Giriş

Tam Sürümü Görüntüle : 100 Temel Eser (Özetleri Hepsi Burada)


BeatLes
04-01-2010, 07:21 PM
Barbaros Hayrettin Geliyor

(Feridun Fazıl Tülbentçi)

Barbaros, 1473 tarihinde Midilli Adasında doğdu. Babası Midilli’ye yerleşmiş olan Türk sipahilerinden Eceova’lı Yakup Bey’dir. Yakup Beyin İshak, Oruç, Hızır ve İlyas adında dört oğlu dünyaya gelmiştir. İshak ile Oruç büyükleri, Hızır ile İlyas da küçükleri idi.



Hızır, Barbaros Hayrettin adı ile şöhret bulmuştur. Yakup Bey’in oğulları denizlere açılıp ticaret yapmaya başladılar. Oruç, Mısır, Trablus ve Şam tarafında, Hızır ile İlyas da Selanik tarafında ticaret yapmaktaydılar. İshak ise baba yurdunu bekliyordu. Hızır ile İlyas, Rodos Adasının önünden geçerken karşılarına, korsanlar çıkıverdi. Bu korsanlar, iki kardeşin mallarını yağma etmek istediler. Korsanlarla çetin bir mücadele başladı. Fakat bu çarpışmada İlyas şehit düştü. Hızır da esir edilerek Rodos zindanına hapsedildi. Hızır kısa bir zaman da korsanların elinden kurtuldu, ticareti bırakarak bu olayın etkisiyle korsan olmaya karar verdi.



O zamanlar Antalya’da Yavuz Sultan Selim’in kardeşi Şehzade Korkut valilik yapıyordu. Şehzade Korkut, Hızır’ı himayesine aldı. Ona 18 oturaklı bir perkende verdi. Barbaros yanına aldığı arkadaşları ile Akdeniz’e açıldı. Arkadaşlarına ilk söz olarak dedi ki: “Kovalayandan kaçmayacağız, kaçanı da kovalamayacağız!” Barbaros kardeşi İlyas’ın intik***** almak için Rodos korsanları ile birçok çarpışmalar yaptı. Bunları her taarruzunda yenerek intik***** aldı. Bundan sonra yüzünü İtalya sahillerine çevirdi. Bu sahillerde birçok gemiler zaptetti. Barbaros kış geldiği zaman Afrika sahilinde bulunan Cerbe’ye gidiyordu. Barbaros Akdeniz’de dolaşırken ağabeyi Baba Oruç ise her tarafa büyük nam salmıştı. Bütün Hıristiyan gemilerini vuruyor, birçok ganimetler elde ediyordu. Avrupalılar Baba Oruç’a, kırmızı sakalından kinaye olarak (Barbaros) adını vermişlerdi. Baba Oruç, ölünce bu şöhret Hızır’a geçerek Barbaros adını aldı.Yüz Temel Eser Özetleri, Kitap Özetleri, Roman Özetleri, Yüz Temel Eser, Özet

Barbaros ağabeyi ile birlikte çalıştı. On adet gemileri vardı. Bu iki kardeş Müslümanlara zulmeden İspanyollara hiç göz açtırmadılar. İspanyollarla bir savaşta Baba Oruç bir kolunu kaybetti. Artık Barbaros Akdeniz kıyılarından yalnız başına dolaşıyor, birçok gemileri vurarak ganimetlerle dönüyordu. Barbaros bir mevsimde 3800 esir ve 20 parça gemi elde etti.



Yavuz Sultan Selim padişah olunca, Barbaros Hayrettin yeni padişahı tebrik etmek için, Kemal Reis’in hemşirezadesi Muhittin Reis’le birçok hediyeler gönderdi. Yavuz Sultan Selim de Barbaros’a iki kadırga ile bir hil’at ihsan etti. Bundan sonra Barbaros, Cezayir’i hakimiyetine aldı.



Adeta Barbaros, Kuzey Afrika’nın bir hükümdarı mahiyetinde idi. İspanyollar Barbaros’u Afrika sahillerinden atmak için Tilmisan’ı zapta karar verdiler. İspanyollar karaya asker çıkararak, Barbaros kardeşlerle mücadeleye giriştiler. Bu savaşta, bir kolu olmayan Oruç Reis ile İshak Reis şehit düştüler. Barbaros, kardeşlerinin şahadeti üzerine şöyle feryat etti : Ah, bütün Frengistanı kılıçtan geçirsem, kardeşlerimle yoldaşlarımın intik***** alamam!

Barbaros, bu acıdan sonra artık Akdeniz’e aman vermiyordu. Ünü her yana yayılmıştı. Askerleri Akdeniz’de şu türküyü söylüyorlardı :



O sıralarda Yavuz Sultan Selim, Mısır’ı fethetti. Barbaros, Yavuz’a Kurtoğlu Muslihiddin Reis’i göndererek fethettiği yerleri padişaha bıraktığını bildirdi. Artık Barbaros’la Avrupalılar hiç başa çıkamıyorlardı. “Barbaros geliyor!” sözünü duyan karada denize kaçıyordu. Barbaros sayesinde Türkler Akdeniz’e hakim oldular. Barbaros’un maiyetine girmiş olan Turgut Reis, Sinan Reis, Salih Reis, Aydın Reis’ler de her tarafı titretiyorlardı. Barbaros’un delaletiyle, Cezayir Osmanlılara bağlı bir eyalet oldu. Yavuz Selim de Barbaros’u bu eyaletin Emiri olarak tanıdı.



Yavuz Selim ölünce yerine Kanuni Sultan Süleyman geçmişti. O zamanlar Avrupa’nın en büyük imparatoru Şarlken idi. Kanuni karadan ve denizden onun nüfuzunu kırmak için savaşlara girişmişti. Denizlerde, başarı kazanabilecek tek adam Barbaros olabilirdi. Çünkü o zaferden zafere koşan bir denizciydi.



Kanuni Sultan Süleyman 1533 tarihinde Cezayir Emiri Barbaros’u İstanbul’a davet itti. O zamanlar Barbaros’un 18 parça mükemmel kadırgasıyla bir o kadar da korsan gemileri mevcuttu. Barbaros donanması ile İstanbul limanına girdi. Barbaros, Kaptan-ı Deryâ’nın Atmeydanı’ndaki konağına misafir edildi. Ertesi gün Barbaros ve 18 mücahidi Kanuni’nin huzuruna kabul edildi. Hepsi sıra ile ilerleyip Kanuni’nin elini öptüler. Güneşten tunçlaşmış çehreleri, nasırlı elleri ve iri vücutları dikkat çekiyordu. Kanuni Sultan Süleyman o dönemde Akdeniz’de Barbaros’tan sonra en büyük deniz amirali olan Andra Doria’yı sordu:



Padişahım, o herifin lakırdısı mı olur? Emredin gemilerini havaya uçurayım. Her tarafta arıyorum, ben yaklaştıkça o kaçıyor. Bu sözlerden hoşlanan Kanunî: Hızır Bey, sen bu dinin en hayırlı oğlusun. Bundan sonra adın Hayreddin olsun dedi.



Kanuni, Barbaros Hayreddin’i Osmanlı Donanmasının Kaptan-ı Deryalığı’na tayin etti. Bu suretle paşa rütbesini de kazanmış oldu.



Barbaros Hayrettin Paşa, 84 parça gemiden oluşan bir donanma ile Akdeniz’e açıldı. Barbaros, İtalya sahillerinde birçok kaleler ve şehirler fethine muvaffak oldu. Bu seferinde Fondi kalesinin kumandanlarından Vespasyo Kobona’nın genç ve güzel karısı Colya’yı kaçırmak istedi. Bu kadın Şükûfe-i Aşk lakabı ile şöhret bulmuştu. Barbaros bu kıza gönül verdi. Fakat kaçırmaya muvaffak olamadı.



Bundan sonra Barbaros Korfo adasını zaptederek, burada birçok ganimetler ve esirler ele geçirdi. Bunlarla beraber İstanbul’a döndü. Bu ganimetlerle esirleri padişahın huzurunda bir alay şeklinde geçirdi. Önde allar giyinmiş iki yüz genç erkek esirin ellerinde gümüş sürahiler ve kadehler ve onları takip eden diğer otuz esirin sırtında birer torba altın, daha sonra gelen iki yüz kişinin her birinin omzunda birer kese akçe bulunuyordu. En sonra 1000 kadar boyunlarından bağlı esirler ise birer top çuha taşıyorlardı. Bunlardan başka 1000 kız ve 500 oğlan da bunları takip etmekte idi. İşte Barbaros’un hediyeleri bunlardı.




Akdeniz’de Türk hakimiyetine son vermek üzere Papa III. Pol, Venedik, Ceneviz, Malta, İspanya ve Portekiz hükümetlerinin donanmalarından oluşan bir deniz haçlı seferi hazırladı. Bu donanma Akdeniz’de Türk donanmasını tamamen mahvedecekti. Bu muazzam donanma Venedik Dukası Amiral Andrea Doria kumandasına verildi. Donanma 600 parçaydı. Bu donanma Preveze önlerinde demirledi.



Barbaros, Andrea Doria’nın büyük bir donanma ile Preveze önlerine geldiğini duyunca donanmasını hazırladı. Türk donanması 122 parça gemiden ibaretti. Türk donanması Preveze limanı önünde harp nizamı aldı. Türk donanması merkez, sağ ve sol kanat olmak üzere üç gruba ayrıldı. Sağ kanatta Salih Reis, sol kanatta Seydi Ali Reis, ihtiyatta Turgut Reis ve merkezde Barbaros yer aldılar. Türk donanması yarım daire şeklindeydi. Haçlı donanması büyük olmasına karşılık, Türklerin manevî kuvveti pek yüksekti. İlk defa haçlı donanması şiddetli bir topçu ateşi açtı. Bu topçu ateşine karşılık olmak üzere donanmada bulunan Mehter takımı savaş parçaları çalmaya başladı.



Türk gemileri ağır ağır düşmana doğru ilerlerken bütün asker Allah! Allah! sesleri ile etrafı inletiyorlardı. Korkunç bir fırtına halinde ilerleyen Türk gemilerini gören düşmana bir ürperti geldi. Donanmalar birbirine yaklaştılar. Top, kurşun her tarafa ölüm saçıyor, gemiler yanıyor, Türk leventleri ellerindeki palalarla dehşet saçıyorlardı. Kısa bir zaman denizin üstü kanlı cesetlerle dolup taştı. Türk leventleri önüne gelen gemilere rampa ederek kancalıyorlar, ve ellerindeki palalar, baltalarla düşmanlarının üzerine atlıyorlardı.



Bu korkunç sahneyi gören gerideki gemiler kaçmaya başladılar. Artık zaferin yüzü Türk Milletine gülmüştü. Andrea Doria mağlubiyeti kabul ederek, sakalını yola yola firar etti. İki eline iki gülle alıp dövünmeye başladı. Fakat iş işten geçmiş, Preveze zaferini Barbaros Hayrettin Paşa kazanmıştı. Bu savaşta düşmanın 130 parça gemisi batmıştı. Barbaros Akdeniz’in en büyük deniz savaşını 28 Eylül 1538 tarihinde kazanmaya muvaffak oldu.




Artık Barbaros iyice ihtiyarlamıştı. 4 Temmuz 1546 yılında İstanbul’da 73 yaşında vefat etti. Barbaros’un türbesi Beşiktaş’tadır. Bu türbenin bulunduğu meydana Barbaros’un bir heykeli dikilmiştir. O, türbesinin de deniz seslerini dinleyerek ebedi istirahatgahında yatmaktadır.



Fakat o, Türk denizcilerinin bir manevi kudret kaynağı olarak ebedileşmekte, bu da denizcilerimizin her sene onun türbesi önünde yaptıkları törenlerle dile getirilmektedir.
“Deniz üstünde yürürüz,
Düşmanı arar buluruz,
Öcümüz komaz alırız

BeatLes
04-01-2010, 07:21 PM
Kurtlar Sofrası

(Atilla İlhan)

KİTABIN YAYIM MAKSADI

Toplumsal ilişkiler ve sorunlar ışığında ele alınan ilişkiler derinliğine işlemiş 27 MAYIS öncesinde Türkiye’deki, iş çevrelerini, basın ve eğlence endüstrisini, gençlik kesiminin durumunu yansıtmak maksadı ile yayımlanmıştır.

KİTABIN ÖZETİ :

Toplumsal ilişkiler ve sorunlar ışığında ele alınan bireyler arası ilişkiler, Atilla İLHAN tarafından detaylı bir boyutla incelenerek işlenmiştir. Kitapta ülkedeki iş çevrelerini, basın ve eğlence endüstrisini gazeteci Mahmut Bey’in kişiliği de ele alınarak, yaşanan dönemi tüm çıplaklığı ile ortaya koymuştur.


Mahmut Bey, üzerinde çalıştığı haberlerle ilgili olarak Katip Rıza ile görüşmek üzere randevulaşır. Fakat randevu yerine geldiğinde ortada katip yerine bir başkası ile karşılaşır. Kendisini Katip Rıza’nın gönderdiğini söyleyen kişi; kendisi ile gelmesini ister. Beraber giderken iki kişi daha ortaya çıkar ve üçü birlikte Mahmut Bey’in üzerine saldırırlar. Mahmut Bey, bir yolunu bulur ve aralarından kaçarak kurtulur. Mahmut Bey, Katip Rıza’ya ulaşamamıştır ve onu mutlaka bulması gerekmektedir. Buluşmayı önceden öğrenen gangster bozuntuları Katip Rıza’yı iyice benzetip bir köşeye atmış ve başına da üç nöbetçi bırakmışlardır.Yüz Temel Eser Özetleri, Kitap Özetleri, Roman Özetleri, Yüz Temel Eser, Özet

Mahmut Bey Katip Rıza’nın izini bulur. Hemen bir plan yaparak Katip Rıza’yı gangsterlerin elinden kurtarır ve beraberce Beyazıt’ta Acem’in Sabahçı Kahvesi’nde soluğu alırlar.

Mahmut Bey sigarasını içerken aklından tek geçen şey Sezai YILMAZ’nın adresini bulmaktır. Ancak bu adam ve onun adresi sayesinde, birbiri ile ilgisi yokmuş gibi gözüken birçok olay çözülebilecek, aynı zamanda arsa spkülasyonuna ve inşaat yolsuzluklarına kadar birçok olayın perde arkası aydınlanacaktır. Katip Rıza intik***** almak için Yazmacı’nın adresini bulur. Mahmut’u bir düşüncedir alır. Böyle bir sırada İstanbuldan ayrılmak, gazeteyi ve Ümit’i bırakmak doğrumu diye uzun süre düşünür. Mahmut ERSOY tüm bu düşüncelerinden sıyrılarak İZMİR’e gitmeye karar verir.

Gazetenin diğer çalışanlarından Ragıp da tedirgindir. Akşamdan beri elini ayağını tutan onu dürüst bir iş sahibi etmeyen huzursuzluğun altında tevkif edilme korkusu bulunmaktadır. Siyasetin ne kadar çetrefilli bir iş olduğunu o zaman anlar. Ama gazetecilik iç güdüsü ile duyduğunu, gördüğünü yazmak istediği de vardır. Ona ters gelen taraf, sustuğu zaman korkuyor anl*****n ortaya çıkmasıdır. Gazetede çıkan fıkranın konusu olan adam; iki defa haklı çıkması, üç defa yerinde tenkidi yüzünden yarın cezaevini boylayacak olursa korku düpedüz içine girmiş anl***** gelecek. Birden aklına Mahmut’un sözleri gelir.

- “ … sen bir iki seçimle her şeyin küt diye yoluna gireceğini mi sanıyordun? Yok be. Ragıp! Asıl çekişme bundan sonra başlayacak bu gelenler gidenlerden farklı olmadıkları, hatta belki daha kötü oldukları için, bütün ettikleri vaatlerin altından kalkmak isteyeceklerdir. Sen, ben karşılarına dikilmezsek, bunca gayreti, bir iyimserliğe harcamış olmaz mıyız?”

Kirli işlerin adamı İbrahim, iri ve ağır bulduğu suratındaki yuvarlak gözleri ile Mordohay’ı ve Seyit Sabri’yi etkisi altına alır. Mordohay’ı içten içe bir korku sarıyor. Seyit Sabri’nin baş eğdiyi bir fikre baş kaldırma ise, Mordohay’ın adeta vazifesidir. O kadar mı? Birisi nasıl kıpır kıpır koltuğunda ve dünyadaki yerinde kendisini rahatsız hisseder; Oysa öteki iğneli beşikte olsa bile, bir bulut kadar rahattır. Birisi nasıl küçük hesapların, buçuk liretlerin birkaç sıfırlı küstah çeklerin, büyük bonoların adamıdır. Mordohay’la iki çift lakırtı etmek sorunda kalırsanız, kendinizi gerek sosyal, gerekse entellektüel bakımdan hiç değilse size eşit bir kimse karşısında mı bulursunuz?

Seyit Sabri, sakallarını tel tel gözümüzün c***** batırarak, size mutlaka kapıcı muamelesi yapılacaktır. Ama birincisi Yiddiş ve İbranice dahil altı dil konuşurmuş. Konuşmakla da kalmaz, bütün bu dillerde yayımlanan kitapları bulur buluşturur, ipek böceği Sabri ile okurmuş.İkincisi ise yarım Fransızcası ve İngilizcesi ile gittiği ve gideceği herhangi bir yabancı ülkede, yemek listelerinden ve uçak tarifelerinden başka, hiçbir şeyi okumak külfetine katlanmazmış. İkisi de döviz kaçakçılığı yapar ama Yardımseverler Cemiyeti hesabına hayır işlenmiş gibi …


Gece sabaha karşı balıkçılar denizde başsız bir erkek cesedi bulurlar. Bir dizi araştırma sonucunda başsız bedenin Mahmut ERSOY’ a ait olduğu anlaşılır. Faili meşhul bir cinayet olarak kayıtlara geçer.

Mordohay ve Seyit Sabri’nin ellerini uzatmadığı köse, burunlarını sokmadığı delik kalmamıştır. Bir o uçtan, diğer uca, taa otuzlardan beri ithalat, ihracat derken, oluk oluk para akıtan bir kazanç değirmeni kuruvermişlerdir. Limanlardan gemiler mi kalkıyor? Sözün gelişi Hamburg limanında gemiler mi bekliyor? Marsilya’da Rıhtım işçileri kendilerini kamçılayıp simsiyah bir gemiye büyük kasalar mı yüklüyor? Her şey bu tırnaklarını kemiren Yahudi Mordohay MORDA için ! Bankalar caddesinde, Şişhane’ye en yakın, en müthiş üç binadan birisinin giriş kapısında beyaz mermer üzerine siyah harflerle “ Akın İş Hanı ” yazıyor. Bu han şirketin; Şirket Seyit Sabri ile Mordohay’ın malı. İbrahim CURA’nın hesaplarına göre, onlar sadece ithalat ve satış kârları üzerine yaşasalar, yıllık safi gelirleri bütün lükslerine yeter de artar bile. Oysa taban tabana zıt her halleri ve hareketleri ile birbirlerini iten bu iki adam Seyit Sabri ve Mordohay, yanlız bir noktada tartışmasız birleşiyorlar.:

Daima daha çok kazanma ! Servet bir yerden sonra bütün dikişleri söküyor; ardından koşanları hep usul usul kanun dışında hem de fark ettirmeden beşeri olmayana ***ürüyor. Biri otuz beş yıllarında buhran sırasında, biri vergi zamanında, iki büyük iflas tehlikesi geçirdikten sonra firmasını kale gibi korumuş para avcısı iki canavar.

Bu canavarın işlerine burnunu sokanlar da Mahmut Bey gibi görüyorlar.

Mahmut ERSOY bir İnkilap çocuğuydu! Bir İnkilap Şeyhi idi.

Basını, diyor; parayla soysuzlaştırmak istiyor. Çünkü yanlız paranın kuvvetine inanıyorlar. Ahlak ölçülerini de yapan bu; saadet ölçülerini de. Daha çok kazanmak, daha zengin olmak için, iktidara mı gelmeli? Bunu açıklamaya kalkışan, ya besleyip evcilleştirecekler ya da kaba kuvvete başvurup, dize getirmeye çalışacaklar. Onların karşısında, her şeyden çok, halka ve fikirlere tutunmak gerekli. Halka ve devrimci fikirlere.

Bu böyle yürümez, Ümit! dedi. Bir şeyler yapmayı düşünmek gerek. Artık bir şeyler yapmayı düşünmek yeter, artık bir şeyler yapmak lazım. Gerekirse tehlikeli hatta ümitsiz, fakat sonrakilere örnek teşkil edebilecek, elle tutulur, gözle görülür hareketler! Onlar duruyorlar mı? Baksana çatal dişleri, çamurlu burunlarıyla, kurtlar gibi herşeyi göze alarak saldırıyorlar. Ete, ekmeğe, suya her şey onların pençeleri arasında kalıyor. Memleket bir kurt sofrasına döndü. Bu vaziyet karşısında, senin, benim, yapabileceğimiz pek fazla bir şey yok.

Fakat asıl, en önemli sözünü Ümit’i usulca öptükten sonra dudaklarını kulağına yaklaştırıp gizli bir aşk sözü gibi fısıltıyla söylemişti.

Memleket bir kurtlar sofrasına dönmüş ise isyan haktır.

BeatLes
04-01-2010, 07:22 PM
Gün Olur Asra Bedel

(Cengiz Aytmatov)

1. ROMANIN K0NUSU:

II.Dünya Savaşı;ından sonra Kazak bozkırlarında bir tren istasyonunda yaşamaya başlayan Yedigey’inburada tanık olduğu olaylar.

2. ROMANIN ÖZETİ:

İnterneti daha hızlı dolaşın. Google Araç Çubuğuyla birlikte Firefox’u da alın

Roman kahramanı Yedigey Cangeldin,cepheden döndükten sonra,Kazak bozkırlarında küçük bir aktarma istasyonunda çalışmaya başlar.burada tanık olduğu ve uzak geçmişine çağrışım yapan olaylar,gerçekte bir siyasi rejimin gümbür gümbür çöküşünün nedenlaeridir.Yüz Temel Eser Özetleri, Kitap Özetleri, Roman Özetleri, Yüz Temel Eser, Özet

Yedigey’in çok eski ve yakın arkadaşı olan Kazangap ölür.Onun için bir cenaze töreni düzenleler.bu törene Kazangap’ın şehirde oturan oğlu ve kızını da çağırırlar.Kazangap’ın cenazesini mezarına ***ürürken,Yedigey kendisinin ve milletinin geçmişini,acı-tatlı,düşündürücü yanlarıyla bir bir gözlerinin önünden geçirir.O gün ‘Asra bedel bir gün’ olur onun için.Sevdikleri kişinin cenazesini Naymanlar’ın kutsal mezarlığına ***ürdükleri zaman,orada bir uzay üssünün kurulmuş olduğunu görürler ve cenazenin gömülmesine izin verilmez.Öte yandan,Rus-Amerikan ortak araştırması sonunda kozmonotlar,uygarlık düzeyi Dünyanınkinden çok daha yüksek bir gezegen keşfeder.Bu gezegende yaşayanlar dünyalılarla ilişki kurmak isterler.Fakat daha yüksek bir uygarlığı ,daha iyi bir yönetimi kendileri için zararlı gören dünyalı yöneticiler bu isteği reddederler.

3. ROMANIN ANA FİKRİ:

Aytmatov anlatım gücüyle insanları mankurt olmaktan kurtaralım mesajını vermektedir.

4. ROMANDAKİ OLAYLARIN VE ŞAHIŞLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:

Kitaptaki olaylar genelde küçük kasaba hayatını anlatmakta ve karakterler çok gerçekçi durmaktadır.Ancak kitapta geçen uzay üssü ile ilgili bölümler romana biraz bilim kurgu havası katmaktadır.Kişlere gelince;

YEDİGEY:Romanın baş kahramanıdır.Savaşmış geleneklerine bağlı önder bir kişiliği vardır.

UKUBALA:Kocasını seven artık yaşlılığı iyiden iyiye hisseden yardımsever bir kadındır.

KAZANGAP:Yedigey’in çok eski bir arkadaşıdır.Köye yerleşmesinde ve işi bulmasında büyük katkısı vardır.

5. ROMAN HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:

Kitapta bir rejimin baskısı altında yaşan ve kültürel değerlerini kaybetmeye yüz tutmuş bir köyde geleneklerine bağlı bir insan ve çabalarını görüyorum.

6. ROMANIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:

Cengiz Törekuloviç Aytmatov 12 Aralık 1928 tarihinde Kuzeybatı Kırgızistan’da Şeker adlı bir köyde doğdu.Babası Törekul Aytmatov at yetiştiricisiydi. Kırgızistan’a,dağlık yörelere Ekim devrimi daha yeni ulaşıyordu. Yazarın çocukluk yılları sistemin yeni yeni yerleşmeye başladığı yıllararastlar.Geçmişe bağlı yaşlı neslin yanında yeni düzene ayak uydurmuş genç kuşak da toplumdaki yerlerini alıyorlardı. Yazar kolhoz tarlalarında çalıştı.Çevresini,tabiatı,insanları o yıllarda tanımaya başladı. İkinci Dünya Savaşı yıllarında bütün yetişkinler savaşta oldukları için gençlere çok iş düşüyordu. Henüz on beş yaşındayken köyü Sovyetinde sekreterlik yaptı,tarım makinalarının hesaplarını tuttu. Daha sonra Kazakistan’daki Cambul veterinerlik teknik okulunda okudu Ardından Frunze(bugünkü Bişgek tarım enstitüsünde okudu.Zooteknisyen olarak bütün ülkeyi ,Kazakistan’ı dolaştı. Aynı zamanda da bir gazeteci sıfatıyla çalışıyor,sürekli gözlem yapıyordu. Pek çok genç nesil mensubu gibi halkından uzaklaşmadı,insanına daha da yakınlaştı. Kırgız gazetelerindeki yazıları,redaksiyon servislerinde aldığı görevler ,muhabirlik faaliyetleri onu yavaş yavaş edebi dünyaya hazırlıyordu.Yazarın akıcı uslubu,kurgudaki başarısı bu ön araştırmalarıyla yakından ilgilidir.

BeatLes
04-01-2010, 07:23 PM
Kızıl ile Kara

(Stendhal)

Özet:

Romanın kahramanı Julien Sorel, ihtiraslarla dolu bir karakterdir. Mevki kazanma hırsıyla yanıp tutuşan bu gururlu genç, bir keresteci olan babası tarafından hor görülür. Bu, onda devrin aristokratlarına karşı kin beslemesine sebep olur. Bir papazdan din dersleri alan Julien, daha sonra şehrin belediye başkanı Mösyö de Renal’in çocuklarına Latince dersleri vermeye başlar. Julien ile Madame de Renal arasında duygusal bir yakınlık başlar. Madame de Renal’e imzasız mektuplar gönderilmesi üzerine Julien oradan ayrılmak zorunda kalır.Yüz Temel Eser Özetleri, Kitap Özetleri, Roman Özetleri, Yüz Temel Eser, Özet

Daha sonra Julien aristokrat bir çevreye yazıcı olarak girer ve soyluların davranışlarını öğrenir. Yazıcı olduğu ailenin kızı Mathilde ile Julien arasında bir aşk başlar. Mathilde ilk zamanlar kendi sınıfından olmayan birisini sevmiş olmanın acısını çekerse de gençlik ve aşk üstün gelir, gurur yenilir. Kızını bir dük ile evlendirmeyi tasarlayan Mathilde’in babası, kızının ısrarı karşısında geri adım atar, bu evliliğe razı olur. Mathilde’in babası onlara bir servet bağışlar, Julien’e bir soyluluk unvanı sağlar; bir yandan da Renal ailesinden Julien hakkında bilgi ister. Madame Re-nal’den gelen bilgiler üzerine evlilik imkansızlaşır.

Julien gider, Madame de Renal’i kilisede tabancayla yaralar. Hapse atılınca Madame de Re-nal’den başkasını sevmediğini anlar. Julien giyotinle idam edilir. Madame de Renal de bu acıya dayanamaz, hastalanır ve üç gün sonra o da ölür.

Stendhal

Fransız edebiyatının önemli romanlarından biri olan Kızıl ile Kara realist bir romandır. Yazar, romanın konusunu gazetede çıkan bir yargılama haberinden almıştır. Eserin yazarı psikolojik ve realist roman çığırının en önemli sanatçılarından sayılmaktadır.

BeatLes
04-01-2010, 07:23 PM
Goriot Baba

(Balzac)

Özet:

Mösyö Goriot, Paris’te bir pansiyonda kalmaktadır. Pansiyondakiler M. Goriot’un kim olduğunu bilmez. Herkes onun hakkında bir şeyler uydurur. M. Goriot’un iki kızı vardır: Delphine ve Anasta***. Arada bir gelip babalarını görürler. Çevredekiler, bu kadınları Goriot Baba’nın metresleri sanırlar. Goriot Baba iş hayatında başarılı olmuş, iyi para kazanmış, eski bir tüccardır. Tüm varlığını iki kızının mutluluğuna adamış, kendisi orta halli bir pansiyon hayatına çekilmiştir. Goriot Baba’nın kızları paralan tükendikçe pansiyona gelirler ve babalarından para isterler. İkisi de oldukça masraflı, lüks bir hayat yaşamaktadırlar. Babalarının günden güne düştüğü kötü durum umurlarına bile gelmez. Tek düşünceleri kendi özel hayatlarıdır.Yüz Temel Eser Özetleri, Kitap Özetleri, Roman Özetleri, Yüz Temel Eser, Özet


Goriot Baba, ilgisizlikten, sevgisizlikten ruhsal çöküntüye uğrar; dayanma gücünü yitirir, hastalanıp yataklara düşer. Durumu gittikçe ağırlaşır. Kızlarına haber gönderilir; fakat kızları babalarının yanına gelmek yerine, bir sosyete balosuna eğlenmeye giderler. Goriot Baba ölmeden önce çocuklarını son kez görmek ister. Pansiyonda kalan bir öğrenci, onun bu isteğini kızlarına ulaştırır. Delphine babasının yanına gelmez, diğer kızı Anastasia geldiğinde ise artık çok geçtir; baba komaya girmiştir, bir süre sonra da ölür.
Goriot Baba’nın cenazesinde, pansiyonda tanıdığı bir iki kişi dışında kimse yoktur…



Balzac

Fransız edebiyatının ünlü eserlerinden biri olan Goriot Baba, realist akımın başarılı bir örneğidir. Goriot Baba’da çocuklarına karşı aşırı sevgi duyan bir babanın dramı anlatılmıştır. Balzac’ın bu eseri bir “karakter romanı” özelliği taşır. Roman, babalık sevgisinin bencil evlatlar tarafından nasıl istismar edildiğini göstermesi bakımından oldukça ilgi çekicidir. Goriot Baba, iyilik ve saflığın; çocukları ise kötülük ve nankörlüğün temsilcileridir.

BeatLes
04-01-2010, 07:23 PM
Madame Bovary
(Gustave Flaubert)
Özet:
Yeteneksiz, kaba saba bir adam olan Charles Bovary, Rouen civarında bir kasabaya yerleşmiş; orada hastalarından birinin çok güzel kızı olan Emma ile evlenmiştir. Emma, hayalperest bir kadındır. Her dakikası birbirine benzeyen taşra hayatından sıkılmakta, maceralar, eğlenceler, heyecanlar tasarlamaktadır.

Mösyö Bovary, karısının eğlenebilmesi için başka bir kasabaya yerleşir. Madame Bovary, orada noter katibi Leon tarafından sevildiğini anlar. Yine o yörede oturan Rodolphe adında bir malikâne sahibinin ağına düşer. Emma’nın tekdüze yaşamı değişmiştir; kocasından ayrılmayı düşünür. Emma, âşığı Rodolph’e, birlikte uzak ülkelere gitmeyi önerir. Rodolphe, bu öneri üzerine izini belli etmeden ortalıktan kaybolur.
Emma, terk edildiğini anlar. Beyin hummasına yakalanırsa da iyileşir. Bu kez de Paris’ten dönen ve eski utangaç hali kalmamış olan Leon’la karşılaşır, onun ağına düşer. Yasak bir aşk hayatı yaşayan ve hiçbir lüksünü eksik etmeyen Emma, gizlice yaptığı borçlan ödeyemez; yeniden ve daha büyük bir bunalıma girer; kurtuluşu yaş***** arsenikle son vermekte bulur. Kocası, Emma’nın niçin intihar etiğini bir türlü anlayamaz. Bir gün karısına, sevgililerinden gelen mektupları görür. Gerçeği o zaman anlar. Bir süre sonra üzüntüsünden o da ölür.Yüz Temel Eser Özetleri, Kitap Özetleri, Roman Özetleri, Yüz Temel Eser, Özet
Gustave Flaubert:
Madame Bovary, Realizm akımının kurucusu ve en büyük temsilcisi sayılan G. Flaubert’in başeseridir. Bu roman, Realizmin başarılı ilk örneği sayılmaktadır. Konusunu gerçek yaşamdan alan bu roman, Fransız edebiyatının olduğu kadar dünya edebiyatının da önemli eserlerindendir.

BeatLes
04-01-2010, 07:24 PM
Anna Kareninna

(Tolstoy)

Özet;

Anna Karenina, Rus aristokrasisine mensup şık ve güzel bir kadındır. Kibarlığı ve saygıdeğer kişiliği ile çevresinde hayranlık uyandırmaktadır. Kocası, yüksek bir devlet memurudur. Anna Ka-renina’nın monoton bir evlilik hayatı vardır; bütün mutluluğu evinde ve çok sevdiği çocuğunda bulmaktadır.


Bir gün, Anna Karenina’ya, ağabeyi ile yengesinin aralarının açıldığı haberi gelir. Anna onları barıştırmak için Moskova’ya gider. Orada Vronski adında yakışıklı, genç bir kontla tanışır. Kontun, Anna’nın akrabası olan bir genç kızla seviştiği haberi ortalıkta dolaşmaktadır. Aslında Kont Vronski, ilk görüşte Anna’ya hayran olmuş ve genç kadına kur yapmaya başlamıştır. Önceleri ilgisiz davranmaya çalışan Anna, bir süre sonra dayanamaz, Vronski’nin aşkına karşılık verir. Bu durum birçok dedikoduya neden olur. Genç kadın bunları umursamaz. Hatta durumu, kocasına bile anlatır. Ağırbaşlı, dedikodudan korkan bir adam olan kocası, karısının itirafları karşısında sarsılır, ama belli etmez. Çevreye karşı itibarlarının sarsılmaması için boşanmayı reddeder. Kocası, Anna’ya, çocuğunun geleceğini düşünerek bu ilişkiye son vermesini ister. Fakat Anna, Vronski’yle birlikte İtalya’ya kaçar.Yüz Temel Eser Özetleri, Kitap Özetleri, Roman Özetleri, Yüz Temel Eser, Özet

Anna ile Vronski İtalya’da gözlerden ırak yaşarlar. Dönüşlerinde hiç kimse onlarla arkadaşlık yapmak istemez; dışlanırlar. Bu durum Anna’nın sinirlerini iyice bozar. Sevgilisiyle aralarında huzursuzluk başlar. Vronski de kayıtsız, içe dönük bir kişi olmuştur. Anna, Vronski’nin artık kendisini sevmediğini düşünmeye başlar. İyice bunalıma girer. Yaptıklarından büyük pişmanlık duyar ve sonunda intihar eder. Anna’nın ölümünden sonra Vronski de manevi bir çöküntü içine girer. Çareyi orduya yazılmakta bulur.

Tolstoy

Rus edebiyatının tanınmış romanlarından olan Anna Karenina, realist bir eserdir. Tolstoy, bu eserinde kişileri tek tek ruhsal açıdan incelemiş, romanına psikolojik boyut kazandırmıştır. Anna Karenina’da dürüst bir ev liliğin getirdiği mutlulukla evlilikteki yasak aşkın yol açtığı yıkım anlatılır. Bu romandan 19. yüzyıl Rus aile yapısı hakkında bilgiler edinilebilir

BeatLes
04-01-2010, 07:24 PM
Don Kişot

(Cervantes)

Özet:

Don Kişot, İspanya’da bir köy asilzâdesidir. Okuduğu şövalye romanlarının etkisiyle aklını kaçırır. Ortaçağ şövalyeleri gibi ülke ülke dolaşma hevesine kapılır. Bu hevesin nedeni tüm kötülükleri ortadan kaldırmak ve insanları mutlu etmektir. Ele geçireceği adalardan birine de vefalı yol arkadaşı Sancho’yu vali yapacağına söz verir.


Don Kişot, atalarından kalma paslı eski zırhları tamir eder, başına da bir berber çanağı geçirir. Dulsina adını verdiği kaba bir köylü kızı olan sevgilisini güzel ve asil biri olarak kabul eder, uğrunda türlü maceralara girişir. Don Kişot atına, Sancho Panza da eşeğine binerek yola çıkarlar. Don Kişot, tüm gördüklerini kafasındaki hayallere uydurur: Yeldeğirmenlerini insanlara kötülük eden devlermiş gibi görür, üzerlerine saldırır; karşılıklı ilerleyen iki koyun sürüsünü iki ordu zanneder, zayıf tarafın yardımına koşarak, mızrağını koyunlara saplamaya başlar, çobanlardan bir güzel dayak yer… Böyle birtakım maceralardan sonra tekrar köyüne döner, ölümüne yakın aklı başına gelir.Yüz Temel Eser Özetleri, Kitap Özetleri, Roman Özetleri, Yüz Temel Eser, Özet



DON KİŞOT (1605) (Cervantes)

İspanyol edebiyatının en ünlü romanlarından biri olan Don Kişot, hemen hemen bütün dünya dillerine çevrilmiştir. İlk cildi 1605′te, ikinci cildi 1614′te yayımlanmış olan Don Kişot, o dönemde İspanya’da çok yaygın olan şövalye romanlarını yermek amacıyla yazılmıştır. Eserin yazarı Cervantes, Don Kişot romanıyla modern romanın kurucusu olmuştur. Roman, işlevini tamamlamış bir toplum düzenini geri getirmenin imkansızlığını vurgulamaktadır.

BeatLes
04-01-2010, 07:24 PM
Edebiyat Anıları

(Hüseyin Cahit Yalçın)

KİTABIN ADI : Edebiyat Anıları
KİTABIN YAZARI : Hüseyin Cahit YALÇIN
YAYINEVİ VE ADRESİ : T. İş Bankası Kültür Yayınları
BASIM TARİHİ : 1999

KİTABIN YAYIM MAKSADI : Otobiyografi

KİTABIN ÖZETİ

Hüseyin Cahit Yalçın, 1874′ te Balıkesir ’de doğdu. “Edebiyat Anıları” Hüseyin Cahit Yalçın ’ın 60 yaşındayken kaleme aldığı, kendi gerçeğini bulma çabasının gözlendiği bir yapıttır. Hem kendini eleştirir, hem savunur. Hem birilerini suçlar, hem bağışlar. Siyasal yazarlığından sıyrılıp, kendi iç dünyasını ve yaşadıklarını anlatır.


“Bende kitap merakı çocukluğumda başladı. Ayakkabı kutusu olan ilk kütüphanemde kitaplarımı biriktirirdim. Oyun ve oyuncak gibi meraklarım yoktu. Aşık Garip, Kerem Hikayeleri, Hz. Ali’ nin Savaşları gibi kitaplar benim merakım ve coşkum olmuştur. Ailece okumaya meraklıydık. Babam akşam kahvesini içerken, ablam gaz lambasının yanında bize hikayeler okurdu. Ama bunların arasında Ahmet Mithat Efendi’ nin hikayelerinin yeri ayrıydı. Onun hikayeleri sık sık küçük tartışmalarla bölünür, konular bambaşka yerlere giderdi. Bunun yanında divanlar bana çok yakın görünürdü. Fuzuli, Nedim ve Nabi ’nin divanları elimde, dolaşıp dururdum. Bunların içinde beni en çok etkileyenlerden biri Nesimi’ nin divanıydı. “Sizin taptığınız tanrı benim ayağımın altında” demişti.

Cezalandırılarak diri diri derisini yüzmüşlerdi. Oysa ayağının altında para varmış. Bu beni çok etkilemişti. Bu hayatlar ve yazılar çocukluk dünyam içinde fırtınalar yaratıyordu. Bir gün benim de içimde bu istek canlandı, ben de yazabilirim dedim. O yıllarda romanlar onaltışar sayfalık formatlar halinde haftada bir kez perşembeleri çıkardı. Artin adında bir dağıtıcı dağıtırdı. Artin, kendisinden sürekli kitap aldığım için beni çok iyi tanırdı. Bir gün beni altüst eden bir olayla karşılaştım. Gazetenin birinde bir makale vardı. “Seyyie-i Tesamüh” ü genç bir yazar yazmıştı. Yazıya Recaizade Ekrem övücü bir önsöz eklemişti. Ne büyük bir şeydi, Recaizade Ekrem’ den övgü dolu sözler almak. Sonunda karar verdim ve yazdım. İlk romanım “Nadide” böyle doğdu. Roman yazmakla bitmiyordu. Ona referans yazısı yazacak biri lazımdı. Ahmet Mithat Efendi’ yle böyle tanıştım. Gönderdiğim romanıma güzel bir önsöz yazmıştı. Romanım denetimden de geçmişti. Sıra basılmasındaydı. Yüz Temel Eser Özetleri, Kitap Özetleri, Roman Özetleri, Yüz Temel Eser, Özet


Babıali caddesine koştum. Eserimi Arakel’ e verecektim. O, zamanın ünlü yayımcısıydı. Kabul etmedi, yıkıldım ama yılmadım. Birçok yere gittim fakat nafile, kitap elimde kalmıştı. Aklıma babam geldi. Benim için doğduğumdan beri para biriktiriyordu. Ona bir mektup yazıp para istedim. Kitabımı kendi imkanlarımla bastırdım. Fakat o kadar büyük ses getirmedi. Dördüncü yılında lise öğrenimim sona eriyordu. Hepimiz mülkiye okuluna geçmeye hazırlanıyorduk. Fakat o sene ilk defa sınav kondu. Bu çok kötü olmuştu. Okulca karar alıp sınava girmedik. Bu protesto sarayca o an cezalandırılmadı fakat daha sonra bizim okuldan 3 sene boyunca hiç kimseyi almadılar.

Mülkiye okulunda Fransızca öğretmenimizden oldukça yararlanmıştık. Bu dile olan merakım sayesinde Fransızca kitap ve yazılara ağırlık verdim. Okul arkadaşım Şuayip ile sık sık bir araya gelip Fransızca yayınlardan bahsederdik.

Şuayip’ le en sıcak sohbetlerimizden biri de Avrupa’ ya kaçmaktı. Normal yollarla oraya gidemezdik saray yasaklamıştı. Ancak kaçılabilirdi, ama bu da çok zordu. Orada nasıl yaşayacaktık. Para lazımdı. Babamdan gelen 2 lira aylık yetmiyordu. Şuayip ise Tarım Bakanlığı ‘nda işe başlamış fakat komik bir para alıyordu. Biz de onunla birlikte çevirilere başladık. Çeviri yaptığımız Karabet sarayda çalışıyordu. Biz de ihtiyacımız olduğundan para karşılığı saraya çeviri yapmaya başladık.

Mülkiye okulum sona ermek üzereyken gelecek kaygısı başladı. Ben basın istiyordum. Kitapçı Karabet ‘Mektup’ isimli bir dergi yayımlıyordu. Ama iddiasız olan bu dergiyi biz dört arkadaş Karabet’ ten alıp basmaya karar verdik. İyi bir dergi olması için çabalıyorduk. İlk etkisi iyiydi. Bu arada bir dost Cenap Şahabettin’ in şiirlerini yayımlayabileceğimizi söyledi. Bu dergimizin çizgisi için çok iyi olmuştu.

Mülkiye Okulundan 1896’ da mezun olmuştuk. Yani Servet-I Fünun’ un bir dergi haline gelişi sıralarında. Küçük bir hikaye yazmıştım. Adı “Röneka” ydı. Hikayemi Rauf’ un ısrarı üzerine dergiye yolladım. Hikayem beğenildi ve basıldı. Artık Servet-i Fünun’ da yazıyordum. Bu bana yetmemeye başladı. A. Şuayip, M. Rauf, Cavit, ve ben bir araya gelip yeni bir dergi çıkarmak için kolları sıvadık. İsmi “Yeni Mecmua” oldu. Larousse ayarında bir dergi olacaktı. Ruhsat almamıza rağmen dergi tatil edildi. Servet-i Fünun’ la yetinmek zorunda kaldık.

Daha sonra yazarlık denediğim Tarik ve Sabah gazeteleri kısa ömürlü oldu. Ama hiçbir şey Servet-I Fünun’ da yazmamı engellemedi. Dergiden biz para almazdık. Orada başka bir bağ vardı. Yüce sanat ülküsü, yurt ülküsü…

Tevfik Fikret’ in karizması ve kişiliği Abdülhamit yönetiminin her soylu duyguyu susturan ve öldüren kıyıcılığı ve baskısı içinde Fikret, yalnızca sanat ve yurtseverlik yolunun başı oluyordu.

Her şeyin sonunda Servet-i Fünun’ u yıkan vuruş saraydan geldi. 16 Ekim 1901 tarihinde çıkan sayıda ‘Edebiyat ve Hukuk’ başlığıyla Fransızca’ dan çevirdiğim bir makale vardı. Bu yazı P. Lacombe adlı bir yazarın “Edebiyat Tarihine Giriş” eserinden alınmıştı. Bu yazı Abdülhamit’ i fena kızdırdı. Bizi mahkemeye çağırdılar. Bir süre gittik geldik. Ama Adliye Bakanı Sarayın yırtıcı buyruğuna direnip bizi mahkum etmedi.”

Hüseyin Cahit Yalçın (1930-1950) yılları arasında İstanbul ve Kars milletvekilliği yaptı. Ölümüne kadar Ulus gazetesinde baş yazarlık yaptı.

BeatLes
04-01-2010, 07:25 PM
Yeşil Gece

(Reşat Nuri Güntekin)

KİTABIN ADI : YEŞİL GECE
KİTABIN YAZARI : Reşat Nuri Güntekin
KİTABIN YAYIN EVİ : İNKILAP KİTABEVİ Bağcılar / İSTANBUL
BASIM YILI : 2001

KİTABIN KONUSU :Toplumsal yönü ağır basan bu romanda, medresede yetişen, ancak sonra öğretmen okulunu bitirerek Ege Bölgesi’ ndeki bir kasabada , gerici ve çıkarcı birtakım güçlerle savaşan, idealist bir gencin serüveni ele alınıyor.Atatürk Devrimi’ nin o çoşkulu havası içinde, çok güçlü sezgi ve gözlemlerle kaleme alınmış bu kitapta, toplumumuzun o günkü büyük sorunları, yürekli biçimde tartışılıyor. Romanın en önemli kahramanı Şahin Hocanın kişiliğini oluşturan nitelikler, mücadelesi ve uğradığı yenilgilerin öyküsü sayılabilir.

KİTABIN ÖZETİ

Şahin Efendinin babası öldükten sonra, köyde çobanlık yaparak annesine bakmak zorunda kalmıştır.Bunun yanısıra medresede öğrenimi sürdürmektedir.Medresede gördüğü eğitiminde etkisiyle, onu hasta edecek kadar bir olay onun canını sıkmaktadır ki bu da ruhun ölümsüzlüğüne inanamamasıdır. Köydeki bazı hocalara danışır ve aldığı cevaplar hastalığını iyi edecek tarzda cevaplar değildir. Sonunda medreseyi bitirdikten sonra öğretmen okuluna girer. Ve mektep öğretmeni olarak mezun olur. Medreseden öğretmen okuluna geçmesinin nedeni şüphesiz ki orada verilen eğitim ve öğretim geri olmasından kaynaklanmaktadır. Okulu bitirdikten hemen sonra ilk tayin yeri belli olur. Ege Bölgesi’ nde Sarıova adında bir kasabadır. Bu kasabanın n***** arkadaşlarından duyduğu kadarıyla bilmektedir. Çok geri kalmış, halkın sefalet içinde yaşadığı bir yer olduğunu billmektedir. Sonuda bavulunu hazırlayarak Sarıova’ ya gider.Köye vardığında burasını tam tahmin ettiği gibi bulur.Evler,binalar kısacası herşey harap bir haldedir.Neyse ki aslına bakılacak olursa o kadar da kötü değildir.


Köye geldiği ilk akşam onu köy halkı yemeğe davet ederler.Yemekte, köyde sözü geçen bazı hocalarla, muallimlerle tanışır. Onun bu köydeki görevi tebliğ edilir.Köyün ünlü mekteplerinden Emir Dede mektebinin başmuallimliğini yapacaktır. Onun bu göreve atanmasını çekemeyen bazı hocalar bundan hoşnut olmazlar.Şahin Efendi hocaların bu tavırlarından geleceği kestirebilmektedir.Yüz Temel Eser Özetleri, Kitap Özetleri, Roman Özetleri, Yüz Temel Eser, Özet

Şahin Efendite göre yapılacak ilk iş Emir Dede Mektebinin eski binasının yıkılıp yenisinin yapılmasıdır. Ama köy halkı özellikle Eyüp Hoca önderliğinde bir grup bu işi olumsuz karşılarlar. Şahin Efendiye karşı halkı kışkırtırlar. Bu durumda Şahin Efendiye çok iş düşmektedir. Bu yıkım işine bir süre ara vermesi gerektiğini düşünür. Şimdiye kadar hiç arkadaşlık kurmamış olan Şahin Efendi kendisiyle hem fikir olan Rasim ve Deli Necip ile arkadaşlık kurar.

Birgün Şahin Efendiyi çocuğu hafız çıkacak bir adamın yemeğine davet ederler. Şahin Efendi hafız çoçukla tanışır. Şahin Efendi Çocuğu çok hasta görür ve hemen hastaneye ***ürülmesini söyler. Çoçuğun babası ve oradaki hocalar çocuğun hiçbirşeyi olmadığını iddia ederler. Aradan birkaç dakika geçtikten sonra çocuk birden yere düşer. Herkes çocuğun başına toplanır. Ve çocuğun birkaç gün istirahat ettikten sonra hiçbirşeyi kalmayacağını söylerler. Aradam üç gün geçmeden çocuk ölür.Çocuğun annesi çok küçük yaşta mektepten alınarak hafız yapılmak istendiği için çocuğum öldü der.Şahin Efendinin yanına giderek durumu anlatır. Şahin Efendi de çocuğun annesiyle aynı fikirdedir.


Bu ölen çocuğun babası kısa bir süre sonrs küçük çocuğunu Emir Dede mektebinden alarak hafız yapmak istediğini söyler. Şahin Efendi bu olayı uygun görmez. Aynı durumunda bu küçük çocuğun başına geleceğini söyler.Adamın çucuğunu hafız yapmaktan başka çaresi yoktur. Çünkü maddi duraumları da çok kötüdür. Şahin Efendi bu durumr değerlendirip çocuğun hafız olmasının sakıncalı olduğunu ısrar ederek onu kararından caydırmaya çalışır. Adam sonunda yola gelir. Çocuğu mektepten almaz.

Kasabanın dilinde Şahin Efendi hakkında bazı söylentiler çıkar. Eyüp Hoca ve yandaşları Maarif müdürüne Şahin Efendiyi şikayet ederler. Şikayet şundan ibarettir: Çocuğunu hafız yapmak isteyen bir adamın çocuğunun mektepten ayrılmasına izin verilmediğinin ayrıca hafız da yapılmasının sakıncalı olduğudur. Maarif müdürü bu duruma çok sinirlenir ama şahin Efendiyi sevdiğinden ve görevini tam yaptığından dolayı olayın kapanmasını ister. Bütün kasaba bu olayla çalkalanır. Adam bu çıkan söylentilere dayanamayarak çocoğunu mektepten alır. Fakat hafız da yapmaz.Çünkü çocuğun annesi bu çocuğunu da kaybetmekten korktuğu için, çocuğun hafız olmasına gönlü razı olmaz. Şahin Efendi ile aynı fikirde olduğundan hemen onun yanına giderek durumu anlatır.

Şahin Efendiden yardım ister. Şahin Efendi bir plan bulur. Plan aynen şöyledir: Bu çocuk çok zayıf olduğundan hafız olması için daha yeterli yaşta plmadığını gösteren bir rapor almak.Kasabadaki bütün doktorları dolaşırlar ama hepsi de çocuğun hafız olmasında bir sakınca olmadığını söyler. Artık bu çocuk olayı kasabanın dilinden düşmüştür. Bir gece sabaha karşı tüm kasaba halkı yangın nedeniyle ayağa kalkar. Yanan yer Kelami Baba Türbesi olduğunu görürler. Bu türbe onlar için o kadar kutsaldır ki bütün dertlere deva, işsizlere iş bulan ve ve hastaları iyileştiren bir yer olarak bilirler.Bu yüzden burayı yakanlara kafir diye sokaklarda haykırırlar.

Ertesi gün araştırma başlatılır. Yangın akşamı türbe yaınlarında Mehmet Nihat Efendi adında bir öğretmen in görüldüğü ortaya çıkar. Bu öğretmen kimsenin etlisine sütlüsüne karışmayan birisidir. Ailesine bile yakın davranmayan ayyaş bir adamdır. İçkiliyken Her zaman Kelami Baba Türbesinin yakılması gerektiğini söylermiş. Elde bundan başka delil yoktur. Kasabalılar onun cezasını çekmesinin gerektiğini ön görür. Mahkeme neticesinde hapse atılır. Şahin Efendi bütün bu olanlara karşılık onun suçsuz olduğunu savunan nadir kişilerdendir. Yakın arkadaşları olan Rasim ve Deli Necip ile Durumu tartışırlar. Sonunda bir avukat tutmaya karar verirler.

Hiçbir avukat Mehmet Nihat Efendiyi savunmayı kabul etmez. Çünkü hepsinde kasabalıdan tepki görmek düşüncesi vardır. Uzun çabalardan sonra onu savunacak bir avukat bulurlar. Bir hafta sonra kadar kasaba komiseri Kazım Efendi durumu aydınlığa kavuşturur. Suçlunun Kelami Baba’ nın oğlunun olduğunu tespit eder. Gerçek araştırılır ve Kelami Baba’ nın oğlunun türbedeki değerli eşyeları çalarak daha sonra türbeyi ateşe verdiği anlaşılır. Gerçek anlaşıldıktan sonra Mehmet Nihat Efendi serbest bırakılır. Şahin Efendi kazandığı bu büyük zafer karşısında çok memnun olur. Eyüp Hoca ve yandaşları başarısızlıklarından dolayı az da olsa kasabanın güvenini kaybeder.
Bir mayıs günü kasaba top sesleriyle uyanır. Yunanlılar kasabaya istila etmeye hazırlanmakta olduğu anlaşılır. Zaten Böyle bir şey daha önce beklendiği için bazı aileler kasabayı terk etmeye başlamıştı.

Şahin Efendi, deli Necip ve Rasim burada kalarak sonona kadar mücadele etmeye karar verirler. İlk önce Rasim, daha sonra mühendin Deli Necip ölür. Özellikle Deli Necip onun gözleri önünde öldürülür. Bu olay onu çok sarsar. Kendisinin de bu uğurda ölmesi gerektiğini düşünür. Bu sırada Şahin Efendi acele karakola çağırılır. Karakolda kendisine Yunanlılar tarafından gönderilen bir emir tebliğ edilir. Bu emir aynen şöyledir :” Şafin Efendi sen kasabada sözü geçen bir zatsın. Yunan Devleti’ nin Müslümanlat hakkında kötü bir niyeti olmadığına dair ahaliyi inandır.” Şahin Efendi, ilk önce bu durumu yadırgar. Ama biraz düşündükten sonra sonra halk için faydalı olacağı kanısına varır. Böylece işgal ortadan kalkabilirdi.Bu teklifi kabul eder.Kılık değiştirek halkın arasında ve Yunanlılardaki gelişmeleri takip eder. Hakikaten de olaylar düşündüğü gibi gider. Yunan baskısı azalır.

Artık Şahin Efendinin yeşil gecesi ortadan tamamen kalkmış Sarıova kasabası düşmandan arındırılmıştır. Zaten halifelik de kaldırılmıştır. İnkılaplar yapılmaya başlanmıştır. Birgün Şahin Efendi kasabadan ayrılır. Kendine yeni bir hayat kurmak için başka yerlere gider. On yıl kadar başka diyarlarda çalışır.On yıl sonra Sarıova’ ya geri döner. Sarıova kasabasını çok değişmiş görür. Kendi eseri gibi saydığı Emir Dede mektebine gider.Başmuallime kendisini takdim eder. Başmuallim onu şöyle tarif eder:”Sen on yıl evvel Yunanlılara yaltaklık eden başmuallimsin.Senin bu kasabada yerin yok.” der.
Şahin Efendi kasabayı dolaşarak eski tanıdıklarını arar. Bu kişilerden de aynı tepkiyi alır. Artık kasabayı terk etmekten başka bir çaresi yoktur. Üzüleceği yerde sevinmektedir. Çünkü bütün emelleri gerçekleştirilmiştir. Yeni inkılaplar yapılmıştır.

KİTABIN ANA FİKRİ

Bir insan ne kadar azimli olursa üstesinden gelemeyeceği iş yoktır.En kötü şartlarda olsa bile.

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

Şahin Efendi : Romanın en önemli kahramanıdır. Geri kalmış bir kasabanın yenileştirilmesi için çok çaba sarfetmiştir. Çoğu zamanda azmi sayesinde başarılı olmuştur. Hakkında birçok söylenti çıkmıştır. Ama hepsini birer birer yenmiştir.

Rasim : Şahin Efendinin fikirlerini savunan nadir kişilerdendir. Deli Necip’ le birlikte Şahin Efendinin en yakın arkadaşıdır.

Mühendis Deli Necip : Şahin Efendinin en yakın arkadaşıdır. Şahin Efendiyle yenileştirme çabalarına girmiştir. Ama amaçlarını gerçekleştiremeden şehit olmuştur.

Eyüp Hoca : Çok yaşlı olmasından dolayı kasaba halkı ona saygı duymaktadır. Şahin Efendinin yapmak istediği her yeniliğe karşı çıkmıştır. Sonunda Şahin Efendiye Mağlup olmuştur.

Mehmet Nihat Efendi : Hayatta hiçbir kimseyle duygusal bağı kalmamış olan bu adamın en önemli özelliği görevinde başarılı olmasıdır. Kasaba mektebinde Fransızca öğretmenliği yapmaktadır. Hakkında asılsız söylentiler çıkmıştır. Bu söylentllerin aslı olmadığı anlaşılınca hapisten çıkmıştır.

KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER

Kitap, bizim tarihimizi anlatmakla beraber , nasıl yenileşme çabalarının yapıldığını anlatmaktadır. Bütün zorluklara rağmen, Hepsinin üstesinden gelinmiştir. Kitapta çok fazla yabancı kelime kullanılmıştır. Oldukça sade ve akıcı bir dille yazılmıştır. Herkese bu kitabı okumasını tavsiye ederim.

YAZAR HAKKINDA KISA BİLGİ

Ünlü yazarlarımızdan Reşat Nuri Güntekin 26 Kasım 1889 yılında İstanbul’ da doğdu ve babası Doktor Nuri bey ‘ dir. Önce Çanakkale idadisinde okuyan Güntekin daha sonra İzmir ‘ de Fransız Frerler Mektebine devam etti.

Reşat Nuri Güntekin, 1912 yılında İstanbul Darulfünunu Edebiyat Şubesini bitirdikten sonra liselerde Edebiyat, Fransızca ve Felsefe okuttu. Milli Eğitim Bakanlığı Müfettişi olarak Anadolu ‘ nun çeşitli yerlerini Görme fırsatı buldu.
1939 ve 1943 yılları döneminde Çanakkale milletvekilliği yaptıktan sonra 1947’ de başmüfettişlik ve 1954’ te Paris Kültür Ataşeliği yaptı.

Romanları : Harabelerin Çiçeği (1918), Gizli El (1920) , Çalıkuşu (1922), Dudaktan Kalbe (1923), Damga (1924), Akşam Güneşi(1926), Ateş Gecesi (1942). Vb…

Hikayeleri : Gençlik ve Güzellik (1917), Tanrı Misafiri (1927), Leyla ile Mecnun ,Sönmüş Yıldızlar, Eski Ahbablar.

BeatLes
04-01-2010, 07:25 PM
Eski Hastalık

(Reşat Nuri Güntekin)

KİTABIN ADI : Eski Hastalık
KİTABIN YAZARI : Reşat Nuri Güntekin
KİTABIN YAYIN EVİ : İnkılâp Kitapevi
BASIM YILI : 1996

KİTABIN KONUSU

Farklı kültürler çerçevesinde yetişmiş iki insanın hayatlarını birleştirmeleri sonucunda meydana gelen mutsuz bir evlilik; aşk, tutku, sadakat ve vefa kavramları çevresinde dönen olaylar kitabın konusunu teşkil etmektedir.

KİTABIN ÖZETİ

Züleyha, küçük yaştan itibaren annesiyle birlikte İstanbul’da yaşayan bir kızdır. Batı kültürünün yaşam tarzında büyüyen ve eğitimini bu yabancı okullarda tamamlayan Züleyha’nın babası Ali Osman Bey, subay olup bu yıllarda Anadolu’nun düşman işgalinden kurtulması için Millî Mücadeleye katılır. Züleyha’nın İstanbul’da geçirdiği yıllar aynı zamanda İstanbul’un düşman işgali altında olduğu yıllardır. Bu sebeple batı kültürünün etkisi burada yaygın olarak görülmekte ve İstanbul sosyetesi de bu yaşam tarzına ayak uydurmaya çalışmaktadır. Züleyha, dayısı Şevki Bey’in tanınmış kişilerden olması sebebi ile bu yaşantıdan uzak değildir hatta bu yaşayış biçiminin yaygın olması için uğraş verenlerden birisidir. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra Millî Mücadele sona erer ve Ali Osman Bey, İstanbul’a geri döner.Yüz Temel Eser Özetleri, Kitap Özetleri, Roman Özetleri, Yüz Temel Eser, Özet

Fakat burada kalıcı değildir ve görevi gereği Anadolu’ya geri dönmesi gerekmektedir. Bu sefer ailesinden ayrı kalmak istemeyen Ali Osman Bey, ailesinin de kendisiyle birlikte gelmesini ister. Züleyha, tahsilini bahane ederek bir süre İstanbul’da kalmayı başarır fakat ilerleyen zamanlarda babasının ısrarlarına daha fazla dayanamayarak tahsilin yarım bırakır ve ailesinin yanına geri döner. Burasını kendisine bir zindan olarak gören Züleyha, bir süre kendisini odasına kapatır ve kimseyle konuşmaz. Yerli halka yaptığı kibirli tutumlarına ve onları hor görmesine rağmen buradaki insanların ona saygı gösterip samimî ve içten davranmalarına bir süre sonra alışır ve insan içine çıkmaya başlar. Baba sevgisine hasret olan Züleyha, artık vaktinin çoğunu babasıyla birlikte geçirmekte ve onun yaptığı kahramanlıkları, halkın onu ne kadar sevdiğini öğrenmekte ve babasıyla gurur duymaktadır. Bu süreç içimde babasının emir subaylığını yapmış olan ve babasının askerden ayrıldıktan sonra da görev yaptığı yerde yaşayan, buraların hatırı sayılır kişilerinden genç Yusuf ile tanışır.


Yusuf, Ali Osman Bey’e karşı gayet saygılı be savaş esnasında onunla omuz omuza çarpışmış Ali Osman Bey yaralandığında onu sırtında taşıyarak hayatını kurtarmış olan bir gençtir. Babası erken yaşta vefat edince babasından kalan çiftlik ve tarlalara bakmak onun sorumluluğu altına girmiştir. Dürüst ve içten tavırlarıyla Züleyha’nın hemen ilgisini çeken bu genç, Ali Osman Bey’in kızı olduğu gerekçesiyle Züleyha ile aynı ortamda bulunmaktan dahi kaçınır. Bu zaman zarfında Züleyha’nın annesi vefat eder. Artık İstanbul’a dönme umudunu tamamen yitiren Züleyha’yı babası ile Yusuf’un annesi olan Nefise Hanım teselli eder. Özellikle Züleyha’yı kızı gibi gören Nefise Hanım, Züleyha için bir dayanak olmuştur. Uzunca bir müddet kendine gelemeyen Züleyha’nın içinde bulunduğu bu psikolojik durum sona erince kendisini dünyadaki hiçbir şeyin mutlu edemeyeceğini her şeyin aslında boş olduğunu düşünmeye başlar. Daha sonra babasının da isteği üzerine Yusuf ile evlenir.

Farklı dünyaların temsilcileri olan Yusuf ile Züleyha’nın evliliği Züleyha’nın farklı tutum ve yaklaşımları sebebi ile çekilmez bir hâl alır. Züleyha’nın amacı; kendince modern çağın gereklerine göre kocasının davranışlarını değiştirmektir. Fakat bunu yaparken kalp kırıcı hırçın e söz dinlemeyen tavırlarını ortaya koymakta, eş durumundaki insanların samimiyetini asla göstermemektedir. Varlıklı bir ailenin oğlu olan Yusuf ise, hükmetmeye alışmış modern öğretim hayatına rağmen bu yaşam tarzını benimsememiş, dürüstlük ve sadakat kavramlarından asla taviz vermeyen bir şahıstır. Karısının bu tutum ve davranışlarına bir anlam veremeyen fakat ona karşı olan saygısından sesini çıkarmayan Yusuf aslında eşini çok sevmekte fakat bu sevginin karşılığını göremediği için yakınmaktadır. Züleyha, yaptığı evliliğin sadece bir mantık evliliği, aşk, sevgi gibi kavramların ise romantik edebiyattan kalma eski bir hastalık olduğunu düşünmekte ve davranışlarını da bu çerçeve içinde sürdürmektedir.

Bu sıralarda Ali Osman Bey de vefat etmiş ve Züleyha’yı kocasından başka burada tutacak hiçbir bağ kalmamıştır. Kocası ile yaptığı bir tartışmada evliliklerinin zaten böyle devam edemeyeceğini ve boşanmak istediğini belirtir. Bunun üzerine mahkemeye başvurulur. Mahkeme, boşama belgesinin bir yıl sonra verileceğini aralarındaki bu durumun bir yıl daha devam edeceğini ilan eder. Bu karar üzerine tekrar İstanbul’a dönen Züleyha, dayısı Şevket Bey’in de teşviki ile eski hızlı yaşantısına geri döner. Bir gece yabancı bir erkekle geçirdiği trafik kazasını yaralı olarak atlatan Züleyha’nın bu durumu gazetelere birinci sayfadan girer ve tüm İstanbul sosyetesi bu durumu konuşur. Dayısı tanınmış bir şahsiyet olduğundan bu skandalın kendisinin itibarını sarsacağından korkarak apar topar İzmir’e yerleşir. Bu esnada Züleyha hala hastahanede kalmakta ve içinde bulunduğu bu utanç verici durumdan nasıl kurtulacağını bir daha arkadaşlarının yüzüne nasıl bakacağını düşünür. Tüm bunların yanı sıra artık İstanbul’da kimsesi de kalmamıştır.

Züleyha, hastaneden kendisini birisinin almaya geldiğini öğrendiğinde şaşırır. Hatta bu kişinin Yusuf olduğunu öğrenince küçük bir şok geçirir. Artık eş durumunda olmamalarına rağmen Yusuf, İstanbul’a gelerek Züleyha’yı hastahaneden alır ve özel bir vapurla Gölyüzü’ne geri dönmek için yolculuğa çıkarlar. Yolculuk esnasında Yusuf, Züleyha’nın rahat etmesi için elinden gelen her şeyi yapar. Hatta yol üzerindeki tüm sahil kasabalarına uğrayarak Züleyha’ya buraları gezdirir. Bu vapur yolculuğunda evli oldukları zamanlara göre daha bir mutlu ve anlaşma içinde görünen Züleyha ile Yusuf arasında her ikisinin de birbirinden saklamaya çalıştıkları bir yakınlaşma göze çarpar. Nihayetinde Gölyüzü’ne ulaşırlar ve burada Züleyha, Nefise Hanım tarafından sanki hiçbir şey olmamış gibi karşılanır. Bu durum Züleyha’nın dikkatinden kaçmaz ama Nefise Hanım’dan bu olay karşısında utandığı için hiçbir şey diyemez. Ardan birkaç ay geçtikten sonra Yusuf elinde mahkeme kararı ile eve döner. Kararda verilen bir yıllık müddetin dolduğu artık tamamen özgür iki insan oldukları ve bununla birlikte Yusuf’un bir miktar nafaka ödemesi gerektiği belirtilmektedir. Züleyha, bu kararı duyunca artık burada duramayacağına karar verir ve İstanbul’a geri dönmek ister. İstasyonda kendisini İstanbul’a ***ürecek olan treni beklerken Yusuf’a kendisini niçin hastahaneden aldığını bunca rezilliği temizlemek için uğraştığını ve tüm bunlara kendisine yüz vermeyen birisi için neden katlandığını sorar. Yusuf ise tüm bunları yapmasının tek sebebinin Ali Osman Bey’in adının lekelenmesine gönlünün razı olmadığını, yaptığı her şeyin Ali Osman Bey’e karşı duyduğu saygıdan dolayı olduğunu belirtir. Bunun üzerine Züleyha gözyaşları içinde trenine biner ve yola koyulur.

KİTABIN ANA FİKRİ

İnsan ilişkilerindeki en önemli husus karşılıklı sevgi ve saygıdır. Tüm bunların ötesinde eğer ilişki içinde bulunduğumuz kişi hayat arkadaşımız ise bu bağların daha da kuvvetlendirmemiz ve bunların yanı sıra aşk, sadakat ve vefa kavramlarını da benimsememiz gerekir.

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

OLAYLAR

Kitaptaki olaylar çok iyi kurgulanmakla beraber yapılan tasvirlerle daha da kuvvetlendirilmiş, olayda gerçek dışı diye nitelendirebileceğimiz hiçbir öğeye yer verilmemiştir. Olaylar abartısız olarak anlatılmıştır.

KİŞİLER

ZÜLEYHA: Çevresindeki kişilerden ve olaylardan kolaylıkla etkilenebilen, yabancı okullarda aldığı eğitim sebebiyle bu yaşam tarzını benimsemiş birisidir. Bu özelliğini kullanarak insanlar üzerinde otorite kurmaya çalışır ve yersiz gururu nedeniyle karşılıklı ilişkilerde başarısızdır.

YUSUF: Avrupa’da bir süre yaşamasına rağmen bu yaşam tarzını benimsemeyen ve Millî Mücadele yıllarında özellikle Fransızlara karşı Ali Osman Bey ile birlikte çarpışan bir gençtir. Ali Osman Bey’i çok sever ve onu babası yerine görür. Gelenek ve âdetlerine oldukça bağlı olan Yusuf, Züleyha’yı çok sever fakat bu sevgisinin karşılığını göremediğinden sadece Ali Osman Bey’e duyduğu saygıdan dolayı kızını bu utanç verici durumdan kurtarır.

ALİ OSMAN BEY: Memleketini ve insanları çok seven buna karşılık halkın saygısını kazanmış bir komutandır. Savaş esnasında ailesiyle birlikte olamaz fakat savaştan sonra ailesini bir arada tutmak ister. Kızı Züleyha’nın modernleşmek görüntüsü altında insani duygulardan uzaklaşmasına engel olmak ister.

KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER

Kitap konusu ve olayları itibarıyla oldukça sürükleyici, bilgilendirici ve düşündürürcü olup Reşat Nuri GÜNTEKİN’in ustaca kaleme aldığı bir eser niteliğindedir. Bütün arkadaşlarıma tavsiye ederim.

KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ

Reşat Nuri GÜNTEKİN, 1889’da İstanbul’da doğdu. Edebiyat Fakültesi’ni bitirdi. Liselerde öğretmenlik, müdürlük, Millî Eğitim Müfettişliği, Paris Kültür Ataşeliği yaptı. UNESCO’da Türkiye’yi temsil etti. Romanları, hikâyeleri, tiyatro eserlerinin yanı sıra çeşitli çevirileri de vardır.

BeatLes
04-01-2010, 07:25 PM
Çanlar Kimin İçin Çalıyor

(Ernest Hemingway)

KİTABIN ADI : Çanlar Kimin İçin Çalıyor
KİTABIN YAZARI : Ernest HEMINGWAY
YAYINEVİ VE ADRESİ : Varlık Yayınları Ankara Caddesi / İSTANBUL
BASIM TARİHİ : Mayıs 1996

KİTABIN YAYIM MAKSADI

Nobel Ödülü Kazanmış Olan Amerikalı Dev Romancı Ernest Hemingway ‘İn İspanyol İç Savaşını Konu Olarak Ele Alan Romanıdır.

KİTABIN ÖZETİ

Roberto Jordan; sarı saçlı, rüzgar ve güneşle yanmış yüzü, ince yapılıydı. Çok zor bir göreve seçilmişti. Gerçi daha önce birçok defa yaptığı işlerden biriydi ama yinede General Golz onu bu görev için bizzat kendi görevlendirmişti. General Golz, Roberto Jordan ‘ın şimdiye kadar çalıştığı en iyi general olmasına rağmen, tümeninin taarruza başlamasıyla beraber köprüyü uçurması gerekecekti. Uçakların bomba sesleri duyulunca köprü uçmuş olacaktı.

Aşağıda yaşlı adam onu arabada beklemekteydi. 68 yaşına rağmen dinç ve kuvvetli bir görüntüsü vardı. Dağda Amerikalıya yardım edecek çetelerin hepsini tanıyordu. Gerçi çoğu işe yaramaz adamlardı ama tren işini iyi yapmışlardı. Kashlein görevini çok iyi yapmış, treni bölgedeki çetelerle beraber havaya uçurmuştu. Daha sonrada başka bir iş esnasında ölmüştü.

Yaşlı adam Roberto ‘yu köprüye ***ürdü. Köprünün iki yanında iki nöbetçi vardı ve biraz uzağında 7 askerin kaldığı bir karakol vardı. Dinamitleri, yarım saatlik uzaklıkta bir tepede olan Pablo’ nun yerine ***ürdüler. Ağaçların arasında olan bu yerde Pablonun dört atı vardı. Pablo 50 yaşını geçmişti, çok akıllı ve tecrübeli bir adamdı. Tren işinde o da vardı. Çingene, Fernando, eşi Pilar ‘da. Tren işi esnasında kurtardıkları Maria’ yı hepsi de taşımışlardı.Yüz Temel Eser Özetleri, Kitap Özetleri, Roman Özetleri, Yüz Temel Eser, Özet

Pablo Cumhuriyetçiydi, çetelerin hepsi Cumhuriyetçiydi. Ama köprü işini öğrendiğinde Pablo ‘nun hoşuna gitmedi bu iş. Tren işi daha mantıklı idi. Onun kadar kampta sözü geçen Pilar, Roberto ‘yu destekleyince diğerleri de desteklediler. Pilar başkanlığı Pablo ’nun elinden aldı ve köprü için Roberto ‘ya yardım edeceğini söyledi. El Sordo (diğer çete reisi) ‘nun da yardım edeceğinden şüphe yoktu. Dağlarda yüzlerce adam olmasına rağmen El Sordo ‘nunkilerle beraber topu topu 18 kişi bulabilmişlerdi. Diğerleri güvenilir değildi. Köprünün imha edilmesinden dolayı Pilar ve Sordo adamlarıyla beraber bu bölgeyi terk etmek zorunda kalacaklardı. O akşam Sordo gelmeyince ertesi gün Pilar ve Maria ‘yla beraber, Roberto Jordan El Sordo ‘nun yanına gitmeye karar verdiler. Maria trenden baygın halde kurtulmuştu. O zamanlar saçı tamamen kesilmiş olmasına rağmen, büyüdükçe Maria güzelleşmişti. Daha tamşah bir gün olmasına rağmen Maria ve Roberto birbirlerini sevmişlerdi. Pilar, Roberto ‘dan bu iş bitince kızı ***ürmesini istemiş, Roberto ‘da kabul etmişti.


El Sordo Cumhuriyetçi ruhunu dağlarda koruyan ender çete reislerinden biriydi. Roberto Jordan, El Sordo ‘nun kendisine yardım edeceğinden emin olmuştu. Altı at vardı. El Sordo, daha sonraki kaçış için gereken atları bulmak için gayret göstereceğini söyledi. Ne de olsa köprü işinden sonra buralardan gitmek zorunda kalacaktı.

Roberto, Maria ve Pilar akşama doğru barınaklarına döndüler. Pablo köprü işinden yana değildi. Roberto Jordan onu öldürmek zorunda olduğunu biliyordu. Diğer adamların hepsi de onun ölmesini istiyorlardı. Köprü işini bozabilirdi Pablo. Bir an mağaradan dışarı çıkan Pablo ‘nun kaçtığını düşündü herkes. Çünkü kaçarken birkaç dinamit lokumu da ***ürmüştü.

Roberto dışarıda yatmaya alışkındı. Gece bayağı ilerlemiş ve Maria ‘nın güzelliği onu büyülüyordu. Maria sıcacıktı. Bir ses üzerine arkaya dönünce Faşist Süvarilerden birini karanlıkların arasından zorda olsa seçebildi. Tabancasıyla onu vurdu. Tam kalbine gelmişti mermi. Diğer süvarilerinde gelmesi yakındı. Adamlarıyla beraber pusu kurdu ve kardan ayak izini takip etmesini beklediği diğer süvarileri bekledi. Süvariler bekledikleri gibi geldiler. Onları farketmemişlerdi, ama ilerlemelerine devam edip gittiler.

Silah sesleri Sordo ‘nun barınağından geliyordu. Atları satan Sordo ’nun yerini bulmuşlardı. Birkaç saat sonra silah sesleri kesildiğinde Sordo ve adamları ölmüştü.

Artık yalnızdılar. Andreas ‘ı, Roberto ‘nun verdiği notu ***ürmek için General Golz ‘un yanına gönderdi. Köprü sabaha uçurulacaktı.

Pablo gece yarısı beş abamla geldi. Pablo kaçamamıştı. İhaneti kendine yedirememişti. Roberto Pabloyu karşısında görünce ümitlendi. Köprü işi olabilirdi.

Pilar ve yanındakiler üstteki karakolu, Pablo yeni getirdiği beş atlı ile alttaki karakolu imha edecekti.

Uçakların bombaları sabaha karşı duyuldu, Anselmo ve Roberto köprüdeki iki nöbetçiyi öldürdüler. Roberto dinamitleri yerleştirirken acele edemezdi. Neredeyse başarmak üzereydi. Diğer iki karakoldan silah sesleri ardı ardına geliyordu. Dinamitleri yerleştirdi ve Anselmo ile beraber ipi germeden köprüden bir miktar uzaklaştılar. Pilar ve yanındakiler karakolu halletmişlerdi ama iki adamı ölmüştü Pilar‘ın. Roberto ipi çekti ve köprü ortadan ikiye ayrıldı. Gökden yağan demir parçalarından biri Anselmo ‘yu öldürmüştü. Yaşlı adam çok küçük gözüküyordu.

Pablo tek başına kurtulmuştu tanktan. Karakolu imha edememişlerdi ama Pablo tek başına kurtulmuştu. Artık herkese yetecek kadar at vardı. Maria çok seviniyordu, Roberto yaşıyordu. Atlarla hızla ilerliyorlardı. Pablo ‘nun kaçmak için çok güzel planları olsa gerekti.

Bayırı çıktıkça Roberto ‘nun atı yavaşlıyordu. Zavallı hayvanın nefesleri bile hızlanmıştı. Büyük bir gürültü ile Roberto ‘nun ayağı, düşen atın altında kalmıştı. Ayağı kırılmış ve kırık kemik Roberto ‘nun kaslarını yırtmıştı. Daha fazla ilerleyemezdi..

BeatLes
04-01-2010, 07:26 PM
Vadideki Zambak

(Honore De Balzac)

Kitabın Adı : Vadideki Zambak
Kitabın Yazarı : Honore de Balzac

KİTABIN ÖZETİ

Aristokrat bir ailenin küçük oğLu Felix de Vandennesse, ailesinin sıcak sevgisinden ,ilgisinden yoksun, otoriter bir ortamda yetişmiş çalışkan bir çocuktur.Restauration devrinin yakLaştığı sırada Felix’i babası Tours’a çağırır.Felix, babasının davetine hemen itaat eder.Tours’a gittikten sonra bir gün bir baLoya katıLır.Baloda bir genç kadın görür.Onun güzelliği karşısında adeta büyüLenir, ona karşı derin bir sevgi duyar.Bu genç kadını uzun süre unutamaz.

Bir gün, İndre nehrinin kıyısında Clochegourde satosunda bu genç kadınLa karşıLaşır.enç kadının adı Kontes Henriette de Mortsauf’tur.Feliz, kadının güzeLLiğinin vadinin adı ile özdeşLetiğini düşünür.Vadinin adı Zambak’tır.Henriette de tıpkı zambaklar gibi temizi saf ve güzeLdir.Felix ve Henriette tanışırLar.Henriette, Felix’e hayat hikayesini anlatır.Henriette, evLidir ve kocası asık suratLı, sert, soğuk bir insandır.Mutsuz bir hayatı vardır.Felix de ona aiLesinin haLLerinden, kederLi çocukLuğundan bahseder.KarşıLıkLı dertLeşmeLer her ikisinie birbirine yakınLaştırır.AraLArında temiz fakat gizLi bir aşk başLar.SürekLi görüşmektedirLer.Bir gün, Felix’in mevki sahibi oLabiLmesi için buradan uzaklaşması gerçeği iLe yüz yüze geLirLer.Yüz Temel Eser Özetleri, Kitap Özetleri, Roman Özetleri, Yüz Temel Eser, Özet


Feliz, saraya girer, XVIII. Louis’in dikkatini çekmeyi başarır ve kısa zamanda danıştay başyardımcıLığına kadar yükseLir.Aşkına sadıktır, Henrietteyi asLa unutmaz, sürekLi mektupLaşırLar.İki yıLLık bi ayrıLıktan sonra tekrar görüşürLer.Henriette’nin kocası uzun süren bir hastaLığa yakaLanınca Henriette iLe Feliz arasındaki iLişki daha da derinLeşir.Fakat bir süre sonra feliz, Paris’e dönmek zorunda kaLır.

Felix paristeki hayatı sırsında, elif tabakadan Lady Dudley adından biri iLe tanışır.Onun gösterişinden etkiLenir ve bir süre sonra aşık oLduğunu zanneder.Bu oLayı öğrenen Henriette hastaLanır, sonunda felixi affetsede bu hastaLık oun öLümüne neden oLur.GüzeL, parıLtıLı ingiLiz Lady’den bıkan feLix, Clochegourde’e geri döner.Geldiğinde Henriette can çekişmektedir.Henriette, ona bir mektup bırakmıştır.Mektupta; aşkı,arzuLarı ve ahLaki değerLeri, eş oLma sorumLuLuğu arasında yaşadığı çeLişkiLer, çatışmaLar yazmaktadır.Henriette, sonuna kadar ahLakını muhafaza etmekLe birlikte pek çok kez içinde savaşlar yaşamıştır.Feliz, bir süre sonra kendini toparLamaya çaLışarak Paris’e döner.Orada, kendini edebiyata,biLime,poLitikaya vererek avutmaya çalışır.

BeatLes
04-01-2010, 07:27 PM
Da Vincinin Şifresi

(Dan Brown)

Kitabın adı : Da Vincinin Şifresi
Kitabın Yazarı : Dan Brown

Kitabın konu ettiği sırrın Hıristiyanlığın temelinden sarsacak bir sır olduğu üzerinde duruluyor. Ama sır hakkında kesin bir görüş yok. Sadece Kutsal Kase’den bahsediyorlar ve bunun gerçekten bir kase olup olmadığından da şüpheliler. Bu bir belge de olabilir diye düşünmekteler. Sır hakkında tahminleri de “Hz. İsa’nın aslında Tanrı’nın oğlu olmadığı”, onun aslında sıradan bir insan olduğu “düşüncesinden yola çıkıyor galiba. Ve güvenilir tarikat üyeleri de bunu ömürleri yettiği müddetçe ve saklayacak ve sırrı açıklama zamanı gelinceye kadar (çünkü sır zamanı gelince açıklanacak) yerlerine geçebilecek kişileri gözlüyorlar ve yetiştiriyorlar. Ama her birinin (bu kişiler 4 kişi) ömrü de beklediklerinden kısa sürüyor. Sırrı ele geçirmeye çalışan Vatikan Piskoposluğu ellerini çabuk tutup bu tarikat üyelerinin yerlerini bulup her birinden sırrın saklı olduğu yeri öğrendiklerini sanıp 4 kişiyi de öldürüyorlar. Ama onlar bu yolda ant içmiş kişiler oldukları için “ser verip, sır vermeyen” kişilerdi.

Her biri de aynı hikayeyi kelimesi kelimesine söyleyince doğru sanıp adamları öldürüyorlar. Ve olaylar son kişi olan Müze Müdürü’nün öldürülmesiyle başlıyor. Müze müdürü sırrın kendisiyle birlikte ölmesine razı olmadığından bir şekilde şifrelerle örülü ipuçları bırakarak ölüyor. Torunu ve bu konuda uzman Langdon şifreleri birer birer, her türlü engellemelere rağmen çözüyorlar. Ama sonuçta hiçbir sır ortaya çıkmıyor. Çünkü bu olay sadece Langdon’un gördüğü bir rüyadan ibarettir.

Sion Tarikatı-1099 yılında kurulmuş olan gizli Avrupa Cemiyeti gerçek bir topluluktur. 1975 yılında Paris’in Milli Kütaphanesi, Sir lsaac Newton, Batticelli, Victor Hugo ve Leonardo da Vinci de dahil olmak üzere, Sion Tarikatı’nın sayısız üyelerinin isimlerini içeren, Les Dos***rs Secrets (Gizli Dosyalar) diye bilinen parşömenleri ortaya çıkarmıştır. Opus Dei olarak bilinen Vatikan Piskoposluğu, beyin yıkama, baskı ve “bedensel çile” denen tehlikeli bir ibadet yapıldığına dair tartışmalar yaratan, koyu dindar bir Katolik mezhebidir. Opus Dei’nin New York’ta 243 Lexington Caddesi’ndeki 47 milyon dolara mal olan Dünya Merkez Bürosu’nun inşaatı henüz tamamlanmıştır. Bu romanda bahsi geçen tüm sanat eserleri mimarı yapılar, belgeler ve gizli ayinlar gerçektir.Yüz Temel Eser Özetleri, Kitap Özetleri, Roman Özetleri, Yüz Temel Eser, Özet

Kitap daha ilk sayfalardan itibaren diğer sayfaları merak ettiren bir özelliğe sahip. Bu sürükleyicilik özelliği benim kitabı kısa bir sürede zevkle okumamı sağladı. Kitabının konusunun ilginçliği yanında içerisinde geçen çoğu unsurun gerçekliğini belirtmeleri beğenileri artıyor diye düşünüyorum. İşte kitapta “GERÇEK” başlığıyla belirtilen şunlar; Şifrelerle örülü büyük bir sır… işte insanlar şimdilerde bu sırrın peşinde. Hayatta herkesin bir sırrı ve o sırrı erişilmez kılan bir şifresi yok mu? Bir düşünelim bu hayatta şifrelerle koruduğumuz neler var? ATM kartımız mı? Bu da bir şey… Ama bazılarının bundan daha fazlasını korumaya ihtiyacı var. Devletler, ordular, şirketler sırlarını korumak için büyük paralar harcıyorlar.

Kitabın konu ettiği şifreleri kriptoloji çalışanı ve şifreler hakkında uzmanlığı olan kişi zorda olsa birer birer çözdü. İşte buradan hareketle benim aklıma “nerde kaldı, şifrelerin çözülmezliği” diye bir düşünce belirdi. Bunun düşünürken Internet’te okuduğum bir yazıda Türkiye’nin şifre üreten bir kurumu varmış. UEKAE… ve bu kısaltmayı da sadece Türkiye’de ilgililer biliyormuş. Uluslar Elektronik Kriptoloji Araştırma Enstitüsü. Bu kurum TÜBİTAK’a bağlıymış. En büyük müşterisi de Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere devletin sırrının saklanmasına ihtiyaç duyulan diğer birimleriymiş. Yani bu kurum modern “Da Vinci Şifreleri” yazıyormuş. Tarih boyunca “güç” kavramı ile kripto (şifre) kavramı hep yan yana durmuş. Gücü pekiştiren hep gizlilik olmuş. UEKAE’de şimdi Türkiye’nin en güçlü resmi kurumlarına hizmet veriyor demek oluyor. Kurumda çalışanlar filmlerdeki gibi bir odada şifre oluşturur. Kötü adamlarda bu şifreleri kırmaya çalışırlar ya hep, işte kurumlardakiler de filmlerdeki gibi özel kişilermiş. Bunlar özel güvenlik kriterline göre seçilip, her çalışan “yaptığı işin gerekleri konusunda bilinçli ve güvenliğe sonuna kadar riayet eden kişi” olarak tanımlanıyormuş. Yine bina güvenliği o kadar önemli ki güvenlik düzeyleri, Milli ve NATO Tesis Güvenlik belgeleri ile tescil edilmiş.

İşte dünya üzerinde bilgilerin yanlış ellere geçmesi korkusuyla oluşturulan ciddi bir “kripto (şifre) endüstrisi” bulunuyormuş. Kişisel güvenlik bir yana, devletler, ordular ve büyük şirketler için bu konu çok mühim. Birde bunun tam tersi mevcut tabi. Devletlerden, ordulardan ve büyük şirketlerden “kötü niyetle” bilgi saklamaya yada onların bilgilerin çalmaya çalışanlarda var…
O halde şöyle denilebilir. Ortada Da Vincinin şifresini yaya bırakacak bir şifre sektörü bulunmakta. Kısacak Dan Brown çok güzel bir iş çıkarmış. Kurgu, anlatım, ayrıntılar çok güzel. Eleştirilerin çoğu bu yönde olumlu karakterdi. Diğer kitapları içinde aynı şeyler söyleniyor. Sırada okuyacağım kitapları onlar oluşturacak gibi görünüyor.

Sırlar ve onu koruyan, saklayan şifreler hayatımızda hep var oldu ve her zaman var olacaktır. Tabi bunları öğrenmeye çalışan kişiler de… Vejetaryenliğin Yararları adlı kitabı bir öneri üzerine okudum. Tabi istemeyerek değil. Vejetaryen insanların ne düşündüklerini, bu yeme alışkanlığını neden benimsediklerini merak ediyordum ve gerçeklerini öğrenmek istedim.
Mesela kitaptan bir bölümü aynen aktarmak istiyorum. “İnsanın Doğal Besini2 başlıklı bölümde:

“İnsanın vejetaryen olmasını güçlendiren kanıtlar sanıldığından daha açık ve hissedilir şekildedir. Her şeyden önce doğaya bir göz atacak olursak, bu mahir kimyagerin yeryüzündeki her varlığın yiyeceğini kılı kırk yaran bir bilimsellik içinde bünyesine uygun olarak hazırlayıp sunduğunu görürüz. Öyle ki bunlar, onun sırları karşısında saygı ve temkinle başımızı eğmek zorunda bırakır bizi. Mesela bir bitki bataklık için, diğer çöl için yaratılırken, bir hayvanın ağzı atlamak, diğerinin dişleri parçalamak için yaratılmıştır. Yani her biri bünyesine ve bedensel gereksinmelerine yaraşır şekilde ve binlerce yüzyıl sürecinde bir yiyeceği kabul etmiştir. Bir kamış bataklıktan alınıp çöle dikilirse derhal kurur; meyve yiyen bir maymuna et yedirilirse çok geçmeden hayvanın kılları dökülür ve hastalanır..

İnsan yapısı itibarıyla yasalar dışında kalan ve diğer canlıların yaşamlarını düzenleyen bir varlık değildir. O da tabiattan doğmuş ve hayvanların evrimi sonucunda ortaya çıkmıştır. Bu nedenle yakından bağlıdır onlara. Her bakımdan diğer canlılarla karşılaştırılacak olursa, insanın ne yırtıcı, ne de otlayıcı hayvanlara benzediğini görürüz. İnsanın bedeni et yiyecek şekilde yaratılmış olsaydı, yırtıcı hayvanlar gibi vahşi hayvanların peşinden koşup, canlı avı pençe ve dişleriyle parçalayarak ham eti, damarı, siniri, derisi ve kemiği ile birlikte yiyebilmesi gerekirdi. Oysa o kendini, yetiştirilip öldürülen, hazırlanıp pişirilen hayvan kaslarını yemeye ikna etmiştir. Bunların tümü doğaya aykırıdır.”

İşte bu gibi bölümlerden anlaşıldığı üzere kitap yazarı düşüncelerini gayet kesin bir şekilde belirtiyor. Yani “Nuh diyor, Peygamber demiyor.” Etin kesinlikle yenilmemesi gerektiğini savunuyor insan sağlığı için hiçbir faydasının olmadığı birçok zararının olduğunu irdeliyor. Kitabı okuyanlar bari tiksinsin ve et yemeği bıraksın diye de et demiyor da hayvan leşi gibi kelimeler kullanıyor. İlk başta tiksinir gibi olmadım değil ama alışmışız ete karşı hiçbir yoğuma yaratmadı. Ama doğruyu söylemek gerekirse eğer havyanlar kitapta belirtilen eziyetleri görüyorlarsa çok feci bir durum. Hiçbir canlı öyle bir muamele görmek istemez ve hak etmezde. Bu yüzden insanlar bazı konularda gerçekten çok acımasızlar. Kitapta aynen anlattığı üzere;

Ama bunların kurban edilişleri o kadarda kolay gerçekleşmiyor. Öldürmeden önce hayvana vahşice davranıyorlar. Hayvan sürüleri uzak şehirlerden on beş veya otuz gün boyunca sopa veya kamçı darbeleri altında naklediliyor. Hayvanlar yorgunluktan yığılacak olsalar, üvendirelerle kaldırılıyorlar. Kimi zaman birkaç gün yemeden içmeden yakıcı güneş altında yada pis ve kokmuş ağıllarda bırakılıyorlar. Bunlardan bazıları ölüyor. Yada biri doğuracak olsa, sürüden geri kalmasın diye yavrusunu annesinin gözü önünde kesiliyorlar. Hayvancıklar daha yol yorgunluğunu atmadan kamçıyla mezbahaya gönderiliyorlar. Bu pis ve hüzün verici binaya girer girmez yürek sıkıştıran kan kokusu, nemli zemin, her yandan akan taze kan, hayvanların canhıraş feryatları, kendi kanına bulanmış ve seğiren cesetler, iki tarafına leş asılmış yarı canlı cılız atlar, leşleri satın almak için koşuşturan kasaplar,…

Sonra hayvanları zorla birbirinden ayırarak, sürükleye sürükleye bir köşeye ***ürüyorlar; ayaklarını bağlayıp büküyorlar. Hayvan ayağa kalkmaya yeltense tekmeyle zorla yere yıkıyorlar…” İşte bu gibi bölümler gerçekten yaşanıyor ve yaşatılıyorsa insanlar zevkleri için hayvanlara olmaması gereken eziyeti yapıyorlar demektir. Ama yine de insanlar et tüketiyorlar ve madem insanlar otobur yaratıldıysa neden et tüketiyorlar? Vejetaryenlerin de sayısı bu tespite göre oldukça da az. Tespit derken insanların aslında otobur olarak yaratıldığı görüşü. Buna kanıt olarak da şu satırlar bulunmakta”. …Şimdi insanın sindirim sistemini etobur, otobur ve her şeyi yiyen hayvanlarla karşılaştırarak bunlardan hangisine benzediğini görelim: Her şeyden önce insanın dişleri meyve yiyen iri maymunların dişlerine benzer. Çünkü yırtıcı hayvanlarda kesici dişler çok küçüktür. Köpek dişleri ise bunun aksine kalın ve uzundur. Öğütücü, sivri ve keskindir. Böylece avladıkları hayvanları parçalayıp etlerini parça parça ederek yutarlar… Kısacam meyve yiyenler, maymunlarla aynı seviyede dişe sahiptir ve sadece köpekdişleri belli belirsiz yükselir. Ancak parçalama işlemini gerçekleştiremez…”

İşte bu kitap bu gibi bölümlerde yapılan açıklamalarla sürüp gidiyor. Ve biz insanlar yada et tüketen insanlar için bu kitabın “Asıl olan vejetaryenlik” diye diretmesi yine de bizim için hiç fark etmiyor. Çünkü bizler yine et tüketmeye devam edeceğiz ve tüketiyoruz da.

Tabii ki herkesin görüşlerine, düşüncelerine saygımız da sonsuzdur diye düşünüyorum ben. Ne kadar da et yemeyen biriyle karşılaştığımızda “Aa!! Sen neden et yemiyorsun, çok önemli bir besin kaynağından mahrum kalıyorsun?” desek ve onlar da aynı şekilde “Siz ne diye bünyenize bu kadar zararı olan ve hiçbir faydasını görmediğiniz, en önemlisi bir canlının yaşama hakkını elinden alarak bu gereksiz beslenme tarzını sürdüyorsunuz?” deseler de “Huylu huyundan vazgeçmez misali her iki tarafta diretiyor. Ama bu gruplar arasında bir geçiş yaşanıyor mu? Bunu bilmiyorum.

Ve kitapta bahsedilen etin bir faydasının olmadığı konusunda bizim Türk doktorları hiç öyle demiyor. Temel besin kaynaklarımızdan biri olduğunu ifade ederler. Peki biz hangisine inanacağız? diye bir soru her insanın aklına gelir. Ama ben bu şekilde bir sorunun cevabını bizim inancımıza göre et yemenin bir sakıncasının olmadığını ve bize adanmış bir Kurban Bayr*****n da var olmasından dolayı gereksiz bulurum. Yani et yemenin hiçbir sakıncasının olmadığı görüşündeyim. Tabi her şeyin bir ölçüsü, dengesi olduğu gibi bunun da ölçülü yapılması gerekir diye düşünüyorum.

Özetle diyebilirim ki kitap kendince kanıtlar öne sürerek ve açıklamalar yaparak kendi yaşayış tarzının doğru olduğunu kesin bir dille belirtiyor. Bazı bölümlerine de katılmadım değil ama önce de belirttiğim gibi “Huylu huyundan vazgeçmez”. Ayrıca vejetaryenler kendi beslenme biçimlerini bir yaşam tarzı yapmışlar. Bizim de bu beslenme yaşam tarzımız.

BeatLes
04-01-2010, 07:27 PM
Robinson Crouse

(Daniel Defoe)

Kitabın Adı : Robinson CROUSE
Kitabın Yazarı : Daniel DEFOE
Kitabın Basımevi : Bilgi Yayınevi
Kitabın Basım yılı : 1994
Çeviren : Ayla ŞENTÜRK

YAZAR HAKKINDA BİLGİ

Lodra’da doğdu. Gerçekciliği benimseyen ilk İngiliz yazardır. Yoksul bir ailenin çocuğudur. Babası ailenin geçimini kasaplık yaparak sağlamakta idi. Yazar geçimin sağlamak için çeşitli işlere girip çıkmıştır. Avrupanın çeşitli ülkelerini dolaşarak armotörlük ve politik alanda önemli rol oynamıştır. Yazmaya 22 yaşında din adamları aleyhine bir broşür yayınlamakla başladı. 1685 ‘deMouncount Dükünün emri altındaki ihtilalcilere katıldı ve cezalandırılmaktan zor kurtuldu. 1701 yılında hiciv şiiri “Gerçek İngiliz’i” yayınladı. Hükümet aleyhine yazdığı yazılar yüzünden hapse girdi.hapisten Çıktıktan sonra Peview adında bir dergi çıkardı.En önemli eseri Robinson Crusoe’yi yazdığı zaman 60 yaşına gelmişti. 1731 yılında Londra’da öldü.

ESERİN ÖZETİ

Robinson Crusoe orta halli bir İngiliz ailenin çocuğu idi . Babası Robinsonun iyi bir iş tutup sakin bir hayat sürmesini arzuladığı halde,Robinson denizlere açılıp maceracı bir hayat sürmeye öylsine can atıyorduki, en sonunda evinde daha fazla kaşlamayacağını anladı.Büyüklerin haberi olmadan ilk yolculuğa çıktı.Gemi mütiş bir fırtınaya tutulmuştu.Robinson’u öyle bir deniz tutmuştuki karaya sağsalim kavuşamamaktan korkuyordu.Karaya bir çıksam bir daha denizlerin adını anmıyacağım diye düşünüyordu.

Karaya sağsalim çıktıktan sonra arzuları yeniden depreşti.tüccarlığa başlıyarak Avurpaya mal ***üren bir gemiye girdi.Bindiği gemiyi birFas korsan esir aldı.Fas kıyılarında bir limana esir olarak ***ürüldü.Orada hayatı öyle zor şartlar altında geçiyorduki ilk fırsatta küçük bir sanadala atlatıp kaçtı.Bir Portekiz yük gemisi onu buldu ve Birezilya’ya bıraktı.

Bir İngiliz çifti ona Afrikaya gidip köle getirmesini önerince Robinson’un denizlere açılma arzusu yeniden uyandı,geçirdiklerini unutarak yeniden yola çıktı.Bu yolculuk Robinson’unun hayatında bir dönüm noktası oldu ve büyük serüven böyle başladı. Gemi Güney Amerika Sahillerinden biraz uzakta bir adanın yakınlarında bir kaya çarpıp parçalandı.Yolcu ve mürettabattan yalnız Robinson kurtuldu.Dalgalar onu kıyıya sürükledi.Adada hiç kimse yoktu.Vahşi hayvanların bulunduğunu gösteren birbelirtide göze çarpmıyordu.Robinson batmış gemiden çeşitli araçlar ve yiyecek alarak adaya sandalla taşıdı. Önce küçük bir tepenin eteğine yelken bezinden bir çadır kurdu.Herşeyden önce barutunu dikkatle saklıyordu.Robinson’un ikinci düşüncesi yiyecek stokuydu.İlk günlerde elinden geldiği kadar az yiyecek tüketiyordu.Yüz Temel Eser Özetleri, Kitap Özetleri, Roman Özetleri, Yüz Temel Eser, Özet

Çok geçmeden Robinson gemide mürekkep ve kağıt buldu ve günüügnüne son hatıralarını yazmaya başladı.Barınağını uzun müddet oturacak hale soktu.Çadırın arka tarafında bir mağara buldu ve ilkel araçlarla mağarayı genişletti.Mağaraya sandalye,raf ve masa yaptı.
Robinson’un bundan sonra adada geçen son yirmidört yılıda ilk günlerden farklı geçmedi.Robinson adanın her tarafını gezdi ve adanın diğer yanına bir yazlık ev yaptı.Mısır,arpa ve pirinç yetiştire biliyordu.Her yıl yeni tohumları dikkatle saklıyordu,en sonunda küçük bir tarla ekecek kadar tohumu oldu.Yaban keçileri yakalayıp onları ehlileştirdi.Papağan yakaladı,onlarla oyalandı.Yeni eşyalar yaptı,mağarayı genişleterek,dışarıdan gelecek tehlikelere karşı muhafazalı hale getidi.
Robinson’un adadaki yirmidördüncü yılının ortasında bir olay,sürdüğü hayatın şeklini değiştirdi.Bir buçuk yıl kadar önce adaya vahşilerin geldiğini görmüştü.Bunlar hehalde başka adadan sanadalla gelmişlerdi.Bunlar başka bir kabile ile savaşa başlamışlardı.Robinson bir sabah insan kemikleri ve parçalanmış insan eti bularak korkuya kapılmıştı.Vahşilerin geri dönüp kendisini bulmasından çekiniyordu.Ensonuda vahşillerin bir kısmı adaya döndü,kendilerine ziyafet hazırlığı yaparken Robinson üzerlerine ateş açrak onları korkuttu.Vahşilerin yanındaki esirlerden birini alı koymayı başardı.Artık adada yalnız değildi.Adama onu yakaladığı günün adını verdi.Cuma diye çağırmaya başladı.Cuma onun sadık bir kölesi oldu.

Bir zaman sonra Robinson,Cuma’ya İngilizce öğretmeyi başardı.Cuma,ona geldiği adada onyedi beyaz adamın esir olarak tutulduğunu anlattı.Robinson onları kurtararak birlikte uygar dünyaya dönmenin çarelerini araştırmak istiyordu.Robinsonla Cuma büyük bir kayık yaptı ve öbür adaya gitmek üzere hazırlandılar.Bu sırada adaya yeni bir vahşi topluluğu geldi ve yanlarındada bir miktar daha esir getirmişlerdi.Esirlerden birisi beyaz adamdı.Esirlerin arasında Cuma’nın babasıda vardı.Bu iki esiri kurtarmayı başardılar.Robinson onyedi beyaz esirden biri olan İspanyola elinden geldiği kadar iyiy baktı.Cuma’nın adasını bir düşman kabile istila etmişti ve oradaki beyaz esirlerin hayatı tehlikedeydi.

Robinson İspanyolu ve Cuma’nın babasını öbür esirleri kurtarmaay gönderdi.Onların dönüşünü beklerken bir İngiliz gemisinin adaya demir attığını gördü.Çok geçmeden kaptanla iki ad*****n gemide isyan çıkartan mürettebat tarafından atıldıklarını öğrendi.Robinson,Cuma ve üç denizci gemiyi almatı başardılar.Cuma’nın babası gelmeden adadan ayrılmak istemiyordu.Günün birinde gelip onların ne durumda olduklarını öğrenmeyi tasarladı.İsyancı tayfalardan beşi İngiltere’ye gidip asılmakatansa adada kalmatı uygun buldular.Robinsonla Cuma İngiltere’ye dönmüşlerdi.Otuzbeş yıl süren ayrılıktan sonra1687 Haziranın’da ana vatanına geldiği zaman hiç kimsenin tanımadığı bir yabancıydı.Ama Robinson’un maceraları bukadarlada bitmiyordu.Eski evini bulunduğu yere gelince,annesiyle babasının ve yakınlarının çoğu ölmüşlerdi.Yalnız iki kız kardeşiyle bir erkek kardeşinin sağ kaladıklarını öğrenmişti.Artık onu İngiltere’de tutan hiçbirşey kalmadığını gören Robinson Lizbon’a gitti.Akadaşları mallarını saklamışlardı.Robinson öğrendiklerinden memun şekilde İngiltere’ye döndü.Evlendi ve üç çoçuğu oldu. Karısı öldükten sonra 1695’de yeğenin kaptanlık ettiği bir gemiye binerek Doğu Adalarına ve Çin’e gitmek üzere yola çıktı.Gemi Robinson’un adasına da uğramıştı.İspanyollarla İngiliz gemiciler yerli kabilenin kızları ile evlendiklerini ve adanın nüfusunun günden güne artmakta olduğunu gördü.

Küçük kolonini emniyet ve huzur içinde olduğunu anladıktan sonra Cuma ile Robinson yine gemiye binipo denize açıldı.Brezilya’ya giderken gemiye vahşiler hücüm etti.Savaş sırasında Cuma öldürüldü.Brezilyadan sonra Robinson Ümit Burnu’nu dolaştı ve Çine gelince Rob burada bırakılmasını istediler. Rob Çinden sibiryaya giden bir kervana katıldı. En sonunda İngiltereye vardı 54 yıllık ömrünün büyük bölümünü vatanından uzakta macera peşinde geçirmişti. Artık hayatınıngeri kalan kısmınıda vatanında sukunet içinde dönüşü olmayan o büyük yoculuğa yavaş yavaş hazırlanmakla geçirecektir.

ESER HAKKINDA BİLGİ

Gerçekci roman türünün en güzel örneklerinden olan Robinson Crusoe yazıldığı zamanyayınevleri bu romanı basmak istemediler. Bu eserin okuyucu bulamayacağından kuşku duyuyorlardı. Eserde karekterlerden çok sürüvene önem verilmiştir.Kahramanların karakterleri gerçekçi bir dille anlatılmasına rağmen onların ruhlarından ve iç dünyalrından pekaz söz edilmiştir.Robinson bilinmeyen ve işlenmeyen ve işlenmemiş cesaretin simgesi olarak ele alınmıştır.Çünkü Robinson tek başına ıssız bir adada kalmasına rağmen sadece elindekini kullanarak kalmaz,adada kendine özgü birde uygarlık kurarar.


ESERİN ANAFİKRİ

Bana göre eserin ana fikri insanın ne olursa olsun hayattan kopmaması gerektiğini,elindeki imkanları değerlendirerek yaşama sımsıkı sarılması gerektiğidir.

BAŞLICA KİŞİLER

ROBİNSON:Eserin kahramanıdır.Robinson maceracı bir kişiliğe sahip olup hayata sımsıkı bağlıve elindeki imkanları iyi kullanmasını bilen bir insandır.
CUMA:Robinson’un vahşilerin elinden kurtardığı bir yerlidir.Sadık ve çalışkan bir insandır.

BeatLes
04-01-2010, 07:27 PM
Safahat

(M. Akif Ersoy)

Kitabın Adı : Safahat
Kitabın Yazarı : Mehmet Akif Ersoy

Kitabın yayın evi : İnkılap Kitabevi, 1999

Kitabın Özeti

Mehmet Akif, hem bir şair, hem bir yazar; hem de hatiptir.Bir taraftan Sırat-ı Müstakim ve Sebilü’r-Reşad’daki makaleleri, şiirleri, çevirileriyle, diğer taraftan vaazlarıyla halkı toparlanmaya ve düşmana karşı birlik olmaya çağırmıştır.Birinci dünya savaşı sırasında Osmanlı devletinin ve Arapların toparlanması, birlik olması için çok gayret etti.Kurtuluş savaşı sırasında Kuva-yı Milliye’den yana yazılar yazdı.Bu esnada Anadolu’ya geçerek Birinci Büyük Millet Meclisi’nde Burdur Milletvekili olarak görev yaptı.

Bu arada Konya ayaklanmasını önlemek ve halka öğüt vermek için Konya’ya gönderildi. Oradan Kastamonu’ya geçti, Nasrullah Camisi’nde Sevr Antlaşması’nın iç yüzünü, Kurtuluş Savaşı’nın niteliğini anlatan coşkulu bir vaaz verdi, bu vaaz Diyarbakır’da basılarak bütün vilayetlere ve cephelere dağıtıldı.Mehmet Akif milletini ve dinin seven, insanlara karşı merhametli davranan, şair tabiatının heyecanlarıyla dalgalanan meşhur bit Türk şairdir. İstiklal Marşı şairi olması bakımından da ‘’Milli Şair’’ ismini almıştır. Şairin en büyük eseri safahat genel adı altında toplanan 7 kitaptan oluşmuştur. Şair bu eserinde halka seslenmiş, yalın ve halkın anlayabileceği bir dili tercih etmiştir.Yüz Temel Eser Özetleri, Kitap Özetleri, Roman Özetleri, Yüz Temel Eser, Özet

Yazarı Hakkında Bilgi

İstiklâl Marşı şâiri. Asıl adı Mehmet Ragif olan Mehmet Akif 1873 yılında İstanbul’da doğdu. Annesi Emine Şerife Hanım, babası Temiz Tâhir Efendidir. İlk tahsiline Emir Buhâri Mahalle Mektebinde başladı. İlk ve orta öğrenimden sonra Mülkiye Mektebine devam etti. Babasının vefâtı ve evlerinin yanması üzerine mülkiyeyi bırakıp Baytar Mektebini birincilikle bitirdi. Tahsil hayâtı boyunca yabancı dil derslerine ilgi duydu. Fransızca ve Farsça öğrendi. Babasından Arapça dersleri aldı.

1893 senesinde Tophâne-i Âmire veznedârı M. Emin Beyin kızı İsmet Hanımla evlendi. Âkif okulda öğrendikleriyle yetinmeyerek, dışarda kendi kendini yetiştirerek tahsilini tamamlamaya, bilgisini genişletmeye çalıştı. Memuriyet hayatına başladıktan sonra öğretmenlik yaparak ve şiir yazarak edebiyat sâhasındaki çalışmalarına devam etti. Fakat onun neşriyat âlemine girişi daha fazla 1908′de İkinci Meşrutiyetin îlânıyla başlar. Bu târihten itibaren şiirlerini Sırât-ı Müstakîm’de yayınlanır. Mehmed Âkif milletini ve dînini seven, insanlara karşı merhametli bir mizaca sâhip, şâir tabiatının heyecanlarıyla dalgalanan, edebî bakımdan kıymetli şiirlerin yazarı meşhur bir Türk şâiridir. İstiklâl Marşı şâiri olması bakımından da “Millî Şâir” ismini almıştır.

BeatLes
04-01-2010, 07:28 PM
Nutuk

(Mustafa Kemal Atatürk)

KİTABIN ÖZETİ

Nutuk yeni Türkiye devletinin yazılan ilk tarihidir. Yazarı Mustafa Kemal Atatürk’tür. Yaptığı tarihi gelecekteki Türk insanına tanıtabilmek amacıyla bu kitabı kaleme almıştır.

Nutuk: Atatürk tarafından kurulan Cumhuriyet Halk Partisinin 15-20 Ekim tarihleri arasında Ankara da toplanan İkinci Kongresinde okunmuştur. Konuşma otuz altı buçuk saat sürmüştür.
Nutuk 1919’dan başlayarak 1927 ye kadar olan tarih dilimini incelemektedir. Bu dönem üç bölümde ele alınmıştır.


1) Kuva-i Milliye (Ulusal güçler) Dönemi

Nutukta yeni Türkiye Devletinin kuruluşu anlatılmaktadır. Yeni Türk devletinin kurulmasındaki maksat da şu şekilde açıklanmıştır: Türk ulusunun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu da tam bağımsız olmakla sağlanabilir. “Ne kadar zengin olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus uygar insanlık karşısında uşak durumunda kalmaktan ileriye gidemez.” demiştir ve Mustafa Kemal Atatürk şu sözleri söylemiştir “Türkün onuru, kendine güveni ve yetenekleri çok yüksektir. Böyle bir ulus tutsak yaşamaktansa yok olsun daha iyidir.” Diyerek kurtuluş isteyenlerin parolasının “Ya bağımsızlık ya ölüm olduğunu “ söylemiştir.


Burada devlet kurmanın zorlukları görülmektedir. Atatürk Samsun’a çıktığı anda ülkenin genel durumu; Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu topluluk savaşta yenilmiş Osmanlı Ordusu zedelenmiş, koşulları ağır bir ateşkes imzalanmış, ulus yorgun ve bitkin bir durumda, ulusu ve ülkeyi savaşa sürükleyenler yurttan kaçmış, padişah ve halife soysuzlaşmış, kendini ve tahtını koruyacak alçakça önlemler araştırmakta, hükümet yüzsüz, onursuz, korkak, ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmakta, yurdun dört bir yanındaki topluluklar devletin bir an önce çökmesine çaba harcıyorlardı. Bu şekilde açıkladıktan sonra ulus egemenliğine dayanan kayıtsız şartsız yeni bir devleti kurmak için izlediği politikayı, karşılaştığı güçlükleri bunalımları ve çatışmaları anlatmaktadır. Bu haliyle Nutuk, sömürgeci devletlerin altında yaşayan uluslara kurtuluş yolunu gösteren bir yapıt özelliği taşımaktadır.Yüz Temel Eser Özetleri, Kitap Özetleri, Roman Özetleri, Yüz Temel Eser, Özet

2) Türkiye Büyük Millet Meclisi Dönemi

Türkiye Büyük Millet Meclisi 23 Nisan 1920’de açılmış ve o günden sonra tüm askeri ve sivil makamların ulusun başvuracağı en yüce katın Meclis olacağını halkına bildirmiş ve Meclis, Mustafa Kemal Atatürk’ün açık ve gizli oturumlardaki bir iki gün süren açıklamaları ve konuşmalarından sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı seçmiştir.

3) Cumhuriyet Dönemi :
Atatürk İsmet Paşa ile birlikte bir yasa tasarısı hazırladı. Bu tasarıdaki 20 Ocak 1921 tarihli anayasanın devlet biçimini saptar maddelerini değiştirerek birinci maddenin sonuna “Türkiye Devletinin Hükümet biçimi Cumhuriyettir” cümlesini ekleyerek maddeyi değiştirmiştir ve yapılan Meclis toplantısında Anayasanın Değiştirilmesi ile ilgili maddenin görüşülmesi kabul edildi. Toplantı sonunda yasa birçok milletvekilinin “Yaşasın Cumhuriyet” söylemleri ile kabul edildi ve böylece 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edilmiş oldu. Daha sonra Cumhurbaşkanlığı seçimine geçildi. Oylamada Mustafa Kemal Atatürk toplantıya katılan yüz elli sekiz kişinin tümünün oylarını alarak Cumhurbaşkanı seçildi.

Nutuk sömürge ulusların bağımsızlıklarını kazanmaya yardımcı olacak bir program niteliğindedir. Bu eser okunduğunda Türk kurtuluş savaşının bir askeri savaş olduğu kadar bir düşünce savaşı da olduğu görülmektedir.
Nutuk, Mustafa Kemal Atatürk’ün halkına verdiği bir hesap pusulasıdır. Çünkü ulusal kurtuluş savaşı boyunca o halkıyla birlikte olmuştu ve halkına “Hayat demek savaş ve çarpışma demektir. Hayatta başarı yüzde yüz savaşta, başarı kazanmakla elde edilebilir. Bu da manevi ve maddi güce dayanır. İnsanların uğraştığı tüm sorunlar, karşılaştığı tüm tehlikeler, elde ettiği başarılar toplumca yapılan genel savaşın dalgaları içinde doğar.” Sözlerini söylemiş ve halkından can istemiş, halk seve seve vermiş, mal istemiş, halk seve seve vermiştir. Bunlar nerede, nasıl, niçin, harcanmış ? Nutuk halkın kafasındaki bu sorulara da açıklık getirmiştir.

Türk halkından alınan canın ve malın ülkenin işgalinden, ulusun kölelikten kurtularak onurlu, bağımsız, çağdaş bir devlet ve toplum olarak yaşaması için harcandığını belgeleriyle açıklamaktadır. Atatürk bu eserinde, ulusal varlığı sona ermiş sayılan büyük bir ulusun bağımsızlığını nasıl kazandığını, bilim ve tekniğin en son ilkelerine dayanan ulusal ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalışmış ve Türk gençliğine bıraktığı kutsal armağanı şu sözlerle noktalamıştır;“ Bu uzun ve ayrıntılı sözlerim tarihe mal olmuş bir devrin öyküsüdür, burada ulusum için ve yarınki çocuklarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek kimi noktaları belirtmiş isem kendimi mutlu sayacağım” demiş. Nutuk, yeni Türkiye devletinin nasıl kurulduğunu merak eden tüm insanlarımızın okuması gereken bir başucu eseridir. Bundan dolayı siyasi yaşantımızda olduğu kadar, devlet felsefesinde de kullandığımız en baş eserdir.

BeatLes
04-01-2010, 07:28 PM
İki Gelinin Anıları

(Balzac)

KİTABIN ADI : İki Gelinin Anıları
KİTABIN YAZARI : Balzac / Çeviren : Metin İLKİN
YAYINEVİ VE ADRESİ : ODA Yayınları / İSTANBUL
BASIM TARİHİ : Nisan 1996

KİTABIN YAYIM MAKSADI

1789 Fransız devrimi sonrası insan ve toplum ilişkilerinin aydınlatılması,

KİTABIN ÖZETİ

Louise manastırdan yeni çıkmıştı. Sevincinden uçuyordu. Ailesi tarafından zorla manastıra yerleştirildiğinden bu yana o cehennemden kurtulmaya çalışıyordu. Her ne kadar manastır halasına ait olsa da sonuçta yapayalnızdı ve eline geçen ilk fırsatta bu manastırdan kurtulacağını düşünüyordu. Bu tür girişimleri halasının gözünden de kaçmamıştı. Her ne kadar manastır dış dünyanın kötülüklerine karşı bir kalkan görevi görse de halası onun istemeyerek burada kalmasına gönlü razı gelmiyordu. Sonunda olanlar oldu ve halası daha fazla dayanamayıp Louise’in anne babasını ikna etti. Artık Louise özgürdü, istediğini yapabilirdi ama dikkatli olmalıydı; ne de olsa özgürlüğünü yeni kazanmıştı. Anne ve babasının onu karşılaması da hayli ilginç oldu.

Ailesi ona çok sıcak davranmıştı. O da bunları boşa çıkarmayacak şekilde karşılık veriyordu. Aslında, ailesinin hareketlerinin yapmacık olduğunu görüyor fakat aldırmıyordu. Çünkü yeni kazanmış olduğu özgürlüğünün onlara ters düşerek elinden gitmesinin istemiyordu. Zaman içinde Paris’in büyüsüne kapıldı. Sürekli balolardan balolara koşuyordu. Ne de olsa aradaki farkı kapatmalıydı. Louise her ne kadar güzel bir kadın olsa da annesi onu gölgeliyor gibiydi. Otuzbeş yaşındaki bir kadın için hala çekici ve göz kamaştırıcıydı. Bir akşam odasında otururken kapısı çalındı ve içeri babası girdi. Çok şaşırmıştı. Babası yıllardır aynı evde olmalarına rağmen hiç yanına gelmemişti. Zaten Louise’in en büyük moral ve sevgi kaynağı bir süre önce ölen büyükannesiydi.Yüz Temel Eser Özetleri, Kitap Özetleri, Roman Özetleri, Yüz Temel Eser, Özet

Büyükannesi bir zamanlar Paris’in en güzel kadınlarından biriydi. Aslında Louise’ye göre yaşlılığında dahi hala çok güzel bir kadındı. Louise hep ona özenir ve onun gibi olmaya çalışırdı. Büyükannesi öldüğü sırada Louise manastrıdaydı ve çok üzülmüştü. Büyükannesi ona oldukça yüklü bir miras bırakmıştı ama şu ana kadar kimse ona bundan bahsetmemişti. Babası bu yüzden gelmişti. Geliş nedenini açıkladığında Louise üzülmüştü. Çünkü babasının kendisine biraz olsun ilgi göstereceğini ummuştu. Buna ihtiyacı vardı. Bu güne kadar ailesi ona hiç ilgi göstermemişti ve o da hep bunun özlemini duyuyordu. Fakat gene umduğunu bulamamıştı. Babası hemen konuya girdi. Kendisine bırakılan mirasın devlet tahviline yatırıldığını ve faizinin ise gene hesabına yatırılıp değerlendirildiğini açıkladı. Ancak bu parayı kullanmasına bir süre daha izin verilmiyordu. Daha sonraki bir zamanda Louise’in evlilik konusu gündeme geldi, fakat o evlenmek istemiyordu.

Bunun için de elinden geldiğince kararında inat ediyordu. Ancak ailesi ona bir öneri sundu ve o da bunu kabul etmek zorunda kaldı. Anlaşılacağı üzere tekrar manastır konusu gündeme geldi. Evlilik hazırlıkları başlamış ve olağanca hızıyla sürüyordu. Evleneceği adam ise her şeyin farkındaydı ancak Louise’i seviyordu. Bu karşılıksız bir sevgi olsa bile. Louise hayatından memnunmuş gibi görünüyordu ama kocasının artık dayanacak gücü kalmamıştı. Bu karşılıksız sevgiden bıkmıştı. Evlilik çatırdamaya başlamıştı. Yavaş yavaş kavgalar baş göstermeye başladı. Louise’in de dayanacak gücü kalmamıştı. Artık bu evliliğin bitmesi gerekiyordu. Ne de olsa aile baskısı da kalmamıştı. Onu kim tutabilirdi ki? Sonunda beklenen son geldi ve boşandılar. Her iki taraf ta kendi yaş***** kurdu.

Louise bütün malını mülkünü satıp devlet tahvili aldı. Bu iyi bir yatırımdı, çünkü Louise bu sayede normal aylık kazancının iki katını kazanıyordu. Bu kadar hareketli bir yaşamdan sonra huzurlu bir insan olarak yaşamaya başladı. Fakat bu kez de ölüm bütün soğukluğuyla çevresini sardı. Yakalandığı amansız hastalıktan kurtulamayarak yaşama gözlerini yumdu.

Elimizde bulunan kitap, Louise’nin ailevi baskılar yüzünden istemediği halde manastıra kapatılmasını, manastırdan kurtulduktan sonra evliliğe doğru sürüklenişini ve boşandıktan sonra ise rahat ve huzurlu bir yaşam yakalayamadan hayattan ayrılışını anlatmaktadır.

BeatLes
04-01-2010, 07:29 PM
Sevdalinka

(Ayşe Kulin)

KİTABIN ADI : Sevdalinka
KİTABIN YAZARI : Ayşe KULİN
YAYINEVİ VE ADRESİ : Remzi Kitabevi
BASIM TARİHİ Birinci Basım : Şubat,1999 ,Otuz Yedinci Basım : Şubat,2000

KİTABIN YAYIM MAKSADI

Bu kitap, Osmanlı öncesinde dini nedenlerle Haçlı Orduları tarafından, Birinci ve İkinci dünya Savaşları sonrasında ve 1992 Savaşı’nda ise Sırplar ve Hırvatlar tarafından sürekli soykırıma tabi tutulan ama asla yok edilemeyen Boşnak halkının acılarını,Türk halkına biraz olsun tanıtabilmek amacıyla yazılmıştır.

Roman, savaş öncesinde Tito’nun kurduğu altı federe devletten oluşan Yugoslavya Federatif Cumhuriyeti’nde, aşırı milliyetçiliği azdırarak savaşı tırmandıran ve sonuçta Yugoslavya’yı alevler içinde bırakan günleri anlatıyor, savaşın ilk üç yılında yaşananları okura aktarıyor.

Kitapta yazılan olaylar belgesel nitelikli, tarihi ve siyasi kişilerin dışındaki karakterler kurgudur.Yüz Temel Eser Özetleri, Kitap Özetleri, Roman Özetleri, Yüz Temel Eser, Özet

KİTABIN ÖZETİ

Sevdalinka,belgesel nitelikli bir romandır. Boşnakların tarihteki rolü, Bosna Savaşı ve öncesinde gelişen olaylar kronolojik bir sıra takip edilmeksizin roman kurgusu içinde anlatılmaktadır.

Roman kahramanı, Nimeta, bir inşaat mühendisi ile evli ve iki çocuk annesidir. Bosna Televizyonu’nda haber görevlisi olarak çalışmaktadır. Mesleği gereği, Bosna Savaşının başlamasına kadar ülke içinde meydana gelen olayları yerinde gözlemler. Bu görevlerden birinde Zagreb’de çalışan gazeteci Stefan ile tanışır. Kısa zamanda ilişkileri aşka dönüşür. Nimeta , ailesi ve Stefan arasında bir tercih yapma zorunluluğu karşısında kendi içinde psikolojik bir savaş vermektedir. Aynı günlerde ülke içerisinde de mevcut düzen yavaş yavaş bozulmakta , Yugoslavya Federasyonu muhtemel bir iç savaşa doğru ilerlemektedir. Daha net bir ifade ile , Sırbistan , “Büyük Sırbistan” arzusuyla federasyonu sonu meçhul lakin muhakkak kan ve acı dolu bir savaşa ; faturasını Boşnaklar’ın çok ağır ödeyeceği kanlı bir savaşa sürüklemektedir.

“Yurtta Sulh Cihanda Sulh” düsturunun insanlığın mutluluğu açısından ne kadar vazgeçilmez bir anlam taşıdığını çarpıcı bir biçimde okuyucuya gösteren bir kitaptır.

BeatLes
04-01-2010, 07:29 PM
Moğol Kurdu

(Homeric)

KİTABIN ADI : Moğol Kurdu
KİTABIN YAZARI : Homeric
ÇEVİREN : Ali Cevat AKKOYUNLU
YAYINEVİ VE ADRESİ : Doğan Kitap Güneşli / İSTANBUL
BASIM TARİHİ : EYLÜL 1999

KİTABIN YAYIM MAKSADI

Moğol İmparatoru Cengiz Han’ı Tanıtmak

KİTABIN ÖZETİ

Kitap üç bölümden oluşmaktadır.

Moğol hanı Yesugey’in (Temuçin’in babası) ölümü üzerine aile içerisinde liderlik mücadelesi başlar. Amca ve yeğenler düşmanları (Noyan’lar) ile işbirliği yaparak 16 yaşındaki Temuçin’i yalnız bırakır. Ailesiyle tek başına kalan Temuçin; hayatta kalabilmek için topraktan buldukları kök ve soğancıklarla beslenir.

Targutay, Moğol Kağanlığına (Noyan’ların başı amcaoğlu) yükselmek için Temuçin’i rakip olarak görür. Bir baskında Temuçin’i ele geçirir ve tahtaya bağlatarak halkın içinde dolaştırır, onurunu kırar. İşkence odasında ölümü beklediği bir sırada; babasının iyilik ettiği bir nöbetçi kendisinin kaçmasına yardımcı olur. Uzun kaçıştan sonra ailesine kavuşan Temuçin, yaşamak ve güçlü olabilmek için babasının arkadaşı Toğril Beyin yanına gider.

Merkit’ler bir baskında Temuçin’in eşi ve üvey annesini kaçırır. Onları aramaya başlayan Temuçin’e Toğril Bey; birlikte büyüdüğü yeğenlerinden Camuka ile işbirliği önerir. Yapılan öneri kabul olur ve Temuçin, Toğril ve Camuka üçlüsü Merkit’lere saldırır. Bu saldırıda Temuçin eşini kurtarır. Bu zafer Temuçin’in ününün tüm bölgede yayılmasına sebep olur. Onu güçlü kılan; terkedilmiş, kovulmuş ve soyulmuş olmasına rağmen, inatçılığı ve ikna kabiliyeti ile Merkit’leri yenmeyi başarmasıdır.Yüz Temel Eser Özetleri, Kitap Özetleri, Roman Özetleri, Yüz Temel Eser, Özet

Bu zaferden sonra, sancağı altındakileri koruyup zenginleştirmeye başlaması dolayısıyla kendisine katılanların sayısı artar, hatta kendisini terk eden kardeşleri ve yeğenleri de geri dönmeye başlar. Katılanlara babasının sancağı önünde ‘hiçbir suçun cezasız kalmayacağı’na inandıklarına dair yemin ettirir.

Temuçin; karar verirken, ileriye dönük tasarılar hazırlarken ileri gelenlerin yanında olmasına dikkat ederdi. Manevra planlarını av partilerinde dener, komutanlara yaptıkları hatalarını söyler, ne yapmaları gerektiğini anlatır, hata tekrarlanırsa komutanlıktan alırdı. Olağanüstü bir altıncı hissi vardı. Zamanında yaşadığı korku,onu felç etmek yerine hayatta kalma içgüdüsünü geliştirmişti.

Şikayet edenlere, güçsüzlere, kararsızlara, korkaklara acımazdı. Gücünün son sınırına kadar savaşana, acıya acıyla, yaraya yarayla karşılık verene, kendisini en soğuklarda korumayı sağlayan kurt postundan kürkünü verirdi. Paylaşmasını sever, başarılı askerlere ganimet dağıtırdı.

Yeni savaş taktikleri geliştirdi. Düzenli birlikler kurdu ve tüm ulusunu denetleyen bir istihbarat teşkilatı kurdu. En ufak tehlikeden anında haberdar olurdu. Her savaşa çıkarken, savaş sonunda nerede toplanacağını bildirirdi. Hızlı, çevik ve hafif donanımlı birlikleri düşmanı karşılamada kullanır, yanları kuvvetli tutar, cephedeki birliklerini geri çeker ve böylece düşmanı arzuladığı yerde savaşmaya zorlardı.

Birlikte mücadele ettiği Camuka’nın ,kardeşi Kaçıun’u öldürmesi üzerine ; kardeş,amca ve yeğenleriyle annesinden oluşan ”ihtiyarlar meclisi”nin kararıyla kağan oldu.

Kurallarını sadece kendi toplumuna değil,diğer toplumlara da duyururdu. Buna gerekçe olarak; ‘işgal ettiğimiz ülke insanları bizim prensiplerimizi bilmesi gerekir’ derdi. Önemli bazı yasaları arasında; at hırsızlarına, bakirelere tecavüz edenlere, aynı cinsiyetten bir hayvan veya insan ile ilişkiye girenlere, aile üyeleriyle zina yapanlara ve amirlerinin onayı olmadan tutsak öldürenlere ölüm cezası verilmesi vardı.


Toğril ile ittifakı kuvvetlendirmek için kız kardeşini onun oğluna verdi. Ancak Toğril onu zehirlemeye teşebbüs edip, rakiplerinin tümüne kendi sancağı altında toplanmayı teklif etmiştir.

Temuçin, kendi birliğini kurduktan ve kağanlığını kabul ettirdikten sonra, ilk olarak Orhun Vadisinde Naymanlara saldırır. Onları yener, ancak Camuka’nın kalleşliği yüzünden tuzağa düşer. Targutay boynunu kesmek üzereyken yakın arkadaşı Borcu tarafından kurtarılır. Bu hadiseden sonra Merkitler, Tatarlar ve Naymanlar birleşerek Moğollar’a karşı ittifak kurarlar. Aynı ittifaka amcaları da (Altan, Kutçar, Darıtay) katılır. Bunun üzerine bulunduğu yeri terk ederek Göller bölgesine göç eden Temuçin, burada bulunduğu süre içerisinde özellikle, Noyanların birbiriyle çekişmelerinden kaçan boyları kendisine katar. Bu şekilde aileler arasındaki kanlı çekişmeler, derin kinler, durmak bilmeyen yağmalar, tecavüz ve katliamlardan kaçan insanlar Temuçin’e sığınmaya devam eder.

Temuçin daha sonra Göller bölgesinde; Camuka’nın adamlarıyla karşılaşır ve onları büyük yenilgiye uğratır. Camuka’nın adamları Temuçin’e katılır, ve Camuka öldürülür. Bu olaydan sonra 1200 yılında 44 yaşında iken Kağanlık töreni yapılır.

Temuçin katılımların artması üzerine ortak bir dil oluşturması için bir Uygur ilim ad***** görevlendirir. Haberleşmede sürat sağlamak için; her oba arasında 40 bin adımda bir nöbetçi olmasını, nöbetçilerde hazır üç atın bulunmasını sağlar. Kadın, at ve iktidarı kimseyle paylaşmayan Temuçin böylece 400 Moğol boyunu bir araya getirir.

Temuçin, can düşmanlarından Merkit boylarının temizliği görevini yakın arkadaşı Borcu’ya verir. Borcu bu görevi yerine getirir. Bu arada ilerigelen Şaman; zaman içinde Temuçin’in her işine karışmaya başlar. Bunun üzerine Temuçin Şamanı öldürür. Bu olay, Cengiz ile kardeşi Kasar’ın arasını açar, fakat anne bunu önler.

Merkitlerden ele geçen bir kız yüzünden en yakın arkadaşı Borcu ile arası açılır. Borcu Temuçin’i terk eder. Irak ve İran’a yapılan seferler esnasında hastalanır, ölmek üzere iken Borcu’yu ister. Borcu bulunur ve getirilir. Ölüm haberi seferden sonra halka duyurulur. Son isteği mezar yerinin bilinmemesidir. Bu sağlanır.

SONUÇ

KİTABIN ANA FİKRİ

İnanmış insanların tüm zorluklara rağmen hedeflerine ulaşabileceği.

KİTABIN GETİRDİĞİ YENİLİKLER

Temuçin’in yönetiminde getirdiği yenilikler şöyle sıralanabilir :

a. Düzenli ordu birliklerini kurdu. Kuşatıcı manevraları sıkça kullandı.

b. Karar verirken komutanlarının fikirlerini alırdı.

c. Savaş taktiklerini muharebeden önce mutlaka denerdi.

d. Taktik örtü ve aldatmayı bolca kullandı.

e. Psikolojik Harekat uygulamaları yaptı.

f. Kalın giyinmenin hareketleri tahdit ettiğini belirterek askerlerine yasakladı.

g. Haber almaya önem verdi.Bu hususta Moğolları kritik yerlerde görevlendirdi.Haberleşme teşkilatı kurdu.

h. Güçlü olabilmek için herkesle işbirliği yaptı.

ı. Elçilerin dokunulmaz olduğunu yasaya koydu.

i. Kurallarını işgal edeceği topluma daha önceden bildiriyordu.

KİTAP HAKKINDA GENEL DEĞERLENDİRME

Temuçin’in çocukluk dönemi yokluk, açlık ve sefalet içinde geçtiğinden acımasızdı. Her türlü işkenceyi düşmanları için mübah görürdü. Kısa zamanda korkuya dayanan büyük bir imparatorluk kurdu. Ölmekten çok korkuyordu. Ömrünün uzayacağına inanarak dine inandı ve dua edenlerin öldürülmemesini emretti.

a. Güçlü liderlerin bulunduğu dönemlerde çeşitli toplulukların tek çatı altında toplandığını, zaafiyetin olduğu dönemlerde bölünmelerin arttığı,

b. Akrabalık bağının devlet yönetiminde etkili olmadığı,

c. İktidarın-otoritenin bölüşülmemesi, buna karşılık nimetlerin paylaşılması gerektiği,

d. Tek liderin gücüne bağlı idarenin liderle beraber yok olduğu kitabın önemli mesajları arasında sayılabilir.