Tam Sürümü Görüntüle : Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:26 AM
! _ ♪ Ayrılırsak Biteriz Biz ♪
**Eğer bir gün ayrılırsak…**
Güneşin gizemli doğuşunu izleyen seyyahların,
Ufak siyahi bir bulutun ardında gözyaşı döken
Doğmamakta direnen güneşten,
Kalemi yazmaz olur, satırları tükenir, köşesi boş kalır…
Onurlu bir fahişenin örselenmiş teninde yürekleşiriz -ki
Yürek nasır, nasır taş olur, biteriz doğmamış bakire tenlerde…
Bir mevlevi, dergahının sabah ayininde
Hu çekip dönemez, ayakları tutmaz, heykelleşir,
Sanatına tükürülen heykeller,
Kaidesinde parçalar kendini, yontu tutmaz artık…
**Eğer bir gün ayrılırsak…**
Gençliğimizden bugüne içimizde hüzünlenen çiçekler
Bebeklerimize ağaç ağaç, orman orman
Bir acı miras olur…Ve yüreklerinde,
Tomurcuk olan rengarek güller, dikene keser
Güllerimizin soldurulduğu her akşamın sabahında
Güneşlerini göremez,
Güneşin ve bizim olan çocuklarımız…
Ters istikametten gireriz otoyollara
Işığı görünen Bolu tüneli kör olur Köroğlu dağlarında
Bilmediğimiz kentlerin sokaklarında kayboluruz
Bir kafenin verandasında çay içen sevgililer,
Pembe panjurlu ev umutlarında çoğalırken
Firari sevdamıza tanıklık eden tarihi sokaklar,
Göçebe aşkımızın masumluğunda lanetler okur tanıklığına
**Eğer bir gün ayrılırsak…**
Urfa dağlarında gezen ceylan, haber salar
Dersim ormanlarında nesli tükenen geyiklere, ağlarlar
Gözyaşları Munzur nehrinde bir deli çağlayan olur…
Ağaç dalında bir Van kedisi, iki renkli gözüne isyan eder
Ve çeyiz sandığına koymak için,
El emeği, göz nuru pembe etaminlerine
Kanaviçelerce, bir ceylan, bir geyik, bir kedi işleyen
Gelin çağındaki bir kızın elindeki mil isyan eder
İşlemez etamine, çeyiz bozulur, kapanmaz sandık
Beyaz atlı prens gelmez hiçbir zaman…..
****Eğer bir gün ayrılırsak…****
______________Biteriz…
****Ayrılırsak Biteriz Biz…****
2.9.2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:26 AM
! _ ♪ Sen Hangi Mevsimin Rüzgarısın? ♪
Öyle esiyorsun ki yüreğime
Baharda ılık bir meltem oluyorsun
Yüzüm, tenim kokunla serinliyor, ferahlıyor
Onlarca çiçek oluyor, içime akıyorsun
İçimdeki kuşlar kanat çırpıyor melteminle mavi gökyüzüne…
Öyle esiyorsun ki bedenime
Çıldırtan,bunaltan yaz günlerimde rüzgarım
Dağ başında şırıl şırıl akan kaynak suyum
Bayır aşağı dağları, ovaları serinleten ırmağım oluyor
Serin serin, yayla yayla içime doruklarıma akıyorsun
İçimdeki gökkuşağı renkli balıklar, seninle serinliyor…
Öyle esiyorsun ki yollarıma
Sonbaharın yapraklarını serdiği uzun yollarda
Üzerinde yürüdüğüm sarı çıtırdayan kuru yaprakların
Meltemi oluyorsun, yapraklar uçurtma şenliğine havalanıyor
Elimi uzatıp havada yakaladığım her yaprak tanesi
Sen oluyorsun, rüzgarım oluyorsun, yaprağım oluyorsun
İçimdeki ormanın yaprakları, sana doğru uçuyor…
Öyle esiyorsun ki yağmurlarımda
Karlarımı eriten kızgın lav oluyorsun tipi'lerimde
Fırtınalarımda sessizliğe çağlayan deli ılımanım
Dondurucu ayazlarda elimi, tenimi, heryerimi ısıtan
Bir deli ateşim, ılıman sevdam,
Kar altındaki bir dağ evinin avcı klübesinde
Çıtır çıtır, alev alev yanan ateşim oluyorsun
İçimdeki yangının dumanı, külleri sana doğru savruluyor…
Esiyor serinletiyor
__Esiyor ısıtıyorsun
Sen Hangi Mevsimin Rüzgarısın?
9.8.2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:26 AM
! _ ♪ Biz Kavuş(a) mazsak…♪
Sevdiğim, Küba'lım, Cunda'lım
Eğer olurda biz kavuşamazsak-ki dilim varmıyor
Yağmur yağmaz bereketli topraklar üzerine
Ekinler başak, başaklar boy vermez
Ay çiçekleri dönmez yüzünü güneşe
Yeşermeye isyan eden tohum sararmaya sevdalanır
Biz kavuşamazsak…….
Dereler ulaşmaz nehirlere, nehirler
Deltasına su vermez, delta
Deniz olup kumsala vurmaz beyaz köpüklerini
Yakamozlar isyan eder lacivert *******de
Ay vermez ışığını yıldızlara, yıldızlar
Sevişen aşıklara ilham olmaz bir daha
Biz kavuşamazsak…….
Yosun sarılmaz sevdasından kaya diplerine
Midyeler isyan eder yosunsuz çıplaklıklara
Bir balıkçı heyamolasız seferlerinden
Siftahsız, eli boş döner kıyılarına
Bir balık anlatmaz aşkını
Dokunarak sevdalı turnalı sudaşına
Biz kavuşamazsak…….
Ovalar isyan eder kuşların sessizliğine
Serçeler ilk kanat çırpmalarına inat
Dökerler gözyaşlarını sessiz soluksuz
Çocukluğumun babama selam götüren leylekleri
Sıcak yerlerden korunaksız soğuklara göç eder
Gökyüzü hakimi süzülen kartallar
Uçurum başlarına yuva yapmaz
Biz kavuşamazsak……
Sevdalı yüreklerin fallarından
Beyaz papatya yaprakları ''SEVMİYOR'' çıkar
Yapraklarını suya vermez Nilüferler
Bir ayrılık, bir ölüm olur Kızıl Gelincikler
Erguvanlar Mor Menekşelere küser
Köklerine geri döner Hüsnü Yusuflar
Bir dağ başı yanlızlığında
Biz kavuşamazsak…….
Mona Lisa sessiz gözyaşı döker, tablo bozulur
Renklerin ayırdına varmaz
Fırçası elinde her bir ressam, tual öksüz kalır
O mahur beste duyulmaz
Tınıları susar bestekarların, şarkı biter
Köşe başındaki yer satıcılarında
Arabesk feryatlar yükselir
BİZ KAVUŞACAĞIZ…….
20.07.2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:26 AM
! _ ♪ Biz Kavuş(u) nca…. ♪
Biz kavuşunca…
Sevgiliye sunulmak için aşkla kesilen gül
Yeniden tomurlanacak ince dalı üzerinde ve kızılca
Papatyaların fal tutulan beyaz yaprakları
Çift sayılı üreyecek sevenlerin yüreğindeki kır bahçelerinde
Emek vermişse sevdalılar sevgilerine
Evren gül bahçesine dönüşürken kızıl gün batımlarında
Tarlalar papatya işgaline uğrayacak, infazsız..
Dağlar reyhan kokusu ekleyecek, akşam serinliğinde
Bir gerilla çekerken içine kekik kokularını…
Biz kavuşunca…
Tüm fay hatları coğrafyasını, yer kabuğunu şaşıracak
Olmayan başka dünyalarda tetiklenecekler…
Tsunamiyle Okyanusya, depremle ülkem kentleri yıkılmayacak
Biz kavuşunca…
Savaş baltalarını bizim için ve bize rağmen bileyenlerin
Yüreklerinden başlayan depremi
Kandilli bile ölçemeyecek, ölçüm aletleri parçalanırken..
Biz kavuştuğumuzda…
Şiirim……..Yarım……Kaldı…! ! ! ! ! ! !
BİR GÜN MUTLAKA….
TÜM İNANDIĞIM DEĞERLERİM ADINA SÖZ VERİYORUM
BU ŞİİRİ TAMAMLAYACAĞIM….
23.9.2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:26 AM
! _ ♪ Tekrar Severim Diye Korkma ♪
Ne zaman ayrıldık ki biz?
Sönmezken yangınları yüreğimizin
Ve her gün
Ve her gece
Kor ateşlerle alevlenir yine ve yitik
Seslerimiz çarpışıp, tümlenir ve
Gizli sevda çığlıkları üretir kulaklarımıza..
Korkma..
Seni; yine severim diye korkma..
Ben
Seni
Sevmekten
Hiç vazgeçmedim ki…
Aralık - 2006 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:26 AM
****** Yılmaz Güney'e …(Akrostiş) ..
YANLIZLIĞI BİLMEZDİM ESKİDEN, dediğin şiirinden, Adana sokakların da
Irgatlığı canlandırdığın UMUT filmi düştü usuma, yalnız ve çömelmiş...
Lümpen, şımarık, sosyete, varsıl rollerin olmadı hiç, hayatı oynardın çünkü
Maden işcilerinin ocakta ölüm sessizliğin de suskun çalışmalarının
Aynaya yansımasıydı dinginliğin, duruşun, gözlerinin sert ve sevecen haykırışı...
Zaman şimdi yokluğunda filmlerinsiz nasıl geçerse öyle geçmekte avare...
Günümüz Türk sineması şimdi, Cannes film festivalinin umursuzluğunda
Ünlü! komedyenlerin belden aşağı kelimeleriyle süslenirken beyaz perdede
Ne yaptığının farkındalığında olmayan manken ve türevlerinin
Erotik pozlarının, şuh bakışlarının, televole kameralarına endekslendiği
Yönetmenin ödül kaygısız sanat eseri yarattığı filmlerin arenasındayız…
_____________________________________Seni… Filmlerini…Özledik….
9.9.2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:26 AM
****** Yılmaz Güney'e…
Dokuz Eylül,
Ölüm yıldönümün değil senin
Sevincin
__Mutluluğun
____Duruşun
Ve ürettiklerinden korkanların
Yüreklerinde volkan
Suratlarında şamar gibi
Patladığın gündür
Ölümsüzleştiğin…
09.09.2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:27 AM
**_____________________Sen
Yabanıl olduğum ayazlardayken sen
Buz tutarken kirpiklerin akşam alacasında
Bahar oluyorsun keskin sabahlarıma..
Hücrelerim işgalinde, badem kokulu dal'sın..
Yüreğim bahar, mevsim kış
Kar'sız, yağmur'suz
İs..pus..kömür kokulu sokakların
Kaldırımında soluklanıyorum…
Soluduğum her hava sensin
Beyazı ben, sarısı sen Papatya'm
İçime doluyor çiçek çiçek açıyorsun
Gönlüm sana ait bahar bahçedir artık..
Aralık - 2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:27 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / RÜZGAR ŞARKI FISILDIYORDU KULAĞIMA...
......... Savrulan polenlerin arasında sığınacak yuva arayan tek kanatlı serçeydim sürüden kovulmuşluğumda... Kırılmış, horlanmış, dışlanmış, kurtlar sofrasının orta yerine bırakılıp akıbeti gülerek izlenen şaklaban gibiydim bir başınalığımda... Direnmek onurdu...
......... Emekçi kuş sürüleri, militarist leş kargaları tarafından Taksime ulaştırılmamak için coplanırken tek kanadımın tüyleri, rüzgâr yeleli atların ve kahverengi aslanların yelelerine özenircesine diken gibi, çivi gibi dimdik oluyor, rüzgâr kulaklarıma kışkırtıcı şarkılar fısıldıyor, tahriklere açık bıraktığım yüreğime biber gazı ve gaz bombaları yağıyordu... Üstelik ne bir hastanede nede aidat ödemediğim bir sendika önünde değilken...
......... Vadi yeşil elbiselerini giymeye başlamış ve ani çıkan lodos güneş görmeyen yosunlu kayaların üzerine, toprağa ilk düşen yağmurun yaydığı toprak ve çimen kokularına inat şarkı söyler gibi düşüyor, damlıyordu... Yosunlardan yansıyan sesler, karıştığı rüzgârla valsında provakatif eylemini çoğaltıyor, tahrikleri buyur eden yüreğimin bam teline güm güm vuruyordu kabul etmemin onurunda...
......... Transatlantiğin yol alışında buz dağına çarpışı gibi acı ve görkemli değildi ama her canlının içinde yer eden türden kıpırtılarla uyanırdım güne ve gün uzun gün hiç bitmeyecek de olsa tek kanatlı yaren yanımdı dik tutan ve direnmemi sağlayan... Rüzgâr ve lodos görevini yapmanın ahengiyle çoktan ufuktan kaybolmuş, meydan aç kurtlara direnişe hazırlanan serçeye kalmıştı...
......... Akşam bir başka hüzünle çökerdi gittiğim her yerde ve yine ayine hazırlanan rahibe sessizliği ve pusuya yatmış kimliği bilinmez aç hayvanların nefessizliğinde yol vaktiydi bir kentin gecesinden diğer kentin sessizliğine uzanmak için... Sessizlikler oldum olası kışkırtır beni ve asi, serseri ruhuma yol olur, yoldaş olur uzanırım geceye nefes almadan... ******* nefestir tükenmişliğime, yol göstericidir, havai fişekle aydınlatılmış gökkuşağı renkleridir yolumu kaybetmişliğimde...
......... Pusulasını kaybetmiş acemi denizcinin hafifliği ve rotasını şaşırmanın ağırlığında fırtına öncesi sessizlikte yol alır gibi savruluyorum düşlerimde seni bulacağım umuduyla... Bakmak değil gözlerimin önünde bile görmediğim, dokunmadığım, tutmadığım, hissetmediğim ki olsa bile d u y u m s a y a m a y a c a ğ ı m anları varmış gibi varsaymaktır yolumu, yönümü şaşırtan ve saptığım yanlış yollarda biçare bırakan... Öylesine savruluyor ve öylesine yolumdan çıkıyorum ki nereye baksam aynı yerde olduğumu görüyor, tökezliyor ve tek kanadımın o acılı tüylerinin altında kendimi korunaklı hissediyor yine ve yeniden oraya sığınıyorum yarın hangi fırtına ve yağmurun yoksul tenimi hangi vadilere sürükleyeceğini bilmeden... Varlığının içindeki yoksullukla yol alıyorum, nereye bilmeden...
6.5.2008 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:27 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / GEL DE
…………... Sarp kayalıkların geçit vermediği, kar'la kaplı tepelerin canlıların iliklerini
dondurduğu zirvelerden, uçurum tepelerinin başlarını döndürüp ne yapacağını bile-
mez durumda en çaresiz bıraktığı, geçit vermez dağların aman vermediği, açlıktan
bir insanı saniyeler içinde parçalayacak vahşi hayvanlarla dolu ormanlardan geçe-
rek, koşarak, uçarak sana gelmek, sende olmak, biz olmak istiyorum… Eğer sende
‘’ hadi gel ‘’ dersen… Diyebilirsen…
…………… En anlamlı tarihi ölümsüz kılıp aşkın altın sayfalarına aşk dolu, sevdaya
dair en yaşanılası anılarla eklemek, anıları çoğaltmak ve bağrında ve içinde, girdap-
larında el ele olmak için sana, sevdamıza gelmek istiyorum… Eğer sende ''hadi gel''
dersen, diyebilirsen… Ve gelişlerin, randevularımız öncesi geçmek bilmeyen anların
tatlı sancılarında kıvranmak, buluşmalarda ki dünyadan, yaşamdan koparan bizi ev-
ren dışı hayal aleminde atlı karıncadan indirmeyen, zamanı durdurarak istediğimiz
anlara geçiş yapmak, orada kalmak, orada olmak için… Sana, bana, bize gelmek isti-
yorum, eğer sende ‘’hadi gel’’ dersen, diyebilirsen… Onurumuz anıları yaşatmak, ye-
şertmek, geleceğe dair yaşam biçimimizi şekillendirip yön verecek, yaşanmamışlık-
ları yaşamak, sevdamıza dair bir kelebeğin kanatlarında ve kırlarda rengarenk çiçek-
lerin üzerinde onların renklerine bezenip doğaya karışmak, doğanın bahardaki daya-
nılmaz kokularını göğsümüz, benliğimizde hissedip, tenimize karıştırmak için…Sana
gelmek istiyorum '' hadi gel '' dersen eğer…
…………… Vuslatlarımızın, onulmaz iç kıpırtılarımızın adrenalinde artarak yaşamsal
sıvılarımızı yenileyip gençleştirdiği, binlerce metre göklerden süzülüp sessiz kanat
çırpışlarıyla avına odaklanan yırtıcı Kartal'ın gözbebeklerinin olağan dışı büyümesin-
deki devleşen yüreklerimizi… Yan yana, üst üste, iç içe koymak, besleyip büyütmek
için yine ve yeniden sana, bana, bize gelmek istiyorum '' hadi gel '' dersen, diyebilir-
sen.. Ki geri dönüşlerin anlamlarını yitiksizleştirmek için; Umut tacirlerinin umudunu
yitirmek, çıkmayan candan ekmek kırıntısıyla beslenmek uğruna soframızdaki emek-
le yoğrulmuş yağımızı ekmeklerine sürüp katık yapmak isteyenlerin kursağında bı-
rakmak için heveslerini, saygıyı kendilerine yontu yaparak kendi dışındakilerin say-
gılarına kinlerini katarak, yoğurarak yok etmek isteyenlerin damaklarına bir parmak
bal çalmamak, tattırmamak için ‘’ hadi gel ‘’ demeni bekliyorum…
…………… Termal tesiste tüm hücreleri yenilenmiş diri, dokuları emzikli bir bebenin
tenindeki doğal talk pudrası gibi ıtırlı, ferahlatıcı koku yayan, ilk bisikletine kavuşan
bıçkın ve afacan oğlan çocuğunun rüyalarında bulutlar üzerinde pedal çevirmesi, ilk
oyuncak kız bebeğine sarılıp uykusuna dalan ve ona annelik yapan saçları belik belik
kız çocuğunun sevincini duyumsamak, delikanlılığa ilk geçiş belirtisinde yanakları ve
yüzündeki tüyleri jiletle kazıyıp, jöleli saçlarının esintisinde sokağa çıktığında adımları
ile erkeklik yürüyüşü ve bakışları sergileyen, ilk makyaj malzemelerini mahallenin en
güzel ablalarına özenip, yeni bir yüz yarattığını düşünerek bir an önce henüz lisedeki
sevgilisine yeni yüzünü sergilemek, beğenilme dürtüsünü duymak isteyen genç kızın,
ilk el ele tutuşma, ilk öpüşme anını sabırsızlık ve sonsuz heyecanla bekleyen ergenlik
çağındaki gençlerin duyduğu, duyacakları, yaşamak ve duyumsamak istedikleri aşk
adına, sevda adına bütün heyecanları yeniden, yeni baştan, yine, sonsuz ve sınırsız
yaşamak, yaşatmak, adına… Sana gelmek istiyorum '' hadi gel '' dersen eğer…
…………… Alaboralarla, nadasa bırakılan tarlanın üretkenlik öncesi örselenmiş, yıp-
ranmış, dingin ve köhnelerde ruhsuzlaşmış halde, sesini davetini, çağrını bekliyor bu
deli yürek.. Kor alevlerden volkanında sönmek, içimde tutuşup harlanan alevlerin yük-
seltisinden, gözlerinin bakışında sönmek, ateşime son verilmek için… Sönmek için…
Gelmek istiyorum, yorgun gündüzünü *******ine taşıyıp uykusuz geçirdiğin, özlemle-
rini içinde çiçek çiçek büyüterek tan vakti saatlerinde ayaz yemiş yüzüne bir balkon
karanlık ve tenhalığında, sigara ve kolana sararak, büyüterek saklayıp bağrına taş bas-
tığın, sabah gidiş, akşam dönüşlerinde orada olmadığımı bilmene rağmen kaçamak ve
firari gözlerle arada bir beni arıyor olmalarını bir nebze dindirmek için… Göz göze gel-
diğimiz anda ileriye atılan her adımın yerinde saydığı, o anın asırlarca sürdüğü tatlı
ama esrikliğe tutsak gibi yaşadığımız saniyelerini yaşamak için… Gelmek istiyorum
eğer sende '' hadi gel '' dersen…
…………… Pırıl pırıl, ışıltılı sabah serinliğinin yüzümüzü yaladığı o ilk güne dönerek ve
anımsamadan o anı… İlk göz göze gelmenin, ilk el ele tutuşmanın, ilk sevda dolu sarıl-
maların yeniden ve yine özlem, heyecan kıpırtılarıyla dolu kavuşmasını yaşamak için
sarıldığımızda tenlerimizin iletip tüm hücrelerimizi sardığı kokularımızı baharın badem
ıtırlı serinliğinde duyumsamak için, ilk çay, ilk sigara molamızı heyecan kasırgaları eş-
liğinde, kimselerin bizi tanımadığı bir tesiste vermek ve orada yıllarca oturuyormuşuz
hissini yaşayıp, anlarımızı yıllara yaymak için… Sana gelmek istiyorum '' hadi gel ''
dersen eğer… Sana, bize, sevdamıza gelmek istiyorum... Yüceltmek için… Eğer;
sende '' hadi gel '' dersen… Diyebilirsen…
14.4.2006 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:27 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / KAYIP ARANIYOR
…………… S_okağa çıkmaya korkuyorum, utanıyorum insanların arasına karışmaya, her yüz, her bakış ve dil seni
soracak, utangaçlığımı beton zeminlerin dibine gizleyemeyip kaçıp, sığınacak başka delik bulamayacağım diye…
Öyle savruk, hoyrat, başıboş, serseri dolaşmaktayım en tenhalarda… Gören olmasın, ayak seslerimi duymasınlar
seni sormasınlar diye… Herkes tanıyor seni, herkes seviyor bu kentte…Onlara, acıyan yaralarını gizleyen
hiç söz etmeyip, etmekte istemediğin tavırlarından çıkıp kanatsız melek umarsızlığında hepsinin yardımına
koşarak, okula giden çocuklarına kalem defter cep harçlığı vererek büyüttün yoksul yüreklerinde sevgini…
…………… E_n sevdiğim, yürürken yüzlerini resimleyip, kimliksiz albümler yaptığım suretleri görmezden gelip
şimdi sana anlattığım caddelerden ara sokaklara dalıyorum, benliğimi, kimliği yitirip dolaşmak istiyorum kimsenin
tanımadığı dar yoksul sokaklarına evlerde pişen yemek kokularının karıştığı, lastik top peşinden koşan çocukların
yemek saatlerini unutmuşluğunda… Öğle saatlerinde takvimlerin durduğu dört Mart'tayım ve takvimsiz ve saatsiz
anlardayım zaman ilerlemez gece olamazken sensizliğin kıyametine yürüyorum attığım her adımda ulaşamıyorum,
sesim çıkmıyor nara atmak isterken dilsizliğimin farkına varıyorum, attığımı sandığım her adım geri dönüyor beni o
tarihin ortasına esaretli yor… Sesini mi unuttum diye irkiliyor numaranı çeviriyorum, günlerdir ulaşamıyorum açık
olan telefonuna, bir yerde mi unuttun, ıssız bir tarlaya mı attın diyorum çıldırmışlığımda, elimdeki telefonu şiddetle
çarptığım yerden aynı ses yükselerek devam ediyor ''aradığınız numaraya ulaşılamıyor'' diye, sen oradayken…
…………… V_irajı alamayan sürücünün görsel kornasını sağır edercesine bağırtıp açık olan camdan el-kol hareket
destekli, yeni üretilmiş küfürleri yankılıyor köşe başından dönüyorken… Oysa viraj olmayan yolda yediğim küfürleri
süzgeçten geçirip en edeplisini kendime uygun bulmaya çalışırken ortadan yürüdüğümün farkına varıyorum… Sağ
elini korna yerine kımıldatmadan sabit bırakıp, yerine sağ ayağı ile gaz pedalına biraz daha bassa gözlerimi
asla açamayacak olmanın mutluluğuna erişebilirdim ''Kayıp Aranıyor'' ilanının okunmuşluğunda… Ne acı
kaybolduğunu sanıp aramaya çalışırken kaybolmak, yitip gitmek, sonsuzluğun evrenine katılıp belirginsizleşmek…
…………… T_eğet geçtiğim anılar biriktiriyorum yaşam ölüm arasında o ince çizgiden ve sıyırmışken ölümsüzlüğü
yirmi beş yıl önce üzerimize piyade tüfeğinden mermiler yağdıran mavi bereli asker düşüyor Unkapanı'ndan usuma
ve afişler görüyorum belediyenin ilan panolarında kaçarak, bakmadan uzaklaşıyor insansız caddeler, sokaklar
arıyorum yalnızlığıma… Afişlemişler miydi seni, hangi resmin vardı o bil boarda? ... Farkına varıp kaybolmuşluğunu
bana soracaklar mı sessiz ağlamaktan şişmiş gözlerime bakarak, ne yanıt verebilirdim onlara senin hakkında, ne
söyleyebilirdim onlara sensiz geçen zamanların takvime kilitlendiğim esaretimde…
…………… A_ğlamaklı sesiyle ekmek parası isteyen yaşlı dilenci kadının bakışlarıyla irkiliyorum, aylardır sıcak bir
dilim bile yemediğim ekmeğin kokusu geliyor genzime, yan tarafta gözüme ilişen fırından bir ekmek alarak küçük
parça koparıyor tadını alamadan yutuyorum… Kalan ekmeği verdiğim kadın ''ekmek değil parasını istiyorum''
dediğinde kızıyor, parçalara ayırdığım ekmeği kırıntılara dönüştürüp park kenarında çimlerin üzerine bırakıyorum
acıkan kuşlara yem olsun diye… Parkın girişinde simit satan Güneydoğulu çocuk sert, kızgın bakıyor bıraktığım
ekmek kırıntıları nedeniyle, ekmek fiyatına sattığı simitlerden birileri alıp kuşlara yem yapacakken bu ekmekte,
nereden çıkmıştı şimdi? Bakışlarında satılmamış simitlerinde hazır ayran kutularının kardeş kokusu vardı...
……………P_arkı ardımda ve uzaklaşırken yarın ABD'nin Irak'ı işgalinin üçüncü yıldönümünde protesto eylemine
katılacağım geliyor aklıma ve ardından İncirlik'te devam edecek miting… Sana canlı yayında dinletirdim bir zamanlar
sloganlarımızı, yürüyüşlerimizdeki ayak seslerimizi… Oysa günlerdir uzanamıyorum sesine, duyamıyorum
soluğundaki kuşların cıvıldarken gördüğü ekmek kırıntısına kartal gibi süzülüp cıvıldaşmalarını bırakıp kanatlarından
çıkan o acıkmışlığa aşk, sevda ile saldırmalarının tınısını, Özledim soluğundaki kanat çırpan aşk seslerini, Özledim
kanatlarının altında sakladığın sevginin sıcağını, Özledim sesinin sesime uzanan notalarını, Özledim senin sonsuz
sevdanı… Nerdesin? ... Nerelerdesin? ... Takvimlerin esaretinden kurtar beni…Çık artık neredeysen? ... Yokluğunda
ben senden daha çok ve derin kayboluyorum, yok oluyorum, bitiyorum… Kayıplığını aratma bana.
17.3.2006 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:27 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / Ben ******'yum Kardeş…
** (Her insan doğarken suçludur biraz... Ve / fakat her fahişe masum bir kelebektir doğarken) **
___ Soğuktu ve tanrılar çıldırmış olmalıydı… Karanlıktı ve ürkütücü sesler bombardımanıyla
sarsılıyordu sanki şehir… Şimşekler; Devrim'inin yıldönümünü kutlayan bir ülkenin gün ve
******* boyu patlatılan havai fişeklerine meydan okurcasına ardı sıra patlıyor ve kim bilir
hangi yoksul semtlerin evlerini başına yıkıyordu…
___ Evrim geçirdiği varsayılan veveya zannedilen kentin caddeleri; ıssız denizlerde fırtınada
hoyratça savrulan kayıkların mülteci limanlar arayışına benziyordu üzerinde seyreden özel ve
genel arabaların yol zeminini nafile arayış çabalarında…
___ Ve silecekler, göğüsleyemediği yağmurların isyanında metafizik öfkeler savuruyorken
Fuzuli caddesinin bitim noktasına yakın G…… iş merkezinin önündeki son otobüs durağında
titriyordu kadın, şimşeklerin her çakışında ışıltılı, yarı çıplak ve dekolte giysileri yanıp yanıp
sönüyordu adeta yıldırımlar eşliğinde…
___ Tahrip gücü yüksek sesler arasında yaklaşırken durağa ve açarken camı, ceplerimi aralamış
ve duyacağım sunturlu küfürleri kredi kartsız, peşinen kabullenerek içine atacağımı varsaymış-
tım… Kolej çocuklarının aksine aykırı davranır ve yaşarken bilirdim kimden, ne zaman, en güzel
ve en çirkin küfürler duyacağımı ve kulağımın frekanslarını ona göre ayarlardım… Günlerdir ve
haftalardır aynı durakta gördüğüm ve kimlerin alkol kokan nefeslerine nasıl ve nerede, aşağılık,
iğrenç isteklerine boyun eğdiğini düşünüp, cinsiyetime öfkeler yağdırırken gözyaşlarım yağmura,
yağmur tenime karışıyordu… Biliyordum; bu duraktan sonraki güzergahlar evime giden cadde ve
sokaklardan geçiyordu ve o oralarda bir yerde oturuyor olmalıydı, puşt bir erkek beklemenin acı
ama gerçek versiyonunu yaşıyordu, hayatı ona, bize, puştluğumuza endeksleydi ve yeterdi artık
yeterdi lanet olsun beeee… '' Gel bacım Baraj yolu istikametine gidiyorum, bırakayım'' dediğimde
hazırlıksız değildim bekliyordum gelecek seçenekleri… Her gece iş çıkışı aynı yerde gözlerimiz
kesişirken, ben acı ile karışık bakıyor o ise içinden ''Ne var lan dümbük, bakıyorsun da hiç karı gör-
medin mi? '' söyleminde türevler üretiyordu biliyordum, aşina idi gözler gecede…
___ Adressiz mektuplar yolladığım ve doğmadan birbirimizi sevdiğimiz sevdam düşerken yine ve
yeniden yüreğime o bana benzeyen tok ve güçlü sesle irkildim ''' Ben ******yum Kardeş, çalışı-
yorum, var sen git evine, işine, arkadaşlarına, nasılsa bir dümbük gelir birazdan, beni alır götürür
ve becerir sabaha kadar, hem sen diğerlerine benzemiyorsun ''' … Benzemiyor muyum? Ya da
benziyor muyum? Ben neyim? Erkeğim ben erkek heyy… Puştluğu, belden aşağı düşünceleri ve
eylemi beyninin kıvrımlarında, hücrelerinde kök salmış ama köklerini gizleyen erkek sınıfından bir
erkeğim hemde… Nereden biliyorsun eyyy kadın benim de diğerlerine benzemediğimi… Yoksul
semtlerde büyüdüm diye sen etinin bedelini ödeyecek param yok zannediyorsan, seni bir aylığına
kiralarım kadın! ! ! ... Kiralarım…Kahretsin…Erkeğim.. Eyvallah… Hoşça kal…
___ Paradokslarımdı küçüklüğümden bugüne çevreme aykırı görünme kaynağım ve bu kaynaktan
beslenip, içimde büyütürken arkasındaydım farklılaşmamın… İkinci kadeh rakıyı isterken, Arnavut
ciğerinin kokusuyla irkilip yeniden yüzleşmeye sorgulayışlara başlıyordum dünü, bugünü, yarını
ve ataerkil bir toplumda kadına verdiğimiz değerlerin yüzdesi şimşek gibi yüzüme çarpıyor, yağmur
dursa da eve gitsem uyuyamasam diye erkekçe düşünüyordum yuvarlarken kadehleri… Geceydi
ve soğuktu… Ve o kadın her gece oradaydı… Adı bendeydi… Ve bir adam kalkmış, her gece aynı
yerde aynı saatte karşılaştığı kadına dair bu yazıyı birde utanmadan kaleme alıyordu! ! ! …
** (O orada her gece üşürken… Ben sensiz *******imde, gözlerinin anne kokusuyla avunuyorum) **
14.11.2006 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:27 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / DÜŞLERİMLE GELDİM SANA...
......... Sarı yapraklı papatyaydın, doğmamıştın, fışkırmak için yeryüzüne günden öte saatleri, dakikaları sayarken, başka bir coğrafyanın ikliminde toprağı delen yaban dikeniydim ve sana
o doğmadığımız zamanlarda vurulmuştum... Doğmadan önceki düşüm, öldükten sonra dahi sevdamın rakım yükselteceği gerçeğimsin... Tek, sarsılmaz, değişmez...
......... Elverişli ortamlardan hoşlanmayan farklı, tek kökten iki dal olan uzantısıydık ve güneşe dönerken yapraklarını sen, dikenlerim toprakla beslenir, asi rüzgarların esintisinde ısınır,
kavuran güneşin altında üşürdük, biz bilirdik, kimse bilmez, duymaz, görmez ve anlamazdı ve bizim bizi anlamamızdı aslolan, diğerleri yabangülüydü bir başınalıklarında... Savrulurken boranlarda, köklerimizdi bağıtlayan bizi bize ve sadece dışsallığımızdı ayrılan, o kökler ki bu cumhuriyetten daha sağlam ve sarsılmazdı...
......... Varsıllığımız düşlerimizdi, gerçeğimizi yoksul yüreklere taşırken ve sana her gelişim de varsıllığımı taşır, yüreğindeki bitip tükenmeyen melek kokunla birleştirip gökyüzüne salardık barış güvercinleri kanatlarına taksın, yoksul ülke halklarının yüreklerine su serpsin, açlıktan esmer, siyah, beyaz renkli çocuklar ölmesin diye... Yarınları çalınan, ellerinden alınmak istenen ülkelerin umutlarına serperdik düşsel zenginliklerimizi ve her kayan yıldıza başka anlamlar yükler, gemicileri öldürmezdik yıldızsız *******de... Her yıldız sen olurdun...
......... Tahrip gücü yüksek havai fişekler sessiz kalırdı sen yıldız yağmuru olup yüreğime akarken ve gerçeğin düşlere karışıp ayrımına varamadığımız *******de gökyüzünü kandırırdık
düşlerimiz rengarenk hatlar çizerdi, ay bile bizi izler gülümserdi... Her hattın yolcusu da biz,
taşıtları da bizdik ve kaybolan yıldızların boşluğuna düşsel renkler eklerdik, yıldızlar arası sonsuz yolculuğumuzda... Luna parktaki en tehlikeli ve hızlı binekler az kalırdı gökyüzü yolculuğumuzun düşselinde ve ben çok korkar, belli etmez, sana sıkıca sarılırdım, aslında deli cesaretindi sarıldığım, gökyüzüne ipek dokulu, ıtır kokuların yayılırken...
......... Arındığımız yalnızlıklarımızdan çıkarsız, yalın, çırılçıplak gerçeklerimize dönüşür her vuslat ve her soluğumuzda içine gömülür, soluklandıkça batardık içinde asla çıkmak istemeden, kurtulmayı yok sayarak... Çırpındıkça gerçeklerimize sarılır, sarıldıkça orman yüklü özlemler doğardı yüzlerimize, gözlerimizin ormanlarında kaybolurken dünyanın
tüm yağmurları iliklerimize dek yağar, yağmur sonrası o doyumsuz ve serin havayı solurduk
soluduklarımız yağmur kokulu aşka dönüşürdü... Her yağmur damlası sen, yanağıma düşen her damla sen olurken...
......... Pusulası bozuk kaptan olurdum düşler gerçeğe sarmalanıp kaybolduğunda ve rota
yön, istikamet denen algılardan uzaklaşır, nadasa bırakılan tarlaların arasında unutulan, filizlenen patates yumrusu olurdum, bir an önce kökleşip, güneşe dönmek için yüzümü,
güneş sendin, sende ısınır, seninle uzardı köklerim, hiçbir kent kaldıramaz ve saklarken yüreğimin ağırlığını, saklar ve ezilirken düşlerimin gerçekliğinde en büyük emekçi, en kutsal alın teri sen olurdun, taşırdın beni düşlerimin gerçekliğinde... Hem de hiçbir gün yorulmadan, hiçbir gün dinlenmeden... Düşlerim miydi? Sana gelişlerimde ayakta tutan...
6.11.2007 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:27 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / SENİ KAÇ KERE UNuTMAK İSTEDİM..
.........Sağanaklar yağardı akşam caddede yürürken ve yerleşkesinin ilk yeri saçlarım olan o dünyanın en güzel kokusu, birazdan akar gider, sensiz kalırım, unuturum diye düşlerdim hain ve sinsi olmayan gözyaşlarım yağmur damlalarıyla sevişirken...
.........En çokta kapalı yakamı açardım saçlarımdaki nehirler içime aksın, oralarda bir yerlerde tıkansın, daha ilerilere gitmesin diye...Setler, engeller kurardım önüne ve içimden, tenimden çıkartmaz, yağmur kokularına karıştırmaz, içimde, tenimde saklardım, izin vermez veremezdim çıkmasına... Öylesine kutsal, öylesine aşımdı ki salisesiz kalamazdım o dünyevi koku olmadan... Saklayacaktım, sen bilmeyecektin, unutacaktım işte...
.........Volkanik tepenin en akıntılı eteğinde lavları karşılamaya hazırlanıyor, yangın yüreğime yarenlik etsin diye çadırımın kapısını açık bırakıyorum ama heyhat dağ çiçeklerinin kokusu akıyor içeri, kokuna yoldaşlık edip vals yaparken havada, benekli bir papatya konuyor elimin üzerine donup kalmışlığımda... Alır diye, hissederde koklar bana kalmaz diye uğurluyorum onu ve yabancı hiçbir şey girmesin diye çekiyorum fermuarını çadırın... Bırak işte tam zamanı bu dağ başı diyorum ve eşi dünyada olmayan sen çiçeğini diğer çiçeklere bırakmıyorum sevgili çünkü çiçeklerin ömrü bahar kadardır ve ben kış yaşamıyorum artık...
.........Tarlaların yüzünü güneşe dönen ayçiçekleri ekili yerlerinden geçiyorum yapraklarına dokunarak ve sarı yaprakları okşuyorum en çok, papatyanın renkleriyle kardeş renk ilan ediyorum, yüzlerini bana çeviriyorlar tebessümlerinde utanıyorum sefilliğimden tarla bekçisi Nuri amcanın çilingir sofrasına konuklanıyorum alkol ikindisinde... İçtiğim, nefes aldığım her şeyden uzaklaştırıyorum seni o an ve oda ne? Diyorum, irkiliyorum, her ayçiçeği sen oluyor, içime doluyor, esiyorsun papatya kokulu ahenginde... Tuh! Tam unutmak üzereydim...
.........Aşk adına sesi, varlığı ve bu dünyaya ait olmayan bir kadın silueti yaratıyor, ona sığınıyor, sarılıyor, tensiz sevişmelerin hazlarında çarmıha geriliyorum boşlukta... Ve o
boşluktan savruluyor, bilmediğim kentlerin terkedilmiş, sokak çocuklarının mesken tuttuğu virane evlerin beton zeminine çakılıyor, kan revan içinde kalıyor, seni arıyor gözlerim var mısın? Diye... Yokluğuna seviniyor, acılarımı göstermediğimin hazzıyla bali koklayan on yaşındaki çocuğun sigarasına ortak oluyorum... Sigaramın ilk nefesini değil ama son nefesini artık bir sokak çocuğuyla paylaşıyorum sevgili, galiba seni unutmaya başlıyorum...
......... Podyumda yürüyen mankenleri izliyor ve şu ana kadar geçmeyen ama mutlaka senden güzel birinin geçeceğini düşlüyor, bekliyor, bekliyorum... Kahretsin, yerlisi de yabancısı da ya eğri çırpı gibi ya da Afrika’daki açlar gibi kemikleri sayılırcasına... Niye böyle güzel, niye bu kadar iyi ve sevgi dolusun, neden beni bu kadar seviyorsun? ... Ben her gün, her an, her saniye seni unutmak isterken senli düşlerimde, anılarımızda boğulmak ve kurtulmayı istemeyişim nedendir sevgili? ... Daha kaç karakışlarda beraber kavrulup, boğucu nemli sıcakların alevinde üşüyeceğiz sevgili? . Seni her unutmak istediğimde senli düşlerde boğuluyor, kurtarıcım yine ve hep sen oluyorsun... Unutmak istediğim kadar seviyorum seni sevgili, seviyorum...
28.11.2007 Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:27 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / YABANCI MEYHANELER
......... Sensizlikten dibe vurduğumda tanımadığım yabancı meyhaneleri sevdim, kimsenin
beni tanımadığı, her yuduma, yokluğunun özlemi ve gizli gözyaşlarımı eklediğim kadehlere
sarılırken... Mezem, yediğim, içtiğim sen olurken yabancıydı herkes, dilini bilmediğim loş
ve renksizliklerde savrulup, yok olup ve içerken özlemini yudum yudum...
......... En uzak masanın yabancı ama yakın gözyaşları içimi acıtır, yanındaki sarhoşdaşları
alkolün promilinde kaybolurken içtikçe, ağladıkça yakınlaşır masanın vurgun yürekli ve
loş ışıkların ateşini gözyaşlarıyla söndüren yabancısı... O öyle yabancıyken, camları kırık
ve terkedilmiş evlerin komşuları kadar yakındık...
......... Votkadan gözleri kör olan insanlar düşerken usuma ne çok insanımızın, sahte insancık-
ların sahte üretkenliklerinden canlarını verdiği belirir gözlerimde, ilintisiz hayallere dalarım
sahte içkilerin, sahte aşkların, günlük ve çıkar ilişkilerinin hayatımızda ne çok yer kapladığına
dair ve yabancı kadehin göbeğine sarılır ellerim, yabancı meyhanelerde...
......... Tropikal, egzotik içki olarak sevdiğim Mali bu içenlere hiç rastlamadım tanıdık veya yabancı meyhanelerde ve yıllar önce Elazığ’ın köhne sokağının bir meyhanesinde sevgili Şaroğlu’ların Cafer ağa ile içtiğim sütlü mali bu, badem, çikolata düşer sensiz meyhanelerin loş ve yalnızlığına... Ve o yalnızlıkta loş ışıkların tuvaline Haitili kızları resmederim, onlar özgür ve tutsak, ben esrik ve ayık, salsa kıvamında ve tropikal... Paul Gauguin üstat, kızar adeta, kıskanır düşsel tablomu... Eh bu kadehte ikiniz için şimdi...
......... Ağır ağabeyleri severdim küçükken ve ben ağırlaştıkça güzel içenleri sevdim, çünkü alkolle uzlaşım ve uyumum yıllar sonra bir sonbahar akşamında sana rastladığımdaydı, içmeden sarhoş eden gözlerin, gizemli yüzün ve yüreğindi sevgili, aşkı, sevdayı ve sevmenin alfabesini öğreten en güzel sevgili, hafifliğim, ağırlığım, ağır ağabeyliğim, sarhoşluğumun nedeni oldun, aşk doğurdun sevdanda...
......... Pratik yalnızlıklar çizerdim öğrencilik yıllarımda Galata köprüsünden geçerken ve umudunu oltasına, gelecek balıklara bağlayanlara kızar, balık olmak ve oltaya takılmadan sürüden kaçmak isterdim... Yine o köprünün altındaki salaş meyhanelerde fahişe kadınlarla içerken, balıkları meze yapan ihtiyarlara küfrederdim... Bu yüzdendir yabancı meyhanelerde içkimin yanında asla balık yemeyişim ve o fahişe kadınlar düşer her kadehte usuma, balık siparişim etsem, bir fahişe düşer diye korkarım kadehime... Korkum; etini satan o emekçi varsaydığım kadınlardan değil, balıkların yabancı meyhanelerde sensiz, sesin siz geçireceğim o loş gecede sessiz gözyaşlarıma şahit olacağındandır sevgili... Sendendir...
23.01.2008 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:27 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / ACILARIM ÖZLEMİNDiR
…………… Sevdam… Acılarım özlemine ulaşıp sessiz çığlıklar üretirken, kökünden söktüğü ağaçların
zapt edilemez dayanılmazlığındaki kasırgaların, hortumların uçsuz bucaksız boranında çoğalmakta,
çoğalmakta, çoğalmakta… Ve her gün yeniden artarak ve aşkına çoğalarak büyütmekteyim hayretler
içinde bırakarak seni... Sana olan sevdama…
…………… En çok yaralarım olgunlaştırdı geçmişten bugüne uzanan içsel yaşantımı, onanmaz, kabuk
tutmaz derdindeyken bilemezdim sevgi pınarımı sana, kaynağımda beslenen sözcüklerimi - ki sakladığımdı
onlar- sevdana dair akıtacağımı… Bu yolda derman olacağını Lokman hekim gibi kanayanlarıma…
…………… Varoluşcu öğretiden kanıksadıklarım yol gösterici olamazken, Genç Werter'in** Acıları o zamandan
dağlarken içimi, acıtırken kibrit kutusunda sakladığım küçük diye büyütmek istemediğim, aslında avuntum olan
acılarımı asla bilemezdim sihirli lambadan bir cin ve dumanının gökyüzüne ulaşacak büyüklüğünü… Öylesine
acılarım, yaralarım oldu ki sihirli lambasından çıkacak cinin, Alaattinin düşlerini kurardım bir gece yalnızlığımda
gelsin, merhem olsun yaralarıma diye..Gelmedi…Gelemedi..Hiç olmadı ki cinim, sihirli lambam.
…………… Tütsülerle kutsanmış Kızılderili reisinin yeni doğan erkek çoğuna ateş dansında yapılan gösteriler
nasıl acıtıyorsa kabiledeki çocuğu olmayan kadınları… Öylesine acıtıyor özlemine olan tutsaklığım geceden
sabaha, sabahtan geceye, yeni gece ve gündüzlerde…suçlusu, asli faili ben, ben, yine ben olsam da..Ve her gece
sakladığım çadırımda gözyaşlarımı acılarıma ortak ederken ay ışığının siluetine yazıyorum özlemlerimi…
…………… Azalan ama fırtınası içinde yüklü ve devasa, sevdasından katmerler eksilmeyen, yücelten her adımıyla
çoğalttığı yağmur bulutlarıyla sevgi sağanakları yağdıran yağmurlar getireceğim sana gelirken, yağmurda daha
çok renklenen havai fişeklerin dansıyla… Görenler değil sen şaşıracaksın önce ve sonra, gökkuşağı renksiz ve
flu kalacak rengarenk yağmur altındaki renklerin valsına…
…………… Perdesi çekilmemiş gecede çocuksu günahlar yaşayan mabetlerin içindeki masum aşık değildik
biz elbet, masum ve onurlu sevdalar üretirken kimselerin bilmediği aşk çiftliğimizde, geleceğin keşfedilmeyecek sır
dolu aşk defterlerini aralıyorduk… Akdeniz ikliminin bilinmeyen sıcak ormanlarına kar yağdırıyorduk sadece
ikimizin bildiği ve kirpiklerimizde beyazlaşan tonlarda… Kimseler üşümezken ikimiz dik üşüyen çıra gibi sahillerde
ve çam gibi yuvalarda… Dünyayı yeniden değildi keşfimiz ama kendi ellerimizle, alın terimizle kurduğumuz bu
yeni dünyada yaşanılası sevdaydı düşlerimiz seninle… Şimdi ve yarın onun gerçekliğine az kalmışlık yani
arifesi dedikleri bazılarının…Şimdi…yarın..yarın gibi yakın artık…Yaralarım yok artık…Yarınsız, çıkarsız,hesapsız,
arifesindeyim acılarımın bitmek üzere olduğu... Özlemlerim tükeniyor -ki sana gelmelerdeyim artık…
**Goethe'nin ölümsüz eseri…
15.2.2006 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:27 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / AFFET...SANA SöYLEYEMEDİM…
** Varlığında meleksi dokunuş, yokluğunda şeytanın darağaçlarına asıldım, ama tek seni sevdim**
……… Sevdan; yüzyıllar sonra uykusundan uyanan yanardağın eteklerine, geç uyarı verdiği lavın
kızgın ateşleriydi kaçmama, kurtulmama fırsat vermeyen, hoş bekliyordum gel diye, gelsin diye ve
yaksın, kavuracaksa kavursun, beklemekten buzdağı olmuştum keşfedilemeyen anakaralarda…
……… Erguvanların boğaz içini süsleyip, güzellikler kattığı zamanlarda yeni terliyordu bıyıklarım ve
ülkeyi kurtarmaya soyunmuşken ben, henüz bana romantik hareketlerde bulunan kızlara bakmaya
bile utanırken başladığım üniversite, aslında giyiniksizliğimdi, baba parasıyla okumaya soyunmuş
ama üzerimde kendimi utandıran giysilerle… Böyleydim ben, buydum, başkası olamazdı üzerimde
yüreğimde böyle yoksul öğrencilik varken ve ama onurluydum, dimdiktim…
……… Ve günler ve aylar ve yıllar ne çabuk geçti ki yoksulluklarıma eklediğim kaçak şehir hatları
vapurundaki öğrenciliklerime gülebilmeyi beceriyor ve seni yirmi dört saat düşündüğüm için en
ağır ve en usta işçi olduğuma inanıyorum… İşçiydi babam, elleri karalar içinde gelirdi her gece
iş çıkışı eve ve sanatkarca bir koku doluşurdu odalara, ta ki altında odun yakılan, üstünde su olan
ve takunyayla girilen banyo denilen sefaletlikte… Sonra baba kokulu, is kokular yayılırdı odalara..
……… Tanrıların arabaları diye bir kitaptan bahsederken arkadaşlarım, oralı olmuyor, çoktan oku-
duğumu farz ediyordum bu ve benzeri kitapları, başka ülkelerinde halklarını kurtaracak sayfaların
içine gömülüyordum… Kendimi, halkımı, babamı, annemi, komşularımı kurtaracaktım ve yürekten
inanıyordum bu kurtuluş savaşına… Önce ben kurtulmalıydım ve öyle oldum, başlıyordu yine ve
yeniden… İlk işim, ilk uyanışım, ilk kravat ve takım elbisem olmuştu işte, daha ne olsundu, şimdiye
dek olmadıysa flörtüm, tutmadıysa uzun saçlı bir kız elimi, tenimde duyumsamadıysam annem ve
ve kızkardeşim dışında kadın kokusunu benim suçum muydu toplumun mu? ... Bastığım yerler
titrerken ayak altımda ve sağa sola yatarken çiğnediğim toprak, sessiz çığlıkları duymaktaydım o
******* boyu yoksul, ******* boyu yalnızlığıma yoldaş suskun anlarda…
……… Aşk suskun, aşk konuşan delidir derler de hangisi doğrudur? Akşam üstü ve karanlık yitik
gecenin ardından, umutlarımın tükendiği sıfır noktasından tam isabetti varlığınla yok oluşuma yol
alırken gelişin… ******* gündüz, yoksulluğuma varsıl olan gülüşündü kimliksizliğime eklenen ve
gülüşlerimdeki yalnızlığıma ulaşan hüzünlü bir çift ela gözlerindi… Yoktu, olmadı, olmayacaktı sen
gibi seven beni ve hiç kimse sevemezdi böyle senin sevdiğin güzellikte, işte buydu beni şımartan
buydu beni böyle sana yoğun, ölümsüz tutku ile bağlayan… Ve ben geçmişe, o ana dair söylemek
istediklerimi dilime düşerken erteliyor, başka randevumuza saklıyordum, geç gelen sonbaharımızın
sarı ve kızıl yaprakları yüreğimize yansıyıp bahara dönüşürken… Takılıyordu dilime, engelliyordu
bir yerde bir şeyler ve sen varken dünya duruyor, başka evrene göç ediyordu göçebe yüreğimizin
asi ve aykırı sevdaları… Aşktı, sevdaydı, tutku, özlem her şeydi senin adın ve varlığın ve dünyaya
geliş nedenin seni sevmem içindi inandığın ilahi gücün bildiği… Sevmem içindi yaratılışın…
……… Palazlanan sancılarımın mola yeriydin ve kentin sokağında sevdamı bırakıp çift kişilik yalnız-
lığımıza yol alırken, zirveye vuran sancı nöbetlerimi, üniversite hastanesinde Ankara'lı Ayten hem-
şirenin morfinman iğneleri ile bir sonraki sancıya dek erteletiyordum.. Ama öylesi dayanılmaz, öylesi
sancılıydı ki yokluğunu bile düşünmüyordum artık saçlarımın… Son buluşma bitiminde yolcularken
beni, o ilahi gücüne sığındım senden habersiz ve bulunamayacak dağlık bir bölgeye düşürmek iste-
dim yüreğimden uçağı, içindeki onca günahsız, onca suçsuz insana rağmen… Ayten tiyatrocu olmak
isterken kazara hemşire olmuştu ve hepimiz bu evrende yaşarken başkalarının hayatını, giyerken ken-
dimiz olmayan rolleri, hep oynamıyor muyduk bize ait olmayan utanmaz yaşamları… Akdeniz Üniver-
siteli Eylül adlı kız ondan başkası değildi ve hep derdin ''bir gün başkasına aşık olursan ilk ve tek ve
çekinmeden bana söyle'' diye ama yapamadım, o aradı seni işte ''çekil'' dedi aramızdan… Rezil ve
utanmazca bu oyunda sen kendini oynarken, hayat sana yine benimle çelme attı, son günlerimi sen
ve sesinsiz geçirmek, üzmemek içindi ürettiğim senaryo… Artık yataktan dahi kalkamıyor, yürüye-
miyorum, sabahı görmem olanaksız biliyorum, sesler kulağıma girerken yok oluyor, yok oluyorum
an be an… S/en E/zgimiz V/e T/ütsülerimizin A/lacasında P/rensesimsin… Son nefesimde anarken
adını, yüreğimde götürürken sevdamızı.. Seni sana, aşkımızı yüreğine armağan ediyorum…
10.1.2007 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:27 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / ANLAMADIM Kİ! ! !
……… Sırf sana benzeyen, benzetmek istediğim, yüzlercesini bir araya getirip sadece serçe
parmağın bile olamayan kadınları izliyor, tanımamanın mahcubiyetine, utangaçlığına kırılgan-
lığımı ekliyorum merhabalardan uzak…
__DÜN GECE HİÇ TANIMADIĞIM BİRİNE
__SIRF SANA BENZİYOR DİYE USULCA SOKULUP MERHABA DEDİM**
……… Ellerine baktığım gördüğüm her kadın eskilerden bugünüme uzanan şaşkınlığımdaki
huzursuzluğum oluyor, sıkıntılar arasına serpiştirilmiş… Huzursuz sokaklar inşa ediyor, son-
ra şaşkın, ürkek, yorgun bakışlarımla yıkıyor, yeniden yapmaya gücümün olmadığının farkına
varıyorum sana benzemeyen hiçbir el ve ellerde… İzlediğim ellerin farkında lığında olanların
şaşkın ve huzursuz ve çatık kaşlı söylenmemiş sözcükleri asılıyor boşluğa…
__TANIDIK BİR HUZUR ARADIM ŞAŞKIN BAKIŞLARINDA DÜN
__BİLDİK BİR SÖZ BEKLEDİM ESKİDEN KALMA ÖYLESİNE**
……… Vakur görüntüsünden küstahça bakışlar fırlatıp, yaşıtlarından tamamına güzelliği ile
fark atacak ve hatta podyum yosmalarına taş çıkartacak selvi boylu genç kızın bakışlarından
bakışımı gökyüzüne çevirerek kurtulmak istiyor, gökyüzü yerine raflara yeni yerleştirilen yaz
sezonu kıyafetleriyle karşılaşıyorum çok katlı mağazada… Baktığı gözlerimden uzak yüzüm-
dü ve yanındaki kendiyle çelişen kız arkadaşına söyledikleri, her erkeği yoldan çıkararak on-
ları peşinden koşturacağı, ama bende bir sorun olduğuydu küstahça bakış ve sözlerinde.
__KONUŞTU BİR ŞEYLER SÖYLEDİ BEKLEDİĞİM SÖZLER BUNLAR DEĞİL
__YÜZÜME BAKTI GÖZLERİME AMA SENİN GİBİ DEĞİL**
……… Tanıdık gelen her yüzde izler arıyorum sana benzeyen, saçlarını toplasam baktığım ka-
dınların bir teli etmiyor saçlarının… Gözlerinde bir şezlongdan diğerine Ağustos sıcağında ve
hemde öğle saatlerinde uzanan bir çift sevda sıcağı arıyor, üşüyor, bakışlarımı anılara gömü-
yor, uzaktaki dinlencenin dayanılmaz firariliğine gömüyorum geceme kör, anılarıma her dem
taze bakmak için. Sana asla benzemeyenlerle üşüyor, senden ufacık kırıntıyı anımsatanlarda
terliyor, bakıyor, şaşı kalıyor, dona kalıyorum yürüyüp yürümediğimi anlamadığım sokakların
adına niye Arnavut kaldırımları dediklerini bilmediğim taş sokak ve caddelerinde…
__ANLADIM Kİ HİÇ KİMSE HİÇ KİMSE SEN DEĞİL
__HİÇ KİMSE SENİN GİBİ CANIMDAN ÖTE CAN DEĞİL
__ANLADIM Kİ HİÇ KİMSE HİÇ KİMSE SEN DEĞİL
__HİÇ KİMSE SENİN KADAR FİKRİME HUZUR DEĞİL**
……… Adana sokaklarını arşınlıyor, sabahı geceye, geceyi sabah dinginliğine uzatıp uykusuz
*******ime bir yenisini ekleyip bitkisel uykusuz komalara girmek istiyor ve ardımdan bakışsız
gözsüz, süzmesiz binlerce çift gözün izlencesinde olduğum paranoyasıyla yol alıyorum duy-
mak isteyip duyamadığım, duysam kelimelerin anlamsız ve boşluğunda asılı kalarak, imgesel
yağmurların altında her damlada bir uzvumun kesildiğini hissederek…
__KONUŞTU BİR ŞEYLER SÖYLEDİ BEKLEDİĞİM SÖZLER BUNLAR DEĞİL
__YÜZÜME BAKTI GÖZLERİME AMA SENİN GİBİ DEĞİL**
……… Püfür püfür esen bir gece ekliyorum umutlarıma ve üşümek ve ısınmak ve veya bilme-
diğim gecenin getirisine yürüdüğüm sokaklardaki yorgun ama beni terk etmeyen gölgemin ar-
dımdan geldiğini bilerek… Gölgeme umut, yollarıma can, canıma canan ol diye, umutlarıma can
geleceğime yıldız ol diye…
__ANLADIM Kİ HİÇ KİMSE HİÇ KİMSE SEN DEĞİL
__HİÇ KİMSE SENİN GİBİ CANIMDAN ÖTE CAN DEĞİL
__ANLADIM Kİ HİÇ KİMSE HİÇ KİMSE SEN DEĞİL
__HİÇ KİMSE SENİN KADAR FİKRİME HUZUR DEĞİL**
** _LEMAN SAM - ANLADIM Kİ ADLI ŞARKISI
24.07.2007 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:27 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / AŞK UZAKLıKTIR..
……… Sevda; görmediğimiz çöllerin ortasında kıvranan sancılı karın ağrılarıysa eşit mesafede aynı anda onu hissettiğimizdir aslolan sevgili… Ve geçmeyen sancıların devredilmesinde bize kalan uğultularıdır, onunla avunur onunla seviniriz… Kimse öğretmeden biz ürettik biz sevdik uzaklıkları gözlerimizde...
……… Ebemkuşağının turuncu renkli ucuna tutunurken sen, sarıldığım sarı renklerden papatya desteleri yapıyor, yeşil renkli yollardan sana iletiyorum, ulaştığında deli mavi bir aşkın renksiz silueti yansıyor, gülümsemelerine eklenirken… Ne çok uzakmış ve ne kadar yakınmış aslında aynı gökkuşağının farklı renklerini ayrı kentlerin örtüşen yürekleriyle çok uzaklardan aynı gözlerle izlemek… Kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, lacivert ve mor renkleri aynı anda sevda soluklu tek nefes ve tek yüreğe dönüştürmek…
……… Vurgun yemektir aşk ve acemi dalgıcın denizin sığ kıyılarında kendisini Hint Okyanusunun gizemli derinliklerinde sanması, başını sudan çıkardığında ayaklarının yere değecek yakınlıkta olması değil, yüreğinin üzerinde hissettiği yürek yarısıdır, varlığı kıtalar ve okyanuslar arası uzakta olan aşkıdır, başarmıştır ilk deneyimi... Yakınlaşmıştır aşk farklı iklim ve soğukluktaki deniz suyunun ateşinde şimdi...
......... Tırnaksız ve yaralı ellerimi buz tutan yüreğimin üzerine koyuyor, yüreğime eklediğim yüreğinin sıcaklığı yayılıyor parmak uçlarıma ve bana ait olan o çıplak yürek düşük banketten yuvarlanıp sonu olmayan uçurumlara sürükleniyor, kayboluyor sensizlikte... Dizlerim titriyor ve çığlıklarıma karışıyor kayboluyorum... Senden öğrendiğim aşkın kelimelerine sarılıyorum yolumu bulmak için kitaplardan okuyup ta aşk zannettiğim kelimelerin sonsuzluğuna sürükleniyor ve iki uçurumun sonsuzluğunu birleştiriyorum, bir tek harf etmiyor, boş ve imlasız kitaba dönüşüyor aşk adına anlamsız uçurumlar ve uzaklıklarda...
......... Aya batırdığın saçlarının ucu ışık verirken yıldızlara, yüzümü yıkadığım yıldızların ışık haleleriyle karışıyor ışıklar ve bitmeyen ulaşan yola dönüşüyor uzaklıklarda... Lacivert geceye uzanan kokulu güz yaprağına dönüşüyor, onlarca gölge bırakıyorsun içinde mumlar yanan ve korktuğum gecenin yalnızlığından mum kokulu gölgelerine sarılıyorum... İki kesik yol çizgisi oluyoruz öyle yakın, öyle artarda ve bir türlü birleşemiyor uzadıkça uzuyor, gittikçe gidiyoruz nefesimiz ensemizde, sesimiz kulaklarımızda... Uzaklaştıkça yakınlaşıyor, yakınlaştıkça uzaklaşıyoruz sesimiz, nefesimiz ceplerimizde ve korunaklı ve ürkek...
......... Pamuk kozasından çıkmayı beceremeyen iki acemi tırtıl böceği gibi savruluyoruz ayrı rüzgarların ters esen vadilerinden farklı ovalara... Ve halkların kardeşliğinde birleşen emekçi ovaların alın teriyle komün bir öğrenci hareketinin birleş kesinde örgütsel aşkın kaçamağında yeni mabetler keşfedip sığınıyoruz tutsaklığımızın uzaklığına... Öylesi yakın, öylesine içimdesin ki... Soluklanmaya, kirpiklerimi kırpmaya korkuyor, uzaklaşırsan benim olacak, sarılsam kaybolacaksın diye korkuyorum uzaklıklara... Hep uzaktan sevdim, hep uzaklığımı sevdin... Aşk uzaklıksa; uzağız... Biz aşkız...
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:28 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / AŞK Ve TOTEM
(**ayak parmaklarından saç tellerine kadar aşkı yaşadığın güne dair **/** çay saatleri zamanı **)
…………… Salkım söğütlü ağacı, mevsimsel dönüşüm tamamlanmadan izlerken, kahverengi akan o
Kızılırmak'ta asma köprü üzerinde, ıslatmayan damlalar düşüyordu yüreğime… Kalkış saati an be an
yaklaşan otobüs, damlaları çağlayana çevirip, ufaltırken yürek yarımı, diğer yarım öfkesinin en hazan
anlarını isyana çevirip, ele vermeyen dağlarda, eşkıya yavuklusu olmayı önermeye hazırlanıyordu
seni sessizliğinde ve yaşarken saçlarına değin aşkının doyumsuzluğunda… Her saniye'nin bitişi, beni
tükenmişliğin bilinmeyen labirentlerine gizliyor, ben yok oluyordum yanında, sen görmüyordun…
…………… Ezgiler vardı dilimde lal olmuş, söylenmemiş türküler vardı yüreğimde giz olmuş, bestelerin
tınısı vardı genzimde güfte kardan çalınmış… Unutmuştum hepsini ne varsa geçmişime dair deli dolu
yaşanmamışlıklar ve yaşadıklarımı kuru bir dere yatağına serperek yaşanılası bir gelecekle takasladım
bilmediğim kentin caddelerine girerken sen farkında değildin… Farkın; gözlerinde gizemlediğin sırlarını
güneş vurunca gözlerime kelimesiz aktarımındaydı ve ben algılıyordum ela ve veda dolu bakarken…
…………… Veda değildi gidişin, ayrı istikametlere saparken aynı kentin ayrılık hüzünleri yaşatan kuytu
tenha kalabalığında farklı taşıtlara binişimiz… Her vedanın vuslatına konuşlandı göçebe yüreklerimiz
elde, dilde, yürekte, ajanda da kurgulamadığımız o dünyadan kopartan aykırı randevularımızın şimdi
nereye sürükleyeceğinin gündönümündeyiz… Gelirken ben sana, sen gelirken orta noktamızın benim
seni beklediğim ağaç altındaki balon yüklü, çakıl taşlı arabanın serinleten esintisine... Kayboluyordu
prensin beyaz yeleli atı… Masal bitiyor, düşler alemine gezinti başlıyordu prensesin konuk olduğu
prensinin kolları, yüreği, konuk severliğinde, bitimsiz, sınırsız, sonsuz… Ve bitmeyecek yeni sayfalar
ekleniyordu destansı masalların gerçek kahramanlarının geleceğine dair… Her vedanın ardından
eksilmeyen, sevda çoğaltan yeni sayfa, sayfalar eklenir, çoğalırken kendi yalnızlıklarımızda bize dair...
…………… Totem'ler dikiyorum seni yolculadıktan sonra her kilometre taşının yanına ve Avustralya'nın
klan'larından kalan… Kabak ve patates toplayan yerel giysili kadınların olduğu uçsuz bucaksız köy,
kasabaların yanından, içinden geçiyorum meraklı bakışları ardımda bırakarak ve ilk kez birinin buradan
geçiyor olduğunu düşünerek… Her yıl on sekiz Mart'ta görmedikleri ve ne için neye karşın öldüklerini
bilmedikleri ataları, dedelerini ziyarete gelen Avustralya'lıların yolu totem diktiğim yerlere düşer mi?
diye de sinsice gülümsemekteyim, gülüşümü geçtiğim meskun mahallerdeki meraklı bakışların gözle-
rinden gizleyerek… Yolu düşer de izlerler miydi totemleri son dikilen yere kadar, bulabilirler miydi beni
ve sorarlar mıydı sorgulamadıkları atalarının varlığında klanların Orta Anadolu'nun ücra bir köşesinden
nehir kentli yerleşkeme kadar neden ve niçin diktiğimi?
…………… Ayak parmaklarından başlayan aşkın mucizevi anısına diktiğim, her birinin özel ve değerli
anları yansıttığını, ama hikayesinin sır olduğunu duyarlarsa, yorumları ne olurdu bilemiyorum, lakin
deniz aşırı ve kıtalar ötesinden gelerek ve uslarında taşıyacak olmaları ayrı ve gizemli bir aşkın tadını
yerleştiriyor yüreğimin bilinmeyen köşelerine… Hava da yaz'a, mevsime veda bulutları dolaşıyorken
her saniye de daha çok uzaklaşırken farklı yönlere ikimiz, sevdamızı totemleştirmenin sevincini ilk kez
yoğun yaşıyor, küçük mavi bir bulutla paylaşıyorum adrenalimi yükselten sevdanı… Sanki yüzerken
ya da güneşlenir, çay içerken havuz başında göz kırpıyordu küçük mavi bulut ve az sonra bölünmüş
yoldan güneye sapınca afacan çocuk kaybolmuştu, oyun oynadığı arkadaşlarından gizlenerek ve ben
bulutların dansı bu olsa gerek diye düşünürken…
…………… Patates ekili alanların sonlanıp, pamuk diyarı kentin izdüşümlerine yaklaşırken, nice sonra
farkettim havadaki oksijenin dahi farklı yansıdığını soluklarıma ve toprak altı sarı sıcak kokudan, toprak
üstü beyaz gelincik ekili yerlere ulaşırken…Sevda dolu bulutların mutluluk valsından hüzün, ayrılık,
nem kokan, nasıl yaşanırsa öyle ve sıradan yaşamın Aborjin'lerin dualarından esinlendiğim o ilk ve
sevdiğim kurala doğru ilerliyordum '' Seni Ayakta Tutmaya Yetecek Kadar Güzelliklerle Dolu Bir Yaşam
Sürmeni Dilerim*…'' Şimdi ve sonra beni sonsuz ayakta tutacak tek güzellik yüreğimdeyken, ardımda
geçtiğim her kilometre taşının yanı başına Tjilpa** motifli totemler yerine bulut dolu günlerde güneşim
olan gözlerini motif olarak, desen olarak işlediğim totemler diyarından, kendimi kuralsız kurguladığım
totemsel düşlerime ilerliyordum…
*Avustralya yerlileri Aborjin duasının ilk bölümü..
**Aborjin'lerin totem olarak seçtikleri kedi..
18.4.2006 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:28 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / BAHAR ÇARPMAZ BENİ
…………… Sarıya çalan çimenlerin rengi yeşile bel verirken, nadasa bırakılan toprakların kahverengisi koyu
kızıl renge bürünmekte, en koyu tonunu seçmekte adeta… Renklerini kaybetmeyen çamların yeşili, ilkokula
yeni başlayan, ilk resim defteri, ilk boyalı kalemleri olan çocuğun resimlediği ağaçlardaki yeşile adeta nazire
yaparcasına rekabet halindeler ''en güzel yeşil benim yeşilim'' diye.
…………… Eflatun'un tonları raksetmekte her akşam gün batımının kısmi aksinin yaşandığı baraj gölünün
üzerinde… Yeşilin ve mavinin tonları sessiz savaşmakta durgun suyun debilerinde, kuzey-batısında bilimsel
destekli çam ağaçları gözlem ve şahitlik ederken… Beton yığını binalar en güzel aksini engellemekte, göl ile
kızıl güneşin buluşmasını. Umutları yüreğinde çiçek açarak yaşamaya direnen insanoğlu gibi yığınların arasından
bulduğu ilk aralıktan inadına yansımakta, aksetmekte kızıl, eflatun tonlarıyla.
…………… Ve sisli ve puslu olsa da sabahların ağaran saatleri ''Geliyorum'' demekte bahar…Ve gelmekte
kazmalar yaktıran Mart'a inat…Sislerin arasından çiğ damlacıklarıyla tozlarını yıkamakta çimenler, öğlene yakın
saatlerde güneşin ısısıyla kurulanırken estetik yaptıran manken edasıyla salınmakta, ışımakta renginin dansıyla
ve açmakta adeta çiçeksiz figürleriyle.
…………… Toprak her sabah üzerini örten nemini verirken güneşe, kuruturken ıslaklığını yüzlerce kilometre
uzaktan oksijen cenneti Datça'dan yılın, baharın ilk müjdesi bademlerin toplandığı haberleri yayılıyor ki ülkenin
en güzel, en lezzetli, en iri bademleri onlar tonlarca… Doğal yayılışlı ünlü Datça hurmasını kıskandırırcasına
kokular yayar yarımada boyunca, yattığı yerde şiirler yazdırır Can babaya ve başında şarap içen ziyaretçilerine,
sevenlerine… Son cemre'de düşünce dalga dalga, çiçek çiçek gelmekte bahar… kokusuyla…aşklarıyla…sevenlere
sevilenlere ilham olurcasına…
…………… Aşkları çarpmadı baharın beni hiçbir zaman, kokusu yetti güzelliğini yaşamaya, temiz havası can verdi
aşksız onca yaşantıma… Çarpmadı bahar, baharlar beni aşka davet edercesine, her hangi bahar aşkım olmamasını
dert etmedim olamayınca, sevemeyince, sevilecek olamayınca…yıl…yıllar..baharlardır..baharım sen olmayınca..
gizemli,kokunu solumadıkça…fırtınaların, boranların, karakışların ortasında sen olmalıydın bahar….sen kokmalıydın
sen kokmalıydın çağla çağla, çiçeklerin açmalıydı bademce, sarmalıydı kokun benliğimi… başım, mahur
besteden etkilenip durmamacasına dönmeli, esrikliğim on iki ay sürmeliydi… Sürecek.
sürecekti…sürüyordu… ve sürecekte… Her şeye inat sürecek…
…………… Polenleri fark edemem hiç nedense… Böceklerin ötüşü anlam vermese de kuşların sesini alırım anında
çok uzakta da olsalar… Onların sesidir bahar bana… Tek notalı cıvıltıdır bahar, kanatlarında, onları çırpışında,
gagasındadır bahar bana… Sevgi fısıldar cıvıltısı… Sesinden gelen tek tını bahardır bana, en güzel nota,
en güzel ezgi… Sonsuz aşktır bana gelen tının, tınıların... Bahar sensin...Baharım sensiz...Bahar çarpmaz
beni… Sana çarpılır… Vurulurum sana.
8.3.2006 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:28 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / BAHAR KOKULU KADIN
......... Savruk rüzgârların saçlarını köklerinden savurduğu, aslan yeleli görüntüler çizdiğin ilkbaharda doğadan yayılan koku değildi genzimi yakan sevgili, tenime, hücrelerime nakış gibi işleyen bahar kokulu bir kadının tensel ve anne sevisiydi iliklerime işleyen...
......... Elmaların çiçek açmaya durup, kirazların beyaz gelincik giyindiği mevsimin vitaminini almış tarlaların güneşe döndüğü yüzüydü yüzün, öyle aydınlık, öyle ışıldayan, öyle dingin ve sevdası yüreğinde saklı nazlı köylü güzelleri gibi... Nazın, çiçeğe duran elmanın yeşili, az sonra kırmızıya göverecek kirazın şeker tadıydı, ben bilirdim tatlıydı, sence acımsı olan...
......... Vişne tadında hüzünler biriktirir, şeker karıştırmazdım her nesnenin tat farklılığında hissedilenlerin ayrı lezzetinin ayrımına varmak için ve her ayrımda farklı kokular sindirmek varken bahar kokuları giyinmiş kadının kutsal kokusu gelir, yerleşirdi içime... Bahar demek sen, sen demek bahardı, bahar kokardı saçların, savrukluğu yüreğimde saz tellerimi titretir, bilinmeyen türküler söyletirdi elma-kiraz besteli...
......... Tutsak düşerdim kokularının kardeş türküsüne ve gece olmasın, rüzgârlar savurmasın diye rüzgâr kıran setler yapardım yüreğimin kırılgan köşelerinden, sen bilmezdin, ben kaleyi içerden, dışarıdan, esecek her yere karşı savunmasız savunurdum yürek yangınımla... O yürek yangını ki hiç sönmez, her rüzgâra karşı Çanakkale Geçilmez yapardı, geçilmezdi ve asla geçilmeyecekti, sana siper sana kavuşmak, sana siper seni sevmek, yeniden sevmekti...
......... Ayçiçekleri hangi saatlerde döner yüzünü güneşe? aklımda kalan ise hep yüzümün dönük olduğudur güneşin batmasına yakın saatlerde ki ufka... O ufukta birazdan gece valsı yapacak yıldızların aya olan şavkıdır yansıyan gözlerime ve gözlerim ay ışığında kimsesiz yoksul sokaklarda dolaşır, dev bir perdede çocukluğumun geçtiği mahalle gelir gözlerimin önüne... Birkaç sokak öteden bastığı yeri titreterek gelen Mualla ablanın ayak sesleridir duyulan ama henüz görünmeden kokusu tüm mahalleyi sarar ve eskiden tüm kadınlar öyle kokularla salınırlardı ki tüm mahalle yayılan her kokudan hangi kadının gelmekte olduğunu bilirdi... Küçüktüm ama güzel kokan kadınların bıçkın kızları ki ablalarımdı onlar, hepsi mankendi adeta, çimdiklerdi hepsi beni, ben utanır, onlar gülerdi yosmaca...
......... Prag’da bir sonbahar günü sokakta keman çalan küçük kız düştü usuma on yıl önceden ve her tınının ardından saçlarını arkaya savurmasında kokusu yayılırdı sanki çalgı sesli sokağa ve şimdi örtüşüyor o kızın masumluğundan yayılan koku ve sana karışıyor adeta... O küçük ve masumluğu gözlerinin hüznüne yansıyan kemancı kız sen oluyor, hünerli ellerinden coğrafyama yayılan ıtır oluyor, çiçek açıyor ve işgal ediyorsun sana dair boş bıraktığım her bir hücremi... İşgalin, ayak seslerinden genzime, tüm bedenime yayılan bahar kokularına karışıyor, Bahar Giysileri Giyinmiş Bahar Kokulu Kadın oluyorsun... Sen kokuyorsun sevgili...
– Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:28 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / Belki Gelirsin Diye...
......... Sadece iki kişilikti masa ve her yudum, her kadehte giyindiğim yalnızlıklarım meze oluyor, ağır geliyor, kaldıramıyordum anason kanıma karışıp nerde olduğumun şaşkın ve ürkek ve korunaksız akşamüzerinde... Batmakta olan güneşin son yansımalarıydı önümdeki kadehe yansıyan ışık ve bir yerlerden esiyordu rüzgâr yanaklarımı yalarcasına...
......... En çok beyaz mezeler olsun isterim ille de masamda birde olmasını istediğim ‘’O’’, ama o şimdi, nerede başladığı ve bittiği belli olmayan bu kentin kim bilir hangi yoksul evinde çocukların yüreğini zenginleştiriyor ve hangi yoksul genç kızların geleceğine umutlar döşüyor gözlerinin varsıl bakışlarında... Özlemler karışırken mezeye yalnızlıklar çoğaltıyor ve her yalnızlığımda olduğu gibi sanal kestane şekerleri biriktiriyorum, belki gelirsin diye...
......... Vurdumduymaz görüntü sergileyen masalardan kaçamak bakışlar yakalıyor, aynı duymazlığı sergiler gibi yapıyorum ve karşılıklı gizli zannedilen bu oyunu aslında alenen sergiliyoruz bakışlarını kaçıran yeni ve acemi âşıklar gibi... Kumsal restauranttaki takım elbiseli ve yaşı seksen civarında olan o amca düşüyor usuma ve aynı yalnızlıkta olduğumuzu fark ettiğimde onun gibi durmadan kolumdaki saate baktığımı nice sonra hissediyorum... Hep kadehine, hep saatine, hep bir yerlere bakıyordu şu andaki ben gibi ve gecenin sislerinde gözlerindeki hüzünleri yüreğimde hissetmiş, şimdi hüzündaş olmuştuk yıllar sonra...
......... Teğet geçer gibiydim geceye çift kişilik masamda bir başınalığımda ve yıldızlara sevgi sözcükleri biriktiriyor ama günlerce süren puslu *******de onlara nasıl ulaştıracağımın çaresizliği içinde kentin sokaklarına özgür kardelenler gibi salıyor sonra kıyamıyor geri topluyordum... Sevgiyi hak etmeyenler ülkesinde tüketilecek tek bir sevgi sözcüğü yokken ve yaşanılan aykırı ama onurlu sevdalara selam yerine ihanet eden insanlar üreten toplumda hiç kimse kusura bakmasındı hep suçlanmış, aşağılanmış ve sürünmüşlüğümde...
......... Aşk öldükçe, tükendikçe varoluştur ve susmalar, gizli kovmaların ardında söylenmemiş ve saklı itiraflar yaraladıkça bu kutsal sevdaya dair adrenalinim hep ve çok yükselecek, çünkü gözlerimden yüreğime yerleştirdiğim o tek kişilik güvertede seninle yaşarım... Senli ve korunaklı güvertem onurlu denizcinin dalga, fırtına, tsunamiyi hiçe saymışlığında yerleşik ve gelenek sayılan hurafelere baş kaldırış ve isyanıdır ve o isyandır direnişe kondisyon sağlayan hep başımı dik tutan...
......... Papatya satan çiçekti kızdan bir demet alıyor, şaşırıyor, şaşkınlığım geçince elinde kalanların hepsini satın alarak camdan atıyor ve naylon çiçekler yapan üreticilerin sahte emeğine küfürler ederken şef garsondan istediğim maydanozu limonluyor masaya öyle görkemli yerleştiriyorum ki az önce oyun oynadığımı varsaydım masalardaki bakışlarını kaçıranlar adeta tatmak istiyorlar, görmezden geliyorum... Niye mi? Belki gelirsin diye, hani sevmezsin yapma çiçekleri bilirim, evladır ülkemin bir demet maydanozu sana, işte her bakışı atlıyor, saklıyorum bakışlarımı sana ama yoksun, yine de belki gelirsin diye saklıyorum... Kentimin yaz sabahlarında yaşam keyfini bilen büyüklerimiz kahvaltıda maydanoz yerler, bende sabaha saklıyorum kahvaltı yaparız diye ve esrikliğimi yüreğime gömerek ahmak ıslatan yağmur altında esir bir kentten diğer esir kente doğru yol alıyorum cebimde maydanoz, yüreğimde sen, gelmiyorsun yağmurları yalnız yağdırıyorum yüreğime, o yağmur altında yoksul köylülerin sürdüğü tarlaların her birine birer demet bırakıyorum... Bir sabah tarlalarda aşkımız filiz versin, sıçrayan ihanet ve kıskanç dolu bakışlar olmasın, nazar değmesin diye sevgili... Serptiğim demetlerin ardından bakıyorum BELKİ GELİRSİN DİYE gelmiyorsun...
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:28 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / BERABER BüYüDÜK Çocukluğumuza...
………Sarı sıcak bir akşam üstü idi yitik yorgunluklarımı giyindiğim ve uykusuz uyandığım sabahtan
devretmek için uykularımı yönüm eve doğruydu, gülümsemeleri bahar kokan çocukların seslerini yarı
baygın ve uykulu duyduğumda…
………En çok sigaraya sarardım uykularımı, yatmadan açar içerdim uykularımda firari düşlerime yol
göstersin, sisli sabahlara uyanayım diye…Erkenci uykunun balkona yansıyan bahar kokularına karı-
şırken mahmurluk, ne çok çocuk ne çok çocukluk vardı akşam üzeri bahçesinde…Ve en çokta kızlar
eğleniyor, ipten atlarken tramplendeki akrobatlara taş çıkartırcasına atik ve gülüyorlar…Hele içlerinde
en çok gülümseyen ve yüzüne yapışmış gülümsemesiyle etekleri açılan var ki adeta bulutlara uzanıyor
ve dokunuyor en yakındaki buluta, bulut oluyor mavileşiyor, gülümsemesine karışıyor çocuksu mavilik-
ler, yeniden dönüyor küçük dünyasındaki arkadaşlarına….
………Ve son nefesin ardından karanlığa uzanıyorum, yastığıma çocukluğumdaki gibi sarılıyor, o çok
yorulduğumda sabah hiç uyanmak istemeyişlerime, çocukluğuma uzanıyordum ama gözlerim, ama
bedenim yenik düşmek üzereydi yine ve eskiden anılarda olduğu üzere…
……..Ta uzaklardan sesler duyup yanılmışlığıma uyanırken misket oynamak vardı şimdi diyorum ve
her sabah olağan hale gelen beyaz peynir, siyah zeytinli kahvaltıma yol alıyorum… En çok sevdiğim
ekmek arası zeytindi sokakta oynarken eve koşupta bir çırpıda hazırladığım ve yine döndüğüm, bir
dilimde sana ikram etmek istediğim sokaklar… Sen her defasında ''yemem'' derken ben illede ısrar
ederdim sen kızardın, içimden öyle şeyler söylerdim ki hınzırca gülerdim kendime ve sen yeni bulut-
lara uzanırcasına ip atlardın… Bıçkın edayla etraftan bakan erkek var mı? Diye öfkeyle bakar, yoksa
kimse seni izlerdim sadece, sen farkındaydın şımarıkça salınır atlardın… Saklambaç oynarken sen
beni, ben seni gördüğüm(üz) de, görmemezliklerimiz hep sır kaldı ikimizde ve yıllar sonra kendimizle
gidecek sırlarımızı birleştiripte paylaşmamız, ikiye bölüp tümlediğimiz gizlerimizin aşkıydı, Aşktı…
………Akşam olup evlerimizin yolu göründüğünde uzaktan seni izler, eve girene kadar takip ederdim ve
gece nöbet tutmak, serenat yapmak isterdim uyuduğun pencerenin önünde, yıllar sonra bu mahallenin
sokaklarında tutacağım nöbeti ve kirleteceğim duvarları bilmeden… Uyuyor olduğunu bilerek ve sektir-
meden geçerdim her sabah ekmek almak için bakkala giderken, sen ise iyiki hep uyurdun o saatlerde,
yıllar sonraki uykusuzluklarına inat… Yarı ölüm hali değil midir uyku ve ondandır benimde geceye sarı-
lıp sabahı kucaklayışlarım, sana uyanışlarım… En çokta ben seviyorum diye sıkça giydiğin puantiyeli
eteğini severdim, birde minicik olmasaydı, sen eğilince arkana geçip kimse görmesin diye ardında
duruşlarıma ne çok kıkırdayarak gülerdin ''olişkom'' diye…
……… Papatyanın sarısı, göbeği, tam ortasıydın, ben ise seni koruyan, çevreleyen ve minicik esintide
savrulan beyaz yapraklardım, savunmasız, çaresiz kire, toprağa bulanan, ezilen ayak altında… Trenle
iki günlüğüne teyzemlere gidişimiz, asırlar gelmişti ama dönüşümüz olmasaydı, dönmeseydik, olma-
saydım buralarda ve görmeseydim o bomboş evinizi…Şark hizmeti derlerdi ta o günlerden bugüne ve
ne şark kurtuldu şark olmaktan, nede sen geldin oralardan… Gece yarısından başlayan, yıllardır süren
bitirmediğim, bitiremediğim bir şiirsin şimdi sadece benim okuduğum… Seninle oynadığımız oyunlarda
biz ikimiz hiç kazanamadık ama o zamanlardan başlayan kirlenmişliklerde ikimizdik temiz kalan, asla
unutma; yazdığım, okuduğum, kıyamadığım, unutmayacağım en güzel ve bitmeyen şiirimsin…
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:28 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / BıRAKTIĞIN YERDEYİM - ÖL(e) MEDİM…
*****(benim tomurcuklarım olmadı-doğarken-yaşarken-ölürken hep sonbahar'dım)
……………Sensiz geçen Ondört yılı topladığımda bir gün bile etmiyor ve burada senden sonra
yaşamadığım üç mevsimin adını dahi unutmuşken, çiçeklerin kokmadığı, ağaçların yeşermedi-
ği, kurumuş yapraklarını sürekli döktüğü güz mevsimindeyim… Yürüdüğüm her yerde, attığım
her adımda duyumsadığım hışırdayan yapraklar, melankolik esintinin paranoyak izlerini taşıdı-
ğım şeklinde ifade ediliyor ve bilmiyorlar içimdeki fırtınayı, anlamıyorlar bir mevsimle geçen öm-
rün bağrında neler ve nasıl taşıdığını, asla da bilmeyecekler, bilemeyecekler…
……………Enfiye çekip damarlarıma kadar hissettiğim ******* biraz daha rahat uyumaktayım
ama uyandığım gece yarılarında ucuca eklediğim sigaralar ve ardından gelen kronik bronşitin
öksürükleri beni çok mutlu ediyor, çünkü her öksürüğüm ve çekilmesi damarlarımın, ciğerleri-
min parçalanışı beni sana bir adım daha yaklaştırıyor ve sana, yanına geliyorum adım adım ve
yudum yudum… Bu özlem nasıl vuslata dönüşecekse öyle hızlı ve atılganım Altmış iki yaşımın
verdiği dinamizmle ve kendime çok kızıyorum boş bulunupta o sözü sana verdiğim için, kimse-
ye belli etmiyorum aslında kendi kuyumu kazdığımı… O bildik atasözleri ile karşıma çıkmasın-
lar ve tereciye tere satmasınlar diye… Ne demekti o ''benden önce ölmeyeceksin'', ne demekti
o ''benden sonra çok uzun yaşayacak, anılarımızı torunlarımıza anlatacaksın''… O an gözlerin-
deki hüzünleri yüreğime serpip yeşertirken nasıl oldu da söz verdim sana ben, bugün hala ken-
dime kızgınlığımı sakil ortamlara taşımak ağır geliyor, kaldıramıyorum, nefes alamıyorum…
……………Vakur görünüşümün ardında, içimdeki deli poyrazı bilmeyenler her ay aksatmadan
düzenli olarak gittiğim yerleri merak etmekte ve yaşadıkça da merak edecek, sen ve benim dı-
şımda da kuşlar dahi duymayacak sana verdiğim sözün gereği olarak… Yürüdüğüm cadde ve
sokaklarda başımı, yüzümü gizlemeye çalışıyorum seni merak edip nerede olduğunu soracak-
lar ve beni tanıyacaklar diye ama akşam olup ta iki duble içmek için pineklediğim mekanlarda
yıllar öncesinin şef garsonları, komileri, işletmecisini görünce saklayacak, gizleyecek bir şey
kalmıyor… Hemen hepsi seni soruyorlar göz pınarlarım doluyor, taşıyamıyor, gizleyemiyor, ar-
dından tuvalete gidip hüngür hüngür ağlıyor ve bütün pınarlarımı susuz çöle çevirinceye kadar
boşaltıyorum son dublemi içerken elim, ayağım, yüreğim titremesin, şiirli, şarkılı, fıkralı gecele-
rimiz anlamında yad olsun diye… Meydanda su fıskiyelerinin arasından, altından ıslanarak ge-
çen ve bizden ekmek parası isteyen güneydoğulu küçücük kızların cirit attığı yolların Arnavut
kaldırımlarında yürümekteyim, damağımda kurutulmuş dutların yumuşak kıvamını ve yediğim
sütlü kabak çekirdeklerinin kabuklarını cebimde biriktirerek… Eczane'nin camekanında''horla-
ma ilacı geldi'' yazısına acı tebessümlerimi yollayarak, süper lıght sigarası olmayan bir tekel
bayiden iki kutu bira alarak kokunu duyumsayacağım otel odasına doğru yol alıyorum tek ba-
şıma ve elinin sıcağını ellerimde hissederek… Ve birazdan yarılanan gecenin matemine mate-
mi eklemek, kahvaltıda yemeyeceğin sahanda yumurtaları sipariş vererek tarafımdan…
……………Tütsülerin onurlandırdığı ve titrek olmayan bir mum alevinin yüreklerimizi ısıttığı o
geceden yüzlerce gece üretiyorum sensiz *******imde ışıtsın diye ve gördüğüm her dumanın
ardında bize benzeyen siluetler arıyorum biçare… Gözlerim karanlığın içinde yolculuğa çıkar-
ken yüreğim bilinmeyen ovaların yağmurlarında ıslanıyor, ıssız dağ başlarında yazısız pankart-
lar açıyorum çamı çok olan yuvalarda açık demli çay kıvamında… Uzansam tutuvereceğim o
yıldız dolu *******, yorucu merdivenler sonrası terli tenlere bırakıyor yerini yanar ateşlerin iz-
lerinde ve mavi kalemlerin keyfinde zirvede çözülen bulmaca dolu sayfalardan bir sahil kasa-
basının rüzgarlı öğlen güncesine uzanıyorum midye tava- kokoreç kardeşliğinde… Akşamı lez-
zetli balıkların nasıl bu güzel kıvamda piştiği soru olurken düşlerime bir daha aynı lezzette ba-
lığı, midyeyi nerede nasıl yiyeceğimi düşünüyor, bulamıyor kadehlere sarılıyorum öksürükle-
rimin eşliğinde… Boğuluyor, kıvranıyor, yutkunamıyorum her şey her nesne üzerime gelirken
animasyon izliyorum sanki sessiz ve çığırtkan… Çocukluk, gençlik ve üniversiteli yıllarıma ait
resimlerime baktığın o kasabada en çok üzüldüğüm şey ise masamızla ilgilenen egzotik giysi-
li garson kızın olduğu tamamı ahşapla gizemlenmiş lokantanın yerinde yeller estiğiydi…
…………… Artık sana verdiğim sözlerin yüzdesini küçültmeye başladım ama silmedim, silme-
yeceğim, yokluğunda bile kıyamam, dayanamam bilirsin yanımda, kollarımda, el eleyken dahi
özlemlerindeydim ve minicik gereksinim molalarında dahi uzun hasretler soluklanırdım adım-
ların yaklaşırken, sonra su gibi akan zamanlardan yalnızlıklarımıza büründüğümüz uykusuz
*******imin sen kokan *******ine salınırdım… İlk karşılaştığımız tesiste durmuyor, duramıyo-
rum, karşındaki barakada yudumluyorum çayımı, mola veren insanların bilmezliğinde, sigara
paketinin yarısını tüketiyorum orada, sonrasında yanlış rotalardan başka kentlerin bozuk inşa
edilen yeni duble yollarında olduğumu fark ediyor ve geri dönmeye en kısa mesafeli U dönüşü
yapılmayan yerlerden başlıyorum bir şeylerden, birilerinden, yasaklara uymamanın verdiği o
garip zevki tadarak ve intikam alırcasına gençliğimizi hiçe sayanlardan…
…………… Pırıltılı *******den gökyüzünün tüm yıldızlarının aydınlatamadığı berrak ama zifiri
karanlıklarında debelenmekte, bir yol bulmaya çalışmaktayım patikalarda düşe kalka yürürken
yüzünün ayışığında… Bir görünüp bir kaybolurken yüzün, gözlerinin hüzünlü ışığına doğru
yol alıyorum soluk soluğa… Hiç görmediğin takım elbisemle en güzel renkli kravatımı hazırlı-
yorum geceden sabahında seni ziyaret için ve en sevdiğin çiçekleri bir gün önce sipariş vere-
rek… Kahrolası hiç sevmem şemsiye taşımayı ve çiçekler çeketimin içine kokusunu yayarak
sana geldim yine söz verdiğim ziyaretlerim için yağmur eşliğinde… Hep farklıydın ya, hep ay-
kırıydık ya istemedin mermer mozoleli mezar taşı ama bende kanıksadım hak verdim insanlar
soğuktan titrer, açlıktan ölürken ne menem şeydi mermer mezar taşları… Her gelişin, ayakta
dimdik olmalı demiştin ama dizlerimde bedenimde derman kalmadı, yok yok yağmurdan değil
taşıyamıyor dizlerim bedenimi çok ağır geliyor, çöküyorum ayak uçlarına ve yanına çiçekleri
bırakarak… Nefes alışlarım kısalırken başımı kaldıramıyorum çöktüğüm ayak uçlarındaki top-
raktan ve her yer ilginçtir toprak, çimen kokmalıyken kokun yayılıyor oralarda sanki dev boru-
lardan ve püskürterek… Kokun beni sana çekiyor, içine çekiyor, daralıyor, boğuluyor, ayak uç-
larının olduğu yere başım gömülüyor, nefesim kesildiğinde hareket etmeyen bedenimde duy-
duğum sesler işlem tamam dedirtiyor bana duyduğum seslerden… ''Sevdiğine kavuştu'' diyor
tanımadığım ses-sesler, nasıl bir aşk diyorlar, her hafta aynı gün aynı saatte buradaydı, şimdi
sevdalısının, yavuklusunun yanı başında kendi adını ölmeden yazdırdığı yerinde ve yan yana
diyorlar…. Sana geldim… Bize geldim… Söylemiştim değil mi? '' BİZ AYRILAMAYIZ ''…
28.07.2006- Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:28 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / BUGÜN SENİN DOĞUM GÜNÜN
…………… Sanki yer yarıldı içine girdin, bense çaresiz, tükenmiş, bitmiştim ararken seni ve en acı en kötü
günlerim yıllara yayılarak sürüyordu kaybolmuşluğunda… Yolu, çıkarı olmalıydı sana ulaşmamın, yitirirken
hafızamı son kozlarını oynayan kumarbaz, alt kümeye düşmemek için son maçında canına dişine takan bir
futbol takımının oyuncuları canhıraş mücadelelerinde yaşamla ölüm arasında ince çizgide nasıl hissederse
çırpınırcasına... Öyle çırpınıyor, koşuyor, tökezleyip düşüyorum ve yeniden kalktığımda ayakta duracak,
koşacak, konuşacak gücüm kalmıyor t-ü-k-e-n-i-y-o-r-u-m …
…………… Enerji toplamaya çalışırken takıldığı bütün aletlerde işlevini yitirip boşalmış dünyanın en küçük
pil'i oluyorum, çöpe atılmaya gerek dahi duyulmayan, rasgele savrulan herhangi bir yere… Bilsem orada
olduğunu, duymasam da hissetsem sadece, yere basarken birisi gelse ayak sesinin tamam diyeceğim, devam
edeceğim esrik, savurgan, serseri, susmak onurları olan insan kütlelerinin içindeki yaşar gibi yaptığım
yaşantısız soluklarıma… Gün içerisinde alacağım tek soluk yetecek okyanuslarca uzaklığa rağmen…
…………… Veriler topluyorum küçüklüğümden bugüne sakladığım, gençliğimde kupon biriktirip kuyruklarda
rezilce bekleyerek aldığım ansiklopedilerden… Bu mevsimde susuz da kalsalar kır çiçeklerinin bu esarete
birkaç gün dayanacağına, solmayacağına dair doneleri iliştiriyorum yitmek üzere olan belleğime… Ve hafta
sonları yanından geçerken hep seninle ilişkilendirdiğim rengarenk çiçeklerin tezgahta kalanlarının tamamını
satın alarak kutunun içerisine ellerimle yerleştiriyorum, sana ulaştığında tek yaprağı dahi zarar görmeden
ilk andaki görüntüsü ile ve açarken kokusunu içine çek diye… Orda yoksun biliyorum, nerdesin bilmiyorum
ama sana ulaştıracaklar, haber verecekler biliyorum… Orada olmamanın haklı gerekçelerinin olduğunu
aklıma asla getirmiyorum, getiremiyorum ki… Kaç gün geçti bilemiyorum, bildiğim sadece yokluğunda senin
yerine teslim alınan koli… Ne kutlama şiirlerime yanıt, nede eline geçtiğinden emin olmadığım çiçeklerden
bir haber alamıyor, gecenin sessizliğine hıçkırıklarımı ekleyip yorganı ilk kez başımın üzerine çekiyorum…
…………… Tahrip gücü en yüksek seviyede bombaların beynimi parçalayan uğultularıyla yataktan yere
düşmek üzereyken uyanıyor, kara kışın ortasında terlerimi siliyorum gördüklerimin deli eden etkisini
gözlerimin önüne seriyorum birer birer ve atlamadan kaybetmeden hiçbir kareyi… Biliyorsun ve biliyorum
hep tersine çıkmaya yorumlanır rüyalar biz hariç ve gördüklerimiz gerçektir tersi doğrudur ütopik rüyalarımız.
Yoksul insanlara yardım için dost olamayacak dostlarınla günlerdir koşturuyorsun kentinin sokaklarında,
caddelerinde, tanıdığın tanımadığın işyerlerine girerek bir bilet bir bilettir diyerek ve şaşarak kendi direncine
enerjine durmamacasına… Uzun, altın yeleli saçlarından sağanaklarla süzülen yağmur tanelerinin tenini,
bedenini esir alacak olmasının umursuzluğunda, yüreğindeki insanlık onurunu dışa vurarak, anaç ve melek
yüreğini sergileyerek… Sonrasını hatırlamasam da olur, o dinleti sonrası günlerdir bronşit esaretinde ve yine
yardım istemeyen umarsız davranışlarına kimliğini ekleyip kıvranıyor, öksürüyor, öksürdükçe ciğerlerinin
parçalanmışlığını sergiliyorsun rüyamda… Neden, niçin? Diye sormuyorum yanıtsızlığımda sevmediğin
soruları sormam bilirsin… Bilirsin de bir haber vermezsin merakımda, bilirsin de ses, nefes vermezsin dünya
başıma yıkılıyor sandığım ve hissettiğini bildiğim anlarda…
…………… Ağır geçeceğini tahmin ettiğim kış, Kasım vurgunundan bu yana bihaber geçti… Öyle ki kar ve
buzlarla kaplı Tunceli yolculuğu bile şehir içindeki en kısa yol oldu sanki buz üzerinde dans ederken ve
sabah kalktığımda yola çıkarmayacak kar kaplamışken yolları… Yabancısı değilken kar'lı yolların, ürkekliğini
duymazken asla en çok Joanne Beaz şarkılarını özledim, kilitli duran bagajımda ve sensizliğimde… Yeni
dünyanın gençliği, eskileri, kokanaları, sonradan görmeleri malzeme olmayı sevdikleri tele vole *******inde
ve yeni soluk Layla'lar da kutlarken doğum günlerini, bekaretini verdiği geceyi doğum gününe denk düşüren,
aşk koydukları adı kirleten, emek'ten üretimden yoksun ve onur yoksulu olduğu dünyaya gözleri kapalı
insanların olduğu bu coğrafyada ağlamaktasın... Bir ben biliyorum ağladığını birde sen… Oysa cola bardağı
eşliğinde bir dilim pasta, koca bir kutlama senin onurlu dünyanda… Tüm çirkinliklerine rağmen dünyanın
hawai fişek eşliğinde kutlamadır sana, aykırılığını kabullenmeseler de umarsızlığın direncin dingin yüreğinde…
…………… Paris'in gökyüzünü görünmez yapan ışıltılı *******inde adrenalleri yükselen aşıkların hissettiği
romantizmden, Havana'da salsa yapan Cuba'lı kızların dansın büyüsünde kendilerinden geçerek dünyadan
koparcasına yaptıkları ritim, Leonardo'nun Mona Lisa'sının ellerindeki ahengi birleştiriyor, büyütüyor, ışıtıyor,
dünyanın en büyük tablosunu yapıyorum… Ve balonlarla süslüyor, pankartlar iliştiriyor, mumlar eşliğinde
tütsüleri ateşleyip sana sunuyorum… İyi ki doğdun, iyi ki varsın diye… Yıllar önce doğuşuna sevinenlere
yıllar sonra çok uzaklarda ama hemen senin yakınında bir deli adam ekleniyor, ne iyi etmişlerde annen-baban
seni doğurmuşlar diye… İyi ki doğdun bir tanem… İyi ki varsın hayatımdan öte damarlarımda… Bugün senin
doğum günün… Doğum Günün Kutlu Olsun…
24.3.2006 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:28 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / DOKUNUŞLAR ÖLÜM, ÖLÜM ÖZGÜRLÜĞÜMÜZDÜR…
……… Serçelerin ürkek ve ahenkli ötüşlerinden tenlerimize yansıyan sonsuz senfoninin
ölümün kıyısında başlayıp girdaplarına sürüklendiğimiz anlardı bitmez dediğimiz *******
ve sabahın gizeminde sarmaladığı uçsuz bucaksız yolculuklarımız… Serçe kadar hafif,
ötüşü kadar çıldırtan, ölümü güzelleştiren soluksuz anlarımız…
……… Eros'a nazire yaparcasına ıssız ormanın derinliklerinde yeni yollar, geçitler ve pa-
tikalar keşfediyorduk soluklarımızdan ölüm, tenlerimizden yeniden doğuş yayılırken ve
orman kavruluyordu güneş görmemişliğinin adrenalinde… Dokunduğumuz ölüm, girda-
bının bilinmez derinliklerine çekerken rengarenk sis dağları oluşuyor ve her sisten yeni
fidanlar ve fundalıklar üretiyorduk, bakir alanlar doyumsuzlaşıyordu kıraçlığında…
……… Varyasyonlar yerçekimine başkaldırıyor kanatsız uçmaların yenidenliği şekilleni-
yordu uçsuz, bucaksız, kimsesiz, sen ve ben ile nefeslerimizin toplamının yeni bir evren
yarattığı noktada… Süper marketteki kasiyer bir kızın sevgilisi ile geçireceği flört zaman-
larının, yazar kasa ile tuşları arasında kaybolan yitik anlarına benzeyen yaşanmamışlıkları
binlerce kez uçurumdan atlarcasına adrenal yükleyen tenlerimize yayılıyordu gecenin bit-
meyen tütsü kokulu gizemlerinin arasında… Doğuyor, ölüyor, kutsanıyorduk yeniden…
……… Tahta sandığından çıkarmaya kıyamadığı ve genç kızlığında işlediği naftalin kokulu
emek dokulu kanaviçe, etamin ve haraşolarının çok yakışacağını düşündüğü yeni yetme
çıtır torununun giydiği cüretkar mini eteğinden ve yarattığı seksapelden utanan seksenlik
ninenin içindeki bastırılmış duyguların, gündüz mavi küçük bulutlarda, gece binlerce yıl-
dızlarda açığa çıkması, yansımasıydı tek yürek, tek beden ve tek can olurken... Gardiyanı
biz, ceza evinin yüreğimizin olduğu içsel ve kapalı duygularımızın firar ettiği anlardı ki biz
izin veriyor, görmezlikten geliyor, göz yumuyorduk iki firarinin masum, temiz, suçsuz ve
günahsız dünyevi buluşmalarına… Aykırı yüreklerle tabiatta dengesizleşiyor, buluşamaz
denilen iki ayrı kıtanın durgun nehirleri tek bir akakta azgın ve coşkulu ilerliyordu…
……… Açık denizlerde yelkeni parçalanmış tekneydik, okyanusların egzotik renkleri ses-
lerimizin çığlığa dönüştüğü her anda tenlerimizde yeşilden maviye, maviden türkuaza dö-
nüşürken sürükleniyorduk bilmediğimiz denizlerin sularında ve nereye götürse gidecektik
yelkensiz, güvertesiz… Karaya vursak hissetmez, coşkun nehirlerden denize dökülsek
farkına varmazdık ve kelimesiz ve parşömensiz yazdığımız mektuplar ıslanırken yeniden
ve sayfalarca yazmaya devam ediyorduk ıssız, yeşil, mavi adacıkların arasında dümensiz,
rotasız savrulurken … Serenat; martıların kanat çırpan beyaz kanatlarıydı…
……… Papatyalardan taç yaptığım çiçekleri boynuna takıyor, ıssız, korunaksız, mum ko-
lu mabedimizin prensesi oluyordun konukluğumda, bense prangasını parçalamış özgür
mahkumdum anne kokunun konukluğunda… Yangınlar çoğaltırdık konukluğumuzda ve
dünyanın tüm itfaiyeleri yetersiz kalırdı, gözlerimizle yakar, tenlerimizle söndürürdük bize
ait yangınları ve öyle alevsiz, öyle yakıcı, öyle büyülü… Yandıkça ölümün ürperten serin-
liğinde kayboluyor, yağmur bulutlarına dönüşüyordu küllerimiz… Yeniden savrulurken
alevlere, göklere, küllerimizde doğuyorduk tek can olmanın cazibeli hışırtısında… Tutsa-
ğıda bizdik bu aşkın, özgürlüğü de… Her dokunuş, her ölüm özgürlüğümüzdü…
31.1.2007 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:28 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / DÜŞLERİMDE DÜŞÜRME BENİ
......... Sinsi ve hain geceden gün gibi içime düşen ve yayılan düşsel kırıntıların esintisinden kahroluyor ve yol arıyor, ışık bakıyorum ufacıkta olsa seni görmek, düşleri temizlemek için. Öyle kırılgan ve öyle sinsi ki, düş denilen olgu, silip atmak istiyorum...
......... Evin içinde geceden yankılanan düş seslerim adeta duvarlardan bana bakıyor, ben ise uyku ve gecenin mahmurluğuna sersemleşmemi ekliyor, balkondan savurmak istiyorum sabahın köründe taşıt bekleyen insanlara korna çalarak ilerleyen dolmuş şoförüne ve çıkardığı onca gürültüye... Sus be adam...
......... Vedalara uzanan yansımaları silmek, sifonla şehrin kirli sularına gömmek için yüzümü yıkıyor, yıkıyor ve aynada akseden yüzümün kirli sakallarına da yansıyan kır renklerin çoğalmasını izliyorum, kendimden yanak alarak... Esrik *******imin sabahında tanımaz ifadeyle süzdüğüm yüzüm, yarı yabancı yarı tanıdık geliyor sevgili... Neden düşlerime geldiğinde öyle hoyrat, öyle acımasız ve zalimsin? Sanki uzaklardan bir yerden Ferdi Tayfur’un yıllar önce söylediği o arabesk şarkı çalıyor: Tanrım nasıl sevdim böyle zalimi.
......... Tut ki zalimsin, şose boylarında düdüğü bozuk eski bir şimendiferin altında kalarak ölmektense, iğneli sözlerinin üzerinde Hint fakiri gibi oturmak daha güzel sevgili ama bil ki platonik değil o dikenler... Hint okyanusunun gizemli mavi derinliklerindeki yosunlar bile sen kadar zalim değil sevgili, dokununca öyle sarmalıyor, öyle okşuyor ki uzak ülkede piyano çalan ellerin sahibinin ben olduğu hissini veriyor...
......... Arka arkaya yumruklardan abandone oluyorum, ipleri olmayan uçsuz bucaksız ringin orta yerinde ve vurdukça vuruyor, kanadıkça yaralarıma saldırıyorsun, kan içmeye susamış vampir-boksör karışımı bir edayla... Oysa bakışın, gülüşün, yürüyüşünün edalarını seviyorum, vuruşlarının edası, senin olsun sana kalsın sevgili... Hintli değilim ama öyle yoksul, öyle fakirim ki düş sonrası anastezik ağrıları çoğaltan hekimliğinin hüneriyle...
......... Pusulası bozuk tekne olup on iki mil dışına savruluyor, bayraksız ve vatansız mülteci var sayılarak dünyanın denize kıyısı olan tüm ülkelerinden iltica önerisi alıyor ama hepsini reddediyorum sevgili, biliyorum ki sevgisi güzellik olmayan ülkelerde sen gibi güzel seven, sen gibi düşlerinde dövse bile sevgisini göstermeyen halklar, halk değildir... Halk; gözleri sen gibi hüzünlerinde bile güzel bakan, umuda tohumlar eken, düşlerinde yıldız çoğaltan olmalıdır ve değilse ben sana mülteci, ben sana sığınmacıyım sevgili... Örselesen de düşlerimde, düşsem de yaban ellere hep sana sığınır, düşlerine saklanırım...
Mart - 2008 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:28 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / EN UZUN YoLCULUK
.......... Soğuktu, nemli camlardaki buğu yüreğe yansırken dışarıdaki soğuk, içerideki sıcaklık hiçti, hiçbir şeydi, anlamsızdı, kuş uykusundayken sen ve tüm kent uyurken... Kentinin orta yerinde zaman, gece yarısını ben geçe ve sen uyu zamanlarıydı, geçiyor muydum, hayal miydi, neredeydim? Diye sorgularken, direnen gözlerimdi uykuya ve sensizliğe...
......... Eflatun renkli sabaha yaklaşırken Bolu dağı tünelinde, neredeyse ülkenin bir yılık bütçesini buraya harcayan tüm siyasileri özlemle anarken nefesim daralıyor, çıkamayacağız bu tünelden diye düşünüyordum ki yine ve sonsuz yaşama dürtüsü ağır bastı... Korkum ölümden değil bilirsin ve sadece senin bildiğin içindi, öyleyse az kalmıştı çıkmaya...
......... Ve yoksa bir serçe miydim gözlerimin inanmaz ve şaşkınlığında mavi renkli laleleri gördüğümde, düşte miydim diye yolun sağı ve soluna bakarken genleriyle oynanıp üretilen onca renkli laleleri görünce hayretimi kendime sakladım koyunlaşmış yolcuların içinde... Ve başka seçeneğimde yoktu suskunluklarını kader olarak algılayan ve bu şekilde yaşamı seçmiş küçücük kalabalığın içinde... Körfez belediyesinin rengârenk lalelerle süslü yollarından alacaklı olduğum kente doğru uzanıyordu zaman ve otobüs...
......... Teknelerin olta ve ağlarını çoktan denize saldıkları saatti yolculuğun sonu ve kısa dinlence uzun soluklu güne uygun düşecekti, çünkü gün uzun, zaman sabahtı henüz ve hiç yormazdı bu kent özlemle gelenleri... Farklıydı havası, suyu, her şeyi ve karmaşıklıkla gizem arasında çözülemeyen bir duruşu vardı, bu yüzdendi sanırım onca insanın bu yapıya rağmen burayı tercih etmesi... İçine alıyor, sarmalıyor bırakmıyordu kolay kolay...
......... Ayıp sayılan sevdaların yaşanmamışlığı, soğukla birlikte çarparken yüzüme, yosun kokulu, martı sesli iskele civarında acı bir gerçek gibi yıllar önceye götürüyordu... Ve o tarihlerde hiçbir kızla randevulaşıp buluşulamayan bu kent şimdi yüreklerde dünya güzeli varsayılan Hazal kızla buluşmaya yapacağı ev sahipliğinde farklı heyecan ve tatlar veriyor, çıkardıkları seslerin ahenginden bihaber martılar ise güneyden gelen adamın üzerinde döne bağıra yükselip alçalıyorlardı...
......... Platonik aşkların sevdaya dâhil olmadığıydı asıl olan ve gerçek ise az önce başım üzerinde dans eden martıların şehir hatları vapuruna eşlik ettiğiydi... Karaköy’den Beyoğlu özlenen anlara uzanış, militan eylemlerin izdüşümünde anılardı şimdi belleklerde kalan ve küfürlü sohbetleriyle özlenen Can Yücel’in Kahve’sinde çay mola zamanlarıydı Kuzguncuk gülümserken güne... Ben en çok dönüşleri sevmedim gidişlerimde ve yine o kent uyuyorken dönüş yolumda, biliyordum uyumayan kim varsa, bu yüzden acı en aza iner miydi? Diye uyuma numarasıyla geçmek kimi ve nasıl kandırmaktı? İçinde, konusunda sen olan her şeyi sevmek nasıl güzeldir bilirsin belki sevgili peki, bilir misin içinde sen olan kentten bir gece geçmek ve ertesi gece o kentten yine geçmek nasıl bir duygudur? Belki bilmiyorsun diye söylemek istedim, duyuyor musun? Uyuyor musun demiyorum biliyorum seviyorsun.
Nisan 2008 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:29 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / GECEYE YOLCULUK…
……… Solgun, soğuk, rüzgarlı, tenha *******de yanmayan sokak lambalarının dibine düşen
sarı, kızıl, kuru, çiğnendiğinde ses çıkaran cansız yapraklar misali savruluyor, zikzaklar çize-
rek bir baştan bir başa sürükleniyorum siluetsiz sokaklarda…
……… Evrimi, her gelen yeni yerel yönetim yüzünden tamamlanamayan cadde ve sokakların
başıboşluğuna, tenhalığına aldırmadan arşınlıyorum kaldırım kenarındaki yolları, çünkü; ola-
naklı değil kirada oturup ta son model arabalara binen görgüsüzlerin kaldırıma park eden
araçları yüzünden orada yürümek… Olsun yollardayım diyorum kendi kulağıma kendim duya-
cağım çığlıklarla ve küfürler ediyorum her arabaya! ! Ama sahibine değil…
……… Varsıl görünümlü caddelerden titrek görüntüler sunan ara sokaklara dalıyorum gece-
nin bilmediğim saatlerinde ve sıcak ekmek kokusu her adımda genzime dolan fırına yaklaşı-
yor, sokakta yürüyerek yiyeceğim sıcak pidenin dayanılmaz lezzetini hayal ederken karşıma
çıkan o hain, o puşt köpek yüzünden yolumu değiştiriyorum… Yoksa küçücük bir köpekti de
gecenin karanlığından yansıması mıydı bana iri gözüken, derken yeniden dönemezdim ki o
sokağa, kaybetmiştim yolu bir kere… Uçan, yürüyen kanatlı kuş ve tavuklardan korkan birisi
düşüyor hiç çıkmadığımı usuma ve üzerine yerleşiyor çıkmamışlılığında oradan…
……… Tüysiklet bir görüntü yaklaşıyor her attığım adımda ve az önce odur mutlaka diye dü-
şündüğüm kadınla karşılaşıyorum tek göz odalı eve yaklaşırken…'' Ulan pezevenk her gece
içersin, bir gecede gel misafirim ol, elini cebine sokturmam ********'' söylemini kaçıncı kez
tekrarlıyor, kaçıncı kez yüzüme bakmadan o karanlıkta onca alkol yüklüyken tanıyor hatırlamı-
yorum birbirimizden uzaklaşırken. Gençliğinde uzun saçları, yüksek topukları, attığı her adım-
la rüzgar yeleli kısraklara benzetilirmiş ve şimdi bir lokma ekmek için konsomatrislik yaptığı
gazinodan evine doğru uzanmaktaydı ağır aksak…
……… Aksak, ağır ve vurdumduymaz siluet kalırken ardımda her gece yeniden keşfini yaptı-
ğım yolların üzerinde genel hareket halindeyim… Baraj gölüne paralel kesitteki mahallenin
sokağa taşan sarmaşıklarının yanından geçerken manolya kokuları geliyor şimdi, pide koku-
sunu o köpeğe değişmenin acizliğinde ve anımsıyorum birden esrik güncenin gerisinden
geçen gece teknolojinin gerekliliğini…
……… Petunya'larla kaplı duvarın önünde duruyor ve seni otuz yedi bin (37000) gündür ara-
madığım düşüyor yitirdiğim usuma, belleğimi hızlandırıp aradığımda seni ve konuşmamız bit-
tiğinde tuttuğum kronometre bile gülüyor bana, bize, özlemimize.. O mis kokulu duvarda tüm
kokuları içime çekerken, aslında asırlar öncesinden gelen kokundu özlediğim ve gecenin o
saatinde özlem dolu konuşmalarımızın belgesiydi, otuz yedi saat konuşmak gecede… Ay ışı-
ğının yüzümüze yansıdığı geceydi, gecede konuşulan tam otuz yedi saatti, özlemler dolu an-
ları yeniden gökyüzünün laciverdine devreder ve uğurlarken iki deli yürek birbirini… Yatırıp
seni gelmeyen uykularına, uykusuzluğumda gece yolculuğundaydım yine, seninle sabaha…
27.07.2007 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:29 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / GİTME... ÜŞÜRÜM... Gitme...
......... Sen bakma üşüdüğüme, şimdi ben çok uzaklarda ve ulaşamayacağım simitçi fırının susamlı, taş simidini özledim aslında ve o susam taneleridir yokluğunda içimi ısıtan. Görsem ısınmam, yemem, her nesneyi sen saymışlığım ve düşünmüşlüğümde... Yoksun ya işte... Üşüyorum...
......... En çok kaldırım kenarında küçücük ayakları şişmiş çocuklara yanarım ve okşamak istediğim al al yanaklarının soğuktan donmasına aldırmadan ve aslında canı yanmışlıktandır çığırtkanlık yaptıkları simitler... Öyle susar ki içimin çığlıkları, konuştursam nefes alacağım, konuştursam susturmayacağım ‘sen’ diye atan tınıları... Öyle sonsuz ki çığlıksızlıklarım, gıptayla izliyorum simit satan minikleri onların çığırtkan sesinde ve ayazlarda...
......... Veto edilen kanun hükmünde kararname gibi geri dönüyorum kimliği belirsiz soğuk *******den sıcak ve hışırtılı müzik yayan küçük dükkânların yoksul ve baharat kokan, nemlenmiş duvarlarını düşleyerek... Ve her defasında veto yemekten usanmadan, nereye ve nasıl gittiğimi bilmeden dönüyor dönüyorum, genzimde hep o nemli kokularla...
......... Turnikeden jetonsuz geçmeyi deniyor, takılıyorum ve kuyruktakilerin sevgi ve sövgü dolu bakışlarına gözlerimin karasıyla, tedavülden kalkmış jetonun antika değeriyle bakışlar fırlatıp ve sürtünmek zorunda kalarak geri dönüyorum... Sussam, bakışlarımla konuşmasam, biliyorum ki bu masum ve her gün yeni bir hakları gasp edilen insanlar, içlerinden Allah Allah nidaları, dışlarından serseri ve sümsük kelimelerle saldıracaklar... Yok, öyle yağma, jetonumuz yoksa da özlem dolu yüreğimize sakladığımız yumuşaklığımızın ardında sert ve kararlı bakışlarımız var ne de olsa...
......... Akşam saat kaçta olur, gece ne zaman başlar umurum olmadı asla, zira gözümün açık olduğu her an sen varsın, seninleyim ve gecede siluetinle kenti bir boydan bir boya kat ederken yorulmayışın, sızlanmayışın, siluetinden değil aslındandır sevgili... O yüzden her gece, sabaha karışsın, uyumayayım isterim, çünkü rüyalarıma sıkça gelmiyorsun, üşüyor ve sıcak simitçi fırınları arıyor, bulamıyor, çıldırıyorum sevgili...
......... Paylaştıkça çoğalan, geceye kısrak gibi narin ve asi uzanan aşktı yaşadığımız ve daha nice yaşayacağımız... Veda zamanlarının dayanılmaz ürpertisini ceplerimde saklayarak zemheri soğuklara kardeş yapıyor, üşümelerimi çoğaltıyorum titrek ve dalgın yürürken kentin caddelerinde... Her adımda üşüyen yerlerime simitçi çocukların çığırtkanlıklarını ekliyor ve çocuk sesli üşümeler çoğaltıyorum yokluğunun mevsimlerinde... Üşürüyorum yokluğunda, mevsimler aynı takvim yaprağında, bir gün sonraya dönmüyor... Gitme sevgili gitme üşürüm... Düşerim takvim yapraklarının sonsuzluğuna, üşenirim yarına... Gitme, gitme...
Şubat – 2008 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:29 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / GÜL KOKuLU YAĞMURLAR...
(**gül kokulu yağmurlarda ıslandık** / **yine de senin kokun gitmedi** / **Kadınım'dan**)
…………… Sağanak yağmurlarda yürüyorum günlerdir durmadan, her damlanın saçlarımdan ayaklarıma
kadar süzülmesini izliyor, onlarca, yüzlerce damlacığı tek tek takip ediyorum saçak altı ve şemsiye tutan
korunaklı, meraklı bakışların izleyişinde… Biliyorum insanların akıllarından neler geçirdiklerini ve ben
düşünmek istemiyor ilerliyorum damla damla… Islanmayan tek zerrem kalmasın, yaşamda kirletilmemiş
ne kaldı diye anımsamaya çalışırken saf, masum, temiz ve dokunduğu, gezinti yaptığı her dokumda
çocukluğumun çizmelerini renklendirip, birikintili yerlere giriyorum su ile dolsun diye ayakkabılarım…
……………En çok Serpil'i severdim küçüklüğümde, benden deli ve her su birikintisinde adeta vals yapar
gibi yürüdüğü ve çamurlu suları yüzüme atıp sonra temizlerken anne şefkati gösterdiğinden, sonra da
bize gidelim üstünü kurulayayım dediği için ve ben büyümeyen asla da büyümeyecek olan utangaçlığıma
hiçbir kılık giydirmeden utanır koşarak eve kaçardım… Serpil'den… Yağmur'dan… Utangaçlığımdan… Ve
ablamın okuldan gelmesine yakın saatlerde onun havlusunu kullanırdım kızacağını ve beni birkaç mahalle
kovalayacağı bildiğimden… Vazgeçmezdim büyüklerimin öfkesini, kızgınlıklarını bana aktarmalarından
ve onların bu sayede sinir sistemlerini çalıştırdığımı düşünür her hangi kalp rahatsızlıkları geçirmeyerek
uzun soluklu yaşayacaklarına inanırdım çocuk yüreğimle… Ve sevinirdim ölmeyeceklerine dair… Şımar-
tılmama uygun fırsat ve insanlar olmadığından her an mahallelinin tümüne usumdan geçen geçmeyen
her muzurluğu onların istemediği benim çok sevdiğim, hala tatlı tatlı gülümsediğim biçimde sunardım…
…………… Vera'ya yazdığı mektupları okurken büyük ustanın... Kaldığım, daha sonra okunmak üzere
açacağım sayfanın aralarına bahçemizden kopardığım güllerin yaprağını koyardım açıldığında koksun,
yayılsın diye okuduğum ortama… Sınıftaki kızlardan öğrenmiştim kitap arası kurumuş gül yapraklarını
ve önceleri kırışırken sonra ütülenmiş gibi olurlardı sayfa aralarında orta okula giderken ve bedenimde
sesimde ergenliğe geçişin izlerini taşımaya başlıyordum usul ve ağır ve delişmen… Değişirken ben tüm
fizyonomimle, duygularıma bana ait olmayan romantizmleri eklerken, gülle tanışıyor, renklerini karıştırıp
olmayan renkte güller üretiyordum bahçemizin kimsenin göremeyeceği kuytu bir köşesinde… Her gün
yeni bir renk ekleniyordu bahçemizin gizli gül köşesindeki güller den yaptığım dünyama ve en güzel gülü
senin için yetiştirmeye başlıyordum o zamanlardan bugüne sana ulaştırmak gül kokulu tenine emeğimin
güllerini sarmak için… Solan ve yaprakları azalanları kopartıp gökyüzüne serpiştiriyordum gece ve yıldız
yıldız düşüyorlardı savurduğum uzaklıktan toprağa…
…………… Taç olarak kalanları koparıp yenilerini ekiyordum bahçeyi gül kokuları kaplarken ve en çok
*******i sever, sular, konuşurdum onlarla ki ağır, dingin büyümesi yılları alacak olan göz kırpardı bana
gecenin karanlığında, yıldız yansırdı çenekleri ve taçlarından, her yağmur yağdığında kokusu giderken
hepsinin, yıldız gözlü gül adeta raks eder, damlaların sesinde gök yüzüne yansıtırdı rengini, tek renkli
gökkuşağı oluşurdu sadece benim gördüğüm ve bana yansıyan… Yağmurlu *******de görünmeyen
yıldızlara kızar, açık havalarda toplardım yıldızları asılı oldukları lacivert geceden ve ceplerime doldurup
yağdığında yağmur, binerdim sen renkli gökkuşağının üzerine yol alırken seninle, semada, birer birer
çıkartıp ceplerimden serperdim dünyaya yıldızları… Yıldız yağdırırdım düşlerimden güllerimin üzerine,
ebru desenli gül zar oluşturmak, bahçemim çitlerini yıldızlarla çevirmek için…
…………… Ay gösterince yüzünü seyre dalardım yıldızları, uzanır, yakalar, biriktirirdim yeniden ve her
gece daha çok… Şimdi her yağmurdan sonra açık havayı kolluyor, gecesinde yıldızlarla konuşuyorum
sesimi iletsinler diye ve göz kırparken ay'a yansıtsın sana istiyorum gülümsememi ve ardından attığım
kahkahalarımı ki çok seversin… Ben büyüdüm, ceplerim büyüdü, hacminin büyüklüğüne sığdırıyorum
onlarca, yüzlerce yıldızı ve sana büyüttüğüm gül, gül zar'a dönüştü artık, görmedin, ama içinden asla
çıkmayacağın… Çıkmak istemeyeceğin… Görmediğin renklerde, İrem bahçesi kıvamında çoğaldılar
ve seni yolunu gözlerken, kokularıyla raksına hazırlanıyorlar görsel şölenlerinin ilk ve tekliğinde…
…………… Pamuk tarlasında açan kozalara günün ilk ışıkları değdiği an aydınlık, ışıl ışıl, parıldayan
bir örtü kaplar ekili alanları, büyülü atmosferin içinde egzotik yolculukta zannedersin görünce seni ve
yanında olanları, uzun sürmez gün uzayınca uyanırsın sisler tarlasındaki düşsel geziden… Düşsel tüm
düşünceleri yırttım topladığım yıldızlarla… Tüm güllerin yapraklarını koparıp heybemde sakladım hiç
birinin kokusunu gidermeden… Her gül taç'ının üzerine yıldızlar yerleştirdim sabahın alacasından
gecenin matemine kadar ve şimdi her gül fidanı yıldız açıyor, yıldız kokuyor, yıldız yansıyor görenleri
hayrete düşürüp… Ay ışığında yıldızlar yansıyor gökyüzüne gül kokulu, cilveleşiyor, oynaşıyorlar her
gece yeryüzünden gökyüzüne… Gökyüzünden yeryüzüne… Kayan yıldızlar gül resitali sergiliyor
gökyüzünü izleyenlere… Heybemdeki gül yapraklarını gökyüzüne asıyorum topladığım yıldızların
yerine ve yerleri boş kalmasın diye… Şimdi yağmur bekliyorum, yıldız yıldız astığım gül yapraklarından
süzülsün, gül kokulu yağmurlar yağsın diye… Alnıma, saçıma, yanağıma, tenimin her yerine davet
ediyorum düşecek her bir damlayı, tenim yağmur, tenim gül kokulu yağmur koksun diye… Artık ve
bundan sonra göğsümüze düşecek '' Gül Kokulu Yağmurlar ''…
6.4.2006 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:29 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / HANGi ANNELER GüNÜ! ! ANNE?
…… Sizin hiç anneniz öldü mü? Benim ölmedi çünkü; hiç annem olmadı, doğumumda sonsuzluğa göç etmiş, yaşamını verirken bana, toprağa vermiş son nefesini…
…… En çokta bu dayatma, kapitalist geleneğin çiçekleri vurur beni ama sen bilmiyorsun… Onca yıl bir ama bir tek kez geldin rüyalarıma ve flu yüzünle papatyalarla donatmamı istedin mezarını ve sanki biliyordun deli oğlunun en çok papatya sevdiğini, kucağında papatya resimli kadın gibi… Sabahı zor edip onlarca papatyayla kabrine geldiğimde her gün yediğim vurgunların en büyüğü idi o anki anne ve mezarındaki çiçekleri, toprağı çalanlar hangi ülke ve inancın insanları, buz tutan kıran *******de sen hiç üşümedin mi anne titremedin mi? Kutsal addedilen bu yerde toprağın altındakileri ürpertircesine beni dinden, beni imandan çıkaranlar mı yoksa ben mi suçluyum anne?
…… Varoşlarda doğmasam, orada oturan bir işçinin karısı olmasan şu an nerede olacaktım kim bilir ve bu yanılsamamla sen yine annem mi olacaktın? Peyniri, zeytini mahalle bakkalından her sabah ve gramla alırdık yoksulluktan, seninde evliliğin hep böyle gramla alınan yiyeceklerin dayanılmaz yoksul sızısıyla mı geçti anne? ... Biliyor musun ben hiç muz yemedim küçükken, her gece yorganı çekince üzerime sessizce ağlardım, babam duysun istemezdim… Muz'suz, mutsuz, sensiz geçen çocuklu- ğumda ilkokulun Amerikan süt tozlu, beslenme çantalı geçen günlerin teneffüslerinde muz yiyen çocuklar potansiyel düşmandı anne ve şimdi nerede muz görsem ezmek istiyorum ayaklarımın altında, sahi muzun tadı nasıldı? Anneler sıcak sarılır derler, muzda anne gibi sarar mı dilimi, tenimi? ...
…… Trakya'daki arkadaşlarımdan her yıl Mayıs'ta tenekelerde gelen peynir ne güzelmiş anne, ama heyhat tıkanıyor, yiyemiyorum, karşı sokağın içlerinde doğu-güneydoğudan kopartılan kürt kökenli ailelerin çocukları ekmekle beslenip sağlıksız büyürken kahrolası geçmiyor bir yerlerimden ve kabul etmiyorlar verdiğimde, ''dilencide, açta değiliz, topraklarımıza dönmek amacımız'' diyorlar…
…… Aşk sonsuz bir ilahi ise annelerin çocuklarına yansıyan meleksi kokusu nasıldır anne? Sahi sen nasıl kokardın, kimselere soramadım, kabrini her ziyaretimde toprağını, çiçekleri soluyorum, toprak kokun doluyor genzime, gözyaşlarıma karışınca kokun uçuyor o bittiğim anlarda anne… Babam yıl- lardır hiç konuşmuyor, küçükken korkardım ama büyüyünce anladım hak verdim babama, tüm mahalle acırken, dimdik ayaktaydı ama konuşmazdı ve hiç evlenmedi, bizi hiç yalnız bırakmadı yokluğunda, gerçi üç tarafı denizlerle kaplı ve bizim olan o deniz kıyılarına hiç götüremedi bizi o maaşıyla ama yi- nede kendimizce mutluyduk anne, her ay başı mangal yakar, ancak o zaman et yiyebilirdik, sahi sen kebap sever miydin? Şimdi usta ben oldum mangal başında ama sensiz, ama kimsesiz…
…… Pasaport vermiyorlar bana anne ve iki yıldır Fransa'ya yerleşip ülkeye dönmek istemeyen oğullarımı göremiyorum… Ninem bir gün beni dizlerine oturtmadı, bir gün sevmedi, oğullarımda ninesiz ve senin sevginsiz büyüdü anne ama dizlerimden yüreğimden hiç indirmedim onları… Yarın insanlar yine çiçekler, hediyelerle annelerine koşarken ben ne yapacağım ki anne? Ve her yıl olduğu gibi babam da sabah erkenden çıkar ve gece döner, ne yapar ne eder bu günde yıllardır söylemez… Aykırılığımı bir kez olsun çiğnedim, bu hakkımı kullanarak ve geçen ay kabrinin yanındaki boş yeri satın aldım anne öldüğümde, tükendiğimde yanında yatacağım anneciğim, ellerini verir misin bana orada, yeryüzünde beraber olmadık, ol-a-madık, yeraltında ellerimi tutar mısın bırakmadan, çok üşüyorum anne, kokunu, dokunu orada hissettir misin, bir kez olsun anne sıcaklığında sarılır mısın, çok özledim, hep özledim bir kez dindirir misin özlemlerimi… Anneler günün kutlu olsun melek annem…
11-05-2007 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:29 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / HOŞ GELİR ÖLÜM VE GiDERİM...
......... Sevda çöllerinde kum tanelerinin sağanaklarına sarılıyor, içime esrik vahalar dolduruyorum yokluğunda, avuntumdan öte iklimler değişiyor içlerimde, yağmur yağmur
sen yağıyorsun tenhalarımın susuzluğuna... Irmaklarım taşıyor akaklarından azgın şelalelere
dönüşüyor, yağmur düşmeyen ormanlara sağanak oluyorum kesintisiz...
......... Eylül devrolurken Ekim’e hazan tarifleri yapıyorum literatürlerde olmayan ve baharın ilk ya da sonu olmaz diye haykırıyorum, vadilerin sessizliği yankılanıyor tınılarca... Bumerang gibi dönen seslere yeni sesler ekliyor, varsıllaştırıyorum yüzyıllar süren sessizliğindeki vadilerin eteklerini, deli dolu sesler girdabında yoksul bir bayram yeri eğlencesi yaşıyorum nazire yaparcasına çocukluğumun tarlalarıyla adeta... Deliyim...
......... Viyolonsel sesler dolduruyorum boş kibrit kutusuna, akşamında çilingir soframda sensizliğe, sesin sizliğe seni katıp yokluğunda içip, varsın gibi düşselimde, olmayan gözlerine okuyacağım şiirlere eşlik etsin diye... Rakımın ilk yudumu, sigaramın ilk nefesi, kavun ve peynirimin ilk dilimi, kumsal işi ızgara palamudun ilk tadı, tadım, nefesim, soluğum, yediğim, içtiğimsin, her şeysin, her şeyden ötesin... Ötekisiz ve tek sevdamsın vazgeçilmez, çıldırtan, çılgınlıktan öte tapındığım ilahem...
......... Tut ki yaşamadım bu sevdayı, tut ki yoktun, olmadın, yine de ölmeyecek miyim, yine yitip gitmeyecek miyim sonsuzluğa... Şimdi ve artık varsan, soluk alışlarımda seni atıyor ve sonsuzluğa adınla, sevdanla soluklanıyorsam, şımartan, çıldırtan aşkının bize özel tohumlarını yüreğime ekmiş ve onu orada ikimizin korunaklarında besleyip, büyütüyorsam ve yokluğunda sarılıp aynı yere saklıyorsam ne gam ölmek... Doğarken başlamıyor mu? ölmek denen gerçeklik ve ondan kendimizi korumak, sakınmakla mı eksilteceğiz yaşam denen, içinde boşa geçirilen dönmeyen anları...
......... Aykırı gözlerinin onulmaz çığlıklarını nazlı kavuşmalarımıza eklerken, gecenin aydınlık ve gündüzün karanlığını hiç hissetmedim, çünkü AŞKTAN YENİ HABERİM OLMUŞ, AŞKI SENDE TANIMIŞ, ADINI AŞK, VARLIĞINI KUTSALLIK KOYMUŞUM,
Aşk adına ne varsa sende, seninle, varlığınla yaşadım, kutsandım, onurlandım... Yaşadığım ama doymadığım, asla doyamayacağım, o kutsallık adına kucaklıyorum yitip gitmeleri hem de gülümseyerek, hem de kucak açarak... Ölümse adı hoş gelir... Kabulümdür...
........ Paradokslarımız övüncümüzdü seninle paylaşımına doyamadığımız ve gidişimde uygun düşmeli iki deli yüreğin birlikteliğinden bana düşen payında... Gururluyum gururunu yaşattın bana, onurluyum, onurunu paylaştım seninle, sevdalıyım, öğrettiğin, yaşattığın sevdanla ve ellerin ellerimde yüreğin yüreğimde gidişimi paylaşırken, hüzün gözlerinde ki anne gülüşüyle uğurlamalısın beni... Sana yaşamak yakışır yüreğindeki sevdamızla... Sevdamızın, aykırılığımızın onuruyla gitmek düştü bana kucaklarken ölümü... Hoş geldin ölüm hoş geldin....
24.10.2007 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:29 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / KANAYAN YARALARıMIZDI AŞK…
……… Solgun *******in ardından tan vakti gülümseyen gün değildi aşk, o bitmez
ve geçmez dediğimiz yaralarımızı tazeleyen ama kanatmayan, acıtmayan, benzersiz
bir oksijen depolayan tarifsiz melankolik serseriydi tenlerimizi rahatlatan…
……… En olmaz dediğimiz anlarda yaratılan ve tazelenen yaraların üzerinde tomur-
cuklarla yeşeren, susuz filizlenen, kökleri yıllar öncesinin onulmaz acılarını hapse-
den kırılgan ve masum aşktı yaşadığımız, acısı diplerde ve yaraların hemen altında
dokunsak kanayacak, dokunsak ağlayacak… Şimşekler çakardı o olmaz zamanlarda
ve iki uzak ve ayrı kentin aynı sefil kardeşliğini yaşayan ortak varoşlarındaki halkın
yüreğine düşen cemre olurduk habersiz, uzun, kısa, orta saçlı kızlar seni severdi
sen bilmezken, nehrin kıyısına komşu gecekonduların yeni yetme gençleri de beni
severdi benden habersiz ve umutsuz atlarken nehrin balık kokulu sularına…
……… Ve bir anda dört mevsime eklenmemiş diğer nice mevsimleri üretir eklerken
sevda denen deliye kış ortasında bahar düşerdi bazı kentlerin kıyılarına, ayrıldığımız-
da güneş doğmazdı oralara ve damarlarımızdan hücrelerimize doğru yol alırken sak-
larken içimizde güneşi şimdiye kadar doğmamışlığında… İçimizdeki güneşti yarala-
rımıza değip tuz sancısı acılar doğuran ve her acıda yeniden doğar, doğarken tuzu
şifalı ilaçlara, yaralarımızı aşka çevirirdik konakladığımız sınırı olmayan ülkelerde…
……… Tahrip gücü yüksek mektuplar yazardık dağarcığımızda uykuya dalacağımız
anlarda birbirimize yollayacağımız ve geceyi bölen sessizlikten fırlayarak uyanırdık
yazdıklarımız ulaştı mı diye…? Senden gelenleri okurken bulvardaki çiçekleri ve
çimleri sulayan belediye arazözünün hortumundan fışkıran sular eşlik ederdi yaz-
dıklarının serinliğine ve ürperirdim bir an, yıldızlardan yüreğime dökülen imgelere
sarılır, çim tanesi olur mola vermek isterdim yaralarıma değen su taneciklerinde…
……… Aşk'a inancını kaybetmiş insanlara umut olmak değildi yazdıklarım, acılarım
ve ben, seviyorken sendeki seni ve acılarını, kardeş yaralardı üleştirdiğimiz, dike-
nini yitirmiş güllere ağıtlardı yakılan ve yazılanlar… Yaralarımızı öperdik kavuşma-
larımızda- ki, nemli kalsın, kurumasın, sonraki mevsime uysun diye ve en çok bana
gelen ayaklarının parmak yaralarını sever, sonsuzluğa uzanır öperdim onu doymaz-
dım, her gelişinin kanayan en güzel yarasıydı, bahar badem kokardı sonbaharda…
……… Patika yollara sapardık yangına çevrilip küle dönmesin diye yüreklerimiz ve
her mevsime uygun kanamalar üretirdik çünkü; aşktı ayakta tutan, aşk kanayan yara-
larımızın iksiriydi… On'suz geçen zamanlardan intikam alırcasına her anı yeni anıla-
rımıza ekler ve evrenin aşksız deliklerini, yüreklerimizden gözlerimize yansıyan o
deli mavi sevdamızla kapatmak isterdik farkında olmadan, kapanır mıydı, var mıydı?
bilinmezliğinde… Yüz yıllar süren suskunluğunu patlamalarla sonlandırıp kızgın
lavlarla akan yanardağın ateşleriydi yaralarımız ve kanayanımızdı sönmeyen sönme-
yecek olan… Kanayan yaralarımızdı aşk…
12.09.2007 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:29 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / KAYBOLMA EMİ…
…………… Saatleri asla umursamadığımız akşam üzerinde kısa soluklu bir molaya yönelişinin
gereksinimiydi belki kalkışın, kalkmak üzere oluşun… Uzun mesafeli yemeklerin yanına eğer
eklenmişse bir kaç kadehte, zorunlusun birikenleri dengelemeye bir sigara içimi aralığında da
olsa… Yüreğim ürperdi kalkarken ve dökülüverdi sen ''Kaybolma Emi'' derken aynı anda ben-
deki ''Geri Gelirsin Dimi''.? Gelişine türküler yakacağımı bilen sen, kaybolamayacağımı biliyor-
ken hüzünler dökmekteydi yine gözlerin, saniyeler molasında ve dayanamıyordu yüreklerimiz
yanyana iken bile gözlerimizin ayrılmasına. Kaybolamam, geri dönüşlerine yazılmışım ben…
……………En çok ilk buluşma anında soluğunu hissederim görünmeden sen, sonra her adımın
bitmek bilmeyen saatler gibi gelir zaman geçmez durmuştur o an, soluğum kesilirken ne zaman
yanımda olacaksın diye sabit bir tablo olursun gözlerimin önünde, renkten renge dönüşen kır
çiçeklerinin davetkarlığında yüreğime konmanı beklerim kelebekliğinde… Ve orada konuklanıp
kanatlarının ahengiyle, benimse ev sahipliğimin hiç bitmemesini isterim, bir çiçeğin, bir kelebe-
ğin, bir sevda masalının umarsız dinginliğinde… Mevsimler değişir, yüreğim yangın yerinin kı-
zıl alevlerindeki renk değiştiren atmosfer tabakalarına bürünür, attığın her adımın çıkardığı ses
ve tınısındaki mızıkayı çalar, yanan alevlerin hışırtısında… Yol titriyorken adımlarında, içimdeki
depremler insan girmemiş, keşfedilmemiş, güneş görmemiş ormanların iliklerinde hissedilir ve
yol olur balta girmemiş ormanlarda…
…………… Ve bir kez daha tutsaklığım pekişir seni görmediğim anlarda yüreğine doğru yolcu-
luğum başlar ay yüzünü gösterdiği *******de ve saklandığında ise ay körebe oynar, yine bulu-
rum yolumu yüreğine yapacağım içsel yolculukta ve yolumu kaybetmeden, isabet kaydederek
sana yolculuğumda… Hiç yolumu kaybetmedim ki sana gelişlerim de, ışığa, güneş'e, ay'a ve
aydınlatacak bir nesneye gereksinimim olmadı ki gözlerinin ışıltısı oldu rehberim, kılavuzum
ve öyle aydınlandım, kutsandım ki bilmediğim yollardan sevdiğim yüreğine uzanan yollardan
sana gelirken… Yolum aydınlanırdı geceye düşen zamanların kör karanlığında ve bir çift sevgi
dolu gözlerin düşerken ve gitmiyorken silueti yollar boyunca, ışıl ışıl, sevgi dolu ve aşk kokan,
beyaz çizgileri çizildiği anda silinen karayollarına emsal olurdu, bakışlarındaki aydınlık ve hiç
gitmezdi izlerindeki bakışın sihirli yansıması yollarımdan… Birisi, birilerinin gözbebeğindeki
yansımalardan bozkır kente yol almış, ama kimmiş bilinmezmiş derlermiş tozu dumana kata-
rak ve hasretine yaklaştıkça yanan yüreğimin ardında bıraktığı küllerden, izlerden, gözlerinin
yollara yansıyan, çıkmayan, izi kalan o sevilmesi kutsal olan kadından diye… Ve o adam, o
sevilesi kutsal kadına tapıyor, buluşmalarında yeryüzünün coğrafi şekilleri bile bu sevdaya
yansıyıp şekil, kabuk, katman değiştiriyor sevdalarının masumluğunda diye…
…………… Tramplenin en üstünden ilk kez atlayacak olan yüzücünün bedeninde dalga dalga
yayılan, kor ateşlerle yüreğinde hissettiği yükselen adrenalini yaşatırsın bana göründüğün an
ve geçen zamanların görünmüşlüğünde… Dairesel hareketler içinde boşlukta asılı bir yumak
ve çile gibi kalırım, usta bir örgücü kadının mil'leriyle tığ'larıyla ilmik ilmik örmesini beklerim-ki
sus olan, pus olan, lal olan dilim açılsın, soluklanayım, son parandemi atıp serin sularında sana
kavuşayım, sarılayım, kulaçlarımızı birleştirelim, yine ve yeniden dünyadan, yaşamdan kopma-
nın bir kez daha anılarını oluşturmak için… Her gelişimde sana, her yaklaşmanda adımlarının
sesi gelirken ressamın yeni çizmeye başladığı bir tablo olurdun, bense merakla izlerdim her
fırçanın izleyeceği yolu ve kaybolma diye kırpmazdım gözlerimi… Ta ki sen '' Kaybolma Emi''
dediğinde bende sana '' Geri Gelirsin Dimi '' diyene kadar…
…………… Ay'a benzer hilal kaşlarının altındaki gözlerinin derinliğinde gizlenirken, kendime ge-
lir ve anımsardım ressamın tablosu çoktan bitmiş ve o sanat eserini karşıma koymuş izliyorum
şimdi renklerini, ahengini, fırçadan tuvale dökülen hüzün gözlerin hülyasını… Nice sonra gar-
son bardağımda eksilen suyu tamamlarken, bende gözlerinde çoğalttığın sevgi yağmurlarına
özlemlerimi şemsiye yapıyor, korumaya alıyordum annecil sevgini, sevgisizlere rağmen ve ina-
dına dosta, düşmana, herkese… Gelmiştin işte, karşımdaydın, kaybolmuyordun, kaybolmuyor-
dum, kaybolmuyorduk… İnadına çoğaltırken sevgimizi, aşk defterimizin temiz, ak sayfalarına
yaşanılası saf ve masumluğumuz ekleniyordu yeni günün içlerinde…
…………… Piyanistin notalarına eşlik edercesine ve kuğu zerafetiyle yerini alırken sen, şimdi
kaybolmama ve geri dönme sırası bendeydi, bir sigara içiminde çekilen duman dışa savrulma-
dan dönmüştüm bile, o an kadar ayrı kalmanın tahammülsüzlüğünde… Durdurmak istediğim
zamana karşı koyamamak çıldırtıyordu beni ve sen bilmiyordun bu kavramla olan içsel kavga-
mı; çünkü sana hissettirmemeye çalışıyor, başaramıyor ve hüzün dolu ağırlıklar çöküyordu
omuzlarıma ve sen durgun olduğumu düşünüyordun bu anlarda… Oysa tüm çabam geçen,
yaşanan tüm güzelliklerimizi de bugüne bu ana eklemek ve hiç bitirmemekti, senin ''Kaybolma
Emi ''? Dediğinde '' Geri Gelirsin Dimi ''? Söylemim bu yüzdendi… Sevdamdan dı…
31.5.2006 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:29 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / KELEBEKLER DOĞUYOR GÖZLERiNDEN
…………… S_arı kanatlı serçelerin ötüşünü dinlerken, çıkan sesin nasıl bu kadar ahenkli ve iç dünyamı
dinlendiren, bestelenmiş gibi ritmli olduklarına anlam veremiyor, sana çeviriyorum yüreğimi ve bu kez
anlamlar yüklemeden çam kokulu, göl kenarında bir doğanın atmosferine sarıyorsun beni ıssızlığında,
sabahları kuş cıvıltılarının doldurduğu… Başka da hiçbir sesin duyulmadığı ve çamların buram buram
iliklerime dolan serinletici buğusu yayılıyor bedenimde durmaksızın, çoğalarak, cıvıl cıvıl…
…………… E_lma dallarından çiçeklere, otlara, toprağa, ahenkle ve ritmindeki uyumla uçarken kelebek-
ler, oluşturduğu rengarenk kıvılcımlardan habersiz ne düşündüğünü ve uçmasının özgürlüğünde, ne,
nasıl paradokslar oluşturduğunu düşünüyorum…Beni görüyor mu ve nasıl algılıyor, belleğinde hangi
şekle uygun görüyor? Diye sorgulayıcı yorgunluğa dalarken insanları doğadaki çeşitli sınıflara ayırıp
seni bin bir renkli ve hiç birinin diğerlerine üstünlüğü olmayan kıvamda kelebeklendiriyor, kanatlarına
sokak çocuklarının düşlerinde gördükleri uçan balonlar takıyorum… El sallıyor, kanat çırpıyor ve asla
sayılamayan yüzlerce noktadan oluşan gözlerinle gülümseyip, az önce sınıflandırdığım insanlara doğ-
ru yolculuğa çıkıyorsun, çocukluk düşlerini emanet ederek bana… Çocukluğum, geçici aldığım emane-
ti kıskanıyor ve onun yanına koyuyorum, şimdi iki çocuk, iki düş, şımarma mevsiminde papatyalar takı-
yorlar birbirlerinin saçlarına ve bendeki çocuk kıskanıyor başındaki sarılı, beyazlı taçları, en çokta sana
yakıştığını düşünüp, annesine sakladığı papatyaları, sağ dizi yerde, sol elini yana açarak, hafifçe eğilip
sağ eli ile sana sunuyor kırlardan topladıklarını, bir centilmen oluyor çocukluğum, sen utangaçlığında
kabul edip alıyor, lolita kıvamında buseler koyuyorsun çocukluğumun masum yanaklarına…
…………… V_aftiz töreninde ağlayan çocuğa veriyorsun balonlardan birini ve kelebek kanatlarını, saklı
kimliksiz bir rahibeye dönüştürürken… Hiç bilmediğin, gitmediğin bir kente doğru havalanıyor, rüzga-
rın akışına bırakıyorsun özgür yüreğinin üzerindeki ışıltılı kanatlarını çırpmadan, yorulmadan, usul ve
sessiz süzmektesin yabancısı olduğun kenti, gökyüzünden kuş uçumu mesafeye inerken… Gecenin
gözlerinden, balonlardan birini mum yaparak, yakarak, aydınlatıyorsun rotanı, kent ışıldıyor, sen hiçbir
yerini bilmediğin sokakların içinde, kırmızı taneli dut ağacının yaprağında soluklanıyorsun, vişne renkli
balonları yüreğin gibi özgürleştirerek…
…………… T_ahteravallide denge sağlayan akrobatları, rüyalarında göreceği heyecan ve şaşkın ve ağız-
ları bir karış açık izleyen çocuklara mavili balonları veriyorsun, umutları, düşleri tamamlansın, eksik kal-
masın sabah uyanınca hayal dünyaları diye… Pembe balonlar veriyorsun her birinin eline, varoşlardaki
semt pazarında içi saman dolu sahte barbie bebekleri, annelerine aldırtamayan, sabah evden çıkarken
para istediğinde sunturlu küfür savuran, akşamdan kalma aile reisinin! ! düşman gördüğü karısının hala
izlerini taşıdığı mor göz altı izli kadınların ellerini tuttukları sevimli, ürkek, belikli kız çocuklarına… Siyah
balon vermek isterken vazgeçiyorsun bana kızarak, bende sana verdiğim papatyalarımda öfkemi saçıp
kara kartalın başarısızlıklarından dolayı siyah yok diyorum ve veremiyorsun emekçi kadınların cüzdanı-
na, çantasına göz koyup alıp kaçmak isteyen, artlarında dolaşan kapkaç kılıklı, varoşların, yıkanmayan
yorgun, kirli, korkunç, erken yaşlanmış yüzlü gariban çocuklarına…
…………… A_ğaçlara takılan uçurtması için ağlayan çocuğa dallarda takılı renklerle örtüşen balonlar ve-
riyor, teker teker azaltıyorsun kanatlarındaki renkler gibi rengarenk balonları… Tanımadığın kentin sema-
larında bir veda havasında turluyor, gökyüzüne serpiştiriyorsun diğer tüm renkteki balonları ve gökyüzü
balonların danslarında rengarenk eşlik ederken hafif esen rüzgarın kollarına kanatlarını sarıyor, kendine
doğru kanat çırpıyorsun… Kendine doğru çırptığın her kanat, seni bana getirken, beni sende, seni bende
saklarken, yanyana koyduğum çocukluğumuz şimdi sana kavuşacak olmanın mutluluğunda papatyalar-
ca gülümsüyor ve bana benim için sakladığın serseri ve isyankarlığına denk düşüyor dediğin o en güzel
kırmızı balonu veriyorsun, alnının öpülmüşlüğünde…
…………… P_eribacalarını panoramik bir tepeden ve gün batımında izlerken pembe, kızıl renkler vuruyor
yüzümüze, gözlerine yansıyor pembe pembe bakıyorsun hüzünlerini çoğaltırken…Gözlerinden yüzlerce
kelebek doğuyor, kuş cıvıltılı yerlere gönderiyorsun her birini sevgi ile yolcularken… Şimdi ve sonra gör-
düğüm her kelebeğin, rengini senden aldığını, sevginle kanat çırptıklarını ilişkilendiriyor, günün herhangi
saatinde ve her yerde duyumsayabildiğim kuş seslerinin cıvıltılarıyla buluşturuyorum, göl kenarlarında,
ağaçlarla kaplı doğanın koynunda resmediyorum…
21.04.2006 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:29 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / KİMLİKSiZİM…
…………… S_abahın hangi zaman diliminde olduğumu anlamaya çalışırken duvar, tavan, içerideki eşyalar
üzerime geliyor birer birer ve çoğalarak… Duvar yıkılıyor üzerime yorganı çekmeye çalışıyorum korunmak
için, nafile yorgan gecenin hangi saatinde yerlerde bilemiyorum, tavan çöküyor beynimin kılcal damarlarını
titreterek ve eşyalar devriliyor yerlere…
…………… E_ve akşam mı geldim ve hangi odadayım kestiremezken, bir an hangi evde nerede olduğumu
bulmaya çalışıyorum nafile… Yıllarca her akşam bir oteline esrikliğimle konuk olduğum Güneydoğu'da
odaklanıyorum bir an ve yok yok diyorum kendimle konuşmalarımda, akşam en son kadehi istediğimde
şef garsonun servisi kapattıkları söylemine sinirlenerek bardağı yere atıp kırdığımı hatırlıyorum, sonra iki
kişinin kolunda dışarı çıkartılışım ve yediğim ilk darbeden sonra hiçbir şey hatırlamayışım… Hesabı ben mi?
başkası mı ödedi diye düşünürken başkasının o saatte o meyhanede olmadığı, bir başınalığım düşüyor
geceden esir alan uğultu korosundaki beynime… Gerek görülmedi, hesap tamamdı, kovulmak ve tek
yumruk hesap olarak dönmüştü adını bilmediğim, nereden oraya geldiğimi anımsamadığım meyhaneye ve
bu odaya gelirken hangi yollardan geçmiştim, ne ile gelmiştim? Siyah keten pantolonumu dolabın
kapağı üzerinde olduğunu görüp, kalkmak isterken sendeleyip ama yine de doğrulup ceplerini karıştırıyor,
arabamın anahtarına ulaşıyorum… Kim getirmişti beni arabamla ve kim çıkarıp yatırmıştı?
…………… V_ivaldi'nin Dört Mevsim' i geliyor kulaklarıma, kim dinliyor diye düşünürken feryatlar yükseliyor
çoğalıyor gitgide artan temposu yükselen bir ritimle… İşine gitmekte olan tüp dağıtım kamyonetini süren
entel bir şoför sonuna kadar açmış Müslüm baba'nın ''Tanrı İstemezse Yaprak Düşmezmiş'' adlı ünü yurt
dışına yayılan şarkısını... Sigarasının ayyaşlığında… Okula giden yarı uykulu çocukları görünce
yavaşlayacağına olanca gücüyle kornaya yükleniyor, çocukların uykusu ile gece vardiyasından dönüp
henüz yatanların uykusu arasında çok bilinmeyenli sentezler oluşturarak ve arkasında savrulan dağılan
boş tüplerin sesi titretirken mahalleyi doymadığı şarkıyı başa almaya çalışıyor hünerli elleri ile… Nazım
Hikmet'in hangi yıl yazdığını düşünüyor bulamıyorum o an ''Memleketimden İnsan Manzaraları''nı ve
ülkenin her yeri, her karesi manzara olmuşken ve bu manzarayı yaratan, üreten, resimleyen, içinde olan
yurdumun insanları varken tarihte ne ola ki… Yıldırımlar yaratan bir ırkın ahfadı değil miyiz? Tufanları
gösteren tarihlerin yadı değil miyiz?
…………… T_arhana çorbası olsa şimdi biraz, dumanı tüterken içip toksinlerini az da olsa atabildiğini
düşünmek bir an rahatlatıyor, ardından da kıvrandırıyor… Günlerdir sıcak bir tas çorba içmediğim
geliyor aklıma, acıkıyorum tarhana kokulu düşler ülkesine uzanmak isterken ve şu anda çıkıp nerede
sıcak çorba bulabilirim diye düşünürken kimliksizliğim geliyor aklıma… Kimim ben, ne iş yaparım,
çorba içtikten sonra nereye gideceğim… Sahi bilmediğim işime gidemezsem ararlar mı beni telefon
gelir mi? Sorarlar mı bilmediğim işime bugün neden gitmediğimi, nerede olduğumu, hasta olup ta
gidemediğimi mi düşünürler diye sorgularken telefonun arama sesini en üst seviyeye getiriyorum ki
rahatça duyayım nerede çalıştığımı öğreneyim diye… Pencerenin yanından güneş ışığının tamamının
vurduğu balkona çıkmak isterken korkuyor, ürküyor vazgeçiyorum… Şimdi hangi kentin havasını
bile soluduğumu bilmezken ne işim vardı balkonda ve ne işim vardı odasını bilmediğim duvarları,
boyası yabancı olan bu evde… Kimdim, neydim diye sınırlarımı zorluyorken telefon sesiyle irkiliyor
hemen açıyor, sonra yere çarpıyorum gelen mehter marşı'nın sağır eden gürültüsünde… Bazı kareler
oluşmaya başlıyorken resim yırtılıyor, parçalanıyor, yok oluyor yeniden ve yine kaybolmuşluğumda…
…………… A_ğır, aksak dolaşıyorum evin içerisinde, yattığım odanın dışındakiler boş, eşyasız ve benim gibi
kimliksiz… Mutfağa giriyorum ortalık içki revan… Her tarafa şarap, rakı, bira şişeleri ve birkaç kadeh yayılmış,
ağır anason kokusu çökmüş insanın içini dışına çıkaran rezillikte… Boş şişeleri tanımaya çalışıyorum kim, ne
zaman içti diye ve hepsi yabancı hepsi başka anlamlarla bana bakıyor, bense kendime bakamamanın acısıyla
banyoya giriyor ayna arıyorum… Kendimi birden fazla görüyorum kırılan aynada ve sayısız beni birleştirmek
kendimi tanımak istiyorum, ağzım, burnum, kulağım, kaşlarım yüzümü tanırken kimliğimi görmek istiyorum
ama inat ediyor kırık ayna göstermemekte… Bir parçasını alırken çerçeveden diğer parçalar lavabonun
üzerine farklı ritimlerde ses çıkartıp yayılıyor, kırılıyor şangırdayarak… Elimdeki kırık parçayla antreye süzülen
güneş ışığında bakıyorum tanımadığım kendime… Kaç gündür böyle saçım sakalım karışmış haldeyim, ne
zamandır banyo yapmıyorum uzamışlığında saçımın sakalımın kirlenmişliğinde… Kirden yağa dönüşüp
parlayan saçlarım, ışık huzmesiyle daha bir belirginleştiğinde kendimden nefretimi ayna parçasına yükleyip
fırlatıyorum yerlere kimliksiz yüzüme dayanamıyorum…
…………… P_erde arıyorum kornejsiz evin içinde cama germek çırılçıplak soyunmak için… Kahretsin hiçbir
şey yok evde… Tozdan rengi değişen küveti su ile doldurup içinde saatlerce kalmak, uyumak istiyorum
hiç uyanmadan… Su akmıyor, anlaşılan üzerimdeki kir'e eklemeler olacak bugün yine artarak… Dışarı
çıkıp dolaşmak isterken, neredeliğimi bilmediğim aklıma geliyor, ceplerimi karıştırıyorum beş kuruş para
yok… Ne yerim ne içerim diye düşünüyorum ve hangi yemekleri sevdiğimi düşünürken aklıma hiçbir şey
gelmiyor, gelmiyor, gelmiyor… Akşam içki ve yemekle karışık dayak yediğim meyhaneye gitsem yemek
verirler mi bana, yoksa gecenin yansımasını yine mi yaşarım? Neredeydi bu meyhane diye inceden, derin,
yoğun düşünüyorum ve bir şeyler yapmam lazım ki mide gurultularım sancıya dönüşürken, içimde
oluşan ağrılara son vermeliyim… Duyduğum melodiye anlam yüklemeye çalışırken artarak devam ediyor
ve kapının yumruklandığını işitiyorum zil melodinin eşliğinde… Koşarak giderken kapıya beni kurtarmaya
geldiklerini, yemek getirdiklerini, kimliğimi, işimi getirdiklerini düşünüyor açıyorum hemen kapıyı… Üzerime
çullanan birkaç kişiyle yere düştüğümde yüzüstü yatırıp ellerimi arkadan kelepçeliyor ve yerden kaldıran
hemen telsizle yakalandığımı bildiriyor bir yerlere ''anlaşıldı''komutuyla kollarıma girip merdivenlerden
iniyor, sireni yanan, öten bir arabaya bindiriyorlar mahallelinin alkışları eşliğinde… Ne yaptım, neler
başardım da beni çılgınca alkışlıyorlardı anlayamıyordum kimliksizliğimde… Cama vurmaya çalışan
birilerini polis uzaklaştırırken aklıma geçmişten iki şey süzülüp belleğime takılıyordu; Beni Siz Delirttiniz…
Beni Siz Delirttiniz… Beni Siz Delirttiniz… Ve de '' Bu düzeni görüp delirmemek mümkün müydü''?
Halkımın, sirenlerin, caddelerin izlerinde kimliksizliğime doğru yol alıyordum…
29.3.2006 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:30 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / KİTAPLARIM SATMıYOR ARTIK
……………S_on kitabımı çıkartırken; yayınevine, kapak tasarımcısı ve fotoğrafcısına, baskı ve cilt-
ciye, matbaaya ve kitap dağıtımcısına, önceden de ödenemeyen borçlarım nedeniyle hatırı sayılır
rakamlarda senetler imzalayıp verdim, satıp, kazanıp ödenmek üzere… Altın vuruşum olacak son
eserim, öylesine emin, öylesine coşkuluyum, okunacak, satacak son kitabım… Alkolden titreyen
ellerim, imza günümde alkışlayan ellerle yeniden buluşacak, doğuşum olacak sil baştan…
……………E_vrim yaratmıştım, ilk kitabı yayımlayıp yirmi altı yaşın olgunluğuyla ve aşık usandırıyor
çıkmıyordum tüm döviz cinsinden desteli tomarlara karşın ulusal kanallara, gizli bir tatmin ve du-
yumsanmamış tüm orgazmları yaşarken, gizli cennetimde sadece doğu-güneydoğudan gelen kü-
çük kitabevlerinin açılışına ve imza gününe katılıyordum, henüz tanınmamış kimliğimde… Orada
kürt, alevi ve ezilmişliklerinin mezhebinde cendereye sıkıştırılan, bunaldıkça okuyan kesimler ve
sorgulayan, yargılayan halk ve halklar vardı, köşeye sıkıştırırlardı imzadan sonraki yöresel akşam
yemeklerini tadarken gençler ve çok hoşuma giderdi onların karşısında nakavt olmasını hisseden
boksör gibi… Sağ'lı sol'lu yumruklar gibi yanağıma, alnıma, kaşıma, gözüme, göğsüme, karnıma,
her yerime dokunan, ezilmişten kaynaklı dokusu ipeksi ve altın işlemeli kelimeler vuruyor, kendimi
savunmasızlığımda… Nice sonra yerden kalkıyor, kaldığım yerden devam ediyordum, gardımı alıp
yeniden savunmaya geçiyordum kelimeler ok gibi fırlarken yüzüme ve günün ilk ışıklarına değin
sürüyordu ringdeki kelimelerin vatan kurtaran deyişleri…
…………… V_an, en uçtaki imza, söyleşi kentiydi ve göl kenarında gece sohbetlerinin ardından gör-
sel şölene dönüştürülen, karnımızdan önce gözlerinin aylarca doygunluk hissettiği kahvaltı salon-
larında günaydınlaşırdık edebiyat dostları ile… Sokağa taşan masalarda garsonların ekmek yetiş-
tirmekte zorlandığı, irili ufaklı sokaklarda ne çok kahvaltı salonları vardı ve tüm Van halkı sanki bu-
ralarda kahvaltı yapıyor, evlerde çay demlenmiyor hissi uyanırdı her gidişimde ve kadınların ayıp
sayılan, olamadığı ve gidemediğini bilmeme rağmen… Göl kenarındaki Tatvan dönüşte uğrak yer-
lerimdendi dostlarımın olduğu ve yıllar geçse de hala telefonla iletişim kurduğum ve öğlenleri ünlü
Büryan kebabı yenmeliydi yöreye özgün… Severdim de yerken, mutlu olurdum kuyunun içinde o
ilik gibi pişen et, çatal değdiğinde dağılıverirdi taze ve pişmişliğinde, oburdum küçüklükten kalan
alışkanlıklarımla ve gece Diyarbakır da konuklanırken final ille de Selim Amca Restaurantın küpte
yaptığı terbiyeli işkembe ile olacaktı her konukluğumda diyar kentte… Süregelen günlerin ne çok
ve çabuk geçtiğini düşünürdüm evime döndüğümde ve Ergani, Siverek, Muş, Bulanık, Varto, Bat-
man, Cizre, Hekimhan, Doğanşehir, Gölbaşı, Besni, Adıyaman, Nizip, Kahta'daki cebi yoksul, yü-
reği, sevgileri, dostlukları varsıl insanlar, dostlarım gelirken aklıma, geceden sabaha uzanıyorken
uykusuzluklarıma, gömülürdüm yatağımın tenha köşelerine, onların gülüşleri eklenirken yastığıma
yatağımın altında saklardım oğlu-kızı dağa çıkmış biçare ihtiyarları…
…………… T_unceli; dağlarının, deli akan Munzur'uyla, ruhumun derinliklerini dinlendiren, halkının
tamamının potansiyel suçlu kimliği taşıdığı, çocukların anne karnında suçlu ilan edildiği en güzel
özgürlüğüm oldu benim sokaklarında dolaşırken… Pertek, Hozat, Çemişgezek'iyle, Nazimiye, Pü-
lümür, Mazgirt'iyle, köylerinden dahi modern giysiyle gelen kızların, okudukları kitapları imzalatma
çoşkusu taşıyan dinmemiş yangınların ateşiydiler, sıcaklıklarını yüreğime aktardıklarında ve devr
alırken dinmeyen ateşlerini, hazırlık yapıyordu büyük kentlerin, aşkı, babalarının işçilerin sırtından
kazanan kızlarının kuaförleri ve Avrupai mağazalarında… Onlar semahların, onlar dergahların, asil
ve ezilmiş, dilleri yüreklerinde saklı ve isyana hazır kadınlarıydı ülkemin… Patlamaya hazır volkan,
suskun, ama susmayan yürekleriydiler… Tanıdıklarına rağmen, bildik ve kitap istemelerine rağmen
yol boyunca düşman ülke sınırlarında göremeyeceğim eziyete alıştım artık Tunceli il sınırlarından
yol alırken gakkoşlar diyarı Elazığ'a yolculuğumda, en çokta Karakoçan'da bir sigara içimi molayı
severdim dostum Hıdır'ın dükkanına girerken ve biliyordum elimde büyüyen Taylan şimdi orada ve
sarılacak yine bana bırakmadan dakikalarca, doğduğundan bugüne bu ilçeden çıkmamışlığında
bana ülkesinin yağmurlarına hasret tutuklu gibi… Altı yaşındaydı ilk tanıdığımda ve şimdi üniversi-
teye hazırlanıyor, ille de İzmir diyor deniz görmemişliğini dindirmek için… Biliyorum gider İzmir'e
o ilçenin en yüksek puanını tüm deneme sınavlarında kotarmasıyla, aklıyla ve hak ediyor ülkemin
Taylan'ı annesine ''Kendim için bir şey istiyorsam namerdim, ama sana güzel bir gelin getireceğim''
söyleminde… Ve Taylan ve Hıdır ve yüzlerce onlar gibi dost biriktirdim her uğramışlığımda…
…………… A_daptasyonda zorlanırdım her dönüşümde ve içimin kırsalında sevgileri çoğalırdı o yö-
renin insanları düşerken ve çıkmazken usumdan… Anlattıklarım, inanmakta zorlanan sayıları ço-
ğalan topluluk oluşturuyor ve her defasında bir sonraki ziyaretime günlerini denk düşürmek iste-
yenlerle durmadan artıyordu… Ben ise gittikçe tükenen ama hissettirmediğim bir yolun sonuna
yaklaştığımı, gelmek üzere olduğumu saklamaya çalışıyordum nafile çabayla.. Bir tek dost ya da
arkadaş bile sormaz olmuştu yeni bir yazımın, öykümün, şiirimin varlığını… Zaten bir tükenişin son
uzatmalarını tükenmek üzere olan kalemimle yazmış ama okutacak, değerlendirecek, kötü de olsa
eleştirisine sunacağım kimseler kalmamıştı yazı dünyamda…! Ya beğenmezlerse ve raflarda rengi
solmaya başlayan son iki kitabım gibi akıbete uğrarsa diye düşünmeden duramıyordum…
…………… P_elür kağıt bile bulamadım tasarladıklarımı yazmak için son kitabıma dair ve oturduğum
semte uzak diye bir ilköğretim okulunun çöplüğünden topladım gecenin ilk saatlerinde… Ama artık
her şey çok güzel olacak, yeni nesil okuyucu ve eski okuyucularım çıktığı anda kapışacaklar son ve
yeni kitabımı… Ardından sayısız baskılar yapacak ve yıllar önce röportajlarını reddettiğim televizyon
kanalları yeniden peşime düşecekler-ki ekran kıyafetimi de çıkacağım kanallar alsın artık, kravatım
dahi kalmadı çünkü, bu ker*** eve taşınırken son iki kravatımı yatağım dağılmasın diye ip yerine kul-
lanmıştım ve parçalanmıştı lime lime… Ama en çok sıcak lavaş ekmeğe tereyağı sürüp, arasına tu-
lum peyniri koyarak yemeyi özledim kaç yıldır, aldığım ilk para ile bunu gerçekleştireceğim, eğer o
geçmek bilmeyen kalp ağrılarım geçici bir süre izin verirse… Açık kalp ameliyatımı yapan cerrah bu
tür yiyecekleri anında tetikleyici olduğundan kesin olarak yasakladı ama nasıl olsa kitabı çok satan
bir yazarın, hele ki umudu olan son kitapsa kalpten öldüğü nerede görülmüş? Çok özledim okuyu-
cularıma kitaplarımı imzalamayı… Çok özledim kışları battaniyeye sarılmadan sobanın sıcaklığı ile
ısınmayı… Çok özledim sıcak ekmek ile tere yağ ve tulum peynirini… Çok özledim… Özledim…
29.5.2006 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:30 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / ÖDüNÇ DÜNYANIN AYDINLIĞIYIM, SIĞINDIĞIN YÜREĞİMDE…
……… Sınırsızladığım hayal dünyama, güz esintileriyle rakseden bahçeler çiziyorum, akşam
olduğunda soluklanmak, gece düşler alemine çocuksu salıncakla salınmak için… Sabah se-
rinliği yalarken yüzümü, yüreğimin çocuksu yarısı ılıman kıtalara göçteyken, güneş olup aydın-
latıyor, ısıtıyorsun diğer yarımı…
……… Ebegümeci topluyorum karşı dağdaki köye bakan sırtın yamaçlarından, akşam yemeğime
katık, düşsel yalnızlıklarıma meze, geceden sabaha hazımsıklarıma derman olsun diye… Sever-
sin sen diye özgür papatya ve gelinciklerden taç yapıyorum, akşam soframda karşıma koymak,
saçlarına takmak için… Yokluğunda iki kişiyim, bereketinle avunuyor, gözlerine sarılıyorum…
……… Vadilerin güneş görmeyen serinliklerine çocuksu olmayan yürek yarımı taşıyor, azgın ve
çağlayan suları ılımanlaştırıyorum güneş olup aydınlattığın varlığınla…Kayalara çarparak ilerleyen
yatağından taşarak oynaşan nehir, yansıyan siluetinden süt dökmüş kedi gibi uysallaşıyor, bando
mızıka takımının ritminde ahenk ve uyumla akaklarına sarılıyor… Bağımsızlığını kazanan ülkenin
yıldönümü kutlamalarına katılan halka, adeta selam duruyor, delice akışından vazgeçerek selam
veriyor şimdi geçtiği tören yolundan sarsarak, iç titreterek akışkan dinginliğinde…
……… Torosların karla kaplı zirvelerinden bereket saçarak enginlerime, hayal bahçemin mimoza-
larına iniyorsun damla damla yağarak… Değdiğin, dokunduğun, ıslattığın her noktada yediveren
güllerin fidanı tomurcuklanıyor, adı deli, yüreği mavi olan bir adamın usuna gelincik tohumları ser-
piliyor, reyhan kokusu yayıyor usundan karşı yamaçlara, ovalara, platolara… Öylesine yağmur,
öylesine bereketsinki asırlardır süren susuzluğun kıraçlarına derman oluyor, akıyor, yağıyorsun,
serinletiyor, besliyorsun, bilgeliğinin, kutsanmamışlığının azize ruhuyla…
……… Akşamın ''geliyorum'' dediği saatlerde bu mevsimde hep nemli bir yalnızlık çöker yorgun
gerçeklerimin üzerine, bunalır, boğulur çıkış yolu ararım kendi kazdığım tünellerimde, sırılsıklam
sabahta karabasanlar çöker, serinlikler ararım… Yorgun yüreğimdeki cemresin o an esintinle ve
üzerimdeki sisli yalnızlıklarımdan arınmaya başlarım, yüzleşirken gerçeklerimle, kavgadayken
ruhumla, adalet dağıtan, kanıma damlayan meleksi rüzgardır hissettirdiğin… Bedevi yalnızlıkla-
rımda dirilirim, yorgun gerçeklerime rüzgar olup serinletirken sen, nefesin, sesin…
……… Perspektifsel bir daire çiziyorum çiti olmayan korunaksız düş bahçeme ama heyhat top-
raksız, kil ve kumsuz kalıyorum… Onlarsız güz esintilerinde savrulur, hiç olurum, açamam hiçbir
mevsim hiçbir böceğe, uçan kuşa, meleyen kuzulara… Öylesi aç, öylesi muhtacım ömrümce bah-
çeme serpeceğin toprağına ve bilirim yem etmezsin kurda, kuşağa, böceğe… Toprağın bereketli
toprağın kutsal… Toprak olup ömrünü bahçeme serpmelisin…Güz bahçemin güneşi, toprağımın
bereketi, yağmurum olmalısın… Damla damla, sağanaklarla yağmalı ardından güneşler açmalısın
tenimde….Sınırlarımda… Sınırsızlığımda…
MART - 2007 - ADANA
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:30 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / ROMAN'INDAN KaN DAMLIYOR…
……………Sevdan şimdi el değmemiş heybetli zirvelerden tüm kentlere çoğalarak yayılmakta, kut-
larım seni, eserini, edebiyata katkılarını… İmza gününde yaşayacağın izdihamı, ilgiyi, düşündükçe
senin adına seviniyor, keşfedilmemiş ve o eşsiz kıyılara mavi yolculuklar başlatıyorum senin, sev-
dan, eserin adına… Nobel'in en büyük adaylarından biri olacağına, şöhretinin gün be gün ülke sı-
nırlarını aşacağına yüreğimle inanıyorum-ki bu yürek nelere inandı, nelere kandı senin uğruna…
…………… Ebruli kokular titretirken canlıların içini tatlı ve ılık, yayılırken ıtırlı kokular, kuşlar, böcek-
ler müjdelerken gelişini baharın, sende bana geliyordun baharın ilk armağanı olarak ve sana açar-
ken yüreğimin tüm gizli kalmış bahçesini, bayram yapıyordu tensel kokularımız karşılaşmalarının
şöleninde… Bir avuç yüreğime hapsedip, çelik kafeslerle koruduğum, sakladığım, nadasa bıraktı-
ğım bahçemdeki susuz, budamasız vahşi çiçekleri, bakışın, sözlerin, sevdan, ateşinle evşilleştiri-
yordum sana sunarken… Sen onlara iyi bakacaktın… Sulayacak, konuşacak, sevginle açtıracak-
tın bir dağ başı yalnızlığında… Görenler anlayacak, sevginle şaşırtacaktın onları ve bu ne sevgidir-
ki ne çiçekler açtırıyor böyle diye söylemler üretirken, kelimelerinde gıpta, yüreklerinde tatlı bir kıs-
kançlık çiçekleri oluşturacaktın beni severken, sarılırken, bakarken gözlerimin derinliklerine…
…………… Viyolonsel'in sesini ilk sen duymuş, ayışığına nazire yaparcasına dans eden yıldızlarla
kaplı gecede balkona çağırmıştın ya beni yarım kalan dansı tamamlamak istercesine...Saatlerdir ve
neredeyse sabahın ilk ışıklarına, ay ve yıldızların nerde, niye saklandıklarının bilinmezliğinde adeta
tek vücut olmuştuk dans ederken… Arada tattığımız şarap kadehi bile sarılmamıza engel olamazdı,
sana, kolunun altından yukarı kaldırıp içiriyor, sonrada ben içiyor ve içtiğimiz her kadehi ritimlerimi-
zi bozmasın diye ayaklarımızın hemen altındaki denize fırlatıyorduk çakır keyifliğin verdiği çocuk-
su bir geç kalmışlığın izlerinde… Her yudumdan sonra adeta içine çekiyordun beni sarılmalarını bı-
rakmadan ve sıklaştırarak, bende seni iki elim belinde havada dönderiyorken en çok fırfırlı eteğinin
dairesel hareketlerini seviyordum ve daha sıkı sarılıyordun düşmenin endişesiyle ve yine daha çok
sarıl diye hızlandırıyordum seni ellerimin beline kilitlenmişliğinde… Günlerce ve yemeden içmeden
gündüz yakan, kavuran güneşin altında, gece; ayışıklı yıldızlı mavi *******de dans edebilirdik yo-
rulmayı eklemediğimiz bedenlerimizde ve karışırken kokularımız tenlerimize… Şaraptan bir yudum
alıp boğazından içerilerine damlatırken saçlarına geriye savuruyor, yine ve yeniden gözlerinin de-
rinliğinde yeni kaybolmalar yaşatıyordun…
…………… Torino'daki San Marco meydanında insanlar soğuktan titrerken kaldırımın kenarına otu-
rup tüttürdüğümüz sigaranın keyfini hiç bir sigaradan alamamış ve İtalyanların bakışlarında içlerin-
den bizi deli olarak yargılamaları nasıl hoşumuz gitmişti… Katıldığımız turdan kaçamak yapmamız
ne iyi olmuştu, onlar kış olimpiyatlarını izlerken, Torino sokaklarını aşındırıyorduk seninle ve koca
kentte ikimizdik eldiven giymeyen Şubat ayının o dondurucu soğuğunda… Budapeşte'de kenti iki-
ye bölen tarihi köprünün üzerinde yağan yağmura rağmen öpüşmemize alkış tutan çocuklara ise
çok gülmüştük dönüş yolunda ve Prag'dan aldığımız o sevimli çorba kaselerini otobüse binerken
düşürüp hepsini kırdığımda nasıl gülmüştün artık çorba içemeyeceğim diye… En çokta Karadeniz
gezisinde tadı damağımda kalan hamsili çorbayı içmek isterdim sakarlığımda kırdığım kaselerde ve
Sumela Manastırından çıkışta sen rahibe taklidi yaparken, ben edepsiz bir rahip'in utanmazlığında
sana tacizde bulunurken bir an çarpılacağımı hissettim ciddi rahibe duruşunda… Gece mum koku-
lu odamızda dünyayı yeniden keşfediyor ve sabahın cıvıltılı kuş seslerinde yarı uykulu sarılıyorduk,
Karadenizin içimize işleyen çam kokulu yaylalarının mistik motellerinde… Nereye gitmek istediysek
ne yemek-içmek istediysek, neyi ve nasıl sorgusuz yaşamak istediysek gerçekleştirdik iki deli sev-
dalı seninle ve ardımıza dönüp baktığımızda pişmanlık duyacağımız tek bir anımız, saniyemiz olma-
dı seninle sevgili… Yaşadıklarımız yaşayamadıklarımızın ve hissettiğimiz gençliğimizin bize sundu-
duğu armağandı ve ne çok şey vardı seninle daha yaşanacak ve yaşanacak olan ve yaşamın için-
de olan her şeyi sonsuza kadar yaşamalıyız seninle diymi? ...
…………… Aykırılığımızı yüzümüze değil sırtımızdan hançerleyerek ifade edenlere seninle beraber
karşı koymuş, daha da koyacaktık ve asla yılmayacaktık sevgili… Sevdamızı savunurken yalanlara
sığınmıyor, masumiyetimizi koruyorduk sokakta ve pazarda, çarşıda ve her yerde ve hissettiğimiz
yalanlara gösterdiğim tepki seni korkutuyorken yine ve hep gösterecektim tepkimi, gözlerime baka-
rak yalan söyleyenlere… En çok Altın Portakal film festivali ile aynı tarihe denkleşen gezimizde gör-
düğün kadın sanatçılara bakarken iç geçirmenden nasıl kıskançlık krizleri oluşturduğunu hissedi-
yor ama belli etmiyordum hayretlerimi gizlerken… Ve değil onlardan eksikliğin, her şeyinle bir adım
önde idin ve fark atardın her konuda onlara ama anlamlar bulmak istiyor, üzülme diye geçiştiriyor-
dum başıma geleceklerden habersiz… Sabahları uyandığımda sürekli esner ve gerinirken aklıma
dahi gelmezdi ben uyuduktan sonra neler yaptığın, hep şaşardım bu kadar az uyku ile yaşama na-
sıl oluyorda direndiğini ve gün boyu uykusuzluk çekmemeni… Saf, masum, temiz çok sevmekten
başka suçu olmayan yüreğimi ellerine vermiştim, senindi, benimdi, bizdik, yürek yüreğeydik bir ge-
cede sevdaların, aşkların ucuzca tüketildiği aşk pazarında -ki öyle bir aşk pazarı ki avuçlarına tes-
lim ettiğim hacmi küçük, sevdası dağlara sığmayan yüreğimi bir tezgahta kelepir fiyata satabilirsin
artık şöhret olma yolunda…
…………… Pespaye bir şekilde sokakta, caddelerde dolaşacağım ve gördüğüm her insan yüzünün
suretinden utanacağım, paçavraya dönüşeceğim, karınca deliğine giresim geleceğini asla ve asla
düşünmezken kutluyorum seni bana bu hünerleri kazandırdığın için sevgili… Bari ikimizin en gü-
zel ve en çok sevdiğimiz resmimizi küçülterek ve mor salkımlı lavantaların içinde kapak baskısı ola-
rak sunmasaydın okuyucuya… Ve o ön sözü yazmasaydın, sadece susar, giderdim nereye gittiği-
min bilinmezliğinde ve kimseler haber alamazdı benden ölene kadar ve öldükten sonra dahi, o ön
söz bitirdi beni, ben yitirdim kendimi… '''Sevgili okur; bu kitabı yazmama vesile olan, asla sevme-
diğim ve sevemeyeceğim, ama koca yürekli, aslan gönüllü, yiğit, mert, sözünün eri, esmer bakışlı,
kar düşmüş saçları ile romanımın kahramanı olmaya hak kazanan ve konusu olan deli mavi adama
minnet ve şükran duygularımla''' … Canın sağolsun sevgili…Çok satarsın sevgili. Keşke belli etme-
seydin de daha nice romanlarının konusunu oluştursaydım ve ardı ardına basar, patlama yapardın
edebiyat dünyasında… Çünkü edebiyatın sen gibi SEVİYORMUŞ gibi yapan yazarlara ve konu içe-
riği oluşturmak adına insanlık onuru ve yüreğini ayaklar altına alan yazarlara gereksinimi var, sen
yaz çok yaz… Bu kitabın ilk imzasını bana atarmısın? Yaparmısın? ... Kendi kalemimle geleceğim,
yüreğimden damlayan kan damlalarıyla imzalatacağım… İmzalar mısın? ...
11.07.2006 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:30 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / SAKLI SEVDA
…………… S_eni kendime sakladım… Sesin titretirken tenimde sevda tellerini, damarlarıma dalga dalga
yayılıp egemenliğini ilan ederken aşkın kurtuluş savaşlarında… Karışmasın başka seslere, onların gürültülü
senfonisizliğinde ritim tutmayan anlamsızlıklara bulaşmasın, yitmesin diye kendime sakladım sesini önce…
…………… E_rguvan renkli gelirken tınıların, ayları güne, günleri de dakikalara bölerek sakladım seni
saniyelerimde… İçimde titreyen melodileri saniyelerle çarpıp sensiz geçen günlere ekledim, özlemler
biriktirip çoğalttım sana doğru, biriksin, şarıl şarıl aksın diye… Derman olmayan *******de sesini çoğaltıp
damlalarca içime akıttım yalnızlığımın duvarlarında ses geçirmez yalıtımla, benden başkası duymasın diye…
Dayanamam seni görmemişliğimde sesini paylaşmaya, kıyamam zerresinin araya gitmesine, yaşamayanlar
bilmez yüzünün gül cemalini görmeden, sesinin aya vuran şavkının eşsizliğine… Bilmezler, bilmesinler her
gece ay doğduğunda şavkına besteler yollayıp sevdalar astığımı, yüzünü sana dönüp yansıtsın diye sessiz
siluetimi… Sesleriyle sevenlerin tensel buluşmasıdır keşfedilmemiş dinlerin ayini ve gizem dolu perilerin
diyarında, egzotizminde, saklanan sevdaların dışa vurumudur en güzel güneşin batımında…
……………V_adilerinde enternasyonal aşklar doğurmuş, gizeminde, yaşanmamış sevdaya kanat çırpmaya
hazırlanan, asırlardır yuvasından çıkmayan ismi bilinmeyen bir çift kuş havalanıyor semalarında, el ele,
diz dize uçmayı, kanat çırpmayı öğreniyorlar yaşanmamış sevdalarının acemiliğinde, tensiz flört eden sesleri
kayboluyor, anılar, yaşanmamış güzelliklerin ebruli demetlerini bırakıyorlar bastıkları her adım, çırptıkları her
kanatın ardında iz bırakarak… Sevdalarıyla buluşan sevgilerinin ışığında doğan bin bir renkli gökkuşağını
geriyorlar kanat çırptıkları zirveden, el sallayan sevdalarına dair yeryüzünün peri dolu bacalarına…
…………… T_elepati ile duyumsamamıydı yaşanmış zannedilen doyumsuz anlar, kıyısı olmayan kulaç attıkça
aynı noktada kaybolduğumuz azgın dalgalarla boğuşmak mıydı, derinliğinde yediğimiz vurgun… Gerçeğine
döndüğümüz hayatın ayak üstü şekerlemelerinde ki netleşmeyen rüyalar diye tanımladım hep ve geçici ve ne
zaman tekrar sesin gelse suskunluğumla örtüyorum tınılarını, zarar görmesin diye dünyevi dış etkilerden…
Şimdi ne zaman bir kadın sesi duysam farklı notalar ekleyip, anlam yükleyerek çoğaltıyor, binlerce ses üretip
dinliyorum sessizliğinde… Aralarında sana benzeyen tek ses bile olmuyor, çoğalttığım tınılarını yüreğimden
çıkarıp seviyor, okşuyor, dinliyor gizliyorum yine sevdamın suskun ve saklanmışlığında…
…………… A_rtık sana gelmelerimdeki pembe mutlu sancıların, dönüş yolundaki çekilmez kramplarını yarı
yolda bırakarak gördüğüm her renkli nesneyi gözlerim pembe'ye boyuyor. Sakladıklarım griden dönüştüğü
rengin ahengiyle saklı kalan sevdalara öncülüğünü ilan ediyor geçtiğim tepe, dağ, yollardan… Vadi, ovalar,
nehirlerden… Köy, kasaba, kentlerden… Yol, otoyol, tali yollardan… Yüzyıllık yalnızlık ve suskunluğunu
yırtan, parçalayan yanardağ gibi kükrüyor, korkutuyor akacağı sevdasız kalan toprakları… Bu kentin
sınırlarında hapsolan, cebimde sakladığım çocukluğumu karlı kentine gelirken rengarenk giydiriyorum sana
sevdirmek, serçe parmağının sıcaklığını hissettirmek, şımartmak için… Meleksi yüreğinin peri'li ellerinde
dokunuşu hissetsin, çıksın kabuğundan, saklı sevdasından, korunaklı sevdana ulaşsın diye…
……………P_usula icat edildiği günden beri yönümü şaşırdım hep güneşin doğuşu-batışı ile yönlendirmedim
kendimi hatalarımda… Oysa doğudan doğan güneş sende batardı, alır, saklar, ısıtırdın yüreğini yüzyıllardır
sunmak için sıcağını… Karanlık, puslu, sisli, tipili, yağmurlu günlerde doğmayan o güneş hep senin içinde
sakladığın sevginin çeperlerindeydi… Göstermezdin kimseye, korkar, ürkek ceylan gibi sekerek yürürdün
düşürmemek için, gözlerine yansırken ışığı, böyle havalarda siyah gözlüklerinle saklardın, kadife saçlarına
yansır da fark ederler diye saçlarını toplar, uzun berenin içine gizlerdin güneşlerini… Çocukluğumun
sakladığım sevdalarına giydirdiğin özenle sakladığın güneş doğdu…Yeniden doğdu.. Sevdamıza dair,
saklı sevdamıza dair… Güneş'inle aydınlandı SAKLI SEVDA'MIZ…
20.3.2006 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:30 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / SANA GELDiM YOKLUĞUNDA
…………… S_okağınızın başında, sabaha dek bir mum alevi kadar da olsa ışık yanar diye, belki sigaranı
yakarsın ve çakmağının alevinden de olsa orada olduğunu bilirim diye bekledim… Biliyordum yoktun,
biliyordum gitmiştin, son telefondan sonra iyice inandım olmayacağına, ama o doğum günümüz olan,
hayatın ucundan, kıyısından da olsa tutunmamızı sağlayan güne özgü gelmek istedim, erteleyemedim,
erteleyemezdim, sensiz de o güne anlam katmak, tutsak ve firari sevdamızın yaralarımızı kanatan acısı
ve özlemine dair anılar oluşturmak için geldim… Sana geldim, ama sen yoktun…
…………… E_mpresyonist tavırlarla arşınladım sokağını bir baştan bir başa, sabaha dek ve soluksuzlu-
ğuma kaç paket nikotin yükledim sayamadım, üzerinde yürüdüğüm izmaritlerden… Alışveriş yaptığın
market, ekmek aldığın fırın, gazete aldığın büfe, lezzetli pizzalarına katacağın sosisleri satan şarküteri,
saçlarının ucundan bazen kestirdiğin, bazen fön çektirdiğin eşcinsel kuaför, tadına bakınca tavuktan
başka her nesneye benzeyen, ama bir türlü ona benzemeyen dönerci (her marka kontör bile satıyor) ,
devlet eli ile umut dağıtan sayısal bayii, on sekizinden küçüklerin girmesinin yasak olup, bu yaştan bü-
yüklerin girmeye utandığı internet kafe, albenisiyle gözleri, bir şeyler yerken cüzdanları titreten her gün
yenileri açılan şık restaurantlar… Sokağın ve yakınındakilerin ev sahipliği yaptığı tüm bu dükkanların
bulunduğu yerleri soğuk; elmacık kemiklerimi serin ürpertiyle yalarken ve bir ışık görebilecek miyim?
varsıyımları beynimi yoğunlaştırırken, bildiğim halde sonucu, sabaha dek arşınladım sokağını…
…………..V_urgun yedim her adımda, attıkça adımlarımı bilinmez dehlizlerde kayboldum, geri dönmek
bir önceki adımı yakalamak, orda kalmak istedim bilinmezliğin girdabında çok fazla kaybolmamak için,
dönemiyordum… Bir güç sürüklüyor, sırtımdan ayaklarıma bayır aşağı koşar gibi tekliyor, sonsuz ve
sürekli… Karanlığa, ıssızlığa, sessizliğe gömüldüm bir an, gözlerimi açamıyordum sokağının karanlık-
larında ve sen yokken ben kör, ben sağır, ben acizdim, hiç bir şeydim… Belki gelişinle aydınlanacak,
gözlerim görecekti kaybolmuşluğunda yokluğunu bile bile… Kendime gelir ve bir şeyler anımsar gibi
olduğumda sabahçı büfeyi farkettim, bilmediğim en ucuz şarabı gazete kağıdına sardırırken yaktığım
sigaranın ateşi burnumun ucundan öteyi göstermiyordu ve eşlik etsin diye nikotine çekmeye başladım
koca şişeden yudum yudum yudum anımsamazlığımda… Sızmışlığımda…
……………T_elefon sesi ile irkildiğimde evinin karşısındaki parkta sızmışlığıma uyandım, ''alo evet'' iyi
idim ve işe gidiyordum, yalan söylerken sana, ama her an gelirim diye de uzaklardaydın, bir haftadan
önce gelmezdin… Midem; kazınmadan öte, dev greyderler metro tüneli kazıyor, içinden tüm aç, fakir,
yoksul, çıplak, serseri, sayısız insan tünelin ucunda göremedikleri ışığı ekmek sanarak, birbirlerini
ezerek, koşuyorlardı büyüttükleri yoksulluklarına… Bilmem ki bu kentin neresinde ve sevdiğim sıcak
çorba bulabilirim yokluğunda ve sen rehberlik etmezken, kapını kırsam, girsem, biliyorum dolabında
mutlaka yiyecek bir şeyler vardır, her zaman tedbirlisindir ama gücüm yetmez ki kapıya omuz atmaya
ve komşuların duyarsa ne derler, ne yaparlar diye düşünürken sesli sesli… Yaşlı bir amca sabahın bu
saatinde nereye gider diye düşünürken sesli bir selam verdi ikimizin olduğu, karşılaştığımız sokakta
ve beni yıllar öncesinin Afyonkarahisar'ına götürdü orda ki bir amcanın aynı selamı verişinde…
……………A_ğır aksak yürüyorum sokaklarda ve o adamı, o şoförü, çalıştığı hattı, durağı mutlaka bulup
hesabı sormam, kapatmam lazım bugün, yokluğunun verdiği kızgınlık ve öfke zirveye çıkmışken onu
nasıl bulacağımın kurt kapanındayım… Ne menem laftır o '' abla sabah seni gördüm korna çaldım ama
duymadın? ''… Ağızlarından çıkan kelimeleri tasmasız başı boş bırakanlar, onların taş olup, mermi olup
kendilerine döneceğinin sağlamasını iyi yapmalı ki aksinde sorulur hesabı ve en yüksek KDV oranı da
üzerine eklenerek… Semtinizdeki üç durakta da bulamadım hiç tanımadığım, sesini bile duymadığım
tacizci addettiğim şoförü ve sana kızgınlıklar biriktirdim hangi hatta olduğunu, plakayı vermediğini dü-
şünürken… Sen olsaydın, gitmeseydin, bekleseydin, kapında günlerce aç susuz, uykusuz kalır, gözle-
rinin ışığında beslenirdim serseriliğimle, oysa şimdi sokağında, güzergahında karşılaştığım her insana,
esnafa, kadına, erkeğe, yaşlısı ve gencine gizli bir kin ve öfke ile bakıyorum, sana bir zararları dokundu
mu veya gelecekte dokunurda, bende peşinen hesap sorayım diye… Neden gittin, durmadın, bekleme-
din de beni tüm semtine, kentine düşman yaptın? . İçimdeki düşmanı temizlemeden şimdi koca kent ve
geçtiğin her yerdeki insanlar potansiyel karşıtım benim…
……………P_ut kesilmek, karşınızdaki parkta heykelleşmek istiyorum, döneceğim güne karar vermeden
ve seni görmeden, sesini öpmeden, gitmenin içimdeki grizu patlamalarını yaşıyorum sağırlığımda ve
duymadan ve titreyerek, sarsılarak. Yoksun sen, umutlarımı yeşertirken gelişimde, şimdi dönüşümün
kır çiçeklerini çiğnedin, kalbinin yoksul ağırlığı ve sevginin onca acımasızlığında… Sen gibi yoksul ve
yoksun ve sensiz dönüyorum, öylesine siyah, öylesine renksizim ve tüm mavileri sana bırakıyorum…
27.4.2006 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:30 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / SANA SENi ANLATAMAM Kİ…
** Sana seni anlatamadığım kelimeleri dinlerken, eriyip damlaya dönüştüğün
ve bana ırmaklar gibi aktığın, akmak istediğin o geceye dair…**
……… Sarıya çalardı ela renkleri ve omuzlarımdan yükselen güneş yansırken sana, dünya
güzeli gözlerin, bedensiz perspektif gibi dikilirdi karşımda tüm renkler, bedenler, nesneler
yok olur, silinir tapınırdım sükunetle karşında sen bilmezdin… Kentler arası buluşmaların
özleme bulanan sarılmalar öncesi kısa ve senin hissedemediğin anlarda o muhteşem ötesi
tabloyu yeniden izler, seyrine doyamazdım, asla doyamayacağım gibi…
……… Ellerini her tutuşum damarlarıma yayılan volkanın müjdecisi olurdu ve o ipeksi doku-
su bozulur diye gevşek tutarken sen kavrardın bu deli şimdi kaçar diye ve bende patlayacak
tüm volkanları karşılamaya hazırlanır, avuçlarından yayılan o kokuların dayanılmaz zarafetini
benden başkasına ulaşmasın diye hapsederdim ellerini, avuçlarıma…Eksi bilmem kaç dere-
cede titreyen bedenin hissettiklerinin tersi bir olgu yayılır, sıcak iklimlerin bahar kokularını
kuşanırdım, sen bilmezdin içime soluklarken avuç içi ipek dokulu kokularını…
……… Ve başım sinende iken saçlarına karışan saçlarım rüzgar yeleli atlar doğururdu kızıl
gün batımlarına uzanırken, yeniden doğar, kutsanır, adlar takardım her bir saç teline… Öyle
dolu, öyle iri, öyle canlı ki her bir teline tutunur, çocukluk düşlerime yolculuk yapardım ve en
çok geri dönüşleri sevmezdim, çünkü; büyürdüm ve çirkin bir adam olmaktan korkardım, hani
ben hep seninle, sende benimle güzeldin ya işte ondandı ama bilirdim ve sustururdum yüre-
ğimin utangaç dilini, ikimizde aslında iki deli mavi ve güzeldik ama sana söylemezdim…
……… Taş atardım sapanımla isabetsiz karavanalara ve her minik taş, kocaman kaya parçası
olur deler, yıkar, yüreğini kanatırken bir mevsim sonra acılarını sakladığın, ufalttığın o koca-
man yüreğinin tüm sevda kapılarını açardın, ihanet girdaplarını karla karışık yağmurlara gö-
merken… Ankara ağlardı sen beni her affedişinde, ben can çekişirdim belli etmeden gidiş-
lerime kalbini eklerken, sana bırakırdım her vedada ama sana söylemeyezdim, bilirdim ki
kendi baktığımdan daha iyi bakar, incitmezdin uykusuz *******inde dolunay eklediğin öyle
saf, öyle masum yüreğinle çocuk yüreğime…
……… Alışamadım hiçbir zaman ve senden hep sakladım özlem kokulu günden geceye uza-
nan yokluklarını… Gözleri, elleri, saçlarına dokunarak şiir dinletilerinde okuduğum Fahriye
Abla sen olurdun, içimden, dilimden çıkıp, dinleyenlere okurken ve gözlerimin dolması hep
A. Muhip Dranas'ın duygulu yazmasıyla örtüştürülürdü, oysa seni içimden çıkartmazdım, hep
çıkmak, sarılmak, yanağımı öpmek isterdin, izin vermezdim, içimde örtmüş, kendime sakla-
mıştım seni, oralardan en ufak dokunuşunu hissederdim kimseler görmeden…
……… Pamuk Cüce Ve Yedi Prenses koydum adını bilinen o meşhur klasiğin ve yine bazıları
yörüngesinden taşları çıkartıyor diyecek, ne gam… Ben bir cüceyim sevmekten usanmayan,
sevdanı yaşadıkça, kanıksadıkça büyüyen, sen yedi tane prensessin yedi özelliği yetmeyen,
yetmişyedi özellikle anlatılamayan… Her yedinin arasındaki sevgi katlıyor seni ve seni anlat-
mak istiyorum sana; gözlerin, ellerin, saçların ve yüreğini birleştirip ve kahretsin ne zaman
sana seni anlatmaya soyunsam, çıkaramıyorum dilimin giyinmişliğini, soyamıyorum, içimde ve
anlatılmaz kalıyorsun… Sana.. Seni.. Anlatamıyorum… Seni Yaşıyorum…
15.08.2007 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:30 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / SANA SON RESMİ Mi YOLLADIM ALDIN MI?
…………… S_arı'yı çağrıştıran açık kestane renkli büyük bir zarfla resmi mi yolladım aldın mı? ''Her
mektubunda zarftan çıkan resmine bakmadan yazdığın satırları okurum önce soluksuz '' derdin ve
yazdığım kalemden satırlara dökülen kelimeler, gözlerinle buluştuğunda ellerime dokunduğunu his-
seder, bırakmak istemediğini okudukça avuçlarımızın kenetlendiğini söylerdin…
…………… E_rtesi gün Saatli Han'a giderek baba mesleğini devam ettiren son nesil yaşlı Hattat'a mek-
tubumu samanlı sarı kağıda el yazısı ile yazdırmak için bırakıp, iş çıkışı alarak diğerlerinin yanına sırayı
takip ederek turuncu renkli duvarına asacağını söylerdin… Sen söylerdin, ben gizli, çocuksu ve mağ-
rur gurur duyar, Nobel Edebiyat ödülüne bu yıl aday adayı olacağımın sürrealizminde bana ait olma-
yan mutlulukları ödünç alırdım düşlerimden… Onlarca deste kağıt ve hiç bitmeyen kalemimle küçük
ıssız bir adaya düşerdim ödünç alınan düşlerimin ertesinde ve ödenmemişliğinde… Hiç durmadan
yazardım, yoksa susuz kalır, aç kalır, soluğum kesilirken, güneş altında tenimde oluşan yanıklarım
bireysel sevişmelerimin hafif meşrep'liğine engel olur, barikatlar kurardı… Yıllar geçiyordu…
…………… V_arsayımlardan realiteme döner ve bugün sana neler yazacağımı düşünürken üzerimdeki
kıyafetlerin albenisi renksizleşir, soluklaşırdı… Sen önce mektubuma sarılır, merak ederken bu kez
hangi ucunu yaktığımı, ben renklerini çingene gözüyle seçtiğim giysilerimi resim karesine taşır, öksüz
kalırdı masanın üzerinde ve ters çevrilmiş resmim… Nice sonra ve lütfen baktığında şakaklarıma
düşen kırların biraz çoğaldığını söyler, başka değişiklik göremezken gözlerin, sigaramın dumanına
hüzün dolu gözyaşlarım karışır, kendimi dumandan dolayı gözlerim yaşardı diye kandırırdım ve sen
bilmezdin, görmezdin, gözlerimin yaşını, neden yaşardığını… Yine de kirpiklerimi korumaya çalışır ve
ıslanmışlığında dökülmesin diye yıkardım hemen ve bilirdim ne çok sevdiğini kalın, siyah, sürmeli
gibi duruşlarına rimel'siz, maskara'sız hayranlığını… Yıllar geçiyordu…
…………… T_oksinlerimi biraz olsun atabilmek için dalga seslerinin martı çığlıklarına karıştığı sahile
doğru biraz yürümek, sabahçı çay ocağında kömür ateşinde demlenmiş koyu bir çay içmek için çık-
maya karar vermişken geri dönüyor ve hep üzerimde taşıdığım küçük not defterimi alıyor çıkıyorum
sana yeniden ve yine yazmak, kelimelerimi ellerinle buluşturmak için… Çayımı karıştırırken yanımda
beliren, şımartılmayı bekleyen köpek yavrusuna yüz vermiyor başımı çevirdiğim yönde üniversiteli
iki aşık gencin meraklı bakışlarını hissediyorum üzerimde ve delikanlı ''merhaba hocam'' dedikten
sonra son kitabım elinde imza istiyor… Tekrar yerine oturduğunda kısa saçlı, çizmeli, Anadolu'nun
kilim motifi deseninden şile bezi gömlek giymiş kız arkadaşına bir şeyler söylerken '' Sevgiliye Mek-
tuplar'' adlı kitapların yazarı olduğumu söylüyor, kız oralı olmadan sevgilisinin boynuna küçük bir
buse konduruyor… Gençlerin de çay parasını ödeyip kalkıyor, kıyıya yakın yerde mavi kayığının
üzerinden olta sallayan küçük çocuğu izliyorum, ustalıkla en uzak noktaya ulaştırdığı misinasını
çekene kadar bekliyorum… Tuttuklarını kovaya atarken bana hiç dönüp bakmıyor, anlaşılan rakıma
meze yapacağımı düşünüyor, günaha girmek istemiyor babasının akşamcılığında…
……………A_ğır aksak yürümekteyim az ilerdeki bank'a yaklaşırken ve fotoğraf makinemi çıkartıp
boynumdan elime alıyorum attığım her adımda farklı ağırlıklar yüklediğinden… Sigaramı yakınca yak-
laştığını fark ettim simitçiden iki tane alıyorum gözlerimle çağırıp ve oda soluklanmak istiyor biraz
para üzerini verirken… Sigarayı yarıda söndürerek bir resim çekmesini istiyorum, seviniyor, ışıldayan
kara, iri gözleri, kalın kaşlarıyla ve iki kez çektiriyorum birisinin iyi çıkmama olasılığına karşılık ve oda
resim çekmemi ister gibi hüzünlenince çekiyor ve çıkınca Salih'in çay ocağına bırakacağımı, oradan
alabileceğini söylüyorum… Yorgunluğunu sevince dönüştürüp kucaklayıp tablasını uzaklaşıyor…
…………… P_ostaya her verdiğim mektuptan sonra çocuklarca sevinmekteyim on yedi yıldır ve senin
sabırsızlıkla pencerenden her gün postacıyı gözlediğini bilmek, hüzünlerime farklı karakterlerde
gülümsemeler eklememe neden olmakta… On yedi yıl önce ayrılırken bir daha görüşmemeye söz ver-
miş, mektupların aşkımızı sonsuza taşıyacağı kararını almıştık, ama sen sadece benim her mektupta
resim yollamamı istemiş, sen ise sadece yıl başlarında bir resim yollayacağını söylerken içerime
yüklediğin acıların sonsuz girdabından habersizdin… Her mektubunda sadece şakaklarımın kırlaş-
mış olduğunu söylerken artık gözlerinin görme yetisini gözlüğüne rağmen yitirdiğini anlıyorum ve
yarın sana son kez resim yollamaya karar veriyorum… Mektubumun sonunda sana son resmimi ve
son kez resim yolladığımı yazacağım ki yıllardır açmadan, okumadan, sevda tellerimiz titreyerek ve
mektuplar boyu ağlayarak okuduk hep, ağlayarak sarılarak yattık *******i mektuplarımıza… Şimdi ve
sonra sana yollayacağım resim kalmadı... Bir sen kaldın ben de… Bir de yine sen… Sen… Sen…
4.4.2006 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:30 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / SENİ İZLİYORUM…
……………Seni; Türkçe bakan bir çocuğun umutsuz, Kürtçe bakan çocuğun ezik, yoksul, horlan-
mış ama umutlarını yitirmemiş, sokak çocuklarının o yaşlı, yorgun, ürkek bakışlarıyla seviyor ve ço-
cuksu kahkalarımı ekliyorum lacivert harelerime… Seni izliyorum bakışlarımın renkleriyle…
…………… Eflatun benizli sabahlara firari uykusuzluklarımla ulaşırken, sarı sıcak *******in boğucu
nefesinde sırılsıklam olurken bir kentin yatakları nemden, terlerimle üşüyorum, donuyorum geceden
sabaha…. ''Sabahları biraz olsun nefes almaya başladık'' diyor karşılaştığım, karşılaşan insanlar ve
onların sıcaktan, soğuktan, ılıktan, nem'den başka konuları yok mu? diye bildiğim sövgüleri sıkıyo-
rum dişlerimden arasından ve en ağırlarını ama heyhat ezilen, vurulan yok… Ve her söz sanki bana
geri dönüyor ve tenimde alevler çoğaltıyor çarparken, bunalıyor, terliyor, isyan ediyorum tenimdeki
ateşin, içimdeki buz tutan kalıplarla uyumsuzluğuna…
…………… Vedası erken yaz mevsimi miydi yaşadığım, sonbahara uzanan sıcaklığı mıydı bunaltan,
boğan, ateş altındaki akrebin iğnesini kendine batırıp intiharı seçmesi miydi? . Yediğim, içtiğim, otur-
duğum, yattığım, kalktığım, gezdiğim yerlerde, ardında seni izliyorum ayak izlerinden, nefesinden ve
hatta kent'e yayılan uhrevi kokundan, sofistike şekilde protesto edilen papa'ya ve okuduğum an se-
ninle paylaşıp '''tamam şimdi suç unsuru bulurlar''' dediğim yazar Elif Şafak'ın son romanına kadar
ve yaşamın gar'sız peronlarında voltalıyorum kaybettiğim yüzümle…
…………… Tövbekar şarapcının suya dargın, alkol dolu bedeninden yayılan kokularla irkilirken gülle-
rin en renkli, en kokulusunu almak istiyorum seyyar bir çiçekçiden vazgeçiyorum, tenindeki ıtırların
sindiği satırlarla dolu yollayamadığın mektupların zarfına sarılıyorum boşlukta ve kelimelerine tutu-
nuyor ama düşüyorum yumuşak harfleri kullanmadığından… İlginç, yaralanmıyorum ve göz bebek-
lerine her bakışımda gözlerime değen sevgi kurşunların içime akar, ılık bir sevda ırmağı olurdu içimin
dere yataklarında ve *******i bu nehirde boğulurdum, sen kurtarırdın yüreğinin can simitleriyle…
…………… Aysberk'e çarpıyorum şakaklarımdan ter boşanırken ve inadına sıcak, inadına neme rağ-
men üşütüyor her yerimi buzdağı, çocukluğumun geçtiği mahalleye sürüklüyor… Salıncak yaptığım
ağaç, damından komşu kadınlara muziplikler yaptığım evin yerinde yeller esiyor, esen yelde kucak-
lıyorum seni ve çocukluğuma taşıyor, ellerimle kurduğum salıncağa minicik eteğinle oturtup sallıyor
ve çevreden sana bakmasınlar diye de minicik öfkeyle göz süzüyorum yılların öncesine… Seni izli-
yorum çocukluğumdan bugüne ve o günlerini dahi kıskanıyorum en çok, çocukça ve delice… Sen
ise annenin yaptığı kurabiyelerden aşırıp benim dışımda her çocuğa paylaştıyor ve bana asil, güzel
güzel olduğun kadar da küstahça bakıyorsun çocuksu tavrınla…
…………… Panoramik güneş batımından yıldızlı *******e uzanırken gökte iki yıldızın eksik olduğunu
farkediyorum, anlamsızlaşıyor gece, öylesine batıyor güneş kızılsızlığında ve kendi içime yalnızlığıma
taşınıyorum korunaksız, sevgisiz, umarsız… İçimdeki yolculukta seninle kesilen göbek bağımızı görü-
yorum rüyamda, aynı yerde ellerimizle gömmüşüz büyüklerimizden kalan gelenekle… İrkiliyor, uyanı-
yorum her bir karesi gerçekle örtüşen rüyadan ve içimden çıkamıyor, tükeniyor, tükeniyorum çığlık-
larımın kulaklarıma ulaşamadığı sağırsızlıkta… Sen içimdeyken ben kendi içimden çıkamıyorum, çık-
mıyorum, farklı ceninlerde çift yumurta ikiziyiz seninle, doğum olmadan ç-ı-k-a-m-a-y-a-c-a-ğ-ı-z…
22.9.2006 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:31 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / SENi KAÇ KERE SEVDİĞiMİ UNUTTUM…
…………… S_ırılsıklam oldum yağmur altında yürürken ve sana ve bize dair söylediğim şarkıları, şiirleri
belleğimde yoklayıp yinelerken sesli sesli, yanağımdan akan damlalar içlerime doğru gelişigüzel yol
alıyor, süzülüyor, değdiği dokunduğu her yerimde sevda kokan sözcüklerin, bakışların titriyor yine
damlalarının huzur veren meltemliğinde…
…………… E_flatun renkli müzikler ekliyorum sözcüklerime, şarkılar daha bir güzel, şiirler daha aşkla
okunulası oluyor ve yağmur karışınca sesime gökkuşağından köprü oluşturuyor, üzerinde yürüyorum
düşlerimde seni çizdiğim resmin koynumda… Resmini çıkarıp elime alıyorum, büyütüyorum resmini
ıslanmışlığımda ve ellerimiz kenetleniyor anında… Seninle yağmurda el ele yürümenin dayanılmaz
mutluluğu yansırken gözlerime yanağımdaki damlayı siliyorsun narin ellerinle, ardından yine damlalar
çoğalıyor aynı yerde, bu kez öpüyorsun ardından o çok sevdiğim sesi çıkararak… Sen öpüyorsun
yağmur çoğalıyor, sen öpüyorsun dünya duruyor, yağmur çoğaldıkça ikimiz kalıyoruz caddelerde,
yol boyunca ve iliklerimize kadar ıslanmışlığımızda ıslıklar çalışıyorsun, sevdiğim şarkılar dudaklarına
ıslık oluyor ve çıkarken ıslanıyor yağmurda, yağmur sesli ıslıklar çalışıyorsun şimdi…
…………… V_eda edip uzaklaşıyorsun dönüş yolumun yağmursuzluğunda, ıslıkların büyükten küçüğe
azalıp yok olmaya hazırlanırken, bakınca asılı kaldığım uzak kırların bahar kokan çimenlerine benzeyen
gözlerin küçülüyor ufuk çizgisinde kayboluyor…Çıktığım uzun yürüyüşlerde eşliğin maratona hazırlanan
atlet gibi bana antrene olmakta, o yolda gördüğüm her ağaca, tüm çiçeklere, loşluğunda adrenallerini
yükselten pasta hane'deki aşıklara şarkılar mırıldanıp, dilimden kağıtlara dökülmeyen sıcak lavaş ekmek
kıvamında şiirler biriktiriyorum usumda…. Ki daha sonra paketinden çıkarıp bozulmadan ilk güne özel
tazeliğinde, ıtır kokuları yayarken mısralara dökmek için… Attığım her adım, soluduğum her havanın
dip notlarını tutuyor, biriktiriyor, saklıyorum ertesi gün papatyalarla kaplı, bakanların aşksızlığına isyan
ettiren, her yerinden su fışkıran parkın çimenleri üzerine yayılıyorum… Saymaya başlıyorum adımlarıma,
nefeslerime kaç kere kaydettiğimi, kaç ******* yıldız yıldız dizip biriktirip, sakladığım bugün sayacağım
sevda sözcüklerimi… Her şey, her not, her sayı birbirine karışıp girift bir hal alırken sayamıyorum,
unutuyorum, unutuyorum, unutuyorum… Çünkü ''Seni Kaç Kere Sevdiğimi Unuttum ''…
…………… T_elevizyon'un ülkeye yeni girdiği günlerde yayınlar, açılış, kapanış ve hatta İstiklal Marşı'nın
başlangıç ve bitişine dair tüm anekdotlar aklımda ve hala unutmamışken, siyah beyaz ve yabancı
dizilerin fragmanı aklımdayken dahi bu unutmuşluğuma kuytularda gülümsüyor ve kendimle kavga
ediyorum gece kent uykuya çekilmiş ve son sigaramı içerken karanlık apartmanlara bakarak, sonra
bir tane daha… Bir tane daha derken yarılıyorum geceyi, birkaç saat kala uyanmışlığıma ve uyumak
gelmiyor içimden, her akşam, her gece olduğu gibi… Uykuda olmak, uykuda kalmak verimsiz tarlaya
ürün ekmektir çünkü; sana, sevdama, sevgime, aşkıma dair sözcüklerin duraklama anıdır, bu anları
sevmiyor, yirmi dört saat üretmek istiyorum Seni Kaç Kere Sevdiğimi…
…………… A_lışkanlığım yıllar öncesi öğrencilik dönemime uzanırken, şimdilerde sanadır uyuyamamışlığım,
uyanışlarımın yarı baygınlığı, kalkışımdaki o mahur esrikliğim sanadır… Hemen açtığım pencereden içime
dolan oksijen, yüzüme çarptığım su, traştan sonra kesiklerim dahil sürdüğüm losyon oluyor güne seninle
başlıyorum yine henüz işine ulaşmaya çalışan durakta biriken insanların kalabalıklığında… Günlerden
hangi gün, aylardan hangi ay, hangi mevsim bilmeden kıyafet seçmek istiyor vazgeçiyorum balkonda
sabah esintisinde sigara molası verirken seninle tamamı taş yapı ile mimar edilmiş restauranttta rakımıza
eşlik edecek mezeler yemek düşüncesiyle dumanımda boğuluyorum… Gelir miydin verilmemiş sözlerin
randevusunda, oturur muydun karşıma kuğu zarafeti, tahtının sahibine erkek çocuk verememenin hüznü
içerinde yüklü prensesin mahmurluğunda… Düşüncelerimi mavi küçük bir bulutun ardına gizlerken sana
gelmenin acısı yakıyor göğüs kafesimi ve sigarayı yere atıp söndürüyorum ayağımla akşam yıkadığım
balkonda… Acı… Sana gelmek o kadar acı ki sensizliğe gömüldüğüm dönüş uzantısında hissediyor, içime
çöken tarifsiz sancıların girdabı gözlerimi görmez, kulaklarımı duymaz yaparken aklıma dahi gelmeyen
nereye, ne için gittiğim düşüyor yolların kesik çizgilerine bakarken usuma…
…………… P_ratik yalnızlıklar çiziyorum analitik geometrinin çizim aletlerini elim varsayarak ve gökyüzü ile
ilerlemekte olduğum yollarda anlamsız şekiller beliriyor içeriği sevda ile yüklü, çizenin yüreğinde özlemler
çoğaltan… Seni Kaç Kere Sevdiğimi düşünürken şekillerin karmaşası mı azalıyor sevdamın büyüklüğünden
bana mı öyle geliyor her şeyin öyle geldiği gibi… Neden sayamıyorum, neden notlarım belirginsiz ve sevda
sayısı sayılır mı diye kütüphanemdeki tüm ansiklopedileri karıştırıyorum sabahın ilk ışıklarına dek tek tek ama
bulamıyorum hiçbirinde sevdaya dair en küçük bir sözcük, kaldı ki aradığım mı olacaktı yıllardır açılmadan
kapakları tozlanan bilgi hazinelerinde… Sayılmıyor, sayamıyor vazgeçiyorum ve bildiğim tek sözcüğe
dönüyor, tamamı büyük harf ve italik karakterli ve her bir harfi ayrı renk ve tonlarda müzikli bir çıktı alıyorum
yazıcıdan… Seni Kaç Kere Sevdiğimi Unuttum… Seni Kaç Kere Sevdiğimi Unuttum…
3.4.2006 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:31 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / SENSİZ ÖLEMEM
…………… S_ensizliğin, sessizliğinin kaçıncı gününde olduğumu hatırlamaya çalışırken göğsüme düşen ağır
şiddeti ölçülmez sancıların bedenimde volkanik patlamalar yarattığı anların içindeyim ve alkol komasında
uyuşturmak, sancılarımı kadehlere gömmek istiyorum… Ki geçici çözümler üretkenliğinden sabah ki öksürük
nöbetlerine taşımaya çalışıyorum sancılarımın çözümsüzlüğünü…
…………… E_n çok ilk sigarayı yakınca başlayan ve o an yıllarca sürecek gibi ve sürmekte olan öksürüklerimde
çevrenin bakışları sessizleştiriyor boğulmalarımı, utansam da içime akıtıyorum aksatmadan kızılcık şerbeti
içmiş gibi kıvranmalarımı…Geçmiyor kör olası nöbetler, içten içe ve içime akıyor, yakıyor boğazımdan, gırtlağımdan
bağırsaklarıma doğru yol alırken şeridini değiştirmeyen, eğitimli ülkelerin sürücüleri gibi seyahatlerinde ve sanki
her gün aynı saatte aynı ritimde devam eden… Ve çocukluğumun radyolarında her gün aynı saat ve dakikada
başlayan radyo tiyatrosu gibi… Sabahın o anlarında kaç insanın nefretini kazanıyorum bu şekilde bilmiyorum ama
onlarda yıllardır suskunluklarından, gasp edilen haklarına dirençsizliklerinden, çarşıda esnaftan, pazarda
pazarcıdan, otobüslerde muavinlerden, ellerini tükürükleyerek aldıkları kağıtlara gıda maddelerine salgılarını
bulaştıran, paketleyen esnafa tepkisizliklerinden benim nefretimi kazandıklarını bilmiyor ve hiçbir zaman asla
bilemeyecekler…
…………… V_itamin yüklü yiyecek ve içecekler eksilmiyor günümden ama nafile biliyorum yetmeyecek direncime,
adım adım ve gün be gün yaklaşıyorum insan oğlunun soğuk nefes, benimse yaklaşmak istediğim sonsuzluğa ve
sessiz, sesinsiz geçen günlerde ulaşmak istediğim ebediyete… Ne ki ölüm, ne ki çekip gitmek, bir mikrop daha
eksilecekse evrenden, gitmek onurla ve yalın mantıklı benim için, mantığına ters düşse de senin, benden önce
ölmeye hakkın yok söylemine rağmen senin… Çocukluğumda garipser, sorgulardım komşu kadın ve erkeklerin
ölmek istiyorum söylemlerine, şimdi hak veriyorum kendime yakıştırdığım sonsuzluğa… Olmadığın evrenin farklı
meridyenlerinde, farklı iklimlerde soluklandığımız aynı renk sevdamız solmadı, soldurmadım, besledim yine…
……………T_anklar geçiyor paletlerinin ağırlığını üzerimde bırakarak toprak bir zemin oluyor, kalkamıyorum
onca ağırlığı def edip… ''Benden önce ölemezsin, hakkın yok buna'' söylemin düşünce ağırlıklar altındaki usuma
çırpınıyor, doğruluyorum toprağa akıtarak gözyaşlarımı, susuz kalmasın diye bereketli topraklar… Kalkıyor
sendeliyorum durmaya çalıştığım anlarda öksürük dalgası titretiyor, savuruyor tankların iz yaptığı toprak
yol üzerinde… Bir çeşme arıyorum öksürmekten çağlayanlar akıtan gözlerimi yıkamak, yanaklarımdan boynuma
yol alan izleri silmek için, çeşmesiz gelişen kentlerin yoksulluğu düşüyor yüreğime… Nehir kenarında, eriyen
kar sularının yeşilden, maviden kahverengi renge dönüştürdüğü mikroplu suyla serinletiyorum yüzümü ve
mora dönüşen gözlerimin altındaki halkaları…
…………… A_z ilerde ağacın altında birbirlerine sarılmış, dünyadan kopmuş sevgilileri görüyor, gıpta ediyorum
sevdalarına, bir taş kaydırıyorum suyun yüzeyinde çocukluğumdan bugüne uzanan…. Kaybediyorum taşın
izini, siluetini, gidişini, kaç metre ileriye fırlattığımı… Oysa yazdığım bir mektubu koyup, mantarla tıkayıp sana
yollamak isterdim taş yerine bir şişede ve en kısa sürede deniz olmayan kentine nehir çoşkusunda… Şişeyi
kırmadan açar, yıllarca saklardın sevdamızın gizeminde, o kimsede olmayan ve olmayacak olan güçlü hafızana
gelen tarihi not ederek… Titrek yazılmış satırlardan anlardın olişkonun öksürük nöbetlerinde yazdığı satırları ve
bilirim iki damla yaş düşer okurken, tuttuğun mektubun ucunu bırakmadan, sarılarak, nedenini benim bildiğim…
Direniyorum, direneceğim, sigaradan, alkolden, hava kirliliğinin yarattığı karbon monoksitli havaların bedenimde
yaratacağı tahribatlara… Yakışmaz bana, sevdama, yarınımıza aşksız, yurtsuz ölümler…
…………… P_ut kesiliyorum, sus oluyorum… Sana susuyorum… Senin susuyor olman sessizlik, benim susuyor
olmam sevdana acıkmışlığım susuzluğum… Yine susuyorum sana damlaya hasret susuz toprakların kıvranmışlığı
ve acıkmışlığının nöbet sancılarında… Öksürük ne ki geçiyor öğle saatlerinde, sana susamışlığımda, geçiyor gibi
oluyor kıvranırken yaşanmayan yaşamışlığım geliyor aklıma, portre çizmek istiyorum geçmişe dair kalem kırılıyor,
tablo yırtılıyor, canlandırmak istediğim yaşam flu oluyor, kısa süren rüzgar gibi esiyor geçiyor… Gece çizmek
istiyorum gözlerim görmüyor, bir türlü çizilemiyor yaşanmayan yaşanmışlıklar ve sesler duyuyorum gaipten
soluduğum her anının içinde; ''Onsuz ölemezsin… Onsuz ölemezsin''… Ölemem… Sensiz Ölemem… Sana
doymadan, bize verdiğim sözlerin her birini tek tek yerine getirmeden ölmem… Ölemem…
Sensiz ölemem… Sensiz ölmem… Sen olmadan asla…
17.3.2006 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:31 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / SIĞINDıĞIM LİMAN'IM
............... Serüvensiz seferlerden yorgun düşüp, dalgaların dansında alaboralar yaşayan, huzur, sevgi,
sıcak, korunaklı limanına demirlemek isteyen serseri, dipsiz bir tekneyim.. Bandırası olmayan, güvertesinde
ateşböceği ışıltısında yaşayacağı aşka, yıldızların altında valsa susamış..
............... Ege'den zeytin, Akdeniz'in portakal çiçekli kokuları var, kaptan köşkümün gizlediğim sır vermeyen
bölmelerinde, lirik Venedik şişenin mantarı açılmamış diplerinde… Martılar ötüşürken sabah alacasında kahvaltın,
kızıllığında batarken güneş akşam sefa çayların olmalıyım, sonrasında çekilen nikotinlere ortak, üflenen
dumanlara hasret, izmarite serçe parmağında dokunuşlarım..
............... Vadileri uçsuz bucaksız, yollarının keşfedilmediği, egzotik, dalgasız, sahildeki tonlarının renkten
renge raksettiği mini bir koy, o koyda sessiz, dipsiz iskele olmalısın, kıyına sadece benim yanaşacağım,
diğer ve yabanıl teknecikler olmamalı yakınında, uzağında, dürbün mesafesinde…
............... Tentelerim param parça açıkta beklemekten, pusulam yanlış yönlendirdi dümenimi, sahipsiz, kıyısız
ıssız, tenhalara sürükledi yelkenlerim, rüzgarı yanlış algılayıp tersine rotalar düşürdüm güverteme.. oysa
mülteci yalnızlıklarımı yazdığım kağıtları, doldurup her gece içtiğim galon şarap şişesine koymalı, atmalıydım
çoktan denize, sahilde ulaşır diye belki sevdası yüreğinde gizli sevdalılara…
............... Akdeniz, sıcak deniz, yordu beni efkar basan *******in yaz sıcağında volümsüz arabesk çığlıklarıyla,
Müslüm babanın ''Akdeniz Akşamları Bir Başka Oluyor Hele Birde Aylardan Temmuz İse '' yi yorumlaması da
Tuz-biber oluyordu parasız üniversite yıllarımda ekonomik olsun diye içtiğim Arjantin bardaklı biralara
serptiğim tuz gibi… Ayılmalarıma mega esriklikler yüklüyordu acılı her bir arabesk…onlarca tekneye biniyor,
dümensiz, pusulasız, rotasız ilerliyordum bilmediğim ülkelerin yabancı denizlerinde... Ve kayboluyordum..
............... Prangalı kaçak mahkum gibi gün ağarmalarında, dalgalar vururken yüzüme, tenime, uyanıyordum
nerede olduğumu bilmeden, kumsalın denizle ahengini konuşlandırdığı noktada, ıssız adaya mı düşmüştüm
geceden... Kalkıyor, silkiniyorum kum ve yosun kokularından..Sana gelirken, senin olmaya gelirken…Ada
oluyorsun ıssız, sessiz sığındığım, liman oluyorsun tek kişilik iskelene yanaşmam, soluklanmam için…
Sandalı fırtınalı denizlerde
Ekvatora sürüklenmiş acemi balıkçıydım
Vapurlar yol alırken okyanusta..
Takımadalar gördüm savrulmuşluğumda
Alabora olan teknesel yüreğime
Pusulam oldun gelişlerime, yönsüzlüğümde…
10.2.2006 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:31 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / SUSUZLUĞUMUN SEVDASI
…………… Sağanaklar sel olurken siyahi gecenin sonsuz eşliğinde iştahsızlığım, sonu gelmeyen sinsi
açlıklar doğuruyor yine sabaha gebe olan yıldızsız *******in ardında… Ne yesem anlamıyorum, anlasam
bilmiyorum, bilsem tadını alamıyorum tek başına atıştırmalarda… Çökünce akşamın karanlığı yerini alan
sokak çakıcılarında...
…………… En sevdiğim sokak fast- foodları bile anlamını yitiriyor çıkardığı kokulu dumanlara, kocaman kapaklı
tencerelerden buharı çıkan mega kolesterol yüklü sakatatların sanatsal şekilde dikilip, pişirilip, satıldığı bel
kemiğine tehdit kürsülerde yendiği kaldırım üstlerinde…
…………… Vejetaryenler düşüyor usuma esrik açsızlığımda… Üzülsem mi, acısam mı bilmiyorum onlar kendi
hallerinden, damak tatlarından sonsuz hoşnutlukta da olsalar… et yiyememenin dayanılmaz sancılarını
çektiğim çocukluğumdan bu gecenin göbeğine ulaşıyor.. Bitkisel kebaplar, otlardan sakatatlar üretiyorum
kendimce ve sokak satıcılarına önerebileceğim… Olmuyor, nedensiz ve malzemelerin yetersizliğinden...
…………… Tarhana kokulu sokaklar düşlerken ustura keskinliğindeki soğuk yalıyor yüzümü gecenin en
zayıf düştüğüm saatlerinde… Biraz daha alkol almak isterken beyaz önlüklü, beyaz aşçı şapkalı, Silvanlı
adını bilmediğim, sorsam da sabah unutacağım, ekmek fırını karşısındaki çiğ köfteci tezgahının önünde
buluyorum kendimi… Bilir ki kürdili hemşerim yemem hiçbir köftenin çiğ olanını…Yap bir paket diyorum
yoğurmaya başlıyor ellerine geçirdiği şeffaf eldivenle siniden aldığı bir avuç çiğ köfteyi... Paketi poşetliyor
ve yol alıyorum yemeyeceğim çiğ köftenin tahrik eden kokusuyla… Olurda gece rüyamda acıkırsam, kalkar
rüyamda yerim diye… Aç tavuk rüyasında kendisini buğday ambarında görür diye...
…………… Ağırlaşan bedenim hücremdeki soğuk yatağıma özlemle uzanmak istediğinde son sigara molam
geliyor aklıma… Soğuk yaladıkça yüzümü, dumanlar çıkmamaya direniyorken balonlar şişiriyorum sanki
soğuk, rüzgar ve sigara dumanımın dansıyla… Soğuk, bardak dolusu şalgam ağrı kesici gibi gelecek ölümcül
uykuma yatmadan…Ve gece uyanmalarımda kıvranıp, kızacağım kendime aç kalmışlığıma midemin feryatlarında...
…………… Perişan uyanmayı özlemişim birkaç gündür… Şimdi kavuştum ona kazınmışlığıma eşlik eden mide
fesatlarımla… Yeter bir bardak çayın eşliğine seronomiler yapan iki zeytin, küçük parça beyaz peynir… Ardından
yine yollar, aklımda sen, yanımda kokun hiç gitmeyen… Günlük olağan öğle meyveleri düşlerken günlerden
sonra seni ilk kez gülümsetecek kabak çekirdeğinin vahşi cazibesine sürükleniyorum yollardan… Ama o dönüş
yolunda kilometrelerce eşlik eden sesinin tınısı vitamin oldu iştahsızlığıma, sevdana susamışlığım, acıkmışlığım
bedenime düştü şimdi... Ve aylardan sonra, TSE belgesine kavuşan ve bu kentle özdeşleşen Adana kebabının
özlediğim tadına kavuştum güneşli, sert esen öğle saatlerinde ki tüketirken bir kadın senin öğle molalarını… Ve
dürüm içinde yediğim kebap değildi aslında, susamışlığımda sevdamın özenle koruduğum(uz) , hep ve çok iyi,
özenle baktığımız aşkımızdı... Kavuştuğumuzda beraber açacağımız…Beraber soluyacağımız, beraber beslenip
soluk soluk aşklaşacağımız… Seni Seviyorum.
16.2.2006 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:31 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / V A R M ı S I N! ? ! ?
……… Sırları, asla bilinmeze gömülü kar düşmeyen ama ulaşılamayan dikten öte yalçın kaya-
lara sırtını vermiş, güneş görmeyen aydınlıkta, kendi mum ışığıyla ışıttığı yapraksız dünyala-
rından yosunlar doğuran, yeşerten, dünyaya yosun yosun bakan iklimlerin bilinmezliğinden
sesleniyorum, beni duyuyor musun? Var mısın?
……… En ulaşılmazda ulaşılan, zorlukları kolaya çeviren, yoku var eden, bittisinde dosta düş-
mana inat kendi benliğinde doğan ve bitmeyen, bitmeyecek olan, umutsuz *******inde umut
denilen olguyu dolduran... Yürekleri çoğaltan, her yürek yangınında yeniden kendi küllerinden
doğan yangını, tüm yangınlara çevirmeye hazır ormansız ama dikenli yürekleri yakmaya ve ye-
niden doğmamalarına etken olmaya Var mısın?
…….. Vadilerin ulaşılmaz kayalıklarında, asla göremediği güneşe, dokunamadığı suya inat
yaşama tutunan vahşi bir zambağın yalnızlığına eşdeğer yaşanan gündelik çatışmaların çıkar
ilişkilerinden sıyrılıp yine.. Yine ve yeni unutulmaz anılar oluşturmaya, oluşturulan dünyevi
güzellikleri çoğaltmaya Var mısın?
……… Tayfası, kaptanı, miçosu, mültecisi biz, kaçak tekneyle rotasız, dümensiz, heyamola-
larla yeni koy, koyak, aşk kıyıları keşfetmeye, keşfedilen sığınak, mabet, tapınakları sadece
ikimizin sırlarına yeni sayfalarla yazısız, sözsüz, imgelerle eklemeye Var mısın? . Eklenen
her harfin bir tanesiyle tapınakların derinliğinde tapınacağım, ölümsüz tanrıçam olmaya ve
içmesem öleceğim o bir bardak ölümsüzlük suyunu benimle paylaşmaya Var mısın?
……… Adı, sanı, ovası, dağı, ırmağı, haritada paftası dahi olmayan, varlığını bizimde bilme-
diğimiz anayasası aşk, demokrasisi iki yürek, prensi ben, prensesi sen olan, saraysız, hiz-
metkarsız, vatandaşsız, ikimizden başkasının yaşamadığı, giremediği, ülke, ülkeler keşfet-
meye, günlüğünü tutmadığımız anılar defterine, kalemsiz, kokularımızla yazmaya Var mısın?
……… Pasaportsuz, sınırları çiçek bahçelerine dönüştürülmüş, aşkla sulanan, sevgiyle bes-
lenen, evlerin, binaların olmadığı kentlere girmeye, her girilen kenti, ziyaretimizden yüzyıl-
lar sonra antik kent aşk kalıntılarını ziyarete gelen insanların görselliğine çevirmeye, burada
okudukları kitabede asırlar önce yaşanan bu aşkın efsane olduğunu söylediklerinde orada
yerleşen ruhlarımızın gülümsemesine… Efsanenin biz olduğu… Bizim yarattığımız sırlı ve
ölümsüz aşkın bir daha yaşanmayacağına…Hüzünlü gözlerle gülümsemeye…Gülümsemeler
bırakmaya… Var mısın? ... Varım… Var mısın? ...
15.08.2007 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:31 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / YALNIZLıK SENFONİSİ
................Savruk düşlerimden solgun yaşantıma giren efsanedeki prenses değildin sen. Günler, yıllar süren
yüzyıllık savurganlıklarda tekil yalnızlıklar yaşadığım, sofradaki aşım, çorbadaki tuzum, bardaktaki suyum
oldun gelişinle ve henüz kutsanmayan gizemimsin tapınaklarımda...
................Eflatun rengi ve kırılgan ve hüzün ve uçurum çiçeği serinliğinde yazarken dizelerimi, hazırlanırken
yoksul semt pazarlarında satılan eski giysilerin sokak çocuklarındaki eskiz duruşunun dayanılmaz sancılı
tariflenmesine… Dizelerin çarptı yüzüme.. Gök gürültülü sağanakların ardı sıra rengarenk gökkuşağının
ebruya dökülen yansımasıydın yüzümde...
............... Virtüöz'süz konserlerden solo yaşamlara açılıyordum... Henüz pencere önündeki sarmaşıkların, ıtırlı
saksı çiçeklerinin, ortancaların tükenmediği emekçi bir mahallenin sabahlardaki izdüşümlerinden. Ve her sabah
kimliksiz, cinsiyetsiz yollardan gidiyordum, geri dönüşü olan, güneşi hep karşımda yansıyan...
................Tahrip gücü yüksek patlayıcılar yüklüyordum geceden usuma, sessiz patlayan... Dip dalgalarım olsun
ruh sürgünü sevdalarda firari aşıkların manifestosu, çöl ayazı susuşlarda gecenin gökkuşağı doğsun diye,
ruhu dağınık bir aşk yaşarken yankı yankı sessiz infilaklara gebeydim...
................Ateşi sönmeyen gözlerime film arası mola vermişliğimin yıllar sürecek sancılı bekleyişlere uzantısının
farkında ol(a) madım... Su vermedim içimdeki köksüz çiçeklere… Kokusu yayılır benden alırlar hoyrat koklarlar diye...
Buğday tanesi koymadım yemliğine yüreğimde şakıyan kanaryaların, nağmelerini duyar sustururlar diye... Altın
kafese koymadım hiçbir bülbülü vatansız kalmasın diye...
................ Panayır kalabalığında giydiğim yalnızlık giysilerim yüreğime düşen Cemre'nle son buldu. Yeryüzündeki
son cemreydin bilinemeyen, saklanan, keşfedilemeyen... İçimdeki deniz, gönlümdeki toprak, soluduğum havaya
düştün... Önce yavaş, dingin, sessiz... Şimdi Tsunami esrikliğinde bentleri yıkan, coşarak dalga dalga, sevgi sevgi,
ırmak ırmak... Terkisi hazır şimdi beyaz atımın kanaviçesiz, çeyizsiz gelişlerine... Güneşi karşımda doğan, karşımda
batan yolları kısaltıyorum ulaşmak için... Susuz çiçeklerim kökleniyor, kokusunu sevdana sunmaya… Başak taneleri
biriktiriyorum, kanaryalarım ara nağmelerde son ve sonsuz valsımıza senfonileriyle eşlik etsin diye... Ve vatansız
sevdalarda bitirmek için firari aşkları, yaşasın yaşansın diye aykırı aşkların tutsakları…
S enfoniler fısıldayan, keman yayındaki konçert O
E zgilerin nağmelerinde sen... söylenmemiş fası L
V e boğaziçinden sahildeki piyaniste uzanan or G
T ürkülerin kıvamında halay çeken... usta oyunc U
A şk yolunda savaşan, en yalın en güzel amazo N
P otbori anılarla efsanem…sevdamsın…
8.2.2006 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:31 AM
_ Sevgiliye Mektuplar / YILDIZ'LAR BİRiKTİRİYORUM…
……… Soğuk *******de yıldızlara uzanır, ısınırım ve her yıldız sen olursun, gökyüzü
ateş topu olur sıcaklığının yayıldığı atmosferde… Ben üzerimdeki her şeyi çıkarır ve
deniz kızı özgürlüğü yaşarım, güneş tenimde, başaklar içimde boy verirken…
……… En yakınımdaki yıldız koynuma girer, yeşil akan nehir, okyanusun mavi sularına
benzeşir ve her yıldız kıskanırken koynumdakini, ben kulaçlar atarken, her yıldızın ma-
visini yeşile, yeşilini maviye çeviriyorken her yıldız sen oluyorsun, geceden sabaha dek
milyonlarca yıldız yakalıyorum… Yıldızlar biriktiriyorum şimdi uçsuz bucaksız…
……… Vedasına hazırlanmakta olan gecenin geç kalan tüm yıldızlarını, yaprağını çoktan
dökmüş, dallarından başka serveti olmayan, baharı bekleyip yeşilliklerini fark edemeyen
insanlara sunmaya hazırlanan o devasa ağacın altında topluyorum… Yıldızların bayramı
olurmu? Olurmuş, şimdi her biri, kendini sonbahar hüznünü yaşayan ağacın dallarına
kızıl, mavi, yeşil, sarı ve her biri bir renk panayırına bürünerek salsa kıvamında, oynak
ve ağır kalçalarını oynatan oryantal kıvamda yapıştırırken yıldız yapraklı ağaç üremekte
ve geceden sabaha yalancı baharlara inat, yıldız yapraklı ağaçtan ıtırlar yayılmakta…
……… Türdeş ağaçlar kıskanıyor benzerini, dal büküyorlar gün ağarırken yeryüzüne
ve direnişindeki işçinin sessiz sloganlarını fısıldıyorlar dallarından dallarına… Her yeni
gün doğumunda güneş altında yıldızlar arıyorum beyhude ve senden gelecek en acı
sözü bile kabullenmek istiyor, onun tek harfine bile sarılmak, yıldız varsaymak, ucuna
tutunmak isteğim yeniden kanatıyor kapanmayan yaramı… Güneş altı yalnızlık ve acı-
larımı ince bir ipe sarılarak göğe tırmanmak, orada seni bulmak, ışıtan sevginle avunmak
ve sende kalmak, yıldız kokmak istiyorum kahreden soğukların yürek yangınlarında…
……… Ayperest düşlerime inat uyumuyor, siyahi gecede görünmeyen yıldızlara ulaşmaya
çabalıyorum, olmayan denizin rıhtımına yanaşmaya çalışan şehir hatları vapurunun deniz
fenersiz kayalıklara çarpışında… Sarsılıyor, adını sen koyduğum yastığıma sarılıyor, yıldız
kokunu arıyorum uykuya daldığımda düşeceğim bir ayağı kırık yatağımdan… Yakalarsan
bırakma, bırakırsan yüreğinin boşluklarına çarpar, ışığım söner diyorsun aylarca gelmediğin
düşlerimde… Düşlerime nice sonra gelmene kızıyor, gökyüzünden seni nehirlerin olmayan
sularına indirmek istiyor, bereket ve su ver istiyor, sonra seninle gecenin mateminde beraber
kayboluyor, bilinmezliğe doğru sürükleniyoruz şeytanın yağmur sesli yokluğunda…
……… Peribacası semalarından ceplerime doldurduğum o yakamoz ışıltılı yıldızları, ıssız
ve karanlık *******de gökyüzüne yapıştırıyorum, aydınlığında ay ışığıyla vals yapsın diye
ve yine o anlarda intihar kokulu güverteler duyumsuyorum, çünkü; yine bir yıldız kayıyor
ve asi suları kabarıyor, içimdeki okyanusun… Delişmen sularımdan beyaz bir güvercin
havalanıyor, biriktirdiğim yıldızlara kanatlarındaki ipleri takıyor, gökyüzünden yeryüzüne
salıncaklar sarkıyor… Yıldız renkli, güvercin kokulu salıncakta geceden sabaha ay ışığına
sallanıyorum, omuzlarıma kuşlar konuyor ve gece vedasına hazırlanırken her kuş tanesi
yıldız oluyor, ceplerime dolduruyorum… Yıldızlar biriktiriyorum…
28.12.2006 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:31 AM
__ Merhaba Sevgili - 1
Bugün de ölmedim…! ! !
Sana çıkıyorum yine bu sabah
Mahfasığmaz'dan hareketle
Her gün rutinleşen yollarda seninleyim
İller Bankası kavşağından
Dilberler Sekisi'ne ulaşıp
İçinde olmak isteyipte olamadığın
Otomatik yıkamadayım, sana doğru gülümserken
Mimar Sinan açık hava tiyatrosundan
Sola saparak her sabah
Köprü Köyü'nün portakal bahçelerini
Alarak soluma ilerliyorken
Yol üzerinde servis beklerken insanlar,
Ben sana ulaşma çabasındayım
Bu sabah ve her sabah…
Merhaba Sevgili,
Kenti ortadan bölen
Yosun kokulu Seyhan'ın üzerindeyim..
Saat 07.29'da yazıyorum bu satırları
Sağ elimde kalem, solumda direksiyon
Kırmızı ışık molalarında... öyle sanıyorum ki
İltifatlar alıyorum yanımdaki araçların
Uykusuz, bezgin, içsel kavgalı yüzlerinden
Bilseler sabahın bu kapalı saatinde
Sana dökülen dizeleri
Bilseler uzaktaki yakınıma dökülen
Çisil çisil yağan berrak damlaları
Yeşil yansın isterler mi?
Duyuyormusun, dinle
Emel Sayın söylüyor radyoda
__SİLEMEZLER GÖNLÜMDEN
NE AŞKINI NE SENİ…..
Açıyorum sesi ve sol yanımdaki camı
Portakal çiçeği kokuları
Yağmurla raks ederken havada,
Şarkıya karışıyor ebruli kokular
Mistik hava doluyor içeriye şimdi
Mustafa Kemal Paşa bulvarında seyrederken..
Ve her gün işyerine gidiş,
Ama dönüş istikametim olmayan yolda..
___Belki biliyorsun,
Seyhan nehri ikiye böler bu kenti
___Belki bilmiyorsun,
İncirlik-Şakirpaşa arasındaki demiryolu
İkiye böler bu kenti
___Bilmem biliyormusun,
E-Beş** karayolu da ikiye böler bu kenti
Peki şimdi biz kaç parçayız bu bölünmüşlükte?
Demiryolu ile paralel giderken E-Beş
Seyhan nazenin gelindir süzülen
Ve ikisinin altından kayan bir yıldız…
Üzerinde salına salına Gençlik Köprüsü önce
Boğaz köprü'sünün minyatürü adeta ve sevimlisi,
Beyaz Gelincik adlı diziye dekor ve
Sabah yürüyüşcülerini Yüreğir'e aktaran..
Otoban köprünün altında çağıldamasını dinletir
Sıcak çay eşliğinde Dilber Cafe'dekilere..
Eski Baraj'ın kapaklarından süzülürken,
Her gün geçtiğim köprüye (isimsiz) ve
Nazlı nazlı ulaşır Demir Köprü'ye
Bir iç göl muştusu olur Girne Köprü'sünden
Taşköprü'ye... sağına alarak O,
Mübarek Merkez Camii'yi..
Ve Regülatör köprüden Akdeniz'e
Amansızca uzanır beyaz kozalara can olmak için..
Merhaba Sevgili,
Kısa uğraklarla anlattığım Seyhan'ın ardından
Kiremithane civarındaki hemzeminde
Ray'lara dokunarak,
E-Beş' te yol alıyorum şimdi,
Sana gelen yolların ters uzantısındayım…
Mesai başlayacak birazdan
Ve başka dönüş yolu ekleyerek akşama
Diğer yollardan başka kuytulara gömüleceğim
Midemde alkolün dayanılmaz sancıları
Ve cebimde biriktirdiğim aykırı şiirlerle..
Esriksiz bir akşam dönüş yolculuğunu
Başka mısralarda ve bu kentin
Görünmeyen diğer yüzleriyle yazacağım
Arnavut kaldırımlarında parketmişliğimle..
Hoşça kal Sevgili…
Kasım - 2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:31 AM
__ Merhaba Sevgili - 2
Yine ölmedim…! ! !
Güneşin batımını fark etmediğim akşamın
Yola düşme saatlerinin hazırlığında
Sana çıkan yolların uzantısındayım
Bu akşam ve her akşam..
Birazdan,
Sol şeridi işgal eden, ama hep
Sağ partilere oy veren
Klaksona kızan, sollamaya aman vermeyen
Sellektörlere sövgüler dizen
Ülkenin en iyi sürücülerinin (adliyesinden sonra)
Ve de…..
Efes Pilsen'in yakışıklı Satış temsilcilerinin
Cirit attığı yollara çıkacağım..
Birazdan,
Arnavut kaldırımlı yollarda
Park edemeyeceğim! bir sokak arayacağım
Ve bende karışacağım sövgüler üreten
Sürücüler kervanına park yersizlikten..
Eski Ceyhan yolunun, şimdiki
Tali olan yolun bozuk satıhlarındayım
Amerikan Konsolosluğunun önünden geçeceğim
Saniyeler sonra, yine ürkeceğim geçerken,
Beni bomla yüklü intihar aracı sanarak
Kurşunlarlar mı? Diye…
Bilirsin eski tüfekleriz ya, hep içimizde taşırız
Bize gelecek yanlış intiharları,
Pimi çekilmiş, patlamamış fünyeleriz ya..
Neyse deli deli güldüm kendime,
Seversin sen bu gülmelerimi ben gibi…
Polis Koleji kavşağından az sonra
Ana yola çıkacağım, -neden baba yol demezler ki..
Soluma alıp bazı şirketlerin bölge müdürlüklerini
Sağımda az da olsa portakal ağaçları olacak mecburen
Ve bu kez demeyeceğim portakal çiçekleri diye..
Onlar bu mevsimde olmaz ya,
Müdürüm o şiirde uyarmış, eleştirmişti ya,
Yanıt bile verememiştim ya..işte öyle..
Yine Sabancı'nın maddi katkılarıyla
Güzelleştirilmeye çalışılan
Hilton-Merkez Camii-Taşköprü manzaralı
Ve bu kente ilerde çok sıkıntılar verecek
Ama şimdilik kimselerin anlayamadığı
Köprü yapımı devam eden, edecek olan aylarca
O kavşağa yaklaşmak üzereyim Sevgili..
Geçici ara sokaklardan ana yola ulaşmak için
Dolmuş ve mavi halk otobüslerinin
Küfürsel bakışmalarına eklerken sövgülerimi
Çıkıyorum bende, Girne Köprüsündeyim... ve
Geçerken şimdi o muhteşem ışıklandırılmasıyla
Sabancı Merkez Camii'nin önünden
Yine ve çok kızıyorum kendime
Niye bir gün burada namaz kılmadım diye!
Allah onuda kısmet eder birgün İnşallah..
Seyhan Otele varmadan şimdi
Sağa saparak ve eski Adana izlenimi uyandıran
Reşatbey sokaklarında olacağım..
Önce var olan düzen, sonra birbirleriyle kavgalı
Ve hep muhalif olan bir şeye, birilerine
Edebiyatçıların arasına karışacağım
Bir şiir akşamı dinletisinde..
Okur muyum bilmiyorum ama sen
Hep oku dersin ya, biradan yudumlayıp
Okumamakta ayıp oluyor dostlara ya
Okurum yine Sevgili…seviyorum ya okumayı
Üstelik şimdi havada kar, yollar buz, belki de
Kar'lı bir Ankara şiirinde kesişir yolumuz..
Ya da önce gidip evvela
Bir ameliyat mı olmalı?
Operasyon akşamı okunanlar
En güzeli olmaz mı şiirlerin?
Ve bu akşam içmeli
Yarın akşam okumalı..
Hoşça kal Sevgili…
22.12.05-Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:31 AM
__ Merhaba Sevgili - 3
Ölebilmeyi,
En çok istediğim Kasım'dayım…
Vurgunların yıl dönümlerinde yeşeriyor,
Kaldırım taşları arasında,
Ayaklar altında eziliyorum, hoyratça ve vurdumduymaz…
İçime akıttığım kanlı gözyaşlarım
Nazire yaparken azgın ırmaklara
İçimin tenha sokakları
Al renklerle süslenmekte…
Gündüz şekerlemelerimin nedeniyken
Geceden sabaha uykusuzluklarım,
Şimdi sorunsallıktan uzak
Tüm kent uykuya daldıktan sonraki yarı uykusuzluğumu
Hiç uyumama / analizinde çözümledim…
Yarı ölüm hali ve horultularında uyurken bu kent
Onlardan bir adım önde
Ve daha çok yaşıyor
Sensiz yağmurlarda y a ş lanıyorum …
Nikotin dolu *******i bölerken ikiye
Alkol esintilerini iki katına çıkardım..
Paylaşırken yudum yudum sigarayı,
Yeni kadehler ekliyorum yalnızlığıma
Masamda iki kadeh; biri senin
Gelmez de içmezsin belki, araya gitmesin diye..
Gök gürültülü sağanak akşamlarda
Yağmur sesli ıslıklıklar biriktiririm
Gece renkli, mehtap dokulu, sevda kokunu
Yağmur esintilerinde tüm kente yayarken
Islıklarının kardeş kokusuyla bezenir kent…
Şimdi ne zaman yağmur yağsa
Boğulur yalnızlığım, denizi olmayan dalgalarda
Kıyılarına ulaşamaz kulaçlarım..
Ve ne zaman ıslansam yokluğunda
Müzikal kokular işler yüreğime, kentime
Gözyaşlarım kan olur, içime yağar yağmurca
Yağmurlar ıslık kokulu…
2.11.2006 - Adana,
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:31 AM
__S*A*N*A* hep S*A*N*A*
S_evdiğim….S_evdam…....S_evgilim…......ben yolunda Rome_O
E_fsanem…..E_vrimim…...E_ylemim….....ben aylarından Eylü_L
V_enüsüm….V_uslatım.....V_efalım….......ben alanlarda mitin_G
T_anrıçam….T_apınağım...T_ılsımım……..ben tenindeki o kok_U
A_danam…...A_ntalyam....A_nkaram.....ben nehrinden Ceyha_N
P_rensesim...P_amuğum...P_latolarındayım...parolam sın..
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:32 AM
Acil Kan Aranıyor! ! !
Deli, uçuk, serseri
Fırtınalar içinde depreşen
Bir adam için
İvedi kan aranıyor
Damarlarında
Kan yerine bira dolaşan
Ceplerinde kabak çekirdeği
Ağzında sigara eksik olmayan
Serseri bir adam için
Bira grubu kan aranıyor
Çalıştığı bira fabrikası bile
Gereksinimini karşılamayan
Serseri ruhlu adama
Kan vermek isteyenler
Her Pazar Gizemli Kafe'ye
Baş vurabilirler…
14.03.2005-Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:32 AM
Adana Bana Dar Geliyor
Sığamıyorum bu kente,
Mikroplu sulama kanallarında yüzmeyi
Tozlu topraklı taşlı yollarında
Bisiklete binmeyi öğrendiğim,
Tenefüslerde simit-şalgam için
Okula koşarak gittiğim bu kent,
Bana dar geliyor…
Dallarından tozlu tozlu
Ve yıkamadan yediğim
Kırmızı beyaz dut tanelerinin,
Eski Baraj'da çaldığımız hind incirlerinin
Tablacılardan yediğim şam tatlısının
Şırdan dolması, kebabın el kıyması
Kana kana içtiğim meyan kökü/haşlamanın
En güzelinin yapıldığı bu kent,
Bana dar geliyor…
Dilberler sekisinde bira içtiğim,
Zilli dede'de top oynadığım
Seyhan nehrinin çağlayanında,
Çocuk aklımla korkmadan yüzdüğüm
Kara Fatma caddesinde börekler yediğim
Demirköprüde trenleri izlediğim bu kent,
Bana dar geliyor…
En güzel beyaz, tuzlu kabak çekirdeğinin
Mestan Hamamı karşısında satıldığı,
Ulucamideki ters kapı hamallarının
Yağcami önündeki işportacıların
Küçük Saatin hiç durmayan akreple yelkovanının
5 ocak meydanında namaz kılanların
Bakliyat kokularının eksilmediği,
Melekgirmez toptancılarının olduğu bu kent,
Bana dar geliyor…
Büyüksaatteki mistik hanların
Kazancılar çarsında dinlenen fasılların
İncirlik de Türkçe tabela olmayan dükkanların
Otopark yapılan Erciyes otelinin
Arabesk çalan dolmuşların,
Cadde-sokak ortasında ve her yerde
İndirme bindirme yaptığı bu kent,
Bana dar geliyor…
Özel misafirler için yapılan
Bumbar karın dolmasının
Annemin yaptığı analı-kızlının
Tadı doyumsuz dul avrat çorbasının
Halamın içli köftesinin
Yapılan her elde nefis olan kısırların
Kız kardeşimin sarımsaklı köftesinin
Ve her türlü kebapların
Dürümleştirildiği bu kent,
Bana dargeliyor…
Mitinglere katıldığım Uğur Mumcu meydanın
Konserler izlediğim Mimar Sinanın
Dokusu bozulmayan Taşköprünün
Atatürk evi ile bakışan Ulus Parkının
Kasım Gülek köprüsünden
Çocukluğuma açılan eski mahallelerimin
Yağmurda delik deşik olan asvalt yolların
Adliyesiyle ünlenen bu kent,
Bana dar geliyor…
Oğluma İlk öğretim okulu bulamadığım,
İş yerine giderken her gün önünden
Tam iki kez geçtiğim,
Otuz bin kişilik (! ! !) Sabancı Merkez Camiinin,
Ve önündeki Girne köprüsünün
Ve arkasında portakal ağaçlarıyla kaplı
Adana'nın oksijen deposu olan bahçelerin katledilerek
Yerine Merkez Park yapılan bu kent,
Bana dar geliyor…
Mustafa Kemal Atataürk'ün
Ve silah arkadaşlarının
Ve Kurtuluş Savaşı kahramanlarının yerine,
''Asmayalım da besleyelim mi? '' diyerek
Onyedi yaşındaki çocukları ipe çekenlerin
'Bana milliyetçiler suç işliyor dedirtemezsiniz''
'Benzin vardı da biz mi içtik''
Ciddiyetindeki devlet büyüklerinin! ! !
Memurunun işini bildiğini söyleyip
Rüşvete, yolsuzluklara yönlendirenlerin
İsimlerinin ana cade-bulvarlara verildiği bu kent,
Bana dar geliyor…
VE BEN GİDİYORUM…..
06.01.2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:32 AM
Ahşap Yalnızlıklar
Sensiz
Ve sessizliğinden hep
Hışırtıdan dahi sarsılıp
Eğreti baraka misali
Savrulmam... Biliyor musun?
Sarsılmayan direncimsin. Ki
Lodostaki yağmur
Karayeldeki fırtınadır
Gözlerine tutunup
Kaybolduğum saçların
Kokusunda konuklandığım, sessiz ve ıssız.
Sen bilmez ve sendeyken ben... Seziyor musun?
Yokluğun, eğreti yalnızlık
Kırk yıllık ahşap sanki kırılgan
Varlığın, var oluşum
Yıllara uzanan menzil
Yaklaştıkça kaybolduğum gözlerin... Görüyor musun?
Şubat - 2008 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:32 AM
Amip
Vay benim garip,
Melek yürekli annem…
Telefonda; ''seni gördüm rüyamda
ama seçemiyorum'' dediğinde
Eyvah dedi lal olan dilim
Titreyen göbeğimle malum oldu diye…
Sarı sıcak geceden
Ulaşırken sancılı uykusuz sabaha
Söyleyemedim sana
Cüsseme yakışmayan
İçimi, dışımı, tenimi titreten
Midemdeki canlı hayvanı…
Yüreğimde barınmayan bir hayvan
İçimde mi yaşayacaktı?
Bu da geçer, neler geçti…
19.9.2006- Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:32 AM
Anayasal Aşk…
Yasal olmayan kelimelerden
İllegal imgelerdir ürettiğim
Anayasal olmayan
Aşk çiziyorum dalgasız denizlere..
Saklanan imgelerin
Ürkek tenhalığında
Cebimdeki kelimeleri yüzdürüyorum
Kağıt helvadan yaptığım kayıkta..
Çizdiğim aşkın
Güvertesinde ben.
Seversin sen diye
Kağıt helvayla
Korsansız denizlerden
Yol alıyoruz sana doğru…
Deniz.. Aşkımız.. Kağıt helva…
Anayasa'sı, illegalitesi,
İkimiziz bu aşkın, pupa yelken…
Şubat - 2007 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:32 AM
Annem Gibi Kokuyorsun
Kadınlarımdı onlar
Sevdiğim ama göremediğim
Yıldız kadar parlak
Onlardan çok uzak
Işıltısı yürek, varlıkları kutsal
Ulaşılmaz..
Hep yoktular
Kokusuz ve uzaktı
Sevdiğim kadınlar
Platonik sevdamdılar
Sen kokarlardı tanımadığım yokluğunda
Varlığında kaybolur
Hiç olmamışlar ve ben
Hiç sevmemişim gibi..
Bükreş'te, Amerika'da
Avustralya ve uzaklardaydılar
Öylesine çok ve ürkek
Ve yalnızdılar sevgisizliğimde
Ana karalarından uzak
Okyanus diplerinde batardı sevdam
Ulaşılmazdılar..
Annem kokardı tüm kadınlar
Uzaktılar, duyumsardım
Resimleri, mektupları, beyaz gülleriyle
Yazmadığım şarkının besteleriydiler
Tutunduğum duvar
Hıçkırdığım sessizlik
Ve hep eksiktiler..
Yitirdim kadınlarımı ergenliğimde
Tütün sarısı, mor salkımlı
Anason kokulu *******di
Kirleten, yitiren, unutturan
Ulaşılmazlıkları uzaklıklarıydı
Gözlerin kadar yakın
Kokun kadar uzak ve eksiktiler..
Sevdiğim yemek
Bereketli toprak
Ve hiçbir şey kadar
Kendin kokuyor, sen kokuyorsun
Defneyaprağından damlayan hüzün
Çaldığım kurabiyeler kadar taze
Atom kadar müthiş
Buram buram aşk
Ve hiç olmadığın kadar
Kendin ve sen kokuyorsun..
Tıpkı annem gibi
Kırılgan
Islak
Ve unuttuğum platonik aşklarım kadar
Kutsal kokuyor
Cennet bakıyor, aşk dokuyorsun
En asi rüzgara direnen
Kelebek kanadında renkler gibi
Ve kendin ve sen
Ve annem gibi kokuyorsun...
10.01.2008 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:32 AM
Aşk..Gece..Kadın..
Sevdasında şair
Doğurganlığında
Aşk yaratan kadın
Ağlarken,
Gözlerin sığınağım
Yaşlarım,
Tutunduğum sıcaklığın
Sığınmasam kaybolur
Tutunmasam düşerim.
Yalnızlığıma soyunduğum
Gece düşlerimsin…
23.1.2007 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:32 AM
Aykırı Sevdaların FİRARİ Aşıkları
_______Firari
_________Göçebe
___________Çingene sevdamıza dair
Aynı coğrafyanın farkı iklimlerinde
Aykırı yürekleriz firari aşklar üreten
Gün batımının farklı kızıllaşttığı ayrı kent akşamlarında
Eleştirilerini ok gibi saplayanlara direnen yüreğin
Ay ışığı firarlarım oldu
Tanırken seni….
Aykırı bir adam, öz eleştirisiz
Evreni, gökkuşağını yeniden yaratmaya soyunuyor…
Uçurum başlarına yasak ve yabanıl
Kır çiçekleri ekiyor topraksız…
Aynı coğrafyanın, uzak kentlerinin gecesinde
Ki…..
Sana varmak için bütün çabası…
İklim kuşağında savunurken aykırı sevdanı
Savunurken ben nem kokan *******de...
Sensiz, sessiz ve şiir kokan özlemlerimde
_______Firari
_________Göçebe
___________Çingene sevdamıza
Yeni anlam ve kaçaklıklar yüklemek için
Bir yol çiziyorum geceden sabaha
Ve ayrı kentleri birleştirmek adına
Yollardan, dağlardan, ovalardan,
Yer altı nehirlerinin gizemli akışından
Toros'ların heybetli zirvelerinden uçarak
Sana ulaşıyorum, aykırılaşıyorum
Aykırılaşıyoruz iklimlerimizi birleştirerek…
Anlamlar katıyoruz yabancısı olduğumuz
Kentlerin, ilçelerin, deniz kenarında
Tahta masalı çay bahçelerinde
_______Firari
_________Göçebe
___________Çingene sevdamıza
Anlatacağız…
Anlayacaklar…..
Savaşımız, emeklerimiz;
Göçebe obalarında filizlenen
Sevdalar üreten masumiyetimize
Aykırılığımız, firarlarımız, militan aşkımıza
Özgür ve yaşanılası mutluluk giydirmek için
22 / 07 / 2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:32 AM
Badem-İlkbahar
Hani ilkbahar geldiğinde
Ağaçların en güzeli badem ağacıdır ya, müjdecisidir ya baharın
Nicedir özlemişim kokusunu, çiçeklerini, yemişini
Dağlardan esen rüzgarların meltemi
Ansızın ılık sıcak çarpar ya yüreğine yüzüne tenine
Nicedir özlemişim baharı, badem ağacını, kokusunu...
30 Mart-Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:33 AM
Bana Bir Şiir Oku
Bilmiyorum deme sakın
Bana bir şiir oku
Annen, baban olsun içinde
Bana bir şiir oku
Kardeş, arkadaş, dost, sevgili
Ya da istediğin olsun içinde
Bilmiyorum deme sakın
İstersen istiklal marşı oku
Medeniyet tek dişi kalmış canavar olsun
Yada vatan, ezan, kuran, din, iman olsun
Mutlaka oku, bir şiir oku
İster köpeğin kedin olsun içinde
Ya da balığın, kuşların olsun
Bilmiyorum deme sakın
İster meyhane makamında oku
Yada Ahmet Kaya gibi
Gür sesle inlet ortalığı
İstersen unut sözlerinin yarısını
Bana bir şiir oku
Bilmiyorum deme sakın
Biliyorsun
Şiir bilmeyeni sevmem ben
Şiir sevmeyeni sevmem ben
Pencerene konan kuşları
Pır pır eden yürekleri söyle
Barlarda söylenen
Onuncu yıl marşını haykır
İki duble içince aklına gelen
Milliyetçi iki söz söyle! !
Bilmiyorum diye diye
İnsanlığa ihanet etme
Bana bir şiir oku
Bilmiyorum deme sakın
Hala bilmiyorsan eğer
Hadi sen git işine
Haziran - 2004 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:33 AM
Bayrak Oğlum Ve Ben
Yer siyah
__Gök Beyaz
En büyüksün-Şampiyonsun
__Beşiktaş
Sloganlarıyla odaları inlettiğimiz oğlum
Kara kartal mozaikli
Tüm bayraklara el koydu
Dikiz aynamdaki flamayı
__Panosuna
Bagajımdaki çubuklu bayrağı
__Penceresine
Kilerdeki en güzel bayrağı
__Duvarına astı
Koçum birini geri ver dedim
'Hak verilmez alınır
Dönmeye değil
Ölmeye
_Ölmeye
__Ölmeye geldik'' sloganlarıyla
Karşı tribünlere kovaladı
Bayraksız kaldım
__Bayraksızım artık…
1 Nisan 2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:33 AM
Ben Asılacak Bir Adamım
Bir dünya güzeline
Bir yürek kadınına
Yaşamındaki en büyük kötülüğü yaptım
Fırtınalara, alaboralara sürükledim
Hoyratça…Onursuzca…
Suçluyum…cezamı çekiyorum
Vurdum, ölmedi yaralandı, direndi
Onun en kutsal yerini
Yürek dilini susturdum
O an dünya durdu
Güneş, yıldızlar karanlığa gömüldü
Gülen gözlerinin ışıltısı sönmedi
O an dünya durdu
Mevsimler karakışa döndü
Yüreğindeki bahar çiçekleri solmadı
Ve ben öldüm
O bende açtı... Direndi..
Hoyrat dümensiz rotasız tekne oldum
Utandım, kıyılarına yanaşamadım
Kızgın lav, deli ırmak oldum
Akacak yol, yatak bulamadım..tıkandım..
Sen
Kar oldun tipi oldun, yağmur oldun
Çiçek çiçek
Bahar bahar açtın ihanetlerimde
Dağlara ovalara yağdın bereketinle
Ben
Kızgın lavlarım, kirli ırmaklarımla
Kendi içime aktım
Kendimi kirlettim, bitirdim
Sen iyiye
Sen güzele
Sen umuda, güneşe
Sen her yeni güne açtın
Çiçek çiçek, bahar bahar
Sen açtıkça ben bittim
Sen sevdasın
Ben asılacak bir adamım..
29.12.2004 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:33 AM
Ben *******i Şiir Yazarım
Uzanırken akşamlarda yatağıma
Yastığım kağıt
Başım kalemim olur
________Yazarım
Satırlarımı ay ışığı aydınlatır
Yıldızlar yansır dizelerime
Yazarım.. mısralarca çoğalırsın
Geceden sabaha...
Bu yüzden en çok
Uzun *******i severim
O *******de yastığım dolar
Mısralarım olursun…
11.9.2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:33 AM
Beni Kurşuna Dizecekler..
Seni
Böyle sevdiğimi bilseler
Beni kurşuna dizerler
Seni
Hala sevdiğimi bilseler
Beni kurşuna dizerler
Seni
Ölene kadar seveceğimi bilseler
Beni kurşuna dizerler
Ben
Kurşunlara gelince
Sana kavuşacağım
Ben bastığın toprağın altında
Ve sense üzerimde yürüyeceksin
Beni
Kurşuna dizecekler
Ben sana kavuşacağım..
12.12.2004
Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:33 AM
Beni Sevme Ama?
Önce dinle lütfen
Sonra yargıla
İnfaz et
Öldür…..
Şiirlerim sustu
Şarkılarım, türkülerim tükendi
Diğerlerini ne güzel dinledin
Bir kez de kanayan yüreğimi dinle
Ama dinle…sonra öldür..
Dinle ama anla
Anla ama öldür
Öldür ama bir kez dinle
Güllerim soldu iklimsizliğinde
Gözlerim uçurumlarına akıyor, kör oluyor
Ağlayışlarım alkol şişelerinde gizli
Uyanışlarım esrik
Tenimde kanayacak yer kalmadı
İçim kanıyor
Yüreğim kanıyor
Dinlediğin herkese inandın
Bir bana inanmadın….
27.01.2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:33 AM
Benim Dünya Güzelim
Sen benimle mi güzelsin
Seni sevdiğim için mi?
Bu şarkılar, türküler, besteler, senfoniler
Sen varsın diye mi
Seni sevdiğim için mi güzel?
Şu çiçek, bu böcek, kırmızı benekli kelebek,
Bu insanlar, rüzgar kanatlı martılar,
O yağmur yürekli sevdalara yazılan şiirler
Sen varsın diye mi
Seni sevdiğim için mi güzel?
İnadına ve her şeye rağmen
Sen böyle dünya güzeli iken…..
Ben nerenin çirkiniyim birtanem?
Beni hangi heykeltraşın kaidesinde
Yontarak, üreterek kendine benzetmeye çalıştın?
Ben seninle mi güzel oldum
Seni sevdiğim için mi?
24.08.2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:33 AM
Benimle Hangi Evde Yaşarsın? - Yaşayabilirsin?
Sen... Sana sunacağım alternatif yaşam biçimlerinden hangisinde benimle yaşayabilirsin?
Ben... Taşın, toprağın üzerinde... Ben kirden kağıt gibi yırtılan battaniyelerin ve bitli yatakların
olduğu Sirkeci otellerinde… Ben yıldızsızından beş yıldızlısına kadar her mekan ve otelde
ortamın karizmasına uyarak ve günlerce banyo yapmadan yaşadım ve konakladım…
Bir damla suya aşık, bir yudum su ile yeni dünyalar kuran ben bu ortamlarda suskunluğuma,
isyankarlığıma muhalefet ederek sustum. Yüzüm, tavrım, dışım sustu ama yüreğimin deli maviliği
hiç susmadı..hiç dinmedi… İçimde depremler, fırtınalar, anaforlar yaratmasına rağmen susmadı, susmayacak...
ŞİMDİ SEN HANGİ EVİ SEÇER, İSTERSİN?
KÜTÜK EV: Tavanı, tabanı, duvarları, odaları kütüklerle kaplı, suyu, elektriği olmayan, gece ayışığı ve
yıldızlarla aydınlanan, su getirmek için hemen her gün ellerinde bidonlar, beşyüz metre gidip, beşyüz metre
dönüş yolunu adımlayarak ve elini yüzünü şarıl şarıl akan bir çeşmeden değil, bir ibrikle damla damla dökeceğim
bir evde yaşaya bilirmisin? Duş küveti ve hortumu olmadan, çağlayanlar gibi suları akmayan, küçücük bir tasla
su dökeceğim ve ninemim dedemin çocukluğumun leğenlerinde bağdaş kurup yıkanacağın bir evde yaşarmısın?
En önemlisi bu evde bıkmadan, sinirlenmeden, lanetler okumadan, yardımı istemeden bana çorba yaparmısın?
Biliyorsun ki ben çorbasız yaşayamam, hayat damarlarımdan biri eksilir çorbasız bir günde.
Katlanamadığım çorbasızlığıma çorba/derman olur musun?
TAŞ EV: Adı üstünde işte taş ev. Kütük evden beşyüz metre ileride. Çeşmeye bir o kadar daha yakın.
Su yok ama elektrik var. Duş, banyo yine sorun.
Taşların özelliğinden içeri yazları serin kışları ılık. Olsun der misin? Çorba yapa rmısın?
Akşamları çıtır çıtır meşe odunları yanan şöminenin önündeki kuzu postunda benimle şarap yudumlar mısın?
TAŞ VE KÜTÜK EV: Dışı yörenin özgün taşlarıyla, taban parke, duvarlar kütüklerle kaplı bir ev.
Suyu, elektriği, mütevazi bir bahçesi olan bir evde benimle yaşayabilirmisin?
Çayı çay, kahvesi kahve kıvamında, kahvaltısı sarmaşıklarla kaplı bahçede, akşam yemekleri, yıldızların
altında yenen bahçeli, küçük, otantik bir evde benimle yaşaya bilirmisin? Çorbama lezzettler katar mısın?
SARAY EV-YADA DUBLEX-TRİPLEX EV: Süper bahçeli, ağaçları, çiçekleri, böcekleri, kuşları, bahçevanı,
fıskiyeli çim sulayan hortumları, yüzme havuzu, fin saunası, türk hamamı, alafrangası, alaturkası, duşlı kurnaları,
ebeveyn banyoları, kat kaloriferli, split klimalı, merkezi müzik yayınlı, her kat balkonunda barbeküsü, şöminesi,
seramikli, ahşap parkeli, mermerli, ferforje demirli, panjurlu, pvc.li, Amerikan iç kapılı, çelik dış kapılı, çift camlı,
alçı tavanlı, saten boyalı, müzayedelerden alınan paha biçilmez tablolu, gömme dolaplı, kilerli, çamaşır kurutma
odalı, çocuk odalı, bodrumlu, çekme katlı, amerikan mutfaklı, macar yemek takımlı porselenli, gümüşten
çatal-bıçak-kaşık takımlı, dışarıdan çeşmeli buzdolaplı, jaluzili, elli-yetmiş-yüzyetmiş ekranlı tv.leri, dvd.leri,
pc.leri, kumandalı müzik aletleri…
Daha ekleyeyim mi? Daha sayayım mı? Konforu, lüksü?
Daha var... Daha iyisi, daha kötüsü var… Uğruna arkadaşlarımızı yitirdiğimiz, halkımın yaşadığı, pencereleri
kırık dökük ve aralıklardan kışları son teknoloji ile üretilmiş klima serinlikleri giren, yağmurların krater gölleri
oluşturduğu tek göz bir GECEKONDU'da yaşaya bilirmisin?
Komşu Melahat hanım teyzeyle dedikodu yaparken, diğer yandan tarhana çorbamı tahta kaşığınla
karıştırıp akşama hazırlar mısın? Çiçekli pazen pijamanlarınla bu evde rahat edermisin?
VE EN KÖTÜSÜ: İçi, dışı önemli olmayan…. yazı, kışı belli olmayan... çorbaları olmayan…
Giysileri sevgiden, içi, dışı, duvarları sevgi ile örülmüş... çeşmelerinden sevgi akan... sabahları
sevgi ile yüzler yıkanan… sabahlara sevgi ile uyanılan, akşamlara sevgi ile yatılan…
Bir sevgi evinde benimle sevgiyle yaşar mısın? Yaşa bilirmisin?
27.10.2004 - adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:33 AM
Bir Anlamı Olmalı
Yaşamın bir anlamı olmalı
İnsanın değerleri olmalı, rutinsiz..
Yıkmalı rutinleri, anlam yüklemeli yaşama
Her sabah işe evden, evden….
Her gereksinim de çarşı-pazara
Taksitler, kredi kartları, kontörler
Yol üstünde varsa ve ya çıkarsa
Diye sayısal, şans topu, iddaa! ! !
HAYDİ BOL ŞANSLAR HEPİNİZE…
Üretmeden kazanın, hak ettiniz
Paylaşmadan tüketin, emek verdiniz
__Kültürünüz
____Sanatınız
______Değeriniz
Hak etmeklerinizle, üretmediklerinizle
Emek vermediklerinizle
Elbetteki kuş beyinlerinize uygun
Ve layık yetiştirdiğiniz çocuklarınızla
Size, ülkeye, bayrağa,
Vatana, millete, Sakarya'ya
Ne mutlu…sizlere ne mutlu
NE MUTLU ÜRETMEDEN KAZANANLARA…
29-07-2005 / Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:33 AM
Bir Avcısın Sen..........
Avcısın sen
Silahsız, mermisiz, bıçaksız
Avcısın sen
Silahı kelimeler
Sevgisi mermiler
Yüreğime işler gümbür gümbür
Avcısın sen
Bıçağın yüreğimi deler
Kelimelerin beynime işler
Munzur dağlarında gezen
Beresiz Guevara'sın
Ben
Yaralı ceylan....
Aman avcı
Yeter vurma beni.....
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:33 AM
Bir Dünya Kurdum
..Bir dünya kurdum ikimize… Gerçek Evrenden milyonlarca kez küçük…minicik bir dünya...
..Sen ve ben varız dünyamızda... Öyle bir dünya ki bu, bir tek ülke var içinde.
O ülkede sadece sen ve ben… Bu kentte tek bir mahalle ve mahallede sadece
bir ev var…
Sevdayla atılmış temeli, sevdayla boyanmış duvarları, sevdayla örülmüş çatısı, bahçesinde
sevdayla ekilmiş ve sevda sevda büyüyen çiçekleri…
..Bu mahallenin, kentin, ülkenin, dünyanın yöneten ve yönetilenleri yok. Her sabah
sevdayla doğan ve batan güneşin ardında gök kuşağı renkleriyle yürekleri bezenmiş
iki sevdalı, iki deli mavi var.
..Dünyamızdaki nehir, orman, deniz, dağ ve ovalar ikimizin… Sevdamızla akıyor,
yüreğimizle yeşeriyor, ruhumuzla dalganıyor ve sevda başakları filizleniyor
bereketli ovalarında, yaylalarında.
……Sen dünyamın onur çiçekli meleği
……….Ben dünyamın asi, uysal, tapan kardeleniyim
…………..Kardelen'inim…Senin'im…
6.5.2004-Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:34 AM
BiR KADIN / BİR ADAM / BİR SEVDA
_____Kadın,
Yüklendiği, sevdalarıyla dolu
Öznesi yüreğinde saklı
Gözlerinde sıcağının şefkati
Emekçi annenin meleksi hüznü..
Varoşları buz tutmuş kenti, gök yüzünden
İnci kanatları, merhametiyle saran, sarmalayan..
_____Adam,
Saklı kentleri, yaşanmamış sevdaları
Gözleri lacivert hareli
Çocukluğunda büyük adam
Büyüdü oysa,
Küçüklüğünü özleyen ve büyüyemeyen
Deli mi? kendi de bilmeyen…
_____Kadın,
Onuru sevdasında anlamlı
İçlerine akıtmış hüzünlerini, ırmak ırmak
Isıtmak için nefer şimdi ve her zaman
O deli adam ve deli çocuğa, hasretinde..
_____Adam,
Susamış, saklı kentlerin sevdalarına
İçmek yudum yudum, kana kana
Doymak derdinde, açlığından,
Hüzünlü bir kadının
Öznesini, hüznünü, merhametini..
Sarılırken şefkatine,
Çıkarken geçmişine onurla, sahiplenirken,
Onu ve geleceğini ve payına düşeni..
Tüm bedellerini ödemeye hazır
Ve diyetlerini dün geceden ödemiş bu aşkın..
_____Bir kadın ki…seviyor,
_____Bir adam ki…tapıyor,
Kim engel ki! bu sevdaya
Kim olabilir ki bu sevdaya engel
30.01.2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:34 AM
Bir Ölünün Gözleriydi Sevdiğin…
Sırları, yolun yarısı tamamlanmış
Giderken bilinmezliğine
Çapraz sunumlardı örtüşen paylaşımlarda.
Çıktın, çıktım, çıkageldik
Tüm yalın, duru, saklısız saklanmışlığımızdan
Ne yaş kırkı geçmişti
Ne de onsekiz altıydık iki yaş bileşkesinde
Yaş... Yaşanmamışlıklarımıza ekleyeceklerimiz
Ve utandıracak öpüşmelerdi gençleri.
Öncesi, sonrası işte tam şimdi
Giyinmekti ölü toprağını sessiz ve örtüsüz *******de
Çıkıverdin sen, geliverdim ben
Yırtarak, atarak ve parçalayıp bir halkın
Gelenek dedikleri şeytan tapınmalarını
Sarılmaksa aşka, üretmekse sevdayı
Yeniden doğduk köreltilen gözlerimizin kirpiklerinden.
Y a ş a m a d ı m k i sensiz sensizlikte
Doğmamış bebeğe biçilen don
Ölçüsü alınmamış kumaştan yapılan takım elbise
Yani sana anlatmak isterdim, anlatamazdım
Seninle başlayan, öncesinde olmayan hayatı
Gün ışığıyla buluşan sırlar
Isınırken sevgi sarmalında.
Sevdanın çağlayanında dünyaydı büyüttüğüm
Açan çiçekler gülümsemen..
Tınıların yol gösterir gecede, zifiri aydınlık
Kucaklıyorken dünyayı
İkimizdik sadece nefeslenen
Birimiz kuzey yarım küre, yarımız güney
İkimiz yerküreydik.. t e k t i k.. sadece biz biliyorduk
Tek yürekte a ş k t ı k.
Kıyılarıma vuran ölü balıkların
Gözleriyle bakışırdı gözlerim
Düz ovada avlanan kekliğin kırık kanatları
İğnesini yitiren arının çalınmış balı
Mayalanmamış yoğurdun sütüne katılan su
Dengeleri alt üst eden ne varsa
Bende, içimde, her yerimde…buydum ben.
Elektroşokla canlanan balığın gözlerinden
Ovalara akan ırmak, bal yapan arı
Süt sağaltan sabahlardan yayılan kokuydun
Canıma can, yüreğime aşk katan..
Aşka anlam, bana aşk, aşıma katık sunan
Sevdiysem, tapındıysam, düştüysem yollarına
Yollardaki çizginin, molalarımdaki çayın
Adı aşk, aşk sen olduğun içindi.
Sunduğun, yaşattığın yürek koyduğun sevda
Adı konulmamış aşk masalının
Destansı öyküsüydü yazılmamış, yaşatan..
Ömrümce susup unuttuğum cümleler
Dilime çarpıp kör kuyularda boğulurken
Uzattığın urgandı sesin, sessizliğime
Can yeleğiydi gözlerin, ölü gözlerime..
Yüreğin değerken yüreğime
Açarken gözlerimi sevdana
Gözlerinin gördüğü bir ölüydü
Bir ölünün gözleriydi sevdiğin
Bir ölünün gözleriydi…
18.7.2007 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:34 AM
Birbirimize Yazılmışız
Bir gemi güvertesinde aynı yolcuyduk seninle
Sahilde aynı kıyıya oltalar sallardık..
Aynı ormanda yanyana iki büyük ağaç
Kumsalda iki farklı ve çok renkte
Çakıl taşlarıydık yanyana
Aynı gök yüzünün iki yıldızıydık seninle
Çıralı'da bir gece vakti
Aşıklar el uzatsa dokunacaklar ışığımıza
Onlara yakın, biz bize uzak ve habersiz…
Yüreklerimiz aynı dili konuşuyordu
Dillerimiz hiç konuşmasa hep sussa bile
Güverte de, kumsal da karşılaşmadık..
Ormanda aynı havaya soluklanırken,
Kumsal da aynı denizin dalgaları,
Köpükleriyle örteyken renklerimizi karşılaşmadık
Aşıkların el uzattığı
dokunacağı yakınlıktaki uzak yıldızlardık
Altmış yaşınada gelsek, karşılaşmasak
Birbirimize yazılmıştık….biz….
Güvertede, kıyıda, ormanda
Kumsal da, ormanlar da, yıldızlar da buluşmasakta
Birbirimize yazılmıştık…
26.10.2004 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:35 AM
Biz Nasıl Ölürüz Birtanem
______Eğer
Ben senden önce
______Ölürsem
______Eğer
Sen benden önce
______Ölürsen
Söyle bir tanem
Nasıl yaşarız?
______Var mısın?
Beraber ölmeye
______Ama
Günü gelince… Ve
Söylenmemiş sözlerle...
23.08.2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:35 AM
Biz Vatan Hainimiyiz..? ! ?
Biz ikimiz...
Dünya üzerindeki her hangi bir ülkenin
Vatansız iki deli sevdalısıyız...
Sevinçlerinizi, neşelerinizi, kahkahalarınızı,
Size, sizlere dair olan tüm güzelliklerinizi
Saygımız, sevdamızla selamlıyoruz…
Ne bir yudum su
Ne bir dilim ekmek istemiyoruz sizden
Vatansız sevdamızın üzerine
Sınırsız, çıkarsız,beklentisiz seven
Yüreklerimizi giydirdik...
Ceplerimizde ne bir pul, ne bir para
Sevda yüklü banknotlarımız dolu tomarlarca
İsteyene deste deste sevda sunarız
Suskunuz, çaresiziz suçlamalarınızda
Sevdik
___Seviyoruz
______Seveceğiz
Dünya dönüp, nehirler aktık ça,
Denizler köpürüp, martılar uçtuk ça,
Yağmurlar yağıp, kardelenler karları deldik çe,
Çiçekler açıp, kuşlar öttük çe,
Ağaçlar meyvelerini
Toprak ekinlerini verdik çe
Yeryüzü aşkımızı, sevdamızı kabul edip
Saygı gösterene dek...
Sevdik
___Seviyoruz
______Seveceğiz
Recm etseniz ya da
Fermansız sehpalara çekseniz
Bir duvar dibinde dizseniz kurşunlara
Giyotine vursanız
Sevdik
___Seviyoruz
______Seveceğiz
Biz vatan haini miyiz?
9.8.2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:35 AM
Bu Nasıl İş Anne?
Bir kadın, bir anne
Çağdaş, laik
Bir kadın, bir melek
İnançlı, örtüsüz
Bir oğlan, haylaz, deli
Bir oğlan, serseri
Deli mavi
Çağdaş, melek kadının
Bir deli mavi oğlu
Sıkışınca derman ister
Daralınca dua ister annesinden
Anne oruç tutar hastayken dahi
Oğlan yer içer günün her vakti
Sıkışıp, bunalıp, daralınca
Anne bana dua et' der vallahi
Bu nasıl iş anne?
Duaların hep gerçekleşiyor…
12.11.2004 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:35 AM
Bugün Doğum Günüm Anne…
İlmek ilmek günahlar çoğalttım onca yıl
Geri dönüşüm, af dileyişim yok asla
Affet benim güzel annem,
Aykırıysa da senin inancına benim diyalektiğim
Serçe ötüşlü, kelebek kanatlı kaçışlar yüklüyorum bu gece
Affet, ulaşamayacağın son doğum günüme
Tek kutlayan melek yüreğinle..
Bilirsin, reddettim hep dayatma günleri
Birkaç güne yüz yılın sürprizi denk düşecek
Senin, kardeşlerimin, akrabalarım ve bu tanıdık alemin
Yılbaşı ile kurban çığlıklarının örtüştüğü
Dünyadaki ilk ve tek,
Türkiyede ki birleşme günü kutlanacak…
Sokaklarda; duygusuz, sorumsuz kan akıtanlar
Gecesinde Noelini kutlayacak, sözüm ona yeni yeni yıl(mış) …..
Hangi yılbaşı bizi yeniledi anne?
Kırmızı don uğur getirir diye
Sosyete barlarında gece yirmi dörtte
Kıçlarında asgari ücrete denk düşen donları
Dün tanıdıkları aşklarının, ya da
Mutsuz evliliklerini yok sayıp, yenilendiklerini sayarak eskimişliklerinde
Kulaklarına fısıldayacak don renkli kadınlar..
Adı aşk ya! ! .. Kırmızı ya! ! ..
Ve ''Aşkım altımda ne renk don var biliyor musun? ''
Ve sen yıllarca, kıçındaki yırtık donu onarır, diker, giyerken yeniden
Hangi yılın başı sonrası yenilendik
Utanma anne utanma….
Bu ülke, bu insanlar ve hiçbirimiz utanmadık
Sen de utanma anne…
En güzel yıllarında, gençliğinin
Akşam, yakışıklı, dağ gibi heybetli kocanın
Eve gelişini, komşuların görmesin diye
Pencerenin ardına gizlenerek nasıl beklediysen
Şimdi bekle anne beni bekle….
Bugün benim doğum günüm anne
Ağlamak, üzülmek çare değil..
Geceden, diğer geceye uzanır hani günler
O yıl, diğer yıla uzanan ******* yarattı(k) anne
Sokakta çocuklar, böbrek sancısıyla kıvranırken gecede
Kentlerin soğukluğunda yuvalarında ısınırken insanlar
İki kentin bileşkesinde, iki yürekti tek yürek olan
O yıl…O yılbaşı…Çok soğuktu… Üşüyordu çocuklar..
Ve Diyarbakırlı yetim Uğur kıvranırken gecede, böbrek yetmezliğinden
Adana'nın mütevazi ve ücra otel odasında
Siktir ederken biz, bazı yerel kanal ve medyayı
Kan içiciler prim ve reyting peşindeydi, o gece ve her gece..
Yanağımı sıktıran anne elin,
Deli oğlum dediğin anaç dilin,
Nerdeler anne? Nerde dizlerin, şımarıkça yattığım?
Bu gece uzun ve çok soğuk olacak,
Ve ben yine küçüleceğim çocuk kimliğimle.. Büyüyemezken..
Tükenmeden, son kez ve büyümeden yanağımı okşa,
Deli oğlum de.. Ellerinin anne sıcağını özledim..
Yoksa çok geç olacak…
Bütün ********lik, onursuzluklara inat
Bu gece şarap içeceğim anne..
Karanlıklara,
Adam satmalara,
Dostluklarına ince ayar yapanlara inat..
Şişenin dibindeki son yudum karışırken boğazıma..
Sen yine yatsı namazında, bana dua ediyor olacaksın, biliyorum
Bağışla anne, üzülme, ağlama, utanma,
Bugün ve bu gece,
Günahlarıma ses çıkarma, dualar etme
Bana ait olsun bu gece,
Günahlarım sonsuz, sınırsız olsun bu gece..
Bugün benim doğum günüm anne…
Kış'ları çıtır çıtır yanan sobamızı,
Yerli malı yiyecekler kullandığımız yılları,
Çorba paylaştığımız komşuları,
Eskiyemeyen Sümerbank marka ayakkabılarımı,
Mantar kapaklı gazozlar içtiğimiz yazlık sinemaları,
Dizlerimi kanatan misketlerimle gülümsemelerimi,
Masumiyet belgesi siyah-beyaz resimlerimizi,
Ablamların ip atlamalarını,
Mahalleli erkeklerin onlarını izlemesini ve
İzleyenlere ettiğim küfürleri,
Sek sek oyunlarının arasına karıştığım kızları ve
Ve beni kovalamalarını
Özledim… Çok özledim…
Bugün benim doğum günüm anne,
Çocukluğuma, özlemlerime, yitirdiklerime dönüyorum,
Affet anne… Ben hiç b-ü-y-ü-y-e-m-e-d-i-m…
Affet anne… Ben hiç u-s-la-n-m-a-d-ı-m-…
25.12.2006 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:35 AM
Bütün Paramı Sattım
Gelecek garantim yok artık
Kanat çırpan kuşlar kadar hafif
Dalgalarla vals yapan
Martılar kadar özgürüm artık
Tüm paramı sattım
Önce yarısını, sonra hepsini
Beni taşıyan arabam yeter
Eğer olursam bir gün
Emekli maaşım yeter
Olmasada ne gam
Hani derler ya…
Kim açlıktan öldü bu ülkede!
Bir tas çorba
Bir dilim ekmek
Bir avuç dolusu süs biberi
Datça, Cunda, Turunç farketmez
Sadece
SEN OL YETER…
27.01.2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:35 AM
Cenaze Arabası Sürücüsü
Çocukluğumda
İtfaiye şoförü olmak isterdim
En çok,
Siren sesleri çığlığında
Yol veren araçlar
Keyiflendiriyor, özendiriyordu yollar açıldığında
Çocuk yüreğimi…
Şimdilerde en çok
Cenaze arabası sürücüsü olmak istiyorum
Soğuk, kalpsiz, kaskatı
Düşünce yetilerini yitirmiş
Kurşun işlemez bir adam oldum
Duymuyor, algılamıyor, suskunum
Cenaze arabası sürücüsüyüm…
2 Nisan 2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:35 AM
CİNDY SHEEHAN - DÜNYA ANNESi
Görsel medyanın tüm kapitalist kanallarında
Gözyaşlarını direnişinle birleştirip, dimdik ve sarsılmaz
Teksas çöllerine çığ yangınları, ateş topları
Düşüren yüreğinle izledim seni...
Sabaha nöbetçi oldum yine ve yeniden
Çok eskilere uzanan anılarımla…
Mumlu, şarkılı işgal protestolarında çoğalırken
Ardındaki sessiz kalabalıklar, omuz verirken sana
Ülkemdeki her bir anne düştü usuma, usulca…
Cesetleri yakışıklı olsun diye doğurmadılar
Rahimlerine düşerken oğulları… Hiçbiri…
Sen ki feryatlarınla acını toplumsallaştırıp Irak'tan öte
Genel savaş karşıtlığına dönüştürürken
Seni izleyen ülkemdeki binlerce anne
Cindy Sheehan oldu, oğulları asker olan
Onlar sen oldu,
Sen Cumartesi annesi oldun yıllar önceye
Bizden oldun…
Direniş'i direnişimiz
Onur'u onurumuzdur
Yeryüzündeki kirli savaşlara direnen
Her bir annenin onurlu yüreği…
30.08.2005 - Adana
Bush'un kabusu
ABD Başkanı Bush'a tek başına meydan okuyan acılı anne Cindy Sheehan eylemlerini sürdürüyor. Bush'un çiftliğinin önüne kamp kuran Sheehan, Irak'ta ölen oğlu Casey'i unutt urmamaya kararlı. Cindy Sheehan tek başına ABD Başkanı'na meydan okudu ve kazandı. O artık Bush'un gözünde Usame Bin Ladin...
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:35 AM
Çiçek Hırsızı! …Aranıyor! ! !
Ah anne ah! !
Çalınan çiçek
Güzel ve bakımlı büyür diyerek
Yeni yeşillendirilen bulvarın
En güzel çiçek
En taze fidanlarının,
Kanına girdim sayende.
Dalında sevmek varken
Kökleriye kucakladığım
Onlarca çiçek oldu bahçemde.
Ama peşimde
Zabıtalarca aranan
Çiçek hırsızı payesi var şimdi
Suçlu; söylemler değil
Eylemde bulunanlardır, değil mi?
23.1.2007 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:35 AM
Dalgalarım Ol Benim
Dalgalarım ol benim
Kıyılarıma vur köpük köpük
Dalgalarım ol gün batımında
Ağır ve usulca yanaş kıyılarıma
Rengarenk çakıl taşları olayım
Vur köpüklerini renklerime gün ışırken
Gök kuşağı gibi yansısayım
Üzerimde oynayan çocuklara
Sıra sıra, kayalıklar olayım
Dalgaların doruklarıma uzansın
Yağmurlar, şelaleler gibi dökülsün üzerimden
Köpüklerinde ıslanayım
Uçsuz bucaksız kumsal olayım
Çarşaf çarşaf seril üzerime
Yaban çalıları olayım
Köpüklerin süt gibi işlesin köklerime
Dalgalarım ol benim
Kıyılarıma vur sabahın alacasında
Önce dingin, sonra sert ve çoğalarak
Köpük köpük, dalga dalga vur kıyılarıma
Sersemleyip sarhoş olayım dalgalarınla
Sabah gün ağarırken
Dinmiş dalgaların üzerin de
Çakıl taşlarında, kayalıklar da,
Uçsuz bucaksız kumsallar da
Yarı baygın bulsunlar beni
Dalgalarım ol benim
Önce sessizce vur kıyılarıma
Ve dinle beni
Sevdalarımı, özlemlerimi fısıldayayım sana
Dalgalarım ol benim
DALGALARIM OL BENİM
HAZİRAN 2004 - ADANA
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:35 AM
Delikanlım
Ekinsu'ya
En büyük özlemim ne biliyor musun
Delikanlım?
Seninle aynı halı sahada futbol oynamak
Ben aynı takımda kaleci
Sen golleri sıralayan forvet
Ya da tersi olsun bazen ne dersin?
Rakip takımın forveti iken sen
Ben karşında panterleşen kaleci
Her kurtarışımın ardından
Hırs ve öfkeyle tekmeler atıyorsun bana
Hakeme çaktırmadan…
Ben sadece gülümsüyorum tekmelerine
İşte hayat bu değil mi
Delikanlım?
Bazen sevinç, mutluluk başarılardan
Bazen hüzün yapamadıklarımızdan
Ve hep kaçırdıklarımızdan...
Az kaldı be delikanlım
Seninle çok yakında maçlarımızı
Maç sonrası kritiklerimizi
Bir melek yüreklinin yanında
Güle oynaya yapacağız...
Temmuz - 2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:35 AM
Deniz Kızı….
Yüzüm kahvaltı masasın da uyanırken güne
Gözlerimin denize kilitlendiği
Nemli, kavuran sabah saatlerin deydim…
Dem kokan çayımın ilk yudumu
Dilimi yalarken...
Yarı dalgalı denizin köpüklerine vuran
Siluetin miydi, serap mıydın uçsuz bucaksız?
Orda mıydın?
___Gelecek miydin?
______Düş müydün?
Sıcaktan ılığa dönüşen ikinci yudumda
İrkildim…
Ufukta, dalgaların doğduğu ilk anda
Beyaz, çileşen köpükler arasındaydın
Deniz kızıydın, beyaz, mavi, yeşil…
El salladın
El salladım, kayboldun,
El salladın, kayboldum
Ağladım….
23 / 07 / 2005 - Arpaçbahşiş-Mersin
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:36 AM
Dere Yatağı
Ben bir dere yatağıydım
Sularından beslenen kuşları göç etmiş
Ben bir dere yatağıydım
Kuru, susuz, ağaçları gözyaşlarıyla solmuş
Yatağındaki taş tanelerinin arasına gizlenmiş
Ben bir dere yatağıydım
Coğrafi, askeri haritalarda isimsiz…..
Ben bir dere yatağıydım, köprüleri yıkılmış
Gündüz suskun, gece uykusuz,deli, hasretler biriktiren
Yağmurlarla ıslanamayan
Yanıbaşındaki çimlerini piknikçilerin terkettiği
Karlar biriktirmeyen, yıldızların artık yansımadığı….
Ben bir dere yatağıydım
Yağmurları, selleri, taşkınları,
Toroslardan eriyen karları
Kirli, çamurlu suları bile olmayan
Hüsnü Yusuf çiçekleri solmuş…..
Ve ansızın ve tane tane çiseledin
Çatlamış topraklarıma yağmur tanelerini düşürerek
Dingin, sessiz, uğultusuzdun önce
Ve sağanaklara dönüştün üzerimde
Tozlarım uçtu, kirlerim aktı gitti kuş oldu
Renklerinle gökkuşağını serdin üzerime, bezedin..
Tohum verdin, can verdin, renk verdin
Derelerim sel, yatağım dev bir nehir oldu
Ulaşılmayan zirvelerin karlarını
Damla damla eritip derelerime taşıdın
Yatağım doldu taştı, kabardı, coştu
Kuşlarım geri döndü, ağaçlarım yeşerdi
Yıldızlar yeniden yansımaya başladı *******imde
Üzerimdeki çalı çırpılar nehir boyu yol aldı gitti
*******i gökyüzünden kayan yıldızlar gibi
Silkelendim, çoğaldım, taştım,
Uyandım, bendime sığmaz oldum
Derelerim sel, yatağım taşkın nehirler oldu
Çağlayarak, gümbür gümbür akıyorum Akdenize
İçimde kanat çırpan martılar
Bağrımda fesleğen kokuları yayarak
Eteklerimde geri dönen piknikçiler
Uçurtma uçuran çocuklar
İp atlayan kızlar
Çimenlerimde Hüsnü Yusuf çiçekleri
Heybetliyim ha seyhan nehri gibi
Sana akıyorum özlemlerle
Üzerimde köprüler, yüreğimde sen….
21.10.2004 - ADANA
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:36 AM
DIŞINDA YAŞıYORUM HAYATI
Saksıdaki çiçeğin,
Dışına taşan su'dayım…
Akvaryumdaki balığın
Bulanıklığıyım, kum taneleri arasına sızmış…
Yatağındaki nehir'in
Taşkınıyım, azgın, akak'larından sarkan…
Nar tanesinin çürüğü
Beyaz'ıyım karpuzdaki çekirdeğin, olgunlaşmamış…
Açlıktan kıvranan Afrika'lı çocuğun tokluğu
Susuzluğuyum sevdanın…
Çiçeğin suyunda, yemliğindeyim balığın…
Bizi; sen/siz, sevdan/sız, sesin/siz yaşıyorum
Dışındayken hayatın… Onurumla sadece…
Dışında yaşıyorum hayatı / içimde sevdamız…
1.11.2006 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:36 AM
Doyamadığımsın…
Güz mevsiminin serin sabahındayım,
Sen düşersin yüreğimin buz tutmuş kuytularına
___Isınırım…
Sarı sıcak, nemli ikindilerde, kavrulurken toprak,
Gözlerin düşer gözlerimin lacivertine
___Serinlerim…
Gün batımının kızıla dönüşen saatlerinin ertesinde,
Fal tutarım yıldızlardan ikimize
___Avunurum…
Gece tüm kent uykuya çekilir hani,
Ay dedeyi izlerim, orada buluşsun diye gözlerimiz
___Özlerim…
Uykuya çekilir esrik, yorgun bedenim,
Rüyalarda buluşuruz diye, gelmezsin
___Ağlarım…
Sana uyanırım tüm mevsimlerin sabahında
Sesin sesime değsin, serçe parmağının sıcağında
___Doyamam…
______Doymadım…
_________Doymayacağım…
5.9.2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:36 AM
Döndün Ya
'Sana'a''
Akşam alacasında güneş daha bir kızıl
Daha bir anlamlı batacak, gülümseyecek
Döndün ya
Yıldızlar, okyanusların yakamozlarca dansını
Kıskandıracak,
Lacivert gökyüzünde heyamola çekecekler
Döndün ya
Kızılırmak, bahar yaza dönüşürken
Kahverengi akmayacak, mavisinde içilecek
Tüm çay tadındaki sohbetler
Salkım söğütler dallarını çoktan saldılar
Kızılırmağın mavi derinliklerine
Döndün ya
Kasemdeki tarhana çorbamın yanına
Bir tahta kaşık daha ekledim
Akşam ikindilerinde onur kokuyor çorbam şimdi
Hadi sende salla kaşığını
Onura, sevdaya, tarhanama
Döndün ya
Severdin ya
Bir tası paylaşmayı /onuru /sevdayı/ emeği
Hoş geldin
…….Döndün ya
Hüzün gözlüm
…….Hoş geldin
11.04.2005/ADANA
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:36 AM
Düet Şiir
Gözlerime vuran güneşin
Gözlerine yansımasını görebiliyorsan…
_______Eğer
O benim gözlerimin güneşidir.
Ki…
Her sabah sana
Senin için doğan
Ve dünyayı kucaklayan…
Olgun Ekinci
Ve O...
9.7.2005 -
AMASRA'DA BİR AKŞAM ÜSTÜ…
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:36 AM
DÜNYANıN EN GÜZEL KADINI
_____Hey! ! !
Doğuşu asırlar önce kutsanan kadın..
Kraliçe Amyitis'i kıskandırırken yüreğin,
Serinletirken BABİL**'in asma bahçelerini
Yedi harikaya yansıyor ışıltıların…
Milat'lar öncesinde renklerisin doğanın..
KEOPS'a** mimarisini sunan Mısır'da
Nil Nehrinin gizeminde, çoşkulu, esintili
Keşf edilmemiş misyoner rahibesin sen..
Geçmişte ve bugünde en yüksek, ışıltılı
Ve gelecekte evrene
Fenersin sen İSKENDERİYE'den,**
Dünya limanlarına örnek olacak,
Pharos adasından dalga dalga yayılan..
Ve gülerdi yüz yıllık uykusunda
Tanrıça ARTEMİS**, haykırırdı sana, Efes'ten
Bulutlara yükseldiği semadan;
___ZEUS'a** dön yüzünü, Olimpos'a
___Zeus ikliminden bir adam
___Aynı paralelden bir deli
___Seni sevecek yüzyıllar sonra…
Gülerdin, inanarak, sabırla, hakkınca..
MAUSOLEUS**'un mezarından, Artemis anısına
RODOS**'a mumlar yakarım tütsüler eşliğinde
Ege denizi boyunca, Helios'a
Artemis yalancı çıkmasın değil
Asırlardır sevdiğim sana..diye….
Dünyanın en güzel kadınına
En güzel hüzün gözlüsüne dünyanın
Yedi harikasına bedel, hepsinden güzel
Sekizinci son harikaya…
30.01.2005 - Adana
**Onlar sevdamdan sonraki harikalar..
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:36 AM
Eğer Bir Gün Gidersen
Eğer bir gün gidersen...
Çocukluğumu da al yanına
Seni asla yalnız bırakmaz
Ya da
Çocukluğumun haylazlıklarını al
____Gecesin de
El uzatsan tutacağın yıldızların
____Gündüzün de
Kumsalında dizlerine başını koyan
Çocukluğumu al yanına
Eğer bir gün gidersen…
Firari ve göçebe ve çingene aşıkların
Mabedi olan odalarda
Başını sıcak göğsüne yaslayıp
Hıçkırıklara boğulan çocuksu ağlamalarımın
Dayanılmaz kıskançlıklarını al
Eğer bir gün benden gidersen…
Çocukluğumu
Çocukluğumun yaramazlıklarını
Çocukluğumun kıskanç hıçkırıklarını
_____________Al (ma) …..
Beni… Bebeğini… Koca bebişini al…
Beni benimle bırakma
_____________Beni al yanına…
11.7.2005 - Adana - Aksaray Yolu
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:36 AM
Ekim Tutsakları
Saatler sabah, Toros'larda ilk çay molasındayım, uykusuz
Özlemlerim mi dağların doruğundan esen,
Sana hemen kavuşma isteğim mi serin serin…
Zirveden esen çay tadında serinlikte koyuldum yola, ivedi
Bitmeyen, azalmayan, eksilmeyen kilometrelerin beyaz çizgilerini
Sayarken yol üzerinde bir Çarşamba günü…
Onüç'üydü ayın…..Otuz koca gün / ay / yıl (mı) olmuştu?
Bir otogarın içinde seninle ilk vedamızdan ardından
İlk karşılaşmada yaşadığımız yanardağ misali ateşin
Külleri durmaktaydı çay sonrası sigaramı içerken o yerde…
Aynı masa, aynı moladaydım şimdi sana üç saat kala,
Son kez, ilk ayak bastığımız o yerden yola çıktım, yine
Özlemin ateşi saatleri hızlandırmasada….
O yollar özleminle nasıl geçerse
Öyle geçti ilerlemeyen saatlerin koynunda..
Konaklayacağım yerde adım yoktu, yıkılırken adsızlığıma
Ararken seni heyecanla, ürkerek birazda
Nasıl olsa kalırdım herhangi bir yerde sadece bir gece
Bu ülkenin beş yıldızlı otellerinde de konakladım,
Sirkeci'nin kirden kağıt gibi yırtılan battaniyeli palaslalarında da
En fazla arabada yatardım, alışıktım nede olsa..
Sesim karışınca sesinin heyecanına yanlış yollardı girdiğim
Caddelerini bir türlü öğrenemediğim bozkır kokan kentte…
Sonra ''adam şimdi gidecek'' diye düşündüysen de,
Bu yol, yollar, ovalar, dağlar kimin için aşıldı bir tanem?
On derece iken dışarıdaki hava, kütüphanenin sıcağında
Kupandan içtiğim çaydı ısıtan dostlarının eşliğinde…
O yol, ovalar, dağlar yormadı ama
En çok bahçeli de fıstıkçının sağır eden müziğiydi
Sohbette sesimizi yükselttiren bira eşliğinde..
Otobüsle yolcularken seni gece
Ellerinin sıcaklığını almıştım yüreğime koymak,
Sabaha dek ısıtmak için ruhumu….
Dünyanın en mutlu adamı nasıl uyursa
O huzurla karıştım geceye, sabah olsun diye..
Ve öğlen kopmak için dünyadan
Uzaklaşırken karmaşadan, trafikten, gürültüden
En güzel yolculuktu şimdi serçe parmağının sıcağında
Varsın yollar, dağlar, kilometreler bitmesin di şimdi
Dursun du zaman, heyhat sen varsın yanımda
Afyon, Burdur ve nice ilçeler, köyler, kasabalar
Sevdamızın konukluğunda onurlanacaklar
Ah birde benzinci çocuk ıslatmasaydı üzerimi…
Joan Beaz'in hüzün sıcağındaki büyülü sesi
Arabadan ovalara, dağlara ulaşıyordu gitar eşliğinde
Acaba dinlemişler miydi daha önce,
Kuş sesleri yayılırken ovalarına?
Güneş batımında girerken Antalya caddelerine
Şimdi Pera Palas'ı bulmak vardı Kale içinde
Ve o dar mistik sokaklardan geçerken yavaş yavaş
Tarihi bir gezintiydi sanki özlediğimiz ve nostaljik
Takı, incik, boncuk satan dükkanların
Siftahsız bir akşamına mı denk düşmüştük…?
Urfalı pideciden sonra, baklava kıvamında geldi
O tepede içtiğimiz çaylar, tütsü ve mum kokulu..
En güzel sohbetin gecesiydi ondördünden sabaha uzanan
Onbeşinci gün öğle yenen gözlemenin sıcağını
Ayrandan başka ne söndürebilirdi kent çıkışı…
Ana yoldan saparken egzotik Çıralı'ya doğru
Geçtiğimiz o yol orman kaplı cennet miydi, yoksa
Köylüler mi örmüştü gök yüzünü ağaçlarla bizim için?
Mitolojisiyle her dönem araştırmalara konu olan
Gizemli bir tatil öncesinin Çıralı'sıydı bizi karşılayan..
Güneş'liydi, ılıman dı sahile paralel ilerlerken,
Odile….işte on iki ay kendini doğanın kollarına, tenine
Özgürce bırakmak isteyeceğin güzellikte bir otel..
Girişte çam ağaçlarından duyulan kuş sesleri,
Harmoni sunuyordu bize cıvıltılarıyla, hoş gelmiştik
Her sabah 'günaydın' demenin hazırlığında..
Gece soğutmak için yüreğimizi, içeceğimiz soğuk suyu
Barındıran bir mini bar olmasa da razı geldik ılık bir suya,
Dağların eteğinde deniz kokan odamızda…
Odanın arkaya açılan balkonundan görünen nar ağaçları,
Ve mandalina, elma, armut ile diğerleri
Elele vermiş güzellikler sunmak için konuklara…
Pazarda, manavda tezgahta gördüğümüz meyvaların
Yetiştiği o ağaçlara, dallara, yemişlerine dokundu
Ellerimiz, yüreğimiz, bahar dallarımız…sevgi ile..
Güneş batmadan önce, olur muydu denize girmemek
Onca yoldan, yorgunluktan, sıcaktan gelip..
Attığımız her kulaçta Olimpos'la kucaklaşırken adeta
Caretta'ları görmedik o gün ve sonrasında
Yumurtlama mevsimleri olmadığından, ama olsun duyumsadık…
Kumsalda Ekim esintisiyle bir sigara molasındaydık
Odamızdan, havuzdan önce ve yine…
Hiçbir şey keyif vermiyor bana dünyada,
Beraber içilen o sigaranın tadından paylaşımından başka..
Ah! Ah! Ah!
Keşke……ama keşke …akşam yemeği öncesi,
Uyuya kalmasaydım..ama ne çare dalmışım şekerleme tadında..
Seni sevdikten sonra ben,
Rafa kaldırdım uykularımı, daha çok görmek için yüzünü..
Bir peri miydi? karşımdaki diye açarken gözlerimi
Nasılda fırlamıştım yataktan ürkek, korkak, sen gülümsüyorken
Dakikalarca süren şaşkınlığım nice sonra geçti..
Ama o peri hiç geçmedi, gitmedi içimden…
Öylesine içimsin ki….bir parçamsın….yarımsın..
...DOYMADIM DOYAMADIM SEVMELERE SENİ BEN
...KİMSEYİ KOYAMADIM YERİNE YENİDEN' diyen
Sağanak yağmurlu bir gece yarısı dinlediğim
Sezen'in şarkısının sana uzamasıydı…yine...yeniden..
Hiç doymadım ki…Asla doyamayacağım ki….
Ne sana…Ne seni sevmelere..
İlk kez ve beraber tattığımız yörük mantısı
Alışa geldiğimiz mantının lezzetini sunmadıysa da
Açlığımızı bastırmaya yetmesiydi aslında varolan
Neden bu kadar köpek olur, hala anlayabilmiş değilim
Sana korkumu belli etmesem de…sahilde yürürken
Salaş ama sevimli çay bahçesinde
Ağaç altında içtiğimiz çay günün kapanışıydı şimdi
Siyah-beyaz ve renkli resimlerinle bakarken
Bir kez daha ve sonsuz, geçmişini sahiplenmemin
Onurunu yaşıyordum o gece ve her gece…
Geçmişin bugünümdür…Kabulümdür..
Bugün,geleceğimizdir yaşanacak olan masalsı tatlar…
Uyanırken sabaha cennet bahçede, Olimpos'un eteğinde
Kocaman güne tarih yazacaktık yine, sevdamızın masumiyetiyle
Onaltısında…Cumartesi… Odilede bir kahvaltı sabahı..
Gazetemiz, kolamız, suyumuz, sigaramız poşetlenip
Koyulduk yola Yanartaşa konuk olmak için artık
Nasılda sevgi ile kızmıştın bana yolda ilerlerken
'Yanartaşa teleferik yaptıracağım varsıl olursam'' söylemimde
Yüzseksen metreye tırmanmak dağcıların işiydi ama
Bende askerde komandoydum, refakatçiydim sana
Zirveye varınca konuşuruz teleferik mevzuunu
Ve işte başladık tırmanmaya, yağmurda bile sönmeyen
Nasıl bir ateşti merakındayken biz, ilk molayı
Biraz erken verdik sanırım dizlerimizin ağrısından…
Ama tırmandık işte, vardık zirveye…hakverdin bana
Yaşlandığımızda çıkamazdık buraya, lazımdı o dediğimden…
Arkamızdaki ağaçlara tırmanan keçilerin sessizliğinde
Ve o zirvede mavi kaleminle çözdüğümüz bulmacanın tadını
Senden önce ve sonra hiç almadım, alamayacağımda sensiz..
İnmeye hazırlanıyorken şimdi...delikanlımdan gelen telefon
Doping olmuştu sana, ne güzel indin merdivenlerden
Terlerimi silerken yolda anne sıcaklığında
Deniz paklardı şimdi bu yorgunluğu akşam üstü
Ama serindi, soğuktu deniz, olsun du, üşüme mevsimindeydik
Çakıl taşlarının üzerinde, denize sıfır rakımda olmak
Herşeye ve dünyaya bedeldi ikimiz için, dalgaların serinliğinde..
Bugün hala sakladığım turkuaz çakıl taşı
Çıralı'da senden bana en büyük armağandı ya yeterdi..
Başım dizinde, ayaklarım denize, yüzüm Olimposa dönük,
Sonradan hatırlayamayacağım hayalin portresini çiziyordun,
Dokunuşlarında kayboluyor saçlarım, ellerinde hayat buluyordu..
Dizlerinden bedenime yayılan ıtırlı kokun,
Kumsaldan denizlere yayılırken köpük köpük..
Gün ve *******ce..gece ve günlerce.. aç, susuz
Uyuyabilirdim orada gözlerinin sevgi sıcaklığıyla, dizlerinde…
Dizlerimizde olmak, beraber yaşlanmak tek idealimiz bizim..
Seninleyken sevdiğim alkol almayı, ertelemiştim dün akşam
Ama akşam beraber içmeliydik yarınki yolculuktan önce
Nasılda ısıtıyordu açık havayı rüzgara rağmen
El arabasında şömine mistikliğinde yanan kütük…
Önüne gelen her yemek fazla gelir ya sana
İşte yine levreğin bir parçasını bıraktın tabağıma…
En koyu kıvamında rakı eşlik ederken sohbete
Gecenin yarısında, aşkın tam içindeydik şimdi, çıkılmaz
O sahil, o şezlong, o lacivert gece…
O elimizi uzattığımızda dokunabileceğimiz yıldızlar
Ve terbiye görmemiş sesimle önce mırıldanıp
Sonra yıldızların, ay'ın çarptığı esriklikle haykırdığım
….GÖK YÜZÜNDE YALNIZ GEZEN YILDIZLAR
….YER YÜZÜNDE SİZİN KADAR YANLIZIM
Şimdi……….
Yüreğime, dilime, içime düşen şarkılarda
Ağlamaklı olurum, geceden sabaha…sabahtan akşama…
Ve artık dönüş….kısa ayrılıklar zamanındayız..çaresiz,
Aklıma getirmesem bir tanem….getirmesen aklına…
Biliyorum yüreklerimiz hüznün mahmurluğunda ağlamaklı
Belli etmesekte birbirimize, saklıyabilirmiyiz gözlerimizi?
Son sabah..Çıralı..Odile ve bir kahvaltı masalı…
…ARTIK DEMİR ALMAK VAKTİ GELMİŞSE LİMANDAN
…SESSİZCE BİR GEMİ KALKAR BU LİMANDAN
Hep söylerim sana usumdan çıkmaz hani, hatırlarsın
'Kırık Bir Aşk Hikayesi'' adlı filmi
Sözleri Bülent Ecevit'e ait, bu şarkısı düştü Hümeyra'dan dilime…
Önce Odile'ye, sonra o salaş çay bahçesine,
Ardından her mevsiminin ayrı güzelliğini ve gizemini
Birgün geri dönmek üzere bıraktığımız Çıralı'ya veda'dayız…
Yollar uzun, yollar uzak... ama bize kısa, bize yakın..
Yenilen takımın oyuncusu rakibine nasıl saldırırsa, yaralı
Ben nasıl şaşırmam Antalya'dan çıkarken yolu
Ama tektir o sahil kentten bozkır kente uzanan karayolu…
Ve tost ile ayranın Afyon'daki doyurucu tadı,
Çocuklarıyla hafta sonu dinlenceye o tesise gelen
Aileler olmasa…pazarın…on yedisinin farkında olamazdık..
Ve unutulan Ekim devrimin yıl dönümüydü o gün..
Nerden, nerelerden ve nasıl geçtikte geldik, sen hatırlıyor musun?
Sadece Migros'un orada nasıl durdum,
Nasıl arabaya binip gittin,
Yine yolları şaşırıp yanlış sokaklara nasıl girdim,
Sonunda son gecemin konukevini nasıl buldum,
Hatırımda en çok kalandı o güne dair….
Şimdi……….
Aynı kentin havasını solurken ayrı semtlerde, nefessiz
Hayal miydi yaşadıklarımız, yaşamadığımız hayaller miydi
Biz mi yaratmıştık saklı kalan güzelliklerimizi?
Biraz efkarıma efkar katmak için anarak bizi, anıları
Sakarya'da bira-sigara molasındayım…Ki;
Yarın çıktığımda yola, anmalıyım bu geceyi, bizi
Ne Ekim'in on sekizi ne Pazartesi'nin hükmü var,
Pozantı'da yazıp Adana'dan yollayacağım
Ve yazarken ellerimin titrediği o mektuba kadar…
Nasıl kalkılır, nasıl yola çıkılır, nasıl gidilirse
İşte öyle kalktım, çıktım, gittim..(mi) ? ? ..
Gün olur, biter bu tutsaklık…..
25.9.2005 - Adana
Olgun
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:36 AM
Ela Gözlerinde Yeniden Doğdum
Gözlerimin gözlerinle ilk randevusu;
Bayram yeri çocuklarında ki çoşku
Anne sütüne saldıran bebekte ki açlık
Yüksekten korkan Puma kuşunun ilk heyecanıydı...
Durdum, baktım, vuruldum
Vuruldukça baktım, orada kaldım
Çoştum, bulutlara erdim dalgalarca
Göz bebeklerine kilitlendim, sonrası yok
Hüzün dolu gülümsemelerin
Yayılırken bedenime ılık ve dingin
Ela gözlerinde yeniden doğdum...
Sensiz özlemlerimin
Kentsel ayrılık ve iz düşümlerinde
Nerede gülen, ağlayan, hüzünlü
Bir çift ela göz görsem
Muzur ve hain gülümsüyorum, elimde değil
Evrende en güzel ve hüzünlü ela gözler
Sevgisel sıcağıyla Akdeniz ılımanlığında
Senin yüzüne, kirpiklerinin arasına yerleşmiş çünkü
Ne zaman gözlerini düşünsem
Ne zaman gözlerinle buluşsam
Yeniden doğuyorum ela gözlerin de
Ela gözlerin de doğdum, yeniden doğdum
Oradayım... O gözlerde öleceğim…
23 / 07 / 2005 - Arpaçbahşiş - Mersin
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:36 AM
ELVEDA (mı) - HOŞÇA KAL (mı) ?
Elveda demeleri sevmedi deli yüreğim
En anlamlısını sunmak istiyorum sizlere
Hoşça ve Dostça kalın… diyerek..
'Hoş geldin'' demeleri seven melek yürek
Uğruma her şeyi yapacak kadar seviyorsa
Hoşçakalın
Hoşçakalın
Hoşçakalın
Elveda'nın dayanılımaz hüznünün
En güzelinide... içim kanayarak
Yüreğim acıyarak söylerim
Hoşçakalın
Hoşçakalın isteyin benden…
Halaylarla, türkülerle, şarkılarla uğurlayın
Hoş geldin demek için
Bekliyor KÖY'ümün en ÜMİT'lisinde
Yaşamının en değerli, en anlamlı, en güzel
'Hoş geldin''ini sunmak için gönülden
Bir deli mavi adam bekliyor
Ona gidiyorum
Hoşçakalın
Hoşçakalın
Hoşçakalın
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:36 AM
ElVeDa GeNçLiĞiM/45YaŞıM
Elveda gençliğim
Bugün benim doğum günüm
Elveda 45 yaşım
Anlarım, hüzünlerim, sevinçlerim
Elveda
İlkokulum, siyah önlüklerim ve tahta sıram
Mavi gözlerine aşık olduğum
İlk aşkım, Ayşe öğretmenim, platonik aşkım
Elveda
Dikenli telle çevrili bahçemiz
Odalarına yağmur suyu akan
Doğduğum, emeklediğim, serpildiğim
Dede yadigarı ev...
Elveda
Sevgi yürekli, annemin hastalığında
Yemekler getiren sevgili komşularımız
Sarı çeşmesinden ellerimle su içtiğim
Dallarından yıkamadan dutlar yediğim
Dede yadigarı ev...
Elveda
Futbol sahasının büyüklüğüne kapılıp
Özlemle yazıldığım, ilk kavgalarımı
Sınıf çatışmalarını yaşadığım
İlk polis copunu yediğim lisem
Elveda
Sokaklarında nöbet tuttuğum
Mahalleyi dış saldırılardan koruduğum(uz)
'Asmayalım da Besleyelim mi'' diyenin
Yönetime demokrasi adına! ! el koyduğunda
Polise askere ihbar edip
Vatandaşlık görevini yerine getiren mahallelim...
Elveda
Marmara İşletme mezunları
Sirkeci Alemdar otel, Kadırga öğrenci yurdu
Elveda..iskelesinde
İnenlerin yönünden kaçak bindiğim(iz)
Karaköy-Kadıköy şehir hatları vapuru
Eminönü, Galata köprüsü, Kadıköy
Elveda
Saçlarımı mavi berenin altından sarkıtıp
Kendimi Che Guevera'ya benzettiğim
Aslında halt ettiğim
Vatan haini Asteğmen damgası yediğim
Bu yüzden onurlandığım
Eğirdir Dağ Komando Okulu
Tekirdağ 8. tümen… Elveda…
ELVEDA … 45 yaşım
Hoş geldin yeni yaşım
Çok sevdiğim kır saçlarım…
24 Aralık 2004
Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:36 AM
Elveda Hüzün**Hoş geldin
Gürül gürül, sarıl şarıl
Irmak ırmak, deniz deniz
Dalgalarla, boranlarla
Geldin
Gelen sen değil suretin, sesin...
Soğuk tu, yanlız dım, yağmur çiseliyor du
Solist kızın buğulu sesiyle seslendirdiği
DOYMADIM DOYAMADIM SEVMELERE SENİ BEN
KİMSEYİ KOYAMADIM YERİNE… nin ardından
Şelalere çağlayanlara dönüşen
Bahar çimenlerini sulayan sağanaklarla geldin
Gökkuşağına dönüşen renklerle ışıttın
Saatlerin 01.e vurduğu gece yarısını
Seyhan nehrinde gün döndü gece döndü
Şimşekler havai fişeklerce süzülürken lacivert semalarda
1 Nisan şakası mıydı?
Esrikliğimin dayanılmaz hafifliği mi?
Düş bitti
__Yağmur bitti
____Gök kuşağıydı gelen…
Hoş geldin... Hoş geldin... Hoş geldin...
1 Nisan 2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:37 AM
Elveda Şiir
Elveda şiir
_Elveda Edebiyat
__Elveda Sanat Kültür
Artık şiir dinletilerin de olmayacağım
Ot gibi yaşayacağım yanlızlıklarım da
'Merhaba, Nasılsın'' dediklerinde
Allah razı olsun diyeceğim
Yemeklerden önce besmele çekip
(Üniversite yıllarımda aç bırakan düzene rağmen)
Aç boğalar gibi yemeklere saldırarak
Ve sevimli göbeğimi büyütürek
Allah şükür çok şükür diyeceğim
Bana ne dünyadaki milyonlarca
Açlıktan ölenlere
Ben doydum ya onlarda doysun duayla
Bu Cuma kentimize gelelecek olan
Sevgili Cezmi Ersöz'ün
İmza ve söyleşi gününe katılmayacığım
Oh ne iyi edeceğim
İmzalasın diye aldığım
Ölürsem Beni Seninle Ararlar Şimdi adlı kitabını
Bilmem ki şimdi ne yapacağım?
Çalıştığım ofisteki insanlara
Günaydın yerine Selamünaleyküm diyeceğim
Ofise ''Günaydın''la girenleri
Mel'un olarak anacağım kızacağım...
Sokak Çocukları Derneği'nin
Cumartesi toplantılarına ''şimdilik'' katılıp
İçimdeki çocuk sokakta yaşamadığı için
Çok ama çok şükredeceğim
Büyüklerimin ellerinden saygıyla
Küçüklerimin gözlerinden sevgiyle öpeceğim
Tokalaşırken kadınlara elimi uzatmayarak
Zinhar… Dişi eli haramdır diyeceğim
Küresel ısınmayla ilgili saçmalıkları
Bilim adamlarının materyalist hurafeleridir
İnanmayın Müm'in kardeşlerim diye reddedeceğim
Yaklaşmakta olan yüzyılın en sıcak Yaz'ını
İlahi adalet olarak kabul edeceğim
Kelimeleri usta bir avcı gibi kullanan
Üstat Şükrü Erbaş'ın
İmzalı şiir kitaplarını
TCMB kütüphanesine bağışlayacağım
Kapısından girmek bugüne dek nasip olmayan camilere
İlk olarak bu Cuma gideceğim
Nasip olmayan ikinci şartı
İnşallah bu ramazanda idrak edeceğim
Devlet tiyatrosunda sergilenen
Carmela ve Paolino adlı oyunun
Günler öncesinden aldığım biletini
Seyhan nehri üzerinde yüzdüreceğim
Çukurova Devlet Senfoni Orkestasının seslendirdiği
Vivaldi'nin Dört Keman İçin Konçertosunu
Adana'nın Adana olalı
Gördüğü en büyük zulüm olarak anacağım
Çukurova'nın sıcak yaylarında yetişen
Yanık sesli Ferdi Tayfuru, Müslüm babayı
Hakkı Bulutu dinleyerek huzur bulacağım
Haluk Levent gibi rokcıları
Deli gibi kafa salladıkları için
Gökovada denize dökeceğim
BİR AĞAÇ GİBİ TEK VE HÜR
VE BİR ORMAN GİBİ KARDEŞCESİNE
Olmasa da
Ot gibi yaşayacağım
Ot gibilerle kardeşcesine...
05.03.2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:37 AM
Emekçi Ve Militan
Sen bu aşkın emekçisi
Ben militanıyım bir tanem
Senin harcadığın emekler
1 Mayıslarda proletaryanın ayak sesleriyle,
Benim militanlığım saf tutttuğum
Saflarında olduğum halkımın
Üniversiteli kardeşlerimin, Tayad'lıların
Sloganlarıyla bütünleşiyor
Senin emeklerinle özgürleşen yüreğim
Geçit vermez dağların militanı oluyor
Dağlardan sesleniyorum sana
Bir halkı omuzlamış
Sevginle yoğurmuş
Bana geliyorsun halkımla, halkımızla
Bu sevda
..Bu emek
….Bu halk kabulümdür
Nisan 2005-Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:37 AM
Ernesto Che Guevera
Kızıl beren
Sakalın
Gözlerindeki yırtıcı kartal bakışların
Üniforman
Elindeki Havana puron ile
Asi, isyankar bakışına
Asi ce hastayım Che Guevera
Hastayım usta...
Nisan 2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:37 AM
Eylül'e İsyandı Yollar…
** O beyaz bulutların masumiyeti**
Sana olan sevdamın yanında siyah kalır../ Kadınımdan **
Kavuşmak özgürlükse
Özgür değildik yüz metre ara ile
Arkama dönmeyi akıl etmediğim yolların
Göz mesafesinde, / Eylül'deyken sen
Uzaklaşmaktı aşk, sesinle geriye dönüşlerde..
Ağaçlı molanın orta yeri
Bacalarından peri tüten diyara beş kala
Dinler adına kutsallıktı bizi saatlerce konaklayan,
Gökyüzüne ulaşırken nefesler
Deli, mavi bulutlar üryanlığında
Özlemlere yeni adlar üretiyorduk.. / Eylül'dü, isyandı..
Kısa tura sığan YAĞMUR'lu şarkı
ÇOK UZAKLARDA'daki üşüyen sevgiliye tınılardı yükselen
Eylül'e sığınan kaçaklar gibi..
Diyalektiğin yok varsaydığı şansa
İnadına oynanan iki aynı kupon
Arnavut kaldırımına sıkışan
Topuklu ayakkabının şanssızlığıydı,
Ve şömine dışında yenen
En güzel akşam yemeğine GÜL eklenen teğet geçişti gece..
Havuz başı sigara soluklarının
En güzel anlarıydı
Kahvaltı sonrası yürüyüşlerde
Dalından kopartılan hormonsuz elmalar ve iki ısırımlık..
GÖR-EME ille de görmelisin fotoğraf molası sonrası
Kısa konukluğunu sonlamalısın konserve barbunyaların
Sallanan ahşap terasta,
Gözleri tablo yeşil, garson kızın konukluğunda..
Esse de rüzgar, yağsa da yağmur ne gam
Anason kokulu gülüşlere eklenen FAHRİYE ABLA
Masada bir çift sevgili, bir çift şal, bir çift ayak varken
Geceye yakışan çaydı, cam bardakta tadına doyulmayan..
Her kahvaltı öksürüğe gebedir, ardındaki sigaradan
Nefeslerin mavi bulutları çoğalttığı anlar sonrası
Görüldü zannedilip yeniden keşfedilen,
Rahiplere seminer verilen manastır ve güvercinlikler..
Tahta kürsülere uzanan çay kokulu köprü
Ağırlarken altındaki kızıl nehirde, / Eylül'de
Güvercin ve kazları
Külahta yenilen dondurmanın lezzetidir
Mandaların yuva yaptığı söğütlerin gölgesinde
Sallanan köprüden diğer köprüye paralel bakmak..
Çaydır yine ve yeniden aslolan iki simide eşliğinde
Ve yoldur şimdi ufukta görünen o karanlık, o kaçak
Ve isyandır yine Eylül'e şimdi
Ve her Eylül doğururken isyanları
Yollara, imkansız aşklara, her şeye dair küfürlerimi
Saklarken yüreğimin esaretinde
Yollara isyandayız, / Eylül'e isyan gibi…
12.9.2007 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:37 AM
EYLÜL Doğuyor Gözlerinden
Tel örgülere takılan
Gökkuşağı rengi uçurtmalarımın
Gizli, gülümseyen yüzüydün annem.
Usta bir emekçinin düş gücü ile
Bizim evde üretilirdi
Mahallenin en güzel, en albenili uçurtmaları
Haklıydı kıskanan akranlarım
Süzülürken renkler gökyüzünde...
* Ve o renkler çocuksu rüyalarımda gökyüzünden yüzüme doğru süzülür,
uyanırdım sabahın serinliğinde, serinliğe salardım yeniden gökkuşağımı*
Yalarken yüzümü sabahın serini
Uyandığım şehirlerarası molaydı
Eylüldü... On ikisiydi... Seksendi yıl
İneceğim otogarın uzağındaydı sonlanış
Yersiz
Yurtsuz
Çaresizdim anne,
Uçurtmalarıma iyi bak, özlerim
Şimdi bir yılım kalan İşletme
Bekler mi beni, biter mi bu okul?
Hani küçüklüğümde hep söyler ve ne çok isterdin
Bitince okulun, giyeceksin yedek subay elbiseni diye
Sonradan olma o ressam asarken arkadaşlarımı
O elbisenin ihanetini nasıl taşırdım anne?
İdam sehpasına güler yüzle koşanlar
Uçurmalarıma takılıp düşseler
Onlara da gülümseyip, sarılır mıydın?
Oğlunun fırlamalığına gülümsemelerin
Onları da sarıp sarmalar mıydı anne?
* Sen hiç oğul emzirdin mi kör kurşun? Demişti okuluna gitmek için otobüs
bekleyen o masum ve dünya yakışlısı Mustafa'nın babası*
Bilyelerim
Gazoz kapaklarından çıkan bedavalarım
Ve komşu kızı ilkokuldaki Serpilin
Mini eteğini gördüğümde utanarak arkamı dönüşüm
Bakkala ablamın yerine beni yollaman
Ve buna kızgınlığımdan çikolata çalmalarım,
Kuran kursuna yolladığında camiden kaçışım... Ki
Hiçbir zaman bilmeyeceksin anne
Sen üzülme diye sustuysam eğer
Melek yüreğinin benzeri yoktu diye
Anlatsam güler, gülsen, güle benzersin bilirim
Gül yüreklim
Gülen yüzlüm
Susmak bir ömür mü anne?
* En çok siyah önlüğüm ve beyaz yakamın ardından o kokulu ve özenle
ütülediğin beyaz çorapları ben giymek isterdim, sen giydirirdin ellerinle*
Şimdi;
Büyüdüm ve kitaplar biriktirdim
Hiç uzatmadım saçlarımı
Öpüşmek ve sevişmenin kutsallığını
Savaş olan ülkelerin çiçek açan baharlarında
Düşledim anne...
Ve yorgunsam ve sigarayı çoğalttıysam ve ağlıyorsam
Uzak bir yürüyüşün ardından ve çoğalan sakallarımla
Çocukluk fotoğraflarına bakıp tanı(ma) dığım
Ama aynı otobüse binip ıslak dirseklerimizin buluştuğu
Yüreklerimizde yıllar öncesi yanan ateşin
Aynı alevde tutuştuğu sevgilidendir anne...
Farklı kentlerin ayrı gökyüzlerinden ağladık
Vietnam'da şeker yiyemeden ölen
Hiroşima'da çırılçıplak ve yanan teniyle ağlayan kıza
Aynı gözyaşlarıydı çığlığımızı buluşturan...
* Teyze, amca bir imza ver demişti Nazım, o çocukluk düşlerini yaşamadan,
yaşatılamadan hain bombalarla sarsılan küçük beyinler adına dünyaya...*
Oysa
Uğruna ağladıklarımız, aldatıldıklarımız olurken kendi coğrafyamızda
Karartmaya çalışılırken simgelerle çağdaşlık
Ay ışığı düşümünden tan saatine
Üretilen imgelerin okunmamışlığı
Aydınlık gelecekler sunacak simgelere...
O güneş hiç batmaz,
Aydınlıklar kararmazken, yazılan sevda şiirleri
Yol oluyor, aşk dokuyor uzak kentin hüzünlerine
Anonim diye bilinen şiirler
Altına imza atmadığımdan, özlemimdendir.
O özlem,
Eylül de... On ikisinde... İki binli yıllarda
Yabancı bir otogardan
Yersiz, yurtsuz, çaresizliğime dönerken doğdu anne
* Ölü zamanlardan martı kanatlarına sığınıp, sana umut olan yollardan özlem
olmak, hep yeniden doğmak içindir kaybolduğum gözlerine yolculuğum...*
Ve
Eylül düşleriydi yitirdiğimiz
Karanlığında ürettiğimiz pişmanlık dolu anlar
Kırlangıç fırtınasının kuytularına gizlenirken
Kül o l u y o r d u k yana yana ve
Son sözümüz s ö y l e n m e d e n.
Gözlerinden doğan Eylül
Uyandırırken sabaha serin ve dingin
Portakallı narçiçeği kokuları dolarken iliklerimize
Gülüşüne sürgün özlemlerimi erteliyordum
Bir sonraki Eylül'e...
Eylül, yine doğsun
Senin gözlerinden doğsun diye...
27.02.2008 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:37 AM
Eylül Tutsakları
Eylül'de tutsak düştük hüzünlü yüreklerimize..
Bazı gün, kimi olay ya da küçük bir kıvılcımın çığır açtığı
Yeni bir sayfa oluşturduğu anlar gibi..
Sekiziydi..Çarşamba'ydı.. öğle vaktiydi…
A….. tesislerinde geçmeyen zaman dilimine tutsakken
Otobüsten inen ilk ve tek yolcuydun, mavi mavi
İlk karşılaşma, ilk sarılış, ilk heyecan..ilk kıvılcımlarımız oldu
Mavi bir peri kızı olarak işlediğimde seni belleğime
Peri bacaları ziyaretimizin giriş kapısındaydık
Heyecan kasırgasıyla kuraklaşan boğazlarımızı
Çay ziyafetine yönlendirmeden valizini aldığımda, elinden
Nasıl da kızmıştım ''valizimi neden sen taşıyorsun''?
O ilk çay, ilk sigara, ilk mola, ilk bakış, ilk sohbet
Ve oturduğumuz o masa…çok konukladı bizi sonraları
Her konukluğunda kıvılcımlar büyüttük yanardağ ateşiyle
Konuk olduğumuz otel mi yeryüzü cennettiydi görmediğimiz
Asi kardelen yüreklerimiz mi çevirmişti cennete?
Akşamında ŞÖMİNE'li bir restaurant ağırlarken bizi
O asil, o mahsun, o hüzünlü prenses gibi oturuşun
İlk güne, geceye, sevdamıza anlamlar yüklüyordu karşımda
Bakarken, derinliklerinde kaybolduğum gözlerinden
Ve dalga dalga içimi yakan dudağının kıvrımından
Kaçırırken gözlerimi, kimseler yoktu bizden başka adeta…
Dokuzu gösterirken takvimler serin bir sabahta
İlk sahanda yumurta eşliğinde ilk kahvaltımızdayız, ben gergince
Uçhisar kalesinden panoramik görüntüyü izlerken
Peri bacalarının tanıklığını düşündüm konuk aşklara
Eski bir kilisenin tarihçesini anlatırken görevli,
Kaç rahibe yıkanmıştı o kutsal banyoda, umarsız,
Kaç kez şarap içmişlerdi kendi bağlarının üzümlerinden..
Göreme'nin içinden Kızılırmağa ulaşan kurumuş derenin
Üzerine bent yapılmış yükseltisindeyiz seninle….
Öğle saatlerinin güneşinden korunaklı bir ağacın altında,
Piknik türü bir masadayız.. çevrede köpek yavruları
Çocukluğuma, gençliğime, askerliğime uzanıyorsun
Albüm sayfalarını her çevirdiğinde…
Günü geçirdiğimiz Göreme'de konuklanmalıyız bu gece
Ahşabın dayanılmaz cazibesini egzotik dekorla bütünleştiren
Bir SOFRA'da soluklanıyoruz akşam yemeğine…
Giysilerini restaurantın otantik havasıyla örtüştüren
Sevimli bir garson kızın sunumunda, soğuk mezelerin,
Ve ardından masada kırılan testi kebabının tadındayım,
Sen hafif ve sebze ağırlıklı mezeleri tadarken
Olur mu bir '' Ah ulan Rıza'' okumadan masadan kalkmak…
Olanaklı olsaydı eğer zamanı durdurabilmek, yapabilseydim
Geldiğimiz gün durdurmak isterdim... çünkü
Şimdi takvimler on Eylül'de senin hüzünlüğündeydi…
Kokusu ve kendi bende saklı bir tutam saçının ikizini
Babadan oğula devam eden çömlek üreticisi ve
Dünyanın ilk saç koleksiyoncusunda bırakacağın
Söyle, hiç aklına gelirmiydi Avanos'ta,
Dallarını suya vermiş Söğüt ağacını, Manda'sız
Kızılırmak'ta asma köprüde izlemekteyken…?
Çayın en güzel tadı idi kürsü üzerinde içtiğimiz…
Güneşin batışını izlerken
'Gül Derlemeyi Bilmez Bizim Gençliğimiz' eşliğinde,
En güzel yansımasıydı gözlerinde güneşin kızıllığı
Ve bugün gördüğüm her gün batımınında
Bir çift göz düşer yüreğime, kızıl bir alev olur…
SARAY gibi olmasada mekanı, dekoru, görüntüsü
Konuklandık yine bir akşam yemeğinde, açlık-tokluk arası
En güzel, en anlamlı, en koyu sohbetimizdi
Onbir tarihli güne başlangıcımız…
Öğleni gösterirken saatler, en büyük sürprizdi bize
Bağbozumu şenlikleri ve festivali….
Ebru sanatını, fotoğraf sergisini izlerken yanyana, elele
Sanata, sanatçıya, emeğe saygıyı duyumsadık bir kez daha ve yine…
Çaysız, Türk kahvesiz, sigarasız tamamlamak varmıydı günü?
Dağıtamazsın sonra kafanı ve son anda farkedersin
Karayoluna ters istikametten girdiğini güneş batarken…
Yoksa son gecenin hüzünlerinde boğulan bir dalgınlıkmıydı?
Bir önceki gecenin bozkır soğuklarında üşüyen yüreğimizi
ŞÖMİNE' li bir mekan ısıtmalıydı son gecemizde,
Şarabımız, rakımız, mezelerimizle uğurlamalıydık kasvetimizi
'Bir kızın olsaydı ne yapardın' diye sorduğunda
Dilime, ucuna gelen, geri giden tükenen sözcükleri
Zaman tünelinde yitirdim, sonradan sana hatırlamak üzere…
Tutsak düştüğümüz ilk Eylül'de
Güne son uyanışımız ve kahvaltımızdı ilklerin başlangıcında
Hüzün çöktü Kapadokya'ya, siyaha döndü mavi-beyaz bulutlar
Yanından, sağından, solundan, ortasından, kenarından
Geçtiğimiz, geçeceğimiz, ardımızda kalan her Peri Bacası
Hıçkırıklarına engel olurken hüzünlerimizde,
Onca yolun farkında olmadan girdik otogara…
Otobüsün basamağına ilk adımını atarken söylediğin
'Yerime oturduğumda gitmiş olmalısın, dayanamam' ile
Nasıl dayanacağımı, yitirdiğim aklımı arıyordum aslında
Üçüncü basamağına geldiğimde yolcu merdivenlerinin…..
Ayağım, elim, yüreğim, aklım, tüm uzuvlarım durmuş
Yitip gitmiştim mahşeri bir karanlığın dipsiz kuyularında…
Ta ki gideceğim yön yerine, geldiğim yöne girene dek...
Eylül'müydü, rüya mıydı, yaşamış mıydık, var mıydık….
Dat dat diye uyaran otobüs şoförünün kornası olmasa
Kendime nasıl döneceğimi bilemiyorken uyanmıştım..
Yüreğime akıttığım göz yaşlarım bir benzin istasyonunda
Uykuya dalmam için zorlarken direksiyon başında beni
Ya sen şimdi hangi molada kaçıncı çayındaydın
Hostes kızın uyandırmalarının ardından…?
Hangi anılarımızı katıp, karıştırıp içiyordun çay kıvamında..
Beraber içtiğimiz sigara öksüz kaldı şimdi…
Yoldaydım, yoldaydın, gidiyordun, gidiyordum, uzaklaşıyorduk
***Eylül tutsaklarıydık biz…..
Ayrı yön ve kentlere gitsekte tutsaktık yüreklerimizce
***Eylül tutsaklarıydık biz…..
Ayrılıkların, evliliklerin, hüzünlerin, güz başlangıçlarının
***Eylül tutsaklarıydık biz…..
6.9.2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:37 AM
G-e-l-i-n-c-i-k
Gelişin gülüşün ışıl ışıl gözlerinle
Erguvanlar her mevsim açacak çiçeklerini
Lale sümbül mor menekşe
İğde dallarına uzanacak sevda türküleriyle
N ilüferler ılgamlara inat susuz yeşerecekler
Ceviz ağaçları Gülhane'den
İklimleri kirlenmemiş ülkelere dek boy verecekler
Kızıl karanfillerle gül kokacaksın.....
28 Mart - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:37 AM
Gelme Bahar Gelme
Gelme Bahar Gelme
Ben her bahar
Viraneye dönerim
Sevdiğim o güzel insanlar
O güzel dostlar
Hep baharlar da gittiler
Hep baharlar da yittiler…
Birer birer
__Gittiler…
Benim baharlarım
Kışlar, fırtınalar, soğuklar
Ve Ankara'ya yakışan kar…
Sizin baharlarınız da
Yine yeniden yaralanırım
Ben baharlarım geldiğinde
Üşürüm
Üşüdükçe ısınır
Isınıp çiçekler açtırırım yüreğimde
Ben her kış geldiğinde
Çiçek bahçemi üşütürüm
Üşütür
__Isıtır
____Çiçekler büyütürüm…
2 Nisan2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:37 AM
Gıyabında Ölüyorum…
** (Sevgiliye serenat.. / tarihin sayfalarında mı kaldı?) **
Ay ışığında,
Şiirler yazıyorum, sözsüz
Bir nehrin kuruyan suları
Ağlıyor…
Nehir,
Göz kırpıyor ay ışığına.. Ağlamaklı
Yansıyan yüzümü yolluyorum
Dağların ardından, şavkıyla Ay'ın
Kentler arası serenat'tayım,
Ölüyorum gıyabında
Sen bilmiyorsun…
16.11.2006 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:37 AM
Gidiyorum Dönmek İçin
Gidiyorum
…İnançsız inançlarımla
Gelmek, dönmek, senin olmak için
Yine Toros'lara doğru uzanıyorum, bozkır kokusundan
Bu kaçıncı geçici ayrılık saymadım…
Bekle beni
…Bekliyorsun
……Biliyorum
Ve bir sabah
Zilini çaldığımda uykusuz gözlerle
Yarı uykulu kapıyı açtığında
Gözlerine inanamayacaksın…
Ovuşturduğun güzel gözlerinin ardından
Siluetimden gerçeğe dönüşen bedenimle
Gözlerinde dans edeceğim…
Sabahın sessiz serinliğinde
Gözlerinde dans edeceğim…
İnanamayacaksın…. Süzülen yaşlarınla
Geldim işte…
Sana geldim…
…Hiç gitmemek üzere…
27 Nisan 2005-Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:38 AM
Gittin
Gittin
Ve ben bittim
Gittin
Ve ben tükendim
Gittin
Dinlemeden
Dinlemek istemeden
Geçmişimle yargılandım
İnfaz edildim
Gittin
Ve ben bittim
Geleceğim
Sensiz olmayacak bu sokaklar
Bizsiz kalmayacak sokaklar
Döneceğim
Cezam, hükmüm bitince
Ter temiz,akpak döneceğim
Çünkü ben seni
Hiç terketmedim ki
Sen benden hiç gitmedin ki...
26.11.2004
saat:12,00
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:38 AM
GİTTİNİZ - GÜLE GüLE…
………….. Birer birer, teker teker gittiniz... Beraber yada ayrı ayrı gittiniz ve hiç belli etmeden gidiyor olduğunuzu
sanıp en büyük yanılgınıza düştüğünüzde, ben hepinizi ibretle ve acıyarak izlerken acımanın aynı hafifliğini sizler
bana giydirip üzülüp gittiniz… Gidin… Yolunuz, işiniz açık olsun, sizlere söyleyeceğim sadece bu ve iyi şanslar
dilemiyorum materyalistliğimde, şans yok şansınızı kendinizin belirlemesi vardır ki beraber okuduğumuz
diyalektikten yıllar sonra iyi birer işiniz olduğunda unutup terk ettiğiniz bu bilim size şanslı olma şansını vermiyor
siz yinede veriyor diye düşünerek gidin, yaşayın… Sizce mutluluklarınızla… Baş başa...
…………… Birer birer yada beraber gittiniz… Bense gülümsemek zorunda kaldım gidiyor olmalarınıza, komik geldi
giderken çaktırmıyor olmalarınız, karda yürüyorsunuz da izinizi belli etmiyorsunuz ya gidişlerinizi arkanızdan hep
kutsadım nazar değmesin sizlere diye değil, doğum kontrolünü bile beceremeden karılarınıza yüklediğiniz yükler
için, masum çocuklarınız için, yaşlı ama onurlu anneleriniz için, ellerinin nasırı otuz yıl sonraki emekliliğinde bile
geçmeyen emekçi babalarınız, işsizlikten kıvranırken, çorabınızın içinize sakladığınız sigaraları ağabeylerinizden
esirgediğiniz için, mahallenin namusunu koruyor dümeninde genç-güzel kızları her gece mastürbasyonlarınıza alet
edip kirletirken onları düşlerinizde, gündüzleri sahip çıkar göründüğünüz için… İçin… İçin… Sizleri, sevdiklerinizi
kutsamam devam edecek, sonsuzluğa değil son nefesime kadar…
…………… Gittiniz, ama nasıl gittiniz bilmiyor, bilmek istemiyorum fark etmez ben için bilirsiniz… Bildiğiniz tek
şey yıllardır değişmeyen acımasızlığım, zalimliğim, affedemeyişim... Yılların benden bu özellikleri değiştirmediğini
biliyor olmanız sevindiriyor, yoksa gidişlerinize zılgıtlar çekiyor, türküler besteliyorum, bilmediğim halayları
çekiyor gökyüzünün gündüz aydınlığına, gece karanlığına küfürler yolluyorum Sabahattin Ali'den, cezaevinde
yattığı kaleden… Hep utanır yanlış söyler saklardınız ya ben saklamıyorum yazılan küfürleri… Ve küfürlerimi…
Hani derdi Sinop'ta yatarken Sabahattin Ali ''Dertlerin Kalkınca Şaha… Bir Küfür Yolla Allaha'' Sizler utanırdınız
küfür siteme dönüşür, yeni katkılarda bulunduğunuzu sanıyorken edebiyata, şiire bilirdiniz hepiniz sitemlerinize
neremle güldüğümü… Benden utandınız kelimelerin aslını, gerçeğini kullanırken, sizden utandım materyalizmi
okuyorken anlam yüklediğiniz anlamsızlıklardan… Karşılıklı oynarken utanmadım edebimi aşan küfürlerden…
Onlar gerçeğim, hayatı sorgulayışım Can babadan,onlardan öğrendiklerimdi, ve gelişmekte sayenizde...
…………… Ve gittiniz ve hala gidiyorsunuz ve hala gideceksiniz… Gidin, lütfen sonsuz gidin ve bakmayın ardınıza
giderken, dönmeyin geriye, gözlerim fena küfreder bilirsiniz, dilim lal olmuşken gözlerim dilini kaybetmişken gidin,
allah aşkına gidin… Desem şaşıracak döneceksiniz geriye tanrının adını andım diye… Evet, aldım ama dönmeyin
ardınıza bakmadan gidin, sizin olan benim asla olmayan olmayacak olan Tanrınız adına sizlere sesleniyorum, size...
………….. Yolunuz, işiniz, her şeyiniz rast gele… Başınız, gönlünüz, yüreğiniz, içiniz, teniniz aşka düşmeye! ! ! !
O ne demek, aşk ne demek… Haşa…Sünme haşa… Aşk ne… Aşık olmak ne demek…Onurlu insanın aşkı aşkları
sevdası olmaz, sahip çıkıp koruyun çocuklarınızı onların başına gelecek en büyük felaketten, AŞK'tan..aşklardan…
Sevdasız, sevmesiz.. Duygusuz bir dünya diliyorum size, sizlere… HOŞÇAKALIN… Allah'a emanet olun!
7.3.2006 -Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:38 AM
Gözlerimde Saklıyorum Seni…
**Sana'dır Şiirlerim - Şairliğim Sanadır Birtanem**
Gözlerimde sakladım seni hüzün çiçeğim
Her güneş doğumunda batıya
Her gün batımında doğuya dönmekte yüzüm
Kıskanıyorum seni doğan, batan, aydınlatan güneşten
Öğlene yakın saatlerin
Alkol ikindilerinin gölgesinde gizlenmekteyim…
Seninle anlam bulan, gülümseyen
Çocuksu, sert, mağrur, çelik benzeri yüzümü
Yıldızlara dönmekteyim *******i
Ay ığının şavkı yüzüme yansıdığında
Ve binlerce yıldızı izlerken
Kirpiklerimi kilitlemekteyim göz bebeklerimin önünde
Yıldızlar, Ayışığı seni görmesin
Seni benden başkası görmesin diye…
Kısık gözlerle süzmekteyim insanları, doğayı,
Seni insanlardan, uçan kuştan, kelebekten, böcekten
Sakınıyor ve saklıyorum gözlerimde…
Ve her sabah bir parkın
Bekçi klübesi önündeki banka oturup
Kahvaltısız sigara içerken seni beklemekteyim
Güne başlarken seni ilk gören ben olayım diye…
Ben seni güneşten
Ben seni doğan, batan, aydınlatan güneşten
Ben seni geceden
Ben seni Ay ışığından, Yıldızlar dan, ıssız, sessiz gece den
Ben seni kuşlardan
Ben seni uçan, konan, öten kuşlardan
Ben seni her şeyden kıskanıyorum
Ve gözlerim de saklıyorum seni…
7.7.2005 - ADANA
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:38 AM
Gözlerin TUTSAKTıR Gözlerimde…
Terk edilmişliğe soyunan gecenin
Tutsak saatlerindeyim yürürken kendime
Ela'sı düşünce gözlerinin usuma
Işıksız yanıltmanın kristal parıltısında yollar..
Yıldızlardan, ay ışığına dönüşüyor ıssızlıkta gece
Ay çekiliyor geceden, zifiri kaplarken göğü
İzdüşümü oluyor yollarıma yansıyan gözlerin
Işık oluyor, aydınlık doğuyorsun yollarıma..
Serçe ürkekliğinde bastığım arnavut kaldırımları
Titrek, ölgün yanılsamadan
Ana caddeleri ışıklandırılmış metropole
Bayram arifelerinin şenlik panayırına,
Sevinç çığlıklarına dönüşüyor çocukların..
Gözlerin gelince aklıma,
Tutsak saatlerim firar ediyor F tipi esaretten
Arşınladığım anlardayım geceden sabaha ve
Bilmediğim sokaklarında bu kentin
Yalnızlığımla buluşur gözlerin- ki
Ortak olur geceden tutsaklığıma…
Aralık - 2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:38 AM
Gül Bahçesi
Güller dolu bahçeler kurduk
Senden öğrendim gül derlemeyi
Ve gülleri sevmeyi
Ben gülü sevdim, gül sendin
Kimseler bilmedi gül sevdiğimi
Ben seni sevdim
Yıldızlar sevindi gece alacasında
Ben gül sevdim
Ağladım ağladım...
29.12.2004-Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:38 AM
Günahlarımla Sevdin Beni
Aldın çıkarttın bataklığın dibinden
Yüreğin di çıkaran umarsız..
Hüzün dolu gözlerinin
Kutsal yağmurlarıyla yıkadın
…Kutsadın, kuruladın,
Arındım yalan sevdalardan
Sana döndüm yine yeniden
Sonsuz
..Çıkarsız
….Yalansız
Doğacak güneşleri
..Batacak güneşleri
Islatacak yağmurları
..Yine yeniden elele
Sonsuz
..Çıkarsız
….Yalansız yaşayacağız...
27 Nisan 2005-Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:38 AM
Günahların ÖMRÜM Olsun
Günahlarının;
En masumunu ver
Ömrümden birkaç yıl al…
Günahlarından;
Bir masum gece ver
Tüm *******i
Senin olsun ömrümün…
Günahlarının;
Tamamını ver
Ömrümün hepsini al…
Günahsız'ım
___ Masum'um
______ Meleğim
Ömrüm sana feda olsun…
7.11.2006 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:38 AM
Güneş Yeniden Doğdu
Sabahtı, soğuktu, eksi'ydi
Üşüyordum
Güneş'in gülen yüzüne rağmen
Çöl ayazı esintilerdeyim...
Sirke tadında
Limoni ve esrik günlerimdeydim
Kan çanağı gözlerim
Dinamitler patlayan beyin uğultularım
Kimsesizliğim, çaresizliğim, tükenmişliğim,
Dünya durdu
Değişti iklimler
Sesin geldi, sen geldin,
Kadife sesinde bülbül esintileri
Erguvan baharları yaşattı
Gözlerime ektim sesini
Beynimde güller tomurcuklandı
Zamansız olgunlaşan meyvem
Çöl susuzluğuma yağmur oldu
Sesin…
Güneş yeniden doğdu
Güneş seninle doğdu
12.02.2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:39 AM
Güz Yaraları…
______________Hazan
Mevsimine ahenklenen bir ağacın konukluğundasın
Yaralı, yorgun, umutların bahar kokmakta her dem..
Onlarca renk barındıran kanaryasın, renklerin sihirbazlığında…
Uzatırken elimi sana, dokunmak için yarana
Örselenmiş ruhumla sarmak için beklentisiz
Ürkek bastığın o dal, tünemişliğinde
Dal iken doğasında hazanın kurumuşluğunda
Daldan dala tüm ağaca bahar getirdi yaraların
Bir mucizemiydi yaşanan, gördüğüm…
Çiçeklendi ağaç güz serinliğinde
Salkım saçak söğüt tazeliği yayıldı
Yaranı saklarken içinde gizli, korunaklı
Daha kaç güz mevsimlerini baharlaştırırken sen
O bahar sana gelmeyecek mi?
Yaran, yaraların, hüzün çiçekli yüreğin
Ne zaman dört mevsim bahar olacak?
10.9.2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:39 AM
HaZaL' a
***Kızıma***
Hakkari'nin dört mevsimi var yüzünde
Ağaçların ilkbahardaki en güzel görüntüsü
Zeytin ağaçlarının her mevsim yeşili
Akasyaların açarken yaydığı ıtırlı koku
Lal oldum, Lal oldum, Lal oldum...
Mart - 2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:39 AM
Hüzün Şiirleri Yakışmıyor Sana
Gözlerinin ışıltısı
__Yüreğinin merhametini
Biriktirdiğin ''merhaba''larla topla
Gönlünde ikiyle çarp…
Bestesi yapılmamış nihavent makam olsun
Kırlarla
__Çiçeklerle
____Yıldızlarla bestele
Dostlarına sunacağın
En güzel şiir
__Şarkı, türkü olsun
Her şiirin bahar koksun
__Mutluluk sunsun...
Gözlerinle bütünleşen hüzün
Şiirlerine, dizelerine uymuyor
Hüzün şiirleri yakışmıyor sana
Şiirlerine hüzün
__Yakışmıyor…
3 Nisan 2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:39 AM
IHLAMUR KOKULU KAR TANESi
*****Yine ve hep Sana*****
Yanaklarına değmeye gün sayıyorum
Amonyaklarından arınmış
Toprağa düşmeye direnen,
Kar tanesiyim ıhlamur kokulu..
Temmuz'un sıcağı
Kazma'lar yaktıran Mart
Mevsimler döngü'ler değil
Y a ğ a m a m ı ş l ı ğ ı m..
Kimliksiz, kimsesiz
Sahipsiz mektuplar…ve
Sokak numarası olmayan
Adressiz yerlere değil
Y a ğ m a y ı ş ı m..
Öyle bir havada
Öyle bir güneşte
Kristalize ve lapa lapa
Düşeceğim ki yanağına,
Ihlamur kokuları yayılacak dokuna
Üşümüş kelebeklerin
Sıcak yer arayışındaki hüzzam
Hüzün gözlerinde nem olacağım.
Damla damla akacağım yüreğine
Orada yeniden doğuşum
Sana gelişimin alfabedeki ilk harfi
Kitabımın son sözü olacak.
G e l e c e ğ i m..
Yeminim var sevdama dair
Yeminimiz var s e v d a m ı z a dair…
27.01.2005 Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:39 AM
İhanetlerin Girdabında Alaborayım
Kutup soğuklarında lav'lar savaşıyor yüreğimde
Tükeniyorum
Ağaçların savrulduğu fırtınalarda kavruluyor
Yanıyorum
Tenimde şimşekler dansediyor
İnliyorum
Ayaklarım asi yürekli gövdemi taşımıyor
Mayın tarlalarında parçalanıp gökyüzüne
Savruluyorum
Beynimde tonlarca rakı içmişliğimin
Bedenime yayılan altın vuruşunu izliyorum
Yalpalıyorum
Tenimde yuva yapmış milyonlarca karınca
Uyuşuyorum
Bir ses ver diyorum bir merhaba
Susuyorsun
Sana onur çiçekleri yolladım aldınmı?
Susuyorsun
Sen oralarda sustukça
Ben buralarda haykırıyorum
Her haykırışımda isyanlarım çoğalıyor
Susuyorsun
Her isyanımda yüreğimi
Mülteci teknelere yükleyip denizlere bırakıyorum
Limanını bulamıyorum
Alabora oluyorum
Parçalanıyorum
Su alıp
Batıyorum
Alaborayım…
Mart-2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:39 AM
KaÇ YAŞIMDAYIM?
Çocuktu yüreğim
Aşkınla ergenliğe ulaşırken.
Mumsuz, kutlamasız doğum günlerim
Aşkla.. Aşkınla olgunlaştı
Büyümeye başladım derken..
Giderken! ! ! Sen benden
Vedasız… Sarılmasız terk ederken,
Çocuk kaldım... Küçüklüğümde kaldım..
Büyümedim… Sensiz, büyüyemem ki…
Hadi büyüt beni,
Çocuğum ben
Çoğalt beni, çocuklum aşkım
Aşkımızın süresi olan yaştayım
Çocuğum ben, b ü y ü y e m e d i m…
15.11.2006 Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:39 AM
Kaçırırlar Adamı…
Anıların yaşanmış güzelliğinden
Kaçış, kurtuluş yok öyle,
Hançer misali saplansa da
Geçmişin aşk anları,
O saplantı
O anlar
En özelidir yaşanmamış yıllara inat..
Gitmesen İtalya'ya
Geliversen Avustralya'dan
Avuntudur aslında gitme gelmeler
Aslolan
Bitmeyen aşkın
Kalıtsallığıdır
Damara şırıngasız empozede..
İster BEYAZ ol GELİNCİK tarlasında
İş adamı ya da kadını
Fark etmez..
Kaldırıverir kaçırmanın aymazlığında
Bir dağ, bir bağ evine elin adamı
Sönmeyen aşkın kıvılcımını
Kora çevirmek
Aşkın alternatiflerinde boğulmak için..
** Bir beyaz diziden esinlenen dizeler **
8.1.2007 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:39 AM
Kadın.. Aşk.. Ve Devrim..
Anaç, dişi, zeki,
Issız ormanların yırtıcı kaplanı
Yürek çelik, eller nasırlı
Örs vuran demirci
Kızgın ateş, serin yürek, dingin duruş
Ama kadın ve bakımlı ve güzel, o bir dişi..
Ellerinin dokunduğu yerde emek
Süzüldüğü ortamda ıtırlı bitki, çünkü kadın
Yürürken ayak sesleri, yer gök sarsıntısı
Oturunca asalet, asırlardan kalan
Aşkta sadık, aşkına köle,
İsyanında,
Latin Amazon, mitralyöz'süz
Sevdasında,
Salsa, samba yavuklusuna..
Konukluğunda,
Güneydoğu'lu kürt kadını
Anadolu'lu semahım
Ege'de zeytinde inci
Karadeniz'imde hırçın dalga
Kanı can, canı can,
Anaç, dişi, zeki..
Mart - 2007 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:39 AM
KaRdeŞLik
** (Gülüşü mavili Cennet kıza) …**
Seni,
Tek sevmediğim an
İşe ilk girdiğin gündü..
Yine birinin, birilerinin
Bir tanıdığı demiştim
Sonradan yanılacağımı bilmeden..
Yaptığın işin kılavuzundu
Arttırdığın deneyimin ile
Bana, ona, herkese,
Yol gösterdin çokca ve usanmadan, kızmadan..
Ve ''günaydın ile iyi akşamlar''ın
Önceleri odaların
Şimdilerde ofislerin motivesi oldu
Suratsız, uykusuz, uyanamayanlara..
Kalsanda
Gitsende değişmeyecek
Gülümsemesi, sevecenliği
Eksilmeyen yüzünün…
Seni o hep
Tebessüm ederken düşünecek
Sevenlerin
Sevmeyenlerin…
Güle güle kardeşlik, güle güle
Seni, emanet ederken sana
Bize bırak gülüşlerini..
Yolun açık,
Mavi gülüşlerin bizim olsun...
24.11.2006 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:40 AM
Kasım Vurgunları
Günahsız düşlerine kaftan biçerken sorgusuz
Yaklaşan girdabın sesiydi tenimde yankılanan
___Yalan
______Rezil
_______Utanmaz ca
Gün boyu pençesindeyim gecenin, kendi kurduğum
Sonsuz uzayın dehlizlerinde çırpınmaktayım, nafile
___Batıyor
______Batıyor
_______Batıyorum…Battım!
Uzatılacak dal'ın, el'in hiç'liğinde debelenirken
Ay ışığını vurmuştum gözlerindeki ışıltının
Diplerindeydim bataklığın, kaybolurken sana
Kar'la kaplı yolların
Mayınsallaştığı günün sabahı direnmişti doğmamaya
Yirmibeş Kasım dı, gebe gün Perşembe'ye
Yollar kar, yollar intihar, yollarda ayrılık kokuyor kar..
Geçit vermeyen dağların uzantısından koşuyorken
Ürperirken tenim, tutmazken ayaklarım boşlukta
Nafile çabalarımdı sana gelen yollar..
Akşamın ayazında bindiğin taksinin ardından kalan
Bedenim miydi dondurucu soğukta küllenen…
___Yalan
______Rezil
_______Utanmazca
Kirli, puslu, kırık... yüzümü döndüğüm aynalar
Yıldızlar ağlamaklı, ay yaralı, ay karanlık
Aydınlığını saklıyor Güneş, dipsiz bir kuyu Dünya
Yapraklarını dökmekte körpe ağaç bahar da
Kış, kavuran bir iklim sıcağında, ağlamaklı
Katlederken yüreğindeki düş çiçeklerini
Ateş dansında sevinç çığlıklarına davetiyeydi
İhanetimin bedeli…Dosta…düşmana…
Dönmese ne gam gece, gündüze
Yirmi dört saat gece, gece soğuk, gece ihanet
Sabaha sarkan girdapların gecesinde yuvarlanmaktayım
Sakarya'nın tenhalarında yazarken sana ''GİTTİN'' diye
Eklemiştim son mısraya ''DÖNECEĞİM''..
Döneceğim de…! ! ihanetlerimden düşlerine biçtiğim
Çırılçıplak, onursuz, sevişmesiz zamanları
İçimden, cebimden, tenimden nasıl temizleyecek
Kırılgan düşlerini nasıl saracaktım yeniden?
Üşümüşlüğüm müydü, başıboşluğum mu yoksa
Bodrum katta çay içerken rasladığım kendim?
Dokunduğumda tuşlara…neredesin? Deyişinle
Acımışlığından soyunup, bırakıp hüzünlerini
Zavallılığımın üzerine uygun kıyafetimdi giydirdiğin…
Soysal Pasajından gün uzarken Tunalı'ya
Girdiğim, gireceğim tüm delikler kapanmıştı
Çarparken boğulmuşluğumun utancı damarlarıma…
Çalmasaydı telefonun, aramasalardı bendeki seni
Hüzün yine de saracaktı gecede seni, beni, bizi…
En çok ta indiğinde hissettim ve hep hissedecektim
Ellerimle açtığım, kansız yaralarımı, acıtmışlığımı…gece
Geç saat bırakıp dönerken neredeydim, neredeydin?
Yirmi yedisimiydi, Kasım'mıydı, ne farkederdi,
Kan çanağından güneşe dönemezken yüzünü sen
Masumluğunda yitirilen flörtlerin korkaklığında
O anne, o anaç, o orman yüreğin
Gökler, denizler, ovalardan süzülüyor, hüzün gözlerinle
Dört yüz üç no'lu peronda, hareket saatini bekleyen,
Yolculara iletiyordu bende sadece sen olduğunu.
Son sigarayı yine yeni yeniden içerken beraber,
Göz yaşlarımı kilometrelere taşımanın hazırlığında
Veda vaktiydi şimdi beklenen bizden, anonsla…
___''Kal de'', demiştim…
'Git', demiştin
___''Kal de'', demiştim…
'Git', demiştin
Gidiyordum işte binerken, otobüse fark edemedim
Oturduğumda, yoktun orada, yürüyordun, gidiyordun
Sen gidiyordun, ben ağlıyordum
Ben ağlıyordum, sen gidiyordun
Sancılarımı ilk mola yerine saklarken…
Hani bir gün ''DÖNECEĞİM'' demiştim ya
Bu gidişim dönmek için sana
Sen benden hiç gitmedin ki…GİTMEDİN..
Kasım - 2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:40 AM
KASIM’ da Açan Çiçektir Aşk...
İki yağmur damlası arasında
Göz kırpan güneştir aşk, umuttur
Umut vurulmadan..
Siyah renkli çığlıklar
Gebeyken geceye
Gece sessiz, ses vedalarda
Dağların ardı yol, bitmeyen
Kara borana tutulmadan
Yollarda sessiz gündüz çığlıkları
Geceye halay durmakta zaman..
Yanlış kapılar sürgününde
İntihar üzereydi aşk, soluksuz
Bize dair hikayenin ilk sayfaları
Güvercin kanadında yitmeden
Sancılı iç çekişlerdi
Olmayan sabahın esintisine..
Bir yanım erken akşam
Kalanım ıssız...
Ben kararttım ve sustum
İpek kokulu hüzün çizerken sen
Karıştığım gece, sessizlik ve sensizlikken.
Oysa aşk çiçektir, mevsimsiz
Mevsim aşktır, sorgusuz,
Kanayan çiçek, vurgun yemişken aşka
O çiçek soluyorsa susuz, sevdasız
Susuzluğun, ıssızlığın, kanayanın
Nedeniyim... Vur beni gözlerinle
Sana bir aşk
Sana Kasım borcum var
Her mevsimde açan çiçek
En güzel hazan’da açansın...
Kasım’da açan çiçek... Ve
Aşksın sen içimde filizlenen...
Kasım’da açan aşk ve çiçek...
Vur beni gözlerinle
Menzilim, vurgun yerim, gözlerin olsun
Gözlerinde kalayım...
KASIM – 2007 - ADANA
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:40 AM
Kelebek
Önce beyaz
Sonra rengarenk kelebeklerim vardı
Aldılar ellerimden, uçurdular
Mavi sonsuzluğa
Umutlarımla uçtular
Kelebeklerim, umutlarım uçtu
Çiçeklerim soldu
Ben soldum.
Haziran - 2004 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:40 AM
Kesişen Yolların Ayrıntılarıyız...
İnancın,
Yumru büyüklüğünde yüreğimin
Saygı bulduğu yerinde
Ve Kürt kimliğin
Ezilmişliyle onurlanırken varlığının
Gözlerinde;
Takıntın olan görüntüm
Kırılgan çocukluk düşlerimden
Zamana takılan
O anlayamaz mantıklara
İsyan, asi, aykırı vurulan
Onurlu insan damgasıdır..
Korkma, ürkme, anla
Geçiyor deyip yanıldığı insanoğlunun
Aslında içinde yolculuğudur zaman
Ne seni teslim alacak kadar
Anlayacak
Nede anlayış gösterecek an
Kırılgan, asi, çocuk yüreklere...
Anladığın kadar değil
Kelime sonundaki nokta kadar
Hak ver
Hak yolundaki saygımda sana
Yürürken inancının doğrularında
Hükmü veren değil ama
Hak veren ol dostum, yanılma.
Kesişen yolların ayrıntılarıyız
Ayrıntı yürek bileşkesi
Bileşke özgürlük
Özgürlük saygımız olmalı
Biz oldurmalıyız inadına ve yeniden.
Üniversiteler hepimizin
Bilim, kültür, sanat, edebiyat
Yürek örtüşmeleriyse
Biz, siz, onlarla
Aşılan cehaletin ardında
Doğmakta olan güneş
Aydınlığıdır bir ülkenin, onurla...
17.11.2007 – Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:40 AM
Keşke Beni SeN Doğursaydın...
Sözlerinin anne sıcaklığında, nefesindeyim...
Issız, isyankar kimsesiz akşamlarımda
'Bebeğim yemeğini yedin mi? '' diye,
Beklentisiz, sorgulu, meraklı anaerkil dilinden
Yüreğimin açlığına sesinle doyurganlığını iletirken
Ürkerek ''yedim'' derken, çekinirken dilimdeki,
Sana yemediğim dolmaları yemişim gibi
Isıtmadığım, belki içmeyeceğim çorbaları
İçmişim gibi ılık, yılışıp, şımarıklaşırken
Sessiz çığlıklarım isyanlaşıyor nemli *******de
Keşke beni sen doğursaydın….
Sana yakın olmak için
İçmediğim, içeceğim, sevdiğim tüm çorbaları
Dizinin dibinde yada kucağına ilişip içmek isterdim
Elinde bir tahta kaşık, mızıkçı bebeleri zorla besleyen
Bir anne doğurganlığında… Sevecenliğinde
Zeytin yağsız ya da yağlı ama tüm çabam
Dolmadan çok sen olunca, içindeki pirinç önemsiz
Sen olsaydın içinde, yanında olsaydım
Ve beni sen doğursaydın
Dünyanın tüm dolmalarını yağsız pirinçsiz yiyebilirdim…
Pirinç ne menem şeydir ki...
Anne sütü sıcaklığında sözlerin
Doğurgan tavrınla olsam yanında dünyaya bedel…
Keşke beni sen doğursaydın
Doğursaydında şımaracağımı bileceğim
Şımardığımda bana gözleri gülerken kızan
Kızarken ''bebeğim'' diye gülen
Annem sen olsaydın…
Olsaydın...kapında bir sabah serinliğinde
Uykulu gözlerle tıkırtıma uyanıp,
Geldin mi? Üşüdün mü bebeğim? Diyen
Annem olsaydın...
Olsaydın… Kapından alıp üşümüşsün,
Örteyim üzerini, uyu biraz, dinlen, deseydin...
Beni sen doğurmuş gibi…
Üzerimi örtsen
__Uyusam
____Sana uyusam
______Seninle uyusam
Bir anne sıcaklığında
Beni sen doğurmuşsun gibi sarılsan
Bebeğin gibi sıcak ve anne sütü gibi kutsal sarılsan
Bir daha bırakmasan
Sarılsak… Sonsuz... Beklentisiz...
_Bir
__Daha
____Hiç
______Ayrılmasak…
Keşke beni seni doğursaydın…
__O
____Zaman
_______ Biz
__________Hiç
____________Ayrılmazdık... Ayrılamazdık...
29-07-2005 / Adana
ŞİİRİN İSİM BABASI ÇUKUROVA EDEBİYATÇILAR DERNEĞİ
ÇALIŞANI SN. İBRAHİM KARTAL'A TEŞEKKÜRLER................
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:40 AM
Keşke Seni Daha Önce Tanısaydım
Önce ona
Bir şarkı, bir türkü
Ardından bir şiirden bahsettim
Durdu, düşündü, gülümsedi
Gözleri ışıldadı tümden
Gözlerime baktı
Sevda yüreklisin
Hayat doulsun dedi
Bende ki bir şeyleri bulmuş
Ve keşfetmiş gibiydi.
İlkokul, ya da orta-lise mezunuydu
Berberdi, altın sarı saçlıydı,
İnsancay dı yüreği, göçmen di...
Haziran - 2004 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:40 AM
Kıskandım Atkı Takanları
İlk defa bu Pazar
Kutup soğuklarıyla üşüdüm
Bir atkım bile yoktu
Olsa
Donsam da ısındım varsayacaktım
Umrum değil… Soğuk diyecektim
Bir atkı işledi annem
Yıllar önce el emeği göz nuru
Güneydoğunun ayazından
Doğu Anadolunun karından
Korunayım diye... Korundum
Bir gün geldi kaybettim
Çarşıdan aldım bir atkı
Eve geldim kaybolmuş
Artık son atkım
Siyah beyaz olacak
Kartal figürlü ve desenli
Ve hiç yıkanmayacak
Kokum kaybolmasın diye
06.02.2005-Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:40 AM
Kimliğin Ben Olmalıyım…
KİMLİĞİM,
GÖZLERİNE BAKAN
KARA SEVDALI YÜREĞİMDİR
________Demiştin bana…
Aldım o yüreği
Kimliğimdeki resmin
Yüreğine ekledim
İki yürek şimdi
Tek bir kimlik
Tek bir yürek olduk…
ELLERİM, GÖZLERİM,
GÜLÜŞLERİM
CÜMLELERİM
HEP YARIM
HEP EKSİK
SEN OLMAYINCA YANIMDA
________Demiştin bana…
Eksik, yarım, tamamlanmamış
Ne varsa sende,
Aldım ve hepsini
Yüreğime ekledim
Şiirimiz, şarkımız, türkümüz
Yarım kalmasın diye…
KARASEVDALI YÜREĞİN
KİMLİĞİN OLDU GÖZLERİMDE
BEN KİMLİĞİNE HER BAKTIĞIMDA
GÖZYAŞLARIMI YÜREĞİME AKITIYORUM
KARASEVDAN
YÜREĞİMDEKİ DELİ SEVDAM İLE
BULUŞSUN ÇAĞLASIN DİYE…
6.9.2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:40 AM
Kurşuna Dizdim
Bütün
…..Zevklerimi
……….Kurşuna
…………..Dizdim
Bu kentte
Harfleri kısırlaştırdım,
Kelimelerim doğurgan değil artık…
Kusura bakmayın,
Mangalımın sevdalıları
Barbeküm kilitli
Şişler paslandı et tutmaz artık
Kelimelere şiş-sel şiirler ekleyip
Pide üzerinde sunamayacağım, çünkü
Bütün
…..Zevklerimi
……….Kurşuna
…………..Dizdim
21.9.2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:40 AM
Kurşunların Öldürmedi Beni
Ölmeliydim oysa
Bedenim paramparça olmalıydı
Kalbim delik deşik
Tanınmalıydım kan-revandan
Tek parçamı bile bulamamalıydılar
Bayramlarda! Kurban edilen
Koyunlar, bıçaklanan danalar gibi
İşe yaramaz parçalar, sakatatlar gibi
Paramparça işe yaramaz olmalıydım
Çöpe atılmalıydım, ölmeliydim
Oysa;
Kurşunların öldürmedi beni
Direndim…
Senin kurşunların
Sevgi Yağmurlarıydı çünkü…
14.02.2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:40 AM
Martı Kanatlarıydı Sığındığım
Yalandı dünya
Yok ve eksikti aşklar
Senden önce
Ay, loş ve solgun yansımasında
Yıldızlar küskün..
Kanadı kırık ve saklıydın,
Gökyüzü seni saklar
Ben kaçardım saklı sevdalardan
Her kaçış, martı kanatlarına sığınışım
Issız tenhalıkları seçer
Susuzluğunda kaybolurum kanat altı
Kıyılara savrulurken saklanmışlığımda
Görünmeyen yelkenlileri selamlar
Kaybolurum su altlarında yosunlara..
Şimdi...
Yanıyorken alev alev
İçtiğim ilk yudum suda
Korkunç ve mübarek
Kanılmaz,doyulmaz lezzetsin.
Kor alevlerde tutuşan
Yangın yeridir tenim
Söndüren ilk damla
Son zerresi ve tek atımlıksın sonsuz..
Ve bitmeyen, bitemeyen, bitmeyecek olan
Her çizginin ayrımında yakınlaşan, yakarak
Özlemsin, molalarda, yollarda, bitmeyen..
Bitmemekse, özlemse, alevse yeniden doğuşlarda
Biliyorum ki
Biliyorsun ki... Velhasıl biliyoruz ki
Ben sende doğdum, dizlerindeysem, senin bebeğin
Sen bende doğdun, omzumda saçların, bebeğimsin...
23.01.2008 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:41 AM
Megaloman
Çocukluktan bugüne
Erişen arkadaşlarım
Ve gördüğüm tüm
Eş dost yüzleri
Hayli garip
Çok garip ve eski
Sanki yaşlı, kırışık
Ben
Yaşlandıkça kurulanıyor
Gençleşiyorum bedenen
Yüzüm adeta nur
Sabah akşam aynada
Bakmaya doyamadığım
Sevgi dolu gözler
Onları taşıyan biçimli bir yüz
Kahretsin
Ne kadar yakışıklıyım
Megaloman
Manyak ya da
Narsist miyim?
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:41 AM
MEKTUBUMDUR - Anne'me…
Sevgili Anneciğim,
Hani henüz okula başlamadığım,
Dallarından, gövdesinden inmediğim ve bugün
Her biri katliama uğrayan DUT ağaçların da
Daldan dala uzandığım, sıçradığım günlerdi...
Kendimi tarzan zannettiğim o anlarda sen,
*Oğlum büyüdüğünde subay olacak* derken
Bir tarzanın asla subay olamayacağını düşünür,
Gördüğüm her üniformalıya -asker -polis-zabıta
Seni etkiliyorlar diye gizlice kızardım…
Oysa ilkokula başladığım üçüncü yılda
En çok yeşil parkalı ağabeyi sevmiştim...
Gazetelerde gördüğüm o heybetli duruşu
Deniz'ler gibi kocaman yüreği, Aslan'lar gibi bakışıyla
İnan'dığı özgürlük türkülerini haykırıyor(lar) dı…
Öylesi yeşil parkayı yıllar sonra giyip
Ve *Üniversiteler Bizimdir* diye haykırırken
Ve asla bizim olamayan o bilim yuvalarında
Saldıran, dipçikleyen askerlerin başındaki
Üniformalınin ben olabileceğimi düşündüğüm de
Kalem kırdım… Hiçbir üniforma bana yakışmazdı...
Yeşil gözlerine bakarken salaklaşıp
Dünyanın durduğunu zannettiğim, aşkım
Ayşe öğretmenim, Deniz yürekli ağabeye yazdığım
O şiire neden kızmış, kulağımı çekmişti de
Yıllar sonra vatan hainliğine devam ettiğini okuduğum
Nazım duruşuyla şiirleri sevdiren sarı saçlı
O büyük ustanın sözünü bana yapıştırmıştı…
İşte benim güzel annem
Ben hiçbir üniformayı sevmedim bugüne kadar
Beyaz gelinliğe kavalye olan kravatlı lacilere kadar
Özgürlüğün önündeki en büyük engeldi yüreğime…
Şimdi kırk altılı yaşımda
Üzerimde taşıdığım ve bana yakışmayan
Kenarından, sağından, solundan, ortasından
Velhasıl her yerinden deformasyona başladığını
Koktuğunu, çürüdüğünü, paramparça olduğunu
Görmezden gelmeniz çözümsüzlük üretirken, ama sizce
Ben geceden sabaha ayışığına, yıldızlara tutunmuş
Taşıyamıyorken bu yüklediğiniz anlamsız yükü
Bedenimi tutarken gecenin lacivertinde tutuklu
Yollarken o layık gördüğüz üniformayı size, kızmayın
Bilirim dilin suskun, gözlerin kızar bana en çok
Ve gözlerin konuştuğunda çocuk yüreğim dağlanır...
Dilin kızmaz belki ama ben en çok
Önce senin gözlerinin sıcak sertliğinden
Sonra da Ayşe öğretmenimin çimen yeşili gözlerinin
Sararan çimenlere dönmesinden korkardım,
Bakışlarınızın kızmaya başladığı çocuk anlarımda…
Uzak kentin balkonundan, bakarken ayışığındaki bana
O yürek yarım, el sallarken siluetime
Hüznünü akıtırken gözyaşlarının sessizliğinde içine
Yıldızlar devrederken yerlerini birazdan doğacak güneşe
O ay ışığı hep gökyüzünde…Ve
Ben ona asılı ve tutsaklığım onda özgürleşecek
Aynı ayışığının şavkında buluşacağız
Aşkımızın emekçisi, firari kadınımla…
Aykırı ve göçebe aşkımıza,
Evsahipliği onurluğunda kuşattığım ülkemde,
Özgürleşerek…
Biliyorum ki içinde hiç nefret olmaz, kıyamazsan ki
Belki biraz üzüleceksin ilk an, deli oğlum diyeceksin
Yaptı yine yapacağını diyerek, ama
Dinledikçe kendini sen
Dinlendirdikçe yüreğini, benden yana seninle
Atlattıktan sonra içindeki fırtınaları, yanındalığımla
Seni, anne sıcaklığındaki sesini bekleyeceğiz
Yani bekliyor olacağız... Hüzün gözlümle
Hep beklentilerim de yanımda, yüreğimdeydin sorgusuz
Mahallenin en yaramazlarından olup ta
Komşu kadın ve çocukları korkuttuğum da
Nasılda gülerdin o anne gözlerinin bana desteğiyle
Ve o melek gülüşündeki kıvılcımlar
Haşarı çocukluğumu hiç büyütmedi bu yaşıma
Bazen kendimi bile affetmeyeceğim yaramazlıklarım da
Nasıl da korkardım akşam babama söylersin diye, ama
Bilirdim söylemezdin, ürkerken çocuksu yüreğim
Sen benim ilk aşkım, ilk kadınım ve annemsin
Canım sende can bulurken, düştüğümde rahmine o gece
Ve dünyaya küfrederek koca ağzımla doğduğum da
Ebe Mediha'nın babama *oğlan çocuk* diye müjdeleyip
Yüklü bahşiş sunduğunda, kızışını çok sonra öğrendim…
İlk meleğim değil miydin, beni senin kadar seven var mıydı,
Bebekliğimden çocukluğuma uzanırken bahçeli evimizde?
Beni en çok sen sevdin…
___En çok sen sevdin
Sevdin… Şımarttın beni… İyi ki şımartmışsın be annem
Ve sen beni yıllar sonra ilk kez
Böyle mutlu,
Böylesi gözleri aşka, yaşama ilk kez gülümsüyorken
Ve hep güleceğime inancın çoğalarak gördüğünde
O en zor anlarımda yaptığın gibi
* Ah benim deli oğlum* diye
Sıcak, bırakmamacasına sarılacaksın,
Bırakmadan beni... Bırakmadan bizi…
Sarılınca anne sıcaklığında ağlatmalısın mutluluktan
Artık yanımda sevgini korkmadan ve çıkarsız ve beklentisiz
Paylaşacağın bir melek, bir sevda kadını
Bir yürek, gönül kadını var,
Beni senin sevdiğin biçimde ve senin
Sevginden çok sevmeye yeminli…
Eğer severse beni senden çok, bilirim yufka yüreğini senin
Kıskanmaz, alkışlarsın, dimdik, onurla… Ağlarsın…
Sen beni rahmine düştüğümde, o ise
Henüz doğmadan seviyordu…
Hadi o zaman… Benim güzel annem
Kıskançlığını - ki varsa - Seyhan nehrine at
/Her anne kıskançtır oğluna bu ülkede nedense/
Ve çirkinliklerde eksilmeyen yüzümün,
Ellerini öpmesine izin ver
Ver ki öperken kutsal ellerini yüreğim,
Kadınım,
Dünya güzelim,
Sırada şimdi seninle kucaklaşmak için…
O da bir güzel anne, o da melek, delikanlıma
Sizin sarılmanız dünyanın en güzel sarılması olmalı
İki kadınım, iki aşkım, iki meleğim...
Gözpınarlarım boşalmalı bu sahneyi izlerken
Ki…. Bu ağlayışımın anlamını taşımalıyım yüreğimde
Sonra;
Bizi baharat kokan sofrana davet etmelisin
Hünerli ellerinden çıkan yemeklerini tattırmak için…
Yıllardır hasret kaldığım DUL AVRAT çorbasını özledim en çok
Ardından öyle bir besiye çekmelisinki bizi annem…
Usta, marifetli ellerinde bahar kokmalı sofran
İÇLİ KÖFTE'ni, ANALI-KIZLI' nı tatmalıyız
SARMISAKLI KÖFTE'nin salça sosuna ekmeğimi banmalıyım,
Birde çiğden yaptığın o KISIR'ı tattırmalısın bize
Tatmalıyız dünya gözüyle, kentimin tatlarını
Korkma ağır gelmez yemeklerin çokluğu
Tadımlık alırken her birinden elbet
Yaptığım ev şalgamından yudumlarken, yeniden acıkmalıyız
Sindirerek yediklerimizi
Sindirerek sevdamızı…
İşte benim güzel annem anladınki
Ben... Biz... Böyle mutluyuz, mutlanacağız…
Giysilerimin emek verilmiş sevdalı çizgilerini
Yüreğimde özgürce taşımalıyım…
Şimdi sen çay demlerken bir solukluk izin ver,
Doğduğum, doyduğum, dövüştüğüm bu kentin
Çocukluğumdaki izbe, toprak, şimdilerde asfalt
Sokaklarında, caddelerinde, meydanlarında
Kısa bir kent turu yapalım yürek yarımla
Sevgi kıvamında çayına yetişiriz
Çocukluğumdan sevdiğim KOL BÖREĞİ eşlik ederken...
Ben sende…
Ben sevdiğimde…
Çocukluğumu, sevginizi, sevmelerinizi özledim...
23.09.2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:41 AM
Metropol Sevdalar
______________ Büyük olur
Küçük kent'lilerin sevdaları
______________Yüreklerine
Kent'lerinde olmayan denizlerin
Atlas'larda gördükleri okyanusların
O dingin ve korkunç
Sevdalarını sığdırırlar…Çıkarsız
Nedir ölçüsü
Büyük kent'li sevdaların?
Üç günlük! Aşkları…Ve
Metropol tensiz orgazmlarının
Ve Adem
___Ve Havva
______Ve Darwin'den bu yana
Ve en büyük
___En utanmaz
______En günahkar yalanları…
29.08.2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:41 AM
MUTLU EVLİLİK YOKTuR…..
Yalanların, dolanların, dönme dolapların, pembe yalanların
Ardında saklanır tüm evlilikler…
Önce beyaz eşya, mobilya, ev rengi
Ardından düğün dernek balayı
Başlar ve biter cicim ayları, bal ayları... ve de hiç bitmeyen aylar aylar
Ya kadın çok güzel, adam zengin ya da tam tersi
Ya da davul dengi dengine vurur
İki devlet memuru… Allah muradına erdirsin
Önce bir ev, sonra araba ve çocuk-lar, çok çocuklar
Sevgi gitti, aşk bitti, saygı bitti, devam pembe yalanlara
En güzel örnek Türk tipi ailedir
Tek çocuk yetmez, iki çocuk illaki
İlki kız olursa devam erkek olana dek, erkek toplumuz ne de olsa! ! !
Soy adını sürdürecek ne demekse, nadasa sürdüğün tarla mı!
Her şey çocukların hatırına devam eder, aşkın hatırı bitti tükendi
Sonra elalem konu-komşu ne der, ne kadar ayıpppp
Kaybedilen yıllar her şeyden beter
Aynı evde iki yabancı, yollar ayrılır, odalar aynı
Tek çare çocuklar okusun olur, vatana faydalı olsun
Onların hatırına katledilen yıllar... ne ki o feda olsun
Eve gelen konuklara sahte gülücükler - pembe
Anne babaya mutlu görünen sahte yüzler - pespembe
İçleri kan ağlar, dışları suni tebessüm
Adı evlilik değil mi bunun ya da pembe yalanlar
Kafesin içinde nafile kanat çırpmalar
Kapısı açıkta olsa çıkamayan kuşlar..
Adı evlilik deği lmi bunun, pembe oldu mosmor
Önce pembe panjurlar yıkılır hayallerden
Sonra iki şahitle imzalanan belediyenin nikahı, ama o kalır
Sonra yaşanamayan yıllara bir sitem
Ve ardından pempe yalanlardan moraran yıllara sitem
Beni ne mühendisler, doktorlar istedi - yine pembe
Beni de ne fabrikatör kızları beğendi - bu daha pembe
Yani şimdi siz aşk-mantık evliliğimi
Beni kimler istedi evliliği mi yaptınız?
Ya da ne yaptınız çocuktan başka?
MUTLU EVLİLİK YOKTUR! ! !
Sahte pembe hayaller vardır…
10.08.2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:41 AM
Neden Gittin İsa?
İSA' ya
Hani ölümü inanılmaz gelen
Soğuk bir şaka gibi belleklere düşen
Ölümler vardır ya
İşte öyle gittin sevgili İsa
Yapacağın, yaratacağın, yaşayacağın
Onca güzellik varken
3 Mayıs sabahı Ceyhan yolu istikametinde
Kor gibi dağladın yüreklerimizi
Hiç birimiz inanmadık önce
Sonra ağır, sonra suskun
Ve biçare ve ağıtsız ve yılgın
İstemeden kabullendik sevgili İsa
Turgut Özal servisi
Sabahları sesinle neşelenirken
Sessiz sesleri konuştururken gür sesin
Olmadığın da suskun ve sessizdik
Fener'in her galibiyetinin ertesinde
Özellikle binerdin servise
En önden arka sıralara
Alaycı, dalgacı, taşlayıcı hicivlerin
Her Pazartesi kulaklarımızda çınlayacak şimdi
Emeğinle yoğurduğun Toros Kaplanları
Bu yaz sensiz çıkacak futbol turnuvasına
Gözlerimiz, kulaklarımız
Çizgi kenarında seni, sesini arayacak
Ama sen olmayacaksın sevgili İsa
Biz şimdi seni
Senin dolu dolu ve gür sesinle
Ama olmadığın yerlerde
Saygıyla sevgiyle anacağız sevgili İsa
Ama;
Fenerbahçe'yi İsa'sız
Efes Pilseni sensiz ve sesinsiz
Bırakmak….
Büşra'yı, Beyza Nur'u, Rümeysa'yı
Yani üç güzel kızı
Babasız bırakıp yitip gitmek
Yakışmadı sevgili İsa
Ölüm sana yakışmadı
En son şakanı çok kötü yaptın İsa…
3.5.2005-Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:41 AM
Neredesin? ! ? !
Çığ olur kar... yuvarlanır
Yatağından taşar nehir... sel olur
Mevsim şimdi ne ise... boşver
Nerdesin, Neredesin?
Yokluğunun kahrolası soğuklarında
İçindeyim karların
Sel olan nehirlerdeyim…
Elimde saçların, tellerinde anne kokun..
Kentin soğuk kaldırımlarında
Gördüğüm her sevdalının önüne
Yüreğimi seriyor, aşkını dileniyorum…
Seni soruyorum nerede, nasıl? diye
Bilmiyor, suskun, ağlıyorlar…
Ya bir ses ver, ya al sesimi
Neredesin?
Uyanmak istemezken sabahlara, rüyalarımdayken
Neden gelmez oldun düşlerime?
Gelmediğin her düşsel gecede
Uykularımı koca kentin sessizliğine gömüyor
Sesin-siz, sen-siz çığlıklarıma uyanıyorum…
N e r d e s i n?
N e r e d e s i n?
**Söz vermiştim… / sözümdeyim… / ölmeyeceğim…
15.11.2006 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:41 AM
ON SEKiZ KİLO VERDiM
Emeğimle kazandığım
Yemeğimi yerken oburca
Kimseden içki parası dahi
İstemedim tek duble için bile
On Sekiz kilo verdim…
En çokta
Yine kilo almışsın, göbek mi büyütüyorsun? Diyen
Herkese kızdım, içimden galiz küfürlerce…
On Sekiz kilo verdim…
Size ne ulan göbeğimden
Emeğimle kazanıyor,
Son kuruşuna kadar
Afiyetle yiyorum…
Çay içimi uğradığım yolum üzerimdeki
Kırk yıllık arkadaşımdı.
Genel gereksinimi için inince alt kata
Gelen müşteriye
Arkadaşımın pazarladığı yünlerden
Kredi kartsız ve hepsi peşin
On Sekiz kilo verdim…Paketleyip…
Aslolan müşteri memnniyetidir diye.
On Sekiz kilo verdim…
25.5.2007 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:41 AM
Onu Seviyorum
Seviyorum…
... Bu sevda Ferhat'ın Şirin'e, Mecnun'un Leyla'ya Yusuf'un Züleyha'ya
ve daha nice büyük sevdalıların kadınlarına duyduğu aşkın toplamının
çarpımlarının, kareköklerinin…Tüm katlarıyla seviyorum...
… Evren'deki gelmiş geçmiş tüm aşkların matematik kurallarını alt üst
eden, formülleştirilemeyen çarpanlarıyla seviyorum…
… Belki bizi yargılayacak ya da infaz edecekler… Ölmeyeceğiz… Bize ölüm yok…
dilim dilim doğrayacaklar… Ölmeyeceğiz… Yetmedi… Yakacaklar…
küllerimizi ayrı kıtaların ana karalarına, okyanuslarına savuracaklar…
Okyanuslardan tersine alaboralar oluşacak sevdamızla… Biz birbirimize
akacağız Atlas okyanusundan Hint okyanusuna… Hint okyanusundan
Büyük okyanusa… Büyük okyanusdan birbirimize akacak küllerimiz…
Kızıldeniz, Manş, Süveyş kanalı bizimle güzelleşecek…
… Hindistan'da deniz diplerinden toplanan dünyanın en değerli taşlarının
işlendiği Mısır'a kadar sevda dolu küllerimiz sevda yayacaklar diplere,
dalgalara… Kulaktan kulağa yayılan bir sevda masalı olacak aşkımız…
küllerimiz… Her şeyimiz…
Seviyorum…
27 Nisan 2005-Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:41 AM
Ölmeyeceğim…
... Ay ışıksız *******in, yıldızsız semaların korkunç karanlığında kabus dolu intiharlardayım,
tükenmeyen *******den sabahın uykusuz ilk ışıkların dek…
Geceyi inleten sessiz çığlıklarım geri dönmekte kanayan yüreğime biçare...
... Çocukluğumu unuttuğum, gençliğimi harcadım bu kentte boğuluyorum…karanlık düşlerimde
uzanan hiçbir eli tutamıyorum… Uzanan ellerde bıçaklar bilenmiş… Silahlar kınından çıkarılmış…
haydi kesin kellemi… Vurun... Ne duruyorsunuz? ... Bu yürek sevmekten vazgeçmeyecek…
… Boğucu, sisli sabahlara sırıl sıklam uyandığımda doğrulamıyor, çamur deryası bir derede
yüzmeye, kıyıya ulaşmaya çalışıyorum, nafile batıyorum… Battıkça daha çok seviyorum...
... Sesimi ne zaman duyacak sınız? Size rağmen değil, sizlerle ayakta kalmalıyım-ki kan içiciler
zafer çığlıklarını vahşi kabileler gibi tam-tamlarla kutlamasınlar…
... Batıyor… Boğuluyorum… Uzandığım eller-ki dost türküler yazdığım eller hançerli…
... Vuruldum… Ama ölmedim… Çocukluğum da '' anne ben hiç ölmeyeceğim'' derdim annem
üzülmesin diye… Ölümüm hüzün kokan emekçi sevdaların, hüzün dolu bir çift gözün dizlerinde
olmadıkça ölmeyeceğim… ÖLMEYECEĞİM… SEVİYORUM...
31.05.2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:41 AM
Ölü Zamanlara Sarıldık…
Saklama gözlerini
Koz verme bakışı kör
Duymayan sağır kulaklara
Hak etmeyenler Cumhuriyetinde
Beş parasız varsıllığımızla
Onursuzlara inat onur
Aşksızlara inat sevdadır
Direniştir hayata tutunduğumuz..
Ölü zamanları kucaklıyoruz..
Çiçeğe su, kuşlara yem
Bastığın taşların arasındaki
Güneşe tutunan ayrık otu
Penceresi açık altın kafesteki
Suya, güle özlemindeki bülbül
Sevginle direnirken hayata
Gözlerinden aldığı aşkla besleniyor
Saklama gözlerini…
Unuttuğun kadınlığının
Ertelediğim erkekliğimin kuru yağmurlarında
Ölü zamanlar yaşıyoruz..
Dağ başının kuytu gölgelerinde
Yalnızlığına gizlenmiş
Sarı sıcak iklime inat erimeyen kartopuyum
İçinde ben, içimde sen
Korunaksız, beyaz, gizli aşk
Yuvarlansak uçurumlardan.. Sarsılmayan..
Tel örgüler çepeçevre, odağındayız
Olabildiğince özgür ve yarı açık
Ne dikeni engel sevdaya
Ne sevda tükenir dikenlerde yeniden doğarken
Ölü zamanlardayız, sarıldığımız, kucakladığımız…
Dirilttiğimiz sevda dolu uykulardı
Yoksul saatlerindeyiz, uykusuz..şimdi
Uykunun varsıllığı yitik bize
Uyanıklığın yoksulluğu lüks
Yüreğimizde ölü zamanlar, sarıldığımız..
Ölü zamanlara sarıldık, umarsız…
24.08.2007 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:42 AM
Önce Dinleyin..Sonra İnfaz edin
…
İnfaz dedimse
Öldürmeniz gerekmiyor
Zaten hemen teslim olup
Ölmeyede niyetim yok... Öldüremezsiniz...
Allah'ın verdiği canı
Allah alır diyenlerden değilim
Kader de kısmet de ne varsa
Boynumuz kıldan incedir
Diyenlerden hiç değilim, olmadım
Önce dinleyin
Sonra infaz edin…
İnfaz dedimse ölüm demedim
Sizin infazlarınız anlamlarınız
Ölümdür, kandır, can almadır
Recm'dir, kafa kesmedir…
Benim içinse infaz
Hücrede, müebbette, direnişte olmaktır...
Ya sevgilinin terkidir
Ya da bir fahişenin eskiyen itiraflarıdır...
Önce dinleyin
Sonra infaz edin…
Şimdi doğuştan böyleyim desem
Mel'un, Allah'sız, kafirim
Sonradan olma desem
Bre zındık, dinsiz, ***im sizce
Oysa en büyük Mel'un sizlersiniz
İnançlı bir annenin deli oğluyum
Sadece doğuştan böyleyim…
Aziz Nesin'in torunu
Can Babanın (Yücelin'in) küfürdaşıyım…
Allahına kadar Adanalıyım da
Hiçbir cami önünden geçmedim…
Sadece doğuştan böyleyim..
30.12.2004 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:42 AM
ÖZLEDiM
___ Kollarımda
Sarıldığım sarı sıcak sevdanın
İçsel, büyüleyici, esrik kokusu
___Yüreğim de
Gözlerinin Eylül güz'ündeki
Kor alevleri… Kurumuş yaprakları tutuşturan
İçsel'liğin oluyor gözlerine akıyorum
Gözlerinden pınar pınar doğuyor
İçine akıyor, sellerine kapılıyorum
Özledim
Özlüyorum…
30.08.2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:42 AM
Popüler Değil Benim Şiirlerim
Sevdama
__Halkıma
____Bir Küba'lı kadına,
Dairdir mısralarım, yüreğimdir kalemim…
Grupların dayanılmaz cazibelerine kapılıp
Yüzdürmüyorum amatörce yazdıklarımı
Engin, referanslı, şakşaklı, yağlayıcı
Ve satırları tekrarlayıp
Yorum yaptığınızı sandığınız… Gibi
Değil benim şiirlerim…
Gruplar okusun diye değil dizelerim, mısralarım
Bireysel okunuyorsa güzeldir şiir
Evrenselliğe giden yolda
Birey birey okuyup, gülümseyen
Yorumsuz tüm okuyanlara
Selam olsun…
29-07-2005 / Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:42 AM
Posta Posta Mektup Mektup
Beni dilim dilim doğrayıp
Parçalara ayırdım
Her parçamı birer birer postalayacağım
Sana geleceğim mektup mektup
Sesim gelecek sana önce
Düzene asi sana uysal sesim
Posta posta mektup mektup geleceğim
Çöl ayazı susuşlarda fısıltımı dinlerken
Gözlerim gelecek ardından
Kelebek kelebek konacak gözlerim gözlerine
Firari aşkların müebbetine mahkum gözlerimiz
Elllerim gelecek pamuk ellerine
Serçenin sıcaklığını hissetmek için
Son parçam geldiğinde mektup mektup
İlmik dokur gibi tamamlamalısın beni
Kıskansın diye Anadolu'mun
Kilim dokuyan usta marifetli mübarek elleri
Sonra alıp, karşına oturtmalısın beni
'Hoş buldum' dedirtmelisin ''Hoş geldin'inle''
Sana gelmenin bin yolu olsa da
Parça parça, dilim dilim gelmeliyim
Sen de birleşmeliyim
Seninle bütünleşmeliyim...
6.5.2005-Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:42 AM
S*A*N*A*D*I*R* Şiirlerim - 1
S*A*N*A* hep S*A*N*A* - 1
Sen
Erik ağaçlarındaki yeşilim
Vişne dallarında mor salkımımsın
Tutki dalında sevdim kokladım seni
Ağacım, baharım, kelebeğim
Polenimsin…
2004 - Adana
S*A*N*A* hep S*A*N*A* - 2
Seninle özgürleşen çocuksu deli mavi yüreğim
En yaşanılası güne/günlere kulaç atmaya hazırlanıyor
Ve yaşanmamış ne varsa kucaklayıp seninle
Tropikal iklimlerin keşfedilmemiş egzotik doğasından
Alnımıza gökkuşağının renkleri gibi yapıştıracağız...
Palmiyelerin Akdenizdeki masumiyetine bürüneceğiz seninle…
A rındım…tüm çirkinliklerden, sana doğru yöneldim…Güzelleştim…
Nisan-2005-Adana
S*A*N*A* hep S*A*N*A* - 3
Sahilin güneş batımındaki kızıllığından yıldızlara uzanıyorsun binlerce
En hırçın dalgaların çıktığı anda dolunaysın gözlerime doğan
Ve yosunların kaya diplerini fırdolayı sarmalayıp
Tenha yalnızlıklarına büründüğü yakamozsuz ışıltılarda
Akşamın alacasındaki sessizliğin dalga seslerine dönüşüp
Puslu akşamlarımı dalga dalga, deniz deniz aydınlatıyor, denizim oluyorsun…
Temmuz-2005-Adana
S*A*N*A* hep S*A*N*A* - 4
Saatler kaldı bir tanem gül yüzünü görmeye
En zor anlarda, geçmeyen zaman tünelindeyim şimdi
Ve yüzün ve saçların ve kokunla geldiğin de
Tenimde, dokumda, içimde yaşayacağım depremlerin
Avuçlarıma yansıyan titremelerin
Pür telaşındayım, zamanlar titrek ve durgun şimdi yarına…
Ağustos-2005-Adana
S*A*N*A* hep S*A*N*A* - 5
Sevdamı dünyanın tüm yüksek rakımlı dağlarına yazacağım
En sevdiğim kar üzerini lapa lapa yağarken kaplasın gelinsi rengiyle
Ve mevsim bahara dönüşürken
Tepelerin heybetli görüntüsünden eriyen kar
Az sonra sevda yazılarıma ulaşsın
Pelerinleriyle şahlanan prenses gibi ovalara, nehirlere, denizlere ulaşsın sevdam…
Ağustos-2005-Adana
S*A*N*A* hep S*A*N*A* - 6
Siyahın bağrından gözlerimi açarken evrene
Eflatun umutlarıma mozaikler döşerdin uzaklarda sessiz, dingin
Ve gökkuşağın doğduğu yağmurun egzotik sonrası anlarında
Toprak ve çimen kokularıyla tenim de baharlar açtın, adsız mevsimim oldun
Aşk oldun, sevda sevda ilmiklendin yüreğimin tezgahında
Prangalarımı, yüzyıllık yanlızlıklarımı yıktın, özlemine gebeyim şimdi…
Ağustos-2005-Adana
S*A*N*A* hep S*A*N*A* - 7
Sensiz *******imde yıldızlarla buluşuyor hüzünlerim, azalıyorum
Elin, dilin, saçların, kaşların, ay yüzün, hüzün gözlerin düşüyor yüreğime
Ve sana dair ne varsa ışıldayan portrenle, çizmek için seni ressam oluyorum
Tüm gecenin lacivertine tuval oluyorsun elimdeki fırçamla,
Ay senden sönük, sen tüm yıldızlar oluyorsun katran gecem de
Pırıl pırıl, yıldız yıldız aydınlık oluyorsun geceme, ışıltın da uyuyorum…
Ağustos-2005-Adana
S*A*N*A* hep S*A*N*A* - 8
Sisli bir deniz şafağında oltaya takılan iki balık değildik biz
Engin, uçsuz bucaksız denizlerin egzotik doğasında gözlerini açan
Ve okyanusların kaya diplerinde yosunlarla oynaşan
Tırpana balıklarının iki yavrusu gibi hırçın, sevimli, dip sarhoşluğundaydık
Al renkli pullarımız, sevda dolu kuyruklarımızda oynaşırken
Piranalar bile yol açtı sevdamıza, uğurladı başka serin kaya diplerine, yosunlarca...
Ağustos-2005-Adana
S*A*N*A* hep S*A*N*A* - 9
Sardunya'ların arasından bir yol çiziyorum, sana ulaşmak için
Erguvan'ların kokusu avuçlarımda, sunmalıyım boğaz tazeliğinde sana
Ve sarı Süsen çiçeklerinin ihtiraslarına bezenip Anemon diriliğinde
Tutman için elimi, Petunya'ların üzerinden süzülüyorum
Al diye yüreğimdeki pembe Glayör'leri, Lilyum'ları
Pelesenk'lerden geçiyor, ulaşıyorum sana, Mimoza'm oluyorsun demet demet…
Ağustos-2005-Adana
S*A*N*A* hep S*A*N*A* - 10
Sevdan olmasa, olmasa yüreğindeki meltem tazeliğin
Elllerindeki hüzün kokan sıcağın, kollarının ana şefkati
Ve baktıkça kaybolduğum, sana çıkan gözlerin olmasa
Tenindeki anaç kokun, derindeki ay ışığı rengi yansıman
Alnını dağ ateşiyle ısıtmışlığının sevecenliği olmasa
Pıhtılaşır damarlarım, tıkanırım, alyuvarlarım isyan eder, giderim…
Ağustos-2005-Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:42 AM
S*A*N*A*D*I*R* Şiirlerim - 2
S*A*N*A* hep S*A*N*A* - 11
Sedir Yaprak'ları diziyorum, uçsuz bozkırlara bulvar oluyor
Eğrelti otları yerleştiriyorum kaldırım kenarlarına, bulvar tebessümde
Ve beyaz Krizantem'ler dikiyorum, durak oluyor yolculara
Turnaların semahına Mersin ağacı dikiyorum, gölgeler serinlesin
Ağaçlar arasında İspanyol Yasemin'leri dans ediyor
Polenler uçuşuyor bulvarda, tüm çiçekleri selamlayarak…
Ağustos-2005-Adana
S*A*N*A* hep S*A*N*A* - 12
Sana senin sevdiğin, tanıdığın çiçeklerle sesleneceğim bugün
En çokta benim sevdiğim çiçekler olacak içinde, yanında
Ve derleyip demet demet sana getirmek için desteleri
Ta uçurum başlarından, yabanıl dağ başlarından toplayacağım, mis koksun diye...
Al al, gül gül, lale lale, papatya, mor menekşe, dört yapraklı yonca
Pırıl pırıl ışıldayacak içlerinde papatya ve üzerindeki kırmızı benekli kelebek…
Ağustos-2005-Adana
S*A*N*A* hep S*A*N*A* - 13
Siyah dev bir bayrağın
En göz alıcı beyaz çubuklarısın
Ve Dolmabahçe'den denize süzülür gibi
Trübünlerde yürek yürek dalgalanıyorsun
Akaret'lerin üzerinden İnönü statyumuna
Pırıl pırıl, ışıl ışıl dalgalanıyorsun, Beşiktaş'ım oluyorsun...
Ağustos-2005-Adana
S*A*N*A* hep S*A*N*A* - 14
Senin elinden bir kahve içmek
En büyük keyiftir bana, düşlerimi süsleyen
Ve içinde şeker yerine, say ki koymadın
Tut ki sen ol, şekeri, mis kokulu kahvenin
Ah yüreğim dilim dayanır mı bu tada
Pelteleri bile en büyük armağandır…
Ağustos-2005-Adana
S*A*N*A* hep S*A*N*A* - 15
Seni çizeceğim birazdan masamdaki beyaz kağıda
Evvela yüzün, sınırları olacaksın ülkemin, haritam da
Ve kentler hüzünlü gözlerinden doğacak, metropolleşecek
Tek tek nehirler doğacak yüreğinden, akacaksın ülkemin denizlerine
Ağaçlardan ormanlarına, yaylalarına dönüşeceksin Anadolu'mda
Pak denizlerine doğan güneş, gecede yakamoz olacaksın, haritam tamamlanacak…
Ağustos-2005-Adana
S*A*N*A* hep S*A*N*A* - 16
Sen, nostaljik bir şiirin dizelerinde bulduğum çocukluğum gibisin
En çok sevdiğim ağaçların dallarında Tarzan'laşırken, ufacıkken
Vişne ağacının altındaki uzun saçlı küçük kız'dın sanki, çok eskilerden
Tepelerine çıktığım ağaçlarda sana hava atarak havalanıyordum, daldan dala
Atlamak isterdim yükseklerden, yanındaki çimenlerin üzerine
Papatyalardan takmak isterdim saçlarına... Ki... fal bakıp ''sevmiyor'' çıkmasın diye
Ağustos-2005-Adana
S*A*N*A* hep S*A*N*A* - 17
Sen barış, sen deniz, sen özgürlüksün bir Eylül'lerde
Eşsiz dalgaların köpük küpük çağlamakta
Ve kıyılara ulaştığında bayrak bayrak
Taşları örten, saran, kucaklayan köpüklerin
Aşk olmakta sarılırken çakıl tanelerine, barış sunmakta
Plato'lar oluşmakta, dalgalarının kıyıya vuran özgürlüğünde
Eylül-2005-Adana
S*A*N*A* hep S*A*N*A* - 18
Samsun'da denizlere hükmeden Atatürk heykelinden
Edirne'de Mimar Sinan külliyesine
Van'ın egzotik, gizemli Edremit adasından
Trabzon Sümela Manastırının zirvesine tırmanan
Afyonkarahisar'ın kalesinden Gediz nehrine akan
Panoramik, özgün, bir kesitsin yüreğimdeki ülkemde…
Eylül-2005-Adana
S*A*N*A* hep S*A*N*A* - 19
Siyanürlü altın arayıcılarına direnen Bergama'lı köylülerin
Edirne ayçiçeği üreticilerinin taban fiyata protestolarının
Van'da etnik kimliğini sorgulayanlarla savaşanların
Tunceli kırsalında toprağına sahip çıkan köylülerin
Adana'da zabıtaya direnen seyyar kebapçıların
Proleter direnişisin, polifoni'sisin…
Eylül-2005-Adana
S*A*N*A* hep S*A*N*A* - 20
Seni okudum dizelerinin hüznünde
Ellerinin titreyişi ondandır
Vuslat ne zaman kapıyı çalsa
Titrer yüreğin
Ay vakti yüreğini eklerken kimliğime
Perde perde çekilirsin gözlerime…
Eylül-2005-Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:43 AM
Sana Gelirken…
Sen uğrunda öleceğim büyük sevdam,
Umuda koşan yüreğim,
Elimde aşk ve isyan bayraklarım ile
Yollara düşüp yeniden
Gelirken sana,
Ardıma bakmayacağım… molasız soluklarda
Acıları yaratanlar kimlerse - ki,
Kendi içsel dünyaları ile hesaplaşsınlar
Ben sende özgürleşirken
Hesapsız yarınlarda…
9.9.2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:43 AM
Sanki Çok Eskilerden Tanıyorum Seni…
Asma bahçelerinden aşırdığım
Ergenliğe ulaşmaya çeyrek kalan
Siyah goruk salkımlarısın, üzüm öncesi
Öyle dolu, öyle diri..
Vurgun yediğim(iz) kızıl Eylül
İç kanamasıydı suskun yaralarımın
Tanıyor gibiyim seni
Seni sanki çok eskilerden tanıyorum..
Çınlayan her kulak nağmesi
Sensizken sevda tınısı, doğmadığın yürekte
Varlığında, tenimin dolgusu ipeksi
Özlem doğursada gece, sabaha.. Her güne..
Yanlış coğrafya, farklı zamanlardı
Çağlar öncesinin keşifsiz
Susuzluğundaki papatya tarlasının orta yerinde
Aykırı gelinciklerin siyahıydın, ulaşamadığın baharlarda..
Yediveren çalı dikenleri
Gözümde gelincik şelalesi sanki, görmemiş ki
Tanımamış hiçbir çiçeği gözlerim
Yüreğim yanlış karasularında
Kıyısı olmayan denizlere demirlerken.. Sabahsız.. Sensiz..
Sanki eskilerden tanıyorum seni,
Çocukluğumun radyolarında dinler gibiyim seni..
Kutsanmış dudaklarından çıkan aşk
Gözlerinden yansır ruhuma, içimde volkan
Cılız kalır bulduğum sözcükler
Hıçkırıklar boğar, kesilirken sesim..
Sesin, kuşatırken sensizliğimin koylarını
Kırarken demirlerini misafir sularda
Alır, sarar, giderken pupa yelken
Özgür suların yakamozuna..
Karışır aykırı çiçeklerin kardeşliği
Kardeş olmayan ülkenin tarlalarında
Özgür tek yürek olur denizlerde.. Yelkensiz..
Sanki eskilerden tanıyorum seni
Bu ses, bu nefes, o bakış, o aşk
Yabancı değil, uzak değil, evimden sanki
Öylesine yakın, öylesine tanıdık ve içimde..
Sanki çok eskilerden tanıyorum seni
Çocukluk aşkımsın yıllar ötesinden platonik
Öyle masum
Öyle ulaşılmaz…
27.07.2007 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:43 AM
Satılık Araba
Anıları
…Yaşanmışlıkları
………..Güzellikleri
Ve çok özel çakıl taşı
İlk sahibin de kalmak üzere
Temiz, darbesiz, orijinal
…Doktordan
…. Bayandan… değil ama...
Benden satılık araba...
Şehir dışına çıkmamış
Oto ile takas olabilir... Ki;
Anıları olmasın…
28.9.2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:43 AM
SEN ROMANıMSIN
Sen yazacağım romanımın
Kapak resmi
İlk sözü
Giriş'i
Tek kahramanı
Dip notlarısın…
Sayfaları çevrilmeye kıyılmayan
Harfler, kelimeler, satırlarımsın…
Son sözü, finalini
Okurlara bırakacağım romanımın
İçindekiler bölümünde
Dizgi dizgi, satır satır
Romanımı işgal edenimsin…
Satırlarım
Sayfalarım
Roman'ımsın…
22 / 07 / 2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:43 AM
Sen Benim Ülkemsin
Vatanım, memleketim
Karış karış Anadolu'msun
Sınırlarıyla bizim olan
Halkımın henüz göremediği
Issız bakir deniz kıyılarımsın
Ege'm, Akdeniz'im, Karadeniz'im
Marmara, Adalar, Boğazımsın
Cunda'm, Datça'm, Çıralı'm
Köpük köpük, dalga dalga
Denizimsin denizlerce...
Kapadokya'yı sulayan Kızılırmağım
Bereketli topraklar oluşturan Seyhan'ımsın
Gözelerden fışkıran Munzur'um
Dersim'imin en güzel konuğusun...
Kahta'dan güneşin en güzel doğuşu
Peri bacalarında en güzel batışısın
Her sabah uyanışlarım
******* uyuduğumsun sana doğru
Ülkemsin...
Vatanım
Memleketimsin...
Köylerim
Kasabalarım
Kentlerimsin…
Karış karış toprağımsın…
14.02.2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:43 AM
Sen En Sonuncusun..Son'sun
Altın vuruşum
Alın yazım, krizantem çiçeklerimsin
Umuda yolculuğum
Çocukluk düşlerimin
Altın yürekli meleğisin
Son şansım
Son umudum
Son sevdiğimsin
Son gülüşüm
Son çiçeğim
Son durağım, son mola yerimsin
Mola verdiğim sevdan dayım
İlk suyumu, yüzümü yıkayışımı
İlk çayımı, mola sigaramı
Sende içtim, içmekteyim, kana kana
Doya doya, yudum yudum
Kar, fırtına, tipi, boranlar
Her yer kapandı, açılmamak üzere
Ben molamda kaldım
Sen de kaldım
Hiç gitmeyeceğim...
27.01.2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:43 AM
SEN GİDiNCE…
Sen gidince / güneş batıyor apansız
Sabah olmuyor, saatler on yedi / otuz hep
Ay şavkını gizliyor,
Yıldızlar medyanın yitik ilanlarında…
Sen gidince / görmüyor gözlerim
Sağır, dilsizim, tükeniyor nefesim
Terkedilmiş sevgilinin suskusundayım
Çaresiz, umarsız tek başına
Sen gidince / bağlanıyor yollarım
Kayboluyorum, çıkmaz sokaklardayım
Hangi sokağa girsem kör kuyu
Dipsiz kuyularda sessiz çığlıklardayım...
23.9.2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:44 AM
SEN HASRETiMSİN
Sen, dizelere dökmediğim şiirim
Satırlarına başlamadığım öyküm
Demleyip henüz içmediğim çayım
Dumanları tüten ıtır kokulu çorbam
Sabah keyfim
Gece yıldızım
Kara kartalımın kanatları
Che Guevera'mın dişi bakışı ve
O'nun beresindeki yıldız
Ulaş'ımın duygusal yüreği
Hazal'ımın sert sözleri
Delikanlı'mın şişmanı
Benim ise…Neyimsin?
___Nelerimsin
______Biliyormusun?
Hasretimsin…
Özlemimsin…
D-O-Y-A-M-A-D-A-Ğ-I-M-S-I-N-
9.8.2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:44 AM
Sen Hayatsın…
Sevmek hayat, hayat sen
Ellerin cennet kokulu, anne dokulu kızıl gül
Volkan, söylemlerinden yansıyan sevdan, tende ateş
Türkü, gülüşlerine eklenmiş sessiz tını
Aşk'ın varoluşum, yaşama tutunduğum yansıma
Pembe tabloya kazıdım
__ ''Anlamı Sensin Hayatımın''
5.3.2007 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:44 AM
Sen Ne Güzel Bir Kadınsın
Seni kırdım, üzdüm, yaraladım
Gitmedin küsmedin direndin
Direnen arkadaşlar gibi
Hatalar yaptım utandım
Yüzüne bakmaya yüzüm
Gözlerine bakmaya gözüm kalmadı
Sen direndin…
Boşver hadi unut
Bugün miladın olsun
Yaşam senin yeniden başla
Dedin… Direndin…
Damla damla
Çağla çağla su verdin
Dirilttin dirildim arındım
Direnen yüreğinle dirildim
Ve bilki
'Onurumuza hiç zarar vermedim' deyişin
Yeni bir günün
Filizlenen sevdamızın
Miladı oldu…
Ve o deli ben
Onurumuza zarar vermeyen
Aslan yürekli meleğimin
Alnından hasretle onurla öptüm
Sen ne güzel bir kadınsın
Alnından öpülesi
Ve bir ömür tapılası
Sen ne güzel bir kadınsın
Elleri ellerimde
Serçe parmağı dilimde
Sen ne güzel bir kadınsın
Gözleri gülen sevecen
Sen sen sen
En güzel kadınısın ülkemin…
12.11.2004 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:44 AM
Sen Sustukça
Sen sustukça
____Daha çok gelmek
Sende olmak
____Senin olmak istiyorum
Sen sustukça
____Sana gelmek
Hiç gitmemek
____Sende kalmak istiyorum
_____Çünkü
EN
_BÜYÜK
__AŞK
___EN
____SON
_____YAŞANAN
______AŞKTIR
Sen
Benden
Hiç gitmedin ki…
06.03.2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:44 AM
Sende Gittin Ya
**Levent'e**
Hani ansızın gittin ya kara adam
Hani içtiğimiz rakılar öksüz kaldı ya
Masamızda bomboş ve anlamsız şimdi
Hani mezesiz biraya vururduk ya
Hafta sonları kabak çekirdeğinin beyazıyla
Dekoratif sehpa-masamızda boş kaldı
Seni, beni, bizi sorar gibi öksüz şimdi
Hani attığımız golden sonra
Karşı takımın kardeş ama düşman taraftarına
Gözlerimle küfrederdim ya
Sen deli olur gözlerinle kızardın ya bana
Şimdi yoksun, yanlızım diye
Öpücükler yolluyorum aynı taraftarlara
Serde erkeklik var hani ya
Yarım bırakıp maçları
Sallana sallana, yeni öğrendiğim küfürlerle
Ay ışığında evin yolunu bulmaya çalışıyorum
Hani sen siyasalcısın ya
Kürt kimlğini sorgulayıp
Kaymakamlık hakkını gaspettiler ya
Yedi cedlerine öpücükler yolluyor
Güneş yüzü görmemiş küfürleri savuruyorum
Sonra da sana öyle gülüyorumki kaymakam ya
Siyasalı bitirip güney doğuya
Bira satmaya giderdin ya
Gaziantep pavyonları
Ş.urfa barajda seminer kaçakları
Nizip bağevinde mangal çiğ köfte muhabetleri
Diyarbakır Selim amcada yediğimiz kaburgaları
Önden aldığımız terbiyeli işkembeleri
Ve daha niceleri düşünüyor gülüyorum
Hani kahkalar atardım ya gülerken
Gözlerinde döver gibi bakardı bana
Yine öyle gülmek istiyorum
Gülemiyorum…
Sende gittin ya
Sıkılıyorum
Yanlızım
Gülemiyorum…
5 Nisan-Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:44 AM
Seni Sevdiğimi Tekrarlıyorum
Bazıları gece yattığında dua ederken
Kimileri sabah uyandığı için seviniyor
Bazıları yemekten önce dua ederken
Kimileri karnı doyduğu için seviniyor
Ben gece yattığımda
Ben sabah kalktığımda
SENİ SEVDİĞİMİ TEKRARLIYORUM
Ben yemekten önce / sana acıkıyorum
Ben yemekten sonra / sana doyamıyorum
SENİ SEVDİĞİMİ TEKRARLIYORUM
Bazıları *günaydın* derken sabahlarda
Kimileri *iyi akşamlar* derken çıkışlarda
Ben her sabah
Ben her akşam
SENİ SEVDİĞİMİ TEKRARLIYORUM
Günaydın'ım,
İyi akşamlar'ım,
Sen oluyorsun / acıkıyorum / doyamıyorum
SENİ SEVDİĞİMİ TEKRARLIYORUM
30.9.2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:44 AM
Seni Sevmeye Nereden Başlasam?
Saçların, gözlerin, ay'a benzeyen yüzün
Itır kokan tenin, yüreğin, ellerin, yürüyüşün
__Söyle nereden başlasam?
Saçlarından başlasam sevmeye doyumsuz
Kısrak atların yeleleri gibi süzülüp, yürüdükçe dalgalanan
Cunda'nın, Datça'nın denizi gibi serinleten
Her mevsim bahar kokan saçların
Gözlerinden başlasam ya da…
Denize hasret tutsakların
Özgürlüğüne kavuştuğu an gibi
Baksam, kaybolsam, özgürleşsem göz bebeklerinde
Yüzün…Ya da yüzünden başlasam sevmeye…
Mona Lisa'yı izleyen bir sanatçının
Kendi sanatıyla iç hesaplaşması sanki
Ve henüz doğmamış kutsal bir din'e
İlk ibadet eden mürit gibi
Tenin… Keşfedilmemiş, el değmemiş…
Başak taneleri bereketinde uçsuz bucaksız
Yüreğin… En güzel yerin, anne yüreğin
Bütün annelerin sevgi toplamına denk
Ve melek ve bebek ve masum yüreğin…
Ellerin… O ak pak parıldayan ellerin…
Dışı öpülesi, kutsal, içi okşanası, sevilesi
Yürüyüşün… Keklik gibi sekerek
Yürü be güzelim yürü, yerküre güzel görsün
Bastığın yerler sarsılsın, kıskansın çiğnediğin topraklar
Ya da… Ya da…
Ya sen karşıma otur veya ben oturayım karşında
Dünyanın sekizinci harikasını keşf etmenin tadı
Ve Mozart'ın son senfonisini ilk ben dinler gibi
Doyumsuz, eşsiz, sadece seyredeyim seni
Geceden sabaha, sabahtan yıldızlı *******e…
Söyle bir tanem
_Seni sevmeye
__Nereden başlasam?
25.08.2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:44 AM
Seni Soldurmayacağım
Dağ çiçeğim, bahar dalım,
Seni kırmış, üzmüşler
Susuz bırakmış,
Dallarını kırmışlar
Toprağın çatlamış susuzluktan...
Ben,
Dallarını sardım senin
Yüreğimle aşıladım
Toprağını suladım
İçimdeki serseri ırmakla
Yeşermeye başladı tomurcukların
Gövden gülümsedi
Toprağının özlemi dindi
Coşkun ırmaklarımın serin sularıyla
Sen,
Şimdi yeniden yeşeren
Tomurcukları dağlara gülümseyen
Kökleri ırmaklarımla beslenen
Adı yer yüzünde olmayan
Doğanın en güzel çiçeğisin...
Seni Soldurmayacağım...
Pozantı - 12.09.2004
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:45 AM
Seni Yavaş Yavaş Unutuyorum
Seni Yavaş Yavaş Unutuyorum
Önce saçların düşüyor aklıma
Ordan başlamalıyım unutmaya
Gördüğüm hiçbir kadın
Bahar esintili saçlarını çağrıştırmıyor
__Unutamıyorum
Gözlerindeki
Hüzün ve sevginin sıcaklığı geliyor usuma
Lacivert çizgili gözlerimden gidemiyorsun
__Unutamıyorum
Saçların gözlerin dudağının kıvrımı
Serçe parmağının sıcaklığı düşüyor içime
İçim ısınıyor, yanıyor, yüreğim tutuşuyor
__Unutamıyorum
Keklik gibi sekerek yürüyüşün gözlerimde
Podyumdaki mankenleri izliyorum sızılarla
Fark yaratıyor, kuğu gibi süzülüyorsun en önde
__Unutamıyorum
Seni yavaş yavaş unutuyorum
__Unutamıyorum
Mart - 2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:45 AM
SENiN
İstermiyim seni ağlatmak, güneşimsin..
Günaydın'la gülümserken sabahlarımız
Dün'ümüze uymalı dizeler
Dün'e, gün'e uymalı, hadi umutlan....
Bugünü yaşatmalı sorgusuz
____ Seni,
Hayatımda olduğun için
____ Seviyorum…dedin..
____ Ben,
Hayatımda olduğun için
____ Seviyorum Seni ___
19.10.2005
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:45 AM
SENiN GÖZLERİNDE AĞLADIM___
Gözlerime
_________Ağlamayı
__________________Değil…
Hüzün bakışları öğrettim
Bu yüzden
Sert bakar susarım
Çığlıksız *******imde…
Hüzün ağlar gözlerim
Yaşsız ıslaklığında..
Bir sana ağlar
Senin gözlerinde susarım.
3.3.2006 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:45 AM
Sensizken….
Sensizken isyanlar büyütüyorum yüreğim de
Deli boranlar yükseliyor içimden dışıma doğru
Fırtına öncesi sessizlikleri yırtıyorum
Eksilmesin alnımdaki isyan ateşim diye...
Kağıttan bir gemi yapıyor
Yüzdürüyor
Kağıttan bir uçak yapıyor
Uçuruyorum
Kağıttan bir uçurtma yapıyor
Rüzgarsızlığa bırakıyorum...
Kağıttan bir resim yapıyorum
Sen beliriyorsun karşımda
Önce hüzün dolu gözlerin, ay yüzün
Sonra diğer siluetlerin…
Kağıdı yırtıyor,
Seni kalbimin yarısına ekliyorum
Tüm bir kalp olsun diye...
20.07.2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:45 AM
Sesin Gelince Bana…
Azgın deli ırmak olur coşarım yatağımda,
_ Sesin gelince bana…
En çok *bebeğim* demenin özlemindeyim
Emme saati gelen aç bebek
Nasıl saldırırsa memeye kundağını parçalar,
Aynı saldırı hazırlığındayım aç, susuz, sütsüz
Sesinin geleceği anlardaki beklentide...
Nasıl sürüklenirse köksüz masum yosuncuk
Okyanuz diplerindeki alaboralarla, savunmasız
Yabancı sokaklara sürüklenirim yosunlarca
_ Sesin bana gelince…
Damarlarımdaki magma kütleleri
Püskürmeye hazırlanır ağır ağır
Susmuş yanardağ nöbetlerimdeyim dingin
_ Sesin bana gelince…
Şelalelerce kratere doğru yol alırım
İçimin tünellerinden deli ırmak gibi
Kayarak tepeden aşağılara önce usul,
Akarken sessiz, kızıl ve kızgın
Asi canavar olurum / lav'larım, ırmaklaşır...
Tüm ova, delta, vadiyi kaplar
Yakıcı, kızıl sevdaya dönüşür yeryüzü
_ Sesin bana gelince...
13.9.2005 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:45 AM
SEV-mek ve TAP-manın İZM'i…
Denizce kabaran sevdam
Yakamoz ışıltılı dalgaların raksında,
Heyamolan aldığın sevgiden.
Ömrüm, göğsünde ki yitik mutluluğum
Sevdam sığ suların mavisi
Sunulan yaşamın labirentlerinde,
Bir güne denkliğin mutluluğuydu..aldığın..
Gülümsemelerim,
Kanatsız havalandığım rüzgardan
Poyraz, sevişirken lodosla..
Gülüşün,
Yansımasıydı binlerce aynadan.
Her yıldız aşk.. Ve
Gökyüzü aşkın yüzü
Gecede aşk kokulu yıldızlar,
Yağan yağmur mudur sence şimdi?
Ufacık kırıntısıydı aşk'ın
Ceplerinden asi yüreğine yüklediğin.
23.1.2007 - Adana
Olgun Ekinci
GooD aNd EvıL
03-21-2009, 09:45 AM
Sevdalar Değildir Yaşlanan…
Sevdalar yaşlanmaz,
Yaşamın umut terkisinde
Oluşturmadığımız ütopyadan
Yaşanmışlıkların an be an
Soluklanmaya iz düşümü
Kesilen nefeslere açtığımız yelken..
Bakire ruhların
Tensel olmayan randevularında
Aşktır yaşananlar, yaşanacaklar..
Biriken anılardır albümlerde,
Ki çoğaltılacak olan..
Uzaktı kentler
Ayrı bedenlerde, aynı yüreğe düşen
Ateş parçasıydık
Sen bana, ben bize doğarken..
İkimizdik büyüyen, genç l e ş e m e d e n
Umutlarımızdı çizdiğimiz, genciz biz
Şimdi ve her an..
Yaşlanan, içimizdeki sonsuz zaman
Sevda, umutlarımızdır yaşlanmayan..
Mart - 2007 - Adana
Olgun Ekinci
vBulletin® v3.8.11, Copyright ©2000-2025, vBulletin Solutions Inc.