PDA

Tam Sürümü Görüntüle : İsmail Aksoy


Sayfa : 1 [2]

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:18 PM
Niçin Göndermezler Aya

Niçin göndermezler aya
köstebeklerle kaplumbağaları?

Oyuklarla dehlizleri planlayan
bu hayvanlar

gerçekleştiremez mi
o uzak denetlemeyi?

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:18 PM
Niçin Gitmez Büyük Uçaklar

Niçin gitmez büyük uçaklar
çocuklarıyla gezmeye?

Yuvasını limonlarla dolduran
bu sarı kuş hangi tür kuştur?

Güneşin balını emmeyi
niçin öğretmiyoruz helikopterlere?

Gecesel un çuvalını
nerede bıraktı acaba dolunay?

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:19 PM
Niçin Bir Gizem Olarak Doğmadım?

Niçin bir gizem olarak doğmadım?
Niçin arkadaşsız büyüdüm?

Gururumun kapılarını kırmamı
kim emretti bana?

Ve uyurken ya da hastayken ben
kimdir benden dışarı çıkıp yaşayan?

Ve hangi bayrak dalgalandırılır
unutulmadığım yerlerde?

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:19 PM
Niçin Anımsamaz Yaşlılar

Niçin anımsamaz yaşlılar
borçlarıyla yangın yaralarını?

O genç şaşırmış bayanın
böyle koktuğu doğru mu?

Niçin yoksullar hemen hemen
hiç anlamaz yoksulluktan kurtulmayı?

Nerede bulunur
düşlerinde çalan o çan?

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:19 PM
Nergiz

Sularda yankı bulan göz
Sevdalanmış aptal güzel
Haydi at kendini göle, Nergiz
Ve kendinle seviş

Çün Musa ayırdı asâsıyla
Kızıldeniz'in saçlarını ortadan

İsmail Aksoy

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:19 PM
Nerede Ölüm Gazetenin Anlatımında?

Nerede ölüm gazetenin anlatımında?
Telefon görüşmesinin neresinde bulabilirim?
Ve parlamenterin hükümete yönelttiği önergedeki ölüm-
nerede hani?
Hangi yazıda, hangi kabloda, hangi kafada
saklanmış ölüm?

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:19 PM
Nerede Bir Zamanlar Ben Olan O Çocuk

Nerede bir zamanlar ben olan o çocuk,
hâlâ bende midir yoksa gitmiş midir?

Hoşlanmadığım şey bilir mi hoşlanmadığımı
ve benden hoşlanmaz mı kendisi de?

Nasıl da büyüdük onca zamandır
birlikte, ayrılmak için yalnızca?

Niçin ölmedik ikimiz de,
öldüğünde çocukluğum?

Ve eğer yitirmişsem ruhumu,
niye sadık kalıyor bana iskeletim?

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:19 PM
Nefes Alış

Yaşayan canlılardan çok eşyalara kulak ver.
Ateşin söylevini dinle.
Suyun söylevini dinle.
Dinle, rüzgârın ağaçlara iç-çektirdiği yeri.
Bu atalarımızın nefes-alışlarıdır.
Ölüler tamamen çekip gitmedi.
Onlar solgun gölgedeler.
Onlar kararan gölgedeler.
Ölüler toprağın altında değiller.
Onlar hışırdayan yapraktalar,
kaynayan ormanda,
dalgalanan suda,
Uyuyan suda,
Boş bahçede,
Yığının ortasındalar.
Ölüler ölmedi....

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:19 PM
Nefes Alış

1

Beyaz günün gölgeleri
gözlerime karşı. Gördüğüm
beyaz yalnızca:
beyaz saat, ruh bağımsız
arzudan, saatten.

Usul suların sessizliği,
beyaz saat, açık gözlerin körlüğü.
çak çakmaktaşını, yak, bellek,
saate ve anafora karşı.
Bellek, yüzen alev.


2
Bağımsız bedenden, arzudan
bağımsız, geri dönüyorum arzuya, dönüyorum
bedeninin belleğine. Dönüyorum geriye.
Ve bedenin belleğimde yanıyor,
belleğim yanıyor bedeninde.

Bir tanrı bedeniydi yanan
tanrıydı o beden ve yarattı tanrıyı beden
ve şimdi, yalnızdır, başka bedenlerden sadece
bağımsızlaşmış bir bedenin belleği sadece:
bedenin kemiklerimin belleği.

Güneş-orağın gölgesi fırlatıyor Güneş-gölgeyi
kederli kuyumun üstünden
çözüyor düğümlü ekinleri arzunun dibinden
tutuşturmaz bu sayrı yüreği

Ne ki parçalanmış bellek yüzer
hiçliğin doğum kaynaklarından
doğumun kaynaklarından
yüzer akıntıya ve yetkilere karşı

yüzer hiç’e doğru

suyun zaafı
dört fosforlu suyun dili
Paskalya’nın yedinci pazarının dünyasız sözcükleri

Farkında ol düşünmeden farkında olmanın
düşünce geri fırlatır belleği kendiliğinden
Gerisi bir avuç gösteriş

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:20 PM
Nedir Yıllar?

Nedir masumiyetimiz,
suçumuz ne? Çıplak
herkes, güvende değil kimse. Ve bundandır
cesaret: yanıtlanmamış soru,
kararlı şüphe –
dilsizce çağırır, sağırca duyar- ki
bahtsızlıkta, ölümde bile,
cesaret verir diğerlerine
ve yenilgisinde

güçlendirir ruhu?
Derin bakıyor
ve mesut, ölümlülüğe razı
ve tutsaklığında yığılıyor üst üste
sürekliliğini kuşatılmışlığında bulan
kanyonundaki deniz gibi, ulaşamayacağı
özgürlük için boğuşuyor.

Hisleri güçlü olan
Memnundur. Şakıdıkça uzayan o kuş
çelikleştirir kendi biçimini. Tutsak olsa da
kudretli şarkısı der ki, memnuniyet rezilce
şeydir, nasıl saf bir şeydir sevinç.
Ölümlülüktür bu,
Sonsuzluktur.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:20 PM
Ne Zaman Okur Kelebek

Ne zaman okur kelebek,
uçarken kanadına yazılanı?

Hangi harfleri gereksinir arı
anlamak için yol güzergâhını?

Hangi sayılardan çıkarır karınca
kendi ölü askerlerini?

Ve kıpırdamadıklarında
adı nedir o tayfunların?

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:20 PM
Ne Zaman Görürüm Denizi Yeniden

Ne zaman görürüm denizi yeniden,
beni görmüş ya da görmemiş olan denizi?

Niçin soruyor dalgalar bana
onlara sorduğum soruları?

Ve niçin çarpıyorlar kayalıklara
israf edilmiş bütün bu hevesle?

Asla bıkmazlar mı tekrarlamaktan
kendi bildirilerini kuma?

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:20 PM
Ne Saklıyorsun Kamburunun Altında

Ne saklıyorsun kamburunun altında
dedi deve kaplumbağaya.

Ve sordu kaplumbağa:
neler söyleşirsin portakallarla?

“Yitik Zamanın Peşinde”den fazla mıdır
bir armut ağacının yaprakları acaba?

Sarardıklarını hissettikleri zaman
neden intihar eder yapraklar?

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:20 PM
Ne Kadar Konuşacak Diğerleri

Ne kadar konuşacak diğerleri
bizler çoktan konuşmuşsak?

Pedagog Marinello hakkında
José Martí ne söylerdi acaba?

Kaç yaşındadır Kasım ayı?

Onca sarı parayla
neyin hesabını öder sonbahar?

Votka ve yıldırımın karıştırıldığı
kokteylin adı nedir?

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:20 PM
Ne Kadar Dayanır Bir Gergedan

Ne kadar dayanır bir gergedan
kımıldadıktan sonra?

Yine ne anlatır yapraklar
yeni ilkbahara dair?

Yaşar mı yapraklar tekmil gizlilikte
kışları, köklerle birlikte?

Ne öğrendi yeryüzündeki ağaç
gökyüzüyle söyleşsin diye?

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:20 PM
Ne de Serin Ova Şimdi

Ne de serin ova şimdi
Ve gideceğiz oraya biz, ey sevgili
Bir zaman Eros’un gittiği yolda
Ötüyor aralıksız kuş sürüleri.
Ve duymuyor musun ardıç kuşlarının sesi,
Çağırmakta ikimizi?
Ne de hoş ve serin şimdi ova,
Ve gideceğiz biz, sevgili, orada kalmaya.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:20 PM
Ne de Hoş Bu Tutsaklık

Ne de hoş bu tutsaklık
Ki gönlüm, can evim pek memnun -
Uysal kollar kur yapar bana yumuşayayım diye
Ve kur yapar alıkoymak için beni orada.
Ah, her daim tutsalar keşke beni orada,
Sevinçle kalırdım bir tutsak olarak.

Ey sevgili, aşkın titrettiği kolların
İlmiği birlikte atılmış,
Korkunun bize hiç zarar veremeyeceği
O gece ayartıyor beni;
Ne ki müphem uyku uykuyla evli
Ruhun ruhla hapis yattığı yerde.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:20 PM
Nasıl olacak O?

Nasıl olacak O? Uzun süredir bakıp duruyordum bir gülün yapraklarına ve hoşlanıyordum onlara dokunmaktan: nasıl da istiyordum yanaklarının onlar kadar yumuşak olmasını. Ve oyalandım böğürtlen-çalılığında, çünkü böylesine sevmek istiyordum O'nun kara ve kıvırcık saçlarını. Ne ki, önemi yok şimdi bunların, çömlekçilerin sevdiği kızıl balçığın hoş rengi gibi esmer olmasının, ya da saçının hayatım gibi düz ve sıradan olmasının.

İzliyorum dağlar arasındaki boşlukları sisle dolarlarken, ve sisle şekilliyorum küçük bir kızın, küçük şirin bir kızın silüetini: değil mi ki böyle bir çocuğum da olabilir.

Ama öncelikle istediğim, çocuğumun sevdiğim adamın tatlı bakışıyla bakması bana, ve sesinde aynı titreyişin bulunması konuşurken benimle. Çünkü beni öpen adamı sevdiğim gibi öylesine seveceğim O'ndan geleni de.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:20 PM
Nasıl Doğar Bayraklar?

Bugüne dek hep böyle var olageldi bayraklarımız:
Bütün şefkatiyle halk işlemiştir onları,
dikmiştir parçalarını bütün acılarıyla.

Halk iliştirdi yıldızı yanan elleriyle.
Ve kesmiştir bir parçayı ya gömlekten ya da gökkubbeden
Memleketin mavi yıldızı için.

Ama kırmızı renk damla damla doğmuştur.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:20 PM
Mürekkkepbalığı’na Övgü

Mürekkepbalığı’nın en önemli özelliği kolcuklarıyla
bir desene benzemesidir,
ama çenesi ve mürekkebiyle de dikkati çeker
ve bu üç şeyin inanılmaz bileşkesi
bir canavarın bölümleri olarak yorumlanabilir.

Karanlıkta yaşar, nahoş deliklerde
aşağıda, ölü gemicilerin ruhlarını mürekkebe dönüştürdüğü
suyun derininde,
sarıp sarmalarmış yüzücüleri ince uzun kollarıyla
ve kendisiyle birlikte götürürmüş suyun derinine
yemek için iştâhla.

Derler ki ayrıca, on kollu bir mürekkepbalığı
büyüyebilirmiş sonsuzca
ve otuz metreden uzun olanlarına rastlanmış.
Bir raket gibi yaratılmıştır
ve sessizce kımıldar
ve ışık hızıyla devinir kendi elementlerinde.

Bir firkateynin güvertesinden çekilmiş
yüzyıllık bir fotoğrafta
görünüyor sekiz kollu bir mürekkepbalığının
telaşla yapıştığı dev bir mavi-balinaya.

(Bilinmiyor bu çekişmeyi kimin kazandığı)

Ama mürekkepbalığının bir çeşit canavar olduğunu unutursak
gerçekte en şahânesidir
şahâne hayvanların
ve şimdi izin verdiğimde kendime seni
bir mürekkepbalığıyla karşılaştırmaya
öyle geliyor ki bana söyleyebileceğim
en güzel şeyleri söylüyorum sade senin hakkında değil
her tür mürekkepbalığı hakkında da.

Bir dansöz gibi kıvrılır suda
mürekkepbalığı
arınmış bütün fizik yasalarından
bedenleşmiş bir ruh gibi
dokunmak, kucaklamak ve sevmek için yaratılmış
ve bir yürek gibi
sonsuz arayış içerisinde bedeninden koparılmış bir yürek gibi

Daha zariftir mürekkepbalığı
bütün diğer kuşlardan ve balıklardan
turnakuşu ve avcı şahin, kılıçbalığı ve uçarkefal
hepsi de bu listeye dahildir.

Bir kadından daha da kadınsıdır mürekkepbalığı
ve daha asil
ve daha hüzünlüdür gözleri
karşılaştığım bir tanrının
ya da peygamberin gözlerinden.

Mürekkepbalığı güzellik, cazibe
ve kadınsılıktır
bedenleştirilmiş
zerâfet ve hüzün.

En son denizkızıdır mürekkepbalığı.
Bir zamanlar Türkiye’nin Ege-kıyılarında
bir mürekkepbalığı vurmuştum berrak suda:
Vurulduğunda baktıydı bana
bir anne ya da sevgili gibi.
Sonra tentaküllerini dolayarak bedenime
- beni kendisiyle birlikte dibe gömmek için değil de
sanki okşamak istiyordu
her bir kolcuğuyla merak ya da ayrılış içerisinde.
Ölmeden önce, mahçup, mürekkepten bir bulut içinde.

Mürekkepbalığının eti sarımsı beyaz ve oldukça kaygan
Çin fildişi gibi ve kekremsi şirin bir tat bırakıyor ağızda.
Ne zaman mürekkepbalığı eti yesem
öyle bir hisse kapılıyorum ki
sanki çok eski bir tabuyu çiğniyorum
Tanrı’yla alay ediyorum sanki
bir mezarı yağmalıyorum ya da ensest yapıyorum.

Ama gene de, ya da belki de salt bu yüzden
seviyorum tadını mürekkepbalığının.
Eğer bir zaman kendim bir hayvan-yemi
olacaksam en sonunda
bir mürekkepbalığı tarafından yenmek isterim.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:20 PM
Mücevher

Eski bir söylence der ki:
Şiirin biri
Sultan'ın elmaslarıyla süslemiş kendisini.
Günler geçmiş, ve bir gün
Sultan ölmüş.
Padişah'ın emriyle
Sultan, elmasları ve şiir
aynı mezara gömülmüş.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:21 PM
Mozart Gibi Gülümseyemem Ben

Annemle birlikte kaçtık, bir bavulla ve daha sonra
sahte olduğu anlaşılan biraz mücevherle,
bir yük treni kadar yavaş olan bir trenle,
- Friuli dolaylarındaki ovalar ince ve katı bir karla kaplıydı.
Roma’ya doğru gidiyorduk.
Gidiyorduk nihayet, bırakarak babamı
ucuz bir sobanın başında
eski asker paltosuyla
ve
siroz ve paranoyanın neden olduğu korkunç kızgınlık nöbetleriyle.
Dolu dolu yaşadım
hayatımdaki tek şey olan bu roman sayfasını:
aksi halde,
yaşadım herkesin hayran kaldığı şiirlerde.
El yazmalarım arasında ilk romanım da vardı:
‘Bisiklet Hırsızı’nın yazıldığı dönemler,
ve edebiyatçıların İtalya’yı keşfetmeye başladıkları dönemdi.
(...)
Roma’ya geldik,
bana biraz kan veren
sevimli bir amcanın yardımını gördük:
bir idam mahkumu gibi yaşıyordum
her zaman kafamda taşıdığım o düşünce
- onursuzluk, işsizlik, yoksulluk.
Annem bir zaman hizmetçi olarak çalıştı
Ve ben bu hastalıktan kurtulamadım hiç.
Çünkü küçük burjuvayım ben, ve Mozart gibi gülümseyemem ben...

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:21 PM
Mola Cehennemde

O budala katır Mola durmaksızın
sürüklenir uçurumdan uçuruma
ve enkaz gibi yuvarlanır dalgadan dalgaya,
kükürtle ve büğlüyle mahvolmuş,
pişirilmiş kireçte ve safrada ve hilede,
önceden bekleniyordu cehennemde,
gidiyor cehennemsi melez, katır Mola,
sonsuza dek budala ve yumuşak,
tutuşmuş kuyruğu ve kıçıyla.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:21 PM
Minerallere Doğru

Sonra tuzdan ve altından
o yüksek taşa
tırmandım, metallerin
gömülmüş cumhuriyetine:
bir taşın diğerine
kara bir balçıkla yapıştığı
yumuşak duvarlar vardı.

Taşla taşın arasındaki bir öpüş
o koruyan yollarda,
topraktan bir öpüş ve toprak
arasında o büyük kırmızı üzümlerin,
ve dizi dizi
takma dişleri toprağın,
saf öz maddeden yapılmış taştan bir çit,
götürüyor ırmak taşlarının
sonsuz öpüşlerini beraberinde
binlerce dudağına yolun.

Tarımdan altına yükselelim.
Burada bulacaksınız büyük çakmak taşlarını.

Elin ağırlığı bir kuş gibi.
İnsan bir kuş, havadan bir öz,
inattan, kaçıştan, ölüm savaşından,
belki pırıltılı bir göz, ama bir savaş.

Ve orada, altının kesişen beşiği
Punitaqui’de, yüz yüze
dehlizin ve kükürdün
suskun işçileriyle, geldi,
Pedro, meşinden barışıyla,
geldi, Ramírez, kapanmış
maden dehlizlerinin dölyatağını
araştıran yanmış elleriyle,
basamaklardaki, altının yeraltı
kireçtaşı vuruşlarında, aşağıdaki kalıplarda
parmak izlerinin alet edevatları kalanlar,
ateşle yoklananlar,
selâm olsun sizlere.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:21 PM
Mineraller

Metallerin anası, yaktılar seni,
ısırdılar her yanını, işkence ettiler sana,
kemirmedik yer bırakmadılar vücudunda, sonraki günlerde
artık koruyamayınca seni putlar
çürüyesin diye bıraktılar seni.
Sarmaşıklar vahşi ormanın tepesine tırmanmakta
maun ağaçları okların içine doğru,
demir çiçeklenen çatıda toplanmakta,
yurdumun en büyük kartalının gökyüzünde
fırtına yaratan pençesi,
bilinmeyen su, kötü niyetli güneş,
zorba köpüğün dalgası,
faka bastıran köpekbalığı, Antartik sıradağlarının
yamaçları,
yılan-tanrıça tüylere bürünmüş,
incelmiş mavi zehirden,
kuşlardan ve karıncalardan devredildi
ataların sıtması,
bataklık, paslanan iğneleriyle
kelebekler, ağaçlar handiyse
maden filizi gibi,
neden savunmadı düşmanlığın
koroları defineyi?

Ey lekelenmiş,
sen, karanlık taşların anası,
kan içinde kirpiklerin!
Papazvâri güneşin takısına benzeyen
türkuvaz rengini arama, henüz
gelişmiş parıltıya dönüşmemiş tırtıl-aşamasında,
bakır uyudu keskin kükürt dehlizlerinde,
ve çelişki katmer katmer
dibe gömüldü, yıldızımızdan ağan derinliğe.

Taşkömürü aydınlattı kar'ın kusursuz
karşıtlığını kara yansısıyla;
sarı bir kuşışıltısı gömerken
kükürdün akımını buzkesen
sıradağların yanına,
dünyanın gizli, kımıltısız
fırtınasına hapsedildi
kara buz. Vanadyum inledi yağmurda
altın odasına girmek için,
Volfram biledi bıçakları ve bizmut
ördü yayılmış saçtellerini.

Yolunu yitirmiş ateşböcekleri
hâlâ kaynaşıyordu tepede,
kusturucu fosfordamlaları
uçurum çatlakları
ve demir yüklü dağdoruğunun üstünde.
Meteorun şarapbahçeleri bunlar,
Gökyakutun yeraltı-kubbeleri.
Yaylada uyuyan küçük asker
kalaydan bir giyit içinde.

Bakır, yeşil irinle dolu,
defnedilmez gecede inşa ediyor
bütün suçlarını,
ve yığılmış sessizlikte
harap mumyalar uyuyor.
Chibcha-yerlilerinin asaletiyle
erişiyor altın, bunaltan tapınaklardan
savaşçılara usulca,
dönüşüyor kızıl taçyapraklarına,
ince levhalar gibi çekiçlenmiş yüreklere,
topraksı fosfor ışıltısına,
masalsı dişlere.
O zaman bir mısırtohumunun,
bir larvanın uykusunu uyudum,
ve Queretaro'nun merdivenlerinden aşağı
senle birlikte indim.
Onlar bekledi
bekledi beni,
belli belirsiz ayışığındaki taşlar,
Opal'in balıkçı hazinesi,
bir kilisedeki ölü ağaç
ametist buzuna kesiverdi.

Sen, dilsel Kolombiya, nasıl da
bildin hiddetli altının fırtınasında
saklanmış çıplak ayaklı taşların,
nasıl da, sen, zümrüdün
ülkesi, kestirebildin ki
ölüm ve denizin takısı,
kendi titreyişindeki bu bıçak sırtı
göçeden hükümdarların gırtlağına,
boğazına erişecek?

Sen taşların ak pak kavrayışıydın,
tuşla büyümüş gül,
kaderin cilvesi, gömülmüş gözyaşları,
damarları uyuyan siren,
b e l l a d o n n a, karayılan.
(Yayarken hurma-ağacı
sütunlarını sağ zülüflerine,
gasp etti tuz
dağların ışıltısını,
yapraklardan süzülen yağmur damlaları
dönüştü kuvarsın en güzel giyitine
ve ladin ağaçlarını
dönüştürdü kömür caddelerine.)

Fırtınaya karşı tezayaktın tehlikeye doğru,
zümrüdün ışığına indim,
yakudun şarap-doruğuna çıktım,
ama sustum her zaman,
güherçilenin çölde yayılmış sütunları önünde.
Gördüm çalışkan yayla küllerinin kalayı
nasıl da açtı zehirli mercandallarını
havada
ta ki onlar yabanıl bir orman gibi
yayana dek gündönümünün ayını, gizli
bütün yollarda mısır-saltanatımızın ardından.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:21 PM
Mızraklar Gömülür

Böylelikle paylaştırıldı ataların mirası.
Kan böldü bütün anayurdu.
(Başka bir yerde anlatacağım
halkımın savaşını.)
Ne ki çeltiklendi ülke
fâtihlerin bıçaklarıyla.
O zamandan beri geldiler imarlamak için miras kalan emlâğı.
Euzkadi'li tefeciler, Loyola'nın
torunları. Sıradağlardan
okyanusa dek
böldüler ağaçları ve bedenleri,
gezegenin soluklanan gölgesini.
Titreyen, yaralı ve yanmış toprağın
idaresi,
yabanıl ormanın dağıtımı ve suyun
ceplerde, loş Errazuriz
geldi onların silah kalkanlarıyla:
bir kırbaç ve kınnaptan bir ayakkabı.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:21 PM
Mızrağın Ucundaki Kelle

Balbao ölüm ve yabanıl toynak getirdin sen
tatlı yurdun uzak köşelerine,
ve ruhun avcı-köpeklerinin
arasındaydı:
kanlı çeneleriyle yakaladı Leoncico
kaçan köleyi,
İspanyol azı-dişlerini bağışladı
titreyen gırtlakta
ve köpeğin pençelerinden
geldi et işkenceye,
ve düştü takıların parakesesine.

Lanet olsun köpeğe ve insana,
hiç değişmemiş yabanıl ormanda
iğrenç ulumaya, demirin
ve haydutun hain adımlarına.
Saldırıya uğramış beşiği bir kirpi gibi
ileriye atılıp koruyamayan
akdiken çalısına,
sivri uçlu tepesine lanet olsun.

Ama yükseldi karanlıkta
kıskançlığın zalim dalı
hançerlerin ayrıcalığı
kana susamış ordu komutanlarının arasında,
ve vardığında evine buldun
yolun karşısında Pedrari'nin
adını bir halat gibi.

Kızılderili-kasapları yargıladılar seni
köpek ulumaları altında.
Şimdi ölüyorken, kavrayabiliyor musun
bu temiz sessizliği, paramparça edilmiş
kudurgun tazılardan?
Şimdi ölüyorken ellerinde barbar
devlet-sahiplerinin,
farkında mısın ki bu güzelim altın koku
mahvetti devleti?

Balbao'nun kellesini kopardıklarında,
geçirdiler bir mızrağın ucuna.
Ölü gözlerinin şimşeği
dağıldı gitti
ve kaydı mızraktan aşağı
kirli bir damla olarak
kayboldu toprakta.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:21 PM
Mısırın Mülkiyetindeki

Mısırın mülkiyetindeki
altınları saydın mı hiç?

Biliyor musun sisin yeşil olduğunu
Patagonya’da öğle saatlerinde?

Terk edilmiş o gölet dibindeki
suda şakıyan kimdir?

Nedir karpuzu güldüren
öldürürlerken onu?

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:21 PM
Mevsimler (En Son Biçiminde)

Çamaşır rüzgârda dalgalanır
Bebelerin yüzlerinde açar goncalar
Kızlara sataşılır
ve futbol oynanır
çünkü yazdır şimdi Danimarka’da.

Günler kasvetle düşer
Söz dinlemez okul çocukları.
Eskir giysiler
ve gözyaşları dökülür
çünkü sonbahardır bu Danimarka’da.

Boşanmalar. Ölümler. Romanlar.
Öksürük ve dondurulmuş tasarılar.
Burun damlar
Oluklar suya batar
çünkü kıştır şimdi Danimarka’da.

Çiçekler otlakta ve saksılarda.
Şölen bir çok dileğe dönüşür.
Çayırlar ekilir
ve anlaşılır şiirler
çünkü ilkbahardır şimdi Danimarka’da.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:22 PM
Merhaba, Benim Küçük Serçem

Merhaba, küçük serçem benim! Biliyorum ki
senin bakışındaki derin ve kasvetli, ılık ışık
su dolu bir küvetteki iki buğday çekirdeğinden
daha da önemli değil. Ve bu yüzden
küçük serçem diyorum sana,
çünkü böyle titreşir serçe kanatları.

Merhaba, küçük serçem benim! Sıradan kuşlar bunlar,
ama gel de betimle eski ebemkuşaklarının
düşünceleri gibi titrerken renklerdeki bin değişim
güneşte! Ama bu uyarı da
neden?
- İşte bu canlı yay
evinde yeniden bakışında senin, ey kadın!

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:23 PM
Merdiven: Düşüş

Görünür şarkının düşüşü ışığın arasından
korkusuzca yaslanır hâtıra tırabzana

Nefes nefese çöken merdivenden yukarı
koşmak kendisine kapanan odalara karşı

Daha fazla konuşmak şimdi olanaksız
aynı nefes-alışla.

Ses dönüşür şarkı söyleyen çocuklara
merdiven parmaklıklarından salınan.

Bu
Evdir
Budur
Merdiveni Ev’in
Budur
Ev’in merdivenindeki şarkı
Budur

Basamak basamak
Dize dize
Tümce tümce

çöküşüdür merdivenin
basamak basamak
dize dize
söylenirken şarkı

Budur
Tümce tümce
Yeni bir Merdiven

Pencere-çerçevesi. Işıldayarak
uzanıyor güneş
boyunca duvarın, salınıp süpürüyor dal.
Enkaz içinde bir bahçeli ev, karmaşık olmayan
bir başlangıçtır bir anlatıya.
Güneşli bahçeler.
Kuru ve beklenti dolu yaz çitleri.
Kusursuz asfalt ve tebeşir çiziklerinin akıntısı
yağmur sonrası.
Merdiven sahanlığında cam mozaikle boyalı
yukarı ve aşağı, tek yönlü bir trafik.

Açıyor kapıyı mevsim ve çarpıyor sımsıcak
yüze karşı.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:23 PM
Mayısta Muson

Mevsimin rüzgârı, o yeşil rüzgâr,
uzayla ve suyla doldurulmuş, aşina kazaya
ve sadaka parası gibi uçucu bir maddeye,
katlıyor bayrağının hüzünlü meşinini:
böyle, gümüş grisi ve soğuk, korunak aradı bir gün,
bir devin kristal kılıcı gibi kırılgan,
bütün bu güçlerin arasında koruyan ürkünç iç çekişi onun,
düşen gözyaşları, yararsız kumu,
birbirlerine teğet geçen ve gıcırdayan güçlerle çevrilmiş,
kavganın ortasında beyaz dalını, şaşkın kesinliğini
kaldıran çıplak bir adam gibi,
o düşmansı saldırıda düşen titreyen tuzdan damlası.

Hangi dinlenişi denemeliyim, hangi yoksul umudu sevmeliyim,
onca zayıf bir alazda, onca uçucu bir ateşte?
Neye doğru kaldırayım o aç baltayı?
Hangi maddeyi terk edeyim, hangi yıldırımdan kaçayım?
Onun ışığı, uzunluktan ve titreyişten yaratılmış tam olarak,
sürüklüyor toprakta hüzünlü bir gelinlik gibi
soluklukla ve ölümlü uykuyla süslenmiş.
Gölgenin dokunduğu ve şaşkınlığın arzuladığı ne varsa
asılıyor bir sıvı gibi, sallanarak, yoksun barıştan,
uzayların arasında aciz, ölüme mağlup.

Ah, ve bu kader haylidir beklenen bir gün aldı,
mektuplar, gemiler ve dükkanlar gibi acele ettiler:
ölmek, kendi göğü olmaksızın, sakin durarak ve ıslak.
Nerede onun rayihalı güneş yelkeni, derin yaprakları,
örtülü hızlı bulutlarının ateşi, onun yaşayan nefesi?
Kımıltısız, giyinmiş ölen parıltıyla ve kasvetli pulla
görecek nasıl yağmurun yardığını iki parçasını
ve sularla beslenen rüzgârın nasıl da kendilerine saldırdığını.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:24 PM
Mavi Kitabını Yazarken

Mavi kitabını yazarken
yeşil değil miydi Rubén Darío?

Kızıl değil miydi Rimbaud,
Góngora koyu menekşe?

Ve Victor Hugo üç renkli?
Ve ben sarı çizgili?

Köylerde mi toplanır tıkış tıkış
bütün anıları yoksulluğun?

Ve minerallerden oyulmuş kutularda mı
saklar zenginler düşlerini?

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:26 PM
Maruri Sokağı’ndaki Pansiyon

Bir sokaktır Maruri.
Birbirine bakmazdı evler, benzemezdi birbirine,
ama gene de bağlantılıydı birbirleriyle
duvar duvara, fakat
konuşmayan pencereleri görmezdi sokağı,
sessizdiler.

Kış ağacının kirli yaprakları gibi
uçardı bir kağıt.

İkindi tutuştururdu gurubu. Rahatı kaçmış
gök yayardı kaçak ateşini.

Kara sis işgal ederdi balkonları.

Açtım kitabımı. Yazdım
sanki bir madenin
dehlizindeymişim gibi, rutubetli
terkedilmiş bir galeri sanki.
Biliyorum kimse yok şimdi,
o evde, o sokakta, o kekre kentte.
Kapısı açık, dünyası açık
bir mahkûmum ben.
Hasret çeken bir öğrenciyim şafakta,
ve tırmanıyorum erişte çorbasına
ve atılıyorum yatağıma ve gelen güne

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:26 PM
Marul Yaprakları

O bella bionda,
Sei come l’onda!

Serin tatlı çiy’den ve biraz parlaklıktan
Ördü ay sessizliğin ağını
Bahçesinde bir çocuğun
Marul yapraklarını topladığı.

Yıldızlamış bir şebnemi saçına
Ve ay ışığı öper gencecik alnından
Bir ezgi mırıldanarak toplamakta:
Dökülüşünce dalganın, ne güzelsin!

Yalvarırım, benim ol, ayırır gene de beni,
Balmumu kulak çocuksu şarkısından O’nun
Ve kalkan yürek ayırır beni
Ayın marullarını toplayandan.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:27 PM
Manzara

Kaya ve uçurum,
daha çok zaman kayadan, bu
zamansız madde.

Yaranın zarı içinden
düşer kımıltısız
sonsuz bakire su.

Enginlik dinlenir burada,
kaya üstünde kaya
kayalar üstünde hava.

Dünyanın bildirisi
olduğu gibi: bir güneş
kımıltısız, cehennemde.

Başdönmesinin dengesi:
kayalığın ağırlığı
gölgelerimizden fazla değil.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:27 PM
Manyetik Sanat

Bütün bu aşktan ve dolaşmadan kitaplar oluşur.
Ve barındırmazlarsa öpüşü ya da gökleri,
barındırmazlar bereket için insanları,
barındırmazlar kadınları her bir damlada,
açlık ve arzu, öfke, berrak yollar,
ne kalkan olarak işe yarar ne de çan olarak:
gözsüzdür onlar, açamazlar benim iki gözümü,
yalnızca kuralın ölü ağzına sahipler.

Sevmiştim o yaprak asılı cinsel organları,
ve kanla aşk arasında kazdım kendi dizelerimi,
ateş ve çiy arasında paylaşılamayan
bir gül diktim katı toprağa.

Bu yüzden şakıyarak dolanıp dururum.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:27 PM
Mahvolmuş Cadde

O yaralı demirin üzerinden, alçı gözlerin üzerinden,
kayıyor yıllardan değişik bir dil
zamandan. Bir kuyruktur kaba at kıllarından,
öfkeyle dolu taş eller, ve evlerin rengi
ölüp gidiyor ve çatlıyor mimarlığın kararları,
korkulu bir ayak kirletiyor balkonları:
ağır ağır, yığılmış gölgeyle,
kışla ve miskinlikle yaralanmış maskelerle,
gidiyor günler yüksek alınlara
aysız evlerin arasında.

Su ve alışkanlık ve yıldızın savurduğu
o beyaz çamur, ve özellikle
öfkeyle çanların dövüp durduğu hava,
yıpratıyor eşyaları, dokunuyor
tekerlere, duruyor
puro butiklerinin önünde,
ve saçaklarda büyüyor o kızıl saç
uzun bir ağıt gibi, düşerken dibe
anahtarlar, saatler
ve unutulmaya alışkın çiçekler.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:27 PM
Lirik Şiir

Taşlar gibi
Duygudan yoksun dinliyorsun şarkımı.
Kesin ve karşı koymayarak unutuyorsun sen.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:27 PM
Limanlar

Mavi bir taş gibi yontulmuş Acapulco,
uyandığın zaman şafak atıyor kapındaki denizde,
bir trompet salyangozu gibi
gökkuşağı renkli ve kenarları işlemeli,
ve taşlarının arasında kayıyor bir yıldırım gibi titreyerek
denizin ışıltısıyla dolmuş balık.

Sen o temiz ışıksın, göz kapaksız, salınan
çıplak gün bir sahil çiçeği gibi
suyun yayılmış enleri arasında
ve dağ aydınlanmış balçık lambalarla.

Senin yakınlığında verdi denizkulağı bana o sıcak
öğle sonrası sevdayı hayvanlarla
ve tropik bataklık ormanlarla,
yuvalar dallarda düğümler gibi ve orada
taşıdı balıkçılların kaçışı köpüğü yüceliklere,
ve suda, bir cürüm gibi kızıl, ağızlardan
ve köklerden oluşmuş, hapsedilmiş bir halk gürledi.
Uysal ve çıplak, denizin taşıdığı Kaliforniya’nın
kıyılarda çizemediği Topolobambo,
Mazatlán, ey yıldız ışıklı gecesel liman, işitiyorum
dalgalarının vurduğunu yoksulluğuna
ve takımyıldızların senin, senin sadık
koronun yürek atışı,
ayın kızıl ağı altında şakıyan
uyurgezer yüreğin senin.

Guayaquil, mızrak hecesi, ekvatorsu
yıldızın bıçak ağzı, bir kadının
kanla ıpıslak örgüleri gibi dalgalanan
nemli karanlık için açık kilit:
yapraklara fildişi damlatan
ve insan ağızlarına kayan
deniz asidi gibi kemirici
üzümleri ıslatan
acı terin peşinde olduğu
demir kapı.

Mollendo’nun kayalıklarına tırmandım, o beyaz,
sadece ışıltısını ve yara izlerini kurutmuş,
hazinesini taşların arasında palamarla bağlamış
yarılmış anakarasıyla bir krater,
içe kapatılmış insanın dar mekanı
arasında yalçın, çıplak kaya yüzeylerinin,
o metalik yarıkların gölgeleri,
ölümün sarı dağ burnu.

Pisagua, acının harfi, işkenceyle
lekelenmiş, senin boş harabelerinde,
korkutan sarp kayalıklarında,
taştan ve yalnızlıktan hapishanende
denediler yok etmeyi insanın bitkisini,
örmek istediler ölü yüreklerden
bir halıyı, küçümsemek istediler bahtsızlığı
insan değerinin ezilmesinin
çılgınlığı için bir belirti: orada, o tuzla örtünmüş
boş caddelerde, sallıyor umutsuzluğun
hayaletleri pelerinlerini,
ve o çıplak rezil yarıklarda
duruyor tarih bir anıt gibi
kırbaçlanmış yalnız deniz köpüğüyle.
Pisagua, senin şakaklarının boşluğunda,
o hiddetli ıssızlıkta, ayağa kalkıyor
insanın gerçekliği
çıplak, soylu bir anıt gibi.

Sadece tek bir insan değil, sadece kan değil
kirleten hayatı senin uçurumlarında,
fakat bütün cellatlar zincirlenmiş
yaraların bataklığına, cezalara,
yas giysileri kuşanmış Amerika’nın kırlarına,
ve senin ıssız ve yalçın kayalıkların
dolduğunda zincirlerle,
yalnızca bir sancak değildi yırtılan,
yalnızca bir haydut değildi intikam heveslisi,
tarihte tekrar dişlerini gösteren
ve ölüm getiren bir bıçakla
o bahtsız halkın yüreklerini delik deşik eden
o utanç veren suların direyiydi fakat,
kendilerini yaratan toprağı denetleyerek,
kirleterek şafağın kumunu.

Ardında memlekete acılar bırakan
ve tırnağıyla acılı
memleketimizin kabuğunu kazıyan
bilinmedik o tanrıya altın getiren
o gizli tuzda ve güherçilede boğulmuş,
ey kumlu limanlar.

Antofagasta, senin uzak sesin
açılıyor o kristalsi ışıkta
ve doluyor çuvallara ve silolara,
ve dağıtılıyor o kısır sabahta
gemilerin yönüne doğru.

Kurumuş gül ağacı, İquiqe,
senin beyaz tırabzanların arasında, çölün
ve denizin ay ışığının yıkadığı
çam duvarların boyunca,
orada aktı halkımın kanı,
orada öldürüldü gerçek, umut
çözündü kanlı iliklere,
gömüldü cürüm kumun altına,
ve mesafe boğdu ölümün hırıltısını.

Hayalete benzeyen Tocopilla, dağların altında,
iğnelerle dolu çıplaklığın altında
dolduruyor güherçile kuru karını
söndürmeden kararlılığının ışığını
ya da ölümün keseklerde sarstığı
o karanlık elin kaygısını.

İnsan sevdasının eziyet görmüş
suyunu kovan çaresiz kıyılar,
saklanmış senin kireç beyazı kıyılarında
utancın en muhteşem metali gibi.
Senin limanlarına indi o gömülmüş insan
görmek için satılmış caddelerin ışığını,
o ağır yüreği hafifletmek için,
unutmak için kum ovalarını ve belâları.
Geçip giderken, kimsin o halde sen, kim
geçip gidiyor altın gözlerinden, kim izliyor seni
o parlayan camlarda? İniyorsun aşağıya ve gülüyorsun,
değerini biçiyorsun ağaçtaki sessizliğin,
dokunuyorsun camların ışıltısız ayına
ve başka bir şey yok: gözetim altında kalıyor insan
et yiyen gölgeler ve demir çubuklar tarafından,
uzanıyor yayılarak hastanesinde, uyuyarak
barutun kör ışıltısında.

Alnıma yaprakların yağmurunu
deviren Güney’in limanları:
iğnelerle dolu kaynağından
acılarımın üstüne yalnızlığın yağdığı
kışın acı çam ağaçları.
Puerto Saavedra, buza kesmiş İmperial’ın
sahilleri: o kumlanmış
ırmak ağızları, kimsenin taçlarını sallamadığı
ve fırtınayla kırbaçlanmış portakal ağaçları gibi
yukarı yükselen martıların
o buz gibi şikayet çığlığı,
şefkatime doğru yolunu yitirmiş şirinler,
o yabanıl denizde paramparça olmuş
ve yalnızlıkların üstüne püskürtülmüş.

Sonrasında kar vardı yolumda,
ve boğaz boyunca uyuyan evlerde
Punta Arenas boyunca, Puerto Natales’te,
o uluyan fırtınanın mavi yayılışında,
o hızla esen, o dizginsiz,
yeryüzü üzerindeki nihai gecede gördüm
dayanmış kalası, yaktım lambaları
zalim rüzgârın altında, indirdim ellerimi
o çıplak Antarktik ilkbaharda
ve öptüm en son çiçeklerin soğuk tozunu.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:27 PM
Lanetli Kent

Gün isterik bir kadın gibi
Bırakırken kendini kentin kıllı kollarına
Astfalt kokulu kentten ağır bir parfüm yükselir
Kent buram buram amonyak kokar

Sokaklar belsoğukluğuna yakalanmışcasına
Oluk oluk insan boşaltır kentin kasıklarına
(Zarif kumarhaneleri ve iğreti kerhaneleriyle
Yalnızlıktan çıldırmış o menapoz
Bir bozkır mezarlığını andırır)

Hızla geçen bir arabadan düşürür bir yosma
Kırmızı bir karanfili asfalta
Karanfilleri çok seven ozan alır karanfili yerden
Takar yakasına

Süslü pezevenkler küstah kahkahalar patlatırken
Koşturur polisler suçlu bir otobüsün peşinde
Onlara göre yakalanamayan bütün otobüsler suçludur
Polisler abonman bileti atmazlar çünkü kutulara

Ötelerde bir horoz paralarken kendini
Yıkar fabrika düdükleri ellerini kızıl bir leğende
Memurlar rutin bir devinimle sustururlar çalar saatlerini
(Söz arası, basit insanlardır memurlar)
Kent insanlarının çalar saatleri vardır çünkü

Ve bu kent lanetlenmiştir artık
Bir simitle karnını doyuran öğrencinin beddualarıyla

İsmail Aksoy

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:27 PM
Lanet

Ey kırışmış yurdum, yemin ediyorum: külünde
doğacaksın bir çiçek gibi sonsuz sudan,
yemin ediyorum: senin kuruyan ağzından fışkıracak
ekmeğin taçyaprağı ve israf olmuş,
kutsanmış başak. Lanet olsun,
lanet, lanet olsun toprak arenasına gelen
balta ve yılan sahiplerine, lanet olsun onlara
Mağripli ve haydut için meskeninin kapılarını
ta bugüne kadar açanlara:
neler yapmıştınız? Gel, gel lambayla,
bak o ıslanmış toprağa, bak o küçük kara kemiğe
ateşlerin tükettiği, İspanya’nın giysisi
mermilerle delik deşik.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:27 PM
Küçük Bir Tohumun Görünüşü

Küçük bir tohum adını vermişiz ona.
Fakat kendisi ne tohum der kendisine ne de küçük.
Sıradan ya da belirli bir ismi önemsemez,
uçucu ya da kalıcı, yanlış ya da doğru bir adı da.

Bakışlarımıza gereksinimi yoktur, dokunuşumuza da.
Ne gözlenildiğini ne de dokunulduğunu hisseder.
Ve pencere eşiğine düşen şey
yalnızca bizim serüvenimizdir, onun değil.
Herhangi bir yere düşmekle aynı şeydir bu,
Bilmeden biraz önce düştüğünü
ya da hâlâ düşüyor olduğunu.

Bir pencereden görünen güzelim bir deniz manzarası,
fakat bu manzara kendi kendisini göremez.
Renksiz ve biçimsiz, sessiz, kokusuz
ve acısız yaşıyor o bu dünyada.

Denizin dibi dipsiz, kıyıları kıyısız.
Denizin suları ne ıslaktır ne de kuru.
Dalgalar ne tekildir ne de çoğul,
Ne büyük ne de küçük olan kayalardaki
kendi fışkırtısına sağır deniz.

Doğuştan göksüz olan göğün altında bütün bunlar,
ki güneş batmadan batar orda
ve saklamadan saklar kendini gafil bulutların ardına.
Üzerinden estiği yeryüzünden başka yüzeyi
Sıyıramaz yel.

Bir saniye geçiyor, bir saniye daha, bir üçüncüsü sonra.
Fakat tüm bunlar bizim üç saniyemizdir yalnızca.

İvedi bir haber ulaştıracak bir ulak gibi zaman.
Fakat bu yalnızca bizim benzetmemiz.

Biçim kendi buluşumuz, ivedilik de öyle.
Fakat haberin kendisi acımasız.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:27 PM
Küçük Bir Sabah-duası

Sevişilen bir geceyi
aydınlatıp da

sabahleyin
erken saatte

günışığında yanan bir mum
dünyadaki en hüzünlü şeydir.

Ah, Tanrım, aşkımızın böyle olmasına izin verme lütfen.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:27 PM
Küçük Beyaz Gül

Dünyanın bütün gülleri benim için değil.
Payımla yetinirim ben
Küçük beyaz gülüyle İskoçya'nın
Ki keskin ve tatlı bir kokusu vardır - ve burar yüreği.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:27 PM
Kuyu

Bazen batarsın dibe, düşersin
sessizliğinin çukuruna,
bilinçli öfkeden uçurumunda,
ve neredeyse
geri dönemezsin, hayatının
derinliklerinde karşılaştığın
şeylerin kalıntısı var üstünde hâlâ.

Sevgilim, bulduğun nedir
kapalı kuyunda?
Yosunlar, bataklıklar, kayalıklar mı?
Acılanmış ve yaralanmış olarak
neler görürsün kör gözlerle?

Benimsin, kalmak istemezsin
düştüğün kuyuda, bulmak istersin
tepelerde senin için sakladığımı:
şebnem damlalarıyla bir demet yasemin,
uçurumundan daha da derin bir öpüş.

Korkma benden, yeniden düşme
kendi kızgınlığına.
Silkele seni yaralamaya gelen sözcüklerimi,
ve bırak uçsun gitsin açık pencereden.
Sen bir şey yapmaksızın
geri gelecek beni yaralamak için,
değil mi ki katı saniyeyle doldurulmuş,
ve o saniye patlayacak göğsümde.

Gülümse bana, ey ışıltılı,
yaralarsa ağzım seni.
Ben peri masallarındaki
o kör çoban değilim, fakat seninle
toprağı, rüzgârı ve dağ dikenlerini
paylaşan iyi bir oduncuyum.

Sen sev beni, gülümse bana,
yardım et iyi olmama.
Boşuna yaralama kendini bende,
yaralama beni, yaralarsın çünkü kendini.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:28 PM
Kutsal Yasa

Diyorlar ki, benim bedenimdeki hayat zayıfladı, ki damarlarım boşaldı üzüm-ezecekleri gibi: bense yalnızca hafiflediğini hissediyorum memelerimin derin bir iççekişten sonra!

- Kimim ben diye soruyorum kendime, ki bir çocuğu dizlerimde avutacak olan ben?

Ve yanıtını kendim veriyorum:

- Sevmiş olan biriyim ve sevdası sonsuzluğu arzulamış olan biriyim ben, öpüldüğü zaman.

Görsün beni Dünya kollarımda bu çocukla ve kutsasın beni, palmiyeler kadar üretkenim şimdi.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:28 PM
Kuşlar Gelir

Herşey kaçış içerisindeydi toprağımızda.
Kanı nasıl emerse tüy
öylesine emiyordu kardinaller de kanı
Anahuac'ın şafağından.
Tukan parlatılmış yemişlerin
mucizevi koruyucusuydu,
yıldırımların ilk kıvılcımlarını
saklayan arıkuşuydu
ve kıvılcımların küçük ateşi
kımıltısız havada yalazlandı.

Yeşil altın külçeleri kadar
usulca akan kütlenin aksırığı
yükseldi taşkın bataklığın üstünde,
azametli papağanlar doldurdu
sararmış yaprakların esrarını,
ve yusyuvarlak gözlerinde
mineraller kadar eski
sarı bir halka baktı durdu.

Gökyüzünün bütün kartalları
o kimsenin oturmadığı mavide
saygı gösterdi kanlı akrabalarına;
ve yırtıcı kanatlarıyla
uçtu geçti dünya üzerinden
kondor, katillerin kralı
yalnız keşişi gökyüzünün
siyah muskası kar'ın
fırtınası şahin avının.

Hornero-kuşu'nun yapı sanatı
mis kokulu balçıktan,
sesli küçük mizansenlerle
dansetti şarkısıyla.

Atajacamino kuşu kopardı
rutubetli çığlığını
derin göletlerin kıyısından.
Araukanya'lı orman-güvercini pürüzlü
yuvalar kurdu, çelik mavisi
yumurtasının kralsı armağanını
bıraktığı ıssızlığa.

Güney'in loica'sı, sonbaharın
mis kokulu, tatlı marangoz kızı
gösterdi kıpkızıl yıldızlarla
süslenmiş göğsünü,
ve Antartik chingolo'su
havaya kaldırdı, demincek
suyun sonsuzluğundan aldığı flütünü.

Ama bir nilüfer gibi nemli,
gül renkli katedral kapılarını vurdu
telliturna geniş ağzında
ve uçtu gitti sabah-kızıllığı gibi
sıcak ormandan çok uzağa,
birdenbire uyanan, devinen ve sonra
sıvışan ve parıldayan ve kızoğlankız sıcaklığını
uçsun diye bırakan quetzal-kuşu'nun
mücevherlerinin asılı olduğu yere doğru.

Bir deniz-dağı uçuyor
adalara doğru, kuşlardan
bir ay Peru'nun mayalanmış
adalarına kanat çırpıyor.
Yaşayan bir gölge akımı bu,
titreyen, kuyruklu bir yıldız bu,
küçücük ve sayısız yürekten yapılmış,
uçuyor adalardenizine doğru,
karartarak dünyanın güneşini
donuk duvaklı bir yıldız gibi.

Ve orada, isyâncı denizin bitiminde,
okyanusun yağmurunda,
yükseltir albatros tuzdan düzenekler
gibi kanatlarını
ve çeker gider sessizlikte
kudurgun boraların
hiyerarşisinde
yalnızlıkların huzuru arasında.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:28 PM
Kuşatmadaki Bir Orduyu Duyuyorum Ve Gökgürültüsünü

Kuşatmadaki bir orduyu duyuyorum ve gökgürültüsünü
Dizleri köpüklü atların suya batışını:
Kibirli, kara zırhlar içinde duruyor tepelerinde
Hor görerek yuları kımıldatıyor kamçıyla at arabacıları.

Geceye doğru bağırıyorlar savaş adlarını.
Uykumda inliyorum duyduğumda uzaktan yayılan kahkahalarını
Bölüyorlar düşlerin kasvetini körleştiren bir alaz gibi,
Ve bağırlarına vuruyorlar tekrar tekrar örse vururcasına.

Geliyorlar uzun ve yeşil saçlarını utkuyla sallayarak:
Denizden geliyorlar ve koşuyorlar sahile.
Ah kalbim, hiç mi hikmetin yok böyle bir umutsuzluk karşısında?
Ah sevgilim, bir tanem, sevdicegim, neden terk ettin beni?

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:28 PM
Kuş Sapanı (1919)

Sevişme, galiba sevişme, güvensiz,
belirsiz:
ağzımda hanımelinin okşayışı,
yalnızlığıma karşı kara bir ateş gibi vuran
bir kaç örgü,
ve bunun yanı sıra: gecesel ırmak, gökyüzünün işareti,
uçucu, yağmur yüklü bahar,
yapyalnız, yolunu kaybetmiş alın, gecede
kendi zalim lalelerini vuran arzu.
Kendimi yok ederek soydum gök işaretlerini,
duyarlılığım sivrildi yıldızlara karşı,
lif lif bağladım ben bu buz soğuğu dokuyu
kapısız hava sarayında,
ah, yaseminlerinin boşuna saklamaya çalıştığı berraklığıyla
yıldızlı şefkat,
ah, sevişme gününde uzak çayırlarda
bir hıçkırık gibi açılan bulutlar,
çıplak yalnızlık bir buluta zincirli,
tapınılan bir yaraya, doymayan bir aya.
Beni adımla çağır, dedim galiba gül ağaçlarına:
o yalnız, o koyu lezzetin gölgesi
ve dünyanın her bir titreyişin ulaştı hemen adımlarıma,
o gizli köşe bekliyordu beni,
o biricik ağacın yüksek heykeli bozkırda:
dört yol ağzında dokundu her şey benim duyarsızlığıma
ve serpti adımı bütün baharın üzerine.
Ve o zaman, sen tatlı yüz, yaktın zambağı,
benim düşlerimde uyumayan sen, sen inatçı
madalya, bir gölgenin takip ettiği, isimsiz
sevgili, yalnızca çiçek tozlarının dokusundan oluşmuş,
kirli yıldızların üzerindeki alazlı rüzgârlardan oluşmuş:
ah sevişme, kendisini yutan bakımlı bahçe,
sende oluştu düşlerim ve yükseldi
karanlık ekmeğin ekşi mayası gibi.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:29 PM
Kuş-kafatası

Patikada dağılmış öylece
paramparça,
benziyor kafatası koyu tuzdan bir dokuya. Yalnız gaga
tam, ne ki duyduğun
bu şarkı
başka bir yerden geliyor.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:29 PM
Kurtarıcılar

Halkın ağacı, fırtınanın ağacı,
burada işte ağaç.
Onun kahramanları ateşliyor toprağı
özsuyunun yaprakları gibi,
ama rüzgâr bölüyor dalgalanan
bu yığının yapraklarını,
ekmeğin mısırtohumu
tekrar düşene dek toprağa.

Burada büyüyor ağaç, çıplak ölülerle
beslenmiş ağaç,
yaralı ve yağmalanmış ölüler,
yüzlerindeki korkunç ifadelerle ölüler,
bir mızrakla oturtulmuş kazığa,
ateşte çözülmüş,
baltayla koparılmış kafaları,
atların mahvettikleri,
kiliselerde çarmıha gerilenler.

Burada işte ağaç, kökleri
hayat dolu ağaç,
zorla aldı güherçile onu şehadetten,
kökleri kanla beslenirdi,
ve gözyaşları demledi onu toprakla:
yükseltti onları dalgalarıyla,
yaydı onları bütün mimarlığı boyunca.
Görünmez çiçek oldular,
bazen gömülmüş çiçek,
ve sıkça ışın saçtı yaprakları
gezegenler gibi.
Ve toplandı dallarda insanlar
pekiştirdiler çiçektaçlarını,
elden ele uzattılar onları
narlar ya da manolyalar gibi,
yarıncaya dek toprağın kabuğunu ansızın
ve büyüyünceye dek ta yıldızlara kadar.

Özgürlerin ağacı bu.
Toprak ağacı, bulut ağacı,
ekmek ağacı, söğüt ağacı,
yumruk ağacı, ateş ağacı.
Boğulur o bizim gece-karanlığımızla
devrin kızgın suyu,
ne ki beşiğini sallar aşiret onun gücünün
yüce çemberinin.

Bazen düşer dallar yeniden,
kırılmış öfkeden,
ve tehditkâr kül
örter hayli eski haşmetini onun:
böyle geldiydi başka zamanlardan,
böyle gittiydi ölüm savaşına,
gizli bir ele,
sayısız kollara,
halk sakladı arta kalanı,
gizlenmiş kımıldatılamaz aşiretler,
ve halkın dudakları koca, bölünmüş
ağacın yapraklarıydı,
her bir yana serpilmiş,
köklerine doğru yola çıkmış gezgin.
Bu ağaçtır, halkın ağacı,
bütün savaşanların,
özgürlük bilincinde olan halkın ağacı.

Haydi görelim seni onun tepesinde,
dokun onun gençleşmiş ışınlarına,
titreyen meyvesinin ışığını günden güne
yaydığı fabrikalarda
indir elini.
Yukarı kaldır ellerindeki bu toprağı,
bu parıltıdan payını al,
ekmeğini ve elmanı al,
yüreğini ve atını,
ve sınırda nöbet tut,
yaprağının sınırında.
Savun çiçek-taçlarının bitimini,
düşmansı *******den al payını,
şafağın devri için nöbet tut,
yıldıza bürünmüş tepeleri soluklan
ve savun ağacı, dünyanın tam ortasında
büyüyen ağacı.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:29 PM
Kulak Verme

Kulak verme benim
sessiz ağlayışıma:
bir çölüm ben
ve ağlamalıyım

Kulak verme benim
uçucu aşkıma:
bir ırmağım ben
ve çağıldamalıyım

Kulak verme benim
sürekli kahkahama:
bir anım ben
ve sürmeliyim

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:30 PM
Kraliçe

Kraliçe diyorum sana.
Senden daha uzun kadınlar var, daha uzun.
Senden daha temiz kadınlar var, daha temiz.
Senden daha güzel kadınlar var, daha güzel.

Fakat kraliçe sensin.

Dolaştığın zaman caddelerde,
kimse dikkat etmez sana.
Kimse görmez kristal tacını, kimse bakmaz
yolunda yürürken bastığın
kızıl altından halıya,
var olmayan o halıya.

Ve görünce seni,
ses verir bütün ırmaklar
bedenimde, sarsar
çanlar göğü,
ve doldurur evreni bir ilâhi.

Yalnızca sen ve ben,
yalnızca sen ve ben, ey sevgilim,
kulak veririz buna.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:30 PM
Köylü Delikanlılar

Köylü delikanlılar
yeni oturma odaları inşa ederler
ne ki hiç kadın yok taşrada
köylü delikanlılar
yeni giysiler, ayakkabılar ve arabalar satın alırlar
ne ki hiç kadın yok taşrada
köylü delikanlılar
görürler her gün gazetede televizyonda ve dergilerde kadınlar
ne ki hiç kadın yok taşrada
köylü delikanlılar
halkevlerinde eğlenceye giderler cumartesi akşamları
ne ki hiç kadın yok taşrada akşam biterken
genç köylüler yatırım yaparlar
ve geliştirirler tasarılarını ve geleceği tasarlarlar
ne ki hiç kadın yok taşrada
yeni mobilyalı yeni inşa edilmiş oturma odaları
akşamları öylece durur karanlıkta
ve köylü delikanlılar
ortayaşlı köylülere dönüşür
zaaflar edinirler
spor kulübüne gitmezler artık
eğlenceye gitmezler artık
ne ki dönenip dururlar ve umut ederler ki
bir kadın bir gün dul kalır
ve geri taşınır taşraya.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:30 PM
Köy

Taşlar zamandır
Rüzgâr
rüzgârın yüzyılları
Ağaçlar zamandır
insanlar taştır
Rüzgâr
döner kendisine ve batar
taş günün içine

Su yok burada gözlerinin parıltısı için

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:30 PM
Kötülükler

Sen belki karanlık *******de geçtin gittin içinden
hançerli bir çığlığın, ayaklar altına aldın kanda:
o yalnız yumurta haçımızdaki, bin kereler
çiğnenmiş ayaklar altında,
o sessiz kapıya indirilmiş ağır darbeler,
yer açılıp da içine girmiş katil, şimşek hızıyla yiten,
uluduğunda köpekler ve kızgın polisler
uyandırdığında zalimce uyuyanları
dehşet içindeki göz kapağından dökülen
gözyaşlarının ipini burmak için.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:30 PM
Kör Ve Kolsuz, Bacaksız Bir Dilenci

Kör ve kolsuz, bacaksız bir dilenci
Bir sekreter aldı yanına taşısın diye dilenci çanağını.
Önce sadaka verdim, sonra pişman oldum, ve güldüm sonra:
Zavallı dilenci yöneteci! Şiir için amma da malzeme!

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:30 PM
Köknar

Erkenden
Bakırsıdır köknarlar.
Böyle görmüştüm onları ben

Yarım yüzyıl kadar önce
İki dünya savaşından önce
Genç gözlerle

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:31 PM
Korunması Gereken

Korunması gereken
dünyaya açılan pencerem değil
fakat rüzgârdan ve yağmurdan
tekrar yeşillenen dünyadır;
ve şarkılardır
ki makinalar ve zayıf öküzler gibi
çekerler kendilerini
o sert taşlı, pas kızılı tozlu,
kara çamurlu toprağın arkasından,
nadasa yatıran
şarkılar
sonbahar ekimi gibi...

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:31 PM
Konuşma Benimle

sessizce
öylece-
söyleme!

çok çok özenerek
gitmeliyim,
bir şey bulacaksam eğer-,
ve yalnız başıma gitmeliyim,
bulacaksam bir şey eğer-

şimdilik bir şey bulmadım daha-
ne evimi
ne sevgilimi
ne de tarlalarımı
bulabildim-
henüz varmadığım
bir yerlerde olmalı-
şimdiden epey yol aldım-
belki çok yolum
var daha gidecek-

ve yalnız başıma gitmeliyim
ve öyle korkunç özenle
gitmek zorundayım,
bir şey bulacaksam eğer-
benim de bir
yerim olmalı ama-
bir yerlerde bir evim olmalı-
biliyorum ki,
evim ve tarlalarım var
bir yerlerde-
sevdiğim sürekli beklemez ki-
şimdiden epey yol aldım-
söyleme bana-
eğer çok uzun yolum varsa daha gidecek,
belki de çok geç olur-


söyleme- sus-!
bulmak zorundayım
kendi evimi-

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:31 PM
Kontra Tankçı

Bildik sedef dalları yalnızca, denizin
ve göğün haleleri, bir defne rüzgârı
sizler için, meşe ormanının kahramanları sizler,
kontra tankçılar.
Sizler savaşın gecesel
uçurumundaydınız
ateşin korkunç melekleri,
toprağın temiz oğulları.

Böyleydiniz, serpilmişsiniz
tarlalar üstüne, tohum tanesi gibi karanlık, yayılmış,
beklersiniz. Ve yüz yüze
fırtınalı demirle yalnızca sürüklemediniz
solgun bir parça patlayıcı maddeyi canavarın göğsüne doğru,
fakat derinliğinizi de, için için yanan yüreği,
öyle yıkıcı bir kırbacı ve barut gibi maviyi.
Doğruldunuz,
soylu, emsalsiz zulmün dağlarına karşı,
toprağın ve ünün
çıplak oğulları.
Daha önce hiç görmemiştiniz
zeytin ağacından başka bir şeyi, balık pulu
ve gümüşle dolu ağlar: topladınız
hasadın ve inşaatın aletlerini,
demiri ve keresteyi:
ellerinizde çiçeklendi en güzel
orman narı ve sabah soğanı,
birden
buradasınız, şimşekle kuşanmış,
sıkıyorsunuz ünü, çatlatıyorsunuz
öfkeli kuvvetlerle,
yalnız ve sert, yüz yüze karanlıkla.
Özgürlük seçti sizi madenlerde
ve barış istedi pulluklarınız için:
Doğruldu barış ağlayarak
yollar boyunca ve bağırdı evlerin
koridorlarında: tarlalarda
koştu sesi portakallar ve rüzgâr arasında
ve çağırdı olgun yürekli adamları, ve geldiniz,
ve buradasınız, utkunun
seçilmiş oğulları, sık sık öldünüz, yok olmuş
ellerle, parçalanmış kıkırdakla,
susturulmuş ağızlarla, ezilerek yok edilmiş
bir sessizlikle:
fakat birdenbire kasırganın ortasında
başkaları doğruluyor içinizden, yüreklerin
ve köklerin
esrarlı, kundakçı bütün soyu.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:31 PM
Koni Gibi Yuvarlak Salyangozlar

Koni gibi yuvarlak salyangozlar
deniz kızlarının memeleri midir?

Ya da taşlaşmış dalgalar mıdır
ya da köpüğün kımıltısız oyunu mu?

Çayırlıklarda yangın mı çıkarmış
yabanıl ateşböcekleri?

Güzün berberleri midir
Kasımpatıların saçını dağıtan?

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:31 PM
Kondor

Kondorum ben, uçarım
dolanarak üstünden,
ve birden dönüşüyle
rüzgârın, tüyün, pençelerin,
saldırırım sana
ıslık çalan kasırganın
coşkun soğuğuyla.

Ve kar kuleme,
kara mağarama götürürüm seni,
ve yaşarsın orada yalnız,
ve örtersin kendini tüyle
ve uçarsın dünya üzerinde,
kımıltısızca, yüceliklerde.

Dişi kondor, haydi atılalım
o kızıl ava,
haydi parçalayalım
çarpan nabızla geçen hayatı,
ve haydi uçalım uzaklara
yabanıl kaçışımızda.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:31 PM
Kiraz Ağacının Güneşinde

Kiraz ağacının güneşinde
ölümün yaşadığına inanmıyor musun?

Seni de öldürmez mi
ilkbaharın bir öpüşü?

Senin yazgının bayraklarını senden önce
yasın taşıdığına inanmıyor musun?

Ve keşfedebilir misin atalarının kafatasında
kemik olmaya mahkûm olduklarını?

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:31 PM
Kime Soracağım Saatin Kaç Olduğunu

Kime soracağım saatin kaç olduğunu
eğer ölürsem şimdi farkında olmadan?

Bütün bu yapraklarını
nereden almış Fransa’daki ilkbahar?

Nerede yaşayabilir ki acaba
arıların sürekli izlediği bir kör?

Bir gün eğer o sarı buğday tüketilirse
neyle yapacağız o zaman ekmeği?

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:31 PM
Kime Sorabilirim Burada

Kime sorabilirim burada
ne yapılacağını bu dünyada?

Niçin deviniyorum istemeden,
niçin sakin duramıyorum?

Niçin tekerleksiz dönüp duruyorum,
uçuyorum kanatsız ya da tüysüz?

Ve kemiklerimin evi Şili’deyken
niçin gidiyorum yabancı ülkelere?

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:31 PM
Kimdir Geçen Yeşil Korudan

Kimdir geçen yeşil korudan
Eğilirken önünde her ağaç ilkyazda?
Kimdir geçen neşeli korudan
Çıldırtmak için yeşili curcunayla?

Kimindir bu usul adımlar
Gün ışığında yollarla tanış?
Şirin gün ışığında geçen kimdir
Yüzünde saf bir gülümseyiş?

Bütün yolları ormanın
Pırıldar uysal ve altın bir alevle -
Kimin için süslenmiş acaba bu güneşli orman
Bu güzelim entariyle?

Ah, benim büyük sevdam hürmetine
Ormanların yapraklarla süslenmesi -
Benim büyük sevdam hürmetine,
Ah, sevda öyle de taze ve değerbilir ki.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:32 PM
Kimdi Acaba Seni Sevmiş Olan O kadın

Kimdi acaba seni sevmiş olan o kadın
düşte, yatıp uyurken sen?

Nerededir bütün o düşlenilen şeyler?
Başkalarının düşlerine mi giderler?

Ve düşlerde yaşayan o baba,
yeniden mi ölür, büyürken sen?

Çiçeklenir mi düşlerin bitkileri
ve olgunlaşır mı ağır meyveleri?

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:33 PM
Kim Yiyip Bitirdi Gözlerimin Önünde

Kim yiyip bitirdi gözlerimin önünde
sivilcelerle kaplı bir çekiç balığını?

Kim suçluydu, köpekbalığı mı
yoksa kanla lekelenmiş balıklar mı?

Sürekli bir kırılma mı
bu düzen ya da savaşım?

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:34 PM
Kim Kimsiz Nerede

Yok bir ruh
bu ağaçların arasında
Ve ben
bilmiyorum nereye gittiğimi

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:34 PM
Kim İkna Edebilir Denizi

Kim ikna edebilir denizi
makul olması için?

Yıkarak neler alır acaba deniz
mavi kehribardan, yeşil granitten?

Ve niçin bunca kırışıklık var
ve bunca delik kayalarda?

Denizin ardına geçerim,
nereye giderim keserse yolumu?

Denizin tuzağına düşerek
niçin kapattım ki yolumu?

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:34 PM
Kim Çalışır Toprakta Daha Çok

Kim çalışır toprakta daha çok
insan mı yoksa mısırın güneşi mi?

Kim sever toprağı daha fazla
çam ağacı mı yoksa gelincik mi?

Hangisini yeğlemeli
orkideleri mi yoksa buğdayı mı?

Niçin bunca görkem çiçeğe
ve sadece lekeli altın buğdaya?

Yasal bir şekilde mi gelir
yoksa kaçak bir mevsim midir güz?

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:34 PM
Kilis'ten Şemdinli'ye Giden Kaçakçının Türküsü

Reşko ve Cilo harman savuran kızın memeleridir
Oturmuş cıgara sarar emmiler
Bir çay daha demlenir şimdi bizim orda
Bir çay daha kar suyundan
Bir muhabbet daha koyulur
Orda, mor dağların ardında

Ak sakallı dağlar, yol verin
Doru kısrağım huysuz, bastı basacak mayına

Terkimde Kilis'ten getirdiğim bir kilim
Avcumda anamın rahminden kopardığım kan pıhtısı

Beni Islahiye bile ıslah edemez gayrı

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:34 PM
Kızlar

Sizler, büyük aşkı arayan kızlar,
o korkunç büyük aşkı,
ne oldu sizlere böyle, ey kızlar?

Belki,
zaman, zaman!

Çünkü şimdi
burada, bak, nasıl gider
ve sürükler göksel taşları yerinden
ve mahveder çiçekleri ve yaprakları
köpüklenen bir köpük gürültüsüyle
senin dünyanın bütün taşlarında
atmıktan ve yaseminlerden bir rayihayla,
o kanlı aya yakın.

Ve şimdi
ne yapacağını bilmeksizin
dokunursun suya küçük ayaklarınla,
küçük yüreğinle?

Yolculuğu sürdürmektense
bazı gece yolculukları
daha iyidir,
bazı vagonlarla,
bazı çok şen gezintilerle,
büyük sonuçlar olmaksızın bazı danslar!

Öl öyleyse korkudan ya da soğuktan,
ya da şüpheden
ki ben büyük adımlarımla
bulayım onu,
senin içinde,
ya da senin çok uzağında,
ve bulsun o beni,
aşkın üzerinde titremeyen o,
hayatta ya da ölümde
benimle birlikte
erimek isteyen o.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:35 PM
Kızım’a Verilmiş Bir Çiçek

O beyaz gül narindir ve narin
Elleri O’nun
Ki zamanın solgun haresinden de solgun
Bir ruhu var O’nun.

Gül narini ve alımı - güçsüz gene de
Bir umarsız mutsuzluğun
İçine düşürür gözlerini,
Mavi damarlı çocuğum benim.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:35 PM
Kızıl Gerdan Kuşu

Yakınımda benim, sen kan kızılı, ve gene de uzaksın.
O zalim masken ve savaşçı gözlerin
arasında toprak tepeciklerinin, hopluyorsun bir hazineden
diğerine saf ve yabanıl mükemmelliğinde.
Anlat bana nasıldır diğer bütün yaratıklar arasında,
yuvalardan bir karanlık manzaranın ortasında
yağmur gibi sık çalılığımızda
boyanmıştı kendi şikayetlerine, nasıl göğsün
yalnız topluyor dünyanın lalını?
Ah, kırmızı yaz sıçramış üzerine,
dalmışsın eflatun çiçektozunun mağarasına
ve göğsünün lekesi eziyor bütün ateşi.
Ve hemen hemen gök kubbe
ve bu kar beyazı gece kendi yaban ördeği tabyasında
açtığında gündelik kanatlarını,
tutmuyor hiç bir şey bu bakışları: sadece senin diken çalın
sürekli alazlanıyor kavurmadan toprağı.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:35 PM
Kız

Direnen öğleden sonralarıyla
toplayıcı gece arasında
genç bir kızın dik bakışı

Bırakıp gidiyor defterini ve yazmayı,
bütün varlığı tamamlanmış iki gözde.
Duvarda iptal ediyor ışık kendini.

Sonunu mu görür yoksa başlangıcını mı?
Bir şey görmediğini söyleyecektir.
Berrak olgunlaşmadı daha.

Ne gördüğünü bilmeyecek asla.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:35 PM
Kıyının Oğulları

Denizin dışladığı, dövülmüş
Antarktik köpekler,
sustalı bir bıçakla kesilmiş
yerlilerin mağrur boyunlarına
piyasa fiyatını ödeyen toprak ağalarının
ölü kemiklerinin üzerinde
dans ettiği ölü yagane yerlileri.

Antofagasta’dan Changos ve o kuru kıyı,
dışlanmış, okyanusun donmuş biti,
Rapa’nın torunu, yoksul Anga-Roa,
ezilmiş maymunlar, Hotu-İti’den cüzzamlılar,
Galápagoslu köleler, takımadaların
kovalanmış serserileri,
sefil paçavralar arasındaki
o kirli yamalar gösteriyor
kavganın dokusunu,
havayla tuzlanmış deri, o cesur
suskun insan dokusu, kehribar.
Denizin memleketine geldi gemi yükü,
geldi ip, yelken, müessese,
dolduran profiliyle kağıt paralar,
cam kırıkları geldi kumsala,
geldi Vali, muavin,
ve denizin kalbi dikildi,
cep oldu, iyot ve ölüm kavgası.

Satmak için geldiklerinde güzel bir
şafaktı, gömlekler
orada aydınlandı kar gibi teknelerde,
ve göğün oğulları yandı tutuştu:
çiçek ve sevinç ateşi, ay ve devinim.

Denizin biti, ye şimdi gübreyi,
izle çöplüğü, denizcinin
yamalı ayakkabısı, müdürün,
dışkı ve çürümüş balık kokusu.
Şimdiden girmişsiniz içine sadece
ölmek için terk ettiğiniz o dolaşımın.
Denizdeki ölüm değil, suyla ve ayla,
fakat ölüm yazısı yazanın çökmüş
mağaralarında ölüm, çünkü unutursanız
yitmişsiniz demektir.
Daha önce ölümün kendi bölgesi vardı,
ruh dolaşımı, etaplar, istasyonlar,
ve dans ederek yükselirdiniz, gülün
gündelik çiyine dönüşmüş olarak
ya da kılkuyruğun deniz yolculuğu:
bugün ölüsünüz sonsuza kadar: batmışsınız dibe
keşişin kasvetli fermanında,
ve sizler sadece toprağın kurtlarısınız
kuyruğuyla en fazla vurabileceğiniz
cehennemin yazıcı salonları altında.

Gel ve kaynaş denizin üstündeki
sahillerde: biz hoşgörü göstermiyoruz
daha. Balık avlayabilirsiniz
bizim Balık Şirketimiz size
garanti verdiği müddetçe: Gelebilirsiniz
ve sıyırtabilirsiniz kaburgalarınızı rıhtımlarda,
sürükleyebilirsiniz garbanzo bezelyesi dolu çuvalları
ve uyuyabilirsiniz kıyının çöp yığınlarında.
Gerçekte sizler bir tehditsiniz, köpüğün
mirastan yoksun hergeleleri: sizi bekleyen gemiye
binmenize rahibin izin vermesi
çok daha iyiydi,
ve bitle ve diğer şeylerle berabermiş gibi
götürecek sizi hiçbir şeye, tabutsuz, silip süpürülmüş
son dalgalarla ve gemi batışıyla,
yalnızca ödenmeyeceği zaman, ölümde.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:36 PM
Kıyımlar

Ne ki saklandı kan o zaman
altında köklerin, suyla yıkanıp yok ettiler
ve inkar ettiler kanı
(çok uzun zaman önceydi bu) ,
Güney'in yağmuru yıkayıp yok etti kanı topraktan
(çok çok uzağa götürdü kanı) ,
güherçile yedi bitirdi kanı bozkırda
ve halkın ölümü her zaman nasıl ise öyleydi:
sanki kimse ölmedi, hiçkimse,
sanki kayaydı düşen toprağa
ya da suydu düşen suya.

Taşla ezildikleri ya da yakıldıkları
Kuzey'den Güney'e dek
gömüldü ölüler karanlıkta
ya da yakıldı geceleyin göze çarpmadan,
bir çukurda yığıldı külleri
ya da atıldı dalgalara:
kimse bilmiyor nerede olduklarını şimdi,
yok onların mezarları, işkence edilmiş parmakları
ve kurşunlardan parçalanmış yürekleri
dağılmış dört bir yana
memleketin kökleri arasında:
Şili'lilerin gülüşü
bozkırın yiğit erkekleri,
sessizliğin kaptanları.
Kimse bilmiyor bu bedenleri
katillerin nereye gömdüğünü,
ama topraktan doğrulacaklar yeniden
ve dökülen kanın hesabını soracaklar
halkın diriliş gününde.

Bu cürüm bulvarın tam ortasında işlendi.

Ne bir çalı gizleyebildi ne de bozkırın kumu içebildi
halkın temiz kanını.

Kimse ört bas edemedi bu cürmü.

Bu cürüm bulvarın tam ortasında işlenmişti.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:36 PM
Kıyıda

Santos'da, muzların kekremsi tatlı kokusunda
yumuşak altın bir dalga gibi, esneyerek sırtında,
sahillerde terk ediliyor parçalanmış cennetin
aptal tükürüğü,
ve demir katısı bir çığlığı gölgelerin, su ve lokomotifler,
terden ve tüyden bir akım,
alazlı yaprakların derininde batan ve yüzen bir şey
titreyen bir koltuk altı gibi:
kanatların bir bunalımı, utangaç bir köpük.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:36 PM
Kışın Güney'de, At Sırtında

Deldim geçtim o kabuğu
sanki binlerce kez vuruldu bana o Antartik darbe:
atın ensesini duyumsadım uyumak için
altında soğuk taşın Güney'in gecesinde,
duyumsadım titreyişini o daracık hendekte,
en altında süzgeç deliğinin o yapraksız dağda,
duyumsadım yükselişini başlayanın üzerinde,
solgun yanağın:
tanıyorum dörtnalanın sisteki başkaldırısını,
zavallı gezginin paçavralarını:
ve yok benim karanlık gerçekten başka tanrım,
taşın bitimsiz sırtı ve gece,
konuk sevmez gün
yok edilmiş bir ruhun ve pis giyitlerin
varışıyla.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:36 PM
Kırmızı El Arabası

yağmur suyuyla
parlamış

kırmızı
el arabasının

ne çok şey yığılmış
üstüne

beyaz tavukların
yanında

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:36 PM
Kırlangıçların Aya Yerleşmek İstedikleri

Kırlangıçların aya yerleşmek
istedikleri doğru mudur?

Getirirler mi ilkbaharı kendileriyle,
havalanırlarken saçaklardan?

Güz geldiğinde ayı
terk mi eder kırlangıçlar?

Göğü gagalayıp dururlarken
ararlar mı tadımlık bizmutu?

Geri dönerler mi balkonlara
külle tozlanmış olarak?

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:37 PM
Kırılgan Şafak

Şanssızların günü, o soluk gün uzatıyor boynunu ileri
baskın soğuk bir havayla, gri güçleriyle,
zilsiz, ve damlıyor her yerden şafak:
bir geminin batışıdır o boşlukta, hıçkırıklarla çevrili.

Dilsiz için, ıslak gölgeler terkedilmiş bir çok yerde,
bir çok aylak önemsiz konuşma, bir çok dünyasal mesken
köklerin bile desenleriyle mecnun olan
nefsi müdafaa adına ne çok sivri biçimler.

Ağlıyorum çevrilmişin ortasında, ortasında kafa karışıklığının,
ortasında büyüyen kokunun, değil mi ki dinliyorum
o temiz dolaşımı, gelişimi,
ve şaşkınca çekiliyorum yoldan geçenler için,
zincirler ve karanfillerle giyinmiş olanlar için,
düşlüyorum ve dayanıyorum dünyasal kalıntılarıma.

Bir şey yok tepe taklak ya da gülünç olan, aşırı biçimli hiçbir şey,
her şey apaçık yoksullukla uyumlu olmak zorunda,
toprağın ışığı terk ediyor kendi gözkapaklarını,
bir çan çalınışı değil, fakat handiyse gözyaşları:
günün örgüsü, kırılgan keteni onun,
kullanılabilir bir sargı gibi, kullanılabilir elveda
demek için, hemen sonrasında bir yokluğun:
renktir bu yalnızca yerini doldurmak isteyen,
örtmek, içine çekmek, yenmek, yaratmak mesafeyi.

Tekim arasında çözülmekte olan maddelerin,
düşüyor yağmur üstüme, ve benziyor bana,
benziyor bana çılgınlığıyla, yalnız bu ölü dünyada,
geri çevrilmiş düşüşte ve yok dayanıklı bir biçimi.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:37 PM
Kırgın

'Kırılmış bir dal gibi gelir içerdeki adama'

Kitap okuyordu ağacın altında.
Bir ipek böceği kozasını dokuyordu
Kırık bir dalın üstünde.

Çekti gitti adam,
Bir kelebek gördü geri döndüğünde.

Dal hâlâ kırıktı.

İsmail Aksoy

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:37 PM
Keskin Ağıt

Amerika’mızı büyük, daha da büyük yaptın, hanımefendi.
O muazzam sulardan berrak bir ırmak sundun:
sonsuz kökleri olan büyük bir ağaç verdin:
o derin sulara layık, soyundan bir oğul.
Sevdik onu hepimiz dinleneceğin toprağı örtecek
bütün bu mağrur çiçeklerin arasında,
defne ve veda dolu soylu elleri
yorgun alnına dokunabilsin diye
Amerika’nın derininden ormanı ve ıssızlıkları
aşarak gelmesini istedik hepimiz.

Fakat zamanı ve dünyayı aşarak gelen başkalarıydı.
Hanımefendi, ve izlediler onu bu acı vedada,
esirgediler senden oğlunun ağzını
ve onu sakladığın alazlı yüreğini ondan.
Yarattığın su reddetti susuzluğunu,
ve o uzak kaynağı uzak tuttular onun ağzından.
Ve ateşten ve karanfillerden bir annenin uyuduğu
bu ezilmiş taşa faydası yok hiçbir gözyaşının.

Amerika’nın gölgeleri, tutkuyla, karla, kanla, okyanusla,
fırtınayla ve güvercinlerle taçlanmış kahramanlar,
buraya gelin: bu annenin gözlerinde sakladığı boşluğa
beklediğimiz o aydınlık kaptana:
ey bizim büyük sancaklarımızın yaşayan ve ölmüş kahramanları:
O’Higgins, Juárez, Cárdenas, Recabarren, Bolívar,
Martí, Miranda, Artigas, Sucre, Hidalgo, Morelos,
Belgrano, San Martín, Lincoln, Carrera, hepiniz,
gelin ve doldurun büyük kardeşliğinizin boşluğunu,
ve havayı hissetsin hücresinde Luis Carlos Prestes,
Amerikalı atalarının coşkun kanatlarını.

Taştan sonsuz bir melek gibi
ciddi bir yakınlık var tiranın evinde bugün,
sonsuz bir ay gibi acı dolu ve uyuyan
bir ziyaret var bugün tiranın evinde,
bir anne koşuyor tiranın evi boyunca,
gözyaşından, intikamdan, çiçeklerden bir anne,
üzünçten, bronzdan, utkudan bir anne,
ölümcül üzüncümüzü tiranın gözlerine ekene dek
durmaksızın bakıp duracak.

Hanımefendi, bugün kavgan ve acın bizimdir.
Hiç huzur bulmamış kanını miras alıyoruz.
Şimdi seni alan toprak üzerine ant içeriz ki,
oğlun geri dönmeden, uyuyup rüya görmeyeceğiz.
Ve kucağında kafasını özlediğin gibi
özlüyoruz göğsünün nefes aldığı havayı,
özlüyoruz elinin bize gösterdiği gökyüzünü.
Ant içeriz durdurulmuş damarları sürdürmeyi.
Ant içeriz ki, acılarında büyümüş
ateşlerin durdurulduğunu gören taşlar
yeniden duyacak kahramanın adımlarını.

Hiçbir hapishane saklayamaz Prestes’in elmasını.
O küçük tiran küçük soğuk yarasa kanatlarıyla
saklamak isterdi onun ateşini
ve gece karanlığı sarayının dehlizlerinde
bir sıçan gibi sarmalamak isterdi kirli sessizlikte.
Fakat ışıltılı ve kıvılcımlı ateş gibi
yanmış demirlerden parmaklıklar arasından
fışkırıyor Prestes’in yüreğindeki ışık
Brezilya’nın büyük madenlerindeki zümrüt gibi,
Brezilya’nın büyük ırmaklarındaki akıntı gibi,
ve muazzam ormanlarımızdaki gibi
göğe yükseliyor yapraklardan ve yıldızlardan bir heykel,
Brezilya’nın susuz toprağındaki bir ağaç.

Amerika’mızı büyük, daha da büyük yaptın, hanımefendi.
Ve zincirlenmiş oğlun bizimle birlikte savaşıyor,
yanı başımızda, ışıkla ve azametle dolu.
Senden bugün bize miras kalan fırtınaya karşı
aciz kalır merhametsiz örümceğin sessizliği.
Onun yenilmez ağaçtan yüreği karşında
aciz kalır bu zamanda çektiğimiz yavaş acılar.

Bugün toprakla örtülü anne ellerinde
adil bir güneş gibi parıldadı ve sürüldü
yeryüzü üstüne kırbaç ve kılıç.
Saçını yaralayan her şeyi değiştireceğiz yarın.
Ezeceğiz acı veren dikeni yarın.
Işıkla yıkayacağız yarın
yeryüzünün kasvetli hapishanesini.
Zafer bizimdir yarın.
Ve Kaptanımız bizimle birlikte olacaktır.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:37 PM
Kesinlik

Eğer gerçekse beyaz
ışık su lambadan, gerçektir
yazan el, gerçek mi
yazdığıma bakan gözler?

Bir sözcükten ötekine
kaybolur söylediğim.
Biliyorum yaşadığımı
iki parantez arasında

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:37 PM
Kerevizin Zirvesi

Gürültünün asla dalamayacağı o pak
merkezden, o dokunulmamış balmumundan,
gelir o berrak, doğrusal yıldırım,
sarmallara meraklı güvercinler,
gölge ve balık kokulu
geç sokaklara doğru.

Kerevizin damarlarıdır bunlar! Bunlar
kerevizin köpüğü ve kahkahası ve zirvesidir!
Kerevizin işaretleridir bunlar, onun
ateşböceği tadı,
boğulmuş renklerden haritası,
ve yeşil melek başı düşer,
ve zarif zülüfleri kaygı dolu,
ve yaralı sabah pazarları
gelir kerevizin ayaklarına, hıçkırıklar arasında,
ve kapanır kapılar geçerken onlar oradan,
ve o uysal atlar kapaklanırlar diz üstü.

Kesilmiş ayakları geçip gider, yeşil gözleri
heba olup gider, her daim batar onlarda
bilmeceler ve damlalar:
yükseldikleri denizin tünelleri,
kerevizin öğüt verdiği merdivenler,
talihsiz boğulmuş gölgeler,
havanın ortasındaki kararlar,
taşın dibindeki öpüşler.

Biri ıslak elleriyle vurur gece yarısı
sis içindeki kapıma,
ve işitirim kerevizin sesini, o derin sesi,
tutsak rüzgârdan o kaba sesi,
sularla ve köklerle yaralanmış olarak şikayet eder,
indirir kekre ışıltılarını yatağıma,
ve boğulmuş yüreğimin ağzını ararken
deler bağrımı düzensiz makasları.

Ne istiyorsun, kırılgan korseli misafir,
benim cenaze siyahı odalarımda?
Seni çevreleyen o mahvolmuş yarıküre neyin nesidir?

Karanlıktan ve ağlayan ışıktan lifler,
uysal sutaşları, buruşmuş enerjiler,
hayatın ırmağı ve gerçek lifler,
sevilen güneşin yeşil dalları,
buradayım ben, gecede, dinlerim gizleri,
uykusuzlukları, yalnızlıkları,
ve dalarsınız içime, sisin ortasında batmış,
sizler bende büyüyene dek, ifşa edene dek bana
o karanlık ışığı ve yeryüzünün gülünü.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:37 PM
Kent Merkezi

Şimdi sordu biri gene kent merkezinin yolunu bana
anlatmak güç oluyor bizim kentimizin orta noktası yok
benim kent merkezim akıcı ve sende bakar kendine
senin sesin güneşte kırmızı bakır
benim kent merkezim yok olucu ve gözünde bakar kendine
ne dünya umurumda ne de kentler ne de ölülerin
ve açların varlığını yadsıyan canlılar
benim günüm ölümümdür senin büyüyen yokluğunda.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:37 PM
Kendine Döner Kişi

Yetersizce tasarlanmış eski bir ev gibi
kendine döner kişi, böyle işte:
delinmiş bir takım elbiseden bıkmış gibi
çıplak dolanmak ister kişi,
çünkü yağmur yağmaktadır,
pak suda ıpıslak olmak ister kişi,
o rüzgârın kendisinde, ve ulaştığında
kendi özünün kuyusuna kişi,
yaşamak hakkındaki en kenardaki
o alçakgönüllü kaygıya, ifade etmek ister
ya da ödemek ya da borçlanmak
ya da keşfetmek bir şeyi,
sanki ben çok önemliymişim gibi,
sanki dünya bana hoş geldin demiş
ya da siyah duvarlı tiyatrosunda
bitkisel adıyla seslenmemiş gibi bana.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:37 PM
Kedi Yavrusu

Bir kedi yavrusunun sorunlu tarafı
Büyüdüğünde hep bir kedi olacak olması.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:37 PM
Kazığa Oturtulmuş

Ne ki erişti işkence Caupolican'a da.

İşkence mızrağıyla delik deşik edilmiş olarak
girdi ağaçların o yavaş ölümüne.

Geri çekti yeşil saldırısını Arauco,
duydu gölgeler arasında ölüm ürperişini,
toprağa gömdü başını,
büzüldü acıları altında.
Ölümde uyudu Araukanya reisi.
Duyuluyordu kamptan
demirden bir gürültü, bir çelenk
yabancı kahkahaların kükreyişlerinden
ve gece yalnız dalgalandı
yas giyitindeki ormanlara.

Acı değildi bu, volkanın
esneyen barsaklarındaki ısırık yarası,
bu yalnızca ormanın uykusuydu,
yalnızca kan yitiren ağaçtı.

Anayurdumun içlerine
sızdı katil mızrağı
ve yaraladı kutsal toprağı.
Ateşli kan düştü
sessizlikten sessizliğe, aşağı
tohumun olduğu
ve ilkbaharın gelişini beklediği yere.

Daha da derine düştü kan.

Köklere dek düştü.

Ölülere dek düştü.

Yeniden doğacak olanlara dek düştü.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:37 PM
Kaybolmuş Eşyalar Ofisinde Yapılmış Bir Konuşma

Bir kaç tanrıça yitirdim güneyden kuzeye doğru giderken,
ve bir o kadar da tanrı doğudan batıya giderken.
Bir kaç yıldız sonsuza dek söndüler gözlerimin önünde.
Birbiri ardınca battı adalar.
Anımsamıyorum bile pençelerimin nerede kaldığını,
kürkümü kimin taşıdığını ve omurgamda kimin oturduğunu.
Karaya doğru tırmandığımda ölmüştü kardeşlerim,
ve yalnızca küçük bir kemik var bende bu günü anımsayan.
Sıyrıldım kendi güzelim derimden, yeniden biçimledim kendimi
omurga kıvrımları ve bacaklarla,
ve her defasında yitirdim kendimi tümüyle.
Her şeye kapattım üçüncü gözümü çoktan beridir,
süzülüp gitmişti bir yüzgeçle, salınıp durmuştu bir dalda.

Kaybolmuş, iz bırakmadan yitip gitmiş
ve dağılıp gitmiş tüm rüzgârlarda
yitirilmeye bırakmadığım şeylerin bu kadar az olması şaşırtıcı:
hâlâ insan türünden bir tek insan
ki dün tramvaya binmiş ve telaş içindeyken
şemsiyesini kaybetmişti.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:38 PM
Kariyer

Büyüyünce ne olacaksın çocuğum?
- Pinokyo olacağım
Elimde bir testere
Gideceğim yoksul semtlere
Yalan söyleye söyleye

Uzadıkça keseceğim burnumu
Basacağım yalanı
Isındıkça yakacağı olmayan evler

İsmail Aksoy

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:38 PM
Kargaların Randevusu

Panama'da buldu iblisler birbirini.
Orada imzalandı samurların antlaşması.
Tek bir mum bile yanmadı
üçü arka arkaya geldiğinde.
Önce tek gözlü, oldukça yaşlı Almagro,
sonra domuzların kralı Pizarro,
ve keşiş Luque, karanlığın gerçekleriyle
gizlenmiş Diyanet İşleri Kurulu'nun üyesi.
Herbiri saplamak için ortağının sırtına,
saklıyordu hançerini,
buluyordu kanı herbiri kasvetli duvarlarda,
kirli bakışlarla.
Ne ki çekiyordu uzak ülkelerin altını
ayın lanetli taşları çektiği gibi.
Antlaşma imzalandığında, dönüştürdü Luque
okunmuş ekmeği şölene,
ve bu üç hırsız çirkin bir gülümsemeyle
çiğnediler yufka-ekmeğini.
'Kardeşler, aramızda bölüşüldü Tanrı.' diyerek
güvenceledi Diyanet İşleri Kurulu'nun üyesi,
ve 'Amin' dediler
siyah dişleriyle bu insan-yamyamları.
Tükürerek vurdular yumruklarını masaya.
Harfleri tanımadıkları için
doldurdular masayı, kağıdı,
sıraları ve duvarları haçlarla.

Karanlık, unutulmuş Peru
özenle seçilmişti, ve kara haçlar,
küçük kara haçlar
dümen kırdı Güney'e doğru:
ölüm ıstırapları için haçlar,
kıllı ve keskin haçlar,
hayvan pençeli haçlar,
çıbanla ağarmış haçlar,
örümcek ayaklı haçlar,
dırdırcı, insan-avcısı haçlar.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:38 PM
Karfırtınalarından Sonra (Bir Dostun Ziyareti Üzerine)

sessizlikte yerken akşam yemeğimi
(ruh - tipide gibi)
biliyorum ki: sen Karaya çıktın
ve bu yüzden kar-yığınlarının enginliği
ve aralarındaki gölgeler şöyle
(ruh - tarlanın dinlenişi gibi)
bakarken birbirimizin gözlerine
ve derken 'harika'
- kayarken bakışlar kendimize
(ve sessizlikle birlikte)
açık gibi bir mutlulukla

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:38 PM
Kararlar

Yoldaşlar, İsla Negra’ya gömün beni,
çakıl taşının ve dalgalarının her bir pürüzlü lekesini
gözlerim kapalıyken, sanki artık hiç görmeyecekmişim gibi
tanıdığım denizin yakınına.
Okyanus kıyısında, gün getirdi bana hep
sisi ya da aydınlık sökününü turkuvazın,
ya da enginliği, düzenli olarak, değişmeyen suyu,
istediğim şeydi bu, bu mekan sanki yutmuştu alnımı.

Her bir yas kıyafetli sürüsü karabatakların, o müthiş
kaçışı kışı seven boz kuşların,
ve her bir kasvetli çevrimi yosunların,
ve soğukla çarpan tehlikeli bütün dalgalar,
ve dahası var, bütün toprak görünmez ve gizli
bir aktar gibi, deniz sisinin ve tuzların meyvesi,
keskin rüzgârın kemirdiği, sonsuz kuma yapışan
kıyının küçük taç yaprakları:
bütün deniz toprağının nemli girişi
tanıyor her bir basamağını sevincimin,
biliyorlar ki orada uyumak istiyorum
arasında denizin ve toprağın parıldayan göz kapaklarının...
Toprağa süzülmek istiyorum yağmurla
yabanıl bir deniz rüzgârı gibi hırçınlıkla yaralamak,
ve böylelikle yeraltı sularıyla karışıp
çağıldamak istiyorum o büyük ilkbahara, yeniden doğuşa.
Yanımdaki mezarı sevdiğim için aç
ve sevdiğimle birlikte olmamı sağla
yeraltında da.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:38 PM
Karanlıktaki Anayurduma İyi Yıllar

İyi yıllar, bu yıl, sana, bütün
insanlara ve dünyaya, sevdiğim Arukanya’ya.
Senle benim hayatım arasında duruyor bu yeni gece
Ayıran bizleri ve ormanları ve ırmakları ve yolları.
Fakat sanadır, küçük anayurdum benim,
kara bir at gibi dörtnala koşması yüreğimin:
sürüyorum atı senin saf coğrafyanın çöllerinde,
geçiyorum üzümün yeşil alkolünü,
salkımlarının denizini toparladığı o yeşil vadileri.
Geliyorum kapalı denizleriyle şehirlerine senin,
kamelya çiçekleri gibi beyaz, o biçimli kokusunda
şarap mahzenlerinin, ve titreyen
ve köpüklenen dudaklarla şakıyan
ırmakların suyuna sızıyorum tahta bir çubuk gibi.

Anımsıyorum yollar boyunca, bu zamanda belki
ya da daha doğrusu sonbaharları, nasıl da
evlerde asılıyor altın mısır koçanları
kurusun diye,
ve bütün o seferlerde gördüm sevinçli bir çocuk olarak
altını fakirlerin damlarında.

Sarmalıyorum seni, fakat şimdi
geri dönmeliyim saklandığım yere. Sarmalıyorum seni
tanımadan seni: söyle kim olduğunu, tanıyor musun
sesimi doğumların korosunda?
Çevreleyen her şeyin arasında işitiyorsun
sesimi, hissetmiyor musun nasıl kuşatıyor seni
dalgalanan şarkım toprağın doğal suyu gibi?

Sarmalayan benim bütün bu muhteşem yüzeyi,
anayurdumun çiçeklenen kuşakları, ve çağırıyorum seni
ki konuşalım birlikte tükenirken sevinç,
ve sunuyorum sana bu anı kapalı bir çiçek gibi.

İyi yıllar karanlıktaki anayurduma.
Haydi birlikte gidelim, dünya taçlanmış buğdayla,
o derin gökyüzü kayıp gidiyor ve eziyor
kendi yüksek, ışıklı taşını geceye karşı: tam şimdi
doluyor yeni kireç bizi taşıyan zamanın akımıyla
birleşecek olan bir dakika ile.
Bu zaman, bu kireç, bu toprak senindir:
al onları ve duy şafağın doğacağı yeri.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:38 PM
Karabataklar

Sizler adaların gübreleyen kuşları,
kaçışın çoğalmış isteği,
göksel büyüklük, hayat rüzgârının
sayısız göçü,
kuyruklu yıldızlarınız titreşip gider
ve kumla örter o dilsiz Peru’nun o gizemli
gökyüzünü uçan bir güneş tutulması gibi.
Ey yavaş aşk, yabanıl ilkbahar
köpüklenen kadehini ilerletir kökle
ve yelken açar soyun gemisi
kutsal suyun titreyen akıntısı arasından,
geçerek en ücra göklerden
gübrenin kırmızı adaları üzerinden.

Boğmak istiyorum kendimi kanatlarınızda,
gitmek istiyorum Güney’e uyuyarak, taşınmak
bütün bu sallanan sıklıkla.
Karanlık ırmağın okları boyunca gitmek
kısılmış sesle ve çıkarak yukarı
sızılmaz o nabzın içinde.
O zamandan beri, ey kaçışın yağmuru, açıyor
kireç beyazı adalar kendi soğuk cennetini,
en dıştaki tüyün ayı düşüyor,
tüylerin hüzünlü fırtınası.

Eğer başını bir insan o zaman
ana kuşların ninnisi için
ve basamakları teker teker yükselten
kör elleriyle kazar gübreyi,
yığar o yayılmış tortuyu
ve büker bir köle gibi dizlerini
ortasında maya adalarının,
tanıdık kuşlarla taçlanmış
o asitli enlemleri selâmlayarak.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:38 PM
Kar Yağdığında

Nicedir unutmuştun ağlamayı
Kimlik kartını yitirmiştin
(Hükümlüdür!)
Ne ki kanıtlayabildin yine de kim olduğunu
Ve şöyle seslendin adı özgürlük olan kelebeğe:
Uç uç kelebek
Annem sana terlik papuç alacak!
Ne ki öldürüldü sevgili kelebeğim
Ve bulamadı annem bir kelebek terlik papucu

Hepimiz kokuşmuş bir gölde yaşıyoruz
Ölü kelebeklerimizle
Ve tutturmuşuz çılgınca bir şarkı
'Don't worry, be happy'

Ama kar yağdığında göle
Küçük balıklar korkacak!

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:38 PM
Kar

kar
kar değildir hiç
yağdığında
haziran ortası

kar
düşmez hiç
gökten
haziranda

kardır
yükselen kendince
ve çiçeklenen
haziranda

elmalar
kayısılar
kestaneler gibi
haziranda
yolunu yitirmek
gerçek karda
haziran ayının
çiçekli ve tohumlu kar’ı gibi
hiç ölmeyeceği zaman insan

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:38 PM
Kaplan

Kaplanım ben.
Külçeler gibi geniş
ıslak mineral yapraklar arasında
senin için pusudayım.

Aydınlık ırmak büyür
sisin altında. Gelirsin.

Çıplak dalarsın suya.
Beklerim.

Ateşten, kandan, dişlerden
bir sıçrayışla
yırtarım bir pençe vuruşuyla
bağrını, kalçalarını.

İçerim kanını, kırarım
tek tek kollarını bacaklarını.

Yıllar boyunca kemiklerini
ve külünü koruyacağım
yabanıl ormanda kalırım,
kımıldamadan,
nefretten ve öfkeden arınmış,
ölümünle silâhsızlandım,
sarmaşıklarla bağlandım,
yağmurda kımıltısızım,
ölüm saçan sevişmemin
amansız nöbetindeyim.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:39 PM
Kaos Ve Patlayış

Beynim karman çorman
yüreğim büyüyen bir kök
ve yarar beni içimden
ve tükürür dölle, çiçekle ve kanla

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:39 PM
Kan Kızılı Çizgi

Sonra kaldırdı kral
yorgun elini,
ve haydut alınlarının çok üzerinde
dokundu duvara.
Çektiler buraya
kan kızılı bir çizgiyi.
Üç oda
altın ve gümüşle doldurulmalıydı,
O'nun kanıyla çizilmiş bu çizgiye kadar.
Ve altın çark döndü ******* boyu.
Bilinmezliğin çarkı gece ve gündüz.
Altını üstüne getirdiler toprağın, boyundan çekip
kopardılar sevgi ve köpükten yapılmış takıları,
gelin bileziğinin yüzdüler derisini
ve tanrılarını zararsız kıldılar onların.
Teslim etti tılsımını çiftçi,
altın damlasını balıkçı,
ve titredi sabandemiri bir yanıtla;
yücelerde davet ve çığlık duyulurken,
döndü altının çarkı.
Ve kaplanlar toplanıp
paylaştırdı kanı ve gözyaşlarını.

Biraz kederli bekledi Atahualpa
yalçın And-dağı gününde.
Açılmadı kapılar. Yırtıcı kuşlar
paylaştırdılar herşeyi en son hazineye dek:
kutsal firuze taşları, gümüşten dokunmuş
kaftan lekelendi cinayetle:
hırsız pençeleri
ölçtü ve tarttı, ve yas içinde
dinledi kral cellatların arasında
keşiş'in kahkahasını.
Bir çömlek gibiydi yüreği, doluydu
kınaağacı kabuğunun kekre aroması kadar
acı bir dehşetle.
Kendi sınırlarını düşündü, soylu Cuzco'yu,
prensesleri, kaç yaşında olduğunu,
ülkesindeki ürperişleri.
Yürekce olgundu, umutsuz sakinliği yasın kendisiydi.
Huascar'ı düşündü.
Gelmiş miydi acaba yabancılar ondan?
Her şey gizemliydi, her şey bıçaktı,
her şey yalnızlıktı, yalnızca yaşayan
kankızılı çizgi titreşti,
yutarak hızla ölmekte olan dilsiz ülkenin
sarı barsaklarını

Valverde göründü o zaman ölüm ile.
'Senin adın Juan, ' dedi O'na,
ateşi kararken onlar.
Dokunaklı bir biçimde yanıt verdi: 'Juan,
ölüm adım Juan benim',
anlayamadan daha fazla ölümün ne olduğunu.

Bağladılar boğazını
ve demir bir kanca ağdı ruhuna Peru'nun.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:39 PM
Kalabalıkta

Kalabalıkta, arasında erkeklerle kadınların,
Farkına varıyorum birinin seçtiğine beni
gizli ve kutsal işaretlerle,
Benden başkası kabullenmiyor O’nu, babası bile, eşi, kardeşi,
çocuğu bile benden yakın değil O’na.
Bazıları şaşırmış, O değil - O tanıyor beni.
Ah sevgili ve kusursuz eşit adam,
Düşündüm ki keşfedersin beni böyle zayıf, dolaylı işaretlerle,
Ve aynı işaretlerle tanıyacağım ben de seni karşılaştığımızda.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:39 PM
Kalabalığız

Olduğum onca insandan, olduğumuz insanlardan,
birini bile bulamam:
yiterler hepsi giysi altında,
taşınırlar başka kente.

Her şey hazırken
göstermem için zekâmı
içimde gizlenen bir budala
söyler ağzımdaki sözcükleri.

Başka zamanlar uyuşurum
güzide bir topluluğun arasında
ve baktığımda cesur olan kendime
tanımadığım bir korkak
sarmalar hızla iskeletimi
binlerce ince bahaneyle.

Saygın bir ev tutuştuğunda,
çağırdığım itfaiyeci yerine
bir kundakçı çıkar ortaya
ve o benim. Düzeltemem bunu.
Nasıl ayırt etmeli kendimi?
Nasıl toparlamalı kendimi?

Okuduğum bütün kitaplar
kendinden emin parlak kahramanları
överler her zaman:
ölürüm onları kıskanmaktan,
ve rüzgârla mermilerin filmlerinde
hayranlıkla bakakalırım atlıya,
ata bile hayran olurum.

Fakat aradığımda atılgan birini
çıkar dışarı eski tembelliğim
ve böylelikle bilmem kim olduğumu,
kaç kişi olduğumu ya da olacağımızı.
Keşke bir zile basabilsem
ve çağırabilsem kendi özümü,
çünkü gereksiniyorsam kendimi
yitirmemeliyim kendimi.

Yazarken bunları uzaklardayım
ve geri geldiğimde gitmişimdir:
bilmek isterim yaşamışlar mı
diğer insanlar da yaşadıklarımı,
benim gibi kalabalık mı onlar da,
ve bu sorunla onca boğuştuktan sonra
bir hayli şey öğreneceğim
ki sorunlarımı anlatacağım zaman,
coğrafyadan bahsedeceğim.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:39 PM
Kahramanlar

Félix Morales, Ángel Veas,
Pisagua’da katledilmişler,
iyi yıllar, biraderler,
sevdiğiniz ve savunduğunuz bu katı
toprağın altında yatıyorsunuz bugün.
Temiz adınızı fısıldayan
tuz gölcüklerinin altında,
güherçilenin altında yayıldı
güller, sonsuz çölün zalim
kumu altında.

İyi yıllar, biraderlerim,
ne kadar sevgi öğretmiştiniz
bana, nasıl da sınırsız şefkati
kucaklamıştınız ölümde!

Ansızın doğan adalar gibisiniz
okyanusun ortasında,
dinlenerek uzayda
ve su altındaki oyuğunda.

Öğrendim sizlerin dünyasını:
saflığı, sınırsız ekmeği.
Gösterdiniz bana hayatı, tuzun
ülkesini, yoksulun mısırını.
Geçtim çölün hayatını
bir tekne gibi karanlık denizde
ve gösterdiniz bana yanı başımda
insanın nasıl yaptığını, dünyayı,
çökmek üzere olan evi, sefilliğin
yaylalar üzerindeki çığlığını.

Félix Morales, anımsıyorum
senin bir resim yaptığını, yüksek ve güzel,
narin ve genç, taze
tamaruga çalısı gibi pampanın
susayan ıssız topraklarında.

Senin yabanıl yelen savruldu
soluk alnın üzerinde, boyadığında
resmini bir demagogun
önümüzdeki seçimden önce.

Anımsıyorum nasıl hayat
verdiğini resme, yükseğinde
merdivenin, bütün bu güzel
gençliğin dile gelen resmi.

Celladının gülüşünü
boyadın tuvale,
beyaz ekledin, ölçtün,
üzerine ışık düşürdün senin
ölüm savaşı emrini veren o ağzın.

Ángel, Ángel, Ángel Veas,
pampanın işçisi, yeraltından çıkarılan
metal gibi temizsin,
katlettiler seni, Şili topraklarının efendileri,
şimdiden onların olmasını
istedikleri yerdesin sen:
çıplak ellerinle sık sık
azamete kaldırdığın
aç gözlü taşlar altında.

Hiçbir şey daha temiz değil hayatından.

Sadece havanın gözkapakları.

Sadece suyun anneleri.

Sadece erişilmez metal.

Bütün hayatım boyunca getireceğim
sana onuru bastırarak
senin soylu, savaşan eline.

Durulmuşsun sen, ağaçsın sen,
öğrenmişsin acılarda
tümüyle alet edevat olmayı.
Anımsıyorum İquique’deki
Şehir İdaresi onurlandırdığı zaman seni,
işçi, çilekeş, biraderim benim.

Ekmek ve un eksikti. O zaman
uyandın şafaktan önce
ve dağıttın ellerinle
ekmeği herkese. Büyüklüğünün
doruğuna eriştin, ekmektin sen,
halkın ekmeğiydin, toprağa karşı
senin yüreğinle açık.

Ve günün geç saatlerinde
geri döndüğünde sürüyerek
o dehşet kavganın tüm gününün terazisini,
un gibi güldün,
tırmandın içine ekmeğin barışının,
ve bölüştürdün yeniden,
uyku tekrar toparlayana dek
senin dağıtılmış yüreğini.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:41 PM
Kaf Dağı'nın Ardında

Sessizlik akıp gitti aramızda yıllarca. Şimdi sana yazıyorum vapur düdüklerine karışan saksafon eşliğinde. 'Birdman' Charlie Parker bölüyor geceyi bir ezgiyle. Müzik yasadışıdır şimdi. Yüreğimin duvarlarına gece yarıları yazılmış devrimci bir slogandır artık sevda. Badana çekilmiş çoktan üzerine. Gene de görünür yağmur yağdığında. TEK YOL DEVRİM! YAŞASIN AŞK! VENCEREMOS! Alıp götürüyor ezgiler beni Tunus'a. Bir gece geçiriyorum 'A Night in Tunesia'da. Yüzüne benzeyen bir kuştur ezgi. Hiç bir ağaçta bulamadığım. Göçmüş olmalı avuçlarımda ısıttığım serçe Kaf Dağı'nın ardına.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:42 PM
kadın Bedeni

kadın bedeni, ak tepeler, ak baldırlar,
bir dünyadır açık kasığın senin.
Benim hoyrat çiftçi bedenim kazar seni
ve fırlatır oğulunu toprağın derininden.

Bir tünel gibi yalnızdım. Kaçardı kuşlar benden,
ve gece alırdı kudretli kucağına beni.
Yaşayabilmek için silâh gibi biçimledim seni,
yayımdaki ok gibi, bir taş gibi sapanımdaki.

Ne ki sonu vardır öç saatinin, ve severim seni.
Tenden ve yosundan senin bedenin, uysal ve güçlü sütten.
Ah, göğüslerinin vazosu! Ah, gözlerin ne kadar da uzak!
Ah, venüs tepeciğinin gülleri! Ah, senin usul, üzgün sesin!

Sen, kadınımın bedeni, merhametli yol gösterici yıldızım.
Arzum, sınırsız özlemim ve belirsiz yolum benim!
Doğurur kasvetli sular sonsuz susuzluğu,
ve kendini ele veren yorgunluğu ve sınırsız acıyı.

Pablo Neruda
'20 Sevda Şiiri ve Umutsuz Bir Türkü'den
Türkçeye çeviren: İsmail Aksoy

İsmail Aksoy

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:43 PM
İyilik Dinletisi

İşsiz kara karga
elleri ceplerinde zıplayıp duruyor
dibinde bir çakıl ocağının

Yaşlı köhne araba
tıngırdıyor iki paslı telle
uyumlu bir tınıyla.

Bir hakaretle havalanıyor karga
Ama köhne araba eğiliyor zorunda olmaksızın
uçurumun kenarına.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:43 PM
İyi ******* Şimdi

İyi ******* şimdi
ve eve git dosdoğru
hâlâ sarhoş beş duyun sendeyken.
Biliyorum
ayartmalara meyleder seni yolun.
(na na na nay na nay)
iyi ******* şimdi
ve eve git dosdoğru.

İyi ******* şimdi
ve eve git dosdoğru
ya da eğri büğrü - yeter ki sağsalim
Bak Ay’a - yarım
kırık bir yumurta kabuğu gibi
(na na na nay na nay)
iyi ******* şimdi
ve eve git dosdoğru

İyi ******* şimdi
ve eve git dosdoğru.
Kapıyı aralık tutan onlardır.
Büsbütün açık bırakırım kapımı
ve beklerim seni gece gündüz
(na na na nay na nay)
iyi ******* şimdi
ve eve git dosdoğru.

Şarkı söyledik,
ağladık, güldük.
Saatlerce diyecek yoktu keyfimize
Düşünecek bir şeyler oluyor
ufaldığında şimdi saatler.
(na na na nay na nay)
iyi ******* şimdi
ve eve git dosdoğru

İyi ******* şimdi,
ama gözden yitme şimdi.
kendimiz için yaşadık, kısa da olsa.
Paylaşmalı insan kalını da inceyi de.
Başla bakalım hele bir -
buraya sadece süs olsun diye gelmedik!
İyi ******* şimdi
ve eve git dosdoğru.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:43 PM
İşte Buradalar

Şimdi çağırmalıyım onları buradaymışlar gibi.
Kardeşler: bilin ki kavgamız
sürecektir yeryüzünde.

Sürecektir fabrikada, tarlada,
sokakta, güherçile madeninde.

Yeşil ve kızıl bakırın yarıklarında,
kömürde ve kömürün korkunç mezarında.
Kavgamız sürecektir her yerde,
ve ölümünüze tanık olan bu bayraklar,
kanlarınızla sulanmış bu bayraklar
sonsuzca çoğalacaklar yüreklerimizde
bir ilkbahar yaprağı gibi.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:43 PM
İşitiyor musun Güzün Ortasında

İşitiyor musun güzün ortasında
sarı patlamaları?

Hangi nedenden ötürü ya da nedensiz
ağlar sevincini yağmur?

Hangi kuşlar belirler sürünün
düzenini, uçarken?

Nasıl oluşturur arıkuşu
kendi parıltılı simetrisini?

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:43 PM
İsterdim ki Uzanalım Karaçam Korusunda

İsterdim ki uzanalım
Karaçam korusunda,
Gün ortasında
Sepserin gölgede.

Ne de hoş uzanmak orada,
Öpüşmek ne de şirin,
Bu koca çam ormanının
Yalıttığı yerde.

Daha tatlıdır öpüşün
Kaplarken alnımı
Saçının
Uysal bir heyecanı.

Çam korusuna
Gel benimle haydi
Gün ortasında gidelim
Şirin sevdiceğim.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:43 PM
İstemdışı

Sonra bir an sözcüklerle anlatılamaz bir hüzün geldi düğümledi gırtlağımı. O anda sesim soluğum kesildi. Gökyüzünde kanatları parıldayan kuşlara takıldı gözüm. Burnumu ve genzimi yakan yosun kokusunu bir an duyumsayamadım. Sonra yürüdüm kentin en büyük bulvarına doğru.

Şimdi ne zaman anımsasam seni bir yosun kokusudur yakan genzimi ve burnumu.

Biliyor musun? Ne zaman içinde adının ilk hecesi geçen bir sözcük yazmaya kalksam, istemdışı adını yazıyorum hep.

İsmail Aksoy

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:43 PM
İnsanlar ve Adalar

Okyanus insanları uyandı, övdü
adalar etrafındaki suyu, bir yeşil taştan öbürüne:
dokuma yapan bakireler geçti
birlikte örülmüş ateşin ve yağmurun
taçlar ve dümbelekler getirdiği çemberden.
O Malenezya ayı
sert bir mercandı, kükürt ağırı çiçekler
yükseldi okyanustan, toprağın kızları
titredi dalgalar gibi
palmiyelerin düğün rüzgârında
ve zıpkınlar daldı ete
avlarken köpüğün hayatını.

Beşik sallayan kanolar o ıssız günde,
çiçek tozuyla iğnelenen adalardan
gecesel Amerika’nın metalik yığınına doğru:
sonsuz küçük adsız yıldızlar, gizli
kaynaklar gibi rayihalı, tıka basa
doldurulmuş tüyle ve mercanlarla,
okyanussu gözler keşfetti o yüksek
kara bakır kıyıyı, o dik
kulesini karın, ve balçığın insanları
gördü nemli bayrakların dans edişini
ve atmosferin hızlı oğulları
denizin uzak yalnızlığından,
o zaman geldi yitik portakal çiçeğinin dalları, o zaman
geldi okyanus manolyasının rüzgârı, o mavi izlerin
şirinliği kalçalara doğru,
metalsiz adaların öpüşü,
fırlatılmış saf bal,
çınlıyor gökyüzünün çarşafları gibi.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:43 PM
İnsanlar Belirir

Orada filizlendi Araukanya'lı reisler.
Bu kara rutubetten,
volkanların çanağındaki
bu mayalı yağmurdan
yükseldi majestik at-göğüsleri,
ışıklı söğüt bitkisi,
yabansı taşın dişleri,
gerekli direklerin ayakları,
suyun buz-soğuğu birliği.

Arauco soğuk bir dölyatağıydı,
yaralardan yaratılmış, hırpalanmış
gözden düşmelerce, döllenmiş
keskin dikenler arasında,
sonsuz kar'ın altında çirkinleşmiş,
korunmuş yılanlarla.

İşte böyle sürdü toprağı insan.

Yükseldi bir kale gibi.
Saldırılmış kandan doğdu.
Küçük kırmızı bir puma gibi
fırladı havaya sık tüyleri
ve sert taştan gözleri
parıldadı toprağın maddelerinden
amansız ışık hâlesi gibi,
av süresince tutuşturucu.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:43 PM
İnsanlar

Balçıktan bir fincan gibiydi
bu mineralsi akraba, atmosferden ve
taşlardan yaratılmış insan,
ezgi dolu, çömlek kadar temiz.
Ay tanrısı yoğurdu Karaib'leri,
kutsal oksijeni seçip aldı,
ezdi çiçekleri ve kökleri.
Adaların insanı
dokudu kükürt ekşisi titreksinek yığınının
dallarını ve kavissi çiçeklerini
ve denizin triton-tırnağı üfledi onu
köpüklü dalgaların sahilinde.

Tarahumara çalısı keskin dikenlere gizledi kendini
ve sonu olmayan Kuzeybatı'da
kan ve çakmaktaşının ateşinden yaratıldı O,
doğarken evren yeniden
Tarasco'nun balçığından:
müşfik ülkelerin efsaneleri,
kösnül çamur ve sevda ateşi yemişlerin
eylemlerine tanrıların ya da çanakların yankılanan
duvarlarına dönüştüğü yerden nemli bereketlilik.

Melez sülünler gibi
aşağıya doğru kaydı rahipler
Azteklerin merdivenlerinden.
üçgen basamaklar
yükseltti cübbelerinin sayısız
şimşek parıltısını.
Ve majestik piramit
taş ve taş alabildiğine, ölüm savaşı ve onur,
korudu güç dolu binasında
bir badem gibi
kurban edilmiş bir beyni.

İniltiye benzer bir gökgürültüsüyle
damladı kan
kutsal merdivenler boyunca.
Gene de halk-yığınları
dokudu lifleri, nöbet tuttu
hasadın geleceği için,
kıvrık tüyün parıltısı
kolladı türkuvazı,
ve fırlatılmış dokumalarda
hayat verdiler dünya ışığına.

Mayalar, sizler devirmiştiniz
bilimin ağacını.
Mısır biriktiren soyun işareti
yükseltmişti ölümün ve hesaplamanın
yapılarından,
ve derin göletlere
attınız altın bakireleri
ve incelediniz filizlerin sürekliliğini.

Chichen, büyüdü mırıltın
yabanıl ormanın alacakaranlığında.
Senin sarı kalende
oluşturdu emek
peteğin simetrisini,
ve düşünmenin gücü tehdit etti
temellerin kurban kanını,
düşürdü göğü karanlığa,
yön verdi hekimliğe,
yazdı taşların üzerine-

Güney altın bir şaşırtıydı.
Macchu Picchu'nun yüksek yalnızlıkları
gökyüzü kapısında
şarkı ve zeytinyağıyla doluydu,
insanlar bozmuştu büyük kuşların
yücelerdeki meskenlerini,
ve dağdorukları arasındaki yeni ülkede
dokundu çiftçi tohuma
kardan yaralanmış parmaklarıyla.

Cuzco ışıdı gözetleme kulelerinin
ve mısır ambarlarının ve
bu solgun bulut yığınının tahtı gibi,
dünyanın en dalgın çiçeğiydi
onun açık ellerinde titreyen
kralsı ametitin taçları.
Taraçalarda filizlendi
dorukların mısırı,
ve volkanik patikalar boyunca
dolaştı faytonlar ve tanrılar.
Tarım doldurdu
mutfakların hükümdarlığını mis kokuyla
ve yayıldı çatıların üstüne
mısırın güneş-harmanisi.

(Endamlı ırk, sıradağlarının kızı,
kulenin ve firuzenin akrabası,
acıların geldiği yer denize
ulaşmadan önce
sar gözlerimi.)

Bu mavi ıssızlık bir mağaraydı,
ve ağacın ve karanlığın esrarında
şarkı söyledi guarani-yerlisi
öğleden sonraları havaya yükselen duman gibi,
yapraklardaki su gibi,
aşık olunan günkü yağmur gibi,
nehirler boyunca dalgın gibi.

En uzakta, adı olmayan Amerika'da
uzanıyor Araukanya başdöndürücü
sular arasında, gezegenin toplanmış
kömürüyle saklamış kendini.
Bak, yalnız kalmış kuvvetli Güney'e,
görülmez duman doruklarında.
Yalnızca kar-tarlaları görülür,
ve inatçı ördek-ladinlerinden geriye fırlatılmış
Güneybatı-fırtınası.
Boşuna arama bu yeşil vahşetin altında
çömlekçi işliklerinin türküsünü.

Her şey suyun ve rüzgârın sessizliği.

Ama yapraklar arasında iz sürüyor savaşçı.
Bir çığlık karaçamlar arasında.
Karın dorukları arasında
bir çift jaguar gözü.

Bak, savaşçının rahat bıraktığı mızraklara.
Dinle havadaki seğirtmeyi
ki delik deşik edilmiş oklardan.

Göğüskafesine ve bacaklara bak
ve ayışığında parıldayan siyah saçlara.

Savaşçıların yokluğuna bak.

Kimse yok. Diuca-kuşu ötüyor
berrak gecede su gibi.

Siyah uçuşunda çember çiziyor kondor.

Kimse yok. Duyuyor musun? Puma'nın
adımları bunlar rüzgârdaki ve yapraklardaki.

Kimse yok. Dinle. Dinle ağacı,
kulak ver Araukanya ağacına.

Kimse yok. Bak taşlara.

Bak Araukanya taşlarına.

Kimse yok, yalnızca ağaçlar.

Araukanya, yalnızca taşlar.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:43 PM
İnsan Ve Toprak Birleşir

Araukanya, dalgalanan meşe dalı,
ey acımasız memleket, esmer sevgili,
sen yalnızlığın yağmur yüklü ülkesi:
sadece mineral boğazdın sen,
kömürden eller, yumrukların
alışmış kayaları parçalamaya;
Anayurt, sen katılığın barışıydın,
ve omuzların isyandı senin,
çiy'den görünüş, yatıştırılamaz rüzgâr.

Benim Araukanya'lı atalarım taşımadı
ışıklı tüyden miğferleri,
gelinlik bitkilerde soluklanmadılar,
altın'ı eğirmediler papaz için,
taş ve ağaçtı onlar,
fırtınanın kırbaçladığı kayalık uçurumun kökleri,
mızrağa benzeyen yapraklardı onlar,
savaşçı metalden yapılmış kafalar.
Atalar, nerdeyse irkilmediniz
dörtnal seslerinden, ve dağların şakaklarına
henüz varmamıştı
Araukanya şimşeği.
Taştan gölgeye dönüştü atalar,

Ormanla birlikte kaynaştı, doğanın
karanlığıyla birlikte, buzun şimşeği oldular,
toprak ve akdikenden bir katılık oldular,
ve böylelikle beklediler yılmaz
yalnızlığın dibinde:
kızıl bir ağaçtı biri gözlemede,
başka biri dinledi sağır bir metal gibi,
bir başkası bir rüzgâr çarpmasıydı ve delip geçen sesti,
patikanın renklerine sahipti başka biri.

Anayurt, kardan gemi,
dayanıklı yaprak,
orda doğdun işte, senin insanın
topraktan bayrağını istediğinde,
toprak ve hava ve taş ve yağmur,
yaprak, kök, koku ve uluma
sardığında oğulu kundağa bir poncho gibi,
sevdi ve korudu onu.
İşte böyle doğdu ortak anayurt:
kavgadan önceki birlik.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:43 PM
İnsan

Burada buldum sevgiyi. Kumda
doğmuştu, büyüdü sessizlikte, dokundu
sertliğin çakmaktaşına ve karşı koydu ölüme.
Burada insan birleştiren hayattı
el değmemiş ışık, hayatta kalan deniz
ve saldırı ve şarkı ve savaştı
metallerin o birlikteliğiyle.
Burada mezarlıklar yeni fırlatılmış
topraktı, dağılmış ağaçlarının üstünde
kumlu rüzgârın esip durduğu
kırılmış haçlar.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:43 PM
İncitme

İncittim seni, sevgilim,
parçaladım ruhunu.

Doğru anla beni.
Herkes biliyor kim olduğumu,
fakat bu kendim
bunun ötesinde
bir erkektir senin için.

Sende yalpalarım ben, düşerim
ve yana yana yollardayım.
Bir senin hakkın var
güçsüz hallerimi görmeye
herkesin içinde.
Ve senin küçük elin,
ekmeğin ve gitarın eli,
dokunur göğsüme
savaşa gitmeden önce.

Bu yüzden ararım sende o sağlam taşı.
Haşin elleri daldırırım kanına,
ararım kararlılığını
ve gereksindiğim derinliği,
ve rastlarım yalnızca
metalik kahkahana, ve rastlamam
sert adımlarım için herhangi bir desteğe,
maruz kal, ey taptığım,
hüznüme ve öfkeme,
seni biraz mahveden
düşmansı ellerime,
kavgalarımda yeniden yoğrulan
balçıktan doğrulman için.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:43 PM
İnceleme

Fırat ve Dicle neden oluşur?
Sudan oluşur elbet,
fakat suyun rengi olmadığı halde onlar hep kan kızılıdır.
Suyun tadı da yoktur, fakat onlar
tarih yangınlarının tadını taşırlar hep.
Suyun kokusu da yoktur, fakat öldürülen kızlarımızın
ve oğullarımızın saçlarının kokusu gelir onlardan hep.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:44 PM
İnanmıyor musun Hörgüçlerinde Ayı

İnanmıyor musun hörgüçlerinde ayı
taşıyarak dolaştıklarına hecin develerin?

Ve gizli dayanıklılığı
çöllere ektiklerine?

Ve denizin yeryüzüne
kısa süreliğine ödünç verildiğine?

Tekrar teslim etmeyelim mi onu
aya, gelgitiyle birlikte?

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:44 PM
İlk Yolculuk

Temuco’ya ne zaman geldiğimizi bilmiyorum.
Belirsiz ve gecikmiş bir şeydi
ciddi bir şekilde doğmak, uzatmalı bir şeydi
başlamak, hissetmek, tanımak, nefret etmek ve sevmek.
Bütün bunların hem gülü vardı hem de dikeni.
Doğduğum bölgenin tozlu göğsünden
bir şey demeksizin götürdüler çocuk beni
yağmurlu Araukanya’ya.
Evimizin tahta duvarları
orman kokardı,
saf yabanıl orman.
Bundan sonra büyüdü tahtaya karşı
aşkım ve dokunduğum her şey
tahta oluyordu.
Gözü ve yaprağı
karıştırıyordum birbiriyle,
ve kadınları karıştırıyordum
fındık çalısının baharıyla, ağaçla insanı,
seviyorum rüzgârın ve yaprakların dünyasını,
ayıramıyorum dudakları köklerden.

Baltanın ve yağmurun altında
büyüyüp fırladı yeni kesilmiş keresteden kent,
reçineden damlalarıyla yeni bir yıldız gibi,
ve hızar ve testere
sevdiler birbirlerini gece gündüz,
şakıyarak,
çalışarak,
ve cırcırböceği keskin cıvıltısı
yükseltiyor şikâyetini
o direngen yalnızlıkta
ve geri dönüyor benim kendi şarkıma:
yüreğim ağaç kesiyor hâlâ ormanda
ve yağmurda şakıyor hızarla,
öğütüyor soğuğu ve rende talaşını ve mis kokuyu.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:44 PM
İlk Deniz

Denizi keşfettim. Carahue’den
Cautín ırmağına dek akıyordu halicine
ve buharlı gemilerde başladı,
düşler ve başka bir hayat kapladı beni
bırakarak kirpiklerimde soruları.
Yalnız başıma pruvadaydım,
zayıf bir çocuk ya da bir kuştum,
yalnız bir öğrenci ya da esmer bir balıktım,
mutluluktan uzaktım,
bu küçük kayığın dünyası
bilmezken beni
ve çözerken
akordeonların yivlerini,
suyun ve yazın yolcuları
yemek yerdi ve şarkı söylerdi.
Pruvadaydım ben,
öyle küçüktüm,
handiyse insan denilmezdi bana,
yitmiştim,
anısız ve sessizdim,
şarkısız ve neşesizdim,
dağların arasından geçen
suyun devinimlerine kaptırmıştım:
benim için yalnızdı bu yalnızlıklar,
bu saf yol yalnızdı,
evren yalnızdı benim için.

Irmaklardaki esrimeler,
kıyılardaki fundalıklar ve rayihalar,
birden beliren kayalar, yanmış ağaçlar,
ve o yalnız, her şeyi kaplayan toprak.
Bu ırmakların oğlu olarak
korudum dünyada
yolculuk etmeyi
aynı ırmak kıyılarından
aynı dalga köpüklerine
ve düşerken deniz
yaralı bir kule gibi
ve doğrulurken yeniden dalgalanan öfkede
kopardım kendimi köklerden,
genişledi ülkem,
çatırdadı ağacın birliği:
ormanların hapishanesi açtı
dalgaların yıldırımla doldurduğu
yeşil bir kapıyı
ve denizin bir vuruşuyla
yayıldı hayatım dünyaya doğru.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:44 PM
İlahi Ve Geri Dönüş (1939)

Yurdum, yurdum benim, dönüyor yeniden kanım sana.
Fakat yalvarıyorum sana annesine yalvaran
ağlamaktan boğulacak çocuk gibi.
Kabul et
bu kör gitarı
ve bu yitirilmiş alnı.
Açıldım dünyaya bulmak için sana yeni oğullar,
açıldım düşenlere bakmak için senin kardan adınla,
açıldım senin temiz kerestenle bir ev kurmak için,
açıldım yaralı kahramanlara senin yıldızını götürmek için.

Şimdi uyumak istiyorum senin özünde.
İçe işleyen tellerden yapılı berrak geceni sun bana,
gemiden geceni, senin yıldız berrağı görüntünü.

Yurdum benim: gölge değiştirmek istiyorum.
Yurdum benim: gül değiştirmek istiyorum.
Kolumu ince beline dolamak
ve denizle ıpıslak taşına oturmak istiyorum,
tutmak için buğdayı ve bakmak için ona içerden.

Seçeceğim nitratın tutumlu bitki örtüsünü,
eğireceğim çan çiçeğinin buz soğuğu ipliğini,
ve senin soylu ve yalnız köpüğünü gördüğümde
öreceğim bir kıyının dalını senin güzelliğinle.
Yurdum, yurdum benim,
çepçevrilmiş savaşan sularla
ve karşı konulmuş karla,
sende birleşir kartal ve kükürt,
ve senin kakımdan ve gökyakuttan yapılı Antartik elinde
pırıl pırıl parıldar bir damlası insansı ışığın
ve tutuşturur düşmansı gökyüzünü bir yangına

Koru ışığını, ey anayurt!
Dayan umudun katı başağına
ortasında bu kör, yok edici havanın.
Senin uzak toprağına düştü bütün bu dar ışık,
bu insanların yazgısı,
ki seni savunmaya zorlar bir gizemli,
yalnız çiçeği, uyuyan Amerika'nın sonsuz mekanında.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:44 PM
İkramiye

Bir kış güneşi bulmak için göç ediyor
Soğuk kırmızı bir yolda güdüyor davarını,
Çağırıyor onları bildik bir sesle,
Ve Kabra’ya doğru sürüyor hayvanları.

Bir ses, evin sıcaklığını anlatıyor.
Bir ezgi yükseliyor toynaklardan ve meliyor hayvanlar
Ve çoban çiçekli bir dalla güdüyor
Dumanın alınlarını süslediği sürüyü.

Köylü, kölesi sürünün,
Seril gecede ateşin yanına!
Güvendiğim dalım kırıldığı için
Kan ağlıyorum kara derenin yanında!

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:44 PM
İklimler

Düşer güzleri kavaklardan
o yüce oklar, yenilenmiş unutuş:
batar ayaklar kendi temiz kabuğuna:
acı çekmiş yaprakların soğuğu
bir büyük altın kaynaktır
ve parıldayan dikenler yükselir göğe doğru
kuru büyük şamdanların katı görünümleri,
ve pençeler arasında kokar sarı jaguar
o yaşayan damla.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:44 PM
İkindi

Bir düş gibi
öyle berrak duruyordu ki ikindi.
Hemen ötede asılıydı bulutlar,
uzansan tutacaksın sanki
ve yarı gizlenmiş güneş bakıyordu kendi toprağına.
Hâlâ yükselmiş duruyordu karada yarı baygın denizsisi
ve hürmet gösteriyordu dünyaya usul bir şarkıyla.
Kımıltı içindeydim hâlâ
- kızılca ve hızla.
Ne ki bilmiyordum daha tam nereye gittiğimi

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:44 PM
İki Simyacı Karanlık Gecede

Geldin, saçlarında tarçın kokusu
Ellerin başka türlü kokuyordu
Ve binbir koku karışıyordu birbirine
Ve ayrışıyordu birbirinden
Sonsuz bir dönüşüme doğru akıyorduk seninle
Sana bir de kendimi ekledim usulca
İki simyacıyı andırıyorduk karanlık gecede
Yıldızlara tutkulu
Tutuklu

İsmail Aksoy

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:44 PM
İki Gövde

İki gövde yüzyüze
bazan iki dalgadır
ve gece bir okyanustur.

İki gövde yüzyüze
bazan iki taştır
ve gece bir çöldür.

İki gövde yüzyüze
bazan iki köktür
geceyle sarmalanmış.

İki gövde yüzyüze
bazan iki bıçaktır
ve gece bir anlık parıltı.

İki gövde yüzyüze
düşen iki yıldızdır
boş ve yalnız bir gökte.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:44 PM
İki Dağın Arasına Demirlemiş

İki dağın arasına demirlemiş yarım ay
neredeyse dışında gökyüzünün.
Dönen, hızla hareket eden gece, malasısın sen gözlerin.
Ama bak, kaç tane yıldız parçalanmış gölcükte.

Kaçan kirpiklerim arasına çiziyor hüznün haçını.
O mavi metallerin demircisi, o sessiz savaşların gecesi,
takla atıyor yüreğim çılgın bir tüyden top gibi.
Bir kız, gelmiş, bırakılmış uzaklardan buraya,
gök altında şimşek gibi çakıyor bakışları bazen.
Ağıtlar, acı sözcükler, hiddetten bir burgaç,
gidiyor yüreğime, durdurmadan seni.
Mezarların uzak rüzgârı, ez ve parçala uykuda boğulan kökünü.
O büyük ağaçları kökleriyle sök getir onun arkasına.
Fakat sen, ey güzel kız, başak gibisin, dumanın gizi gibi.
Rüzgârın ışıklı yapraklarını biçimleyen oydu.
Ardında gecesel dağların, yangınların beyaz zambağı,
ah, ne kadar da yetersiz sözcükler! Her şeyden yaratılmıştı o.

Kaygı, yarmıştın göğsümü büyük bıçaklarınla,
onun gülümsemediği başka bir yolu izlemenin zamanıdır.
Çanları gömen fırtına, kasırgaların karartılmış kaçışı,
neden dokunmalı ki ona? Neden doldurmalı onu hüzünle?
Ah, her şeyden ayrılan yolu izlemek,
kaygının, ölümün ya da kışın gözetlemediği
açık gözlerle çiyin yıkanmışlığında!

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:44 PM
İki Belirsiz Aydınlığın Arasında

İki belirsiz aydınlığın arasında
bir tünel olmayacak mı hayatlarımız?

Ya da iki karanlık üçgenin arasında
aydınlık olmayacak mı?

Ya da kuş olmaya hazırlanmış
bir balık olmayacak mı?

Ölüm yokluğu mu barındırır
yoksa tehlikeli bir özü mü?

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:44 PM
İçimdeki Yağmur

Sel olmuş akar
İçimdeki yağmur, akar gider, süzülür
gider anılardan.

Dalgalanır içimdeki okyanus
dalgalanır, ah o denli derin
o denli siyah ki
ve fışkırır birdenbire, kar-beyazı, kar-leoparları
şahlanır
yükseğe ve pençeler kızgınlıkla ruhun uçurumlarında
yiter gider sonra sonsuz bir tıslamayla
tuzlu öfkeden yapılma; hiddetten eski bir okyanustur içimizde.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:45 PM
İçi Doldurulmuş Kuş

Onlara acıyorum, fakat ne hakkında konuştuklarını bilmiyorlar. Ne kadar da yazık içi doldurulmuş kuşa diyorlar. Bir zaman bulutların altında pençe gibi dururdu, mavi gökte yükselip alçalan özgür bir kuştu diyorlar. Bütün sorunlardan kaçıp, salınıp dururdu yücelerde diyorlar. Yukarıdan bakıp bütün sorunların küçüldüğünü izleyebilirdi diyorlar.

Kuşlar kadar özgür mü? Amma da saçmalık! Bilmezler ki, uçabilmek için onca çaba harcamak gerekir. Bilmezler ki, nasıl da hain kesildiğini rüzgârın ve bir paçavra gibi düşüvermemek için ne kadar çok yiyecek bulmak gerektiğini. Sürekli yemek zorundasınız. Ve kış mevsiminde çok zordur yiyecek bulmak. Kurtçuklar ağacın derinine saklanıp dururlar. Kurbağalar buz tutmuş gölcüklerin derinindedir. Bir bedeli vardır özgürlüğün kuşlar için. Hele bir de yırtıcı kuşlardan çektikleri yok mudur küçük kuşların! Ben kendim büyük bir kuş değilim. Çok tüylü küçük bir kuşum ben: Atmacalar, kartallar, şahinler. Ya yırtıcı kuşların ya da kendi açlığınızın kurbanısınızdır. Hiç de gülünç değildir aç bir atmaca tarafından kovalanmak. Yeryüzünden bakılınca, özgürlük olarak değerlendirilen uçuş, belki de hayatta kalma savaşımıdır.

”Kuşların şarkısı kadar güzel bir şey var mı? ” diyorlar. Ne ki anlamıyorlar bizi. Anlamıyorlar, ötmemizin nedeninin korku ve hayatta kalma sıkıntısı olduğunu. Sanıyorlar ki, bizler şakıyoruz. Gerçekte çığlık atıyoruz bizler.

Hele bitler, pireler ve keneler! Hemen hemen bütün kuşlar böylesi böceklerle doludur. Sokup dururlar oranızı buranızı. Kaşındırırlar, derinizde iyileşmez yaralar açarlar, üreyip dururlar teninizde, etinizi delip geçerler. Temizliğe ne kadar önem verirseniz verin, gene de kurtulamazsınız bu böceklerden. Yaşayan bir ölüsünüzdür, her yanınızı kaplar bu böcekler, gözlerinize sokulurlar uyuduğunuzda.

Şimdi tozum alınıyor ve biraz böcek ilâcı sıkılıyor üzerime. Haftada bir kez elektrikli süpürgeyle temizleniyorum. Ve tüylerimden bir tanesi kıvrılmış olsa, özenle düzeltilip fırçayla, eski yerine yerleştiriliyor. İçi doldurulmuş bir kuş olmaktan o denli hoşnutum ki! Benim gibi olmak bir kuş için gerçek mutluluk. Bir cehennemdir özgürlük. Bazılarının idil olarak algıladıkları doğa, bir cehennemdir. Kovalamaca üstüne kovalamaca, acı-çekiş ve işkencedir doğa dediğin. Söyleyin kaç kuş ölmüyor ya da sakat kalmıyor ki telgraf tellerinden, pencere camlarından, arabalardan, yırtıcı hayvanlardan, zehirli yiyeceklerden, petrol atıklarından, hastalıktan, açlıktan, soğuktan? Bütün bunların adı da özgürlük oluyor. - Benim üzerinde durduğum bir tahtacığım var. Camdan gözümle izliyorum dışarıda, buzun üzerinde çırpınan kuşları. Ördekler birbirlerine sokulmuşlar buzun üzerindeki o ufacık su birikintisinde ve bekliyorlar ki biri gelir, çürümüş ve bayat ekmekleri atar kendilerine. Fakat o ekmeklere bile ulaşamazlar, değil mi ki martılar atılırlar hemen, o yabanıl dilenciler. Her şeyi yerler, fakat yemek istedikleri en iyi şey birbirlerinin yavrularıdır eğer fırsatını bulabilirlerse. Serçeler kestane ağacının dallarına oturmuşlar, üşüyüp duruyorlar. Neredeyse akşam olmuş, yakında bastırır don soğuğu. Bulunduğum yerse sımsıcak. Sâkin bir hayattır benim hoşlandığım.

Burada o kahrolası kediler de yok. Bir yılda üç defa yıkmışlardı yuvamı yumurtalarımla birlikte. Eğlenmek için yapmışlardı bunu. Kediler, zevk için cinayet işleyenlerdendir. Yumurtalarımdan bazılarından yavrularım handiyse doğmak üzereydi. Zor belâ kurtulabilmiştim o kedilerin ellerinden. Güçlü olanların yasası mı? Hayır, zâlim olanların yasasıdır bir kedinin gözündeki o sarımtrak ve kısık parlaklık. Bana yardım etmeye gelen kimse var mıydı peki? Hayır, tek bir kimse bile yoktu!

Burada, pencere pervazında hiç bir düşmanım yok. Saksıdaki bitkiler usulca döndürüyorlar yapraklarını güneşe doğru. Kardan çiçekler büyüyüp durmakta pencere camında. Benimse keyfime yok diyecek. Zahmetle dolanıp durmam gerekmiyor yiyecek bulmam için. Karnım, gazete parçacıkları ve talaşla doldurulmuş, ve beynim pamuktan tamponlardan oluşuyor. Kanatlarım çelik bir telin üzerinde yayılıyor, ki böylelikle güzelim renkleri görülüyor tüylerimin.

Zavallı kuş diyorlar. Ne kadar da hazin içi doldurulmuş bir kuş olmak diyorlar. Ne dediklerini bilmiyorlar aslında.

Özgürlüğün ne demek olduğunu bilmiyorlar. Tüfek atış sesini duyduğum ve küçük saçmaların bedenime saplandığını hissettiğim o gün kutlu olsun!

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:45 PM
İbadet

Zaman attır özgürlük çayırlarında koşuşan
Çocuk ellerinde güvercinleşen
Telekleri bembeyaz, mavileri devinen

Bu öyle bir ibadettir ki sevgilim
Ne süphaneke'ye benzer
Ne de 'başlangıçta söz vardı'ya

Alnım kapanır yeniden rahmine

İsmail Aksoy

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:45 PM
Işık Var Orada, Ve Bekliyor Biri

Işık var orada, ve bekliyor biri.
Ama benim bekleme sürem dolmadı henüz.
Eğer verdiysem şimdi sana,
Boştu ellerim.

Yağmurun arasından düşer yüzüme
Güzelim damlalarca evrenin ışığı –
Ne ki döner geri bütün duyular yeniden
Çağıran bir sese doğru.

Ve çağırır o ses - ve bağırır,
Ve yağmurun arasında kaybolmuştur senin ışığın.
Kaybolmamışcasına yapayalnız olmalıyım daha
Bir özlemle.

Işık var orada, ve bekliyor biri.
Yapayalnızım bir sesle birlikte boşlukta.
Bekleyen acımasızdı bana karşı,
Gelirsem eğer bekleme sürem dolmadan daha.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:45 PM
Istıraplar

Başka bir grev daha, yetmiyor
maaşlar, ağlıyor kadınlar
mutfaklarda, maden işçileri
birleştiriyorlar teker teker ellerini
ve acılarını.
Onların grevi bu,
denizin altını kazanların,
rutubetli mağaralarda duranların,
ve kanlarıyla ve bütün güçleriyle
madenlerin siyah taşını çıkaranların.
Bu sefer askerler gelmişti.
*******i evlerini dağıtmışlardı onların.
Madenlere götürmüşlerdi onları
hapishaneye götürür gibi ve çalmışlardı
onların sakladıkları berbat unu
çocukların tahılını.

Ondan sonra sertçe vurdular onlara
ve sürdüler, korkuttular,
etrafını çevirdiler, yokladılar onları
hayvanlar gibi, ve yollarda
görüldü kömürün kaptanları
acılardan bir göç içinde
oğullarının dışlandığını gördüler,
kadınlarının yerlere fırlatıldığını
ve yüzlerce maden işçisi
sürüklenip götürüldü ve hapse atıldı
Patagonya’da, Antarktik soğuğunda,
ya da Pisagua’nın çöllerinde.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:45 PM
Irmaklar Hakkında Konuşur Zenci

Irmaklar tanıdım:
Dünya kadar yaşlı ve insan damarlarındaki
İnsan kanının çağıltısından daha yaşlı
Irmaklar tanıdım.
Irmaklar kadar derindi ruhum.

Şafaklar gençken yıkandım Fırat’ta,
Kongo’nun kıyılarına taşıdım kulübemi,
Ve ninni söyleyerek uyuttu beni.
Baktım Nil’e ve orada yükselttim piramitleri.
Mississippi’nin şarkı söylediğini duydum, Orleans’a
Doğru giderken Abraham Lincoln,
Ve gördüm güneş batarken altın içinde
Yüzdüğünü bağrının.

Irmaklar tanıdım.
Yaşlı, kara ırmaklar.
Irmaklar kadar derindi ruhum.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:45 PM
Irmaklar Çağıldar Gider

Irmakların sevdiği hayaletin bir ağacın
damarları gibi, uğramış saldırısına
mavi suyun ve berrak damlaların:
kara bir tanrıçanın elmaları dişlemesi;
çıplak uyandığında baktın ki
dövme yapmış ırmaklar gövdene,
ve nemli tepelerinde yeryüzünün
taze şebnemiyle doldu kafan.
Kasıklarında titreşti su.
Kaynaklardan yaratıldın sen
ve ışıdı göller alnında.
Ana gibi sık çalılarla toparladın suyu
hayat veren damlalarca,
ve gezegenin gecesi boyunca sürükledin
dereyataklarını kuma doğru,
geçerek yabanıl, uzamış taşyığınlarını
ezerek kendi yolunda
bütün yerbilimin tuzunu,
düşürdün ormanların sıkı duvarlarına
ve işaretledin kuvarsın kaslarını.


Orinoco

Orinoco, ne olur oyalanayım kıyılarında
bu olmadık saatte:
bırak çıplak gezineyim o zamanki gibi,
vaftiz edici karanlığına sarkayım.
Orinoco, kıpkızıl akan suyla birliksin
lütfen, batırayım elimi de dönesin evine,
analığına, senin olan zamanın kovasına,
halk-mozaiğinin ırmağı, köklerin doğum-yeri
senin geniş akışın, metalik çizgin
nereden geliyorsa oradan geliyorum ben de,
yoksul, gururlu yalnızlıklardan, kan gibi
gizlilikten, balçığın anası
sessizlikten.


Amazon

Amazon,
su-hecelerinin başkenti,
ata-babasın, sen,
bereketliliğin
gizemli sonsuzluğu,
ırmaklar yönelir sana
kuşlar gibi pike yaparak, yanık renkli
taşkalemler örter seni,
büyük, ölü kütükler doldurur seni rayihayla,
ay ne gözleyebilir ne de boyunu ölçebilir senin,
sen gelinlik bir bitki gibi
en ıssız köşene dek yemyeşil tohumla
yüklüsün, vaftiz olmuşsun yabanıl baharın gümüşüyle,
kıpkızıl kesilirsin keresteyle,
ayışığında mavisin taşların arasında,
ağırbaşlı bir gezegen yolu gibi
demir grisi bir kokuyla örtülüsün sen.


Tequendama

Tequendama, anımsar mısın
yalnız yolculuğunu yücelerde,
tanıksız, yalnızlıkların ipi,
zarif istek,
göksel çizgi, platinden ok,
anımsar mısın sen nasıl da
dur duraksız açtın altın duvarları,
gökyüzünden pike yaparak indiğini
boş taşın dehşetengiz oyunyerine?


Bio Bio

Ama konuş benimle, Bio Bio,
senin sözcüklerin ağzımda
kayan, bana dili veren
sensin, yapraklara ve yağmura
bulanmış gece türküsünü anlatan sen.
Kimse henüz aldırmıyorken bana,
sendin anlatan bana yeryüzünün
gündoğumunu, yurdunun
kudretli barışını, bir demet okla
gömülen baltayı, ve tarçın
yapraklarının bin yıldır anlattığını sana,
ve sonra denize çağıldadığını gördüm
deltalara ve körfezlere bölündüğünü,
Engin ve çiçeklenerek, kan rengi
bir öyküyü mırıldanarak.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:45 PM
Huzur

Artık yürüyüşe çıkamıyorum yollarda: yüzüm kızarıyor kalçalarımın genişliğinden ve gözlerimin altındaki kara çizgilerden. Ama gel çiçek vazolarıyla ve yanıma koy onları, ve daha uzunca çal benim için sitarını: O'nun hatırı için boğmak istiyorum kendimi güzellikte.

Uyuyan için okuyorum bu unutulmaz dizeleri. Saat be saat
emiyorum balkonda gürbüz gün-ışığını. Bir yemiş gibi damıtmak istiyorum balı özüme. Çam-ormanından esen yel yalıyor yüzümü.

Işık ve rüzgârlar boyayıp yunuyor kanımı, benim yunup arındıracağım şeyi seviyorum da ondan, nefret etmiyorum, sızlanmıyorum, seviyorum yalnızca.

Çünkü oturuyorum bu sessizlikte, bu huzurda ve örüyorum bir bedeni, tansıksı bir bedeni, damarları, ve çehreyi, ve gözleri, ve yürekteki arılığı.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:45 PM
Hisseder Derim

hisseder derim
ellerinle
dondurulmuş
uyanır -
bir kuş örter
bedenimi
kanatlarıyla

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:45 PM
Hiçbir Özür Verilmez

Talep ediyorum toprağı, ateşi, ekmeği, şekeri, unu,
denizi, kitapları, herkese bir anayurdu, bu yüzden
dolanıyorum bir mülteci olarak: hainin yargıçları
takip ediyor beni ve terbiye edilmiş maymunlar gibi
onların yardakçıları deniyorlar benim anımı boğmaya.
Onunla gittim ben, onunla oraya, madenin çıkışı
civarında bekleyen o unutulmuş şafağın çölüne,
onunla gittim ve dedim benim yoksul biraderlerime:
“Artık taşımayacaksınız bu tel tel olmuş paçavra elbiseleri,
artık ekmeksiz bir gününüz olmayacak, sizlere
anayurdun çocuklarına davranıldığı gibi davranılacak”.
“Şimdi artık paylaşacağız güzelliği, ve kadınların gözleri
artık ağlamayacak oğullarınız için”.
Fakat onlar paylaşılan sevgi yerine
gecede açlığa ve acıya sürüldüğünde,
kendisine kulak verdikleri tarafından, heybetli bir ağacın
şefkatini ve gücünü sunacağını söyleyen tarafından,
o zaman yanında değildim o küçük satrapın,
fakat adsız olan o adamın yanındaydım, halkımın.
Talep ediyorum ülkemi halkım için, talep ediyorum
anayurdumun yelesinde alazlanan
eşit olarak dağılmış ışığı,
talep ediyorum günün ve pulluğun sevgisini,
silmek istiyorum nefretle dolu olanların
halkın ekmeğini elinden almak için çektikleri çizgiyi,
ve gardiyanlar teslim edebilsin diye
anayurdumun sınırlarını silmiş zincirlerle,
yaralansın diye anayurdumu satana
ne övgü dizebilirim ne de umursamadan geçip gidebilirim,
onun numarasını ve adını
alçaklığın duvarına çivileyeceğim.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:45 PM
Hırpalanmış Kuşlar

Tocopilla’nın yücelerinde uzanıyor nitratın pampası,
çorak topraklar, tuz madenlerinin utanç lekesi, gölgesiz,
zamansız, tek bir yaprağı, tek bir kınkanatlı böceği,
tek bir çayırlığı bile olmayan çöl.

Orada oluşturdu denizin garuma kuşu yuvasını,
çok uzun zaman önce, o ıssız ve sıcak kumda,
yumurtladı orada yayarken kıyıdan
kaçışını, tüyden dalgalarda,
yalnızlığa doğru, o uzak
dörtgenine doğru çölün
hayatın uysal hazinesinde giyinmiş.

Denizin güzel ırmağı, aşkın
yabanıl yalnızlığı, rüzgârın kuş tüyü
kıvır kıvır manolyanın güllesi için,
damarlardaki kaçış, hayatın bütün itkilerini
topladığı birleşik bir ırmaktaki
bildik titreyiş:

böyle şeneltildi bu kıraç tuz,
böyle taçlandırıldı bu çorak toprak tüyle,
ve kaçış yumurtadan çıktı kumda.

Geldi insan. Belki doldurdu
sefaletini çölün
yolunu yitirmiş solgun ışığıyla, çölde deniz gibi
titremiş kuş cıvıltılarının dallarıyla,
belki kamaştırdı beyazlığın gıcırdayan
yayılışı onu bir yıldız gibi,
fakat izledi başkaları izini onun.

Şafağa doğru bastonlarla geldiler
ve sepetlerle, soydular hazineyi,
hırpaladılar kuşları, mahvettiler
tüylerin gemisini bir yuvadan öbürüne,
tarttılar yumurtaları ellerinde ve ezdiler
içinde yavru bulunanların hepsini.

Işığa kaldırdılar onları ve fırlattılar
çölün toprağına, kaçışın ve çığlığın
ve öfkenin dalgası
ortasında, ve kuşlar serptiler
bütün hiddetlerini o işgal edilmiş havada,
ve örttüler güneşi bayraklarıyla:
fakat yıkım ezdi yuvalarını onların
hızla çevrilen bastonlarıyla ve denizin çöldeki
kenti dümdüz edildi toprakta.

Daha sonra, akşamın sisten
ve ayyaşlıktan salamurasında, işitti kent
sepetlerin gidişini satmak için
deniz kuşlarının yumurtalarını, o yabanıl meyveler
çorak topraktan, yalnızlık olmadan
mevsimler olmadan hiçbir şeyin hayatta kalamadığı
ve saldırıya uğramış, kızgın tuz.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:45 PM
Heykelciler (Rapa Nui)

Heykelciyim ben. Adım yok benim.
Yüzüm yok benim. Kopardı zincirini, uçmak için
dikenli çalının üzerinden ve taşları döllesin diye
havaya yükselmek için.
Benim taşlaşmış yüzümü taşıyorlar, anayurdumun
sert ıssızlığını, Okyanus İmparatorluğu’nun tenini.

Hiçbir şey demek istemiyorlar, sonsuzca kalıcı,
kendini zamanın sessizliğine bırakan büyük kum kütlesiyle
doğmaktan başka hiçbir şey istemiyorlar.

Soracaksın bana onca parmak ve el
ve karanlık kol harcadığım heykel
kraterlerden bir heceyi, çok eski bir kokuyu,
saklanmış lav işaretini barındırıyor mu diye.

Böyle değil işte, heykeller biz ne idiysek odur,
biz biziz, dalgaları gözlemleyen alınlarımız,
özümüz, ara sıra kesintiye uğramış, ara sıra
yaşıyor bize benzeyen taşta.

Başkaları küçük ve kötücül tanrılardı,
balıklar, sabahları oyalayan kuşlar,
baltaları saklayan ve en yüksektekinin yüzlerinin
doğruluşunu ezen, bir zamanlar hayat vermiş taş gibi.

O geciken hasat hakkındaki anlaşmazlığı
ve çiçeğin danstaki mavi şekerini doğurmayı
gizlemek mi isterdi acaba Tanrılar.

Keşke kaldırsalardı yalnızca ve sunsalardı unun anahtarını:
keşke insanın içindeki kırmızı ilkbaharda
yalnızca nemlendirselerdi gelin çarşaflarını
görünmezce dans eden ıslak çiçek tozlarıyla,
fakat bu duvarlara, bu kratere, geldin
sadece sen, küçük ölümlü taş yontucu.

Bu et ve başka et tüketilecek,
çiçek belki ölecek, zırhsız,
ölüm bir gün cansız şafak gibi, kuru toz gibi,
gelecek o gururlu adanın kuşaklarına,
ve sen, ey heykel, insanın kızı, bakacaksın boşça
ölümsüz ellerle büyümüş, her zaman uzak
boş gözlerle ileriye doğru.

Kazmalısın toprağı o kımıltısızlığın
doğumu için, sonsuz zamanda yitmiş
gölge düşünceye dek inşaattan, kendi balını emen
muazzam arının üstüne düşer gibi.

Ellerin dokunmalı taşa ve biçimlemeli,
sunmalı o kalıcı olan yalnız kudreti
bulunmayan adları kullanmadan,
ve işte böyle, hayattan ölüme, zincirlenmiş
zamana tek bir dalgalı el gibi,
dikiyoruz uyuyan o yanmış kuleyi.

Haşmetimizin üzerinde büyüyen heykel.

Bak ona bugün, dokun onun özüne, bu dudaklar
konuşuyor ölümümüzde uyuyan
aynı sessiz dili, ve kumun bu yarası,
deniz ve zaman yalanan bir kurt gibi,
düşmeyen bir yüzün bir parçasıydı,
bir canlının çekirdeği, başağı yenen üzüm salkımı.

İşte böyle hissedildi, kendi katı hücrelerini
inşa eden hayat oldu onlar, onların taştaki peteği.
Ve bu bakış barındırıyor kumu zamandan daha da çok.
Arı kovanındaki bütün ölümden daha da fazla sessizlik.

Bal oldu onlar, taşın üzerinden bugün de kayan
o göz kamaştıran ışığı şenelten ciddi bir amaçta.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:45 PM
Hesperides'in Elmaları

Altın gibi ışıldar ağaçların arasından,
Hesperides’in elmaları!
Ayla delinmiş gece kavisi arasından
Sarı ışığın solgun temrenlerini fırlatırlar,
Buse dolu melteme yönelip
Sallarlar defineyi, altın parıltılı
Hesperides’in elmaları!

Uzak ve ulaşılmaz olsalar da parıldar
Hesperides’in elmaları!
Yalnızca neşe saçan
Dürtükleyen ışığıyla körleşmiş,
Şebnemle örtülmüş, böğürtlenle boyanmış,
Zavallı safdil ölümlü, yolculuktan ürkmüş,
Altın pırıltısına yakında ulaşmayı
Ve sahip olmayı hep düşünür
Hesperides’in elmaları!

Kuşatılmış, ve pırıltılı, ve asılı,
Hesperides’in elmaları!
Hepsi tastamam, doğa üstü yine de,
Arı sürüsü gibi kümelenmiş.
Teslim olmamış hiçbir erkeğin arzusuna,
Safran ateşiyle tutuşmuş,
Şahane, saldırılmamış, altın
Elmaları Heseperides’in.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:46 PM
Herkese

Herkese, karanlıkta
elimi tutan gecenin suskun
yaratıkları sizlere, sizlere,
sizler ölümsüz ışığın lambaları,
sizler yıldızların örgüsü,
hayatın ekmeği, gizli biraderler,
herkese, Sizlere
söylerim ben: burada olanaklı değil hiç bir sağol,
kimse dolduramaz
temizliğin çömleğini,
Sizlerin suskun değerliliğiniz gibi
yenilmez ilkbaharın sancaklarındaki
bütün güneşi
barındıramaz hiç bir şey.
Düşünüyorum da
yalnızca
ki bütün bu sadeliğe layık olabilecek
şeyi acaba yaptım mı, bir çiçek kadar temizce,
ki ben belki de sizinle biriyim, sizlerden biriyim tıpkı,
bu toprak zerresi, un ve türkü,
bu nereden geldiğini ve nereye bağlı olduğunu bilen
doğal hamur.
Ne uzak bir canım ben
ne de derine gömülmüş bir kristal
ki farkına bile varamazsın, yalnızca
halkım ben, gizlenmiş kapı, kara ekmek,
ve beni ağırlarsan kendini ağırlamışsın demektir,
bu konuk
çokca vuruldu yere
ve çokca
doğdu yeniden.
Her şey, herkes,
tanımadığım herkes, daha önce
bu adı duymamış olanlar, uzun ırmaklarımız
boyunca yaşayanlar,
volkanların eteklerinde, bakırın
kükürt ekşisi gölgesinde, balıkçılar ve köylüler,
mavi renkli yerliler cam gibi kıvılcımlı
göllerin kıyılarında,
yaşlanmış elleriyle pençe yaparken şu anda
beni soran kunduracı,
beni beklediğinizi bilmeyen sizlerden
biriyim ben, övüyorum ve türkülüyorum sizleri.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:46 PM
Her Zaman Karanlıkta Burası

Yalnız yürüyemez kimse
her zaman karanlıkta burası
uydulardan
titreşen ışıkta
Birileri katılmalı
Yalnız yürüyemez kimse
yolunu yitirmeden
ve kendi kendisinin içinden
düşer unutuşun
aşırı yüklenmiş bir dolaşımına
ki orda bütün resimler bir anda
yanar aşınmış gözbebeklerinde
yaşarken açıp kapayan
çelenkleşmiş delikler
yalnız yürüyemez kimse
her zaman karanlıkta burası
yalnız yürüyemez kimse
yalnız yürüyemez kimse
Her zaman karanlıkta burası
Her zaman karanlıkta burası

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:46 PM
Her Zaman ('Kaptanın Dizeleri”nden)

Senin aksine
kıskanç değilim ben.

Bir adamla gel
sırtında,
yüz adamla gel saçında,
bin adamla gel memelerin ve ayakların arasında,
boğulmuş adamlarla dolu
bir ırmak gibi gel,
hiddetli denize kavuşan bir ırmak,
o sonsuz köpük püskürtüsü, zaman!

Hepsini getir
seni beklediğim yere:
ikimiz her zaman yalnız olacağız,
her zaman biz, sen ve ben,
yalnız olacağız dünyada
başlamak için hayata!

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:46 PM
Her Zaman

Bin yıl bile aşındırsa adımlar bu meydanı
onlardan dökülmüş kanı silemezler buradan.

Ve donuklaştırılamaz düştüğünüz an
binlerce ses bu sessizliğe teğet geçse de.
Yağmur boğabilir belki alanın taşlarını,
ne ki söndüremez sizin alevli adlarınızı.

Binlerce gece çökecek buraya kara kanatlarıyla
ne ki silemeyecek bu ölülerin beklediği o günü.

Bu koca dünyada bir çok halkın beklediği
o gün, acıların son günü.
Hakkın günü fethedilmiş kavgada,
ve sizler, kavgada düşmüş kardeşler, sizler sessizliğinizle,
o kudretli günde bizimle olacaksınız,
o sonsuz kavgada, o sonsuz gündeki gibi.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:47 PM
Her Daim Beraber

Tırmanan-adam ile Batan-adam birbirlerine dediler ki:
'Yakında seni ziyaret edeceğim. Elbette! '
Ve Tırmanan-adam: 'Sen mi beni? '
Ve Batan-adam: 'Sen mi beni? '
Kim kimi?
Ne zaman?

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:47 PM
Hep Bekleyen Asla Birini Beklememiş

Hep bekleyen asla birini beklememiş olandan
çok daha fazla mı acı çeker?

Nerede sonlanır acaba gökkuşağı,
senin ruhunda mı yoksa ufukta mı?

İntihar edenlerin gökleri mi olur yoksa
görünmeyen bir yıldız?

Göktaşından düşmüş demirden
üzüm bahçeleri nerede hani?

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:47 PM
Hayatlar

Oy, hissederim
nasıl da kötüleşerek yanımda
olduğunu, insanlar arasında utkulu!

Çünkü bilmezsin,
görmediğin binlerce yüzün
utkuyu benimle kazandığını,
benimle yürüyen binlerce ayağın ve bağrın,
ben yokum,
varolmamaktayım,
beni izleyenlerin yalnızca alnıyım,
daha güçlüyüm,
çünkü kendi küçük hayatımı
taşımam yalnızca bende,
fakat bütün hayatları taşırım,
ve güvenle ilerlerim,
çünkü bin gözüm var
ve vururum kayanın ağırlığıyla,
çünkü bin elim var,
ve sesim duyulur
dünyanın bütün kıyılarından,
çünkü sesim
konuşmayan herkesindir,
şarkı söylemeyenlerindir,
ve seni öpen ağzımla
bugün şarkı söyleyenlerindir.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:47 PM
Hayat Sözü

Dümdüz çayırlardaki çiy gibi
Düşer hayat sözü
Hırıstiyanın hasta yatağına,
Umut bulutlarda,
Ve ölüme karşı büyürken avuntu
Ondan sonrası ilk hasat,
Kaybolur böylelikle
Ölümün bütün acılığı!

Güneşin korunun ardında batması gibi
Denizde açık mavi,
Yaz akşamlarında,
Kuşlar cıvıldarken hafiften,
Gider bu ruh dinlenmeye,
Tatlı bir gülümseyişle yolunda
Duyumsar sözünde
Bizimledir Tanrı Baba.

Bedenlerimizin hafif ürpermesi gibi,
Yaz sabahlarının şafağında,
Parıldarken seher yıldızı
Ve müjdelerken yeni günü,
Yaz günü ağarırken
Beyaz sabah bulutlarının arasında,
Ki hayatın ışığıyla birlikte
Biter soğuktan ürpermemiz.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:47 PM
Hayat Dolu Şimdi

Hayat dolu şimdi, yoğun, görünebilir,
Ben, kırk yaşında Birleşik Devletler’in sekseninci yaşında,
Yüzyıl sonra ya da yüzlerce yüzyıl sonraki birine bunlar
Henüz doğmamış olan seni arıyor bu dizeler.

Bunları okuduğunda görünebilir olan ben görünmez olurum,
şimdi sensin, yoğun, görünebilir, şiirlerimi gerçekleştiren,
beni arayan,
Yanında olduğumu ve senin yoldaşın olduğumu düşünüp
çok mutlu olacağını kurguluyorsun;
Say ki yanındayım.
(Yanında olmadığım konusunda çok emin olma.)

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:47 PM
Hayat ('Evrensel Şarkı'dan)

Bırak başkaları oyalansın kemik evlerle...
Elmanın çıplak renklerine sahip dünya:
Irmaklar sürüklüyor kendisiyle
madalyalardan bir zenginliği
ve her yerde oturuyor uysal Rosalína
ve Yoldaş Juan...

Kaba taşlar güvence oldu,
ve üzümden daha yumuşak balçık
yükseltti evimi buğday artıklarıyla.
Engin toprak, sevgi ve yavaş çanlar,
şafağa değgin kavga ruhu,
sevginin beni bekleyen saç örgüsü,
firuzenin dinlenen yığınları:
evler, yollar, düşlerde bir heykel oluşturan dalgalar
yıkıyorlar bol suyla
en erken seherdeki fırınları,
kumda dersini almış saatler,
gezgin buğdayın gelincikleri,
ve bu karanlık eller
benim hayatımın özünü yoğurdu:
hayata yanar portakallar
hayatın bin türlü amacına.

Bırak mezarcılar kazsınlar kazanın
özünü, bırak kaldırsınlar
külün ışıksız parçacıklarını
ve konuşsunlar solucanların dilini.
Önümde sadece mısır tohumu var,
ışıltılı manzaralar ve şefkat.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:47 PM
Hayat

Hepimizin bildiği bir şey
hayat
çok şey getirir beraberinde
çok şey götürür beraberinde
hayata karşı bir garezim falan yok
benim için o kadar da doğal değil artık
şimdiye iyi hazırlanmalı
daha çok ısınma süresi gerekli her sabah
ne de olsa
bir koşu bütün bu her şey
ve sıçrayacağı zaman insan
ölesiye bitkindir
çaresi yok
kendi kendini kandırmaktan başka
dayanabilmek için
başlangıç çizgisine gitmeli
vermeli kendini saatlerce sürecek koşuya canla başla.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:47 PM
Hayalet

Sesinde yayılmış ve kalıcı kamerlerin bile
avuntu bulmak istediği
büyülenmiş, solgun bayan öğrenci,
nasıl da yükseliyorsun geçmiş yıllardan ve yaklaşıyorsun.

Kürekler gibi savaştı gözleri
o ölü sonsuzlukta
denizden doğmuş varlıklar arasında
uyku ve madde hakkındaki bir umutla.

Uzaklarda
başkadır kokusu toprağın
ve alacakaranlık gelir ağlayarak
koyu gelincikler biçiminde.

Yukarıda kımıltısız günlerde
uyudu günün duyarsız delikanlısı
bir kılıca yaslanmış
ışıktan parıltında senin.

Unutuştaki uzun yolun gölgesinde
büyüyor nasılsa
yalnızlığın çiçeği, nemli, yayılmış,
uzun bir kıştaki toprak gibi.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:47 PM
Hatunlar

Onlarsız olmaz
onlarla da biraz sıkıntılı
ama onlarsız hiç mi hiç olmaz
derisiz düşünülemez kıl dediğin
ateş olmadan tütmez duman
hatunlar olmadan da
bütün işler durur bir anda
onlarla da biraz sıkıntılı ya
ama onlar olmadan hiç mi hiç olmaz
nabız daha yavaş atar
katılaşır ense
kafayı çevirip bakacak kimse olmazsa
...

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:47 PM
Hapishaneler

Fakat, sen,
ey sokaktaki Portekizli,
aramızda konuşalım,
kimse işitmez bizi burada,
bilir misin nerededir
Álvaro Cunhal?
Hisseder misin
o cesur Militãos’un
yokluğunu?
Portekizli kız,
Dans edersin
Lizbon’un
gül kızılı sokaklarını dolanarak,
fakat bilir misin
Bento Gonçalves nerede düştü,
o en saf Portekizli,
denizinin ve kıyılarının ünü?
Bilir misin
İsla de la Sal adında
bir ada
olduğunu
ve Tarraffal’a
gölgeleri attıklarını?
Evet, biliyorsun, ey kız,
evet, biliyorsun, ey delikanlı!
Sessizlikte
dolaşıyor söylenti, yalnızca
Portekiz’de değil, ama bütün dünyada.
Evet, biliyoruz,
uzak ülkelerin halkları olarak,
biliyoruz mezar gibi delinmez
ya da mezarlık yarasalarının tunikleri gibi
bir taşın nasıl otuz yıldır
boğduğunu hüzünlü çığlığını senin, ey Portekiz,
işkencenin damlalarıyla
lekeliyor şirinliğini
ve koruyor gölgeden kubbelerini.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:47 PM
Hangi Zorunlu İşi Yapar

Hangi zorunlu işi yapar
cehennemdeki Hitler?

Duvarları ya da kadavraları mı boyar?
Ölülerin gazlarını mı koklar yoksa?

Onca yakılmış çocuğun külleriyle mi
beslerler yoksa O’nu?

Ya da ölümünden beri huni huni
kanla mı beslediler O’nu?

Ya da çakıyorlar mı ağzına
başkalarından çekilmiş altın dişleri?

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:48 PM
Halk Ordusunun Zaferi

Fakat toprağın belleği gibi, metalin
ve sessizliğin taşlaşmış ışıltısı gibi,
halk, anayurt ve yulaf, senin zaferindir.

Delik deşik sancağın ilerler
zamandan ve topraktan
damarlar üstündeki göğsün gibi.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:48 PM
Halk Ordusuna Güneş Şarkısı

Halkın silâhı! Burada! Tehdit ve kuşatma
kasıp kavuruyor hâlâ ve karıştırıyor toprağı ölümle,
dikenler gibi katı toprak!
Selâm sana, selâm,
selâm olsun diyor dünyanın anneleri sana,
selâmlıyor okullar seni, yaşlı marangozlar
selâmlıyor seni. Başak,
süt, patates, limon, defne,
yeryüzü ve insan ağzına ait olan ne varsa
selâmlıyor onlar seni ey Halk Ordusu.
Her şey, ellerden bir kolye gibi,
titreyen bir bel gibi, şimşeğin bir kararlılığı gibi,
her şey hazırlanıyor sana, yöneliyor sana!
Demirden gün,
pekişmiş mavi!
İleri, kardeşler,
ileri sürülmüş toprakta,
ileri kuru, uykusuz, çılgın ve havı dökülmüş gecede,
ileri asmaların arasından, kayaların soğuk rengini çiğneyerek,
selâm sana, selâm olsun, ileri! Kışın sesinden daha fazla
ısıran, gözkapağından daha hassas,
gök gürlemesinin ucundan daha da güvenilir,
o hızlı elmas gibi doğru, yeniden savaşçı,
toprağın derininden çelik katısı suyla
çiçekle ve şarapla, toprağın sarmal yüreğiyle,
bütün yaprakların kökleriyle, bütün toprağın rayihalı ürünleriyle
hemfikir savaşçılar.

Selâm olsun, askerler, selâm olsun, nadaslı kızıl tarlalar,
selâm olsun, haşin yoncalar, selâm olsun, şimşek ışıltısında
demir almış köyler, selâm, selâm, selâm olsun,
ileri, ileri, ileri, ileri
madenlerden, mezarlıklardan, ölümün lânet iştahına karşı
açılan cepheden, hainlerin
iğneleyen terörü,
ey halk, etkin halk, yürekler ve tüfekler,
yürekler ve tüfekler, ileri.
Fotoğrafçılar, maden işçileri, demiryolu işçileri,
kömürün ve taşın kardeşleri, çekicin akrabaları,
ormanlar, denetimsiz eğlenceler, ileri,
partizanlar, binbaşılar, çavuşlar, politik komiserler,
halkın pilotları, gecenin askerleri,
denizin askerleri, ileri:
önünüzde
yalnızca ölümlü bir zincir var, çürümüş balıklardan
bir çukur: ileri!
yalnızca ölen ölüler var orada,
korkunç, kanlı irinden bataklık,
hiç düşman yok: ileri, İspanya,
ileri, halkçı çanlar,
ileri, elma bölgeleri,
ileri, tahıl sancaklar,
ileri, ateşten büyük harfler,
kavgada, dalgada, ovada,
dağda, kekre kokularla dolmuş şafakta
sürüklersiniz kendinizle sürekli doğumu,
talep eden dayanıklılıktan bir ipi.
Bu arada
yükselir kök ve sessizliğin çelengi
beklemek için o mineralsi utkuyu:
her bir alet, her bir kırmızı teker,
her bir testere sapı ya da pulluk,
her bir kazma vuruşu, kandaki her bir titreyiş
izleyecek adımlarını, ey halk ordusu:
düzenleyen ışığın ulaştığında unutulmuş
zavallı insanlara, senin berrak yıldızın
boğuk sesli ışınlarının kökünü saldığında ölümde
ve inşa ettiğinde umudun yeni gözlerini.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:48 PM
Halk

Geçip gitti halk kızıl bayraklarıyla
ve onların arasında, o dokundukları taştaydım,
o bütün gün süren gümbürdeyen yürüyüşte
ve kavganın keskin şarkılarında.
Gördüm nasıl fethettiklerini adım adım.
Sadece direnci yol idi onların,
ve yalıtılmışlardı ezilmiş parçaları gibi
ağızsız ve pırıltısız bir yıldızın.
Sessizlikte yaratılmış ortaklıklarında
ateştiler, kökü kazınamaz şarkı,
derinlik ve kavgaya dönüşen
ikircikli duruşu insanın yeryüzündeki.
Ayaklar altına alınmış saygınlıktı savaşan
bunun için, ve uyandı
bir sistem gibi, hayatın düzeni
kapıya vuran ve bayraklarıyla
ortadaki salona katılan.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:48 PM
Hal Böyle Böyle

Bir ele gereksinim duyduğum anlardan biriydi.
Ve gitgide yakınlaşan bir ışık gibi vardın yanıma.
Korkunun gölgesinde yeşeren bir ağaçtı sevi.

Ve yaşama ulanıyordu simit kokularıyla
Simitçi çocukların ciğerlerinden yükselen sıcak soluklar.

İsmail Aksoy

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:48 PM
Hain

Ve bütün bu felaketlerin üzerinde
kahkaha atıyordu bir zorba
ve tükürüyordu aldatılmış
maden işçilerinin umutlarına.
Her halkın kendi acıları vardır,
her savaşımın kendi ıstırapları,
fakat gel buraya ve söyle bana
bu kana susamış
bu yasasız despotların arasında
nefretle taçlanmışların, yeşil kırbaçlardan
kral asalarıyla dolaşanların arasında
var mıdır Şili’deki gibi biri daha?

Tutmadı verdiği sözleri ve ayaklar altında
çiğnedi vaatlerini ve gülüşü,
bulantıdan oluşturdu kral asasını,
zavallı, üzerine tükürülmüş halkının
acıları üstünde dans etti.

Ve sahte fermanları sayesinde
dopdolu olan hapishanelerde
yaralanmış olanların ve hakaret edilmişlerin
siyah gözleri toplandığında üst üste,
dans ediyordu o Viña del Mar’da,
mücevherler ve kupalarla çevrilmiş olarak.

Fakat bakıyor siyah gözler
kara gecenin içinden dosdoğru.

Sen kendin ne yapmıştın? Sözcüklerin işitildi mi
derin madenlerde biraderin için,
aldatılmışın acıları için,
geldi mi alevlerin heceleri sana
haykırmak için ve savunmak için halkını?

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:48 PM
Haikular

I.)

Üzerimizde
sonbahar

İnce bir
pus
ve dağ

Tanımsız



II.)

Mayıs yağmuru
çiseliyor

ve köprünün
griliği

fırlamış
pustan



III.)

Yağmur pusunda
dağ

Kuşanmış
güzelliğiyle

kımıltıya
gelmez



IV.)

Aya
bakmak

Bulutlarla
çevrili

nefes
alabilmek



V.)

Ay
kaçıyor

Dalların
henüz sahiplendiği

çiy
damlaları



VI.)

Ayaklar
ile

sarmalamak
süseni

çağrımın
bağcıkları



VII.)
Yakında geçer
bahar

kuşların ağlayışları

Balık gözleri
göz yaşıyla
dolu



VIII.)

Bambu korusu
ne küçük

Yol burada
gizledi kendini

ve çıt
çıkarmadı

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:48 PM
güzellik

Dünyadaki nesnelerin bize eklediği bir aşk yarasıdır şarkı.
Sen, hırçın adam, bir kadının kabaran etini dölleyen. Ne ki biz döllenip, delik deşik oluruz dünyadaki güzellik karşısında, çünkü yıldıza bürünmüş gecenin sevdası büyüledi bizi tensel sevda gibi.

Bir şarkı bizim dünyadaki güzelliklere yanıtımızdır, tiril tiril titreyen bir yanıt, çıplak bir meme karşısındaki titreyişin gibi karşı koyulmaz.
Güzelliğin okşayışına kanla karşılık verdiğimizde ve yanıtladığımızda sayısız çağırışları, inan senden daha çok acı çekeriz biz.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:48 PM
Güvercinin Barışı mıdır Barış

Güvercinin barışı mıdır barış?
Leopar mı sürdürür savaşı?

Niçin öğretir öğretmen
ölümün coğrafyasını?

Okula geç gelen kırlangıçlara
ne olur acaba?

Doğru mudur gökyüzü boyunca
berrak mektuplar taşıdıkları?

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:48 PM
Güvercinim, Bir Tanecik Güzelim

Güvercinim, bir tanecik güzelim,
Doğrul bakalım!
Kaplamış gece çiy’i
Dudaklarımı ve gözlerimi.

Mis kokulu yeller örer
İç çekişlerin müziğini:
Doğrul bakalım,
Güvercinim, bir tanecik güzelim!

Sedir ağacının yanında bekliyorum
Bacım, sevdalım.
Yatak olacak bağrım
Senin beyaz göğsüne.

Bakışımın önünde bir peçe gibi
Durur solgun çiy öylece.
Bir tanecik güzelim, güzel güvercinim benim,
Doğrul bakalım!

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:48 PM
Günün Barışını Karartan

Günün barışını karartan
o siyah ahtapot ne kadar büyüktü?

Kolları demirden mi yapılmıştır
ve gözleri ölü ateşten?

Ve niçin üç renkli balina
keser yolumu?

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:48 PM
Güney Denizi

O yalnız denizdeki güller
ince tuzdan ve tehlikedeki bir boğazdan,
gene de dalgalı sudan
ve korkunç kuşlardan,
ve günden sonra gelen
gece var yalnızca, ve bir barınaktan sonra
geliyor gün,
bir soytarı, bir sessizlik.

Sessizlikte büyüyor rüzgâr
tek bir yaprağıyla ve kırbaçlanmış çiçeğiyle,
ve yalnızca dokunuşu ve sessizliği olan kum,
hiçbir şey yok, yalnızca bir gölge,
devrilen bir atın izi,
zamanın kabullendiği bir dalgadan başka bir şey yok,
çünkü bütün sular götürür denizin derininde
dik dik bakan zamanın soğuk gözlerine.

Ölmüş sudan ve güvercinlerden gözleri ölüdür şimdi,
ve kanlı dişleriyle balıkların geçip gittiği
acılı bölgeden iki deliktir onlar,
ve balinalar peşindedir zümrütlerin,
ve solgun süvarilerin iskeletleri çözünmüştür
yavaş denizanalarından, ve yanı sıra
zehirli nanelerin değişik birliklerinden,
yalnız eller, oklar,
pul pul tabancalar,
dur duraksız çalışıyor yanakları boyunca
ve yiyip bitiriyor çıplak tuzdan gözlerini onun.

Ay teslim ettiğinde kendi gemi batışlarını,
kasalarını, erkek gelinciklerle örtünmüş
kendi ölülerini,
giysiler gömüldüğünde denizde
düşer ayın torbası
onların uzun acılarıyla, yolunmuş sakallarıyla,
su gibi kafalarıyla ve gurur talep etmişti
zamanı ve sonsuzluğu,
o zaman işitilir her yerde
denizin dibine düşen diz, taş torbasında ayın
getirilmiş buraya, gözyaşlarıyla yıpranmış
ve ısırmış kasvetli balıklar.

Doğrudur, ayın battığı
zalim sallamalarda bir sünger gibi, alıkonulmaksızın,
yalpalayıp duruyor ay hayvanların inleri etrafında,
suyun çığlığıyla kemirildi ay,
ayın mideleri, pulu hızla ayrılmış çelikten:
ve şimdiden sonra
iniyor aşağıya okyanusun sonuna doğru,
mavideki mavi, içe işlemiş mavi renkler,
kör maddenin mavi kör renkleri,
ve sürüklüyor kendi çürümüş yükünü kendiyle,
dalgıçlar, kalaslar, parmaklar,
denizin yüce ışıltısındaki büyük felaketlerde
akan kandan yapılmış bir balıkçı karısı.

Fakat bir sahil hakkında konuşuyorum, orada deniz
kırbaçlar öfkeyle ve dalgalar çarpar
külden duvarlara. Nedir bu? Bir gölge midir?
Hayır, gölge değil, kumdur o kederli cumhuriyette,
alglerden bir sistemdir, kanatları var, bir gagalama
göğün bağrında:
ey yaralı dalgaların yüzeyi,
ey denizin kaynağı, eğer güvence veriyorsa
yağmur senin gizlerine, eğer o sonsuz rüzgâr
öldürüyorsa kuşları, eğer yalnızca gökyüzü varsa,
kıyılarını yalnızca ısırmak ve ölmek isterim,
gizlerin aktığı, köpükle dolu taşların ağızlarından
yalnızca uzun uzun bakmak isterim.

Yalnız bir bölgedir, daha önce
hakkında konuştuğum bu ıssız bölge,
denizle çevrilidir toprak
ve kimse yoktur – yalnızca bazı at izleri,
rüzgâr dışında hiç kimse, hiç kimse
denizin sularına düşen rüzgârdan başka,
hiç kimse, yalnızca yağmur büyür deniz üstünde.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:49 PM
Güney'de Açlık

Görüyorum Lota'nın kömüründeki ağlayışı
ve hor görülmüş Şili'lilerin buruşuk gölgesinin
toprağın derinindeki acı damarı delişini,
ölüşünü görüyorum, yaşayışını, katı külde gelişini dünyaya,
eğri büğrü, yayılmış toprağa güya dünya
gelmiş sadece ve gitmiş öylece
kara toz ve alevler arasında,
ve gerçekleşen tek şey
kışın öksürükleriydi, bir sıtma ağacı yaprağının
ölü bir bıçak gibi düştüğü kara suyun içinden
çiftesiydi atın.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:49 PM
Güneşle Portakallar Arası

Güneşle portakallar arası
ne kadardır metre hesabı?

Alazlı yatağında uyurken
kim uyandırır güneşi?

Göksel müzikteki cırcırböceği gibi
şarkı söyler mi toprak?

Kederin geniş, melankolinin
ince olduğu doğru mudur?

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:49 PM
Günden Güne Matilde

Bugün senin için: uzunsun
Şili’nin bedeni gibi ve hassassın
anason çiçeği gibi,
ve her bir dalında taşıyorsun
silinmez ilkbaharımızın şahitliğini:
Bugün günlerden ne? Senin günün.
Ve yarın dündür, ellerinde
izlemez günler günleri, ve yitmez hiçbir gün:
uyurken saklarsın güneşi
toprağı ve menekşeleri
küçük gölgende.
Ve böylelikle sunarsın bana
hayatı her sabah.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:49 PM
Gündelik Ağıt

Abartılmış şehvetten ve kül düşlerden
taşıyorum soluk bir kuşağı, görünür bir sonucu,
yalnız yaşayan metalik bir rüzgârı,
açlıkla giyinmiş ölümlü bir hizmetkârı,
ve ağacın altındaki serinlikte, kendi yıldız gücüyle
çiçekleri aşılayan güneşin özünde,
altın gibi derime dokunurken sevinç,
uzanıyorsun orada, ey kaplan pençeli mercan hayalet,
cenaze üzüntülerinin nedenisin sen, alazlı birleşmesin,
orada pusuda uzanıyorsun toprak için, hayatta kalıyorum
aydan mızraklarının küçük titreyişiyle.

Çünkü pencere o boş öğün dalıyor içine
kanatlarında daha fazla hava olan güzelim bir günün,
estiriyor hiddet elbiseleri yukarıya, dolduruyor düş
şapkayı havayla, alazlanıyor durmaksızın kızgın bir arı.
Şimdi, hangi beklenmemiş adım gıcırdatır yolları?
Hangi avuntusuz istasyon dumanı, hangi kristal yüz,
ve çim tohumuyla bir eski faytonun hangi sesi?
Ah, tek tek, ağlayan dalga ve dağılıp giden tuz,
ve o göksel aşkın uçup giden zamanı,
aldılar konukların yerini ve beklentideki sesi.

Geride bırakılmış mesafelerden, vefasız hakaretlerden,
gölgelerle karışmış terk edilmiş umutlardan,
öldüren şirin el uzatışlardan
ve şeffaf toplardamar günlerden ve çiçekteki heykelden,
şimdi ne kaldı geriye kıt sözcüklerimden, zayıf ürünümden?
Sarı yatağıma ve yıldızla örtünmüş özüme
kim hem yakın değil hem de uzak?
Sıçrayışın gücü, buğdaydan bir ok
sahibiyim ben, ve göğsümde bekliyor apaçık bir yay,
ve zayıf bir vuruş, sudan ve inattan,
durmaksızın çatlayan,
iliğe kadar delip geçiyor ayrılışlarımı,
söndürüyor gücümü ve arttırıyor acılarımı.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:49 PM
Gün Gelecek

Kurtarıcılar, bu Amerika'nın
üzerindeki şafakta, sabahın
ıssızlaştırılmış karanlığında,
halklarımın sonsuz yaprağını
sunuyorum sana ve sevinci
kavganın her bir anından.

Mavi atlılar, düşmüş
zamanın uçurumuna,
yeni dikilmiş sancakları
ışıldayan askerler,
bugünün askerleri, komünistler,
metal dalgalarının
savaşan mirasçıları.
dinle buzullar arasından doğan
sevginin sade görev-ateşiyle
yükselen sesime:
aynı toprağız biz, aynı
halkız sürgündeki,
aynı kavgadır karışlayan
Amerika'mızın belini:
Gördünüz mü
biraderin karanlık mağarasını akşamın altında?
Hükmünü verdiniz mi
Umutsuz hayatının O'nun?
Halkın
çatlamış yüreği, terkedilmiş ve batmış dibe!

Kahramanın huzurunu almış biri
sakladı onu bir mahzende, biri çaldı
kanlı hasatzamanı yemişini
ve böldü coğrafyayı,
temelini attı düşmansı sınırların,
avutulmaz, kör gölgelerin bölgelerini.

Topla ülkelerden acıların
çılgın nabızatışlarını, yalnızlıkları,
sömürülmüş tarlaların buğdayını:
bayrakların altında bir şey filizleniyor:
O eski ses bizi çağırıyor yeniden.
Minerallerin köküne dek in dibe
ve ıssız yücelerine madenlerin,
insanın dünyadaki kavgasında bir parça ol
ışığa kararlı bu elleri hor gören
işkenceye rağmen.

Savaşan ölülerin size armağanı olan
bu günü bırakmayın. Her bir başak
yeryüzüne ekilmiş tohumdan fışkırır,
ve buğday gibi birleştirir sayısızca halk
köklerini, biriktirir başakları
ve yükselir evrenin berraklığına
bu zaptedilmez fırtınada.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:49 PM
Gülüşün

İstersen yoksun bırak beni ekmekten,
yoksun bırak beni havadan, ama
yoksun bırakma beni gülüşünden.

Yoksun bırakma beni gülden,
kopardığın süsenden,
sevincinde ansızın
çağıldayan sudan,
seni apansız doğuran
gümüş dalgadan.

Savaşımım amansız, ve dönüyorum
yorgun gözlerle
ara sıra değişmeyen
görünüşüne toprağın,
fakat gülüşün vardığında,
yükseliyor göğe ve arıyor beni,
ve açıyor benim için
bütün kapılarını hayatın.

Sevgilim, bu en karanlık zamanda
yayılıyor gülüşün,
ve birden görüyorsun
kanımın püskürdüğünü
caddedeki taşlara,
gül, çünkü
ellerim için gülüşün
serin bir kılıç olacak.

Güzün denize yakın
yükseltecek gülüşün
köpükten çağlayanını,
ve güzde, sevgilim,
beklediğim çiçek gibi
arzulayacağım gülüşünü,
o mavi çiçeği,
ses veren anayurdumun gülünü.

Gecede gülüşün,
gündüzde, ayda,
gülüşün
adanın dolambaçlı sokaklarında,
gülüşün seni seven
bu hantal erkekte;
fakat açtığımda
ve kapattığımda gözlerimi,
uzaklara gittiğimde,
geri döndüğümde,
esirge benden ekmeği, havayı,
ışığı, ilkbaharı,
fakat gülüşünü asla,
yoksa ölürüm ben.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:49 PM
Güherçile Adamları

Esmer kahramanların yanında, güherçiledeydim,
gezegenin katı kabuğunu
gübreleyen ince kar'ı kazanın yanındaydım,
ve gururla sıktım topraklı ellerini O'nun.

Dediler ki bana: >>Bak kardeş, nasıl
yaşıyoruz biz,
burada 'Humberstone'de, 'Mapocho'da,
'Ricaventura'da, 'Paloma'da,
'Pan de Azucar'da, 'Piojillo'da.<<

Ve gösterdiler bana
sefil yiyeceklerden oluşan öğünlerini,
gecekondularındaki toprak tabanları,
güneşi, tozu, duvar bitlerini
ve sınırsız yalnızlığı.

Gördüm güherçile karma işini
kazmaların saplarına
derin izler bırakır gibi
bırakır ellerine.
Dar bir mezar deliğinin derinliğinden
bir ses işitmiştim
şeytansı bir dölyatağındanmışcasına,
ve sonra gördüm yüzü olmayan bir varlığı,
terden ve kandan ve tozdan
kirli bir maskenin
delikten çıkışını.

Ve dedi ki bana: >>Nereye gidersen git,
anlat bu işkenceleri,
kardeş, anlat aşağıda,
Cehennem'de yaşayan kardeşini.<<

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:49 PM
Güçlülerin Yasalarını Bildirmesi

Yurtsever olduklarını söylediler.
Kulüplerde nişanlar verdiler birbirlerine
ve tarihlerini yazdılar.
Parlamento dolup taştı
Şatafattan, o günden beri
bölüştürüyorlar toprağı, yasayı,
en güzel caddeleri, havayı,
üniversiteleri ve ayakkapları.

Onların alışılmadık girişimleri
acımasız aldatılarla süslü yöntemleriyle
kurulmuş bir Devlet oldu.
Konuşup durdular bunu her zaman
eğlencelerde ve resmi ziyafetlerde,
önceleri tarım bölgelerinde
subaylar ve avukatlarla.
Ve en sonunda getirdiler Kongre'ye
en yüce Yasa'yı, ünlü,
saygın, dokunulmaz,
Güçlülerin Yasası'nı.
Kabul edildi böylece yasa.

Tıklım tıklım ziyafet sofrası zenginlere.

Yoksullara çöpleri.

Zenginlere para.

Yoksullara iş.

Zenginlere büyük evler.

Yoksullara sefil baraka.

Ayrıcalık büyük hırsıza.

Hapis bir ekmek çalana.

Paris, Paris şovalyelere.

Madene, çöllere yoksul olan.

Senyor Rodriguez de la Crota
konuştu Senato'da bal gibi tatlı
ve lezzetli sesiyle:
>>Bu yasa en sonunda gerçekleştiriyor
zorunlu hiyerarşiyi
ve her şeyden önce Hıristiyanlığın
bütün ilkelerini.
Bu yasa, su kadar gerekliydi.
Yalnızca cehennemden geldiği bilinen
komünistler karşı çıkarlar, bilge ve katı olan
bu Eşitsizliğin yasa kitabına.
Fakat alt-insana özgü
bu Asya muhalefetini ezmek
çok basit: hepsini hapse atmak yeter.
Toplama kampları var,
böylece yalnız biz kalacağız geriye,
biz harika şovalyeler
ve Radikal Parti'nin
sevimli uşakları.<<

Bir alkış koptu
aristokratların sırasından:
ne konuşma yeteneği, ne kadar da ruh dolu,
ne büyük düşünür, ne ruhsal ışık!

Ve herkes fırladı dışarı
doldurmak için ceplerini iş yerlerinde,
biri sütü tekelleştirdi,
öbürü çelik tellerle yolsuzluk yaptı,
başka biri şekerle,
ve hepsi yüksek sesle yurtsever dedi
kendi kendilerine, yurtseverlikte de
tekelleşerek, ve en güçlünün Yasa'sına sığınarak.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:50 PM
Grev

Garipti o durmuş fabrika.
İşliklerde bir sessizlik, bir mesafe
makineyle insan arasında, bir kesilmiş
ip gezegenler arasında, zamanı
inşa etmekle geçiren
insan ellerinden bir boşluk, ve o çıplak
konaklama çalışma olmaksızın, ses olmaksızın.
Terk ettiğinde insan türbinin
boşluklarını, ayırdığında kollarını
ateşten ve yüksek fırının
içinde düştüğünde, çekip aldığında çarktan
kendi gözlerini ve o baş döndüren ışık
durdurduğunda görünmeyen çemberini,
o muhteşem kuvvetlerden,
o şaşırtan enerjiden
sadece bir yığın anlamsız çelik kaldı geriye,
ve insansız hollerde terk edilmiş rüzgâr,
o yalnız kokusu yağın.

Hiçbir şey yaşayamadı bu kırbaçlanmış
kırık parça olmaksızın, Ramírez olmaksızın,
yırtık elbiseleri içindeki adam olmaksızın.
Orada duruyordu motorların derisi,
üst üste yığılmışlar ölü güç için
siyah balinalar gibi zehirlenmiş
dalgasız deniz diplerinde
ya da gezegenlerin yalnızlığı altında
birden batmış dağlar gibi.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:50 PM
Gözlem

Anahtarlarıyla avunuyor kadın gururla
Anahtarlarıyla övünüyor
Gururlu kadın

İsmail Aksoy

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:50 PM
Gözden Kaçırdık

Gözden kaçırdık bu alacakaranlığı da.
Kimse görmedi bu akşamda bizi el ele,
inerken mavi gece yeryüzünün üzerinde.

Penceremden gördüm
günbatımının eğlencesini uzak tepelerde.

Bazen oluyordu, ki bir sikke gibi
yangın oluyordu ellerimde bir tutam güneş.
Anımsıyordum seni, kaygılıydım yürekten
çok iyi bildiğin bir hüzünle.

Neredeydin o zamanlar?
Hangi insanların arasındaydın?
Ne söylemiştin onlara?
Niçin bütün sevdam doldurmalı birdenbire beni,
hüzünle vurulurken ben, ve sen bunca uzakken benden?

Düştü yere alacakaranlıkta hep sığındığım kitap,
Ve yaralı bir köpek gibi kaydı pelerinim ayaklarımın önüne.

Daima, daima gidiyorsun uzaklara akşamları,
alacakaranlığın heykelleri hızla yok ettiği yere.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:51 PM
Görüntü

İnsan toz ise eğer
düzlükten geçen ne varsa
insandır

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:51 PM
Görkemli Ölüm Çağırdı Beni Bir Çok Kez

Görkemli ölüm çağırdı beni bir çok kez:
dalgalardaki görünmez tuzdu O,
ve farkedilmez tadındaki yayılan şey
uçurum ve doruğun parçaları gibiydi
ya da rüzgâr ve yağmurdan kocaman evlerdi.

Demir grisi bu yumurtaya geldim, havanın
ensizliğine, tarımın ve kayanın ölü şebnemine,
yıldızsızlığın son basamağına,
başdöndürücü bu helezon yola:
ama sen, yayılmış deniz, ey ölüm! yaklaşmıyorum
sana her bir dalganda,
ne ki gecesel açıklığın dörtnalası
ya da gecenin bütün toplamı gibi geliyorum.

Hiç yeltenmedin ceplerimizi karıştırmaya, senin varışın
ancak
kızılın en güzel giyitinde olasıdır:
kuşatılmış sessizliğin sabahkızılı halısında:
gözyaşlarının gömülü büyük vasiyetnâmesinde.

Her insanda bir ağaç sevemedim
omuzlarındaki küçük ilkbaharlarıyla (bin yaprağın
ölümü) , bütün sahte ve topraksız ölümler,
uçurumsuz yeniden dirilmeler:
yüzmek isterdim o engin hayatta,
o geniş deltalarda,
ve kaynak tazesi ellerimin avutulmaz hayatsızlığını
dolanmaması için yolu ve kapıyı kapattığında,
ve azar azar yadsıdığında beni insan
ve dolandığımda caddeden caddeye, ırmaktan ırmağa,
kentten kente, yataktan yatağa,
ve tuz maskelerim dolandırıp durduğunda çorak toprakta,
ve en son alçakgönüllü lambasız evlerde, ateşsiz,
ekmeksiz, taşsız, rahat yüzü görmeden,
yapayalnız kıvrıldım ölürcesine kendi ölümümün
içlerine doğru.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:51 PM
Görevini Yaptıktan Sonra

Görevini yaptıktan sonra
kime haber verir hırpanî kondor?

Yapyalnız bir kuzunun üzüntüsüne
ne ad verilir?

Ve güvercinler şarkı söylemeyi öğrenirse
neler olur güvercin evinde?

Arıları gücendirir miydi sinekler
eğer bal yapsalardı?

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:51 PM
Gölgelerdir Anlamı

Hangi umudu düşünmeli, hangi saf uyarıyı,
hangi geri dönmez öpüşü gömmeli yüreğe,
çaresizliğin ve zekanın kaynağında denetlemeli,
o sonsuzca bulanık sularda uysal ve emin?

Hangi dirimli, hızlı kanatlarını yeni bir düş meleğinin
kapsamalıyım uyuyan omzuma
sürekli bir güvenlik gibi,
işte ki ölümün yıldızları arasındaki yol
şiddetli bir kaçış olsun, bir çok günler için başlanmış,
aylar ve yüzyıllar öncesinden?

Belki arıyor o doğal zayıflık endişeli
ve şüpheli varlıklar arasında
zamanda hem sonsuzluk olan ve çevrilmeyen toprakta,
belki yayılır can sıkıntısı ve o amansız yığılmış çağlar
yeni yaratılmış bir okyanusun ay dalgası gibi
kumsalların ve korkutan ıssız bölgelerin üzerine.

Ah, bırak olduğum şey sürsün ve yaşasın ve bıraksın yaşamayı,
ve bırak alıştırayım kendimi bu demir katısı koşullara,
ki ölümün ve doğumların titreyişi rahatsız etmesin
her zaman istediğim o derin yeri.

Bırak olsun olduğum şeyi o, şu ya da bu zaman, bütün zamanlarda,
kurulmuş ve emin ve alazlanan bir tanık,
dikkatle mahvediyor kendi kendisini ve durmaksızın ayakta,
besbelli yutulmuş özgün görevi tarafından.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:52 PM
Gölgelerdir Anlamı

Hangi umudu düşünmeli, hangi saf uyarıyı,
hangi geri dönmez öpüşü gömmeli yüreğe,
çaresizliğin ve zekanın kaynağında denetlemeli,
o sonsuzca bulanık sularda uysal ve emin?

Hangi dirimli, hızlı kanatlarını yeni bir düş meleğinin
kapsamalıyım uyuyan omzuma
sürekli bir güvenlik gibi,
işte ki ölümün yıldızları arasındaki yol
şiddetli bir kaçış olsun, bir çok günler için başlanmış,
aylar ve yüzyıllar öncesinden?

Belki arıyor o doğal zayıflık endişeli
ve şüpheli varlıklar arasında
zamanda hem sonsuzluk olan ve çevrilmeyen toprakta,
belki yayılır can sıkıntısı ve o amansız yığılmış çağlar
yeni yaratılmış bir okyanusun ay dalgası gibi
kumsalların ve korkutan ıssız bölgelerin üzerine.

Ah, bırak olduğum şey sürsün ve yaşasın ve bıraksın yaşamayı,
ve bırak alıştırayım kendimi bu demir katısı koşullara,
ki ölümün ve doğumların titreyişi rahatsız etmesin
her zaman istediğim o derin yeri.

Bırak olsun olduğum şeyi o, şu ya da bu zaman, bütün zamanlarda,
kurulmuş ve emin ve alazlanan bir tanık,
dikkatle mahvediyor kendi kendisini ve durmaksızın ayakta,
besbelli yutulmuş özgün görevi tarafından.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:53 PM
Gölgeler

Öyle çok düşündüm ki seni
ve öyle çok yazdım ki senin hakkında
bilemeden daha tam olarak kim olduğunu.
Seni yanıma alamadan
öyle çok odada yattım ki
ve o denli çok taşındım ki
evden eve, köyden köye, sensiz.
Bulayım diye seni, o denli çok yanlış kente gittim ki.

Sana ulaşan yolda o denli çok şey tükettim
ve bir o kadar da kaybettim ki
ve o kadar çok olanağı geri teptim
o kadar hayatı, senin yakınlığını, burayı ve şimdiyi,
bu yüzden kaybettiğimi hissediyorum her şeyi
ve en sonunda, yüzünde dolaşan
ya da gözlerini alazlandıran
ve gölgeleri daha bir derin ve serin gösteren
şu ilkbahar ışığından
başka bir şey olamayacağını düşünüyorum şimdi

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:53 PM
Gökyüzünde Mahcup Bir Yıldız Geçerken

Gökyüzünde mahcup bir yıldız geçerken
Kızoğlankız edasıyla ve hüzünle,
Duy uyuşuk akşamın arasından
Şakıdığını bir sesin eşiğinde.
Çiy’den daha narindir O’nun sesi
Ve görmeye gelmiştir seni.

Ah ne dalgınlığa bat artık
Ne de kafa yor: Kimdir kapımda bu şakıyan acaba?
Çağırırken O, akşam vaktinde
Düşünme yüreğine ağan türküyü!
İşte söylüyorum, dinle aşığının şarkısını,
Benden başkası değil kapındaki şarkıcı.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:53 PM
Göksel Şairler

Neler yaptınız Gide okuyanlar,
Entelektüelciler, Rilke hayranları,
kutsal gizemlerin yorumcuları, sahte varoluş
sihirbazları, bir mezarda
alevlenen sürrealist
gelincikler, moda gereği
Avrupalılaşmış ceset,
kapitalist peynirdeki solgun kurtçuk,
neler yaptınız
kaygının hükümetine karşı,
bu karanlık insan hayatı için,
bu tekmelenmiş varlık,
bu pisliğe zorla bastırılmış baş için
bu kötü davranılmış hayat
bu dirençli öz için?

Kaçmaktı tüm yaptığınız:
sattınız yığılmış çöpü,
göksel bir saç arıyordunuz,
korkak bitkiler, kırılmış tırnaklar,
“Mutlak güzel”, “sihrin gücü”,
korkutulmuş zavallıların eserleri,
gözleri görmemek için, cezbetmek için
o hassas göz bebeklerini,
hakkınızdan gelmek için sizin
efendilerin fırlattığı
kirli artıkla dolu kaplarla,
ölüm savaşında taşı görmeden,
savunmadan, fethetmeden,
mezarların kıpırdamaz, çürümüş
çiçekleri üzerine düşerken yağmur
mezarlıkların sallanan
çelenklerinden daha da uysal.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:53 PM
Göğün Boğulmuş Kızı

Örülmüş kelebek
ağaçlarda asılı entari,
gökyüzünde boğulmuş, sürüklenmiş
rüzgâr ve bulutlar arasında, yalnız, yalnız, yoğun,
giysisi ve saçı darmadağın,
ve içsel bir hava yemiş bitirmiş.
Kımıltısız, karşı koyarsan eğer
kışın boğuk sesli iğnesine,
kızgın suyun akıntısı ıstırap verir sana.
Göksel gölgeler, geceleyin
ölü çiçekler arasında kırılmış güvercin dal:
duruyorum ve acı çekiyorum
soğukla dolu yavaş bir sesle
suyun kırbacı gibi dağıtırken kızıl alazını.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:54 PM
Göğümde Bir Bulut Gibisin

Bu şiir Rabindranath Tagore’un “Bahçıvan”ındaki 30. şiirin başka sözcüklerle tekrarıdır.

Göğümde bir bulut gibisin alacakaranlıkta,
Ve renginle biçimin tam sevdiğim gibi.
Benimsin, benimsin, ey tatlı dudaklı kadın,
ve sonsuz düşlerim yaşıyor yaşantında.

Ruhumun lambası ayaklarını kızıllaştırıyor,
kekre şarabım dudaklarında daha tatlı,
ey şarkımın hasadını toplayan kadın, akşam olunca
beni hissettiği gibi hisseder seni ıssız düşlerim!

Benimsin, benimsin, haykırıyorum akşamın melteminde,
ve rüzgâr sürüyüp götürüyor yalnız sesimi.
Gözlerimin derininde avlayan sen, avın
engelliyor su gibi, gecesel bakışlarını.

Müzikten ağımda tutuklusun, ey sevgili,
ve müzikten ağımda genişsin gök gibi.
Ruhum doğuyor hüzünlü gözlerinin kıyısından.
Düşlerin ülkesi başlıyor hüzünlü gözlerinde.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:54 PM
Göç

Islak kaldırımlarında yürüdük büyük kentin
Daracık sokaklarında saçlarımızdan süzüldü yağmur
Yel önümüzde yeni doğmuş bir tay
Ardımızda yitirilmiş onca umut

Üşümüş ellerimizi güneşe doğru uzattık
Mosmorlardı / sıcacıktı

Irmağı geçtik ter içinde
Kadınlar meşeden yapılmış taçlar taktılar
Güneşten yanmış alınlarımıza
Sonra kutsadılar sıcak öpüşlerle

Yola koyulduk yeniden

Leş kargaları dönendi durdu tepemizde
Ama biz ölmeyecektik!

Çakıl taşları topladık nehir boyunca
Atları sevdik durduk
Yakardık güneşe koyaklarda
Ve özledik durduk doru kısrakları
Kırlangıç kanatları gördük yamaçları aştıkça
Sevindik babaları eve dönen çocuklar gibi

Ekmek getirdiler gömütlerimize
Titrek bir duyguyla acıdılar bize
Ellerini uzattılar boşluğa doğru
Çürümüş kemiklerimizi tuttular babacan bir sevinçle

Leş kargaları dönendi durdu tepemizde
Ama biz ölmeyecektik!

İsmail Aksoy

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:55 PM
Giymiş Sevdiğim İncecik Bir Entari

Giymiş sevdiğim incecik bir entari
Elma ağaçlarının arasında,
Şen şakrak rüzgârlar esmeyi
Arzular topluca orada.

Hoyrat rüzgârların taze yapraklara
Giderayak kur yaptıkları yerde
Yürümekte sevdiceğim usulca
Ve kıvrılmakta gölgesi çimde.

Ve gökyüzü gülümseyen toprağın üstünde
Dururken soluk mavi bir fincan gibi,
Yürümekte sevdiceğim sessizce
Kavrarken narin eliyle eteğini.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:55 PM
Git Bul O’nu Ve Geleceğimi Söyle

Git bul O’nu ve geleceğimi söyle
Bütün nezaketinle,
Ey her daim bir düğün şarkısı şakıyan
Baharatların yeli.
Ah, tezcek es kara topraklardan
Ve koş denizin üstünden
Ne denizler ne de karalar ayırsın
Sevdiğimi benden

Haydi, yel, senin merhametine
Sığınıyorum,
Es haydi ve O’nun küçük bahçesine var
Ve şakı penceresinde;
Şakı: Düğünlük yel esiyor
Değil mi ki Eros böyle istiyor;
Ve yakındır sevdalının sana kavuşması,
Yakındır, ah yakın.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:55 PM
Gezegenler Arası Öpüşleri Yasaklamak

Gezegenler arası öpüşleri yasaklamak
en iyi durum olmaz mıydı?

Niçin incelememeli bu tür şeyleri
donatmadan önce diğer gezegenleri?

Ve niçin uzay için
süslenmesin palazlar?

Aydaki atlar için
yapılmamış mıydı ki nallar?

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:56 PM
Geri Dönüyor Sonbahar

Düşüyor çanlardan hüzünle giyimli bir gün
huzursuz bir dulun titreyen peçesi gibi,
bir renk bu, toprağa batmış
kiraz ağacından bir düş,
suyun ve kıyıların rengini değiştirmek için
durmaksızın gelen dumandan bir kuyruk bu.

Anlaşılıyor muyum bilmiyorum: gece
yaklaştığında yücelerden, yalnız şair
penceresinde işittiğinde dörtnaldaki adımları ve teperek
ezen korkunun yaprakları hışırdadığında damarlarında,
bir şey vardır gökyüzünde, şişman bir öküzün dili gibi,
gökyüzünün ve havanın belirsizliği gibi.

Yerine oturuyor şeyler yeniden,
olmazsa olmaz avukat, eller, zeytinyağı,
şişeler,
hayatın bütün izleri: yataklar, her şeyden önce,
kanlı bir sıvıyla dolu,
sırlarını kirli kulaklara teslim ediyor insanlar,
merdivenden iniyor katiller,
fakat bu değil, o eski dörtnaldır bu,
titreyen ve dayanan atıdır o eski sonbaharın.

O eski sonbaharın atı kızıl sakallıdır
ve korkunun köpüğü örter yanaklarını
ve onu izleyen hava bir deniz biçimdedir
ve kokar gömülmüş uçucu çürümeyle.

Güvercinlerin yeryüzü üzerinde paylaştırması gereken
kül grisi bir renk düşer her gün gökten
gözyaşları ve unutuş gibi örülmüş halatlar,
uzun yıllar çanlarda uyumuş gibi zaman,
her şey,
eski paçavra giysiler, karın geldiğini gören kadınlar,
ölmeden önce kimsenin göremeyeceği o siyah gelincikler,
her şey düşüyor yağmurun ortasında
kaldırdığım ellere.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:56 PM
Gerekçe

Çünkü yaşamak eskimiş bir şarkıdır
Çatlamış dudaklarımızda.
Her şarkının bir sonu varsa eğer
Yaşamak en sabırlı intihar.

Çok sonraları öğrendik
Duvar kağıtlarının üzerinde akreplerin yürüyemediklerini.
Bu yüzden çağıldattık çığlıkları,
Şebboyları kanlarımızla sulamıştık çünkü.

İsmail Aksoy

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:56 PM
Gençlik

Eriklerden yapılmış ekşi
bir kılıç gibi bir koku bir yolda,
şekerin öpüşü dişlerde,
hayatın damlaları kayıyor parmaklar boyunca,
o şirin, kösnül eten,
hasat tarlası, ekin ambarları, kışkırtıcı,
gizli yerler geniş evlerde,
uyuyan eski döşekler, tepeden bakılan
o haşin yeşil ova, o saklı pencereden:
bütün bir gençlik ıpıslak ve pırıl pırıl
devrilmiş bir lamba gibi yağmurda.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:56 PM
Genç Hükümdar

Okunan şeyin devamı gibi ve sonraki sayfanın öncesinde aşkın bölgesine doğru yol göstermeliyim yıldızıma.

İki uzun sıcak kolla sınırlanmış memleket, uzun paralel arzuyla, ve elmaslardan bir yer gibi savunulmuş sistemle ve matematiksel savaş bilimiyle. Evet, Mandalay’daki en güzel kadınla evlenmek istiyorum, sırrımı söylemek istiyorum dünyasal kılıfıma yemek pişiren bir kadının bu gürültüsüne, bu çırpınan eteğe ve devinen ve rüzgârla yapraklar gibi birbirine karışan bu çıplak ayağa.

Küçük ayaklı ve büyük purolu hoş bir kız, yavşanlarla kendi temiz, silindirsi saçında, tehlikeli yaşıyor ağır kafasıyla ve sert özüyle bir zambak gibi.

Ve deniz kıyısındaki karım, aradığım mırıltının yanında, benim Burmalı karım, kralın kızı.

Ve öpüyorum onun toplanmış siyah saçlarını, ve onun her daim şirin ayağını: ve gece indiğinde şimdi ve çalıştığında gecenin değirmeni, dinlerim kaplanı ve ağlarım burada olmayan onun için.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:57 PM
Gemideki İnsan

Geminin dümen suyunun uzağında
çağıldayan tuzla örülmüş
düşlere sızan ölü yağlanmaların arasında,
uyuyor gemici çıplak bir yorgunlukta,
nöbetteki biri taşıyor metal zinciri,
geminin dünyası
yankılanıyor, rüzgâr gıcırdıyor tahtalarda,
aptalca vuruyor sakatatın demiri,
yüzüne bakıyor aynada ateşçi:
bir parça kırık camda tanıyor yeniden
bu kemikli, isle kararmış maskenin arkasında
bir çift gözü: Graciela Gutiérrez’in sevdiği
gözlerdi bunlar, ölmeden önce, sevdiği
bu gözler olmaksızın, görebilmişti ölüm döşeğinde
ve sürmüştü kendisiyle beraber en son yolculuğa,
kömürün ve petrolün arasında o günün işinde.
Onları yolculuklar ve bu armağanlar arasında
birleştiren öpüşlere rağmen şimdi yok kimse,
kimse yok evde. Denizin gecesinde seğirtiyorum
sevdaya bütün uyuyanların döşeğinde, yaşıyorum
en dibinde geminin havaya ipliklerini fırlatan
gecesel bir yosun gibi.

Başkaları yayılarak yatıyor deniz yolculuğu gecesinde,
boşlukta, düşlerin altında deniz olmaksızın,
hayat gibi, parçalanmış tepeler, gecenin
cam kırıkları, düşlerin parçalanmış ağını
uzaklaştıran kayalıklar.
Gecenin toprağı istila ediyor denizi kendi dalgalarıyla ve örtüyor
o zavallı uyuyan yolcunun yüreğini
tek bir hecesiyle toz, tek bir
kaşık dolusu ölümü talep ediyor geriye.

Her okyanussu taş okyanustur, denizanasının
en küçük morötesi kuşağı, gökyüzü
bütün yıldızla lekelenmiş boşluğuyla, aydır
sahibi ölü denizlerin kendi benzerlerinde:
fakat kapatıyor gözlerini insan, kemiriyor biraz
kendi izlerini, tehdit ediyor kendi küçük yüreğini,
hüngürdüyor ve tırmalıyor geceyi tırnaklarıyla,
arayan toprak, solucana dönüşen.

Topraktır suların örtemediği şey, yok edemediği.

Balçığın gururudur ölecek olan testide,
şakıyan damlalarını yayan ve toprağa kararsız
eklenişini sabitleyen bir kırılışta.

Arama denizde bu ölümü, bakma o
kıta toprağına, saklama bir avuç tozu
el sürmeden sunmak için toprağa.

Bu sırrı söyle şakıyan sayısız dudaklara,
devinim ve dünyadan oluşan koroya,
yitip giden suyun sonsuz anneliğinde.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:57 PM
Gemi

Madem ki ödemişiz bu dünyanın bilet parasını
niçin, niçin bırakmıyorlar oturalım ve yemek yiyelim?
Bulutu izlemek, yüzümüzü güneşe çevirmek
ve tuzun kokusunu hissetmek istiyoruz,
kimseye müşkül çıkarmak değil istediğimiz,
çok basit söylediğimiz: biz de yolcuyuz.

Yoldayız hepimiz ve zaman bizimle:
geçip gidiyor deniz, veda ediyor gül,
gölge ve ışığın arasından gidiyor dünya,
ve biz de gidiyoruz, yolcuyuz hepimiz.

Fakat neler oluyor?
Niçin onca hırçınlar?
Kimi arıyorlar tüfekle?

Bilmiyorduk ki
her şey ayırtılmış,
bardaklar, sandalyeler,
yataklar, aynalar,
deniz, şarap ve gökyüzü.

Şimdi durum şu ki
masamız yok bizim.
Mümkün değildi, diye düşündük.
Böyle olamaz ama.

Karanlıktı geldiğimiz zaman gemiye.
Çıplaktık.
Hepimiz aynı yöreden geldik.
Hepimiz erkekle kadından geldik.
Hepimiz açtık ve dişlerimiz çıktı çabucak.
Hepimizin gözü ve elleri büyüdü
çalışmak ve arzulamak için.

Fakat anlaşılıyor ki bir şey alamayacağız,
gemide yer yok,
selâm vermiyorlar bize
ve oyun oynamak istemiyorlar.

Fakat niçin haddinden fazlası onlara?
Daha doğmadan onlar, kim verdi kaşığı onlara?

Çok hoş değil artık burası,
dayanılır gibi değil artık.

Yolculuk ettiğimde
görmek istemiyorum köşelerde sefaleti,
aşksız gözleri ve aç ağızları.

Güz için örtecek giysi yok,
ve daha azı, daha azı, daha da azı var yaklaşan kış için.
Onca taşlı yollarda ayakkabılarımız yokken
nasıl tanıyacak ki ayaklarımız dünyayı?

Nerede yemek yeriz masasız?
Nerede otururuz sandalyesiz?
Eğer korkunç bir şakaysa bu, sevgili beyler,
artık son verin buna,
ve ciddi konuşun şimdi.

Çünkü acımasız deniz.

Ve kan yağıyor.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:57 PM
Gelenek

İspanya’nın *******inde, o eski bahçeler arasında,
kurumuş sümükle dolup taşarak geziniyor gelenek,
irin damlıyor ve çürümüşlük
siste sürüklerken cüppesini, hayalet benzeri ve harikulade,
giyinmiş astımla ve kanlı boş redingotlarla,
ve yüzün derinliği, dimdik bakan gözleri
bir mezarı kemirmekte olan yeşil salyangozlardı,
ve her gece ısırırdı dişsiz ağzı
doğmamış olan başağı, o saklı minerali,
ve yeşil dikenlerden tacıyla geçip gitti
saplayarak hançerleri ve ölmüşlerin huzursuz kemiklerini.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:58 PM
Gelen Alacakaranlık Huzur Dolu Olsun

Gelen alacakaranlık huzur dolu olsun
köprü huzur dolu olsun, barış olsun şarap için,
beni arayan ve kanımda yükselen harfler
huzur dolu olsun, toprak ve sevda hakkındaki
eski şarkı çevrelemiş beni, ekmek uyandığında
barış olsun şehirde sabahları, bütün köklerin ırmağı
Mississippi huzur dolu olsun:
kardeşimin gömleği huzur dolu olsun,
havadan bir mühür gibi olan kitap için barış,
Esenlikler olsun Kiev’deki kolkhoz için,
orada ölenlerin ve diğer ölülerin külleri için de
esenlikler olsun, Brooklyn’in
siyah demiri için barış olsun, gündüz gibi
evden eve giden postacı için de,
bir huninin içinden kızlara bağıran
koreograf için barış olsun,
Yalnızca Rosario yazmak isteyen sağ elim için
esenlikler olsun:
kalay taşı gibi gizemli, Bolivyalı için
barış olsun, esenlikler olsun
ki evlenebilesin, huzur dolu olsun
Bío Bío’nun hızar değirmenleri,
İspanyol partizanlarının
ezilmiş yürekleri için barış olsun:
en güzel şeyin
üzerinde nakışlı bir yürek bulunan yastık olduğu
Wyoming’deki o küçük müze için barış olsun,
fırıncı için ve onun bütün aşkları için esenlikler olsun
ve barış olsun un için: filizlenecek olan
bütün buğday için barış olsun,
bu sık yaprakları arayan bütün aşklar için,
yaşayan herkes için: bütün dünya için
ve bütün sular için barış olsun.

Burada vedalaşıyorum ben ve dönüyorum
ülkeme, kendi evime, düşlerimde
dönüyorum ben
rüzgârın ahırları dövdüğü
ve okyanusun buz püskürttüğü Patagonya’ya.
Bir ozanım ben yalnızca: hepinizi seviyorum
ve sevdiğim dünyanın eteklerinde çırpınıyorum:
benim ülkemde maden işçilerini hapsediyorlar
ve askerler emir veriyor yargıçlara.
Ama ben soğuk ülkemin
köklerini dahi seviyorum.
Bin kez ölebilsem
orada ölmek isterdim hep:
bin kez doğabilsem
orada doğmak isterdim hep,
yanı başında yabanıl Araukanya’nın
fırtınalı güney rüzgârının
ve yeni alınmış çanların.
Kimse düşünmesin beni.
Sevgiyle dolarak vuralım masaya
ve düşünelim bütün dünyayı.
İstemiyorum yeniden sızsın kan
arasından ekmeğin, fasulyenin
ve müziğin: istiyorum ki maden işçisi,
o küçük kız, avukat,
denizci ve oyuncak üreticisi
izlesin beni,
ki hep birlikte sinemaya gidip ondan sonra da
en kırmızı şarabı içebilelim.

Bir şeyi çözmeye gelmedim ben.

Şarkı söylemek için geldim buraya
ve senin de benimle şarkı söylemen için geldim.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:58 PM
Geldin

Acı çektirmedin,
bekledim sadece.

Yılanlarla kaynaşan,
rahatsız edilmiş
o saatlerde,
hüzünlüydü ruhum ve kaygılıydım,
geldin yürüyerek,
geldin çıplak ve tırmalanmış,
ulaştın kanayarak yatağıma,
gelinim,
ve sonra
dolandık bütün bir gece
uyuyarak,
ve uyandığımızda,
dipdiriydin ve yeniydin,
sanki düşlerin ağır rüzgârı
yeniden sundu
ateşi uzun saçlarına ve yeniden doğruldu
bedenin buğdayda ve gümüşte,
ışıltılı güzellik olana dek.

Acı çekmedim, sevgilim,
bekledim seni sadece.
Değiştirmeliydin bakışını
ve yüreğini,
dokunduğunda bağrımın sana verdiği
denizin derin bölgesine.
Yükselmeliydin suda,
gece dalgasının kaldırdığı
bir damla gibi temiz.

Gelinim, ölmeliydin
ve doğmalıydın, bekliyordum seni.
Seni ararken acı çekmedim,
biliyordum geleceğini,
tapmadığım bir kadından
taptığım yeni bir kadın çıkacaktı,
gözlerinle, ellerinle ve ağzınla,
fakat başka bir yürekle,
her zaman oradaymış gibi
benim yanımda uyanan biri,
benimle sonsuzca olmak için.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:58 PM
Geceyle Tanışık

Geceyle tanışık biri oldum çıktım.
Yağmurun dışında ve içinde yürüdüm.
Çıktım şehir ışıklarının dışına.
En hüzünlü kentin daracık sokağına bakıp durdum.
Geçtim bekçinin yanından
Ve indirdim gözlerimi, açıklama yapmak istemeden.
Uzakta bölünmüş bir ağlayış
Başka caddeden evlerin üstüne geldiğinde
Sessiz durdum ve durdurdum ayaklarımın sesini.
Fakat geri çağırış veya veda için değildi,
Ve dahası dünyasal olmayan bir tepede
Göğe karşı ışıklı bir saatti,
İkrar ediyordu zamanın ne doğru ne de yanlış olduğunu.
Geceyle tanışık biri oldum çıktım.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:58 PM
Geceye Sığındım Yeniden

Geceye sığındım yeniden.
Kenti geçerken açtı And-dağı gecesi,
açtı müsrif gece gülünü
giyitime karşı.
Kıştı Güney'de.
Kar bir heykel kaidesi kadar yükselmişti,
soğuk yakıyordu binlerce kar dokuyu.

Mapocho ırmağı siyah kardan yapılmış.
Ve ben, suskun, dolandım durdum caddeden caddeye
zalimin kirlettiği kentin içinden.
Ah, yalnızlığın kendisiydim
izlerken sevdanın sevda üstüne sökün ettiğini
gözlerimden göğsüme doğru.
Çünkü bu cadde ve öteki ve karla kaplı
gecenin çerçevesi, insancıl yaratıkların
gecesel yalnızlığı ve kendi karanlığım,
boyun eğdirdi halka ölümün varoşunda,
her şey, bu son pencere
küçük bir çizgi gibi aldatan ışığıyla,
bunaltıcı, siyah mercandan
mesken'in üstündeki mesken,
yorulmaz rüzgârı yurdumun,
her şey benimdi işte, bütün bunlar
sessizce doğrulttu şefkatli ve öpücük dolu
bir ağzı bana doğru.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:58 PM
Gecesel Su

At gözlü bir gece titrer *******i,
su gözlü bir gecen var senin uyuyan toprakta
titreyen at gözlerinde,
sır dolu sulardan yapılı gözlerinde.

Gölge suyundan gözler,
kuyu suyundan gözler,
düş suyundan gözler.

Sessizlik ve yalnızlık,
ayın taşıdığı iki küçük hayvan,
içerler bu gözlerden,
içerler bu sulardan.

Gözlerini açarsan,
açar gece yosun kapılarını,
açar kendini suyun gizli ülkesine
ve gecenin ortasından çağlar.

Ve kaparsan gözlerini,
bir ırmak doldurur içini,
kör, suskun bir dalga atılır ileri
ve karartır seni:
nemlendirir gece ruhundaki kıyıları.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:58 PM
Gecenin Yasaları

Zahmetli diyorum gerçekliğe, köpek gibi, ve ben de uluyorum. Soylu adamla tayfanın arasında diyalog kurmayı, zürafayı boyamayı, akordeonları tanımlamayı, saldırı ve dirençten oluşan belimde çıplak salınıp duran ilham perimi övmeyi nasıl istemezdim ki. İşte böyle benim belim, genel olarak bedenim, tetikte ve uzun süren bir savaş, ve dinliyor böbreklerim.

Ey tanrı, ne kadar geceye alışkın kurbağa uçuşmuyor ve horlamıyor ki kırk yaşındaki gırtlaklarıyla, ve nasıl da dar ve yıldıza benzeyen eğimle kavrayıp duruyor beni ta en uçtaki noktaya dek! O İtalyan şarkıcılar, astronomi doktorları benim yerime hüngür hüngür ağlamak istiyorlar, çevrilmiş bu siyah şafakla, ta bu keskin kılıçla belirlenmiş olan yüreğe dek!

Ve sonrasında bu sıkışıklık, gecenin elementlerinden oluşan bu birlik, her şeyin ardındaki bu rica, ve bu soğuk, yıldızlarla beslenmiş besbelli.

Kimseyi görmeyen bunca ölümden tiksinti, değil mi ki onca yaralanmış alkolle ya da kazayla, ve gece gezginini övgüleme, benim gibi akıllı olan, hayatta kalan o göklere tapınan.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 01:58 PM
Gecenin Midye Kabuğunu Yaslarsın

Gecenin midye kabuğunu yaslarsın
Kutsal kulağına, sevgili bayan.
Sevincin bu ılımlı korosunda
Hangi sestir yüreğine korku veren?
Kuzeyin boz çöllerinden gelen
Irmakların püskürmesine mi benziyordu?

Bak, iyice bak, ey ürkek,
Senin korkun, bize çılgın bir masal
Bırakanın da korkusu
Bu büyülenmiş ruh saatinde –
Ve bütün okuduğu o garip isimler
Purchas’tan ya da Holinshed’ten öğrenilmiş

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 02:00 PM
Gecenin Geç Saatinde, Bütün Yaşamın Ortasında

Gecenin geç saatinde, bütün yaşamın ortasında,
gözyaşından kağıda, giysiden giysiye,
dolaşırdım bu zalim günlerde.
Peşimdeydi polis
ve kristal aydınlığı saatte, yalnız
yıldızların yabanıllığında,
dolandım kentler, ormanlar,
çiftlikler, limanlar arasında,
bir insan kapısından diğerine.
bir insan elinden bir ötekine, ve sonra bir başkasına.
Kasvetlidir gece, ne ki nakışladı
insanoğlu kardeşlik işaretlerini,
ve körler gibi yollarda, karanlığın içinden,
ulaştım aydınlık kapıya, benim olan
küçük yıldız noktasına,
kurtların ormanda henüz parçalamadıkları
ekmek kırıntısına.

Bir gece açık arazide bir eve
geldim, görmemiştim hiçbirini
daha önce hane halkının,
varlıklarından da haberli değildim.
Ne yapıyordularsa yeniydi zamanları
benim bilincim için.
Girdim içeri, beş kişiydiler ailede:
bir gece yangını varmışcasına
ayağa kalktı hepsi de.
Bir bir sıktım
ellerini, baktım yüzlerine teker teker,
hiç bir şey söylenmemişcesine: kapıydı onlar
caddede hiç görmediğim,
yüzümü tanımayan gözlerdi,
ve o yüksek, yeni varılmış
gecede uzattım bitkinliğimi uyumak için,
savmak için başımdan sıla hasretini.
Bastırdığında uyku,
sürdü gitti gece
yeryüzünün kısık sesli köpek havlamaları
ve yalnızlık liflerinin sonsuz yankısıyla,
ve düşündüm: 'Nerdeyim ben? Kim bunlar?
Neden yatacak yer verirler bana?
Hiç görmedikleri halde beni, neden açarlar kapılarını
ve savunurlar şarkımı? '
Ve bir seğirtme dışında
hiç bir yanıt yoktu yapraksız geceden,
çekirgelerden dokunmuş bir ketenden:
sanki titredi gecenin tümü
yapraklarda usulca.
Gecesel toprak, geldin sen
pencereme dudaklarınla
dilemek için iyi uykular
sanki batmışım binlerce yaprağa,
mevsimden mevsime, daldan dala,
yuvadan yuvaya, dalların arasında
bir ölü gibi uykuya dalana dek.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 02:01 PM
Geceleyin Bir Ayna Önünde Oyuncuları Düşünürken

Sevdanın dilini biliyorlar. Gıcırdatıyorlar
Onüç dişi de
Sırıtarak çiğnerken senin zarif etini. Kamçılıyorlar
Arzulu tenini ve yılgınlığını, çıplak oburluğunu etin.
Geçti artık sendeki aşkın demi, hem sözde hem sazda
Ki benzerdi hırçın kedinin solumasına
Ve dilin huysuzluğuna.

Hiç yalan söylemeyen
Bu boz bakış, çıplak ten ve kemik.
Bırak öpsün ıslak dudaklar. Hiç kimse
Seçmeyecek salyaladığın kadını.
Şimdi korkunç bir açlığın saatidir.
Çek kopar yüreğini, kan tuzunu, gözyaşlarının yemişini.
Çek kopar ve hırsla tıkın!

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 02:01 PM
Gece’ye İlâhi

Sevenlere güzeldir gece
Yorgun olana taze güçler sunar gece
Gece gösterir bize düşlerimizde
önlememiz gerekeni
ve nasıl yönetmemiz gerektiğini.

Düşümde gördüm Ay’da bisiklet sürdüğümü
ve alevler içindeydi bütün dünya
bir güneş gibi aydınlatıyordu kül olmadan önce
ve ağlaşıyordu herkes - tam bir sefâletti bu.

Geriye kömürkarası bir yumurta kaldı
ama ayakta dikildiğim Ay’a kadar fırladı
bir filiz kabuğun sert duvarındaki çatlağı yararak
ve açtı ayaklarımda kankızılı bir çiçek.

Fısıldadı bana:
- Ey insan, bir daha geri gelme asla
kaldı kötü günlerin arkada
ne olduğunu gördün ve anlıyorsun ki

yüzmilyonlarca yıla gereksinim var belki
yokettiğinizi yeniden yaratmak için
kükürt ve hidrojenimiz var ama yok hiç oksijen
hiç su yok ve çok fazla tuz gereğinden
başlamalıyız herşeye yeni baştan

Arkadaşlık göster bir kez olsun
asla gelme dünyaya yeniden
kaybol en uzak galaksilere
işleri düzenlerken bizler bu zaman sürecinde
dünyayı yaşanır kılabilmek için

Ey insan, duamızı kabul et lütfen:
ey insan, asla dönme geri
senden ve eziyetlerinden kurtar bizi.

Gözden kayboldu çiçek
Uyandım ve düşündüm
acaba böyle mi gerçek
hiç mi hiç gerçekleşmemeli gördüklerim!

Ayağa kalktım ve baktım Ay’a
çok belirgince görünüyordu yukardaki bisikletim
çocukların uyuyan bedenlerine baktım
uzanıp yanlarına
ilâhi söyledim geceye:

Sevenlere güzeldir gece
Yorgun olana taze güçler sunar gece
Gece gösterir bize düşlerimizde
önlememiz gerekeni
ve nasıl yönetmemiz gerektiğini.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 02:01 PM
Gece Şiiri

Göklerdeki Baba,
beni neden terkettin!
Anımsadın yemişi şubat ayında
ve yakut kızılı tendeki yarayı.
Öylesine açık benim sayfam da
ne ki görmek bile istemiyorsun sen.

Anımsadın kara üzümü
ve bıraktın kızıl üzüm-ezeceğine
Ve nefesinle kımıldattın
ılık havada kavak-yapraklarını.
Ama ölümün büyük ezeceğinde
sıkmak bile istemiyorsun benim bağrımı henüz!

Yolumda menekşelerin açtığını gördüm,
ve içtim rüzgârın kekre şarabını.
Ve yumdum soluk gözkapaklarımı
görmemek için ne ocağı ne de nisanı.

Ve yürüdüm şakıyamayacağım o boğulan dizeyle
içime kapanmış olarak
Yaraladın sonbaharın göğünü
ve artık benimle de bitti işin!

Yanağımdan öpen ihbar etti beni,
yoksul giyitim yüzünden terk etti beni.
Senin çiy'deki kanayan yüzün gibi
bir yüz verdim O'na dizelerimde.
Ve *******i Bağ'da Yuhanna korkaktı
ve Melek düşmancaydı bana karşı.

Sonsuz yorgunluk geldi nihayet
gözlerimi kaplamaya:
Ölen günün yorgunluğu,
şafağın yorgunluğu gelmek üzere.
Kurşun grisi gökyüzünün yorgunluğu,
çivit mavisi gökyüzünün yorgunluğu.

Çözüyorum şimdi ayağımı sıkan sandalı,
ve saç örgülerim uyumak için izin istiyor.
Bana öğrettiğin şikayeti
tekrarlıyorum geceleyin yitirerek kendimi.
Göklerdeki Baba,
Beni neden terkettin!

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 02:01 PM
Gece Parçası

Ağız dil vermeyen gecede
Solgun yıldızların meşaleleri
Yalazlanıp yitiyor.
Vuruyor belirsizce minberin çinisine
Gökyüzünün uzak sınırlarından ruhun ışığı,
Gecenin günah karası kubbesine.

Ey melekler,
Yitik ordular uyanır kuşanmak için.
Dilsizleşip donuklaşan
Her bir yanılgı uyandırıldığı zaman,
Sallar ay usulca buhurdanlığını.

Karanlığın kıyısından
Gecenin kubbesini doldurur
Bir çanın şamatası.
Mis kokulu bir duman yükselir
Boşluğa doğru
Ruhların ıssız toprağından.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 02:01 PM
Gece Koleksiyonu

Yendim uykunun meleğini, o uğursuz alegoriyi:
inatçıydı şart koştukları, salyangozla kaplanmış
ve çekirgeler geliyordu onun sık adımlarına,
denize özgü, keskin meyvelerin rayihalarıyla.

Ayları sallayan rüzgârdır o, bir trenin düdüğü,
sıcaklığın izidir yataklarda,
kasvetli bir gölge sesi
düşen bir çaput gibi sonsuzluğa,
mesafelerden bir tekrar, bulanık bir şarap,
kükreyen ineklerin tozlu bir kullanılışı.

Ara sıra düşüyor siyah sepeti göğsüme,
otoriteden çuvalı yaralıyor omuzlarımı,
onun ölçüsünce tuz, yarı açık ordusu
geri dönüp taşıyor ve deviriyor göğün eşyasını:
nefesi dörtnal gidiyor ve bir öpüş gibi adımları:
gözkapaklarında ekiyor sadık güherçilesini
gereken güçle ve bayramsı erekle:
nerede hazırlanılmışsa gelişine
oraya gitti bir efendi gibi:
anında donatıyor sessiz maddesini,
inatla yayıyor o peygambersi besinini.

Sıklıkla tanıyorum savaşçılarını onun,
odaları hava tarafından yenmiş, boyutunu onun,
ve çok şiddetle ihtiyaç duyuyor bir mekana
ki eğiliyor yüreğime bulmak için:
sahibidir erişilmez yaylaların o,
dans ediyor trajik ve gündelik kişilerle,
derimi kemiriyor *******i onun havai asidi
ve içimde işitiyorum titreten enstrümanını.

İşitiyorum eski yoldaşların ve sevilmiş kadınların düşünü,
çarpıntısı beni parçalayan düşler:
yavaşça basıyorum onların halı gibi maddesine,
onların gelincik ışığını ısırıyorum çılgınlıkta.

Uyuyan ceset sıklıkla
dans ediyor yapışarak yüreğimin terazisine,
o denli kasvetli ki içinden geçtiğimiz kentler!
Karanlık gölgeden adımlarım devleşiyor,
ve yaşlı kumarhane inleri üzerinde,
aşınmış merdivenli kerhanelerin üzerinde,
çıplak kızların yatakları üzerinde, arasında futbolcuların,
gidiyoruz rüzgârla kuşatılmış olarak:
ve düşüyor bu göklerin yumuşak meyvesi ağzımıza,
kuşlar, manastır çanları, kuyruklu yıldızlar:
saf coğrafya ve ürperti gibi yaşayan o
belki gördü pırıldayarak geçip gidişimizi.

Kafaları fıçılara yaslanıp dinlenen yoldaşlar
çok uzaklarda yükünü almış, uçucu gemi,
gözyaşı sahibi olmayan arkadaşlarım, zalim yüzlü kadınlar:
gece yarısıdır ve ölümün bir gongu
gümbürdüyor etrafımda deniz gibi.
Ağzımda bir tat var, uyuyan tuz.
Bir ceza gibi sadık, atılıyorum o letarjik
bölgelerin solgunluğuna her bedende:
bir soğuk, boğulmuş gülüş,
bir çift örtünmüş göz, yorgun boksörler gibi,
hayaleti uyuşukça yutan bir nefes gibi.

Bu doğum ıslaklığında, bu netameli boyutta,
bir şarap mahzeni gibi kapanmış içine, suçludur hava:
duvarlar hüzünlü bir timsah rengiyle boyanmış,
uğursuz bir örümcek ağı deseniyle:
ölü yumuşak bir canavar üstündeymiş gibi yürüyorsun:
muhteşem üzümler, siyah ve dolgun,
asılı duruyor harabeler arasında şarap çuvalları gibi:
ey Kaptan, aç o dilsiz sürgüleri ve bekle beni,
rollerimizin dağıtıldığı bu saatte:
akşam orada yiyeceğiz, hüzünle giyinmiş olarak:
nöbet tutacak kapılarda malarya hastası.

Kalbim, geçtir ve yoktur genişlik,
gün zavallı bir çiy gibi asılmış kurusun diye,
yaşayan varlıklar ve yayılışla çevrelenmiş:
atmosferde bir şey var her yaşayan canlıdan:
uzun süre dik bakarsan havada fırlar kaplanlar,
avukatlar, eşkıyalar, postacılar, dikişçi kadınlar,
ve her bir düzeltmede, alçakgönüllü bir kalıntı,
oynamak istiyor içimizde rolünü.
Yıllardır arıyorum, araştırıyorum tevazu içinde,
yenilmiş olarak, kuşkusuz, alacakaranlığa.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 02:01 PM
Fırat

Genellikle öksürerek gelir Fırat bana,
oturur yanı başıma,
sakalının dalgalarını eliyle sıvazlayıp
der ki bana:
Şiirler oku benim için.
Şiirler, sonsuza dek kalıcı olan
yüreğimin suları
ve yoksulları hiç unutmayan
şiirlerdir.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 02:01 PM
Farkında mıyız?

Gözler açıkken de
Dinleyebilir insan müziği.

Ne ki inanmıyorlar kendi şarkılarına!

İsmail Aksoy

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 02:01 PM
Fark Ettin mi Güzün

Fark ettin mi güzün
sarı bir ineğe benzediğini?

Ve sonra nasıl da benzer
güz hayvanı kara bir iskelete?

Ve nasıl toplar kış
onca kat maviyi?

Ve kim sordu ilkbahara
saydamlıktan krallığını?

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 02:02 PM
Fakat Bir Konuk Buldular Evde

Fakat bir konuk buldular evde,
ya da yeni gözlerle gelmişlerdi (ya da önce kördüler)
ya da fırlayan dallar çizdi onların göz kapaklarını
ya da yeni durumlar egemenleşti Amerikan toprağında.
Seninle birlikte savaşan dirençli ve güleç
zencilere bak bir kez:
Yanan bir haç dikmişler
mahallelerinin önüne,
beyaz adam astı kan kardeşini ve yaktı sonra:
asker yapmıştı onu, ama bugün
esirgeniyor zenciden oy ve karar verme hakkı: *******i
toplanıyor haç ve kırbaçla
kimliğini gizleyen cellatlar.
(Başka bir anlatım
duyuldu okyanusun ötesindeki bu mücadeleden) .
Beklenmeyen bir konuk
yaşlı, korkunç ve sarıp sarmalayan,
kemirilmiş bir ahtapot gibi,
gelip kuruldu senin evine, ey küçük asker;
Berlin’de üretilen eski zehrini
kusuyor şimdilerde basın.
Gazeteler (Times, News Week, vs) dönüştüler
sarı ihbar gazetelerine: Nazilere
sevgi şarkıları dizen Hearst gülümsüyor
ve sivriltiyor pençelerini, ki böylelikle yeniden
düşesin resiflere ya da steplere
ve savaşasın rahatsızlık veren bu konuk için.
Sana bir rahat yok bunlardan: satmak isteyeceklerdir
daha çok çelik ve mermiyi, daha çok barut üretip
satacaklardır anında, yeni silahlar
gün yüzünü görmeden ve diğer ellere düşmeden.
Her yerde artırıyor falanjları
senin evine kendilerini efendi atayanların,
seviyorlar onlar karanlık İspanya’yı
ve sunuyorlar bir fincan kanı
(asıldı bir, yüz) : Marshall kokteyli.
Genç kan alın: Çin’den çiftçileri,
İspanya’dan tutsakları,
Küba’nın şeker tarlalarından kanı ve teri,
Şili’nin kömür ve bakır madenlerinden
gözyaşlarını alın kadınların;
sonra karıştırın bunu
copla vurur gibi bir enerjiyle,
ve unutmayın buz parçalarını ve bir kaç damlasını
“İsevî kültürünü koruyalım” şarkısının.
Acı bir karışım mı oldu?
Bunu içmeye alışacaksın, küçük asker.
Nerede olursan ol dünyada, ay ışığında
ya da lüks bir otelde sabahleyin,
kuvvetlendiren ve ferahlatan bu içeceği ısmarla yalnızca
ve Washington’un resmiyle süslenmiş olan
güzelim bir banknotla öde.

Şefkatin dünyadaki son babası Charlie Chaplin’in
kaçmak zorunda olduğunu da öğrendin
ve yazarlar (Howard Fast ve diğerleri)
ve senin ülkenin
bilginleri ve sanatçıları
“Amerika karşıtı” düşüncelerden ötürü
kabul etmeliydi yargılanmayı
savaş sayesinde zengin olan
zücaciyecilerden oluşan bir mahkemede.
Dünyanın en ücra köşelerine yayıldı korku.
Korkarak okuyor teyzem bu haberleri,
ve dünyanın bütün gözleri dikmiş bakışlarını
utancın ve intikamın mahkemelerine.
Kanla lekeli Babbitts’in kurduğu mahkemeler bunlar,
köle tacirlerinin, Lincoln’un katillerinin kurduğu,
yeni oluşturulan engizisyonlar bunlar,
(o zamanlarda da korkunç ve anlamsız olan)
inanç için değil bu,
fakat kerhanelerde ve bankalarda
kumar masalarında şıngırdayan altın içindi,
ve kimse yargılayamazdı altını.

Moriñigo, Trujillo, Gonzáles Videla, Somoza
ve Dutra buldular birbirlerini Bogotá’da ve alkışladılar.
Sen tanımıyorsun onları, genç Amerikalı: onlar
bizim göklerimizdeki karanlık vampirlerdir, acıdır
kanatlarının gölgesi:
hapishaneler,
işkence, ölüm ve nefret: Petrol ve nitrat sahibi
Güney ülkelerinin
yumurtadan çıkan bir canavarlarıdır bunlar.
Geceleyin Şili’de, Lota’da,
ulaşır celladın emirleri maden işçisinin
sade ve rutubetli evine. Ağlayarak
uyanır çocuklar.
Binlercesi onların
tutuklanır ve düşünür:
Paraguay’da
saklar ormanın sık gölgesi
kemiklerini öldürülmüş bir yurtseverin,
çınlar bir kurşun yazın fosfor parıltısında.
Orada ölmüştür gerçek.
Neden müdahale etmiyor
Bay Vandenberg, Bay Armour, Bay Marshall,
Bay Hearst savunmak için Batı’yı
Santo Domingo’da?
Neden Nikaragua’nın Başkanı
geceleyin uyandırıldı, işkence edildi ona,
neden kaçtı sürgünde ölmek için?
(Orada muzlar savunulmalı, özgürlükler değil
bu yüzden Somoza’yla idare edilebilir) .
Büyük,
utku dolu düşünceler Yunanistan’da ve Çin’de
kirli halılar gibi kirlenmiş hükümetler için
bir örtü oldu.
Ah, zavallı asker!

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 02:02 PM
Ey Yalnız İzleyicisi Gökyüzünün, İşitiyor musun?

Ey yalnız izleyicisi gökyüzünün, işitiyor musun
Herşeyin uyuduğu bu saatte
Gündoğumunun solgun kapıları açılsın diye
Eros'a yakardıklarını gecenin
Ve iççekişlerini harplerin?

Ey yalnız, uyanıyor musun herşey uyurken
Duymak için şirin harplerin tınısını
Eros'a hoşgeldin şarkısını,
Ve gece rüzgârının ilahiyle bildirdiğini
Bitişini gecenin?

Ey gizlenmiş harpler, şirin ışıkların
Gelip gittiği şu anda
Cennetteki yolu parıldayan Eros için sürdürün türküyü,
Yayılsın şirin ve uyumlu ezgiler
Toprağa ve buluta.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 02:02 PM
Ey Güzel

Ey güzel,
kaynağın serin taşı gibi
açıyor su
köpükten geniş yıldırım ışıltısını,
işte böyle yüzündeki gülüş,
ey güzel.

Ey güzel,
narin ellerle ve ince ayaklarla
gümüşten bir tay gibi,
gidiyorsun, ey dünyanın çiçeği,
işte böyle görüyorum seni,
ey güzel.

Ey güzel,
örülmüş bakırdan bir yuva
başında, yüreğimin yandığı ve dinlendiği
esmer balın rengini
taşıyan bir yuva,
ey güzel.

Ey güzel,
gözlerini barındıramaz yüzün,
gözlerini barındıramaz yeryüzü.
Ülkeler var, ırmaklar var
gözlerinde,
memleketim var gözlerinde
vuruyorum kendimi onlara,
dünyaya ışık veriyorlar,
nereye gidersem gideyim,
ey güzel.

Ey güzel,
memelerin iki ekmek gibidir, yapılmış
mısırlı topraktan ve altın bir aydan,
ey güzel.

Ey güzel,
belin
yarattı kolumu bir ırmak gibi,
bin yıldır akarken şirin bedenin üzerinden,
ey güzel.

Ey güzel,
kalçaların gibisi yoktur,
belki sahibidir toprak
şu ya da bu gizli yerinde
bedeninin kıvrımlarına ve rayihasına,
belki şu ya da bu yerde,
ey güzel.

Ey güzel, güzelim,
sesin, derin, tırnakların,
ey güzel, güzelim,
varlığın, ışığın, gölgen,
ey güzel,
hepsi benim, ey güzel,
hepsi benim, kendimin,
giderken sen ya da dinlenirken,
şakırken sen ya da uyurken,
her zaman,
yakındayken sen ya da uzaktayken,
her zaman,
benimsin, güzelim,
her zaman.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 02:02 PM
Evrenin Işığıyla Oynuyorsun

Evrenin ışığıyla oynuyorsun her gün.
Sen, çiçeğe ve suya gelen minicik konuk.
Her gün bir salkım gibi ellerim arasında
ezdiğim o beyaz küçük baştan daha fazlasın sen.

Benzemezsin kimseye verdim vereli sana gönlümü.
Bırak yatırayım seni sarı soluk çelenklerin arasına.
Güneyin yıldızları arasında kim yazıyor adını dumandan harflerle?
Ah, bırak anımsayayım seni, olduğun gibi, daha oluşmadan önce sen!

Birden uğulduyor rüzgâr ve çarpıyor kapalı pencereme.
Gökyüzü karanlık balıklarla dolan bir ağ gibi.
Geliyor buraya bütün rüzgârlar ve kırbaçlıyor, evet, hepsi.
Soyunuyor yağmur.

Kaçışarak geçiyor kuşlar.
Rüzgâr. Rüzgâr.
İnsanın gücüne karşı savaşabilirim sadece.
Fırtına fırıl fırıl döndürüyor kasvetli yaprakları
ve çözüyor dün akşam gökte demir atan bütün kayıkları.

Buradasın. Ah! Kaçmıyorsun sen.
En son çığlığa kadar yanıtlıyorsun beni.
Kıvrıl yanımda, korkuyormuşsun gibi.
Gene de bazen gözlerin arasında bir yabancı gölge geçiyor.

Şimdi, küçüğüm benim, getiriyorsun şimdi de bana hanımellerini,
ve senin göğsün bile dolmuş kokuyla.
Üzünçlü rüzgâr dörtnal koşarken ve öldürürken kelebeği,
seviyorum seni, ve erik ağzında ısırıyor neşem.

Ne kadar da ıstırap verdi alışman bana,
benim yalnız, yabanıl ruhuma, herkesi korkutan adıma.
Ne çok baktık sabah yıldızının yanışına, öperken birbirimizin gözlerini,
ve üstümüzdeki alacakaranlık açarken dönen yelpazelerde.
Sözcüklerim düştü sana okşayışlardan bir yağmur gibi.
Haylidir seviyorum senin güneşte yanmış sedef bedenini.
Her şeyin hükümranı olduğunu bile düşünüyorum.
Dağların neşeli çiçeklerini getireceğim sana, tırmanan zambakları,
karanlık yemişlerini, ve öpüşlerle dolu orman sepetlerini.

Seninle, yapmak istiyorum
ilkbaharın bir kiraz ağacıyla yaptığını.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 02:02 PM
Evimdeki Hastalıklar

Gül dişli sevincin özlemi
kemirdiğinde bir çok aydır düşen kükürdü,
ve onun doğal ağını, gelir ezgi dolu saçı
kısık adımlarıyla sönmüş odalarıma,
çarpar lânetli dikenlerden güle,
örümcekli duvarlarda, orada,
ve ezilmiş camda savaşır kan,
ve gökyüzünün tırnakları yığılır üst üste,
böylece gidilemesin dışarı, ve akıllı bir şey yapılamasın,
öyle yoğun ki sis, dolanıp duran sisi pisletilmiş kuşlarla,
öyle büyük ki duman, dönüşmüş sirkeye,
ve merdivenleri delik deşik eden keskin havası onun:
günün mahvolmuş tüylerle düştüğü bu anda,
yalnızca gözyaşı var, gözyaşından başka şey yok,
yalnızca acı çekme, yalnızca acı çekiş,
ve gözyaşından başka bir şey yok.

Deniz yıllardır bir kuşun ayağına dokunmaya çalışır,
ve kırbaçlar tuz ve kemirir köpük,
bir ağacın kökleri bir kızın elini tutar,
bir kızın elinden daha büyüktür ağacın kökleri,
göksel bir elden de daha büyüktür,
ve bütün yıl didinir durur her ay ışığı gün,
yükselir kız kanı yücelere ayla lekeli yapraklara,
ve çocukların gece vakti düştükleri
suyu zehirleyen bir gezegen var
korkunç dişli, ve yalnızca ölüm var,
yalnızca ölüm, ve gözyaşından başka şey yok.

Sessizlikte bir buğday tanesi gibi, fakat
kim af dileyecek buğday için?
Olduğu gibi bak şeylere: onca tren,
ezilmiş dizleriyle onca hastane,
ölen insanlarla onca butik:
nasıl olacak? ne zaman?
Soğuk bir ayın renginde kim dileyecek bir çift gözle,
dalgalanan mısır gibi kocaman bir yürekle?
Yalnızca tekerlek var ve düşünüp durmak,
büyüyen miktarlarda yiyecek,
yıldız çizgileri, içine
bir şey düşmeyen bardaklar, gece yalnızca,
ölümden başka şey yok.

Ezilmiş adımlarla sendeleyerek gitmeliyiz,
sislerin ve üzünçlerin arasından yürümeliyiz,
harlayan bir şey yanarken ıslak alazlarla,
yağmur gibi hüzünlü çaputlar arasında bir şey,
yanan ve hıçkıran bir şey,
bir hastalık bulgusu, bir sessizlik.
Bırakılmış konuşmalar ve koklanmış nesneler arasında,
kaderin taçlandırıp bıraktığı bir şey ifade etmeyen çiçekler,
bir yaraya düşen bir ırmak var,
kırık bir okun gölgesine vuran okyanus var,
bir öpüşü delik deşik eden bütün gök var.

Yardım edin bana, yüreğimin sessizlikte
taptığı yapraklar, yolsuz patikalar, güneyin kışları,
dünyasal terimde yıkanmış kadın zülüfleri,
o yapraksız gökteki güney ay,
gel bana acısız bir günde,
damarlarımı inceleyeceğim bir dakikayla.
Bir damla rahatsız eder beni,
tek bir taç yaprağı yaralar beni, ve bir iğne deliği
arasından yükselir avuntusuz kanın ırmağı,
ve boğulurum gölgede çürüyen çiyin sularında,
ve bir şeye dönüşmeyen bir gülüş yüzünden,
tatlı bir ağız yüzünden,
gül çalısının sevebileceği parmaklar yüzünden,
yalnızca bir şikayet olan bu şiiri yazıyorum,
yalnızca bir şikayet.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 02:02 PM
Ev

Hâlâ kokan yeni devrilmiş kerestelerden yapılmış
evim benim: handiyse devrilecek
sınırdaki ev, her adımda gıcırdıyor
ve fırtınanın parçası olan Antarktik havanın
savaşçı rüzgârında inliyordun, donmuş kanatları altında
şarkımın oluştuğu yabancı bir kuş.
Gölgeler gördüm, köklerimin etrafında bitkiler gibi büyüyen
yüzler gördüm, ağaçların gölgesinde
şarkılar söyleyen akrabalarım
ve ıslak atlar arasında ateş yaktım,
gizlenmiş gölgede kadınlar
terk etmiş erkeksi kuleleri,
ışığı kamçılayan dörtnalalar,
öfkenin bastırılmış *******i, havlayan köpekler.
Toprağın karanlık şafağıyla kayboldu babam
düdük çalan treniyle
Tanrı’ya doğru hangi çaresiz adalar denizinde kim bilir?
Sonraları sevdim kömürün duman kokusunu,
petrolü, dingillerin o buz soğuğu düzenini,
ve o ağır tren yayıldı durdu dünyaya
kışın içinden, kibirli bir tırtıl gibi.
Birden titredi kapılar.
Babamdı bu,
Yolların yüzbaşıları çevirmiş etrafını:
yağmura bulanmış ceketleriyle demiryolu işçileri,
buhar ve yağmur onlarla gelirdi ve sarıp sarmalardı evi,
yemek odası vınlardı boğuk anlatılarla,
bardaklar boşalırdı,
ve bana doğru gelirdi kaygı, bu yaratıklardan,
acıların yaşadığı yalıtılmış bir kale gibi,
bu öfkeyle büzülmüş yara izi, parasız adamlardan,
yoksulluğun toprak grisi pençesi.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 02:03 PM
Etkisizlik

Yitirilmiş kağıtlarla dolu güvercin,
göğsü lekelenmiş silgilerle ve haftalarla,
cesetten daha beyaz kurutma kağıdıyla
ve kendi kasvetli renginden korkan mürekkeple.

Gel benimle idarelerin gölgesine,
şeflerin mat, ince, solgun rengine,
takvimler gibi derin koridorlara,
o bin sayfalık üzünçlü tekere.

Haydi şimdi araştıralım unvanları ve şartları,
özel kağıtları, uykusuz *******i,
tiksinç sonbahar dişleriyle istemleri,
o üzünçlü kararların hiddetinin kül grisi kaderlerini.

Yaralı kemikler hakkında bir anlatıdır,
acı durumlar ve sonsuz takım elbiseler
ve ansızın ciddiye alınan çoraplar.
Derin gecedir, yıldırımın parçaladığı
bir şişeden dökülür gibi
günün birden düştüğü damarsız kafa.

Ayaklar var ve saatler ve parmaklar
ve ölen sabundan bir lokomotif
ve ıslak metalden ekşi bir gök
ve gülümseyişlerden sarı bir ırmak.

Her şey ulaşır çiçek gibi parmak uçlarına
ve şimşek gibi tırnaklar, solmuş koltuklar,
her şey ulaşır ölümün mürekkebine
ve mühürlerin menekşe ağzına.

Haydi ağlayalım toprağın ve ateşin ölümüne,
kılıçlara, üzümlere,
köklerden haşin krallıklarıyla cinsiyetlere,
gemiler arasında yüzüyor sarhoşluğun gemisi,
ve *******i dizlerinde dans eden güzel koku
ve sürüklüyor delik deşik güllerden bir gezegende.

Haydi şimdi köpek giysilerinde ve alınlarda lekelerle
batalım kağıtların derinliğinde,
zincirli sözcüklerin hiddetinde,
inatçı ölü bildirimlerde
ve sarı yapraklarla sarmalanmış sistemlerde.

Gel benimle ofislere, o şüpheli kokusu
bakanların ve mezarların ve damgaların.
Gel benimle ölen o beyaz güne
öldürülen bir gelin gibi çığlık çığlığa.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 02:03 PM
Estrada

Belki gelir Estrada, o küçük,
eski cüce frakıyla,
ve iki öksürük nöbeti arasında
mayalanır durmaksızın Guatemala’nın
sidik ve göz yaşları
serpiştirilmiş duvarları.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 02:03 PM
Esirgenen Sıra

Bu günler yoldan çıkardı benim peygambersi duyularımı, mevsimin geç döneminde daldı evimden içeriye mırıldanarak pul koleksiyoncuları, saldırdılar mektuplarıma, zorla çekip aldılar taze öpüşleri, denizde uzun süre kalmaya dayanmış öpüşleri, ve koruyucu hüsnühatlı ve kadınsı bilimli kaderimi koruyan büyüler.

Oturuyordum diğer evlere yaslanarak, o şatafatlı şeye yaklaşan diğer insanlara ve ağaçlara, şehvetli yapraklardan çadırlara, ileri fırlayan köklere, bitki küreklerine, dikey hindistancevizi palmiyelerine, ve ortasında bu yeşil köpüğün gezinip durdum o büyük muazzam ağır adımlarla, benim keskin hasır şapkam ve tümüyle uydurma yürek arasından; çünkü bütün yeteneklerimin dağılması ve toza karışmasıyla uyum içerisinde, aradı harmoni mezarlıklardaki ölüler gibi, değiştirdi tanıdık yerleri, bu saate kadar korktuğum enlemler ve terk etmişliğimdeki yavaş bitkiler gibi filizlenen yüzler, etrafımda korku ve suskunluk, apansız bir sonbaharın yaprak yığınlarını ortaya dökmesi gibi.

Papağanlar, yıldızlar ve resmi güneş bile ve apansız bir nem uyandırdı bende düşünceli bir tadı toprak için ve her şey örttü onu. Ve eski bir binanın yarasalarındaki memnuniyet, çıplak bir kadının tırnakları konusundaki hassasiyeti hükmetti zayıf ve inatçı silâhlar gibi içimdeki utanç dolu eğilimlere, ve melankoli çekti kırışıklıklarını dokularım arasından, ve aşk mektupları, kağıttan ve korkudan sararmış, uzaklaştırdı kendi titreyen örümceğini, zorlukla ağını ören ve sonsuzlukta söken ve tekrar ören. Doğal olarak düştüm ay ışığından, onun ansal uzatılışından, evet, onun soğuk külünden, kuşlar (kırlangıçlar, yaban kazları) gibi tek bir kez bile basamazlar kendi sürülerinin maviden, düzlükten ve ince teninden oluşan çılgınlığına, ve mücevhersiz, düştüm içine acının, kılıçla yaralanmış düşen biri gibi. Özel bir kanın nesnesiyim ben, ve bu öz, aynı zamanda hem gecesel hem de denizsi, acı çekmemi ve dönüşmemi sağladı, ve gökyüzünün bu suları altında azalttı enerjimi ve varlığımın toplumsallaşmasını.

Bu tarihsel biçimde kazandı kemiklerim büyük aşırı ağırlığı, tam da istediğim şekilde: dinleniş, denizlerde kalış çekti nöbetimi, fakat kaderle belirlenmiş, ve bir zaman ulaştı o ıssız yere, çevrilmiş dilsiz ve kımıltısız koroyla, boyun eğmiş o son saate ve kokusuna, kesin olmayan manzaralara karşı haksız ve çimento koltuktan ant içmiş bir aşık olan ben bekliyorum zamanı askerî bir şekilde ve unutulmuş kanla lekelenmiş flöresi masalın.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 02:04 PM
Ellerin

Ellerin ellerime doğru
devindiği zaman, ey sevgilim,
neler getirir bana kaçışta?
Neden ikircikliydi ellerin,
ansızın, kenarında ağzımın,
neden tekrar tanıyabildim onları,
sanki o zamanlar, eskiden,
dokunmuş muydum onlara,
sanki onlar, bu hayattan evvel,
yoklamışlar mıydı
alnımı, belimi?

Uçarak geldi ellerinin uysallığı
zamanın üzerinden,
denizin üzerinden, üzerinden dumanın,
ilkbaharın üzerinden,
ve koyduğunda
ellerini bağrıma,
tekrar tanıdım o kanatları,
o altın güvercin kanatlarını,
tanıdım o balçığı yeniden
ve buğdaydaki o rengi.

Bütün yıllarında hayatımın
kendi yolculuğumu aradım.
Merdivenler tırmandım,
geniş yollara teğet geçtim,
bindim trenlere,
yelken açtım denizlere,
ve üzümlerin tenine dokunmak
sana dokunmak gibiydi.
Ağaç getirdi beni
ansızın dokunuşuna senin,
badem ilan etti
gizli şirinliğini senin,
kendini kapatana dek
ellerim bağrımda
ve orada iki kanat gibi
sonlandı yolculukları.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 02:04 PM
Eleştirel Kurbağa

Düzeltiyor aynadaki görüntüsünü ördek
özenle gece için.
Nihâyet gerçek bir dikkat
Saz şarkıcısının yalazlı sedaları için.
Sus pus olmuş millet ve dinliyor patikayı,
sokuyor sivrisinekler herkesi evde,
savarken su-sıçanı özenle
gürültücü palazları.

Yalnızca tıknaz genç bir kurbağa sakladı heyecanını
bir geğirtinin arkasına.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 02:04 PM
Ekvator

Tungagua’dan fışkırır kızıl petrol,
Sangay döker akışkan balı
karın üstüne,
İmbabura fırlatır yücelerinden
karla kaplı kiliseleri
balığı ve bitkileri,
ulaşılmaz sonsuzlukların
sert daldan ürününü,
ve ıssız tarlalara dek, bakırın ayını,
gıcırdayan binayı,
bırakırsın yara izlerin düşsün
damarlar gibi Antisana’nın üzerine,
Pumachaca’nın kıvrımlı yalnızlığında,
Pambamarca’nın kükürt ekşisi bayramında,
volkan ve ay, soğuk ve kuvars,
buz soğuğu alevler, felaketin
süren içgüdüsü, buharlaşan
ve fırtınayla kamçılanan miras.

Ekvator, Ekvator, var olmayan bir yıldızdan
menekşenin çektiği, süsenleşen halkın
kapladığısın meyvelerden sonsuz bir deriyle,
aldatmasıyla bir tur daha atıyor ölüm,
fakir köylüklerde alazlanıyor humma,
açlık bir pulluktur
toprağa geçmiş keskin dişleriyle,
ve merhamet çarpıyor göğsüne
güvenilmez kotraları ve manastırları
göz yaşlarının mayalanma süreciyle
yıkanmış bir hastalık gibi.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 02:04 PM
Eğilerek Fırlatıyorum

Eğilerek fırlatıyorum hüzünlü ağlarımı
gözlerinin okyanusunda akşama karşı.

Özlemim geriniyor ve ateşin en harlısında yanıyor
sallanan kollarıyla kazazede bir adama benziyor.

Namevcut gözlerine gönderiyorum kırmızı işaretleri,
bir deniz fenerinin temelindeki çalkalanan deniz gibi.

Ey kadın, uzaktasın ama benimsin, saklarsın sadece karanlığı,
bakışından ortaya çıkar ara sıra yılgının kıyısı.

Eğilerek fırlatıyorum akşama karşı hüzünlü ağlarımı
o denizde, sallayan gözlerinin okyanuslarını.

Seni sevdiğim zaman gagalıyor gecenin kuşları
ruhum gibi parıldayan o ilk yıldızları.

Gece dörtnala sürüyor karanlık kısraklarını
yayıyor tarlalara gök mavisi başaklarını.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 02:04 PM
Efkarlı Annenin Türküsü

(I.) -Bırakılmış-

Babam evden kovacağını söyledi beni. Bağırıp çağırdı anneme, dedi ki bu geceden sonra ben O'nun babası değilim artık.

Gece sakin; yıldızların ışığında gidebiliyorum en yakın köye doğru; ama ya şimdi doğurursam çocuğumu? Hıçkırığım çağırıyor belki de O'nu; belki de yüzümün nasıl olduğunu görmek için bir an önce doğmak isteyebilir. Ve titrer durur gece havasında soğuktan, örtsem bile O'nu bedenimle.

(II.) -Niçin geldin sen? ! -

Niçin geldin sen? Kimse sevmeyecek seni, güzel olmana rağmen çocuğum. Bütün diğer çocuklar gibi, dünya güzeli gülüşüne rağmen, öpmeyecek kimse seni benden başka, çocuğum. Ve küçücük ellerin oyuncak bulmak için uzansa bile, bulup bulacağı göğsüm ve gözyaşlarımın ince teli olacak, çocuğum.

Niçin geldin sen, seni dölleyen nefret ederken senden, öğrendiğinde dölyatağımda olduğunu?

Ama hayır! Sen benim için geldin, yalnız olan benim için yalnızca, ta ki sarmalayana dek beni Tanrı kollarında, çocuğum!

(III.) -Belirtmeler-

Temuco'nun yoksul bir sokağından, bir öğle sonrası geçerken, halktan bir kadının kulübesinin eşiğinde oturmakta olduğunu gördüm. Neredeyse doğurmak üzereydi ve yüzü derin bir acıyla kaplıydı.

Bir adam yanından geçti ve hayasızca bir şeyler söylemiş olmalı ki, kadın kıpkırmızı kesildi.

O anda, cinsiyetimin olanca dayanışmasını duyumsadım, bir
kadının bir başka kadına duyabileceği sonsuz merhameti, ve yürürken düşündüm ki: - İçimizden birileri söylemeli bunu, (madem ki erkekler söylemiyor) : bu acı dolu ve kutsal duruma saygı duyulmalı. Eğer sanatın görevi herşeyi sonsuz bir şefkatle güzelleştirmek ise, neden şimdiye değin bu nefretli gözleri temizleyemedik?

Ve sonra yukarıdaki şiiri neredeyse dinsel bir amaçla yazdım. Ne ki, bu zalim ve doğal gerçeğe gözlerini yuman bazı kadınlar, iffetli görünmek amacıyla, acımasız bir yargı verdiler bu şiir için. Bu kadınlar adına çok üzüldüm. Üstelik benden istedikleri bu şiirin üzerine sünger çekmemdi.

Bu kendi kendisine avunan kitapta, ki benim gözümde bu kendisiyle avunuş azaldı, bu insancıl düzyazı parçaları, belki de önyargısız hayatın şarkısını söylemek için birleşmişlerdir. Üstüne sünger çekip de onları unutmak mı? !

Hayır! Bu şiir bu kitapta kalacaktır, değil mi ki hayatın kutsallığının analıktan fışkırdığını görebilen bir şiirdir bu, bu şiir bu yüzden kutsaldır da.

Eğer bu şiir şefkat uyandırıyorsa, bu bir kadının başkalarının çocuklarına bakmaya kendisini adaması ve anaları dünyanın bütün çocuklarının anaları olarak algılamasındandır.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 02:05 PM
Ebemkuşağı

En sıcak günlerdeki yağmur dolu bir gecede
gördüm ender bir görüntüyü:
ebemkuşaklarının titreyen göksel ışığını
buluttan süzülürken
- ve ölümden hemen önceki
en son kızgın bakışını düşündüm kirpiklerinin!

Korunak yoktu kuşlar ve sürü için
ve korunak yoktu benim için -
ama bu aptal ışıkta o zamandan beri
düşündüm de
- nedense en sonunda, kavrayabildim en sonunda
bakışının anlamını!

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 02:05 PM
Düşüncemde Yakalıyorum

Düşüncemde yakalıyorum gölgeleri ağımda derin yalnızlığımda
sen de ne uzaksın, ah, herkesten daha da uzak.
Düşüncemde uçuruyorum kuşları, siliyorum resimleri,
gömüyorum aşkın yeşil dallarını.

Sislerin çan kulesi, ne uzaksın, ne yükseksin yukarda!
Sen suskun değirmenler gibi,
boğarken iç çekişini, eziyorsun karanlık umudunu el değirmeninde,
geliyor gece sana yüzü koyun, uzağında şehrin.

Yanımda olsan bile uzaktasın benden, nesnel olarak yabancısın bana.
Düşüncemde dolaşıyorum yaşantım boyunca, karşılaşmamızdan önce.
Başka birinden önceki o acımasız hayatım.
Deniz kıyısında çığlık, taşlar arasında,
koştuğum yerdi orası, özgür ve çılgın, buğusunda deniz havasının.
Karasevdalı, yabanıllık, çığlık, o ıssız deniz.
Kaba, şiddetli, gökyüzüne karşı hırslı.

Sen, kadın, neydin orada, hangi ışın, hangi değnek
bu görkemli yelpazede? Şimdi gibi uzaktın.
Yangın içinde orman. Yanıyor gök mavisi haçta.
Yanıyor, yanıyor, alevler, pırıldıyor ışıktan ağaçlarda.
Düşüyor, gıcırdıyor. Yangın. Yangın.
Ve dans ediyor ruhum, yaralanmış ateş parçalarından.
Çağıran kim? Neyin nesi yankıların yankısından bu sessizlik?
Özlemin saati, sevincin saati, yalnızlığın saati,
benim saatim hepsinin arasında.
Şarkısı rüzgâr tarafından söylenen boru.

Gözyaşı dolu muhteşem bir arzu, bedenimle eş.
Sallanmış bütün kökleri,
surunda bütün dalgaların!
Şen, hüzünlü, sonsuzca yuvarlanmış ruhumla.

Düşüncemde gömüyorum yeşil dalları derin yalnızlığımda.

Sen, sen kimsin, kimsin sen?

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 02:05 PM
Düşmanlar

Geldiler barut dolu
tüfekleriyle, verdiler acımasız kıyım emrini,
burada şarkı söyleyen bir halk bulmuşlardı,
sevda ve yükümlülükle birleşmiş bir halk,
ve düştü incecik kız bayrağıyla birlikte,
ve yanına düştü O'nun
gülümseyen genç adam,
öfke ve acı içinde gördü
halkın korkusu ölülerin düşüşünü.
Ama burada
ölülerin düştüğü burada
yere düştü bayraklar kanda yıkanmak için
ve yeniden kaldırıldı canilerin çehresine doğru.

Bu ölülerin, bizim ölülerimizin adına,
intikam almak istiyorum.

Memleketi kanla lekeleyenlerden
intikam almak istiyorum.

Bu ölüm emrini veren cellattan
intikam almak istiyorum.

Böylesi bir cürümle yükselen hainden
intikam almak istiyorum.

Bu ölüm savaşı için emir verenden
intikam almak istiyorum.

Bu cürmü savunanlardan
intikam almak istiyorum.

Onların bana, kanlarımızı emmiş ellerini
uzatmalarını istemiyorum.
İntikam almak istiyorum.
Onları evlerinde güven içinde otururken
ya da Büyükelçi olarak görmek istemiyorum,
burada görmek istiyorum onları, bu meydanda,
bu yerde, yargılanmışlarken.

İntikam almak istiyorum.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 02:05 PM
Düşlerin Atı

Anlamsız, baktığımda kendime aynalarda,
haftalara, hayat hikayelerine, kağıtlara bir zaafla birlikte,
söküp atıyorum yüreğimden cehennem bir kaptanı,
ve buluyorum en hüzünlü şartları.

Bir yerden bir yere seğirtiyorum, soğuruyorum yanılsamaları,
konuşuyorum terzilerle kuş yuvalarında onların:
çok sık olarak soğuk ölümcül seslerle şakıyorlar
ve avlıyorlar lanetlemeleri kaçışta.

Yayılmış bir ülke var gökyüzünde
gökkuşağının batıl inanışlı battaniyesiyle
ve akşamsı bitkileriyle:
gidiyorum oraya, birazcık zahmet dahi çekmeden –
çiğniyorum neredeyse taze mezarlardan toprağı
ve düşlüyorum yeşil bitkilerden bu yabansılığın ortasında.

Geçiyorum kullanılmış belgelerin ve kaynakların arasından
özgün ve cesaretsiz bir varlık kılığıyla:
seviyorum saygınlığın dökülmüş balını,
sayfaları arasında solgun
eski menekşelerin uyuduğu o nefis ilmihal,
ve yardımlarında dokunaklı saplı süpürgeler:
kuşkusuz sahibidir onlar üzüncün ve katiyetin.
Mahvediyorum ıslık çalan gülü ve albenili kaygıyı,
büküyorum sevgili aşırılıkları birbirinden, evet,
bekliyorum o sonsuz tekdüze zamanı:
ruhumdaki bir tat sıkıyor canımı.

Amma da gün bu gelen! Hangi sütten o yoğun ışık,
kesif ve sayısal, şımartıyor beni!
Çıplak, ayakkabısız ve parlak
işittim kişnemesini günün kızıl atlarının.
Kiliselere doğru sürüyorum atı,
askersiz kışlalardan geçiyorum hızla,
ve pasaklı bir ordu izliyor beni.
Okaliptüs gözleri onun çalıyor gölgeleri,
çan bedeni onun gidiyor dörtnala ve vuruyor.

Daimi ışıltısıyla bir şimşeğe ihtiyacım var,
ancak neşeli bir akraba mirasçım olabilir.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 02:05 PM
Düş

Tanrı dedi ki bana: - Sana bıraktığım tek şey bir kandil gece için. Ötekiler aceleyle gittiler, sevda ve arzu içinde. Sana Düşlerin Kandili'ni bıraktım, ve yaşayacaksın böylece ılık ışığında bu kandilin.

Ne sevdanın onu seçenlerin yüreklerini kavurduğu gibi kavuracak bu lamba yüreğini, ne de arzu çanağının başka ellerde çatladığı gibi çatlayacak kandilin. Alazı huzur saçacak.

Eğiteceğin zaman insan-oğullarını, bu ışıkta eğit ve böylece derslerin tatlılık olacak. İplik eğireceğin ya da yün ve keten dokuyacağın zaman, püskül bu ışığın hâlesiyle büyüyecek.

Konuştuğun zaman sözlerin daha yumuşak olacaktır onları katı gün ışığında düşündüğünden.

Ateşi besleyen yağ yüreğinden akacak ve bazan acı verecek yüreğin, ezildiğinde bal ve yağla dolan yemiş gibi. Hiç önemi yok bunun!

Gözlerinden yansıyacak uysal hâlesi kandilin, ve gözleri şaraptan ya da ihtirastan yanan herkes soracak: Neyin nesidir bu alaz, ki ne hummalı bir ateşle kavurur ne de yakar
yok eder O'nu?

Ne ki sevecekler seni, çünkü senin acınacak biri olduğunu sanacaklar; evet, sana merhamet gösterdiklerini sanacaklar. Ama gerçekte merhamet gösteren sensin, bakışınla avuturken onları tam ortasındayken onların.
Bu kandilin hâlesinde insanın çektiği acılar gibi doğmuş olan ateşli şiirleri okuyacaksın, ve açıklayacak onlar kendi gizlerini sana. Kemanlardan yükselen müziği duyacaksın, ve bakarken dinleyen yüzlere bileceksin ki, sen daha derinden inciniyorsun ve daha fazla zevk alıyorsun müzikten. İnancıyla sarhoş rahip seninle konuşmaya geldiğinde, uysal ve kalıcı bir Tanrı sarhoşluğu görecek gözlerinde, ve diyecek ki sana: - Bu inanmışlık sende her zaman için varolacaktır, ne ki ben ancak kendimden geçtiğimde yanabilirim Tanrı aşkıyla.

Ve büyük âfetlerde, insanlar yitirirken altınlarını, kadınlarını ya da sevdiklerini - ki kabul ettikleri ne varsa kandilin yerine - anlayacaklar ki, gerçekte en zengin olan sensin, çünkü senin boş ellerin, kısır dölyatağınla birlikte, avutulmaz evinde, yundu arındı lambanın parıltılı ışıltısında. Ve utanacak onlar sana kendi mutluluklarını sunmak istediklerinden ötürü.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 02:05 PM
Dünyasal Şiirler

İşte güneş soğudu
ve yeryüzü nimetleri yok oldu
ve tepelerde soldu otlar
ve sonra
sığmadı toprağa ölüler.

Ve gece birleşmişti topluluk ve başkaldırıyla
bir ayna görüntüsü gibi bulanık
bütün renksiz pencerelerde
ve yollar bırakmıştı karanlığa doğrultularını.

Gayrı düşünmedi kimse sevdayı
gayrı düşünmedi kimse utkuyu
ve düşündüğü de yoktu kimsenin artık.

Yalnızlığın kovuklarında
doğdu boşluk
afyon ve ban-otu kokuyordu kan
gebe kadınlar başsız çocuklar doğurdu
ve beşikler utanç içinde gömütlere gizlendi.

Karanlık ve buruk zamanlardı.
Ekmek yok etti
yalvaçsı tansıkların gücünü
aç ve umutsuzca
göçtü peygamberler
adanmış topraklardan
ve yitik kuzular
duyamadı artık çoban seslenişlerini.

Devinim, renk ve biçim
dönüyordu sanki aynaların gözlerinde
yukarı ve aşağı doğru
ve ışıtan kutsal bir hâle
yandı ateşler içindeki bir şemsiye gibi
kaba soytarıların kafaları
ve utanmaz fahişelerin yüzleri etrafında.

Acı ve zehirli buharıyla
çekti alkolün bataklığı
etkisiz entelektüel yığınını
dibe
ve iğrenç fareler
kemirdi eski dolaplardaki
altın yapraklı kitap sayfalarını.

Güneş ölüydü.
Ölüydü güneş
ve yitirmişti anlamını yarın sözcüğü
çocuk anlaklarında.
Bu tuhaf eski sözcüğü çizdiler
defterlerindeki kara bir mürekkep lekesi gibi.

İnsanlar
yığınla başarısız insan
geldi gitti bir sürgünden bir sürgüne
ürkerek, felç içinde ve şaşkınca
kendi cesetlerinin çirkin yükü altında
ve acı yüklü öldürme isteği
büyüyordu ellerinde.

Bazen bir kıvılcım
miniminnacık bir kıvılcım bu sessiz ve cansız
topluluğu infilâk ettiriyordu-
Atılarak üzerlerine
kestilerdi erkekler birbirlerinin boğazını
ve ırzına geçtilerdi küçük kızların
kanlı bir yatakta.

Kendi zalimliklerinde boğuldular
ve müthiş bir suçluluk duygusu
felç etti kör ve miskin ruhlarını.

Törensel idamlarda
fırlatırken darağacının ipi
ölünün gözlerini yuvalarından
çekilirdi onlar kendi kabuklarına
ve yaşlı yorgun sinirleri
titrerdi
şehvetle.

Ama bulvarlarda görürdün
her zaman bu küçük canileri
durmuş bakarken
fıskiyelerin sonsuz devinimlerine.

Belki de hâlâ
donmuş derinliklerindeki
ezilmiş gözleri ardında
yaşayan, yarı canlı
bir şey var
en sonunda inanmak isteyen
suyun temiz türküsüne.

Belki
ama ne de sonsuz bir boşluk bu.
Güneş ölüydü
ve bilmiyordu kimse
yüreklerimizden uçan
üzgün güvercinin
inanç olduğunu.

Ah - tutuklu ses
senin umutsuz ihtişâmın asla
kazamayacak nefretli geceden
ışığa doğru uzanan bir tünel
ah - seslerin son sesi...

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 02:05 PM
Dünyanın Resmi

Daha önce görmemiştim Dünya'nın gerçek bir resmini. Kollarında bir çocuk taşıyan kadının düşünceleri vardır dünyanın da (yaratıklarıyla o geniş kucaklayışta) .

Her şeyin anasal anlamını öğrenmek üzereyim. Beni izleyen dağ da anadır, ve bir çocuk gibi oynar akşamları sis omuzları ve dizleri etrafında.

Aklıma bir vadi-hendeği geliyor şimdi. Yabansılığın hâlâ sakladığı şakıyan bir dalga akıyor derin yatağında akıyor onun. Ben şimdi o hendek gibiyim; ta derinimde duyumsuyorum o küçük ırmağın türkü söylediğini, ve veriyorum etimi O'na yabansılık gibi, çıkana değin O gün-ışığına.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 02:05 PM
Dünyanın Meyveleri

Nasıl tırmanıyor toprak mısırın arasından arayarak
süt beyazı ışığı, yoncanın yelesini ve katı fildişini,
olgun buğday başaklarının muhteşem ağını
ve çekirdekler gibi saçılan bütün altın ülkeleri?

Soğan yemek istiyorum, getir bana bir tane pazardan,
toprağın balmumu ve eşitliğe dönüştürdüğü
dolgun bir küre gibi kristal berrağı kardan,
atılacakken tereddüt eden bir dansöz gibi.
Avdan bazı bıldırcınlar ver bana, rayihasıyla kaplı
orman yosununun, derin tabakta suyu damlayarak duran
kral giysili balık,
limon yığınları altında
açmış solgun altın böceklerini.

Gidelim haydi. Kestane ağacının altında alazlanan ateş
bırakacak meyvelerin çıplak hazinesini korun üzerine,
ve bir kuzu bütün kurbanıyla ihya edecek soyunu
gırtlağında ambere dönüşünceye dek.

Dünyanın bütün armağanlarını ver bana, hâlâ yabanıl salkımlardan
sarhoş yeni vurulmuş orman güvercinlerini,
uysal yılanbalığını, ölümde gibi, ırmağa benzeyen,
yayan ufak tefek incilerini,
ve bir tabak ekşi deniz kirpisi
döküyor portakal sarısı deniz dibini
salatanın soğuk gök kubbesine.

Ve baharatlanmış tavşan
kokulardan çok ormanlı bir füg gibi
doldurmadan hoş kokusuyla öğünün havasını,
koşuyor öpüşüm Güney’in istiridyelerine,
tuzla doymuş ışıltıdan kabuğunda taptazeler,
bütün dünyanın sevdiğim özleriyle ıpıslak
ve kanımın sayısız bayraklarıyla
dalgalanan öpüşüm aceleyle varıyor.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 02:05 PM
Dünyanın Merdivenlerine Tırmanırken

Dünyanın merdivenlerine tırmanırken,
ta yitik ormanın acımasız ıssızlığına dek,
ta yukarı sana doğru Macchu Picchu.
Dikleşen kayalardaki yüce kent,
dünyasal olanın uyuyan giyitleri altında
saklayamadığı en son mesken.
Sende sallanır iki paralel çizgi gibi
şimşeğin ve insanın beşiği
ısırgan bir rüzgârda.

Taşın anası, kondor'un köpüğü.

İnsan-şafağının yüksek pırıltısı.

İlk kumda yitik bahçıvan-beli.

Meskendi bu, mekândı bu:
burda yükseldi kudretli mısırbitkisi
ve toprağa düştü yeniden kızıl bir dolu tanesi gibi.
Burda büyüdü lama'nın altın yünü
süslemek için sevdalıları, mezartaşlarını, anaları,
kralı, yakarıcıları ve savaşçıları.

Burda dinlendi insanayakları *******i
yabanıl hayvan oyuklarındaki kartal pençelerinde,
ve şafağın gölgesinde
mühürledi yıldırım ayaklarla incelmiş pusu
ve dokundu yerle taşa,
gecede ve ölümde tekrar tanınıncaya dek.

Giysileri ve elleri görüyorum,
çınlayan boşluktaki suyun akışında,
bir çehrenin uysal dokunaklılığından yumuşadı duvarlar,
ki gözlerimle izledim dünyasal lambaları,
ki ellerimle vaftiz ettim yokolmuş aşiretleri:
çünkü giyitler, deri, kap,
söz, şarap ve ekmek,
her şey yitti, düştü toprağa.
Ve portakal çiçeği parmaklarıyla çekildi hava
bütün uyuyanların üzerinden:
hava ve aylardan bin yıldan, havadan haftalardan,
mavi rüzgârdan, demir grisi sıradağlardan,
cilâlı adımların hafif fırtınasından,
taşın ıssız arazisinden.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 02:06 PM
Dünyadaki Ölüm

Emrederek gitti ölüm ve topladı
evde ve kazdı kendi vergisini:
öğle zamanında ya da ışığında gecenin
umut etti insanlar bir bıçakla ya da bir cüzdanla
öldürmeyi, ve öldürdü,
ve gömdü canlıları ve dalları,
katletti ve derisini yüzdü ölülerin.
Kendi ağını kurdu, ezilmiş,
emdi kanı; kokusu fark edilen av kanı
yola çıktı şafakla,
ve geri döndüğünde evine kazandığı zaferden
ölümün ve acizliğin parçalarıyla sarılmıştı,
ve ölüm yorgunluğuyla kazdı en sonunda
hüzün törenleri altında kendi izlerini.

Yaşayanların evi öldü.
Cüruf, parçalanmış damlar, lazımlıklar,
solucanların yediği sokaklar, mağaralar
paketlenmiş gözyaşlarıyla insanın.
- İşte böyle yaşayacaksın, emretti Ferman.
- İliğine kadar çürüyeceksin, dedi Şef.
- Kirlisin sen, yargıladı Kilise.
- Çamurun içinde yat, dedi onlar sana.
Ve bazıları uyandırdı külü
hükmetmesi ve karar vermesi için,
insanın çiçeği vururken
bunun için inşa edilmiş duvarlara.

İhtişamın ve taşın sahibiydi mezarlık.
Sessizlik herkese ve yüksek, sivri
bitkinin biçimlenişine.

Nihayet buradasın, nihayet bırakıyorsun bize
o kekre yabanıllığın ortasında bir deliği,
nihayet dinleniyorsun kaskatı arasında
yarıp geçemeyeceğin duvarların. Ve her gün
eridi çiçekler kokulardan bir akıntı gibi
ölülerin ırmağıyla birlikte.
Hayatın dokunmadığı çiçekler
düştü bıraktığın o mezarın üzerine.

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 02:06 PM
Dünya, Altından Yapılmış Büyük Bir Şirkete Dönmüşse Eğer

Dünya, altından yapılmış büyük bir şirkete dönmüşse eğer
duyulur ansızın
dünyanın yüreğinin çarptığı

GooD aNd EvıL
05-10-2009, 02:06 PM
Düğün Maddesi

Uzanarak yayılmış, titreyen ve soluyan ve beyaz,
ve meme uçları ayrılmış iki sayı gibi
ve bacakların gül kızılı buluşması
cinselliğinin gecesel kirpiklerini kırpıştırdığı yerde
bakıyorum kağıttan ve aydan bir kıza,
kabuksuzum ya da çiçeksiz bir kiraz ağacı gibi düzüm,
sıra dışıyım, bağnazım, damarlı ve tükürüklü
ve parmaklı ve testisli.

Solgun, oynak,
battığını hissederim ağzımda sözcüklerin,
boğulmuş çocuklar gibi sözcükler,
ve yola çıkar, ve dişler gemilere dönüşür,
ve sulara ve alevler içindeki enlemlere.

Bir kılıç ya da bir ayna gibi yatıracağım onu,
ve öldüresiye ayıracağım onun korkunç bacaklarını,
ve ısıracağım kulaklarını ve damarlarını,
ve kapalı gözlerle çekilmesi için bırakacağım onu,
yeşil tohumdan koyu bir ırmakta.

Gelincik ve yıldırım taşkınıyla basacağım onu,
dizini, dudaklarını, iğnelerini sarmalayacağım,
ağlayarak gireceğim derisinden içeri, ağır ağır,
ve suçlu güçle ve kanla ıpıslak saçla.

Soluk alış ve tırnaklar arasında kaçmasını sağlayacağım,
hiçbir zaman, hiçbir şeye,
tırmanarak o yavaş iliğe ve oksijene,
yapışarak anılara ve nedenlere
yalnız bir el gibi, aciz tuzdan
bir tırnağı oynatan kesilmiş bir parmak gibi.

Uyuyarak koşacak deriden yolları
kül grisi kauçuktan ve külden bir ülkede,
bıçaklarla ve çarşaflarla ve karıncalarla savaşarak,
ve kendisinde batan ölmüş gözlerle,
ve kör balıklar ya da koyu sudan bilyeler gibi
kayan siyah maddeden damlalarla.