Tam Sürümü Görüntüle : ...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:40 PM
Ad...
sen benim en güzel düşüm oldun
kül olmuş bir günün akşamında
bir daha içilmeyecek giz şarabın
yaşadıkça
korkuyorum
büyü bozulur
karabasan olur diye düş
uzadıkça
şimdi parmak uçlarımda
ışıksı bir toz bırakıp giden kelebek
vaktevvel bir ad ver bana
bir adım olsun
yalnızca senin bildiğin
şiirden damıtılmış
uykularımın arasında
nereden çağırsan işiteceğim
ve içinde
pür gibi yeşereceğim
beni andıkça
ben yitmeden karanlıkta
düş bitmeden
vaktevvel bir ad ver bana...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:41 PM
Ada; na
gülü dudağından bildim
ikliminin sarhoşuyum
nasıl anlatılır
yakamoz fırtınası bakışlarına tutkum
0 yangın sokuluşun
ayışığı soluyuşun
anlatılamaz...
el ayak çekilince
gökyüzü damla damla inerdi
yıldız vurdu beklediğim tüm kıyılara
bir tek sen
yoktun...
denizler gördüm sen
yedi deryalar geçsem
bütün kara parçalarında dolaşsam yeryüzünün
ölsem
tükenmez
kimsenin varamadığı 0 bakir adana
vurgunluğum...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:41 PM
Ağğyyy
ağy...........
uzmanlar oturdular
yüzleri ciddiyet boyalı
birisi dedi
bu antik bir heykel
romadan kalmış olmalı
amanın ne cici
amanın ne bici
bak şu kıvrımlara
bukle bukle
bir gözün ışığından
bir elin damarından
daha sahici
diğeri
öncekinden aşağı kalamaz ya
dedi
aman ne güzel koku
nayır nolamaz
evrensel bir şey bu
uzaylılar yapar ancak yaparsa
üçüncünün yüzünde
derin
ve bilge bir sükut
efenim dedi
olsa olsa bu
zamanımıza gelmiş
son put
hepsi bir ağızdan
aman aman
bunu siz mi yaptınız bağyan
bunu siz mi yağtınız bağy
ağy
ağy
ağy
ne kadar da fecisiniz
acaip yeteneklisiniz
siz var ya siz
en siz
efenim ne şahanesiniz
gelmiş geçmiş
en yüce yeteneksiniz
tuttular
yaladılar
yediler
yuttular
gittiler
ve sırada
bekleyenler
çok
çok
çok
kralı çıplak gören deli
dedi
bunun
adı
bok
...................
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:41 PM
Ağlayışların
ağlayışların
kırkikindi ağlayışların
yüzüme yonttuğu derin uçurum
ve ayrılıkların
yıldırım düşmeleri
içimde o yangın artığı kentler
ve keder
kum...
boşalmış köylere vurdum zifiri ıssızlıkta
hayaletler dolaşan yıkık sokaklar
ve silmiş
erguvani süpürgesi ölümün
çocukları-sevdaları-düşleri
her vurgunda biraz daha ıssıza
vurdum da yürek atımı
peşimde ihanetin
arsız gülüşleri...
anladım aşk değilmiş benimkisi
aldanışın parçalanmış aynası
kentler tükürüp
kalabalık
taşladıktan sonra düşlerimi
gördüm
yok olan ormanlardan kalan
ardıç ağacıyım bozkırda
bazan
yurtsuz bir karınca
kanlı ayak izleri
hüznün yitik dizeleri
göğün denizlerinde
yüzerken ay
ben orada
kırık bir hayatın anlamında
tektim
ve yol kıyılarında
hiçliğin girdabı bakışlarıyla
göz göze geldiğimde
ben o ölü köpektim...
dokundum
sözcüklerden nasıl akar mağmalar
yaşadım
bir köpek
yüreğini nasıl dalar...
ve anladım
düşlerin maskeleri düştükçe
aşk değilmiş benimkisi
yıldırımın gök fidana çarpması...
aşk değil-akarsuyun yanılması...
ve her seferinde
giyinip gece rengi harmanisini hüznün
dönmek
yarasını yalayan yabanıl bir hayvanca
dönmek...
ıssızlığına...
ve kaldırımlarda senfonik yağmur
animasyon hüzünler-makyajlı sözler
çalıntı bakışlar-alıntı gülüşler-fabrikasyon düşler
hastane kapılarında ölürken yoksul çocuklar
nasıl tanımlardı
yalnızlığın
yürek kanında yeşeren türküsünü
kuşkusuz aşk değildi benimkisi
bir bozkır ağıdının gözyaşında ıslanması
bir düşün sırtına hançerler saplanması...
aşk oradaydı işte
bir uzun havanın bin yıllık coğrafyasında
kavalın içinde can olan nefes
kanarken ayışığında...
ne ses kamışa
ne kaval nefese sahip değildi aslında
yavri yavri
yel eser
türkü keser kekikler
bir aşk kokusu yayılır havaya...
yürek
bir yıkık çoban çeşmesiyken dağ yamacında
paylaşılamayan güzellikler gecede sızlarken
onurun kızarmış bıçağıyla
çıkardım yüreğimden
kür bir kurşun gibi
anladım
anladım ki
düş değil benimkisi düşaldanması
aah aşk değil aşk değil
kelebeğin ateşlerde yanması...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:41 PM
Ak Bir Kanama
Ak bir kanama oldu bakışın
Yasak duruşun uzak...
Bir hayâl
Nasıl acırsa
onu kurana
Kaldırımlarda bu kaçıncı sağanak...
Sen bana bakma
Alışkınım
Dönerim yine
Devasa ıssızlığıma...
Hüzün diyordum giderken
Onu masada bırak...
Şimdi anlamadım
Bu buluşmada
Hangi an bir ömre bedel
Beyaz bir kanama gibi acıma
Gülüşünün sayfalarından
Yüreğime değen
İncecik bir yel
Alışkınım
Sen bana bakma
Yıkılsın ne yapalım
Onca zaman
Geceye kazdığımız tünel...
Aldanışlar
Ve yanlış yapmalar ustası
Ahmağın biriyim ben
Utanırım yağmurlarda
Şemsiyeyle gezmekten
Ve hep geç kalanım
Olunması gereken yerlere
Zamanlara
Bu başka bir aldanıştı
Diz boyu
Dizeler boyu
Ak bir kanama gibi acıma...
Kaldırımlara düşen
Eski bir testi yüreğim
Paramparça...
Önemi yok
Yine yoldaşım keder
Sırtımı döner giderim
Varsın yarım kalsın şiirler
Başkasın ki
Vardın gerçeğine başkalığımın
Bir çoban türküsünün kanı
Nasıl yabansa dağları bilmeyene
Başkasın sen
Kaldırımlara
Barlara
Ve şu ana dair
Sanal ve uzak...
Dilerim
Matlığım silinir
Kahkahalarınla
Gözlerinden
Haritalarında olmayan
Bilinmez bir yerim zaten
Bu yüzden
Hoşça kal demeyeceğim...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:42 PM
Akşamın Kanayan Sözü
gel ha gayri... meşe selim mor bulutum serçe masumu gözlüm
bu bir kaval kanaması zamanın sinesinden sağılır gelir
bir keder bahçesidir... her gönüle uç verir de açar bir zaman
bir masal bohçasıdır
bu yürek yürek değil
ıssızda bir kuyunun delik kovasıdır
beri gel allı turnam... türkü gülüşler taşısın gözlerin
kendinde bul beni... sana gel... bana git
bu sevdasına yitik karıncanın öyküsüdür
akıp gider de allı telli bu kıraçta
koyunların kukusudur... bulutların kokusudur...
sabahın kokusudur...
akşamın teri
gecenin elleridir akıp gider de hayat... dokunur taşa
dokunur ıslığa... onu kavislendirir...
kayaya gül oyan sevdadır...
ve biz geliriz...
bir kahır... bir acı bir hay bir huy
yağma sofrası bir ömrün haritasında
tutsak geldiğini bilemeden sevdik de yaşamayı...
sevdik teneke barakaları...
kerpiç damları...
yağmurda akan evlerde seviştik gece karanlıktı
anlamadık... çözemedik...
doğuştan hasretli bir suydu işte hayat
ve öldük geride türküler bırakan karasevdalarda yana yana
bir gün belki de bozkırdan kalkan
bir toz hortumu olur da düşlerimiz
savruluruz günahlarımız suçluluk duygularımızla
bir gün belki
adamı eşkıya düşüren sevdanın türküsünü
bir çocuk gelir de söyler yıkılmış evlerimizden kalan
son taşın üzerine oturarak
beri gel... belki zaman da hiçtir
her neyse yaşamın anlamı...
onun en güzel andacı olsun ki aşkım sana
bütün ciddi adamlar sultanlar öfkeler
bar bar bağırmalar... başını taşlara vurmalar da yok olacak
biz varız şimdi... gel de gör senim işte
yokluğun... ömrümün gecesidir
dağlar da ağlar... aslında uzun havalar yankılanır ya
ahını zaptedemeyenin çığlığı kesilir taş olur doruklarında
dağlar da ağlar bulutlar öperken saçlarını...
gün her batışında kanatırken yüreğini
taşlar da gülümser... o en eski usta aşkı nakşederken bağrına
güler taş... hüzünden bakışlarında eğirerek sevdayı
ne zaman bir kadın kilim dokusa
sen beni aramaya çıkarsın yüreğinin gergefinde gül sağnar
gel... artık gel
sensizlikte dağlar da ağlar
yıkılmış surların altında kaç ömür rüzgara dönüştü
dağların ardında kaç sevda bulut olup yağdı çöle
ferhadın yüreği sebil
külüngü söz oldu... bütün dinler kovdu onu
yağmalana yağmalana geldim de işte
ömürdü azığım... sermayem yürek
taşlandım sokaklarda ibreti alem için
sensiz gözlerimi saçtım karanlığa yıldızlardır şimdi
damıttığım düşlerim ekşiyip zehir oldu
yenilgilerden geldim-yorgunum ellerin yok
ve zaman
ve rüzgar
gel gayri gel
yaşamak seninle başlar
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:42 PM
Amoryumlu Dilenci
yer yavşan
gök yıldız
akşam rengi gözlerinde ıssızlık
oysa sen bilmezsin
hırsız bir yürek dolaşır karlı gecede
sokak itlerinden aç
bozkırlarda ölmüş bir atın kafatasından çıplak
şimdi ben tutup da geceyi sana versem
kar döşenmiş kıraçları-korkunç dağları
uzak melul yıldızları-ayrılık çalan kavalı
neye yarar bir can solumuyorsa
evvel zaman içinde-ırmaklar geçtim ben de
yeğin atlar çatlattım-heybem dolu yıldız
gözleriyle gece ışır tanrıçalar aradım
sevdiğim-kemanım-üveyik türküm
sizin oralardan geçtim daha sen doğmamıştın
kuşkusuz kızıl bir hilaldi dudakların
kuşkusuz dudakların arşipel sularında
şafağa doğru yüzen bir iyon kayığıydı
düş ve coşku toplardı gözlerin yakamozlardan
akşamları samanyolu giyerdin
sevdiğim
aykırı türküm
ölgün eylül ömürler geçirdik de geldik şimdiye
kızıl saçlarına yaprak yağan yarimiz olmadı
eşkıya soysa yanmazdım bu gönülü
derelerde boğuldu hoyrat inceliğimiz
evvel zaman içinde bir yerlerde
kendimi yitirdim geldim
ne bir şehir düştü ardıma
ne atımın terkisinde bir sevda
toynak vurdum da tipili dağ *******ine
terkedilmiş evlere benzeyen yürek kapılarından geçtim
gitgide duvarları yıkılan
gitgide tavanları akan yağmurlarda
muhacir güneşler kırıp yedim öfkemden
kan akmış alanlarda yerlere çarparak yüreğimi
varsın ötsün yalnızlığın baykuşu
ah etmişsem utanacak değilim
sonra kar yağdı
sabahları taze ekmek gibi gülen günleri soydular
gözlerine mil çekilmiş halklar yürüdü tarihin patikalarında
oğulları kıyılmış anaların isyanını yaktılar
çirkef sokaklarında bir dilenci gördüm
kolları bacakları kopmuş
alınmış satılmış yağmalanmış
ordular geçmiş üzerinden
tam da geberiyordum ki kederimden
gözlerinde at koşturan bir kuşku
dedim adın nedir
dedim adın nedir
dedim adın ne
iki ırmak çağladı da gözünden
dedi
adım
aşk
şimdi bin yıldır aradığım yüreğimin terkisinde
atımı ılgarladım yıldızlara
merhaba ey yaşamak
merhaba
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:42 PM
Anka
yıldızlar umuttan nakşedildi geceye ilmik ilmik
ay aşktan doğdu
bakmayın
surlarını coşkudan
sokaklarını düşten kurduğum kenti
bir anda yıkabilirim
kaç aşk var ki tarihimde
yüreğimi ateşlere fırlatmışım
belki delinin tekiyim- belki yabanılca korkak
rotası şiirle çizili
yelkeni gökyüzünden biçilmiş gemilerimi
çıktığım ilk adada yakabilirim
bazan bir tek bakışla
dünyalar kurulur içimde
bazan tek söz
çöllere sürgün eder delisularımı
kum savururum yalnızlıklarda
taşlara çalarım rüzgârlarımı
delinin tekiyim ben
kendi kendini yakan
o çılgın anka
ve kendi küllerinden kendini
yeniden yaratan
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:42 PM
Ateş Çiçeği-02
Kar’Üseyin araladı kapıyı
Hatçe pusmuş oturur peykesine topak evin
Kekikli bir yel kokusu
Tüm sesler ölü
Ne gök mavi - ne toprak yeşil - ne taş sert
Ölene dek saldıracak
tutsak bir yaban hayvanı
İçinde kaynayan tiksinti - kin
Kangal dikenleri gibi
Batmaya hazır her yanı
Kar’Üseyin’in kurbanı
Pusmuş peykesine topak evin
Yeryüzünün en kimsesiz insanı
Bir çığlık / göğü yırtan bir yıldırım
Akkor bir şimşek çakması
Eşkıya başının ruhuna çarptı
Yeryüzünün en kimsesiz kurbanı
İsyan kustu avcısına
Kanların altına aksın da yivrim yivrim
Asıl ayaklarından ölüm koksun ortalıkta
Yağlı kurşunlara gel
Hatçe dedi
Öyle bağırıp çağırma- şükür eyle Allah’ına
Seni bana yazdı da -şu dağların aslanına
Ne söylese dinlemedi
Çığlık çığlığa inledi
Yeşil çimenlerce güzeldi
Sarı papatyaların dengi
Mor menekşelerin ahengi
Ve pembe güllerdi Hatçe
Ağlayan güller gibiydi
İki gözü iki çeşme
Eey insanlar / hatırdan gönülden bilenler
Diz çöküp namaz kılanlar / adamdan sayılanlar
İleri gelenler- usul duranlar
Katiller Hatçe’yi aldı da kaçtı
Çiğillipınar’a konan Suvermezliler
Dayılar- böleler- emmiler - utlular-utsuzlar
Sizin de namusunuz değil miyim ben
bire gidi namussuzlar
Dağ- taş inledi sesinden
Konuştu Kar’ Üseyin
Ben de bu dağların hükümdarıyım
Ve dahi cümle köylerin
Bolvadin’den- Kareser’e
Çifteler’den Sivrihisar’a nam yürütmüşüm
Hiç bağırma boşuna yakma tatlı canını
Gücüme kimseler karşı gelemez
Sen benimsin bundan gayrı
Var teslim ol bana
Gül ol da açıl bağrımda
Dünyalar vereyim sana..
Kar’Üseyin adın kara yerlerden gelsin
Yeğniciğinden yan da teneşirlere gel
Tutul da nuzullara çot olsun elin yüzün
Dumansız bacalardan karanlık *******den
kurtulma kara köpek
Kar’Üseyin çıkıp gitti dışarı
Yüzü öfkeden seyriyerek
Vardı kardeşi Keloğlan’ın yanına
Kel Mustafa düşünceli
Ulen Üseyin
Elin yumruk kadar öğsüzünü ne edecektin
Daylak gibi karın vardı
Üseynin yüzü öfke karası
Çıktı bayıra yukarı
Ve Hatçe’nin bağırtısı geldi peşinden
Sonra bir daha vardı
Bir daha çıktı
Hatçe ha bire bağırdı
Yengeler girdi / oturaklı kadınlar
Gerisin geri çıktılar
Ne bir tas su ne bir çarpım yufka
içip yemedi
Ağladı- ilendi- sövdü
Gelenler kâr etmedi
Anasının yarasını sardılar
Olur bacım dediler
Bir sizden ürüsüm değil
Elden ne gelir
Gözlerinin yaşını sil
Garip yolcular geçer yürüyen ölüler gibi
Kimisi ağaç ayaklı kiminin başı sargılı
kolu kesilmiş
Ölüm haberleri - ağıt çığlıkları
Günlük işler arasında
Erkekler kırılmış savaşlarda
Trablusgarp’ten Balkan’a
ne emmi kalmış- ne dayı
Ne bir devlet var ortada
Ne Allah rızasına hak güdecek bir başkası
Aziziye Konağından Geri dönmüş
elleri boş - yayan- yapıldak
Ağlar Filik Abıla yüreği bir hoş
kolları kopuk yaşın yaşın
Bu ne hak- bu ne hukuk
Kaldı harman yerinde samanı- çeci
Olancası bir avuççuk
Eller devşirip getirdi
Uzun yollardan gelirim dedi
Trablusgarp çöllerinden
Tobruk’tan- Derne’den
Susuzluktan ölenler
Kıvıl kıvıl bit içinden
Açlık - kum - ve bit harbinden
Irak yollardan gelirim
Tel örgülerden
Kurşun ve hançer kavlinden
Ölümü uçurum Balkanlar
Ölümü kara Karadağ
Tirana’dan - Üsküp’ten
Sofya’dan - ve Varna’dan
İnsan yüzü görmemiş acılardan
Bilinmedik açlıklardan
Bir kolum kopuk
Bacağım ağaç
Susuz- aç
Kaybedilmiş
ama büyük kavgalardan...
Girdi topakeve yol yordam bilen kadınlar
Kalaylı sinilerde yayla balı- kaymak- katmer
Elden ne gelir dediler
Gayrı sen mundar oldun
Bir bu eve yakışırsın
Yok gidecek başka bir yol
Gelir sıkar ümüğünü dediler
Var Kar’Üseyin’e teslim ol
Alsın kudurmuş kart köpek
Sıksın ümüğümü / canımı alsın
Ölüp kurtulayım varsın
Ona karı olacağıma
Gövdemi topraklar sarsın
Bir kadın yaklaşmak istedi
Sakın daklaşmayın bana
Kara Köpeğin itleri
Şu al kutnu sayanızdan utanın
dulukbastılı feslerinizden
Yılan dillerinize kanacak mıyım
Çıkın başımdan defolun
Kele kız delirmiş dediler
Vaa bacım hadi gidelim
İvedi çıkıp gittiler
Artlarından fıydırılan sininin
sesini işittiler
Zaman akmaz gibi yavaş
Uzaklardan çan sesleri
Ve yaylanın yeli kekik esintili
Bir kabaltı çınladı
Sonra bir hardal çanı
Arkasından zil
Yanal koyunları aklına düştü
Gümüş burum kuzuları
Sonra anasının yüzü
Acı içinde sefil / saçılmış al kanları
Açıldı kilim kapı
bin bir rengiyle balkıyarak
Girdi Kar’Üseyin
Kara kaput yüzü yülenmiş
Kancık bir ifade gözlerinde
Gayrı barışalım pohur çiçeğim
Öyle bağırma konuşak
İnsan konuşa konuşa
Aşık koklaşa koklaşa
Bağırdı- taştı- tutuştu
Ak boynunda gök damarlar belirdi
Kanadı yarılmış dudakları
kar dişleri göründü
Kes ulan dedi Kar’Üseyin
Yolumu yokuşa vurma
Sarpa sardırma gönlümü
Kafa tasımı attırma
Çıktı gitti ormanlara yukarı
Üçüncü gün gelmedi
Gün uzadı- devrilmedi
Gecenin bir vaktinde
usulca girdi kapıdan
Beni zora koşma Filiğin Hatçe
Bundan böyle avradımsın
Namusun benim boynuma
Her şey gönüllüce olsun
Hatçe kıvrılmış sedire
Uyanıp belinledi
it oturumuna geldi
Bar bar bağırdı
yok mu bir can kurtaran
Çıktı gitti Kar’Üseyin
Dördüncü gün ikindi sularında
Kar’Üseyin gene geldi
dili ballar tadında
Geri gitti umudunun boynu kırık
Dört gündür lokma yememiş
Aç ölmeğe karar vermiş
Bir telaş sarmış herkesi
Yalvarmış yenge kadınlar
Bir tas su bile içmemiş
Beşinci gün düşündü
topakevden çıkarken
Ulan tut diyor felek / yatır altına
bas tokadı / tut elini kolunu
kalmamış zaten takatı / bas
Baktı Hatçe arkasından
Kim alır ahını ölsen
Kim acır gebersen acıdan
Madem öyle yaşa- diren
Yaşamayı fitil fitil getir burnundan
Kendin sor hesabını
Kar’Üseyin’den
Altıncı gün uzanıp tuttu kolundan
Tokatı yeyiverdi yüzünün ortasına
Hırsla bir tekme savurdu Hatçe’ye
kurban yuvarlandı yere
Fırlayıp kalktı öfkeyle saldırdı bağırarak
Beynine yankılandı yüzüne değen tokat
Düştü yeniden / darpadan kalktı
Çıkıp gitti Kar’Üseyin
Hatçe hüngür hüngür ağladı...
Oysa böyle olsun istemiyordu
Tadı kekreleşti sevmenin dedi
Ertesi gün öğle sonu Keloğlan
Girdi topakevin kapısından
Hatçe’ye nasihat verdi
Ben de istemezdim dedi
Gümbür gümbür davulunan
Köylüye aş döke döke
Al duvaklar içinde
murad almak hakkın idi
Öyle iken böyle olmuş neyleyim
Kar’Üseyin ağamdır ya
Aklı ermez yol yordama
Olan olmuş / çaresi yok / neyleyek
O dedi Hatçe ağladı
Sonra da çekilip gitti
Vardı Kar’Üseyin’e
Herhalde yumşuyor dedi
Elbet alışır sonunda
Sen de biraz sabır eyle
Kayıl olacak bahtına
Sekizinci gün gelmedi
Kar’Üseyin
Gene gitti kel Mustafa
nasihat etti
İnar-ı fener olmuş acıdan ve açlıktan
Gerçi yemeğe başlamış
Kadınlar öyle söyledi
Ertesi gün Kar’Üseyin geldi oturdu
Önce saydı döktü yiğitliğini
Sonra ağalığını anlattı
Üç bin davarım var dedi
Üç bin adamım
Gel etme gayri Hatçe
Sarplara vurma beni
Sen iste dağları yıkayım
Sen dile köyleri yakayım
Dilerim yalanların boğar seni
Dört vatan hayını
ne zaman üç bin oldu
Zenginlik ağalık sana mı kaldı
Dilerim, toprak bile kabullenmez gövdeni
Hatçe böyle söyledi
Kar’Üseyin çıkıp gitti
Bindi atına dörtnala vurdu
Yitti ay altında
Bir Göğüs Yaylasına vardı
Bir Kartal Pınar’ına
Doma’dan harmanladı
Oluklu’dan dolaştı
Belce’de sabaha ulaştı
Orda uyudu bir vakit
Yeniden bindi atına
Tekne Çukuru’na vardı
Keçi Gölcüğü’nde at suladı
Dolaştı Emirdağ’ın tüm yaylalarını
On sekiz yaylaya nal vurdu geçti
--
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:43 PM
Ateş Çiçeği-03
Toprak düm düz
Acı bir boşluk kalmış
gidip dönmeyenlerin gittiği yolda
Çürüyüp dökülürcesine akan zamanda
Gülüşü - düşü tükenmiş insan
Tek kolu kopuk yolcu
Oturmuş damın duldasında
Yaşamın anlamını saklıyor gibi
oyulmuş sol gözünün yalağında
Trablusgarp’te kum
Sinek gibi kırılmış insanlar gördüm
Allahu Ekber Dağları’nda kar altında kalanlar
Düşmana mermi sıkmadan düşmüş yatanlar
Ne yürek kaldı bende ne düş
Yüz binlerce öldüm
On metre kar altında Sarıkamış Dağları’nda
Yan yana- koyun koyuna
sarmaşıp da yatmışlar uyurcasına
Gözleri açık kalmış
bir garip dalmış boşluğa
Dört ayağı üstünde donmuş beygirler
Varıp üzerine binesin gelir
Ve dahi bahar geldi eridi kar
Top arabaları çıktı ağaç tepelerinden
bir garip kuş gibi tünemiş
Dağ taş insan cılkı insan cesedi
Yel vurdu- sel taştı
Param parça / koka koka aktılar
Gün vurdu koktu dağ taş
O sulara sindi diye
İçmedi hiçbir mahlukat
Öyle bir koku ki
öte yanın beri gelir
Açlıktan- sıtmadan - ölümden beter
Ne yürek kaldı bende ne düş
Milyonlarca öldüm
Acı ki anlatılmaz bir şeydir ancak yaşanır
Acı ki mahlûkatlar içinde
Ona bir insan dayanır
Geri dönen on binler gibi
artık asla sevinmemek
üzülmemek üzere geri döndüm
Ve kalkıp yürüdü
Geri dönmeyenlerin gittiği yoldan
Kan damlayan bir suskunluk asılı kaldı havada
Kar'ağaçtan yontulmuş
düğnüğün ortasından sarkan nazarlık
Keklik yumurtasına ak dantele işlenmiş
Salkım saçak taneleri altın rengi üzerlik
Topakevin tavanından
ipin ucunda sallanan
bir demet sıtara çiçeği...
Mazlum- kuzu gözlerinde keder domurladı
Sıtara çiçeğinde kendini buldu Hatçe
Goncaları yıldız yıldız açılmış
büyümüş koptuktan sonra da
Kimse bilmez bu nasıl iş
Kopunca da ışkın sürer dal verir
Hatçe kendisini buldu sıtara çiçeğinde
Güzelliğin solsun dedi
Serpilip de gelişeme
Sana bakanlar kör olsun
Gözlerin önüne aksın da be Hatçe
bunca namussuzun yüzünü görme
Buğulanır yıldızlar yaslı gözlerde
Acı kokar yavşan otu gecede
Acı kokar cızlağan
Ötmesin üğü kuşları dert koyup derde
Delme kuzu ayrı düşmüş yanal koyundan
Yalnızlığı kurt sağnağı / oluru kesik
çözümsüz bin bilmecede
Bağrından hançerlenmiş tarihlerdir bu
Daha nice cellat eli
Hoyrat - harami keser
sıtara çiçeğini en yıldız yerinden
O dal sürer kesildikten sonra da
Açılır oylum oylum
Oy sıtara çiçeği
Bu onuncu gün
Sıtara çiçeği Hatçe
İlk kez dosdoğru baktı Kar’Üseyin’e
Ve konuştu ok gibi
İnsan dedikleri zulm eylemez mazluma
Daha murad almadan
Ben bir yetim parçasıyım
Er kişi dedikleri dünürcü salar
Sen beni istettin mi
Bire Kar’Üseyin
Saltanatın mazlum kanı
Ki ben kimsesiz biriyim
Yoksul Filiğ’in bir eli
Üç yüz atlıyınan basıp kaçtınız
Al duvak isterdim
dengim birine
Bire Kar’Üseyin
Dünürcü salardın erkeksen
Doğrudan yüzümü görmeden
Başka bir kız yok mu idi
Sen beni mi kurban seçtin
Al gayri işte
Al da kara başına çal gayrı işte
Kurdun pençesinde emlik kuzular gibi
Şimdi var geç ırzıma
Zorla çökersen başıma
Söz verdim kendi kendime
İp atar kıyarım canıma
On birinci gün konuştu Hatçe
Anamın şemenesiydim
Yoksul hanemizin yakışığı
Bana ayna tutup- işmar edenler
Vatan millet hakkı için
Kırım kırım kırıldılar cephede
geriye dönmediler
Sen ki uğrular uğrusu / uğursuz çapulcu
Koca koca kurtlar bile karıncaya el kaldırmaz
Gavur bile tevir tevir bazısı mazluma saldırmaz
Evlisin alem bilir daylak gibi karın var
Çocuğun var hanelerin ışığı
Hiç Allah’tan korkmadın mı
Bire Kara Üseyin benim suçum ne
Şimdi gel çök başıma ben de kıyayım canıma
Kar’Üseyin çıkıp bindi atına
Artık çatladı çatlayacak
Çatlarcasına sürdü kula tayını
Koca Belen’e nal vurdu / Tabaklar düzüne indi
Eskigömü üzerinden / Holuz’a doğru devrildi
Ulan dedi
dokuz çatal - otuz boğum oldu dert
Otuz tilki dolaştı kafasında
kuyrukları birbirine değmeden
Hatçe büyütmüş içinde / bir şifasız afat etmiş
O afatta kavrulur da savrulur
Üryan geçirir gönlünden
Aklı çıvası gelir
O ne endam- ah o ne
o ne meme- ne uyluk
Zibetli yaylada buldu kendini
Durdu çatlamak üzere kula tay
Vay anasına ulan dedi
Vay Kar’Üseyin vay!
On ikinci günün gece yarısı
Bir hışımla açıldı topakevin kapısı
Hatçe dirkeden attı
darpadan ayağa kalktı
Bana bak Hatçe Gelin
Bolalsın yerin göğün
Babası evine gitti
Karımı boşadım bu gün
Bin Güllü olsa boşarım
Ala demirin bıçağı
Gayri burnuma geldim
Şimdi başka sözüm yoktur / dök- düşün
İki gün hiç uğramadı Kar’Üseyin
Hatçe kaçmayı düşündü
Dedi- üç adım salmazlar
Kendini asmayı düşündü / can baldan tatlı
Bir ara acır gibi oldu Kar’Üseyin’e
Yiğide hakkını vermeli
İkinin biri gelir isterse / birin yarımı
Üstüne yok yakışık bahsinde
Kaç kız iç geçirir onu görünce
Ama bir yol her şeyden iğrenmiş Hatçe
Vakit on beşinci gün
Yel ince
Dağların üzerinden kürtük kürtük bulut ağdı
Ay balkıdı - süt döküldü ovaya
Dört bir yana - ışık yağdı
Korkunç ıssızlıkta karanlık hırsızdan yana
Bekleyiş diri diri mezar tadında
Gece ki
Düğnükte gıcım gıcım yayla yeli
Dörtnal bir at güpürtüsü titretti topakevi
Kapıdan Kar’Üseyin girdi
Durdu / bambaşka biri / taş- demir- tunç
Avını gözleyen bir şahindi gözleri
Duruşu korkunç / kandil alevinde
yalım kesilmiş yüzü
Avla avcı göz göze bakıştı bir an
Anlattı neyin nasıl olacağını
Haykırdı Hatçe
Duyulmamış bir canlıya aitti sesi
Yetiş kurban olayım anam
Avcı saldırdı avına
Av çırpındı kollarında
Öylesine bir direnç ki
şaşırdı avcı
çırpındı kurban
saldırdı avcı
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:43 PM
Ateş Çiçeği-04
Şalvarının uçkurunu koparttı yırttı çıkarttı
Yırttı çıkarttı güllü fistanını al köyneğini
Kaydı kurtuldu Hatçe / devrildi çırılçıplak
İçinde ne varsa korkulara dayanan
bütün setleri yıkıldı
Ay aylası bir dişilik fışkırdı
yuvarlanan kalçalarından
korkunç yakıcı bir pembelik
Avcının azgınlığı zaptolmaz bir delilikte
Ve diri memeleri yuvarlandı kurbanın
aklını aldı avcının
Kösnü çıldırtan çığlıklar aklını başında zay etti
Kar’Üseyin çıktı insan olmaktan
Baştan başa şaha kalkmış bir erkeklik kesildi
Yakaladı avını / elini ayağını
bağladı dört yanına topakevin
Hatçe’yi sımsıkı gerdi
Çığlıklar bir kamçı gibi
Soyundu bir solukta giysilerini
Ve yanaştı avına
Bütün hışmıyla diz gelip
Bütün hışmıyla yekindi
Geceyi bir sancı gibi yırttı kurbanın sesi
Bin renkli kilimin üstüne
bir de kan rengi eklendi
Soldu sıtara çiçeği...
Bütün arılıkları dünyanın
çıkartmaz kötülüğün kirini
İspirto rengiydi gece
Bedeninin altında bacakları köpek kesildi
Hatçe’nin ruhunu dalayacak yaşadıkça
Bir ölü soykası gibi taşıyacak
destan güzelliğini bundan sonra
Peri kızı Skylla bozkırlar ortasında
Filik kızı Hatçe oldu o gece
Kim bilir kaçıncı kez
Dirildi acının yazılmayan tarihinde
Bozkırda bir yerlerde...
İşte o gün ağladı Hatçe
Çiğillipınar’ca coştu
Yağdı kırkikindilerce
Yaşanmamış ergenliği içinde
setlerini yıktı taştı
Daha memeleri çıkmamış
Kızım deyi- er yüzüne bakmamış
Başına da al duvaklar vurunmadan
Eline de al kınalar yakınamadan
Kollarına gümüş cebe
Kulağına altın küpe
Duluğuna dulukbastı takınamadan
Çalgılar çaldıramadan
Okuntu saldıramadan
Yüreği mılcımış canı ezilmiş
Soyka çıkmış güzelliği
Gayrı kendi eti kendine düşman
Isırır Kar’Üseyin’in etine değen yerler
dalar tüm gövdesini
Kırılmış gökçegülün goncası
Allı turna yaralanmış uçamaz
Böyle görse aklını yer anası
Oturmuş bir utanç gibi
Ağlar da ağlar olmuş Hatçe Kız
ırmağı kurumuş turaç gibi
Babasız büyümüş omuzu düşük
Doyamamış kokusuna anacığının
Ha yaşamış- ha ölmüş hiç mühimi yok
Ağlar da ağlar olmuş Hatçe Kız
Bir amanı yerde bir amanı gökte
Aklına olmadık bir şeyler düşer
Pencerenin deliğinde ıtır çiçeği
Gayrı susuzluktan kurumuş mudur
Tentenesi garip kalmış sandıkta
Acep mor fistanını kimler giyecek
Ağlar da ağlar olmuş Hatçe Kız
Avazı yayılır yayla yelinde
Duyanın içini oyar da oyar
Ağlaya ağlaya uyur Hatçe Kız
Uyanır ağlaya ağlaya
Gecenin bir yarısı
Alaçığın duldasında
Kıpırtısız dört beş insan
Yıldızlar cohcohlu parlıyor
Suskunluk utanca boğulmuş
Birisi konuştu ansızdan
Sesi yarısı yanmış ağalar gibi
Çok eski bir yarayı sır diye saklar gibi sesi
Dedi ki Arap cephesinde
kum ve ateş cehenneminde
Balkanlarda kan içinde
Allahuekber tipisinde
Çanakkale içinde bomba selinde
Hasılı tüm cephelerde savaştık
At bokunda arpa devşirmenin
Ve her ne sebeple olursa yenilmenin
öğünecek bir yanı yok
Kimisi kum altında kimi kar
Yeri yurdu belirsiz kaldı kalanlar...
Dünyada bozulmuş ordudan berbat
Ne bir hayvan- ne bir nebat...
Aylarca aç
Ve bilmediği ellerde
gidecek yersiz asker
Akıl almaz derecede korkak
Ama on adamı boğabilir tek başına
Hasılı çöl harbinde bozulduk
Döküldük yollara yayan yapıldak
Kimi sayrı- yaralanmış kimisi
Kimi su geçerken kimi donarak
Sinekler gibi öldük
Kalanlar ayak yalın- baş kabak
Hayvan gibi otları avurtlayarak
Bir deri- bir kemik Adana’ya döküldük...
Adana İstasyonu’ nda tren
Say ki bir kara umut
Üstü üste-alt alta yığıldık vagonlara
Kaçıp gitmiş makinistler
Arayıp-sürecek adamlar bulduk
Gördük ki kömür yok yola çıkacak
Baktık ki istasyonun dört bir yanı baraka
Söktük tahtaları kaydık kömür kazanına dehledik
İkinci istasyonda sonra da üçüncüde
Cümle uğrak yerlerinde ne kadar baraka varsa
yağmaladık da yaktık dehledik
Tüm memleketi dolaştık
Asker bindi - asker indi
Kimisi dağlara sindi
Kimisi sevk oldu başka cepheye
Nasıl dile dökülür onca acılar
Nasıl unutulur memlekette melûl- mahzun kalanlar
Kar altında- kum altında ölenler
Nasıl anlatılır mecalsiz- silahsız asker...
Ölsem de çıkmaz aklımdan
Tüm bunların hiç birisi
Gayrı bir de kuzular gibi meleyen
şu fukara kızın sesi
Adam usulca sustu
Orman usulca sustu
Ay usulca sustu
Hatçe susmuştu...
Çiğillipınar yaylasında alaçıklar
Bir fısıltı kesilmiş Hatçe
Düşmüş yellerin önüne
Önce Karacalar’a iner
Oradan ulaşır kendi köyüne
Derler ki Kar’ Üseyin
Zorla ilişmiş Hatçe’ye
İp atıp ölmeyi denemiş becerememiş
İlkin topakeve bağlamış
Bir gece- bir gündüz başına çökmüş
O çökmüş Hatçe bağırmış
Kar’ Üseyin dediğin eşkıya başı
Tutuvermiş kolundan kaldırmış dağa
Gece sekiz gündüz dokuz yıkmış altına...
Filik kadın hükümete şikayet etmiş
Aptil Ağa sulhçu gitmiş
Kel Mustafa olmaz demiş
Hatçe bizim gelinimiz
Hatçe’yi her yıktığı çalı dibine
Kar’ Üseyin üç taş dikmiş
...itmiş
...ditmiş
...şitmiş
...litmiş
...itmiş
...imiş
...mişmiş
...niş
şşşşşşş...
Bir fısıltı oldu Hatçe
Hüseyinin yanında dolaştı dağdan dağa...
Kayanın kuytusunda uyurken
Tam da kuşluk zamanı
Hatçe uyanıp da kaçmış
O sırada Hatun gelin yün yıkarmış su başında
Hatçe birden çıkıvermiş
Kar’ Üseyin peşimdedir sakın beni deme demiş
Dulukbastısından bir altın yolmuş
Hatun’a Anahor vermiş
Az sonra Kar’ Üseyin sorunca Hatun
başıma çöker sanıp söyleyivermiş
Ormanın içinde bir kovuğa sinmiş
Üseyin şirpeden bulmuş
Geçerken Hatun’un yanından
Altınımı geri ver kız zilli -demiş
Hatçe oturumu üstüne gelemeyince
Kar’ Üseyin dağdan inmiş
...itmiş
...ditmiş
...şitmiş
...litmiş
...itmiş
...imiş
...mişmiş
...niş
şşşşşşş...
Kel Mustafa usul usul konuştu
İnadından vaz geç Hatçe
Neylesek olanlar oldu
Sen de namlı bir atanın kızıydın
Allah bir gelinimizsin
Sen dile düğünler kuralım
Erkek seldir- kadın büvek
Azıcık da sen uyar ol
Abılalık düşer sana
Dile kutnu kumaş dile al duvak
Dananın oynaması kazıktan
Bu çetecilik de canıma yetti
Gir aklına Üseyin’in
Belayı kadayı savak
Cayıp bu işlerden varıp gidelim
Kurtulak kargıştan- yazıktan
Başka diyarlarda vatan çatalım
Paraysa para bizde / malsa mal gani
Kar’ Üseyin gecenin geç yarısı
Açıp girdi kapıyı lambayı yaktı
Dışardan Hatçe’nin çığlıkları duyuldu...
Ertesi gün konuştu Kel Mustafa
Haklısın dünyanın bütün dağları kadar
Çiğillipınar’ın akmasından çok
Sıtara çiçeğinin açması kadar
Gayri ne fayda
Gece yarısı girdi Kar’ Üseyin
İçerden çığlıklar duyuldu
Hatçe bir fısıltı oldu
Düştü yellerin önüne
Kel Mustafa konuştu
Memlekette büyük savaş olmakta
Her yanda kan yürümüş meşe selleri gibi
Dünyanın dört bucağında
askerler kırılmakta
Bizim asker yenilmez aslında
Açlık sürüleri- bit orduları
Açtırmıyor gözünü ki vuruşsun koçlar gibi
Kar’ Üseyin ağam bu gün
cepheye asker sevketti
Kar’ Üseyinin atlıları
Toz bulutlarından bellidir
Kimisi Çifteler’de kimisi Dişliköy’de
Daydallı’da- Çaykışla’da- Honam’da
Bazan birkaç kişi bazan ellidir
Varır dayanırlar varlının kapısına
Kar’ Üseyin adına vergi toplarlar
Kelep kelep altın gelir yığılır ortalığa
Mecidiye- reşadiye altınlar
dökülür Gelin’in ayağına
Ve yoksul hanelerde un uçar- kepek kaçar
Tarlalar tohumsuz ocaklar odunsuz kalmış
Gülüşler bile sap sarı
Bakışlarda geri dönmez yolcuların kanayışları
Ülkenin dört yanından kan çığlıkları
Ve başka bir karabasan düşman postalları....
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:43 PM
Ateş Çiçeği-05
Önce sapsarı kesildi gece
Sığır sidiği renginde / sonra safran
Ardından limon ve yumurta sarısı
Birden yeşil oldu her şey
Çimen yeşili- ardıç
Püren rengi / acı güveyik
çamaşır kili
üzerlik
Yeşil yeşil kanadı
bir ala geyik
Bir göz cacık cacık baktı
Ardından dudu yeşili
Kıpkırmızı bir kuş yardı
Ağulcu acı otunu
Gagası gece karası
Gözleri ap ak
Elinde kırık bir sıtara
Geldi de başına kondu Hatçe’nin
Kekme vurdu alnına
Uzaktan anasının ağlayan sesi geldi
kurum rengi bir ormanın içinde
yanık yanık ağıt eder oturur
Hatçe o yana seyirtti
Seyirttikçe uzaklaştı ormandan
Ağladı deliler gibi
Birden babasını gördü
demirkır bir at üstünde
Baba dedi
Bu kimin atı baba
Babası gülümsedi
baktı manalı manalı
Bu Tebelek gavurunun
O kuşu da ben saldım
başını keksin diye
Sonra at konuştu
Ben Kar’ Üseyin’in atıyım
Ben de havasım Hatçe’ye
Ben de gelip gireceğim koynuna
Babası gülmeğe başladı
Sonra da kişnemeğe
At güldü / babası kişnedi
Anası güldü
Kar’ Üseyin ağıt etti
Bağırarak uyandı Hatçe Gözleri yaş içinde
Karşısında Kar’ Üseyin bağdaş halinde
Mayıl mayıl bakıp durur
Hatçe ağlamağa durdu
O ağladı / Kar’ Üseyin baktı yüzüne
Bir yalvarış / çığlık çığlığa
Uzaktan bir horoz öttü
İçimi mılcıttın / canın mılcısın
Güzelliğim miydi cümle günahım
Al işte cılkımı çıkarttın
Sonra arkasını döndü eğdi başını
Sabah ezanı duyuldu
İki gölge gibi kalakaldılar
Şafak ışıdı dışarda / yayla ayazı çöktü
Çıkıp gitti Kar’ Üseyin
Oturduğu yerde uyudu Hatçe...
Küçük ilçenin sokaklarında
Ölü çıkmış evlerin hali
Kerpiç evlerin alnında güneş keder eğiriyor
Bir yerlerden ağıt sesi geliyor
Bir çocuk / çöpten bacaklı / çember çeviriyor
Neredeyse kemikleri görünecek yüzünün
Dam diplerinde yaşlılar
Işıksız gözlerinde acıya bağdaş kurmuş
Uğursuz bir kıtlık yeli esiyor
Karşı mahallede kavgalaşan kadınlar
Güllü kakınç kakıyor
Satı oynuyor
Satı bağırıyor
Güllü oynuyor
Küçük ilçenin sokaklarında
Kasalak ağa evleri
Önü salındırma kuyulu
sırtları kavi
Bir de ellik gavurları
Demirci- kalaycı- rakıcı- arabacı
sair meslek erbapları
Bir elleri yağda- diğeri balda
Yüzleri güleç mi güleç
Tüm bunların arasından
Al kutnu sayasının içinde
boynu eğik
Geçip gider Filik kadın
Bu kaçıncı gelişin Bayraklı Kapıya
Kaçıncı ağlayıp yalvarması
Kızımı alıp kaçtı eşkıya
Kör tırnaklarınıza kurban olayım
Varın alın cerenimi çapulculardan
Ben garip bir kadınım kimsiz- kimsesiz
Tamam abıla dediler
Sen git çaresine bakarız
Bütün dünyalara küsmüş
Yürüdü istenci yıkık boynu bükülmüş
Suvermez’e doğru yaya yapıldak
Rahmetli kocası del’izzet
Heybetli bir adam idi
Udlu- küşümlüydü insan içinde
Hey gidi Deli İzzet hey gidi
Derdi ki kurt- kuş börtü- böcek
Onca hayvan içinde en şereflisi biziz
en şerefsizi
Katili- hırsızı- yüreklisi- yüreksizi
hey gidi - hey hey gidi
Ne harplere girmiş- belalar görmüş
Tarlaysa - evirmiş araziyi
Ekecek tohum yok ki
Derler ki Del’ İzzet’in ala bir kısrağı vardı
Sıkıştığı zamanlar da yol keser
ellik gavuru soyardı
İzzet daha tıfıl iken
Pörnek’te şaki Dimitri
Gelenin- geçenin yolunu keser
Soyardı deveyi- katırı
İnsan oğlu çiy süt emmiş
Korkudan sayar hatırı
Gözleriyle görmüş İzzet
Yalvarmış kervancılar
Demişler Dimitri gardaş merhamet et
amanı- imanı bilin mi
Karıncanın ocağına kuş bile konmaz
Ellik gavurundan eşkıya olmaz
Kimisi de dedi bu gavur değil
Türk’ün içinden tutması / adını saklıyor
Kimisi / niye saklasın
Gavurun köpoğlu köpeği
Kimisi öyle dedi - kimisi böyle dedi
Dimitri eşkıya / ne gavur ne müslüman
Dediler zaptiye baskın eylemiş
kuruşunu yemiş
İlçede hanayı var
şu Tebelek gavurunun
Pörnek’te akan çayı var
suyunda değirmeni var
Del’ İzzet önünü kesti ekizce’nin berisinde
Tebelek gavurunun atı yeğindi
Dizginleri salıverdi aktı bozkırın göğsünde
İzzet’in cılız atı erişemez ki
Avını kaçırmış bir avcı gibi ağlarcasına söylendi
Len zalım Osmanlı dedi
Yazıklar olsun sana
Gavuruna şahan atlar verirsin
Sıskası kalır müslümanına
İsmail’den olma / Hapılı’dan doğma
Beş bacının bir goncası
En kibarı en incesi
Deli İzzet’in karısı
Oturdu taşın dibine
kocadım gayrı dedi
Neredesin Del’ İzzet’im gel geri
Uzak cephelerden gelmiş
Altında ala beygiri
adına Del’ İzzet denmiş
Ortalık kaçak kaynıyor
Kaç kadın kurtardı başına çökülmekten
Kimi selinti toplarken
kimisi cacık kazarken
Kişifleyip kıstıran kaç çapulcu yakaladı
Ellerini urganlara bağlayıp
Dolaştırdı sokak sokak- köy köy
Attığı dayakları seyre çıktılar
Tilki tövbesine çekti çoğunu
Sığmadı dağa- taşa Del’ İzzet’in yüreği
Cem- i cümle cephedeyken
Ar etti kendisine buralarda beklemeyi
En sonunda çekip gitti ala kısrağın sırtında
Bir daha geri dönmedi
Arta kalanına biçilen yazgı
acı bir ağıt üstünde
Adı bilinmez bir yerden
Şehitlik haberin verdiler
sarı bir kağıt üstünde...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:44 PM
Ateş Çiçeği-06
Ardıcın başına bir kartal kondu
Gagası alev rengi / pençeleri kınalı
Vahşisarı gözleri hançer keskini
İki kilim gibi gerdi kanatlarını
Bir çift dev yalım gibi aşağı- yukarı ığraladı
Gösterdi bin bir nakışını
Sonra kaşıdı gagasıyla koltuk altını
Hatçe’ye çevirdi
kor kesmiş bakışlarını
Uzaktan çan sesleri
Büyük hardal
Armudiye
Koyun curası
Zil
Sürünün önünde bir kiraz kuzusu
Tüyü kıvır kıvır
alnı çakal
Sürünün ardı sıra Kar’ Üseyin
Ha bire kaval çalar...
Kartal kiraz kuzuya baktı
Dal sarktı
kartal kalktı
aktı
Cırnağını yağırnısına taktı
Kar’ Üseyin habire kaval çalar
Kavalından kan aktı
Dışardan adam sesleri geldi
Hatçe uyandı
Fırladı dışarı
Baskın var sandı
Adamlar sustu
Bir garip süzdüler Hatçe’yi
Süzdüler
ılgıt ılgıt yürek yağı eriten
cihana nam veren güzelliği
Bir kadın
Gel bacım dedi
Topakev sökülecek
Karacalar’a göçülecek
Yürüdü kadının ardından
Pınarın dibine oturdular
Sonra Kel Mustafa geldi atıyla
Kucağına düvele kavunu
Çömelip kesmeğe oturdu
Bir dilim yedi
Bir dilim Hatçe’ye sundu
Öğle ezanıyla köye varıldı
Kimisi dam başından kimisi pencereden
Köylüler seyre çıktı
Gene çiyansı bir dokunuş gibi
Mılcımış yüreğinde duyarak
insan gözlerini
Kendi derinlerine çekildi
Ve tiksindi her şeyden bir kez daha
Her şeye küsmeğe yeniden karar verdi...
O gece Kar’ Üseyin daha bir yakışıklı
Girdi Hatçe’nin koynuna
Soyup giysisini üryan bıraktı
Kurban hiç kıpırdanmadı
Ve aygır at gibi
Doludizgin sevişti eşkiyabaşı
Sonra da çekip gitti
O öylece kaldı yatağın üzerinde
Sımsıkı gözlerini açmağa utanarak
Ve and içti kendine
Bundan gayrı hiçbir şey gönlüyle olmayacak
Ertesi gün gene geldi Kar’ Üseyin
Kurbanını kucakladı soydu yatırdı
Ve sabaha karşı Hatçe
Hiç bilmediği bir zevkin
ilk kez ayrımına vardı...
Ertesi gün aynı tadı
Daha bir derinden aldı
Acı bir zevkten ağladı
Kar’ Üseyin çıkıp gittikten sonra
Vuruverdi başını taş duvarlara
Dizlerini dövüp- saçını yoldu
Demek böyle bir köpekten hazzetmek
Benimkisi kahpelik
Ne demek keyfe gelmek
Sonraki gün sürgüledi kapıyı
Gece gelip kırıp açtı Kar’ Üseyin
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:44 PM
Ateş Çiçeği-07
Köseden köse kısadan kısa
Taş altında kalan arpa
ayaz çalmış buğday gibi büyüyememiş
Öyle kızıl kıvrım
Öyle çalgın
Adı Kemiş
Üzerlik suyuyla yıkar saçını
Ne savaş umrunda ne gidip dönmeyenler
Kızlara baygınlık geçirir
Ama ille de gelinler
Dünyanın tüm türkülerini ezberlemiş
Her taşın altından çıkar
Adı Kemiş
Düğünlere baş köçeği
Şafakları kulak diker Kar’ Üseyin çetesi
bu gün neylemiş
Nerede kim türemiş
nasıl nam vermiş
Velhasıl adı Kemiş
Her gün başka bir ucar
Bu gün devecileri soymuşlar
Yalvarmış kervancıbaşı
Diz gelip aman dilemiş
Bu gün Honam yörükleri
Evveli gün
Kayıştaşak
Damracılı
Boynugıllı köyleri
Kulunuz olalım kıymayın demiş
Kar’ Üseyin vergi kesmiş
Kel Mustafa adam vurmuş
Bir de Kör Durmuş...
Dinler de coşa gelir
Adı Kemiş
Karacalar sokaklarında çocuklar
Çığlık çığlığa bağırıştılar
Zaptiyeyi yalvartanların içinde
Vallahi Kemiş Efe de var
Yüzbaşıya dayak atmış
Kemiş Efe de var ımış
Çifteler zenginine
bir tekme vurmuş
Biri Kar’ Üseyin
Biri Keloğlan
Kör Durmuş
Ellik gavuru Petiri
Kemiş Efe de var ımış
Köylüler dona kaldı
Şaşkınlık dolaştı yüzlerde
Ne güleceklerini bildiler
Ne diyeceklerini
Kimisi seyirtti çocukların üstüne
Ulan bu nasıl laf böyle
Kim öğretti size böyle
Çocuklar bağrışıp kaçtı
Kepenek altında er yatar ımış
Kemiş Efe de var ımış
Ortalık durgunlaştı
Gülüp geçtiler
Devresi gün kapıları çığlıklarla açtılar
Çocuklar kuş gibi çığrıştılar
Ondan hökümet bile korkar ımış
Çeteler bir köy basmış Çöl Ovası’nda
Kemiş Efe de var ımış
Sonunda konuştu bir çocuk anasına
Sakın kimseye söyleme
Kemiş Emmi hepimizi topladı
Çıkarıp birer birer para dağıttı
Dedi amanın çocuklar
amanı bilir misiniz
Çıkıp bağırın sokaklara
nam olsun Karacalar’a
kemiş Efe de var ımış desinler
Uzun zamandan beri
gülmeyi unutan yüzler
Kemiş Efe’ye güldüler
(Aradan doksan yıl geçti
Gülünesi olaylarda
Kemiş Efe de varmış dediler)
Mayın patlar gibi patladı haber
Düştü duman gibi yerlere yayıldı
Kar’ Üseyin’in evini
zaptiye basmış
Çetesi Üğü Kayasındaymış
Hatçe’yi almışlar elinden
Kendisi yarıp kaçmış
Getirip Filiğe teslim etmişler
Görün Yeşil Hatçe nasıl da solmuş
Kurumuş bedeni- bed çehre olmuş
Filiğ’in azıcık udu küşümü olsa
Papaz Aptil Kadir’e yalvarıcı varmazdı
Elden günden utansa zaptiyeyi salmazdı
Mılcımış kızını geri almazdı
Sarı saman sardırmışlar beline
Kötü kader kara yazmış
Kar’ Üseyin dediğin ayının teki
Kız oturum üstüne oturamazmış
Karacalar Köprüsü’nün orada
Çınlayan ayaz
Duvar duldalarına
Sinlenmiş kalabalık
Çeltelerde gıcım gıcım cankesen poyraz
İnce bir kar altında can alıcı kesmiş dağlar
Bacalarda duman tütmez odunsuz
Mart kapıdan baktırır
Ekmek atlı- insan yaya
Un uçar- kepek kaçar
Ve korkunç güzel bir düş gibi
Dumanlı dağların ardında bahar
Bir zulüm izi gibi çökmüş yüzlere
Uzak cephelerde kar altında kalanlar
Bulanık havadan gün ummak gibi
Bir umut bekler olmuş ölgün bakışlar
Karşıdan atlılar belirdi
Kar’ Üseyin- Kel Mustafa- Kör Durmuş
Kalabalık ösürgelendi
Atlılar gelip durdu
Bıyıkları buz tutmuş
Ayakları dolaklı
Sırtlarında kürkleri
Kafaları şayaklı
Selam verdi Kar’ Üseyin
aldılar
Bir süre suskunluk çöktü
Aç açlığına yansın
Cıbır çıplaklığına
Dam dibinde birikip
Onu bunu koğulamak ayıptır
Benden selam edin Filik kadına
İstersem yeniden kaçırırım kızını
Yedi düvel gelse engel olamaz
Filik Kadın rahat olsun
Hatçe evinde otursun
kaçırmıyorum
Kaçırırsam şu bıyıklar ayıp olsun
Fakat kimseye varamaz ben yaşadıkça
Alsın hangi baba yiğit alacaksa
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:44 PM
Ateş Çiçeği-08
Ah Del' İzzet
Dön de gel
Öldüysen diril de gel
Ala beygirin üstünde
Kasal da gel- kurul da gel
dedi Safiye Teyzesi
gözlerinden on on döktü
Kimlere darılsın gelsin
Nesine kurulsun gelsin
Namusunu on paralık ettiler
Hatçe'sine sarılsın /gelsin
dedi Çatallı Teyzesi
gözlerinden seller aktı
Babası gelmezse gelmesin
Altınımız pul oldu
Gelip gözleri görmesin
Körpecik kızımız dul oldu
dedi Eşe Teyzesi
Hatçe'nin bağrını yaktı
Çapulcu konar üstüne
Esas yiğitlerden geri kalanın
Varıp ırzıyla oynarlar
Boynu buruk- dalı kırık olanın
dedi Fadime Teyzesi
sesi yürekleri söktü
Ağladı Filik kadın
Ağladı kanadı kırık Hatçesi
Haberler geliyor uzak cephelerden
Memleket paylaşılıyor
Bir yerlerde şehirler yanıyor
Açlık orduları dolaşıyor dağlarda
Sırtları bit kıvıldıyor
Gavurun soluğu ensemizde
Bir ocağın bir umudu olanlar
Yüreklerde ağıt olup yandılar
Köpekler uludu aç sokaklarda
Boşalmış hanelerde öttü baykuşlar
Zaman kan gibi aktı
Katmerledi acıyı başka acılar
Gülmeyi unuttular
Zaman sancı gibi aktı
Uykusuz koyarak *******i
Eridi kar
Dağlar masmavi baktı
Bahar söyledi yayla yeli
Titredi sinesi tohumsuz kalan toprak
Gür ekinlerin yerinde
kangal dikeni yeşerdi
Zaman avcı gibi aktı / insan av
Sağnaklar boşuna indi nadasa
Boşa gitti tarlada tav
Korkuda ve yoklukta kürnemiş kalabalık
Çalmaya- savaşmaya- teslim olmaya hazır
Canı derdine düşmüş çaresizlikten
Hatçe'nin yaresini unuttular
Su yolunda görenler laf çarptılar
Gittin de gürleyi gürleyi
Şimdi geldin oturursun
Neyin varsa zay olmuş
Utanmadan el içine çıkıyor
Çeşmenin başında esvap yıkıyor
Kendini el değmemiş çiçek sanıyor
Neyine kurulursun Filiğ'in kızı
Hatçe ağladı da sustu
Çıkmadı evden dışarı
Yüklük odasına pustu
Bir telaş sardı Filiğ'i
Sokağa çıktı bağırdı
Sövdü- saydı- kargış etti
Derler ki Aziziye'ye gitti
Papaz Aptil'in yanına
Aptil Ağam kurban olam yoluna
Ocağına düştüm / hal böyle böyle
Git Kar' Üseyin'e söyle
Aptil Kadir Ağa bindi atına
Yanında adamları / vardı Karacalar'a
Üğü Kayası'nda boru çaldı Kör Durmuş
Kara Hüseyin'e haber ettiler
Dedi- Aptil Ağa beni hiç sevmez
Adama boşuna papaz demezler
Korkacak falan değilim
Var çekin atımı gidelim
Hac'Ahmet Ağa'nın evinde buluştular
Aptil Ağa ağır adam
Varlıksa varlık onda
Tarlaysa tarla- ağalıksa ağalık
El etse hökümet ayağa kalkar
Kapısında yüz köpek beslenir
Göz kırpsa adam vururlar
Gel benim deli oğlum Hüseyin dedi
Kocaman kafasında şinik gibiydi fesi
Taslak suratında keder
Sen burada eşkiyalık edersin
Haberin var mı ola memleket gitti gider
Ordumuz yenildi tüm cephelerde
Sustu / dalıp gitti derine
O ara kahve verdiler
Ben buraya bunun için gelmedim
Elin körpe kızını zay edip attın
Atmadım Aptil Emmi
Helallığına aldım
Kaçırmak benden mi adet
Kancıkladı zaptiyeler
Durdu
Çevresine baktı
Çıkın len dışarı
Çıktı içerdekiler
Kader buymuş Aptil Emmi
Sen beni sevmezsin emme
Doğru düzgün ordu olsa
Sonra ben değmem yoksula
Varlı olanı soyarım
Gavur şurdan çıkıp gelse
Ben de kellemi koyarım
Filik kızına gelince...
Sözünü kesti Aptil Ağa
Bak hey benim Deli Oğlum
Filiğin kocası yiğit adamdı
Sana yakışmazdı alıp kaçırmak
Gelin sizi sulh edeyim
Allah'ın emrince evlenin
Tamam Aptil Emmi / dedi sevinçle
Çetecilikten de vaz geç
Oturaklı bir adam ol
Şimdi vatan savunmanın vaktidir
Gittiğin yanlış bir yol
Yedi düvel bağrımıza süngü dayamış
Anlattı Aptil Ağa
Dinledi Kar' Üseyin
Filiğin kapısına atlılar geldi akşamleyin
Oturup konuştular
Ağız tadı / kutu kutu lokum koydular
O günün çocukları anlatırlar ki
Aziziye'de tevir tevir donattılar Hatçe'yi
İpek keme entari / meydani
Al- yeşil- mor kadife sayalar
Livali ayakkabı / Trablus kuşak
Başına da yapraklı maşallah
Bacağına püsküllü top şalvar
Hatçe'yi donattılar
Karacalar Köyü'ne düğün kurdular
Dört gece- dört gündüz çalgı çaldı aptallar
Doymadık aç kalmadı
Ağalar- beyler indi yaylı arabalarla
ve hükümet adamaları
Rakıcı Anton'dan yük yük rakı taşındı
Seyirlik çıkarıp- kaşık kırdılar
Uzak cepheleri
Ve Kar' Üseyin'in sicilini unuttular
Gönülsüz gelin oldu Hatçe kız
Gönülsüz güldü oynadı
Gelin giderken ağladı
Gerdeğe girdiler hiç konuşmadan
Yattılar- kalktılar
Hiçbir dağ yoktu
Hiçbir yol hiçbir ırmak
Hatçe'nin içindeki küslük kadar....
Kaç gün geçti aradan
Aylar aktı sular gibi
İki baş yastığa geldi
Dem oldu Hatçe Gelin
Kar' Üseyinden zevklendi
Başını duvarlara vurdu yalnız kalınca
Dövdü bağrını
Gün oldu
dizme dizme cebe taktı koluna
Aş pişirdi / sofra kurdu...
Kar' Üseyin hanesi bu
Al atlı iner- kır atlı biner
Unutuldu verilen söz Aptil Ağa'ya
Çeteciliğe devam ettiler
Yedi iklim- dört bucaktan kara haberler
Dediler Kar' Üseyin cepheye asker sevk eder
Kıtlık hışım gibi zaptetmiş ortalığı
Onun hanesinde yokluk ne gezer...
******* devrildi günler dürüldü
Bazan tek adam kalmadı ortalıkta
An geldi bin bir ayak bir ayağa derildi
Köyler mezarlığa döndü
Kuş pisliği sıvandı kapılar
Cephede kalanlardan arta kalanlar
kıranda- kıtlıkta talanlandılar
Dağlar dolusu kaçak
çift süren kadınlara saldırdılar
Umut ateşleri söndü...
Bir asker kaçağı anlatıyordu
Neylesek fayda vermedi / yenildi ordu
Yediğimiz otlar ağudan acı
Ağzımın yarası- yüzlerimizin şişi
Bir iğdelik bulduk bilmem nerede
Günlerce iğde yedik tam sekiz kişi
Üçü öldü sonra / geriye kalan beşi
İğdenin unları durmaz midede
İsraf olmasın diye yuttuk çekirdekleri...
Yaralı bir asker anlatıyordu
Yaralı bir ata saldırıverdik
Hiç birimiz pişirmedik
Herkes çiy çiy yapıştı bir yerine
Say ki birer aç köpektik
Ne damarlarımızda kan kalmış
ne de dizimizde derman
Herkes kaptı bir yanını koparttı
Bana ise çavı kaldı
On kişi koştu peşimden
Kapıp paypança ettiler
Dinleyenler acı acı güldüler
Anlatan ağlıyordu...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:44 PM
Ateş Çiçeği-09
Aziziye sokaklarında
Bir kıran yeli gibi eserken zaman
Bir bedenin kolları / bir ağacın dalları gibi
Kardeşçe yaşardı ellik gavuruyla müslüman
Halince koydun muydu insanoğlunu
dünya bahçesinde çiçekleşirdi
Minarelerde ezan / Kiliselerde çan
Anton Dayı rakıcıydı
Gevork süpürge satardı
Kutnu- kumaşçıydı Arşıncı Artin
Kalaycı Diren -Duvarcı Yanko
Haşhaş simsarı Karabit
Dimitri -Sarımsak
Avran –Aliko
Nalbantı- kalaycısı
Cümle meslek erbabı
ellik gavurundandı
Duaları ve türküleri
Türkçe’nin hesapsız renginden
Tabandan oynarlardı düğünlerde
aynı çalgının ahenginden
Yokluydu Türkmen oğlu
Varlıydı Ellik Gavuru
Uzak cephelerden
Sarı sarı kağıtlarda künyeler
Sokaklarda bozulayan yaşlılar
Bir uçta bir uca ağıt edenler
Her sabah kulaklar kirişte
Uğursuz haberler heyiklenirdi
Derler ki gizli boğaya gelen
eşkare kuzular
Petiri ilk önce haydıncı bilinirdi
Katırlara yük vurunup
dolaşır civar köylerde
Bir görünür- bir yiterdi
Arasan bulamazsın
Bekleyince gelmezdi
Olmadık yerde biterdi
Tuz- kil-arılık satardı ilkin
Bağırırdı kadınlara
Eyisi kiliiin / Eyisi kilin
Kızarlar- bağırırlar
Gene de sevilirdi
Dediler ki Aziziye Sokaklarında
Ulan bu Petiri gavuru
adamıymış Kar' Üseyin'in
Hem erzak taşırmış Dişkaya'ya
Hem de laf
Bazıları dudak büktü
Memlekette adam mı yok
hırsız- hayın ve gammaz
Hadiyin oradan ulan
Ellik gavurundan eşkıya olmaz
Laf enikleyip çoğaldı
Kulaktan kulağa aktı
Ellik Gavuru Petiri buz gibi şaki çıktı
Varıp haraç aldı ağadan beyden
Üseyin Ağa'sından selam iletip
Apaçık taşıdı erzağını
Kimseler açamadı ağzını
Akşamın alacakaranlığında
Petiri katıra binmiş
Aptil Ağa at sırtında yamaçlaştılar
Selam verip geçecek oldu
Durdurdu Aptil Ağa
Bana bak Petiri dedi
Köpek takke giymeyi bilmez
tingildedi mi düşürür
Ellik gavurundan eşkıya olmaz
Vaz geç bu işlerden gayri
Üç günlük seyissin
beş günlük at boku eşeleme
Ben erzak satarım emmi
Hem de kim alırsa ona
Sinirlendi Aptil Ağa
Hele bir bakın şuna
On paralık köpek taşağı enersin
Bir mecitlik arılıkla elin yunarsın
Vebalı- ziyanı boynuna
Biz biliriz ne eylersin
Sürdü atını ileri
Ardından baktı Petiri
Seyredenler duydular
Ben Kar' Üseyin'den yanayım
Kellem bile gitse dedi....
Söylenir ki/ buralarda bir zaman
sular tevatür akardı
Ağustos orağı kızartırdı tarlada
Zemheri can yağmalardı
Kör kalan ocakların dumanı tütmez
Çıkmadık candan umut kesilmez
İnsan çığlık çığlığa aç
Muhanetin kapısı aman bilmezdi
Cümle savaşlarda oğul bırakmış
Eşkıya talanında gitmiş ekmeği
Ağalar insafa gelmezdi
Kervanlar geçerdi
Bilinmez bir yerlerden tuz
kil ve kutnu- kumaş
buğday ve haber götürürdü
bilinmez başka yerlere
Bazan sıçankıran kördumanlardan
Bazan kervankıran ayazdan
Sıyrılıp gelirdi Türkmen savranlar
Giderek kötü haberler getirdiler
Giderek yol kesti haramiler
Gelemediler
Önce bebeler öldü
babası cephede olan
Sonra yaşlılar
kara zemherilerden çıkamadılar
Söylenir
Kal ü bela'dan beri
Sözü kerpiç kerpiç ören ağıtçılar
Ölenin kendini bile ağlatırdılar
Gün oldu sustular
Diyecek söz bulamadılar
Yabanıl bir korkuda
yalnızca beklediler
Attan- itten ucuz insan
Gene de
Allah devlete zeval vermesin
dediler...
Yüce yaylalardan ben geçemiyom
Doldurma sevdiğim ben içemiyom
Sevi dedikleri bir yeşil ipek
Dolaşmış sevdiğim ben açamıyom
Bir Suvermez Köyü türküsünden
Akşam inmiş gül pembesi
yeşil çimen üstüne
Böcek cikilemeleri kaplamış dağı
Bülbül aman eder keder üstüne
Gökyüzü yıldız sağnağı
Küskün yürür tozlu yolda dor' atı
İçlenir Kar' Üseyin demir yüreği hamur
Bir kanadı kırık gibi boynu burulmuş
Süngüsü düşük düşük bakar gözleri
Vursalar ses çıkarmaz
Kesseler aman demez
öyle bir duygu
Topakevin kapısında Hatçe'si
Çimenler içinde ayrıksı bir gül
Yıldızların arasında ay gibi
Nice hapis damlarını yardım da kaçtım
Dizlilere diz çöktürdüm
Başlılara baş büktürdüm
Nam eyledim yiğitlikte
hükümdar oldum dağlara
Sana gönül düşürdüm
şu ölümlü dünyada...
Sustu
Set çekilmiş su gibi
Soluğu körükleşti
İçin için birikti
Kar' Üseyin kara dağ
Sıtara çiçeği Hatçe'nin
önü sıra diz geldi
Yıkıldı büvetleri
Gözlerinden seller gitti
Ve Sıtara çiçeği
Tüm ihtişamıyla geceyi gördü
Yıldız tarlalarının
cikileyen ormanların coşkusu
gözlerinden yüreğine doluştu
Yel yaladı yanağını
Kekik kokularını duydu...
Delidir devranın kaba yelleri
Ömrümüzün çeçi savrulur gider
Dişin- tırnak topladığın ne varsa
Zamanın önünde devrilir gider
Hani nerede nam yürütmüş insanlar
Baki mi kalacak bizden kalanlar
Harcı kan saraylar- görkemli hanlar
Gün gelir tersine çevrilir gider
Hazanda gör yeşil biten otları
Bir deli yel eser eritir karı
Örnek alsan dağdan inen suları
İner düz ovaya kıvrılır gider
Ne kalır geriye geçip gidenden
Can çeker acıyı çökerir beden
Bir insan var/ birbirine zulm eden
Ömür farir - yürek kavrulur gider.
Aylı ******* devrildi
yalnızlığın yarlarından
Aydınlık günler çevrildi
Bir deli inilti kaldı geride
yanık yellerde savrulan
Ağlaya ağlaya açan gül gibi
Sabıkası saydı güzelliğini
Bu hangi Hatçe
kaçıncı eşkıya ganimeti
kanar en yeşil dalından
Bu kaçıncı hatçe onuru yağmalanmış
insanlığı dalanmış kaçıncı kurban
Seçimi olmayan kara yazgıyı
kurban gibi yaşayan
Zemheriler esti dağlarda / kurtlar uludu
Atlılar-yayalar geldi karlı yollardan
Gözlerinde taşıyarak kahredilmiş bir umudu
Ateşten sözlerle konuştular
parçalanan bir vatandan
ve yenilmiş ordulardan...
Bakışları bakışlara
Tarlaya tohum saçarcasına ekti hüzünü
Hiçbir ölüm haberi yaşadıklarından daha çok
üzemezdi Hatçe'yi
Hiçbir sevinç güldürmezdi yüzünü
Saya giydi ipekliden / dizim dizim altın taktı
Yumuş tuttu- heyket etti
Yeniden karışmak için yaşama
Kızdı- yerindi- öğündü
Güldü herkesle birlikte
Ağladı cepheden gelen haberlere
Hepisi de boşa gitti
Yaptığı yaşıyor gibi yapmaktı
Acemi oyuncu gibi yaşadı
Kim bilir kaçıncı Hatçe'ydi
Aylar aylara devrildi / yıla çevrildi....
Bazan geriye dönerdi bol yıldızlı *******de
ağaç gölgesinde / duvar dibinde
Geçmişine saplanırdı gözleri
Çiğillipınar'ın orada
Ana kız suya giderken
Çobanlar kaval çalar
hey gidi günler
Yakışıklı erkeklerin
kimisi ayna tutar kimisi türkü söylerdi
Ana- kız suya giderken
Hatçe kız ana dedi
Şu Aziziye toprağında
Bizden yoylu
Bizden güzel var mı
Güldü de anası Filik
Bir türkü söyleyiverdi
Caminin önünden görünür mezar
Bilmiyom ısıtma bilmiyom nazar
Anası kızından ilvanlı gezer
İlvanlı kadının kızına yandım
Zalim zemheriler tükendi
ince baharların kucağında
Kurt ulumaları dinledi
sarı ayazların çığlıklarında
Kuzuların bebeksi meleyişleri
kanattı içindeki masum şeyleri
Kanadı yüreğinde kaval sesleri
Davar çanlarını sevdi
Dualar mırıldandı sabah ezanlarında
Gün geldi / vaz geçti
Eskiler söylerdi ki
Bir yiğit de bir güzeli sevince
Bazan su yolunda - bazan tarlada
İlkin ayna tutar - işmar ederdi
Yüreği sevdadan kavrulasıya
Dağlara- taşlara savrulasıya
kız yüzüne gülmez imiş
Ne babasının çatal topakevleri
Davarı- devesi- parası- pulu
Ne de fidan boyu kâr etmez imiş
Gün olup dolup taşacak
El alem içinde türkü yakacak
*******ce söyleyecek
Cümle oba dinleyecek
Kızdan gönül almak için
türküler yakmak gerek
Sevi bilmez sayılırmış
türkü yakamayan yürek
Ki sonra havas olunur
ayna- mendil salınır / dünür varılır
Babası vermezse kaçılır imiş
Obalar türkü bahçesi olmuş bu sebep
Sevi bilmez imiş türküsüz yürek
Gün gelip başlık parası
aç köpekler gibi saldırmış
sevilere
İcat olununca böylesine yoksulluk
Varsıllar basıvermiş parayı
babalar kesmiş sözü
kızları satmış
Sevenlerin boynu buruk
kanadı kırık
Yürekler dalından kopmuş
O gün bu gün
Türkü yakabilen yanık yürekler
Yavuklusu yad koynuna girenler
“Gelin.. gelin..”
diye hasret söylerler
Yanar türküsüz ömrüne bu güzellikle
Kim bilir kaçıncı Hatçe
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:44 PM
Ateş Çiçeği-10
Aylar yıllara devrildi
Kar' Üseyin'in koynuna
Bir kez gönüllü girmedi
Gözünün çiçeğine bakmadı yüreğiyle
Bir kez sıdk ile gülmedi...
Gebe kaldı- sevinmedi
Sancılandı bağırmadı
Bebesinin adını Belkız koydular
Canının yongası saydı
Ciğerinin bir parçası
Bir onu severken güldü gönülden
Sırrını bir ona açtı
Günleri- ayları savurdu zaman
bitmez bir kırımın devranlarında
Uzaklara gidenlerden
kara muştular geldi
Ağaç ayaklı gaziler
Çökük yüzlerinde yitirilmiş zaferlerin küslüğü
Tam gidip- yarım geldiler
ağıt acısı bakışlar
Açlığa- kıtlığa sığındılar
Ayakları yalın / sırtları üryan
Çocuklar ve yaşlılar
Ekmek atlı- insan yaya
Un uçar- kepek kaçar...
Anlatırlar ki:
Ayağına varmış koskoca Aptil Ağa
Altına döşek serip
Eline kahve vermişler
Almış karşısına Kar' Üseyin'i
Memleketin ahvalini
bir bir anlatıp
Sonunda söylemiş ki:
Bak oğlum
sonu yok bu şakiliğin
Milli Kuvvetlere gel sen de katıl
Osmanlı- mosmanlı kalmadı
Memleket iki başlı
Arada kaynar sicilin
Gel teslim ol/ tam vaktidir
Vazife seni bekliyor
Vatan ki anadır
elinden ekmek yeyip- suyun içtiğin
İnsan anasını gavura teslim etmez
Gel teslim ol Kar' Üseyin
Bu devran böylece gitmez
Koyunun kaval dinlediği gibi
dinledi Kar' Üseyin
Bir şey demedi.
Bak oğlum Kar' Üseyin
bende sana söylemesi
Dök- düşün- yolunu seç
Gelmezsem belalar gelir başına
Gayrı bu işlerden vaz geç
Sonra da bindi atına
Düştü Aziziye yoluna
Üğü Kayasına doğru
saklı bir öfkeyle baktı giderken
Atını hırsla sürdü
Üseyin o düşman bakışı gördü...
Uzakta / tül gibi / belli belirsiz
Daha ışımadan Emir Dağı
Uykulara iniverdi kurşun sağnağı
Kör Durmuş borusuna davrandı
Çeteler can havliyle toparlandı
Çatışma kızıştı sabah ezanı
Karacalar Köyü
baskın var sandı
Belce Tepesinin omuzbaşında
Hesapsız mermi yandı
Eşkiyanın gözü kara
O saat bir yerlerde
Yabancı potin nalçaları
Babasının yurdunda dolaşır gibi
arşınlıyordu sokakları
O saat bir yerlerde
Dövüyordu toprağı
yabancı at nalları
Ölüyordu bir yerlerde
Adı sanı belirsiz
Bu toprağın çocukları...
Soğukkuyu Köyünden Kara Ahmet Efe
Çevirdi zaptiyeyi arkadan
Yanında birkaç askeri
Dedi ki hadiyin ulan
Gün öğle üzeri sesler kesildi
Çeteciler zaptiyeyi zaptetti
Uykusuz / kara yağız askerleri
Katıp önlerine köye indiler
Kel Mustafa- Kar' Üseyin- Kör Durmuş ve Petiri
Toplanıp kavil ettiler
Çetelere emir verip
Askeri camiye kapatın dediler
Ulan ben o Papaza sormazsam
Anam da avradım olsun
Karım boş olsun
Ben de bu askeri vurmazsam
Şu bıyıklar ayıp olsun
Kır Aptil deyyusunun kıçında bitsin
Karacalar ahalisi dinleyin beni
Ulan ben kime neyledim
Kimi soydum aranızda
Garibin hakkını korumadım mı
Var mı içinizde şikayet eden
Köylüler yok dediler
Ağır ağır dağıldılar gittiler
Toplandı çete
Tartıp- danıştılar
Kar' Üseyin Kar' Ahmet'e
Sağol Ahmet Efe dedi
Senin gibi bir yiğide böylesi yakışırdı
Adamaların dağ ardından sarmasalardı
Biz de zaptiyeyi alt edemezdik
Uzun uzun konuştular
Sürekli sövdüler Aptil Ağa'ya
Öldürecek askerleri
Kar' Üseyin'e kalsa
Sonra sofralar kuruldu
Tutsaklara da verildi
Başlarındaki yüzbaşıyı buyur ettiler
Sizi bize salan Papaz Aptil olmalı
Hele öldürek de görsün dediler
Yüzbaşı hiç istifini bozmadı
Doyurdu karnını / şöyle bir baktı
Madem öyle diyorsunuz
Gelin öldürün dedi
Sonra da üsteledi
Öldürün hadi
Susup kaldılar öylece
Siz devlet içinde devlet misiniz
Yüz binlerce insan kelle verirken vatana
Ya siz kimsiniz
Madem öldüreceksiniz gelin öldürün
Beni korkacak mı sandınız
Yalvaracak mı sandınız
Hele öldürün de görün
Bu toprağın yüzbaşısı
eratı tükenir mi
At atı basar Kar' Üseyin
yiğit yiğidi
Yiğit isen
öldür beni
Götürüp camiye kapattılar yüzbaşıyı
Susup kaldılar
Dağıldılar
toplandılar
Bir karara varamadılar
Gene söze girdi Kar' Ahmet Efe
Bakın Aslanım dedi
Benimkisi bir yardımdı sizlere
pırtıp kaçsınlar deyi
Siz tutup askeri esir aldınız
Kızarmış demiri eline almak gibi
Sözün kısası
Benim ömrüm cephelerde geçmiştir
Balkanlar'dan Çanakkale'ye kadar
Kuva'ya katılmak işin doğrusu
Ben şimdi gidip varayım
Aptil Kadir Ağa'ya sulhçu olayım
Ben kuva'ya katılayım
sizleri bilmem
Dökün düşünün
Başınıza iş gelmeden
bir karar verin gidip varayım
Aptil Kadir Ağa'ya sulhçu olayım
Ben kuva'ya katılayım
sizleri bilmem
Dökün düşünün
Başınıza iş gelmeden
bir karar verin
Kar'Ahmet çekip gitti
Askerler bırakıldı
Kar'Üseyin çetesi dağa çekildi
Sesi kesildi...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:45 PM
Ateş Çiçeği-11
Arif Bey geldi de bağlar karıldı
Deli deli akan sular duruldu
Arif Bey türküsüne ait, Bayat ilçesinden derlenmiş iki dize.
Yol kıyısında çürümüş at kemikleri
Çürümüş bir suskunun üstünde gerili gök
kişiliksiz bir mavi
Köyler terkedilmiş gibi / can- cin yok
Yoksul mezarlıklar yol kıyısında
taşları esamesiz sarı birer diş gibi
Toprak tepeden tırnağa çopur
Tepeler tıknaz- bodur
Kıpırtısız bir yol / silinmiş gibi
Bin yıldır hiç kimse geçmemiş gibi
Ve küstahça oturan zaman
kulak kesildi / ösürgelendi
Kişiliksiz maviliğe akşam yürüdü
Ve arkasından gece
Kuva-i Milliye’den yana kavi
Ufuktan beriye bir kara yaylı
tırıs halinde
O zamanın çocukları bugün anlatırlar ki
Çanlarına çaput sarılmış
duyulmaz kara yaylının sesi
Üzerinde şimşek gözlü bir deli
Yarbay Arif Bey ve avanesi
Derler ki
kitaplar yazmadı bunları daha
yazsa ne çıkar
Arif Bey'in yüreğini
anlatamazlar
Ki bir gün Mustafa Kemal
Toplamış başına böylesi delileri
Her birini bir diyara göndermiş
Gelsin hele kurtuluş
Kiminiz Cumhurreis
Kiminiz başbakan demiş
Bu bir söylentidir elbet de yalan
Ama budur hikaye
Arif Bey'in dolaştığı yerlerde anlatılan
Kitaplarda söylenir ki:
Arif Bey l875'de Harput'ta doğdu. Binbaşı Osman Bey'in oğludur. l895'de harp oklunu bitirdi. Sicil numarası 1311-C-piyade 27. Balkan Harbinde 32. Alay, l. Tabur komutanı olarak görev yaptı. Birinci Dünya Savaşında, 12. Alay komutanı olarak Çanakkale'de Arıburnu'nun sol cenahında görev yaptı. Daha sonra 12. Alayla Diyarbakır ve Bitlis'de bulundu. Yarbay rütbesiyle İzmir Merkez Komutanlığına tayin edildi.*
* İplikçioğlu, Niyazi, Milli Mücadelenin Meçhul Kahramanlarından Yrb. Bayatlı Arif Bey ve ölümü,
3. Afyonkarahisar Araştırmaları Sempozyum Bildirileri.sf. 9l
Diyarbekir tireninde
Yollar bitmiyor
*******e giriyor külüstür vagonlar
tünellerden geçiyor
Loş bir kompartımanda
Müthiş zamanların kokusu
Birisi
'Mavi gözleri çakmak çakmak'
General Mustafa Kemal
Diğeri
Yarbay Arif
Gözleri eladan karaya doğru
Deli ateşler tutuşuyor
Yarbay Arif'in yüreğinde
Şimşekten yontulmuş sözler söylüyor
Mustafa Kemal
Yangınlar çıkarır yürekte
Umutlar dokunur
rayların üzerinde
Diyarbekir tireninde
Ve bir köşede kıpırtısız
Yüzü mum gibi hüzünlü
Loş lambanın ışığında
Uzun parmakları ıssız
Kuzguni saçları dökülmüş
omzuna kelep kelep
Dal gibi genç bir kadın
Diyarbekir ovasında
bir tarlada bir bakışta vurulmuş
Arif Bey'in ikinci hatunu Zeynep
Kara tren gidiyor yüce dağlar devirip
Yüreğini biler gibi
Binbir beladan çıkmış
Yarbay Arif'in
Kitaplarda söylenir ki;
Yunanlılardan İzmir'e çıkışında ilk direnişi başlatan O'dur. İzmir 'den tek başına Bursa'ya kaçtı Yanında birkaç subay ve er olduğu halde, kıyafetini de değiştirerek, Seyitgazi'ye geldi. Arif Bey bu yörede bir taraftan milli bilinci uyandırmaya çalışırken, bir taraftan asker toplamağa başladı.*
Kitaplarda söylenir ki; Eskişehir Ahz-ı Asker kaleminden mevrut 23 Haziran 335 (1919) tarih ve 506 numaralı şifreli telgraf özeti:
I Kor Ahz-ı Asker kalemi Riyasetine
Refakatinde 8 piyade neferiyle tek atlı iki yaylı arabası bulunduğu halde Seyit Gazi'ye muvasalat eden piyade kaymakamlarından Arif Bey, Binbaşı Abdullah, İstihkam Yüzbaşısı Nurettin ve meçhul bir topçu teğmeni, dolaştıkları mıntıkalardan asker topladıkları, İzmir'i kurtarmağa gidecekleri ve Yunanlılardan intikam almak fikriyle mah-ı hali 21 Cumartesi günü ezani saatle Seyyit Gazi'ye geldikleri hükümeti mahalliye tarafından Eskişehir mutasarrıflığından alınan istihzanda derdestleri emir alındığında mahalli jandarma komutanlığı 3 defa teslim olmaları teklifine ademi inkiyatda bulundukları tarafeynden olunan müsademede bir nefer meyyiten (ölü olarak) Binbaşı Abdullah Efendi ve bir nefer de hayyen (sağ olarak) elde edilerek Eskişehir mutasarrıflığına teslim edildikleri.. Arif Bey bu badireden kurtulduktan sonra...
* İplikçioğlu,Niyazi (a.g.y)
** Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, 39.sayı, 939 no'lu belge.(aktaran,N.İplikçioğlu-agy-)
İşte böyle kaçılmış Seyitgazi müsademesinden
Osmanlı zaptiyesi
bir hayli at koşturmuş peşlerinden
Üstlerine yaylım ateş etmişler
Vurulmuş yaylıdan bir kuvacı er
kalmış yolun ortasında
Eskiler ekmeğe el basıp söyler
Sonradan satırla doğramış
tetik çeken parmağını
Arif Bey'in askerini vuran asker
Arif Bey düşünür / yüzü çığsilah
Aziziye toprağında ne olmuş görek
Bayat yaylasına karargâh kurak
Afyon'da paşalar neylemiş sorak
Soğukkuyu Köy'ünden Kara Ahmet
Ekizceli Bekir Çavuş - Seydi Çavuş
Suvermez'den Üseyin - Bayat'tan Püsküllü
Tatar Hasan / Abiloğlu
Ayı Veli - Aşık Halil
Genlik'li Maşta ile Osman Onbaşı
Kayılı Hasan Çavuş
Bir de Gımık Bekir vardı Çukur Kuyu'dan
Aziziye'den Tahir Efe - İbici
Gömü'den İzci ve ötekileri
Kim bilir sağ döndü hangileri
Hey gidi Balkanlar
Hey gidi Çanakkale
ahd olsun size
Arkamızda mezarı taşsız kalan
Binlerce şehidin kemikleri / size and olsun
Çapulcuya sorgu- sual sormadan
Döneklere hiç mahkeme kurmadan
Halkı soyanları konuşturmadan
Alalım kellesini tavuk başı koparır gibi
Böcek çiğnercesine ezelim cesedini
Kalanlar bize yeter
Kalanlara alem-i şan olsun
Sür atları Seyis Vahit
Varalım hayır olsun..
Arif Bey dediğin kan içer kanmaz
Düğmeni açık unutsan yatırır falakaya
Dedi içinden içinden
Tabaklar’lı Kara Vahit
Vurdu kamçıyı atlara
Kaçsan kaçamazsın Azrail gibi
Yer yarılsa yere girsen
bulun izini
Öldürse kurtulursun
Öldürmez oyar gözünü
Yarbay Deli Arif derler
şakası yoktur
Vurdu kamçıyı atlara
Tabaklar’lı Kara Vahit
Balkan Harbi geçti gözlerinin önünden
Ve sonra Çanakkale- Arıburnu
Kan ve yangın cehennemi
Şimdi / binlerce asker firarisi
Bütün dağlarında Anadolu'nun
Satılmış bir devletin dağılmış ordusundan
Açlığın ve bitin yağmasından
geriye iskelet kalan
Gecede köyler geçildi insansız
Arif Bey uyumaz
yüzü depremler içinde
Yer gök düşman içinde
Hainler ne kadar çok
Çete kuracak bozkırdan
Başka yolu yok
Sahi bir de Kar' Üseyin var idi
Karacalar Köyünde efelik yapar idi
Arif Bey bir aralık geçmişti de buradan
Duymuştu da namını
Gidip bulmuştu karargâhını
Tevatür davar kesilmiş
Kan ve ölüm günlerinde yenilip içilmişti
Düşündü Arif Bey
Hüseyin biraz ayardı
O kel kardeşiyse kurnaz
Madem ki çete kurdunuz
Ayırın haklıyı haksızdan
Devlet kendi canının derdine düşmüş
sağlayın buralarda asayişi
Soygunculuk çapulculuk olursa
Bir gün mutlaka gelirim
Gidin sorun nasıl adam
Deli Arif'i demişti
Aradan zaman aktı
Bir de aklında kalan
sis rengi rakı
ve kuzu gözlemenin tadı
Düşündü Seyis Vahit
Dedi ki
Yarbayım meramım vardır
Eveleyip geveleme - kısa kes- denk yükle
Söyle len nedir derdin...
Körpe gelin koymuş idim ardımda
Şimdi bilmem kimim kaldı yurdumda
Kısmet yolumuzu sılaya vurdu
Birkaç günlük izin verirseniz bana
Düşündü Arif Bey
Sustu
çıkardı tabakasını
bir tütün sardı
Tabaklar’ lı Kara Vahit
Nice yangınlar yaşadık
Bir türkü çığır bakalım
Olsun açlığımıza katık
Bu yel Emir Dağları'nın yeli
kokusunu bildin mi
Bir türkü söyle ki yanık efkârdan
Ölüm var- ayrılık var
Belki de bir daha esmez bu dağlar
yarına çıkmamak var
Bir güzele yanar oldum özümden
Kendim ladim oldum kendi sözümden
İk'ellerim gitmez oldu gözümden
Hala gitmektedir dem dem üstüne
Bu dünyada vefa gitti naz kaldı
Yandı ciğer kebap oldu köz kaldı
Bu dünyada ocakzade az kaldı
Halâ gitmektedir dem dem üstüne
Tabaklar’lı kara Vahit
Avaz etti karanlıkta sesi dağları dağladı
Gevşedi de Arif Bey'in demir yüreği hamur oldu
Nedenini kimsecikler bilmedi
İçin için hıçkırarak ağladı
Ağaç ayaklı gaziler doğruldu yerlerinden
çocuklar ve kadınlar çevreledi yaylıyı
Ali oğlu Mıstafa babam olur bilin mi
İlebeç oğlu Seydi dayımdır tanır mısın
Halil oğlu Iramazan kocamdır gördünüz mü
Hoş geldiniz konuklar
Cephede ne var- ne yok
Burada işler bozuk
Kıtlık çalar - yokluk oynar
Telef çok
Atladı yaylıdan Yarbay Arif Bey
Koca bir dağ gibi dikildi
Baktı
sıska
sefil
perişan kalabalığa
Derler ki
Tevatür olmasın
boyu üç metre filan gibi
Tıpkı bir yanardağ gibi kükredi
Kesin lan başıbozuklar
Biz ne asker kaçağıyız
bazılarınız gibi
Ne de haberci- tatar
İvedi su dökün atlarımıza
Açız / ekmek getirin
Altımıza hasır serin
dinlenek
Ki ondan sonradır ki
vardır elbet bizim de bir lafımız
Diyek...
Korku ile kalakaldı suratlar
Sesler kesildi
Maden kovalardan sular boşaldı
ardıçtan hatıllara
Atlar süzdüre süzdüre içti
Doru olanı tınsırdı
Kır olanı kaşandı
Ve ancak tanıdı anası Vahit'i
Kuzum - dedi
Meledi kuzular gibi
Sarıldı...
Haşhaşlı katmer ve oymaç yediler
Sonra Arif Bey konuştu
mavzer patlarcasına
Benim adım Yarbay Arif
Deli Arif derler lakabıma
Kuva-i Milliye ordusundanım
Esasen Bayat'tanım
Cellat olmaya geldim
İngilize- Fransıza- Yunana
Azrail tayin oldum asker kaçaklarına
çapulcuya- eşkıyaya
Eli silah tutanlar bana katılacak
Katılamayan peyderpey asılacak
Çünkü cümle memleket işgal altına.
Herkes bunu böyle bilsin
Kara Vahit
şimdi sana gelelim
Madem izin istiyorsun
kal
Yarından sonra gel
Bayat'ta beni sor
bul
Altında bir at olsun
Ki seni tanırım / eğer gelmezsen
Gelir mutlaka bulurum
Bulur ateşe veririm
Kaçsan izini sürerim
Leşini itlere veririm
Sen de beni tanırsın
sakın unutma...
O günün çocukları bu gün anlatırlar ki
Tam iki gün sonra akşam köründe
Ulu azatın altında atlılar durdu
Terli ve dehşetliydi yüzleri
Ölüm- yaşam arasında suskundu dallar
Kaç ölüden artakalan soykalarıyla
canlı cenaze insanlar
Bir korku ateşinde / rüzgâr kupkuru
Arif Bey Vahit'i sordu
Üç gündür saklandığı ağacın tepesinde
Kara Vahit korkudan geberiyordu
Çekti silahını Deli Arif
iki el ateş açtı havaya
Dalların arasından aktı mermiler
Vahit işedi donuna
Yaktılar samanlığını Mıstafa Emmisi'nin
Kardeşi Tatık'ı götürdüler yerine
al bir gürenin sırtında
O günün çocukları bu gün ihtiyar
Samanlık yandı dumana boğuldu sokaklar
Anlatırlar ki
Gece aysız ve sırdaş
hırsızlayın karanlıktı
Bayat Boğazındaki konak yerinde
Tatık gözlerini kırpmadı
Çeteciler uyuyunca
al gürenin sırtına atayıp kaçtı
Ve aynı gece sabaha ulaşmadan
Yitti iki kardeş Emirdağ toprağından
Bir daha dönmediler
Arif Bey ölene kadar
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:45 PM
Ateş Çiçeği-12
Kitaplarda söylenir ki:
(Seyitgazi müsademesinden kurtulduktan sonra)
'Arif Bey doğruca Bayat'a geldi.. Eğrilitepe yaylasına çıktı.. Civar köylere adam salarak ilk Kuva-i Milliye birliklerini kurmağa başladı, Milli Mücadelenin ünlü Karakeçili alayının nüvesi bu şekilde kurulmuş oluyordu.'
İplikçioğlu, Niyazi, a.g.y.
Mangalı gümüş de maşası altın
On iki jandarma takınır martin
Gavık süpürgeci, arşıncı Artin
O güzel günler de yadıma geldi
Kır atına binmiş önüme geldi
Odasına düştüm halı döşeli
Bedel gabil olsa yeterdi malı
Kör Vali gelir de ister sabini
Yerine de sadık Beyi salalım
Beyim kalksın biz yerine ölelim
Emirdağ Kuva-i Milliye Reisi Aptilkadir Ağa'nın ağıdı;
(1928'de karısı Kezban yakmış) **
Yaldızkaya, Ömer Faruk,Türkmen ağıtları
Bütün kavgalarda böyle olmuştur
Varsıllardan para
Yoksullardan can
Kaçaklar
Aç bi ilaç - saldırgan
Binlerce serseri mayın
ortalıkta dolanan
Yenilmiş ülkenin dul kadınları
Yapışmış sabanın sapına
El gölgeliği eder mert olan
Namussuz saldırır
şehidin namusuna
Yıkıntılar arasında
bir depremin dumanları
Kan ile sulanıp
yalımlara kızarır ateş çiçeğinin goncaları
Bütün kavgalarda böyle olmuştur
Varsıllardan para - yoksullardan can
Söylerler ki
Beş yüz atlı
Yüz yetmiş piyade tamam eyledi
Bir bakarsın
Sandıklı Ekinhisarı'nda
Bir bakarsın Şuhut'ta
Çobankayası’ nda
Yapıldak'ta at sular
Eşkıya kovalar Aziziye tez Köyü'nde
Derler ki dağlara haber salar
İneni bağışlar orduya katar
İnmeyenin evini yakar
Anlatırlar
Aziziye Kuva- i Milliye Reisi
Aptil Kadir Ağa
Dededen atadan varsıl
Neredeyse iki yüz okkalık
kara okkayla
Ak kadın diye birini
kıçını yumaya hizmetçi tutmuş
Yaylasında topakevi- davarı
Urum'dan- Şam'a gider
katar katar kervanları
Lakabına Papaz derler
Gövdesi dehşetle kıllı
Aziziye Kuva- i Milliye Reisi
Aptil Kadir Ağa
Arif Bey oturmuş ağanın konağında
Aklı Kuva- i Milliye karşıtlarında
Gözleri çığsilah
Dikir dikir seyriyor alın damarı
Bana bak Aptil Ağa
Ya külliyen ölürüz
Ya vatan kurtulacak
Önemi kalmadı gayri
Sıkışmışız - çemberimiz dar ımış
Erzak- silah yok imiş
Köyler aç- dağlar kar imiş
Duyduk ki burada da
yeygisi fazla gelip anrışanlar var imiş
Dedik ki
buradan başlayalım
Kuva- i Milliye'ye cephe tutanı
atın bokunu tepelediği gibi tepeleyelim
Derler ki
Soğukkuyu'lu Kar' Ahmet Efe
Ekizce'li Bekir ve Seydi Çavuş
Köçekoğlu Tahir Efe
orada idi
Aptil Ağa toparlandı
Senin dediğin adamlar
üç- beş kendini bilmez
Lakin bunların dışında
Kendini devlet sayıp vergi toplayan
Cepheye gideni- ben saldım- sayan
Ordu kurmuş Emirdağı'nın başına
Sanır ki çeteleri yenilmez - kolu bükülmez
Daha başka eşşekler var anrışan
Memleketi işgal eylemiş gâvur
Kendi gavurumuza gücümüz yetmez
Vay anasını / diye bağırdı Arif Bey
Hay senin ananı avradını / milyon kere...
Oltu Taşı boncuğunu karşı duvara fırlattı
Boncuklar saçıldı yere
Yüz küsür okkalık
Aptil Kadir Ağa dirkeden attı
Sustu Arif Bey
Ateşin bir anlık susuşu gibi
parlamadan önce
Hey ulan hey dedi
Hey ulan hey..
Kalktı
Yürüdü iki adım
Bir süre dışarı baktı
Oturdu yerine
Bir tütün sardı
yaktı
Bak Aptil Ağa
dedi
Kan içinde bir ömrü
kim isterdi...
Merhamet, iyilikten farklı olarak çoğu kez gaddarlık olarak görülür. Ekleminden çıkmış bir kemiği düzelten hekimin yarattığına benzer bir sızı yaratır insanda merhamet. Bir aptal, cahil, hatta suçlu kişi bile iyi olabilir. Ama cahil bir insan merhametli olamaz. İşin özünü anlamak gereklidir merhametli olabilmek için..
Fiş, Radi, Ben de Halimce Bedreddinem,
Mazlum Beyhan çevirisi
İlk çığlık
Yıkılmış bir dünyaya
ilk isyan haykırışı
Duyduğu hep inilti - hep ah
Gördüğü / Kolları kopuk
Yarası bülgüyen cesetler
Nere gitse / işgal edilmiş insanlar
Kısır gök - dul toprak
Unutulmaz derecede umutsuz gözler
Korkak ve hayvani bakışan
Bir de
derin bir yerlerde okunan Kur'an
Ve Binbaşı Osman Bey'in
sevdiği gramafon plakları
Çok eski zamanlardı onlar
Yitik birer masal gibi kaldılar
Hiçbir şey yakışmazdı insan yüzüne
sevgiyle gülmek kadar...
Arif Bey'in suratı
fırtınalı bir gök gibi devindi
Konuştu birden bire / sesi sakindi
Bak Aptil Ağa dedi
Babam Binbaşı Osman / Bayat'tan olur
Nereliyim unuttum aslını ararsan
Hayat her yerli yaptı beni
Askercilik oynayarak büyüdüm
Ve bitirir bitirmez harp mektebini
Balkan Savaşı'nda buldum kendimi
O gün bu gün
Öldürdüğüm insanların sayısını unuttum
Artık öldürmek
Bir çobanın her akşam
oyunlarını sayması gibi...
Ama
öyle bir dünyada birilerinin
an okuması gibi bir müezzinin
dürmeyi iş sayarak
ürmesi gerek...
Çanakkale - Arıburnu
Diyarbekir – Bitlis derken
İzmir Merkez Komutanı tayin edildim
Yunan'a karşı teşkilâtlanıp
direnmeyi denedim
Çıkarttım osmanlı üniformasını sırtımdan
Pis bir paçavradan sayıp yaktım...
Hasılı vel kelam
Daha nice badireden atlayıp geldik buraya
Cem-i bedenimde kavga izleri
Canalıcı benden korkar
Unuttum kaç kelle kopartmışım
kulak kesmişim - avurt dilmişim
Kar' Üseyin dedikleri kim
Korkudan dağlara kaçan
Bir zavallı pislik - bir garip sıçan
Ki nice Kar' Üseyinleri haritadan silmişim
İndirin içinizden kaygı yükünü
gerisi benim işim...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:45 PM
Ateş Çiçeği-13
O günü yaşayanlar anlatırlar ki
Atlılar göründü Belce yolunda
Uzaktan izlediler
Gelen Arif Bey ve birkaç adamı
Köyün ortasına topladı köylüleri
Kar' Üseyin nerde dedi
Dediler bilmiyoruz beyim
Bir an düşündü
Bıyığını burdu / durdu
Dedi
Tez'de Çatallı'da
Dağdan inen eşkiyayı çeteme kattım
kimsenin canını almadım
Duymuşsunuzdur
Dağdan inmeyenin damını yaktım
Korkudan- ürküden değil elbet
Bilekse bilek - Yürekse yürek
Ama memleket işgâl altında
Bana asker gerek...
Üseyin'in anası kim / burda mı
Burda dediler
Siz köyün ileri gelenleri
Sen / Hacı Ahmet Ağa
Bir de sen Hasan Hoca
Eğer Kar' Üseyin bura gelmezse
yakarım Karacalar Köyünü
Bunu koyun aklınıza
Ayrıca / kendisi arkadaşımdır
hanesinde ekmek yedim zamanında
hatır vardır
Selamımı söyleyin / gelsin konuşak
Ulaklar ulaşıp haber iletti
Maviyle sarı arası
Karayla ak arası
Gök ve toprak arası
Sustu Kar' Üseyin / sustu yel
Arif Bey söylüyor ki
Gelsin teslim olsun hele
Bildirin avanesine bize katılsın / bağışlayalım
Altlarına atları
Bellerine pusatlarıyla gelsinler
Vakit kurtuluş vaktidir
Varın selam edin Kar' Üseyin'e
kardaşı Mustafa'ya
omuzdaşı Dursun'a - ötekilere...
Çetecek teslim olup katılsınlar bize
Düşmana birlikte dalalım
Yol tepip- yoldaş kılalım
Varım selam eylen Kar' Üseyin'e
Kel Mustafa dedi ki
inanma Ağa
Kancıklayıp pusu kurdular sana
Kimseler gelemez bilmediği dağa
Varalım gitmeyelim / eyvallah etmeyelim
Kar' Üseyin dedi
yalan değildir
Arif Bey yiğittir- yılan değildir
Kalsa / ne zamana kadar
Gün olur gelip bulurlar
Varalım teslim olalım
Orduya katılalım
Şu meslekten kurtulalım...
Karacalar Köyü'nün orta yerinde
Köprünün yanında- duvar dibinde
Gözlüyor kalabalık / suskun meraklı
yamaçtan inen karartıları
Havada yalnızca
uçuşan güz yapraklarının
hazin hışırtıları
Gözleri eğik
Yüzünde zorlama / dehşetli bir ifade
Adımları kaldırdıkça tedirgin
yere bastıkça kuvvetli
En önde yürüyen yorgun bir dev
alabilesiye heybetli
O günü yaşayanlar anlatırlar ki
Muhtarın evinde döşek serildi
Oturup hoş beş ettiler
Cephelerden konuşuldu
Yenilgilerden
Kuva-i Milliye'den söze girdi Arif Bey
Mustafa Kemal'i anlattı
Memleket işgâl altında
Neyin nasıl olacağını
Umut var mıdır
dediler
Dedi
hem de dağlar kadar
Beni dinle Kar' Üseyin
Kurtuluş vaktidir gayri
Beş yüz atlı topladık
iki yüz yaya
Ve dahi dağlardan çığ gibi adam
bizim orduya katılmakta
Ki şimdi sıra sizdedir
Sicilin kabarıkmış / öyle söylendi
Memleket kurtulacak sen olmasan da
O vakit hiç şansın yok
Yedi düvele baş gelen
Kuva-i Milliye ordusuna
Yol tepip yoldaş olalım
Mavzer sıkıp at sürelim
Gâvurdan hesap soralım
Omzuna rütbe verelim
Bize katıl Kar' Üseyin
Benden sana söylemesi
Dök- düşün- akıl yürüt
Var git konuş kardaşınla- kızanınla
Bana hemen cevap getir
Kel Mustafa işmar etti Kar' Üseyin'e
Maviyle sarı arası
Karayla gök arası
Çıktılar
genişleyip daraldı
daralıp genişledi
gök ve toprak arası
Ne poyrazda esen pohur kokusu
Ne ardıcın başında öten bülbül
Ne gök mavi
ne taş sert
Nedensiz bir daralma
Garip bir sıkılcım...
Kel Mustafa dedi ki / inanma Ağa
Del' Arif'in gözünde
hiçbir gözde görmediğim
bir garip ışık
Nice katiller gördüm
böyle bakanı yoktu
Yalakları idam sehpası
Karası kandil isi
Zifiri *******den
zindanlardan bin beter
Kalbur kalbur açılmış
Herif sanki Ezrailin kendisi
Sustu Kar' Üseyin
Bir tütün sardı usulca
Çömeldi / sırtını dayadı kayaya
Kara kara - bel bel baktı uzaklara
Horan düzlüğüne- Karacalara
Baktı melul melul Emir Dağına
Ben Arif Bey'i bilirim
Bir zaman geldiydi buraya
Emanet ettiydi bizim civarı
köyleri- dağları- insanları
Erkek adamdı namı var
Hiç unutmam o zaman
-Buralar sana emanet- demiştir
Delidir - bellidir ama
tükürüp yaladığı görülmemiştir...
Kel Mustafa acı acı bakındı
Yüzünde kekre bir gülüş
Hani Göğüs Yayla'da bir akşam
beygir soluklayıp - ekmek yediydik
Ardıcın dibinde dediydin bana
-İnsanoğlu çiy süt emmiş
güvenme ben dahi olsam-
Hani Tekne Çukurunda şaşırtıp zaptiyeyi
kayanın dibinde duldalanırken
aynı lafı gene tekrar ettiydin
Aman ağam kadan alam
güvenme Arif Bey'e
Aah Mıstafa bahtı kara kardaşım
Senin aklın üçe- beşe ermiyor
Memleket paypança ediliyor
Dağlar eşkıya tarlası / asker kaçağı
Milletin canı burnunda
Devlet yok- yokluk içinde
Askeri mi var ki ileri sürsün
Var mı üstümüze mavzer sıkmakta
Biz gibi yiğidi niye öldürsün...
Sürmez eşkiyalık bir ömür boyu
Bir gün bu inişin yokuşu olur
At atı basarmış yiğit yiğidi
Korktu sanma sakın
beni tanırsın
Çoluk çocuk büyür dağda- bayırda
yıl yıla devrilir gider
Bir gün çıkıp gelirler
El mi yaman- bey mi yaman kardaşım
Alî Osmanlıyı dahi yendiler
Konuştular
Deli bir tedirginlik gibi yel
bostan otlarını estirdi
Köskenmiş döşeğine Arif Bey
kaçıncı kadehi içti
Geldiler / Tamam dediler
Sordular / bütün çete toplansın mı
Olmaz dedi Arif Bey
Aziziye'de baskın oldu sanarlar
Ayıp olur Aptil Kadir Ağa'ya
Yalnız ikiniz gelin
Hele varalım yanına
Sizleri barıştıralım
Oturup yol- yordam konuşalım
Tamam dediler
Eğerlenen atlarına bindiler
Horan yönüne sürdüler...
Havada garip bir sıkılcım
bir şeyler olacakmış gibi
Tarifsiz tedirginlik
boy verdi yüreklerde kamış gibi
Çeteler kaldı geride
Konuşmadılar bir süre
Ne berbat bir duyguydu
Ağlamak isteyip de ağlayamazmış gibi
Atlılar yitti bozkırda
Horan'ı atlayınca Aziziye'den yana
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:45 PM
Ateş Çiçeği-14
Bir koyağa pusulanmış Arif Bey'in çeteleri
Beklediler çığsilah uzaktan gelenleri
Tam da bir bayırdan devrilince öteye
Pustukları yerlerden fırladılar
Atlıları hakladılar
Başlarında Kar' Ahmet Efe
Sarsıldı toprak
Şöyle bir döndü gök
Devrilir gibi oldu Kar'Üseyin'in başına
Kaçmayı denese kaçamayacak
Havada / pusuda avcı susuşu
Mustafa'nın şafaklamış gözleri
dokunsan ağlayacak
Sanki bin yıl sürdü kancık suskunluk
Ne ağacın yeşili / ne taşın sertliği
Ne dikenin batışı / ne kuşların ötüşü
Çörtüğün Fakı / Köçeklerin Tahir
Bacının Aptil ve ötekileri...
Emriniz Komutanım dedi Kar' Ahmet
Arif Bey ansızın değişti
Bir azrail kesildi atının üzerinde
Farklılaştı atlıların ara yerinde
Sesi patladı
Yakalayın şunları alaşağı edin atlarından
Bağlayın kollarını....
Urganlarla bağlanırken elleri
Kel Mustafa küfretti
Kar' Üseyin
Helal olsun sana beylik - ağalık
Saldığın nam helâl olsun
Sözünün eriymişsin Arif Bey dedi
Arif Bey kükredi
Ben size vergi mi toplayın
Adam mı soyun dedim
Köp'oğlu köpekler dedi
Tutsaklar yaya / müfreze atlı
nadastan nadasa yürüdüler
Ekizce'li Bekir Çavuş yaklaştı Arif Bey'e
Dedi ki komutanım
İzin ver şuna bir dokunayım
Silahını doğrulttu
Arif Bey kolunu tuttu
Attırma kafamın tasını
Gösteririm ananın nemben nesini
Bekir Çavuş korkarak kesti sesini
Sövdü Kel Mustafa / bağırdı
Ulan hay avına mı çıktınız
Erkeklik buysa eğer
Doğrudan kısırak utansın
Durdu bir daha sövdü
Sağdan soldan- sus- dediler
Kar' Üseyin yaylaları düşündü
atının üzerinde aktığı kayaları
Köprüler geldi aklına
karanlık *******de geçtiği
Hatçe'si
Aklına
yaralı yüreğinin şahan gibi uçtuğu
Çiğilli
Kartal pınarı
Ve bütün pınarlar
eğilip su içtiği...
Kel Mustafa pırtıverdi aradan
Bağırdı Kara Ahmet / gitme lan
Ekizce'li Hüseyin Çavuş
doğrultup bastı tetiğe
Düşüp kaldı nadasların içine
Sonra ayağa kalktı
Beni vurmayın ha dedi ölmem bu yaradan
Yüzünde ölüm korkusu
Kurşun geçmiş baldırından
Arif Bey öfkeden kıpkırmızı kesilmiş
Tuu ulan yüzüne rezil- kepaze
Eğer ben de bu dilleri sormazsam
Şu bıyıklar ayıp olsun
Anlatırlar ki
Ekizceli Bekir Çavuş Arif Bey'e yaklaştı
Eğer vurmasa idim Keloğlan kaçacaktı
Arif Bey konuşmadı
Bir süre öyle gittiler
Ne gök maviydi / ne toprak sarı
Ne taş sert
Aman ha beyim dedi Hüseyin Çavuş
Bunları öldürmez de katarsanız orduya
Bir yerlerde denk getirip punduna
sizi vururlar
Çünkü kan içmektir bunların işi
Vazifem sayarak ben size deyim
Aman ha Beyim...
Beş yüz atlının önünde
Rahvan atının üstünde
Yarbay Arif Bey yüzü dörtnal asabi
Yedlerinde urganlara bağlı ganimetleri
Ahali sokaklara döküldü
Bin bir ayak bir ayağa derildi
Suvermez köprüsüne varmadan
Kuva-i Milliye'nin avlusuna girildi
Çözüldü elleri tutsakların
içeri buyurun denildi
İlkin Kar' Üseyin yürüdü
Söylenir ki
üç beş basamak çıktı merdivenleri
Tek kuruşun attı Arif Bey
Kar' Üseyin kara bir dağ
Devrildi...
Kel Mustafa şaşkınlığın tam ortasında
O da tek bir kurşunla serildi basamaklara
Taş kesildi kalabalık
Ayakları yalın - giyneği yırtık
Kalbura dönmüş gözleri
Yıkık suratları sarı
Havada uçuşan gazellerin
hazin hışırtıları...
Derler ki
Esti kaba boyra yeller
Taşıdı yelkovan dikenleri
ölüm haberlerini
Deli Arif denen yarbay
Kar' Üseyin çetesinin
noktaladı kaderini
Sevinenler sevindi / üzülenler üzüldü
Sevinci- üzüntüyü artık unutmuş olanlar
yalnızca merak etti
Arif Bey cesetleri kaldırın dedi
Şu mermer direklere sarın
Gavurlar işgal etmiş vatanı
Zay olmuş cephelerde
onca insanın canı
Bir yandan düşman talanlar
Bir de böyle asalaklar yağmalar
Sarın ki direklere ibret-i alem olsun
Yetim hakkı yiyenlerden
bir gün bir soran bulunur desinler
Dağlarda dolaşanlar duyup bilsinler
El mi yaman bey mi yaman görsünler...
Pusatları- mermileri yeniden kuşatıldı
Mermer direklere asıldı cesetleri
Dağları aştı ölüm haberleri
Varıp Karacalar'a ulaştı
Düştü Üğü Kayasına top atılmışça
Ürktü çeteleri baskın olmuşça
Atına binen sıvıştı her biri başka bir yana
can korkusuyla
Bir deli yel kaldı karargâhında
Hatçe'nin iri ela gözleri
ansızın açılan körün şaşkınlığında
Anlatılmaz bir duyguyla
Baktı ilk kez görür gibi
Uzaklara / bulutlara / dağlara
Yaban kalıverdi her şeyin ortasında
Belkız'ı bastı bağrına öbür elinde bohçası
Yalın ayak düştü yola
Ne gök maviydi
Ne yollar tozlu
Ne taş sert
Dağ demedi taş demedi
Dere tepe düz eyledi
Yürüye yürüye ağladı
Ağlaya ağlaya yürüdü
Ve neden ağladığını
Kendisi de bilemedi
Gün çoktan devrilmiş gece inmişti
Karanlık yarlardan aştı
Kesekli tarlalardan geçti
Gül bedeni ter içinde
Suvermez Köyüne ulaştı
Yeni bir yaşama kaçarcasına
daldı içeri kapıdan
Filik Kadın ağıt- figan
Sarılıp sarmaştılar / ağlaştılar...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:46 PM
Ateş Çiçeği-15
Bayat'ın kelleri bize bey oldu
Arif Bey oldu
Kar' Üseyin türküsünün,Geynik (Genlik) ky'de kalan tek dizesi
Devresi gün ana- kız yola düştüler
Dere- tepe Aziziye'ye ulaştılar
Kuva-i Milliye karargâhının avlusunda
direklere sarılmış ölüler
Sövdü Filik Kadın ağız dolusu
Sonra suç işlemiş gibi sustu
Baktı yan gözle Hatçe
Av olmuş avcısına kurban nasıl bakarsa
Midesi karıştı / nutku tutuldu
Bir böğürme geldi içinde
Yumdu gözlerini
kustu
Meram anlatıp kapıcılara
vardılar Aptil Kadir Ağaya
Ağa tanıyıp Filik Kadını
Sanki bütün gövdesiyle haykırdı
Gözün aydın bire Kadın
Aldı Filik
Suvermez yolunu aştık da geldik
Çileyi kahırı saydık da geldik
Eşkıya zulmünü en çok biz çektik
Dediler Aptil Ağa vurmuş zalimi
Vuran ellerini öpmeğe geldik
Aldı Aptil Ağa
Ben vurmadım Filik Kadın
Vuran Yarbayım Arif Bey
Yiğitlik hususunda
az gelir ne söylesen
Şu oturan kendisidir
Onun ellerini öp öpeceksen
Eğildi Filik Kadın yerle bir oldu
Uzandı tutmak için ellerini
Arif Bey izin vermedi
-Bu bizim işimiz valide- dedi
Hatçe sırık gibi dikilekaldı
Gözgöze geldiler bir an
Arif Bey'in bakışları kocaman
bir çift pencereydi
Toz- kül- kan- ter- gözyaşı
Ve ateş çiçekleri / yalımlar içinde
Öyle bir dünya ki
soğan doğrarcasına kelle koparılan
Arif Bey'in bakışları
Belki bir yerlerinde küçük bir çocuk
Seçmediği bir yazgıya ağlayan
Arif Bey'in gözlerine baktı bir ceylan
Usulca indirdi kirpiklerini
Nutku tutulmuş gibi dikilekaldı
Öpmedi ellerini...
Görenler anlatır ki
Şimdiki İnkılâp Okulu'nun kapısında
Kara Hüseyin ve Kel Mustafa'nın
mermer direklerde sallandı cesetleri
Günlerce hiç kimse yanaşamadı
Her gün biraz daha şişip
biraz daha koktular
Öyle bir koku ki geçilmedi yanından
Köylerden yılkı yılkı insanlar geldi
Çoluk çocuk uzaklardan baktılar
Bir hafta- on gün sonra
ağzı burnu sarılı bazı adamlar
aldılar mevtaları
Şimdi kimse bilmez
nerede mezarları
Geride bir Hatçe kaldı
dağlanmış goncaları
Bir yaşam tiksinmek üzere herkesten
Ve bitmeyen soruları
olmadık zamanlarda aklına gelen
Başka insan yok mu idi / neden ben...
Burası Emir Dağı'dır
Yaylaları- koyakları
köylerinin sokakları türkü bağıdır
Viranbağ gönüller avaza geldi miydi
Her taşına söz düşürüp can verir
Adı bilinmez ozanlar
haykırır kıraçlara yaralarını
Yürekler söze kan verir
Bin yıllardan bu yana kovgun düşenin
Ağıdı türküsüne karışır gider
Nice Kar' Üseyin ve nice Hatçe
Ve nice Arif Bey yaşar iç içe
Ölüm bile ayıramaz onları
Söylenir öyküleri
bozkır *******inde
Oturur dam dibine
bin yıllardan acısını taşıyan
gözleriyle
Suvermez Köyü'nden ağıtçı kadın Tüvel
Bir ağıt yakar Kar' Üseyin'e
Hem ağlar - hem de söyler
Zamanda söz uçurur yel...
Gar' Üseyin mavzerini yağlıyo
Hatçe Gelin siğim siğim ağlıyo
Mavzerin gurşunu dağı deliyo
Aman Filik Abam ar demedim mi
Yanımda Keloğlan var demedim mi
Afıyon damını yardım da kaçtım
Suvermez yoluna sar'altın saçtım
Üç yüz atlıyınan kız aldım kaçtım
Aman Yeşil Hatçe'm gör neler oldu
Seni saran kollar sarardı soldu
Üseyin topçu da, Durmuş borucu
Kel Çavuş da attığını vurucu
Güllü Gelin sağlam tutsun orucu
Petiri Petiri aslan Petiri
Malzemeyi Dişkaya'ya getiri
Heybetl'olur Aziziye'nin yılanı
Ben bilirim ardımızdan geleni
Yar elinden çektiğim elemi
Uyan Hatçe'm uyan gör neler oldu
Bizleri vurduran Arif Bey oldu
Benim atım ağır iner inişten
Ayağının nalı dökme gümüşten
Kirp'oğlu'nun Hasan benim eniştem
Aman Arif Bey'im ağlatma beni
Mermer direklere bağlatma beni
Kayıştandır Arif Bey'in kuşağı
Kurbanlık gidiyo Mustuk Uşağı
İkisi de domdom yedi fişeği
Aman Hatçe'm aman ar demedin mi
Yanımda Mıstafa var demedim mi
Yağmurunan yağdım- yelinen estim
Belce'yi aşınca umudu kestim
Arif Bey idi de şu benim dostum
Aman Arif Bey öldürme beni
Mermer direklere sardırma beni
Arif Bey geliyor bakın kastine
Selam verir yarenine dostuna
Afıyon'u tapulamış üstüne
Uyan Hatçe'm uyan gör neler oldu
Bayat'ın kelleri bize bey oldu Arif Bey oldu
İndi de kalkmıyo dumanı
Nedir eller ayrılığın zamanı
Zalım Aptil hiç bilmiyo amanı
Aman Arif Bey'im ağlatma beni
Mermer direklere bağlatma beni
Başına bürünür karalı erbi
Mektebin önünde eyledik harbi
Teslim olmasaydım var mıdı cerbi
Aman Arif Bey'im öldürme beni
Dondurma taşına sardıma beni
Dişkaya'da kaldı kuzu kebabım
Kirp'oğluynan Hac'Ahmet zerim zebebim
Kar' Ahmet Efe de benim ahbabım
Aman beyim aman kanım al akar
Filiğ'in Hatçe'si yoluma bakar
Kır Alan'dan çıktım atım kişnedi
Üğü taşı derler bize düşmedi
Astığım kebaplar dalda pişmedi
Aman Yeşil Hatçe'm gör neler oldu
Seni saran kollar sarardı soldu
Üğü kaya yeğin olur ekini
Yelebiyo Mıstafa'nın kekili
Müfrezeler gelir basarlar bizi
keserler bizi
Aman Filik Aba'm ar demedim mi
Yanımda Kel Oğlan var demedim mi
Manasar'da sürüsünün bir ucu
Keloğlan topçu da Durmuş borucu
Kar' Üseyin attığını vurucu
Uyan Hatçe'm uyan gör neler oldu
Bayat'ın kelleri bize bey oldu
Arif Bey oldu
Keloğlan'da atar atar vuramaz
Mustafa da dumanından duramaz
Haydi gardaş bu yurt bize yaramaz
Mustafa Mıstafa ille Üseyin
Eliminen kime küseyim
Gölcük Yaylasında dört kaçak gezer
Dördünün omzunda var beşli mavzer
Anamdan evveli Hatçe Kız gezer
Aman Arif Beyim öldürme beni
Dondurma taşına sardırma beni
Elinde kekliği kayadan iner
Karacalar Evi yaylaya konar
Yiğidin yurduna boz kartal döner
Çalağan konar
Evvel usluydum sonradan azdım
Gölcük yaylasında devriye gezdim
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:46 PM
Ateş Çiçeği-16
Arif Bey bir süre sonra Afyon'a geldi. 23. tümen komutanı Albay Ömer Lütfi Bey'le işbirliği yapıp, birliklerini tümen karargahının bulunduğu Erkmen'e yerleştirdi. Arif Bey'in Afyon'a geldiği günlerde başkanlığını liva muhasebecisi Reşit Bey'in yaptığı Reddi İlhak Cemiyeti faaliyet halindedir. Afyon'un vatansever evlatları iki değerli komutanla fevkalade işbirliği gerçekleştirdiler. Arif Bey'in milisleri şimdiki Kasım Paşa İlkokulu'nun bulunduğu belediye gazhanesindeki İngiliz İşgâl Kuvvetlerinin cephaneliğindeki silah ve cephaneleri bir gece baskını ile Erkmen'e kaçırdılar...
İplikçioğlu, Niyazi, a.g.y., sf..92
Yabancı çizme nalçalında
Çiğnendi şehirlerin sokakları
Haritalar serildi masalara
paylaşıldı ülkenin dağları- ovaları
Ve kan göletlerine basa basa yürüdü işgâlciler
Ölümcül bir suskunlukta taşlaştı her şey
Tarlada karasaban - ovada inek - dağda çoban
Sustu keklik / keder sardı şafakları
Ve ansızın kıpırdandı yerinden
öldü diye terk edilen yaralı
Yükseldi bir yerlerden direniş bayrakları
Afyonkarahisar'da
İzzet Efendizade - İsmail Şükrü Hoca
Kuvveti kağıt üzerinde
23.fıkra kumandanı
Yarbay Ömer Lütfi Bey’e başvurdu
Şehir işgâl edilirken
böyle eli bağlı beklemek olmaz
Satılmış bir devlete rağmen
çoluk- çocuk- ırz- namus- vatan
kalacak mı düşmanın ayakları altında
Buna ne can dayanır- ne yürek
Devletin vaziyeti böyleyken
Millet müdafaa edecektir hakkını
Kuva-i Milliye'yi kurmak gerekli hasılı
Böyle başladı Afyon'da
Çelik Alay Müfrezesi'nin kuruluşu
Kumandan Şükrü Hoca
Bölük komutanları
Dünya Savaşından dönen
gencecik teğmenlerdi
Naipzade Vasıf'ın Ahmet / Hamuloğlu Safter
Üsteğmen Şükrü ve Teğmen Nasih Beyler
Köylerden gönüllüler bulundu
İlipınar önünde gizli talimgâh kuruldu...
Kitaplarda Söylenir ki:
Bu ana kadar çalışan cemiyetin adı Reddi İlhak Cemiyeti idi. Bir gün Arif Bey memleket halkını İmaret Camiine topladı 'Bundan sonra çok gayretler sarf edeceğiz, bu işi başaracağız, onun için yeniden Müdafaa-yı Hukuk Emniyeti namıyla bir cemiyet teşkil edeceğiz' dedi ve halkın reyine başvurdu. Bu Cemiyetin reisi Koçzade Şükrü Bey'i, Gümüşzade Bekir Efendi'yi, Tunçzade Ali Bey'i aza olarak halk ittifakıyla seçti. Böylece bu cemiyet Afyon'da teşekkül etmiş oldu.*
Bundan sonra dağlarda dolaşan, mütemadiyen mücadele eden bir takım kabadayıları birbirleri ile barıştırarak adamları ile birlikte cepheye sevk ettik. Bunlardan Emirdağları'na sığınan Balcamlı Yusuf, Çukurcalı İbrahim vardı. Onlara haber gönde-rip, hep birlikte cepheye gidileceğini, aksi takdirde kendilerinin üzerine asker sevk edilerek Yunan'dan evvel kendilerinin kökü kazınacağına dair haber gönderdik. Akın akın ellişer yüzer atlı süvarilerle gelmeye başladılar.**
* Sarıkoyuncu, Ali(Doç.Dr) Milli Mücadelede afyon Müftüsü Hüseyin (Bıyık) Efendi, 3. Afyonkarahisar Araştırmaları sempozyumu, Afyon Belediyesi Yayınları, 1994 Afyon, sf.76
** Sarıkoyuncu (a.g.y.) sf. 77
Karaman Mahallesinde
Belediye Gazhanesinde
İngiliz kuvvetlerinin silah- cephane deposu
Nöbetçiler İngiliz ordusuna mensup
Hintli askerler
Günlerce izlendiler çevre evlerden
Yedikleri yemek
içtikleri su
Ne zaman nöbet değişir
nerde yatarlar
Kalk borusu- yat borusu
An be an komutanlara bildirildiler
Her şey hazırlanmıştı önceden
Mevsim güz
Müfrezeler pusulanmış
tam yatsı sıraları
Yanık bir ezan duyuldu minareden
İşgâl edilmiş bir ülkede
her şeyden emindi Hintli Askerler
Nöbeti- koğuşu terk ettiler
Her vakit olduğu gibi abdest aldılar
Toplanıp namaza durdular
O saat evlerin arasından
Sağnak gibi yağdı müfrezeler
Çelik Alay'dan- Karakeçili’den derlenmiş
sayısız kavgada denenmiş
işini bilir adamlar
Hintli askerleri kıskıvrak yakaladılar
sımsıkı bağladılar
Anında boşaltıldı cephanelik
Taşındı Erkmen'e
Kuva-i Milliye Karargâhına
Bu sırada Afyon Mutasarrıfı olarak görev yapan Mahmut Mahir İstanbul Hükümeti’nin mutemet adamı olarak olup- biteni İstanbul'a jurnal etmekte ve bütün gücü ile Milli Direnişi batırmağa çalışmaktadır. Reddi İlhak Cemiyeti Tahrirat Müdürü Alaaddin Çelebi'yi görevlen-direrek, mutasarrıfın hareketlerini kontrol altına aldılar. Alaaddin Çelebi bütün gizli yazışmaları Kuva-i Milliye-cilere bildirmekteydi.
Posta Telgraf Müdürü Hadi bey'de Milli Teşkilat emrinde canla başla çalışmaktadır. Mahmut Mahir iyice zararlı olmaya başlayınca Arif bey hemen harekete geçerek Mutasarrıfın Mecidiye Mahallesindeki konağına bir baskın düzenledi.
Erkmen Kestaneliğinde gece
Cıbır kalmış ağaçların arasında ay dökülüyor
Binlerce çentik açarcasına binlerce bıçağıyla
Çentiyor bedenleri insafsız ayaz
Bir zemheri soluğu üfleyen poyraz
yaprakları sürüklüyor...
Oturmuş kayanın kuytusuna
Olanca heybetiyle Yarbay Arif Bey
Deminden beri cigara tüttürüyor
Toprak kadar kıpırtısız taş kadar suskun
Ve her an her şeye hazır çığsilah donanmış
Karakeçili Askerleri
Aralarında ak köyneği - gecelik takkesiyle
Yalın ayak / kıllı bacakları çıplak
Sakalları titreyerek yalvaran bir zavallı hortlak
Afyon Mutasarrıfı Mahmut Mahir
Ben ettim sen eyleme Yüce Yarbayım
Biliyorum sabit cümle suçlarım
Çoluğuma çocuğuma bağışlayın
beni asmayın
Bir yol bağlıyım devlete
Döneklik etseydim asarlardı
Gürleyiverdi Arif Bey
Konuşma ulan soytarı
Malumumuz/ senin canın bizden tatlı
Konağın – hizmetkarların - saltanatın
yağcıların ve dahi kıç yıkayıcıların
Oysa binlercesi can verdi
aç yetimler bırakarak
nice vatan evlatları
Binlerce Mahmut Mahir eder
bıyığının tek kılları
Malumumuz
senin canın bizden tatlı
Ki kapısında it olduğun Padişah
Sayısız insanıyla
dağıyla- ovasıyla
koca memleketi sattı
Şimdi sen
gavur uşaklarının çanak yalayıcısı
Söyle kırk katır mı dilersin
kırk satır mı....
Amanın Beyim diye inledi
Mahmut Mahir
Kurbanınız olam ağalar dedi
Ak köyneğinin içinde
zavallı bir hortlak gibi
titredi
Arif Bey daha bir gürledi
Tövbeye gelsen tövben nafile
Şahadet eylesen
hak kabul etmez
Ölümlerden ölüm beğen
ya kâfir dedi
Arka sıralardan birkaç asker
dudaklarını ısırarak
saklı saklı gülümsedi....
Ertesi gün Afyon'da
Mahmut Mahir imzasıyla
Kuva-i Milliyeci İkaz gazetesinde
iri- kara puntolarla bir başlık
İSTİĞFAR-I ZÜNUN
Altında
hata ettiğini anlatıyordu
Yalvar- yakar olarak dosta- düşmana
Ve Kuva-i Milliye aleyhine
çalışmayacağını/ asla
yeminle şartla*
Mahmut Mahir Bey: 1334 Ekim (M.1918 Ekim) ayında atanan Mahmut Mahir Bey, bir sene kadar mutasarrıflık etmiştir. 15 Mayıs 1919 tarihinde Yunanlılar İzmir'e çıkmış ve kurtuluş savaşımız başlamıştır. Milli Kurtuluş çalışmalarını padişaha sadakati yönünden engellemek istemiş ve bu konuda jurnaller yazmaya başlamış ise de mektubcu (tahrirat müdürü) Alaaddin Çelebi Bey tarafından aldatılarak yazışmaları kontrol altına alınmıştır. Sonunda Fransız kuryesinden faydalanmaya başlayınca bir gece evinden alınarak Antalya yolu ile İstanbul'a gönderilmiş ve böylece Osmanlı yönetimi son bulmuştur (1919 yılı son günlerinde) .
Günçer, Süleyman, Afyon ili Tarihi-2, Afyon, 99
* Mutasarrıf işgâl yıllarında Yunanlıların tarafını tutmuş, onlarla birlikte hareket etmişti.
Aygen, Mehmet S.(Dr): Sarılık, Ahmet; Tunca, A. Büyük Zafere Doğru, Türkeli Yayınları Afyon 1984, sf.7
Şimdi o yerlerde anlatılır ki
Bin beş yüz kişilik müfreze
Çapak Çayı kıyısında talim eden
İngiliz askerini görmezden gelip
Baştan aşağı silahlı
Atlarının üzerinden heykel azametiyle
Boş bir şehre girer gibi Afyon'a girdi
En öndeki Arif Bey'di
Ve askerin yanı sıra
Birer dönüm aralıkla at süren
Arif Bey'in haber salıp getirttiği
büyük kavgaların kahramanları
namlı subaylar idi
Şerif Bey
Götü Kayışlı Osman ve diğerleri
Duruşları- bakışları insanı ürperten
örfi adamlar idi
hey gidi / hey hey gidi
Afyon sokaklarını inleterek at nallarıyla
vardılar Vali Konağına
Arif Bey’in elinden ruhunu teslim etti
dört İngiliz askeri
Göndere Türk Bayrağı çekildi
Ertesi gün İngilizler şehri terk etti...
Şimdi o yerlerde anlatılır ki
Bayat'taki Eğrili Tepe'nin adı
Şimdi Arif Bey kayasıdır
Adamın yiğidine deli derler
Deli Arif yiğitlerin hasıdır
Bazan Yapıldak’tan yaya geçmiştir
Bazan altında bir at talakasıdır
Bağ yeri dağıtmış Bayat'ın yoksuluna
Hay avına çıkar olmadık zamanlarda
Hacı Musa Oğullarından
zebellah bir kişi/ öyle gür
Say ki gürgen yarmasıdır
Afyon Merkez Karakolu karşısında
Arif Bey'in köşkü vardır
Burada ehl-i iyali barınır
Çanakkale Harbinden malul kardeşi
Ve Ömer Lütfi Paşa'nın Ferik Hatun ilk zevcesi
İkinci Hatunu Diyarbekir'li Zeynep
derler ki Ermeni kırmasıdır
Bir bakarsın bindirmiş avratları atlara
Kendi savunmalarını yapsınlar diye
Ilgar etmişler dağlara mermi yakarlar
Hedefi bağrından vuran hatunlar
sanki doğuştan talimli
Hey gidi / hey hey gidi...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:46 PM
Ateş Çiçeği-17
Hava sancılı mavi
Poyraz ağudan acı
Erkmen Kayalarına duldalanmış
Bir grup yoldaş tütün içiyor
Hey gidi diyor / hey gidi
Bayat Köyünden Amancı
Şu ayazın derdine bak
Ya o Arap Çölleri
Hey gidi Şam günleri
Bizim asker esir idi
Dört kat telin ötesinde
Biz bir avuç Türk Askeri
açlıktan ölmek üzere
Ben hastayım
ağzım - yüzüm bir avuç
Elimizden gelse biz de kaçardık
Ama kum İngiliz'den daha kafir
sam yelinde dalga dalga
Böylesine Cehennem çöl
Arif Bey dedi ki
kahraman arkadaşlar
şimdi biz
İngiliz askeriyle harp edeceğiz
Ya bu telleri deleceğiz
Ve yahut öleceğiz
Çok işler başardınız
Cehennemler yaşadınız
dağlandınız bilirim
Bilirim kalmadı dermanınız
Yalnız tel örgü ardında kalanlar
kan bir kardaşlarınız
Şimdi gelmek istemeyene
Hasta- sökele yok diyecek lafımız
Çünkü siz yapacak her yiğitliği yaptınız
Gelenler gelsin
Şu İngiliz gavuruna ders verek
Gönülsüz kavga olmaz
bize gönüllü gerek
Hastaya- sökele
gücü yetmeyene ne diyek dedi
İlkin bir sessizlik çöktü
Asker birbirini heyikledi
Bazısı ayrıldı çekildi bazısı kaldı
Ölümün hududu teller
Azıcık asker
Biliyorduk aşılmazdı
Ben ki tanırım Arif Bey'i
Öleceğimi bile bile kavgada
gitmedim ayrılanların yanına
Ardından
bize gerek / size ne gerek deyip
Aldı gidenlerin silahlarını
Sonra da bize dönüp dedi ki
Çölün ortasında- kafir elinde
Silah arkadaşını esir bırakan
zinhar vatan haini
Şu ayrılanların katli vaciptir
Günahı- vebali benim boynuma
paklayın hepsini
Yine bir ölümden dönmenin
şaşırtan korkusuyla yüreklerimizi yokladı
Sonra omuzlayıp utandırmazı ayrılanları pakladık
Yüzde yüz öleceğimize inanıp
Saldırdık İngilizin üstüne
Gün mü geçti- ay mı- yıl mı
Kavga bittiğinde kan içindeydik
Yerde kafir ölüleri / vakit ne idi unuttum
Ve içerden esir asker üstümüze sökün etti
Aylarca yıkanmamaktan bitten- uyuzdan kurumuş
Dayanılmaz korkulara sarıldılar boynumuza
Orda duydum şu insan ne kadar pis kokuyor ki
Leşten- boktan milyon beter
hey gidi oğlu - hey gidi
Hava sancılı mavi / Poyraz ağudan acı
Erkmen Kayalıklarında
Bir grup Kuva-i Milliyeci
bir zamanlar tütün içti
hey gidi...
……………………………………………………………………………….
Bozkır'ın içinde toplar atıldı
Şiddetinden aylar günler tutuldu
Arif Bey'i anlatan bir türkünün Geynik Köyünde bulunmuş iki dizesi..
İşgâlci çizmeleri çiğnerken
Çobanların kaval kanattığı dağları
Başka ordular yürürken
kendi şarkılarıyla kuşatıp
türküler vatanı bozkırları
yeşiline yas üşümüş ovaları
Viran hanelerde un uçar- kepek kaçar iken
Analar gözyaşı pınarı / gelinler dul
Ölüm pusuya düşürmüş
iskeleti kalmış çocukları
Koca ülke naçar iken
Ve öldü sanılan
Ağır ağır yerinden kalkar iken
Kara sakallarını kana bulayıp
Kuduz yobazlar uludu
kardeş kanına susamış
Din elden gidiyor
İşbirliği yapıp Yunanla- İngilizle
Cihat eylediler Kuva-i Milliye'ye
Ve dağlarda dolaşan asker kaçaklarından
toplayıp en azmanlarını
Kin şarabı içirdiler kan ile katıp
Din- iman renklerine boyandılar / ayaklandılar
Karakeçili Milli Alayı neferleri
Başlarında Yarbay Arif Bey
Konya Yangınına at sür ettiler
Namları ulaştı onlardan önce
Bir kez daha ateşlerde yürüdüler
Alaaddin Camii’nin duvarlarında
o zamandan kaldı kurşun izleri
Söylenir ki
Hürriyet ve İtilaf Fıkra Başkanı
sözüm ona din adamı Zeynel Abidin Hoca
İngiliz Muhipleri Cemiyeti Başkanı Sait Molla
çekerek başı boş güruhun başını
Cehenneme çevirdiler
Konya'nın - Bozkır'ın sokaklarını
Fırtınalı- boralı günlerde Sait Molla
İngiliz Ajanı Rahip Frev'e
mektuplar gönderip yardım dilendi
Sonra çıkıp ortalığa din elden gidiyor- dedi
Kürtoğlu Musa
Bademli'li Hacı Halil ve Güzel Çavuş
Namlarıyla bilinen birkaç çapulcubaşı
Yalan ve hiyle ile yallanarak
Bin kadar köylüyü ayaklandırarak
bastılar Bozkır Askerlik Şubesini
cephaneye el koydular
Seydişehir üzerinden gelen askeri
pusulayıp bozguna uğrattılar
Ayaklanmanın başlaması 1919'un 26 Eylül'ü idi
Ve bağışlanma sözü alıp
4 Ekim'de hareketten vazgeçildi
Gene de ortalık kıvılcım bekleyen barut fıçısı gibiydi
Yeni bir ayaklanmaya önlem olarak
Sivas’taki Heyet-i Temsiliyeden bazı birlikler
Ve Karakeçili Müfrezesi Mahal'e gönderildi
Ve telaşa düşen Zeynel Abidin
Yeniden ayaklanıp adamlarıyla bastı Bozkır'ı
Tarih 20 Ekim 1919 idi
Kuva-i Milliyeye meydan okuyup
askeri birliklerin çekilmesini istedi
İlk birlikler yenildi
Zeynel Abidin güçlerine
Ve sardı ortalığı Yarbay Arif'in dehşeti
İsyanı kanla bastırdı
Nice yangınlardan yanmadan geçmiş
Karakeçili Müfrezesi
Söylenir ki
Karınca ocağını çiğnercesine
ezerek yürüdüler önlerine geleni
Arif Bey açınca zindanın kapısını
Korkudan titrer buldu Bozkır Kaymakamı’nı
Tevatür yağma yapıldı derler
Nerede kasalak köşkler
Bordo kapılı ev varsa
Altını - ziyneti toplandı...
Tellallar bağırtıp sokaklarda
isyancı başıların kelleri istendi
Bir çuvala sarılı getirip koydular
elebaşılarının kellelerini
Sonra da kurşun dizildiler ödül beklerken
Hep biri bir ölümdü boşalan
Arif Bey'in mavzerinden...
Derler ki
isyancılara zayıf davranan
zavallı Kaymakam
Cevap veremeyip Yarbay'ın
çetrefil sorularına
yeyiverdi kurşunu alnı çatına
Sokaklarda kan yürüdü sel gibi
Bundan yüzyıllar önce buralarda ayaklanan
dağlar delisi Süleyman
Yeniden dirildi fakat
vatanını satanların uşağı olarak
Ve kanı kanla yudular
Mezbaha gibiydi sokaklar
An oldu kesildi kıpırtılar
Başı kesilecek gibi
ürpererek esti rüzgâr...
Arif Beyin adamlarından biri
girdi varsıl bir haneden içeri
Gördü ki ödü kopmuş bir yaşlı kadın
ve tir tir titreyen gelini
Yükte hafif pahada ağır
Altın- ziynet devşirildi
Sonra di içeri girdi
Bağırmağa bile korkan gelinin
soydu giysilerini / Pervasızca ilişti
Derler ki
Kocakarı ağlayı ağlayı Arif Bey'in
karargâhına geldi
Hem ağladı - hem söyledi
Arif Bey'in başı düştü önüne
Olanları kıpkırmızı kızararak dinledi
Sonra azametle kalktı yerinden
Topladı askeri - sıraya dizdi
Döndü Kocakarıya
ebe anlattığın kim ise göster dedi
Kadın dolaştı kalabalıkta
Irz düşmanını gösterdi
Arif Bey atının sırtında sular gibi akardı
Sular gibi akar iken tek kurşunla av avlardı
Vuracağı adama bir tek kurşun sıkardı
Kadının gösterdiği adam ayrıldı
Arif Bey elini beline saldı
Yalvarıp yakarmağa kalmadan
kalbine nişan aldı çekti tetiği
Sekti kurşun sol döşünün üstünden
Bet - beniz kalmamış adama
bir şeycikler olmadı
İkinci kurşunu sıkmaz bilerek
Yüzünde suçukmuş deli bir ifadeyle
gülmeğe başladı
Komutanım / yetmemiş vadem dedi
Arif Bey alevlendi
Çıkar ulan sırtındaki cepkeni
Gördüler ki tek kurşun tabakasından sekmişti
Çabuk defol aramızdan
Anan cumaakşamı gün doğurmuş dedi
Mütecaviz yüz adım kadar gidince
Arif Bey Çingenoğlu'na işaret etti
Yaradana sığındı Çingenoğlu
elini beline saldı
Denkleyip tetiği çaldı
Kurşun bir ölüm kuşu
Uçtu malum sesiyle burgulanarak
Adamın beynini parçaladı
İşte böyle bastırıldı Bozkır Ayaklanması
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:46 PM
Ateş Çiçeği-18
Arif Bey ve Alayı asayişi berkemal edip
Aziziye üzerinden Ankara'ya at ılgarlardı
Soğukkuyu Köyünden Kar' Ahmet Efe
Heybe heybe altın getirmiş derler
Ve diğer askerlerin hiç birine
tek penez bile vermemiş
Şimdi o yerlerde eskiler
Arif Bey Ankara'da askeri tören ummuştu derler
umduğunu bulamadı
Güya orda söylemiş ünlü sözünü
Şu Bolu işi hallolsun
Mustafa Kemal' le de hesabımız var
Sokakta dörtnal koşan bahar
dindiremez yaralı askerin sancısını
Dallarda ürkek rüzgâr
Bir fayton geçiyor eşkin
endişe ümit arası çınlayan nallar
Ufukta sapsarı esneyen gün
Uzaklardan yankılanan
bir örge hırsla inen çekiç sesleri
Ankara bekleyiş kesilmiş tepeden tırnağa
Gelinlik kıza dönmüş ağaçlar
Pervazların arkasında sabırla ağlayanlar
Cami kapılarında
cephelerden konuşan birkaç ihtiyar...
Pencereden dolan kuş seslerini duymuyordu
İnce yorgun yüzünde endişe - ümit
gözlerinde panter hırsı
Ceviz masaya yayılmış kağıtlar
Dolmuş sigara tablası
20. Kolordu Kumandan Vekili
Albay İsmet Bey
Bakışları çıra gibi / süzdü karşısındaki askeri
İnce- uzun- yay gibi
Ziraat Mektebinde Muhafız Komutanı
Gitmeniz gerekiyor ayaklanma mahaline
Sabaha hazır olun Şerif Bey
Katılın Yarbay Arif'in müfrezesine
Bir ateş yaladı yüzünü Şerif Bey'in
Emriniz baş üstüne Albayım
Lâkin
Yarbay Arif Bey'i iyi bilirim
Bayılır subayları aşağılamaya
Emredin tek başıma gideyim
Ya o beni öldürür ya da ben onu
Belki birbirine girer müfrezeler de
Bir felaket olur böyle zamanda
Ya Arif bey gitsin ya ben gideyim
Bir an düşündü İsmet Bey
Uzunca bir filmi izliyor gibi
içine çekildi / gülümsedi
Peki Şerif
Yalnız
desteklensin Arif
Senin ağır makinalı takımıyla
Baş üstüne Albayım
En doğru kararı verdiniz dedi
Ölümden kurtulmuş gibi sevindi
O sıra açıldı kapı
İçeri giren adam
Rütbesiz / İri yarı / Pala bıyıklı
Yalım saçılıyor bakışlarından
son derece yakışıklı
Yarbay Deli Arif'ti bu
Eldesiz ürküyor insan
İsmet Bey tanıştırdı
Ve Üsteğmen Şerif
bir kez daha sevindi kurtulduğuna
Arif Bey belasından
Yıl 1920 / 24 Nisan...
Geçti dev bir ordu gibi üç yüz atlısıyla
Ezdiler sessizliği nallarının altında
Görkemleri çınladı Ankara kaldırımlarında
Bir umut bıraktılar
Gören gözde - duyan kulakta
bir zaman yankılanacak olan
İstikamet Bolu
Tarih / 25 Nisan
Bolu'dan Beypazarı’na kadar
uzanmış ayaklanıcılar
Ankara'dan oralara
korkunun soluğunu estirdi rüzgâr
Alafranga at nallarının
yankısı varmadan daha
Beypazarı ahalisi tabanları yağladılar
Nallıhan yollarında
Varmada Beypazarı’na
sinek sinilemez oldu korkudan
Bir grup çocuk görüldü
Sefil – cılız - ödürgülü
At sürdüler üstlerine
Çığlık çığlığa kaçtılar / yakalandılar
Arif Bey'in karşısında durdular
Anaları - babaları kaçmaktan cayıp
korka korka yanlarına vardılar
Hepsi dokuz- on yaşında
salya- sümük ağlaştılar
Yerlere kapandı ahali
Arif Bey öfkeli
Vurun ulan dedi
topunun kellesini
İşte bu kalabalık
Namussuz / vatan haini
Çocukların tümü casus
Ağladı kalabalık
Bunlar çobandır beyim
Ne bilsinler casusluğu bu yaşta
Hainler dedi Arif Bey
Kullandınız çoluk - çocuk demeden
Kendi kanınıza karşı açtığınız savaşta
Ki madem çoban bunlar / sürüleri nerede
Ne dolanıp dururlar çevremizde
Yalvarması kalıyor böyle vaziyetlerde
çelikten gücümüze boyun eğen herkesin
Hey askerler
Unutmasın bu günü Beypazarlılar
kulaklarını kesin
Aldırmayıp çığlıkların acısına
Kulak asmayıp
başından kaynar sular dökülmüş
yalvaran ahaliye
Kesildi çocukların kulakları verildi ellerine*
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:46 PM
Ateş Çiçeği-19
Bozkırda at koşturan ateş sağnağıydılar
Bir öfke seliydiler dalarken Nallıhan'a
Şarapneller gibi çakıldı duvarlara mavzer sesleri
Çapulcular çil yavrusu / Çarşamba yönüne kaçtılar
Korkudan kesilmiş gibi nisan yağmuru
Yukarda berrak bir mavi
Islak yapraklarda endişe
Kuşku pusulanmış her köşe
Arif Bey atlılarının gözü tetikte
Her an bir hain silahı
ölüm kusabilir üzerlerine
Ama Arif Bey dediğin bilir bunları
Herkesten kuşkulanma vaktidir
Kuşku / yağlı urganlarla astırılmalı
Böyle bir günde ne demek ayaklanma
kanla bastırılmalı
Arif Bey bilir bunları
Çağırın dedi jandarma komutanını
Buradayım komutanım
Daha evvelden de tanırdım seni
Evet komutanım
Sen burada kimin temsilcisin
Devletin komutanım
Hangi devletin
Kuva-i Milliyenin
Neden çapulcular barınır mıntıkanda
Ve neden direnmedin halkı örgütleyerek
Biz azdık komutanım
Düşmandan da azız biz
Fransızdan- İngilizden
Fakat herkese malum
Bir karış toprak vermeyiz
Sustu bir an / Bağırdı sonra
bir yanardağ ağzından fışkıran
mağma gibi
Vatan hainine sustuğu için
Asın ulan şu herifi
Susarak yataklık etmekten
Muhtemelen teamüden
Yalvardı Genç Teğmen
Daha bir muraz görmedim / Yeni evliyim
Kimseye yataklık etmedim
...................efendim...
Yaşlar indi yanağına kurşun taneleri gibi
Yanağından damladılar toprağa
Yalvarır oldu ahali
Kıyma yarbayım
Gencecik karısını dul koyma
Asın dedi Arif Bey
Oracıkta bir ağaca astılar
Ağlaya ağlaya sallandı Teğmen
Kalabalık / kalakaldı ağlayarak
Arif Bey askerleri düşündü
Kadınları dul kalan / vatan uğruna düşmüş
atını ılgarlarken şehrin dışına
Çarşamba sokakları kum
Ellerinde padişah fermanları
Gericiler bağrışıyor
Mustafa Kemal ve Kuva-i Milliyeciler
Vatan hayını / cümlesi katlolunmalı
Salyalar akıyor ağızlarından
Çarşamba Sokaklarında ölüm fetvaları
Bolu Askerlik Şube Müdürü
meşhur Sekili’li Ahmet Bey
ve müfrezesi
Çarşamba'da malum
Sadık Hoca Efendi ve Hacı Abbas
Din - iman uğruna
Nutuklar döşediler öfkeden ağlayarak
Sonra teslim olmuş ahaliden
Bin üç yüz altı doğumlulardan
bir müfreze kurdular
Nallıhan'dan ateş saçarak gelen
Arif bey kasırgasının karşısına sürdüler
Çarşamba önünde sipere yattı
gencecik elli can
Çoğu ne bir daha yerinden kalktı
ne kurşun attı
Can verdiler Arif Bey'in at nallarında
Kim varsa canını kurtaran Bolu'ya kaçtı
Muhalif bir silah gibi
korkuyu da yüreğinde taşıdı
Hacı Abbas ile Hoca Sadık Efendi
Bas bas bağırdılar
Bolu sokaklarında
kum gibi kaynayan asilere
Amanın ağalar - amanın beyler
Düzenli asker gerekmiş
düzenli askere
gördük dediler
Sesleri yitti aklı gitmiş kalabalıkta
Dinletemediler
Bolu Elebaşılarından Hamdi
Hadiyin oradan dedi
Madem ki öyleydi
neden
Kızdırdınız Çarşamba'da kuvvacılara
bunu akıl edemeden
on beşinde çocukları
Gitti gayri dönmez giden
Hadiyin Ümmet-i Muhammet
Din - iman uğruna
Kimisi yetmişlik eli bastonlu
Kimi yeni değmiş on beş yaşına
Kalabalık sinek gibi kürnedi
Düzce'de yendikleri
Yarbay Mehmet Bey'in tümeninden yağmalanan
yedi buçukluk dağ topunun toplaştılar başına
Lokantacı Kalenderoğlu Ahmet elebaşıları
Aldılar dağ topunu vurdular yola
Bir hay-ı huy ile inledi yer - gök
Haykırmaktan hırslarını alamadılar
Çarşamba'nın Seçiçiler Köyü'nde
üç Tepeler'e vardılar
Çok görüp - çok geçirmiş dağ topu
gitti nere çekerlerse
Tepenin başına çıkardılar
Ayrıca namı malum Hacı Hamdi Efendi
bir hışımla geldi kendi kuvvetleriyle
Bir de eşkiyabaşı Çerkes Yar
sökün etti çetesiyle
Pusu pusuya yattılar
Arif Bey'i beklemeye durdular
Beklemek / Karanlıkta işgilli
Sıyrılıp sürü ruhundan
kendisiyle baş başa
Bir yerlerden gelecek
bir kurşunla ölmeyi
Kalarak başı derdinde
Geride bir ananın gözleri
binbir kırışık içinde
dehşetle acı
Boyunları armut sapı bebeleriyle
Bir omzu düşük baş yoldaşı
Beklemek
Sıyrılıp sürü ruhundan
korku sağnağı geceyi
Ve Azrailin Nefesi
Yarbay Deli Arif Bey'i beklemek
Sabah / Bir Mayıs 1920
Deli sağnaklar gibi yağdı ölüm
Kurşun aktı mavilikten sel gibi
Tutar eller tutmaz oldu
Yirmi dördüncü tümenden ganimetlenen
tutsak tutulmuş dağ topu
tek üç mermi atabildi
Öldü başındaki on beş gerici
Bozuldular / tevatür patladı panik
Topçu Çavuşu Ahmet
köylü kurnazlığını elinden bırakmadı
Yaramasın diye kuvvacılara
Yozgat Köy'ünden yana
topun kamasını aldı da kaçtı
Arif Bey'in atlıları
Tepeleyip geçti vadileri
Pırna pırna dağıldılar korkudan
Taşoluk / Gürcüler
Köprücüler köyleri
Sağnak kurşunlar gibi vardılar
Bolu varoşlarına
Sanayi Mektebi'nin orada
Yağladı tabanları toplayıp çetesini
eşkıya başı namlı Çerkes Yar
Avcı kollarına ayrıldı
Arif Bey Milisleri
Bolu'yu kurşunla elediler
Arif Bey buralara gelmeden önce
Salınmıştı asilerin üzerine başka askerler
32. Kafkas Alayı
Çaycuma ve Devrek Taburu Komutanı
Lakin Hazret tek mermi yakmadan girmişti şehre
Ve başına toplanan gericilere
Ben de sizle beraberim demişti
Halifeden- padişahtan yanayım
Şimdi yandaş olmak varmış kaderde
Askerlerinin başından kaynar sular döküldü
Rezil bir suskuda kalakaldılar
Aradan günler geçti
duyulunca Arif Bey'in kurşun sesleri
Deli korku/sıkboğaz edince gericileri
Vardılar askerlerini satıp
onlara katılan komutana
Madem ki bizdensin komutan
Var git Arif Bey'i durdur dediler
Dağları bekliyor denilen korku
kuduz köpekler gibi beynini kemiriyordu
Bir böcekmiş gibi duydu kendini
Tiksindi
Korkular elinde bir garip kukla sırtı terledi
Çıktılar şehir dışına
başsız gövde gibiydi şaşkın askerler
Komutan konuştu titrek titrek
Ağzı - dili kupkuru / tümceleri kesilerek
Amanın asker kardeşler
ben neler ettim
Netsem - neylesem şimdi
Yolumu ölüm bekler
Firar eylemekten gayrı çarem kesildi
Durdu
Kızıl bozul olmuş yüzünde aşağılık bir ifade
Terini sildi
Ben hata eyledim / kardeşler
Hakkınızı helal edin
Amanın asker arkadaşlar
Arif Bey'in ordusuna kurşun atmayın
Teslim olun varın gidin
Şimdi ben nereye gitsem
iki ucu boklu deynek
Geri dönsem padişahçılar öldürecek
Teslim olsam derimi davul yaptırır Arif Bey
Sonra da çaldırır Bolu'dan Ankara'ya kadar
Adam delinin teki Vallahi yapar mı yapar
Bir an sessizlik oldu
Askerler birden bire kahkahayı bastılar
Komutan dalıverdi sık ağaçlı ormana
Bir anda kahkahalar dönüştü şaşkınlığa
Bakakaldılar ardından
Birisi bağırdı / niye paklamadık ulan!
Bilinir ki sonradan
Düzce'de hilafetçilere yakalandı
İlin Adapazarı'na
Sonra İstanbul'a salındı
Ne yaptı - ne söyledi / öldürmediler
Kovdular askerlikten
Farkında olmadan verdiler
ona en katmerli cezayı
şerefsizce yaşamayı...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:47 PM
Ateş Çiçeği-20
Avcı kollarına ayrılmış Arif Bey taburları
Bolu'ya yaylım ederken katıldı aralarına
komutanı firar eden askerler
Kitaplar böyle söyler
Gitgide yaklaşan hengame
sanki ölümün sesiydi
Ürkmüş davarlar gibiydi ahali
kürnedi
Saklananlar / tek başına korkuya yenik düştü
yeniden sokaklara döküldü
Kaçanlar / kaçacak yer bulamayıp geriye döndü
Yürekler patlamış balonlar gibi söndü
Arif Bey bu saklanmak kâr eylemez
Onun için aşikâr yerin yedi kat altı
ve iğnenin deliği
Arif Bey bu / azrailin gölgesi
Hiç kimse elle gelen düğün bayram diyemedi
Elleri sırıklılar / Başları sarıklılar
Korkuya teslim oldular
Kesik kesik / Ürkek ürkek
Gâh susup gâh konuştular
Sustukça sur kesildi
Azmanlaştı konuştukça
korku denilen canavar
Bolu sokaklarında alınan
tedirginlik nefesiydi
Birlikte padişahçıları suçladılar
Bağırıp çağırdılar sövüp saydılar
Ufak ufak Kuva-i Milliyeci oldular
Kimisi dam başına kimisi minareye çıktı
Hışım gibi yaklaşan atlılara baktılar
Bindi yaylasına Hoca Süreyya
aklı selim umur görmüş bir adam
Yanında kasaba eşrafı
Arkasında ak bayraklar taşıyan halk
Yürüdüler....
Bu gelen yedi kardeşten ileri
atının üzerine
Bir kıyamet gibi Yarbay Arif Bey
Bir orman yangını silip süpüren
Canalıcı gibi bir şey
Durdu bütün haşmetiyle
Baktı küçümseyerek
Titreyen ak sakalları sırılsıklam yaş
Süreyya Efendi'ye
Bütün suçlu Mutasarrıf Haydar Bey
Ahali arada kaldı başsız - devletsiz
Eski mebus Aptilvahap
Boyacıoğlu Hamdi
Kardeşi kardeşe kırdıran / güruhu kandıran
İrvanlı Emin - Çubukçu Sabri
Mengeneden Avukat Nuri
ve Müftü Ahmet Efendi
Şimdi kalem kırdılar
kardeş elinden katline
bu yoksul ahalinin
Öz canları baldan tatlı
Tuttular yolunu Düzce'nin
Saflarında ölmedikçe
Bütün orduların çiğnediği
Koyunlardan daha mazlum işte bu ahali
Korkunun önünde yürüyen sürü...
Ve ahali paçavralar içinde hayaletler gibiydi
Avurtları çökük
Gözleri kurban gözleriydi
Yalın ayaklarında bin yılların yoksulluğu
Arif Bey'in çevresinde tavafa geldi
Yalvardı bükük boyunlar
ince bilekler - korku yalağı gözler
O sustu / Ölümdü sanki susan
Ve sanki ölüm insafa geldi...
Sessizce şehre girdi bir bölüm asker
Binbaşı İhsan'ı
Merkez Komutanı atadı Arif Bey
Son derece muzaffer
at sürdü kaplıcalara
Düşündü
Dinlemesi elzemdir beden denilen şey...
Bolu Merkez Komutanı Binbaşı İhsan
dahi Mutasarrıf Vekili
Dışarıda yıldız yüklü bir gece
Uyku uyumamış akşamdan beri
Dağıtmış mıntıkaya nöbetçileri
Pencereden karanlığa bakıyor
Karanlık işkilli / Böcekler cikiliyor
Gece akıyor
Uzaktan uzağa şafak
Birazdan saracak sokakları kuş sesleri
Hükümet Konağı'nın penceresinde
Binbaşı İhsan Bey'in yorgun ela gözleri...
Ansızın bir silah sesi uykuda deldi geceyi
Sonra bir daha - bir daha
Havada kurşun selleri
Atlıya yaya bir ahali
Aç kurtlar gibi dehşet hayvani
Sökün etmiş geliyordu Düzce'den
Sürüleyip yedlerinde artan kalabalığın
çoğaldıkça azalmıştı korkusu
Baltalı- silahlı- eli değnekli
Ayak yalın- perperişan bir garip haçlı ordusu
Aktılar Bolu üstüne boz bulanık bir deli su...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:47 PM
Ateş Çiçeği-21
Bütün bu olanlar olmadan önce
Arif bey bolu'ya gelmeden önce
Kitaplarda söylenir ki
bir başka zaman
bir başka yerde:
Akşam alacasında orman
çekmiş üzerine bin bir renkli örtüyü
binbir renkli bir Türkmen kilimi gibi
Işıklar oynaşıyor yapraklarda
Oysa kaval sesleri yok
sönmüş çoban ateşleri dağlarda
Kedere kâr etmiyor
böcek cikiltilerinden yıldızlara dek
geceyi saran büyü
Dağların yamacında - yaprakların arasında
Barış günü kadar şirin bir Doğandere Köyü
Kandil alevinde dalgın suratlar
ateşten yontulmuş gibi keskin
Pencereden ay dökülmüş içeri
Uzakta köpekler ürüyor
Dışarıda yumuşacık bir rüzgâr
ormanı getiriyor
Dışarıda bir çift katır
gevişliyor otlarını keyifle
Yanlarında iki adam çığsilah
sessizce tütün içmekte
Ve bir başka insan gibi duran ağır makinalı
Mermiler / Ve sair erzak...
İçeride beş kişi
Yüzleri ateşten yontulmuş gibi
Birisi konuşuyor
Yedik içtik sağolun
Ama insan tanımalı insanı
Adım Kuşçubaşılı Eşref
Adapazarı ve Bolu'nun
Şimdi de siz söyleyin / kimsiniz
Ne taraftan gelip - nereye gidersiniz
Elleriniz münevver eli - ince
Köylüce değil gözlükleriniz
Dilleriniz şehirlice
Doğandere Köyü'nde ne gezersiniz
Kıpırdandı adamlar hayretlerini gizleyemeden
Gözlerinde şaşkınlık birbirine baktılar
tek kelam edemeden
Konuştu içlerinden birisi
Adım Binbaşı Şevki
Yıllar yılı savaştan
ve silah bırakışmadan sonra
Yüzbaşı Hilmi’yle beraber
Kalakaldık bir hain karmaşada
yüzüstü bir yalnızlıkta
Şehirlerde kör dövüşü
kısır partileşmeler
ve
bir
anı
var
insanın
Ümitlerinin
bittiği
yer...
Bir sınırı dayanmanın....
Çekilip geldik buraya
Ormanların ortasında
kuşlar gibi yaşamaya
Arkadaşlar sonradan katıldı aramıza
Yalnız...
içimizde bir yer...
kırılmış - yıkılmış şeyler...
...bir yara...
şifasız o sinsi keder...
Aldı Yüzbaşı Hilmi
Sesi heyecan içinde yüreği ürpertili
Demek siz
Meşhur Teşkilat-ı Mahsusacı
eski subay Eşref Bey'siniz
Çok işittik ününüzü...
Aldı Binbaşı Şevki
Espirili
Siz de mi şehirlere
ters döndünüz yönünüzü
Lâtif bir huzur mu aradığınız bizim gibi...
Aniden patladı Kuşçubaşı Eşref Bey
Hey / galiba anlamadınız
Ben İstanbul - Ankara hattında
insanları toparlayıp
hainleri tepelerken
Karar verdi Koca Mustafa Kemal
Dedi
Kuva-i Milliye Komutanı olarak
Adapazarı ve Bolu üzere
avdet et derhal..
Şöyle iyicene bakın simama
Benziyor mu bir yerlerim
ormanlığa saklanacak adama...
Müthiş bir sessizlik oldu
Kanatıcı ve derinden
Eşref Bey sakinleşti
kızdı kendine
Saf değiştirdi
Biliyorum lâtife yaptınız
kusura bakmayın beyler
İnsanda sinir koymuyor
şu yaşadığımız günler
...aslında sizleri anladım
buraya gelmeniz korkudan değil
Evvel zaman o derin karmaşaları
ben de yaşadım hem de pek çok
Anlaşılan o büyük kurtuluştan
Kuva-i Milliyeden falan haberiniz yok
Ben önce sizlere hikayemi anlatayım
Adapazarı- Bolu bölgesinde
ne büyük bir kahraman
Kuşçalı Köyünde Kuşçu Ali
Belki tarih onun adını yazmayacak
Ama kahraman olunmaz tevekkili
Şimdi merkezindedir gizli telgrafhânenin
İstanbul'dan- Ankara'ya
Ankara'dan- İstanbul'a
En önemli can damarı bizimkilerin
Şimdi ben bırakıp Adapazarı’ndan- Bolu'ya
Yenibahçeli Şükrü Bey'e
Yanımda iki Kuva-i Milliyeciyle
Yükleyip katıra ağır makinalıyı / kendimiz yaya
Varalım dedik
Hürriyet ve İtilafçı hainlerin fink attığı
Adapazarı- Düzce hattında
bir dayanak aramaya...
Size sözüm Koca Mustafa Kemal
yedinde temsil kuruluyla
intikal eyledi Ankara'ya
Duydunuz mu
Erzurum- Sivas Kongreleri
oralarda alınan kararlar
Yazıldı kağıtlara dağıtıldı bütün yurda
Öyle şaşırmayın ağalar
Hele alın okuyun
Çıkardı çantasından broşürleri
uzattı subaylara
Okudular / kutsal bir kitabı ezberler gibi
kongre kararlarını
İçlerinde duydular başka ateşlerin harını
yalımları azametli
Utandılar okudukça geç kaldıklarına
Dağıldı ruhlarına tüneyen karamsarlık
Dirildiler / Kuva-i Milliyedendiler artık
Kandil alevinde yüzleri
ateşten yontulmuş gibiydi
Birlikte karar verildi
İçlerinden birisi buralarda kalacak
Asker toplayacak / çete kuracak
Topladığı askerleri
Eşref Bey'e salacak
(Kendisinin adı meçhul kalacak)
Ötekiler Eşref Bey'le gidecek
Şafak ışımadan düşüldü yola
Geride bırakıp düşsel cennetlerini
Kuşçubaşılı Eşref - Teğmen Muharrem
Yüzbaşı Hilmi vardılar Mudurnu'ya
Kuva-i Milliye'yi kurdular
Mudurnu’yla İstanbul'un ilgisini kestiler
Asayiş berkemâl
Ankara'ya haber saldılar
Parti - din ayrımı gözetmeksizin
vatanını seven herkesi
müdafayı Hukuka çağırdılar
Ve fakat
onların gelişini beklercesine
Kara yılan başını kaldırdı
İttihatçı- itilafçı fırkalar
kara yürekler ayrıldı
Mudurnu'yu bir yayığa koydular
Hınç ve öfke mayalayıp çalkaladılar
Düzce'den Mudurnu'ya kara eller uzandı
Elebaşıları Sefer Bey diye biri
casus saldı sokaklara / fitne dağıttı
Dediler
Müdafayı Hukukçular zinhar yalan
Ne Padişah'ımız esir
Ne İstanbul Hükümeti satılmış
Ne de işgalde vatan
Bolu'dan Aptilvahap Efendi
gidip gördü padişahı / dediler
Devletlü Efendimiz buyurmuşlar ki
Ankara Hükümeti vatan haini
Külliyen katli vacip
Dağıtmak caizdir hain inini
kanları şer'an helâl
Elebaşıları Mustafa Kemal
Ey ümmeti Muhammet
Rabbül Alemin aşkına cihada
Düzce'den Mudurnu'ya kara eller uzandı
İstanbul ve İngiliz Hükümeti ajanları
el birliği ile dernek kurdular
Adını Hilafet koydular...
Cümle köylere dağıldı softalar
Salyalar saçıldı ağızlarından
Ceplerinde kor gibi İngiliz altınları
Osmanlı paraları
Dediler
Din elden gidiyor ey Muhammet Ümmeti
Bastılar yaygarayı
Kırk kuruşa çıkarmış sayım vergisini
Ankara Hükümeti
İşte tam da orada
Laf paraya gelince
Lav gibi patlayıverdi köylünün nefreti
Boşaldı cümle köyler bu nefret cinnetinde
Toplandı bir araya yüzyılların öfkesi
Mudurnu bir sel gibi basıldı
Yakalanan Müdafayı Hukukçu
sorgusuz yargısız asıldı
Canını kurtaran ölümden kaçtı...
Kuşçubaşı Eşref Bey'e gelince
O çoktan
Müdafayı Hukuk'u kurduktan sonra
Örgütse örgüt işte
Benim burda bitti işim
Gerisi sizin demiş
Başka yerlere gitmişti..
Doğandere Köyünden gelenler
Kavgasız bir dünyanın düşçüleri
Binbaşı Şevki - Yüzbaşı Hilmi
Teğmen Muharrem - Öteki meçhul asker
(adı kitaplarda geçmeyen biri)
Yirmi beş silahlı milisle beraber
kaçtılar Mudurnu'dan
Geçerek ıssız dağ yollarından
saklanarak vadilere Nallıhan'a vardılar
Adı kitaplarda geçmeyen asker
Mudurnu Boğazında pusuya yattı
Yanında on beş can
Günlerce hain beklediler gözlerini kırpmadan
Bir öğle üzeri
bir haber ulaştı Binbaşı Şevki Bey'den
Çarşamba ve Çayırhan'dan sökün eden
çok kalabalık bir hain güruhu
sardı Nallıhan'ı arkadan
Çekildi Kuva-i Milliyeciler
Eskişehir'e doğru
Sen de çek milisini çok geç olmadan
Çekilemedi / Düştü arasına on beş adamıyla
saldırganların
Öldü on beş can
Son kalan iki kişiyle
Canını zor attı
Binbaşı Şevki'nin kafilesine...
Binbaşı Şevki'nin kafilesi
Uçurumlu dağ yolları boyunca
yenik ve umutsuz
Ne ağacın yeşili
Ne kuşun sesi
Hava dehşetle huzursuz
Korku bekliyordu bütün yarlarda
Nallıhan Kaymakamı İmdat
Eşraftan Molla Tevfik ve Ahmet
Vodinalı Halit Bey de aralarında
Binbaşı Şevki'nin kafilesi tedirgindi
Dört bir yana haber salmış hainler
Yakalayanlara ödül adanmış
Meyil Köyüne varmadan pusulandılar
Uğruna savaştıkları halk cahil ve korkak
Ellerini urganlara bağlayarak götürdüler
Balcı Köyündeki asi karargâhında
Çarşamba'lı yedek subay
Ağzından tükürükler saçarak haykırdı
Demek kırk kuruş yaptınız sayım vergisini
Sizi it oğlu itler / ümmet - vatan hainleri
Elinde sopasıyla saldırdı
Vurdu kime denk gelirse
Alamadı öfkesini
Ağzından salyalar saçarak bağırdı
Vurun ulan dedi çevresindekiler
Ve ağladı kahrından Yüzbaşı Hilmi
tek söz etmedi...
Düşündü Binbaşı Şevki
Ellerine araba zinciri saran halk
korkak - cahil ve ahmak
Sürüklercesine götürdüler
Vardılar Mudurnu'ya
Orada
Sırçalılı Mustafa Çavuş adında biri
Düzce Hilafet Orduları Komutanı'nın
okudu telgraf emrini
Kumandan kuvvacıları istiyordu
Çok şey vardı öğrenecek
İyice sorgulamak gerekiyordu
Dediler
Kalabalık giderlerse kaçarlar
Parça parça taşıyalım Düzce'ye
Birazı şimdi gitsin
Kalanını götürürüz geceye
Binbaşı Şevki'nin kafilesi
Acıkmış – uykusuz - yorgun
Kendi toprağında tutsak
Başları düşüvermiş omuzlarına / kırgın...
Bir ara açıldı kapılar / Doluştu silahlı adamlar
Başlarında Sarıyerli Hafız
Gezindi aralarında süzerek
Tek tek baktı yüzlerine
Tanıdı doğandere düşçülerini
Yüzünde bir gülüş dolaştı belli belirsiz
çekilip gitti...
Çözdüler ellerini düşçülerin
Gece karanlığında yürüttüler
Fısıltılar oldu aralarında
Hakkınızı helâl edin
Her halde öldürecekler
Öldürmediler
Tahta bir kapı açıldı gıcırtıyla / Girdiler...
İçerden gelen
Kahkahalar ve zafer şarkılarıydı
sarhoş hilafetçilerin
Ve geceye yayılan mis gibi anason kokusu
İçerde nakışı kırık dal
bin bir al bir kilimin üstünde
Kocaman döşekler sermişler
Yastıklara köskenmişler
Şakir – Mahmut - Çarşambalı Asaf Bey
Ve Sarıyer'li Hafız
Ortada yer sofrası
Nar gibi kızarmış tavuk butları
boğma rakı
Hey gidi Hafız
hey ulan hey
Bakın hele gelen kimler
Kadim yoldaşlarımız
yeni Kuvvayiciler
Oturun-oturun hele
Kırk yıl hatırı vardır
bir fincan kahvenin derler
Oturdular
Ula teresler size mi kaldı
Azınlıkla bir olup baş kaldırmak padişaha
İyi ki tanıdım sizleri / şart olsun asarlardı
Hele yeyin bakalım
Karınınız aç olmalı
Şakir uyuma len
çuval ağzı aç hergele
Hadi bade koy beylere
Binbaşı Şevki kafilesinden iki subay
İçlerindeki sızıyı bastırmak istercesine
rakıya vurdu
Sohbetler koyulaştı / açıldılar
Son sözü Hafız söyledi
Ben şimdi Nallıhan'a gidiyorum
Hilafet Ordusunun başına geçmeğe
Sonra da hiç durmadan
Beypazarı'nda bulunan
Deli Arif'i yenmeğe
Size gelince besbelli yorgunsunuz
Tosun Beyzade Âsâf
-Zatı Hilafet Kurulu Başkanı-
sizleri ağırlasın ben gelesiye
Kalktılar / Tokalaşıp ayrıldılar
Gece ölüm kadar sessiz
Saatler kaplumbağa adımlarında
İki genç subay Âsâf Bey'in konağında
onunla birlikteler
Neler geçiyor dedi birisi
insan olanın başından
Ve daha neler geçecek
Her an nerden geleceği belirsiz
sinsi bir ölüm korkusu havada
Kahve ve tütün içerek beklediler
Sessizlik tekinsizdi
Ve her ses sanki bir panik birikintisi
Herkes beklediği yazgıdan uzak
Memleketin ahvalini konuştular
tartışmaktan kaçınarak
Acıdılar akıp giden kardeş kanına
Cepheden haber bekleyen Âsâf Bey
mani olamıyordu korkusuna
Zafer buradakiyle bitmiyordu
Biliyordu / bir yerlerde
Kuva-i Milliyeciler ilerliyordu
Ve sabaha karşı geldi
beklediği kara haber
Arif Bey kuvvetleri
ele geçirmişler Beypazarı'nı
Şimdi Nallıhan'a yürümekteler
Düştü parmaklarından okuduğu telgraf
Gözleri birer korku girdabı
Amanın ağalar dedi
Amanın beyler / El insaf
İşte ben bu neticeyi ta başından düşünmüştüm
Amanın ki amanın beyler
amanı bilir misiniz
ocağınıza düşmüşüm
Ben de size el gölgeliği ettim
Siz de bana şefaat eylen
Amanın imanım beyler...
Beyler sevindiler
Sevinç ve keder yan yana düştü
Hay hay / ne demek Asaf Bey dediler
Acı kahve hatırını biliriz
Hepimiz Türk kanındanız elbette
Tabii size çok şefaat ederiz
Hay hay ki hay hay
çiğ süt emmedik herhalde
Can borcumuzu öderiz
Gün büyüdü korku gibi
Öğle namazını kıldı Âsâf Bey
Konuklar bi afiyet öğün yediler / o yiyemedi
Korkusundan ödü koptu döşünde
Korkuyorum diyemedi
Akşam karanlığı
Çılgın bir atlı durdu konağın önünde
köpük köpüğe
atlının gözleri cacık yeşili - saçları kula sarı
dedi ki / amanın beyim
yer ile yeksan etti çiftliğinizi
Deli Arif'in adamları
Hemen atlar çekildi ahırdan
İvedi eğer vurdular
Âsâf Bey ve malûm şefaatçileri
Karaçayır yönüne ılgarladılar
Kitaplarda söylenir ki
Karaçayır'a vardılar
Orada doğandere sergüzeşti bir subay
ayrıldı kafileden
at sürdü Mudurnu'dan yana
Gecede muhtemelen ay
bir yavuklu yanağı gibiydi
Canını da bağışlasa
düşmana şefaatçilikten kurtarmış kendini
Yüreğinde kafesinden kaçan kuşun sevinci
Yarıp gitti geceyi
Abaza nöbetçilerin gözleri keskin
Çevirip kıskıvrak yakalayarak
Götürdüler Mudurnu'ya / ihtimamla koruyarak
Hilafet Kurulu'nun huzuruna çıkardılar
Umulmaz bir saygı ile ağırladılar
Atını bağladılar - yeygilediler
İstirahatgâh diye bir ev verdiler
ve emrine emirberler
Mudurnu Hilafet Kurulu
Taşıyordu yüreklerin sırtında
dağlara dar gelen Arif Bey korkusunu
Kulaklar kirişte
Arif Bey'den gelecek hey'et bekleniyordu
Abaza nöbetçilerin yakaladığı
evvel zaman Doğandere düşçüsü
Kaçarken şefaatçilikten
şefaatçiliğe düştü
Kitaplarda söylenir ki
Arif Bey'in adamları geldiler
Belli muharip adamlardı tepeden tırnağa
Bir başkaydı gözleri - elleri - ayakları
Hilafetçileri dinlediler
Ve kabul etmeyip şartlarını çekip gittiler
Yakalanan Doğandere düşçüsü ne oldu
kitaplar yazmıyor bunu
Arif Bey'in adamları gittiler
Ve hilafetçilerin başka bir kabusu
Yarbay Çolak İbrahim
Bir deli sel gibi bastı Mudurnu'yu
Söylenir ki
Arif bey bolu'ya gelmeden önce
Binbaşı ihsan bey
bolu merkez komutanı olmadan önce
Bir başka yerde başladı
mudurnu'da son bulan bu serüven
Gericiler bolu'ya akın ederken.....
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:47 PM
Ateş Çiçeği-22
Gericiler Bolu'ya akın ederken
Yedi derde derman kaplıcalarda
Arif Bey yorgunluk atarken
Merkez Komutanı Binbaşı İhsan
Uyku uyumamış sabaha kadar
Yerleştirmiş makinalıları
Uğurlu Nesip Mezarlığına
Fakat bir sel gibi sökün eden
Mudurnu köylerinden
Gökçesu'dan - Sazak'tan gelen
kudurmuş çapulcular
Doluverdi Bolu'nun sokaklarına
İhsan Bey atladı atına
Yorgun bir şahan
Topukladı makinalılardan yana
Sokaklar barut kokusu / toz duman
Kimliği belirsiz koşturanlar
Bir hain nişan aldı İhsan Bey'in başına
şehir halkından
Kurşun bir ölüm kuşu
çarptı hınçla şakağına
Müthiş bir yanma
Avuçlarında kan
Fırlayıp indi atından
Bir peşkir çıkardı torbasından
Kenarı dantelalı
Belki anasından yadigâr
belki yavuklusundan
Sardı sımsıkı yarasını
Bindi
Böyle yakışırdı böyle zamanlara
Kuva-i Milliye'nin Merkez Komutanına
Ama ortalık hain kaynıyor kıyamet gibi
Çarşamba'lı Kara Ali
Namı gelmiş - namı gitmiş civara
uçanı kaçanı vurmakta meşhur
İzledi İhsan Bey'i
tüfeğini yerleştirdi omzuna
Bastı tetiği
Gövdesini deldi geçti kör kurşun
Kanı diğdirdi bir pınar gibi
Ve kuduz çapulcular
İhsan Bey'in üzerine çullandılar
Kimi parasın kaptı kimisi dürbününü
beylik tabancasını - kol saatini
Yağmaladılar
İhsan bey verirken son nefesini
Soydular kanlı giysilerini paylaştılar
İnsan değilmiş gibi
Yarı çıplak cesedini ortalıkta sürüdüler
Arif Bey'in güçlerinden
Birkaç mekkareci asker kaçırmağa kalktılar
Karmaşanın arasından
mermi yüklü katırları
Yakalandılar
Hepisi de gencecikti
Aynı dilden konuşan
Aynı toprağın çocuklarına yalvardılar
Hatipoğlu Hüsnü diye birisi
isyancıbaşlarından
Çekip vurdu hepsini yüreği acımadan
Bolu Sokaklarında insan avına çıkmıştı
kum gibi insan...
Ne temiz bir yüzü vardı
Ne mazlum gözleri vardı
Pek gencecik bir subaydı Aptil Kadir
Kıstırıp bir köşede yakaladılar
Soydular sırtını çıplak koydular
Ellerini arkasına bağlayıp
sokak sokak dolaştırdılar
Mahşeri bir kalabalık
hiç insan görmemiş gibi
Gözleri can atıyor parçalamağa
Dudakları kan içmeye susamış
Bir tükürük yağmuruna tuttular
Aptil Kadir bilincini yitirmiş
unutmuş kendini bir kin selinde
Beyaz köpüklü tükürük
Ve irin sarısı balgam sağnağı
Çırılçıplak gövdesi tükrüklere bulandı
Sümüksü bir hayvan gibi iğrençliğe boyayıp
İğrendiler
Bir taş değdi sırtına
Sonra bir taş başına
Ardından taş sağnağı
Hırslı sopalar savruldu havada
Her yanını kan içinde koydular
Hınçlarını alamadılar
Öfkeden cinnet geçiren birisi
Gövdesine kamasını sapladı Aptil Kadir'in
Hızını alamadı / Sonra bir daha / bir daha
Ve bütün yaralarından kan foşurdadı
Anam dedi Aptil Kadir / Anam ölüyom
Sonra düştü yere / öldü dediler
Alıp sokak sokak sürüklediler
Birbirine karıştı çamur - kan - tükrük
Belediye binasının önünde balçığa terk ettiler
Çamurlar içinde Aptil Kadir yatar
Memleket Hastanesi'nin lojmanı
Kapalı perdelerin aralığından
Kuva-i Milliyeci Subay'a bakar
O akşam yakılmadı ışıklar
Çıkamadı dışarıya mektepli doktor korkusundan
Genç bir kadın ağladı perdelerin gerisinde
hiç uyumadan
Ve şafak sökmeden önce
Kan sarhoşu kalabalık çekilince
açtı pencereyi baktı dışarı
Önce iniltisi geldi Aptil Kadir'in
Sonra da kıpırdandı
Kadın uyandırdı kocasını
yalvardı - yardım diledi
Kimseler görmeden hastaneye kaldırdılar
Yatırıp iğne yaptılar
Silmeye çalıştılar pisliklerini
Kimseler görmeden geri gittiler
Ve Subay Aptil Kadir başardı imkansızı
Açtı yeni bir yaşam gibi o mazlum gözlerini
Su istedi
Müstahdem kadının büyüdü gözleri
Bakın hele hâlâ gebermemiş dedi
Koştu hilâfetçilerin karargâhına durumu muhbirledi
Ve çılgına dönmüş birkaç çapulcu
Hışım gibi bastılar hastaneyi
Bir ip bağladılar boynundan
sürüdüler Aptil Kadir'i
Kitaplarda söylenir ki
Yeniden kan yürüdü yaralarından
Nöbetleşe tutuşup ipin ucundan
Sürüdüler cesedini sokak sokak
kan saçarak
Sevinç naraları attılar
sanki vampir çığlığıydı sesleri
Bilinir
Dünya haritasının her noktasında
bin yıllardan beri akan kan nehirleri
Onların eserleri
Bütün savaşları onlar çıkardı
Ve bütün katliamların altını imzaladılar
İlk insandan bu yana
Yedikleri can içtikleri kandı
Ve barışı kanla yazan kitaplar
onlara insan demeğe utandı
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:47 PM
Ateş Çiçeği-23
Aç çekirge orduları gibiydi
Gözleri cinnetli sarı
Sürü sürü saldırdılar
Cinayet kızarmış duyargaları
Yeşil başak bir tarlayı talanlar gibi
afat ettiler Bolu'yu
Bir ölüm kokusu sardı rüzgârı
Belki de bin yıllardır canlarından koparılan
has – zeamet - timar
Öşürlenmiş ana sütü ve göz yaşı aşkına
biriken kinleriyle
Kime ve neden saldırdığını bilemeden
Saldırdılar
aç - yoksul ve yalın ayak
Saldırdılar Arif Bey'in üstüne
Sardılar dört bir yanından
Ak çekerge orduları gibiydiler
Ellerinde ne taktik ne plan
Arif Bey tecrübeli kumandan
Alışık olmasa da çekilmeğe kavgadan
Çekildi vuruşa vuruşa
Eski karargahı Kızılcahamam’a
Dövüşe dövüşe yürümek
kan kıvılcımlanan zamanda
Göğüsler köpük köpüğe yarmak zalim hattını
Mazlumun ateşten yumruğu olmak
Yalımlar arasında ölümü çiğneyerek ilerlemek
En büyük sarhoşluğu Arif Bey'in bu
Kavga alanı derler adına
orada yenik düşer insana
ölüm korkusu
O ne müthiş bir aşk öyle
Nasıl bir yürek coşkusu anlatılamaz
Arif Bey'in yüreği çekilmeyi kaldıramaz
Dar geliyor öfkesine bedeni
Çapulcu önünden kaçmak
ölümden beter ama zaruri
Mıntıka tek tük çalılık - tek tük taşlıktı
Hava alaca karanlık
Geride hilafet çapulcuları
Kurşunlar gelip gitmekte
Arif Bey'in Sevisi ürkek - tedbirli
Sanki kurşun sıkar iken
arkadaşlarını mevziler gibi
Bir kurşun saldı salgaraya
O sıra şaha kalktı Arif Bey'in atı
kurşun sağrısına saplandı
kişnedi acı acı
Arif Bey'in gözleri ateş kesildi
kanı beynine sıçradı
Doğrulttu silahını çekti tetiği
Eller yüzlere kapandı / dizleri dövdü
Yürekler alazlandı / kollar koptu
Diller tek söz diyemedi
Geride gericiler / sesleri kesilmişti
Bir ses- Allahım dedi
Garip anam / kadın anam / has anam
Öldük bilinmedik boz topraklarda
Cesedimiz garip düştü
ak bağrına bas anam
Bir bıçak gibi sustu
Gözlerden yürek suları boşandı yaşın yaşın
Geride gericiler takipten vazgeçmişti
Havada yıldızlara varan felaket
uğursuz bir suskunluk ulumakta
mutlaka kötüye delalet
Tutmayan elleriyle cesedi yokladılar
Yüzlerinde bağışlanmaz derinlikte bir küslük
Gözler yaş içinde
Bir ağacın altına defnettiler
Bir felaket olur diye Arif Bey'e katılmayan
Şerif Bey'in taburundan
bir garip oğlan idi rahmetli
Bir küçük kardeşi vardı aynı taburda asker
Elleriyle koymuş kara toprağa
Bir atı yaralamak suçundan öldürülen ağasını
Yasını hangi söz teselli eder
Kim dindirir yaşını
Garip anam / yetim anam / al anam
Canımın çatalı koptu dalından
düştü kara topraklara çabuk gel anam
Kızıl kan kesti gözleri
Kızılcahamam’a doğru at sürerken
Kâr etmedi askerlerin söyledikleri
Hain değil - düşman değil
Köle değil ki bu / asker
Öz kardeş yarası ölünce geçer...
Vardılar yatsıdan önce Kızılcahamam’a
Sessizce kuruldu çadırlar
Derin bir yas içinde atları suladılar
Yeygi verip tımarladılar
Genç askere yasaldıya vardılar
konuşamadılar
Havada müthiş bir hüzün kokusu
çığsilah uykuya vardılar
Arif Bey'in çadırında emir subayı
dimdik ayakta duruyor
ateşe hazır silahı
Arif Bey yorgun mu yorgun uyuyor
Çadırının çevresinde dört asker
sessizce nöbet tutuyor
Söylenir ki
kimsecikler görmeden
Bir karartı yaklaştı Arif Bey'in çadırına
Bir bıçak kesti brandasını
Bir namlu uzandı içeri
Vardı Arif Bey'in başına ateşlendi
Kan ve beyin fışkırdı patlayan kafa tasından
Sıvandı kan ve beyin çadırın her yerine
Ve kayboldu karanlıkta silahı sıkan
Fırlayıp çığ silah geldi askerler
Ne yapacaklarını bilemediler
Her kafadan bir ses kapladı ortalığı
İçimize casus sızdı dediler
Gidip bulalım / Varıp kaçalım
Kimse kumandan olamadı Arif Bey'in yerine
Milisler ayrılıp at sürdü sabahı beklemeden
Nizamiye erleri ve subaylar
sabahleyin Ankara'nın yolunu tuttu
Ve son kalan çeteler bindiler atlarına
Mahmuzladılar Afyon dolaylarına
Dediler ki
devrim'in en büyükleri
Yarbay Arif Bey ve benzerleri
Belki zaman zaman zalim ve deliydiler
Kan ve ateş günlerinde böyle şeylerin nedir değeri
Yüz binlerce can verilip varılan
ulusal kurtuluşun
demirden pençesiydiler
Zararından bin fazladır iyilikleri....
Söylenir ki
Kızılcahamam'ın Şıhlar Köy'ünden
Hafız Halil diye biri
yüreği yas içinde
ağlayarak yıkadı Arif Bey'in cenazesini
Evvel zaman Yarbay Arif atlılarıyla
Kızılcahamam'a gelmişti kış çıkarmağa
Milisleri sıkıştırdı köyleri
Atlara arpa almağa
Her köy payına düşeni getirdi
Tek Şıhlar Köyü
çıkıp Arif Bey'in huzuruna
Arpa veremeyiz dedi
Arif Bey kükredi
Vereceksiniz
Ve köy kurulundan Hakkı
Arazimiz taşlık dedi
Gücümüz yoktur vermeye
ne arpa ne de saman
Amanı bilin mi Yarbayım / el aman
Arif Bey gazaba geldi kalktı yerinden
Köylüler tir tir titredi
Ve tir tir titreyerek
İki adım öne çıktı birisi içlerinden
Koynundan bir Kur'an çıkardı
Okumağa başladı derinden
Arif Bey kalakaldı
Yumşadı yüzünün demirindeki öfke
Okudu Hafız Halil / sesi yanık / kıraatı tam
Ve yaşlar süzüldü siğim siğim
Arif Bey'in yanaklarından
Kur'an bitti
Söylenir ki Arif Bey defolun ulan dedi
Bir daha çıkmayın karşıma
Yalnızca bu adam kalsın Kur'an okuyacak bana
Hafız Halil anlatır ki
Kızılcahamam Karargâhında kaldım bir hafta
Arif Bey rakı içti her gün
Her gün Kur'an okuttu bana
İki nöbetçi dikti kaymakamın kapısına
Koskoca kaymakam izinsiz çıkamadı dışarıya
En iyi arkadaşı Kızılcahamam Malmüdürü
Gezip söyleşirlerdi Soğuksu boylarında
Hey gidi Arif Bey Nasıl teslim olurdu Kur'an sesine
Bir keder sarardı yüzünü
Ben okurdum / Ve o ters oturup sandalyesine
önüne eğip başını ağlardı her seferinde
Hem deli - hem akıllıydı diyene eyvallah / tamam
Hem iyi - hem kötü diyene
bir şey diyemem
Ama sapına kadar yiğit
Katıksız vatanperverdi vesselam
Lâkin
bir Kur'an dinleme faslından sonra
Her nedense öfkelenip
bağırdı orada bulunanlara
Mustafa Kemal de kim oluyor be
Memleketin başka adamı yok mu
Hepsine göstereceğim
Bahara çıkalım hele...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:48 PM
Ateş Çiçeği-24
Belki bir alaşafakta bir hain kurşunundan
Belki yazı masasının başında bombalanarak
Çoğu zaman bir kavganın tam ortasında vurularak
Bazan yargısız infazla
insanlara sevdası suç sayılarak
Kahramanlar da ölür
Kimi zaman
uğruna bir ömür zindan yattığı
güzel günlere varamadan
Ama inanarak sonuna kadar
Kahramanlar da ölür
Ve onlar
İnsanlığın yüreğine gömülür
……………………………………………………………………………
Demek ki suçsuz yere öldürülen makinalı tüfek erinin kardeşi Yarbay Arif Bey'i öldürmeyi kafasına koymuş, bunu hemen o gece karanlıktan yararlanarak yapıvermişti.
Hasan İzzetin Dinamo,
Kutsal İsyan 4. Cilt. Sf.380
Olayla ilgili tahkikat sırasında suikastın vukua geldiği saatlerdeki iki nöbetçi ile Arif Bey'in çadırının yanındaki çadırda yatan yaveri Üsteğmen İhsan ve Karakeçili Müfrezesindeki erlerin ısrarı üzerine de Kızılcahamam Müfreze Komutanı Binbaşı Rüştü'yü tevkif ettiler. Yarbay Arif Gerede'ye asilerin üzerine gönderilen ve müfrezeyi iyi idare edemeyen Binbaşı Rüştü'yü asmak istemişti. Araya giren bazı zatlar Yarbayı bu fikirden vazgeçirmişti.
Genel Kurmay Başkanlığı Harp Tarihi Dairesi yayınları,
Türk İstiklal Harbi Serisi, 4. Cilt
Arif Bey son derece haşin ve geçimsizdi. Bu yüzden herkes kendisinden çekinirdi. Arif, müfrezesi ile beraber Bolu'ya gitmek için ayrıldığı sıralarda, Rafet Paşa Afyon'a geldi. Ankara'dan Nazilli'ye Nazilli'den Ankara'ya sık sık gidip gelirdi. Her seferinde de Afyon'a uğrar ve bizimle görüşürdü. Bu defaki gelişinde Tümen Komutanı Ömer Lütfi Bey, Müdafaa-i Hukukçulardan Reşit Bey, ben ve Rafet Paşa akşam oturup konuştuk. Reşit Bey, Arif Bey’den şikayet etti 'kendisinin Afyon'dan uzaklaştırılmasının iyi olacağını, aksi takdirde müessif olaylar çıkacağını' söyledi. Tümen Komutanı da bu mütalaaya iştirak etti. Bunun üzerine Rafet Paşa- Merak etmeyin Arif Bey bir daha Afyon'a gelmeyecek dedi. Arif Bey'in Kızılcahamam da çadırında öldürülmesi, faili meçhul kalmakla beraber, kuvvetli bir ihtimalle Rafet Paşa tarafından hazırlanmış bir hareket olması gerekir. Maiyetindekiler Afyon'a geldikle-rinde, atını, silahını, parasını, eşyasını Müdafaa-i Hukuka teslim ederlerken Arif Bey'in en yakını Ali Çavuş'a bazı sorular sordum, 'Ben öldürdüm' demedi amma, yüzün-den onun öldürdüğü anlaşılıyordu. Nitekim Arif Bey'in bazı adamları da, Onu, Ali Çavuş'un öldürdüğünü daha sonra açıkça söylediler..
Sabahattin Selek,
Milli Mücadele, 2. Cilt sf.76.
……………………………………………………………………………
Gecenin en kör vakti
Oturup fısıltıyla konuşmağa durdular
İlk kimin aklına geldi içerdeki altınların hayali
Şeytan ilk kimi dürttü
Bozkır'dan yağmalanan altınlardan
bir tek penez bile düşmemişti onlara
Açlık çalıp - kıtlık oynar zamanda
Çoğu dağlardan derlenmiş hırsız- eşkıya
İlk kimin beynine düştü ihanet kurdu
Halil Çavuş / Tatar Hasan / Abiloğlu / Püsküllü
Esen yelden de gizli
Gecenin en kör vakti fısıldaştılar
Belki Rafet Paşa
gizli emir vermiş idi Halil Çavuş'a
O da onları düşürdü altın aşkına
Bilinmez
Bilinen
Altınlar büyüdükçe büyüdü karanlıkta
Gecenin kör zamanında
Dört nöbetçi kavil etti
Abiloğlu açtı çadırın düğmesini
Silahını doğrultup Arif Bey'in başına
Duyurmadan uyuklayan emir subayına
Tetiğe basıverdi
Derler ki
Altınları aldılar / Sakladılar karmaşada
Geriye dönerlerken eşkıyaya soyuldular
İt gibi pişman oldular
Yoksul sokaklarda yayıldı kara haber
Bayat'tan Afyon'a ağlayıp söylediler
Acı yüreğe döküldü / Dost ağladı düşman güldü
Kuva-i Milliye'nin Çelik Pençesi
para için öldürüldü
……………………………………………………………………………
Hanı dediğimiz, beğ erenler
Dünya menim diyenler, ecel aldı
Yer gizledi, fani dünya yine kaldı
Gelimli gidimli dünya, ahır sonu
ölümlü dünya
Şamil Cemsidov
Kitab-ı Dede Korkud,Kültür Bakanlığı yayınları,
Gel zaman git zaman oldu
Çanakkale Savaş'ında gözünden vurulan
Baba bir ana ayrı kardeşi Arif Bey'in
Emekliye sevk edilmiş Yüzbaşı Mazhar
Evlendi Zeynep Hanım'la..
Gel zaman git zaman oldu
Ölümün korkusu duyuldu Bayat'ta
Dediler ki o zamanın büyükleri
Arif Bey dediğin ne vatanperver
Öldürmüşse eğer bizim köylüler
Hem de para için / hem de haince
Sonları mutlak kötüdür
Yaşayan görür dediler
Gel zaman git zaman oldu
Tatar Hasan yorgan dide dide öldü
Püsküllü Kör oldu
sokaklarda yede yede öldü
Abiloğlu delirdi
kesmeye yatırdı avradını
Ölürken bar bar bağırdı
Arif Bey'i ben öldürdüm
Arif Bey'i ben öldürdüm
öldürdüm! ...
……………………………………………………………………………
Çok güvenilir dört nöbetçinin beklediği bir çadıra, onlara görünmeden gelip, çadırın bir kıyısından silahını içeri sokarak, Arif Bey'i öldürüp sonra nöbetçilere görünmeden bir insanın, ortadan yok olması, insan mantığı açısından mümkün görünmüyor.
(Yazarın notu)
……………………………………………………………………………
Dedi ki 'o çok uzak denizlere varsak
orada gemilerimiz olsa..'
Sustu hiç deniz görmemiş gözleriyle
bir an bin yılmış gibi sarsak
Dedi 'Nerede olursak olsak
yüreğimizin demiri
zehirli acıların örsünde narlanmış bizim
zincirimiz yangınlara bağlanmış bir yol
çileden çileye köprüler kursak
gene de
o çok uzak denizlere varsak
Nice acılar var ki
Nice insanı çökerten
Yürek kızartan gönül karartan
Çok gülüp geçmişiz onlara
Direnmek kimliğimizdir
Tarihimiz acının da tarihi
Sevda bitmeyen yenilgimizdir...'
Dedi ki 'Suyun hiç varmadığı çöller var
Bir yanda gazel dökümü / Bir yanda çiçek sağnağı
Bakma dudaklarımızın çöl olduğuna
gün doğmadan neler doğar
Ve yağmur
bir yerlerde
hep yağar...'
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:48 PM
Ateş Kuşu
Saat gece iki
Ateşe verilmiş haziran
Dili koparılmış cumartesi
Saatleri ökçelerle ezilmiş kent
Benim lanetim
Günahkar çocuğu Arşpel'in
Utancını saklamış *******e
Kanayan akışımın tanığı *******e
Şarkım
Orman yangınlarından arta kalan
Ateş çığlığı
Bir yel eser seni düşündüğümde
Bir sevda kuryesi soluğu serin
Savrulur küllerim kanar giderim...
Engerek ağusu değil yüreğimden gövdeme yayılan
Akrep ağusu değil
Acın senin-eldesizliğin dayanılmaz yokluğun
Birikir de ciğerimi parçalar
İçin için yanarım...
Yaşamı yemyeşil gülen yapraklar
Dökülmüş toprağa gazele dönmüş
Susmuş derin akışlı sularda çağlayan coşku
Yitirmiş sonsuzunu maviler
Yokluğuna ölüm demem
Acının dişleri geçmez ölüme
Sana giden yolları kan bürümüşse
Uçurumlar kesmişse bütün gelişlerini
Neye yarar aşktır demek yaşamanın anlamı
Saat gece iki buçuk
Şimdi umutsuzluğun dünyanın tüm çölleri
Yüreğim yokluğunun kum saati zamanda
Ve her kum tanesi eldesizliğin
Boşluğunda çırpınan sözcükler neye yarar
Karanlıkta uyuyan acımın tanığı kent
Varsın yıkılsın utancından...
Kavgalar yaşadım-nice kavgalar
Demiri hamur eden ateşleri dağladım
Akkor oldu yüreğim ayrılığın örsünde
Dudağımda yalanlanan türküler yarım kaldı
Yarım kaldı yaşadığım onca kent
Katliam alanlarında kurbanlık koyun gibi
Vurulan arkadaşların acısına dayandım
Kanla yarım kalmış sevdalardan sonra
Bilek damarlarımı kesecek kadar
Korkak biri değilim...
Kanlı bir çeteleye dönse de yürek
Çekmedim fitilini coşkusuz, kavgalarda
Fırtınasız sevdalara hiç inancım olmadı
Ondandır yangınlarda aradım seni ateş kuşu
Seni okyanus kasırgalarında
Ve bulduğum zaman kanlar içinde
Yaralı bir kayıktın çırpınan dalgalarda
Umut umut türküler yoldaş ettim yalnızlığına
Ve yeniden doğmanın ömre bedelligini
Tam yaşıyoruz derken
Yarım kaldı dudağımda öpüşün
Ellerin yarım kaldı avuçlarımda...
Güneşin türküsünü karaya boyadılar
Yüce dağın sümbülünü yoldular
Zulüm dendi adına
Yağan kar-buz tutan su
Gün gelir de erir gider sel olur
Yüreğe çarpan buz dağları
Erimek bilmez
Bu da zulüm değil mi...
Coşkulara vatan olan bir yürek
Nasıl dağı kesilir acının
Küllenmeyen ateşlerin cehennmeden geldiğini
Kim inkâr edebilir! .
Ey sert kayanın bağrına
Zamanı çizen rüzgâr
Türküm
Yanmış ormanlardan kalan
Küllerin çığlığı
Savur sevdamı kanatlarınla ona
Yaralarına bassın beni
Ateşimle acısını dağlasın
Ve ona sevdamı anlatsın acı çığlığım
Anlasın sevdiğim
Hep onu sevdiğimi
Ve artık ağlamasın
Ve artık ağlamasın...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:48 PM
Ateş Şarkısı
Dizeler dile dökemez
Oğulları öldürülmüş anaların yasını
Cellat çizmeleri altında şafak gül gibi sökmez
Ay paklamaz zulümden gecenin karasını
Irzına geçilen çocukların
Yakılmış cesetlerin yüzüne akşam düş gibi çökmez
Hangi söz anlatabilir
Kolları kopmuş askerin yürek yarasını
Ve tam vardiya ölüm fabrikaları
Silah simsarları haykırdı
İnsan hakları hayvan hakları!
Vay anasını be!
Vay anasını!...
Ey Bosna
Yaşamın anlamı kalmayan zaman
Zaman zaman
Yalnızca ölüm anlamlı olan Bosna
Boğazlandın bir dağ gibi
Dünyanın tam ortasında
Ve barış tellalları-uygarlık vampirler
Bu insan kıyımına utançsızca baktı da
Göremedi be!
Göremedi be!
Göremedi!...
Akşamların coşkuyla karşılandığı evleri yaktılar
Evlerin ne suçu vardı
Kahvaltı masalarınıDuvardaki resimleri
Oyuncak bebekleri yaktılar
Oyuncak bebeklerin ne suçu vardı
Anaları çocuklarına hasret
Gençkızları düşlerinde yaktılar
Onların da anaları yok muydu
Bebekleri yok muydu- bağırlarına basıp adına mutluluk dedikleri
Ve ağıtlar yükseldi
Tüm yoksul sokakalarında yer yüzünün
Ruhuna kadar sömürülmüş milyonlar
Su ve ekmek sundular gözyaşlarından
Bosna yaşasın diye
Bağdaki üzümünü gözleyen
Topraktaki petrolü izleyen uydular
Ne ayyuka çıkan ceset kokularını
Ne dünyayı sarsan kıyım çığlıklarını
Bir onlar duymadı be!
Duymadı be!
Duymadı!...
Mostar köprüsünün üstünde
Aşıklar dolaşırdı akşamları
Gök lacivert bir şarkıydı
Bir peri masalında ay akardı tüller içinde
Masmavi bir coşkuydu aşk
Yıldızlar bir pembe bir sarı
Akardı Mostar güller içinde
Mostar köprüsü’ nün üstünde
Kaçıncı yakılışıdır Roma’ nın
Kudüs’ ün kaçıncı işgâli
Kaçıncı cehennemdir Srebrenica
Sen kaçıncı Hitlersin Sloban Miloseviç
İnsan kasabı, piç oğlu piç
Orada ırzına geçildi
Gözyaşlarının bile
Yeniden çarmıhlandı Spartaküs
Nesimi’ nin derisini yüzdüler
Bedreddin’ im bir ağaca asıldı
Kaçıncı kez kirlendi
Barış simsarlarının kof sözleri orada
Masallardaki iyiler
Yıldızlı göğün sırları
Yorulmuş yaşamların çiçeklenen kırları
Yamaçlarda dinlenen
Eski zaman yatırları
Katledildi orada
Annelerin parçalanmış memelerinden
Sütleri toprağa damlıyor
Öldürülmüş çocukların oyulmuş gözlerinden
Anneleri kanıyor
Artık ellerimi tutamazsın anne ellerim yok
Bir daha sevinci koşamam sokaklarda
Bacaklarım kopuk
Sokaklar yıkık
Bir sesim vardı
Gülüşüme şarapneller düştüğü anda
Bütün çocuk sesleriyle birlikte
İnsanlığın suratına haykırdı
Misketime benziyordu öldüğüm kurşun
Yağarken gökyüzünden yanık et-kopuk bacak
İnsanlık kördü anne
İnsanlık sağırdı
Bir çığlığım kaldı benden
Tarihin vicdanında yargılanacak
Gayrı gözyaşlarını biriktirirsin
Dünyanın dört yanında yalnızca ağlayanlar
Sonra da oturup içsin
Senin yazdığın yaldızlı dizeler
Öfkeye- kınamaya- yasa dair
Artık durdurmaya yetmez
Bitmiş bir soykırımı ey şair
İsyana kesmedikçe kederin
Kalemin yüreğine saplanıp
Ateşle yazılmadıkça dizelerin daha çok
Vampirler sokaklard uluyacak
Başka bosnalar kanayacak
İnsanlık zulüm soluyacak
Çocuklar soracak ey insanlık
Çocuklar sizden soracak
Sevinçler ne kadar az
Azrail ne kadar çok
Artık ellerimi tutamazsın anne
Ellerim yok!...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:48 PM
Ay Sancısı
yorgunum
uçurum diplerinde zirvelerinde
yıldızlar dökülür bir yanıma
bir yanım çığlık çığlık girdaplardında
söyle cılız gülüşün mü
hoyrat uysallıkların mı girdi kanıma
bu gecedir
karanlık şüpheyle dolaşır ayrıntılarda
an olur
ruhunu neşterlersin kanlar içinde
sönmüş bir küçük ateşin küllerinden
türküler yakasın delice
bu gecedir
yıldız basar- bulut sarar yarana
kısır bozkırlar acır gözbebeklerinde
ananın kavruk yazgısı
bir de nafile zamanlar
saplanır yüreğine isyanla
gecedir bu...
yorgunsun
karaya boyanmış kentlere gidip gelmekten
kirli bakışlardan
kör dostluklardan
bazan kar da kara yağar karanlık sokaklara
nasıl tükürük gibiyse gülüş
namussuzun suratında
gecedir
parmak uçlarım diken kesilir bir an
dokunsam tenin acır
gövdemden dörtnal geçen
bir deli tay olursun bazan
yangınlar ertesinde
baharlar ucundasın...
değmeyin yüreğim acılı
anlatamam
kollarımda ay sancılı...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:48 PM
Ay Yiyen Yalnızlık
yalnızlığım benim
gemisiz korsanım
bir sal yap düşlerini
bütün denizlerde yurdunu ara
yalnızlığım benim
sevgilim ve celladım
sal beni denizlerin en derinine
şimdi yarasalar barınan yürek
hiçlik uğuldayan dipsiz mağara
özlemin iğne geçmez gecesi yırtık
dalgaların kitabında mor menevişler
yalnızlığım benim
çöllere atılmış teknem
bekleyişin yelkenleri rüzgarsız
ayın gülüşü yara
öyle bir çöl denizi zaman
ölümden sonrası-candan öncesi
çırıl çıplak teninden kalan yankılar
çınlar kum
ve rüzgar
gitmiş şahbaz atlar köpük köpüğe
kendini bu taştan boşluğa çarpar
başka zamanlardan haykıran sesim
gitme
beni bekle
gitme
ünledim ay da gördü
ün ettim ünümü yetiremedim
yalnızlığım benim
geç kalmış yağmurum
soldu sabırlarım bekleyişlerim
şimdi sen yağ beni kurak sulara
kumlarda yankılanan gövdenin şarkısına
kıyıda boncuk satan boncuk gözlü çocuklara
deniz masalları anlatan ihtiyara
evine mutlu dönen balıkçının gülümseyişine
liman işçilerinin kalabalık sesine
yıldızlara yağ beni
sabırsız kumlara
ve ille dalgalara
beni yağ ey yalnızlık
belki sular karışmıştır yarin terine
çapulcular ayartmış ay düşlerini
çünki ben gelmeden eksikti mavi
yırtıktı bulut
kırıktı ayın kalbi
uzak adalarda kösnül bir gece
şehvet ateşleri yakmış ayyaş tayfalar
oynatmışlar deniz perilerini
zaman
ölü martılar gibi
sularda
kusmuk bulutlara küskün sabah
gözlerinde yıldızları saymadan
yatağına sularımı yaymadan
bir bergüzar telek bile koymadan
gitmiş mor balaban benden öncesi
yalnızlığım benim
yurtsuz albatrosum
yolsuz belsiz gökyüzünde bulutun buhar olmuş
yankısız çığlığımın yarası
sesin bulutta mı suda mı saklı
özlemin yolları beladan büklü
sensizim sırtımda zamanlar yüklü
gayri buradan öte götüremedim
bekleyişin ışık sızmaz gecesi
yelkenler paramparça
direklere ağ kurmuş örümcekler
güvertede tüm ufuklar kapalı
birkaç günahkar tanrı
gemi ambarında kafayı çeker
seslenmişim
gitme
bekle beni
geri dön
ellerimde hiçlik
küskün
gözlerinden mi
başlar
insan
gücendiren
nedir
insan
yüzünü
sonunda kustum kalbimi suların suratına
yukarda ay
uzattım elimi
aldım
ısırdım
ağzım yüzüm ışık kesti
işte tam da orada
beni sapkın ilan etti bütün ahali
gül
düm
gecenin sonunda-günden öncesi
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:48 PM
Ayrıldıktan Sonra Anlayacaksın Nasıl Sevdiğini-1
gece demlenirken uykularda
beton yığınlarında ay bedirlenirken
yıldızlar ürperirken sularda
yalnızlık nemlenirken
yaslanıp yalnızlığa beni anımsayacaksın
ıssız dehlizlerinde gecenin
acının ayak sesleri
soluğundan bile sakladığın giz
dipsiz kuyularda açılacak
yüzün hüzünler mezrası
ıssızında biz
kanayacaksın...
esip esip giden yaşamın dallarında
taze güller gibi solarken her gün
içindeki kadın saçlarını yolacak
düşlerini yağmalayan kan rengi sonbahara
orada yalnızlıklar delirir
en olmadık zamanlarda beni soracak
- o şimdi kim bilir...
ıslanmış akşamların kıyısında
saçak altlarında kederin
sancılanmış yüzümde gözlerim köz
bazan pastacı geçerken
bazan telefon zilinde
zamanın çaldığı o kırık lir
ansızın gülüşünün yakasına yapışıp
soracak içindeki hummalı kadın
- o şimdi kim bilir...
kim bilir hangi kentte hangi yangınlardadır
belki dalgın gözleri ürperir dalgalarda
küskündür-yaralıdır-yapa yalnız kuytularda
kıvranır bin yerinden bıçaklanmış uykularda
sızlar her dakika seni düşünüp
belki de kollarında bir kadın
ona şiirler okur-dizeleri kan
gözleri her yerin acemisidir
kırık kanatlı coşkular ne zaman kapaklansa
seni isyanla anardır
- o şimdi kim bilir...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:49 PM
Ayrıldıktan Sonra Anlayacaksın Nasıl Sevdiğini-2
kavgalarımız gelecek aklına
akılalmaz basitlikte küsüşme nedenlerimiz
gülden- buluttan- yumuşamış taştan
kaç kez tuz-buz ettik yüreklerimizi
fakat tek bir sözcükle kaç kez
kaç kez bir bakışın taşıdığı öpüşle
dirilttik yeni baştan...
anlaşılmamış insanların küskünlüğüyle
yalnızlık kandilleri gibi yanan
yaralı kuş bakışlarım düşecek aklına
bazan sancılı susuşlarım
insanların acısında susuz balıklar gibi
çırpınan...
ve sağanaklarca sevişmeler
sevgide kanatlanıp uçtuğumuz sonsuzluk
el ele- soluk soluğa
tüketemediğimiz güzel hasret
örtündüğümüz keder
ve ansızın coşkuların kanadına saplanan hançer
aşkları tomurcukta koparan nefret...
savaş alanlarına da ilkyaz yeniden gelir
acıların üstüne de güneş doğacak
ama zamanın yüzünde aşkların izi kalır
ayrıldıktan sonra anlayacaksın nasıl sevdiğini
işten geçmiş olacak...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:49 PM
Ayrılığa Gazel
o yırtıcı sessizlik ki acının sesidir
aslında her ayrılık ölüm denemesidir
yarılır yürekler yerle bir olur her şey
o bir felaket kuşu azrail kuryesidir
kendini terkedersen çürürsün her şey gibi
sırtın hüzün abası altın yalnızlık şiltesidir
her candaki ölüm gibi büyür aşklarla birlikte
gülde diken “ayrılık ümitlerin ötesinde bir şehir”
kemirirse insanlar birbirinin yüreğini
ayrılık ertelenmiş bir ömrün mavisidir
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:49 PM
Ayrılıklar Adresin
Müstezat
bir yangın soluğu uykusuzluklarda nefesin
gecenin neresindesin
bir ayrılık mevsiminde durmadan gazel dökersin
ağlarsın duyulmaz sesin
kaç insan geldi geçti- kaç ayrılık- kaç hasret
sevginin arkası nefret
şimdi yaşanmadan yakılmış şiirler ertesindesin
kederlerdesin
terkedilmek durmaksızın- çarpılmak duvarlara
bir yürek dolusu yara
yağmalanmış bir yaşamın biıinmezliklerindesin
ayrılıklar adresin
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:49 PM
Ayrılıklar Yürek Söker
giderim
öksüz kalırsın
ararsın beni bir gün
ağlarsın bu hüzün akşamlarda
bir deniz kalır
keder kanar dalgalarda
yüreği köpük içinde
şarkıları haşarı
her gün başka bir yol keser
bu kentte gök akşamları
imbatı hicrandan eser
bir başka hüzzam
sapsarı
gün olur
bir yaprak gibi kurur yüzüm zamanda
aşkyeşil hâreli gözlerinden dökülür
incecik bir an olur gülüşüne yağarım
kuytu limanın olurum
sığınırsın
dalgınlıklarında
bakışından silindikçe ışığım
benden bir şeyler ölür sende
adımı söylersin bazan
duyarım bir yerlerde
ve kanarsın ıssızımda
ayrılık bu
yürek dağ olsa sökülür
giderim
ak bir lale gibi
boynun öksüz bükülür
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:52 PM
Aşk
yer yavşan
gök yıldız
akşam rengi gözlerinde ıssızlık
oysa sen bilmezsin
hırsız bir yürek dolaşır karlı gecede
sokak itlerinden aç
bozkırlarda ölmüş bir atın kafatasından çıplak
şimdi ben tutup da geceyi sana versem
kar döşenmiş kıraçları-korkunç dağları
uzak melul yıldızları-ayrılık çalan kavalı
neye yarar bir can solumuyorsa
evvel zaman içinde-ırmaklar geçtim bende
yeğin atlar çatlattım-heybem dolu yıldız
gözleriyle gece ışır tanrıçalar aradım
sevdiğim –kemanım-üveyik türküm
sizin oralardan geçtim daha sen doğmamıştın
kuşkusuz kızıl bir hilaldi dudakların
kuşkusuz dudakların arşipel sularında
şafağa doğru yüzen bir iyon kayığıydı
düş ve coşku toplardı gözlerin yakamozlardan
akşamları samanyolu giyerdin
sevdiğim
aykırı türküm
ölgün eylül ömürler geçirdik de geldik şimdiye
kızıl saçlarına yaprak yağan yarimiz olmadı
eşkıya soysa yanmazdım bu gönülü
derelerde boğuldu hoyrat inceliğimiz
evvel zaman içinde bir yerlerde
kendimi yitirdim geldim
ne bir şehir düştü ardıma
ne atımın terkisinde bir sevda
toynak vurdum da tipili dağ *******ine
terkedilmiş evlere benzeyen yürek kapılarından geçtim
gitgide duvarları yıkılan
gitgide tavanları akan yağmurlarda
muhacir güneşler kırıp yedim öfkemden
kan akmış alanlarda yerlere çarparak yüreğimi
varsın ötsün yalnızlığın baykuşu
ah etmişsem utanacak değilim
sonra kar yağdı
sabahları taze ekmek gibi gülen günleri soydular
gözlerine mil çekilmiş halklar yürüdü tarihin patikalarında
oğulları kıyılmış anaların isyanını yaktılar
çirkef sokaklarında bir dilenci gördüm
kolları bacakları kopmuş
alınmış satılmış yağmalanmış
ordular geçmiş üzerinden
tam da geberiyordum ki kederimden
gözlerinde at koşturan bir kuşku
dedim adın nedir
dedim adın nedir
dedim adın ne
iki ırmak çağladı da gözünden
dedi
adım
aşk
şimdi bin yıldır aradığım yüreğimin terkisinde
atımı ılgarladım yıldızlara
merhaba ey yaşamak
merhaba
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:52 PM
Bağışlama
akşam üzeri bulvar
birinin yüzünde örse iniyor çekiç
bir gülüşün çeliğine su veriliyor
bahar
damar damar uzanıyor yüzlere
genç gürültüler kavisler çizerek yürüyor
el ele tutuşan sevgililerden belli
güzeldir tüm kadınlar
yolcuyum... uzaklardan geldim
beni nereden bilsin bakıp kaldığım bulvar
çiğnenmiş yapraklar gibi çocukluk yüz-ün
yırtık etekli rüzgarlarda savrulmuş
henüz söze dökülmemiş bir yanık ağıt
kimsesiz ölülerin ardında kalan
zamanın durduğu ana sığınmış boşluk
gibi kavrulmuş yüzün
o senin
o senin kovdukça gitmeyen
sokak köpeği gibi
dalları gülleri kırılmış gözlerin
düşer insan yüzlerinin sularına
keder kokulu lal akşam
kalbimde yaralar bırakan küskünlüğün
iyileşmez yaralar gibi bitmeyen öfke
ıssızlığın gelir durur karşıma
nereye baksam
akşam üzeri bulvar
yüzümün alnacında ayaz bir rüzgar
ansızın kırılır kanadım
yoruldum bir sitemi kanatmaktan
çoğaltmaktan içimdeki çatlamaları
yoruldum
git gidebildiğin kadar
yolun açık olsun gayri
seni bağışladım
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:52 PM
Bakışın
bana işte öyle bakışın var ya
kahverengi kahverengi akışın
kendini gözlerinle sunuşun
öpüşün var ya hani
öpüş susuşun
sevişin var ya öyle
sınırsız teslim oluşun
bakıp bakıp gözlerimde ölüşün
bilmezsin
nasıl yolunur
nasır tutmuş yüreğim
neyim varsa
bırakırım
fırtınana
talan olur
bu kentin yasemen akşamlarında
kendini bir ince sızı bırakıp
beni alır
beni alır
gidersin
kalırım
çaresiz/ıssızlığında
öyle kolları kopuk
öyle yaralı...
bana işte öyle bakışın var ya
her şeyin silindiği
gözlerinle beni öyle sarışın
gövdeme kendini giydirişin
seni soluyuşum senin içinde
yağmalanıp tükenişim derinlerinde
yitişim...
yitişim
koskoca bir kentin sana dönüştüğünde
sokakların orta yerinde sensiz
öyle kolları kopuk
öyle yaralı...
sendendir bu lacivert *******de
denizin masmavi dile gelmesi
yıldızların sağnak sağnak inivermesi
dilim lâ'l kesilir gözlerinde.
susar ellerim
bana kendini giydirip
sonra da böyle öksüz bırakma
yalım mavim
nazlı yarim
yanışım
bir tür çiçek açıştı gözlerinde
sürüklenir sürüklenir giderim
yavri yavri
bu kadar insafsız akma...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:52 PM
Belki de Aşk...
Belki de aşk vardır
Benim hiç bilmediğim
Gece vardiyalarında
Karanlığa ışık gibi yayılan
Yorgun bir gülüştür
Çok uzak çöl yolculuklarından
Hırsızlayın bir hilâl
Ki masallara saklanmış
Tanımlanamayan-
Ve en azından kendimi
Uçurumlarında deneyeceğim
Çocukçadır
Ki dünyanın tüm çocukları
Hiç mi hiç düşünmeden
Katılıverirler oyuna
Bu yüzden
Karanlık dalların altında
Bir haziran akşamı
Pür gizem olarak oturan kadın
Ansızın özler çocukluğunu
Hayvancadır
Yâr kokusu eser rüzgâr
Ve bir bakış
Bir cenneti talanlar
Belki de aşk vardır
Şiirle miirle falan avutamadığım
Bir ömrü savurduğum yoluna
Koşup koşup tutamadığım...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:52 PM
Belki Gelmem.....Gelemem....
Gece sağnağı dövsün ıssız küpeşteleri
Gümüşservilerde kırıldı zaman
Kemanlar tenha kanar salaş meyhanelerde
Bir deli rüzgardır ömür ey şair
Hicran
Yine hicran
Yine hicran
Ebruli nurlarla imgeler çizer karanlığa
Bir yıldız kaymasıdır rindlerin yolculuğu
Devrilen bulutların heybetli gürültüsü
Aah yalnız kaldık sonsuzlar ortasında
Görkemli yalnızlıklarından yeni gökler yaratıp
Ankalar uçar gider pür imge kanatları
Ne yaman bir ateş i suzandır bu
Hışımla yaprak döker yitik sevdalar
Müselsel ve dipsiz pişmanlıklardan
Şiirler kan içinde
Ah ayrılık ne yaman
Bütün kaldırımlarda hep onu aramıştır
Ceplerinde yıldız taşıyan bir derviş edasıyla
Bir uzun yolların şakisi
Zamana dizeler yağar kirpik uçlarından
Hep umut taşımıştır kalbinin yaralarında
Hangi şehre varsa bulamamıştır
Yürür hala
Dinleyin duyacaksınız geceden soluğunu
En Bilinmez yollarda yağmurda bir militan
Ölüm ki ne şaşaadır
Mutantan desturlarda
Ve ölmekle başlar hayat
Bilendi akılalmaz fırtınalarda
Kaç kez ölmüş bir adam
Yürüdü yaşını unutmuş ufuklardan
Dizeler kan içinde.. yıkılsın varsın akşam
Ve en mahur bestesini söylesin rüzgar
Dudağında kırık dökük sözcükler
Bir başka dünyada görkemli arayışı
Geride binlerce pia hüzün bakışlı
Çatırdar yalnızlıktan zaman
Yürür boynunda yeşil fuları
Gece trenlerinin bıraktığı yalnızlıktan
Yağmurda bir militan
Sonsuzda attila ilhan
Tepeden tırnağa ateş
Tepeden tırnağa ümit
fısıldar
“Sana ait ne varsa hiçbiri benim değil
Belki ölmek hakkımı kullanıyorum
Belki gelmem gelemem 5 dakika bekle git “
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:52 PM
Belki Yarasıdır Birbirinin Ayrılanlar
Alevdir ağızda dil sözcükler yanar
Neylesen anlatılmaz çekilen acı
Yürek parçalanır can darmadağan
Taşar bir damla gözyaşına
Kan seli bir çığlıkla yıldırımlar savurur
Zaman suratına çarpan beton bir duvar
Susar saatlerin çanı
Yanarsın zındanın ışımaz
Ne bir tek düş- ne de anı
Taşımaz vurgun yürek taşımaz
Yere göğe sığmayan kederi
Yaşarken öldürür insanı
Yüreğe saplanan yâr hançeri...
Ey yarası bağrında dağlanan yetim yürek
Şimdi ağla ağlamanın vaktidir
Hiç bir söz anlatamaz ahını
Ne desem yalan
Tökezleyip düşmüşsün dipsiz uçurumlarda
Ayrılık doğmuş ufkundan
Kimsesizsin- ıssızsın
Hangi kapıyı çalsan kilitli
Filizkıranlar dalamış çıvgalarını
Darmadağınsın işte
Belki yarasıdır birbirinin ayrılanlar
Belki de hiç bir şeyi
Artık ne dost kalınabilir ne düşman ne sevgili
Çünkü çıkaramaz bunlar yürekten kanatan hançeri
Ağızda alevdir dil- sözcükler yanar gider
Dağların gazel dökmüş yitirmiş şarkısını
Kalmışsın işte
Yuvası tütsülenmiş bir tilki gibi
Nacâr
Kar altında
Ve ayrılıklarda yağmalanmış gençliğin
Orada
Bir başına ölmek istersin
Bilirsin ağlamak isyan etmek boşuna
Yürekte açılan çatlak
O gelse de kapanmayacak
Başka yolu yok
Bir düş gibi silin git
Bu sevgisiz ummanda yit
O bulamasın seni
Ve bütün köprüleri yık geçtiğin yollardan
Arayamasın seni..
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:53 PM
Ben Gidersem Ay Sen`deler
Gecenin yırtıldığı yerden
hüzün yıldızı düşer
Uykunun kesilir düş damarları
Gönlüme dağların ıssızı düşer
Ben giderim bir tel kopar kemandan
dağılır sazendeler
İçimde tufanlarla
caddelerden geçmedim mi
Yüreğimde bir ateş
kim farkına vardı ki
Kapaklanıp düştüğüm her kaldırımda
bir parça yüreğim kaldı
Yağmur
kanımı çok sildi
Yaşadığım ne varsa
şimdi kan içindeler
Nice göz-nice türkü
artık hepsi bendeler
Ben gidince ay sen-deler
Denize bir sızı düşer...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:53 PM
Bencillik Aynaları
sevinç bir kelebekti
yüreklerde dolaşan
gözbebeklerine konan
onu da öldürdünüz
tozu bile kalmadı parmak uçlarınızda
artık bütün aşklar güz
coşkular topal mavi
duygular yalnızlık sarı
çıldırın ıssızlıktan
bakarak görmeden birbirinizi
sokaklar dolusu yüz
bencillik aynaları...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:53 PM
Beni Unutma
Sevdiğim-şah damarım-unutma beni
gülüşünün kıvrımında sakla aşkımı
hüznünün çiğ tanelerinden kanasın tomurcuğum
yaramı gül bellesin sevincinin kelebeği
içli bir şarkı olmuş o eski sonbahara
sararıp dökülürken bakışının yaprakları
sevdiğim- aşk dikenim unutma beni
ay uyur- yıldız körelir gecede bir kıyı var
beni öp uykularımda- sonra yeniden öldür
beni yak yüreğinde bu yangın hiç sönmesin
sevdiğim- celladım- beni sakın unutma
duymasın hiç kimseler sevdiğini fısılda...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:54 PM
Bir Denizn Terk Ettiği Kıyılar
yaşlı çınarların
dalları sızlar
yeşilini sararttıkça sonbahar
elveda dediğin yerde
yüzyıla keser anılar
bir rüzgâr çürür
ıssızlık çınlar
ağırdır taş olur
taşıyamazsın
gözünde bir damla sevgi
bilir de anlatamaz bunları
bir denizin terk ettiği kıyılar
diken sarar gül büyüyen bağları
dağ yürek
dağlı yürek
çatlasan erimez
doruğu yurt tutan kar
damarlarını kuruttu
gelip geçen yolcular
unutulmuş kör kuyu
dipsizliğine kanar
ve saklar hasretini bütün yalnızlıkların
bir denizin terk ettiği kıyılar
şimdi ayaz çatırdayan gecede
ateşlerle sevişirdin bir zaman
yalımlar küle döndü
yıkıldı deniz feneri
başını alıp gitti rüzgâr
ne kapıları vardı çalacak
ne ışık verecek pencereleri
ne sağnak türkülerin
coşku çağlayanların
silemedi yüreklere bulaşan kiri
çölün üzerinde bin yıl yatan su
tek çiçek açtıramadı kumda
ve aşkların aşındığı her yerde
sızlar bütün bunlara
bir denizin terk ettiği kıyılar
taş suya suskun kalır
kemirir graniti dalgalar
kasırga kesilmiş öfkeler
kıyıya kıyıya çarpar
şafakların büyüsüne kapılır
lâl akşamlar hatırına
taş suya suskun kalır
gün olur bir ay ölüsü
gözleri kör körfezlerde
yapayalnız hayaletler dolaşır
ve cümle mavilerin mezarıdır
bir denizin terk ettiği kıyılar
önce martılar gider
kanatarak kanatları bulutu
ve sevda türküleri diner
geçmiş güzellikler çürür dökülür
küser baharlara
yağmurlara sırt çevirir
gözyaşında çiçek açmaz çakıllar
sulara kapatır kapılarını
ölür çölleşe çölleşe
bir denizin terk ettiği kıyılar
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:54 PM
Bir Kekik Kokusu
bir kekik kokusu geliyor sözcüklerin dalından...
saçlarının boynuna dokunduğu yer gibi
sanki uzak bir sahil akşamında buluştuk
ikimiz de yorgun argın ayrılıklardan
bu yağmur öncesi bekleyiş... yüreğim çın çın...
gözlerinin derininde kanayan keder gibi.
çiy düşmüş sözlerinin gül goncasına
ben seni tanıyorum
kahrolmayası
bin yıldır aradığımsın...
belki de aşk
deli sağnaklarla
iki yıldırımın çarpışmasıdır
ve iki yüreğin
görmeden
tanımadan araması...
iki dağ selidir bir koyakta buluşan
“belki de tapınağı taşıyan iki sütun”
ben seni biliyorum
yarasını nasıl bilirse herkes
her sözcüğün yaprağında ürperen heyecandan
karanlıkta yolunu bilmesi gibi yabanıl hayvanların
ve kelebeğin gülü
biliyorum
sen o’sun
dikenli bozkırlarda kan-revan koşan
yüreği linç edilmiş türkülerime,
yüreği vatan...
şimdi haykır
çiçek sağnaklarıyla işgal etsin içimdeki bozkırı
sesine ses arayan sonsuzun
bir insanı tanımak
bir ummanı tanımak gibi
aşksızlığa bahane
ki acı bir yanılsamadır... yıkar ömrünü
çoğunun insanım sandığı...
herkesin bir o’su vardır
görür görmez tanıdığı...
*******de menzilsiz bir atlıyken yüreğim
sözcükler
yoluma sağnak inen vahşisarı ayışığı...
belki de ömrümüzün tortusu
sevinç kelebeğinden
parmak uçlarında kalan toz
ve gözyaşındaki tuz
ömrümüz sevgilim
tut ki kuru yapraktır rüzgarlarda savrulan
ve geriye kalan... coşkulardır yalnızca
anların kıvrımında saklanan
gerisi yalan...
ben seni tanıyorum
yitik güzelliklerden kalan
ıssızlığın ortasında
bir hazin şarkısın
eski bir gramofonda çalan...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:54 PM
Bir Susuşun Kaldı
Dağınık saçlı bir susuş kalır senden
Zaman zaman ellerinle taradığın
Küheylan bir gece terk eder kenti
Öpüşün kalır ve mahrem yerlerin
Avuçlarında sımsıkı
Sessizliğinin...
Ve belinin kıvrımında devinen hayat
Suya bırakılmış usul bir kayıktır birden bire
Birden bire
Yüzünde yasak bir lâhit gibi taşıdığın
Bıçaklanmış-dövülmüş-terk edilmiş geçmişin
Şiirlere sarılır
Dizeleri kement yapar asar kendini
Susuşun kalır senden...
Geriye sarılmak kalmıştı oysa
Yalınyürek ve bilgece bir insan sıcağına
Koyuvermek gövdende kilitlenmiş gökgürültüsünü
Uçurumlarına düşmek vardı
Uyumak sularında
Saatleri kırmak vardı öpüşlerin örsünde
Uykuna karışmak vardı karanlıklara inat
Düşlerle başlamak için yepyeni bir şafağa
Kabında su
Suyuna kap
Gülünün gövdesinde özsu olmak vardı
O hazin susuşun kaldı geriye
Her sabah taradığın...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:55 PM
Bir Yaprağın Düşüşü
bir yaprağın düşüşü bin yıl sürüyor
elim yüzüm sonbahar
yıkılan düşleri deli yeller götürüyor
taşlaşan bir anı var suskunun
kör kuyu uykusuzluk
gece bir menzilsiz yol ki bitmiyor
sular sızım sızım içimde
delirmesine durgun
çatlarsa sabır taşı
akarsam
bir yara sel keser
bir dehşet hicran
bir magma isyan
bir koygun sancı akar akarsam...
bir sancı bin delirir
dağa taşa çarpa çarpa yüreğini
bir sancı bin delirir...
ve yıkılır
içimdeki tapınağın sağlam kalan son yeri
akarsam
bir daha dönmem
kahreden yatağıma...
kimse bilmez
suyun damarlarını
yaşadım ben
yüreğe oluk oluk dökülen ateşlerde
dal süren sancılar ülkesi bu bekleyiş
sancılar ki
döker sıvasını sevincin
uçurur gülüşün çatısını
sabrın da dağlanır dağları
acının da aşıldığı bir deli yer olmalı
gidersem
geri dönmem
varsın başka uçurumlar dursun yoluma
üzerime atılan dilenci giysileri
sabrıma vurulan bukağı
zaptedemez onurumu
değil mi ki bu kamaşma
açılır her mevsimden kanayarak
yüreğimin yıkık yerinde
kalırsın sen
ey göz bebeğim
onurumu kurban ettiğim
çirkef sokaklarında
ve seninle bakarım ben
bulduğum her güzelliğe
ülkesiz... bir sürgün gibi
yağmur sağnaklarıyla
bu yanık küllerimden akan menekşe
bu ateş kesilip de ruhumu yakan sabır
senin içinde
göz bebeğim
ağlama
akarım kan köpüklü
akarım yana yana
belki gelmez sesim yittiğim çölde
senin için öldüm aslında
ama sen ölmedim diye küfret
beni bağışlama...
oysa ne çok isterdim ki bilmeni
bilmeyeceksin
bu acılı ırmak
hep senden beslenip
hep sana yanacak
hep seni kanayacak ömrünce
bilme
ve bağışlama...
senden uzak tükenen bu ateşten yüreği
ama sevdalar mekanın olsun isterim
bu kalbimin son dileği...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:55 PM
Boynu Buruk Ay
kalbim...
sarı başak şarkılarla salınan sevda yurdu
hüznün ay ışığında şavkıyan harman yeri
kalbim
yorgun yılkılar gibi giden akşamın hicran yeri
kalbim
küheylan tayım
bilirim saklamaz yarayı *******in karası
her sevdanın sureti düş-tü de bin parça kırarak
o her kırığında düş çoğalttı sayısız
kalbim ey
ömrümün kırık aynası
yaralım
boynu buruk ayım
toz burgaçlarından-tipilerden geçtik
dağlandık dağlar aştık
coşku biledik hançer uçurumlarda
katliamlar katliamlar süveyda yerinde bombalar
kahredilmiş topraklarda kaç bin yıl geçti
göğün sonsuzunda yurtsuz bulutlar gibi aşık
yağmalandık
yağmalandık
kalbim
çılgın çayım
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:55 PM
Bozkır Gecesinde Çıban
akşam düşer
anızlar uzanır gider
sarı bir sızı
yazıya ıssızlık düşer
suskunluk vahşi
orada kalırım ben
bilmeden nereye gideceğimi
gün devrilir
yanar ufuk
kararır
yıldızlar kuş sürüsü
yokluğun tuhaf bir duygu
yüreğe konan bir kuzgun
korku gibi
sen beni göremezsin
gecedir
yok sayarsın karanlıkta
ama ben varım
karanlıkta kanayan su gibi...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:55 PM
Bozkırlı Sevdaya Gazel
rüzgârda ürperdi su ve dalda titredi yaprak
sen raksa durdun-ay şarkı söyledi kıvranarak
yıldızlar rakkasen oldu dolandı etrafında
böyle anlattın aşkını sabaha dek oynayarak
ben şiirler söyledim gece boyunca tavafında
yanıbaşındaki hasretimi anlattım ağlayarak
kesektendi suratlar- gülüşler bozarmış çorak
yıkıktı kerpiçten umutlar- cümle sevdalar kurak
ağustosta cehennem konuk olurdu- kışınsa ölüm
doyurmazdı onca canı güneşte kızaran orak
değişsin yazgısı istedik- ışısın bakışları
düşman topladık bir silah gibi aşka davranarak
şafağıydık coşkunun- umudun muştusuyduk
ve onlar çıktı karşımıza karanlığı kuşanarak
kin ışıdı yüzlerinde- şavkımız parladı söndü
kaldılar karanlıkta bizse ayrıldık yanarak
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:55 PM
Bozlak
Akşam oldu sarı bozkır bozlak bozlak kanadı
Mezar ıssızlığı çöktü göçük yüzlere
Biçilmiş göğ ekin bakışlarıyla
Birer gölgeydi kadınlar
Sevinç devşirirlerdi
Bebelerinin ilk umut mumu yanan gözlerinden
Deli bir hayaket gibi koştu yel bağırarak
Parçalanmış eteklerini savurarak
Bir tarih zuhur etti göğün yırtık yerinden
Alaca kuşlukta çekip gittiler
On beş kişiydiler
Onbeşindeydiler
Öküz gönü çarıklarıyla dağlar gibi basarlardı toprağa
Bir kaç nikel para kuşaklarında
Bir de yavukludan yadigâr
Kınalı saç dürülü işlemeli yağlıklar...
Bozkırı biçen dereyi geçemedi ihtiyarlar
Birer mezar taşı gibi kalakaldılar
Çile çiçeklenmiş sakallarına
Farimiş gözlerinden acı yaşlar boşandı
Korkularını susuşlarına saklayamadılar
Öpülen ellerine bir türlü bakamadılar
Birisi Yemen' den söz açtı- birisi Balkanlar' dan
Yeniden sızı verdi kocamış yaraları
Esirlik günlerini anımsadılar
Ufaldı karaltılar kil yeşili dağlarda
Kimisinin anası- kimisinin yâreni
Gitti onlarla ufkun ucuna kadar
Gözleri yabanıl atlar gibiydi
Ve kavi yürekleri kan içinde
Ölümcül bir afat oldu ayrılışları
Ve bir daha dönülmez kadar uzak
Kerpiçten evlerin el kadar camlarından
Çocuksu gözleriyle bakakaldı yavukluları
Acı yaşlarını saklayamadan siğim siğim ağlayarak..
On beş kişiydiler
Onbeşindeydiler
Bir daha dönmediler...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:55 PM
Bulut Zamanları...
yurtsuz bir ay akıyor
eski bir kış masalı anlatan bulutlardan
gecenin duvarında pencereler yalnızlık
fanilikten söz eden bir şarkı rüzgar
ötesin sen
gül kurusu saçlarında gün batar
susuşun sarı yapraklar
gözlerin sonbahar
ah o bulut zamanları
ki zamandan kovgun
kül hiçlik
kil akşamlar
bun
rıhtımlarda beklersin beni
duraklarda
sonsuza daldığın her yerde
gazeller döker yüreğin
gözlerin aşk girdabı
ben o uzak kır yollarında
anızlı derin hiçlikte
yıldız yağmuru *******den ıslanmış
ay biriktirerek yüzümün yapraklarında
sesimde çoğaltarak ırgat türkülerini
bakışımda kaval kanamaları
tut ki yaylası ölenler-dağı yıkıklar gibi
köle pazarları... sokak çocukları... tarih
yıkılmış kentlerin altında kalan hasretlere
hüznümün sırtında anlatılmaz sevdalar...
gelirim
kederim çivilerle
yüreğim cesetlerle
hayvanca hoyrat
eylülce şair
yar
bakışında uçuşan yapraklar...
acı
sen ki buldukça tükenen
elimi uzattıkça tutulmaz rüzgar
tanıdıkça yabancı
izafiyet kesinliğinde bir bakış buldum da gözlerinde
kuantum tadında bir şeyler
keynes ve sonraki kış
tam da bir uzun havanın orta yerinde
mekanik metal bir bakış
tam da turaç kuşu konarken dala
aaah nasıl da yorgunum... ki uzak
kanar gayri şuramda
tökezir deli akış
düş ovalarına ölümcül bir ot gibi girdi de aşk
yaşlı çınarların altında
sen bittin... aşkını öldürerek
aşk işte
devrimci ezilmişliğimizin altında
seyriyen asi damar
aşk işte
bulut tayları
yürüyen arkadaşlar
keremin aslıyı sorduğu yanık ocak taşları
yurtsuz bir ay akarken üşüyen yalnızlıktan
şehir
akşam gününde
geçmiş hazanlarla günlenen ihtiyar
pencerenin pervazına düşmüş ölü bir arı
ışıklarla oynaştı... güllerle sevişti... dikenlerle dövüştü
yağmurlar yaşadı... yellerde savruldu
hala kanatlarında bulut bulaşıkları
aşk işte
ırgat sofralarında taze somun gülünce
nasıl yayılır o gülüş sıcacık
nasıl akar boşalmış dere yatağı çizgilerinden topraksı suratların
aşk işte
ömrüm ki
iklimini yitireli çok olmuş
belki bin yıllık yoldur geldiğim
sevdiğim
bir sevdalı yüreğin eylülüne düştün
ki onca zamanda aşk da eğrilmiş...
gülüş de yitirmiş aslını... bakışlarda heyelan
sararan yapraklarım ürkütürken saçlarını
yüce dağ başında ağlar bir ceylan
bozkırlarda kuşlar toplu uçuyor
dikenler kurumuş ama ayakta
kış kötü geçecek bu yıl
faniliğe dair bir şarkı söylüyor da bulutlar
anladım kimi zaman başlamadan biter masal
şu deli bulutun tayı
alır da götürür ıssızıma
sen
gayri beni anımsama
kal...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:56 PM
Bütün Vedalar Deprem...
ayrılık suskusu yüzüne düşmüş
tenha kirpiklerin öksüz mü kaldı
bozkır çökmüş yüreğinin başına
yüzünde gülüşün gülsüz mü kaldı
saatlerin ikisi var üçü var
coşkuyu hüzün geçe
kavuşmaya dert kala
ölümlerin erkeni var geci var
hain gide/mert kala
yürekler dikenlere dalanarak
koştukça yalınayak
zalim göçer
mazlum kalır
yeryüzünde kum misali acı var
söz yarası köz yarası sevdicem
can kurutur-sevda yıkar
ben giderim
türküm kalır...
beni dağladığın acı zamanlar
geriye dönmeyen çağlara döner
bir şiir bahçesi saydığım yüzün
bensiz kara karlı dağlara döner
baharını dolu çalar ayrılıklarda
sevincini ateş sarar
köz olur gam içinde
bütün vedalar depremdir
elveda küçüğüm elveda
bir gün sen de anlarsın ki ölüm var
insanın insana ettiği kalır
sevdalar da gelir gider
ah ne acı bir iz yaşam içinde
filizkıran vurmuş mutluluklardan
ezik bir yüreğin eksiği kalır
dört yanın uçurum
al kan içinde
hançerlenmiş gençliğim oy
yelde yaprak misali
toz olur dem içinde...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:56 PM
Bütün İklimleri Ömrümün
Yarım kaldığı yerden kanayan
Bir hazin coşkudur bazan
bazan yağmur öncelerinin
Çıldırtan boğuntusu
Hangi gülüşün rüzgarı dağıtır
gözbebeklerine çökeren pusu
yarılmış topraklar bırakır geride
dinivermiş bir deli su...
ey hüzün
tomurcuk patlayışlı
rüzgarda hazan
yağmur bakışlı hüzün
kayaları delen gülün düşüsün
ki anavatanısın
kahredilmiş bu firari yüreğin
evsiz serseri aşkların
yattığı ağaç altısın
içimdeki, su bilmemiş ağacın
emdiği özsu hüzün
acının bağrında açan al gülün
gülüşüsün
değilse
senden önce ve sonra
kadim bu acı
ben yine kendimi çarpa çarpa akan çay
ki yaralı bir kanadı
uykuma sureti düşen her kuşun
can tadım
an anla buluşur
andan ayrılır
can canla kavuşur
candan ayrılır
dem olur yağmalanırsın
yırtılır gülüşünün giysisi
paralanırsın...
bir yol aşkımız
bu hüznü vatan seçmiş
ne ayrılık ne hasret
silemez bakışıma
gökyüzüyle çizilen adını
yeter ki ihanet yüreği dalamasın
o hep gelir
çok sürmez ayrılığı
kadim konuğu yürek sofrasının
yalnızlığın kapısını aralayan rüzgar
bekleyişin camından
dökülen ay ışığı
hüzün...
ey hüzün
yakamoz sekişli
yıldız gülüşlü
kokusu yar esişli
ki bütün iklimleri ömrümün...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:56 PM
Çengili Meyhaneler Sokağı
karanlıkta çınlayan kahkahaları
alabilesiye şuh
fevkalâde haşarı
birbirine düşerdi onun yüzünden
Ege’nin en namlı korsanları
dağlardan eşkıya indirir
midillili eleni
güneş sarısı saçları
sevdası insanı bitirir
sanki buz mavisi teni
ve bütün bunlara ağlıyor şimdi
yaşlı bir yosma gibi unutulmuş
eli kolu inmeli-mecal vermez ayağı-
kanar suskunluğuna derbeder
çengili meyhaneler sokağı...
hani o akşamlar
coşkuyla açardı yıldızlı perdesini
cıvıl cıvıl yosmalar
zil ve kadeh sesleri
havada
kadın
kumar
kavga kokusu
hani uzak adaların denizcileri
koç boynuzu bıyıklı zeybekler.
silinmiş esamisi
bir daha dönmez zamanda
kurumuş toz olmuş gülün yaprağı
terkedilmiş aşıkların gözleri kadar ıssız
zamandan habersiz boşuna bekler
çengili meyhaneler sokağı...
gülüşünden çıngılar saçılırdı geceye
çingeneler gül satardı-yalın ayaklı-güleç
gözlerinde zühre yıldızı yanardı
sazendeler meşk vurur
eleni göbek atardı
her gece mutlaka cıngar çıkardı
bir gecelik aşklardan
yıllarca kaçak gezer
hapis yatardı
adı dokuza çıkardı
intizar alırdı-umursamazdı
böylesine yıkılışı ah tutmasından
gayri tek söz söyleyemez dudağı
elbizli kirpikleri hüzne saplanmış
çengili meyhaneler sokağı...
iki parçaya böldüler
denize çıkan yanına barlar dizildi
kalanına gar sokağı dediler
şirketler-matbaalar-ve sair iş yerleri
başka gözlü adamlar ve kadınlar
yalnızca arada bir
eski ehl-i keyifler
geçip gider utanır gibi sessiz
yıkılır her soluk anlamsız bir boşluğa
sahipsiz mazilerin son durağı
ölür öldüğünden habersiz
çengili meyhaneler sokağı...-
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:56 PM
Çizmediği Bir Ömrün Haritasında
her düş kendi gerçeğinin duvarına yaslanır
üşür yalnızlığında-sağnaklarında ıslanır
hep bir şeyler bekler
bir şeyler erteler
çizmediği bir ömrün haritasında
bütün sularında keder
her düş kendi bekleyişinde paslanır
gün olur
kabullenir kendine sunulan hayatı
vazgeçer düşlemekten
umuttan-beklemekten
kafesini kabullenen hüzün kuşu
unutur gökyüzünü
uslanır...
dikeni gül gösteren tül
yanar bir gün
ve kül eder
bülbülünün türküsünü
her düş
kendi gözyaşında ıslanır
ben senin aynanda
sen benim aynamda
birer görüntüyüz belki
bir düş aldanmasıdır yaşadığımız
bir yıldız kaymasıdır
bir şimşek çakmasıdır zamanda
bir yağmur damlasıdır
her düş kendi aynasında
kırılır yaşlanır buğulanır
ey ömrü gurbet yüreğim
kır bütün aynaları
kan içinde varılsa da
varsın serapsız uzansın içindeki çöl
kendi gerçeğini bul
kanadından yaralıysa
dudağın gülüşsüz kalsın
düş düşleyeni unutmuşsa
uykular düşsüz kalsın
ey ömrü gurbet yüreğim
yalan yaşamaktansa
öl
kurtul...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:56 PM
Coşkudan Aygır- Hüzünden Kısrak
uyumak bir kış masalında sana sarınarak
bakir adalarına kulaç atmak dalgalarında
herşeyden arınarak...
kaklarından özsular içmek tırmanmak dağlarına
iliklerine işlemek dörtnal bir sağanak olarak...
beni her yerinle düşle ki çıldırt yalnızlığı
coşkudan bir aygır düşün ve hüzünden bir kısrak...
uyanmak tavlı topraklarının buğusunda
ışığının goncasında
seni sürmek- seni çapalamak- seni nadaslamak...
örsünde demir dövmek sevişircesine kıvılcımlar saçarak
ve gövdenin ürpertici kayrağında kılağılanmak...
deli düşler çılgınıyım- yalnızlığın duvarına işerim
aklıma düştümüy dü yanardağlarında lavlanmak...
akkorlarının vadisi kesilir ki dilim ey çöl
meramım sende bırakıp beni- senden seni çalmak...
sende bana ait boş yerler
ki ateş kuyuları
ve bütün içlerin senin...
ey aşk
sen misin o
bütün zamanları uçurum bir öpüşte yaşamak...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:57 PM
Çılgın Ankalar Gazeli
öfke çıvgınlarıyla-dinç adımlarla-zamanı sarsan kasırga gibi geldik
yürek kattık şarkılara-bulut kattık yüreklere-dallara rüzgar gibi geldik
genceciktik-goncacıktık-ağustos yanığı gülüşlerimiz pür aydınlık
bakışı metalik külüstür kalabalığa çiçek sağnağı bahar gibi geldik
çekilmiş hançer gibiydik damarlarımızda ateş selleri akarcasına deli
sevdayı kuşandık çığsilah-bu kudurmuş karanlığı yıkar gibi geldik
dövüştük akın akın
biçildik ekin ekin
kıvılcımlar gibi yayıldık bütün dağlara
ne bu son kavgaydı
ne de ilk kırılan dalıydık
on bin yıllık bir zulmün işgal ettiği kahredilmiş insanlığın
bazan yalın ayaklarımız paramparça
ellerimiz kösele
sıska yüzlerimizden sökülmüş gülüşlerle
ormanları yakılmış dağlar gibi geldik
bazan... tank paletlerinin önünde yığın yığın ezilerek
açlık kıtlık kıran talan içinden
katar katar karıncalar gibi geldik
aşk kuşandık
umut dokuduk zından tezgahlarında
bütün kıyımların öfkesiyle donandık
sevdalar kurtulsun diye
gülüşler yarası sarılsın diye
zincirler kırılsın diye
zındanlar yıkılsın diye
göz altında boğazlandık
sehpalarda kanatlandık zamana
ateşe vurduk da yüreği zifiri karanlıkta
yandık
zaman hüzün koydu adını şarkımızın
yeniden doğduk küllerimizden
yeniden
yeniden
çılgın ankalar gibi geldik
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:57 PM
Çınar
yaşayacağım
dedi
rüzgâra yaşlı çınar
nasıl unuturum
şu yüz yıldır yeşermeyen dalımda
yurtseverleri astılar
sevgililerinin adını yazarlardı bağrıma
kurşuna dizilen delikanlılar
onlar ki zulümdü
alıcı kuşlar
çekirgeler gibi geldiler
yağmalaya yağmalaya kaldılar
bebeleri bile boğazladılar
acısından yeşermeyi unuttu toprak
kuşlar ötmedi yasından
kurşuna dizildi delişmen yağmur
durmadan kanar
yaşayacağım inadına
dedi rüzgâra çınar
sonunu görmeliyim celladın
masallar anlatmak için bebeciklere
indi miydi gözlerine yıldızlar
duldamda sevgililer
hayaller kurana kadar...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:57 PM
Çöl Issızda Gül Kokusu
Hadi yüreğinin en dibindeki yaraları göster bana
Bana en derin kıvrımlarını
Belki istediğin yanıtı veremem sorularına
Belki sözcüklerimdeki gizem
Teselli olmaya yetmez acılarına
Ama paylaşmanın tadını yaşarız birlikte
Sevincin parmak uçlarında kalan tozunu
Acıyı paylaşmanın tuz tadını...
Acının bile tadını almak
Yaşamaktır
Bilirsin bunu...
Yıldızsız yalnızlıklarınla yaslan
Çöl ıssız yalnızlıklarımın hasırına
Birbirimizin yüzlerini okuyalım
Yürek çizgilerimizi çözelim susarak
Evet acıyım- yaralıyım- kan içindeyim
Sevinçleri- umutları korumak için
Direnmenin bedeli değil mi senin de acın
Sevdayı ve yaşamı
Sürekli keşfetmenin ataklığı değil mi
Yalnızlığın senin de...
Kimi zaman bilinmeyen bir dinin
Görülmemiş dervişinin akılalmaz sabrını
Bir biz taşıdık...
Kimi zaman tüm dinler kovdu bizi
Sorguladık durmaksızın ne varsa
Dünyayı sonsuzda
Zamanı bir anda
Yaşamı ölümlerde
Sevdada kavgayı sorguladık
Kendisiyle bizim kadar hesaplaşan
Başka bir sorgucu olmadı...
Kuşkusuz
Yarın başka bir ayrılıktır bu günden
An andan ayrılıktır
Soluk soluktan
Yarın başka bir rüzgâr savurur seni
Beni başka bir rüzgâr
Derler ki: tüm maceralar
Ayrılıklarla başlar
Gel
Ayrılıklardan söz edelim bu akşam
Susalım
Bizim ayrılıklarımızı sözcükler tanımlamaz
Sözcükler anlatamaz özlemlerimizi
Tıpkı bir dua gibi
Suskun ******* gibi susalım
Susarak konuşmayı biz kadar
Başka kim bilebilir...
Bakışlarımızda kavgalar- yenilgiler
Yangın yerleri Fırtınalar
Batan gemiler
Yüzümüzde çizgi çizgi
İnsanlık tarihince yazılan onca keder...
Zulanda giz edip gizle yüzünü
Acını coşkularla bastırmak isteyince
Açıp açıp oku bakışlarımı
Tıpkı benim yapacağım gibi
Kimi zaman işkencede buluştuk
Kimi zaman zindanda- darağacında
Elbet gene buluşuruz
Belki kavga- belki sevda
Ama mutlaka coşkuda
Yaşamın anlamı coşkuda...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:57 PM
Çöl Kasidesi
Çöl
Bedevi özgürlük
Göğü tefekkürün açık risalesi
Yeşilini- mavisini- denizini
Ve gök kuşağını gül bahçesini
Yüreğinde taşıyabilenlerin şiir ülkesi
Çöl...
Gâhi Hasan Sabbah'ın cennetinden
Haşhaşı bir keyif tutu boşluğa
Gâhi Alamut Kale' si
Dahi Babil' in Asma Bahçeleri
Yıkıldı tanrının gözleri önünde
Ve Hayyam rubailer bıraktı
Gözleri yıldızlarda
Sözleri rûzigârda
Ve cümle günahtan aşikâr olanların beldesi
Çöl...
Mevsimler ki ömrün geçen demleri
Aruzun düz kalıbında eser rüzgâr
Hurmaları elif elif sallanır
Kum solur kervanlar
Develer şedde şedde aşar zamanı
Me fa i lün- me fa i lün başlar aşkları
Ağlar müs te'fi la tün'den
Güzellik serabı kasideler
Gazeller hüzün tarlası
Mesneviler göl göl
Yârin kusuruna tecahül-i ârif
Yarin nazına hüsn-i tâlil
Çöl...
Ya İmrül Kays
'Şeytanın cehennem yolundaki
Yardakçısı' dediler sana
Dediler
'Şiirleri müselman
Kendisi kâfir'
Selam olsun ruhuna
Yüzyıllardır koşan şarkı
(Çöle gezmeğe giden kızların
Ardından gizlice iz süren
Ve onlara devesini kesip yediren
Bebesini emziren kadının
Diğer memesine yanaşan deli)
Ölüme yapılmış arabî şaka
Selam sana ya İmrül Kays
Halâ asılı gökyüzünde Muallâka
Çöl hâlâ duruyor yerli yerinde
İnsanı kum gibi savrularak
Yağmalana yağmalana
Kan göletleri bırakıp
Nice cellatlar geçti
Ve aşk meşk içinde inat
Sen geçtin
Ya İmrul Kays
Ora nere- bura nere
Deli ruhunu sokacak
Başka beden kalmadı mı
Neden beni seçtin?
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 12:57 PM
Dalma Durgun Acılara
gözlerin acının bal peteğidir
dalma durgun sularına acının
dökme kirpiklerini dalgın sulara
günlerin çöp yığını
kokuşurken kaldırımlarda
yüreğinin alanlarında kanlı pankartlar
dalma dalgın sularına acının
yüzümüzdeki bu kırgın bakışın çatısını
giden arkadaşlar kurdu
onlardan kaldı bize yürek kalelerimiz
büyük şehirler gibisin
darağaçlarını unutmayan
ikindi gününde ışıyan alnında
silinmez kederlerin kitabı
yağmuru giyinmiş adamlarını unutmayan
kaldırımlara yayılan
taze simit kokusu
baharı gülüşünde taşıyan kızlarını unutmayan
şehirler gibisin...
onlar ördü yapısını duruşun
dalma yorgun sularına acının
şimdi sis basmış günlerin dümen suyunda
belkemiği sökülmüş küçük burjuva aşkların
kirli çamaşırları yıkanmakta...
aşk dedikleri onların
burun sümüğü-göz sidiği-düş sapkınlığı
iki kilo pırasa-üç kilo turp-
aşk dedikleri onların
sarhoşken yatılan adamlar ve kadınlar
uyanınca yaşanan lağımsı duygular
kendini pislikle temize çıkarmak
aşk dedikleri onların
“mükemmel” dedikleri eşlerini aldatmak
sanal bir şey onların aşk dedikleri
beş dakkada başlayıp üç dakkada tükenen
onların aşk dedikleri
aynı anda üç insanla beş insanla yaşanır
mutlaka birilerini yedekte bulundurmak
kusmuk
tırıçkadan tayyare-selam söyle o yare
nezle-grip-davul tozu-minare gölgesi
yürekteki eğrilik
gülüşteki yamuk
ve bütün bunların duldasına oturup
nazımdan okunan dizeler
ustalardan birkaç alıntı
ve bakışlar taklit
ses tonları çalıntı...
gözlerin acının bal peteğidir
dalma durgun sularına acının
toparlan
günlerin yılkısının sağrısı yağır
kalk ve yürü
bulvarlarda alanlarda kırlarda
yolunu bekleyen hayata
şimdi gece bir yerlerde yağmur sağıyor
yenilgi alanlarında
ağaçlar yeniden çiçek ağıyor...
biz gönül kandaşıyız
can bağımız sevdadan
ve ateşte-kanda-zındanda
kasırgalı sevdaları
biz kadar kim bilir başka
dalma kırgın sularına acının
hadi
kalk ayağa...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 01:00 PM
Deli Uzaklar
uzaklar uzaklar deli uzaklar
birikir kor olur yüreğimde
gözlerimde nem olur
sözcüklerde saklı imiş tuzaklar
gülüşlerde deli sular tökezir
hüzünler sitem olur
alır beni
çalar beni taştan taşa
sürükler gecenin uçurumundan
yüreğin bağrına inen sağnaklar
sen benim bulutlarım olsaydın
yolsaydın bu diken çölünden
pusunda-pembende-mavinde arıtsaydın
acımı kahrımı eritseydin
beni sana katsaydın
bilseydim yüreğin ne gizler saklar
gece çöker hüzün demlenir
ıssızlığın dehşetinde ay kişner
uzakları kurutur-kül eder zaman
göğüm çöle kesmiş yıldızım sızlar
sen benim *******im olsaydın
sana kesseydi şafaklar
sen benim göğüm olsaydın
yıldızım-ayım olsaydın
cana kesseydi şafaklar
deli çaydın uğramadın çölüme
dolunaydın dağlarıma adım atmadın
beklerdim-umudum olsaydın
uzaklar uzaklar deli uzaklar
yağmalanmış bir ömürden kalan yarayı
ya ölüm dindirir-ya da aşk paklar...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 01:01 PM
Denizin Dudağı
bulutun dalında kuş
denizin dudağı dalga
baharın kucağı yeşil
yeşilin öpüşü gül
akşamları yıldız iner gözlerin
yürek dağlarım devrilir
yel ne bilsin gonca gülün kırgınlığını
savrulur
bahar basmış benim deli yalnızlığımı
zaman bilmez yüreğimin dargınlığını
bahar basmış has bahçeyi
bir yeşil ki sağnak sağnak
ötelerde denizin o şehvetli coşkusu
tütüyor gül
tütüyor aşk
tütüyor toprak
kızlar geçiyor
kucak kucak çiçek
neredeyse kalçalarından şehvet fışkıracak
kızlar geçiyor
memeleriyle zamanı okşayarak
bahar basmış has bahçeyi
dallarda sel sele kelebekler
seni sordum
buralara hiç gelmedi dediler...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 01:01 PM
Dilâra
önce zulüm uludu
ve duman pelteleri
cellatlar kudurdu
sokaklar
ölüm sirenleri
azrailin ayakları paletli
potinler
potinler
potin selleri.
yarım kalmış şarkılar kar
pankartları kovalayan rüzgâr
yatağı ölüm uyku
ağıt çığlığı sokaklar
seslerinde kan selleri...
caddeler ürkek-kaderci
yılgınlık serpişmiş yüzü
yalvaran can selleri.
karanfiller aşk açardı bir zaman
öksüz anaların avuçlarından
oylum oylum karanfiller
mezarlıklara kanar...
tahliye bir başka zından
işsizlik sokakları-kirli takipler
zincirli dünyada dostluklara ödenen
hiç hesapta yoktu bazı bedeller
eski yandaşlar ki yavşamış gülüşleri
pek çoğu tanımazlıktan gelen
bir senin özlemindi yoldaşım
hücreler dolusu-voltalar boyu
boy verirdin duvarlardan dışarı
sevdiğim
direnç çiçeğim
şimdi hâlâ ayaktayken
kalkmış bir yumruk gibi yüreğim
beni koyup ıssızlıklar tarlasına
beni koyup isyanların tam ortasına
bir bomba gibi
beni koyup
gittin işte
sen de gittin dilâra
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 01:01 PM
Dipsiz Kuyularda Delik Kovalar
Sonsuza uzanan bozkırın bilinmez gizeminde
Kara kışla kar altında
Şahmaran gibi uykuya dalan
Sarı sıcaklarında amansız ağustosların
Cenderek yelleri estiği zaman
Üzerinde toz burgaçları kurulan
İnce ve deri bir yoldur hüzün
Nereye varır bilinmez
Bazan savaş- bazan ekmek kavgası
Gidilir gidilir gelinmez...
Hüzündür gözleri körpe gelinin
Gurbet yollarına dikilmiş
Bekler yılları işleyip yüreğinin alnına
Feri biter bakışlarının
Özlemin destanı yazılır
Solgun güllere dönen yüzüne...
Yad elden dönmeyenin dağılır dirliği
Yavuklusu yad koynuna sürülür
Hüzün ki gurbet dönüşlerinde
Açlığın- kıranın yıkamadığı
Yıkan kara haberdir...
Hüzündür
Kısır göğün karnındaki ölü bulut
Anasının yevmiyeci gittiği
Tarlanın anında yatan bebedir
Mor sinekler oğul verir yüzünde
Ala yılan kayıp kanını emer
Babası ister dönsün gayrı gurbetten
İsterse dönmesin varsın...
Susuzluktan yarık yarık yarılmış
Taşa kesmiş sarı göğün altında
Yağmur dualarıdır hüzün
El kadarcık tarlalarda körpe ekinler
Sararıp boyun büker- can çekişir
Yağmayacak yağmurları bekleyen gözdür hüzün
Ve harman yerinde yığılınca çeç
Bin bir çile ile harmanlanarak
Ansızın inen sağanak
Ansızın deliren su
Alır gider bir yılın umudunu
Toprak ağası mübarek
Evlat acısından beter
Hüzün ki... anlatılmaz...
Sonsuza uzanan bozkırın bilinmez gizeminde
Dipsiz bir kuyudur hüzün
Dudaklarda çatlayacak yer kalmayınca
Delik bir kovası vardır kim bilir kimden kalmış
Çekesiye akıp gider bir avuççuk kirli su...
Sevgilim gözlerine bakan gözlerim
Dipsiz kuyularda delik kovadır
Hüzündür... anlatılmaz...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 01:01 PM
Düş Gazeli
yaralıyım... ayrılık kaç vurmuş kalbimin süveyda yerinden
kuşun kanadı kırıldı,dağlar yandı kederinden
bir düşle düş bölüştüm….düşüm düştü... ben düştüm
bir düşe aşk düşürdüm... sahici, bir ömrün gerçeklerinden
baldıran zehirim... bengi suyum... düş şarabım... hepsi sen
kadehler dolusu hüzün sağılır gecenin imbiklerinden
çöllerim ılgam kesildi... seninle yıldız denizi karanlığım
içime can gibi akarsın sıyrılıp gecenin zifirinden
aşka bir candır andacım... yüreğim bin yerinden yaralı
sana gazeller topladım hazan bahçelerinden
elinle it yüreğimi... yüzüstü kalayım... ben ben ben…
son yarası ol içimin... gül sayarım... sen sen sen
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 01:01 PM
Dönekler Döne Döne Yürür
manzarayı sevmelerinden değil
dönekler döne döne yürür
sesini iğdiş ettiren horoz
ibiğini kestirtmiş... yoldurmuş kuyruğunu
gayri kıçıyla bakar
gözleriyle tükürür...
akılları döner dönmekten
şurada kim var
bu bakış neden eğri
korkudan yüreği çürür...
gülüşünün bir ucu kırmızı
bir ucu pas sarısı
bir bakışı gökte uçar kuş gibi
bir bakışı yuvarlanır taş gibi
bir eli zulüm yumağı
Demokles’in kılıcı
kısasa kısas
bir eli vicdanlarda dolaşır
katışıksız dilenci
tevekkülle yaltaklanır sahibine el göğüste
gücünün yettiğince ürür ha ürür
bir kulağı periskoptur uzar ileri
diğeri peşi sıra sürünür
öfkesini korku
korkusunu yalakalık bürür
bir garip lağım böceğidir
dönekler döne döne yürür
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 01:01 PM
Eğri Yağmurlar
Eğri yağmurlar yağıyor kalbimizin hicran yerine
Bulutlar şimşek yatağı
Ne uzakta bir ışık var bize dair
Hani gitsek sığınsak ısınsak
Ne gül pembe bir dünyanın korunağı
Kıraç bir yere vardı sevdanın çimenleri
Orada ot bitmez
Orada
Vaha bile yoktur
Orada
Yalnızlık
Yeğin lodoslarıyla hoyrat ılgarlar
Oralarda
Dürüstlük sınav verir ilk insandan bu yana
Aşk da denenir küçüğüm
şivan sağanaklarında
Boralarda
Mişayı bilir misin
Küfrettik romanın tam orasında
Gençtik
Bıçkındık
Sokaklarda yürürken
Kalbimiz
Kırgın bir aşkla
Kanadı
Mişayı bilir misin
Tam orasında romanın
Tükürdük ona
Dem oldu
Onurlu bir hayata
Bir zaafın
Bir anlık karası
Ağardı
Tıpkı suda
Nasıl
Saman çöpü fazla barınamaz
Kıyıya vurursa
Bağışladık mişayı
Bastık
Bağrımıza
En yaralı yerinden
Çünkü hiç birimiz
Onun kadar
Adayamadık ömrümüzü
İnancın çelik şarkısına
Onur
Ki bütün katlarında
İnsan merdiveninin
Varsa eğer
Aşk
Her yerde
Kendi çiçeklerini açar
Hayatı
İğrenç yataklarda
Günah sevişmelerinde
İsteyerek ve bilerek
Yaşamışsa kim
Kalkıp bize
Söz edemez sevdadan
Uzak dur kederimden
Kirletme bulutumu
Sana verdiğim ayı aldım ben
ne keşişim
Ne peygamber
Ne ermiş
Yüce dağın yamacında
Yörük obalarından
Yollara baka baka kör kalan
O kadınlar ki
O kadınlar ki
Yetimler büyüten
Kentin el kapılarında
Başı dik
Alnı ak
Ömrü zından
Bir öpüşün mührüyle
Ömür harcayan
Kadınlar ki
Sevdalar onların hürmetine
Ayakta durur hala
Ve Çığ yürek çıkar
Hayatın tüm Filistin askılarından
-------
mişa:GLADKOV'un Fabrika adlı romanındaki kadın kahraman
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 01:02 PM
Ekim
gayri ben gider olmuşum
yerimi-göğümü boşaltıp
neyim varsa bırakarak yüzüstü
hazan yapraklarına dönsün anılar
solgun gül sevdalarım
yüreğim küstü
kurumuş ortada kalmış gece
ve sığınaksız ruhum
yıkılmış evlerin harabesinden
miadı dolmuş düş toplayarak
ikindi günü gibi
yüzümde son gülüşüm
gider olmuşum
bir süre uçuşur belki
gözlerim gazellerle
boşluğum sızı sızı
gelir de okşar ellerim
sevdiğim anıları
dilimde kekre gök tadı
yüzümde yapraksız
dalların kıpırtısızlığı
yağmurlar bırakacağım
aşkların çatısını onarsın kalanlar
her ne kadar bana göre
çatısız olsa da aşklar
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 01:02 PM
Eldesiz Bir Sevdadır İmkansızlığın
gece gelen bir konuksun kırsalıma
kekik kokan yellere benzeyişin bundandır
beklenmeyen yağmurlara benzer güzelliğin
çılgın bülbüller
kadim aşkları söylerken
şarkılarında
eldesiz bir sevdadır imkansızlığın
düşsüz ve gülüşsüz bir çölse akşam
yararı yok mangal olsa yüreğim
ne senin tutarsızlığın
ne benim vefasızlığım
zaman ummanına düşen
bir sigara külü
bir saman çöpü
yalnızlığım
dağ dağ dağlanmak
geriye kalan
o yangın hasadından
ve eldesiz bir sevdadır imkansızlığın
bırak son sözlerinde kilitlensin gece
son gözlerinde yıldızlar kalsın
hüzün yüzüstü kalsın
son bahar sarım diyeyim son gülüşüne
bırak ben helak olayım
şiirler kalakalsın
yansın be yansın
köprüler yıkıldı bir yol
eldesiz bir sevdadır imkansızlığın
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 01:02 PM
Esmer Papatya
yurtsuzum
damım da yok
şu arkası dönük oturansa hüznüm olur
lime lime bir gülüş
yama yama bir bakış
ne diyeyim
buyur
otur
kimsesiz kederime
hoş geldin...
ne yalan söyleyeyim
kendi özlemlerimi
çoktan kaldırıp attım
ev araba kariyer ün vs...
gerçi bunlar zaten
bana ait değildi
olan birkaç şey
onlar da
tarihimin yol büklerinde
yıktığım köprülerde
batırdığım gemilerde falan kaldı...
gayri yolculuklar ömrüm
göçmenim
gölgesinde oturacak
bir ağacım bile yok
ne taş üstünde taşım
ne gökte uçar bir kuşum...
olmadık bir iklimdi ki geçtiğim
yol yorgunu günlerime hoş geldin
gel otur
yüreğimin terkisine
esmer bir papatya
bir hüzzam uzun hava olarak
gayri
seni de katarım şarkılarıma
ama sen
bu yurtsuza kanma
yurdum ki
koştukça tutulmayan
buldukça yitirilen
bir yar
ömrüm ki
bir deli düş avcısı
diyar diyar
sen bana yanma...
susuzsan
bir damla gözyaşım var
kal ağladığım yerde
ama sen
ağlama...
birazdan bir bulut gelir
ve ben çekip giderim
gülüşün bundan böyle
susuz zamanlarımda
bir pınar olur akar
esmer güzeli papatya
çok yitirmiş gözlerime
hoş geldin
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:02 PM
Esrar-ı Zari
keder sağnaklarının bir damlası benim olsun
yıldızlarının en ıssızı düşsün yarama
gözünün yaşlarının bir zerresi benim olsun
şehrin bütün ışıkları sönsün-gece ağsın
senin yelin bana değsin
gecenin merdivenlerinde keder
yıldızsız karanlık ömrüm
gelirsen öyle gel
ateşten sözler yazdılar parçaladılar zamanın zırhını
fermanlar tutuştu dizelerinden
yüzlerinden ışık aldı şafaklar
geldiler bin yıllar öncesinden
saltanatlar sarsıldı tahtlar diz geldi görkemlerine
ölüme pervasız baktılar-yalın yürek destur dediler zulme
sevdaya kelle koydular-ölümden libas giydiler
zaman ömür dilendi ayaklarından
sonsuz gece gibiydiler onlarsız görünmezdi yıldızlar
gecede ay kesildiler sevda ırmakları ışıdı gözlerinden
evleri dünya oldu-mülkleri sevda
tav oldular boz toprağa
ateşlere kav oldular
kirkit kirkit umut dokur sözleri
yarınlara can oldular
binyıllar öteye bakar gözleri
vuruldular-asıldılar
ölüme baş eğmez inatlarıyla
zalime isyan oldular
ömrümüz dediğin bir karışlık yol
ne kaldı geriye ertelemekten
dün dünle gitti
yarına çok zaman var
sevdanın perdesini aralarken ellerin
zamanı ürkütmeli saçlarındaki rüzgar
sen ki gözyaşlarına binyılları kat
sevgilim yaşamak
bir deli tutkudur... bütün gövdenle dalarcasına suya
bütün yanlışları ihlal ederek
sevmek bir çılgın sudur
bütün duvarları yıkarak akan
keder sağnaklarından bir damla düş yüreğime
yıldız açar kirpiklerin gözlerinin bahçesinde
bir şarkı süzülür bakışlarından
yüzüne akan yaştan bir zerresi benim olsun
sokak lambaları sönsün-şehir karanlıkta kalsın
sarıl çıplak karanlığa
tek yıldız görünmez onsuz
ıssız bir çöl geceye seraplar ara
sarıl karanlığa ki
yıldızlar sunulur onun parmaklarında
bütün zamanlardan akan
ırmaklarla buluşmadan
ne gözler ışıtır ömrü
ne sözler yalnızlığı dağıtır
yaşamak
isyandır tüm zulümlere
haksızlığa baş kaldırmak
binyılları yarıp gelen
bir türküye türkü katmak
sevgilim sevdadır yaşamak
aşk buluştur bulutların en tüteniyle
düş buluştur gidenlerden kalan şarkıyla
bana bak
bana karış
bana çağla
beni al
savur rüzgarlarında
yaram derin bakışlarınla dağla
bir gökyüzü taşımak kolay mı yüreğinde
gel ey yar-
gözlerimde ağla
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:02 PM
Ey Deniz Unutma Beni
kimisi gece sağnağıydı
kimisi nisan yağmuru
kimisi kırkikindi
ne aşklar yaşadım bu kentte
hepsi de hançerlenerek dindi
bana *******i verdiler
yüreğimle damıttım
yine de tüm hüzünler benden bilindi
yürek yağmalattım
yangın kucakladım
ki o sevgililerin gözlerinden
suretim nasıl silindi
ah nasıl söylesem
yanan samanlardı onlar
yalan zamanlardı
gökyüzünde yersiz kalmış kuşlar gibiydim
ki sınırsız sandığım
daralan zamanlardı
bütün perdeler kalktı
üryan kaldın kollarımda
kimi nerede öptüysem
oraya ayrılık indi
ah ne yaman zamanlardı
belki de bir daha dönmem
gözyaşlarım döküldü dalgalarına
öperken utanan zamanlardı
deniz en çok seni sevdim
taştan ağır yıllar geçti
uçtu kuş kanadı sevinç
dilek tuttum
dilim yandı
bir bakışta sonsuzluğu daralan
bir avuç kalan zamanlardı
belki de bir daha dönmem
bilmezler
bilmezler
ben gelmeden önce eksikti mavi
bana yalnızlıkları verdiler
baktığım her yere şiirler sindi
geride yaralar kaldı onca coşkudan
güzelliği tomurcukta-
yağmalanan zamanlardı
kaldırımlar boyunca
yalnızlık kesildi düşlerim
geç gördüm
belki de ondan
çocukça ve bilgece
deniz en çok seni sevdim
yaşam belki de yalnızca
seninle geçen anlardı
belki de bir daha dönmem
bir anıymış gibi tüketme gözlerimi
koru gözyaşımı dalgalarında
ey deniz unutma beni...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:02 PM
Ey Gerilla....
Kürtük kürtük bir türkü tutturur kar
acıdan acıya sınır yok- toprak kanar
beni senden ayırma
türkün türküme akar
Mem û Zin' i bir mezara koydular
İlenemem kurur dilim
zulümler kardeş kılmış bizi
indir silahını ey gerilla
benim de sevdiğim var
ay dökülür yanağına dağların
zindanları sana-bana
zulüm koyar yasasını ölümün
yağmalar gözyaşını
ekmeği bular kana
ne vatan tanır- ne sınır
silâh silah- öfke öfke kışkırtır
seni bana- beni sana
kaç bin yıldır çerağ yaktık
unutulmuşluğun vatanlarında
ışığını destanlarla donattık
ağalar büyüttük kanımızla azametli
şıhlar zuhur etti bağnmızdan
korku suretli
bütün cephelere kurbanlık gittik
türkülerimiz kardeş bizim
gözyaşlarımız aynı pınardan gelir
ahımız hısım akraba
düşmanımız bir
beni senden ayrıma
çınar ikiye dilinir
bu türküyü yakan yürek
kavrularak güzelleşmiş binbir acıda
kurşun yakıştırmaz körpe bebeye
öksüz koymaz anayı
telörgüler çevirir mi sevdayı
sana tetik çekmeğe varmıyor elim
zulüm sınır tanımıyor ikimize de
gel zulmün kalesini yerle bir edelim
bu ülke ikimizin
tutsak yaşadığımız
bizim bu koca tarih
bu orman
bu rüzgar
kaldır silahını ey gerilla
benim de sevdiğim vur
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:02 PM
Ey Yurtsuzluk Beni Tükür...
gecede kanayan
ateşlerin közüyüm
gidenlerden
yüreğim yanar
düşlerim üşür
karanlıklarda kayan
göktaşının özüyüm
ey yurtsuzluk beni tükür
çok eski bir yitiğim
sahibini arayan
unutmuşum
kimim-neyim
benliğim farır-yüreğim çürür
okyanusun dalgaları
kaç bin mil düş büyütür
coşar gelir-taşar gelir
soğuk kayayla öpüşür
göynük göynük bir korkum var
yoruldum-usandım gayrı
aşksız-yalnız ve yaralı
geldi de geçiyor ömür
diken sarmış yüreğimin dağını
hayat gönlüme gül düşür
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:02 PM
Ey Şehir
ey şehir unutma beni
yalnızlığını giderdim senin
acılarını omuzladım-boğuldum kederlerinde
bütün sokakların uyudu
bütün ışıkların söndü
imbatın bile kesildi
bir ben kaldım paramparça bir yürekle
nice tekinsiz gecende
hep koştum
ter içinde
düşe kalka
bıkmadan
bütün kapılarını çaldım şu insan yüzlerinin
bakışların ötesinde duvarlar zorladım
kapaklandım gülüşlerin sınır çizgilerinde
bütün uçurumlarından düştüm ey şehir
denizlerini sevdim
gözyaşlarım aktı dalgalarına
aşklarım çiğnendi
fesleğen kokulu kaldırımlarda
yüreğimi kemirerek çektim kahrını
ve tüm sevgilerim
yağmalandı ortalık yerde
katlandım
yine de küsmedim yaşamadığım güzelliklere
neyleyim bilinmedi kıymetim
buralardan gidiyorum
ey şehir unutma beni
kimsenin sevmediği yanlarını da sevdim...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:03 PM
Füme Fem
sesini saklamış suyun düşüne çıplak girdim-delirdim
çatılar uçuran fırtınalarda kuytu ve deli masal
aşk benim soluğumdur onsuz bin yıldır çiçeklenmedi dallarım
etimin düşü karışmaz dedim ona orada kal
git kendine başka bir çöl bul da kavrul ey yürek
sevişmek kirletir seni coşkusuz-kum gibi savrul-kavrul
kaç aç gövde arzudan kızarmış gelir ayarmaz deli susuzluğum
haylazım hoyratım haşarıyım pervam yok-pervazım yok
aç susuz ölme der şeytan-yaşam kendi gelmez git-çal
ben düşüme düşeyim-yalnızım-gecem dar kandilim hilal
sen gel-ansızın aklımın deli yıldırımı-ateş çağla-dişi solu
saman yollarından tırmandım-gök ovalarına vardım
ay kapına dayandım-beni içeri al...
yaşam gövdeye konuk-onu çıkart sen gel
aşk seni ayak sesinden tanırım ben-ilkel hışırtından
sen yak ayakların bassın üzerine acının-yalnızım doğur beni
kuğuların kuğursun- su gibi ak ak gövdenle bülbül şakısın elerin
ellerinin ikliminde yağmalanıp tükensin zaman
aklıma gelir de füme derinlerin deliririm gece delirir
göbeğinin ürpertisinde ateşim savrulan bir sal olsun
köleliğin senin... diz çöküşün-tapıncın
yırtılır gider pembe yörelerinden rüzgardan yapılan şal
yaşarsam biliyorum erir ve eritir tuncun
sıcak morun-cam göbeğin-devrilen kadehlerin
bütün tadların vatanı kesilen bakir turuncun
saman yollarından tırmandım-gök ovalarına vardım
ay kapına dayandım-beni içeri al...
yaşanır mı... yaşanır mı aah goncanın içinde yaşanan hayal
gelir mi o zaman... yakar mı o düş-yıkar mı geceyi öpüş
yağar mı ellerin-doğar mı füme fem-gövdende dörtnal
gece kara-gönlün al
la’l
saman yollarından tırmandım-gök ovalarına vardım
ay kapına dayandım-beni içeri al...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:03 PM
Fısıltılarla Da Olsa Söyle
Gülüşleri buz sarkıtı
Dürüstlükleri cilalanmış
Kör ıssız dostluklar artığısın
Sirenler gözelenir göğsünün çatalında
Kuduz köpekler uluşur
Yalınkat sevdalar bıkkınısın
Tarazlanmış yanılgılar bezgini
Kırılmış düşler ezginisin...
Karanlığın altından
Korkak sular akar /çağıltısız
Sen yalancı aynalarda bir hâyal
İşin başkalarını yaşamak gün boyu
Belki de hiç olmadın - ne gerçek ne de masal
Ve her akşam
Doğarsın sancılı yalnızlıklara yeniden
Gözlerin bir çift ölü balık keder denizlerinde
Bütün bastırılmış isyanların
Sabır taşlarını keser
Param parça *******de...
Yüzlerce yıl çağıltıyla beslenen çatal göğsün
Karanlık kuyularda diken büyütür şimdi
Seni irinli sevdaların sokaklarında
Kör düğüm kıvrandıran yalnızlık
Köreltir kırk gözeli pınarlarını
Sığlaşır gidersin kristal aynalarda
Geride bir hayal kalır senden
Kanar ılgıt ılgıt en derin uykularda...
Gün gelir bir başkası olduğunu sanırsın
Oysa bu sokaklar
Pas bağlamış namusların mezarı
Karanlığın kaleleri korkuyu korur
İşkenceler
Duvarları çatlamış adaletler
Beyninde örümcek besleyen yetkililer
Tüm bu irinli yaralar içinde
Ağlamasını yeniden öğren
Gerekirse isyan isyan gözyaşlarınla diren
Ve sancılar içinde bir hayal olmamak için
Kristal aynaları kırmayı
Öfkeyle bağırmayı öğren...
Sözüm şu sana gözüm
Soyun yılgınlığın kanlı kürkünü
Nerede ve ne zaman olursa olsun
Zulmü saltanat kılanın tükür yüzüne
Fısıltılarla da olsa söyle türkünü
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:03 PM
Gece Mutedil Dalgalı
bilmezdim
can damarına değen hançeri
gülüşün
ansızın çölleşirdi
cümle baharları yıkılmış yıllar
bir koygun türkü keser
ağızsız dilsiz
gözbebeklerinde gölleşirdi
susardın
susuz toprakların umarsızlığıyla
dalgınlıklarının kıyısında
kırık bir ney
orada
kederden uluyan denizin karşısında
hançer işler gibi cana
beklenmedik bir anda ölmek gibi
deli sağnaklar gibi yaşandı her şey...
başka romanlardan çıkmış
buluşmuş bir uçurumun başında
iki hüzünlü aşıktık
akşam son derece akşamdı
saatlerce otururduk hüzün rıhtımlarında
saçların avuçlarımda rüzgardı
derin acılarda damıtılmış bakışın
ve kar çiçekleri gibi ipince ellerin vardı
öyle kalmış aklımda...
gittin
ki içimde
kanlı bir iz bıraktı seni götüren tren
kimsenin kaldırmadığı telefonlardan
bir daha gelmeyen mektuplardan
yüreği kan içinde bırakan
habis bir esrar kaldı
boşaldı buluştuğumuz bütün kıyılar
denizden çürüyen pervazlar kaldı
bitti artık çalınacak kapılar
gayrı çalmasın bizi bağlayan şarkılar
ve sözlere dökülmeyen
sancılar... sancılar... sancılar
belki de her şey düştü
gece mutedil dalgalı
bir hazin rüzgar kaldı
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:03 PM
Gece Sağnağı Gözlüm
dünyalar açılır püren dalında
can sığınır kevene
susuz vadilerden esen yel
kovgun bir ağıt
sen de bu sürgünü
var git arama
ko duldasız kalsın yürek
kekiğim
türkü bakışlım...
bin yıllar sayfa sayfa devrildi
bin yıllar savruldu
deli taylarla ardarda aşılan dağlar
hep aynı yere vardı
hiçbir sayfasında bozkırın
yüreklerde gül açmadı
gönüllerde kan açtı
yürekte hançer oldun ey aşk
ihanet oldun bunlu zamanda
kara gurbet oldun
geri dönmemesine
umut oldun da
yaktılar sabrın ateşlerinde
düş oldun
kanayan zamanlarda
baş koymak nazlı yarin
umut goncası memelerine
uyumak
ve arınmak acıdan
sonsuzca
zulüm oldun ey aşk
binyılların cümle kitaplarında
can aldın kıran kıran
kan döktün
şahan boylar devirdin
her dağın ardında
umutlar beklerdi de
acı yağması keserdi
sevda sağları
insan ki hasretlerde
tepeden tırnağa gönül kesilirdi
küçülürdü can
sonsuz karanlıklarda
büyürdü kaygı
umutlar yana yana
kül kesilirdi
ferhatı ferhat eyledin ey aşk
deldi dağları dağları
madem ki sevdamıza
kavuşmamak biçilmiş
ko gitsin
yana yana bozkırlarda
kekiğim
gece sağnağı gözlüm...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:04 PM
Gece-Deniz–Hüzün...
gece
deniz
bir de hüzün
kuytu dalgınlığında
bir çift gözün
ekim dağlarında ateşler bir başka yanar
yorgun yılkılar konuğu ömrümüzün
dalında sararan yapraklar
belki bekleyişlerdir yaşamak
bekleyiş
her şeyi sarar...
her şey kabullenilmiştir
ölüm kadar olağan
önceden bilinircesine
su-ateş-kül ve rüzgâr
fırtınalar bile durağan
o türküler ki
bir başka söylenir dağ başlarında
büyük yolculuklar arifesinde
yarım bir şeyler kanar boşuna
gidecektim
biliyordun
bir şeyler söyleseydin
çiseleyen yağmurla
bağlar kursaydın yüreğimize
gitme kal deseydin bilmediğim yanlarınla
gizemin aşikar olsaydı
gece
deniz
bir de hüzün
kanamasaydı kirpiklerinde
suskunluğun olgunlaşan bir ağrı
çatlattı kozasını en kör zamanda
en azından dişlerini saplasaydın yüreğine
belki yollar kavuşurdu bir zaman
aramızda uçurum imkansızlıklar
hicran noktasında ölmeseydik
o anlar
ki
yeniden doğduğumuzda
acı dölütünün ıslaklığı kaldı geriye
şimdi ekim geldi
ateşin kökleri var
aşkın ve ışığın tohumları
kurumuş yürek vadilerinden
yorgun atlılar geçmekte
gidişim sonradan infilak edecek
biliyorum
ağlayacaksın
gecene dikenler batar bir zaman
hüznünü bir yara gibi
dağlayacaksın
uykuya varır gibi sev bundan böyle
belki mevsimler geçer de üstünden
uyanamazsın...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:04 PM
Gece..Çay..Sen…
camın denizinden
gül kırmızı akşam düşen
içinden bulutlar geçen
bir bardak çay
sen..
bir bardak
ince belli
pürüzsüz
sana dair
ve senden
sonra yıldız fırtınaları
ay yağmurları
sonra güneş suları
çöl baharları
ırmak dağları
içmek
senin içinde
gözelerini
delirmek
gözlerinde
sağılmak
aşkın imbiklerinden
deryama düş-sün
düş
iki can
bir beden
güzelim
kısrağım
efendim
kölem
gül ki
canımın kasesinde tazelen
sözün acze düşer
ancak yaşanır bu dem
rüzgar dağların
su güneşlerin
kişneyen çılgın bulut
öpüşün yıldırım
çöküşün
dil kesen uçurumların
düz dağların
sarp ovaların
gece
çay
sen
okyanusun geçmesi iğne deliğinden
dokunmamış bir zamanı yırtarız
katışıksız ipekten
som buluttan
arı düşten
bir coşku aklını yitirmiş
kanatlanmış bir hüzün
gel hadi
gel
hadi
gel hadi
gel
ömrüme
gönlüme
çölüme
demlen
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:04 PM
Geçen Demlere Gazel
Eskitir yüzleri zaman -ne dilenci ne bey seçer
Camlarda sararır akşam-geçer bu demler de geçer
Hesabınla kitabınla kalırsan sen-giderim ben
sesimi savurur rüzgâr-hayalim toz olur uçar
Ayrılık ölüm yandaşı-bazan çok geç bazan erken
Tırpanı aman dinlemez-can koparır coşku biçer
Yüreğimde andaç olsım-gül gülüşün-ben giderken
Yalnızken ısıtır beni-karanlıkta ışık saçar
Ne sözüm var-ne de sitem-payıma düşen bir diken
Göğ ekin gibi ayrılık –onu hangi tırpan biçer
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:04 PM
Gelme Ferhad Gelme Sen Bu Yerlere
yüreği buz tutmuş-
puslanmış bakışları
gelme ferhad gelme sen bu yerlere
sevmenin okkası on para olmuş-
onurunu çoktan satmış ahali
efsaneler yaratan ol güzellik
etini pazarlıyor kaldırımlarda
gelme ferhad gelme sen bu yerlere
yar yanağı bildiğimiz dolunay
muhbir çıktı girdiği son buluttan
ol ceylan gözlere inen yıldızlar
meğer ki sahteymiş anlayamadık
tutsak düşmüş sevmesini bilenler
zulüm almış yeri göğü kan tutmuş
gelme ferhad gelme sen bu yerlere
bir delisi ben kalmışım bu diyarların
kimsecikler aşktan evler kurmadı
gözleriyle yüreğini vermedi
imge damıtmadı yol vurup ateşlere
şiir şiir aşk örmedi
bütün güzelliklerimle
yandım da ortalıkta
ilaç için bir tek insan görmedi
gelme ferhad gelme sen bu yerlere
şimdi yürekleri başkaldırıya
kanlı bayrak gibi açma vaktidir
zulmün kaleleri topla yıkılmaz
dağları bildiğin dağlardan değil
vaktidir aşkları bomba yapmanın
zebaniler saltanatı devrilmedikçe
zincir kopmaz gönüllerin boynundan
insan özgür olmadıkça
aşka aşk denmez
sen de bu yolların yiğidi değil misin
ol dağları deldiceğin yalansa
gelme ferhad gelme sen bu yerlere...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:04 PM
Gül
gün oldu
koskoca kent başımıza yıkıldı
gres yağı bulutlarla ortalık kör karanlık
düşleri kurşunlandı bulvarların
dizilerek göz bebeklerimize
sokakların yaşanmış tüm anıları
yüreklerimizde yakıldı
dizlerimiz kırılarak çökerdik
silindi yüzümüzden
acı ve sevince dair tüm ifadeler
yağmalanmış yırtık yürek yangın içinde
kuşsuz ve bulutsuz ölü göğün altında
düştük
dayanılmaz kederlere yaslandık...
çatısı savrulmuş günlerin ortasında
yolları çıkmaz
gözleri kör
kuşlarının kanadı kırık acıda
her gün çürüyen kentlerle birlikte paslandık...
gün oldu
büyük kentler terk ettik
omzumuzda anıların heybesi
geri dönme düşleriyle ışıtarak önümüzü
sağnaklar giyinerek
ve dikerek iğreti sözcüklerle
gülüşün yırtılan yerini
büyük kentler terk ettik
yıllar sonra geri döndüğümüzde
bıraktığımız düşler satılmış
gülüşler yağmalanmış gördük
anasını terk eden çocuklar gibi
yeniden terk ettik
orda kalan yanlarımızla birlikte kenti
cılk bulutları
yıkılmış umutlarıyla
omzumuzda yalnızlığın heybesi
ve kirli bir yağmurdu hüzün
ıslandık
yara gibi kanamalı ilişkiler yaşadık
protez parmaklarıyla okşayan eller
silikon dudaklar
metal öpüşler...
ve yıldırımlar inen aşklar yaşadık
yandı gitti bir gökçecik fidanken
ne desem
bilirsin sen
aynı savaş alanında sakatlandık
şimdi yalnızlık giyinmiş yüzlerimizde
gözlerimiz
ıssızlığa uzanan
boşalmış nehirler yatakları
bize yaşamayı haram kılana inat
onca yıl
onca zulüm
katliam
yaşanmamış düşlerin aç toprağı bu yürek
acıda nadaslandık
şimdi ateşimle yaralarını dağla
şimdi ağla
gözyaşının tuzunu bas yarama
yağmurlarımla ıslan
ve yağ yıkık yerlerine içimin
bahardır önümüz-çiçek mevsimi
yaram olma
yarim ol
gayri sevdalara gül...
bu kent
yeniden solur gülüşünle
bulutlar arınsın
yürek sevdaya sarınsın
yaram olma
yarim ol
beni al
gül...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:05 PM
Gül Dudağı Çöl Susuşlum
çalınmış saatler avladık zaman denizlerinden
gözlerimiz hırsızlama sevişmeğe başladı
yıldızsız *******de ışığına sığındım
ne dizeler döküldü kirpiklerinden
bizim oralarda *******
toynaklarıyla yürekler tepip gelen
yalnızlığın atlarıdır
yıldızlı karanlık büyür sonsuzca
kırık bir el aynasına ömürler sığar
kırk kilit vurulmuş yüreğe saklanır karasevda
ki çıkamaz o dehşet tutsaklığın
uçurum uçurum derinlerinden
asla
bizim oralarda gözbebekleri
demir parmaklıklarla çevrilmiştir
çocuklar gülü sorsa
kanla tarif edilir
baharlar bakır yeşili
hüzünler kirs
ferhad külüngü gerek hasretin dağlarına
sevdaya değince kavallar kanar
ışıklarda kelebekler
karanlıklardan yanar
ben işte o dağları
aşıp aşıp gelmişsem ayaklarına
gül dudağı çöl susuşlum
ırmaklar diliyle konuş
beni kanatma
şimdi yangınları vurup sırtıma
sevdasız gönderme beni
kanın çeksin
canın çeksin
gözlerin çeksin
bakışların saplı kalsın bağrımda
gül dudağı çöl susuşlum beni gönderme
bütün öpüşlerinle öp
bitmesin sarsıntısı
bana yağ
iliklerime işle
beni sevişerek kahret
dinsin kuraklığımın sızısı
beni yellerinle savur
erit çarpa çarpa dalgalarınla
varlığınla buluşayım
nabzım damarlarında atsın
denizlerinin tuzu olayım
kanına karışayım
gül dudağı çöl susuşlum beni gönderme...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:05 PM
Gül Zamanlar
gül zamanlardı ki onlarda sen açardın
gül sarhoşu kesilirdi geçtiğin yerde hava
çok eskilerde kaldı yıldız sağnağı gözlerin
gözlerin ki
sana vurgunluğumu onlarla sarardın
kimi insan vardır
yiyerek beslenir sevenlerini
yaralar-yorar-bırakır çaresizlikte
yalnızlığının farkında olmadan delice yalnızdır
bir oyuncak sanır sevdiklerini
bütün uzuvlarıyla yağmalayıp bırakır
öylesi aşklardan soğrularak gelmiştim buraya
olmadık bir zamanda sen geldin
varlığın yaralarımı onardı
o gül zamanlardı
güzelyalı'da yasemen yaz akşamları
hava tömbeki kokardı
zakkum çiçekleri deli
ortalık kız sağnağı
o senin insana nüfuz edişin
gözbebeklerinden başlardı
orada sen açardın
gönlüm
tökezirdi bakışlarında
şiirler tutuşturup bende
sonra da hicranı yağardın
gül zamanlardı
ki onlarda sen açardın...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:05 PM
Güle Rubai
Ben Hayyam'ın kadehinden sulandım
dedi gül
Mecnun'la çöle düştüm
Kerem'in elinde yandım
dedi gül
Alındım
satıldım
çiğnendim ayaklar altında
Yürekler mezata düştükçe
utandım
dedi gül...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:05 PM
Gün Örttü Kapılarını
gün örttü kapılarını-soldu sevinç gibi yanık çocukların benizlerinde
ben yaşamaya kulaç vurdum gecenin zifiri denizlerinde
aklımda bulutların kitabından tarihe dair okuduklarım
aklımda tozlu yolların ıssızı-ve aradığım giz, kuş ve böcek izlerinde
zamanın yamacında Asurlu tüccarların yaktığı ateşin boynuzları
ve atlılar-yaban çakalları-akşamın en yosma yerinde
gün örttü kapılarını-kara gözler kaldı seherinde yıldızların
dil susa kaldı yavuklusu dönmeyen Hattili kızların gergeflerinde
bütün adalarına çıktım gecenin-yorgunum yüreğimle yarışmaktan
beni benden kanırt ey ben-paslı bir çiviymişim ben kendimde
beni yol düşlerimden küflü bir kütük gibi kırarak ey kendim
yaşamayı unuttum yaşanmamış aşkların mutlulukların gizlerinde
ana uyar beni... Zühre Yıldızı düşünce gözlerine Hitit çobanlarının
ey düş giy gecenin lacivert harmanisini bekle hüznün eteklerinde
o uzak kavgalara gitmezsem nasıl namuslu yazılır tarih alnıma
bir gün özgür olsun diye aşklar daha-çok insan kalacak siperlerde
daha-çok insan gülüşünü bir meşe gibi dikecek zındanlara
yüreklerdeki erozyon bitsin diye bir gün belki de çok ilerde
gün örttü kapılarını-bir yerlerde bomba sağnakları-pislik saltanatları
umudu dokuyan o yaralı örümceğim ben zamanın elbizlerinde
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:05 PM
Günler ki Savrulan Yapraklardır
Günler ki savrulan yapraklardır ömrümüzün dalında
Geceye söylenmiş bir şiirdir aşkımız
ki tam alnından vurulan..
O her gidişinden geriye kırılmış gül tenhalığı
Ayrılığın da bir kokusu var
gözbebeklerinden yayılan...
Deniz fenerlerim yıkılmış
Yerle bir olmuş nem varsa
kalelerim-ağaçlarım-düşlerim
Hunharca yağmalanmış aşklar bıraktım ardımda
Hasretin de bir rengi var
nasıl desem
Hiç bir renkle tanımlanamayan...
Bir ömrü koymak bilirdim
Sevgilere bedel diye
Ne namusperestler gördüm
Bakışları fuhuş fuhuş
Yüreğinin kâsesinde kendini pazarlayan
Gülleri ve maviliği
Bir yosmayla keşfet
Yüreğin basıyorsa
Deli bir serüvencidir aşk
Hiç bir kural tanımayan...
Oysa tahkatsızım gidişinle
Karanlığın dehşet bastı
Yüreğim yenik
Hangi bahar gül açtırır
Bu deli yalnızlığında
Ne tuhaf bir şarkıymış aşkın
Yarısı gül gülistan
Ayrıldıktan sonrası sancıyan...
Günler ki savrulan yapraklardır
Ömrümüzün dalından
Geceye söylenmiş bir şiirdir aşkımız
ki tam alnından vurulan...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:06 PM
Güz Güzeli
hazan iklimi gözlerin
yüzünde gül aydınlığı
hangi eylülden gelirsin
ellerin aşk kırgınlığı
üzüm gözlerin gizemli
bakışın şarabi akşam
yüreğimde izin nemli
gözyaşının yorgunluğu
kimse bilmez-dağlarında
kurşun yemiş bir gerilla
kara gözlerinde keder
belli ki bu son yarası
alnında yıldızlanan ter
omuz vermiş bir ardıca
belli ki son cigarası
bir yanında kaldırımlar
hüznü-sevinci-acısı
sinemalar-kitapçılar
bir de onca insan yüzü
yağmayan göğün sancısı
yaşanmamış sevdalara
yürekte gökyüzü büyür
okunmuş onca şiirden
aşk hurdalığı bir yanın
bir yanın gidilmedik yerlere vurgun
baharla sevişirsin yaprak dökerken
en yeşil dalların kırgın
meğer ki aşk dedikleri
kovulmakmış mabetlerden
gözyaşları çiğneyip
yakmakmış koskoca şehri
uçurum kıyısında
gece yolculukları
yürekten can yolmakmış
kendini doğurmak sancılarla
bambaşka bir sen olmakmış
dibi görünmez sulara dalmakmış
gülüşünün kıyısında
duran bulutların eli
gece giyinmiş gözlerin
ekim yağmurları gibi
susuşunun saçlarında
bir şiirin imge eli
geçip gittin-tam yanımdan
incecik bir yağmur yeli
ben sormadım
sen demedin
bence adın güz güzeli
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:06 PM
Gökkuşağına Bürünsün Dünya
saklı suskunluklarında
gökyüzü yıkılır
çatırdayarak
bu kaçıncı gülüşün
kahkahalarla ağlayarak
izin ver
kanayan yerlerini öpeyim yüreğinin
ki değişsin
acılara sabitlenmiş adresin
şimdi oturmuş
boşalmış ırmak yataklarında
hiç bir şeyi beklersin
karabasan tarlası kesilmiş uykuların
çocuğu ölü doğmuş bir ana gibi
linç edilmiş duyguların
acıya hüküm giymiş dudağında her gülüş
kanlı eller uzanmış goncagül sevinçlerine
idamla yargılı fidan düşlerin
bütün sokakların çıkmaz
aşkyeşili ovaların çoraklığa yükümlü
yerin göğün leş kuşları
bilir mi
bir akarsu
nasıl kanar
bilir mi bu korkuluklar tarlası
sevda yüklü yüreklere
ölüm hükmü biçilir mi
zulüm köprülerinden kör geçilir mi
sancılar sevilir mi gözbebeğim
girdaplar seçilir mi
söyle
sonsuz gökyüzünde kanatsız uçulur mu...
haydi kalk
umuda yeniden kanat vursun içindeki güvercin
haydi
dünya gökkuşağına burunsun gözlerinden
hem bütün suçlarınla güzel
bütün günahlarınla masumsun sen...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:06 PM
Göm Yüreği Sevdalara
akşamların sekisine oturdum
adsız
ve atsız
geçmez sancılar bırakarak
yolunurken yüzümden
kök salmış nice bakış
gece serildi...
gözlerim karanlıkta demir soğuğu
ne gideceğim bir yer
ne beklediğim bir yolcu...
ucu tomurcuklu dizeler asmak yıldızlara
bir iğne gibi saplanıp yitmek gecenin denizinde
birini düşünmek...
olmayan birini
olan birini
olmayacak birini
düş kovalamalar yorgunu
yakılmış bir bilicinin külleri gibi akşam
düşleri gibi fani
az sonra ay doğar
ve görür kendi cesedini içimdeki kuyu...
kim bilir
eski bir yanılsamadır belki aşk da
gökyüzünde gidecek yeri olmayan kuşun son düşü
bütün okyanuslarda bulunamayan ada
ve ilk yanılgıdan sonra
yıkılınca direği yürek evinin
bulutlar kadar nafile ömrümüzü
savurduğumuz deli rüzgar
kim bilir aşk
çaresizliğimiz bizim
belki de ölüme olan
ölümü aşan korku...
yıkık kerpiç bir ev gibi
depremler artığı bir yüreğin sessizliğinde otur şimdi
yaşananlardan kalan koyu bir toz yığını
kim girer ki yıkılmış kapısından
otur anılarının yırtık şiltesine
akşam
ve eylül
geçmeyen bir yara gibi beynine kurmuşken çadırını
mezarlığa dönmüş içinde hayaletlerle otur
yaslanarak yalnızlığın taş gerçeğine
su kurumuş
ölmüş kuğu...
hayatın tüm alanlarında yenildin işte
kulaç attığın sular
kendine götürdü seni
ne zaman türkü söylesen
dağlarını yaktılar
uçurum uçurum yaşadın gençliğini
sürekli ölü çocuklar doğuran
bir kadının yüreği
nasıl güler
atının ölüsünü gömen
bir yolcu gibi
göm yüreği sevdalara
ve bu zulüm toprağında sevgiler olsun diye
omzunda yalnızlık heybesi
kaybedecek hiçbir şeyi kalmayan herkes gibi
yeniden yürü uçurumlara
bulutlara
sulara
şarkılara
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:06 PM
Gözlerini Ekmek İçin
bilmediğim ağaçların altında...
o dehşet hışırtısı yüzünde oynaşan yaprak gölgelerinin
ışıklar sağılır da hani aralarından
düşer tam gözüne... bakarsın ya
hani deli dalgalara daldığında
derim ki... Ӎok uzaklardan geliyorlar
seslerinde zamanın acısı bir de birikmiş coşkular
işte bu kıyıya
tıpkı sana gelişim gibi... hoyrat dalgalar”
o zaman hani saçlarımı okşar da
hayran... aşık... bakarsın ya
hani herkes bir şeyler söyler
hayata ve aşka dair
bildik sözler... savunulup yapılmayan...
yarım yanımızdır... buluşuruz...
dinler insan...
belki elinde çay tepsisi belki meyve
sorarlar da bana “hadi
sen de bir şeyler söyle “
kısa bir söz ederim
belki sıradandır... belki duyulmamış
bilmem... gelir o anda...
ama işte orada sen
döner
gözlerime bakarsın ya
gözlerin kapalı sırtın dönük
sarılmışım sana... gece karanlık.
sesin uykulu
mırıl mırıl bir şeyler konuşursun da
ben okşarım saçlarını
sesin sular gibi huzur verir
içim rahat
sen huzur duyarsın kollarımda olmaktan
yüzünü yalarken nefesim
sokulur da uyursun
bilirim sabah öpüşün doğar
ve sevdiğini fısıldarsın kulağıma
hani o anlar vardır ya
el ele dolaşırız da yağmur yağar
günlerden bir gün
herkesin düşüdür bu
öpüşmek orada
ama öperken ellerimi tutuşun var ya
işte her şeyin rezalet olduğu akşamlardan
yorgunluk stres
o kadar da sertim ne kadar yumuşaksam
bir kavga tutturursun hiç yoktan
tepeme çıkar da sinirim
anlamazsın... düşünmezsin bir an
kırarım ben de masadaki tabağı...
sen de bardağı çarparsın
berbat... ortalık karışır birbirine falan
üstelik laf da anlamazsın... yatıştırmağa kalksam
ve kederle dalıp da sustuğumda... tıpkı bir evin
üç duvarı yıkılmış bir evin
son duvarı gibi sustuğumda
yalnızlıktan geberdiğimde
gelip saçlarıma dokunursun ya
elimle iterim
ve sen
seni seviyorum dediğinde
bu kahpe dünyaya karşı sarılarak
ağladığında
bakışın var ya
bana dair ne varsa sevdiğinde
insanlara şefkatinde
paylaşmanın güzelliğinde
o duruşun
o susuşun
gülümseyişin var ya
bazan yaşam uçsuz bucaksız çöldür
tek canlı geçmemiş kadar ıssız
gün olur karadır ufuklar
rüzgar bile taştır kayadır
ıssızlığın ortasında iki can
naçar kalırız
ve sen bir direnç kalesi olursun o zaman
bir an bile yakınmadan
var ya hani kaba saba yanlarıma
yanlışlarıma
sevecen bir kızgınlıkla uzanışı elinin
tıpkı bir çocuk gibi paylamaların bir de
bana kendini sunuşunun bin bir hali
sınırsız teslim oluşun
yaban bir şiirdir bakışın bakışın
yakışın
yanışın
oysa biliyorum hak etmem seni
kabayım... patavatsızım... kuraldışıyım...
çekemez kimse beni senin dışında
kimse katlanamaz bana... bilirim oysa
yine de yıkarsın kusurlarımı bakışında
bunları yaşadım... sen duymadan
ay düşmüş bir türküydü gece gece
ve gözlerini ekmek için kıraçlarına
ellerini ekmek için kıraçlarına
gülüşünü ekmek için
yüreğimin tümünü hazırladım
seni çoğaltan bir şiir bahçesi diye
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:06 PM
Haikular-01
1
Gece yelleri
Gelin yurt olun bana
Adım firari
2
Gece yelleri
Dudaklarımda yıldızlar
Öpen seheri
3
Gece yelleri
O giden sevgililer
Döner mi geri
4
Ben gider oldum
Yaralı bakışımda
Zaman izleri
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:07 PM
Haikular-02
5
Yağmur okyanuslarında
Kağıt gemi kağıt gemi
Hadi taşı düşlerimi
6
Bir yıldız tak gönderine
Rotanı rüzgarlar çizsin
İmgelerimin soluğu
7
Böylesi bir dünyadan çık
Gidelim başka yerlere
Kalbimden yükselen buğu
8
Kağıt gemi kağıt gemi
Ben gözlerindeki ışık
Dizelerde yüzen kuğu
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:07 PM
Haikular-03
9
Gece çiçeğim
İçimi kokun bassın
Düşümde açıl
10
Bir yaprak gibi
Düş-e yim eteğine
Beni sensiz kıl
11
Suya karışan
Işığım sende şimdi
Aşk budur asıl
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:07 PM
Haikular-04
12
Gece-gümüş-ten
Ay-a-sar-ka(e) n-di-li-ni
Yel- düş-sen-e-sen
22.07.2002 04:23
13
Sevince seni
Su susadı hasretten
Uzat elini
14
Kapına geldim
Söylemeden bil beni
Ey düş gelini
15
Gece böceği
Bir ona çal sazının
İnce telini
16
Ay düşüyüm ben
Yolcuyum esip giden
Hüzün yelini
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:07 PM
Haikular-05
17
Ayrılıktır ki
Ay kanar yara sızlar
Nefes -nefesten
18
Ayrılıktır ki
Bağırır avaz avaz
Ses- sesten
19
Ayrılıktır o
Düşler bile yol arar
Bir kara sisten
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:07 PM
Haikular-06
20
Evi yapraktan
Damı çiğdem camı gül
Hülya isterdim
21
Kederi bulut
Bahçesi söz ekili
Rüya isterdim
22
Güneş adalet
Mutluluğu gökyüzü
Dünya isterdim
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:08 PM
Haikular-07
Bir gün olmayacağız
Aşk deli yürek deli
Bu en güzeli
24
Cırcır böceği
Öldü-gece kederli
Es zaman yeli
25
Ah neylemeli
Aklım sus-yürek konuş
Gece yar-eli
26
Belki yarın yok
Sevmeli-sevilmeli
Aşk bundan deli
27
Arılar gibi
Aşktan evler kurmalı
Dilenmemeli
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:08 PM
Haikular-08
28
Uzun-beyaz-düz
Bozkıra kar yağıyor
Sevdamızda güz
29
Akıl nedir ki
Aslında aşk da deli
Ay düşünmez ki
30
Can gider tenden
Aşk yazar kara taşta
Bin yıl önceden
31
Bana aşk gerek
Alın aklın karını
Konuğuz madem
32
Ömür ayrılık
Her an bir diğerinden
Hasret dem be dem
33
Ay güzel yar ay
Silinir akça yüzün
Bir gün alemden
34
Kayan bir yıldız
Türkümüz hasret taşır
Ha böcek ha ben
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:08 PM
Haikular-09
35
Hevesler yalan
Kumdandır bütün evler
Aşk imiş kalan
36
Aşkları kaldı
Asıldığı kentlerin
Tozu bile yok
37
Sözcüklerimden
Kelebeğim yanmasın
Dilim ateştir
38
Yürekteki kir
Yedi deryalar gelse
Nasıl arınır
39
Zaman dilinden
Fısıldaşır söğütler
Gök bile ürker
40
Ben aşk kılayım
Bana *******i ver
Sonra geri al
41
Ötme üveyik
Kederden duyamam ki
Gülümseme gül
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:08 PM
Haikular-10
42
Sen aya bakma
Son yağmurlardan kalan
Çamurlu suyum
43
Ben hiç görmedim
Kanla tarif ettiler
Gül nedir dedim
44
Ben aya düş-tüm
Gecenin gümüş teni
Düş-düşe-düş-tü
45
Seni söylediler
Eski söylencelerde
Zaman gibisin
46
Dil alev oldu
Şiirlerin aczisin
Söz küküm kaldı
47
Anlamadılar
Pervane bundan yandı
Belki de aşk bu
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:08 PM
Haikular-11
48
Gündüzde güneş
Gecede yıldızdılar
Bizde kaldılar
49
Gece yıldızsız
Yaşamak aşksız kaldı
Gündüz güneşsiz
50
Deli taydılar
Işığı taşırdılar
Kapaklandılar
51
Kelebektiler
Yanarak yaşadılar
Aydınlattılar
56
Yelin yelesi
Suyun türküsüydüler
Gül kanattılar
57
Çekip gittiler
Ötme ey turaç kuşu
Hüzün oldular
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:09 PM
Haikular-12
58
Sustur gözlerini
Oysa elveda dedin
Bakma gidemem
59
Yüzümde güneş
Yıldızlar ceplerimde
Sensiz körüm ben
60
Gün sende kalsın
Ve şarkısı rüzgarın
Ay aynan olsun
61
Ses sese küstü
Ötme ey bülbül ötme
Dil alev kesti
62
Ayrılıktansa
Yollar sonsuza gider
Farketmez sonu
63
Elveda dedin
Arkanı dön ve yürü
Dönme gidemem
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:09 PM
Haikular-13
64
O gül dudaklar
Bir gün toprak olacak
Hadi öpeyim
65
Yıldız yağmuru
Gözlerin-ıslat beni
Gece sağnağı
66
İlk ay tutuldu
Sonra güneş kurudu
Sen gelmedin ya
67
Hasrete attın
Kalbim camdı kırıldı
Öyle bıraktın
68
Aşkı fırlattın
Sürüklendi yerlerde
Candı kırıldı
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:09 PM
Haikular-14
69
Üşür yüreğim
Eğme kirpiklerini
Kanlım olursun
70
Tek gerçek sensin
Bütün sözler yalandı
Ben artakaldım
71
Kalbim-çılgınım
Başka dağlar bulalım
Yenildik yine
72
Aşkı unutsun
Süveyda yerinden vur
Kalbim körelsin
74
Ha kağıt gemi
Ha ipsiz bir uçurtma
Kalbim aşklarda
75
Yurtsuz karınca
Kanadı kopuk arı
Kalbim aşksızsa
76
Bir dünya düş-ün
Çıkmış yörüngesinden
Yitmiş sonsuzda
77
Nere gideyim
Bu sonsuz karanlıkta
Ben benden öte
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:09 PM
Haikular-15
78
Yağmurlu uykum
Ey keder yurdum sensin
Yıldızlı gecem
79
Gece dem be dem
Sen varsan kederlenmem
Gökyüzü sim ten
80
Susar tüm sesler
Aşkın nağmelerinden
Zaman dilinden
81
Ki dudakların
Fırtınalara vurgun
Al bir sandaldı
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:09 PM
Haikular-16
82
Ömrüm ki yaprak
Alnıma güz çizilmiş
Kalsam ne yazar
83
Gider güzellik
Dökülür tuz olurum
Gül-sem ne çıkar
84
Sen içime bak
Her yüz eskir zamanla
Öze kim bakar
85
An andan kopar
Hoşça kal gece gözlüm
Can candan kopar
86
Yollar karardı
Ayrılık senden yana
Gün ortasında
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:10 PM
Haikular-17
87
Ey düşen yaprak
Ömrün ayrılık madem
Gel beni anla
88
Düşer gidersin
Ömrü sararan yaprak
Tırtıl kalır ya
89
Kuru ağaçta
Kalan umarsız tırtıl
Beni sen anla
90
Gidecekti o
Ömrü gözlerindeydi
Ağlayacaktı
91
Söz kan içinde
Yüreği dilindeydi
Konuşacaktı
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:10 PM
Haikular-18
92
İnce boynunda
Ayrılıklardan kalan
Tuhaf büküklük
94
Sözcüksüz söyle
Yalnızlık-yaban acı
İçine kana
95
Yabancısın sen
Yaranı kendin yala
Var git yoluna
96
Sen tutun gönül
Düş-en bir yaprak gibi
Ömür dediğin
97
Kolsuz kanatsız
Senin peşinde mecnun
Saman çöpüyüm
98
An var karanlık
An var ki gecen gündüz
Var-yok ömrümüz
99
An andan kopar
Ömrümüz ayrılıktır
Her daim güz
100
Anlamadınız
Bir kelebek yandı da
Aşktı yüzde yüz
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:10 PM
Haikular-19
101
Çık rüzgarımdan
Karaya vur ey acı
Dalgalarımdan
102
Dipsiz kuyuda
Delik kova gözlerim
Boş döner kalbim
103
Yan efkarımdan
Kar acı kara acı
Soyun sarımdan
104
Eskiden ben de
İçime gül ekerdim
Kendi narımdan
105
Yoruldun artık
Uçurum sevdalardan
Yeter ey kalbim
106
Yalnızım dağlar
Yaramı sardı rüzgar
Yağmur gözlü yar
107
Damlada ışık
İçimi bastı efkar
Ömür ah u zar
108
Ateş seliyim
Yaramda yanar poyraz
Gülü yağmalar
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:11 PM
Haikular-20
109
Deli sarıyım
Yaprak sağnaklarıyım
Güz rüzgarıyım
110
Burdan giderim gayri
Can kırık canan ayrı
111
Söyle kimiz biz
Düşünden düşen kavis
Bak..anlamalıyım
112
Bakışında ölü nü
Düşen bir yaprak günü
113
Kapımı çalan
Yurtsuz deli rüzgarmış
Yırtık etekli
114
Gecemi çalan
Kanayan sahipsiz düş
Yaramı örttüm
115
Kalbimi çalan
Tedavülden kalkan aşk
Yağdı ıslandım
116
Açtım gözümü
Deli düşten uyandım
Her yan yalnızlık
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:11 PM
Hakikatli Aşklara Gazel
Aşıklar meclisinde bize külhan dediler
Sordum aşkın anlamı- pinhan pinhan dediler
Bazan sevdan kavgadır- bazan da kavgan sevda
Her savaşçı aşıktır- her aşk militan dediler
Dedim- her güzelde başka bir güzellik bulur gönlüm
Gönül arı değildir-utan be utan dediler
Zulümler besler aşkı- çoğaltır engebeler
İnsanın vatanı insan- aşkınsa cihan dediler
Bu zamanda aşk büyütmek amansızdır çetindir
Ölümün kapı komşusu- hicran hicran dediler
Mem û zin- ferhat şirin- nazım -ritsos- aragon
Ki niceleri geçti aşka sultan dediler
Sordum acı çığlığımı duyacak kimse yok mu
Hakikâtli aşıkların meskeni zindan dediler
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:11 PM
Her Gün Başka Bir Çiçek
gayri alışılmış ne varsa değiştireceğim
gözlerinin üslubuna uydurmak için her şeyi
bazan bazan gül yağsın bulutlar
bazan bazan yeşil kesilsin gök
maviye boyansın bütün sokaklar
bunları yalnızca sen gör
kof günaydınlar
içi boş nasılsınlar
bıkkın iyi akşamlar
yorgun merhabalar
sözcükleri değiştireceğim artık
birer korkuluk gibi cansız tüm sözcükleri
bulut akşamlar dilesin insanlar
karanfil olsun *******
düşleri yağmurlar öpsün
bir yastıkta kocamasın aşıklar
gidenler sevdaya gitsin
gelenler sevda gelsin
alışılmış sözcükler tedavülden kalkmalı
gülüşünün üslubuna uysunlar artık
yeni bir dünya gibi kurmalı insan aşkını
gökyüzünü tavan yapmalı
sonsuzluk olmalı sınırları
değilse daralır-soluksuz kalır yürekler
insan ki sevdiğinin dudaklarında
yıldızlara-çiçeklere-ıssızlara dair
dünyanın öte ucundaki savaşlara dair
yeni anlamlar bularak öpmeli
dalları her gün güneşe daha yakın
ve kökleri bin yıllara uzanan
çiçekli ağaçlar gibi sevişmeli
her gün başka bir çiçek olmalı adın senin
bütün çiçekleri onurlandırmak için
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:11 PM
Her Sevda Bir Kale Oluncaya Kadar
anısı yüreğimi besleyen dostlar
zamana asıldılar
akşamın kederinde pür bulut oldular
çarmıhlara gerildiler
vuruldular
zaman kör kaldı arkalarından
bütün renkler kanadı
sevinç küküm kaldı
o gün bu gün bu yürek
acının tarlasını nadaslar
anısı yüreği besleyen dostlar
kimisi binyıllar öncesinde yaşadı
kimisi sehpalarda
kimisi baldıran zehirinde ölümsüzlük buldular
birinden diğerine
yaralı bir umudu
yasak bir kitap gibi aktardılar
devrim şarkısıydılar
karlı dağbaşlarında yanan ateş
umudun insanlaşmış haliydiler
spartaküs soludular
yurtseverlik bayrağıydı saçları rüzgarlarda
aşk ermişiydiler
sürgün ömürler yaşadılar
şimdi hüzün huzmesi bakışımızı
onların ışıltısı tamamlar
her birinin gülüşünden kalan anlam
ve ölüme giderkenki son bakışları
kör zamanın gözesinden süzülüp
yüreğimize sağıldı
kuşkusuz ki her biri
yeniden dirilen bir öncekiydi
tahammülün tükendiği anlarda
onların yağmurları acıyı sildi
yüreği kuşatan kara bulutlar
onlar esince dağıldı
şimdi insanlığa yazgı biçilen
acı ormanı yaşamaklarsa
bin yıl önce daha azman inerdi
zulüm harmanı karanlık
zaman esti tarihin keçe göklerinden
acısı –kederi –bencilliğiyle
savruldu ölüme kör kalabalık
ömür dedikleri bir karışlık yol
geriye onlar kaldı unutulmuş ülkelerden
bir de aşıklar
anısı yüreğimizi besleyen dostlar
bütün müfrezeleriyle zulüm
saldırır sevdaların en aydınlık yerine
sevgilim
karanlık çakallar gibi ulurken
sokaklarda yürekler pazarlanır
sahte düş evlerinin yıkılır çatıları
taklit yaşamaklardan –sahte sözlerden
yalan huzmesi gözler
geriye harcanan ömürler kalır
ve asla geçmez o sokaklardan
anısı yüreğimizi besleyen dostlar
umut ki inmemeli yüreğin gönderinden
bu yıldız sönmemeli gözlerden
bu yağmur dinmemeli
ve sürmeli kavga attığın her adımda
belki bin yıl sonra
insanlığın yüzünde özgürlük gülünceye
her sevda bir kale oluncaya kadar
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:11 PM
Her Ömrün En Güzel Gecesi
söğüt yaprağı kapını aç bana
tomurcuğunu arala
gülünün kalbine al da arındır
bir yanın var ki
kelebek kanadından ince
dokunmaya kıyamam
içimde aygırlar azdıran bakışın başka
bungun çağlayanlar çıldırır içimde
çılgın göğün pençesidir ellerim
dağların yerle bir olur
devrilir ormanların
seninle sürüklenir boz bulanık sellerim
her ömrün bir
en müthiş gecesi vardır
akıl arınır beyin kıvrımlarından
yaban soluyuşu kalır som bir yüreğin
seni buldukça ölür
sana vardıkça dirilir gövdem
dudaklarında yanar bütün kurallar
ahlakın giysisini yırtar ellerin
demse işte dem...
izin ver sularım aç kıraçlarına girsin
uçurumlarına dolayım
bir ömür saklanan gizlerini ser
gözbebeklerinde boğulayım
o zaman yıldırımlar doğurur gövdenin göğü
depremlerle sarılır kolların yangınıma
şimdi ağaçları söken parmakların senin
oysa dokunmaya kıyamazdım onlara
demdir bu
verirsin kendini bütün susuzluklarına ömrümün
vurursun yangınıma kutuplarını
söğüt yaprağı bir kapı aralanır
tomurcuğunun rahmine düşerim can gibi
demdir bu
ancak buna denir aşkın düğünü
ilk o şafak anlarız dünyanın döndüğünü
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:12 PM
Hüzün Rengi-Aşk Kokusu
Kar kokan bir kentin bulvarlarından
ak duygularla akan su
gibi geçtim senden
dağlardan taşıdığım türküler dondu
nere gider yürekten
birikip de yaşanmamış aşkın coşkusu
senin rengin
bir ırmağa örttüğün sisin suskusu
kokunsa
buz kuşkusu
yürek gibi çarpan meydanlarında
her gün bütün kılcal sokakları buluşur
bir kentin oradan duyulur kokusu
dedi ki” gri kokar ankara”
baharda iğde çiçekleriyle sevişen
eylül sarısı bir kadın
gülerken kızıl gül yapraklar döken
gözleri inanılmaz çocuksu
“ankara gri kokar
gülüşü gül kurusu”
“izmirin denizi kız
kızı deniz kokar
sokakları
hem kız hem deniz kokar”
demiş şair
izmir
yürek hoplatan çılgın
fesleğen tüter memeleri çılgın aşk *******inden
hercai sevdaların kızı...
bir deniz şarkısının renginde anar orları
gezginci bir şair
göçmen kuş duruşlu-bakışı kırgın
büyük yürekler solur büyük şehirlerin bulvarlarında
nazımın dizeleri mavi giyinmiş
dolaşır bayazıt meydanında
gülüşü dudağında keder gülünün
tutuşur el ele aşklarla
kimi taptaze tomurcuk patlayan
kimininse deli sağnağı dinmiş
ve tam da başucunda
o al kan içinde yatan ölünün...
belki kentler ve insanlar
kokuları-renkleriyle akılda kalır
aşkın ve ayrılığın
zulmün ve karanlığın
dünyanın her yerinde
farklı kokuları
renkleri yağar
ne insanlardan geçtik
gülüşlerinde uzanır acının çığraları
ve nice şehirler
bir yanda sevdalar gül dalı
bir yanda hüzün sağnakları
insanın ay kokan bir yari olmalı
elleri gökyüzü
yüreği deniz
sözleri bozkır
saçları rüzgar
bu rezil dünyaya inat
aşktan evler kurmalı
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:12 PM
Hüzün Senfonisi / 01 - Aşktan Evler
Dik gözlerini kalbin olsun gözlerin
M. Celaleddin Rumi
yel savurur-dalga çalar
kumdan evler kurmayalım
yıkılmayan yapı mı var
taştan evler kurmayalım
gel kadınım
aşktan evler kuralım
ufkunda gülüşün açsın her sabah
lacivert *******de ay doğsun bakışların
duvarı dünya olsun
tavanı gökyüzü
her an:
patlayan bir tomurcuk aşkın dalında
ne dün- ne yarın...
nerede olursak olalım
yürekten bağlı kalalım
gül diye büyüttükçe yürekte hüznümüzü
hükmü yok ayrılıkların...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:12 PM
Hüzün Senfonisi / 02 - Bakışın
bana işte öyle bakışın var ya
kahverengi kahverengi akışın
kendini gözlerinle sunuşun
öpüşün var ya hani
öpüş susuşun
sevişin var ya öyle
sınırsız teslim oluşun
bakıp bakıp gözlerimde ölüşün
bilmezsin
nasıl yolunur
nasır tutmuş yüreğim
neyim varsa
bırakırım
fırtınana
talan olur
bu kentin yasemen akşamlarında
kendini bir ince sızı bırakıp
beni alır
beni alır
gidersin
kalırım
çaresiz/ıssızlığında
öyle kolları kopuk
öyle yaralı...
bana işte öyle bakışın var ya
her şeyin silindiği
gözlerinle beni öyle sarışın
gövdeme kendini giydirişin
seni soluyuşum senin içinde
yağmalanıp tükenişim derinlerinde
yitişim...
yitişim
koskoca bir kentin sana dönüştüğünde
sokakların orta yerinde sensiz
öyle kolları kopuk
öyle yaralı...
sendendir bu lacivert *******de
denizin masmavi dile gelmesi
yıldızların sağnak sağnak inivermesi
dilim lâ'l kesilir gözlerinde.
susar ellerim
bana kendini giydirip
sonra da böyle öksüz bırakma
yalım mavim
nazlı yarim
yanışım
bir tür çiçek açıştı gözlerinde
sürüklenir sürüklenir giderim
yavri yavri
bu kadar insafsız akma...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:12 PM
Hüzün Senfonisi / 03 - Küçük Yıldız
kumdan evler kurmayalım
birlikte düşler kurmayalım
deneyemedik, diye
ağlamayalım
hüzünlü küçük yıldızım
hep orada kal sen
gizemli masmavi sonsuzlukta
ben burada
ıssızlıkta
bir
sevgimiz olsun
dalgalar yıkamasın
yeller savuramasın
varsın
içimizde kalsın..
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:12 PM
Hüzün Senfonisi / 04 - Kıyamet
biz nerede ayrılırsak
kıyamet orada başlar
mavidir senin hüznün
coşkun bir yürek
çatırdar
oradan başlar/yarım kalan bir bedenin
kendini sonsuzlukla tamamlaması
ve susar
kellesi kopartılmış
çarpınan bir ceset
gibi rüzgâr
biz nerede ayrılırsak
kıyamet orada başlar
sen gidersin
ey gönül büyücüm
ben kalırım
bir de son öptüğün yerde
gözlerindeki esrar
bırakırım geri kalan nem varsa
kıyasıya yağmalar
canlanır orada nice geçmiş ayrılık
eski bir plakta
kırgın bir müzeyyen senar
sessizliğin sinesinde
mavi bir sezen aksu
kanar
nereye gidiyorsun
kadınım
büyücüm
küçüğüm
söyle bana
beni böyle akşamların ortasında yaralı
parçalanmış bir yürekle koyup böyle
nereye
ömrünün en küheylan çağıyla
talan edip içimdeki cenneti
çaylar gibi aka aka nereye
zamanı parçalayıp bakışlarınla
cehennem ateşleri koyup döşüme
nereye gidiyorsun
kadınım
yumuşak kirpim
kahverengi denizim
beni nerde bırakırsan
kıyamet orada başlar
kalakalırız orada
başı kopartılmış rüzgâr
buz tutmuş hüzün
kuruduğu tüm kıyılar
kahverengi bir denizin
tam senin yanıbaşında
ey güngörmüş yaşlı çınar
söyle bana büyük aşklar
büyük ayrılıklarla mı tanımlanırlar
biz nerede ayrılırsak
kıyamet orada kopar...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:13 PM
Hüzün Senfonisi / 05 - Tanık
gelip geçtiler binyılların yokuşlarından
nice sevgililer el ele -omuz omuza
kelebekler-martılar-uğur böcekleri gibi
geldiler gittiler
yanıbaşında durdular
çoğunu yaşlı palmiyeler bile anımsar
nasıl da unuttu
saçlarından esen ölümsüz kokuyu rüzgâr
nice öpüşlerin tanığısın
ey yaşlı çınar
ki söyle
kaç öpüş var
dehşetinden yer sarsılır
gök çatırdar..
unutma
sana değen
o çocuk parmakları
yaşam ile ölüm onlarda kesişirdi
o gözler ki sonsuzluğa uzanan
sevgiye susamış kurak topraklardılar
kadın
çocuk
dişi
deli tayın
taştan taşa sekişiydiler
rahmiydiler içimdeki ateşin
sonsuz hasretimin kalesiydiler
sen tanıksın
yüreğime
yapıştılar
teslim oldular
teslim aldılar
artık sonsuza dek oradan bakacaklar
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:13 PM
Hüzün Senfonisi / 06 - Haritamın Yırtıldığı Yer
ansızın gideceğim bu kentten
kimse farkına varmadan
beni sapkın ilan etmenin tam sırasıdır şimdi
çünkü fırlattım denize
okuduğum tüm kitapları
sonra dalgaların peşine düştüm
baktım ki asıl sevdiğim şu gökyüzü
attım kendimi sonsuza
mavi kesildim
tepeden tırnağa
inkâr ettim kitapların söylediği ne varsa
denizlere fırlattım yüreğimi de
gayri martılar dinlensin üstünde
bana yeter
kelebeğin kanadında coşan ürperti
kuralla-yasayla-teraziyle-tartıyla
kim varsa sevdiğim
terkettim tümünü de
özgürlüğü öğrendim
yalnızlığın kollarında
haritamın yırtılıp kanadığı noktada
orada öğrendim aşkı da
bütün aşklarımın sahtekarlığını
öğrendiğim an
sevgilim bana dedi ki
‘nasıl da ısırıyor
süt gelmezse
anasının memesini
dişi yeni çıkmış çocuklar’
sonsuzlar ortasında
o an kırık bir çöptüm
dalgalar tanıktır buna
gözümde bir damla su
deniz deryaya kesti
arı oldum
gül öptüm
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:13 PM
Hüzün Senfonisi / 07- Dudağı Dudağımda Ay Aylasıydı
yüreği yüreğimde
yırtılan bir göğün gürlemesiydi
dudağı dudağımda
gül goncası
can yongası
aşk huzmesiydi
oysa nice kumdan evler kurmuştum
yellerde savruldu
aldı dalgalar
gün oldu unuttu bakışlarımı
ardımdan ağlayanlar
başka hesaplarla
başka adamlarla
zamanda kayboldular
tanıksın yaşlı çınar
dudağı dudağımda
ay aylasıydı
öpüşü toprağımda
su damlasıydı
büyüdü
patladı
ve orada aşk çatladı
kıyamet başladı
bu kentin sokakları
benim yokluğumun farkında olmayacak
ardımdan hüzün kusacak deniz
ey gökyüzü kardeşim-ey yaşlı çınar
ansızın yanınızdan
bir kelebek olarak geçtiğimde
hayrete düşeceksiniz
gözlerinizin önünde
kendimi ateşe attığım zaman
yanışın
o müthiş güzelliğini
yalnızca siz göreceksiniz...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:13 PM
Hüzün Senfonisi / 08 - Tarlakuşuydu Jülyet
sevgilim bana dedi ki
-ikimizi koparan bütün engeller kalksa
yürek ferahlığıyla el ele versek
aşkımıza dost düşman tanık olsa
başımızın üstüne el koyup yemin etsek
sevişmeler de tavsar aslanım
yitirir büyüsünü en derin bakışlar da
dönüşüverir jülyet basit bir tarla kuşuna
sen öpüşmeye doymuş dudaklarınla
dersin ki
-sevgilim
kaldır şu güzelim poponu da
yemek yap yiyelim
çamaşır-bulaşık yıka
aşklar da tarazlanır aslanım
tükenir en fazla beş yıl sonra
akşamdı
ve sahili boynuzluyordu deniz
yukarda gök
yıldız bahçesi
havada esrik bir rüzgâr
jülyet şişman bir kadın olarak geçti yanımızdan
romeo bunamış bir ihtiyar
dedim ki insan
yalnız da olsa ihtiyarlar
bir yaşam hasretle kanamaktansa
bir gün tükense de aşklar
birlikte yürümeli insan
gittiği yere kadar
kuşlar bile
kanatları birbirine bağlıyken uçamazlar
yürekten yüreğe kelepçe vurmayanlar
aşkı bir onlar yaşar
aşk ki sonsuz gökyüzüyse
kuşlar yanyana uçar
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:13 PM
Hüzün Senfonisi / 09 - Keşke
keşke bu aşk bahçesine
hiç gelmeseydim
güneş delirmeseydi
bu haziran güzeli yağmur
beni böyle ince ince
damla damla öpmeseydi
soluğun imbat kokmasaydı
saçların esmeseydi
ben bu güzel kenti
hiç görmeseydim...
ne olur öteki kadınlara benzeseydin
evde kalmış olsaydın
bacaklarına ağda sürüp
sakallarını cımbızla alsaydın
beyaz atlı prensini bekleseydin
gözünü aynalardan ayırmasaydın
aslında beni sevmeseydin
seviyor gibi yapsaydın
çok sürmese seni terketseydim
bir gün ayrılacağımızı başından bilseydim
onun sen olduğunu bilmeseydim
seni hoyratça sevseydim
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:14 PM
Hüzün Senfonisi / 10 - Bir Mavi An
anımsa
deniz rıhtıma çıkmıştı coşkudan
deliydi saçlarında fırtına esen rüzgâr
öpücük tufanıydı boşanan sağnak
aylardan nisandı- günlerden pazar
yalı kahvesinde
yüreğin bir tuhaf ıslak
unufak etmeğe yeterdi kenti
yaralı bir hayvan gibi gözlerindeki esrar
buralarda bahar ansızın gider
akşamları sokaklarda çiçek açar insanlar
açılsam maviliğe
gönlümü en ıssız koylara demirlesem
kaçış yok
dalgalar hep senin sesin
adı bilinmedik sokaklardan geçsem
bilirim
bütün kavşaklarda beklersin...
nasıl da isterdin
o çocuk ellerinin
öylece kalmasını avuçlarımda
ve gözbebeklerinde yitip yitip gitmeyi
çıkarmağa gücü mü yetmedi aşkımızın.
sen gelmeden önce giyindiğim geceyi
hani demiştin ya- insan aşkını
sonunu düşünmeden kuralsız yaşamalı
hesapsız-kitapsız-utançsız-arsız
şimdi bilmiyorum ben mi korkağım
yoksa bu nasırlı yürek mi tutarsız
demiştin ya yıkmadan kuralları
deli sağnaklar gibi yar sarılamaz mı
çiğneyip geçmeden birinin gözyaşını
gerçek sevgilere varılamaz mı
anımsa
akşamın leylağında
öpüşmek rengiydi bahar
ne zaman o geceyi yaşasam
avuçlarım ellerinin sıcaklığını duyar
işte o demiştim
akşamları batıdan doğan
en parlağı yıldızların
karanlık *******de yol göstereni
serüvencilerin ve hırsızların
şairlerin yüreklerine dökülen esin
işte o demiştim Venüs yıldızı
aşkın tanrıçası
sensin
anımsa
nazlı bir kızdı mayıs
hava su berrak
billurunda yalnızlığım nemlenir
yıldızları indirdim Karşıyaka’ya
ötesinde lacivert dokuyan dağlar
soldu gün ömrümüzün dalında
imge yakamozlayan şu denize ne denir
gümüşselviler uzuyor tüm kıyılarda
karşıda bir yerlerde sanki Attila İlhan
maviden maviden mısra demlenir
güneşin battığı yerde öpüştü renkler
geride yumşacık bir yeşil dinlenir
rüzgâr okşar dallarını palmiyelerin
otobüsler ışıklar içinde
insan yüzleri dingin
neon lambaları rengarenk
zaman ellerde yüzlerde
mavi mavi dökülüyor
bir kız kelebekler gibi
telefon ediyor sevgilisine
mavi
masmavi gülüyor...
akşamdı
gelmesen
büyü bozulacaktı
eski bir plakta yine
hicran yine hicran çalacaktı
gelmesen
mavi
kan içinde kalacaktı
bilmezsin
uzak dağ başlarında karanlık *******i
üç haneli köylerde
ağır ağır tükenmeyi hiçlikten
ne gece kuşları -ne rüzgârın uğultusu
hiç bir şey tutamaz insanının yerini
kendinle buluşup boğuşman boş
silemezsin unutuluş sisini
bilemezsin korkunçtur
yaşarken ölmek duygusu
gecen ölümlerden ıssız
yüreğin delik deşik
ışığın loş
yararsız
bütün saatleri kırsan
çıldırsan
hırsından bin parçaya ayrılsan
en güzel an da düşer
ömrümüzün dalından
kimseler tutamaz çetelesini
oysa uzak bir sonradan
oturup geriye baktığın zaman
belki parmak uçlarında tozu bile kalmayan
gizi gülümseyişin taç yaprağında saklanan
belirli anlar vardır
insanı tanımlayan...
geceydi
nazlı bir kızdı mayıs
yıldızlar yağmıştı karşı sahile
geldin
elin yüzün ben geldin
sanki gerçek değildin
ama gerçekten geldin
gözlerin tüm bakışların bahçesi
hey palyaçom
gecemi çıldırtan ay
masalımın prensesi
hoş geldin
ellerini ellerime gül diye bırak
halin halimle tamam
bir şiir okuyayım yüreğime bakarak
ölümsüz olsun şu an
ki ben bu müthiş anı
bir daha yakalayamam.
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:14 PM
Hüzün Senfonisi / 11- Yağmayan Gök Sancısı
omzunda ağır yüküyle
geceyi bekleyen acı suskunluk
düşlerinde sarar diri gövdeni
yağmayan gök sancısı .
gözlerimde gördüğün
bilmezsin
bu
benim ağlamam
uzaklık dediğin aşılır
yol tepilir
dağ yıkılır
tamam
yüreğin ne kusuru var sevme faslında
sen beyaz duruşuna hayran olduğum kuğu
ben çöl kartalı
bazan sevmek ayrılmaktır aslında
nereye düş eksek orda kuraklık
kural koyucular peşimiz sıra
ayak izlerimiz kan
nar çiçeği gülüşlüm var git yoluna
yüreğim bulur seni
ne zaman beni ansan
ah bilmez miyim oysa
o dişi aklığın teslim olur deli sularıma
uzansam
gül olur tomurcuğun
çöl demez toprağıma
yangınıma kanat vurur yüreğin
cansuyum olursun canıma aksan
aşılır tüm engeller
şu firavunlar sultası
sokaklar dolusu lağım faresi
hatta yalnızlıklar bile
yıkılır sınır surları
sevmeyi biliyorsan
yağmayan gök sancısı
gözlerimde gördüğün
bilmezsin
bu
benim ağlamam
aramızda bir şey var ki aşılmaz
bir ona yetmez gücüm
zaman...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:14 PM
Hüzün Senfonisi / 12 - Aşk Ermişi
yüzün
hüzün değil
bir çocuğun muzip gülümseyişi
kadın
insan
çiçek
dişi
insanlar geçiyor mimiklerinden
yüzünün sahnesinde
sayısız figüran
tıpa tıp kaç kişi
gülüşün
ceylanın taştan taşa sekişi
susuşun
mehtabın suya inişi
küsüşün
ayçiçeğin boyun eğişi
gelişin
yüreğimin gül kesilişi
gözlerinde gördüm bakışlarımı
dedin
-bırak öpsün
gözüm gözünü
ki sensin aşk ermişi...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:14 PM
Hüzün Senfonisi / 13 - Oysa Beni Al İsterdim
bir hazan sessizlik kaldı gözlerinden
akşamın sinesi kanadı gidişinle
gülüşün sustu
su berrağı sesinden geriye
o vesveseli yalnızlık ki
rüzgârların dilinde
yine hicran makamından şarkılar söylemekte
saçlarına takayım diye
ellerimi uzatsam kopartırım diyordum
gittin ki yıldızlar
denizin yüzüne döküldü
dalgın bakışlarının kaldığı mavilikte
hepsi de bir bir öldü
gittin
yerle bir oldu her şey
yüreğimde patlayan bu kıyameti
başından biliyordum...
oysa beni al isterdim
deli sokuluşlarınla
günüm denizine batsın
ayım yitsin bulutunda
nar çiçeklerinin dalında rüzgâr
toprağının sinesinde
nisan yağmurun olayım
beni alsın dalgaların
beni sarsın
kayalara çarpa çarpa
parçalasın isterdim
nabzına
damarlarına
kanına karışayım
gecene taşınırım şimdi tüm trenlerle
sonsuz çöllerine-sana en uzak yere
şimdi yıldızsız yokluğunda
karanlığı kanatmak var şiirlerle
anlatılmaz sancılara boğmak var
ben duramam buralarda giderim gayri
belki ardımsıra gelir gözlerin
bir de saçlarına sevdalı rüzgâr...
uzak kıyılarda öpücüklerle
kurmayı düşlediğim
kumdan evler kaldı
yıldızlar inecekti saçaklarına
deli dalgalar aldı
söylenmemiş bir masal vardı
sana-bana ilişkin
sen deliliğe vurdun
ben sürgünlüğe çevirdim yolumu
o uzak kıyılar
boğazlanan düşlerle debelendi
birlikte seçtik biz bu kıyameti
ayrılık tam öptüğüm noktada yakaladı
sevdamız hançerle ertelendi...
ayrılık
seni ilk tanıdığım gün gözlerindeydi
gülüşünün kıvrımına saklanmıştı
dalgın dalgın duruşuna
usul usul gelişine
bundandır her buluşmamızda
yarın gidiverecek bir yolcu gibi
sarıldın bana
bin yıldır yollarıma bakıp da
umudu doğmadan ölen
kadınım baktım
oysa beni al isterdim
aktın
öylesine hasretlerle
aktın
hep hazin bir biçimde kanattın aklığını
tutsam ellerimdeydin her defasında
su
yaşam
aşktın
çöl kaldım sana cansuyum
kollarımdayken uzaktın...
ayrılık kirpiklerinde titreyen vesveseydi
bakışının ardındaki dünyanın
girişindeydi
kanayan yaraydı gülüşünün kıyısında
beni gözlerinle sarışındaydı
gönlüme gövdeni giydirişinde
gözümün bebeklerinde ölüşündeydi
yavri yavri
bilemedim ayrılık
kıyametler koparan
bir damla öpüşündeydi
oysa beni al isterdim..
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:14 PM
Hüzün Önerileri
gözlerine otağ kurmuş yalnızlık
acının zangocusun-bunalım eğirirsin
*******i sızım sızım
kapanmaz bir yara gibi geçmişin
kilitlerin anahtarsız
kendinin hücresisin
'keşke' dediğin yerde
yarım kalmış şiirlerin kederi
-gecikmiş nice pişmanlık-
içinde sabaha dek
dört nala uzaklaşan bir atın
dönüşsüz ayak sesleri...
her türkü
kan göleti
söze dökülmeyen habis duygular
kahredici ve derin
birer kesik damar gibi
deneyemediklerin...
anlıların senin
sokak çocukların
cami kapılarına bıraktıkların
dönüp dönüp sarıldıklarım
anlıların ki her biri
baş belan
illetin
yüzsüzün
bir deprem sonrasıdır
yalnızlıktan yıkılır kent
anlarsın
biraz da pişmanlıklardır hüzün...
oysa kepir yüreklere can akıtmışsın
kaç gülşen büyütmüşsün çoraklarında
yeşermesi olmayacak ağaç gibiyken
insan eli değmemiş sancılı *******den
çiçek salgınlarıyla ulaşmışsın sabaha
yakılmış bayrakları
asılmış şarkıları
çiçekleri çiğnenmiş
yağmalanmış alanları
kentler geçmiş içinden
unutulmuş bir yerlerde
birileri
görüşmemek üzere
her mevsim yaprak döken
ve yeniden çiçeklenen ağaçlar gibi
nice yol ayrımlarında kalmış
nice insan yüzleri
ne zaman ki dağdelen coşkularla
sürüklenmişsen
yüreğini gül diye sunduğun eller
bozguna uğratmış tomurcuk şiirlerini
acı çalmış baharını yüzünün
gülüşün kırılmış sebiller gibi
sırları dökülmüş bir günün aynasında
birden bire görürsün
biraz da
dinmiş coşkulardır hüzün...
ağladın
hep ağladın
kumdan evler kurmayı
deneyemediğin için
ağladın için için
kurduğun kumdan evleri
gelip yıkınca deniz
ağladın
derya içre balık gibi
deryadan habersiz
bir zamanlar duruydun
arınmış sevgilere gebeydi toprakların
için yırtıldı-dağlandın
ve kirlendi gözlerin
yüz ifaden kavlandı
fason sözcüklerle konuşmağa başladın
buğulandı aynaların
içindeki bataklıkta boğuldun
kendi kendine sürgün
kirli bir suydun
yine cellatlar dolaşıyordu
türküleri talanlanmış alanlarda
madalyonlarının arkasına saklanmış
vampirler kan sarhoşu
sayısız yargısız infaz
faili meçhul
yaşı bilinmeyen bunamış firavunlar
sürdürsün diye saltanatını
sokaklar dolusu yalaka
çanak yalayıcı
kul...
yine de birileri hep oldu
anlaşılmaz ölçüde hain(!)
çelikten onurları
parçalanmış yüzleriyle
güya ibret-i alem için sergilenirken
parçalarken bir tekmede
zulüm esnafının tezgahlarını
-sen ki bütün aynaları buğulu
akvaryumuna aşık
tedirgin su...
gül(üş) ün açmasını insanlık suçu sayıp
ağaçlar yargısız sökülürken
hastane kapılarında
ölüm kuyruklarla
caddeler hınca hınç
hınç
tüm bunların arasında
azat et kendini içindeki kafesten
cellatların uluştuğu bir dünyada
artık sırça saraylar kurma
o saraylar dolusu mutluluklar kurma
eğer ki yüreğinin
haykıracak gücü yoksa
dağ başlarına tırman
yorgun bir kartal gibi mağaralarda yaşa
yüzünü içindeki dipsiz dehlize dön
ve haykır
gözkapaklarının içinde saklanmış onca hüznü
ki yeniden coşkuyla tutuşsun türkün
unutma
biraz da susmaktır hüzün...-
arınıp yeniden insan olmaksa derdin
en mutsuz zamanında sokaklara çık
çaresizliklerden acılar devşir
kimsesiz çocukların bakışlarından umut
var kana nehir nehir
bırak
onca yıl içinde biriken zehir
aksın
unutma
yaşadıkça aldanacaksın
içinde yük olan ne varsa at
kırılmış kanatlarını sağalt
pencereler aç ki zındanlarına
gözlerin ışık açsın
dalların umut
kaldır sınırları
yüreğine çağlayanlar dökülsün
unutma
biraz da
başlamamış coşkulardır hüzün.
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:15 PM
Ilgam Çiçeğim
sabahın tayına başkası binsin
ben kirpiklerine dökülen ayışığına vurgunum
acım ki
on bin yıldır yazgısı değişmeyen
bozkır köyleri gibidir
yüreğim binyıllarca çiğnenmiş at toynaklarında
susuşum bundan deli
duruşum bundan ağıt
gülüşüm meşe seli
atsız
pusatsız
yağmursuz
yarık yarık yarılmayı öğreneli çok oldu
şüphesiz
aşka tapan
bir günahkarım
yüreğimin yanıldığı çok oldu
duruşumun dışındaki nasır
bakışımdaki sis
gülüşümdeki zehir
gözlerinde erir
susuşlarla konuşmayı öğreneli çok oldu
sabahın ipek tülü
düşerken düşlerine
nedir ki sevdiğim uzak dediğin
işte binyıllar önümüzde serildi
yalnızca aşıklar bilinir
bilinmezken onların katledildiği kentler
ve onlar içindir cümle türküler
yeniden doğarlar her yeni aşkta
zorbalardan korkmamayı öğreneli çok oldu
nedir ki sevdiğim uzak dediğin
bilirsin el ele-göz göze-yüz yüze
her anı aynı yerde soluyan
sayısız insan vardır
birbirine sonsuz uzak
nice insan
bir ömür birbirine zından
onca ‘seni seviyorum’ların çoğu yalan
öğreneli çok oldu
bilirim ki can tadım
bir gün uyanırsam gözlerinin şafağına
ne özlemin biter ne ateşim azalır
kaç bin yıllık susuzluğum-kurağım
nasıl uslanır
miladım saçlarının esintisiyle başlar da bir sabah
senden öncesi yaşanmamış sayılır
ey iklimimin çiçeği ey
seni çöllerimde
bir vaha gibi büyütmeyi öğreneli çok oldu
sabahın tayına başkası binsin
ben
kirpiklerine dökülen
ayışığına vurgunum
sana seni birikti
kaç ömürlük vurgunluğum çok oldu
sevdiğim
sevdiğim
ılgam çiçeğim...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:15 PM
Kadan Alım
seher çağındasın gözlerin kuş cıvıltısı
salın da gel ince bahar kadan ben alım
köseğisi göversin düşümün-gülüşün gül fısıltısı
kalbimin çeliğini yalasın bakışındaki yalım
öyle yağmurlarla es kırılmış başaklardan
bir acı bozlağın yanık külleri
yedi veren sevdalar savursun yıldızlara
salın da gel samanyolum kadan ben alım
her menekşe kendi uçurumuna kanar
ne kadar başkaysak o kadar iyi
her gece kendi acısından ulur
her hasret yarasında büyütür sevgiyi
seher çağındasın gözlerin tepeden tırnağa tılsım
madem ki sonu yok bu hasretin var sen git
var sen git yaramda gülüşünden bir ışık kalsın
bir yıldız kayması kalsın bana
yürü ey küheylan salınışlım kadan ben alım
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:15 PM
Karasevdam - Filistin'im - Kerbelam
I
Göğüse sığmayan yüreklerin
Yüreğe sığmayan sevdaların
Karasevdalı insanlarıyız
Ekmeği yaratmak kumdan
Ölümsüz destanlar büyütmek
kanla
Bize özgüdür
Kaç bin yıldır
Özgürlük kanadı yaralarımız
Türkülerimiz yalım yalım hasretti
Kana susamış yamyamlar geldi sonra
Vampirler- it sürüleri- ölüm simsarları
Katletmek için yaşama ilişkin ne varsa
Ayakları paletli azrailler geldi
II
Yekinip
Yürümek istedi
Zincire vurulmuş dağlar
Utandı çöl
Utandı gök
Yürümek istedi su...
Kundaklarında ölüleriyle
Yürümek istediler
Gidenlerin arkasından
Gayri bir daha ölmeyecekti kuşlar
Çiçekler açmayacaktı vahalarda
Kimseler bilmezdi bu suskunluğu
Ayrılığın böylesini kim yaşamıştı
O gök değildi bu gök
Bu ayaklar insan ayağı değildi
Ölüm parmaklıydı işte elleri
Kesindi
Sönmüştü dağlarda ateşler
İlkyaz gelmeyecekti onlar olmadan
Gelmesindi!
Dağlar
Göğsünden vurulup, düşenlerini
Duyulmamış ağıtlarla bastı bağrına
Ve onların türküsünü söyledi çöl rüzgarı
Yalnız onlar gül açtırırdı kumda
Sevemezdi böylesine hiç kimse anasını
Yürekleri özgürlüğe susuzluktan çatlak
Düştüler ey dost
Düş
tüler...
Türkülerini
Ağıtlarını
Namuslarını almış gidiyorlar
Gayri onlar için
Her yerdedir Filistin
Her yerde savaşmaya gidiyorlar gene
Dirilmeğe sürekli
Yeniden dirilmeğe...
III
Susan benim yellerimdir
Güllerimdir solan
Kanarken ağıtlarda bir büyük destan
Çölün en büyük hasreti
Ben
im
dir Filistin' de
Anam kaldı o dağların ardında
Kucağımda can veren yavuklumun
Son sözleri ürperir
Silahımın söylediği ağıtta...
Bu kan
Bu dünyaya karşı inatla atan nabız
Benim(dir) Filistin' de
Hırsından çatlayan kalbim
Öylesine bükük omzumda
Dönüp bir yol
-Hoşcakal-diyemedim dağlarıma
Giden ayakyarım olsun
kalbim kalıyor
kanıyor
yanıyor
toprağımda
Hiç kimse anlamasa da
Bu anka yeniden dirilmesini bilir
Bombalar, mitralyözler bin kez parçalasa da...
IV
En eski zamanların yoksuluyum
Binlerce yıllık sevdamı gömdüm sana
Atalarım dağların ardında kaldı
Yüzlerinde çizgi çizgi hasret teriyle
O nazlı özgürlüğü yasayamadan
Yıkıntıları altında ülkemin
Ey kum!
Binlerce yıllık susuzluğunu
Irmak ırmak kanımla giderdim
Kardeşlerim senin için vuruldu
Vatanım
Sevdam
Umudum dedim sana
Vuruldukça hasretine
İçimde yeniden can oldu kinin
Gayri hiç bir gömüte sığmaz bedenim
Ey haklı direniş destanlarının yoldaşı
Ey Filistin!
Sevgilim!
Direnç kaynağım benim!
Sana dünyanın en sevdalı türkülerini
Ben yaktım!
Benim gibi sevemez vatanını kimseler
Bir yanım sende kaldı
Bir yanım sana giden yollarda
Karasevdam
Filistin' im
Kerbelâm
Neredesin sen!
Neredesin sen!
Neredesin! ...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:15 PM
Kirli Savaşlara Gazel
Bütün müfrezeleriyle ölüm konuçlandı geceye
Yüzüne kapattı ellerini kahreden bir korkuyla
Sinesine zulüm yağan ananın dağları taşları
Toprağın gözlerinden süzüldü gerillalar
Kan içinde bir isyanın ateşten gözyaşları
Rüzgârda kum
Zemheride kar tanesi insan
Attan
İtten
Daha da ucuz can
Tükenmez çilelerin değirmeninde
Bir buğday
Bir un zerresi
Ufalanır
Belalar büyür o ufaldıkça
Karanlık azman kesilir
Ve acının memelerinde bütün çocuklar
Hüzne çatılmış silah silah kaşları
Yine bombalar gürledi gökte
Adı- sanı duyulmadık tüfekler ürüştü
O çılgın suskunluk kudurdu yine
Karanlık çırpındı
Ağızsız dilsiz
Bir hayvan gibi
Kan içinde
Ve şahan yüreklere ölüm
Ve kömür gözlere yıldızlar üşüştü
Yolunmuş güller gibi düştü yorgun başları
Haykırın ey insanlar
Aksın yüreğinizin yedi kol ırmakları
Haykırın
Ve yıkayın
Gövdesinden
Yeryüzünün
Yıkayın bu kirli savaşları
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:16 PM
Korsan
yakamozlar yalazlanır yüzünde
yüreği zokalı yurtsuz ve firari korsan
kılıçlar kırılmış ay basılmış kaç yara
yağmalanmış bir ömür
eskil kadırgalardan
zaman ki nice umman
diyemem sorsan
gençliğim talanlanmış
acının adalarına çıkmışım
uzak dedikleri burnumun dibi
uzak hasretlere yürek yakmışım
kaç düşüm parçalandı fırtınalarda
ömür kulaçladım
sabır yağmalattım
satır yemiş aşklarım kolundan
yarde kalmış parmaklarım
deniz tanrıları yüzümde remil atar
kör bir falcı gibi uğursuz zaman
içimde bir uğultu..ölümcül batıklardan
alevden yelkenli gemiler kaptanıyım
som ateşten kapılardan geçen
yürek zokalanmış yardan
nereden bilsin dolunay
gözlerim neden korsan
bir nefesten yakın uzaklıklarda
kurumuş dalgalarda yüzdüm
deniz kızları ne bilsin bunu
ay sarhoşu *******de kusmalarım nedendir
kırılmış kılıcımı kaç fırlatıp sulara
kaçmışım
gözlerine
mil çekilmiş
akşamlardan
deniz bu
zaman
dalgalarda köpüren belki
yaşanmamış onca düş
ölmüş tayfalardan
çığlıklar
ortadan yarılan bir ay sesi
uzaklardan
susarım
sular da susar
sular yarılır şerha şerha susuzluktan
dilimde mor bulut tadı
dilimde kor tadı
yar bilmez bunu
susuşumun altındaki fırtınalardan
sorarım suskularda
yarin yüreğinde benden kalan yakamoz
büyüdü mü gül açarak ayışığında
bekler mi geride kalan içinde ateşler saklayarak
kırılmaz ki unutuşun ipliğini eğiren kirman
ben nereden bileyim
döşüne dişlerimle çizdiğim menekşeyi
soldurdu mu yangınları söndüren zaman
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:16 PM
Kovgun
bir posa gibi bırakıp geride
bir leşin pörsümüş barsakları gibi
bırakıp caddeleri sokakları
bir kentten ayrılmak
bakır çalığı bir tadla ağzında
alıp iki yanına nadaslanmış tarlaları
asfalt
hercai bulutlar darmadağın
dumanlar arasında apartman hayaletleri
suskun
kabullenilmiş yaşamların yanından
akıp gitmek
yalnızlığın çamurları içinde
atılmış bir pabuç teki
gibi bırakmak bir kenti
hangi kente varsa yolun
birbirine benzer sokakları
yalnızlık dolaşır caddelerinde
kendini oyalayarak boş telaşlarda
aşksızlık bakan gözleri
ucu kırık gülümseyişleriyle
bıkkınlık... yırtık giysileriyle
ve ertelenmiş düşler
ve çevreler sokakları
tavsamış evliliklerin kafesleri
yeni başlayan sevdalar yeşerir
her mevsim nereye gitsen
kimisi açmadan solar
ilk bakışın kıyısında
ölüm gibi gölge gibi ayrılık
sürer aşkların izini
bir şeyler bulaşır ruhuna
hangi yolda yürüsen
hangi insandan geçsen
birine saati sorsan
yüzündeki patikaya bakarsın
nereye gider
sokakta öpüşen sevgililer
sularına yansır
her kentin kişiliği
başka bir iz bırakır duvarlarında
sonunda dolar vakit
sürgünsün
seni çeker seni
hadi
yalnızlığın omzuna bırak ellerini
bahtına kovgunluk düşmüş bir kere
kendini almayı unutma sakın
yine de bir şeyler kalır bu kentin anısında
geldiğin zaman varsın
gittiğin zaman yok
ölsen
kim bilir
yokluğunu
ve her kent
bir yolunu bulup
tükürür seni
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:16 PM
Kulpsuz Amphora
kalbim yürür
eskil kadırgalardan kalan
alev izlerinde
kalbim
denizaltı mağaralarının
bilinmezlerinde
bütün unutulmuşluklardan
ıssızlara yansıyan
gümüşservilerdir sesin
suçlu söylencelerden
kovulmuş günahkar peri
kuraldışı gözlerinde
pandoranın kurusundan çalınmış
aşk lekeleri
seslenirsin
heey
seni gördüm
ve yaktım parmaklarımı
şimdi
hacı bektaşın dut köseğisi her biri
ayakizlerindeki ateş
her şeyimi yaktı
seni gördüm
içime sular aktı
kalbim ki
kırık bir kayık
ateş denizlerinde
ey deniz tanrıları
alın onu
taş bağlayın boynuna
alın sulara
yeter ki bu cehennem soluklu çığlık
sızmasın uykulara
seslenirsin
heey
seni gördüm
içime sular aktı
için korsan barınağıdır senin
fırtına tezgahıdır
hurdahaştır
batıklar hurdalığıdır
cehennem sığınağıdır
savaştır
için senin
deniz fenerlerinin iniltisi
güzey yalnızlıklardır
aah
için
güvercin boynu koyların ürpertisidir
kalbim yaralı bir su örümceği
içinin elbizlerinde
yaralarım duyar ahını
bulutlarla tıkaç yapsam nafile
kagir suskunluklardır sesin
boşalmış kaşanelerde
utançtır yanık parmakların
çünki sen seçmişsin dudaklarını
susarsın
girdaplarını
kalbim
kulpsuz bir amhora sularda
gel
al
ve
kus ona
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:16 PM
Kumdan Evler Kuramadık
Kumdan evler kuramadık
kumdan evlerimizde mutluluklar kuramadık
sonra deniz gelmedi
kumdan evlerimizi yıkamadı...
Ve biz ağladık
kumdan evlerimizin yıkılamayışına değil
kumdan evlerin olamayacağına değil
deneyemeyişimize ağladık...
2.12.1992 İzmir
*******in ortasında yapayalnız kalmasam
Dışarıda böylesine yürükten yağarken yağmur
Suskunlukta ölürken bu duyarsız kent
Kalmasam *******in ortasında
Sensizlikler içinde
Coşkularımda bent....
Ezgim
Karlı bozkır gecesinin iniltisi olmasa
Tipilerde sığınaksız kalmasam
İçimdeki yaraların ateşiyle
Bıkmasam usanmasam
ya rüzgar kovalamanın ustalığı hep bana kaldı
ya savrulan yaprak olmak rüzgarda
kimi zaman bir saman çöpü gibi okyanus ortasında
bazan tükenip gitmek
su bilmemiş bozkırda
bir bana kaldı...
Bende bir avuç deniz bıraktın
Küçük bir kavanoza sıkışmış
İçinde deniz kabukları
Hep durur masamın üzerinde
Köpüksüz- ışıksız- fırtınasız
İçimin yıldızlarını öldürmeseydin
Gümüşselvilerim olurdu benim de
Yakamozlarım parlardı...
Ormanlarım yanmasaydı
Rüzgarlarım eserdi fırtınalar koparırdım...
Şimdi bir avuç su ölüsü
Sıkışmış bir kavanoza...
Bir de kahve fincanın var
Bekler durur elllerini
Neye yarar...
Senden sonra kim girmişse sınırlarıma
Çarptı senin demir duvarlarına
Felç geçirmiş bir coşkunun
Çaresiz bakışları kaldı benden onlarda
Kesip atmak bıraktığın ne varsa
Ve boğmak yüreğimi kendi avuçlarımda
Bir çözüm getirmedi gonlümdeki inmeye...
Ben bilmezdim türküsünü sınırsız mavilerin
Boğuldum kavanoz dolusu su Ölülerinde
Kahverengi denizler büyütmüştüm göz Bebeklerimde sana
Kupkuru çöl matlığı saplandı bakışlarıma
Talan oldum yüreğimde hüzünlerime kadar Ey Yar
Beni bir yerlerde sonsuza dek seviyor olman
Neye yarar...
Ölümler içinde ölüm beğendiğimsin
Kanayışını- eldesizliğim- çaresizliğim...
Deli sağnaklar iner doruklarıma durmadan
Bilirim bir yerlerde varsın
Coşkuyla donatırken dünyayı bahar
Varılmazlıklardasın
Sular ışıl ışıl ebrulanırken
Gökyüzü şiir şiir savrulurken
Gelinmez uzaklarda belki de sen ağlarsın...
Şimdi elimde boyalar
Geçmişin kökleri renk renk kanayan
Geçmişin yürekleri...
Ölmüş denizlerimiz tuvallerde dalgalanan
Eskinin atları bu çizdiklerim
Dön nal koşarken ansızın kapaklanan
Yüreğimi kusuyorum- param parça rengarenk
Bu benim isyanım olsun sana
Sevdiğim
Artık dönme bana! ..
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:16 PM
Kumdan Evler Kurduk
Kumdan evler kurduk
Kumdan evlerimizde mutluluklar kurduk
Sonra deniz geldi
Kumdan evlerimizi yıktı
Ve biz ağladık
Kumdan evlerin yıkılışına değil
Kumdan evlerin olamayacağına ağladık...
1992-İzmir
Pörsümüş bulutlar
Hiç bir anlam bırakmadan dağılıp gitti
Şu akşam kızıllığında demlenip giden boşluğa
Mavi mi diyorlardı bir zaman
Karanlık indi kentin sokaklarına
Beton ormanların üstünde gök bitti
Çekildi sesler-çekildi telaşlar-sevinçler-
keder...
Sarı ışıklar yalnızlığa düştü kaldırımlarda
Netleşti yüreğimi dalayan
Netleşti karanlık gecede zehir
kan
Netleşti karanlık gecede bir daha dönmeyecek
olan
Sonra ******* oldu
Sonra nice *******
Karanlık duvarlı
Taşlarla örülmüş
Önce tüm boşlukları doldururken
Daralan
Bir avuç kalan
Arasında sıkışıp kaldığım
******* oldu
Yine *******
Birden bire ta içimde yanmaya başladın
Kıvır kıvır saclarını alevler sardı ellerin
Güzelim parmakların tutuşup kömür oldu
Bütün mezarlık örümcekleri çürümüş kafataslarından fırladı
Ve bütün engerekler yuvalarından
Küllerin yeniden tutuştu zehirleriyle
Zaman yıkar
Eğer aşklar kumdan evler gibiyse
Zaman yıkar
Yaşananlar çölde ılgam gibiyse
Yeşil yaprak yere düşer toz olur
İlkyaz geçer- yaz tükenir- güz olur...
Gittin işte
Yetmedi gidişine benim insan güzelliklerim
Taa içimden- derinlerden gelen coşkular aciz
kaldı
Öpüşlerim aciz kaldı
Boşalmış ırmak yataklarına döndüm bir anda
kurudum iliklerime kadar
Yokluğunun taş bağrına
Mıh gibi çakılıp kaldı çığlığım...
Senin derin akışlı sulardı sesin
Ellerin gönlümün gülüydü
Kara haber rengi bir boşluk karanlığın
Aah yaşaran gözlerim oldun işte
Düşümdün düşsüz kaldım
Dipsiz uçurumlarda...
Unuttum aynlalı kaç devran döndü
Ay şavkıdı-gün kanadı-yaşam aşındı
İçimde bir hışım mağmaya kesti hasret
Ahım yangınlar soluğu...
Can dediğin bir uçar kuş anladım
Acı çığlıklar besledim
Devasız yokluğunun karabasanlarında
Sesim yakar boğazımı ağlasam...
Türküm bir yaralı göçmen kuş oldu
Gider gider gelmez geri
Sesim kanar ağıt ağıt
Sesim yalnız sesim sessiz
Gözlerim dar gelir ağlayışıma
Ölürüm ılgıt ılgıt..,
Sonra bir gün daha devrilir gider
Koşuşturan telaşlar diner gece yansı
Yalnız sen kalırsın bendeki ıssızlıkta
Yüreğimi parçalayan hasret sancısı...
Dipsiz uçurumlarda bulduğum yürek
Kocaman bir gül olup açtı
Boşaltmak istedi hasretini gözyaşlannda
Ah nasıl da susamıştı kıraçtı...
Gitti insanım kör karanlıklara gitti
Bitti
Sevdaydı -coşkuydu- ümitti...
Soldu gül -dindi coşku- düştü düş
Bir kabusa dönüştü düşlerden güzel gerçek
O artık hiç gelmeyecek
Ah o artık gelmeyecek...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:17 PM
Kumdan Evler-1
Ama kavuşmadan söz edebilmek için önce ayrılık denen şeyi bütün çeşitleriyle çok iyi bileceksin, tıpkı bütün kavun çeşitlerini, yıldızların bütün hareketlerini, bütün yazı türlerini bilir gibi... '
Mevlana Celaleddin Rumi
(Radi Fiş,Mevlana,sf.65)
I
güzelliği bende kalsın gülüşün
gülerken çağlayanlar gibi
yüreğime dökülüşün
çünkü yana yana yaşananlar da
toz olup savruluyor zamanda
avucuma bıraktığın o ellerin
iki ürkek serçe kuşu
o öpüşün bende kalsın
hani o:
depreminden yüreğimin söküldüğü
an kanar
an
ki
o müthiş bakışlara
zaman örümceğinin ağlar ördüğü...
güzelliği bende kalsın sözlerin
titrek dudaklarından açılan yaşam
bakışın
yakışın
sağnak sağnak yağışının anlatılmaz dağdağası
ellerime bıraktığın o körpe yüreğinden
parmak uçlarımdaki yanık yarası
bende kalsın
anladım kirpiklerin örttükçe gözlerini
coşkusuz bir ömürde
daralan
bir avuç kalan
ölü bir gökyüzüdür zaman
kumdanmış bütün evler
bütün hevesler yalan...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:17 PM
Kumdan Evler-2
insan yitirince keşfediyor yitirdiğini
kanıyor geriye dönmeyecek andaki gülüş
nereye gidiyor geçmiş zamanda kalan ürperti
büyülü bakışlara bir örümcek ağ örüyor durmadan
hani o kızlar vardı
esin esin esintiydi
gül sağnağı yürüyüşleri
ölümü yarar giderdi
zamanı yoklar giderdi
sevdayı okşar giderdi memeleri
şimdi boşalmış birer dağarcık
nerede tükendi
çılgın çalkantıları
nice gülüşler vardı
kuş sağnağı
geceye mehtap katardı
dolu vurmuş güller gibi
yüreklerinden koparıldılar
cellattı
cellatlara mezar olacak kadar
bağışlamak bilmeyen kaldırımlar
insan yitirdiklerini yitirdiği zaman anlar
bir deli yağmurdur
ömrün
ki nafiledir
yalan bütün saltanatlar
hanlar hamamlar saraylar
kumdandır bütün evler
bütün hevesler yalan
yüreğinde yaşadığın ne varsa
bir onlar
ömründen kalan...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:17 PM
Kumdan Evler-3
hevesler
ki mutlak geçicidirler
gönlünü oyalar
yayılır kof bir ömrün sınırlarına
ulaşılmazlıkla büyürler
hevesler
neyi besler
insanlığın o büyük
o mutsuz bahçesinde
her aşk bir başka katılmak
yaşamın dokusuna
dönülmez akşamın ufkunda
aslolan
bir insanlık şarkısı mırıldanarak
katılmak ayın doğuşuna
hevesler cangılında
bütün vakitler geç
son bir faslı yok ömrün
yürek
insanlık ırmağının damarlarında akıyorsa
sultanlar ölürken anlar
göçer bütün saltanatlar
bir hiç bile değil toz olup uçtuğunda
kof keyifler-sırça saraylar
kumdandır bütün evler
bütün hevesler yalan
hevesler
ömrümüzün sırtına vurulmuş eyer
ayırmak kendini başkalarından
seni yalnızlığa boğan.
yalan beklentiler
ki mutlak
geçicidirler
zındanlar kimin kanıyla
kimin canıyla savaşlar
onuruna tecavüz edilmiş sömürgeler
gerillalar
kula kulluk
ve yağma
umudu hapseden zındanlar yıkılmadan
kırılmaz zinciri aşkın
taş duvarlar sarar gülüşün bir yanını
dünya insanca olmadan
bütün evler kumdan olur
bütün hevesler yalan...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:18 PM
Kumdan Evler-4
toprakta çekirdek
gülün damarında su
yürekte hüzün
ve görünmez saati ömrümüzün
işler kurmadan
büyülü bakışlara
bir örümcek
ağ örüyor durmadan
zalime baş eğme
yüzüne tükür cellâdın
karanlığa ışık doku
yıkılmadan özgür değilsin
kendine ördüğün zından
ne verir ki başkasına
kabuğunu kıramayan
sonunda bitecek ömrün
daldan düşen yaprak gibi
o zaman:
her an öyle yaşayacaksın
bir aşk mektubunun zarfını açmak gibi...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:18 PM
Kurye
Bin yıllar öncesinden bir kilim gibi
söylenmesi yasak acılar dokunmuş yüzü
kırçıl sakallarında kıvıldar durur
zaman böcekleridir güneş kırıntıları
İri ellerinde yas sessizliği
bir meşe seli gibi çağlar avuçlarında
direniş destanlarının ateş cevheri
Bütün yitirmelerden parmakları yorulmuş
sanki unutulmuşlukların kısır dalları...
Duyarak gökyüzünde dönmeyecek olanların sesini
söküldüğü toprağı okşarcasına
okşar- emektar kafesini
ve o zaman yıkılır- yüreğinin setleri
yüzündeki çizgisiz tek yeri gözlerinde
ürperir titrek bir kandil alevi gibi
yeşermeğe hazır dalın bedeni
hep böylesi anlarda yeniden cana gelir
ekin biçtikleri tarlanın sınırında
engereğin başını ezen babasının ayakları
dam dibinde anasının bit kıran tırnakları...
Yaslamış sırtını kedere
ulu gövdesinde kocca bir ülke zonklar
Sıhhiye pazarının bir kıyısında
tarihi yara yara gelmiş
eski bir isyancının heykeli
ve daha çok ileriye taşıyacağı yüzü
derin gizemlerin mahyası
yüzü hüzünler aynası...
ne ölüm-ne zulüm-ne rüzgar
durduramaz taşıdığı haberi
maviş çocuk gözleri bir çift deniz feneri
kanlı fırtınalarda yüzyıllara göz kırpar...
çökermiş sıhhiye pazarının yanına
ateş serüvencileri kuryesi
binlerce ceset taşır yaslı bağrında
ve yapışmış yüreğine binlerce gencecik göz
ağlamaz-kanar
iki oğul vermiş dalyan gibi
iki gürbüz can parçası
seksen öncesinde koca ihtiyar...
Aktı kendi dünyasında kör-sağır-dilsiz ırmak
sevinç-hüzün-telaş-karmaşa-yalnızlık
aktı kalabalık
o baktı uzak
ve yürüdü sancılar sakladığı derinlerine
uykular kırbaç artığı-umuda yargısız infaz-düşler çarmıhta
sirenler yüreğini göz göz sızlatır hala
sirenler ne zaman çalsa
iki dağ gibi oğul
oğul oğul kanar bağrında
o gün bu gün
kimi zaman küfesinde yasak yayınılar
kimi zaman bildiriler-haberler
taşıdı
yıllar önce mahpusta dinlediği
Kuvayı Milliye'deki Nazım'ın kağnılarını düşünerek
her gün pay ayırdı nafakasından
zındanlar dolusu çocuğuna
sonunu bilmediği yolcululara çıktı
tanımadığı insanlarla buluştu karanlıklarda
Hayır hüzün değildi şimdi yüzünde ışıyan bulut
ayaklar altında linç edilmiş bir hüzün olur muydu
biliyordu
gülmeğe kapıları çoktan kapanmış yüzünde
gayri ağlayacak tek bir yer yoktu...
Doğruldu
kanayışını bastırıp derinlerine
Cebeci'ye doğru yola koyuldu...
Ansızın bakışları yıldız yıldız çoğaldı
yüzü yarık yarık bir göz tarlası
ve kendi yüreğine hançer saplarcasına
ta içinde kanadı köşedeki dilenci
kara-kirli dudaklarında mecalsiz kıpırtılar
bir şeyler fısıldıyor sağır kalabalığa
yüzü çoktan yıkılmış kerpiçten köhne bir ev
tüm sahipleri ölmüş
duldasız
düşsüz
artık açılan bir kapısı olmayacak
bir daha ışıklar yanmayacak penceresinde
boynunda o kahreden büküklük
sanki sonsuza dek doğrulmayacak
kirli mendilinde nikel bir para
bir vicdan rahatlatma fiyatı
taş olmuş bir damla göz yaşı tomurcuğu
dokunsan parçalanacak...
Eski bir zemheri esti bedeninden
teri buz kesti kurye'nin
geçti bir şimşek hızıyla gözlerinden
kanlı bir ezgi gibi kırk yıl öncesi
yoksulluktan kovgun düşüp umutlarla gelmişler
öğür olup omuzdaşlık etmişler
azmışlar karmaşasında koca kent ormanının
birbirini yitirmişler...
şimdi karşı köşede dilenen baht yoldaşı
kıtlığın-kıranın yıkamadığı
bileğini kimselerin bükemediği
el açmış da yalvarıyor türküsü-onur yarası
sökülüp yüreğinden kahredilmiş can parçası
bakışları yıldız yıldız çoğaldı
yüzü kasırgalı bir göz deryası
yine boğazına o yanardağ tıkandı
bağrındaki mezarlıkta yıldırımlar parçalandı
düştü sırtındaki ekmek teknesi
semeri yuvarlandı
geçti yara yara kalabalığı
sanki ardı sıra iki şahanı
kısır gök birden bire kıraç kıraç çatladı
ateş magmaları boşaldı yere
bedeninde depremsi bir titreme
dizlerinin bağı çözülüverdi
çökerdi
bağrı boydan boya yarıldı
savruldu yüreği kaldırımlara
ölecek bir yaralıyı kucaklarcasına
dilenciye sıkı sıkı sarıldı
ve yitik bir çocuk gibi bağıra bağıra
bütün köprüleri setleri yıka yıka
isyanları kan köpürdü-çağladı
bir zaman kuryesi ağladı...
ve aktı kalabalık başıboş karmaşasında
kör-sağır-dilsiz bir ırmak gibi sürüklenerek
Acı/suların söndüremediği ateşti
kirli mendilin üzerindeki para
yanan bir kentin akşamında
sönen güneşti...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:18 PM
Kırık Ayna
anımsa... akşamları bulutların arasında yarasını
yalarken güneş
tıpkı evsiz bir köpek gibi ölmeden önce ıssızda
yapraklarına düşerken yağmur bil ki ben de
yağmıştım sana
ama rüzgarları sen çağırdın ve beni taşıyan bulut
göç etti dönmez bir daha
bir sarmaşık gibi büyümeyi reddettin
ve kırıldı kalbimin saksısı yokluğundan
seni her kırık yerinde nasıl çoğalttığımı gör bak kalbimin
o her çatlağında bir başka suretin düşen
yokluğundan paramparça olmuş aynanım senin-anımsa
anımsa... şafak buğulanıyordu... kuşlar deliydi... ben
senin gönlünü kaçıran atlı
orada su başında bana dedin ki
-suyun aynasında yüzünü görüp bakarak hayranlıkla-
“sen bir söz ustası olsan da tüm sözler
beni tarif etmeye yetmez ey şair”
ve ben atımı sürüp gittim...
seni kendine sevdalı bırakarak
sonra o uzun gecen çöktü ve bir yerlerde kendi
aynama bakmadayım şimdi
bana bunu yapma
aynalara bakma
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:18 PM
Köryürek
insanlıktan uzak belle gönlü ile görmeyeni
bir yürekten bir yüreğe aşktan kement örmeyeni
aşık yanar maşuk görmez-kerem yanar aslı hani
ehl-i dil pervane gerektir-ateşsiz tutuşur teni
bencilliği dipsiz kuyu-hırsı dağlardan da kavi
acı gönül bilmeyene-yanmayan ne bilir seni
canını bergüzar versen-çapa vursan-pulluk sürsen
deryaları yağmur etsen-yeşerir mi taşın kalbi
aşkı alavere sanır-yüreğinden taşar kini
kara taşa aşk nakşettim-kör yürekli görmez beni
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:19 PM
Lacivert Sessizlik
gel söz biçelim suskunluğun diliyle eski zamanlardan
sığınmış gemilerin bekleyerek çürüdüğü limanlardan
fırtınalara vurgun al bir sandaldı dudakların
şimdi derin dalgınlıklar kalmış eski heyecanlardan
ipi kopuk uçurtmalar gibi takılmış acının teline bakışların
her soluk yırtılıyor bir zaman dans ettiği rüzgardan
durağanlık ki pas tutar demir-taş yosunlanır-yürek çürür
ağır adımlarla bir ölüm düşer payına katılmadığın fırtınalardan
gök soluyup durdu-her solukta ağarıp karalarak
zaman ki nice bilgedir kendi yalnızlığından
acının başında beklediğimiz demler ne demlerdi
öğrendik ki gül fışkırmaz bekleyişin tomurcuğundan
kar yağıyor aklığın gibi arıtarak bozkırlarıma
istersen gül yağarsın bana sen en bakir baharından
bir gün bize dair tek iz kalmayacaksa bu tozlu yolda
hadi hesap verelim kendimize yaşattığımız acılardan
düşlerin derinlerinde yüzerdim kuralların ağlarından firari
hadi soyundur beni balık günlerimin suçluluk duygularından
velhasıl yaşamadıklarımız o kadar çok ki yaşama dair
ah binlerce yıldır çıkamadık acının çamurundan
varamadık gülüşün çimenliğine-senin gözlerinde kandiller yanan
zaman dönmez geriye-daha çok sorumluyuz yaşayacaklarından
hiçbir yolun sonu yok bir ucu varsa da uçurumlara
deme ki cümle aşk şiirleri aşkın acılarından
evet acıyı bile anlatır söz-dudaklarından ateş saçarak
dil yetmez mutlu aşklara-onu ancak yaşar insan
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:19 PM
Mezra Şiirleri - 01 Gülüşün
ellerin kolların bağlı
göllerin çöle dönmüş
ödün ödün köle
öle öle...
yalnızlığın diken tarlası
gülüşün üşümüş ıssızlarda
mızrapsız bir saz
her sözcük dudağında
söylerken kanatır dilini
bakışın mızrak yanışı
gözlerin rezil-rüsva
gülüşün
kısrak nallarında
tank paletlerinde
insansız
bir mezra...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:19 PM
Mezra Şiirleri - 02 Bütün Tanrıların Lanetlediği
Suyu balçık
ekmeği yas
çığlığı kısır
umudu kıraç
duaları ölü doğar dudaklarından
bereketi kırbaç kırbaç pay edilmiş kurtlara
itleri sıska çocukları aç
bütün tanrıların lanetlediği
mezra...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:19 PM
Mezra Şiirleri - 03 Mızrak Boylarında Zamanın
mızrak boylarında zamanın
sonsuz bir tanrı ölüsü kar
hiç bir tezek yetmez
hiç bir köz...
izbanın ekini mavzer
yer- gök bir sınırsız terkedilişte
avcı mı av
av mı avcı
bu saralı ıssızda...
kal ü bela'dan kalma
düş bir ankadır umut
yankılanır çığlığı kör korkularda
korkulanır sarık sarık karanlık
ah şu ekmek diyarları kaç sırat...
bir yanda tank
bir yanda kısrak
bu nasıl bir kast...
mayın tarlası yaşamak
yukarda uçak
dört bir yan mezar
can mezat mezat
sevdası kapanmaz yara
mezra...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:19 PM
Mezra Şiirleri - 04 Hep Zemheri Kılığında Azrail
ap ak bir kilimdir ölüm
yalımı buz.
yatağı mitil
zaman öyle bir ücra
dağları dik
yarları kilil kilit
bağırsan - çağırsan sesin erişmez
dikenler ekilmiş yazgına
kirine kil kıtlığı
yüreğin tike tike doğranmış sevdalarda
böyle yapılmış akit...
bir var bir yoksun
sanki karda bir tilki
aç bilaç
dört bir yanın it
yaşadığın onca zulme karşılık
bir kuru cansın
nakit...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:20 PM
Mezra Şiirleri - 05 Hep Zemheri Kılığında Azrail
hep o sarı rüzgârların
ölümcül uğultusu umut sanıldı
yağmur öksüzü başaklarda
daha!
karasaban kırılmış yatar tarlada
daha aynı inde yaşar
inek ve insan...
gecesi
kör
kandilsiz
sevdası dilsizken daha
hangi zalimin gazabı
enkazlar doğuran tank...
neylersin
tekmil medetlere kilitli dilin
bir dualar kalmış payına
ve çekmez zülfikarım zalime
sararmış kitap yapraklarında
Aliyyül Murtaza...
yalnızsın
ufuklar ölüm pususu
zaman yaralı bir kısrak
çözülmüş dizlerinin bağı
ölümü bekler artık
umut hep gözbebeklerine kurur otağı
lâkin mümkünler yaralı- bakışlar yıkık...
hep zemheri kılığında gelirdi azrail
hep yokluk suretinde can koparırdı
gayrı ıssızlığa çadır kurdu cümle ölümler
iğne deliğine girsen farketmez
kaçış yok önüne dağı- taşı yığ
bütün yollar kapanmış
bütün geçitlerde çığ...
bir sonsuz ölüm içinde
ne ölür
ne yaşar
bu köz
bu izba
bu hasret
mezra...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:20 PM
Misketime Benziyordu Öldüğüm Kurşun
“..İngiltere Başbakanı Tony Blair, Bağdat'taki bir pazaryerine 26 Mart'ta düzenlenen ve 15 kişinin ölümüyle sonuçlanan bombardımandan müttefik kuvvetlerin sorumlu olmadığını söyledi....”
dizeler dile dökmez
oğulları öldürülmüş anaların yasını
cellat çizmeleri altında
şafak gül gibi sökmez
ay paklamaz zulümden gecenin karasını
ırzına geçilen çocukların
yakılmış cesetlerin yüzüne
akşam düş gibi çökmez
hangi söz anlatabilir
kolları kopmuş yurtseverin
yürek yarasını
ve tam vardiya ölüm fabrikaları
silah simsarları haykırdı
-insan hakları! hayvan hakları!
vay anasını be!
vay anasını! ..
ey Bağdat
yaşamın anlamı kalmayan zaman zaman
zaman zaman
yalnızca ölüm anlamlı olan
boğazlandın bir dağ gibi
dünyanın tam ortasında
ve barış tellalları -uygarlık vampirleri
bu insan kıyımına utançsızca baktı da
görmedi be!
görmedi be!
görmedi!
Yakalandığında
Bir mağaraya benziyordu diktatörün ağzı
Ve her yerde gözleri kulakları
Bu tarih tanrım
Bu kuma yazılan tarih
Kaç bin yıldır böyle sarı
Karanlığın
Sığınak gibi geldiği akşamları
Ve evleri yaktılar
evlerin ne suçu vardı
beşikleri
duvardaki duaları
oyuncak bebekleri vurdular
oyuncak bebeklerin ne suçu vardı
anaları çocuklarına hasret
genç kızları düşlerinde vurdular
onların da anaları yok muydu
bebekleri yok muydu -bağırlarına basıp
adına mutluluk dedikleri
ve ağıtlar yükseldi
tüm yoksul sokaklarından yer yüzünün
ruhuna kadar sömürülmüş milyonlar
su ve ekmek sustular gözyaşlarından
-özgürlük yaşasın -diye
bağdaki üzümü gözleyen
toprakta petrolü izleyen uydular
ne ayyuka çıkan ceset kokularını
ne dünyayı sarsan kıyım çığlıklarını
bir onlar
duymadı be!
duymadı be!
duymadı! ..
diktatörün dikenden kanatları altında
firari sevdalar düş kurardı çöl kadar susuz
bazan kan lacivert bir şarkıydı gök
bir peri masalında ay akardı
tüller içinde
masmavi bir coşkuydu aşk
yıldızlar bir pembe-bir sarı
yalnızca düşler vardı güller içinde
bağdat gökleri üstünde
kaçıncı yakılışıdır filistinin
Kudüs’ün kaçıncı işgali
kaçıncı cehennemdir tikrit
bu kaçıncı nuh tufanı
kaçıncı yecüc mecüc
kaçıncı cehennem bu
kaçıncı it oğlu it
orada ırzına geçildi
gözyaşlarının bile
yeniden çarmıhlandı spartaküs
Nesimi’nin derisini yüzdüler
Yeniden asıldı hallac el mansur
kaçıncı kez kirlendi
barış simsarlarının
kof sözleri orada...
masallardaki iyiler
yıldızlı göğün sırları
yorulmuş yaşamların çiçeklenen kırları
yamaçlarda dinlenen
eski zaman yatırları
katledildi orada...
annelerin parçalanmış memelerinden
sütleri toprağa damlıyor
öldürülmüş çocukların
oyulmuş gözlerinden
anneleri kanıyor
artık ellerimi tutamazsın anne
ellerim yok.
bir daha sevinci koşamam sokaklarda
bacaklarım kopuk
sokaklar yıkık
bir sesim vardı
gülüşüme şarapneller düştüğü anda
bütün çocuk sesleriyle birlikte
insanlığın suratına haykırdı
misketime benziyordu öldüğüm kurşun
yağarken gökyüzünden yanık et-kopuk bacak
insanlık kördü anne
insanlık sağırdı
bir çığlığım kaldı benden
tarihin vicdanında yankılanacak
gayri gözyaşlarını biriktirsin
dünyanın dört yanında yalnızca ağlayanlar
sonra da oturup içsin
senin yazdığın yaldızlı dizeler
öfkeye-kınamaya-yasa dair
artık durdurmaya yetmez
bitmiş bir kıyımı ey şair
isyana kesmedikçe kederin
kalemin yüreğine saplanıp
ateşle yazılmadıkça dizelerin
daha çok
vampirler sokaklarda uluyacak
başka bağdatlar kanayacak
insanlık zulüm soluyacak
çocuklar soracak ey insanlık
çocuklar sizden soracak
sevinçler ne kadar az
azrail ne kadar çok
artık ellerimi tutamazsın anne
ellerim yok! ..
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:20 PM
Mutluluk Sonatı
onun beğenisiyle seçmek kendi beğenisinin giysilerini
onun yalnızca kendisinin bildiği gülümseyişini düşünerek
ama hiç farkında olmadan
tıpkı yatağını okşayarak akan bir ırmak gibi
kanında aktığını bilerek onun gün boyu
ama farkında olmadan
ve kendisi olarak konuşmak hayata dair
kendisi olarak karşı çıkmak zulme
kendisi olarak bakmak yıldızlara
ve onu bulmak bir büyük bahçede dolaşırken
her adımda duyulan çiçek kokuları gibi
bir bakışla söylemek sevdiğini
sitemini bir gülüşte saklamak
ama anlaşılmak
sevdada yaşamak bu değil mi
her kadının...
yemek masasında gülen insanlara dair düşleri karışır
yaptığı yemeklere
ev...
ve onun güzelliklerinin tanrıçası olmak
ve mimarı olmak oradaki gülümseyişlerin
yaramaz bir çocuğa bağırılan öfkenin dalındaki gül
ocaktaki yemeğin müziği-komşu kadınlarla kahve falı
ve geçerken yan gözle bakılan ayna
mutluluk bu değil mi
her kadının güzel perdeleri vardır
sabahları okşayarak açar onları...
o tüllerin başka ve anlatılmaz kokusu...
sabahın ışıkları usulca değdiğinde
tülü aşıp kendiliğinden dağılıverir
ve o tülleri okşayan ışıkla yeniden doğar kadın
mütevazı hayatında...
yeniden doğurur sevgiyi
tül yumuşaklığını da ekleyip gün ışığına
kocaman bir gülümseyişe dönüştürerek
evdekilerin yüzünü aydınlatır... ki aşk bu olmalı
ya da aşkın bir anı:
“her şey anlarda gizli değil mi
varsın aşkın bir anı olsun
sessizce bir dünyaya yayılsın
rutubet kokulu bir ev gül kokar olsun”
çünki o günü sevgiyle örer
çocuğuna ördüğü bir kazak gibi baştan sona
ve her ilmiği ayrı bir an'ı dır aşkın...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:20 PM
Neye Yarar?
Senden sonra kim girmişse sınsrlarıma
Çarptı senin demir duvarlarına
Felç geçirmiş bir coşkunun
Çaresiz bakışları kaldı,benden onlarda
Kesip atmak bıraktığın ne varsa
Ve boğmak yüreğimi kendi avuçlarımda
Bir çözüm getirmedi gönlümdeki inmeye
Ben bilmezdim türküsünü sınırsız mavilerin
Boğuldum kavanoz dolusu su ölülerinde
Kahverengi denizler büyütmüştüm
Göz bebeklerimde sana
Kupkuru çöl matlağı saplandı bakışlarıma
Talan oldum yüreğimde hüzünlerime kadar
Ey yar
Beni bir yerlerde sonsuza dek seviyor olsan
Neye yarar?
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:21 PM
O Şair
ne bir yüzü vardı
ne elleri
ne adı
bir şair şiir dokudu akşamları
hiç kimse anlamadı
ağaçlar çiçek açtı ha bire
rüzgârda kız kokusu
bir ışık ormanıydı
denizde gümüş selviler
gökte salkım salkım yıldız
o bir yeraltı ırmağıydı
için için kanadı
şimdi varıp sorsan
kimse tanımaz
yaşam bağışlamaz
aşk bağışlamaz
o şair
buralarda
hiç yaşamadı...
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:21 PM
Pervaneler Gibi
şahan taylar kapaklandı döşünde
gökçe fidan aşklar yandı kül oldu
deli kavak yeli esti başında
goncagül yar sevdin amma el oldu
sen bahar büyüttün dolular vurdu
yüreğinin ovaları çöl oldu
kayasına külüngünü vurmadın
muhannetler dağ büyüttü yolunda
yaraların göz göz arttı sarmadın
sevdalardan keder kaldı elinde
felek ‘ettiğini bul’ dedi bana
‘yazıda-yabanda kal’ dedi bana
bir zaman coşkuyla sarmaşan umut
şimdi uzaklardan bakışır mıydı
mor yağmurlar yüreğini döverken
gülüş gözyaşıyla çakışır mıydı
kara *******de meyledip muma
yıldızlardan ürkmek yakışır mıydı
yol mu yalan-sen mi ürkek bilmedim
koşarsın koşarsın menzil bulunmaz
coşkusuz bir ömre değiştin aşkı
daha senden ala rezil bulunmaz
umudunu bin acıyla gam ettin
kederleri yüreğinde cem ettin
düşlerini kurda kuşa yem ettin
fırsatın kalesi sarptır alınmaz
felek 'ettiğini bul 'dedi bana
'akça ceren yarsiz kal' dedi bana
bir ömürlük yolu yayan gelmişim
dedim -zamaneden uzak kalmışım
uzandığım dallar elimde kalmış
sevdaya post diye yürek sermişim
devran sumsuk vurmuş her bir köşede
pervaneyi yanar iken sevmişim
dedim sevmesini böyle bilmişim
'bundan daha beter ol 'dedi bana
felek 'sevdalardan öl' dedi bana
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:21 PM
Piaf Şarkı Söylerdi
piaf şarkı söylerdi
gecenin dallarında
buruk güller açardı suskunluk
ben senin düşünde
loş adalarda
bana yağmurlarını verseydin
öpüş sağnaklarına çöl susuzu kalmazdım
bana rüzgarlarını verseydin
savrulsaydım
içimi örümcek ağları sarmazdı
piaf şarkı söylerdi gecenin dallarında
iki ateş kuşu gözlerin
iki deli çiçekti
iki vahşi kısraktı
şarap aşk keserdi dudaklarında
dilim la’l
yağmur önceleri gibi
kıpırtısız suskunluk
hangi dil anlatır şimdi
sözcüklerin acizliğini
içimdeki şairin delirdiğini
ansızın
“dans” dedin
kırkıncı odalarından esen gizemle
gecenin en hüzzam basamağında durduk
rüzgarda dallar olmayı
bir yaban nerden bilsin
ki hoyrat ellerimden
yıldızlar ürker bazan
bilmezler
ışıkları okşamak istediğimi
ansızın
“dans” dedin
elim beline değdi
kolların boynuma dal uzattı
piaf şarkı söylüyor gece denizinde
yıldızlar kıpırtısız
parmak uçlarından ateşin aktı
bir sarhoş rüzgar çıktı
yüzüm yüzüne değdi
geçmiş gelecek ve şimdi
buluştu ikimizde
içim hüzüne değdi
göğsün göğsüme değdi
nefesin boynuma değdi
bedenin bedenime değdi
ateşin ateşime
değdi
delirtti...
ırmağın ırmağımla buluştu
ve yalıyor öpüşünün
heyelanına düştüm
dudağım el
elim dudak
piaf söylüyordu gecede
çırılçıplak
ve sardı
yanardağlarının yangını
piaf salıyordu
ikimiz de ağlıyorduk
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:21 PM
Rüzgârın Dilinden Gülümser Hâlâ
Onun adı çiçekti ve bulvarlar
Baharla çalkalanırdı o yürüdükçe
Başaklar hışımla çoğaltırdı tanelerini
Bereketli bir umut tarlasıydı gülüşü
Adı bir çağlayanın kepire dökülüşü
Türküleri ateşten ve hüzünden biçilirdi
Özlemle tomurcuk vururdu gözlerinde
Kaç körpecik baş sunulmuş yarınlar
Dirençler yaprak yaprak boy atar akşamlarında
Ki onun adı rüzgâr
Kaç denizi ateşe vermiş öfkesi
Yemyeşil bir düğünde coşturur bozkırları
Dağ kesilmiş kederler diz çöker bakışlarında
Halaya durur sarı
Sonra ansızdan yitti
Bir isyan şarkısına karıştı sesi
Derler ki
Filistin askısında ölümle alay etti
Derler ki
Rüzgârların dilinden gülümser hâlâ
Bilinen son adı kardelendi
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:22 PM
Saat-ı Semen Fam
sigara dumanı sinmiş dar bekar odaları
dar divanlar-soğuktan titreyen yıllar
gençliğimiz-acının önüne atılmış bıçkın
yaşamın tözü-evrenin özü-zayi olmuş döl
hışımla koşmaklarda bilenen düş ey
ve gecenin kuzgunisi
gümüş sinisi ayın
som ipek bulutlar
düşüm ateş esintisi
çöl
geceyi giyin de gel
aklını soyun da gel
hiçbir dalga birbirine benzemez
tekrarla memelerini
gözlerin aşkların bileşkesi
dar yerlerden geldim düşlerim yoksul
seni giyindir bana dudağının tekrarında
seni soyun
bir okyanus doğur çölüme
susuzluğumun sonsuzundayım
dallarından dilime akan reçine
dilimi unuttuğum an olsun kalçaların
hiçbir dalga birbirine benzemez
tekrarla ellerini
dillerin söylemediğini tekrarlasın gövdenin kıvılcımı
henüz yazılmamış olanı kitaplarda
bakışın en ilkel aşkların bileşkesi
geceyi gökyüzünün öpüşüyle yıka
ki sonsuzluk sen bildiğim an
zamanı soyun da gel
hiçbir dalga birbirine benzemez
kır ahımın küpeştelerini
bozkırlarda bir çalıyım-doğum günüm belli değil
düş şarabı içmemişim
geçmemişim gülüşlerin patikasından
bir hüzün olarak çıldır ve çıldırt
doğrul-yamul-titre-kanrıl-uzan-eğil
bana kendi pınarlarından su sun
adın doğum günüm olsun
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:22 PM
Savaşçı
18 Ekim 1985 sabahı asılan Güney
Afrika’ lı Şair Benjamin Moloisi'nin
ölümsüzlüğüne
Bana biraz su ver kadın
Varsa bir parça ekmek
Kocan
Beş yıl önce satıldı demek
Benim de altı kardeşim
Altı esmer çiçek
Afrika *******inde
İki parlak yıldız gibiydi
Kara yüzünde gözleri
Tam on yıl oldu
Karımı görmeyeli
Bir haber almayalı
Yaşayabilin işse eğer
Şimdi senin yaşlarında
On yıldır beyazların
Sağ çıkılmayan zindanlarında
Gece ipil ipil ağlıyor
Çiçeklerin güzelliği
Suların serinliği
Türküsü yaprakların
Ve ağlamak neye yarar
Benjamin Moloisi'i astılar
Benjamin'imi
Yüreğimi astılar kadın
Bana birazcık su ver...
Adımın önemi yok
Zenciyim aha
Astılar Benjamin’ mi
Utansın dünya
Sokaklarda
Ezilmiş karıncalar gibi
Çocuklarımız yatmakta
Otuz yıldır zindanlarda
Nelson Mandela
Ve ben beni bileli
Barikatlarda
Otuz kurşun yedim
Say ki
Otuz madalya
Bak omuzumda
Taze bu- yara daha
Kör bir kurşun değdi
Dünkü intihar saldırısında..
Yedi ölüm gönüllüsüydük
Öldü altısı da...
Nedense duymuyorum
Bu yaranın sıncısını
Bu acı bastırmıyor
Benjamin'in acısını
Moloisi'm daha otuz yaşında
Döşeme ustası
Proleter
Dağ dağ direç
Irmak ırmak ter
Aşılmaz bir barikattı yüreği
Savaşçıydı kalemiyle
Pretoria zindanlarında
Hücresindeyken bile
'Oğlumu göreyim' demiş anası
'Son bir kez sarayım' demiş
Göstermemişler
Cesedini istemiş
'Hayır' demiş Botha'nın cellatları
'Veremeyiz'
Cesedi devlet malıdır
Devlet dedikleri nedir ki kadın
Afrikaanerlerin yamyamlık saltanatı
Avrupa kaçkını köpeklerin
Bir ölüyü mal olarak görenlerin devleti.
'Veremeyiz' demişler
'Bir hafta sonra belli olur
Gömütünün numarası...'
O devletin vereceği nedir ki
Oğullarını katlettiği acılı analara
Birer gömüt numarasından başka
Şifasız öfkelerden başka...
Onlar ki beş milyon cellat
Prangaların zincirlerin atası
Bizse kendi öz toprağnda kan kusturulan
Yirmi beş milyon
Silahsız- Amerikasız
Düşün ki hiç özgür yasayamadan
bilemeden insan mıdır hayvan mı
*Öldü atalarımı,...
De ağlayacak gözyaşı
Kalmamış olan kadın
Söyle
Savaşmaktan başka
Nasıl sarılır yaralarımız
Ben bir intihar savaşcısıyım
Başka çareni yok
Özgürlük için
'İnsanım' diyebilmek için
'Darağacına tahta veren çınar bir gün anlar
Bayrağı taşıyan düşerse onu taşırlar
Son yoksul çocuğun yüzü gülünceye kadar...'
21.10.1985
belirtilen dizeler Benjamin Moloisi'ye ait bir şiirden
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:22 PM
Seçim
kar yağdı
trenler rötar yaptı
ıslak sokaklarda yürüdüm bilmediğim kasaba *******inde
gidecek yersiz ve telaşsız... ayaklarım üşümüş
ve hayatta daha kötü şeyler var diye düşünerek
sabahçı kahvelerine sığındım-sigara ve yurtsuzluk kokan
salaş masalarda akşamdan kalma çaylar
sakalı uzamış karanlık adamlar vardı
kar yağdı rötar yaptı tren
yurtsuzluğun rezil uykularını istemem ak çarşaflı yataklarda
uyumak istemem bilmediğim soğuk otellerde
bu gece gideyim-bir şeyler olsun
istemediği yaşamlarda kaç insan var-istemediği evlerde
istemediği sokakların gülüşüne alışmış
ömrünün yamaçlarından aşksızlık yürür
telaşına alışmış seçmediği akşamların
bir taşın bağrında koyu yeşil bir yosun
bir milim ne büyür ne küçülür
ve alır gider istemediğin hayatlar senden
alır gider sana ait ne varsa
geriye bir başkası kalır
alışkanlıklarıyla yaşayan bir hiç
ezber bir hayatın fotokopi günlerinde
bir kez bile kendisi olmayı beceremeden
sümsük-yalak-kişiliksiz-onursuz-ilkesiz
kendisi çoktan ölmüş yaşayan sureti bile değil
aynalarda başka yüz
başka söz... yaşadığı kurallara uygun
olmak istediği insana çocuklarını benzetme sevdasında
yıldızları unutmuş
belki de hiç duymamış kuş seslerini
öyle bir dünyanın ortasındayım şimdi
bütün azapları seçtim-taşlanmaları yuhalanmaları seçtim
kimse demesin bana
sen sevecek adam mısın demesin
ben aşkı seçtim
filmlerden kitaplardan araklanmış sözlerle falan değil
bir rezillik olarak bir hastalık olarak delilik falan olarak
böyle bir dünyanın tersini seçtim
işte sürgünlük dedikleri bu
bunca iğrenç ve kendisi çoktan ölmüş
suretlerin arasında yaşamak
ben kendimi seçtim ve aşkı seçtim kendime vatan olarak
varın kalem kırın gayrı umrumda değil
ben beni seçtim
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:22 PM
Sen Zaman Gibi Bakarsın...
tepeden tırnağa bulut kesilmiş gür
gümbür gümbür sonsuzu devinir içinde bin bir renk
akşamı giyinmiş tepelerin üzerinde alabildiğince derinsin
alabildiğince uzaksın
bir şeyler okurcasına dalgaların kitabından
gecenin laciverdinden dikilmiş yıldızlı eteklerin
oysa bütün yangın yerlerini bilirsin
hicran gibi bakarsın ey kadın
harabelerden geçtin
ot bitmez kıraçlardan
sen vurulmuş göçmen kuşun yoldaşı
mezarlıklar dolaştın
kaç kırılmış düşün düştüğü yerde
kan ağladın-ki seller bilir avazını
şimdi dalgın ve yaralı
ceylan gibi bakarsın ey kadın
akşamının son durağı tepelerde
özlenmeyecek kadar uzaksın
renkten renge bulutlar devinir içinde gür
hüznün ve sevincin dağları üzerinden
sonsuza uzanan bir yol gözlerin
derin ve pür
gökyüzünde vurulmuş kuş duygular yaşadın onca
yürek eli kolu kopuk
kaç öksüz kaldın ortada
gayri ne dağların yıkılır senin
ne yakılır ormanın
gece giyen duygulara
sultan gibi bakarsın ey kadın
suskunun dallarından
yek avaz gazeller dökülen hüzün
eteklerinin kokusunda
boşuna gül arayan serseri rüzgar
kadim bir tanrıça heykeli sanıp dudaklarında
sevda söylencelerinden öpüşler gezen akşam
ayaklarının dibinde öldüğü zaman
bakmakların yetmediği yüreğe
bilinmedik çağlayanlar dökülür
sırtında yıldızlı harmanisi gecenin
bilinmezden bilinmeze akarsın
orada sonsuzluğun son bekçisi gözlerin
ey kadın sen zaman gibi bakarsın
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:22 PM
Senden Öncesi Boşluk Senden Öncesi Hiçlik
Gidemezdi bir daha başka yerlere
Senin ırmaklarında uçan turaçlar
Oysa uçurum uçurumdu sana gelişim
Yüreğime yıldırımdı inişin
Sevişin sağnaklarcaydı güllere
Dağ yıkıldı
Yer yarıldı
Yandı bahar dalları
Umudum zifiri *******e düştü...
Senin dallarına değen rüzgarlar
Gayri esemezdi başka güllerde
Bilemedim aşkların katlolduğu devrandır
Güle kan bulaşmış bir kere
Yürek yangınlar sofrası
Umut hangi yalan ufkun ardında
Yolumuz nere düştü...
Bilemedim
Düş unutmuş düşleyeni
Ayrılıklar devranında
Yerle bir olmuş hüzünler
Ben kime desem anlar şimdi
Senden öncesi boşluk
Senden sonrası hiçlik
Gülüşüm kedere düştü..
F.S.Mehmet1453
08-16-2007, 04:23 PM
Sevgi
“Ebuhasan Buşenci demiştir:Eğer dostluk bir karşılık veya bir maksat mukabili ise dünyada dostluktan daha çirkin bir şey yoktur.
RUBAİ
Aşık dostunun ayrılığından dolayı yardım diler,yahut sevgilisinin vuslatı kapısında dayanacak yer ararsa,dünyada ondan daha cimri insan olamaz.Aşıkın sevgilisinden dilediği sevgiden başka bir şey olmamalıdır.....”CAMİ,Baharistan
“İnsanı insan olarak düşünün ve onun dünya ile ilişkileri de insanca olsun,o zaman sevgiyi sadece sevgiyle,güveni güvenle...değiştirebilirsiniz.Eğer sanattan tad almak istiyorsanız,sanatkarca eğitilmiş olmanız gerekir,eğer başka insanları etkilemek istiyorsanız,onlar üzerinde gerçekten uyarıcı ve geliştirici etki yapan bir kişi olmalısınız.İnsanlarla ve doğayla olan her ilişkiniz,sizin iradenizin nesnesi olan,gerçek bireysel yaşamınızın en net yansıması olmalıdır.Eğer sevginiz sevgi doğurmuyorsa bu,sevginizin,sevgi üretmediği anlamını taşır.Eğer seven kişi olarak yaşamınızı ortaya koyuyor ama sevilen bir kişi olamıyorsanız,sevginiz güçsüzdür.Bu bir talihsizliktir,mutsuzluktur”Karl Marks
Köprüleri yıkılanlar
Evleri bombalanlar
Ateşten sabahlara uyananlar
Kaybedecek neyiniz var
Yüreğinize acı
Heyelan olarak yığdı kayalarını
Nefessiz kaldı şarkılarınız
Düşleriniz ezildi-umutlarınız kırıldı
Her kaybedilen sevdiğiniz insanla,her şey “fanilik” gömleğini giyerek,yeniden anlamlandı..anladınız ki,bir gün yaşam biter ve aklımızla kazandığımız,kalan ne varsa anlamları kaybolur.para,pul,eşya,statü köleliği,sadece hayatımızın başka türlü doldurmayı beceremediğimiz boşluklarını doldurur.ve milyonlarca insan bu “hiç”leri kovalar.aç gözlü sürü (leştirilmiş kitle) ,daha çok ev,daha pahalı araba ve daha lüks yaşamı,mutluluk sanma yanılgılarını kovalayarak,aslında her anı paha biçilmez değerdeki ömrünü geçirir.bu nedenle de,hayatına anlam olarak yerleşmiş bu araba,ev,lüks yaşam tutkusu,statü gibi değerlerini,pek çok şeyde olduğu üzere,sevginin de ölçütü varsayar.onlarla değer kazanır,değer alır,değer verir..sevgi bile onlara bakarak seçen bir “ayrıcalıktır”..”Yaşama amacı” ve”mutluluk” olarak insan yaşamının temel direğini oluşturan bu değerlere aşık olarak onlarla yaşamalarını birleştirenler de,aynı değerlere aşk ve sevgi adını verirler.aslında birisi,karşıdakinin maddi varlıklarına,statüsüne,sunduğu lüks yaşama biçimine kendini satarken,diğeri de”o’nu” satın alan durumundadır..bir tür gizli fahişelik ilişkisi.ama en aşağılık olanı tabii ki.
Kaybedecek çok şeyleri vardır onların.evleri,arabaları,statüleri,lüksleri vardır..bazan bunları birlikte çoğaltmak için “aşk” ve”sevgi”adı altında el ele veren bu insanlar,kendilerine düşen rolleri çok iyi oynayarak,çok iyi bir şirket ortağı olurlar.ancak içlerindeki kapanması mümkün olmayan boşluk zaman zaman boğazlarına yapışır.bu nedenle de”dünyalar iyisi”dedikleri eşlerini aldatmaktan geri durmazlar.varlık çoğaltma hırslarıysa,aslında onlar için aşkın ta kendisi olarak,içlerinde azman bir canavara dönüşürken,zamanla tüm insani özelliklerini kaybettiklerinin farkında bile değillerdir.
Bu yoldaki aksaklıklar,dosdoğru ilişkilerine yansır doğal olarak..İmam-ı Gazali’nin şu örneğini buraya uyarlarsak,daha net anlaşılır olacaktır:
İnsan öldüğünde,mezarda kalan ceset çürüdükçe,kurtlar düşecektir.kurtlar önce cesedi,sonra da birbirini yemeğe başlar.gitgide rakipler azalırken,aynı zamanda da irileşir her biri.en son kalan iki kurt da birbiriyle kıyasıya bir mücadeleye girişir.sonuçta ikisi de ölür..ama yaşamlarını mideleri belirleyenlerin yemeyeceği hiçbir şey olmayacaktır aç kalınca.
Yaşam bir amaçtır
Para,pul,ev,dam,yaşamak için birer araç oldukları sürece işe yarar..3x3 m2 lik dededen kalan kuyumcu dükkanına 12 yaşında girip,70 yaşına kadar altın satarak para kazanan insanın yaşamının neredeyse tümü bir mahkum olarak 9 m2 lik o dükkanda geçmiştir.varlığını arttırmakta yaşamı sadece bir araç,para kazanmaksa amaç olmuştur onun için.sosyal,ekonomik,kültürel,ailevi,psikolojik,ci nsel,duygusal ilişkilerinin tümünü belli bir hırsın işgal etmesinin sonucunda,kim bilir belki de aptalca mutludur kazandığı paralardan dolayı
Yürek evi yıkılanlar
Gönül kentleri bombalananlar
Yanılgı- yenilgi sabahlarına uyananlar
Savaşanlar
Direnenler
Malı mülkü kalmayanlar
Kaleleri yıkılanlar
Kaybedecek neyiniz var...
Kendisine
“siz açsınız,açlığınıza yanın,sizin gibiler bizim kapımızda ancak ırgatlık eder”diyen varlıklı köy eşrafının karısına,ırgatın karısının”evet dediklerin doğru,ama biz de mutluyuz”demesi aşkın ve onun mutluluğunun hiçbir şeyle değişilemez değerinin göstergesidir.onlar ki,aşıktırlar,ama bir kez bile “aşk nedir? ” Diye düşünmediler...
Yaygın olan feodal aşk anlayışı ise,bir köylünün,”aşk nedir? ”Sorusuna verdiği şu yanıtta kendini açığa vurur.”Kızı babasından istersin,vermezlerse aşık olursun” yani ağlamaktır,ölmektir,veremdir,adam öldürmek,hapis yatmak,dağa çıkmaktır aşk..kıza ulaşana kadar ona türküler yakmak,ama onunla yaşamını birleştirdiği anda,onu “mal”olarak görmektir”mal”dır ve başlık parasıyla satılır o..
Türk sinemalarında oynayan “derman” filmi bu bakımdan ilginçtir..karlı dağ yollarında köy minibüsüyle gelen ebe hanıma,eşkıya şehmuz aşık olur..yıllardır dağdan inmeyen,arkasında sadık köpeğiyle dolaşan eşkıya şehmuz,ebenin isteğini kırmayarak teslim olur sonunda..hapishane berberinin aynasında kör bir makinayla 3 numara kesilen saçlarına ve bıyıklarına bakarken gözleri korkunçtur..ancak,küçükburjuva yapının filmdeki temsilcisi ebe hanım,hapishanede onu ziyaret eder ve”tayininin çıktığını söyleyerek veda eder”ancak feodal bağlılığı simgeleyen köpek,hapishanenin kapısında öylece yatıp “sahibini”bekler.bunun karşılığında olarak, Cengiz Aytmatov’un Cemile’sinden söz etmeden olmaz.Cemile delice tutkun olduğu kamyon şoförü tarafından,ondan kalan çocuğuyla birlikte terk edilince,yaşamına bir konuk gibi girerek yüreğinin yarasına sevgisini basan adamı seçer filmin sonunda,çünki “sevgi emektir”
Küçükburjuvanın genel özelliği olarak,söyleyip savunduğuyla,yaptığı birbirini tutmaz..belkemiksiz yapısı gereği asla güven vermez..
Üniversiteyi bitirip,rastlantı aynı köye tayin olan iki karşı cins öğretmenin içine düştükleri,o büyük kentlere hiç benzemeyen dünyanın boğucu yalnızlığı,onların dertdaş olmalarını zorunlu kılarken,köylülerin dedikodu ve yakıştırmaları da ateşi körüklemiştir.ve giderek birbirlerine aşık olduklarını sanır bu iki seçeneksiz insan..çoğu zaman da bunun aşk olmadığının ayrımına,seçeneklerin daha çok olduğu bir ortama tayin olunca anlarlar..aslında onlar birbirlerine seçtirilmiş zorunluluklardır..aşk değil..
Aldatır küçükburjuva,dostlık,arkadaşlık kavramları,belkemiksiz yapıya koltuk değneği oldukları oranda ve sürede var olur..çabuk unutur..nankördür,yükselen değerlere hem karşı çıkıp hem de yaşamak için can atar onları..
Egemen sınıflar,toplumların her zaman en incelikli,en kültürlü kesimi aynı zamanda en acımasız en vahşi kesimi olarak aşkın da en uzağında yaşarlar..işinden iş ilişkilerinden,bu ilişkiler içinde de “kimin eli kimin cebinde “ilişkilerinden başını kaldırıp,güzel,kültürlü,duyarlı eşi “Mine”yi görmeyen iş adamı..ve sonunda ondan boşanarak kendini daha yalın yaşama yolunu tutan “Mine”.bu kendini yaşamak olgusu,hayatına hayallerindeki kadar romantik ve “başka” birisi girene kadar sürer.. Bütün incelikli davranış ve sözlerle bir kadının gönlünü yapmayı çok iyi bilen yakışıklı adama aşık olur “Mine”.tabii evlenirler..ancak bir süre sonra görür ki,bu yakışıklı prensle boşandığı kocası arasında hiçbir fark yoktur..o da aynı iş ilişkilerine dalmış,aynı ahlaksızlıklarda birisidir..mine ise yine yalnızdır
Feodal köylünün evlenene kadar türküler yakıp,evlendikten sonra karısını kaşık düşmanı olarak görmesiyle,Mine’nin yaşadıklarının ne farkı var..tıpkı evlenene kadar kadın erkek eşitliğini savunup evlenince,günlük yaşamdaki ezilmişliğini karısından çıkaran küçük burjuva ağası gibi...
Çiçeğin üzerine kayalar düşüyor
Tohum toprağa bir ölü gibi gömülüyor
Yüreğe acı heyelan kayaları yağdırır
Köprüleri yıkılanlar
Gönül evlerine yıldırım düşenler
Biten aşklar yanılgılar olarak yazılıyor ömür sayfalarımıza
İçimiz paramparça
İnsanı bu kadar eğip büken bir düzende aşklar özgür mü
Zulüm..ve iltihaplanma hızla yayılıyor
Bize kalıp olarak sunulan aşk hayallerinin peşinde yanılgılar yaşayıp paramparça olmaktayız..
Görünene bakarak gerçeğe kör kalıyoruz..görünen kendi gerçeğini saklıyor
Düzen her gün daha büküyor kişilikleri
Baskı daha artıyor
Sevgiler ve ilişkiler yozlaştı diye yakınıyor herkes,belki de kendi yozluklarına bakarak
Krallar aforoz edildi aşkları için
Aşktı o
Devlet başkanları koltuklarını bıraktı
O da aşktı
Baskı ve zulüm..köşeye sıkıştırdı yürekleri de
Çiçeğin üzerinde kayalar
Tohum toprakta gömülü
Köşeye sıkışan köpek,arkasını duvara verir ve artık o karşısındakilerden daha güçlüdür..çünkü kaybedecek hiçbir şeyi yok..
Kayanın altında kalan çiçek..kayayı yırtmak zorunda..kaybedecek hiçbir şeyi yok..
Bir savaş alanında,yüreği mezarlığa dönenler,kaybedecek hiçbir şey olmayanlar..
Aşk kayaları param parça eden gül dalıdır..
Bu kadar iğrenç dünyada..
Kale gibi aşkların tam sırasıdır..
вσυя∂¢αη
08-16-2007, 04:57 PM
emeğine sağlıkkk
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:23 AM
Sitem
namuslu yosmam benim-asaletli çingenem
ömrüne bahis tutmuş kumarbaz meryem
boş yataklar-loş bakışlar-fuhuş-ikiyüzlülük
kahvaltı-bulaşık-çamaşır-dedikodu
seçilmemiş zamanlarca nefret içinde
gizemli bir lir
sevişmek yılda bir
ve kırk kilit altında gizlenen şiir...
namuslu yosmam benim-asaletli çingenem
niye bıraktın beni yırtılmış bir yürekle
sonu gelmez bozkırlarda yitmiş bir çocuk gibi
niye sustun-açlığıma-kıtlığıma-yetimliğime
bak işte imgelerim çiğnenir-düşlerim yağmalanır
sazım taşlara çalınır-sözüm yellerde savrulur
niye bıraktın beni yırtılmış bir yürekle
güneş iner kan kırmızı sulara
deniz şehvetle titrer
sen sonsuza dalarım gözlerinde gemiler
bilinmez yerlere giden gemiler
yürekleri zoka yemiş
yüzleri bakırdan denizciler
sokaklara bakarsın
kıvıl kıvıl insanlar
sovandan suratları
kabuk üstüne kabuk
maske üstüne maske
koşarlar gözü doymaz hırslarının peşinde
yaşarlar bir şeylerden kaçarak
ve son derece masum
özveri tellalı-namus simsarı
yaşarlar irin saçarak...
namuslu yosmam benim-asaletli çingenem
eşkin indi akşam deli bozkıra
indi gözlerime çoban yıldızı
ayrılıklar kanadı
ve boşuna yaşamlar
çıban dağlar zonkladı ıssızlığın bağrında
beni niye bıraktın yırtılmış bir yürekle
sürüden ayrı düşmüş bir emlik kuzuyum ben
sınırsız ıssızlarda kurt sağnağı gecede
niye bıraktın beni yağma sofralarında
namuslu yosmam benim-asaletli çingenem
sanadır şimdi dargın gözlerimde kırık düş
yüreğimde sanadır birikip sızlayan nem
küskünlüğüm bir sana
sanadır bunca sitem...
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:24 AM
Sivas 93
Karanlık kararlar alıyor
Kara hırkalı adamlar
Dağlarda serilmiş kara...
Parkalara sarınmış şarkılar kasırgalarda
Gece baskınlarında ışıklar kararır
Şaşı aşklar dolaşır kaldırımlarda
Sağır kalabalıklarda birden bire silahlar patlar
Körelmiş duyarlıkların yüzüne taze kan sıçrar
Körpe can sıçrar
Vurulmuş düş sıçrar
cam gibi tuz-buz olmuş gülüş sıçrar
Taş düşer- su yarılır
Ve bir an tükenir suda
Müthiş kıpırtısı taşın
Su yeniden uyur
Düşman uyumaz... SİVAS’TA...
Kanla kirlenir tarih
Karanlık yangınlarda...
Bu kaçıncı Pir Sultan
Bu kaçıncı Şarkışla...
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:24 AM
Siyah Gözyaşı
Sirişk-i Siyah
kaldı mı şimdi geride-dönmeyecek mi bir daha
elveda bile demeden giden eski zamanlar
soldu mu artık temelli açmayacak mı açelya
gözlerinde sevda açan edepli aşıkların
ağaçlara isim yazan talebe sevgililer
buruştu mu yüreğiniz... coşkularınız dindi mi
hüzzam yağmurlar ağlardı tül perdesi kar camlarda
Hulusi Kentmen filmleri-yıldız toplanan *******
eski bir pardösü giyerdi ilk aşkım Filiz Akın
anne ben Nalan’la evlensem bir an önce büyüt beni
kaldı mı artık geride-dönmeyecek mi bir daha
kader ağlarını örerdi-gecesi pür keder İstanbul...
kar yağardı kor aşklara... ağır çekim koşardı sevgililer
ne yaşlı çınarsız olurdu-ne fayton safasız aşklar
transistörlü radyoda hafız burhandan gazeller
mezesi klarnet taksimi keder tüten meyhaneler
kaldı mı artık geride-dönmeyecek mi bir daha
sokaklarda seller gibi acıyı kuşanmış kuşak
çağlardı bir meşe ormanının coşkusuyla korkusuz
ürkerdi şarkılarından kan kokan kurtlar sofrası
can almadan cani sayıp yağlı urgana verdiler
baharda yeşil daldılar-sürek sürek avlandılar
hançer yürektiler-delikanlıydılar-ateş bakarlardı
karanlığın ortasında yandılar
kaldı mı gayri geride-dönmeyecek mi bir daha
kentlere inip yorulan ırmak da anar dağları
ah zaman... paha biçilmez her zerresiyle akan deli su
ne kadar güzeldi o acılar-dönmeyecek gözyaşları
tadı hala tazelenir ilk öpücüklerin andıkça
kim bilir nerede yaşlandı-yaşlanmaz ilk göz ağrısı
esamisi silinmiş nice yüz nerede şimdi
bir de münir nurettin beyin hicaz şarkısı
dem be dem yaprak döken ağaçlar gibiyiz sanki
korkunç insafsızlığıyla zamanın hışırtısı
kaldı mı geride artık-dönmeyecek mi bir daha...
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:24 AM
Son İstanbul Efendisine Mersiye
gecenin bir yerinde ürperir toprak
serviler hışır hışır
yorgun düşmüş kederden
yapraklar yas içinde
kimsesiz kondular kalmış
dağılmış kâşanelerden
ölüm gibi susan
yalnızlar rıhtımında
yeşilçam sokağının son külhanbeyi
gülüşü yosun tutmuş
şakaklar yas içinde
ve kendi yazgısına şehir bîçâre
hayra alâmet değil
akşamın suratına kapandı perde
şalaklar yas içinde
edep erkân bilir esas adamlar
raconuyla yaşayıp hakikatli sevdiler
semaî kahvesinde kaytanî tulumbacı
Tophane’ de bitirim
kuşağı Trablus
vapur dumanı fesli
Kanuni Esâsi' de jöntürk
bütün ihtilâllerde ürkek
siz Mîrim
anladık
son İstanbul efendisi
siyah beyaz karelerin romantik serserisi
o gülüşler yedi renk
dudaklar yas içinde
her yılbaşı gecesi efkâr diz boyu
elinde boyacı tezgâhı Dalgacı Mahmut
bir de Turist Ömer ziyadesiyle mahcup
buluşup Ayhan'ın mezarında
içerler sabaha dek
havada rezilce bir hiçlik duygusu
ağlaşıp söyleşirler
Tamburi Camil'den Hafız Burhan'a
cümle makamları tutmaz dilleri
kader ağlarını örer kaldırımlarda
istanbul şehri sersefil
yer ile yeksan olmuş hey gidi günler
sahipsiz hatıralar dileniyor caddelerde
çınarlar iki büklüm
sokaklar yas içinde
kimsesiz kal ey şehir
kapat ellerini yüzüne
ağla
yıkıldıkça ne varsa bize ait
bizimle birlikte
Haliç’ e yaş boşaltsın köşkler yalılar
Galata Köprüsünde yangın külleri
Kız Kulesi tarumar
konaklar yas içinde
akar başka türkülerde hasret ve ümit
kan ter içinde dağlara tırmanır hayat
ve başka bir şarkı söner zamandan
'kimseye etmem şikâyet ağlarım ben halime'
mahurlar perişan-uşşaklar yas içinde
bilirim Mîrim
bilirim
son bir seferi vardır bütün gemilerin de
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:24 AM
Sonbahar Sarısı Kadın
senin ne işin var deniz fenerleriyle
insanlar ki onları terk edeli çok oldu
ıssızlığı beklerler yalıyar başlarında
sonbahar sarısı kadın
hazan rüzgarlarında savrulan saçlarınla
eğik kirpiklerinle
uzak gözlerinle
limanların kucak açar
en büyük fırtınaya
değişmek olanaksız
bütün şiirlerime
yüzünde çiy tanesi gözyaşlarını
imgeler saçılır ayaklarına
içinden hüzün ırmaklar akar
yüreğin yağmurlar ülkesi
sarılmış gümüşten omuzlarına
gecenin laciverdi harmanisi
bilirim bir büyük aşk için
yaratıldığını
bir büyük aşk beklersin
bilirim
odur anlamlı kılan
yüzünün sağnağını
ve kışkırtan
hüznünün ihtişamını
bir büyük aşktır
belirleyen
gülüşünü
düşünü
yıldız harmanı akşamını
sırrı dökük
kırgın bir aynayım
senin karşında
çamurlu bir suyum
suretin düşer
mavi bir düş
dayanamam ışığına
buğulanır buğulanır giderim
bana bunu yapma
akşamları aya bakma
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:24 AM
Soytarı
“.............Kederinden dişleri kenetlenmiş, sakalı ak, sakalı kirli, aydınlık
yüzlü, geniş alınlı duvar dibinde güneşlenen yaşlı adama sordu:
'Bir zamanlar bu şehirde konuksever, sıcak yürekli, dost canlısı iyi
insanlar, ceren gibi, kırmızı mercan gözlü, uzun boyunlu, kalem kulaklı, suna
gibi cins atlar vardı. Onlara ne oldu? '
Yaşlı adamdır ki, azıcık doğruldu, ak saklı kirli, titredi, yüzü eski
bir ışıkla parıldadı, derin bir aaah dedi, ciğeri söken. Aaaah! Duvara sırtını
iyice verdi.
Neden sonra gözlerini açtı:
'O iyi insanlar,' dedi, 'o güzel atlara bindiler çekip gittiler...
Aaaah! Aaaaah! Aaaaaah! '
Yaşar Kemal, Demirciler Çarşısı Cinayeti.
bunlar kaldı elimizde
işinize gelmese de
alır kendilerine mal ederler
onca acıdan ve fırtınadan
sana kalan efkarı
alır ayaklar altına
soyarlar anlamından
hançer keskini dillerinden
bilgiç manalar vermeye çalıştıkları
bön bakışlarından tanı onları
bir garip güruh ki
bakarsın solcu
bakarsın sağcı
düpedüz yağcı
elleri kirden çıkmaz
periskoptur kulakları
soy
ta
rı
sahtiyan gülüşlerinden tanı onları
anlamazlar kitabi tarafından hiçbir şeyin
okumadan alim
doğuştan şair
bütün incelikler onların tekelinde
aşk bile onlar için var
devran onların devranı
kara kara kargalar
aslında binyıllardır iktidardalar
müdürse
bir üstüne
memursa
amirine
mutlaka yaltaklanacak
kendinden alt basamağın başında
zulüm yumruğu
iyilik onların tekelinde
güzellik onlar için
sevgi diye sunarlar nefreti
ve vatanseverlik ayaklarına
satarlar memleketi
iyi gözle onları
Haramzade elin öpüp
Dem oldu tükürdüler
her yerde
her zaman
hazır ve nazır
hangi parti iktidarda
onlar onun militanı
ama kelimelerin altında
bir hazin pislik akar
sözcükler sapsarı
soy
ta
rı
romayı yakışını
onlar alkışladı nöronun
hüseyini katledenin
ardındaki sürüydüler
ve yeni gelen iktidarlarda
en ön safta yürüdüler
alkışladılar da celladı
devir değişince
kurbandan yana höykürdüler
şimşir taraktırlar
kel başa
sütten çıkmış kaşık
dolaşık
bulaşık
padişahım
çok yaşa
devranla birlikte değişip
eski sahiplerine ürdüler
karanlık geçmişlerini
hahramanlık öyküleriyle
kamuflaj yaparak anlatırlar
oysa ihanetler bırakmışlar arkalarında
ve fakat zamanımızda
alenidirler gün gibi
yakında
kurarlarsa
daltarak partisini
şaşırmamalı
insanlık tarihinde
görülmemiş kadar çok
bok
ortalıkta kıvıl kıvıl
kaynıyorlar
ağıtlara bile
göbek atıp
oynuyorlar
bir garip güruh ki
bakarsın solcu
bakarsın sağcı
düpedüz yağcı
elleri kirden çıkmaz
periskoptur kulakları
soy
ta
rı
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:24 AM
Su Nasıl Yıkar Kendini…
bu sancılı soluklar kaldı geriye
kamışlıkta inleyen acı bir rüzgar gibi
sırı erken dökülmüş aynalar tanımlar bakışımı
sular mı çekildi
anlamı ne bu kum sonsuzunun
belki dalgalarda nabız vururdu yaşamanın ahengi
fırtınaların bile şimdi bildim kıymetini
ıssızlığa terk edilen bir kayık gibi
unuttum
nasıldı denizin rengi...
unuttum nasıldı umut
belki bir ikindi günüydü
ölümünü bekleyen dam dibindeki ihtiyarın yüzünde
karlı zirvelerle tanımladılar ki onu
ki onu kovalamaklara yaşamak dendi
aşılmaz duvar oldu uzaklığının pusu
kirli ve yalınayak çocukların
kahrolan gülüşlerinde yakaladılar
ve her seferinde on beşine varmadan işledi ilk cinayetini
gecenin karanlığında söndü mumu
ve yıldızlar kadar ırak-titrek-imkansız
oysa koyun koyuna uyunmalıydı kardeş ve sevgili gibi
bilmedim nasıldı umudun kokusu
kendimin celladı oldum her şafak sökümünde
gördüm ki hepimiz katiliz haksızlığa sustukça
aşk diye piyasaya sürülen her cendere
son kalan insan yanlarını yağmalarken coşkuların
gördüm ki ilanı aşklarla başlar aşkın ölümü
ve herkes birbirini yiyor,neon ışıklı evlerde
su nasıl vuruyorsa kıyıya cesetleri
gül bülbülü unutuyor kuruduğu yerde
ve hep sordum kendime
hep sordum
su nasıl yıkar kendini
kirletmişse
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:25 AM
Sürgün
Bir kentin kıyısındayım
Akşam
Kanlı bir gül saçlarımda
Bütün yüzlerde o bildik taşralık
Bir soluk öncesi ayrılık
Bir soluk sonrası karanlık
Yitik zamanların mültecisiyim
Gece firarlarının faili
Elim yüzüm tedirginlik
Bir adım gerisi deprem
Bir adım sonrası uçurum.,.
Alanlarımı tanklar çiğnedi
Kalabalıklar telaş içinde
Gülüşlerde polisler dolaşıyor
Bakışlarda zincir sesleri
Her evin karşısında bir muhbir oturuyor
Sevdalarda keynesçi ekonomi politika
Mübadele mübadele dostluklar
Arkadaşlık-markadaş! ık
Has- zeamet- timar
Hüzünler dileniyor eski gramofonlarda
Şehitliklerde içki meclisleri
Meclislerde muhterem cemaat-i kiram
Bir yanda genelevlere düşmek helâl
Bir yanda başını açmak haram...
Taşa kesti ağaçlar kale kale
Evler mahpus damı
Yıllardır yaşadığım bu kentte yabancıyım
Üstüme üstüme gelir karanlık
Bir aşksızlık ormanında yitiğim
Bıçaklar saplı sırtımda
Bıçakların sırtında yol almaktayım
Bir yanım muhbir sağnağı
Bir yanım zaptiye deryası
Kalsın sevdiceğim çok uzaklarda
Bu kenti terk ettiğimi asla bilmesin
Bilmediğim bir evde-yabancı bir sokakta
Saksılarını sulasın- içkisini yudumlasın
İçimde bir çatlak da ondan kalsın
Ve her kentten ayrılırken tazelenip kanasın
Ardımdan dostlukların iskelet parmakları
sallanır
Parmağımda kelebeklerden kalan ışıksı bir toz
Savrulur...
Gülüşler yırtılır peşim sıra
Nefretler akar
Bir çift hasret kandili gözlerim ıssızlarda
Bütün yol boylarında umuda yanar
Mülteci bir akşam- sürgün bir rüzgar
Bir adım öncesi taşra kentler
Bir adım sonrası taşra insanlar
Önüm sıra kovgunlara vatan olmuş sonsuzlar
Zaten bir ayrılık mültecisini
Ancak sürgünler anlar
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:25 AM
Sırsız Aynalara Gazel
söz var yürek dağlayan-söz var can içre can
sessizliğin konuştuğu demlerin dilini bilir yaran
kurt girer çürür çınar-dert vurur yürek yanar
insanın ettiği kalır-vuslatlar olur hicran
anılar da gün gelir yıkılmış evlere döner
gözyaşı çiçek açtırmaz-diriltmez geçmişi feveran
hayat bir ağaca benzer-her mevsim başka bir iklim
yelde yapraklar misali-sırayla dökülür akran
insanın içinde kurulur huzur sarayları mutluluğun
bazan her şey önemsizdir-bir çocuğun gözyaşlarından
bazan kırık bir yüreği onarmaya yetmez gücün
göğe ersen-“yedi kandilli Süreyya’yı uzatsan”
her şey geçer-iyi kötü ettiği kalır geriye insandan
sevgiden yenilen hançeri nasıl sarsın ki devran
belki aynanın içinde birer suretiz yalnızca
biz yiteriz-sır dökülür akan gözyaşımızdan
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:25 AM
Söylenecek Ne Var Şimdi
yerle bir olmuş kentlerden
uzak otobüs yolculuklarından
baş belâsı *******den
aranma ilanlarından-korsan gösterilerden
iyi insanlardan-başlangıçlardan
söylenecek ne var şimdi...
ömrümüz tutulmuş
bir acı çetelesi
unutulmuş yüzlerin
bir ışık kalmış gözlerinden
ve tüm sayfalarımızda
ayrılıklardan kalan
kan izleri
yalnızca ‘şu an’ vardır dediler
yaşamda gerçek olan
oysa ne var söylenecek
içimizde kanayan
yitik zamanlardan kalan
anlardan başka
bizi tanımlayacak...
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:25 AM
Sözüm Gül Olsun Saçlarında
Gül Söze Gazel
şimdi bütün dillerim l’ âl
bir yanık gönül söylerim
cümle mizanları yıktım
bir başka şakul söylerim
haksızlığa isyan yasak
isyansız gönüller sarsak
dil kesti gözlerim bile
ayrı bir usül söylerim
ulur kuduz bir karanlık
can koparır-kan sarhoşu
onlara tüm dillerimle
alazlanan kül söylerim
zındanları zingirdeten dirençlerde
tek yumruktuk
gökyüzünde yersiz kalan
bir yanık bülbül söylerim
duvar yıkan isyan benim
dağyaran derler namıma
kaya deler çıkarım da
sözlerimi gül söylerim...
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:25 AM
Taş Kalenin Kapıları
ben çekip giderim kalenin kapısından
dağın alnacında günlenen bulutun terkisinde
peşim sıra it gibi seyirten yalnızlık
siğim siğim bir hüzün bırakırım boşluğumda
ben geçip giderim
sende kalsın yüreğinin sarpları
koynumda yalnızlığıma okuntu getiren o delişmen düş
heybemde sancıyla kılağılanmış suskunluk
yolcuyum
yazgım bu
sende kalır birkaç imge kırılmış
gölgeler kadar durgun
sular kadar haşarı
yaşanmamış düşlerimin kitabına yazılır
duruşun gibi gece-ve senli ay zamanları
boş hayaller atımın toynağında ezilir
ve kekik kokulu esişinin gelmeyen rüzgarları
memelerinin vadisi
buhurun
yüreğinin kezzap izi
ve tam yaranın ortasında
o yosma akşam suları
bilinmezlik hanesine yazılır düşlerimin
kim bilir nereye uzanan gülüşünün ufukları
kültlerimiz başkaymış
molozlarımız...
başka harçlardan yapılmış yıkıntılarımız
şarabi akşamlarda hançeri aylar saplanır da bağrıma
ben bilinmez sevdalara atımı ılgarlar giderim
“herkesi acıdan akraba sanmamız yanılgıymış” dedi hüznüm
bundan olmalı düşümüzle çılgınca çoğalttık yanlışları
kuşkusuz akşam yeli arındırır beni senden
ve savururum bulutlara sana dair hülyaları
yüreğinin vadilerinde at sürmediğim iklimlere vurulmam ben
elveda ey kadın... elveda... kal hülyalarının sağnağında
iyi ki açılmadı bana taş kalenin kapıları
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:26 AM
Taş İçinde Düşe Gazel
kamu bimarına canan-devayı derd ider ihsan...
Fuzuli
kara taşa düş düşüren tanrısal iyon arpları
cümle aşkları tüm bilir şafağın gül parmakları
kerpiç eyledik toprağı-oyuk oyuk oyduk dağı
karanlık yaran bir gönül aşamazmış suskuları
gelir hasret uzağından-taşın soğuk dudağından-
paramparça geri döner okyanusun dalgaları
mermerin sırrına erdik-taşın yüreğine girdik
kendi gönlümüzle gördük-kör suskular paslı sarı
yürek şehridir kaç dehliz-her birinde var nice giz
kendimiz de bilemeyiz-yar bekleyen ummanları
sağanağın dehşetine yenik düşerken kayalar
coşkular sırt dönüp gider iflah olmaz inatları
pür aydınlık iklimlerde kör bakar yürekler gördük
dilinde kükümdür sözü-kırılmıştır kanatları
gelsin bir de Ferhad görsün-varsın külüngünü kırsın
aşılır mı aşılmaz mı-gönül dağının sarpları
taşa aşk nakşedişime kör kalan yerden giderim
acılara toynak vursun sevdamın çılgın atları
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:26 AM
Tomurcuk
gülüşü küküm
yüreği kör
elleri gözleri şaki
tekinsiz devranlardır
nice gül bahçesi tarumar olmuş
herkesin yüzüne böyle yürekten
böyle sarsa sarsa yıldızlı maviliği
gülme tomurcuk
şimdi gam vaktidir
hüzün pusu düşer bakışlarına
yitik sevdalar yorgunu
fukara bir çingeneyim
bir karışlık yaşamda
yaşlıyım
ferhad bile benden toy düşer
yorgunum yitirmelerden
yüreğimin yükü ağır
- bunu nasıl anlatsam -
kambur gibi taşırım yenilgilerimi
var açıl
has bahçede
bülbüller sarhoş olsun alımına edana
şu benim gönlümü
çelme tomurcuk
çok şarkılar dinledim
uzak sevgililere
çok kanadım
kaç umudum talan oldu
kaç sevgili kaldı ardımda ağlayarak
koştum da varamadım
vardım da bulamadım
bozkırlar ortasında bir taş gibi
bekledim bin yıllarca
artık kabullendim
sevdalar olmayacak hayatımda
ardımsıra sakın gelme tomurcuk
bulanık kurt havası iklimindesin
ayaz çalar
yel vurur
deli olma tomurcuk...
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:26 AM
Turna Kadının Ninnisi
Serin bir yel solur bulutların saçlarından
Bir ana elidir bozkırda bahar
Bir kaç yeşil dolaşır sarı kıraçta
Uçurum gülüşlü yorgun yüzlerde
Ağustosun ateşten kırbacı şaklar
İsli lambalarda alevin safran dili
Çan ve it sesleri içinde akşamı yalar
Yüzleri bıçakla yontulmuş adamlar
Hoyrat hoyrat gülüşler gecede
Bir kaç eğri diş parlar ağızlarında
Kimsesiz yosunlu mezar taşları
Uzak bir radyoda ince sazdan hicaz faslı
Ve bir de ay
Kayar gider bulut koyaklarından
Eski bir hovarda gibi pervasız...
Toprağa gire çıka
Beş dallı pötürlü bir ağaç kökü elleri
Doğrulur her akşam geceye doğru
Yayvan ayaklarında toprağın nabzı çarpar
Sırtında bebesi- yarı uykulu
Kadın aya bakar
Kimse görmez...
Parmakları her gece gizlice çiçek açar..
Uzak bir radyoda ince sazdan hicaz faslı
Arzuhalin karanlığa fısıldar
' Nenniler ederim uyusun deyi
Uyusun gül sabahlara büyüsün deyi
Bol bol yıllar görsün
Cicili kirman
İpekli yorgan
Gök gözlü kurban olsun
Sarı yeller sarartmasın benzini
Kara günler karartmasın gönlünü
Ne gurbet çilesi ne el kapısı
Ah bilirim muhanettir hepisi...
Kara gecede
Kara nadasta
Kara karıncayı gören
Yokludan aldı mı alan
Varlıya verdi mi veren
Bebeme de el kadar bir tarla versin
Sarı göz koyunlar versin
Çatmalı evler versin
Selvi boylu gelinlerle bağlayayım başını
Davullarla zurnalarla dökeyim aşını
Gördün mü yaratanın işini
Gördün mü yaratanın işini
Deli Turna bir görse böylece bebesini
Hiç sayrılıktan farır mı
Ölümü gözü görür mü! ...
Görür mü! ...'
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:26 AM
Umutlara Bir Gülüş Kat Turuncu
afrodit köpüklü tül kıyılarda
ay çıldırtan şarkılar söylerdi denizkızları
ah ömrünün savrulan yazları
bombalar-katliamlar
tarumar güllerin tarihi yazılmış yüreğine
ömrünün özeti dikenli teller
bütün işgallerden sonra
örerek gergefinde gülümsemeyi
yine de yürümek
düşe kalka kanlı bir patikada
ve gülüşünde tomur tomur
bir şafak söktürmek yeniden
tepeden tırnağa turuncu
ah her yerde
bir gurbet olmuş da yaşam
gönlüne bukağılar vurmuşsun
katran karanlığı basmış içini
bir tek mumla avunmuşsun
bırakmışsın beklemeyi
vazgeçmişsin özlemekten
kapatmışsın sevdalara kapını
kimi zaman
gizli bir çay akmış
yaralı düşlerinden
gönlünün tek avuncu
yalnızlığa diz çökmüşsün
nice yapraklar dökmüşsün
turuncu
sizin oralarda da yalnızlık
benzer mi al güllere
aşksız gece daralır mı
içinin çöllerinde rahvan kederler
umut kervanları yağmalanır mı
alıcı kuşlar parçalar mı serçe sevinçlerini
gözlerin yurtsuz dalar mı
ellerin kalakalır mı
gülüşün yamalanır mı
içinden uzaklara kaçmak gelir mi
derdini kimse bilir mi
bütün bunlar
çekilir mi
turuncu
ne zaman ipekten dalgalarda
kuğu süzülüşlü bir kayık görsen
kıyıya atılmış eski bir kayık
gibi yorgun
gibi kırgın
umutsuz
bulur musun kendini yaşamın ortasında
hep kırılmış fırtınada
ve artık sevdalar
olmayacak hayatında
yaşamak bir
çürüyüşler denizi
ve silinir gül gülüşün
turuncu
ıslak çimenler üzerinde
koşan taylar gibi
ayışığında yayılan
ırgat şarkıları gibi sevdalı şeyler düşünmek
uyumak başak kokan bir gecede yıldızları örtünerek
düşler
ki acı bir gülüştür yürekte
yalan bir öpüştür
oysa bilmelisin dikenli teller
paslanıp kırılır zamanda
ve şimdi fırtınalar
ömrünü yağmalamakta
ama bir yerlerde
gülşafaklar doğmakta
uyan acıların dikenli uykusundan
ne varsa hayatında pas tutan
kopart ve fırlat
kalk ayağa
umutlara
bir gülüş kat
turuncu
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:27 AM
Unutulmuş...
Bir güzellik karşısında atılan çığlığın dallarında gül açar
bir çekirge irkilir ay yalnızlığımdan
içimin uçurumlarına bir ceylan sökün eder
bir yerlerde gerillalar kavgada
gözleri el gibi kan
arsız ateş
puslu keder
eşkiyadan artakalan
bir de o deli sessizlik
gelir yapışır bağrıma
akar dağlardan
heyelan
beni sevebilir misin
yaramdan
on bin yıllık kaçaklığı taşımışım heybemde
firari gelmişim yittiğim masallardan
kan ve düş
alnıma kazınmış sürgünlük fermanları
bu yarılmış topraklar gibi hüznümün yamaçlarında
seferberlik anıları
kavga ey
ölümcül öpüş
al işte
sana parçalanmış bir yüreğin
yaralarının içtenliğiyle eğrilen gülüş
sevebilir misin
kavgamdan
civansın
gülüşüne turaçlar uçar uçar konar senin
gözbebeklerinde kuş sağnağı çocuklar
kirlenmemiş bir dünyaya koşar
onları ağlatma küçüğüm
baksana alnımın ortasında
çatılmış silahlar gibi özgürlük kavgaları
baksana
nice alanlardan geçmişim
yanyana melek ve şeyran
aşk ve kir
yeni bir dünya için
mahpuslar
filistin askıları
yoldaşlar
kırlı hüzünlerimin boynuna vurulan zincir
kalbimde
sağanaklarca
yağmur
sağanaklarca
sağanaklarca
yar
sevebilir misin
kasırgamdan-boramdan
davarların
yavşanlara ağdığı boz yamaçlarda
yoksulluğu zamandan yaşlı sokaklardan
yamasız tek gülüş kalmamış..oralardan
kanla boğulmuş isyanlardan geldim
akşamları
zayıf canlı çocuklar
geceye sancıyan hastalar
vakitsiz ayrılıklar
unutulmuş ve mazlum
vahşet ve zulüm
gurbet yollarında kanayan sevdalı göz
mezara gömülen söz
ve körsem
bin acıyı kanayan isli lambalar
ki her an
yüreğimde
yanar küçüğüm
kanar
sevebilir misin
gözyaşlarımdan
sancılı dağlarımla geldim işte
kan revan içinde ağıt her gülüm
zalim zemherilerden çıkmış
unutulmuşluğum ben
unutulmuş
ıssızlığım
insansızlığım
bir başına ve uzak
bırakılmışlığım
yağmalanmışlığım ben
gözleri önünde katledilen yalnızlığım dünyanın
binlerce umut büyüte büyüte her yaramdan
geldim
beni
sevebilir misin
hülyamdan
tutup da
bu kahpe dünyanın suratına fırlatarak
küçük yalancı düşlerini
bütün kof hevesleri
tekmil lağım gülüşleri
sahte yüzleri
sahte peygamberleri
soytarı yazarları
atarak çöpe
o onu dediyi-bu şunu söylediyi
mutluluk reçetelerini
moda dergilerini
vitrinleri
bulvarları
bırakarak
fırlatarak tüm yalancı hayalleri kentsoylu caddelere
yaramdan öpe ipe
sevebilir misin
tut ki
dağlarda vurulan son şaki bakışımdır
tut ki
bütün yoksulluklarının kanamasıdır suskunluğum
öfkem
sığmaz dağlara be can
kırılsa bir serçenin kanadı
gözyaşım deniz derya kesilir
sevilmeden ölenlerin kalbiyim ben
kor kesilmiş sevdayım baştan ayağa
gülüşüm gül tufanı-ellerim reyhan
ağlama desem de
böyle bir dünyada
boşuna
ama gülmek gerek işte
her an
umuda
bir damla gözyaşın akmasın diye dünyaları yakarım
kırlangıç masumu sokuluşların
rüzgarın öpüşü dokunuşların
dünyaya bahar sevinçleri yağdırsın dizelerimde
bir bulutun hikayesi
yaprakların kafiyesi gözlerin
isterim ki
yeryüzünde her gülen çocukta açılsın türkülerce
gül esişli gülüşün yarama ilaç olsun
isterim ki
yangın yeri türkülerim tac olsun yüreğine
içimin uçurumlarına koşan ceylan
bilmezsin
uçurumlar dolar masumluğunla
sevebilir misin beni
sevdamdan
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:27 AM
Uzaktan Sevişmek
insanın vatanı insan bilmişiz
gayri uzaklıklar bağlamaz bizi
acı dedikleri gelir de gider
akışı durmayan sulara benzer
sevda dal dal uzar-yaprağı keder
acıya kök salan ağaca benzer
biz ayı suların yüzünde sevdik
gayri ateş bile dağlamaz bizi
zulüm gördük-ölüm gördük-kanadık
yaramızı yangınlarda sınadık
gül büyüttük hasretlerde
ayrılıkta fırınlandık
elsiz kolsuz kalmalara dayandık
umuttan gayrisi eğlemez bizi
yalnızlığı gül yatağa çevirdik
******* sevdanın bağı kesildi
yağmurlar yağdırdık yüreğimizden
gözyaşlarımızı bulutlar sildi
ne para-ne servet-ne şan-ne şöhret
bir damla çoğaltmaz gülüşümüzü
zulme karşı çıkıp kelle koyanlar
yürekler dolusu vurulmuş yatar
kanadı buluta değen türküler
gelir de yüreğin dalına konar
zından tutsak etmez düşlerimizi
soytarı tarihler söylemez bizi
acımasız zaman bir bizden ürker
eskimez sevdalar ülkesindeniz
ayartmaz sunulan sahtekar düşler
sahte makamları teper geçeriz
yalnızlık verdiler sevda çoğalttık
zındanlarda bükülmeyen inattık
hayata dört elle sarılıp tattık
sevdadan gayrısı çağlamaz bizi
unut dillerini sevdaca söyle
beni yarana bas düş kat acıma
gel benim can suyum-hüzün güzelim
tül bulutlar senden gelir dağıma
bir saman çöpüyüm sen kehribarım
ayrı tutma senden şiir ülkemsen
kirpiği yıldızlım-deli rüzgarım
insanlık sevdasında yurtsuz ırmağım
yabanılım-bulutlarca dağlarca
bana ak ansızın-sana akayım
suyumuz tutuşsun buluşmamızda
gel ey zaman gözlüm-öteki yarım
sevdadan gayrisi eğlemez bizi
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:27 AM
Uşşak-ı Dil Figâr
İnce sızılar halinde
Taa içimden usul usul bir sancı akıp gider
Kanlı yapraklar gibi hışımla geçti günler
Dün müydün sen...
Yoksa çok öncelerden bir gülüş müydün?
Şimdi hangi mevsimi kulaçlar dünya
Ve aldan mora çalan o masmavi gecede
Kocaman bir gül gibi öpüp kakladığım başın
Göğsüme bastırdığım ellerin gerçek değil miydi
Sen gerçek değil miydin
O ıssız adadaki yosunlu deniz fenerinin
Korkunç fırtınalarda tükenen en güzel düşü müydün
Şimdi yalan ve gerçek her şeyden
Geriye susmayan bir ah-u zar kaldı
Ve sanki çok eski bir gramafonda çalan
Kanayan bir uşşak-ı dil figâr kaldı...
Eskimiş bir sarıda döncnir durur saatler
Saniyeler bir ileri bir geri
Bir demet menekşe mi- bir hain öpücük müydü
Uçurumlar aşarak peşinden delice koştuğum sonsuz
Üzerime kilitlendi umudunun kapılan
Ve kırkıncı odaların sende kaldı anahtarı...
Anladım sonsuza dek tutsağım bu sancıya
Seni bir daha görmeme iznin yok-anladım
Ve deli rüzgarlarla sarı yapraklar uçup giderken ömrümüzden
Ahınla yanarım ben
küskünlüğüm kanar
sitemimi kusarım
Gecenin uğultusunda sesim kan seli
duyamazsın...
Ömrüm ki
Kapıları kilitli- perdeleri örtük- mumları söndürülmüş
Bilmediğin uzaklarda faili olduğun ömrüm
Yanar gider için için
tükenir
Sen bilemezsin
Oysa bu kahpe İstanbul’ dan sormak isterdim
Senin adın ne?
-Belki adın da yalandı
Belki de hiç yoktun- tezgahlanmış bir düştün
Gerçeksen - yaşıyorsan bir yerlerde
Artık kapılarımı açma- kapalı kalsın camlarım
Anahtarını fırlat zindanımın bulunmazlıklara
Benim onurlu ömrümden kalan bir avuç kül
Sevdalara maya olur gün gelir
Sen göremezsin...
Gün olur unutulur giderim bu ince sızılarda
Ömrümden geriye kanayan coşkular kalır
Sararmış sayfalarda yırtılır gözyaşlarım
Ne yüreğimdeki hançer ne kanayan rüzgâr
Bensiz de çalmaya devam eder gramofonlar
Boşluğumda hazin bir uşşak-ı dil figâr kalır
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:27 AM
Vahşisarı
gemilerin yelken indirmiş bir yerlerde
ışıkları sönmüş evlere dönmüş yüzün
bir yerlerde şafakların çatlamış
rüzgarların yırtılmış
kırılmış aynaların
bütün bakışların hüzün
düşlerinin ufkunda yıldızlar belirirken
vahşisarı bir at koşar *******inde
deşe deşe yüreğini toynaklarıyla
güz vurgunu gül kesilmiş ateş türküsü dudakların
bir kaplanın gözlerinde suskunluk delirirken
çağırma
gelme
sus
beni vurma
vurgun düşme
geriye kalan olmak düşsün payıma son kadehlerden
ve bozkır dağlarında küllenen çoban ateşi
kaldıramam
yüreğinde iklimler değişirken bilinmezliğe
yıldırımlar yağarım
coşkularım tökezir
bulutlar değişirken böyle kendi pervasında duyguların
yüreğimin son yerleri kırılırsa kaldıramam
varsın payıma menzilsiz yollar düşsün
beni terket
kaplanların gözündeki ıssıza
kahrolayım
vahşisarı
med - cezir
çöllerinde kum olayım-ıssızında taş olayım
kalayım
ve sana yangınlar korkağı olmak düşsün
gideyim
bir öpüş gibi gelmesin sesin
bir düş bile olsan beklenme akşamları
çağırma
gelme
sus
beni vurma
vurgun düşme
vahşisarı
med cezir
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:27 AM
Vasati Kırk Çöp 1
şehir...
kocamış ******
dilen iğrenç ağzından salyalar saçarak sokak sokak
sana insaf etmeyeceğim
almışım yaralarımı-düşlerimi
var ardımdan ıslık çal
yenilgilerimi... kırgınlıklarımı toplamışım
vurmuşum yüreğimin sırtına
bütün iğrençliğinle kal
gayri sana ilişkin tek laf etmeyeceğim
şimdi hemen tükür at beni
sapkın mabetlerini tavaf etmeyeceğim
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:28 AM
Vasati Kırk Çöp 2
karanlık eşkıya yağmur
akşam kalabalığını esmere boyayan sesiyle
kavruk bir delikanlı korsan kitaplar satıyor
Hallacı Mansur’un külleri karışmış suyuna
yüzünün vadisinden Dicle akıyor
yüzünün şuasında terleyen huşu
sakallarında titreyen yağmur
gözlerinde vakt-evvelin nice huruşu
şehr içre bir adem
ki başka kavimlere dair duruşu
ve nice diğerleri...
şehir ve akşam
karmaşalar iklimi
küp hüzünler
kare düşler
kibrit kutusu aşklar
sağlık kıraathanesinde yirmi yıldır birice sığınmış arkadaşlar
ve yine de gülümseyen keder
kahredilmiş yanlarına
yarım yamalak düşlerini bastırarak
hoyrat düştün bu yerlere ey çocuk
gayri vitrinlerde saçlarını tarama
eski arkadaşlar ki
çığlıkları dallarda... yollarda
bakışları köşe başlarında
ey çocuk
yitik sevdalarını buralarda arama
bırak
tuzlu birkaç damla aksın yarana
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:28 AM
Vasati Kırk Çöp 3
harç tenekelerinin nasırı omzunda
o kara kuru adam
çocuğuna sarıldı mı kondunun kapısında,
netleşir
vitrinlere sureti dökülen görkemin fakirliği
gülüşünün kıvılcımlarında
ömürler üçgen
evlilikler daire
düşler kare
umutlar ve saire
ve kibrit kutusu aşklar
yine bulgur pilavı pişiren kondulu kadının
netleşir dağlı bir yel gibi uzanan bakışında
fakir akşamda
hiç yağmur
ve korkuluk sürüsü
yüzünün zulasında silahlar saklayarak koşan
çekmece evlerde
birbirini kemirecek olan
vasati kırk çöp
tek tek
yanıp bitecek
kaç kibrit kutusu daha
atılacak kaldırıma
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:28 AM
Vatansız
Onu tanıdım
herkesin bir
O
su vardır
saf gümüş olmalı teni
kırılır coşkunun omurgası
dehşetle tökezler kapaklanırsın
kahverengi denizler tükürür seni
bazan uzun gelir ömür
bazan bir arpa boyu
aşk aşınmış
öfke susmuş
özlersin ayrılıkları bile
yağmalanmış bir ömürde
eskiyen ne
nedir yeni
acı denizlerden çok
sevinçse bir göz kırpımı
köksüz ağaçlar gibi
anlamsız bir yolculuk
anne
ne olursun ölme
büsbütün vatansız bırakma beni...
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:29 AM
Ve Acının Yazılmayan Tarihi
1- Ve Acının Yazılmayan Tarihi
Gece serin eteklerini savurur
Bozkırdır
Anamdır
Cümle mahlûkat uyur
Bir çığıra uzanır uçsuz
Hayaletler bekleşir susuz kuyu başlarında
Gözleri bir çift ölü yıldız
Gülüşleri boğazlanmış at kişnemesi...
Yorgun tırpancılar uyur anızların arasında
İtler birbirinin sesine ürür
Sürüler örüme çıkar ülker doğduğu vakit
Emlik kuzu anasının kokusun sürer
Çobanlar Frigya' dan kalma
Yüzlerine kazınmış acıyla yapılmış akit...
Issızlık delidir
Bahar dörtnal geçer
Yaz rahvan
Zemherinin yüreğini ölüm pençeler
Ki kurumuş gülüşlerin can pınarları
Kurt izinde su aranır serçeler
Bozkırdır
Anamdır
Akşam serin yeldirmelerini savurur
Elim yüzüm gün yanığı
Ve acının yazılmayan tarihi
Kanar kaval seslerinde
Can kavurur...
Hep bu ölü soykasını giyinir kıraç
Kınalı bulutların düğününe yas düşer
Sen de ay bileziği gencölen yetim kızın
Ben deyim isli bir fener
Ve cümle bozlaklarda aynı yangının külleri
Gidip geri dönmeyenler..
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:29 AM
Ve Sevda Dedikleri Ayrık Otudur
Ah bozkır
Bütün unutulmuşlukların vatanı
Zemherisi hançer ağustosu kan
Toz burgaçlarının
Tipilerin sultanı
Anasının ölüme terk ettiği can
Dağların ardında
Gene kırbaç kırbaçtır yaşamak
Dağların ardında
Büyür de büyür hiçlik
Sanırsın bir şeyler var gibi
Avurtlar yer göçüğü
Sevdalar kör uçurum
Gülüşler yama yama yüzlerde
Yara yara sızlar gibi
Ah bozkır
Ömür dedikleri savrulur gider
Sarı anızlar gibi
Sarı anızlar gibi...
Sevda dedikleri ayrık otudur
Semerlere doldurulur
Yırtılınca derisi yedi yıl sonra
Ayrık otları yeniden çiçeğe durur
İnatla...
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:29 AM
Ve Yağmur Bir Yerlerde Hep Yağar
Yanarım,
Alınmıştır ağzım dilim elimden
konuşamam yanarım.
....................
Enver Gökçe
Berrak bir sudur bozkırda temmuz
Sabah kar dişli çingene
Gülüşü güneş güneş
Kısır kıraçların bağrında yıkık
Boz suskunluklarda bozkır köyleri
Memeleri kuru
Boynu bükük
Körüklü çizme nalçalanyla
Ezilmiş özlemlerinin kü! ü
Burulur burgaç burgaç bakışlarında
Serin serin yellerden bir haber bekler
Kaşlarına inen sırma kâkülü
Bin yıllık korkular üşüşmüş düşlerine
Yalaz yalaz umudunun kanadı
Sevdaları sel baskını alaz alaz...
Dedi ki
-O çok uzak denizlere varsak
Orada gemilerimiz olsa-
Sustu hiç deniz görmemiş gözleriyle
Bir an... bin yılmış gibi-sarsak
Dedi
-Nerede olursak olsak
Yüreğimizin demiri
Zehirli acıların örsünde narlanmış bizim
Zincirimiz yangınlara bağlanmış bir yol.
Çileden çileye köprüler kursak
Gene de o çok uzak denizlere varsak
Nice acılar var ki
Nice insanı çökerten
Yürek kızartan-gönül karartan
Çok gülüp geçmişiz onlara
Direnmek kimliğimizdir
Tarihimiz acının da tarihi
Sevda
Bitmeyen yenilgimizdir
Dedi ki
-Suyun hiç varmadığı çöller var
Bir yanda gazel dökümü
Bir yanda çiçek sağnağı
Bakma dudaklarımızın çöl olduğuna
Gün doğmadan neler doğar
Hem yağmur
Bir yerlerde
Hep yağar
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:29 AM
Veda
hep seni arayan
gece yolculuklarına çıktım
düşünün karlı yollarında
sabaha kadar sigara içilen yalnızlığın med-cezirlerinde
sancılı sular gibi akan ömrüm
yokluğunun çöllerine
tuz kesti
uyudu bütün şehir
uyudu sokalar
kahırda-yalnızlıkta-nefrette
ateşlerin ortasında yanan yürek buz kesti
son sarhoş da sızdı meyhane kapısında
son yıldızları da bırakıp sana her şafak
yeniden öldüm hasrette
sabahçı kahvelerinde sakalı uzamış gurbetçilerden
köy minibüslerinde ırgatların ter kokusundan
bozkıra akşam çökerirken yorgun kervanlarıyla
kerpiçlerin suretinden toplanan keder kokusundan
akşam bulutlarının
kentin eşkaline çizdiği hüzzam şarkı
sokaklarda kuş sürüsü çocukların sevincinden
sarı başakların hışırtısına karışan
sevda türkülerinden
dağ yamaçlarında akan
çoban çeşmelerden
haklı sevdaların bağrına
kalbini bayrak yapan gerillalardan
ve devrimci kitaplardan
coşkulu –kederli şiirlerden
ve yaşama dahil
bize özgü ne varsa
her birinden damıttığım içimdeki dünyayı
varsın kimseler bilmesin üç günlük ömrümüzde
varsın
ormanlar kanasın sürgün isteklerimin akşamında
yalnızlıkta kalayım ben
çoğaltarak kendimi
hüzün hüzün dalga dalga
hırçın çaylar gibi kalbimi
kayalara çarpa çarpa
yanayım ben
yüzünün patikasında
giden arkadaşların
koca bir tarihe gülerek bakan hüzün
on bin yıllık esaretin
görünmez duvarlarına çizilmiş sayısız adın
yüreğe kattığı gök anlam
yıkılmış düşlerin
bizden sonrasına kalan ertelenmişliği
ve bir gün
aşkların da
zincirsiz dallar süreceği
güzel günlere dair düşüm
ayakta tutar beni
var sen git
sürgünlerden yorulmuş
bir ömrün bahçesine yol vurma artık
bir kere bak
son defa bak
gözlerime
son bakışım
özeti olarak kalsın aşkımın
başka bir şey istemem
kendini al ve git
bir kere bak
son defa bak
bakışın
içimdeki dünyaya armağan kalsın
son bakışın
yüreğime
ay olsun
ey kanayan dizelerimin yanık yeri
elveda
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:30 AM
Yabancı
gölge giymiş duygular geçer akşamları
bulutlar gibi yüzünün göğünden
ne yakamoz gözlerinden haberdar
ne yüz yıldır girilmemiş bahçelerinden
ruhunda sessizliğin kahkahaları
nerelisin yabancı
yüreğinin patikalarından tırmanan
yağmur giyinmiş duyguları harlayan
başka ve derin
bir hikayen vardır elbet
şimdi akşam karanlığında durgun gözlerin
karanlığa karanlığa güldüğü her an
bir yangın hızıyla çiçekler çoğalırdı
gözlerin ki
ayçiçeği tarlasıydı bir zaman
bir hikayen vardır elbet
nerede-nasıl yıkıldı karlı dağlar ansızdan
düşlerinin üstüne heyelanlarla
ve bulutlar ne zaman
bir sümük gibi yapıştı göğün suratına
belli çok öncelerden de sonsuzluk dalgınıydın
dev dalgalar beklerdin-coşku biriktirirdin
bulutlar gözlerinden geçerdi gülüş gibi
bakışında sürü sürü turnalar
bin yıldır biriken bir öpüş gibi
yol yorgunu dalgalar
fırtınasını harlandırırdı yüreğinin
ve kim bilir ne zaman
savrulduğun her yerin yabancısı kesildin
terkedilmiş düş gibi
yurtsuzsun gayri
gömülü içindeki toplu mezarda
yaşanmış onca şey var
nere gitsen yüreğin
baştan ayağa efkar
heybende kanayan kasvet
ölümse saçlarına takılmış rüzgar
yaralı hayvanlar gibi yalnızsın işte
eski bir fotoğrafın kopyası günler
aynı pozu verme şansın yok artık
o yeşil duyguların üstünden
kaç eylül
kaç kış aktı
yatağından fotokopi ayların
ne varsa sürükledi yaşamdan yana
ve şimdiki sen başkasın
acılarla lehimlenmiş bir yürek
biraz sonra burda olmayacaksın
gözlerin bir başka yere
ellerin bir başka yere gidecek
üzerine gece giymiş duygular
nasıl ulaşır sabaha ay yürümezse
“bir sigara yakmak istiyorum
ateşin var mı...”
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:30 AM
Yalaka
dilleri dizlerine yetişir sarkıtsalar
boşluğu didikler dudakları
eşeğin kıçında sinek
tilkinin postunda bit
aslandan daha aslan
itten daha it...
ne halk oldular
halka halka ağıtta acıda ve halayda...
başta böyle değillerdi
sonradan halk oldular
devrana yamak oldular
her iklimde yaşadılar
ekvator... kuzey kutbu
kuş olup uçar oldular
balık olup deryalara daldılar...
ne ırgat pazarına düşüp iş aradılar
ne haciz dayandı kapılarına
terlemediler gün boyu yapılarda... tarlalarda
ne şaki oldular dağlarda
ne mayın tarlalarında paralandılar tipide karda
han hamam sahibi oldular
bir elleri yağda
diğeri balda...
ne nöron yaktı onları
ne takip edildiler
katil sultanların ajanlarınca
sadabatta kayık alemi bazan
firavuni *******de kan sarhoşu pezevenk
birbiriyle yarıştılar
bokla sidik karıştılar
gülüşleri yüzlerinde pislik gibi durdu
gerdan kırıp göbek attılar ağa sofralarında
hüzünleri sahte
ağlayışları şaka
tarihte yer alan en garip mahluktular
ne halk
ne kral
ama hep kralın yanındaydılar
hep bezirgandan yana
bir garip yaratık ki her daim iktidarda
yalaka...
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:31 AM
Yalnızlığa Serenad
geçti bu gün de geçti
an vardı koynunda sonsuz taşıyan
su dağları yıktı dönmez bir daha
geçti bu gün de geçti şimdi yurdumuz gece
gerek kalmadı gayrı giden aşka eyvaha
bu yürek her ateşte erir mi sandın
her gönülü yari bilir mi sandın
yalnızlığım benim-celladım ve sevdiğim
gecenin yağır sırtına nice kederler yükler
karlı kelimeler
ki kafiyeli bekleyişlerin
kadim şiirini tamamlar zamanlarda
dem oldu bahar kokar uzaktan
hüzzam sevinçler söyleşir rüzgardan kemanlarda
yeşerir mi bir defa küflenmiş kütükler
arı her çiçeğe konar mı sandın
her ateş sonsuzca yanar mı sandın
ayrılıktır ki her soluk bir diğerinden
zaman küt kırılır biten sevdalarda
en güzel yerinden
yürek sonsuzlara sığınır bulutların dilinden
kan düşer giden her sevgilide toprağımıza
kan düşer gülüşe
kan düşer düşe
yaralar ömür boyu kanar mı sandın
andığın da seni anar mı sandın
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:31 AM
Yanık Kibrit Çöpü Köşkler
Sen beni unuttun
ömrünü törpülere vurarak
sen beni unuttun
yanık kibrit çöplerinden köşkler kurarak
göğsümde coşkumla yanardı
on sekizlik aylar vardı
kara katranlar katıp kuruttun
zaman esti saçlarından salkım saçak
yüzünden şavkımı sildi
yüreğimde demlediğim
tavşan kanı-gül dizeler
zehir kesildi
beni unuttun
betonlaştı çimenlerin
gülüşlerin azraillere azık
düşlerini leş kuşları paylaşır
yüreğini sırtından sen hançerledin
yazık...
kurudu döküldü gözlerimden bakışım
gayri başka rüzgarlar savursun saçlarını
söndürdün yüreğinde
benden kalan ateş ağaçlarını
sanki hiç doğmamışım
çölde kumun örttüğü mezarmışım
ömrünü törpülere vurarak
yanık kibrit çöplerinden köşkler kurarak
unuttun beni...
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:31 AM
Yaralı Ceylan
bana işte öyle bakışın var ya
gözlerinin gözlerimde
yaralı ceylan çırpındığı
kanlı salgılar içinde
yaşamın rahminden fışkıran
cenin çığlığı
gözlerin gözlerimde
denizin yüreğine dökülen ay ışığı
0 bakışın var ya bana
0 çıldırtan coğrafyan
yıldırım inişin-şimşek çakışın
çöllerime sağnak sağnak yağışın
bütün mahremiyetinle anadan doğma
dağlarımı-taşlarımı yıkışın
bahtıma gözlerini çivi gibi çakışın
yakışın...
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:32 AM
Yaşamak Budur Çocuk
her zirvenin bir uçurumu olduğunu unutmuş
yamaçlara
yokuşlara
sarplara
akıyorsun
bir düşsüzlük fırtınası sayıyorsun geriye dönüşleri
hangi adaya çıksan gemini yakıyorsun
içindeki uçurumlar daha da büyüyor çocuk
geçtiğin limanlan kan içinde bırakıyorsun
yüreğin bu kadar mı hançer ormanı
aşkların bu kadar mı yargısız infazlarda
bundan mı
kasırgalar içinde severken
her şeyi yıkıyorsun çocuk
biliyorum
sana göre değil durgun sular
biliyorum
nerede olursan ol yabancı kalacaksın
suskunluğun sustası olacak hoyratlığının
içindeki su bilmemiş çoraklar
her kentten sürülüşünde isyan harmanlayacak
gülüşünden gökyüzü yırtılacak çocuk
zaman paralanacak
bulutlar aralanacak
bakışından hep o sürgün güneş doğacak
yalnızca güzelliğin hükmettiği yüreğinde
ceylanlar suya inip
göçmen kuşlar havalanacak
anılamayacaklar
dalgın duruşlarında
bir çift pars boğuşacak
herkesin kârı değil anlamayacaklar
bir avuçluk yaşamda
senin kuraldışılığın doğrudur
sen bildiğin gibi kanat
yasaları
ölçüleri
suskunlukları
elbette gözü kesmez herkesin
ama yaşamak budur işte
direnmektir
acıdır
savaşmaktır
coşkudur
yaşamak budur...
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:32 AM
Yaşamın Anlamı Üzerine Dizeler-01
Nereden gelip, nereye gittiği bilinmeyen yaşlı adam. batan güneşin ışıkları arasında kaybolmadan önce, dalgın gözlerle uzaklara bakarak dedi ki: Zamanın derin kıvrımları arasında, bilicilerle serüvencilerin yollarının buluştuğu yerler vardır
Bilici dedi ki bana:
Bulutlara bak ey yaşamın anlamını arayan
delikanlı
Anlar yeryüzü kurulandan bu yana
akmaktadırlar
Kuşlara kulak ver ey delikanlı-iyi dinle onları
Onlar ki mezarlıklarda bile şakımaktadırlar...
Binyıllar Ötesinden gelirsin akarak türküden
türküye
Bu mahşer ıssızlıklarda geciken aydınlıkların
kanısın
Denizlerin fırtınası hiç kalır susuşunun
altındaki kanlı kasırgalara
Üstelik geriye dönemezsin ey delikanlı
kabullendin yalnızlıkları
Acıları- ayrılıkları- ıssızlıkları kabullendin
Tarihin kanla yazılmaya devam edecek bundan
sonra da
Çünkü sen insanların sancı çeken yanısın...
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:33 AM
Yaşamın Anlamı Üzerine Dizeler-02
Çok büyük bir şatoya doğru yol aldılar, alnacında şu okunuyordu
'Ben kimseye ait değilim ve herkese aitim. Girmeden önce de oradaydınız; çıkarken de hâlâ orada olacaksınız'
Diderot, Yazgıcı Jacques Ve Efendisi
Bizi anlamak istersen uğuldayan rüzgârı dinle
Bin yıl önceki yüreklerden yankılar taşıyan
rüzgârı
Bizi anlamak istersen yalçın doruklara tırman
Çınlayan kayalarla-ormanların soluğuyla
dağlanan dağları dinle...
Yağmurun bozduğu bir sessizlikte insanız bir
gece yarısı
Yanardağ değil yüreklerimizdi patlayan alanları
dinle
Amfilerde- kondularda-fabrikalarda biz vardık
Her taşına kan döktük ey dost-kaldırımları
dinle...
Bu kanama yürekten yüreğe miras kalarak sürer binlerce yıldır
Sen ki kanayarak yaşayan umudun taşıyıcısı
Bu ağıtlar toprağında kesilen ormanların yetim
fidanı
Yapraklarında rüzgârın türküsünü çoğaltma için
ayakta kalmalısın.
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:34 AM
Yaşamın Anlamı Üzerine Dizeler-03
.........................
Bütün günlerinden sana kalan sadece
üç şeyin bilgisidir:
sonsuz koyuluğu acının,
ürkütülmüş sevincin geri gelmez gidişi,
ve tam tanımladığın anda kanayışı
ömrünün.
........................
Nihat Behram
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:35 AM
Yaşamın Anlamı Üzerine Dizeler-04
Öyküler vardır-yaşar her insan bir parça bir
zamanlar
Sevdalar yarım kalırsa bir yaşam boyu kanar
Sen zincirler kırarsın-yıkarsın duvarları
Kimi zaman çiçeklerle donatırsın kıraçları
Kimi zaman kıpırdatamaz fırtınan bir tek
yaprağı
Peki neden uzun havalar acıdır
Ve oyun havalarında bile
Kanar bir yerlerin senin de
Neden kanar bir zamanlar coşkuyla akan sular
Ey yaşamın anlamını arayan delikanlı
Git hadi-boşalmış ırmak yataklarını dinle...
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:35 AM
Yaşamın Anlamı Üzerine Dizeler-05
Kimi zaman tüm çiçekler dindiremez kanayan yalnızlığı
Başın alıp dağa taşa vurursun
Kimi zaman ellerinle boğarsın yüreğini
İğreti gülüşlerinin arkasında boğulursun
Gün gelir tek çiçekle meydan okursun dünyaya
Sol döşünün altında bir kin bombası seyrir
Ayağınla belini kırdığın pis bir böcektir korku
Ruhunu pazarlayan-yaşlı bir yosmaya dönmüş
kentlerin
Yüzüne tükürürsün...
Gün olur da zaptedemez seni
Ne zincirler-ne duvarlar
Yağmur olur gül dalına yağarsın
Sel olursun çoraklardan akarsın...
Bulut olup ağan gönül senin
Oysa saplanıp kalmış bir bıçaksın gecenin
yüreğine
Başlangıçsızlık ve sonsuzluklar içinde
Kendi gerçeğin kanar durur derinlerinde
Kesilmiş bir ormanın son ağacısın sanki
Yapayalnızsın...
Bu yürek bir serüvencidir bitmeyen çilelerde
Sonsuzda bir şeyler keşfetmenin sevdasıyla
kavrulur
Yaşamın sonsuz ummanına bir çocuğun bıraktığı
kayıktır
Fırtınadan fırtınaya savrulur
Akıp giden zamanın duvarlarında bu yürek
İlk serüvenciden beri asılı duran saz
Ve yalnızca serüvencilerin türkülerinde
şahbaz...
Bir yangın öyküsü bu çok öncelerden başlar
Masmavi saçları yıldız kokulu
Kimbilir kaçıncı kadın
Sonsuz çöllerde kurulu yalnızlık çadırının
aralar kapısını
Uzun kirpiklerinde hüzün mumları yanar
Gözlerinde heyecanı kıpırdar yıldızların
Acı çeken yerlerini yok etmek istercesine
Yürür serüvencinin ezgi vadilerinde
Bulutlarında göçmen kuşlar uçuşur sesinin
Bir kadın girer açarak kapısını yalnızlığın
Gecenin bağrına saplanan hançeri çıkarmak
için...
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:35 AM
Yaşamın Anlamı Üzerine Dizeler-06
Ey yaşamın anlamını arayan delikanlı
Kendi içine bak
Nice kentler kuruldu orada niceleri yıkıldı
Bin yıl önce özgürce uçardı rüzgar uğuldayarak
Onu da zincir vurdular-beton duvarlara geldi
çakıldı.
Gayri tüm bakışlar yitirdi büyüsünü
Yüreklerin yerinde dönenip durur dişli çarklar
Aşklar ki yitireli çok oldu düşünü türküsünü
Ve utanır gibi taşların arasına saklandı
parklar...
Tüm bunları kendi içinde gör ey delikanlı
Sen karanlık *******de kesemezsin bilek
damarlarımı
Zamk koklayan çocuklar-ve yüreğini satanlar
için
Ağartmak onurdur saçlarını
Oturup da bir köşede ağlayamazsın
Sevgileri mezatlarda satılan ahaliden öç
alamazsın...
İyi bak yüreğinin aynasına
Bilirsin ki piyonluğa mahkum olmuş canları
Göremeyen milyonlar var onları piyon
yapanları...
Karanlığın ortasında umudu haykır yangınlarla
Sana kalmış kendini bağışlaman
Ama bağışla piyonları...
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:36 AM
Yaşamın Anlamı Üzerine Dizeler-07
Yaşamın anlamı yaşamak belki de
Eriği tadını ala ala yemek gibi- yaşamak
Yani ilk kez yiyor gibi keşfetmek ekşiyi
Ve en güzel tadı sevdiğinle paylaşmak
Gökyüzüne her bakışta uçabilmek yıldızlara
Ve denizi her görüşte keşfetmek yeni baştan
Özlemin ağrısını tüm bedeninle duymak
Ta yürekten ağlamak ağladığın zaman...
Yaşamın anlamı katılarak bir şeyler katmak
yaşama
Daha önce senin olan gözlerini değiştir
Her gün yepyeni bir insan olduğunu bilerek
uyan
Taşı dünyanın tüm acılarını yüreğinde
Ama onlarla savaşarak
Taşı dünyanın tüm sevinçlerini
Ve umudu eksik etme döşünden hiç bir zaman
Yaşamı değiştirerek anlamlandır...
Güzelleştirerek anlamlan...
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:36 AM
Yaşamın Anlamı Üzerine Dizeler-08
Yamaçlara tırmanan tutkulu bir yürekti
Bir yavuklu yanağıydı kimi zaman
Zindanlara bile ışık salan ay
Bir muhbirdi bulutların arkasında bazan
Bilirsin ki ayın çopur suratında yaşamın
zerresi yok
Onun gülüşünü nurlandıran
Güneşin aydınlığı
Ay güneşsiz
Kaybolur karanlıkta
Gün aysız da yanar sonsuz içinde...
Sen ki kâbesiydin sevmelerin
Meğer yüzünde bulduğum anlam
Göz bebeklerinde ışıyan gizem
Benim sende akan çoşkulanmmış
Sana vuran ışığımmış yalnızca...
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:37 AM
Yaşamın Anlamı Üzerine Dizeler-09
-Aşk yaşamın anlamı değildir-demiştin
-Aslında anlamsız olan yaşama
Anlam diye sunarak kendimizi kandırmamız
Söylenen en büyük yalan ilk insandan bu yana
İnsan bulutlara benziyor dostum
Sabah başka bir renkte apaydınlık
Öğle başka-akşam başka havada
İnsan da bulut gibi gün boyu
Binbir türlü renge girip çıkmakta
İnsan sulara benziyor dostum
Hani damla damla dökülen bulutlara
Hangi kaba girse alıyor biçimini...
Belki bulut
Yaşamın anlamını arayan sudur
Belki su
Yaşamın anlamını arayan bulut...
Fakat su
İnebilir yedi kat derinine toprağın
Çıkabilir dağların en yücesine
Dolaşır yaprakların damarlarında
Sızabilir karıncanın yüreğine
Bulut bulut dolaşır tekmil gökleri
Akar taştan taşa bağrını vurup
An gelir ayrılır zerrelerine
Havada bir soluk olur görünmez
An olur göz göz olur akar gözden yanağa...
Sevmek
Suya karışan ışık
Suda eriyen tuz gibi
Erise de yok olmayan...
Belki sevip de ayrılmak
Sudan kopan tuzlar gibi kavrulmak.
Savrulmak...
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:37 AM
Yaşamın Anlamı Üzerine Dizeler-10
Giderim
Toz toprak içindeki yolların konuğuyum
Sudan kopmuş tuzlar gibi yanarım
Kimsenin bilmediği hallerin konuğuyum
Yabancıyım terkettiğim bütün kentlere
Dargınım sevgilere
Bağrımda yenilmiş haklılıklarım
Yüreğimde güzellikleri koruyan ateş
Yana yana giderim...
Daha tek bir insan ağlamadı ardımdan
Bilmem ki bekleyen var mı yolumu
Bir yanda savaşlar olurken
Dövmeye devam etti denizler umursamazca kıyılarımı
Ve su başlarında serin serin savrulur salkım
söğütler
Ben yürürüm katliamlar kan akıtır içimde
Bülbül sürdürür türkülerini
Diriltir eski coşkularımı kin halinde
Haksızlıklar-haksız yere düşenler
Her solukla kanayan sızım sızım zindanlar
Yüreğim isyan bombası yara yara giderim..
Oysa yalnızca bir karıncayım ben
Haykırsam yıldızlara varır mı sesim
Bir damla göz yaşıyım sınırsız ummanlarda
Yüreğimde ummanların sancısı
Yaşamın türküsünü dinlerim gökyüzünden
Kan selleri içinde aka aka giderim
Kim anlar anlamını kanlı ayak izlerimin...
Tutuşsam
Yanışım bir an sürer evrenin tarihinde
Mikroskobik bir tek an..
Hem yanan yıldızları kim tutar ki aklında
Ben gene söylerim ezgim acı da olsa
Belki bir başka karınca duyar sesimi
Çoğaltır-sulara söyler
Baharleyin yıldızların yıkandığı sulara...
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 11:37 AM
Yaşamın Anlamı Üzerine Dizeler-11
Bizi anlamak istersen
Akşam kızıltısında kanayan denize sor...
Sana çöl susuzluğumuzun öyküsünü anlatsın
Ve bozkır ağıtlarının dinmeyen yangınını
şuramızda
Binlerce yıl dağlarda-çöllerde kaldıktan sonra
Denize ilk bakışımızı
İlk akışımızı...
Varoşları coşkularla
Bulvarları kasırgalarla ürperten
Yalım yalım yangınlardı çığlıklarımız
Çoraklarda dünyaya destur diyen nazlı gül
Karlı dağ koyağında dinlen kan-bizdik
Eğil akşam kızıltılarında hırçın denize
Suretimiz bir şeyler anlatsın sana
Dalgalarda uğuldayan gökçığlık
Yanıtlasın sesini
Akşamın yeşilinde
Kocaman bir gül gibi suya bırakılmış güneş
Tarihin en eski korsanının aşkını da anlatır
Ve bizim yüreklerimiz
Güllesi bitince topa sürdüğü
Sevda korsanının yüreğiyle
Aynı kanı taşır
tanıktır deniz
Tanıktır
Acıya ve sevince dar gelen sonsuzluk
Susuşuyla bizi deniz
Gülüşüyle bizi deniz
Öfkesiyle bizi deniz
Deniz deniz anlatır anlayana...
Yalnızlığını ummanlara çevir ey serüvenci
Kendi fırtınalarınla savrulmayı öğren
Dünyanın dört bucağına
Yalnızlıklar korkutmasın seni-çoğaltsın dalga dalga
Kinlerini dalga dalga vur kayalara
Kayaları- demirleri- zincirleri parçala...
Yine azdı fırtınalar haydi bir daha
Yolları- türküleri- coşkuları selamla
Kavgalara alesta
Sevdalara alesta! ...
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 12:02 PM
Yaşamın Anlamı Üzerine Dizeler-12
Şimdi yağmur yağıyor çatlamış topraklara
Ve gece ulaşılmaz olana ulaşmak kadar güzel
Çatlamış topraklar ki yetim kalmış bir ana
Nasıl bakar yollara- dönmeyecek oğluna
Ve nasıl ki akşamları güneşi saran bulut
Kanlı bir mendil gibi dalgalanır ufukta
Sonra doru bir tay olup koşar dağlar başında
Öylesine uçar gönül coşkudan kanallarla..
Şimdi yağmur yağıyor çatlamış topraklarda
Ve ömrümüz rüzgarda savrulan kum tanesi
Gelir çok öncelerden aynı acılarla dağlanarak
Geçer çağlar öteye hep aynı serüvenci
Ve yağmuru aralayıp sorar bilici
Yaşamın anlamı ne- buldun mu ey serüvenci..
-Gün oldu
Oturup çınarların dibine
Gökyüzünü izledim *******- gündüzlerce
Kusursuz güzelliğine daldım bitmeyen değişimin
Çınarlar kocadı- kurudu- toprak oldu
Ve ben küllere sordum bütün sorularımı
Toprakları yol ettim
Yolları vatan ettim
Bazan dağlara düştüm
Şaki dendi adıma
Binlerce yıl birikmiş yalnızlıklarla
Kimsenin kavrayamayacağı acılarla bağırarak
Ateşe kesmiş sözcüklerle kaç kez
Yüreğimi kustum dağların ıssız koyaklarına
Yalçın kayalardan akan Prometheus'un kanıyım Ben
Bütün içli türküler azığım oldu
Kim bilir kaç yüzyıldır çıkınımda..
Gerillaca vurulmalar
Bana reva görüldü
Ve güzelim uykularda
Kahpe pusular...
Zindanları delen benim
Zincirleri kıran benim
Kaf dağına varan benim
Zulm edip devran sürenden
Yetim hakkı soran benim
Yoksulun etin yiyenin
Karşısına duran benim...
Yaşamın anlamına ilişkin
Farklı sözler söylemekten
Asıldığım kentler kaç kez yıkıldı
Ama ne hücrede ne giyotinde
Dinmedi türkümdeki coşkun çağıltı
Sevdalar ve kavgalar
Coşkular içinde akar
Yaşamın anlamı varsa
Coşkularda var
Bu benim kaçıncı düşüşüm yollara
Bir kez daha
Coşkulardan başlar...
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 12:03 PM
Yaşamın Anlamı Üzerine Dizeler-13
Bilici dedi ki:
Kaç akşam indi alıcı kuşlar gibi ömrüne
Daha kaç güneş sönecek
Gitgide daha dayanılmaz acılarla gelecek her
gün
Bitmeyen sorularla aranmaya devam edilen
gerçek
Parçalayacak yüreğini cehennem azaplarında
Ey delikanlı
Gayri tüm kahkahaların
Gözyaşlarına- ağıtlara dönecek...
Bana bilici dediler
Kim dedi- neden dedi
Oysa acıların ustası olan sensin
Yalınayak yürüdüğün yollarda kor alevi
Yaşamın anlamını ararsın can pahasına
Ve her insanda görülmemiş berzahlara düşen
Her soluk kabuklarını kıran yakarak
Sensin! ...
Bana bilici dediler
Oysa sen yaşarsın korkudan işkile dek
Ateşi- toprağı- suyu- havayı
Ve insanların kanayan yarasını
Yaşarsın saçlarını ağartarak...
Sen kimsin ey delikanlı- kimsin sen
Dünyaya azap çekmeğe gelmiş bir dinsiz meşin
Bir sürgün
Anlamını arayan- kendisinin
Yaşamın
Sevdanın
Bir daha dönmeyecek bir an önce aldığın soluk
Ve bir an sonra
Diye bir şey yok
Şu anda ölen için..
Acı mıdır yaşamın anlamı ey delikanlı
Onsuz anlamı kalmaz mı-sevincin-mutluluğun
Ondan mıdır
Bir acıdan diğerine
Hiç bitmez- şu senin yolculuğun...
Bir şeyler söyle bana ey sürgün
Akarsuların- rüzgarların- insanların dilinden
Ben neyim- sen kimsin
Bizden önce gidenler neden yaşadı
Ve bizden sonrakiler niçin
Sözcüklerle sorulmayan sorularıma
Bir şeyler söyle ey sürgün...
Yaşamın anlamını gün gibi aydınlatamıyorsa sözcükleriyle
Kim daha ermiş- ermişler içinde
Biliciler içinde en bilici kim
Başlangıçtan sonsuza hangi söz
Çok büyük anlamlarla yanklanır gökyüzünde?
Bana düşmez çok söz etmek
Coşkun seller gibi akmak yaşama
Yaşamın gizi Anladım o en büyük serüvenci
Biliciler bilicisi:
Yaşamın ta kendisi...
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 12:03 PM
Yaşamın Anlamı Üzerine Dizeler-14
Gerçeğin perdeleri yırtılarak açılır
Bir oyun değil
İnsandan insana akan bir ırmaktır yaşam
Ve her insan
Sınırlarını kendisinin de bilmediği bir umman
Kimi zaman keşfedilmeden kuruyan...
Kaynağından ayrılan su
Nasıl çırpınır toprakla
başı kesilmiş gibi
Ve nasıl kendini çarpar taşlara
Hangi isyanla rüzgar...
Bozkırlar boyunca suskun
Gündüz mavi
Gece kara gözler gibi bakan dağlar
Neyi bekler...
Suydum- süründüm topraklarda
Yel oldum- Kovaladım boşluğu
Toprak idim savruldum da kül oldum
Demir gönlüm eridi sevdalarda
Yâr elinde gül oldum
Düştüm ayaklar altına
Ve gördüm ki ey bilici
Ayrılık gibi bir acı yok yer yüzünde
Sevda gibi- kavga gibi coşku yok
Gördüm ki sevmelerin tarihi kanla yazılmış
Söylenir ki kitapların bir yerlerinde
İnsanın insana verdiği acıları
Veremez ölüm bile...
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 12:04 PM
Yaşamın Anlamı Üzerine Dizeler-15
Ayrılığı
Bir hançer gibi yaşamak duştu payıma
Ayrılık acısını
Bağrıma bastım taş gibi
Acım var benim ey gece-karanın anlamı ne
Yıldızlar acımı besler güzellikleriyle
Aldığım her soluk-zamana bulaşan benim kanım
Bağrıma bir hançer gibi sapladı bu acıyı
Bin yıldır beklediğim sevgili-vatanım...
Geldi
yarık yarık özlemlerime sular gibi akarak
Gitti
akanyıldızlar gibi
sonsuz bir karanlık kanayarak
Taşlaşmış bir hüzne kesti sonsuzumun coşkusu
Ah ayrılık ayrılık
Kuruyan okyanusların anlatılmaz korkusu
Çöllere sürgün olmuş bir ağacım ben
Özlemiyle diri kalıp beklediğim su
Belki akan bir ağaçtır
Belki de ben
Sevgi türküleri yakan
Yaprak yaprak açan suyum...
Köklerime ulaşan su
Yüreğime saplanan hançer oldu
Dönüp gitti çöllere...
Ah ayrılık ayrılık
Düşleri kuruyan ağacın derin yası
Ey bilici
ayrılıklarla buluştu yürüdüğüm tüm yollar
Dudağamdaki ıslık
Ormanları kesilmiş dağların uğultusu...
Dudağımdaki ıslık
Özlemini arayan suyun sancısı...
Aşılmaz kayaları
Boşuna döven okyanus dalgasıyım belki
Belki de ben boşluğu kovalayan rüzgarım
Ey bilici ben seçmedim bu Özlemi-bu ayrılğı
Hep acemi kaldığım savdalarımla
Hep haklıdan yana kavgalarımla
Güle ve ateşe boyadım zamanı kanımla
Güzelliği arayan
Kanayan ayrılıklar tarihim oldu
Ve derin tarihimin bir yerlerinde yazar:
Neyi ve neyin anlamını ararsa arasın insan
Arayışı ayrılıklarla başlar...
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 12:04 PM
Yaşamın Anlamı Üzerine Dizeler-16
Taş kıran ırgatların
Meşin avuçlarından akan yaşamı damıttılar
Okyanusu ağırlayan yalçın dağ gibi karşıladılar ölümü
Beş bin yıllık acılarda dağlanan yürekleri
Narlandı örsünde kan şafakların...
Gönül bahçelerinde çiçekler yıldız açan
Güneşi uçurtma yapan çocuklardı
Sevdaları
Kavgaların gözesinden İmbik imbik süzülmüş
Acılarla mayalı...
Ey şah daman koparılmış şafak
Ey dişleri suskuyla kilitli
Gözlerinden kan sızan öfke
Ey derinlerinde yıldırımlar besleyen mayıs
Ey göğüs kafeslerinde kolanlarını kıran şahan at
Bin yıl sonra bile olsa
Yaşamın anlamına ilişkin
Bir şeyler soran olursa
İşte onları anlat...
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 12:04 PM
Yaşamın Anlamı Üzerine Dizeler-17
Ve böylesi irinli- kokuşmuş bir çağda
Onurun bayrağını taşıyanların tanımı
Ancak kavrayabilir yaşamın anlamını
Onlar ki destanlarını kanlarıyla yazarlar
Ne zaman ki susarsa haksız yere akan kan
Ve kula kul olmaktan çıkarsa insan
En doğru tanımıyla ancak buluşabilir
Yaşam yaşanabilir olduğu zaman
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 12:04 PM
İğde Çiçeğine Serenad
Yalnızca aşkta yarın vardır
buruk tadım ol da yayıl tüm yıllarıma
ömür deryama bir damla an olarak düş
nazlı bir akşam gibi gel dağbaşlarıma
bulutlar simlensin ışığında
yağmurunda imgelerim çimlensin
seni bana paylaştır-beni benimle bölüş
gündüz düşüm ol
ansızın yıldızlar yağsın gün ortasında
atla deli sularına gönlümün
bir deli düş buluşması müthiş-bir çılgın öpüş
an var ki bir kez yaşanır ömre sığamaz coşkusu
belki alır da gider beni ömrümün göçmen tiryakiliği
ki bilirim çok görür hayat
bir iğde çiçeğiyle iki kez sevişmeyi
buruk tadım ol da yayıl tüm yıllarıma
çöllerime ve okyanuslarıma eri
ömrümün tam ortasına bir damla an olarak düş
yıldırımlar ve göktaşları gibi yağ bana o anın içine ömür sığdırarak
yayıl ömrümün yüzüne ay hoyrat gülüş
tıpkı bir öpüşün mührüyle yıllarca bekleyenler gibi
bir anı büyüteyim ki zaman kekelesin o anın görkeminde
umudun kalbiyse aşk ve aşkın yoldaşıysa umut
ne dün dünle birlikte gider
ne de gelmemiş olandır yarın
saraylar yıkılır-yanar şehirler-dağılır işret *******i ve sazendeler
dağlar aşınır-adı silinir aşıkların asıldığı kentlerin haritadan
hiçbir şeyde yarın yoktur-unutkan ölüme akar ırmaklar
yalnızca aşkta yarın var gerisi yalan
an var ki bütün zamanlar sığar yüreğine-zaman ölür-ölüm kanar
bir iğde ağacı çiçek açmaya başladı ikimiz sevişmeye durduk
bunu nasıl anlatayım dil yetmez görkemine
o döktüğü bütün yaprakların yasıyla delirdi
ben bütün kırık dallarımla çıldırdım
ertelenmiş-yaşanmamış-yarım kalmış-yanılsanmış
bütün aşklar orada aşk kesildi-ateşin her şeyi yakması gibi
onun yerine ben benim yerime o.tomurcuk gül sağnakları
seviştim bir anı yaydım tüm zamanlarına evrenin-şiir kesti...
başka her şey ölümlüdür-hiçliğe akar suları
aşkta yarın vardır sevgili-dünle birlikte yaşanır şimdi
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 12:04 PM
Yed-i Beyza
suyun sayfalarını açtım
ışığın sesleridir
o ışık hışırtıları
kadim bir aşkın tazelenmesidir
okudum damla damla sonsuzun türküsünü
okudum zamanın gözlerinden
suyun sayfalarını açtım da
soyunup üryan kaldı şuası
zamanın memelerini okşadım
akşamın şarkısı bulaştı avuçlarıma
hayatın rahmi dalgalarda çalkandı
daraldı dalga dalga
büyüdü dalgalarca
çıldırdı dalgalarda
yırtıldı suyun sayfası
sustu su
gece suları
ay
düştü
kavladı zamanın derisi
acının narında pervane yürek
ay yarim ol bir gece
değilse ömrüm yanık külüdür
hadi uzan gönlümü tut
yed-i beyza sarar her dem
suların her damlasını
gök boşluğun bir aklı var
mor bulutun bir yüreği
deli dalga deli dalga
her çırpınışın bir umut
neyi bassam diner ola
hasret dağının yarası
zamanın derisi kavladı
koca bir hiç çıktı içinden
demek zaman da yalandı
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 12:05 PM
Yerleşik Gezgin
söz düşe yetmez
ki aczi kalır söyledikçe
kan sızan kuytularında
sessizlik dillerin ötesini saklar derin sularında
evvel zaman üretir her soluk
yel susar
ırmağın kurur dem olur
yahut ölür
suların kabuk tutar susmaktan
yıldız düşse saplanır kalır suskunun betonuna
gece suları
gündüz suları
söz değil bozan büyüyü cılız acziyle
dem olur sükut ölür
ki bazan sabır denen soytarı
oyalarken acı sızar gizlice
ne suyu yeğindir beklemenin
ne baharı gür
çatılır da birbirine kaç umut
üzerine kurulur dünya
yapılır kan ter
yıkılır bir bir
yel uçurur penceresini
sel alır duvarını
hep viraneliklerden başlamak ne dehşet rezilcedir
nerede-ne yapılır diye bir şey yok
hayat bitmeyen bir acemiliktir
ne kadar oyalar ömrü bakışlardan
yüreklerde
düşlerden kalan kir
belki de kir değildir
ki toprağa saplanan bir hançerdir
küflenir beklemekten
umut ölür
tüy düşse içilmez suları
kelebeği uçamaz dokunsan
ah sevinç
hep genç ölür
onsuz öksüz kalır gözler
yürekler rezilce dağınık
dudaklar bir sevdanın tenha sahili
sevincin mecnunudur
gülüş ölür
düşlerin yıldızdan elleri vardı
ve yağmur yağmur kokuları
öpüşlerinden gece çatlardı
ay şaşırırdı sevişmelerinden
zamanın ve mekanın ötesindeydi vatanları
uçurumlar korkutmazdı onları
düşlerin masalsı gözleri vardı
ki ışıtırdı zındanları
körler görürdü onlar baktığı zaman
bir yaprak düştü
düş düştü
düş düşe düştü
düş-tü
düşleyeni öldürerek
düşler de ölür...
sokakların çocuğudur
boğulur evlerde
düşlerde yatar
umutlarda gezinir
yasakların dağlarında sokaklarında
hangi yüreği vatan bellese
yakar
ve ayartıp yollara vurur onu da
aşk ki
en eski serseri gezginidir yeryüzünün
yerleştiği yerde ölür
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 12:05 PM
Yeşermez Aşklara Gazel
sevmenin bedelini her ömür vermez imiş
ateşten güllerini bencil el dermez imiş
canlı cenazelerin arasında dolaştım
dişliçark yüreklere gün ışkın sermez imiş
betondan suratlarda lağım gülüşler gördüm
yedi deryalar gelse gönlü yaşarmaz imiş
rindlerin meclisine hoyrat oturanların
elleri görmez imiş- gözleri ermez imiş
yalım yalım coşkular büyüttüm yangınlarda
gri kasabalarda aşklar yeşermez imiş
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 12:05 PM
İncecik Bir Yerinden Tutun Zamana
uzaklar yok yürekler tavındaysa sevginin
incecik bir yerinden tutun zamana
o rüzgâr esmesin dalgınlıklarının köşebaşında
o yağmur yağmasın... tutuşur yorgunluğum
deli yürek- arsız güre
yine sağnak sağnağa
doludizgin
ve terli
ve cümle burçlarıyla yıldız ormanı gök
yine burcu burcu sesin
ebruli - düş nakışlı
ebemkuşağı sevginin
kurumuş ırmak yataklarında
türkü sekişli
uzaklar uzak değil
yine aynı Ankara
isyan ve sevda
yürekler çarmıhlanıp
sevdalar satılmamış
güvenler tırpanlanıp
coşkular atılmamış kaldırımlara
ellerinin dokunduğu yerdeyim
en ince yerinden tutun zamana
gülüşünün kıvrımında
yediveren gül açardı bir zaman
yitik sevinçlerden bana şarkılar söyle
çelmelenmiş coşkuların dönüştüğü hüznü sor
hiç gizlenme sen o'sun
küllerin altında kor
düşe kalka bir geçmiş
gülüşlere gölge verir biliriz
ne yaşasan silinmez
gözyaşından kalan iz
bir şeyler kalırsa soracak
duran taşa-uçan kuşa
türkünü hüzne bölersin
yüzünü unutuşa...
vakit Ankara vakti
'o iyi insanlar
o güzel atlara
binip 'gitmemişler daha
bir deli kasırga savurur saçlarını
toy yürekli bir taysın
bütün ölümlere alesta
aşındırır küstah zaman taşları
yeni yeni dallar sürdün
başka bakışlar büyüdü gözlerinde
gülüşler geliştirdin
değiştin
'o iyi insanlar
o güzel atlara
binip gitti '
başka baharlardan
çiçekler topladın ömrüne
başkalaştı sözcükler
ve başka insanların dünyasında
başka birisin
onlar uzaklara gitti
yabadan yapılmış elleri
ateşten yontulmuş yüzleri silindi
sırtlarında onca yılın yalnızlığı
sevdalar cemresiz kaldı onlar olmadan
gün dönmedi
atları öldü
yaya kaldılar
ama küllerinin altındaki kor
hiç sönmedi
kendilerini yargıladılar uzunca zaman
başka kimliklerle dolaştılar başka kentlerde
yargısız infazlarda gitti kimisi
kimisi işkencede-darağacında
kimisi taşları çürütüp çıktı
yürüdüler yapayalnız yollarda
gözlerinde alev alev bir keder
ve yerli yerinde yıldızlar
sular *******i aynı türküyü söyler
bir sen kaldın
para-makam-lüks-tantana-kariyer
oysa tutuşmağa hazır bir yangın
yüreğinde yığın yığın
bizden bir şeyler
ince bir yerinden tutun zamana
ellerini uzattığın yerde
yüreğim yediveren
türkümü dinlersen o rüzgâr eser
tutuşur kül altındaki kor yeni baştan
sen bulvara çıkarsan
savrulur saçların
o güzel atların nal sesleri duyulur
sensiz eksik kalır bir şeyler
bir türkü çiçeğe durmaz
bir su sendeler
sığınaksız kalır yağmur
hadi çık alanlara
hadi gel saçlarını savurarak
bizi tamamla...
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 12:05 PM
İnfaz-ı Aşk
taşların sancısı oldum
dağlarda denedim hıncımı
adımla heyelan olurdu asil mermer-yoksul kefenk
gene de işe yaramadı ferhad yüreğim
sancılara bölünmüş bir ömrün yolcusu oldum
bağrıma saplandı elimdeki külünk
zamanın durduğu yerlerdir yurdum
içimde coşkular akıtmış çeşmelerden
birkaç kırık künk
umudum kupkuru kum
sularım aşınmış-yağmurlar paslı
öle öle geldim
sırtımda yenilgilerim kaç denk
insanlar kaldı
bir yerlerde
oyalanmak ömürleri
sazımda bozulmuş ahenk
topladım yıkıntılarımı-bozgunlarımı
çöle geldim
gökkuşakları boz bir yılan olmuş insan yüzleri gördüm
mavileri ikiyüzlü- sarıları dönek
ki direnmenin ermişiydi bizden olanlar
isyanın ateşiydi
hüznün ve ayrılığın efendisi bilindim
bilmediler acılardan imbiklindim
hasretlerde didiklendim
umuda köle geldim
(arkadaşlarım kaldı
aşklan- evlilikleri- zevkleri oyalanmak
leman kaçıncı sevgilisiyle günah çıkararak
Fatma yıldızlarla örülmüş bir giz
martıları kıskanır
gökyüzünü ve denizi birlikte yaşıyorlar diye
Aynur dokunulmaz bekaretiyle
derinlerinde özlemler saklar
içinde her gün bir kahve tutuşur
her akşam bir bar kanar
deli zaman gülüşünün çizgilerinden akar
bir pişmanlık olarak sızlatır geçmişini nurcan
şehmuz hangi briç masasında
hep aynı sanjatoyla oynar
beşiktaşta militan bir şeyler bulur orhan..
belki beni unutmuştur vaktiyle sevdiğim kızlar
her biri başka bir yerde
başka umutlarla yaşar
hepsi
durur bir yerinde içimin
bazan bir gülüştür ısıtır yüreğimi
bazan hazin bir türkü kanar...)
kocaman bir geçmişle kanlı izler bıraktım
ayak bileklerimde ağrı- cigarayı çoğalttım
içimde voltası- maltası tekmil hapishaneler
çöle geldim ıssızım
zirveler ve uçurumlar açmazında
dikenler ve yıldızlar arasındayım
duygularım ve bilincimin derinleşen yalıyarları
deli düşüşleri seçtim bir kez daha
bir şeyler öldürüyor bende
bir yerlerini öldürerek
beni yeniden doğurmak için
onu doğurayım diye
bana her şeyini feda eden bir yarin infazındayım..
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 12:05 PM
Yolcu
ah yollar kararmasın gece gelmeden gideyim
tenha gülüşüne kasvet çöreklenmeden gideyim
bakışımın yaralı turnasından
birkaç kırık telek kalsın
susuşum
yanık bir imge
ve yaşam kıpırtıları
yosunlu taşlarımdan geçen
bir de benden bulduğun
yanlışların-cürümlerin-suçların
incecik parmaklarınla tutulmuş muhasebesi
acımdan bulduğun kir
al kalsın sende
yak ve ısınsın öfken
gözü yollarda kalmasın ıssızlığımın
kıraç hasret suları suretimsiz eksilir
fazla beklenmeden gideyim
verilmiş sözümüz yok ki ömrümüz
buluşup ayrılmalar iklimi
ahdı peyman etmedik
bir yörük kilimi
iyi bilir dilimi
koptuğun geçmişin otlaklarında
bir keçi gibi dolaşan hüzün
benimle gider ve sen
bilirsin
yaşamak sürekli bir kopma
hesap kitap karanlığında azar çığlığım
fazla iteklenmeden gideyim
yoksuluz
şükür ki bulutları sevdik
yüzümüzün patikalarında
miskin yunus dolaşır ayışığında
şakiler sökün eder uzun havalardan
Bedreddin tutkular gömülüdür susuşun yarlarında
bir yanı ölü-bir yanı diri günler
bir yanı zemheri-bir yanı bahar demler
bir yanı sevda-bir yanı kavga yürek
bir yanı kan içinde
bir yanı çağla gülüş
bir yanı binyıllarda
bir yanı bir solukta yaşamak
şükür ki turnaları sevdik
bir gülüşle ısınılan soğukları
sevdalar yaratmak kekiklerden yıldızlara uzanan türkülerle
destanlar nadaslamak umudun kıraçlarında
düş harmanlamak karanlık *******in tınazında
tam bize göre
bir avuç dünyada binlerce renk dokuduk
biz sevmeyi
acıların kitabından okuduk
yazılmamış tarihlerin
ateşten yollarında yürürüz hala
şimdi akşam düştü
bilmediğim bir ülkedir gözlerin
kirpikleri buz sarkıtı
yaban gölgem dikenlenmeden gideyim
ezberlenmiş özveriler
dost için post olmanın tuhaflığı
aşk için kelle koymak
ekmeğini bölüşmek
yaranı bölüşmek
gözyaşını bölüşmek
omuz vermek yıkılana
emperyal sokaklarda
ilkellik biçimleri
klansal alışkanlıklar
bilinir
bizi tepeleyip geçmiş bütün ordular
bilinir kerpiç evlerimiz
birbirine omuz verir
yalnızlıktan ağlayanlar olmadı buralarda
hepside o
ezberlenmiş ilkel duygularla
her şeyin bir ederi olduğu dünyalarda
yüreğimiz çöplüklere atılmadan gideyim
gurbetçi ömürleriz
nere yol vurduysa devran
heybemize türküler doldurmadan gitmedik
geride yoldaşlar koyan çağlayan sevdalarda
içimizde ölüleri
kendimiz katletmedik
yaşam bir yol ayrımları iklimidir
sen kendi yücelerinde kal
ben daracık ıssızlarımıza
kendimizi tüketmeden gideyim
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 12:05 PM
Yolcunun Türküsü
yol tekinsiz-hava kar
dağlarda ulur kurtlar-
kar altında gül kalmış
kül altında kor kanar
yeğin atım çatladı
bitti mataramda su
hangi adımda mayın
hangi sapakta pusu
karanlıkta savrulan
kirli yüzlerden geçtim
rüzgârı iğrendirir
çürük insan kokusu
belki bir düş ömrümüz
herkes göçer sonunda
ya kavgada olmalı
ya da yarin koynunda
dizeler söylüyorum
yüreklere su veren
birer ölümsüz ateş
yakılmış şairlerden
benim de yarim vardı
kanlı eylüller aldı
ne giyotin ne kement
onuru kurşunlandı
o çelik kararlılık
bedenimde dipdiri
direncimi ürpertmez
ne hain ne zemheri
yar yanağı bilirdim
meğer muhbir imiş ay
gizlenerek yürüyen
bulutlar arasından
yol tekinsiz-hava kar
dağlarda ulur kurtlar
kar altında gül kalmış
kül altında kor yanar...
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 12:06 PM
İpi Kopuk Uçurtma
yurtsuzluk atığı
bir sürgünüm
akşamlar dolanır saçlarıma...
oturur bin kez ağlardım
ardımda bir mezar sessizliği kalsa...
nereden yola çıksam
oradan yüreğimde
sancılı bir kanama...
gülüşüm sonradan acıyan yellere benzer
ve sayfalarında
aşkın dikiş tutmaz yarası...
geçecek sanırım da
düşümün kıyısındaki yırtılma
ne zaman ay doğsa...
her yıldız kaydığında
yalnızlık
bir sokak köpeğidir
dalar bir yerlerimi...
neyleyim
tüm denizler kıyıya vurur beni...
gayri ıssızlar akar
yüzümün girdabından...
insanlar okuyamaz oldu
bakışımın dizelerini...
ve her konuk olduğum yürek
söylemeden anlar
gideceğimi...
derim ki yurt tutsam
terkedilmiş bozkırları
ve orada her yaramın yerine
bir gül açtırsam
ah bozkırlarda insan
birer kum tanesi
bırakın dememe gerek yok
kaç geçmiş gömülü şuramda
yetim analar gibi
bağrıma taşlar basıp
hep giderim
başka bir boşluğa
her gece
bir cana açılmamış koynuma
yalnızlık girer olmuş
belki biraz anlar beni
dağlar yıkıp da çağlayan
hiçlikte zay olan su
sevmelerdir belki de bir yurt bulmak kendine
kime gönül düşürsem
yitirme korkusu
şimdi sen bir yerlerde
kadere kahıra batmış
yüzün ne bakışın hangi gök
ellerin hangi ağaçtan yontulmuş
dillerin l’al
ey toprağım
hasretim ey
sancım delidir durdurmaz
gel bul beni ipi kopuk uçurtmanım
takıldım gidiyorum kanadına göçmen bir bulut düşünün
gel bul beni
aysız bir gecede hazırım... beni çal
dinleme ağlayışımı... senin yitiğinim ben
ey vatanım
beni al
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 12:06 PM
Yıldız Ürkütülen *******
ah yaşamak
kavuşulmayan sevgili
ah ardından ağlanası...
gayri tüm yollardan uzak
bozkırlar ortasında
yıllar önce ölmüş
bir atın kafatası
beyninin boşluğunda inleyen rüzgar
bakışının boş yerinde hiçlik sarası
şimdi bu kör çukurlarda ne mazlum gözleri vardı
su başlarında durdu
söğütlere yaslandı
ateşlere nal vurdu
yağmurlarda ıslandı...
akar bu kör oyuklardan iki sonsuz ırmak gibi
gidilmemiş tüm yolların yaşanmamış macerası
terli akşam üstlerinde yarılıp geçilen al bulutlar
köpük köpüğe yıldız ürkütülen *******in karası
ölümü çiğneyerek toynak vurdu hayata
bir serüvencinin yürük atıydı o
iz bıraktı sevdalarda iz bıraktı kavgalarda
coşku kişnedi yıldız kişnedi
ayışığı kişnedi
aşk kişnedi kösnü kişnedi
sahipsiz kaldığı gün söndü gözlerinin çırası
ölüme yol vurdu derin yarası...
gök döktü kula rengini
yol çöktü
söğütler kesti fısıltısını
kırıldı suyun aynası
acı bu dağları kökünden söktü
ansızın bitti yol
bitti coşku
kuşku...
durdu
sanki yıldızlar tüy döküyordu
sahibi indi sırtından
kırılmış kılıcını karanlığa fırlattı
birkaç yıldız döküldü
dedi
ihanetler yedim
onca sevdadan
hadi git özgürsün
git ve kurtar beni
yurtsuz yollardan
ben kendimi yabanıl ıssızlara vurayım
ey yüreğim
yorgun atım
sonra kor tükürdü yere
ve tutuştu kuru otları hüznün
yürüdü gitti
malumdur sonrası
malumdur sonrası
eli sopalı adamlar
kaç yıl koştukları at arabası
ağır yükler
ve gözleri bağlı
dolap beygiri günleri
sinekler üşüştü yaralarına
kargalar gagaladı kanını
bir deri bir kemik
gayrı ne acı-ne sevinç
ne hüzün-ne de umut
umrunda bile olmadı
sonunda yürüyecek mecali bitti
alnının ortasından çekip vurdular
umrunda bile olmadı
bütün gök aktı son bakışına
yarısı bile dolmadı
orada ölmüştü o
çoktan ölmüştü
o suyun başında
o ayrılık akşamında
ayakta
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 12:06 PM
Yıllar Sonra Kente Döndüğün Zaman
Kar üstüne düşen kınalı keklik
Kardelen dedikleri kanındır belki
Kursağında kalmış bahara sevdan
Çevrilmiş yıldızlara boncuk gözlerin
Sonsuzlardan hesap sormakta sanki..
Yedi dağ üstüne damlar kurdular
Talan oldu kuş yuvası-gül dalı
Sevda pavyonlara barlara düştü
Dilim eğri hançer oldu ağzımda
Konuşmam suç sayıldı.
İçki bardaklarının kulpuna dikildi kurtuluş bayrakları
Sarhoşlara meze oldu devrimci marşlar
Dürüstlük;
“Seksen öncesine dönmek' sayıldı
İşkenceden yeni çıkmış kızlara
Barlarda bardak bardak epiktir
Ve kirli yataklarda meme bacak freut
terapiler çekildi
Kucak kucak dolaştı sığınaksız kalanlar...
Ey kocakent
Su berrağı gün aydını coşkular büyüttüm
puşt acılı karanlıklarda sana
Pusulu- pusatlı- puslu
Nice dağ başında düşüp düş oldum
Gökkuşağı türküler çağladı cehennem yüreğimden
Ölümü parka yaptım kocakent.
Ve türküm
Tükenmiş yüreklerde alkolle karılıp
Kız tavlama malzemesi yapıldı.
Vakitsiz biten aşklar bilirim
Tomurcukta kopan güller gibidir
Kuş kanadı kalem olsa
Denizler mürekkep
Gökyüzü kağıt
Ayrılığın acısını yazamaz...
Yaşlı dalları kesilmiş gün
Kanlı yapraklar dökerken
Bir başka ayrılıktır akşam
Bir başka kavuşmadır
Yıllar sonra kente döndüğüm zaman...
'Bu kentte en güzel anılar
Bir anı oldukça öldürür beni...”*
Diyen bir arkadaş vardı
Vuruldu okul yolunda
Son bakışı bende kaldı
Bende kaldı inci mercan gözyaşı
Her yağmurda ağlayan o hüzün gözlü kızın
Şimdi her adımda cana gelir anılar
Yaşanır yeni baştan tüm ayrılıklar
O anılar ki nerede olursan ol
Kapaklanan deli taylar
Damarları kesilmiş ırmaklar gibi kanar...
Yeşil parkalı gülüşlerle aydınlanan
Alanlar-bulvarlar-varoşlar cana gelir
En güneşli gülüşlerin kurşunlandığı yerde
Onurların satıldığı mezatlar
Entel barlar
Ve gettolar yükselir...
Ey sevdayı pavyonlara düşüren
Ölümü parka yaptığım kent
Ayrılık dedikleri sana dönmekmiş meğer
Ve titreyen ellerinin
'Güneşin battığı yere
Dört nal giden atların...'
Bayrak gibi dalgalanan yelelerine
Sımsıkı yapışacak dermanı kalmamış gayri
Dilerim utancın yeşertsin seni
Çiçekler patlasın yaralarından
Hasretimin yetim kalmış çocuğu
Kuru memelerinde yeniden dirim bulsun
Çözülsün onurunun boynundaki kördüğüm
Beni sevdalara çağır kocakent
Gayri bitsin hasretlik
Bitsin şu sürgünlüğüm...
* Mehmet Gemici
(şiirde geçen iki dizenin ozanı)
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 12:07 PM
Yüreğin Dağbaşları
güz kanadı
bir hazin şarkıya kesti hazan
düşürülmez bir çırpıda
bir yaprak değil bu insan
şimdi neler söylesem
ateş kesilir dizeler
şimdi neler söylesem
kanayan bir yüreğin dağbaşlarından
aydınlığa koşan doludizgin atlılar
karanlığın hendeklerini atladılar
yalın yürektiler
çığ kalemdiler
som ışıktılar
öyle pervaneler ki
yüreklerinde ışık damıtırdılar
yakıldılar yıkıldılar kapaklandılar
bir düş gibiydiler
bu vahşet çölünde gül açan
dedik ki
geçsin son bahar
yüreklerin dalında açan güller düşmesin.
sevgilerle örtün sevgilerle örtün
güvercinim
yüreğimin yarası
üşümesin...
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 12:07 PM
Yürek Serdim
yürek serdim
gözlerinin ayaklarına
tam da *******in zından kestiği
yolların bittiği
umudun yittiği yerde
yürek koydum-yara çölü
kan revan
hüznüne-edana kurban diye
bir gözyaşı tomurcuğu
akar karanlığın yanağından
titrek
gülümseyerek
çölüme sen doğuyorsun
yollarına heyelan inse ne yazar
ömrüm zaten uçurumlar yağması
diken tarlaların varsa sınırsız
gönlüm yangınlar artığı
bin diken içinde bir gülün gülse
yaramı ışığa boğuyorsun
erişilmez uzaklarda
küçük hüzün yıldızım
işte gözlerinin ayaklarına geldim
gözlerim el
ellerim dudak
dudağım cehennem susuzu
ki benim ilk ve son dileğim
bana zehir sun
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 12:07 PM
Yürek Sözleşmesi
“gel seninle aht-ı peyman edelim”
sal olsun kavlimiz zaman denizlerinde
yalnızlığın kalesini viran edelim
bir pencere açalım uzağın ötesine
beni gör baktığın yerde
tutuşsun gülüşün elleri
yalnızlıkta yanarken gecenin teni
kasvet bulutlarına rüzgar kıl düşlerimi
yavuklu yadigarı oyalı mendil gibi
bakışın gözlerimde kalsın
“ikimiz de bir ikrarı güdelim”
dağ dağ dağlanırken acı
“ne sen beni unut-ne de ben seni... ”
tarih gördü
kudurmuş karanlığın alanlarında
onurun bayrağını bırakarak kaçmadık
entel mezatlarında
içki bardaklarının kulpuna dikmedik kurtuluş bayraklarını
devrimci söylemlerle ahkam kesip
cilalanmış sözlerle militan görüntüler çizerek
yeniyetme kızlara
ruhsuz sevişmeler yaşamadık utanç yataklarında
alnımızda ışıyan lekesiz umut
yürekte masumiyet...
varsın dedik
yarsiz kalsın yürek...
suskumun külleri altında
sönmeyen hüzün
bir yangın yeri kadar kırgın ve yaralıyım
bakışımdan yüreğime kurulan isyan köprüsü
son kez bakarken yaşama
denizin gözlerinden kalan
zamanı yakan anlam...
kovulduk tüm kapılardan doğrudur
kör yüreklerde kanadı ışığımız
sevdaya dair yazdığımız dizeler
atıldı sokaklara
saçıldı sözcükler
ölü karıncalar gibi yerlere
şimdi ferhadın külüngü
yürekler kanırtır olmuş dağ diye
çöplüklerde dolaşır sevgililer
kanı sömrülürken iliklerine kadar
kör-sağır-dilsiz sürü
birbirini boğazlar her biri can havliyle
şimdi aşk
hoyrat bir şaki dağlarda
şimdi aşk
yeni yetme oğlanın
kırmızı tokalı kıza
bakıp ağlamasıdır
uçurtmanın tellere takılmasıdır
sürüye katılmamaktır şimdi aşk
demir parmaklıkların ardında
göçmen kuşlar havalanan
bir yüreğin yakılmasıdır
bu yangın yerinde
susarak konuşmaktır
bakmadan görmektir
elleri bağlıların
kolları kopukların
sarılmasıdır
şimdi aşk
bir isyan bombasıdır
bütün kapılardan kovulmaktır
yalnız
ve dimdik yaşamaktır şimdi aşk...
“gel seninle ahd-ı peyman edelim
ne sen beni unut-ne de ben seni... ”
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 12:07 PM
Yürek Yurdu
Hattuşaş’tan geliyorum
kaçağım
arkamda bin türlü tanrı izimi sürer
düşüm binmiş bir bulutun terkisine
kör inançlar kanırttım
yoldaşlar bıraktım aylı yamaçlarda
sevgililer yas dokur kilimlerine
son tapınaktan da kovuldum bıldır
ölümleri şaşırttım
kaçağım beş bin yıldır
acı bizi kovaladı dağ bayır
yine de her ölümde daha bir sevdik
ağlama
ne sultanlar ne taht kalır
koparır yüreğimizi kimi sevsek
sevdayı bildik ya bir yol
acı bizden öcün alır
kaçkın akşamlara
göçmen sabahlara serdik de postu
bilirsin aşk da serseri
yürek kandaşıyız
acıdan akrabayız
insanın yurdudur insan
sen anlarsın beni
derim ki sevdayı yazgı seçmişiz
her bahar açan çiçek
sararıp da dökülür yaprak yaprak
hüzünlü yüzüne güzün
berbat biri olurum
hoyratlığım azar
çiğnerim tüm kuralları
atar beni tapınaklar kurallar
bin yıllar geçti ey aşk
mezarlıklar iklimidir kucağım
kaçkınım
bana ellerini uzat yoruldum
kendimi öldürerek sana yeniden doğacağım
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 12:07 PM
Yüreksöken
şimdi başka bir solukla uyur gece
bütün saatler kırık
ışıklar körsen
neylesen yıkılmaz
insan yüzlerine örülen duvar
kemanlarda param parça bir hicaz
şimdi rüzgâr sürüklenir
suskun yapraklar
dondurucu yalnızlıkta
gülüşler dehşetle ayaz
bütün bakışlarda esen
hep aynı deli avaz
bambaşka bir gerçek bu yaşadığım
senden önceki gerçekten
bütün kapıları çaldım bu kentte
yoktun sen!
hayalet *******in karanlığında
bir ay kaldı
bir de ben
örttü yıldızları ayrılık sisi
kanadı kırıldı gülüşün
ıssızlığa terkedilmiş kayıklar gibi
çaresiz kalmışım senin dışında
kalan yarısının peşinde kavrulmak benimkisi
en güzel yerinden yırtılan düşün...
sen benim yağmurlarımı alıp gittin
bu beton ormanında
öksüzüm sonsuza dek
ne bulutlar silebilir yüzümdeki kederi
ne yere-ne göğe hasretim sığar
her gün biraz daha parçalanırım
******* içime karanlık yığar
iklimsiz kaldım işte
kimliksiz kaldım
gelmezsen içimde bu yangın sönmeyecek
kurur her solukta birazcık daha
kendi yağmurunu yitiren yürek
kahraman yaralanır
ve masal yarım kalır
rüzgârda savrulur kum
soykırımlar artığı yüreğimi toplayıp
burdan da gidiyorum
yüreğimdeki zincir
nere gitsem sallanır
kanımla kirlettiğim ******* hoşça kalın
ben ayrılık acısına yüreksöken diyorum...
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 12:08 PM
Yüzünün Yakıcı Senfonisinden
Hükümdar Leyla'ya bakarak dedi ki:
Mecnunun çöle düşeceği kadar güzel değilmişsin
Leyla yanıtladı:
Sus... Sen Mecnun değilsin ki! ...
akşamın
erguvan kanatlı kartalı
dağların ardına konduğunda
havada sevişme sonralarının hoşluğu
havada öpüşme kokusu
gölgesinin uzayan çimenine otursam iğdelerin
ve yüzünün yakıcı türküsünü söylesem bozkırlara
çığlığım uzar dağılır
çiçekler yavrular sesimde esen
kekikler dal uzatır hüznüme
bulutlar karışır-sular akışır
ki bilirim
sana söyleyeceğim tüm türkülerden
daha güzelsin sen...
gelişini düşlesem
bulutların akıl almaz rengiyle
gökkuşaklarıyla çizsem seni öpmeyi
duyulmamış masallar gibi bir şey işte
rüzgarlar evcilleşir
sana dair bir öpüş dokusam
gökyüzünün yamaçlarına
yüreğimin olanca ahengiyle
bozkırları çeviren mavi bakışlı dağlar
ve en çılgın dalgaları okyanusların
evcil birer binit olur
gelip durur suretinin önünde
ben çalsam da tüm renkleri
bahardan ve hüzünden
yine de sönük kalır çizdiklerim
yüzünün yakıcı senfonisinden
gözlerinin ummanından yakamozlar dökülür
boynunun kuğusuna dizdiğim dizelerime
gelir beklenmedik zamanlarda
yeniden hayat katar düşün
en yaralı gözelerime
yalnızlığın en mağrur zamanında
olmadık yerinde kederin
sonsuzda saman gibi savrulan ömrümün
anlamsız boşluğundan geçen
bir yıldız şarkısı düşün
düşün ki
kanayan süveydamın firari şarkısı
cellat ilmiği *******in muhalif kasırgası
yıldızlı gözlerinin önünde
köle kesilir sözcükler
sen benim dizelerimin aczisin
bütün türkülerimi söylesem
bütün düş gergeflerinde
sonsuza dokusam sesimi yağmurlarla
terazisi kırılmış yıldızlar gibi
paramparça dağılırlar hiçliğe
kuşkusuz
sen daha güzelsin tümünden
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 12:08 PM
İzmir‘e Gazel – 02
fesleğen tüter memeleri çılgın aşk *******inden
bir korsan bayrağıdır saçlan imbatlarda
güneşti kumsallarda düşlerden fırlamış kaç kız
Troya’ lı Helen'in tutkusu damarlarında
katışıksız Afrodit olduğundan habersiz
yerleşik bir bedevidir delikanlılar
saklanır selânik yüreklerde Hasan Tahsin ateşi
akşamın çürük morunda anason kokar deniz
yakamoz sağnağı gecede
o
ne müthiş yosma
Kadifekale’ den Esendere’ ye
kahreden bir yoksulluk gırla
körfez boyu emperyalist gemiler
kirletirler maviliği gururla
zaptedilmiş alanlar
zamk koklayan çocuklar
koca bir ülke kanar
Smyrna'dan Arşipel'e
bazan balıkçının türküsündün savrulur
bazan simitçi çocuğun gözlerinden
bir yıldız gülümser umuda dair
ben jakoben yeşili parkamla
bir devrim şarkısı gibi dolaşırım caddelerde
gözlerim kır gerillası
bakışlarım şair...
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 12:08 PM
İzmir' e Gazel - 01
İzmir- deli kız- yürek hoplatan çılgın
bakışların işvebaz- eteklerinde yangın
memelerinle gülersin kahkahaların saçılır sokaklara
seni aşık aldatan- seni ahmak ıslatan çapkın
gün gelir ağlarsın bakarak uzaklara
fesleğen esen akşamda gözlerin neden kırgın
tepeden tırnağa yara- kaç yürek gömüldü sulara
şarabî akşamlarda körfez bundan mı durgun
yok mu bir hayat öpüsü- sevgisiz dudaklara
ben bozkırlı aşığın- kapına son gelen vurgun
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 12:08 PM
İşgal
bakışım sonsuz bir tan sökümüydü
bombalanmış coşkuları bilmeden önce
yürürken kaldırımlar çiçek açardı
ayak izlerime kan dolmadan önce
insanlar gülüşümü güneş sanırdı
keder bulutları silmeden önce
zulümler ansızdan geldi küçüğüm
göğü ziftle kapladılar
yeri tuzakla-
suyun aynası çatladı
kan karıştı şarkısına
kuşlarımız bombalandı bahar dallarında
kuşlarımız
milyonlarca
sanki ayak değildi
çelik postallarının içinde yere basan
ve metal ellerinin devamıydı silahları
yürekleri yoktu sanki
anaları yoktu yollarına bakan
ne bir sevgilileri
ne damarlarında kan
ne de sesleri insan...
sevda yağmaladılar
kan içtiler
zulüm kaleleri
zından diktiler
köşe başlarında korku nöbette
ve tren raylarında katloldu zaman
oysa ürperir ihtişamla
süt mavi karanlıkta
yıldızlar küçüğüm
tıpkı gözlerin gibi
zulmün gücü yetmese de bülbülün türküsüne
katledilmiş insanlar bakamaz gökyüzüne...
anaların ninnisini yaktılar
aşıkların düşlerini vay
yüreklerin kapıları kapandı
ışıklar korku yandı
unutuldu gecede bir başına ay
derler ki
-o iyi insanlar
o güzel atlara
binip gitti...
gencecik cesetler yatar yüreklerinde
yürekleri ki yaralı
tek sığınaklarıdır
ve tek silahları
cehennem alanlarından kalan
şarkılarını toplamışlar
ve yalnızlık oturur terkilerinde
derler ki
o iyi insanların
başka yerlerde her biri
bir büyük şarkının kıyısında yaşarlar
dilleri rüzgârın dilinden
kaşları çatılmış silahlar gibi
bir sevda bekler gibi tetikte yürekleri
derler ki
insanlığın yarasıdır yaramız
haksızlığa uğrayanın öz kardeşiyiz
okulda-sokakta-fabrikada tarlada
özgürlük kuşlar gibi şakımadıkça
ahd ettik
ölmeyeceğiz
senin gülüşlerin gibi
çiçekler açmadıkça dünya
mutlu olmaya yetmez küçüğüm
sevgiler bizim için
umutlar bekleyecek
dağlar denizler kadar
ve kelle vereceğiz
eksilmesin diye coşkular
çalınmasın diye
avuçlarımızdan rüzgâr...
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 12:08 PM
Zafer...
-hayır bir ceza infazında değil benzeri görülmemiş bir zafer törenindeydiler. Ama Yarabbi ne korkunç bir zaferdi bu böyle...
Ben de Halimce Bedreddinim
R. Fiş
cellat çivisini çaktı avucunun ortasına
taş ürperdi
sürü baktı soluksuz
taştan kör
demirden sağır
duvardan dilsiz
tek tek kırarken parmaklarını
celladın kerpeteni
bir ateş gördüler gözlerinde yalnızca
yalımları dalga dalga büyüdü
dokundu ellerine ayaklarına
yanmadılar
o güldü
bir yangın nasıl gülerse zifiri karanlıkta
baktılar
utanmadılar
ölebilirdi/yakalanmak yerine
elinde kırılmış kılıcıyla
devam ederek dövüşmeye
şimdi anlaşılıyordu
neden sağ ele geçtiği
bir kez daha kanıtlıyordu işte yenilmezliğini
zalimin öldüremediği
bir destan olarak kaldı gülüşü
cellat kemendini çektikten yüzyıllar sonra...
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 12:08 PM
Zamanın Bir Yerlerinde Gazel
Attila İlhan'a
sazendeler dağılmış
rebablar şikeste
ney dilsiz
gülşenler tarumar
ne saki kalmış ne bâde
semâda aks-i sadâlar ağlıyor eski kahkahalardan
bâd-ı sabâ kirlenmiş
ayaz kahpe
bir yalnızlık fevkalâde
tamâşa kurar mazi
toz biber bulanmış gruba
gazeller elbizlenmiş
kasideler yosunlu
musarra rubailer biçilmez urba urba
bir simurg kuşunun hayaleti
uçar huşu içinde akşamdan
gagasında bir mısra-ı azade
gayri meyhanelerde başka bir hâlet
şiirle İştigal eyliyor bir takım zevat
kelimeleri felçli- sözleri dilenmekte
maksadı dil-i nâşâde
o şairler ki meskeni zindan kılınmış
ateş ve kan içinde her dizeleri
ne gül- ne gülşen-ne işret biliyorlar
yanardağlar kaynar yüreklerinde
görmez göze alelade
aşk yeşertiyorlar acılarıyla
ölmüş aşk küllerinden
o şairler ki ateşin çocukları
yanarak yaşamayı seçmişler kendilerine
yüzlerinde
hep o müthiş
şikayetsiz ifâde
F.S.Mehmet1453
08-17-2007, 12:09 PM
Öğrencilerime
Tan yellerinin fiskelerine
Şafak ayazlarının buruk öpüşlerine
Ve çiğ tanelerinin ıslak darbelerine
dayanamayan güller
Fırtınalara kasırgalara
Nasıl Dayansın..
vBulletin® v3.8.11, Copyright ©2000-2025, vBulletin Solutions Inc.