Tam Sürümü Görüntüle : Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 04:57 PM
102 Günün İzleri
“Eşim Ayşe’ye “
Bugün, askerliğimin tam 102’nci günü.
Nasıl geçti bilir misin güzelim bunca zaman.
Senden ayrı, senden uzak,
Sensiz başlayıp, sensiz biten,
Fakat hep anılarınla dolu,
Şu koskoca 102 gün.
Gün oldu, seninle uyandım, rüyâmdaydın,
Uyku girmedi bir daha gözlerime.
Gün oldu, sesin çınladı kulaklarımda akşama kadar.
Gün oldu, seni düşündüm, resimlerine baktım,
Sessizce ağladım *******i ağaçlar altında.
Kimi, mektup yazarken damlattım gözyaşlarımı kâğıtlara.
Kimi, seni anlattım arkadaşlara, avundum anılarımızla.
Mektuplarını okudum, bir sonraki gelinceye dek,
Resmine bakarak, sesini duyarcasına.
Ve mektup yazdım sana ******* boyu,
Kan ağlasa da içim, bıkmadan-usanmadan.
Kısacası sevgilim,
Hep seni yaşadım, sensizken bile burada.
Senin hamilelik haberini burada aldım.
16 Ağustos 1983 - Salı akşamıydı.
Ömrümde bir defalık düşündüğüm şey,
İnanamadım nasıl rast geldi şu dört aya.
Bilemiyorum, ne yazsam da anlatabilsem,
Sana o günkü duygularımı.
Tam bölüğümüzün önünden demiryolu geçiyor.
Çalan tren düdükleri tüylerimi ürpertiyor, inan.
Ankara yönüne giden trenler yok mu hani!
Onlar geçerken bir boşluk duyuyorum içimde.
Âdeta kalbimi söküp, sana getiriyor her biri.
Ziyaretçi parkımız var bir de burada.
Hafta sonları dolar, dolar taşar insanlarla.
Sevgililer de var, otururlar omuz omuza, kol kola.
Bir hüzün çökerdi içime gördükçe onları.
Seni düşünür, seni yaşardım orada.
İçimden kaç defa seni çağırmak geldi,
Ancak, cesaret edemedim sonraki ayrılığa.
Bazen, sensizlik tak dedi canıma.
Özlemini duydum iliklerime kadar.
Bağırmak geldi içimden avazım çıktığınca,
Ve bağırdım sevgilim.
Gel bilmem kaç gün gel! ! .....
Evet bir tanem, burada zaman geçmiyor.
Evimden ayrılalı sanki asırlar oldu.
Bir türlü ilerlemek bilmeyen saatimi,
Atıp parçalamak geldi içimden kaç defa.
Zaman denilen o korkunç nesne,
Sanki ilerlemiyor, durup kaldı 4 Temmuz’da.
Defalarca kâğıt - kalem alıp yazmak geldi içimden.
Bitmek bilmeyen bu günler,
Yazarsam hiç bitmez diyordum.
Nasıl engelledim duygularımı?
Nasıl yazmadım şimdiye kadar?
Anlayamıyorum bugün bir türlü.
Bugün, sensiz geçen tam 102’ nci gün.
Yani, 10 Ekim 1983 - günlerden Pazartesi.
Dayanamıyorum artık sevgilim, gücüm kalmadı,
Ve ancak, yavanca yazabildim sana,
İçimdeki 102 günün duygularını.
Yine doldum, yine ağladım,
Yine özlemini duydum iliklerime kadar,
Bu satırları yazarken.
Tüylerim ürperiyor,
Haykırmak geliyor içimden,
Ve yine haykırıyorum avazım çıktığınca.
Sen de duy, caddelerin inlesin,
Bana aşkımla acı çektiren Menemen...
Gel 11 gün Gel! ! .....
10.10.1983 - Menemen -
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 04:57 PM
Affetmek
Affetmek, yapılan bir hatayı örtmek,
Yapılan bir hatayı görmemezlikten gelmek,
Yapılan bir hatayı hoşgörmek.
Ama niçin?
Geçmiş güzel günlerin hatırına mı?
Yoksa, gelecek günlerin hatırına mı?
Peki, hata, geçmişte-şimdi ve gelecekte
Birlikte yaşama zorunluluğun olmayan birine aitse eğer,
O zaman hangi tanıma sığar affetmek?
O halde, affetmenin nedeni bunlar olmamalı!
Sanırım, kendin için affetmelisin.
Belli şeylerin hatırına affetmek,
Affetmek değil; fayda sağlamak, riyakârlık olmaz mı?
1997
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 04:58 PM
Ak Gömlekli Melek
İnsanın en zayıf noktasıdır hastalık
Bozulmayagörsün bir kere sağlık
Bırak küçük şeyleri,
dünya yok olur gözünde artık
Düşmeyegör hastalık denizine,
sarılırsın yılana bile.
Satarsın öküzünü, tarlanı,
şifa ararsın derdine.
Hekim, işte böyle zamanda
gönül açmalı insana,
muhtaç etmemeli onu yılana.
Sevgiyi duyumsatabilmeli gönlüne,
Geçim kaynaklarını kurutmadan
şifa verebilmeli bedenine.
Ve yaşama inancını, sevincini
hissettirebilmeli – aktarabilmeli,
hastasının yüreğine - beynine.
Düştü yeğenim hastalık okyanusunun
azgın sularına.
Hem de henüz daha ömrünün baharında.
Ak gömlekli bir melek
uzattı gökten elini,
Çekti – aldı onu güvenli bir limana.
28. 02. 2007 / Çarşamba – Saat: 12.05
Not: Bu şiir, yeğenim Alper GÜNAYDIN’ın çok ciddi rahatsızlığı sırasında, hakkını hiçbir
maddi değerle ödeyemeyeceğimiz ölçüde bizden sevgisini, ilgisini, bilgisini, emeğini ve
zamanını esirgemeyen Sayın Prof. Dr. Metin ÖNERCİ bey’den esinlenerek yazılmış
olup, şahsında aynı özelliklere sahip oldukları inancıyla tüm hekimlerimize atfedilmiştir.
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 04:58 PM
Akibet
Ağlıyor bir çocuk
hayatın sillelerine dayanamayarak,
ağlıyor hıçkırıklara boğulurcasına.
Salya, sümük, gözyaşı
harman olmuş yüzünde;
üzüntünün derin izlerinde
akıyor ırmak gibi.
Pes etmiş belli,
bir şeyler gelmiş başına
ve gücü yetmemiş onu alt etmeye.
Ağlıyor işte böyle çaresizlik içinde,
ağlıyor deprem bölgesinde bir çocuk.
Deprem bölgesi dışındakilerden
duyan var mı acaba onun yüreğinin sesini?
gören var mı acaba onun yüreğinden akan kanı?
hisseden var mı acaba
onun acısını kendi yüreğinde?
Hayır hayır,
dış halini gören yok ki
içini gören, anlayan olsun.
Olsaydı böyle mi olurdu bu çocuğun hali.
Herkes mum yakıp kendi derdine yanıyor artık.
Ya mumu da olmayan ne yapsın?
Bu çocuk gibi.
Bari bir mum verin diyor hıçkırıkları,
duyan yok ki.
Ne kadar da kopmuşuz biri birimizden,
ne kadar da kopmuşuz kendimizden.
Deprem ve deprem bölgesi örneği gibi,
kimsenin kimseye hayrının
olmadığı bir yerde,
herkesin kendi derdine
düştüğü bir yerde,
herkesin kendisiyle
başbaşa kaldığı bir yerde,
yani kısacası mahşerde,
her halde bu çocuk gibi olacak halimiz,
eğer duyarsızlığımız
böyle devam ederse.
24. 4. 2000
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 04:58 PM
Annem'e
“Gurbette, bir rüyâ sonrası.”
Ne güzeldin sen anne.
Başörtünün altından gülen yüzün,
Yavrum, yavrucuğum diyen tatlı dilin,
Beni şefkatle saran kolların,
Sen herşeyinle ne güzeldin anne.
Ve şimdi, artık sen yoksun.
Bana senin dilinle yavrum diyen yok.
Bir ana şefkatiyle,
Bir ana sıcaklığıyla,
Saran kollar yok artık.
Her sabah uyanınca o resmini görmesem,
Yaşayamam ben anne.
Bak, hâlâ yüzünde bir tebessüm var,
Gülümsüyorsun bana yine.
Yüzünden hâlâ mutluluk okunuyor.
Tam mutluyken, tam yaşayacakken,
Göçüp gittin sen anne.
Hadi anne, çık o çerçeveden.
Yine yavrum de bana.
Beni kollarının arasına al,
Ve bir daha bırakma.
Ağlarken gönlümü al,
Al şu yirmi beş kuruşu de, avut beni.
Haydi yavrum, kapıyı aç, baban geldi de.
Hadi anne, konuş artık, konuş...
Hayır, hayır, hayır anne.
Biliyorum sen artık gelmeyeceksin.
Artık bana yavrum demeyeceksin.
Kendin bu dünyadan göçtün ama,
Kalbimde hiç ölmeyeceksin.....
8.12.1977 Saat: 01.30
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 04:58 PM
Arayış
Sevgi mi, o da ne demek?
Bilen varsa, gelsin anlatsın bana.
Hiç sevmedim zannetme ha! .
Ben de sevdim, sevdalandım elbette.
Hep farklı hisler, farklı duygular.
Sevdim; sevilmek istedim, sevilmedim.
Sevildim; sevmedim, sevemedim.
Sevdiğimi zannettim, sevmediğimi fark ettim.
Sevdim; sevindim, güldüm, coştum.
Sevdim; ağladım, yandım, tutuştum.
Sevdim; dünyaya sığmadım, uçtum, göklere çıktım.
Sevdim; dünyam daraldı, içim ezildi, yok oldum.
Sevdim - sevildim, çok mutlu oldum.
Mutsuz da olmadım değil ! .
Bazen, ne hissettiğimi bile anlayamadım.
Bırak, anlatabilmek şöyle dursun.
Çok şeyler bekledim belki sevgiden,
Neydi, nelerdi onlar, tarifi imkânsız ama,
Bulamadım işte onları..
Olsun, varsın sevdalarım boğazımda kalsın.
Onların damak tadı da yeter bana.
Ama, Allah aşkına, bir bilen varsa?
Gelsin, anlatsın şu sevgiyi bana.
Hep sevdim, hâlâ seviyorum, ama,
Ben anlayamadım.....
1997
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 04:58 PM
Aynadaki Görüntümden Bana
Yine karşıma geçti her zamanki serseri.
Bıktım seni görmekten, aklım erdi ereli.
Her fırsatta dikilip gösterirsin kendini.
Sıkılmadın mı benden, aklı başında deli?
Yüzünde her zaman var etten mâmul bir perde.
Gördüğünün hepsi bu, hani gerisi nerde?
Sen kimi ararsın ki bakarak böyle bende?
Sorsana bir kendine, bunun cevabı sende.
Merak etmez misin hiç arkasını perdenin?
Sormaz mısın kendine asıl olan “ben” kimim?
Ah bir farkına varsan sendeki hazinenin.
Sırları sende gizli şu koskoca âlemin.
Gördüğüne aldanma bu değil Abdurrahman.
Bu değil Abdurrahman, vallâhi bana inan.
Açsan gönül gözünü bir kez de öyle baksan,
İşte o an görürsün, gerçek sende - ne noksan? .
Çıkar mısın karşıma bir daha bu halinle?
Bir karınca hızıyla geliştin bunca sene.
Acımaz mısın sanki geçen bütün ömrüne?
Tükürmez misin sahi aynadaki yüzüne?
Noksanların kusur değil, senin yaşam amacın.
Onları alt edecek vardır içinde gücün.
Mutluluk arıyorsan inan bana orada.
Bunları yapmadıkça dinmez ki hiç bir acın.
Ben zaten farkındayım sen de varsan farkına.
Bakmak ile yetinme kirpiğine kaşına,.
Nasıl olsa tuz katarsın sofrandaki aşına.
Değiş, güzelleş, geliş de çık karşıma.
Sen bana bak mutlu ol, ben de sana bakarak.
Sevdâ ile tutuşup gözlerden yaş akarak.
Bir aynanın içinden semâlara çıkarak.
Saralım tüm evreni, haydi görev başına.
9. 6. 2000
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 04:58 PM
Ayrılık Azabı
Sanırım uzak düşeceğiz biri birimize,
belki bir ömür,
belki birkaç sene,
‘hem de hiç yoktan yere’.
Sen bu kararı verdiğinden beri
bilemezsin nasıl köz düştü gönlüme.
Konuşamadım bile seninle,
yanaşamadım sana eskisi gibi.
Kim bilir,
belki sensizliğe alıştırmak içindi kendimi,
belki de bensizliğe alıştırmak içindi seni,
belki de hiç biri.
Ama seni izledim,
seni seyrettim hep gizlice,
doya doya ve sindire sindire.
Evde bastığın yerlere bile baktım
sen yürürken,
hatıran olarak
ayak izlerin kalır mı diye.
Haberin bile yoktu senin.
Dolaşırken, gözlerim eşyalarını süzdü bir bir,
sana ait, sen sinmiş
ve seninle gitmeyecek eşyalarını.
Sanki terk edileceklerini onlar da anladılar
bilmem bana mı öyle geldi ama,
galiba onlar da ağladılar.
Kuşunla dertleştim ‘beni anlamadı o’ diye;
o anladı ve o da ağladı,
aynı benim gibi, içten içe.
Kolay mıydı sensiz yaşamak,
‘hem de hiç yoktan yere’.
Sen seyahate gittiğinde
yatağına yatırdım bağlamanı, gitarını
ve onları seyrettim,
onları kucakladım sen diye.
Hatta ellerini okşadım onların klavyesinde.
Oturdum gardırobunun önüne
giysilerini kokladım,
seni doldurdum
seni bastım göğsüme.
Vedalaştım onlarla da bir bir
ve göz yaşlarımı akıttım içine
sana hatıram olsun diye;
çünkü sen gittiğinde
onlar da gidecekti seninle birlikte.
Kokun öyle sinmeliydi ki ciğerlerime
silememeliydi onu hiçbir şey,
silinmemeliydi bir daha kesinlikle.
Her şeyin öyle işlemeliydi ki bana,
kazınmalıydı ta iliklerime kadar
ve yokluğunda da yaşayabilmeliydim seninle.
Ya da, beceremezsem eğer bunu
ve eğer yaşamak denilebilecekse ona,
yaşayabilmeliydim sen yokken bile.
Ayrı yaşayacak olmamız değil
bana böyle koyan.
Bir gün elbet uçuracağım seni (yavrumu) yuvadan,
o ya da bu sebeple
biliyorum bunu, inan!
Ancak öyle bir sebep olmalı ki ayrılığa,
üzüntümüzü dengeleyecek
bir şeyler olmalı ortada,
bir şeyler elde etmelisin orada.
Hatta bırak üzülmeyi
zil takıp oynayabilmeliyiz
‘değdi diye’ buna.
Ancak bu kararın değmez be yavrum,
değmez çekilen bunca azaba
ve daha da çekilecek olana.
23. 8. 2003 – Cumartesi / Saat: 05.00
NOT: Bu şiir, kızımın üniversite tercihlerini, bence ayrı
yaşamamıza değmeyecek bir bölüm için Ankara dışı
üniversitelere yapması üzerine, sınav sonuçlarının
açıklanacağı günün şafak vakti yazılmıştır.
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 04:58 PM
Balık Avı
Yıl 1966 - 67 zannederim.
Adapazarı’nda 8 - 9 yaşlarındayım.
Oralarda, yaklaşık herkes balık avlar,
Çünkü, çok bol su vardır civarda.
Ve yine, yaklaşık herkes pedal çevirir,
Çünkü, küçük ve düz bir yerdir orası.
Çark deresinin Tuna mevkiine,
Arkadaşlarla birlikte balığa gittik.
İki adet yayın balığı tutmuştum.
Yöresel deyimiyle çılpık balığı.
Tahminen biri yarım kilo, diğeri 750 gram.
Yarım saat kadar bir süre içinde,
Arkadaşlarımın mantarı hiç suya batmamışken,
O derede, böylesi büyüklükte iki balık tutmak
Ne demek bilir misin? Onu tutan bilir.
Ben, o dereden böylesi büyük balık tutulduğunu
Hiç görmemiştim, hiç de görmedim.
Sokağıma hava atmak geldi içimden.
Çocukluk bu ya! ! ...
Hem, kocaman amcalar bile öyle yapardı.
Fırsatını bulmuşken ben niye yapmayayım.
Söğüt ağacından çatal dal kırdım,
Ve solungacından geçirdim ona balıkları.
Bir elimde balıklar,
Diğer elimde süpürge kamışı oltam,
Nefes nefese geldim sokak başına kadar.
Dikilip, derin bir nefesle kendime geldim.
Sonra, sallana sallana, kasıla kasıla,
Hatta, balıkları tutan elimi, ileri-geri sallaya sallaya,
Yürüdüm evimize kadar.
Filiz Sokak. Numara 13..
Ev, sokağın tam ortasında.
Beni herkes görmüştü hani! ..
Ben de nasıl şişmiştim..
Sonra, evde aklıma bir şey geldi.
Banyodan, galveniz büyük çamaşır leğenini aldım,
Biraz su doldurup, mutfağın ortasına koydum.
Attım içine balıkları,
Kımıldamaya başladılar.
Su sıvandı, hemen leğeni doldurdum.
Nazlı nazlı yüzmeye başladılar.
Ne güzeldi onları seyretmek.
Hâlâ aptallık yapıp, oltaya gelirler mi diye,
Oltama solucan takıp leğene sarkıttım.
Geldiler, kancadan çıkarıp suya bıraktım,
Yine oltamı attım, yine geldiler.
Beş - altı defa tekrarladı bu oyun.
Annem, yeter yavrum,
Hayvanlara eziyet etme, deyinceye kadar.
Balıkları, sudan elimle çıkarmak istemiyordum.
Son bir izin istedim annemden.
Ve oltamı iki defa daha suya attım.
Bu defa onları kancadan çıkarıp, dışarı bıraktım.
Bir süre sonra da öldüler.
Süpürge kamışından olta sırığını,
Ona bağlı misinayı,
Ucuna takılı kancayı,
Kancaya sarılı solucanı,
Ve leğendeki balığı,
O balığın, solucanı yemek için kancayı ağzına alışını,
Bunların tamamını sadece ben görüyordum.
Balıksa, yalnızca solucanı görüyordu.
Aptal, ötesinden habersiz.
Ne eğlenceli bir oyundu bu....
Yirmi üç yıl kadar sonra anladım ki,
Eğlenceli değil, ibret dolu bir oyundu.
Su = Dünya,
Balık = Bizler,
Solucan = Tüm dünya niğmetleri,
Bizim gördüklerimiz bu kadar.
Solucanın gizlediği kancadan,
Onun bağlı olduğu misinadan,
Süpürge kamışı olta sırığından,
Ve o sırığı tutan elden habersiz.
1997
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 04:58 PM
Bedel
Çocukken faytonlar vardı şehrimizde.
Henüz otomobil yoktu bugünkü gibi.
Şehir içi ulaşım onlarla sağlanırdı.
Ne çok severdim, arkalarına asılarak binmeyi.
Ancak iki kişi asılabilirdi bir fayton arkasına
Binebilenler keyfini çıkarırken, diğerleri kıskanırdı.
Bağırırlardı avaz avaz.
Faytoncu amca, arkaya bir kırbaç diye..
Ve kırbaçlar yağmaya başlardı arkaya.
Korunmak için ne şekillere girerdik.
Yine de bir kaç kırbaç yer, aşağı atlardık.
Yemek yemeğe benzemez kırbaç yemek.
O deri kordon, yakar değdiği yeri.
Sonra, yine fayton geçerken yine binerdik.
Yine bir kaç kırbaç yer, yine inerdik.
Bu, hep böyle tekrarlar dururdu.
Çünkü, çok severdik fayton arkasına asılmayı.
Çoçukken yüzmeyi de çok severdim.
Yaşım, henüz ilkokul başları gibi.
Ailelerimiz çok kızardı yüzmeye gitmemize.
Ya boğulursak, Allah korusun! !
Ama yine de giderdik arkadaşlarla.
Şimdiki gibi mayo falan da yok ha!
Kıçımızda basma vb. kumaşlardan,
Hem de evde dikilmiş kısa donlar var.
İçimizde slip bile yok.
Çünkü, o zamanlar slip de yok.
O donlarımızla yüzerdik.
Sonra, mısır tarlalarına girer,
Donlarımızı çıkarır güzelce sıkardık.
Bir dal parçası kayırdıysak eğer bir söğütten,
Donu, lastiğinden ona yay gibi takar sallardık.
O da yoksa, donu başımıza geçirir,
Yürürdük tarlanın içinde,
Paçaları arkamızda uça uça,
Donlarımızı kurutmak için.
Evdekiler yüzdüğümüzü anlamasınlar diye.
Sonra, tarlanın bitimine doğru donlarımızı giyerdik.
Saçlarımız da uzun değildi.
Biz alaburus traş olurduk çocukken,
İki - üç numara falan.
Yani, suya girdiğimiz, saçlarımızdan da belli olmazdı.
Cilt rengimiz biraz değişmişse eğer,
Cildimize bir tırnak atarak anlarlardı yüzdüğümüzü.
Onun için biz de, güneşte kalmamaya gayret ederdik.
Ama yine de anlarlardı yüzdüğümüzü.
Ve bazen dayak da yerdik.
Ama yine giderdik, yine aynı şeyleri yapardık,
Ve yine bazen dayak yerdik.
Çünkü, yüzmeyi çok seviyorduk.
Çocukluğumu yaşadığım Adapazarı,
Küçük ve düz bir yerdi.
Nerdeyse her evde bir bisiklet olurdu.
Hatta, o zamanki deyimiyle velespit.
Şimdiki gibi çocukların değil ama..
Çünkü, o zaman çocuk bisikleti de yoktu.
Babalarındı, ağabeylerindi onlar.
İşe gidip - gelmek için kullanırlardı.
Bizim evde de, büyük ağabeyimin bisikleti vardı.
Binmemize izin vermezlerdi kolay kolay.
Çünkü, bisiklete binecek kadar boyumuz yoktu.
Bacak arası diye tabir edilirdi binişimiz.
Kadro altından, yandan.
Çok düşerdik tabi ki, denge zorluğu vardı.
Bazen, zincirleme bisiklet kazası bile olurdu.
Büyüklerimiz evde yokken, ya da yatarken,
Bisikletleri kaçırır, sokak dışına çıkardık.
Oralarda binerdik bisiklete, düşe kalka.
Kimimizin zinciri atar, aynaya, dişliye sıkışır, takamayız,
Kimimizin çamurluğu, direksiyonu, pedalı eğilir,
Kimimizin fren teli kopar,
Kimimizin lastiği patlar, vs. vs.
Sonra, bisikletleri yerine gizlice koyar, kaçardık.
Çünkü, bisikletlerde hasar var.
Nedense, benim hep lastiğim patlardı.
Nedenini hâlâ anlayabilmiş değilim.
Bu yüzden, ara sıra dayak bile yerdim.
On altı – yirmi dört vardiyasına,
Ağabeyimin bisikletsiz gittiği çok olmuştur.
Ama ertesi gün aynı şeyi yine yapardık.
Ve muhtemelen, arkasından yine dayak.
Ama yine de yapardık.
Çünkü bisiklete binmeyi de çok seviyorduk.
Güvercin beslerdik çocukken, küçük ağabeyimle.
Babamın, tavukları için aldığı yemle doyururduk onları.
Epeyce de çoktu güvercinlerimiz.
Yem çabuk bitince azar işitirdik.
Ama, yine tavuk yemleri ile doyururduk güvercinleri.
Yine azar işitir, kötek yerdik.
Çünkü onları uçarken seyretmeyi çok seviyorduk.
Anlatmakla bitmez bu örnekler.
Yaşımız ilerledikçe sevdalarımız da değişti.
On – on beş yaşları arası,
Çok sevdiğim arkadaşlarımla,
Aramızda olan gruplaşmalar üzmeye başladı beni.
Sonra, içimde bir şeyler kıpırdadı,
Karşı cinse de sevda duymaya başladım.
O sevdalarda üzmedi değil beni.
Hepinizin yaşayıp da bildiği gibi.
Vesaire - vesaire...........
Sevgilerim hep değişti.
Sevdiğim şeyler hep değişti.
Sevgilerim yüzünden yediğim kırbaçlar, dayaklar,
Çektiğim acılar, hep ortak paydaydı.
Hem de severek katlanılan.
Sonra anladım ki, doğada zıtlıkların dengesi var.
Sevgilerin coşkusunun dengesi olmalıydı ortak paydalar.
Gülü sevenin dikenine katlanması gibi hani...
Ve yine şimdi biliyorum ki ! ..
Olgunlaştırıyor sevgiyi o ortak paydalar.
1997
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 04:58 PM
Bermuda
Yeğenimin (oğlumun) , yanımda 9 ay kaldıktan
sonra 11.6.2000’de baba evine dönmesi üzerine)
Gönlümün ırmağı oldun
Her an kalbime doldun
Bir gün bir çatlak buldun
Sızdın gittin bir tanem.
Kanılmadan içilen
Yaşam pınarım oldun
Bir gün birden kurudun
Akmadın be bir tanem.
Şen şakrak hep ötüşen
Evimin bülbülüydün
Bir gün açık cam buldun
Uçtun gittin bir tanem.
Ruhumun meltemiydin
Okşar okşar geçerdin
Bir gün bir yar’a geldin
Kesildin be bir tanem.
Gönlüm serinlemiyor, ırmaksızım.
Susuz kaldım, pınarsızım.
Kulağım sessiz kaldı, bülbülsüzüm.
Ruhum okşanmıyor, meltemsizim.
Sensizim Onur’um, sensizim.
Allah sana selâmet,
Bana da sabırlar versin.
12. 6. 2000
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 04:58 PM
Beşinci Boyut
Dördüncü boyut, ‘Zaman’.
izafiyet teorisinin dayanağı.
Müthiş bir farkediş,
müthiş bir buluş.
Râhmetler olsun Einstein’e.
Diğer üç boyutun üzerinde,
her ne kadar bir boyutsa da zaman
ve onları izafî kılan,
öyle hissediyorum ki
bir boyut daha olmalı zamanı da izafî kılan.
Çünkü bir günü yaşıyorsun bir an gibi.
Bir başka günü yaşıyorsun bir ömür gibi.
Sıkıntıdan patlayarak bitiremiyorsun bazen bir günü,
bazen de bir günde bitiriyorsun bir ömürlük işi.
Zamanın da tanımlanan, yok arkası ve önü.
Kuantum alanlarda bulacağız sanırım onu.
Enerjinin çok siptül, çok seyyal alanlarında.
Nesnel kavramlara sokacağız onu bir gün
mutlak boyutun bir parçası olarak.
Bir gün muhakkak.
22. 9. 2000
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 04:58 PM
Biçare
Bu sabah, bu dünya ne de anlamsız.
Kimseler yok, sanki bir tek ben varım.
Bir umut da yok, bir gün gelecek diye.
Duygumu anlatmaya sözüm yetmiyor.
Yokluğun her geçen an yıkıyor beni,
Hasretinle başetmeye gücüm yetmiyor.
Sensizliğin ateşi yakıyor beni,
Söndürmeye gözyaşım, inan yetmiyor.
Sen sev yeter, uzaklığın ne önemi var,
Uzaklarda olsa da senindir o yâr,
Kuruntunla dünyanı etmesene dar,
Diyor dilim, anlamaya aklım yetmiyor.
İlk defa mı ayrıldın sen sevdalından?
Doğarken kopmadın mı en büyük yardan?
Kemâle erilirmiş ayrılıklarlan,
Diyor aklım, anlamaya gönlüm yetmiyor..
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 04:59 PM
Bileniş
Gecenin tam köründe otururken evimde,
en süslü haliyle ülkem geldi gözüme.
Gecenin tam köründe otururken evimde,
o en sefil haliyle ülkem düştü gönlüme,
meteor gibi hem de.
Gecenin köründe otururken evimde,
bir kurt düştü içime
aynı Türkiye’m gibi.
Ama kemiremedi beni
ülkemi kemirdiği gibi.
Kükredi yüreğimdeki aslan,
haydi dedi “sırtını bana yaslan,
bir sen değilsin yaşayacak olan,
senden sonraki
ve daha da sonraki nesiller var,
utanç duymamalısın,
küfür yememelisin onlardan.”
Bir hırs bürüdü beni
ve inancım dışıma taştı göz pınarlarımdan.
Ciğerlerimi nasiplendirdim cigaramdan,
umudumu kesmeden yarından,
baba bir yudum daha aldım rakımdan.
2. 4. 2002 - Salı / Saat: 02.40
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 04:59 PM
Bilginin Gücü
Güçlü olmak, daha da güçlü olmak,
Çok arzu edilir bir şey, değil mi?
Her insan sahip olmak ister bu özelliğe.
Bunun için de, çabalar hiç durmadan.
Kimisi bağırır, çağırır, baskı yapar
Kimisi asar, keser, yakar, yıkar
Kimisi dedikodu eder, fitne yapar
Kimisi kafayı çeker, nara atar
Kimisi adale geliştirir
Kimisi bıçak, tabanca, tüfek edinir
Kimisi çete kurar, tayfa edinir
Kimisi çalar-çırpar, para-mal edinir
Kimi de türlü entrikalarla mevki edinir
Aslında, bilgi vardır gücün temelinde
Ve o bilgiye dayalı düşünce.
Güç yetersiz kaldığında
Yeni bilgilere ihtiyaç var demektir.
Bilgi çağına da yakışan,
İnsan olma onuruna da yakışan bu değil mi?
9.1.1998 – Saat: 23.00
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 04:59 PM
Bir Masal
Bir varmış, bir yokmuş.
Evvel zaman içinde,
Kalbur saman içinde,
Develer tellâl iken,
Pireler berber iken,
Ben annemin beşiğini,
Tıngır mıngır sallar iken,
Ruh isimli bir süvari varmış.
Bu süvari, beden isimli bir ata binmiş,
Yaşama koyulmuş yeryüzünde.
Bundan maksat, at ile bir hedefe varmak.
Gerek at, gerekse yeryüzü,
Ve başka ne varsa nesnel olan,
Ve o nesnelerle ilişkili olan,
Hepsi de araç olarak sunulmuş süvariye,
Belirlenen hedefe varabilmesi için.
Ama süvari zamanla,
Atıyla kendini çok özdeşleştirdiği için,
Kendi varlığını unutmaya başlamış.
Tabî ki, varması gereken hedefi de.
Öylesine unutmuş, öylesine unutmuş ki...!
Sonunda kendisini at zannetmeye başlamış.
O günden sonra da,
Mesken tutmuş kendine, atının meskenini.
Atının yemiyle doyurmaya başlamış karnını.
Derken, birgün bindiği at ölüvermiş.
O zaman farketmiş kendisinin at olmadığını.
Süvarisi olduğunu hatırlamış o atın.
At öldü ya...!
At olmayınca süvarilik mi olur?
Süvarilik yetisinin de kalmadığını anlamış.
Anlamış da, iş işten geçtikten sonra.
Ne kadar da yazık etmiş kendine...
5.1.1998 - Pazartesi
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 04:59 PM
Bir Perdelik Oyun
İnsanoğlunun yaşama başlaması,
Doğması dünyaya,
Güneşin yeryüzüne doğması gibi.
Tan yerinin ağartısı,
Şafak vaktinin kızıllığı kadar güzel.
Pırıl pırıl, ışıl ışıl, tertemiz,
Neşe ve coşku vererek gönüllere.
Güneşli bir Nisan sabahı gibi.
Sonra hayat verir hayata insanoğlu.
Kendi öğleninde, yeni şafaklar söktürür,
Yeni güneşler doğurur dünyaya.
Yeni değerler katar, kendine ve yaşama.
Güneşin, öğle vaktine doğru toprağı ısıtarak,
Yeni filizler çıkarması ve olgunlaştırması gibi.
Daha sonra ölür insanoğlu.
Ölmez ama, ölür diyelim hadi.
Olgun buğdayın biçilmesi gibi,
Daha değerli hâle getirilmek için.
Veya, güneşin batması gibi.
Dünyanın diğer yüzüne doğarak,
Oralara hayat vermek için.
5.12.1997 – Saat: 01.00
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 04:59 PM
Boş Dünya
Dünya yalan,
dünya boş derler ya! ..
Yıllarca dinledim bu masalı.
Bu masalla büyüdüm âdeta.
Evet büyüdüm.
Büyüyünce anladım ki
dünya doluydu,
hem de dopdolu.
Boş olan bizdik,
hem de bomboş.
Kendim doldukça öğrendim
dünyanın dopdolu,
kendimin bomboş olduğunu.
19. 6. 2000 – Pazartesi
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 04:59 PM
Bütünleşme
Kumsaldayım gecenin bir yarısında
dört – beş gönül dostuyla birlikte.
Kum tenimizi okşuyor,
dalga sesleri kulaklarımızı,
rüzgâr da her ikisini birden.
Yakamoz, sonra da şafak gözlerimizi.
Müzikse evrenin titreşimleriyle bütünleştiriyor bizi.
Tam şafak sökerken,
o sarı, kırmızı ve gri renkler
sararken gökyüzünü,
gümüşi renkli
pırıl pırıl denizin üzerinden,
Haydi! ... diyorum gençlere,
patlatalım “ağrı dağı efsanesini.”
Ve başlıyoruz ağrı dağı efsanesini çalmaya.
Gitarın o akoru, bağlamanın o solosu
evrenin tınılarıyla harmanlanmış, bir olmuş.
İşte o an öylesine dönüyoruz ki özümüze;
ağıyoruz göğe doğru içimizden.
O şafakta, o ufukta oluyoruz bir anda.
Doluyor evren içimize.
kimbilir, belki de hep içimizde! ...
5. 9. 2000
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 04:59 PM
Bütünü Sevebilmek
Ne heyecan bu ya Rabbim.
Ne iç titreyişi bu.
Bir his ki,
Hem uçarcasına havalara,
Hem de çakılırcasına yere.
Görünce sevdiklerimi,
Olan halim bu işte.
Diyorum ki bir de kendi kendime.
Gördüğün her şeyde niçin böyle olmuyorum?
Ne olur ya Rabbim,
Bana, bir de bunun yolunu söyle.
16.8.1999
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 04:59 PM
Çırpınış
Niye çabalıyorsun,
niye üzülüyorsun be Abdurrahman?
Senden önce de dönüyordu bu dünya,
dönecek senden sonra da.
Bırak kendini sal girdaba,
döndürür seni de nasıl olsa.
Uy düzene sen de büyük çoğunluk gibi,
gelene ağam, gidene paşam de.
Önemsemeden sana ne denildiğini
peki efendim de.
Yarabbi şükür de
yüzüne tükürülse bile.
Çırpınma boşuna öğreneceğim diye.
Neyi ve niye öğreneceksin ki?
Bilmenin ne önemi var
huzurunu kaçırmaktan başka.
Bir değer üretmeye çalışma aptal gibi,
çalışmak da ne?
Salla başını, al maaşını.
Düşünmek mi? Sakın ha! ! !
Yeter ki iyi kıç yala
çok şeye yarar.
Yok et kimliğini,
ol kırk kişilikli,
daha doğrusu kişiliksiz,
kalkındır kendini diyor aklım.
Fakat,
yok edilince başkalarınca
evrene kattığım değerler.
Sadece insan olduğum için
ve sadece insanlar için ürettiğim
düşünceler ve hizmetler.
Sızlıyor vicdanım,
dile geliyor ve dur diyor,
dur da bir düşün.
Sen de olduğun için var bu dünya
ve sen de varsın bu dünyada.
Hem de şimdiki zamanda
ve olman gerektiği mekânda.
Bütün bu şartlarda olman gerekmeseydi,
olmazdın ki zaten burda.
Sebepsiz yaprak bile kımıldamazken,
sen rastgele mi varsın, ha!
Anlasana,
sen varken senle beraber dönüyor dünya.
Unutma, senin de katkın var bunda,
olumlulukta veya olumsuzlukta.
Şimdi karar ver bakalım
katkın hangi yana?
Gönlüm de, aklım da akıyor olumluluğa,
aptal bile denilse bana.
Erdem sayılırken
sıradan insan davranışları,
başlıyorum ben yine çırpınmaya.
17. 5. 2001 – Perşembe
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 04:59 PM
Çocuk Aklım
Güneşin batışını izledin mi hiç
denizin içine doğru?
Peki güneşin doğuşunu izledin mi hiç
denizin içinden göğe doğru?
Nasıl da sönmedi suyun içinde
akşamdan sabaha bekledi de?
Çocuk aklımla hemen anladım ki
denizi de ısıtıyordu böylece.
Şimdi büyüdüm.
Biliyorum artık dünyanın yuvarlak olduğunu.
Güneşin denize batıp,
tekrar denizden doğmadığını biliyorum artık.
Ve her doğuşunda, battığından farklı olduğunu da.
Ve yine biliyorum ki,
yaşayan her şeyin bir kaybolup,
tekrar bir daha var olduğunu.
Her var oluşunda, bir öncekinden farklı biçimde,
aynı güneş gibi.
13. 9. 2000
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 04:59 PM
Çoğalış
Girdim etki alanına,
girdin etki alanıma,
can katıldı canımıza,
sevgi dedik adına.
Artı eksi alanlar gibi,
geçti biri birine duygularımız.
Hırsız oldu sanki birden,
çaldı giysilerimizi aşkımız.
Madde etkisinden soyut
geçtik bir başka boyuta,
bir can çekti canlarımız
aldık da indik dünyaya.
(ve Özge dedik adına) .
3. 12. 2001 – Pazartesi
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 04:59 PM
Davet
Öyle bir estin geçtin ki başımdan,
saçım değildi rüzgârından dalgalanan,
nefsimdi harmanlanan,
altüst olan.
Önce uyandırdın arzularımı,
sonra kendine doğru çektin beni
tutarak onlardan.
Ama gelmedim,
gelmeyeceğim de
inan!
14. 1. 2003 - Salı / Saat:11.30
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 04:59 PM
Deprem
(17.8.1999 depremi üzerine)
Esme be rüzgâr,
Esme ne olur.
Batıdan doğuya doğru esme.
Henüz geldim daha oradan.
İnsan manzaraları daha beynimdeyken,
Onların donakalmışlıkları,
Onların korkuları,
Onların kaygıları,
Onların acıları,
Daha yüreğimi dağlarken;
Dahası,
Ceset kokuları taptaze burnumdayken,
Esme be rüzgâr,
Esme ne olur.
Biraz durulsun beynim.
Biraz dinlensin kalbim.
Fırsat ver ne olur.
14.9. 1999
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 04:59 PM
Dibe Vuruş
İçimden gelmiyor artık
memleket meseleleri için
kağıt, kalem almak elime.
Binlerce beyin hücresi öldür,
seç kelimeleri cımbızla,
duygu ve düşüncelerimi
anlatacağım diye.
Kime ve niye?
Boş ver be.
Herkes görmüyor,
bilmiyor mu
yurdumun satıldığını
parsel parsel.
Yabancının malını koruyan
yine bizim asker.
Kendimize ait
ne sanayi kaldı ülkemde
ne de tarım.
Hayvancılığımız zaten Allah kerim.
Elden çıktı bir bir devlet yatırımlarım.
Haberleşmemiz,
bankalarımız bile
oldu yabancının.
Yerüstü bitti,
şimdi satılma sırası
yeraltı kaynaklarının.
Ne istihdam var, ne de üretim,
kaldırdılar sosyalliğini de devletin,
kendi ülkemizde kaldık yetim.
Reel dünyada ekonomiyi kurduk sanal.
Öksürse başbakanım
düşüyor paramın değeri,
hortluyor enflasyon denilen canavar.
Biz kapıcısıyız - hizmetçisiyiz artık,
sahip oldu ülkeme yabancılar.
Vatandaşımız fert değil ki,
ümmet.
Sırtında bir hırka,
sofrasında bir lokma
oturuyor miskin miskin,
ve şeyhinden bekliyor himmet.
Gözlere çekilmiş mil,
beyinler yıkanmış bir bir.
Kişi sadece kendini düşünüyor
ve götürebildiği kadar malı
o da götürüyor.
Sömürgeci çobanlarca
koyun gibi güdülüyor.
Ülkem elden ha gitti, ha gidecek,
diline sürülen bir parmak bala
hâlâ Allah’a şükür diyor.
Be hey Abdurrahman,
senin kalemin hâlâ niye yazar?
Sen kalemini kırsan kim anlar,
_ıçını yırtsan kaç yazar.
Akıllanmayacak bu millet
açlıktan ve hastalıktan
ölene kadar.
Merak etme ey milletim,
bu duruma da az bir zaman var.
9 Şubat 2007 / Cuma - Saat: 17,25
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:00 PM
Doğru Eylem
Uçmayan kuş,
Süt vermeyen inek,
Yumurtlamayan tavuk,
Elma vermeyen elma ağacı
Gördün mü hiç?
Yetileri olduğu halde
Görmeyen göz,
Duymayan kulak,
Tutmayan el,
Gitmeyen ayak
Ne işe yarar,
Varlıklarının ne anlamı olur?
Hepsinin varlığının bir amacı var,
Ve hepsi de görevlerini tam yapıyorlar.
Elbette senin varlığının da bir amacı var.
Acaba sen de görevini tam yapıyor musun?
Uçmayan öküz,
Süt vermeyen eşek,
Yumurtlamayan köpek
Dövülür mü hiç?
Ama, yük çekmeyen öküz,
Davarı korumayan köpek bile
Hoş görülmezken;
Onların sahibi olan sen,
Görevini yapmazsan,
Acaba hoş görülür müsün?
1.5.1998 - Cuma
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:00 PM
Dost Acısı
Ne zormuş bir kötü haberi bilmek,
Bir dost hakkında.
Ama, o dostun duymadığı kötü haberi.
Ve o kötü haberi,
O dostun yüzüne karşı söylemek
Sorumluluğunu hissetmek.
Ne zormuş Allah’ım.
Dost acı söyler demiş atalarımız.
Yani, acı da olsa doğruyu söyler demişler.
Her halde bu olsa gerek.
Düştüm o acı duruma.
Allah’ım ne zormuş.
Dost kötü günde belli olur
Demiş bir de atalarımız.
Yani, kötü zamanında dostun yanında olmak.
Evet, çok doğru ve mutlaka gerekli.
Can dostundan daha emin
Sığınılacak bir liman mı var?
Ama, dostun acı da olsa doğruyu söylemesi
Veya
Dostun, kötü zamanında dostunun yanında olması.
Bunlar ayrı ayrı olunca ehh! .... Neyse.
Ancak, ikisi bir arada olunca çok kötü.
Dosta hem acı haberi vereceksin
Ve hem de o kötü zamanında yanında olacaksın.
Yani, onu önce üzeceksin, kahredeceksin,
Sonra da ona manevî destek olacaksın.
Kendi duyduğun üzüntü de cabası.
Ne zormuş, anlatılır gibi değil.
Dosta da, bana da yardımcı ol Allah’ım.
9.7.1997 – Perşembe
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:00 PM
Dua
İncecik, çok zarif, çok narin, çok hassas,
Ve bir ceylan yavrusu kadar ürkek,
Bir ceylan yavrusundan, bin kat daha sevimli,
Hiç de kıyılası değil.
Sevgi dolu, sımsıcak, güneşten de öte.
Sığınılacak bir liman gibi, şefkât dolu.
Yakın, yapyakın, hemen yanında.
Hatta, senden bir parça gibi.
Dokunulmaya görsün sakın kendine! .
Ürkek, sevimli ceylan yavrusu gider,
Vahşi bir kaplan gelir.
O, güneşten de öte sıcaklık gider, buz olur.
Ve senden bir parça kopar, el olur.
Doğadaki zıtlıkların dengesi bu mu acaba?
Diye sorarsın kendine istemeden.
Eğer bu ise Allah’ım.....
Ceylan yavrusu yap tekrar, o kaplanı.
O sıcaklığa erittir o buzu.
Ve asıl, kopan parçamı geri ver,
Yarım kalmayayım...
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:00 PM
Dünya Düşkünü
Hani fırtınalar yıkamazdı seni?
Seni seller deviremezdi hani?
Çünkü asırlık çınardın sen,
öylesine kök salmıştın ki yaşam tarlasına
öylesine...
Ve öylesine heybetliydin ki,
sadece sen değil,
herkes de senin sandığın gibi sandı seni.
Sadece sen görebilirdin içini
ama görmedin,
göremedin içini kemiren kurtları.
Çünkü sevgi suyu sulamıyordu toprağını,
kök damağın tadamıyordu aşkı..
Ve artık kurudun.
Ama yine ayaktasın dimdik,
hem de bütün heybetinle,
fakat bir hayalet gibi
Dıştan bakanlar bile anladı da kuruduğunu,
sen hâlâ anlamadın yok olduğunu.
21. 8. 2002 - Çarşamba / Saat: 13.00
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:00 PM
Düşün - Yaşa
Buğdayı ambarda saklarsan yeşermez,
Olgunlaşmaz, artmaz.
Sen, istediğin kadar güvende hisset kendini
Ambarda buğdayım var diye.
Belki bir defalık karnını doyurur.
Tarlaya serpersen yeşerir, başak verir, olgunlaşır,
Bire on, belki de yirmi olur.
Düşüncelerini zihninde saklama sakın.
Yaşamına girmemiş düşüncenin ne hayrı olur sana?
Yaşam tarlasına serp onları.
Yaşa ki, senin için yeşersin, olgunlaşsın, bire on versin.
Ama sakın unutma ki,
İyi tohum iyi ürün verir ancak.....
1997
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:00 PM
Edep
Edep, edepsizlik.
Ne kadar da göreceli kavramlar değil mi?
Birinin, edepsizlik bilip
Uğruna canını vereceği bir davranışı,
Bir başkası, normal hayatı olarak yaşıyor.
Veya, sana, dün edepsizlik olarak görünen bir şeyi,
Bugün normal hayatın olarak yaşıyorsun.
Nedir öyleyse bu edep ve edepsizlik?
Yoksa, gerçekte böyle bir şey yok mu?
Var tabi ki, hem de muhakkak var.
Sen şimdi, şu anını yaşamıyor musun?
O halde bir sonraki andan değil,
Şu andan sorumlusun.
O an için;
Yaşadığın an itibariyle,
Başkalarında görüp de nefret ettiğin şey,
Sana edep olarak yeter.
Bunu, yaşamının her anına uyarla kâfi.
İşte, sana edepli bir yaşam.
Bunu yaparken, kendine karşı edebin,
Vicdan ve düşünce paralelliği;
Dış dünyana karşı edebin ise,
Bunlara ilâve olarak söz ve davranış doğruluğudur.
Yaşadığın an itibariyle,
Sana edepsizlik gibi gelen nice davranışlarla karşılaşırsın.
Sakın o boyutta karşılık verme onlara.
Çünkü, edepsizlik olarak kabul ettiğin bir şeyi
Sen de yapmış olursun.
Muhtemelen, o insana göre böyle bir davranış
Edepsizlik değil.
O kendi gerçeğini ifade ediyor.
Sen de kendi gerçeğini ifade etmelisin,
Ona uymadan.
Hani, yolda yürürken seni bir köpek ısırsa,
Sen de eğilir köpeği ısırır mısın?
Bir başka açıdan bakıldığında bil ki,
Edepsizlerin edepsizliğine sabretmektir edep.
28 Mayıs 1998 – Perşembe
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:00 PM
Erdem
Söz gümüşse, sükût altın derler ya.
Ben de aptallık derdim.
Kibarcası, suçsuzluğunu anlatmamak,
Suçlanmana rağmen susmak,
Suçsuz olduğunu bile bile hem de.
Olur mu? Bırak konuşmayı, haykırmak lâzım.
Avaz avaz bağırmak lâzım.
Suçlu olduğun için susuyor zannederler sonra.
Bu, aptallık değil de ne?
Çok geç anladım o sözün doğru olduğunu.
O söz demek yetmedi, o ALTIN sözün demeli.
Susmak, hâkikaten altınmış.
Suçlanmana rağmen,
Suçsuz olduğunu bilmene rağmen,
Melekler de, Allah da şahitken buna,
Karşındaki suçlu da zannetse seni,
Susmak, gerçekten çok büyük bir erdemmiş.
Seni anlayacak biri yoksa karşında eğer.
1997
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:00 PM
Evcilik Oyunu
Çocuklar, hayatı oyun olarak yaşarlar.
Oyun oynarken öğrenirler hayatı.
Evler yaparlar kendilerine.
Yemek tabakları, çay bardakları,
Yiyecekler, içecekler hazırlarlar
Aslı olmayan.
Karı-koca olurlar, çocukları olur,
Aileler kurarlar rol gereği.
Ve evcilik oynarlar birbirleriyle.
Misafirliğe gider gelirler.
Akşam olup evlerine dönerlerken,
Bütün gün yaptıkları evler,
Kap-kacaklar, yiyecekler,
Bir çırpıda yok edilir.
Hiç üzüntü duyulmadan,
Hatta biraz da eğlenerek.
Karı-koca, çocuk rolleri de biter.
Herkes gerçek kimliğine döner
Ve ait olduğu yere gider.
Büyüdükçe oyuncaklarımız da büyür.
Gerçek evler, gerçek eşyalar,
Gerçek otomobiller,
Gerçek yiyecek-içecekler
Olur oyuncaklarımız.
Gerçek aileler oluruz.
Onlarla da oynarız bir süre.
Ömrümüzün akşamı olduğunda,
Bırakılır bütün bu oyuncaklar.
Sona erer karı-koca, çocuk rolleri.
Yine herkes gerçek kimliğine döner,
Ve ait olduğu yere gider.
25.1.1998- Saat:23.30
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:00 PM
Evrensel Dil
Şafak söktü gönlümde.
Tan yeri gibi ağardı umutlarım.
Bir güneş, bin güneş doğurdu içimden.
Gösterince tüm güzellikleri,
Ne titreşimler, ne tınılar hissettim.
İşte böyle bir anda,
Sazım türkü söyledi, ud’umsa şarkı bana.
Ne aşklar duyumsadı şu kalbim.
Ne güzellikler gördü gözlerim.
Ne hoş sesler işitti kulaklarım.
Ne hoş kokular aldı burnum.
Nice güzel duygular hissetti ellerim.
Bir kuzuyu severken bile,
İçim tir tir titredi, aynı kuzu gibi.
İşte böyle bir anda,
Sazım türkü söyledi, ud’umsa şarkı bana.
Aşkı, gece gökyüzüne sordum.
Yıldızlar seslendi, biz burda neyiz diye.
Ay dedi ki, ben de varım, yalnız onlar zannetme.
Gökyüzü de dedi ki, hepsi benim rahmimde.
Hissettim ve anladım onları ben de.
Sığmadı içim içime.
Göklere ağdım sanki.
İşte böyle bir anda,
Sazım türkü söyledi, ud’umsa şarkı bana.
Bazen fırtınalar esti içimde,
Yıktı – geçti olan ne varsa.
Yandığı da oldu bazen içimin,
Hem de yanardağ lavı gibi, eriyerek.
Hatta, bir boşluğa düştüğüm de oldu,
Kimim, neredeyim, ne yapıyorum,
Ben de bilemedim.
İşte böyle bir anda,
Sazım türkü söyledi, ud’umsa şarkı bana.
Kızmadım mı sanıyorsunuz hiç bir şeye?
Elbette kızdım, insanım çünkü ben de.
Ama, alamadım elime bağlamamı, ud’umu.
Yanaşmadılar bana böyleyken.
Kucaklayamadım onları bir sevgili gibi.
Anladım ki,
Müzik ilâhî bir şeydi, lütfuydu Tanrı’nın bize.
Çünkü, kızgınlık duyguları dokunamıyordu tele.
Aşk adına, güzellik adına,
Masumâne iç ezginlikleri adına ne hissettiysem,
İfade edemedim onları dilimle.
Kelimeler yetmedi anlatmaya.
Vaktî ve şeklî ibadetler de yetmedi.
Basit geldi, bir dilenci gibi yakarmaksa Allah’a.
İşte böyle anlarda,
Sazım türkü söyledi, ud’umsa şarkı bana.
24.11.1998 – Salı
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:00 PM
Farkediş
Ömrümde hep severek yaşadım.
Önce annemi sevdim, beni emzirdiği için.
Sonra babamı, para verdiği için.
Kardeşlerimi sevdim, paylaşabildiğim için.
Arkadaşlarımı sevdim, ortak şeylerimiz olduğu için.
Cinsel dürtülerim başladı kızları da sevdim.
Öylesine sevdim ki, evlendim.
O sevgiyi yaşarken çocuğum oldu.
Onu da sevdim, parçam olduğu için.
Biliyorum, ilerde torunlarımı da seveceğim.
Sonra bir şeyler oldu sanki..
Nedensiz de sevmeye başladım.
Evimi süsleyen çiçekleri,
Sokaktaki insanları, hayvanları,
Doğayı sevdiğimi hissettim.
Harika bir şeydi bu..
Direk faydası yoktu bana, ama sevdim.
Sonra, evet sonra,
Her şeyi sevebileceğimi hissettim.
O zaman anladım ki! ! !
Tüm yaşam sevgi deneyimleriyle geçiyor,
Olanın tamamını ve nedenini sevinceye dek.....
1997
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:00 PM
Garibanlar Yuvası
Tam Sakarya nehrinin kenarında,
Biriketten yapılmış ufacık bir kulübe.
Üzeri kiremitli, içinde biraz eşya,
Biraz kap kacak ve bir kaç yırtık döşek.
Ve üzerinde şöyle bir yazı yazıyor,
Eğri büğrü harflerle hem de.
GARİBANLAR YUVASI
O yuvada gerçekten garibanlar yaşıyor.
Köyünden, anasından, babasından,
Biraderinden, yarinden, bacısından,
Tüm sevdiklerinden ayrı kalmış,
Gurbete çıkmış garibanlar.
Elbette gurbete zevk için gelmediler.
Kuru ekmeklerinin yanına bir katık için
Bu kadar sevdikleri şeylerden koptular,
Geldiler Anadolu’nun bir ucundan taa buraya.
Bu çamurun içinde amelelik yapmaya.
Her sabah kalkınca hepsinin gözleri şafakta.
Acaba bugün nasıl bir güneş doğacak?
Acaba bugün neler olup bitecek?
Her gün şafağa bakınca gözleri kararıyor.
Etrafa şöyle bir bakıyorlar,
Hiç bir şey göremiyorlar, kamaşmış gözlerle.
Taa ki hava kararınca bakabiliyorlar etrafa.
Fakat, ne yazık ki, yine hiç bir şey göremiyorlar.
Bir sabah gelecek, evet bir sabah gelecek,
Öyle bir gözlükle bakacaklar ki güneşe! .
O eğitim, o kültür gözlükleri ile.
Kimbilir, kendileri değil, belki de çocukları.
Güneş asla gözleri karartamayacak, kamaştıramayacak.
İşte o zaman her şeyi tüm çıplaklığıyla görecekler.
1976
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:00 PM
Gece Keyfi
*******i severim ben,
******* de beni.
Gece ve ben.
Geldik mi iki sevgili yan yana,
ne yorgunluk, ne uyku,
keyfini çıkarırız kana kana.
8. 1. 2001 – Pazartesi / Saat:02.00
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:01 PM
Gerçek Hekim
Önce gönül hekimi olmalı hekim,
sonra beden hekimi.
Öyle yürek açmalı ki hastasına,
baştan yüzde elli katkı sağlamalı şifasına.
Önce ulaşabilmeli hastasının gönlüne,
hissettirebilmeli sevgisini yüreğine,
verebilmeli güveni beynine,
sonra dokunmalı bedenine.
Kısacası hekim,
sevginin bedenlenmiş biçimi olmalı.
Sonra, o bedeni bilgi ile doldurmalı.
Sonra da, hasta bedenlere şifa bulmalı.
21. 11. 2000 – Salı / Saat:02.30
NOT: Bu şiir, kendimin ve eşimin birkaç gün arayla
rahatsızlanmamız üzerine, gönlüyle birlikte özel
muayenehanesinin kapılarını da bize sonuna kadar açan
ve bizi sağlığımıza kavuşturan insan güzeli sevgili
Sn.Prof.Dr.Zafer HASÇELİK’ten esinlenerek yazılmış olup,
tüm hekimlerimizin benzeri özelliklerde oldukları inancıyla
tamamına atfedilmiştir.
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:01 PM
Gerçek Sevgili
Nice sevgiler duyumsadım hayatımda.
Nice aşkları hissettim gönlümde.
Kimini sevdiklerim,
Kimini yaşam koşulları noktaladı.
Kimbilir, kimini de belki kendim.
Şimdi anlıyorum ki, noktalanmadı onlar.
Yani, sonlanmadı hiç biri, sonlanamaz da.
Noktalamak, unutmak, mümkün mü hiç?
Yaşanılan sevgileri, aşkları.
Yani, yaşamda asıl ve gerçek olan tek değeri.
Sadece, hepsi de asıl kaynağına döndüler.
Herşeyin bir gün kaynağına döndüğü gibi.
Gömüldüler gönül toprağıma.
Onlarca, belki de yüzlerce çiçek tohumunun
Toprağa gömülmesi misâli.
Unutulması için çekildiği sanılan acılar,
Unutulması için değil, gömülmesi içinmiş
Gönül toprağına, o sevgilerin – sevgililerin.
Şimdi anlıyorum bunu.
Korkmuyorum artık sevmekten, âşık olmaktan.
Hatta binlerce, milyonlarca, milyarlarca
Sevgiler, aşklar duyumsamak istiyorum.
Beni sevmesin sevdiklerim.
Âşıklarım bana âşık olmasınlar, önemi yok.
Sevgilim isterse bir karınca olsun, ne fark eder.
Karşılık beklemiyorum sevgilerimden, sevdiklerimden.
Kendim için sevmek istiyorum.
Sevmiş olmak için sevmek istiyorum her şeyi.
Ve şimdi biliyorum ki...!
Bir gün, gönül toprağımda,
O sevgi tohumlarının hepsi de çiçek açacaklar.
Milyonlarca, milyarlarca çiçek,
Hepsi de birbirinden güzel.
O zaman,
O sevgilerin de, sevgililerin de kaynağını,
Gerçek sevgiyi,
Gerçek sevgiliyi,
Ve gerçek aşkı yaşayacağım.
8.6.1998 – Pazartesi
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:01 PM
Girdap
Eriyerek zaman boyutu içinde,
Dönüyor bütün evren,
Tüm unsurlarıyla ve uyum içinde.
Dünya da dönüyor evrenin içinde,
O da tüm unsurlarıyla ve o da uyum içinde.
Bir de insanoğlu dönüyor dünyanın içinde.
Uyum özlemi ile,
Fakat tüm unsurlarıyla uyumsuzluk içinde.
Kaynağından kopuk,
Sevgiden ve aşktan yoksun biçimde.
29.9.1999 – Çarşamba
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:01 PM
Gölge Oyunu
Köylü ağlar,
işçi ağlar,
memur ağlar,
emekli ağlar,
esnaf da ağlar.
İşsiz ve
sosyal güvencesiz olanlar mı?
Gariplerin
ağlayacak halleri de olmadığından,
onların zaten anası ağlar.
Bir türlü anlayamadığım,
acaba kimi mutlu etmek için
hükûmet olur bu ağalar?
İşin daha da tuhafı,
bu ağalar da ağlar.
Yoksa bizim bildiğimiz dağların ardında,
bilmediğimiz başka dağlar da mı var?
4. 4. 2001 – Çarşamba
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:01 PM
Gölgeye Secde
İzledim evimdeki mumları,
hem inceleri, hem de kalınları.
Yaz gelince kırıldı belleri,
eğildi boyunları.
Güneş de vurmadı ama,
geldi işte sıcaklığı.
Hissetti onu mum bile,
belli etti eğilmesiyle.
Aşk düştü mü yüreğine,
ateşi vurunca bedenine,
senin de kırılır belin,
eğersin boynunu böyle.
Ama neye? ? ? ? ?
Belki bir dilbere,
belki de bir erkeğe,
belki para, mal, mülke,
belki yüksek mevki’ye,
belki de menfaat için
bir ağaya, bir beye.
Sırtını yasla da bir düşün
değer mi bunca zahmete,
hele yapmacık eğilmeye.
Bir aldığına bak
bir de verdiğine.
Değmez buna inan dostum.
Durum böyleyse eğer,
verdiğin öznel değere
aldığın nesnel değer.
Mum bile belini kırmaz,
boynunu eğmezken ampûle,
sen nasıl aslını bırakır da
eğilirsin gölgeye.
1. 7. 2001 – Pazar / Saat:02.45
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:01 PM
Gönül Dostum
(Yirmiyedi yıllık sazıma)
Bastım sazın tellerine
İzi çıktı ellerime
Koca yirmiyedi sene
Sarmaş dolaş yaşadık biz.
Vurdum mızrapla teline
Yaralar açtım böğrüne
İnim inim inledi de
Ne yapıyorsun demedi hiç
Kâh ağladık kâh-i güldük
Aşk olduk kalplere girdik
Gam olduk gözden süzüldük
Bir yanağa, bir yüreğe.
Ben gülerken o da güldü
Ben yanarken o da yandı
Ben ağladım o ağladı
Gönül dostum sazım benim.
2. 9. 2002 - Pazartesi / Saat: 08.00
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:02 PM
Gönül Gezintisi
Bugün Ramazan Bayramı arifesi
28 Ocak 1998 Çarşamba, saat:23.30
Bu akşam, diğer akşamlardan farklı değil.
Evimizde normal yaşantımızdayız.
Önce kızım, sonra eşim uyudu.
Bense oturuyorum ve düşünüyorum,
Çoğu akşam olduğu gibi.
Hiç bir heyecanı olmadı evimizde,
Yarının bayram olmasının.
Kimbilir, belki de ben hissetmedim.
Çocukken böyle miydi?
Acaba çocuğum hissedebiliyor muydu,
Benim, çocukken hissettiklerimi?
Zannetmiyorum, hem de hiç.
Peki, ne günahı vardı onun.
O niçin tadamıyordu,
Benim çocukken hissettiğim duyguları?
Yaşamasını isterdim o heyecanı.
Çünkü, gerçekten çok güzeldi.
Sorguladım nedenini kendi kendime.
Biz büyüklerin de günahı vardı bunda.
Çocukken böyle mi girilirdi bayrama?
Bütün bir ramazan,
Bayram hazırlığı içinde geçerdi evimizde.
O heyecana kapılmamak mümkün mü?
Daha ramazana girmeden yufkalar açılırdı.
Sokağın bütün kadınları,
Bir araya gelerek yaparlardı bunu.
Yani, imece usulüyle,
Sırayla, her bir eve.
Biz çocuklar da otlanırdık onlardan,
Daha yufkalar pişerken.
Analarımız, teyzelerimiz,
Bize yağlarlardı bi de o yufkaları.
Ne tatlı olurdu onları sokakta yemek.
Sıcacık, yağlı yağlı, tüte tüte.
İftarlar ise bir başka güzel olurdu.
Evin her odasına sofra kurulurdu.
Oldukça kalabalık olurdu sofralar,
Âdeta şenlik gibi.
Misafire farklı bir rağbet vardı eskiden.
Biz çocuklar, misafir sofrasına oturtulmazdık.
Sofrada ya ayıp edersek misafire..!
Âdet, gelenek böyleydi.
Börekler ve baklavalar da tepsiyle giderdi
Misafir sofralarına,
Hiç bozulmadan hem de.
Bu da bir başka âdetti o zamanlar.
Misafire hürmetin bir göstergesi.
Tepside kalanları yerdik biz çocuklar.
Tahminen altı - yedi yaşlarındayım.
Evimizde iftar olduğu bir akşam,
Yine çocuk sofrası mutfaktaydı.
Bütün tepsiler de orada, börekler - baklavalar.
Ama elimizi bile süremiyoruz.
Çünkü, misafirlere tepsiler bozulmadan gidecek.
Canım da bir baklava istiyor o akşam, deme gitsin.
Sıra tatlılara geldi,
Ve tepsiler gitti, büyüklerin sofralarına.
Mutlaka artar, çünkü hep artmıştır.
Ama, ya artmazsa, olur ya.
Mutlaka baklava yemeliydim o akşam.
Mutfağın kapısından bağırdım odalara doğru...
“Tatlının hepsini yemeyiiiiiiiiiiin” diye.
O akşam hem tokat, hem de baklava yedim.
İkisini bir arada, ilk ve son defa orada tattım.
Yemek faslından sonra,
Erkekler cemaatle akşam namazı kılardı evde.
Biz de onlarla birlikte, en arka safta.
Sonra camiye gidilirdi, teravih namazı için.
Tabi ki biz çocuklar da.
Elbette, yine en arka saflarda.
Camide yüzden fazla çocuk kesin olurdu.
Arkada bir kaç saf bize aitti.
Ne eğlenceliydi o namazlar.
Konuşmalar, fıkırdaşmalar, gülüşmeler,
Secdede ayaklara iğne batırmalar,
Ne ararsan vardı bizde.
Büyüklerimiz pek ses çıkarmazlardı
Bizim yaptıklarımıza.
Zannederim camiden soğutmamak içindi.
Sahur yemeklerinin güzelliği de bir başkaydı.
Ailemiz on kişi kadardı.
Börekler, yemekler vs.,
O kalabalıkta nasıl yenilirdi.
Her sahur yemeğinde böreğimiz olurdu,
Tabi ki yanında hoşafımız da.
Sahi, davulcumuzu görürdük her gece
O da sokağımızın bireyi gibiydi artık.
Anlatmakla bitmez bu güzellikler.
Eskiden, şimdiye göre daha fakir olmanın
Yarattığı heyecan da vardı galiba bayramlarda.
Biz çocuklara, yeni giysiler alınırdı bayram için.
Giyecek yeni bir giysimiz olmadığından.
Bir kazak, bir pantolon ve bir lastik ayakkabı.
Böyleydi o zamanlar.
Ve biz onları koynumuza alarak yatardık o gece.
Bayram sabahının sevinci ise bir başkaydı.
Babamız bayram namazındayken kalkar,
Çakı gibi giyinirdik.
Onun camiden gelmesini beklerdik dört gözle.
Çünkü bayram, babam eve gelince başlardı.
Hepimiz sırayla elini öper, bayramlaşırdık.
Elbette annem de öperdi babamın elini.
Gelenek böyleymiş.
Ve harçlıklarımızı alır, cebimize koyardık.
Komşuları da kapı kapı gezer el öperdik
Biz çocuklar.
Kimisi para, kimisi şeker verirdi.
Ezberlemiştik artık kimin ne verdiğini.
Biz de para verenlere giderdik öncelikle.
Cebimiz demir paralarla dolardı.
On-yirmi beş kuruşluklarla.
Ne çok sevinirdik.
İstediğin her şeyi al.
Çünkü bayram haricinde
Böylesine bol paramız olmazdı bizim.
Çocuğum, benim çocukken hissettiklerimi
Elbette hissedemezdi.
Çünkü, benim çocukken yaşadıklarımı
O yaşayamıyordu, yaşayamazdı da.
Ne o kalabalıkları bulabilirdi,
Sevgi, saygı ve coşku dolu;
Ne o gelenek görenekleri
Ve ne de görmesini asla istemediğim
O yoksulluğu.
29.1.1998 – Perşembe – Saat: 01.00
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:02 PM
Gözlem
Küçücük bir parkta
bir tepedeyim bir gece saat 24.00 sonrası.
Pırıl pırıl ışıklarıyla gözümün altında başkent.
Rasattepe’si, Dikmen’i, Çankaya’sı...
Elmadağı’na kadar.
Ne güzel, kente bir tepeden bakmak
gecenin bir yarısı.
Bak dedim kızıma,
şu toprağın üzerinde gördüğün her yükselti,
ister l mm. olsun, ister 100 metre,
binalar, ağaçlar, otlar, cam, demir, tahta...
ne görüyorsan
topraktan çıkarıldı onlar.
Tüm şunların bir anda yerden fışkırır gibi
çıkıverdiğini bir düşünsene.
İrkildi kızım, hiç düşünmemişti bunu.
Hiç düşünmemişti
toprağın yerküredeki tek hazine olduğunu.
Sonra dedim ki yine kızıma,
şu görebildiğin şeyler için nesiller ömür tüketti,
barınaklar ve ekmek kapıları.
Muhakkak gerekli tabi ki bunlar.
Ama sadece bunlar için,
düşün bakalım değer miydi ömür tüketmeye?
hayvanlar da yapıyordu çünkü aynısını.
İrkildi kızım, hiç düşünmemişti bunu da.
Hiç düşünmemişti yaşamın
aslında öznel gelişim için var olduğunu.
Sonra ışığı yanan bir konuta ilişti gözüm,
çok yakınımızda bir konuta.
Bak dedim kızıma, şu konuta bak.
İç mimarisi kimbilir ne kadar güzel,
binanın dış mimarisi gibi.
Ne hoş eşyalar, gereçler var içinde.
Keşke herkeste en güzeli olsa.
İçindekiler kimbilir neler yapıyorlar?
Muhtemelen biri televizyonda dünyayı görüyor,
kendisine sunulan dünyayı.
Diğeri bilgisayar başında dünyayı dolaşıyor,
yine kendisine sunulan dünyayı.
Bir başkası, bir başkasıyla konuşuyor,
ekmek-kira v.s. parasını, yarın kaygısını,
belki futbol tantanasını,
belki de politika yaygarasını.
Kafese sokulmuş kuştan ne farkları var,
içi oldukça süslü bir kafese.
Yine irkildi kızım, çünkü bunu da hiç düşünmemişti.
Hiç düşünmemişti
insanların doğayla iç içe,
birlikte ve uyum içinde yaşayarak
öznel gelişimlerini gerçekleştirebileceklerini.
Hiç mi, ama hiç düşünmemişti bunları.
Düşünmemesi de doğaldı henüz 16 yaşında.
Bir şeyleri farkettiğini söyledi o akşam,
yeni bir şey öğrendi, yeni bir bakış açısı.
Yani o günü gerçekten yaşadı.
26. 6. 2000
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:02 PM
Güzel Günlere Doğru
Bir yanda umut, umutsuzluk diğer yanda,
gidip geliyor kanserli hastalar bu arada.
Öyle pikniğe gidip gelmeye benzemez
düşüncelerin, duyguların gidip gelmesi,
yaşamakla ölmek arasında.
Toplanmışlar bir tedavi merkezinde,
sıralarını beklerken
sohbet ediyorlar biri birileriyle.
Kulak misafiri oldum onlara,
konuştukları hep yaşam üzerine;
hem de daha sağlıklı
ve daha güzel bir yaşam üzerine.
Sanki ben de dahil,
nice sağlıklı insanlara nispet edercesine.
Tebrikler hepsine, şifalar hepsine.
Evet, herkese sorduğum gibi soruyorum
‘yeni çıkacak kitabımın adı ne olsun diye’?
O hastalardan biri olan enişteme.
Önce cevap vermiyor, çekiliyor odasına,
sonra yanına çağırarak yazdırıyor yeğenime,
ve gönderiyor (bana) kayınbiraderine.
Kağıdı alıp okuyorum,
“GÜZEL GÜNLERE DOĞRU”
ve içimden gıpta edip,
şifa diliyorum kendisine.
17. 9. 2003 – Çarşamba / Saat: 12.50
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:02 PM
Hac
Mekke’ye gidenler varmak isterler yârâ.
Çoğu özü bulamaz, tapar kuru duvara.
Putları kıran kişi, tekrar put yapar mı hiç?
Giden hisseder ama, kaçı anlar acaba?
Gönül evidir orası, Allah’ın evi değil.
Kuru duvarı bırak, Ruhun Küll’üne eğil.
Anlamak istiyorsan gir Kâbe’nin içine.
Üçyüzaltmış derecenin hepsi sana kıbledir.
Aşarsın dört boyutu, madde kuralı yok olur.
Cüz kendini kaybeder, küll’ün içinde bulur.
Kemâle ermenin tek gerçek yolu budur.
Gönül gözün açıksa “hacı”lık evde de olur.
13. 9. 2000
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:02 PM
Hayat Mektebi
Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı
Şeklinde klasik bir soru vardır hani.
Gezerek de öğrenilebilir,
Veya okuyarak da öğrenilebilir derler ya..!
İnanma sakın bu yalana,
Bu koskoca yalana.
Gezerek veya okuyarak bilgi edinilir
Kitap alıp, okuyup, kitaplığa koymak gibi.
Öğrenildi mi şimdi o bilgiler?
Hayır, asla hayır, sadece bilgi edinildi.
Ne zaman o bilgiler uygulanır,
Yaşam pratiğine sokulur,
Sonuçları değerlendirilir,
Ve kendine özgü fikirler edinilir,
İşte, o zaman öğrenildi demektir o bilgiler.
Karnın tamtakır, miden zil çalıyor.
Önünde yiyecekler de hazır duruyor,
Onları nasıl yiyeceğini de biliyorsun,
Ama, yeme eylemini gerçekleştirmiyorsun.
Doyar mı karnın?
O yiyecekler, senin bedenine ait olur mu?
Bir yaşam kesiti sinemaya uyarlanmış.
O kesiti yaşayanların hissettikleriyle
Aynı şeyleri rol gereği yapanların
Hissettikleri bir olabilir mi?
Veya taraftarı olduğumuz takım şampiyon oldu.
Nasıl seviniriz değil mi?
Bizim sevimcimiz taraftar sevinci.
Şampiyonluğu,
Oynayarak kazananların sevinciyle
Bir olur mu hiç?
Bir yeni yetme, cinselliğin tadını sorsa,
Nasıl anlatabilirsin ona o tadı?
Veya sen anlat ve anlattığını zannet.
Tadabilir mi o hissi, seni dinlemekle?
Mümkün mü hiç?
Yaşarsa anlayabilir ancak, değil mi?
İstersen bir çok örnek de kendin ekle bunlara...
Oku dostum, gez - gör dostum.
Hem de her fırsat bulduğunda.
Hatta, fırsatları kendin yaratarak.
Dinle insanları ayırım yapmadan.
Çünkü, herkes kendi gerçeğini ifade edebilir ancak.
Gözlemle doğanın kendisini.
Bilgi edin bol bol...
Ve o bilgileri yaşam pratiğine sok.
Mutlaka mı, ama mutlaka.
Ve sonuçlarını çok iyi değerlendir.
Kendine özgü fikirler edin.
İşte, o zaman öğrendin demektir o bilgileri.
Yaşanmadan öğrenilmez hiç bir şey.
İnan buna, bu böyle.
Herkes, ancak kendi gerçeğini ifade edebilirdi ya..!
Bırak, herkes de yaşayarak öğrensin.
Gölgede hiç bir şey yeşeremez.
Doğada, yaprak bile sebepsiz kımıldamazken,
Sen de dahil, yaşayan her şeyin,
Hâlâ yaşıyor olması,
Acaba sebepsiz olabilir mi?
22.1.1998 – Saat: 23.30
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:02 PM
Hayatın Cücüğü
Biliriz ya hepimiz,
sormuşlar bir fakire
‘zengin olsan ne yaparsın? ’ diye.
Şöyle olmuş cevabı garibanın,
‘cücüğünü yer, gerisini atarım demiş soğan’ın.’
Diyelim ki kader zengin etti o fakiri
ve cücüğünü yedi, attı soğanın gerisini.
Şimdi tekrar sorulsa kendisine,
‘zengin oldun erdin muradına,
minnetin kalmadı soğanın katlarına,
söyle bakalım şimdi ne yapmak istersin? diye.’
Helal olsun ona
‘eğer gönül zenginliği istiyorum diyebilirse.’
Bir soru daha sorulduğunda
‘gönül zengini olsan ne yaparsın diye? ’
Cevabı ‘cücüğünü yaşar hayatın,
atarım gerisini’ olursa eğer,
işte böylesi hayat yaşamaya değer.
11. 9. 2003 – Perşembe / Saat:16.30
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:02 PM
Helezon
İlkbaharın rüzgârı
aldı – gitti yılları.
Geldi ömrümün yazı
pişiriyor yaşamı.
Sonra hazan mevsimi
sonbaharı yaşarım.
Ardından bir kış ayı
karla tanışacağım.
Sonra tekrar ilkbahar,
tekrar yeni bir yaşam.
Yine yaz ve sonbahar,
yine kış var ardından.
Karşı konulamaz buna,
sürer gider bu akış.
Sonsuza dek sürecek
bu dönüşüm, bu pişiş...
Piştikçe göreceğim
âlemlerin üstünü.
Berzah, cehennem, cennet
altımda kalacaklar.
Şimdi bana hükmeden
bilinen o melekler,
varınca ben oraya
secdeye kapanacaklar.
4. 1. 2001 - Perşembe / Saat:11.45
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:02 PM
Hep Büyüyeceksin
Büyüdüm diyorsun ya bazen bana
Büyüdün elbette yavrum
Ama büyüyeceksin
Daha çook büyüyeceksin.
Biliyorum diyorsun ya bazen bana
Biliyorsun elbette yavrum
Ama bileceksin
Daha çook bileceksin.
Seviyorsun ya,
Hissediyorum seni, sevgimin sevgisini.
Ama seveceksin yavrum
Daha çook seveceksin.
Özlüyorsun ya,
Anlıyorum inan Özge’min özlemini.
Ama özleyeceksin yavrum
Daha çook özleyeceksin.
Ağlıyorsun ya,
Bazen gözyaşı dökülüyor yanağına
Bazen kan damlıyor yüreğine
Ama ağlayacaksın yavrum
Daha çook ağlayacaksın.
Gülüyorsun ya bazen
Kâh gözlerinin içinden, kâh – i gönülden
Güleceksin yavrum
Daha çook güleceksin.
Yanıyor ya bazen gönlün
Yanacak yavrum
Daha çook yanacaksın.
Piştim sanırsın ya bazen kendini
Pişeceksin yavrum
Daha çook pişeceksin.
Daha ben büyümemişken
yaşamadıklarıma göre,
Daha ben cahilken
bilmediklerime göre,
Daha ben sevmemişken her şeyi
sevemediklerime göre,
Daha ben özleyemiyorken
özlem duymadıklarıma göre,
Ağlayacak ve gülecek
bir şeyler bulabiliyorsam
bu yaşımda bile,
Yanıyorsa gönlüm hâlâ daha
bunca yıl yanmasına rağmen,
Ve pişiyorsam bugün bile,
daha çiğim demek ki!
Pişen ekmeği insan bile alırken fırından,
pişen insanı Allah almaz mı dünyadan?
3. 12. 2002 – Salı / Saat:12.30
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:02 PM
Hissediş
Kaba yapı çok inceldi, sese dönüştü.
Ses gittikçe yok oldu, öze dönüştü.
Görmedim onu ama, biraz hissettim.
Önce cisim, sonra ses, sonra öz vardı.
Tarifi yok, mümkün değil, bir şey yok sanki.
Ne bir cisim, ne bir şekil, ne de bir tın.
Tınılar, titreşimler, sonra cisimler.
Ve takiben dünya, insan, hayvan..........isimler.
1997
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:02 PM
İkilem
İte çakala uyma derdi babam
yeni yetme dönemlerimde.
Şaşırırdım ben de,
yaşadığım yer şehir,
ne arar burada it, çakal diye.
Varmış, büyüyünce gördüm onları,
hem de sürüsüyle.
O zaman anladığımdan tek farkı,
bunlar iki ayaklısı.
Yermek için yazmadım bu şiiri,
sakın yanlış anlamayın ha! ..
Acıdığım için yazdım hallerine.
Dua ediyorum Allah’a onlar için de.
Bu ikilemden kurtar onları ya Rab’bim,
ya sevgi ver yüreklerine,
ya da iki ayak daha ver diye.
30. 6. 2000
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:02 PM
İlk İstasyon
Sevgilisinden ayrılmış sevgim.
İpi kesin koparan da kendisiymiş aslında.
Duygu karmaşası içindeydi o gün.
İçimden güldüm kızımı dinlerken.
Ne önemi var be yavrum ayrılmanın sevgiliden,
yeter ki ayrılma sevgiden.
5.4.1984 saat 11.05’te de yaşadın bunu,
doğarken ayrılmıştın gerçek sevgilinden.
Ona dayandı da
buna mı dayanmayacak yüreğin?
Parça buçuk deneyimlerin hepsi hazırlık,
aslında ona doğru gidiyor gönlün
alışarak.
Yeter ki ayrılma sevgiden, yolunu şaşırarak.
13. 10. 2000
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:02 PM
İnsan
Duygularım düğümleniyor bazen boğazımda.
Ne yutabiliyorum onları,
ne de atabiliyorum dışıma.
İfade etmenin de bir anlamı olmuyor,
hisseden olmayınca.
Bazen de kelimeler düğümleniyor dilimde.
Nefesim ittirse de çıkamıyor bir türlü.
Söylenecek çok şey var, biliyorum;
ama söyleyemiyorum,
anlayan olmayınca.
Yalan söyleniyor bazen gözüme bakıla bakıla.
Kızarıyor yüzüm sanki suçlu benmişim gibi.
Öyle değil diye haykırmak istiyorum;
konuşamıyorum bile bir tek kelime,
utanan yüz olmayınca.
“Hayvan yularından, İNSAN sözünden tutulur”
demiş atalarımız.
İNSAN sözünden tutulur.
İNSAN sözünden.
İNSAN...
6. 6. 2000 – Salı
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:03 PM
İtiraf
Zamanı sen var ettin,
bizse ölçüyoruz saatlerle
ve en kısa süresine an diyoruz.
Sen bir “ol” dedin,
yani olmasını diledin,
oluverdi bütün âlem
belki andan da kısa bir zamanda.
Senin kurduğun düzene göre ölçtük,
milyarlarca yıl oldu sen “ol” diyeli.
Bunca zamandır el birliği ettik sanki
dünya üzerindeki bunca deli,
yıkamadık halâ kurduğun düzeni.
28. 2. 2000 – Pazartesi / Saat:01.30
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:03 PM
İyi + Kötü = İnsan
Falan kişi iyi insan derler ya..
Ya da filan kişi kötü.
Şu insana ben çok güvenirim,
Ya da bu insana asla..
Ne kadar anlamsız şeylermiş bunlar.
Peygamberlerin bile düşmanı olmuşken,
Herhangi bir insan, nasıl çok iyi olabilir?
Veya cani bile yavrusu için canını verirken,
Herhangi bir insan, nasıl çok kötü olabilir?
Yoksa peygamberler öcü, caniler mi ciciydi?
Hayır, onlar kendi gerçeklerini ifade ettiler.
Biz onları öyle gördük, kendi gözlüklerimizle,
İşimize geldiği gibi.
Çok iyi tanıyorum, falan kişi cici deme sakın! .
Falan kişi de öcü deme ha! !
Onları cici ya da öcü yapan sensin.
Çünkü öyle görüyorsun onları, kendi gözlüklerinle.
Aslında her insan hem cici hem de öcü.
Ben de, sen de öyleyiz. Unutma,
Daha çok cici olmak istiyorsan,
Besle, büyüt, geliştir o yönünü.
Korkma, öcü zaten ölecek, sen öyle yapınca.
Ve dikkatli ol insanlarla ilişki kurarken.
Onun hakkındaki kanaat gözlüklerini kır,
Ve sadece cici tarafıyla ilişki kur.
Yüreklendir o yanını.
1997
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:03 PM
Kâbus
İçim yanıyor derler, lâf.
İçim ağlıyor derler, o da lâf.
Bunca yıl duydum bu lâfları,
Lâf olmadığını şimdi anladım.
Gerçek ateşte yak beni diye yalvartır Allah’a,
Haykırarak ağlat beni diye yalvartır Allah’a,
Yeter ki içim yanmasın, içim ağlamasın,
Dışım sessiz, sakin dururken dedirtir.
Sen de anlamaya çalışma, anlayamazsın,
Benim bunca yıl anlayamadığım gibi.
Anlamanı da istemem ya!
Anlaşılamıyor ne olduğu, yaşanmayınca.
Yaşamanı asla istemediğim gibi.....
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:03 PM
Kaçak
Terk etmişsin beni, öyle diyor ortak dostlar.
Dünyada ilk terk edilen ben değilim ya!
Hem kimler terk etmedi ki beni bugüne kadar.
Terk et be güzelim,
bir de sen terk et,
kaç yazar.
Ne diyeyim artık olan olmuş,
vazgeçmişsin zaten benden.
Ama daha doğru olmaz mıydı
kendin söyleseydin bunu bana?
Sevdamız başlarken dostlar mı vardı arada?
Ne güzel ve yalındı herşey sevdamızı yaşarken,
sen ve ben,
sadece iki ten.
Birlikteyken yetti de gücün her şeye,
bir eyvallah demeye mi yetmedi terk ederken,
bir eyvallah demeye.
Senden, senin sesinden,
senin gözlerinin içinden,
senin yüreğinden işitseydim keşke bunu.
Söylemeyi bırak,
haykırsaydın hatta yüzüme
'seni terk ediyorum diye'.
Yeter ki deseydin be...
Sıkardım gözlerimi
akıtırdım gözyaşımı yüreğime.
Sana ait kısmını söker yüreğimin
verirdim eline.
Kalmazdı bende hiçbir şeyin,
kalmazdı bende,
merak etme.
Böylesine gidişin,
böylesine kaçışın,
ve bu korkun niye.
Hani sarılır, vedâlaşır, helâllaşırdı sevgililer
ayrılırken gönüllerince.
Hani terk edilen donakalırdı
gözlerini sabitleyerek terk edene,
Terk eden de kayboluncaya kadar gözden
dönüp dönüp bakardı arkasına
ve el sallarlardı biri birilerine.
Böyle okumuştum romanlarda
ve hep böyle görmüştüm filmlerde.
Olmadı be güzelim,
olmadı işte.
Bıraktın gittin ya beni sessizce,
boynu bükük kaldım şimdi bu şehirde.
Boynumu büken beni terk edişin değil,
kaçışındı be kadın,
hem de kahpece.
Hatırlar mısın?
Aşkımızı başlatan,
yüreğimi ilk çalan da sendin,
şimdi bitiren de sen.
Soruyorum kendi kendime,
böylesini hak etmiş miydim ben?
Kan damlasa da yüreğime,
nağmerdim arkandan bir damla gözyaşı dökersem.
27. 1. 2003 - Pazartesi / Saat:11.30
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:03 PM
Kalmak
Ayrılık, birlikte olmamak diye bilinir,
Ya da birlikteliğin bitimi.
Hayır, olur mu öyle?
Gitmekle kalmak arasındaki fark nerede?
Ayrılıklarda bir giden, bir kalan olur.
Sakın kalan olmayagör,
İşte o çok zor.
Giden ben olmuştum bir zamanlar.
Yeni çevre, yeni uğraşlar,
Üstesinden gelinecek sorunlar,
Oyalar seni, biraz da olsa.
Ya kalansan! ! !
Ya kalansan! ! !
Sonrası yok, anlatılır gibi değil.
Ne büyüklük, ne sabırdır ki bu?
Küll, cüz’lerini ezelden beri bekler.
O sabrından bir zerre de bana lûtfet Allah’ım.
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:03 PM
Karalama
Sonsuz bir okyanusa bırakıldım bir noktadan,
küçücük bir sandalla hem de,
geri dönme ve hatta bakma
hakkım bile olmadan.
Önümde bir ufuk çizgisi,
git ha git hiç durmadan,
bir santim bile yaklaşmak olanaksız.
Gerçi yaklaşıyorum ufuk çizgisine zaman zaman,
ya da belki ufuk çizgisi yaklaşıyor bana,
ama hava bozukken.
Bu defa da dalgalar oluyor,
git gidebilirsen.
Bırak gitmeyi,
sandalı devirmediğime şükür.
Dalgalar yok oluyor, duruluyor okyanus,
ufuk çizgisi yine uzaklaşıyor.
Biliyorum, ufka bir zerre dahi yaklaşamadan
alınacağım yine bu okyanustan,
eskiyen sandalımı okyanusa terk ederek.
Ben mi? Ben, zaten ben.
Sandal, beden.
Okyanus, sonsuz yaşam.
Bırakıldığım noktadan öncesi geçmişim,
bilemediğim.
Alınacağım noktadan sonrası ise geleceğim,
göremediğim.
İkisinin arası ise yaşadığım bu yaşam.
Ufuk çizgisi,
yaşamımda tahayyül edebileceğim son noktam,
belki de sonraki yaşamıma
başlayacağım ilk noktam.
Sonuç olarak bu karalamanın özeti,
ezelden ebede devam ediyor yaşam.
19. 3. 2001 – Pazartesi
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:03 PM
Katliam
Demokrasi ve insan hakları
götüreceklermiş oraya.
Bunun için
atılıyormuş bombalar Irak’a,
yağdırılıyormuş füzeler Bağdat’a,
yok kuşatılmışmış Nasıriye,
hatta işgal edilmiş Um Kasr.
Bırakın bu safsataları.
Bırakın bu kandırmacaları.
Kim inanır size emperyalistler,
karnı tok, gözü aç kapitalistler.
İnsanlık işgal ediliyor, insanlık.
İnsan hakları kuşatılıyor orada.
İnsanlara yağıyor o füzeler,
canlar alıyor.
Ve yüreğime düşüyor o bombalar.
İnsanlar aç,
insanlar susuz,
insanlar uykusuz.
İnsanlar evsiz, barksız.
Çocuklar yetim,
ana babalar çocuksuz.
Korku içinde o insanlar be gülüm.
Öyle bildiğin korkulardan değil bu,
ölüm korkusu, ölüm.
Ne önemi var ülkesinin adının,
hangi soydan geldiğinin
ve kim olduğunun
ne önemi var?
İnsan onlar, aynı benim gibi.
İnsan onlar, aynı senin gibi.
İnsan be onlar, aynı bizim gibi.
Senin yüreğini parçalamıyorsa
oraya atılan bombalar,
Senin beynini dağıtmıyorsa
o masum gibi gösterilmek için
“akıllı” denilen füzeler,
Orada öldükçe insanlar
kopmuyorsa senin de canından bir parça,
Ve utandırmıyorsa seni insanlığından
o insanlara yapılanlar,
Ya onlar insan değil,
ya da sen...
1. 4. 2003 - Salı / Saat:11.30
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:03 PM
Kaybedilen Değer
Yaşayabiliyor musun,
Yaşama başladığın noktadaki şeylerinle yetinerek?
O zaman iraden mi vardı?
Belli bir gelirin mi vardı?
Malın, mülkün mü vardı?
Sosyal statün mü vardı?
Hayır, hiçbirisi yoktu elbette.
Ama yine de ihtiyaçların karşılanıyordu,
Hem de çok iyi bir şekilde.
Yaptığın tek şey,
Kendi gerçeğini ifade etmekti,
En doğal haliyle.
Hatırlayabildiğin kadar geriye dönsene şöyle bir.
Yaşamının en mutlu kesiti değil miydi o yıllar?
O çocukluk yılları.
Nesnel olarak, üzerindeki giysinden
Ve tok karnından başka bir şeyin olmamasına rağmen.
Neyle örtündüğünün,
Neyle doyunduğunun önemi bile olmadan.
Acıkınca, yiyecek bulup bulamayacağını bilmeden hem de.
Neydi seni o derece mutlu eden,
Bir düşünsene.
Ya da, hatta asıl önemlisi,
Nedir seni o kadar mutlu olmaktan alıkoyan bugün?
İstersen, asıl onu bir düşün.
5.11.1997
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:03 PM
Kaynak
Güneş doğar mıydı zannediyorsun,
Yağmur yağar mıydı,
Rüzgâr eser miydi acaba,
Hatta, döner miydi dünya,
Aşk olmasaydı?
Farkın yok ki senin de dünyadan.
Sevmeseydin hiç bir şeyi,
Gönül vermeseydin hiç bir şeye,
Kısacası, âşık olmasaydın,
Sen, sen olur muydun?
Döner miydi başın,
Bazen sızlar, bazen coşar mıydı gönlün,
Eser miydi içinde fırtınalar,
Kalbin çarpar mıydı yerinden fırlarcasına,
Akar mıydı gözyaşların,
Veya güler miydi gözlerinin içi,
Dahası, anlayabilir miydin yaşadığını,
Anlayabilir miydin varlığını,
Aşk olmasaydı?
Koca evrenin bir özetisin sen,
Dön içine de gör onu.
Aşk olduğu için varsın sen,
Aşk olduğu için var evren.
3.3.1998 - Salı
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:03 PM
Kendini Zincirlemek
Ne çok olanaklara sahip bugün insanoğlu.
Teknolojik nice araç ve gereçlere.
Bunları, çocukluğunda hâyâl bile edemezdi belki.
Biz çocuklarına,
Çocukken şöyle derdi rahmetli babam.
Benim çocukluğuma göre,
Siz padişah çocuğu gibi yaşıyorsunuz.
İnanmazdık buna, güler geçerdik.
Bunun neresi padişah çocukluğu diye.
İçimizden tabi ki.
Ama, bilemiyorduk o zaman,
Babamın yaşadığı çocukluk dönemini.
Şimdi hâlâ daha bilemediğimiz gibi.
Çünkü, o dönemi biz yaşamamıştık
Ve hiçbir zaman da yaşayamayacaktık.
Babam 1327, yani milâdî takvime göre 1911,
Ben ise 1958 doğumluydum.
Ancak, şimdi çok iyi bildiğim şu ki;
Kendi yaşadığım çocukluk
Ve şimdi çocuğumun yaşadığı çocukluk.
Şimdi benim çocuğum
1984 doğumlu olmasına rağmen,
Benim çocukluğuma göre,
Gerçekten padişah çocuğu gibi yaşıyor.
Şimdi anlıyorum, babam haklıymış,
Hem de çok çok haklıymış.
1911 – 1958 arasındaki farkın yanında,
1958 – 1984 arasındaki farkın sözü mü olur?
Ama, 1958 – 1984 arasında bile çok fark var.
İki divan – bir kilim deyimi gibiydi
Bizim çocukluk yaşantımız.
1964 yılında dinledim radyoyu evimizde.
Lambalı türünden, kocaman.
1965 yılında buzdolabımız oldu.
1971’de de çamaşır makinası alındı,
Merdaneli olanlardan.
Televizyon evimize 1972 yılında geldi,
Ben 14 yaşındayken.
Çocuğumun televizyon izlediği yaşta,
Ben televizyonun adını dahi duymamıştım.
İlk takım elbiseyi ve iskarpini 1969’da giydim.
İskarpin ısmarlama yapılmıştı, hiç unutmam.
Ortaokula başlayacak ağabeyime alınırken
Alınmıştı bana da.
Yoksa onu da görmezdim 1971’e kadar.
Yani, kendim ortaokula başlayıncaya kadar.
Otomobil görmüştüm ama,
Kendimizin olacağını hâyâl bile edemezdim.
Çünkü, ufak tefek esnafın bile değil,
Büyük iş sahiplerinin otomobili vardı ancak.
Bırak, aylıkla yaşayanlar şöyle dursun.
Bilgisayar mı?
Aklını başına al, sen ne diyorsun?
Bu kelime neyi ifade ediyor,
O da ne demek? Biz çocukken.
Gerçi biz çocukken, dünya uzay çağındaydı.
1967’de aya ilk insan ayağı basmıştı.
Ama, bizim gerçeğimiz böyleydi işte.
Vesaire – vesaire.
Eğer istiyorsan bir ton örnek de kendin ekle bunlara,
Kendi çocukluğundan.
Bırak nesiller arası çocukluk dönemlerini,
Ben, bugün, öyle bir yaşam düzeyindeyim ki,
Bunu çocukken hayal bile edemezdim.
Çünkü, yoktu bugünkü teknoloji o zaman.
Olmayan şeyi nasıl hayal edebilirdim.
Ama tüm bunlara rağmen,
Zannediyorum babalarımız bizden,
Biz de çocuklarımızdan,
Çok daha mutlu yaşadık çocukluk dönemlerimizi.
Evet, bugün, tüm bu olanaklara rağmen,
Yine de çok mutsuz insanoğlu.
Neden acaba?
Teknolojiyi, insan onuruna yakışmayacak
Bir şekilde mi kullanıyoruz?
Yoksa kendi var ettiğimiz teknolojinin
Esiri olduk da, o mu bizi kullanıyor artık?
Ne dersin?
23.6.1998 – Salı
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:04 PM
Kırkbeş Yaş
Yaş kırk beş, yolun neresi eder bilmem.
Aslını sorarsan bilmek de istemem.
Gözümde yakın gözlüklerim,
saçımda aklarım,
elimde şiirlerim
ve beynimde anılarım.
Gezerken anılarımla zihnimde
kâh on yedi oluyor,
kâh on sekiz oluyor yaşım.
Bazen sıçrayıveriyor kırka,
bazen düşüveriyor on dokuza.
Aklım başımdan beş karış yukarı
çıkıveriyor birden
ve kesiliyor ayaklarım yerden.
Sonra gülle gibi düşüyor
ve ayaklarım leş gibi basıyor yere,
sırtımda dünyanın yüküyle birlikte.
Yaş kırk beş, yolun neresi eder bilmem.
Aslını sorarsan bilmek de istemem.
Gözümde yakın gözlüklerim,
saçımda aklarım,
başımda kelim,
fıtık olmuş belim
ve ağrıyor dizlerim.
Bu halimde bile
yaşamaktan keyif almak
hâlâ fikrim.
Yolun neresi eder bilmem kırk beş yaş ama,
bildiğim şu ki;
yaşlanmıyor (yaşlanmamalı da) zihin,
yaşlanmıyor (yaşlanmamalı da) gönül
beden yaşlansa da.
1. 7. 2003 – Salı / Saat:13.30
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:04 PM
Kuşlar
Dokuz yıl kadar Sincan’da oturdum.
1986 - 1995 yılları arası.
Evimiz, tren istasyonuna yakın bir yerdeydi.
İstasyon Mah. Derya Sok. 6/2.
İş yerim ise, Yenişehir tren istasyonunun hemen yanı,
Hacettepe Hastanesi.
Bu yüzden, banliyö trenini kullanırdım
İşim - evim arasında.
Güz mevsiminde bir sabah, Sincan’dan trene bindim.
Ayakta kalmıştım, oturma yerleri dolu olduğu için.
Yüzüm güney yönüne dönük,
Dışarıyı seyrederek işime gidiyordum.
Hava-Behiçbey istasyonları arası, araziler boştu,
Orada, tahıl tarımı yapılırdı hep.
O sıralarda buğdaylar biçilmiş,
Tarlada, altın sermiş gibi yatıyorlardı.
Yıldırım tren istasyonuna yaklaşıyorduk ki! ..
Bir kuş sürüsü, karabulut gibi indi tarlaya.
Ben diyeyim üç bin, sen de beş bin.
Ama, inanın kara bulut gibi.
Bir kısmı uçuşuyor, bir kısmı tarlada,
Sonra diğer bir kısmı uçuşuyor,
Yine diğer bir kısmı tarlada.
Kahvaltılarını yapıyorlardı besbelli.
Afiyet olsun hepsine.
Her bir kuş, beş buğday tanesi yemiş olsa! .
Beş çarpı beş bin, eder yirmi beş bin tane.
Yirmi beş bin buğday tanesi, bilmem kaç kilo eder.
Onu da var sen hesapla.
Sahibinin haberi bile yok, belki mışıl mışıl uyuyor.
Buğdayı ambarına koymuş olsaydı,
Bir teneke buğdayı döker miydi acaba sokağa?
Kuşlar yesin diye! ...
Veya, bir muhtaca bir teneke buğday verir miydi?
Zannederim biraz zor verirdi...
Gibilerinden aklıma düşünceler üşüştü.
Sonra, hepimizin birer buğday tarlası olduğunu hatırladım.
Yani, geçimimizi sağladığımız gelirimiz.
O gelirimden muhtaçlara ne veriyorum?
Diye sordum kendime.
Yüzüm kızardı, ateş bastı, kendimden utandım.
Veriyordum elbette, ama,
Verdiğimin kıymeti neydi tarlamın yanında?
Hiç! ! ! ! !
Vermem gerekip de vermediğim varsa şayet,
Tarlamdan kuşlar onu alıp götürüyorlardı nasıl olsa.
Haberim bile olmadan, mışıl mışıl uyurken,
Hem de ayakta..
O halde, buğdayımı kuşların önüne dökmeliyim dedim.
Kendi irademle, kendi ellerimle.....
1997
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:04 PM
Küllenmiş Sevda
Ne sevdaydı be güzelim sana duyduğum,
ne sevdaydı.
Kerem’in aştığı dağlar hiç kalırdı,
Mecnun’un geçtiği çöller hiç...
Ve Leyla’ya sevdasıysa
Mecnun’un yüreğindeki çöl sıcaklığı,
senin sevdan cehennem ateşiydi
benim yüreğimde.
Ne sevdaydı be güzelim sana duyduğum,
ne sevdaydı.
Ömrümde ilk merhabayı demiştim
rakı şişelerinin dibine,
hasretindi adı.
Yüreğimden taşan coşku’nu boşaltmak için
attığım nârâlardan nice dağlar yıkılmıştı.
Ne kadehler kaldırmıştım şerefine,
ne kadehler.
Aradan sanki bir ömür geçmişken
ve ben öylesine değişmiş,
öylesine değişmişken;
yanacak közü bile kalmamışken
yüreğimdeki cehennemin
sevdandan yana,
ve savrulup dağılmışken sevdanın külleri
yaşam fırtınalarıyla,
yine rastladım sana bu koskoca dünyada.
Belki demiştim gözgöze geldiğimiz an;
belki o da değişmiştir,
değişmiştir de,
hiç olmazsa savrulan külleri karışır sevdamızın.
Olmadı be güzelim, olmadı,
o da olmadı
Sen yine aynıydın, sanki dün bırakmışım gibi.
Geçip gittin yanımdan, selâm bile vermeden.
Dönüp baktım arkama,
sen dönüp bakmadın bana.
Baksaydın görecektin
nasıl boğulduğumu gözyaşlarımda.
(Bir merhabalık hatırı da mı yoktu yaşananların?)
Olmaz olsun dedim,
keşke rastlamasaydım sana.
Ne sevdaydı be güzelim sana duyduğum,
ne sevdaydı.
Umarsızca geçip gittin ya yanımdan,
arkana bile bakmadan.
Oturdum sevdamın savrulmuş külleri üzerine
kuytu bir meyhanede,
yine kadeh kaldırıyorum bu akşam.
Ama bu defa şerefine değil be kadın,
********liğine, inan.
18. 12. 2002 – Çarşamba / Saat:13.10
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:04 PM
Lisan
Ses! ..
Bir cismin titreşimi,
tüm maddenin biri biriyle iletişimi,
kâinatın ahenk içinde işleyişi.
Kuantum alanlar titreşiyor,
atomlar titreşiyor,
her bir hücre de titreşiyor,
hücreler grubu olan yapılar da.
Ve elektrik-elektromanyetik dalgalar yayıyorlar etrafa.
Beyin gibi meselâ,
Alfa – Beta- Teta ve Gama.
Niye duyamıyoruz bu titreşimlerin sesini?
Yani işitemiyoruz evrenin bize dediklerini.
Niye birkaç yüz kelimeye hapsediyoruz iletişimimizi?
Konuşmayla haberleştiğimizi zannederek
niye kandırıyoruz, niye sınırlıyoruz kendimizi?
İcat etmeseydik keşke lisan denilen dili.
Eminim ilk üremede yoktu lisan.
Tüm evrenle birdi o zaman insan.
Aklımız var ya bizim icat ettik lisanı,
sadece evrenden değil,
insandan da kopardık insanı.
27. 9. 2000
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:04 PM
Liyâkat
Taş yerinde ağırdır derlerdi,
Ben de gülerdim.
Taş her yerde aynı ağırlıktadır diye,
Kütlesi değişmedikten sonra.
Ama, gerçekten taş yerinde ağırmış.
Çünkü, onu yerinden ilk oynatmak zormuş.
Sonrası kolay, yuvarla gitsin.
Söz de yerinde ağırdır, anlamlıdır.
En güzel sözü bile, yerinde kullanmazsan eğer,
Yazık olur o söze, hafifleyiverir.
İçki sofrasında Allah diye bağırmakla,
Aşkından yanarak Allah diye bağırmak bir mi?
İş ehli de mesleğinde ağırdır.
İşi, ehil olmayana vermeyegör.
O iş de, hafif olur gider.
Fırıncının yaptığı ekmekle, marangozun yaptığı bir mi?
İyisimi, hamura da yazık etme, marangoza da.
Yerinden oynatılan taş misali,
Her dilde, anlamı bozulan iki sözcük.
Tanrı ve Sevgi.
Yerine koy bu taşları, ama tam yerine,
Kâinatlar yaratsın sana.....
1997
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:04 PM
Mahkûm
Çarpıyor bir kuş yüreği,
hapsedilmiş kafes içinde.
Ötüşü bir hoş,
uçuşu bir hoş geliyor hapsedene.
Özgür olsa kuş,
kanatları ülkeler katedecek,
ötüşü dağları delecek.
Oysa şimdi yürekleri.
Ama hapseden mutlu,
delinmiyor yüreği.
Aksine eğleniyor,
sapık mıdır bu nedir?
Kuş ötüyor zannetme uçarak.,
o ağlıyor çırpınarak.
Belki yine de şükrediyor haline,
Deniz’lere bakarak.
3. 5. 2001 - Perşembe
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:05 PM
Marko Paşa'ya Mektup
Yenemedim kendimi,
yenemedim bir türlü.
Hırsızlığa, haksızlığa,
tembelliğe, aptallığa,
döndürülen dolaplara,
insanlık halidir, olabilir ya
diyemedim bir türlü.
Hem insanlık, hem hırsızlık,
hem insanlık, hem haksızlık,
hem insanlık, hem tembellik,
hem insanlık, hem aptallık,
kabul edemedim bir türlü
bu nasıl insanlık?
Kabul edemedim,
kendimi yedim hırsımdan.
Kabul edemedim,
çevremi kırdım hırsımdan.
Çok anlattım insanlara
sakin sakin, güzel güzel,
bağıra bağıra, kıra kıra.
Bırak anlatmayı
tepkimden anlasalar ya.
İstediğim basitçe insanlık,
insan değil mi bunlar ya? ..
Bu konularda kendimi yenmek,
kabul etmek olmaz mı? Ha! ..
Yenemedim kendimi.
Bu acizlikse
ben acizim Paşam.
Yenemedim hırsımı,
beni kimse anlamadı.
Son durağım sen oldun,
bari beni sen anla
sevgili Marko Paşa.
1. 7. 2001 – Pazar / Saat: 01.45
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:05 PM
Mirasyedi
Biliriz ya Sevr vardı gırtlağımızı sıkan,
kurtardı bizi bundan Lozan.
Demişlerdi ya Lozan’da İsmet Paşa’ya,
getiririz sizi yine kapımıza.
Paşam, gelirsek elinizden geleni yapın,
demişti Avrupa’ya.
Küçümseyerek cephede yapılan savaşı,
istiklâl savaşı sonrası
haykırdı Meclis’te Atam.
Kastederek kalkınma ve medeniyet savaşını,
‘Asıl savaş şimdi başlıyor,
tek bir şeye ihtiyacımız var,
o da çok çalışmak’ dedi.
Gitmemek için Avrupa’nın kapısına
bir dilenci gibi.
Ve baldırı çıplak Türkiye’m
düşmedi dilenci durumuna.
Aç kaldı, açık kaldı ama
gitmedi Avrupa’nın kapısına.
Çalıştı Türkiye’m,
genç, yaşlı, kadın, erkek hepsi de,
karnım aç,
üstüm açık demeden çalıştı.
Hem de çok çalıştı ve üretti.
Onuncu yıl marşında denildiği gibi:
‘otuzüçte on milyon genç yetiştirdi her yaştan,
demir ağlarda ördü anayurdu dört baştan’.
Sonra bizler geldik Türkiye’nin başına.
Tek bir damla terimiz yoktu kurulan bu yapıda.
Miras bulmuştuk ya koca vatanı,
çekiştirdik sağından solundan
yakasını, paçasını,
har vurup harman savurduk hazine kasasını.
Şimdi mumla arıyoruz Sevr antlaşmasını.
Sevr’den tek farkı günümüzün,
teknolojiyi kullanıyor olması gelişmiş ülkelerin.
Fiilen işgâl etmiyorlar artık Türkiye’mi,
uzaktan kumanda ile yüzdürüyorlar gemilerini.
31. 1. 2002 – Perşembe
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:05 PM
Mutlu Bir Dünya İstiyorum
Yeni bir dünya var dediler,
Bencilliğin, kötülüğün ardında.
Yeni bir dünya var dediler,
Herkes çok mutluymuş orada.
Bu dünyaya uçakla, otomobille gidilmez,
Çünkü bizlerden çok, çok uzaklarda.
Ömür boyu yürüsen varamazsın oraya,
Kendini iyiliğe adamadıktan sonra.
Bu dünyaya gitmek istersen göreceksin,
Yolları taş, uçurum, diken dolu.
Şose değil! !
İşte bu yol, bizler için geçilmesi bu kadar zor,
Bencillikten, kötülükten kurtulmuş,
Mutluluk, insanlık yoludur.
İşte, böyle mutlu bir dünya istiyorum.
Bu dünyayı bizler kuracağız el ele vererek.
Taş, uçurum, diken dolu yolları kolayca geçmek istiyorum,
Kötülükten arınmış kalplerimizi birleştirerek.
1975
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:05 PM
Mutluyum Ben
Hayatı senle sevdim, senle anladım.
Mutluluğu sadece sende var sandım.
O güzel gözlerine nasıl aldandım.
En derin yaraları ben senden aldım.
Gençliğim, güzel çağım, senle mahvoldu.
Yaşanacak yıllarım senle kahroldu.
Kalbim mutluluğu bak nerde buldu.
Bak sen yoksun, hatıran yok.
Oysa mutluyum ben.
Nasıl sevmiştim seni hatırlar mısın?
Güler geçerdin bana umursamazdın.
Ağlar, sızlar, yanardım, merhem olmazdın.
Şimdi ben o günleri, güler anarım.
Gençliğim, güzel çağım, mahvoldu gitti.
Kalbimi aşkın değil, tavrın mahvetti.
Sana olan sonsuz aşkım inan ki bitti.
Bak sen yoksun, hatıran yok.
Oysa mutluyum ben.
Kıymetimi bilseydin sen zamanında.
Sevgimi anlasaydın sevdiğim anda.
Gülünce güller açardı al yanağında.
Mutlu yıllar yaşardık ömür boyunca.
Gençliğim, güzel çağım, mahvolsa bile.
O yıllarım geçmişse, her an ahh ile.
Acıları unuttum, ben güle güle.
Bak sen yoksun, hatıran yok.
Oysa mutluyum ben.
Bak şimdi benim de bir sevenim var.
Kalbim mutluluk dolu, gönlüm bahtiyar.
Acıları bir bir sildi geçen şu yıllar.
Mutlulukla yaşanacak nice yıllar var.
Gençliğim, güzel çağım, mahvoldu diye.
Zehir etmem hayatı kendi kendime.
Yaşamaya bakarım beni sevenle.
Bak sen yoksun, hatıran yok.
Oysa mutluyum ben.
1981
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:05 PM
Nalıncı Keseri
Ne yontarsın kendine nalıncı keseri gibi?
Kazandığını mı sanırsın? Be kültürlü serseri.
Sen o, o da sensin, anlamaz mısın bunu?
Verdiğin sana gelir, yonttuğun gider geri.
Nesnel-öznel hiç fark etmez, hepsinde budur kural.
Söylediğin yankılanır, gelir kulağına dolar.
Sözü kime söylediğinin artık ne önemi var.
Anla artık bunu dostum, etmesene dünyanı dar.
Kimse hayran değil inan, senin gözüne-kaşına.
Ben ben diyerek bir gün kalırsın yalnız başına.
Herkesin toplandığına bakma, ölünce musalla taşına.
Gömdükten sonra uğramazlar mezarının başına.
Maddenin zekâsını öğrenmektir gerçek bilgi.
İnsanın evrene kucak açışıdır mutlak sevgi.
Tüm varlıklara bir merhaba’dır içten ilgi.
Bunlarla arana çizme sakın, ince de olsa bir çizgi.
12. 9. 2000
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:05 PM
Nice Onyedi Yıllara
İyi ki doğdun yavrum,
doğdun iyi ki.
5 Nisan 1984 – Perşembe ve saat 11.05.
Şimdi aynı gün, aynı saat, yıl 2001.
Tam onyedi yıl, dakikası dakikasına.
Geç aynanın karşısına da bak kendine,
ne kadar büyüdüğünü anla.
Ama ben hep aynı boydayım
sen doğduğundan beri.
Dış görüntüm değişmiş olabilir
senin gibi.
Ve sen buna yaşlanma diyebilirsin
yanılarak.
Seninki büyümek de,
benimki niye yaşlanmak?
Evet yavrum, ikimiz de büyüdük.
Sadece benim seni büyüttüğümü mü sanıyorsun.
Hayır, sen de beni büyüttün.
Birlikte büyüdük, olgunlaştık,
sen, annen ve ben.
Sen, doğal süreç içinde istemeden,
bizse istediğimiz kadar.
Evet, artık sen de büyüdün.
Bundan sonra da büyüyeceksin ama,
artık sen de istediğin kadar.
Küçükler enerjilerini
yeni şeyler öğrenmek için harcarlarken,
büyükler alışkanlıklarını korumak
için harcarlar.
Sen sen ol
düşme sakın bu yanılgıya.
Büyümek değişmektir
iyiye, güzele doğru.
Büyüyünce de cesaretin olmalı büyümeye.
İyi ki doğdun yavrum,
gerçekten iyi ki doğdun.
Kendi doğal sürecin içinde
beni de büyüttün onyedi yaş.
Sürekli bu hızla büyümen dileğiyle
kaldırıyorum kadehimi,
hep birlikte belki bir ya da iki onyedi yıla daha;
ama sana daha nice onyedi yıllara.
5. 4. 2001 – Perşembe / Saat: 11.05
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:05 PM
Niyetin Ne?
Tüm içtenliğinle sor kendine;
Niyetin var mı insanlarla geçinmeye?
Ama, tüm içtenliğinle.
Düşündüğün ve yapmak istediğin ne olursa olsun,
Gerçekleştiğinde o, insanlığın olmayacak mı?
İnsanlar yararlanmayacak mı ondan?
O halde, insanlar için bir şeyler yaparken;
Falanca üzerine düşeni gereğince yapmıyor,
Filanca kayıtsız davranıyor,
Şu kişi ekip çalışmasını beceremiyor,
Bu kişi uyumlu değil,
Hatta fişmanca buna engel oluyor
Vs. vs. gibi düşüncelerin anlamı ne?
Sen, zaten yapmak istediğini
Onlar için yapmıyor musun?
O halde, niçin üzerlerine düşeni yapmasınlar
Kendileri için?
Kaale al insanları.
İdrak ettir onlara,
Onlar için ne yapmak istediğini.
Motive et onları, yüreklendir.
Ama, önce kendin inan tüm kalbinle
Ve inancını hissettir onlara, her şeyinle.
İnsanlarla kavga ederek bir yere varamazsın.
Onlara rağmen, onlar için bir şeyler yapamazsın.
Tabi ki herkes seninle aynı fikirde olmayacaktır.
Bu, çatışmayı gerektirmez ki!
Çatışmanın nedeni zıtlıklar değil, zayıflıklardır.
Düşündüklerini yaparken gücün yetersiz kaldığında,
Yeni bilgilere ihtiyacın var demektir, unutma.
Nesnel ve/veya öznel.
Çünkü, bilgi vardır gücün temelinde.
Bütün bunlara rağmen,
Hâlâ mı olmuyor istediğin gibi?
O halde içine dön
Ve sor kendine tüm içtenliğinle,
Amacım ne diye?
Yoksa, amacın, insanları kullanarak
Kendin için bir şeyler yapmak mı?
Ya da, en masumane haliyle
Kendi güdülerini tatmin etmek mi?
Lütfen sor bunları kendine.
Ama, tüm içtenliğinle.
24.9.1998 – Perşembe
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:05 PM
Öğüt
Çok küçüksün be küçüğüm.
Yaşın büyük, boyun büyük belki
ancak, gönlün küçücük,
dünyan küçücük.
Gönlüm açarken kollarını
sarmak için gökleri,
Beynim durmadan gezerken
kavramak için evreni,
Sense saplanmış kalmış
bir beni istiyorsun,
beni.
Yetiyorsa sana eğer,
al senin olsun
“ben denilen teni”.
Ama alamaz, mümkünü yok alamaz,
benim sevgim incitir, acıtır,
parçalar yüreğini.
Sığdıramazsın dünyamı dünyana,
sığdıramazsın beni.
İyisi mi bırak,
bırak kalsın olduğu gibi.
Ne sen zorla bendini,
ne de ben daraltayım çemberimi.
13. 6. 2003 - Cuma / Saat: 12.30
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:06 PM
Özlem
Gözlerimi yeni bir güne daha açtım.
Güneş ışığı perdenin arasından odama sızıyordu.
Perdemi aralayarak biraz dışarı baktım,
Herkes bir şeyler yapıyordu, kimi acı - kimi tatlı.
Ama ben yatağımdan kalkmak istemiyorum bu sabah.
O aynı rüyâyı tekrar görmek istiyorum.
Benim görmek istediğim manzara bu değil.
Bu iğrenç, bu korkunç, bu aşağılık manzara değil.
Rüyamda gördüğüm, özlemini duyduğum,
Mutlu dünyayı görmek istiyorum tekrar.
Kimsenin kimseye kötülük etmediği,
Kimsenin kimseyi öldürmediği,
Kimsenin, şahsî çıkarları için halkı kemirmediği,
Kulun, kula kulluk etmediği,
Sen bizden değilsin diye başların ezilmediği,
Adam tutulmadığı, torpilin geçmediği,
Vergi kaçırılmadığı, rüşvet yenmediği,
Mahkeme, cezaevi gibi yerlere lüzum görülmediği,
Bencilliğin hüküm sürmediği,
Göklerinde kardeşlik rüzgârlarının estiği,
Sularının mutluluk şarkısı söylediği,
Tüm halkının el ele vererek gülüp eğlendiği,
Tüm halkının el ele verip her zorluğu yendiği,
Mutlu dünyayı görmek istiyorum tekrar.
Gözlerimi yumuyorum, uyuyamıyorum bir türlü.
Bu iğrenç manzaraya gireceğim bugün de.
İstesem de – istemesem de..........
1976
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:06 PM
Paylaşmak
Paylaşmak,
Bölmek bir bütünü parçalara.
Dağıtmak her parçayı, kısım kısım, ufak ufak.
Ve elde kalan ufak bir parçayla da yetinmek.
Artan kısmı dağıtmak değil ha! !
Artan kısmı, hayvanlar da bırakır gider.
Dikkat et, ihtiyacın olandan dağıtmak,
Ve kalanıyla yetinmek.
Bunun adı miskinlik değil, yanlış anlama.
Yeter bulmaktır, hissetmeye çalış.
Yoksa, enayilik mi dersin buna?
Evet, zaten bu hep böyle bilindi.
Paylaşılırsa bitecek,
Paylaşılmazsa bir ömür yetecek zannedildi.
Ama yanıldı, yanılıyor da hâlâ insanoğlu.
Varlığı, başkalarının onunla paylaşmasındandı
Farkında olsa biraz!
Dünyadaki pastanın miktarı belli, hep sabit.
Ona da bu pastadan düşmedi mi o pay?
Öyleyse, kendisi niçin vermez?
Hoş, nasıl olsa alınır o, ondan ama,
Kendi iradesiyle niçin vermez?
Yazdıklarıma mistik şeyler deme sakın..
Hiç bir şey yoktan var, vardan yok olmaz,
Sadece biçim değiştirir.
Gerçeğini bulmadı mı Einstein?
Entelektüel geçiniyorsun ama,
Anlayamamışsın hâlâ bu bilimsel gerçeği.
Sen ne mistik, ne de entelektüelsin.
Aslında ne olduğunun sen de farkında değilsin.
Bilim, tabiatın sırrını çözmek değil mi,
Milyarlarca yıl önce var olan tabiatın?
Yeni şeyler bulmak değil bilimin yaptığı.
Milyarlarca yıldır var olan şeyin henüz farkına varmak.
Düşünsene, yeryüzündeki su
Buharlaşarak kendini güneş ısısına teslim etmese,
Gökyüzündeki nem,
Yoğunlaşarak yeryüzünün kurak yerlerine inmese,
Ne olurdu dünyanın hali?
Senin mevcutlarından bir kısmı da buharlaşsın ki,
Onlara ihtiyacı olan yerlere yağsın.
Diğerlerinin buharlaşan mevcutlarından da,
İhtiyacın olanlar sana yağsın.
Unutma, ağaç budandıkça daha iyi meyve verir.
Budamazsan, nasıl olsa, yağmur-dolu-kar- kırar dallarını.
Hatta gün gelir, fazla meyvesi kayırır kendi dallarını.
Ağacın verimsizleşir, kökten kurur.
Kendi ağacını kendin buda ki,
Taze ve bol meyve versin sana.
Baraj, suyunu hiç salmasa ne olur?
Bendi yıkılır
Veya onu besleyen sular yatak değiştirir,
Daha alçak yerlere akar değil mi?
Düşünsene, seni mutsuz eden,
Bendinin zorlanmasından, yıkılmasından,
Beslendiğin suyun yatak değiştirmesinden başka ne?
Sal suyunu, korkma bitecek diye.
Sal ki, dağdan gelen tertemiz ve taze sular,
Bendini zorlamasın, yıkmasın.
Seni besleyen kaynaklar, yatak değiştirmesin.
Sana huzur ve mutluluk versin.
6.12.1997 - Saat: 13.00
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:06 PM
Pergel
Bir pergelin ayakları gibi
olmalı birliktelikler.
Bir ayak basmalı yaşamın tam özüne
sapmadan bir milim bile,
diğer ayak durmaksızın
dolaşmalı tüm evrende.
Roller değişilmeli zaman zaman
ve ayaklar uzaklaşmalı
biri birinden olabildiğince.
Hatta ayağın biri bir alemdeyken,
diğeri olabilmeli
bir başka alemde.
Buna rağmen ilişki hiç zayıflamamalı,
edinilen bilgilerin paylaşıldığı
ve ayakların biri birine bağlandığı
“sevgi” isimli
o en üst düzeyde.
3. 11. 2003 – Pazartesi / Saat: 05.30
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:06 PM
Sanal Âlem
Evrensel zekâ var etti evreni.
Aynı zamanda evren içindeki yerküreyi.
Sonra da Havva ile Adem’i.
Alın, bütün evren sizin dedi.
Önce insanı var edip, sonra vermedi evreni.
Önce verdi her şeyi, insanı sonra var etti.
Bunun için ne para, ne de pul istedi.
Velhasılı evreni insanoğluna lûtfetti.
Ne akla hizmetse parselledik dünyayı.
Yetseydi gücümüz tapulardık Mars’ı ve Ay’ı.
Bedava bulmuştuk ya baştan koca dünyayı.
Şimdi bedelsiz yiyemiyoruz bir tek meyvayı.
Sanal âlemler var ya, bizimki gerçek âlem.
Belki sanallar gerçek, gerçekler sanal âlem.
İşine nasıl gelirse öyle anla bu sözü.
Tüm evreni de soksan doymaz insanın gözü.
İlk başta vardı ya her şey, yoktuk biz.
Kalacak yine her şey, ama olmayacağız biz.
Sahiplendiğimiz şeylerde de bırakamayacağız iz.
Niye yaşıyoruz ki? İşte sana en büyük giz.
10. 10. 2001 – Çarşamba / Saat 12.00
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:06 PM
Sapma
Umrumda değil
ne ekmek parası
ne de yarın kaygısı.
Önce bir lokmaya muhtaç ettik,
sonra da bir lokma için
yok ettik insanlığı.
Kalmadı insanın insana
ne sevgisi, ne de saygısı.
20. 5. 2002 - Pazartesi / Saat:15.00
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:06 PM
Sen
Seni düşünüyorum zaman zaman.
Ne zaman mı?
Ben de bilemiyorum onu.
Belki her zaman,
Kimbilir, belki de her an.
Çünkü, sen olunca düşünülen,
Sanki yok oluyor zaman.
Seni hissediyorum içimde.
Her bir hücremde, kıpır – kıpır,
Sevgi ve zekâ dolu, sımsıcak.
Daha daha nasıl mı?
İşte, onu ben de bilemiyorum.
Çünkü, sen olunca hissedilen,
Bende olmuyorum ki ben.
Seni çalıyorum bağlamamla, udumla.
Mızrap mızrap, tel tel, perde perde,
Ses ses, nota nota.
Nasıl mı yapıyorum bunu?
Kendiliğinden oluyor sanki.
Çünkü, sen olunca seslendirilen,
O sesler akıyor ellerimden.
Seni yazıyorum hep kâğıtlara.
Kelime kelime, satır satır,
Cümle cümle, şiir şiir.
Nasıl mı?
Hiç farkında değilim ki onun.
Çünkü, sen olunca yazılan,
Dökülüyor kâğıda içimde olan.
Sen, sen, sen...
Sen, beni var eden.
Sonra, beni bir bedene hapseden.
Sen, koskoca âlemi içime düren.
Nasıl mı?
Ah..! Onu bir bilebilsem.
Çünkü, sen olunca kavram.
Olmuyor aklımda hiçbir şey tamam.
2.7.1998 – Perşembe – Saat: 01.30
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:06 PM
Sesler
Sessiz, sakin bir ortamda olmuşsundur sanırım,
Ömründe bir kez de olsa.
O sessizliğe, düşünce sessizliğini de eklediysen,
Sessizliğin sesini duymuşsundur mutlaka.
Hissettiğin o iç huzuru hatırla.
Ve şimdi şunları ekle onun üzerine.
Çağlayan su sesini düşün, ama şelâle yok,
Yağmur sesini düşün, ama yağmur yok,
Rüzgâr sesini düşün, ama rüzgâr yok,
Dalga uğultusunu düşün, ama deniz yok,
Kuş seslerini düşün, ama kuşlar yok,
Melemeleri düşün, ama kuzular yok,
Vesaire, vesaire...
Tüm bu ve benzeri sesleri düşün,
Ama çıkaranlar yok.
Çok korkunç, çok ürkütücü değil mi?
Gerçekten de öyle, inan buna.
Bunca şey saydım, sesi var kendisi yok.
Sadece ilk yazdığımı düşün yeter.
“Çağlayan su sesini düşün, ama şelâle yok.”
Çeşmeden damlayan su sesi bile, çıldırtırken insanı
Olmayan şelâlenin sesi,
Olmayan bunca şeyin sesi, ne yapmaz insana?
Bunların kendilerini görerek seslerini duyduğunda,
İçin huzur buluyor değil mi?
Görünüşlerindeki güzellikler,
O sesleri de güzel işittiriyor sana,
Huzur verdiriyor içine.
O sesleri çıkaranların görünür olması,
En azından korkmamanı sağlamıyor mu?
Fındık kabuğunun şıkırtısına katlanabilir miydin,
İçinin o güzelim lezzeti olmasaydı?
Onlarca, yüzlerce fındık kabuğu kırıyorsun,
Ama içleri hep boş, o lezzeti tadamıyorsun.
Dayanabilir miydin buna? Bir düşün.
Veya teknolojinin gürültüsüne dayanabilir miydin,
Yaşamına sunduğu bunca kolaylık olmasaydı?
İnsanlara da böyle bak dostum.
Onların içindeki özü
Ve o özün lezzetini, güzelliğini bir düşün.
Görmeye, hissetmeye çalış o güzellikleri.
Varlıklarının,
Senin pratik yaşamın için gerekliliğini unutma.
Ve hiç olmazsa, bu güzellikler için katlan,
Bu gereklilik için katlan,
Onların kabuk şıkırtısına,
Madde bedeni gürültüsüne.
Lütfen, zorla kendini bunun için.
Eğer görebilirsen,
Hissedebilirsen onların iç güzelliğini,
Varlıklarının
Senin varlığın için gerekli olduğunu anlayabilirsen;
Bırak huzursuzluk vermesini,
Bırak katlanmayı,
Onların kabuk şıkırtısı da huzur verir sana...
15.1.1998
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:06 PM
Sevda
Sevdayla,
belki şehvetle,
belki de
hem sevdayla
ve hem de şehvetle,
her ikisiyle birlikte
çıktım yola.
Aracılar açısından böyle olsa da,
evrensel zekânın mutlak sevdasıyla
çıktım yola.
Bunu bilerek
yürüdüm hep sevdayla
ve yürüyorum da hâlâ;
yürüyeceğim de sonsuza dek.
Biliyorum
sevdam bu dünya ile bitmeyecek
ve mutlak sevda ile bütünleşecek.
11. 4. 2001 – Çarşamba
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:07 PM
Sevgimin Sevgisi
Büyüdün demek ki yavrum,
sen de büyüdün.
Farklı sevgi deneyimleri yaşayacak
ve yaşatacak kadar büyüdün demek ki.
Hatta hatta gecenin saat 02.30’unda,
bir delikanlıyı uyutmayacak ve ağlatacak kadar
sevdalandırdın demek ki.
Büyüdün demek ki,
ne güzel...
Hayattaki tek gerçeği buldun demek ki,
kutlarım seni yavrum.
Bunlar sadece başlangıçlar, sakın unutma.
Sürecek bu yolculuğun yaşamın boyunca.
Olanın tamamını ve olduranı sevinceye dek.
Sevda yolun açık,
yolculuğun güzel olsun yavrum.
Hayattaki tek gerçek demiştim.
Evet, gerçekten de tek gerçek.
Belki gözle görülmüyor, elle tutulmuyor
ama hissettiklerini,
hissettirdiklerini bir düşünsene! ..
Doğru kullan bunu yavrum
bu, gerçek olan tek şeyi.
Yaratımın temeli çünkü bu,
o denli güçlü bir gerçek.
Sakın yanlış kullanma bunu
ama sakın! ...
Çünkü yıkıcılıkta da aynı gücü kullanır sevgi,
var etmenin tam tersini yapar
yani, yok da eder her şeyi.
Aman yavrum, Allah korusun,
güveniyorum sana bütün kalbimle,
Allah yardımcın olsun
bundan sonrası için de.
Hep kendi sevdalarımı yazdım bu güne kadar.
Bir gün yavrumun
sevdasını da yazacaktım demek ki! ..
O da duygulandırıp,
o da heyecan verecekti demek bana.
Hamd olsun Allah’a,
sevgimin sevgisini de tattırdı bana.
22. 5. 2000
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:07 PM
Sevginin İç Yüzü
Seviyormuşsun beni
öyle diyor dilin.
Oysa sevgini yüzünde görmeli gönül gözüm.
Görmeliyim aşkın pırıltısını gözlerinde
gözlerime bakarken,
Hani derler ya,
akıl senelik izine çıkarmış aşk başa vurunca.
Aşıksan gerçekten eğer
serseri davranışların göstermeli bunu,
saf ve çocukça.
Tek kelime etmeden,
hatta kırpmadan gözümüzü
seyrederken biri birimizi özlemle,
canlarımız konuşmalı biri biriyle,
ruhlarımız sevişmeli
aşk denilen o en ince düzeyde.
Hatta sen dünyanın bir ucunda
ben diğer ucundayken bile,
hissedebilmeliyiz biri birimizi
yüreğimizde.
Dahası, özleyebilmeliyiz biri birimizi
birlikteyken bile.
Seviyormuşsun beni
öyle diyor dilin.
Dille oluyorsa,
söze sığıyorsa sevgi,
herkes seviyor biri birini be gülüm
18. 6. 2003 - Çarşamba / Saat:11.00
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:07 PM
Sınır Ötesi
Önce bir hissediş,
Düşünsel bir arzu,
Sevgiliye duyulan.
Sonra her hücreye yayılan,
Engellenmesi güç bir istek.
Hatta, engellenmesi gereksiz de.
Şayet mümkünse bir dokunuş,
Sonra komple bir temas,
Aşkla yoğurulan.
Daha sonrası mı?
Sonrası tanımsız.
Zamandan ve mekândan soyut.
Kimliksiz, niceliksiz ve niteliksiz.
18.3.1998 - Çarşamba Saat: 22.00
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:07 PM
Son Durak
Tek azığım sevdan oldu
Gönlüm aşkın ile doldu
Yüzüm hasretinle soldu
Yanarım ben ateşinle.
Gönlüm çağlar görmez ki göz
Yürek yanar hiç kalır köz
Anlatmaya yetmez ki söz.
Yanarım ben ateşinle.
Erir kalemimin içi
Titrer bağlamamın teli
Mümkün mü ifade seni
Yanarım ben ateşinle.
Bilirim sensin son durak
Bilinmez nerede olacak
Gönlüm başka ne bulacak
Yanarım ben ateşinle.
10. 9. 2001 – Pazartesi / Saat: 12.00
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:07 PM
Sonsuz Sevda
Islanmış hep gözlerim, seni ağlar bu gece.
Öyle doluyum ki senle, yaşlar bitmez gözümde.
Ağlasam inlesem de, çalsam da söylesem de,
Ağlıyor hep yüreğim, kapımı vurup gitsen de.
Bu şehir ne karanlık, sen gittiysen ona ne?
Kaldırımlar su gibi, ağlıyor gökyüzü de.
Terk edilen ben miyim, yoksa bütün şehir mi?
Gökler benle bir oldu, katıldı matemime.
Ağlasam inlesem de, çalsam da söylesem de,
Sevecek hep yüreğim, sen gönülden silsen de.
29. 6. 2003 – Pazar / Saat:19.30
NOT: Bu şiir, kızımın daha önceden planlanmış olan bir
seyahate, tam seyahat öncesi aramızda geçen negatif bir
diyaloğa rağmen mevcut plânı bozmayarak gitmesi üzerine
yazılmış ve ayrıca bu sözlere bir de müzik yapılmıştır.
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:07 PM
Sonsuzluk
Ne esen fırtınalar yıkabilir beni,
Ne akan seller sürükleyebilir.
Ne kızgın güneş yakabilir beni,
Ne okyanuslar boğabilir.
Ne de depremler sokabilir toprağın altına.
Gerçi bunların hepsi olur, olmaz değil!
Ama siz beni öyle görürsünüz.
Oysa ben, devam ederim yaşamıma.
Bende bu yürek, bu sevgi, bu aşk ve
Bu sonsuz yaşam inancı oldukça.
Böl bakalım denizi, bölebilir misin?
Söndür hadi güneşi, söndürebilir misin?
Durdur coşan selleri, durdurabilir misin?
Kurut hadi okyanusları, kurutabilir misin?
Peki, ya beni nasıl yok edebilirsin?
Akıp giden sel, yok olmaz ki evrende,
Batan güneşin yok olmadığı gibi.
Tam yok olduğumu zannettiğiniz anda,
Aynı benim olacağım gibi.
20.6. 1999
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:07 PM
Soru İşareti (?)
Kumsalda oynayan çocukları
Görmüşsündür sanırım.
Belki kendin bile oynamışsındır.
Kumdan kaleler yaparlar,
Şatolar kurarlar surlar içine.
KöPage Rankingüler kurup, altlarından sular geçirirler.
Nasıl da özen gösterirler ona.
İstersen git de, kenarına bir dokunuver.
Kıyameti koparırlar.
Ama bazen dalgalar birazını yıkar.
Fakat ona kızmazlar, ağlamazlar.
Hemen onarırlar yıkılan yeri.
Büyüyünce de oyuncakları olur elbette,
Çocukluktaki kumdan kaleleri gibi.
Ama, bu defa sahicileri olur, yaşı gereği.
Onlara da bir başkası dokunmayagörsün! !
Kıyameti koparırlar, çocukluktaki gibi.
Dalgalar zarar verdiğinde oyuncaklarına,
Yani doğanın yasaları ve yaşamın cilveleri,
Ona da kızarlar bu defa.
Çocukluktaki gibi kabullenmezler.
Yine kıyameti koparırlar.
Hani büyümüşlerdi?
26.1.1998-Saat:00.45
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:07 PM
Şair
Şiir yazmak.
Dolmak ağzına kadar
Bir duyguyla, bir hissedişle, bir düşünceyle;
Ve onu bir kâğıda dökmek,
İfade edilebildiği ölçüde.
Bu, belki, o duygu, his ve düşüncenin anlatımı,
Yani, kendini itiraf;
Belki de, o etkiler altında elde edilen kazanımların
Bir ifadesi.
Kimbilir, belki de tüm bunları
Konuşarak bir kaç kişiyle değil,
Çok daha fazla insanla paylaşabilme arzusu.
Her neyse, yazmanın nedeni ne olursa olsun
Kendini itiraf, yüreklilik ister;
Babayiğit dediklerinde olandan çok daha büyük.
Elde edilen kazanımların paylaşılma arzusu
Büyüklük ister, olgunluk ister;
Senin en büyük bildiğinden daha büyük,
En olgun bildiğinden daha da olgun.
Nedenini düşünmeden yapar belki şairler bunu,
Ama yaparlar, ne de iyi yaparlar.
Sağolsunlar.....
1997
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:07 PM
Şerrin Hayrı
Başına gelen, sence kötü şeyler için,
Kaderim kötü diye ağlama sakın.
Ya da başkalarını suçlama ha.!
Şöyle olsaydı, şu olmazdı da deme.
Veya, böyle olsaydı keşke diye iç de çekme.
Olması gereken oluyor, bunu böyle bil.
Hem de en iyi şekilde.
Hayatındaki her kişi ve olay,
Sen oraya koyduğun için oradalar.
Onlarla ne yapacağın ise sana kalmış.
Hem yaşadığın, sence olumsuz şeyler,
Sana değil ki! Senin kötü yanına.
Sopayla halıyı döven, halıyı dövmez ki,
Tozunu döver onun,
Pislikten arınsın diye.
Sancı çekmeden doğum olur mu hiç?
Niçin çekilir o sancılar, hem de severek?
Göğüslerdeki kan da tatlı süt olur değil mi?
Senin bahtın da, yeni bir çocuk doğurmadıkça,
Kan tatlı süte dönmez, yaşamın düzelmez.
En kötü anında bile asla pes etme.
Dünyanın sonu geldi zannetme sakın.
Nedenini ve sonrasını görmeye çalış.
Her son, yeni bir başlangıçtır.
Tırtılın ölümü, kelebeğin doğum sebebidir.
15.4.1998 - Çarşamba
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:07 PM
Şimdiyi Yaşamak
Gördüğün, duyduğun her ölüm olayı,
Sana, ömrünü nasıl geçiriyorsun diye sorar.
Biten her bir yıl,
Sana, bu yılı nasıl yaşadın diye sorar.
Biten her bir ay, her bir hafta,
Sana, bu süreyi nasıl geçirdiğini sorar.
Aldığın her bir nefes,
Saatin her tik - tak deyişi,
Kalbinin her atışı da,
Sana, şu an ne yapıyorsun diye sorar.
Sen, duyar mısın acaba bu soruları?
Hatta hatta, daha da önemlisi,
Tüm bunlar, sana bir şeyler söyler.
Ama bu defa sormaz, söyler.
Önünde yeni bir ömür zaten yok,
Şu yaşamın da bir gün bitecek, der.
Yeni bir yıl, yeni bir ay, yeni bir hafta,
Yeni bir gün de olmayabilir, der.
Dahası, bir sonraki nefesi alamayabilirsin,
Saatin bir sonraki tik-tak’ını duyamayabilirsin,
Kalbin bir kez daha atmayabilir, der.
Yani sana, ŞİMDİYİ-TAM ŞİMDİYİ YAŞA,
Hem de HAKKINI VEREREK YAŞA, der.
Sen, bu öğüdü de duyar mısın acaba?
27.1.1998 – Saat: 00.30
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:07 PM
Temenni
Objektif bir gözle izledin mi hiç, evreni ve doğayı?
Gerekli olan her şey, gerekli olduğu zamanda
Ve tam da doğru yerinde var değil mi?
Gerekli olmayan, fazladan hiçbir şey de yok.
Sen de gerekli olduğun için,
Gerekli olduğun zamanda, yani tam şimdiki zamanda,
Ve tam olman gerektiği yerde
Evrenin bir parçası olarak varsın.
Fazladan değil, olman gerektiği için varsın.
Şayet senin varlık sebebin
Bir başkasının varlık sebebiyle kesişseydi,
Kesinlikle şuna inan ki,
Ya sen, ya da o, biriniz olmazdınız.
Herşeye rağmen sen de varsan ki varsın,
Mutlaka senin varlığının da ayrı bir sebebi var.
Doğada var olan rüzgâr, yağmur, toprak vb. bile,
Kendi varlık sebeplerini
Tam ve noksansız olarak ifade ederlerken;
Evrenin en mükemmel unsuru olan sen,
Bırak varlık sebebini ifade etmeyi,
Varlık nedenini biliyor musun acaba?
Hatta hatta, varlık nedenini merak ettin mi acaba?
Zannediyorum hayır...
Hani, evrenin en mükemmel ve en akıllı tek unsuru sendin?
Haa! Sen olmasına sensin, ondan hiç şüphen olmasın.
Ancak, sen o imkânları kullanmadıktan sonra
Ne kıymeti var o özelliklere sahip olmanın
Sorumluluğunun yükünden başka?
Sonuç olarak şunu bil ki!
Gerçekten olman gerektiği için,
Olman gerektiği zamanda,
Olman gerektiği yerde,
Olman gerektiği fiziksel yapıyla,
Olman gerektiği imkânlarla varsın...
Evrenin, yalnızca sana lütfu olan aklınla,
Ne yapacağın ise sana bırakılmıştır.
Yolun açık olsun.
Varlık amacına uygun yaşayabilmen dileğiyle.
2.6.1998 – Salı
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:07 PM
Teslimiyet
Ah ulan hayat.
Aldın ya beni de önüne
serseri bir yaprak misâli.
Yordun be, yoruldum be,
direnmiyorum artık,
nasıl istersen öyle es,
savur, sürükle istediğin gibi.
İster meltem ol okşa tenimi,
ister fırtına ol devir gövdemi ağaç misali,
ister hortum ol kaldır göklere
ve hiç bırakma bir daha,
istersen vur yere beni.
Direnmiyorum artık dedim ya!
haydi yap, yap dilediğini.
Ne kadar direndiysem olmadı çünkü,
geçmedi yolculuğum,
geçmedi istediğim gibi.
24. 2. 2003 – Pazartesi / Saat:11.00
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:08 PM
Uç Noktalar
Ne dersin! ...
İçinden geldiği gibi yaşayabildin mi?
Meselâ, yürümek istediğinde canın
Yürüyebildin mi yollarda?
Hiç bir amacın olmadan, aylak aylak,
Ellerin ceplerinde
Ve ıslığınla bir de türkü tutturarak,
Hatta ufak taşlara tekme bile atarak.
Ağlayabildin mi hıçkırıklara boğulurcasına,
İçinden ağlamak geldiğinde?
Veya gülebildin mi kahkahadan katılırcasına,
İçinden gülmek geldiğinde?
Sevebildin mi olan her şeyi,
Sevgine hiç bir karşılık beklemeden,
Sadece sevmiş olmak için.
Seni seviyorum diyebildin mi
Sevdiklerine?
Anlatabildin mi insanlara
Düşüncelerini, duygularını,
Tek bir zerresini bile gizlemeden?
Evet, yapabildin mi bunları gerçekten?
Eğer yapabildiysen kutlarım seni.
Çünkü sen, gerçekten yaşamışsın.
20.3.1998 - Cuma
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:08 PM
Uçuk
Takmış ucuna tüm dünyayı
Gezdiriyor kendisiyle beraber.
Yaşam meşakkatinden bi-haber,
Ne gam var ne de keder.
Sanki tokmağı davuluna denk,
Gümbür gümbür çalıyor hep.
Sanıyor ki hayat bu,
Aman Allah’ım bu ne gaflet!
Barlar, kulüpler, neler neler...
Umrunda mı ona el ne der,
Serveti bırakmış peder,
Sanıyor hep böyle gider.
Yaşam bu değil be dostum.
Delinir senin de postun.
Eline düşersin dostun.
Edindiysen onu da eğer.
30. 5. 2000
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:08 PM
Üçyüzaltmış Derece
Kendimden çıktım yola,
yürüyorum kırk üç yıldır,
yürüyeceğim de ölünceye dek.
Nereye mi gidiyorum?
Kendime elbet...
8. 1. 2001 – Pazartesi / Saat:01.45
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:08 PM
Vasiyet
Ne ‘büyük insanlar’ olsun isterim cenazemde,
(büyük insan da ne demekse?
ben anlatamadım, varın siz anlayın.)
ne de büyük bir cenaze törenim olsun.
Ne ‘yapmacık sözler’ duymak isterim
tabutumda, mezarımda,
ne de görmek isterim yapmacık gözyaşları.
Taşınmak istemem omuzları üzerinde,
yaşarken ayakları altında
çiğnendiğim insanların.
Yaşarken beni kör bilenler
rahat bıraksınlar gözlerimi,
bademe çevirmesinler ölünce.
Beni kötü bilenler, iyi bilirdik demesinler
musalla taşında.
Yaşarken hakkımı vermeyenler varsa eğer,
sakın ha vermesinler öldükten sonra da,
merak etmesinler
helâl ettim hakkımı onlara.
Yaşarken hakkı kaldı ise bende birisinin,
helâl etmesin hakkını bana musalla taşında,
yeter ki yalan söylenmesin
tabutumun başında.
Bir kulun hakkı kaldıysa bende zaten,
yazıklar olsun ki yazıklar olsun bana.
Yapmacık davranışlardan hep rahatsız oldum,
yaşarken menfaatleri için
dost görünmeye çalışanlar,
bana karşı bir defa dürüst olun da,
ölünce bari rahatsız etmeyin beni.
Toprağın altına leş gibi atmayın bedenimi.
Ve bir dilenci gibi basitleşmeyin dua ederken
Allah’a karşı mezarımın başında.
Âmin bile demeyin içten edilen dualara,
hiç olmazsa onları kirletmeyin.
Yürekli insanlar taşısın tabutumu gönülleri üzerinde.
(yürekli insan da ne demekse?
varın, onu da siz anlayın.)
Sevgileri çeksin yükümü bedenleri değil.
Yaşarken beni iyi bilenler
iyi bilirdik desinler musalla taşında.
Gönülden hakkını helâl edenler etsin, yeter.
Beni içinde hissedenler dua etsinler benim için,
cânı gönülden, içleri coşarak.
Böylesi bir kişi öylesi bin kişiye tercihimdir, bilin.
Bir fidan diker gibi koysunlar beni toprağa,
o özenle, o sevgiyle, o huzurla.
Ve mezarımın başından o sevinçle ayrılsınlar.
Büyüyüp, başımın semâlara değeceğini bilerek.
Bu şiirimi assınlar tabutumun başına beni sevenler,
vasiyetimdir.
O zaman belirginleşir
büyük insanlar, yürekli insanlar.
O zaman anlaşılır bu kelimelerin neyi ifade ettiği,
okuyanların yüz ifadelerinden,
okuduktan sonraki..
29. 6. 2000
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:08 PM
Yağmur
Yaz yağmuru altında yürüdün mü hiç?
Sadece yağmurda yürümenin,
Yağmurla ıslanmanın zevkini tatmak için.
Burnundan ve çenenden sular damladı mı?
Saçların ve giysilerin yapıştı mı vücuduna?
Ben, bir çok defa yaptım bunu.
Hatta soyunmak,
Ve yağmurda duş almak bile geldi içimden.
Ama, bunu yapamadım işte.
Özlemi de duruyor hâlâ içimde.
Bir gün, hiç kimsenin olmadığı bir yerde,
Belki bir dağ başında,
Yakalanırsam eğer yaz yağmuruna,
Onu da yapacağımdan emin olabilirsin.
Niçin mi?
Ömründe bir defa da olsa,
Bir yaz yağmurunda,
Sığınmışsındır sanırım bir ağaç altına.
Ve izlemişsindir oradan yağan yağmuru.
Onun, gökten iple sarkar gibi inişini,
Bazen sağa, bazen sola yatarak yere düşüşünü,
Doğayı, her yanından okşamak istercesine.
İşitmişsindir mutlaka,
Toprakta, yapraklarda, ağaçlarda, bitkilerde
Çıkardığı sesi.
Âdeta mutluluk şarkısı söylercesine.
Görmüşsündür doğayla nasıl kucaklaştığını.
Nasıl sarmaş dolaş olup, nasıl seviştiğini.
Ve yayılan o mis gibi kokuyu,
Yağmurun ve doğanın ten kokusunu.
Ben de izledim bütün bunları,
Hem de defalarca.
Bunları gören, duyan, koklayan olmak yerine,
Yaşayan olmak istedim, doğa gibi.
Yani, doğanın yerine koymak istedim kendimi,
En doğal halimle, çırılçıplak,
Doğanın kendisi gibi.
O bütünleşmeyi yaşamak istedim,
Yağmurla ve doğayla.
Çünkü doğa ben’im, ben de doğa.
6.3.1998 – Cuma
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:08 PM
Yaşam Okulu
Adapazarı’nda doğdum 1958’de
Çocukluğumu ve gençliğimi orada yaşadım.
Üç aşağı - beş yukarı, 10 yaşları civarında,
Camilere giderdim namaz vakitleri.
Göçmenevleri semtinin Güllük camisi,
Papuççular semtinin Kavaklı camisi,
En uğrak yerlerimdi bunlar.
Evimiz, bu ikisinin tam ortalarındaydı.
Kapalı spor salonunun orası, Filiz Sokak.
Güllük camisinin şadırvanında,
Çok büyük puntolarla yazılı bir yazı vardı.
“TAŞ TAŞI, LAF TAŞIMA”
-HADİS-İ ŞERİF-
Belki yüzlerce defa okudum bu yazıyı
Ama, başıma kırkımda geldi
Ne anlama geldiğini, o zaman fark ettim.
Yıllarca beslenmiş dostluk fidanları,
Yıllarca tutuşturulmuş sevgi ateşleri,
Yıllarca örülmüş güven ağları,
Bir anda yok oluverdi.
Kolay mı büyütülmüştü o fidanlar?
O ateşler kolay mı yakılmıştı?
Söndürülmeden, daha da büyütülerek.
O güven ağları, ilmek ilmek, ne zahmetlerle örülmüştü.
Nasıl da yok oluverdi bir anda.
İnanmak mümkün değil.
Bütün bunları yok ediveren,
Bunlardan çok daha güçlü bir şey olmalı! .
Ama çok kötü, çok korkunç bir şey...
1997
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:08 PM
Yaşama Sevincim
“Kızım Özge’ye”
Askerde aldım yolculuğunun haberini.
Sevindim desem, yalan olur evlâdım.
Öylesine üzdün ki, o günlerimde beni,
Nasıl anlatsam, ne desem, bilemiyorum.
Gücenme sakın böyle diyorum diye.
Üzülmem, senin varlığına değildi asla.
Bırakıp gittiğim, kadınım, annen.
Oldukça sarsılmıştı o sıralarda.
Askerliğim bitip de, dönünce Ankara’ya,
Severdim seni inan, daha ananın karnında.
5 Nisan 1984, günlerden Perşembe,
Saat tam 01.00’di, annen sancılandı.
Hemen alıp götürdüm Hacettepe’ye.
Bir türlü sabah olmadı, işte o gece.
Evet yavrucuğum, sen bu aynı gün,
Saat 11.05’te geldin dünyaya.
Yirmi altı yıllık ömrümde ilk defa,
Gülerken ağlattın beni o anda.
Âdeta ben de doğmuştum seninle yeniden.
Bir garip duygu kapladı beni anîden.
Yaşama sevincim daha da arttı sanki.
Avazım çıktığınca bağırmak geldi içimden.
Duysun istiyordum sevincimi bütün dünya.
İşte diyordum; şimdi, ben de baba oldum, baba..
Yavrum, evlâdım, kızım diyerek gönülden,
Basacak birim var göğsüme kana kana.
5.4.1984 - Perşembe - Saat: 11.15
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:08 PM
Yiğidin Ölümü
Borç alırsan elden günden,
boynun ince olur kıldan,
bırak sen çıkmayı yoldan,
yürüyecek yolun kalmaz.
Dışarıdan almış borcu,
cıvımış Osmanlı’nın harcı..
Yurtseverler olmuş hain,
hainler olmuş baş tacı..
Bir yurtsever adı Kemal,
görür köhnemiş beyinler,
parsellenmiş bir ülkede,
ya istiklâl ya ölüm der.
Baldırı çıplak insanlarla
baş kaldırır tüm dünyaya.
Tarihe geçen ders verilir
tek dişi kalmış canavara.
20. 11. 2001 – Salı
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:08 PM
Yol - Yolcu
Son zamanlarda amma da moda oldu
Şu din tartışmaları.
Bana da öylesine anlamsız geliyor ki! ..
Aynı dinin ilim adamları bile
O kadar farklı fikirlere sahipler ki,
Ayrı dinleri savunuyor gibi tartışıyorlar.
Sanki başka dinleri konuşuyorlar.
Sanki farklı kitapları konuşuyorlar.
Hâşâ, sanki Allah’ları başka.
Hâlbuki din, sadece bir yoldur,
İnsanı hedefine vardırabilecek.
Ama, hedefe varan yol, tek bir tane değil ki..
Sonsuz sayıda yol vardır hedefe giden.
Bir çemberin merkezine,
Üç yüz altmış ayrı noktadan gidilebileceği gibi.
Hâl böyle iken,
Bizler, bir yolun üzerinde didişirsek böyle,
Bırak diğer yolları unutmayı,
O yol üzerinden de bir yere varamayız.
Hepimiz yolcuyuz, aynı yere giden.
Hepimizin nihaî varlık amacı bir.
Hepimizin hedefi bir.
Ama, hepimiz farklı kulvarlardan çıkarılmışız yola,
Öğreneceklerimiz orada olduğu için.
Herkesin aynı kulvarda koşması zaruri mi?
Hatta mümkün mü?
İnsanları bunun için zorlamak, horlamak doğru mu?
Onların yollarını tıkamak,
Onları, o yol üzerinde didişerek engellemek,
Onları, o yol üzerinde yok etmek doğru mu?
Bırakın, herkes kendi kulvarında koşsun.
Zaten herkes kendi kulvarında koşsa,
Bir başkasıyla çarpışamaz ki! .
Bu yollarda, şahsî menfaat umarak,
Kendi kulvarlarını terk edenler,
Yani, kendileri yoldan çıkmış olanlar,
Ancak başkalarının kulvarına geçebilirler.
Gerçekten kendini bilenler,
Gerçek din ilimcileri ise,
Herkesin varlığına ve kulvarına saygılı olup,
O kulvardaki engelleri aşmayı öğretirler
Her kulvardaki insana.
İçlerindeki cevherleri işleyerek.
15.1.1998
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:09 PM
Zıtların Birliği
Zıtlıklar var biliriz ya evrende.
sıcak-soğuk, canlı-ölü vs. gibi.
Hayır, zıtlık falan yok aslında.
İç içe evrende herşey,
aynı mekânda ve aynı zamanda.
Her şey çok sıcak, her şey çok soğuk.
Her şey çok canlı, her şey çok ölü vs. vs.
Kimbilir? Belki de
her şey hem sıcak, hem de soğuk
ve her şey hem canlı, hem de ölü.
Göremediklerimiz belki göremediğimizden,
onların olmadıklarından değil.
Aralarında belki bir “boyut”,
belki de bir “nefes” fark var.
Gidebilsek ötesine zamanın
ya da dönebilsek öncesine;
veya geçebilsek ötesine kara deliklerin
ve dönebilsek tekrar bu tarafına,
anlayabiliriz sanırım;
ateşin yakmadığını,
buzun üşütmediğini,
canlıların ne kadar ölü
ve ölülerin de ne kadar canlı olduğunu.
Evrende zıtlıkların zıtlığının değil,
zıtlıkların birliğinin olduğunu.
Kimbilir neler öğreniriz gerçek yaşamdan yana.
30. 6. 2000
Abdurrahman Özdemir
GooD aNd EvıL
04-19-2009, 05:09 PM
Şair
Şiir yazmak.
Dolmak ağzına kadar
Bir duyguyla, bir hissedişle, bir düşünceyle;
Ve onu bir kâğıda dökmek,
İfade edilebildiği ölçüde.
Bu, belki, o duygu, his ve düşüncenin anlatımı,
Yani, kendini itiraf;
Belki de, o etkiler altında elde edilen kazanımların
Bir ifadesi.
Kimbilir, belki de tüm bunları
Konuşarak bir kaç kişiyle değil,
Çok daha fazla insanla paylaşabilme arzusu.
Her neyse, yazmanın nedeni ne olursa olsun
Kendini itiraf, yüreklilik ister;
Babayiğit dediklerinde olandan çok daha büyük.
Elde edilen kazanımların paylaşılma arzusu
Büyüklük ister, olgunluk ister;
Senin en büyük bildiğinden daha büyük,
En olgun bildiğinden daha da olgun.
Nedenini düşünmeden yapar belki şairler bunu,
Ama yaparlar, ne de iyi yaparlar.
Sağolsunlar.....
1997
Abdurrahman Özdemir
SoN
vBulletin® v3.8.11, Copyright ©2000-2025, vBulletin Solutions Inc.