öpüşüyor

mizanı bozuk yolların hülyalı mitosunda
belleğimi mayalıyorum bir çekirge uğruna
akşamın grileştiği sessiz doğumların
ihtiram duruşunda

soğurmak içinmiş acılar bildim
uğurlayanmış hep karşılayan
mistik bir rükuda
mavi çarpıyor tanrıların kalbi
vadesi yetmemiş borçlar ödeniyor
ölü kuşlarla turkuvaza

bin yıllık intiharları atıyorum ey!
eskimemiş ay’lar adına karşıla beni

içerim ışık anası


(24 Ekim 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:08 PM
…MÜLK…(Düz Yazı)

Onca karmaşaya rağmen, bir çiçek bahçesi olduğunu unutmuyor evren. Üzerinden bin yıl geçse dahi tohumun özünde saklıyor kendini. Toprakla sevişmeye koyulduğunda, güneş su ve insandan beslenmeyi çok iyi biliyor. Yaşama sanatının mucidi o…

Çiçek ise kısa ömürlü… Elle tutulur, koklanır; özenle bakılmadığı takdirde kuruyup gider. Aynı zamanda bu kısacık ömründe ruhları şenlendirir. Tıpkı unutkanlığı reddeden evren bahçesi gibi… Bir de tinsel bahçelerimiz var. İnsanoğlunun tüm sırlarını gizlediği bu âlemin renkleri, alacalı tonları, bağbanları, yamakları bizleriz aslında. Şair ise oradaki sesleri duyan, renkleri gören, kalplere aktarabilen biri… Hayatın karanlık yüzünde içlerimizi eşeleyen, tohumlayan ve evrenle birlikte yaşamını sessizce, belki de bir ömür boyu susarak sürdüren... Yalnızca sözcüklerin kadife eldivenleri ile dokunur bizlere. Tepelerde, kıyılarda, ruhun koyaklarında dolaşır durur. Bir gün bakarsınız bir dağ lalesinden esinlenip “gelincik” sözcüğünü armağan eder dizelerinde. Tirşe, yavruağzı, kimyoni, şarabi, ebruli gibi unutulmuş renkleri ve Yuda’dan erguvan’ı getirir gönüllerimize.

“Şairler ses verir, soluk verirler, evren çiçek açar” diyordu Ahmet İnam.

O halde, evrene tılsım üfleyendir şair. Ona gerçeğin ötesinde yepyeni anlamlar kazandıran kişi… Ya şaire üfleyen evren? O şenlendirmez mi şairi? Hüzünlendirmez mi; çiçeğini güldürüp soldurmaz mı? Aşkı ve sevdayı yorgun güzlerden bahar coşkusuna taşıyan değil midir o? Elbette söz’ün müziğine tutkuyla değen her yürek gibi o da kendi çiçeğini açtıracaktır. İnleyen çiçekler, “elem çiçekleri”, “uçurum çiçekleri”, beyazdan tarçıniye, patlıcaniden mora insan ruhunda seyrana çıkmış rengârenk çiçek… Şairin dilinde her nefes alış, her soluk veriş farklı bir kimlik kazandırır kişiye. Böylece adımız konulur bir çiçekten. Neyiz bugün? Gül mü, karanfil mi, mateme gark olmuş bir kasımpatı, yoksa gülün dikeni mi? Söz’le buluşulan o yerde anlamlarız kendimizi. Bu yolculuk bazen bir yonca yaprağından çiğdeme, oradan da Afrika’lı bir menekşeye kadar uzanır. Narçiçeklerinin narında veririz molalarımızı. Nilüferi seyrederken suya akseden yüzümüzle Narcissus’a benzer; zihnimizde bir bataklık nergisinin serüvenlerini yazarız. Krizantemden asalet alır, yaseminden tutkuyu öğreniriz. Sıradan bir reyhan dalı aniden güven veren, kucaklayan bir “sevgi evi”ne dönüşür. Kimi gün alabildiğine mutlu bir kır papatyası yansır aynamıza. Taç yapraklarıyla aşk falları açar, ya da güneşi tutkuyla kovalayan bir günebakan oluveririz.

Sevgiliye sunulandır şiirce bir söz. Sevgiyle alınan ve ona da çiçek açtıran. “Geceleyin gül yanar” dediği gibi şairin:

“gül akar gülüşünde, yanar ışığı yüzünün
harede gözler büyür, ay büyürken sularda”
…(Aydın Afacan)

Gül gider gün gelir ve bir akasya ya da ıhlamur ağacına tutunarak dallarında çiçeğe dururuz. Yalnızlığı paylaşırız onunla. Ruhu dağlayan acılar yakıcı birer goncaya dönüşür. Yitirdiğimiz sevgilinin başucuna hatmi çiçeği bırakırız bazen.

Ne çok şikâyet edilir çiçeksiz saksılar ve saksısız çiçeklerden. Ve ne çok soru sorulur bir sap çiçeğe:

“elimde demin
küçük bir saksı vardı
boş bir saksı

nasıl ağırmış meğer
nasıl kolum ağrıyor
boş
bomboş
çiçeksiz bir saksı”
…(Arif Damar)


“bir sap çiçek mi – saksısız –
kaçışına uğrayan bir çiçek
neden olmasın
yağmurlar
yağmurlar yağdığı zaman…”
…(Edip Cansever)

Bir şair, “her şeyin tadı dağıldığında”, hayatın havı döküldüğünde çiçekle anlatır iç yağmurlarını:

“bir sap çiçek mi taşısam yoksa ağzımın kıyısında
aydınlık rengi vursun diye gözlerimdeki buluta”
…(Murathan Mungan)

Sümbüldür, hüzün rüzgârları estirir yüreğimizde. Ve iğde… Tüm yollar bir kez olsun mutlaka iğde'den geçer. Itırlı esansıyla sarhoş ederiz sevgiliyi. Gri bir melankoliye tutuklanmış rengimize isyandır bu kuvvetli koku salış…

An olur, gönlümüz zehirli bir çiçeğe dönüşür. Zakkum ağacıdır mesela o gün mekânımız:

“Aşk, ölümün dudaklarından öptüğü zaman
Yüreğimdeki zehirli çiçeği
Usulca bıraktım dünyanın dışına…”
…(Cezmi Ersöz)

Küskündür gönül. 'Elleme' deriz, 'elleme küserim'…Küstüm!


söz düşer tohum olur
ben düşerim sözden
siz düşersiniz
diri bir nefestir üflenen her dize
çiçek açar
hükmederiz evrene

bugün bir zambak dalına tutunduk
tenimizi döver yarın insafsız bir yosun
evrene böyle düşülür gizemli döşünde tohumun
gül ölümsüzlüğü tomurcuklanır iç bahçelerde

çiçekten gelir
çiçeğe gideriz
aslında
çiçek bizleriz!


Payımıza “şairlik” düşse ne olur, düşmese ne?
Tılsımlı şiirler veren, nefes üfleyen şairler var oldukça solmaz bu âlemin çiçekleri…

Ve şiirden esen her söz, mülk edinilmiş bir çiçektir bu bahçede!


(S’İMGE Dergisi, Temmuz 2006)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:08 PM
…Öteki Yarı...

usandım eskitilmiş sözcüklerden!

sıradan menevişler
bir çarmıh
ve ikinci tekil şahıs hallerden

“y a ş l a n m a z g ü l ” den bir ses ver bana
ölümsüz bir lehçe eprimiş dillerden
taçlandır önce yasemin saraylarımı
bozgunlarına asıldığımız kale burçlarında
şiirler bağışla!
ak düşmemiş hecelerde çimlensin
kendiliğimizin meçhule üfleyen yamaçlarında

bilelim duygunun ateşinde döllendi ey!
aşktan yayılan nefesi ayrılık ve hüzünden

h a n g i kuşun kanadına tutunsa
yeniden yaratır dilim göğünü
gürleyerek hiçliği delen bu sayha
yıpranmadı usanmaktan henüz
iki soluk arasında bekleyen bu gül nida

bağışla dilime söylesin
anlatsın insan yanımın dikende ağlayan öteki yarısını


(5 Nisan 2006) - 6. Dekad, HAYAL Yay. Ocak 2008, s. 79

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:08 PM
…Peçe*…

bir yas peçesiydi yüzüm
eksik
yanık
yapayalnız
eski bir kuda oyunundan kalan

cilası sıyrık tutkuların düşkıran istilasına
arsızca kondu’laşmasına arı-duru sevdaların
gece gündüz yozlaşmasına
mecalsiz bir isyan!

bize zimmetliydi
uçurumlarla intiharların sancılı hazzı
bir biz kalmıştık
düşerken aşka tutunan

“inecek peçe
iniyor peçe
ya sabır! ...”

boşluğu ünlüyordu boyundurukta bir ses
içimiz kızıl isyan!

ey gülüme günışığı gibi değerken dilimi bağışlayan sevgili!
kıyamete dek rızama boyun eğdiren eller
size döndü ey!
çıbanları patlayan sırlı yüzüm
günebakan çiçeğinde sayısız kederlerin çatıldığı
yetim haller

indi peçe!

matemi lal eden bir duygunun sınırsız gücüyle
çoğalmaktan nasıl yorgunuz şimdi
___delice akmaktan
hiç düşündün mü!
:
nasıl da kalabalığız
yatağını bulmuş efsunlu bir masal nehrinde…

………


(*) Yalnızca 14 Şubat’lar değil, tüm sevenlerin her doğan günü kutlu olsun…
Sevgimle

(14 Şubat 2006)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:08 PM
…Sessizliğe İnmek…

- Feride’ye


çekildim kalbimin kısrak yüzüne
öze çekildim

sordum:
ne demekti sessizliğe inmek?

dörtnala giderdim anlamı çözerken
kaçmayı sevmedim
sürati de
yolculuğu bir tek

dirilerek geçti okum yayından

en zoru delmekti ruh çekirdeğini
susmaktı
konuşmaktı derinde durularak
anlamak rüzgârın
rüzgârdan başka bir şey olduğunu

sezdiler
bildiler
bildirdiler

acılı şiirlerden böyle geçtik ey!
kabuğa tutunup
söze çekildim


(25 Aralık 2007)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:09 PM
…Sis…

karanlığa dokununca
avuca sızan
hırsız buğudan söz ediyordum
:
gölgeniz kaçmıştı sizin
kısıktı nefesiniz
sesiniz dağda!

böyle ezber ediliyor sevmek
ruhsatlanıyor böylece dengeli bilgelik
yoktan var ederek yitirilmişi
yolculukta keşfederek bireyliğimizi

…bakmak lazım görmek için...
kamaşmıştık oysa afili benliğimizden
yol ortası aynı uzaklıkta iki yöne
ve “herkes yalnızdı siste yürürken”*…

bu yüzden fark etmedi kimse kimseyi
tanımadı duman
yeşeren kendiliğimizi!

ah bir de omuz silkseydik ne iyi olurdu!
sisi anlatsaydık soyguncu karanlığa
hiç yaşamamış gibi daha önceleri
hiç yaşanmamış gibi…

üstelik kimse yokken!


(*) Hermann Hesse


(27 Ocak 2007)
(S'İMGE Dergisi, Mart-Nisan 2007, Kedi Şiir Seçkisi)

6. Dekad, HAYAL Yay. Ocak 2008, s. 89

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL
10-02-2008, 02:09 PM
…Soğuk Parantez…*

sabahlar bilmez yaşlanmayı
kadim bir masalın ayak izlerine gece
kırmızı saatlerin mührünü vurur
:
açılır parantez

cezaya durduğunda tek ayak üstünde
en fazla kendi kökünü söker kişi
eşikten sızan suyudur buz dona çeken akşamın
adresini bulamayan bir mektup yazar sevgiye
:
soğur beden

geçmiş zamanlardan kalan iri sözler
ufalanıp un eler yazgımıza
arsızca kuşanılır sabahın diri vakitleri
tanrısal gücü umulur dağın yalnız bir ağıttan
dişlerini geçirir gerçek etimize
acıtır içimizin çengelleri
:
sessizliği dinleriz

meçhule üflenmiş
mum alevinde kapanır parantez
puhu kuşu sonuncu kez kanat çırpar
ağlar
tüylerini bırakır
kırık bir eylül cübbesine
:
soğur evren
üşürüz böyle...


(*) 13 Eylül 2005 - Sevgili Babam A. Muzaffer Bulgulu anısına.

Naime Erlaçin