PDA

Tam Sürümü Görüntüle : Hizbullah, çöpçatan şirketi gibi çalışmış


sentaur
08-31-2006, 10:09 AM
Beykoz’daki villa baskınında ele geçirilen ve FBI tarafından çözülen Hizbullah terör örgütüne ait hard disklerde, örgütün polis-MİT-Hizbullah üçgenindeki ilişkilerinin yanı sıra ‘evlilik’ kurumuyla da yakından ilgilendiği açığa çıktı. Hizbullah, uygun gördüğü çiftleri eşleştirmiş, uygun görmediklerini ayırmış

http://www.milliyet.com.tr/2006/08/31/son/resim/sontur03.jpg

İstanbul Emniyet Müdürlüğü, 17 Ocak 2000’de Hizbullah’ın, Diyarbakır’dan İstanbul’a taşıdığı komuta merkezini kurmak için seçtiği Beykoz’daki villaya bir baskın yaptı. Polis aylardır Hizbullah’ın İlim kanadı lideri Hüseyin Velioğlu’nun peşindeydi. Örgütün kaçırdığı işadamlarının cep telefonu sinyalleri, polisi Beykoz’daki bu üç katlı villaya götürmüştü.
Villada bulunan örgütün üst düzey yöneticileri, “Teslim ol'' çağrısına silahla karşılık verince, çatışma çıkmış, Hüseyin Velioğlu ölü, örgütün şura üyesi Edip Gümüş ile sözde askeri kanat sorumlusu Cemal Tutar sağ olarak ele geçirilmişti.
Beykoz villa baskınının hemen ardından, Hizbullah’a yönelik operasyonlar 44 ile yayıldı. 44 ildeki operasyonlarda 15 gün içinde 938 kişi gözaltına alındı, bunlardan 227’si tutuklandı.
Bu iki hafta içinde Hizbullah tarafından katledilip gömüldüğü anlaşılan 49 kişinin cesedine ulaşıldı. Bu cesetlerden 23’ünün kimliği saptanabildi. Hizbullah tarafından sorgulanıp öldürülenler arasında Gonca Kuriş ile Nesim Malki cinayeti davasının tutuksuz sanığı Mehmet Sümbül de bulunuyordu. Villa baskınından sonra Türkiye, ‘mezar evler’ vahşetiyle yüz yüze kalmıştı. Polis ve jandarma tarafından 44 ilde süren operasyonda nedeneyse bir cephane ele geçirildi.
İstanbul’daki operasyonda, örgütün iç yazışmalar ve sorgu kasetlerini depoladığı bilgisayarlara da polis tarafından el konuldu. Ancak 41 hard diskten 24’ü, polisin eline geçmesin diye Cemal Tutar ve Edip Gümüş tarafından tahrip edilmişti. Çözümü yapılabilen hard disklerin içerikleri, İstanbul ve Diyarbakır DGM’de Hizbullah militanları hakkında açılan dava dosyalarına gönderildi.
Açılamayan 23 hard disk, Hizbullah davasının görüldüğü Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nce, Emniyet Genel Müdürlüğü aracılığıyla ABD’de, FBI’a gönderdi. FBI’ın bilişim uzmanları, tahrip edilmiş hard disklerin büyük bir çoğunluğunu kurtararak CD’lere yükledi. CD’lerin dökümü ise Türk Emniyeti’nde yapıldı. Toplam 525 sayfa tutan CD dökümlerinde, örgüt üyelerinin iç yazışmaları, örgüt tarafından sorgulanan kişilere ait sorgu kaset çözümleri, Hizbullah militanlarının Güneydoğu’da birçok kişi hakkında tuttuğu istihbarat raporları yer alıyor.

http://www.milliyet.com.tr/2006/08/31/son/resim/h1.jpg

“Bu bacı uygun bir arkadaşla evlendirilsin''

*** Belgelerde örgüt militanlarının liderlerle yaptığı yazışmalar da yer alıyor. Bu yazışmalarda cemaatten kadınların uygun görülen cemaatten erkeklerle evlendirilmesi için verilen talimatlar var.
Kadın-erkek ilişkileri Hizbullah için hayati öneme sahipmiş. Kadınlar, erkekler, aileler, evlilik konusunda sürekli örgüte danışmışlar. Örneğin bir notta, örgüt üyesi bir adam, Cemal isimli oğlunun ‘kadınlara’ takılmasından rahatsız olduğunu belirtiyor ve çözüm istiyor. Örgüt de Cemal için şöyle bir çözüm buluyor: “Bunun üzerinde etkili olabilecek bir arkadaş, bununla görüşüp nasihat etsin. Harama bulaşmışsa bundan tövbe edip kendini arındırması ve ihtiyacını helal yoldan gidermesi tavsiye edilsin. Bu konuda babasıyla konuşulsun ve evlendirilsin.'' Ama anlaşılan bazen örgüt içindeki evlilikler bile çözüm olamamış. Deniyor ki: “Bu arkadaşı evlendirmemize rağmen şu anda hanımı hakkında sorun çıkarıyor. Çok dengesiz hareket ediyor. Evlenirken kim kendisini zorladı? Kendi gönül rızasıyla evlenmesine rağmen, niye böyle sorun çıkarıyor? Bu arkadaş bir an önce kendine çekidüzen versin.'' Hizbullah raporlarında kadın-erkek mevzuuna ilişkin yer alan ifadelerin bir kısmı şöyle:
* Tarsus’ta Rahime Yıldız, bir cemaat ferdi ile evlendirilmek istiyor.
* Zekiye Meiş, (bakirelik sorunu var) evlilik konusunda cevap bekliyor. “Bu bacı doktora gösterilse olur mu?'' diyor. Gösterilse iyi olur.
* Muhacir Ahmet kimlik istiyor, bir de bacısının verildiğini. Ben eğer bizim gibi değillerse, vermeyin benden haber gelinceye kadar bekleyen dedim.
* Rahime evlendirilmek istiyor, bu bacı uygun bir arkadaşla evlendirilsin.
* Şeyma Sancar, ailesinin kendisine çok baskı yaptığını, zulüm ettiğini söylüyor. Kendisini bir PKK’lıya vereceklerini, kendisinin kabul etmediğini söylüyor. Kendisine münasip bir arkadaşla evliliği konusunda yardımcı olunsun.
* İlahiyat mezunusunuz. Ben hem askere giderim hem öğretmenlik görevi alırım hem de cemaat görevimi yaparım anlayışı yanlış bir anlayıştır. Eğer hanımın seni sıkıştırıyorsa, senin gibi bir babayiğide yakışmaz. Eğer illa bu konuda bir sorun çıkarıyorsa, cemaatin eli uzundur, evlilik konusunda sizin tereddüde düşmemeniz lazımdır, davanın sevgisinin bütün sevgilerin üzerinde olması lazımdır. Olmazsa bakarsın Allah-ü teala daha hayırlı bir kapı açar.
* Bu bacı Güvenç Hayta’nın kardeşi olan öğretmen arkadaşla evlendirilse iyi olur. Her ikisi de Türk. Bu bacı da uzun zamandan beri cemaatle beraberdir, gayretli biridir. Cemaat mensuplarının başkalarıyla evlenemeyeceğini önceleri de ifade etmişti. Kanaatimizce birbirlerine münasiptirler.
* Kocası hakkında “MİT’liğinden şüphe ediyorum'' diyen bacı, kocası hakkında detaylı bilgi getirsin. Kocası hakkında hangi konularda şüphe ediyor. Bu bacı kimdir? Bu bacı kocası hakkında her ay düzenli bilgi getirsin. Kocasının hal ve hareketleri, hayatındaki değişiklikler, uğradığı yerler, kendisine uğrayan şahıslar vs. bilgi gönderilsin.
************

5 milyon TL’ye MİT ajanlığı

Çözümü yapılan CD’lerde, MİT’in yanı sıra Hizbullah’a da çalışan kişilerden Erol Börü, “Tanıdığım Cemaat Mensubu MİT’ler ve Sebepleri'' başlığı ile Hizbullah’a kapsamlı bir rapor sunmuş. Erol Börü’nün raporundan anlaşıldığı kadarıyla, 1996-1999 arasında 5 milyon TL’ye MİT için ajanlık yapılabiliyormuş. Erol Börü’nün akrabalarından birini de hem emniyete hem Hizbullah’a ayrı ayrı ihbar ettiği raporu: “Abdullah Börü: Polis memurlarına bunun ev tespitini yaptığım zaman, ‘Gerek yok, geç’ demişlerdi. Polisin bu tutumu beni zaten şüphelendirmişti. Ben Abdullah’ın yanına uğradığım zaman bana para kazanma imkânları sunuyordu, beni kendi yanına çekmek istiyordu. Abdullah bir seferliğe mahsus olmak üzere bana 5 milyon lira para yardımı yapıp, ‘Bana devamlı uğra’ diyordu. Abdullah Börü’nün beni kendi yanına böyle maddi imkânlar sunarak çekmek istemesi, polisin başkalarını MİT’leştirmede uyguladığı taktiklerden birisiydi. Abdullah Börü’nün bu taktiği bana karşı uygulamasından, bunun da kesin olarak MİT olduğunu anladım.'' Erol Börü, MİT’e ajan kazandırmaya çalıştığını da anlatıyor. Bunu da “MİT Etmeye Çalıştığım Kişiler'' başlığı ile anlatmış. Anlattığına göre, birlikte çalıştığı polis memurları ‘gözlerine kestirdikleri’ kişilerle ilgili Börü’ye, “Bizimle çalışmasını sağla'' diye talimat veriyor. Burada da yine para konuşuyor.

Cemaate verdiğim her raporun bir kopyasını da polise verdim, bunun için para aldım''

Kurtarma kayıtlarında hem polise hem Hizbullah’a çalışan Abdullah Tunç’un da ifadesi yer alıyor. Tunç, nasıl polis ajanı olduğunu anlatırken, sonrasında polis tarafından maaşa bağlandığını ve Kuzey Irak’a gidip oradaki Hizbullah militanlarıyla bağlantı kurduğu için de polisten para aldığını anlatıyor:
“Bugüne kadar polise yaptığım hizmetler: Ben 1995’in 12. ayında kaynakçı Yusuf’un vasıtasıyla MİT oldum. Tanınmamam için kimlik almadım. Bilgilerimi her ay düzenli olarak bir nüshasını cemaate, bir nüshasını da rapor yapıp, Yusuf’a, Yusuf da polis Orhan’a veriyordu. 1995’te PKK’lı kadınları yakalayıp, çıplak bir şekilde emniyette nezarete koyuyorlardı. Ben o zaman cemaat mensubuydum. Ve aktif biriydim. Polis beni arıyordu. Ben bunu biliyordum. Yusuf, ‘Ben polis arkadaşlara söylerim, sana yardımcı olurlar’ dedi.
Polis Orhan’ın orada olduğunu bildiğim bir gece emniyete gittim. Söz konusu evrakı verdim. İsmimi deftere yazdı ve imzalattı. Bana dedi ki: ‘Ben burada yetkiliyim, rütbem komiserdir. Fakat ben kimseyi takmam. Ne ihtiyacın olursa gel. Ben seni şimdilik aylığa bağlıyorum, şimdilik 50-100 milyonla başlayabiliriz.’ Ben cemaate bilgi götürdüğüm zaman mutlaka bir nüshasını Yusuf’a verirdim. O da polis Orhan’a verirdi. Irak’a yönelik çalışmalara başladım. Cemaat bana, ‘Git orada iş yap, biz oraya yerleşmek istiyoruz’ diyordu. Ben de Kuzey Irak’a gittim. Orada Tamer ile görüştüm. Tamer beni Duhok’ta Beşir adlı biriyle görüştürmeye götürdü. Bu Duhok sorumlusuydu. ‘Cemaat buraya gelemez, ancak siz Türkiye’ye gelirseniz ben aracı olurum’ dedim. O da ‘Ankara’da bizim temsilcimiz vardır. Orada onlarla mutlaka görüşmemiz lazım. Telefonlarımızı sana sonra geçerim’ dedi. Ve bir daha görüşmedik. Yalnız cemaat ile görüşmeyi çok istiyordu. Buraya geldim, görüştüğümüz adamların Duhok sorumlusu olduğunu, onların Türkiye’deki Hizbullah sorumlusu ile görüşmek istediklerini söyledim. Polis Orhan çok sevindi. ‘Bu çok iyi’ dedi. ‘Hem bu taraf onlarla görüşmek istiyor hem o taraf bunlarla görüşmek istiyor. Sen bunları görüştürürken, arada sen kurye olursun, cemaat arasındaki bilgileri rahatça getirirsin’ dedi ve 500 milyon lira para verdi.''

Raporlarda Talabani’nin ismi de geçiyor

Hizbullah, Hüseyin Velioğlu’nun başında bulunduğu İlim grubu ile Fidan Güngör’ün başında bulunduğu Menzil grubu olarak ikiye ayrılmıştı. Diyarbakır iddianamesinde bu ayrılmanın nedeninin, İran’dan gelen para paylaşımında çıkan anlaşmazlık olduğu öne sürülüyordu. Velioğlu militanlarınca sorgulanan Ahmet Atçı, Almanya’da katıldığı bir toplantıda Menzil grubu üyelerinin, İlimcileri ‘devlet adına’ çalışmakla suçladığını anlatıyor. Atçı’nın ifadesine göre, Menzilciler bu toplantıda Talabani ile ilişkilerini anlatıyor:
“İbrahim Sarıaltun’un geldiğini söylediler. M. Süleyman Kurşun ile beraber Hohenstad’da Yusuf Akdeniz’in evinde olduğunu ifade ettiler. Ben oraya gidip onları dinleyecektim. Hatta küçük teyp verdiler. Gittim, M. Süleyman, İbrahim ve Batmanlı M. Emin vardı. Sohbet ettik. Üçü de cemaate saldırıyordu. Kimi ‘MİT’ diyordu, kimi ‘Bunları yok etmek gerekir’ diyordu. Hele M. Süleyman çok büyük konuşuyordu. İlimcilerin kendisine çok hakaret ettiğini söyledi. ‘Bunlar Hizbullah değil Hizbu-Zulüm'dürler’ diyordu. Bu Molla Süleyman da açık açık, ‘İlimciler devletle beraberdir, adam öldürür, hemen karakola sığınır’ diyordu. Kendisinin Şeyh Osman ve Talabani’yi barıştırdığını söylüyordu. Kendilerinin büyük hareket başlatacağını, halk hareketinin olacağını söylüyordu. İbrahim diyordu, kesip biçmek gerekir. M. Emin diyordu, bunların hepsi MİT iti.''

Polis Hizbullah’a ajanlık yapıyor

Devlet tarafından maaşa bağlandıklarını iddia eden Hizbullah militanları 1990’ların sonunda öyle güçleniyorlar ki bu kez, onlar devletin polisini kaçırıp, sorguluyor ve polisi kendileri için ajanlık yapmaya ikna ediyor. İşte açık adına yer vermediğimiz bir polisi sorguladıkları kasetin dökümü:
Polis: “İstanbul Emniyet Müdürlüğü Siyasi Şubesi’nde İslami Cemaatler masasında istihbarat elemanı olarak çalışıyorum.
Militan: Belki bir Müslüman, muhbirleşip polis olarak içlerine girer, her şeyi alır, bilgiyi getirir, önlerine döker. Belki bilinçli olarak dense git polis ol, onların içine gir, bilgileri al getir.
Polis: Ona zaten polis müsaade etmez.
Militan: Bu senin önüne çıkmış çok büyük bir fırsattır. Yani hem senin babanın davasına hem İslam davasına hem Allah’ın davasıdır yani, Kuran’ın davasıdır. Bu durumda en ufak bir şey gizlemede hatta bizler gibi çalışarak, hafızanı yoklayarak, kurcalayarak mesela eline kâğıt kalem alıp, yani unutmamak için hatırlayıp bir şey yazman için.
Polis: Yani zaten buradan çıktıktan sonra, yarım saat sızdım sızmadım. Sürekli kafamda toparlamaya çalışıyorum.
Militan: Yani bunu bu şekilde, zorla çözülme şeklinde değil de kendini buna adapte et. Bu zorla çözülmeye zorlamamızı da sana yaptığımız bir iyilik olarak anla.
Polis: Abe diyebilir miyim size?
Militan: Diyebilirsin.
Polis: Abe yani sizin soru sormanız, benim bilgileri toparlamama daha yardımcı oluyor. Yani bana otur anlat, tıkanıyorum.
Militan: Yok yok biz sorarız. (...) Bu polis, bu Türkiye Cumhuriyeti, senin babanın mücadele ettiği bir devlete hizmet verecektin. Müslüman görünecektin, o kadar büyük kötülük işleyecektin. Demek ki senin baban çok iyi bir insanmış ki yani kısa yolda iken sen ele düştün. Hem de başkasının eline değil, Hizbullah’ın eline düştün.
Polis: Ben daha yolun başındayım, yolun başında sayılırım.
Militan: Sen şeytanın askeri durumundayken, Hizbullah’ın eline düşüyorsun, o zaman dön, dönüşün şey olsun, erkek ol. Sen Atatürk’ü ne yapacaksın. Onun rejiminin ayakta kalmasına sen ne yapacaksın. Üstelik de gençsin, ben acıdım yani. Şimdi ben şahsen senin yerinde olsam, babanın mezarına giderken, sürekli davasına ihanet ettiğin için mezarından kalkıp sana baktığını, ‘Sen ne yapıyorsun, hainsin, benim yanıma niye geliyorsun?’ gibi bir tasavvurda bulunman gerekir.
Polis: Ben intiharı bile düşünmüştüm.
(Not: Çözümü yapılan 525 sayfalık belgelerin birçoğunda İsmail Aksoy’un militanlarca kaydedilen ifade çözümleri var. Bunlarda Aksoy, polisin Hizbullah’a yönelik yaptığı çalışmaları, istihbarat toplama şekillerini, kimlerle çalıştıklarını anlatıyor.)

Hizbullah onaylı evlilik

Örgüt dokümanlarında “Sözler'' adlı bir dosya da var. Hizbullah’ın beyin yıkama faaliyetleri kapsamında militanlaştırılan kişilere dağıtılan bu dosyada peygamberin hadislerinin yanı sıra Necip Fazıl Kısakürek gibi şairler, birçok bilgininin de sözlerine yer verilmiş. Ama asıl ilginci, bu özlü sözler arasında Pascol, Montaigne, Balzac ve Victor Hugo ile Hıristiyan azizlerinden St. Agustine ve Aziz Pavlos’un sözlerine de yer verilmiş. “İman etmek gabya inanmaktır, mükâfatı görülmeyeni görmektir.'' (St. Agustine)
“Kanaat ile takva büyük kazançtır. Çünkü ne dünyaya bir şey getirdik ne de ondan bir şey götürebiliriz.'' (Aziz Pavlos)
“Allah’ım bana iman ver ve onu bulmaları için başkalarına yardım etmeme müsaade et.'' (Tolstoy)

cİHAn
08-31-2006, 10:14 AM
sağool