Giriş

Tam Sürümü Görüntüle : :::::::...Sağlık makaleleri...:::::::


Sayfa : [1] 2

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:46 AM
Sağlık makaleleri

Güneş yanığı, kansere sebep olabilir

Her yıl tedbirsiz güneşlenme sebebiyle birçok ölüm vakaları ile karşılaşılıyor. Güneş yanığı belirtileri kısa vadede kendini göstermese de uzun vadede güneş lekelerine, katarakta, ciltte yaşlanmaya, cilt kanserlerine ve kırışıklıklara sebep olabiliyor.

Uzmanların belirttiğine göre, güneş yanığı, çok fazla güneşe maruz kalındığında veya ultraviole ışık kaynağından etkilenildiğinde, vücuda rengini veren ve ışığa karşı cildi koruyucu özellikte olan 'melalin' maddesinin bu koruyucu özelliğini zamanla kaybetmesiyle ortaya çıkıyor.

Güneş yanıkları, hassas ciltliler için korkutucu boyutlara ulaşabiliyor. Güneşten çok daha kolay etkilenebiliyorlar ve oluşan yanıkların iyileşme süreci esmer tenlilere göre daha uzun süre alıyor. Çok hassas bir cilde sahip kişiler öğlen güneşinde 15 dakika kalabilirlerken esmer tenliler ise dakikalarca güneşlenebilirler. Ancak korunmak her iki cilt tipi için da şart.

Uzmanlar, güneş yanığı belirtileri kısa vadede kendini göstermese de uzun vadede güneş lekeleri, katarakt, ciltte yaşlanma, cilt kanserleri ve kırışıklıklar meydana gelebildiğine dikkat çekiyor. Güneş yanığının belirtilerinin kızarıklık ile başladığını, daha sonra su toplamalar ve deride soyulmalar oluştuğunu ifade eden uzmanlar, "Ancak, uzun süreli kontrolsüz güneşlenme, kan damarlarına bile zarar verebiliyor" diye uyarıyorlar.

Uzmanlar, işi gereği güneşe çok maruz kalanlara ise şu önerilerde bulunuyor:

"Düzenli olarak cilt bakımı yaptırın. Doğum lekelerinizi sık sık kontrol ettirin. Doğum izlerinizde renk ve boyut değişiklikleri tehlikeli bir durumun sinyalleri olabilir. Güneşe çıkarken koruyuculuk özelliği en az 15'in üzerinde olan kremler sürün. Bol bol sıvı alın. Güneşten koruyucu giysiler, ultraviole filtreli gözlükler kullanın."

Güneş yanığına karşı soğuk duş almanın ve soğuk kompres uygulamanın yararlı olabileceğini kaydeden uzmanlar, "Eğer cildiniz su topladı ise vücudunuzda açık yara bırakmayın, üzerini steril bandaj yardımı ile kapatın. Hekim önermedikçe Benzokain içeren ilaçlar kullanmayın. Eğer baş dönmesi, yanık bölgesinde çok fazla acı ve yüksek ateş varsa, su dolu kabarcıklar oluşmuşsa mutlaka bir hekime başvurun" diyorlar.

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:46 AM
Havuzlardaki klor saçlara zararlı

--------------------------------------------------------------------------------

Uzmanlar, güneşin yaydığı ultraviyole ışınları ile deniz suyundaki tuz ve havuzdaki klorun, saçın en büyük düşmanı olduğunu belirtiyorlar.


İnternet'ten derlenen bilgilere göre uzmanlar, bayanların saç rengini açmak için kullandıkları kimyasal madde olan 'oryal'in, tüm kadınlar tarafından endişe duyularak kullanıldığını, oysa havuz suyundaki klorun bundan çok daha tehlikeli olduğu vurgulandı. Havuz suyunda bulunan klorun mayoların bile rengini soldurduğuna, saçlarda da renk değişimine, kuruluğa, kırılmalara ve genel yıpranmaya neden olduğunu belirten uzmanlar, buna rağmen kadınların yüzde 99'unun havuza girerken saçlarını
koruyacak bir bone kullanmadıklarına dikkati çekiyorlar.


Deniz suyundaki tuz ve güneşteki ultraviyole ışınlarının da tıpkı havuz suyu gibi saça zarar verdiğine işaret eden uzmanlar, tuz ve klorun saça çok çabuk nüfuz ettiği için yıpranmayı da hızlandırdığını belirterek, özellikle uzun süre suda kalınıp, çıktıktan sonra da saçlar duru suyla iyice yıkanmalı yoksa telafisi güç sorunların ortaya çıkabileceği bildiriyorlar.


Öncelikle havuz ya da denizde saçların mutlaka bone ile korunması, sudan çıktıktan hemen sonra da saçın bol duru suyla yıkanması, ayrıca, fön çekerken ya da çektirirken makinenin sıcaklık derecesinin yükseltilmemesi öneriliyor. Fönün sıcak ayarı ne kadar yüksek olursa saçtaki yıpranmanın da o kadar hızlı olacağına işaret eden uzmanlar, yaz - kış saçların 36 dereceden yüksek ısıdaki su ile yıkanmaması ve yıkandıktan sonra da uzun süre ıslak bırakılmaması gerektiğine dikkat çekiyorlar.

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:47 AM
Tatil dönüşü kabus olmasın

Uzmanlar, uzun süren tatilin ardından iş yaşamına alışmada uyum güçlüğü yaşandığını belirtiyor. Hafta sonu tatili sendromuna benzer özellikler gösteren ruh hali, işini sevmeyen kişilerde daha travmatik olarak kendini gösteriyor. Uzmanlar, tatil dönüşünde uyum güçlüğünü aşmak için, 'kendinize nefes alma zamanları ayırın' önerisinde bulunuyor.

Yoğun iş temposundan uzaklaşıp uzun yaz tatiline 'merhaba' diyen günümüz insanı, işe dönüşte çeşitli sorunlar yaşıyor. Özellikle şehir dışında geçen tatil, kent yaşamına ve iş yerindeki rutin işlere dönüşte depresif duygu durumuna neden oluyor.

Akdeniz Üniversitesi Sağlık Kültür Spor Dairesi Başkanlığı'ndan Uzman Psikolog Elif Yazar, psikolojik olarak kendisini, dinlenmeye ve eğlenmeye yönlendiren kişide tatil dönüşü depresif duygu durumu gözlendiğini belirtti. Yaz tatiline hiç bitmeyecekmiş duygusuyla başlanmamasını önerdiklerini söyleyen Elif Yazar, "Psikolojik olarak kendinizi tatil durumuna kaptırmayın önerisinde bulunuyoruz. Tatile, 'bu benim dinlenmem için bir vesile, yapamadıklarını yapmak için bir fırsat' düşüncesiyle başlamak daha doğru" dedi. İlk iş günü öncesinde, eve ve kent yaşamına alışmanın faydalı olacağını söyleyen Yazar, "Şehir dışından gelerek hemen çalışmaya başlamak, uyumu zorlaştıracaktır. İşe dönüşten önce ev ve kent yaşamına dönüş yapılmalı. İlk mesai gününden bir kaç gün önce yapacağımız işleri programlamalıyız. Ağır iş temposuna gözümüz kapalı girmek yerine önce bize zor gelmeyecek işlerden başlamalı adım adım ilerlemeliyiz" diye konuştu.

Beslenme alışkanlığının tatil süresinde değiştirilmemesi gerektiğini söyleyen Elif Yazar, "Tatilde yeme-içme abartılıyor. İnsanlar, 'nasıl olsa tatildeyim' düşüncesiyle rutin yaşamındaki beslenme alışkanlığını değiştiriyor. Biz beslenme düzenini bozmama önerisinde bulunuyoruz. Tatil dönüşünde ise bize mutluluk hormonu sağlayacak, sebze ve meyve ağırlıklı bir beslenme öneriyoruz. İşe başladıktan sonra öğle ve akşam saatlerinde hoşa giden etkinliklerde bulunulmalı. Açık havada zaman geçirilmeli, kişiler kendilerine nefes almak için zaman ayırmalı" dedi.

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:47 AM
YaĞ Severlerİn Dİkkatİne

--------------------------------------------------------------------------------

Margarin ve Tereyağı arasındaki farkı biliyor musunuz?

Lütfen sonuna kadar okuyun…. Çok ilginç.

· Her ikisi de hemen hemen aynı kaloriye sahiptir.

· Tereyağı çok az daha fazla doymuş yağ oranına sahiptir. 8 grama 5 gram.

· Harvard Tıp Fakültesinin çalışmasına gore tereyağı ile karşılaştırılınca margarin yemek kadınlarda kalp hastalığına yakalanma olasılığını %53 artırıyor.

· Tereyağı yemek yiyeceklerdeki diğer besin öğelerinin emilimini artırıyor. Tereyağının besinsel değeri yüksek olmasına rağmen margarinin çok düşüktür. Çünkü katkılıdır.

· Tereyağı margarinden çok daha lezzetlidir ve diğer yiyeceklerdeki tadları zenginleştirir. Tereyağı yüzyıllardır bilindiği halde margarin 100 yıldan az bir süredir yapılmaktadır.

Ve şimdi margarine gelelim…

· Yağ asitleri çok yüksektir…

· Koroner kalp hastalığı riskini üçe katlar…

· Toplam kolesterolü ve LDL’yi yükseltir. (Kötü kolesterol)

· HDL’yi düşürür. (iyi kolesterol)

· Kanser riskini beş katına çıkarır…

· Anne sütünün kalitesini düşürür…

· Bağışıklık sistemini zayıflatır…

· İnsülin tepkisini düşürür.



İŞTE EN İLGİNÇ KISMI!



· Margarin plastikten yalnızca 1 molekül farklıdır.

İşte bu gerçek beni hayatım boyunca bir daha margarin ve diğer hidrojene yiyecekleri yemekten alıkoymuştur .. (Hidrojene demek moleküler yapısına hidrojen eklenmiş demektir.) Kendiniz de deneyebilirsiniz: Bir paket margarine alın ve gölge bir yere koyun. İki gün içinde şunları gözlemleyeceksiniz. Üzerinde bir tane bile sinek yok! (Bu size birşeyler anlatmalı.)

Çürümemiş ve kötü kokmamıştır. Çünkü hiçbir besin değeri yoktur ve üzerinde hiçbir şey gelişmez. Hatta mikro organizmalar bile yerleşmez. Neden? Çünkü nerdeyse plastiktir. Evdeki plastik kablonuzu eritip de tostunuza surer misiniz?

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:47 AM
Bakanlıktan besin uyarısı

--------------------------------------------------------------------------------

Sağlık Bakanlığı, besinleri satın alma, hazırlama, pişirme, depolama konusunda vatandaşları uyardı.




Sağlık Bakanlığı'nın internet sitesinde yer alan bilgilere göre, alışverişe çıkmadan önce satın alınacak besinler için bir liste hazırlaması gerektiği ve listede seçeneklere yer verilmesi gerektiği ifade edildi. Besinlerin günlük, haftalık ve aylık olarak sınıflandırılması gerektiği belirtilen açıklamada, kısa süre içinde fazla besin alınmaması gerektiği vurgulandı. Beslenmeye ayrılan paranın önceden belirlenmesinin önemli olduğu ifade edildiği açıklamada, besinlerin değişik yerlerdeki fiyatlarının araştırılmasının gerektiği kaydedildi. Düşük gelirli ailelerin, enerji ihtiyaçlarını karşılamak için ucuz olan tahılların yanında bir miktar kuru baklagil ve yumurta satın alarak enerji ve protein yönünden dengeli bir beslenme yapmaları tavsiye edildi.




Fazla yağlı besinlerin tercih edilmemesinin tavsiye edildiği açıklamada, özellikle yağsız kırmızı etin kullanılması gerektiği vurgulandı. Sağlıklı yaşam için az miktarda tuz kullanılması gerektiği belirtilen açıklamada, doğal sebze ve taze besinlerin tercih edilmesi, fazla miktarda katkı maddesi içeren besinlerden kaçınılmasının önemli olduğu bildirildi. Hazır meyve suları, gazoz, kolalı içecekler yerine besleyici değeri daha yüksek olan taze sıkılmış meyve suları, ayran, limonun tercih edilmesi tavsiye edildi.



HAZIRLAMA VE PİŞİRMENİN PÜF NOKTALARI




Alışveriş sonrası satılan alınan gıda maddelerinin sağlıklı bir şekilde hazırlamasının önemli olduğunun kaydedildiği açıklamada, şu ifadelere yer verildi:




"Ekmek, çörek, kurabiye yapmak için hamurun mayalandırılması besleyici değerini artırır. Beyaz ekmek yapmak için buğday tanesinin, kepek ve özünün iyice ayrılması besleyici değerini azaltır. Tarhana, yoğurt ve unun karışımıyla mayalandırılarak yapıldığından, besleyici değeri yüksektir. Pişirirken içine pişmiş nohut, mercimek, havuç eklenmesi değerini daha da artırır. Tarhana güneşte kurutulursa, süt ve yoğurt aydınlık yerde bekletilirse vitamin B2, vitamin B6 ve folik asit değerleri azalır. Yumurta, süt, yoğurt, peynir ve tahinle yapılan tatlıların besleyici değerleri, sadece un, yağ, şeker kullanılarak yapılanlardan üstündür. Şeker yerine pekmez kullanılması, besleyici değerini daha da artırır. Sütlü tatlı yaparken şeker önceden konulmalıdır. Birlikte yüksek sıcaklıkta pişirilirse, protein değeri azalır. Kuru fasulye, nohut, mercimek gibi besinler iyi pişirildiğinde sindirimi kolaylaşır ve böylelikle protein değeri artar. Yumurta çiğ yenirse ya da sarısının etrafı yeşillenecek kadar hızlı ateşte, uzun süre pişirilirse, besleyici değeri azalır. Yeşil ve sarı sebzelerden yapılan salatalara limon veya sirke eklenir, bekletilirse A ve C vitamini değeri azalır. Sebzeler doğrandıktan sonra bekletilirse ve haşlama, pişme suları atılırsa, vitamin ve mineralleri azalır. Meyveler kesildikten ya da suyu sıkıldıktan sonra bekletilirse C vitamini değeri azalır. Hatta sıkılmış meyve suları buzdolabında bekletilirse vitamin değeri azalır. Süt yarım saat gibi uzun süre kaynatılırsa vitaminleri azalır. Pastörize ve sterilize edilmemiş süt kabarınca ateşten alınırsa, mikropları ölmez. Süt kabardıktan sonra karıştırılarak 4-5 dakika kaynatılıp hemen soğutulur. Cam kavanozda buzdolabında 1-2 gün saklanır. Yağ yakıldıktan sonra yemeğe konursa, sağlığa zararlı duruma gelir. Yoğurdun yeşilimsi suyu atılırsa vitamin değeri azalır. Ayrıca yoğurt torbaya konup süzülür ve süzülen suyu atılırsa vitamin kaybı olur. Kapakları-hafif de olsa- içe veya dışa doğru bombaj yapmış konserveler sağlık için son derece zararlıdır."



BESİNLERİ SAKLAMA KURALLARI




Bazı besinlerin kısa zamanda kullanılmasının olanaksız olduğunun bildirildiği açıklamada, bazı besinlerin çeşitli işlemlere tabi tutarak uzun süre değerinden ve lezzetinden kaybettirmeden saklamanın zorunlu olduğu kaydedildi. Taze besinlerin, hasat edilmelerinden itibaren mikroorganizma ve enzimlerin etkisine maruz kaldığının ifade edildiği açıklamada, şu bilgilere yer verildi:




"Besini mikroorganizmaların etkisinden koruyabilmek ve enzim faaliyetlerini durdurabilecek bir ortam oluşturmak zorunluluğu vardır. Mikroorganizma ve enzimler belirli bir sıcaklık derecesinde faaliyet gösterdiklerine göre besinler soğuk yerde saklanırsa, tazeliklerini koruyabilirler. Besinlerin saklanabileceği buzdolapları, soğuk hava depoları ve dondurma araçları veya yerleri yapılmıştır. Bu gibi yerlerde besinlerin bozulmadan saklanma süresi dolabın veya deponun ısı derecesine bağlıdır. Taze sebzeler bekletilmez, tereyağı ve benzeri kahvaltılık margarinlerde nem miktarı fazla olduğundan kolay bozulurlar. Bu bakımdan buzdolabında saklanması gereklidir. Patates, karanlık, serin, kuru ve hava akımı olmayan yerlerde saklanır. Işık, patatesin renginin yeşile dönmesine neden olabilir. Soğan için en iyi saklama ortamı kuru, hava akımı olan serin yerdir. Kuru besinler serin, karanlık, kuru ve havalandırılabilen yerlerde saklanır. Kuru besinlerin saklandığı yerin nemli olması küflerin çoğalmasına neden olur. Besinler mümkünse raflarda, yerden yukarıda, ağzı kapalı kaplarda birbirlerine benzeyenler bir araya konmak suretiyle saklanmalıdır."

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:47 AM
AIDS hastalarına yeni umut

İspanya'da yapılan bir araştırma ile kandaki kolestrolü düşürmek için kullanılan bazı kalp ilaçlarının HIV virüsünün etkilerini yavaşlattığı tespit edildi.

BBC'de yayınlanan habere göre, İspanyol Bilim Araştırmaları Konseyi laboratuarlarında gerçekleştirilen deneylerde, HIV virüsü taşıyan 6 hastaya, bir ay boyunca, kandaki yüksek kolestrole bağlı kalp krizi riskini düşürmeye yardımcı olan 'statin' türü kalp ilaçları verildi.

Deney sonucunda, deneklerdeki HIV virüsü sayısının azaldığı görüldü. Ancak ilaçların alınmaması halinde virüsün yeniden çoğalmaya başladığı da tespit edildi.

Bulgular sonucunda uzmanlar, piyasada bol bulunan 'statin' türü ilaçların AIDS'le mücadele için ucuz bir silah olabileceği kanaatine vardı.

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:48 AM
Kemik tümörleri her yaşta görülebiliyor

--------------------------------------------------------------------------------

Değişik tip ve karakterde oluşan kemik tümörleri sadece yetişkinleri değil çocukları da tehdit ediyor.

Mide, barsak, meme ve akciğer gibi pek çok organda iyi ya da kötü huylu tümör gelişebileceği biliniyor. Kemiklerde de tümör oluşabileceği çok da bilinen bir durum değil. Oysa çocukluk döneminden başlayarak hemen hemen her yaş döneminde kemiklerde oluşan tümörlere rastlamak mümkün. Tümörün tipine ve hastanın yaşına göre değişiklik gösteren cerrahi tedavi seçenekleri bulunan hastalık hakkında Acıbadem Hastanesi Kozyatağı Ortopedi ve Travmatoloji Klinik Şefi Prof. Dr. Metin Türkmen şunları söylüyor: "Tümör cerrahisi, çok titizlik gerektiren bir tedavi şeklidir. Biyopsinin alınması bile belli kesin kurallar içinde yapılmalıdır. Uygulanacak cerrahi tedavi, sadece tümör odağının boşaltılması şeklinde olabileceği gibi, tümör dokusunun etrafındaki dar veya geniş alandaki sağlam doku ile birlikte çıkarılması şeklinde olabilir. Bazı durumlarda amputasyon gereklidir. Bütün bu cerrahi uygulamalarının öncesi veya sonrasında tümörün cinsine göre radyoterapi, kemoterapi veya her ikisine birden ihtiyaç olabilir. Habis tümörlerde, biyopsi ile tanı konulduktan sonra ortopedist, tıbbi onkolog, radyasyon onkoloğu, patolog ve radyolog bir araya gelerek uygulanacak tedavi protokolü hakkında karar verirler."

Selim Kemik Tümörleri

Selim kemik tümörlerine çoğunlukla çocukluk ve gençlik dönemlerinde rastlanıyor. Bazen ağrısız olabiliyor, ya bir kırık sonrasında veya ele gelen şişlikler halinde tesadüfen ortaya çıkıyorlar. O nedenle bu dönemde, istirahat veya hareket sırasında oluşan ağrılar, hareketlerde görülen sınırlanmalar ve özellikle el ile hissedilen şişlikler dikkate alınmalı, nasıl olsa geçer diyerek ihmal edilmemeli. Çocukluk döneminde görülen selim tabiattaki tümörlerin çoğunluğu kistik yapıda oluyor. Prof. Dr. Türkmen bunu şöyle açıklıyor: "Çocukluk döneminde çok belirgin olmayan kemik ağrılarının ve çoğunlukla banyo sırasında ele gelen sertliklerin dikkate alınmasında fayda vardır.

Kemik dokusunun içinde bir boşalma ile kist oluşur. Bu da, doğal olarak kemik dokusunun direncini azaltır ve basit travmalar ile çok kolaylıkla kırılırlar." Selim kemik tümörlerinin tedavisi tümörün tipine ve hastanın yaşına göre değişiklik gösteriyor. Prof. Dr. Türkmen şöyle diyor: "Basit kemik kistinin tesadüfen ortaya çıkması, hemen bir cerrahi tedaviyi gerektirmeyebilir, kist boşluğunun içine steroid veya kemik iliği enjeksiyonları denenebilir. Kırığın oluştuğu durumlarda ise çoğunlukla cerrahi tedavi uygulanmaktadır. Cerrahi tedavide kistik boşluğun içinin tamamen kazınarak boşaltılması ve gerekli tespitin yapılmasından sonra, kalan boşluğun doldurulması gerekir. Doldurma işleminde kullanılan doku, çoğu zaman hastanın uygun bir bölgesinden alınan (donör bölge) kendi kemik dokusudur."

Habis Kemik Tümörleri

Habis kemik tümörlerini başlıca üç tipi var. Prof. Dr. Türkmen bunları şöyle sıralıyor: "Birincisi kemikte primer olarak ortaya çıkanlardır. Bunlar daha çok çocukluk ve genç erişkin döneminde görülür. İkinci tip habis tümörler ise, primer olarak mevcut bir selim kemik tümörünün yaşın ilerlemesi ile karakter değiştirmesi sonucu ortaya çıkarlar. Üçüncü tip habis tümörler ise metastatik olanlardır.

Bunlarda, vücutta bir başka dokuda habis bir tümör vardır ve onun kemik dokusuna metastazı söz konusudur. Metastaz yapan tümörler arasında sıklıkla akciğer, meme, tiroid ve erkeklerde prostat kanserleri öncelik almaktadır. İleri yaşlarda, ve özellikle bir organında habis tümörü olan kişilerde, ortaya çıkan kemik ağrılarının dikkatle incelenmesi gereklidir. Metastazların bel kemiğinde de sık görülmesi ve oluşacak kırıkların ayrıca nörolojik komplikasyonları da yaratabileceği akıldan çıkarılmamalıdır.

Multi disipliner tedavi

Kemik tümörlerinin tedavisinde, özellikle habis tipte olanlarında, cerrahi tedavi yanında, tıbbın diğer dalları ile ortak çalışmayı gerektiren protokoller mevcut. Önde gelen bölümler tıbbi onkoloji ve radyasyon onkolojisi olarak göze çarpıyor. Habis tümörlerde, biyopsi ile tanı konduktan sonra ortopedist, tıbbi onkolog. radyasyon onkoloğu, patolog ve radyolog bir araya gelerek tartışıyor ve uygulanacak tedavi protokolü hakkında karar veriyorlar. Cerrahi tedaviden önce radyoterapi veya kemoterapi uygulanabileceği gibi, her ikisi birlikte de uygulanabiliyor.

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:48 AM
Ağız kanseri erkekleri tehdit ediyor

--------------------------------------------------------------------------------

Ağız kanserlerinin çoğunluğunun 45 yaşın üzerinde ortaya çıktığı ve erkeklerde oluşma olasılığının kadınlara oranla iki kat fazla olduğu bildirildi.


Türk Dişhekimleri Birliği'nden (TDB) alınan bilgiye göre, ağız kanserlerinin oluştuğu bölgeler sıklıkla dil, ağız tabanı, dil köküne yakın yumuşak damak alanları, dudaklar ve dişetleri. Ağız kanserleri erken dönemde teşhis edilerek tedavi sağlanmazsa yayılarak sürekli ağrı, fonksiyon kaybı, tedavi sonrası düzeltilmesi mümkün olmayan yüz ve ağız deformiteleri, hatta ölümlere neden olabiliyor.


TDB, dişhekimine düzenli aralıklarla gidilmesinin ağız kanserlerinin erken dönemde tespit edilmesi açısından çok önemli olduğunun altını çizerek, "Ağız kanserlerinin kesin nedeni tam olarak bilinmez. Bununla beraber, tütün ürünleri, alkol ve besinlerdeki bazı maddeler ve fazla güneş ışığına maruz kalınması gibi faktörlerin ağız kanseri riskini arttırdığı öne sürülüyor. Uzmanlar genetik yatkınlığı da ağız kanserleri için risk faktörleri arasında gösteriyor" değerlendirmesini yaptı.


AĞIZ KANSERİNİN MUHTEMEL BELİRTİLERİ:


- Ağız içinde veya etrafında beyaz veya kırmızı renkli alanlar


- Ağız içinde hassas, tahriş olmuş, kabarık veya kalınlaşmış alanların olması


- Ağızda veya boğazda tekrarlayan kanamalar


- Seste boğukluk veya boğazda yutulamayan cisim hissi


- Çiğneme ve yutma güçlüğü


- Dil ve çene hareketlerinde zorlanma


- Dil veya ağızın diğer bölgelerinde his kaybı, uyuşukluk


- Alt veya üst çenede meydana gelen şişlikler ve bunun sonucu mevcut protez uyumunun bozulması


- Ağız kanseri lezyonları başlangıç döneminde ağrısızdır, kanser ilerleyerek sağlıklı ağız dokularında harabiyet oluşturdukça ağrı şikayeti de başlar. Kişinin kendinin ağız
kanserini farketmesi güç olabilir. Bu nedenle düzenli dişhekimine gidilmesi son derece önemlidir.

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:48 AM
Saç dökülmesinin nedenleri ve tedavisi

--------------------------------------------------------------------------------

Memorial Hastanesi Medikal Estetik ve Zayıflama Merkezi'nde görevli Opr.Dr.Kemal Uğurlu saç dökülmesi ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.

Estetik görünümde çok önemli bir yer tutan saçın kaybı kişide yaşlanma duygusu yaratmakta, vücudundan birşeylerin eksildiği düşüncesi insanlari mutsuz etmektedir. Erkeklerde daha sık olmasına rağmen kadınlarda da görülmekte ve psikolojik etkisi çok daha fazla olmaktadır.

SAÇ DÖKÜLMESİNİN NEDENLERİ

Saç dökülmeleri kansızlık, beslenme bozuklukları, vitamin eksiklikleri, ağır hastalıklar, hormonal düzensizlikler ve bazı ilaç kullanımlarından sonra görülebilirse de genelde bir nedene bağlanamaz. Ailesel yatkınlık, stres, mantar enfeksiyonları ve kalitesiz bakım ürünlerinin kullanılması dökülmeyi etkileyerek arttırabilmektedir.

Saç dökülme alanları erkeklerde başınn ön, üst ve tepe kısmında görülür ve degişik genişlikte olabilir. Çoğu kişide ileri yaşlara kadar başın her iki yanında ve ensede dökülmeyen alanlar kalır.

Kadınlarda ise yaygın seyrelme tarzında dökülmeye daha sık rastlanır bölgesel dökülme nadir olarak görülür.

Saç dökülmesi otuzlu yaşlara doğru başlar ve elli yaşın üstünde erkek nüfusunun hemen hemen yarısında görülür. Başlama yaşı nekadar erken olursa dökülme o kadar fazla ve genis alanda olur.

DÖKÜLMEYİ DURDURAN YADA YENİDEN SAÇ ÇIKARTAN TEDAVİ VAR MIDIR ?

Vücudun diger hücreleri gibi saç hücrelerininde genetik olarak şifrelenmis bir ömrü vardır. Dökülen saçların ömürlerinin kısa olarak planlandıgı düşünülür. Bazı ilaçlarla bu dökülmeye başlayan saçların hücrelerinin ömrü uzatılmaya çalısılmaktadır. Ancak bu ilaçlar kullanıldığı dönemde kısmen etkili olmakta ilacın kesilmesi ile eski dökülme durumuna geri dönülmektedir. Uzun zaman önce saçın dökülmüş olduğu bölgelerde etkili olan bir ilaç ise henüz bulunamamıştır.

SAÇ EKİMİ

Günümüzde teknolojinin gelişmesi ile birlikte estetik cerrahinin tüm bölümleri gibi saç ekim tekniğide çok gelişmiş ve mükemmel sonuçlar alınır hale gelinmiştir. Eskiden içerisinde 5-6 saç hücresi bulunan dokularla (makro greftlerle) yapılan saç ekimleri doğal olmayan görünüm yaratmaktaydı. Günümüzde saç ekimi artık mikro greft tekniği olarak bilinen 1-2 kıl hücresinin ekimi şeklinde yapılmaktadır.

Saç ekiminde en önemli kriter saç ekimi yapılacak alanla, saçın alındığı alan arasındaki orandır. Tüm saçın 3 de 1 ve daha az oranındaki dökülmelerinde saç ekimi ile elde edilecek estetik sonuçlar çok iyidir. Daha geniş alanlardaki dökülmelerde alanın genişliğine bağlı olarak estetik başarı düsmekte, ekim sonrası elde edilen saç yoğunluğu biraz daha az olmaktadır. Başarıyı etkileyen önemli bir diğer etkende ekibin tecrübesidir. Saçın ekim yönü, açısı, yoğunluğu ve hücrelerin efektif dağılımı estetik görünümü çok etkiler.

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:49 AM
Koyu renk ekmek ye, sağlığını koru

--------------------------------------------------------------------------------

ABD'li bilim adamları, koyu renkli ekmek yemenin kalp sağlığını koruduğunu ortaya çıkardı.
Seattle kentindeki Kardiyovasküler Sağlık Araştırma Birimi'nde görevli Dr. Dariush Mozaffarian başkanlığındaki araştırma ekibi, 70 yaşın üzerinde olan ve hayatı boyunca hiç kalp-damar rahatsızlığı geçirmemiş üç bin 588 kişi üzerinde yaklaşık dokuz yıl süren bir araştırma yaptı. İnternetteki ailem.com sitesinde yer alan yazıda, bu konudaki araştırmanın sonuçlarının ilginç bir gerçeği ortaya çıkardığı belirtildi. Araştırmanın sonuçlarına göre, kalp ve damar hastalıkları riskinin günde 6,3 gram tahıl lifi tüketen kişilerde, günde 1,7 gramdan az tahıl lifi tüketen kişilere göre yüzde 21 oranında daha düşük olduğu saptandı. Dr. Mozaffarian öncülüğündeki bilim adamları, yemek yerken daha çok koyu renkli ekmeğin tercih edilmesi gerektiğine dikkat çekerken, sebze ve meyve liflerinin ise herhangi bir olumlu etkisinin tespit edilmediğine işaret ettiler.

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:49 AM
Ceninler Parkinson'a umut oldu

--------------------------------------------------------------------------------

Fransa Kretey Ulusal Tıp Araştırmaları Enstitüsü Doktorlarından Anselme Perrier yaptığı araştırmalarda kürtajla alınan ceninlerden elde edilen insan beyin nöronu kök hücrelerinin Parkinson hastalığı için bir tedavi yolu olduğunu ortaya koydu.
Uzun zamandır araştırmalarını sürdüren ve Parkinson hastalığı'na tedavi yöntemi arayışında olan Anselme Perrier, kürtajla alınan ceninlerden elde edilen insan beyin nöronu kök hücreleriyle, Parkinson hastalığı'na yol açan sorunu çözebileceği sonucuna vardı. Perrier, kök hücreden üretilen beyin nöronunun, Parkinson hastalığıyla beynin yitirdiği kimyasalları ayır detme fonksiyonunu yeniden sağlayabildiğine vurguladı. Bilimsel alanda bir kilometre taşı olarak kabul edilen bu yeni bulgu, cenin kaynaklı kök hücrenin Parkinson'lu hastaların beyinlerine aşılanabileceğini de ortaya koyuyor. Ancak yeni olan bu buluş, Parkinson hastalarına kısa vadede bir tedavi olanağı da sağlayamazken, araştırmaların geliştirilmesi ve yasal izinlerin sağlanması için gerekli çalışmaların başlatılacağı vurgulandı.

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:50 AM
Çapraşık dişlerin nedenleri ve tedavisi

Çocukluk döneminde süt dişlerin değişip, kalıcı dişlerin gelmeye başlamasıyla pek çok çocukta çapraşıklıkların yaşandığı bildirildi.


Türk Dişhekimleri Birliği'nin (TBD) web sitesinde yer alan bilgilere göre, bir çok anne ve baba, "Çocuğumun dişleri eğri geldi" endişeyle dişhekimine başvuruyor. Bu durumun en büyük nedeninin 'kalıtım' olduğunu belirten uzmanlar, zamanında alınmayan bazı önlemlerin de çapraşıklara yol açtığını ifade ettiler.

Genetik olarak çocukta çene boyutuyla dişlerin genişlikleri arasında uyumsuzluk olması ya da çenelerin gelişmesini olumsuz yönde etkileyen solunum yolu problemlerinin dişlerde çapraşıklığıklara yol açtığını anlatan uzmanlar, "Çocuğunuzun burun yollarındaki solunumu engelleyen faktörler öncelikle üst çenenin daha sonrada alt çenenin normal büyümesini etkileyerek dişlerin düzgün sıralanmasına engel olurlar. Bu durumda mutlaka uzman bir dişhekiminin müdahalesi gerekir" diye konuştular.

Dişlerdeki çapraşıklığın bir diğer nedeninin de süt dişlerinin normal değişme zamanı gelmeden çekilmesi olduğuna dikkati çeken uzmanlar, şunları kaydetti:

"'Nasıl olsa yerine yenisi gelecek' düşüncesiyle tedavi edilebilir düzeydeki süt dişlerinin çekimi son derece hatalıdır. Çünkü bu dişler altlarından gelecek kalıcı dişlerin yerini koruyarak çapraşıklıkları önlerler. Bir süt dişi zamanından önce çekilirse yandaki dişler çekilen dişin boşluğına doğru kayar. Alttan gelecek kalıcı dişin süreceği yeri kapatır, kalıcı diş bulabildiği boşluktan sürmeye çalışır yada gömülü kalır. Her iki durumda da diş sisteminin dengesi bozulur ve çapraşıklıklar gözlenir. Süt dişlerini ara yüzlerinde görülen çürükler zamanında tedavi edilmezse yandaki dişler çürüyen, kayıp diş dokusu kadar boşluğa kayar. Çapraşıklıkların bir diğer nedeni de budur. İşte bu nedenlerden dolayı süt dişlerinde görülen çürüklerin tedavisi son derece önemlidir".

Dişlerin düzgün sıralanmasının sadece estetik açıdan önemli olmadığını anlatan uzmanlar, dişlerdeki çapraşıklıkların bu bölgelerin temizlenmesi güç olacağından çürüklere, dişeti hastalıklarına ve eklem ağrılarına neden olabileceğini belirttiler. Çapraşık dişlerin her yaşta değişik tedavi yöntemleriyle ortodontistler tarafından tedavi edilebildiğini söyleyen uzmanlar, "Ancak bu tür tedaviler oldukça pahalıdır. Bu nedenle çürüyen süt dişlerinin çekiminden çok tedavisi yoluna gitmek daha da önemlisi iyi bir ağız bakımıyla dişleri sağlıklı olarak ağızda tutmak en doğru yöntem olacaktır" şeklinde konuştular.

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:51 AM
Balık zehirlemelerine dikkat

Balık ve diğer su ürünlerinin zehirlenerek ölüme sebep olduğunu belirten uzmanlar, bu konuda vatandaşları uyardı.
Samsun Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsü Müdürü Uzman Veteriner Hekim İsmail Aydın, kurumlarında balık ve diğer su ürünleri hastalıklarıyla ilgili kapsamlı araştırma ve teşhis yaptıklarını belirterek, vatandaşların balık zehirlenmelerine karşı dikkatli olmasını istedi. Balık hastalıklarının Türkiye için yeni bir konu olduğunu ve bu konuda bilgi birikimi bulunmadığını kaydeden Aydın, bu alandaki çalışmalara hız verilmesi gerektiğini söyledi.


Enstitü hizmet bölgesinde kültür balıkçılığının diğer bölgelere nazaran daha hızlı geliştiğini ve bölgede yaklaşık 170 işletme bulunduğunu ifade eden Aydın, "Bu işletmeler, enstitü uzmanlarının kontrolünde. Kurum uzmanları, balık hastalıkları konusunda araştırma yapıyor. Balık işletmelerinin sorunlarının çözülmesinde bilimsel verilere göre hareket ediyoruz. Bugüne kadar yapılan araştırmalara göre, balık çiftliklerinde özellikle Yersiniozis hastalığı çok yaygın. Bununla birlikte Vibrio, Aeromonas, Pseudomas, Edwardsiella ve Mixobacter infeksiyonları da tespit edildi. Suya karışan sanayi atıkları suyun kalitesini bozarak özellikle bakır, çinko ve civa zehirlenmesine yol açıyor. Yağmur suları, suda kurşun birikimine sebep olduğu için kurşun zehirlenmesi meydana getiriyor. Sağlıklı beslenmek için beyaz et tüketimi önemli. Ancak, özellikle balık ve deniz ürünlerinin bilinçli tüketilmesi, sağlıklı muhafaza edilmiş ve ambalajlanmış, orijini bilinen, kontrolü yapılmış, hijyenik su ürünlerinin tüketilmesi gerekiyor" dedi.

"MİDYE ZEHİRLEMESİ ÖLDÜRÜYOR"
Kirli sularda avlanan balık, midye ve diğer su ürünlerinin insan sağlığına zarar verdiğini ifade eden İsmail Aydın, "Kabuklu deniz hayvanları, insanlarda ishalle birlikte seyreden tehlikeli yiyecek zehirlenmelerinin ortaya çıkmasına neden olabilir. Havaların ısınmasıyla birlikte risk faktörü daha da artmaktadır. Bu durum halk nazarında bu ürünlere karşı güvenin sarsılmasına ve tüketimin azalmasına sebep olmaktadır. Yeterince işlem görmemiş ya da çiğ olarak tüketilen deniz kabuklularının tüketimini takiben zehirlenme belirtileri ortaya çıkabilmektedir. Bu deniz canlılarının besinleri süzerek, ağır ağır yemesi nedeniyle, lağım sularıyla kirlenmiş sulardan yüksek miktarda mikrop ve atık madde (toksinleri) almalarına ve vücutlarında biriktirmelerine yol açar. Kabuklu deniz hayvanları, iyi pişirilmesine rağmen iç organlardaki patojenler yeterli şekilde yok edilemeyebilir. Toksin birikimi de yüksek ısıyla yok edilemez. Çok düşük miktarlarda, mide ve bağırsaklar için zararlı ürünler gıdalarda kalabilir ve bu ürünler tüketimi takiben hastalıklara neden olurlar. Bazı midye türleri de yendikleri zaman toksik etki gösterebilir (Mytilus edulus ve Modiola modiolus cinsi midyeler)" dedi.


Midye zehirlenmelerinde, zehirlenme belirtisi olarak aşırı duyarlılık ve felç, parmak uçlarında iğne batması gibi karıncalanma hissi, dudaklarda sızlama ve uyuşukluk hissedildiğini söyleyen veteriner hekim Aydın, "Sersemlik, uyuklama, boğazda sıkışma ve kuruluk, bazı vakalarda konuşmada bozukluk vardır. Ağır vakalarda ölüm solunum yetersizliğinden kaynaklanmaktadır. Toksin ihtiva eden midyelerden 4-5 tanesinin yenmesiyle bile ölüm meydana gelebilir. Bu toksinin çok kuvvetli bir zehir olan potasyum siyanürden 50 kez daha güçlü olduğu bildirilmiştir. Midye yendikten sonra bir rahatsızlık hissedilmesi halinde, gecikmeden en yakın sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır. Midye zehirlenmesi olayları ABD, Fransa, İrlanda, İngiltere ve Almanya gibi gelişmiş ülkelerde sık meydana geliyor. Ülkemizde midye zehirlenmesinin gelişmiş ülkelere oranla daha az görülmesinin sebebi, dini inanış boyutuna paralel olarak daha az tüketilmesinden kaynaklanmaktadır" diye konuştu.

"BOZULAN BALIKTA 12 SAAT İÇİNDE 68 MİLYAR BAKTERİ OLUŞUYOR"
Sahillerde yaşayan birçok deniz hayvanının toksin ihtiva ettiğini ifade eden Aydın, "İnsanlar bazı balıklara temas etmekle de zehirlenebilir. Bu balıkların yüzgeçleri birtakım dikenler ihtiva eder. Dikenin kaidesindeki kesede bulunan zehir, kesenin kanalı vasıtasıyla dikenin açtığı yaraya boşaltılır. Memleketimizde bulunan bu nevi balıklar: tarakonya, çarpan balık, kum tarakonyası, varsan balığı, rina balığı, iğneli vatoz balığı, tırpana balığı, kazık kuyruğu balığı, folya balığı, tatlı su levreği gibi balıklardır. Doğal olarak toksin ihtiva eden bir tek balığın bile yenmesi, ölüme sebep olabilir. Balıkçılık sektöründeki sorunlardan bir tanesi de çiftliklerde bilinçsiz kimyasal madde ve ilaç kullanımı sonucu oluşan ilaç kalıntısı birikimidir. Avrupa Birliği ülkeleri, ithal ettikleri su ürünlerinde ilaç kalıntısı için belli bir standart getirmişlerdir. Balıkların yaşadıkları ortamda yeterli sayıda hastalık etkeni bulunursa, balıklarda yaralanma, organ bozuklukları, zayıflama ve stres gibi faktörlerle birlikte hem balığın kendi sağlığını bozan, hem de kesim sonrası balık etinin değerini düşüren hastalıklar meydana gelir" şeklinde konuştu.
Balık etinin protein yönünden zengin olduğunu vurgulayan, ancak balık çiftliklerinin hijyenik olması gerektiğini vurgulayan Aydın, "Uygun şartlarda balık vücudunda bir bakteri her 20 dakikada bir çoğalmaktadır. Periyodik olarak çoğalan bir bakteri hücresinden 12 saat sonra 68 milyar adet bakteri meydana geldiği dikkate alınırsa, bozulmaya uğramış bir balık etini yiyen kişinin ne kadar risk altında olduğu anlaşılır" dedi.


Deniz ürünleri pişirilirken ortaya çıkan dumanın solunmasının, astım, rinitis, larenks ödemi veya rinokonjuktivitise sebebiyet verdiğini hatırlatan İsmail Aydın, daha sonra şunları söyledi:


"Balık alerjileri, sindirimi takiben en erken 2 dakikada ortaya çıkabilir. Deniz ürünleri alerjilerinin belirtileri de genellikle 1 saat içinde ortaya çıkar. İnsanlarda deniz ürünleri anafilaktik şoka sebep olabilir. Bazı bakteriler orkinos, uskumru, palamut gibi balık türlerinde toksin oluşturur. Bu balıkların yenmesiyle balık zehirlenmesi meydana gelir. Bazı deniz kamçılıları da toksin üretebilirler. Balıkların bazı türleri, bu toksik kamçılıları tükettikten sonra insanlar için zehirli hale gelir. Bu toksinler balığın iç organlarında, kafasında ya da merkezi sinir siteminde depolanır. "

Samsun Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsü'nün bölge enstitüsü olduğunu kaydeden İsmail Aydın, Samsun, Sinop, Amasya, Tokat, Sivas, Ordu, Giresun, Trabzon ve Rize'den oluşan toplam 9 ile hizmet götürdüklerini, balık hastalıklarıyla ilgili kapsamlı araştırma ve teşhis yapılabilen bir alt yapıya sahip olduklarını sözlerine ekledi.

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:51 AM
Sıtmaya karşı 'oz' ilacı

--------------------------------------------------------------------------------

Sıtmaya karşı doktorlar grubu tarafından Hindistan'daki laboratuarlarda geliştirilen 'OZ' adındaki ilaç, hastalığın 'kesin çözümü' olarak görülüyor.


Hindistan'daki laboratuarlarda geliştirilen ve tıp çevrelerinde sıtma ile mücadelede bir devrim olarak nitelendirilen OZ, Çin'de çeşitli hastalıkların önlenmesinde kullanılan
bitkisel ilaçlardan 'Artemisinin' adlı anti sıtma maddesi içeriyor. Doktorlar tarafından sentetik olarak geliştirilen OZ, Artemisinin maddesinin bitkisel versiyonuna da gereksinim duymadığı için çok daha ucuz olarak satılacağı belirtiliyor. Hindistan'da sıtma hastalığı olan insanlar üzerinde denenen ilacın başarılı sonuç verdiği ve hastalığı tamamen kuruttuğu ve hiçbir iz ve ya bulgu bırakmadığı saptandı.

Hindistanlı doktorların sağlık dünyasına hediye ettiği yeni sıtma ilacı OZ, 2005 Ocak ayından itibaren test kullanımına girecek.

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:51 AM
Uykusuzluk çekenlere tavsiyeler

--------------------------------------------------------------------------------

Hemen hemen herkesin zaman zaman yaşadığı uykusuzluk sorunundan, basit birtakım önlemlerle kurtulunabiliniyor.


Türk Psikiyatri Derneği'nin internet sitesi 'Psikonet'te yer alan bilgilere göre, özellikle kabul gören kişilerde görülen uykusuzluk sorunu, uyandıktan sonra tekrar uykuya dalmakta güçlük ve sabah yeterince dinlenmemiş olarak uyanmak şeklinde kişide sıkıntı meydana getirir. Uzmanlar kötü bir uykuyu, düzensiz bir uyuma alışkanlığı, gün içinde kısa uykular, kafein içeren maddeler, rahatsız yatak, odanın çok sıcak ya da çok soğuk olması, aşırı gürültü ile günlük hayatta yaşanan gerilim ve endişelere bağlıyorlar. Ancak birkaç basit önlemle uykusuzluk sorununu çözmek ve uykuyu geliştirmek mümkün. Psikologların sunduğu öneriler ise şöyle:


"- Uykunuzun geldiğini hissettiğinizde yatağa gidin.


- Yatakta kitap okumayın ya da televizyon seyretmeyin. Bunlar uyku kaçırıcı etkinliklerdir.


- Bir önceki gece kötü uyumuş olsanız bile gün içinde kestirmeyin. Eğer uzun süre "kalitesiz" bir uykunuz varsa ve uzun süren "uykuya dalamama" dönemleriniz oluyorsa, farkında olmadan yatağınızı/yatak odanızı "uyumak" yerine "uyanık kalmak" ile eşleştirmiş olabilirsiniz. Bu durumdan kurtulmak için de;


- Çok yorgun hissetseniz ya da uyku açığınızı telafi etmek isteseniz de erken bir saatte yatağa gitmeyin.


- Işıkları hemen söndürün.


- 20 dakika içinde uyumadıysanız, başka bir odaya gidin; tekrar uykunuz gelene kadar oturun ve rahatlayın.


- Bir gece önce az uyumuş olsanız bile, her gün aynı saatte uyanın."

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:52 AM
40 yaşın altındaki tiryakiler dikkat

--------------------------------------------------------------------------------

Dünya Sağlık Örgütü, 40 yaşın altındaki sigara tiryakilerini uyardı. Buna göre, genç tiryakiler sigara kullanmayan yaşıtlarına göre 5 kat daha fazla kalp krizi riski taşıyor.

BBC'den yayınlanan habere göre, Dünya Sağlık Örgütü ile çeşitli ülkelerin sağlık kurumlarının işbirliği ile yapılan araştırmalarda, 21 ülkedeki 33 ve 64 yaş arasındaki kişilerin kalp krizi riskleri değerlendirildi.

Avrupa, Çin, Avustralya, Yeni Zelanda ve Kuzey Amerika merkezli olarak yürütülen araştırmalarda, 1985 ve 1994 yılları arasında kalp krizi geçiren ancak ölmeyen toplam 23 bin kişiye rastlandı.

Bu sayının 4/5'inin ise 35-39 yaşları arasında olan sigara tiryakileri olduğu tespit edildi. Bu saptamayla 35-39 yaş arasındaki tiryakilerin, sigara kullanmayan akranlarına göre 5 kat fazla kalp krizi riski taşıdığı belirlendi. Bu oranın erkeklerde ve kadınlarda hemen hemen aynı olduğu ifade ediliyor.

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:52 AM
Çocuğunuzun ruh sağlığı da önemli

--------------------------------------------------------------------------------

Anne ve babalar çocuklarının fiziksel güvenliği kadar onların duygusal rahatlığından da sorumlu.


Uzmanlara göre, sağlıklı bir büyüme sadece fiziksel sağlık olarak algılanmamalı, çeşitli nedenlere bağlı olarak çocukta oluşan en ufak bir ruhsal dengesizlik ileride büyük bir sorun haline gelebilir.


Çeşitli kaynaklardan derlenen bilgilere göre, bir çocuğu büyütmenin tek bir doğru yolu yok. Ana-babalık tarzları değişir fakat çocuğunuz için yapılması gerekenler aynıdır. Besleyici gıdalar, düzenli sağlık kontrolleri, aşı ve sporun yanısıra ebeveynler çocukları için güvenli bir ev ve çevre sağlamak zorunda. Çocuklardan yapabileceklerinden azının ya da fazlasının beklememesi gerektiğini belirten uzmanlar, ebeveynlere, ruhsal problemi olmadan çocuk yetiştirmek için şu tavsiyelerde bulunuyorlar:


"- Çocuğunuzu duygularını ifade etmeye teşvik edin ve duygularına saygı gösterin.


- Çocuğunuza herkesin acı, korku, öfke ve kaygı yaşadığını anlatın. Bu duygularının kaynaklarını öğrenmeye çalışın.


- Çocuğunuzun öfkesini olumlu bir şekilde, şiddete başvurmadan göstermesine yardım edin. Aranızdaki saygı ve güveni geliştirin.


- Anlaşamadığınızda bile sesinizi yükseltmeyin.


- İletişim kanallarını açık tutun ve çocuğunuzu dinleyin.


- Çocuğunuzun anlayabileceği kelimeler ve örnekler kullanın.


- Onu soru sormaya teşvik edin.


- Rahatlık ve güven verin.


- Dürüst olun.


- Olumluluklar üzerinde durun.


- Her konuda konuşmaya istekli olduğunuzu gösterin.


- Kendi problem çözme ve başetme becerilerinize bakın.


- Onun için iyi bir örnek olup olmadığınızı kendinize sorun.


- Eğer çocuğunuzun duygularından ve davranışlarından bunaldıysanız ya da kendi engellenmelerinizi ya da öfkenizi kontrol edemiyorsanız yardım alın.


- Çocuğunuzun yeteneklerine destek olun, sınırlılıklarını kabul edin.


- Hedefleri başka birinin beklentilerine göre değil çocuğunuzun yeteneklerine ve ilgilerine göre oluşturun.


- Çocuğunuzun başarılarını kutlayın.


- Çocuğunuzun yeteneklerini başka çocuklarınkilerle kıyaslamayın, onu tek başına değerlendirin.


- Çocuğunuzla birlikte olmak için düzenli olarak zaman ayırın.


- Çocuğunuzun bağımsızlığını destekleyin ve kendilik değerini artırmasına yardım edin.


- Yaşamın iniş çıkışlarında çocuğunuzun yanında olun.


- Çocuğunuzun problemlerin üstesinden gelebileceğine ve yeni yaşantılarla başedebileceğine güvendiğinizi gösterin.


- Yapıcı, açık ve tutarlı bir disiplin uygulayın ve çocuğunuz için hangi yolun daha etkili olduğunu öğrenin.


- Olumlu davranışlarını onaylayın.


- Çocuğunuzun hatalarından ders almasına yardım edin.


- Ona hiçbir şart koşmadan koşulsuz sevin.


- Özür dileme, işbirliği, sabır, bağışlama ve başkalarıyla ilgilenmenin önemini öğretin".


UYARI NİTELİĞİNDE BELİRTİLER


Çeşitli uyarıların, bir çocuğun ya da ergenin muhtemel ruh sağlığı problemine işaret ediyor olabileceğine dikkat çeken uzmanların üzerinde durdukları belli başlı belirtiler ise şöyle:


"- Duygularla ilgili güçlükler.


- Makul bir neden olmadan üzülme ve çaresizlik duyma ve bu duygulardan kurtulamama.


- Çoğu zaman yoğun öfkeli olma, ağlama ya da aşırı tepkide bulunma.


- Değersizlik ya da suçluluk duyguları gösterme.


- Başka çocuklardan daha fazla endişeli ya da kaygılı olma.


- Bir ölümün ya da kaybın ardından çok uzamış bir yas tutma.


- Aşırı derecede korkulu olma. Açıklanamayan korkular duyma ya da diğer çocuklardan daha fazla korku duyma.


- Fiziksel sorunlarla ya da görünümle sürekli ilgilenme.


- Zihnini kontrol edememekten ya da zihninin başkaları tarafından kontrol edildiğinden korkma.


- Okul durumunda kötüleşme.


- Genellikle zevk aldığı şeylere ilgisini kaybetme.


- Uyuma ve yeme alışkanlıklarında açıklanamayan değişmeler gösterme.


- Arkadaşlarından ya da ailesinden uzaklaşma ve hep yalnız kalmayı isteme.


- Çok fazla hayal kurma.


- Yaşamı başedemeyecek kadar zor bulma ve intihardan söz etme.


- Açıklanamayan sesler duyma.


- Kendini verememe, karar vermede zorlanma.


- Yerinde oturamama, dikkati toplayamama.


- Zarar görmekten, başkalarını incitmekten, "kötü" bir şey yapmaktan korkma.


- Gün içinde defalarca yıkanma ve eşyaları temizleme ihtiyacı duyma ya da belirli davranışları tekrarlama.


- Çok hızlı seyreden düşüncelerden kurtulamama.


- Tekrarlanan kabuslar görme.


- Sorun yaratan davranışlar


- Alkol ya da ilaç kullanma.


- Çok miktarda yeme ve sonra kusmaya çalışma, müshil ilaçlarını kötüye kullanma ya da kilo almaktan kaçınmak için lavman kullanma.


- Uygun kiloda olmasına karşın takıntılı bir şekilde spor yapmayı ya da diyet uygulamayı sürdürme.


- Başkalarına ve eşyalarına sık sık zarar verme ya da yasaları ihlal etme.


- Yaşamı tehlikeye sokacak hareketlerde bulunma".


Uzmanlara göre, eğer çocuğunuz bu belirtilerden birini gösteriyorsa ya da belirtiler ciddiyse, hemen bir yardım arayın. Doktorunuzla, okuldaki danışman-rehber öğretmenle ya da çocuğunuzun ruh sağlığı problemi olup olmadığını değerlendirebilecek bir ruh sağlığı uzmanıyla konuşun. Pek çok çocuğun ruh sağlığı problemleri vardır. Bu problemler gerçektir, acı vericidir ve ciddi olabilir. Ruh sağlığı problemleri anlaşılabilir ve tedavi edilebilir.

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:52 AM
Öksürüğün en büyük nedeni sigara

Öksürüğün en büyük nedeninin sigara olduğunu belirten uzmanlar, sigara içmediği halde nedensiz öksürenlerin ise solunum enfeksiyonuna yakalanmış olabileceğine dikkati çektiler.


Sigara içenlerin öksürmesine sigara dumanında bulanan bir çok zehirli kimyasal maddenin yol açtığını belirten uzmanlar, bu durumdan kurtulmanın tek yolunun sigarayı bırakmak olduğunu kaydettiler.


Derlenen bilgilere göre, sigara içenler daha çok öksürüyor, sigara içmediği ya da sigara içilen ortamda bulunmadığı halde öksürenleri ise solunum enfeksiyonu hastalığı bekliyor.


Sigara içenlerin kuru ve kesik kesik veya balgam çıkararak öksürdüğünü, bu durumun sabah uyandığında daha da şiddetlendiğini ifade eden uzmanlar, tek çözümün sigaradan kurtulmak olduğunun altını çizdiler.


Ateşi 39 derecinin üzerinde balgam çıkararak öksürenlerin durumları daha kötüye gitmeden doktora başvurmaları uyarısında bulunan uzmanlar, "Balgam çıkararak öksürüyorsunuz ve ateşiniz 39 derece üzerinde. Çok yorgunsunuz, kaslarınız ağrıyor ve kendinizi günlük faaliyetlerinizi yapamayacak kadar hasta hissediyorsunuz. Beyaz balgam genellikle seyrini izlemeniz gereken ama kendi kendine tedavi yöntemleriyle hafifletebileceğiniz viral enfeksiyona işaret eder. Yeşil veya pas rengi balgam çoğu kez bakteriyel enfeksiyonun göstergesidir ve antibiyotik gerektirir. Doktora başvurulmasında büyük yarar vardır" şeklinde konuştu.


ÖKSÜRÜĞE KARŞI ALINACAK ÖNLEMLER


Uzmanlar, ciddiye alınmadığı takdirde ciddi sorunlar doğurabilecek öksürüğe karşı şu önerilerde bulunuyor:

"Öksürürken çıkan balgamı (gece uykusu dışında) yutmayın. Buhar veya sıcak duş balgamı inceltir ve rahat öksürmeyi sağlar. İçinde balgam söktürücü olan ve reçeteyle satılan bir ilacı deneyin, ama eğer çok balgam çıkartan sürekli ya da kronik bir öksürüğünüz ya da astımınız varsa, balgam söktürücü kullanmayın bol sıvı için. Kuru ve kesik öksürükte boğaz pastili veya reçeteyle satılan bir öksürük ilacını deneyebilirsiniz, ancak başka ilaçlar kullanıyorsanız, mutlaka doktora danışın. Sıcak su, çay veya limonataya katılmış balı da deneyebilirsiniz. Burun akıntısı boğazınızda tahrişe yol açtığı için öksürüyorsanız, reçetesiz satılan ilaçlar ya da antihistaminler balgamı kurutabilir. 19 yaşından küçüklere aspirin vermeyin. Reye sendromu denen ender, ama ciddi bir soruna yol açabilir. Ateş veya ağrı durumlarında ağrı kesiciler verin. Soğuk algınlığı belirtileri yokken çocuğun ani ve şiddetli öksürmesi burnuna küçük bir kıymık veya cisim kaçmış olduğunu gösterir. Acil yardım isteyin. Tıkanma (nefes alıp vermede zorluk çekme) küçük bebeklerde olağan bir şey olmasına rağmen sürekli öksürük pek görülmez. Eğer çocuğunuz 3 aylıktan küçükse, doktora başvurun. Eğer çocuğunuz boğuk, ulur gibi öksürüyor ve bu geceleri şiddetleniyorsa, çocuklarda sık görülen solunum yolu iltihaplanması söz konusu olabilir".

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:52 AM
Sigara, egzozdan 10 kat zararlı

Uzmanlara göre, sigara tüketimi, motorlu araçlardan 10 kat daha fazla havayı kirletiyor.

ABD Ulusal Kanser Enstitüsü tarafından yayınlanan rapora göre, söz konusu bulgu, Enstitü araştırmacılarının 'Neden sigara kullanmayanlar en az sigara içenler kadar etkileniyor?' sorusuna cevap aramaları sonucunda bulundu. Araştırmalarda, yakılan bir sigaranın ürettiği katranın, bir aracın egzozundan çıkan miktardan daha fazla olduğu ölçüldü. Katran ve benzeri zehirli parteküllerin akciğer kanseri ve astım riskini yükselttiği önceden beri bilinen bir gerçek. Avrupa'daki morotlu taşıtlara her yıl uygulanan egzoz emisyon ölçüm limiti 40 ug/m3 olarak belirlenmiş.

Araştırmacılar, iddialarını desteklemek için bir deney yaparak, düşük sülfür katkılı 2 litre turbo dizel yakıtla doldurulmuş bir arabayı kapalı bir garajda 30 dakika çalıştırdılar. Deneyin ilk bölümünde aracın emisyon ölçümünden 88 ug/m3 elde edildi. Ölçümlerin ardından 4 saat havalandırdıktan sonra kapattıkları garajda bu sefer 30 dakika içinde 3 filitreli sigarayı yanar halde bıraktılar. Bunun sonucunda da 830 ug/m3 emisyon elde edildi. Araştırmacılar, sadece 3 sigaranın, 2 litre turbo dizel yakıtından tam 10 kat daha fazla havayı kirlettiği sonucunu elde ettiler.

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:53 AM
Televizyon seyretmek kasları imha ediyor

Uzmanların, uzun saatler boyunca televizyon ya da bilgisayar karşısında oturan kişilerin bel ve sırt kaslarında şiddetli ağrılara neden olan kalıcı hasar oluştuğunu belirledikleri bildirildi.

İnternette yayın yapan bir sağlık haberleri sitesinde yayınlanan araştırmaya göre, beli destekleyen kasların, saatler süren hareketsizlik sonucunda kalıcı biçimde işlevsizleşebileceği belirlendi. Bilim adamlarının yaptığı araştırmada, 19 genç erkek gönüllü, 8 hafta boyunca yatakta zaman geçirdi ve kaslarındaki değişim izlendi.


Araştırma ekibi bunun, omurgayı koruyan kasların uzun zaman kullanılmadığında 'işlevsizleştiğini' kanıtlayan ilk araştırma olduğunu belirterek, televizyon önünde saatlerce zaman geçirmenin etkisinin de tam olarak aynı olacağını bildirdi. Araştırma, zarar gören kasların yeniden çalıştırılmasının da uzun ve zor bir süreç olduğunu kanıtladı. Gönüllülerin bazılarının bel kaslarının, egzersiz yapmalarına rağmen 6 ay sonra bile düzelmediği belirlendi.

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:53 AM
Temiz ev astımı tetikliyor

--------------------------------------------------------------------------------

Avustralya'da yapılan bir araştırma, ev temizliğinde kullanılan temizlik malzemelerinin çocuklarda astım riskini arttırdığını ortaya çıkardı.


Cutrin Teknik Üniversitesi'nde yapılan araştırmalara göre, temizlikte kullanılan toz deterjanlar, çocukların astıma yakalanma riskini 4 kat artırıyor. Araştırmacılar, bu amaçla piyasada satılan 192 çeşit uçucu özellik taşıyan organik katkılı temizlik ürününü inceledi ve deneyler sonucunda bu ürünlerin 88'inin astım hastalığına yol açabileceğini saptadı.

Araştırmacılar, bu ürünlerin kansere neden olup olmadığını da test etti. Bilim adamları, bu ürünlerin birçoğunda maden kömürü katranından elde edilen ve çabuk yanan renksiz bir sıvı olan 'benzen' maddesine rastladı. Akciğer kanserine de neden olan bu maddeyi içeren ürünlerin astımı 3 kat daha fazla tetiklediğini belirleyen araştırmacılar, benzen içeren temizlik ürünlerini kullanmamak konusunda ebeveynleri uyardı.

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:53 AM
Bilinçsiz antibiyotik tüketmeyin

--------------------------------------------------------------------------------

Doktorlar, Türkiye'de bilinçsiz ilaç tüketiminin yaygın olduğunu ve bunu önlemeye yönelik çalışmaların yapılmasının zorunlu olduğunu belirtiyorlar.
2004 yılının ilk 6 ayına yönelik yapılan araştırmalarda en fazla satılan ilaçlar listesinde antibiyotiklerin ilk sırada olduğunu vurgulayan uzmanlar, bunda eczacıdan hastaya bilgi akışındaki eksikliklerin etkilisini önemli olduğunu belirttiler.
Doktorlar özellikle antibiyotiklerin kutularındaki miktarın tedaviyi tamamlamaya yönelik olarak belirlendiğine işeret ederken, ecza dolaplarının kontrol edilmesini, doktorun tavsiye ettiği tedavi süresince kullanılması ve son kullanma tarihi geçen ilaçları imha edilmesi gerektiğini bildirdiler. Doktorlara göre, yılda en az bir kez evde bulunan ilaçları eczacılara göstermeleri gerektiği ve gereksiz olanlar ile kullanım süresi dolanları imha edilmesi gerektiğini öneriyorlar.

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:53 AM
Mikrobun da faydalısı var

--------------------------------------------------------------------------------

Bitki, hayvan ya da büyük pekçok organizmanın gen dizilimini hatta tarih öncesi canlıların kopyalarını elde etmeye çalışan genetik bilimciler, bu kez dikkatleri ihmal edilen insanların kendi bedenindeki mikroplara çevirdiler.


Normal bir insanın bağırsağında 500 ayrı tür mikrop yaşadığını belirleyen uzmanlar, bir o kadar da ağızda ve vajinada yuvalanan mikropların organizma için bir çok yararı olduğunu tespit ettiler.


Tübitak'ın Bilim Teknik Dergisi'nde yer alan bir araştırmada, insan vücudunu mesken edinmiş bakteri ve virüslerin, yaşam için çok önemli olduğu vurgulandı. Bağırsaklardaki mikropların hem hazmı kolaylaştırdığı, hem de daha zararlı organizmaları vücudun dışına attığı ifade edildi. Ancak insan vücudundaki mikropları laboratuvarda çoğaltmak mümkün olmadığı için özelliklerinin fazla bilinmediği kaydedildi.


ABD'de bulunan Genomik Araştırmalar Enstitüsü ile Stanfort Üniversitesi'nden bilimadamları, vücuttaki boşluklardan alınan sıvıları doğrudan, daha önce insan genom projesinde yararlanılan dizgeleme makinelerine atmayı planlıyorlar. Makinelerden sağlanacak verilerin, hangi organizmaların insan vücudunun neresinde yaşadığının bilinmesine ışık tutacağı ifade ediliyor. Araştırmacılar işe diş ve dişetlerinde oluşan bakteri plaklarından bir örnekle başladılar. Araştırmacılara göre, elde edilen dizilimlerin yüzde 40'tan fazlasına şimdiye kadar hiçbir yerde rastlanmadı. Bunların, bilinen bakterilerdeki yeni genler ya da tümüyle yeni türlere ait oldukları düşünülüyor.

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:53 AM
Hastane infeksiyonları korkutuyor

--------------------------------------------------------------------------------

Ankara Hastane İnfeksiyonlan ve Kontrolü Derneği, hastanedeki tedavisi sırasında infeksiyon kaparak yaşamını yitiren eski bakanlardan Veysel Atosoy'un ölümünden sonra hastanelerdeki infeksiyonlara ilişkin kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla bir açıklama yaptı.


Hastane infeksiyonlarının en fazla yeni doğan bebekler ve yaşlılarda görülen bir hastalık olduğunu duyuran dernek, "Dünyadaki tüm hastanelerde yüzde 3-14 hastada hastane İnfeksiyonu gelişmektedir. Hastane infeksiyonları hastanede yatış süresini uzatır" uyarısını yaptı. Açıklamada şu ifadelere yer verildi:


"Hastane infeksiyonlan, 21. yüzyıl başında tıp dünyasının çözüm bulmaya çalıştığı öncelikli sorunlar arasında yer almaya devam etmektedir. Hasta hastaneye yattığında inkübasyon (kuluçka) döneminde olmayan ve hastanede kapılan infeksiyonlar, hastane infeksiyonu olarak adlandırılır. Hastane infeksiyonlan hastaneye yattıktan en erken 48-72 saat sonra kimi zaman taburcu olduktan sonra ve hatta cerrahi girişim yapılan hastalarda bir ay içinde ortaya çıkar. Hastane infeksiyonlarının gelişmesini hazırlayan faktörleri 4 grupta toplamak mümkündür:


- Hasta ile ilgili faktörler içinde kişinin altta yatan hastalıkları ve yaşı önemlidir. Yeni doğan bebekler ve yaşlılar en fazla hastane infeksiyonu görülen hastalardır. Bağışıklık sistemini az ya da çok etkilediği bilinen seker hastalığı, böbrek hastalıkları, lösemi ve kanser olan hastalar, bağışıklık sistemini baskılayan ilaç kullananlar ve yanık, travma hastaları sık hastane infeksiyonu gelişen hastalanmadır.


- Hastane ortamındaki yoğun ve çoğu zaman uygunsuz antibiyotik kullanımı


- Hastaya uygulanan tedavilerin bir parçası olan cerrahi girişimler ve idrar sondası, damar içi kateterler, solunum yoluna tüp konması gibi girişimler de vücut savunmasını bozarak infeksiyon gelişmesini kolaylaştırır.


- Sağlık personelinin hijyenik alışkanlıkları da hastadan hastaya mikroorganizmaların taşınması ile ilgili risk oluşturmaktadır.


Bu koşullar da düşünüldüğünde hastane infeksiyonlarmın tamamı ile ortadan kaldırılması mümkün değildir ve dünyadaki tüm hastanelerde yüzde 3-14 hastada hastane İnfeksiyonu gelişmektedir. Hastane infeksiyonlarmın neden önemli olduğunu kısaca dört maddede özetlemek mümkündür:


- Hastane infeksiyonları, hastanede yatış süresini uzatır.


- İş gücü ve üretkenlik kaybına, yaşam kalitesinde bozulmaya neden olur.


- Hastane İnfeksiyonu gelişen hastalarda Ölüm oranı, İnfeksiyon gelişmeyen hastalara oranla daha yüksektir.


- Hastane infeksiyonları tedavi maliyetinde önemli bir artışa neden olur. Türkiye'de bu konuda yapılan çalışmalar her bir hastane infeksiyonunun ortalama bin 600 dolar
maliyeti olduğunu ortaya koymaktadır. 20. yüzyıl sonlarında hastane infeksiyonları yataklı sağlık kuruluşlarındaki en önemli kalite göstergesi haline gelmiş ve kaliteli sağlık hizmeti sunmak isteyen her hastanede iyi organize edilmiş bir infeksiyon kontrol programının yürütülmesi zorunlu olmuştur.


Amerika'da 1950'lerde başlayan hastane infeksiyonları ile ilgili çatışmalar Türkiye'de Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi öncülüğünde başlamış; 1996 yılında Hacettepe Üniversitesinin başlattığı TÜBİTAK destekli proje (NosoLlNE) ile ulusallaşma süreci başlamıştır. 2000 yılından itibaren Hastane İnfeksiyonları ve Kontrolü Derneği çatısında devam eden proje kapsamında 60 merkez yer almaktadır. Derneğimiz düzenli eğitim programlan ile konu İle ilgili hemşire ve doktor eğitimi işlevini gerçekleştirmektedir. Ancak en önemli sıkıntı eğitilmiş elemanın görev devamlılığını sağlayacak yasal düzenlemelerin olmamasıdır".

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:53 AM
Ceviz kalp krizi riskini azaltıyor

Cevizde bulunan E vitamini, lif ve doymamış yağların kalbi koruduğu haftada iki üç avuç ceviz yiyenlerin kalp krizi geçirme riskinin yüzde 50 azaldığı belirtildi.
Journal of Clinical Nutrition adlı tıp dergisinde yayımlanan araştırma raporuna göre, cevizde damar sertliğine karşı koruyucu olan doymamış yağ asitleri bulunuyor. Ceviz, hem toplam kolesterol, hem de kötü kolesterol oranını düşürüyor.
60 yaş civarında kolesterol oranı çok yüksek olan 5 erkek ve 13 menopoz geçirmiş kadın üzerinde deney yapan California Üniversitesi Davis Tıp Okulu araştırmacıları, 5 buçuk ay içinde deneklerin toplam kolesterol oranı ile kötü kolesterol oranlarının düştüğünü gözlediler.Uzmanlar, ceviz diyeti yapacak kişilerin, katı yağ içeren yiyeceklerden de uzak durmalarını tavsiye ediyorlar.
Yapılan başka bir araştırmada da, her gün bir avuç dolusu ceviz yemenin kalp hastaları için yarar getirdiği öne sürüldü. Yapılan çalışmalarda, haftada toplam iki üç avuç ceviz yiyenlerin kalp krizi geçirme riskinin yemeyenlere göre yüzde 50 daha az olduğu görüldü. Cevizde bulunan E vitamini, lif ve doymamış yağların kalbi koruduğuna dikkat çeken uzmanlar, cevizin yaprağının da şifalı olduğunu, yaprağından yapılan çayın, kronik mide ve bağırsak nezlesine iyi gelip, kanı temizlediğini ve egzamayı yok ettiğini bildirdiler.
Uzmanlara göre cevizin yararları: "Kalp damarlarını açar, kalp krizini engeller, sağlıklı zayıflatır, kanı temizler, mide ve bağırsak nezlesini önler, kolesterol seviyesini dengeler, egzamayı yok eder, yaraları iyileştirir".

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:53 AM
Agorofobi'nin temelinde panik atak yatıyor

--------------------------------------------------------------------------------

Teknoloji çağında, özellikle büyük şehirlerde insanlarda çok sık görülen bir ruhsal rahatsızlık olan Agorafobi, doktorlar tarafından 'kalabalık içinde yalnızlık' olarak tanımlanıyor.


Derlenen bilgilere göre, Agorofobi'nin çoğu zaman sosyal fobiler ile karıştırıldığını vurgulayan doktorlar ıssız meydanlardan ve açık yerlerden korkma olarak bilinen Agorafobi'yi, metropollerde yaygın olan bir ruh hastalığı olarak görüyorlar.


Doktorlara göre, insanlarda en çok rastlanan fobiler arasında yer alan Agorafobi, ilk önce meydanlardan, açık yerlerden korku olarak kendini gösteriyor. Günümüzde Agorafobi'nin çok daha geniş bir anlam içerdiğini belirten uzmanlar, yalnız başına kalmaktan, yalnız sokağa çıkmaktan, otobüs, vapur, uçak gibi kalabalık yerlerde bulunmaktan duyulan korkuların Agorofobi'nin etkileri olarak görüldüğünü belirtiyorlar.


Genellikle panik bozukluğuha bağlı olarak ortaya çıkan Agorafobi'nin temelinde panik nöbetlerin bulunduğunu belirterek, bu nedenle hastanın panik atak geçireceği korkusu nedeniyle yalnız başına sokağa çıkamadığını ve kalabalığa giremediğini vurgulanıyor. Agorafobi'nin uzun bir süre kişiyi etkisi altına alabileceğini bildiren uzmanlar, bir panik atak hastasının 2 yıl boyunca evden dışarı çıkamadığını, markete gidemediğini, alışveriş yapmak için dahi evden dışarı çıkamadığını belirtiyorlar.

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:54 AM
Yaz meyvelerini bol bol tüketin

Yaz meyveleri ve sebzelerinin vücut için önemli derecede fayda sağladığı ve sağlık açısından tüketilmelerinin şart olduğu belirtildi.


Uzmanlara göre, yaz meyveleri ve sebzeleri cildi koruyor, halsizliği ve bellek zayıflığını önlüyor. Uzmanlar, yaşlanmanın belirtisi olan cilt kırışması, hareketsizlik, güçsüzlük ve bellek zayıflamasının sorumlusunun, vücuttaki antioksidan etkili bazı kimyasal maddelerin yetersizliği olduğunu ifade etti. Yaz meyvelerinin vücuttaki bu sorunları çözmeye bire bir olduğunu vurgulayan uzmanlar, meyvelerin özelliklerini şöyle sıraladı:


- Karpuz: Hem likopen, hem de vitamin ve mineral açısından zengin, antioksidan kapasitesi yüksek bir yaz meyvesidir.


- Erik: Yüksek antioksidan kapasitesi yanında detoks yapıcı gücüyle de önemli bir anti-aging besindir.


- Şeftali ve kayısı: Potasyum deposu besinlerdir. Ayrıca C vitamini ve çok sayıda flavonoid ihtiva eder, zengin lif ve betakaroten içerikleriyle çok yararlı yaz meyveleridir.


- Çilek, kiraz, vişne, antosiyanin zengini meyveler. Bu meyvelere kuş burnu ve kuş üzümü de eklenebilir.


- Brokoli ve Brüksel lahanası: İhtiva ettiği sulforafan ile anti-aging yiyecekleri arasındaki yerini üst sıralarda yaz aylarında da muhafaza etmektedir. Brokoli, ayrıca C
vitamini, betakaroten, glutatyon ve lutein gibi antioksidanlarla da tıka basa doludur


- Üzüm: Özellikle çok güçlü antioksidanlar olan oligomerik poantosiyanidin lerin güvenilir kaynağıdır. Üzümün kabuğu, içeriği ve çekirdeğinin ortalama 20 civarında değişik antioksidan madde ihtiva ettiği belirtilmektedir. Özellikle siyah üzümden yararlanın.


- Domates: Yaşlıların bedensel ve zihinsel sağlığını korumada son derece etkili bir antioksidan olan likopenin en zengin kaynağıdır. Likopen kanser riskini azaltır, damarlarınızı korur, cildinizi ve belleğinizi destekler.


- Avokado: Çok güçlü bir antioksidan olan glutatyonun en iyi kaynaklarından biridir. Yağ bakımından zengin olması bir kusur gibi görülse de aslında avokado yağının önemli bir kısmı tekli doymamış zararsız yağlardır.


- Soğan: Özellikle kırmızı soğan güçlü bir sağlık koruyucusudur. Kansere karşı önemli bir koruma sağlayan antioksidan etkili quarcetin açısından en zengin besinlerden biridir. Soğanın enfeksiyonlardan koruma gücü de vardır.

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:54 AM
Öfkeni dışa vur, sağlıklı yaşa

--------------------------------------------------------------------------------

Öfkelerini dışa vuran erkeklerin sağlıklı yaşadıkları, yapılan bir araştırmayla ispatlandı.


www.psikoturk.net (http://www.psikoturk.net/) adlı siteden derlenen, öfkelerini dışa vuran erkekler, öfkelerini içine atanlara göre, muhtemel kalp krizini yarı yarıya indiriyorlar. Harvard School of Public Health Araştırma Merkezi'nden Dr. Patricia Eng ve arkadaşları tarafından yapılan araştırmaya yer verilen makalede, "Bulgular, şimdiye kadar öfke ile kalp hastalıkları arasında varolduğu iddia edilen bağlantıya iyi bir örnek teşkil ediyor. Öfkenin açığa vurulması kardiyovasküler hastalıklara karşı belli bir süre için koruma sağlayabiliyor" denildi.


Eng ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada, yaşları 50 ila 85 arasında değişen 23 bin 522 erkekten öfke durumlarını ölçmek için bir anket doldurması istendi. Cevaplar arasında, "Başkalarıyla tartışmaktan hoşlanırım" veya "Kapı çarpma gibi eylemleri sık sık yaparım" gibi cevaplar ayıklandı. Eng ve arkadaşları soruşturmalarından 2 yıl sonra anket yaptıkları erkekler arasında 328 kardiyovasküler hastalık vakası tespit ettiler. Kardiyovasküler hastalığı olmayan sağlıklı erkekler arasındaki koruyucu etkinin, erkeklerin öfkelerini dışa vurma sıklığına bağlı olmadığı görüldü. Yeni kalp krizi geçirmiş erkekler arasında ise bu özelliğin, kalp krizinin yinelenmesinde önemli bir rol oynadığı tespit edildi.

Araştırmada, sosyal statünün ve yaşın öfkeyi açığa vurmada etkili olduğu da belirlendi. Sosyal statüsü yüksek olan erkekler, daha sağlıklı beslendikleri gibi pozisyonları nedeniyle öfkelerini de daha rahat açığa vurabiliyorlar. Eng ve arkadaşlarının yaptığı bu araştırma ABD Ulusal Sağlık Enstitüsü tarafindan da desteklendi.

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:54 AM
Çocuklarda disleksi hastalığı

--------------------------------------------------------------------------------

Özel öğrenim bozukluğu olarak adlandırılan "Disleksi" hastalığı, öğretmenler ve veliler tarafından zeka geriliği ile karıştırılıyor.


"Hekimce.com" adlı internet sitesinden alınan bilgilere göre, Türkiye'de sadece ilkokul çağında, yaklaşık 1 milyon Dislektik çocuk bulunuyor. Uzmanlar, "Çocuğunuz okumayı yazmayı-öğrenemiyorsa, sağıyla solunu ayırt edemiyorsa hemen zeka geriliği şeklinde yorumlamayın. Bu durum 'Disleksi' ya da öbür tanımıyla özel öğrenme bozukluğundan kaynaklanıyor olabilir" diyor.


Dislektik çocukların büyük çoğunluğu normal veya normalin üzerindeki düzeyde zekaya sahip. Disleksi'nin nedeni henüz tam olarak bilinemiyor, ancak beyne ait duygusal veya davranışsal bozukluktan kaynaklanan akademik becerilerde gerilik olarak tanımlanıyor. Hastalık erkek çocuklarda, kızlara oranla 4 kat daha fazla görülüyor. Türkiye'de ise bu tür çocuklar genellikle hiperaktif (dikkat dağınıklığı olan) çocuklarla karıştırılıyor.


Çoğunlukla normal ya da üstün zekalı çocukların "geri zekalı" damgasını yemesine neden olan Disleksi, genellikle okul çağında fark edilebiliyor. Türkiye'de yeni yeni tanınan bu hastalığın, öğretmenler ve veliler tarafından yeterince bilinmemesi hastalığın tedavisini daha da zorlaştırıyor.

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:54 AM
Bebeğinize 7 günde uyumayı öğretin

Bebeklerin kendilerine izin verildiği takdirde uyku alışkanlığını kazandığını belirten uzmanlar, alınacak basit tedbirlerle 7 gün içerisinde bebeğin uyumayı öğrendiğini ifade ediyorlar. Bebeğinize yeni bir düzen kurup bunu uygulamak, ağlayan bebeği sakinleştirmek ve sabırlı davranmak, annelerin sabahlamasına son veriyor.


İHA muhabirinin www.superanne.com (http://www.superanne.com/) sitesinden derlediği bilgilere göre 7 günde bebeğin uykularını düzene sokacak çözüm:


"1. Gün: Yeni Bir Düzen Kurun: Uzun saatler süren öğle uykusu nedeniyle birçok bebeğin günü ve gecesi birbirine karışıyor. Böylece bebek uykuda olması gereken bir saatte oyun oynamayı tercih ediyor. Şimdi bu durumu düzeltmenin zamanı geldi. Son araştırmalar bebeklerin gece ile gündüzü ayırt edebildiğini ortaya koyuyor. Bunun için ona gerekli ipuçlarını vermeniz yeterli. Yarından başlayarak onu sabah erkenden kaldırın ve her gün aynı saatte uyandırmaya özen gösterin. Yatağını pencerenin yakınına koyun ve perdeleri aralık bırakın. Gün ışığı onun uyanmasına yardımcı olacaktır. Öğle uykusuna yatırdığınız zaman bile hava kararmadan önce onu uyandırın. Böylece gün ışığında uyanması gerektiğini, gece ise uyuması gerektiğini anlayacaktır. Bebeğinizi akşamları da aynı saatte yatağına yatırın. Gerekirse loş ışıkta ona kitap okuyun veya şarkı söyleyin.


2. Gün: Uygulamaya Devam: Dün başladığınız rutin programa devam edin. Hemen pes etmeyin. Geceleri karnı acıktığı için ağlamaya devam edebileceğini unutmayın. Onu emzirmek ya da beslemek zorunda kalıdığınızda bunu hafif karanlık bir ortamda yapın. Özellikle geceleri bebeğinizi nelerin rahatlattığını iyi gözlemleyin. Ilık banyonun bir çocuk için sakinleştirici, bir başkası içinse tam tersi olabileceğini aklınızdan çıkarmayın. Gece yatırdığınızda müzik dinletmek ya da ninni söylemek gibi rutin alışkanlıklar kazandırın.
3. Gün Ağlama Başlıyor: Ağlamak çocukların en büyük silahı. Anne ve babaların da dayanamadığı bir durum. Ancak, sabırlı olun ve kendi kendinize şunu mırıldanın: "Sonuç uyku olacak" Onu uyutmaya çalışırken ağlaması karşısında endişelenmeyin. Bırakın koyduğunuz uyku kurallarına alışsın. Program değişiklikleri 6 aylıktan küçük çocukları çok daha fazla üzüyor. Bebeğiniz en fazla 15-20 dakika ağlar ama kötü uyku alışkanlığı yıllarca sürebiliyor. Unutmayın ki bu çocuğunuzla sizin aranızdaki bir savaş. Onunla ilgilenmeyin ama kendi merakınızı gidermek için 5-10 dakikada bir kapı aralığından onu kontrol edin. Susması için ışıkları açmayın, yataktan çıkarmayın ya da biberon vermeyin, aksi takdirde ertesi gece de dakikalarca ağlayacağından emin olun.


4. Gün Ağlama Savaşı Sürüyor: Geçen gece oldukça uzun sürdü değil mi? Bu gece biraz daha rahat geçecek. Ama bilin ki o yine de ağlamaya devam edecek. Ancak, bu kez daha kısa sürecek, bize inanın. Bunun için kurallarınızın kesin olduğunu ona ispatlamanız gerekiyor. Sabırlı davranmaya devam edin. Ona karşı yumuşak olduğunuz hissini uyandırmayın. Yoksa geçen geceye göre 2 kat daha fazla ağlayacaktır. Sakın ona bu kozu vermeyin.


5. Gün Bebeğiniz Sakinleşiyor: Bebeklerin çoğu 3-5 gün içersinde bu programa alışıyor. Dolayısıyla, bu gece belki de şanslı geceniz. 5 dakikada bir onu kontrol etmeyin, en az 15 dakika aralıklarla odasına uğrayın. Bazı bebekler odaya sık sık girilmesinden rahatsız oluyor. Bu nedenle kapı aralığından onu izleyin. Hem unutmayın ki bu gece daha az ağlıyor. Uyku problemlerinin arasında sıkça rastlananların başında gece emzirmesi ve alt değiştirme geliyor. Tabii ki size bunları yapmayın demiyoruz ama mümkün olduğunca kısa ve sessiz olmasına özen gösterin. Altını değiştirirken bile kesinlikle ışıkları açmayın. Gereginden çok emzirmeyin. Böylece hem onu rahatsız etmemiş olursunuz, hem de yeniden altını değiştirmek, zorunda kalmazsınız


6. Gün Bebeğiniz Uyuyor: İnanılmaz gibi geliyor değil mi? Sakın, bu mutluluğu günlerdir uyguladığınız kuralları rafa kaldırarak bozmayın. Uyumasını garip karşılayarak onu sık sık kontrol etmeyin, Gevşeyin. Onu sıcak tutan bir pijama giydirin.Böylece üstünü açmasını kendinize dert etmeyin. Bebek monitörünün sesini kısın ve sadece çok ihtiyacı olduğunda onu duyun. Başarınızı gölgeleyecek davranışlarda bulunmamaya özen gösterin.


7. Gün Uyku Sırası Sizde: Kendinize bir iyilik yapın ve bu gece derin bir uyku çekin. Son 6 gündür belki çok uykusuz kaldınız ama buna değdi değil mi? Çocuğunuza muhteşem bir armağan verdiniz: Düzenli uyku alışkanlığı. Hiç şüphe yok ki, bu program hastalık, tatildeki otel odası gibi etkenler nedeniyle zaman zaman aksaklığa uğrayacaktır. Oysa unutmayın ki, hiç uyku problemi yaşamamış bebekler bile bu durumlarda sorun çıkarıyor. Uyku problemi yeniden baş gösterecek olursa planı en baştan yeniden uygulayın, ikinci sefer ilkinden çok daha kolay olacaktır".

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:54 AM
Hastalık hastası olmayın

--------------------------------------------------------------------------------

Hipokondriazis (Hastalık hastalığı), doktorlarca bireyin vücudunda hissettiği nitelik ve niceliksel farklılıkları yanlış yorumlayıp, bunlara kötü bir anlam vererek, ağır bir hastalığı olduğu ya da olacağı düşünce ve korkusunu yaşaması olarak tanımlanırken, aslında kişilerde görülen bir ruh hastalığı olarak belirtiliyor.


İHA muhabirinin internetten derlediği bilgilere göre, tıp dilinde Hipokondriazis halk arasında 'hastalık hastalığı' olarak bilinen rahatsızlık doktorlarca bir çeşit ruh hastalığı olarak görülürken, muayene edilmelerine rağmen hastaların tatmin olmadıkları ve aynı düşüncelerinin devam ettiği biliniyor. Doktorlar bu rahatsızlığın kişide yüksek gerilime yol açarken, mesleki alanda kendi işlev düzeylerinde bozulmalara neden olduğunu da belirtiyorlar. Uzmanlar bu rahatsızlığın en fazla 20-30 yaşları arasında gençlerde görüldüğüne işaret ederken, hastaların özel bir muamele ve tedavi beklentisi içinde oldukları belirtiyorlar.


Rahatsızlığın etkisiyle kişilerin işlerine yönelik ilgilerinin azaldığını vurgulayan uzmanlar, hastaların hastaneye yatış, check-up, tomografi, MR incelemeleri yaptırarak hastalığı daha da pekiştirdiklerini belirtiyorlar. Uzmanlar rahatsızlığın altında yatan sebeplerin kişide varolan çevreye yönelik saldırgan ve öfke yüklü dürtülerin bastırma ve yer değiştirme şeklindeki savunma mekanizmaları ile fiziksel yakınma olduğu vurgulanıyor. Buna karşılık doktorlar kişinin sosyo-ekonomik durumun iyi olması, kaygı ya da depresif bozukluklar gibi tedavi edilebilir diğer rahatsızlıkların bulunması, beraberinde bir kişilik bozukluğu ve vücutsal bir rahatsızlığın olmaması hastalığın tedavisini kolaylaştırırken, uzmanlar hastalığa uygun ilaçların kullanımı ve bireysel ya da grup halinde uygulanabilen psikoterapi ile hastalığın tedavi edilebildiğini belirtiyorlar.

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:55 AM
Dikkat eksikliği sendromu nedir?

--------------------------------------------------------------------------------

Çocuğun, yaşamının her anını etkileyen nörobiyolojik bir bozukluktur.

Kimlerde görülür?

Çocukların %5 inde. Erkek çocuklarda kız çocuklara oranla 3 kez daha fazla. Her sınıfta ortalama bir ya da iki öğrencide

Yeni bir buluş mudur?

Hayır. Değişik isimlerle anılmakla birlikte, 1900 lü yılların başlarından beri tanınan bir sendromdur. Günümüzde yaygın olan adları, Dikkat Eksikliği Sendromu ve Dikkat Eksikliği Sendromu ile Hiperaktivite Sendromudur.

Sorun nedir?

Dikkati, tek bir noktaya odaklayamamak ve organize olamamak.

Bu sendromun tıbbi bir açıklaması var mıdır?

Evet. Dikkat Eksikliği Sendromu olan ve olmayan bireylerin beyinlerinin kimyasal metabolizmaları arasında farklılıklar saptanmıştır.

Nedeni nedir?

Tek bir nedeni yoktur. Konsantrasyonu sağlamak için milyonlarca beyin hücresi birarada çalışırlar.

Neden olmayan nedir?

Şeker ve diğer gıdalar Alerjiler Anne babaların yetiştirme tarzları.

Çocuğumda Dikkat Eksikliği Sendromu varsa bunu nasıl anlarım?

Dikkat Eksikliği Sendromu, her çocukta kendisini değişik olarak gösterir. Dikkat Eksikliği Sendromu olan bütün çocuklar, dikkatlerini yoğunlaştırmakta ve başladıkları işleri bitirmekte zorlanırlar. Bu zorluğun yoğunluğu çocuklar arası değişiklik gösterir. Ders dinlemenin ve yazıları tamamlamanın gerekli olduğu okul hayatında sorunlar başgösterir. Okul ödevleri yapılmaz ya da tamamlanmaz. Dinlemekte ya da direktiflere uymakta zorluk yaşanır. Çevredeki en ufak olaylarla ya da kendi düşünceleri ile kolayca dikkati dağılır.

Nasıl emin olabilirim?

Bu sendrom için ne tıbbi, ne nörolojik, ne de psikolojik tek bir test vardır. Dikkat Eksikliği Senromu olan çocukların %30 unda hiperaktivite yoktur. Onların ana sorunu dikkatlerini toplayamamak ve konsantre olamamaktır. Genellikle "uyurgezer" görünümünde, sessiz, uyuşuk ve aşırı duygusaldırlar. Dikkat Eksikliği Sendromu olan çocukların çoğu ise hiperaktif, düşüncesizce davranan ve organize olamayan bireylerdir. Genellikle, sürekli kıpırdanırlar ve vücutlerinin bir parçası sürekli hareket halindedir. Bir yerde oturamazlar. Eşyalarını unuturlar ve kaybederler. Başladıkları işi bitirmeden bir diğerine başlarlar. Müdaheleci ve rahatsız edicidirler. Sıra bekleyemezler. Cevapları soruları beklemeden ağızlarından kaçırırlar. Düşünmeden tehlikeye atılırlar. Normal faaliyetleri "sıkıcı" bulurlar.

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:55 AM
Balık birçok hastalığı önlüyor

--------------------------------------------------------------------------------

Balığın depresyonu önleyip, kalp hastalığına iyi geldiği bildirildi. Semt Pazarları Balık Satıcıları Derneği tarafından hazırlanan katalogda, balık avı sezonunun başlamasıyla hangi balığın ne zaman alınacağı, nasıl pişirileceği sorularına cevap veriliyor. Katalogtan derlenen bilgilere göre, ülkemizde avlanan bazı balık türleri bütün yıl boyunca yenirken, bazılarınının lezzeti mevsimine göre artıyor.


Bu ay Marmara Denizi'nde avlanan hamsinin buğulama, kızartma ve ızgara, irileşen palamudun da tava, ızgara, fırın, kiremit, pilaki yahni ve lakerda olarak yenmesi tavsiye ediliyor. Ekim ayında ise palamudun yanı sıra lezzeti tam yerine gelen lüferin ızgara ve buğulaması tavsiye ediliyor. Tava ve haşlamaya elverişli olan uskumrunun yoğun olarak avlandığı Kasım ayı da pisi balığının tadının en güzel olduğu dönem. Aralık ayında Karadeniz'in simgesi hamsinin, en lezzelti olduğu döneme giriliyor. Bu dönemde hamsinin tavası, ızgarası, pilakisi, buğulaması, pilavı, böreği ve içli tavası yenilebilir.


Aralık, Ocak ve Şubat aylarında bolca tutulan, Mart Nisan aylarında da lezzetini koruyan tekirin tavasının yanısıra, yine Şubat ayında tereyağında tavasıyla meşhur kalkanın mevsimi başlıyor. Nisan ayında bolca bulunan ve tutulan balıklardan levreğin buğulaması, kırlangıcın çorbası; gümüşbalığı ve mezgidin tavası, kefalin ızgarası, barbunyanın tava ve ızgarası tavsiye edilirken, çorbasi ile meşhur iskorpit de Mayıs ayında zevkle tüketilebilir. Temmuz ayında mevsimi başlayan ve tadının en lezzetli olduğu dönem Ağustos ayı olan sardalya asma yaprağında ızgarası ve tuzlamasıyla ünlü.


Balıkçıların hazırladığı katalogda, balığın faydaları konusunda uzman görüşlerine de yer veriliyor. Tabii bir besin kaynağı olan ve çok sayıda hastalığı önleyici özellikler taşıyan balığın bolca tüketilmesini tavsiye eden uzmanlar, günde ortalama 350 gram yağlı balık tüketenlerde kalp krizi riskinin azaldığını savunuyor. Uzmanlar, balıkçı köylerinde ve balık tüketimi yüksek olan Japonya'da kalp hastalığının az görülmesinin sebebinin de bu olduğunu ifade ederek, Finlandiya'da yapılan bir araştırmaya göre, haftada bir öğünden az balık yiyenlerin yüzde 40'ının depresyon riski ile karşı karşıya kaldığını, bu durumnu da balık etinde bulunan omega 3 adlı yağlı asidin az tüketilmesinden kaynaklandığını kaydediyor.

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:55 AM
Burun kanaması halinde ne yapılmalı?

--------------------------------------------------------------------------------

Burun kanaması hekimlerin oldukça sık rastladığı acil durumlardan birisidir. Burun kanaması şikayeti olan hastaların çok az bir kısmı (yaklaşık %10) bu şikayetleri nedeniyle hekime başvurmakta ve bunların da çok az bir kısmı bu sorun nedeniyle hastaneye yatırılmaktadır. Can sıkıcı bir duruma neden olan burun kanamalarının hastaları korkutmak dışında çok nadiren yaşamı tehdit edici boyuttadır.

Memorial Hastanesi Kulak Burun Boğaz Kliniği'nden Doç.Dr.Burak ERDAMAR, burun kanamaları ve kanamaların durdurulması hakkında şu bilgileri verdi:

1) Ön burun kanamaları: Burun ön kısmından gelen kanamalardır. Ayakta duran ya da oturan kişide burun deliğinden akan kanama şeklinde kendini gösterir.

2) Arka kanamalar: Kanama burun deliklerinden olsa bile çoğunlukla genize doğrudur. Otururken veya ayakta duruken bile kanama boğaza doğru olur. Arka burun kanamalarının tanınması oldukça önemlidir. Bu kanama tipinde olan hastaların uzman Kulak Burun Boğaz hekimi tarafından takibi gerektirmektedir. Arka kanamalar daha çoğunlukla yaşlı kişilerde olur. Bu hasta grubu genellikle yüksek kan basıncı (hipertansiyon) olan kişiler ya da trauma geçirmiş kişilerdir.

Burun kanamaları çocuk yaş grubunda özellikle ön kanama tipinde olmaktadır. Kuru hava ve kış aylarında görülen kabuklanmalar kanamaya neden olmaktadırlar. Bundan korunmak için nemlendirici kremi burun orta bölgesine parmak ucu ile sürmek faydalı olacaktır. Bu amaçla vazelin gibi kremler sürülebilir. Genelikle gece yatmadan kullanılması yeterli olacaktır. Nemlendirici önlemlerin alınmasına karşın kanamalar durmuyorsa hekime başvurulması önerilir.

Ön Kanamanın Durdurulması

Sizde ya da çocuğunuzda burun kanaması varsa şunları uygulayınız:

1) Burnunuzun ucunu başparmak ve diğer iki parmağınız arasına alarak sıkıştırınız.

2) Başınız yüksekte tercihan oturur pozisyonda yaklaşık beş dakika bekleyiniz.

3) Başınızın kalbinizden yüksek pozisyonda olmasına dikkat ediniz. Bu nedenle oturmanız ya da başınız yukarıda uzanmanız uygun olacaktır.

4) Burun ve yanağınıza buz tatbik ediniz. (Bir plastik torba içerisine buz doldurarak)

Kanama Durduktan Sonra Yeniden Kanamayı Önlemek İçin

1) Sümkürmemeye dikkat ediniz

2) Yerden bir şey kaldırmak ya da buna benzer zorlayıcı hareketler yapmayınız

3) Başınızı mutlaka göğsünüzden yukarıda tutunuz

Ne Zaman Doktora-Acil Servise Başvuralım?

1) Yukarıda anlatılanların dikkatlice uygulanmasına rağmen kanamanın durmaması veya tekrarlaması durumunda

2) Kanama sonrasında yorgunluk, halsizlik, göğüs ağrısı gibi şikayetler hissediliyorsa

3) Kanama burun önünden çok boğaza doğru oluyorsa, en kısa zamanda hekime başvurulması en uygun davranış olacaktır.

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:55 AM
C vitamini cildi gençleştiriyor

--------------------------------------------------------------------------------

Bazı çalışmalar, C vitamininin, vücudumuzdaki bağ doku denilen koruyucu doku katmanının korunmasında anahtar rolü oynadığını ortaya çıkardı.
Günlük yaşantıda taze sebze ve meyve yiyenlerin yeterince C vitamini aldıkları ve bu vitamin dozunun cildin kırışmaması için yeterli oranda olduğu ifade edildi. C vitamininin, vücudun her noktasına taşındığını belirten uzmanlar, hücrelerin ihtiyaçları kadar C vitaminini kandan aldıklarını ve fazla alınmış miktarın vücuttan idrar yolu ile atıldığını vurguladı. Sıklıkla yenilen taze sebze ve meyvelerin C vitamini için iyi bir kaynak olduğunu belirten uzmanlar, günlük erişkin bir kişi için önerilen C vitamini dozunun 300 ile 500 miligram arasında olduğunu ifade etti.




Sigara kullanan kişilerin cilt rahatsızlıkları çektiğine ve C vitaminine daha yüksek oranda ihtiyacı olduklarının altını çizen uzmanlar, C vitaminin cildin kırışma süresini uzattığına dikkat çekti. Hücrelerin C vitaminiyle beslendiklerini ve tazeliklerini koruduklarını vurgulayan uzmanlar, yüksek dozda harici olarak alınacak vitaminlerin kırışıklar üzerine bir etki sağlamayacağını belirtti.

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:55 AM
Kırışıklara karşı vitamin

--------------------------------------------------------------------------------

Bazı çalışmalar, C vitamininin, vücudumuzdaki bağ doku denilen koruyucu doku katmanının korunmasında anahtar rolü oynadığını ortaya çıkardı.




Edinilen bilgiye göre, günlük yaşantıda taze sebze ve meyve yiyenler yeterince C vitamini alıyor. Suda eriyebilenler gurubundan olan bu vitaminler asit yapıda olduğu için sindirim kanalından kana, vücudun emme mekanizmasının izin verdiği ölçüde geçiyor ve vücudun her noktasına taşınıyor. Hücreler ihtiyaçları kadar C vitaminini kandan alıyorlar ve fazla alınmış miktar ise vücuttan idrar yolu ile atılıyor. Sıklıkla yenilen taze sebze ve meyvelarin C vitamini için iyi bir kaynak olduğunu belirten uzmanlar, günlük erişkin bir kişi için önerilen C vitamini dozunun 300 ile 500 miligram arasında olduğunu ifade ediyor. Sigara kullanan kişilerin C vitaminine olan ihtiyacının daha yüksek olduğunun altını çizen uzmanlar, "Fazla miktarda alınan C vitamini idrar yolu ile atılır yani kişiye bir zarar vermez. Ancak çok yüksek dozda alınan C vitamini, atılımı sırasında idrarda, kum veya taş oluşumuna neden olabilir" uyarısı yaptılar. Erişkinler için önerilen minimum C vitamini dozunun, vücutta C vitamini eksikliği oluşmaması için gereken doz olduğunu vurgulayan uzmanlar, bu dozların kırışıklar üzerine bir etki sağlamayacağını belirtiyorlar.





C vitamininin güneş ışınları ve taşıdığı ultrviyole ışınlarının cilt üzerindeki olumsuz etkilerine karşı olumlu etki yaptığını söyleyen uzmanlar, şunları kaydetti:
"Özellikle güneş ışınlarının taşıdığı ultrviyole ışınlarının cilt üzerindeki olumsuz etkileri düşünüldüğünde, hücre içi metabolizma bozulur, Daha az kan taşınır, ter ve yağ bezlerinin fonksiyonları bozulur, Kollagen yapımı azalır, var olan kollagen lifleri kalınlaşır, damarların duvarlarındaki kollagen lifler özelliklerini kaybeder. Genç ciltlerde daha çok kan akımı ve damarsal oluşumlar varken, yaşlılıkta azalan kan akımı ve daha çok ultraviyoleye tabii kalmış yıpranmış, daha çok serbest radikallerin oluştuğu cilde, daha çok C vitamin gereklidir. Cilde, yüksek dozda C vitamini içeren kremlerin uygulanması ile bazı olumlu gelişmelerin yaşandığı belirtiliyor. Özellikle sunblock (tam UV kesen kozmetikler) ile birlikte C vitamini uygulamasının serbest radikallerin oluşumunu azalttığı ve kırışıkların oluşumlarını engellediği savunuluyor", Uzmanlar, bu tip ürünlerin, güneşe çıkmadan en az 20-30 dakika önce uygulanmasını öneriyor.

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:55 AM
Diyabetli kadınlarda meşrubat riski

--------------------------------------------------------------------------------

Meşrubat tüketimiyle şeker hastalığı arasında doğrudan ilişki olduğu ilk kez bilim adamlarınca tespit edilerek ortaya kondu. Yapılan araştırma sonuçlarını açıklayan uzmanlar, diyabetteki meşrubat riski konusunda hastaları uyardı.




Amerikan Tıp Derneği'nin internette yayınlanan bir araştırma sonuçlarına göre, günde en az 1 kez meşrubat içen kimselerde, ikinci tip denilen şeker hastalığı riskinin yüzde 83 arttığı belirtildi. Araştırma, 9 yıl süreyle 91 bin kadın arasında gerçekleştirildi ve meşrubat içenlerin, hiç içmeyenlerden veya az içenlerden çok daha fazla kilo aldıkları belirlendi. Günde en az 1 kez meşrubat içen kadınlarda diyabet-2 riskinin, ayda 1 kez meşrubat içen kadınlardan yüzde 83 daha fazla olduğu tespit edildi. Araştırmacılar, bu sonuçların diyabet ve obeziteyle mücadelede, meşrubatların azaltılması gerektiğini gösterdiğini vurguladı.

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:56 AM
Vücudunuzu kışa hazırlayın

--------------------------------------------------------------------------------

Uzmanlar, sıcak yaz günlerinin yerini serin havalara bıraktığı bugünlerde, beslenmeye daha fazla önem verilmesi gerektiğini belirterek, enerji veren gıdalar ile C vitaminli besinlerin sofralardan eksik edilmemesi uyarısında bulundu.


Sonbahar aylarının grip ya da nezlenin en fazla yaygınlaştığı dönem olduğuna dikkat çeken uzmanlar, insanların, geçiş dönemi olan sonbaharda vücudunu soğuk kış aylarına hazırlaması gerektiğini ifade ediyorlar. İnsan vücudunun sebzeden meyveye, etten süte, kuru baklagillerden yağa ve ekmeğe kadar bütün besin gruplarına ihtiyacı bulunduğunu, ancak, içinde bulunduğumuz sonbahar aylarında bazı gıdalara daha fazla önem verilmesi gerektiğine işaret eden uzmanlar, özellikle potasyum yönünden zengin olan tahin, pekmez, pestil ve kurutulmuş meyvelerden oluşan gıdaların tüketilmesini öneriyor. Uzmanlar, soğuk havalarda tüketilmesi şart olan gıdaların sadece kurutulmuş meyveler olmadığını dile getirerek, "Soğuk havalarda enerji veren besinler almamız gerekiyor. Çünkü hava soğuk olduğundan, kişinin dışarıdaki ısı derecesine uyum sağlaması için enerjiye ihtiyacı oluyor" açıklamasını yapıyor.

ISPANAĞI ÇİĞ TÜKETİN
İnsanların, sonbaharda kış mevsimine göre daha fazla grip ve nezleye yakalandığını ifade eden uzmanlar, vücudun direncini arttıran ve hastalıklara karşı koruyucu özelliği bulunan C vitamininin fazla alınması gerektiğini belirterek, özellikle ıspanak, semizotu ve marul gibi yeşil yapraklı sebzelerin çiğ olarak tüketilmesini tavsiye ediyor. Uzmanlar, bu sebzelerin pişirildiğinde içerdiği C vitaminini kaybettiğini, ayrıca kışlık kurutulan patlıcan, yeşil fasulye ve bamya gibi sebzelerin içerdiği vitaminlerin yok olduğunu vurguluyor.

C VİTAMİNİNİN FAZLASI ZARAR
C vitamini bakımından zengin olan portakal, limon, greyfurt ve mandalinanın suyu sıkılarak değil, bütünüyle yenilerek tüketilmesini öneren uzmanlar, vatandaşlara şu uyarılarda bulunuyor:


"C vitamini, korunması güç bir vitamin. Bu nedenle portakal, greyfurt ve limondan oluşan meyve suyunu bekletmeden anında içmek ya da yiyerek tüketmek gerekiyor. Bol bol C vitamini almak lazım, diye günde 2 kilo portakal yemek de zararlı. Çünkü C vitamininin fazlası idrar yoluyla vücuttan atılıyor. Dolayısıyla böbrekler yoruluyor. Yani C vitamini şart ama abartmamak lazım."

KURUBAKLAGİLLER VE YAĞLI TOHUMLAR
Uzmanların verdiği bilgiye göre mercimek, nohut, kuru fasulye; protein, demir ve kalsiyum yönünden çok zengin. Ayrıca B12 dışındaki tüm B vitaminlerini barındırıyorlar. Kuru baklagiller tahıllar ile birleşince ve iyi pişirilince protein değeri etin protein oranına ulaşıyor. Özellikle içinde çeşitli kuru baklagil, kuru meyve ve nişasta bulunan aşure, protein açısından çok zengin bir tatlı. Ayrıca kuru fasulyenin yanına yapılan bulgur pilavıyla da aynı denge tutturulabiliyor.


Fındık, fıstık, üzüm ve ceviz gibi yağlı tohumların enerji kaynağı olduğunu bildiren uzmanlar, bu besinlerin özellikle kışın tüketildiğinde enerji sağlayıp vücut ısısının dışarıdaki havaya uyumunu kolaylaştırdığını bildirdi.


Kayısı, erik ve üzüm gibi kurutulmuş meyvelerin ya da reçellerin C vitaminini kaybettiğini dile getiren uzmanlar, önemli olanın sadece C vitamini olmadığını ifade ederek, bu besinlerin demir ve potasyum açısından oldukça zengin olduğunu belirtiyor.

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:56 AM
Vitamin cildin dostu

--------------------------------------------------------------------------------

Genç ve sağlıklı bir cilde sahip olmak için vitaminin önemine dikkat çeken uzmanlar, C ve E vitaminlerinin ciltte kırışmayı engellediğini ifade ediyor.


C vitamininin vücuttaki bağ doku denen koruyucu doku katmanının korunmasında anahtar rol üstlendiği belirtildi. www.hekimce.com (http://www.hekimce.com/) adresli internet sitesinde yer verilen bilgilere göre, ciltteki kırışıklıkların oluşumuna engel olan bir diğer etken de E vitamini. Suda eriyebilen vitamin grubundan olan C vitamini, sindirim kanalından kana, vücudun emme mekanizmasının izin verdiği ölçüde geçerek her noktasına taşınıyor. Hücreler ihtiyaçları kadar C vitaminini kandan alıyor fazla miktar ise vücuttan idrar yolu ile atılıyor.


Taze sebze ve meyvelerin C vitamini deposu olduğunu belirten uzmanlar, bir yetişkinin günlük C vitamini ihtiyacını 300-500 mg olarak bildiriyor. Uzmanlar, "Sigara kullanan kişilerin vitamine ihtiyacı daha yüksektir. Fazla miktarda C vitamini, alınması halinde idrar yolu ile atılır. Ancak çok yüksek dozda alınan C vitamini, atılımı sırasında idrarda, kum veya taş oluşumuna neden olabilir" uyarısında bulunuyor.


Daha çok ultraviyole ışına maruz kalarak yıpranmış cildin C vitamini gereksiniminin arttığı beliterek; cilde yüksek dozda C vitamini içeren kremlerin uygulanması ile bazı olumlu gelişmelerin kaydedilebileceğini vurgulayan uzmanlar, "Özellikle sunblock (tam UV kesen kozmetikler) ile birlikte C vitamini uygulamasının, serbest radikallerin oluşumunu azaltıp kırışıkların başlamasına engel olduğu düşünülmektedir. Bu tip ürünlerin, güneşe çıkmadan en az 20-30 dakika önce uygulanması gerekmektedir" diyor.


Ciltte kırışıklıkların oluşumuna engel olan bir diğer vitaminin de E vitamini olduğunu ifade eden uzmanlar, şu tavsiyelerde bulunuyor:


"Güneşlenmeden 8 saat sonra uygulanan E vitamini içerikli güneş yağının, ciltte oluşabilecek zararlara karşı koruma sağladığı ve şişik oluşumunu engellediği bilinmektedir. Ağız yolu ile alınan E vitamininin, cilt kırışıklıkları üzerine olan etkisi yeni çalışılan bir konudur, ancak bu tip uygulamanın cildin daha sağlıklı olmasında etkili olduğu bildirilmiştir. Balık, E vitamini bakımından oldukça zengin bir besin kaynağıdır. Cilt kırışıklıkları konusunda içki ve sigaranın da çok etkisi vardır. Sigara, içerdiği maddeler nedeniyle damarların büzülmesine, kan dolaşımının azalmasına, ciltte tahrişlere ve kurumalara neden olur. Vücuda su alımı da çok önemli bir faktördür. Ciltte bulunan hücrelerin su içeriklerin tam olması, yağ ve ter bezlerinin normal fonksiyonları için su çok önemlidir. Doğal olarak cildi nemlendirir. Bir kişinin günde 5 litreye yakın miktarda sıvı alması gerekir. Dengeli bir beslenme, güneşten korunma, spor yapmak ve bol bol su içmek, cilt sağlığı için yapılması gereken en temel davranışlardır."

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:56 AM
Yüzünüzü iki defadan fazla yıkamayın

--------------------------------------------------------------------------------

Uzmanlar, cilti yağlı olanlara, "Yüzünüzü günde iki kereden fazla yıkamayın. Çünkü fazla yıkanarak kurumayan ciltler daha çok yağ salgılar" uyarısında bulundu.




İHA muhabirinin derlediği bilgilere göre, özellikle yaz aylarında ve alın bölgesinde toplanan yağlar bir çoğunun ortak sorunu olmaya devam ediyor. Uzmanlar, cildi temizlemek için hafif bir jel ürün kullanılmasını çünkü krem içeren temizleyicilerin ciltte kalıntı bıraktığını belirterek, bunun da yağlı bir görüntüye neden olduğunu kaydettiler. Cildi yağlı olanların yüzünü günde 2 kereden fazla yıkamaması gerektiğini işaret eden uzmanlar, "Cildinizi fazla yıkamanız kurumasına sebep olabilir. Bu durumda da cilt daha çok yağ salgılar" dediler. Nemlendirici fondötenlerin kullanılmamasını tavsiye eden uzmanlar, şu bilgileri verdi:
"Mutlaka tonik kullanın. Kullandığınız toniğin alkol içermemesine dikkat edin, çünkü tonik ciltte kuruma yapabilir. Bunun yerine, güvercinağacı (hamamelis) veya buna benzer yatıştırıcı özelliği olan maddeler içeren bir tonik kullanmaya özen gösterin. Toniği, yüzünüzü jelle her yıkayışınızdan sonra kullanın. Güneş kremi sürmeyi ihmal etmeyin. Gene jel olanları tercih etmekte fayda var. Nemlendiricili fondötenlerden kaçının. Daha ileri yaşlar için üretilmiş fondötenlerde genellikle nemlendirici bulunur. Bu nedenle de yağ içerebilir. Bunlar yerine yağ içermeyen formülleri tercih edin. Pudra kullanın. Fondötenin üzerine süreceğiniz yarı saydam bir pudra, fondötenin bozulmadan cildinizde kalmasını sağlar, hem de yağlı görünümün önüne geçer. Cildin yağını almak için özel olarak hazırlanmış kağıtlardan kullanın. Bunları kullanırken, makyajınızı bozmamaya dikkat edin. Ayrıca pudrayı da fazla abartmayın. Çünkü fazla pudra sürdüğünüzde, ince çizgiler oluşabilir. Bu da ağır bir makyaj görünümü verir. Maske yapın. Haftada bir veya iki kez uygulayacağınız killi bir maske gözenekleri temizler. Cildiniz yağlıysa, makyaj malzemelerinizi pudraları olanlardan seçin. Pudra halindeki far ve allık, cildinizde daha uzun süre kalır. Cildinizin daha da yağlandığını, pul pul döküldüğünü fark ederseniz, doktora görününüz".

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:56 AM
'Hiperaktif' ile 'yaramaz'ı karıştırmayın

--------------------------------------------------------------------------------

Okul hayatında başarısız ancak, yaşıtlarına göre aşırı hareketli ve dikkatini bir türlü toplayamayan çocuklarda 'Hiperaktif' sorunu olabileceği bildirildi.
Uzmanlar, hem evde hem okulda aynı hareketliliği gösteren ve bir türlü dikkatini bir noktaya toplayamayan çocuğu olan anne babalara, "Bu durumu dikkate alın" uyarısı yaptı.




Son yıllarda sıkça kullanılan, "Dikkat eksikliği Hiperaktivite bozukluğu" sorununun ilk belirtileri, 'aşırı hareketlilik' ve 'dikkati toplayamama' olarak gösteriliyor. Uzmanlar öncelikle bir çocuğun hiperaktif olduğunu söyleyebilmek için onun normal çocuklarla kıyaslanamayacak kadar aşırı derecede atak, hareketli olması gerektiğini belirttiler. Hiperaktif çocukların yüzme bilmeden derin suya atlamak veya yoğun trafikte hızla giden arabaların önüne fırlamak gibi aşırı hareketlerde bulunduklarını anlatan uzmanlar, "Hiperaktif çocuklar dikkatlerini bir konu üzerinde toplayamazlar. Ayrıca sadece evde değil okulda ve günlük yaşamda da aynı şekilde davranışlar gösterirler. Hiperaktivite bozukluğunun üç temel belirtisi vardır. Çocukta bu belirtilerin hepsi bir arada bulunabilir ya da sadece biri ya da ikisi görülebilir" diye konuştular.
Hiperaktif çocuğun çoğu zaman dikkatini ayrıntılara veremediğini, etkinliklerde hatalar yaptığını ifade eden uzmanlar, "Örneğin, satrançta, sporda dikkatsizce hatalar yapıyorsa bu önemli bir bulgudur. Ancak burada altının çizilmesi gereken nokta sadece okulda, derslerinde değil, kendi sevdiği etkinliklerde de hatalar yapmasıdır" dediler.


Uzmanlara göre hiperaktif çocuğun belirtileri şöyle:
"- Düşünmeyi gerektiren aktivitelerden kaçarlar. Örneğin, satranç, bilmece çözme gibi şeylerden uzak durabilir.
- Gerçek dikkat eksikliği olan çocuklar dışarıdan gelen en ufak bir uyarana derhal tepki gösterirler. Bir zil sesi, bir ışık çocuğun dikkatini hemen dağıtır.
- Kendisiyle konuşulduğu zaman dinlemiyor gibi gözükür. Çoğu zaman da kendisine söylenenleri yerine getirmez.
- Çoğu zaman kendi için gerekli olan, defter, kalem ve benzeri eşyalarını kaybeder.
- Çocuk o kadar ataktır ki daha soru bitmeden hemen cevap verir, herkesin sırasını beklediği yerde sıra beklemez. Bu ilk defa ana okulunda ya da okulda ortaya çıkar.
- Başkasının sözünü keser, başkasının oyununu bozar.
- Kıpır kıpırdır yerinde duramaz. hareketlerinde bir aşırılık söz konusudur.
- Oturması beklenen yerde oturamaz kalkar, sınıfta kendini tutamaz, kalkar dolaşır.
- Etkinliklere katıldığında oyunu bozar, sırasını beklemek istemez, devamlı hareket der.
- Çok konuşur, söze karışır."

HİPERAKTİF KÜÇÜK YAŞTA DA ANLAŞILABİLİR
Genellikle okula başlama çağlarında göze çarpan hiperaktif sorununun dikkatli bir gözlemle 1-1.5 yaşlarında da tanınabileceğini belirten uzmanlar, "Hatta bazılarının anne karnında bile çok hareketli oldukları veya doğumdan hemen sonra anne kucağında ya da yatağında durmadan hareket ettikleri gözlenir. Bu bebekler, huysuz, huzursuz güç bebek olarak tanımlanır. Yaşamın ilk birkaç ayında aşırı hareketlilik, yeme ve uyku bozuklukları görülebilir. Emekleme dönemi veya yürümeye başladıkları zaman çok hareketli ve atak oldukları için birkaç kişinin devamlı bakımı gerektiği söylenir" şeklinde konuştu.




Hiperaktivite bozukluğunun birinci dereceden akrabalar arasında görülmesinin kalıtsal geçiş şüphesini ortaya çıkardığını vurgulayan uzmanlar şunları kaydetti:
"Hiperaktivitenin gelişme ihtimalleri arasında gebelik ve doğum komplikasyonları, anne-babada alkolizm, depresyon, annenin sigara içmesi gibi durumların da etkili olduğu düşünülüyor. Çocuk psikiyatristleri aile ve öğretmenlerin yaramazlık ve hiperaktiviteyi birbirine karıştırdığını belirterek, bu konudaki farka dikkat çekiyor. Bazı aileler aslında yaramaz olan çocuklarının hemen hiperaktif olduğu düşüncesine kapılıyorlar. Aynı şekilde öğretmenler de bu kanıya kapılıyor. Oysa ikisi çok farklı. Hiperaktivite tanısının mutlaka bir çocuk psikiyatristi tarafından konulması gerekir. Çünkü tembel, şımarık ve yaramaz çocuklar da bu bozuklukla karıştırılabilir. Bu yüzden tanının iyi konulmuş olması son derece önemli. Eğer çocuk gerçekten hiperaktif ise gençlik yıllarında da yüzde 80 oranında devam eder. Yetişkinlikte ise yüzde 30-60'a kadar devam edebilir. Burada korkulan durum daha çok ileri yaşlarda ortaya çıkıyor. Çünkü çocuk tedavi edilmezse okulu bitiremiyor, aşırı tezcanlı olduğundan çalışarak bir şeyleri başarmayı beklemiyor, hırsızlık gibi kolay yoldan para kazanma davranışlarına yönelebiliyor. Toplum dışı bazı davranışlar göstererek, etrafına zarar verebiliyor."

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:56 AM
Tiksinmek hastalıktan koruyor

--------------------------------------------------------------------------------

Tiksinmenin hastalıktan koruduğu İngiliz bilim adamlarının 40 bin kişi üzerinde yaptığı araştırmada ortaya çıktı.


Dünyadaki bütün insanların ter, salya, iltihap, dışkı, yara, ceset, kesilmiş tırnaklar, bozulmuş et gibi şeylerden tiksindiğini belirten bilim adamları, kan basıncının düşmesi, mide bulantısı ve içgüdüsel olarak irkilme gibi tepkilerin de hemen hemen bütün kültürlerde aynı olduğunu kaydettiler.


Londra'daki Hijyen ve Tropikal Tıp Okulu'nda görevli bilim adamı Val Curtis ve ekibi, bu benzerliklerden yola çıkarak, tiksinme duygusunu daha ayrıntılı olarak araştırmaya karar verdi. 'Proceedings of the Royal Society Biology Letters" dergisinde yayımlanan habere göre, Curtis ve ekibi, internet yardımıyla 40 bin kişiyle araştırma yaptı.


Katılımcılara her defasında iki resim gösterildi ve hangisini ne kadar iğrenç buldukları soruldu. Resimlerden birinde normal olaylar, nesneler ve hayvanlar bulunurken, diğerinde ek olarak olası bir enfeksiyon riskini barındıran objeler yer aldı.


Araştırma sonucunda, katılımcıların yüzde 98'inin sağlık tehlikesi bulunan resimleri daha iğrenç bulduğu ortaya çıktı. Bilim adamları, katılımcıların, yeşil-sarı renkteki balgamı mavi renkte yapışkan bir sıvıdan, açık ve iltihaplı bir yarayı kapalı ve hafif kızarmış bir yanık izinden ve kurtçukları tırtıldan daha iğrenç bulduklarını söylediler.
Kadınların iğrenme derecesinin erkeklerden daha yüksek olduğunu kaydeden bilim adamları, tiksinme duygusunun her iki cinsiyette yaşla doğru orantılı olarak azaldığını tespit ettiler. Bilim adamları, tiksinme duygusunun evrim sürecinde, enfeksiyon riskini azaltmak için geliştiğine inandıklarını ifade ettiler.

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:56 AM
Tırnak yemek duygusal bir sorundur

--------------------------------------------------------------------------------

Tırnak yemenin duygusal bir sorun olduğunu belirten uzmanlar, özellikle aileleri tarafından azarlanan çocukların tırnaklarını daha fazla yediklerini kaydettiler.




Tırnak yeme alışkanlığı sıklıkla çocuklarda görülmesine rağmen yetişkinlerde de görülen bir davranış. Tırnak yeme alışkanlığının çocuklarda 3-4 yaşlarında başladığını vurgulayan uzmanlar, "Bu aynı zamanda öğrenilmiş bir davranıştır. Ailesinde tırnak yeme davranışı olan bir çocuk bunu kopyalayabilir" dediler. Uzmanlar, tırnak yemenin diğer nedenlerini ise şöyle sıraladılar: "Ev ortamındaki aşırı baskıcı tutumlar ve kuralcı yapı sonuçta güvensizlik göstergesidir. Çocuğun azarlanması, toplum içinde aşağılanması, ona yaşına uygun sorumluluk verilmemesi (mesela odasını toplaması, kahvaltıyı hazırlaması, gibi basit ev işleri), kardeşler arasında taraf tutma, ana baba ilgisizliği, yaşamış olduğu korkular gibi nedenler çocukta tırnak yeme davranışını tetikler".
Çocukta gerginlik ve huzursuzluk oluşturan nedenlerin titizlikle araştırılmasını öneren uzmanlar, sonuçta tırnak yemenin duygusal bir sorun olduğunun altını çizdiler. Azarlamak, korkutmak, başkalarını örnek göstermek veya çocuğu tehdit etmenin sorunu çözmeyeceği gibi daha da ağırlaştıracağını anlatan uzmanlar şu temel görüşü dile getiriyor:


"Onları, korku ve kaygı oluşturabilecek film, video, atari gibi faaliyetlerden uzak tutmak gerekir. Ebeveynler cocuklarının önünde asla kavga etmemelidirler. Ederlerse bile bu bir alışkanlık haline gelmemeli anlaşmazlık nedenleri çocuga uygun bir dille açıklanmalıdır. Sorun uzun sürerse bir uzmanla yüzyüze görüşülmeli. Çocuklar yeni ortamlara ve yeni kişilere uyum göstermekte zorluk çekmezler. Ve çocuklarda bazı davranış biçimlerinin soruna dönüşmesine neden olan yetişkinlerdir".

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:57 AM
"Çekingen" deyip geçmeyin

Her 100 çocuktan 10'u aşırı çekingenlik sorunuyla karşı karşıya.


Aşırı derecede çekingenlik ve utangaçlığın, psikolojik bozukluğun bir göstergesi olduğu belirlendi. Sağlık uzmanlarının yaptığı araştırmalar sonucunda çekingenlik, utangaçlık ve sıkılganlık genellikle yapı, aile ve çevreden kaynaklanıyor.

Bu konuda anne ve babanın rolü de büyük. Silik anne-baba modeli, otoriter ebeveynler, aşırı koruyucu, kollayıcı ya da hep eleştiren anne ve babaların bu sorunlara zemin hazırladıkları ortaya çıktı.


Uzmanlar, çocuğun gelişimini anne ve babanın davranışının nasıl etkilediğini gözlemlediler. Anne ve babanın her ikisi veya biri aşırı evhamlı, titiz, koruyucu-kollayıcı ise sürekli çocuğunu kollamaya, göz önünden ayırmamaya çalışır. Çocuğun yaptığı işleri beğenmeyen, küçümseyen, başkalarıyla kıyaslayan, dayak atan anne ve babalar ise çocuklarında çekingen olma riskini artırıyor. Bu psikolojik sorunun önüne geçilmesi, çocuğun kendine güvenli, girişimci olabilmesi için hekimler, çocuğun önce teşvik ve iltifat edilmesi gerektiğini, çocuğun sırtını sıvazlayarak 'aferin' demenin, çocuğu yaptığı işe karşı motive ettiğini ifade ediyorlar.

Çocuğun uygun tercihlerine saygı gösterilmesi, çocuğun yeteneklerinin gelişmesi için özgür ve öz denetime dayalı bir disiplin anlayışı geliştirilmesi öneriliyor. Ayrıca çocuğa anne ve babanın ilgi gösterip birlikte oynamaları ve cocukla ciddi konularda konuşulması gerektiği de tavsiye ediliyor.

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:57 AM
Bir yaşına kadar parmak emme normal

--------------------------------------------------------------------------------

Çocuklarda 1 yaşına kadar parmak emmenin normal olduğunu belirten uzmanlar, 5-6 yaşından sonra bu durumun tehlikeli geleceğin habercisi olabileceğini kaydettiler.


Derlenen bilgilere göre, çocuklar emme faaliyetlerinden büyük keyif alıyorlar. bebekler annelerini emerek onla aralarında duygusal bir bağ kuruyor ve bu arada karınlarını da doyurulorlar. Uzmanlar, çocuklarda 1 yaşına kadar emme faaliyetinin faydalı ve normal olduğunu belirtiyor. Uzmanlara göre bebek beslenmesi bittikten sonra da parmağını emerse bu yeterince emme faaliyetinin yerine getirilmediğini diğer bir deyişle yeterince doyurulmadığını düşündürebilir. Yapılan araştırmalara göre, 5-6 yaşlarına kadar parmak emmenin zararlı olmadığını anlatan uzmanlar, "Ancak sosyal ortamlarda ebeveynler çocukların bu davranışından rahatsızlık duyarlar ve bu emme davranışı ebeveynler için sorun olur" dediler. Uzmanlar ebeveynlere şu önerilerde bulunuyor:


"Çocuğunuzu ürkütmeden hatta onunla beraber emme taklidi yaparak duygularını anlamaya çalışınız. Emme davranışı çocuk gelişiminde bir gereksinim olmakla beraber 6 yaşından sonra duygusal bir sorun olarak değerlendirilir. Bu nedenle çocuğunuzla olan iletişiminizi tekrar gözden geçirin. Ev ortamına katılacak yeni bir kardeş veya var olan ortamdaki değişiklikler çocuğunuzda kaygı yaratabilir bunları göz önüne alın. Sonuçta bu davranış eleştirilmeden ilgisini başka yönlere çekilerek ortadan kaldırılabilir".

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:57 AM
'Tylol hot' şeker hastalarına sakıncalı

'Tylol Hot' grip ilacı, içerisinde fazla şeker bulundurmasından dolayı Amerikalı uzmanlarca şeker hastalarına önerilmiyor.


İlacın üzerinde uyarı bulunması gerektiğini belirten uzmanlar, poşette olduğu ve tatlı olduğu için tercih edilen ilacın içerisinde çok fazla şeker bulunduğundan, özellikle şeker hastalarının kullanmasının uygun olmadığını bildirdiler. Uzmanlar, bir poşetinde 7 küp şeker bulunan ilacın, kullanılması halinde diyabet hastalarının günlük şeker limitinin 3 katına çıktığını belirtirken, hastaların ilacı kullanırken dikkatli olunmasını gerektiğini vurguluyor. Uzmanlar, ilacın her bir poşetinde bulunan şeker miktarının, diyabet hastası için günlük limit olan 20 grama eşdeğer olduğunu belirtirken, ilacın günde üç kez kullanılması halinde şeker hastasını hiperglisemi denilen şeker komasına sokmak için yeterli" diyerek, şeker hastalarını uyarıyor.

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:57 AM
Bademcik ameliyatı sonrası

Basit ve riski az bir ameliyat olan bademcik ameliyatından sonra hastaların büyük bir bölümü gün içinde taburcu edilir. Ancak tabuncu olduktan sonra da dikkat edilmesi gereken hususlar olduğunu unutmamak gerek.
KANAMA
Bademciğe ait ameliyat bölgesi açık yara şeklinde olduğu için, ameliyat sonrası kanamalar olabilir. Kırmızı taze kan veya kanlı kusmalar olduğunda en kısa zamanda doktorunuza haber verin veya hastaneye gidin.

AMELİYAT SONRASI AĞRILAR
Bademcik ameliyatına bağlı açık yara bölgesi tam olarak kapanana kadar, yaklaşık 2 hafta süreyle bir miktar ağrınız olabilir. Ağrıların şiddeti kişiden kişiye farklılıklar gösterir. Çoğu kişide basit ağrı kesiciler yeterli olurken, bazı kişilerde daha sık ve daha güçlü ağrı kesiciler gerekebilir. Ağrılar genellikle yutma sırasında oluşan boğaz ağrılarıdır. Boğaz ağrısı bazen kulağa vuran ağrılar şeklinde olabilir.
Erişkinlerde ağrılar, çocuklara kıyasla biraz daha şiddetlidir ve daha uzun sürer.

DİYET BİLGİLERİ
Ameliyatınızdan sonra anestezinin etkisi tam olarak geçene kadar (4 saat) bir şeyler yemeniz ya da içmeniz sakıncalıdır. Ne zaman ağızdan gıda alacağınızı hemşireniz size bildirir.
Genel olarak bol su içmeniz, yumuşak, soğuk ve boğazınızı tahriş etmeyen gıdalar almanız sizin için daha iyi olur.
1.gün: Küçük miktarlarda ancak sık aralıklarla soğuk çay, şerbet, komposto, süt, dondurma.
2.gün: Bunlara ilave olarak oda sıcaklığında, yoğurt, ayran, muhallebi, puding.
3-4.gün: Yumuşak gıdalar, patates püresi, rafadan yumurta, makarna. Miktarları tedricen artırınız.
5.günden itibaren: Tahriş edici, batıcı ve çok sıcak olmamak kaydıyla, doktorunuza danışarak kademeli olarak normal diyetinize geçebilirsiniz. Yaklaşık 10 gün süreyle, ağrı kesicilerin yardımı olmadan, gıdalarınızı tam ve rahat yutamayabilirsiniz.

AKLINIZDA BULUNSUN
Ameliyattan sonraki ilk 7 gün;
1- Sıcak ve asitli ürünlerden kaçınınız (örn: Portakal veya limon suyu, kola),
2- Çikolata ve çikolatalı ürünler yemeyiniz,
3- Pipet kullanmayınız,
4- Bol sıvı alınız (su, süt vb),
5- Kırmızı renkte gıda ve içeceklerden kaçınınız,
6- Acı ve baharatlı gıdalardan kaçınınız,
7- Yutarken ameliyat yerini çizebilecek ekmek kenarı, galeta gibi sert ve katı gıdalardan kaçınınız ve iyice çiğnedikten sonra yutunuz.
KONUŞMA
Ameliyat sonrası konuşmanızın biraz genizden gelmesi ve ses tonunda küçük bir değişiklik olması normal. Bu, ses tellerinizin zarar gördüğü anlamına gelmez.

ATEŞ
Ameliyat sonrası ateşinizin 0.5-1 derece yükselmesi normaldir. Daha yüksek veya uzun süreli ateş genellikle susuz kalmaktan kaynaklanır. Bol sıvı almanıza rağmen ateşiniz hala yüksek olması bir enfeksiyon belirtisi olabilir, doktorunuzu arayınız.

AMELİYAT SONRASI DÖNEMDE YAPILACAKLAR
Çocukların ameliyattan sonra 3 gün evden çıkmayarak dinlenmesi gerekir. Çocuğunuz ameliyattan 5-7 gün sonra okuluna dönebilir, ancak en az 10 gün süreyle programlı spor faaliyetlerinde bulunmaması gerekir.
Erişkinlerde iyileşme süresi daha uzundur ve ameliyattan 1 hafta sonra doktorla yapacakları ilk görüşmeden önce işe gitmemeleri önerilir. Ameliyatı izleyen 2 hafta boyunca da sportif ve yorucu faaliyetlerden kaçınılmaları gerekir.

NEFES KOKUSU
Boğazda bademciklerin alındığı yerde beyaz, kirli-gri renkte bir zar oluşur. Bu zar doğal iyileşme sürecinin bir parçasıdır, ortalama 2 hafta içinde kaybolur. Özellikle az sıvı alan ve yetersiz beslenen kişilerde olmak üzere, bazen nefeste hafif bir koku ortaya çıkabilir. Kokudaki artışla birlikte yutma güçlüğü ve ağrıda bir artış olması durumunda doktorunuzu danışmanız da fayda var.

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:57 AM
Sigara ve alkolü bırakabilirsiniz

--------------------------------------------------------------------------------

Ramazan ayının içki ve sigara gibi kötü alışkanlıklardan kurtulmak için fırsat olarak değerlendirilebileceği bildirildi.


Oruç tutan bağımlıların tedaviyle vazgeçmeye çalıştıkları alkol ve sigaradan, Ramazan'da bir süre de olsa uzaklaştıklarını ifade eden uzmanlar, "Ramazanda bir ay süreyle alkol almayan kişi, sigarayı da azaltırsa, bu tür kötü alışkanlıklarından kurtulabilir" dediler. İçki içmenin azaldığı Ramazan ayında, alkolden uzak durmanın daha kolay olduğunu vurgulayan uzmanlar, "Ramazan'da, iradelerini sınayan kişiler, buna yeni bir irade katarak, alkol ve sigaradan da uzak durabilirler. Kişi Ramazan'dan sonra da kendisini kontrol ederek, içkili yerlerden uzak durup, bu tür kötü alışkanlıklarından vazgeçebilir" diye konuştu.


Bu arada, Ramazan ayında her yönüyle vücudunu dinlendiren kişinin, alkol ve sigaradan kurtulmak için bunu fırsat olarak kullanabileceğine dikkati çeken uzmanlar, bu dönemde alkol almayan kişilerin, alkolü bırakmayıp sadece ara verdiklerini, sigarayı da akşamları içtiklerini belirttiler. Bağımlıların alkolü ve sigarayı bırakabilmesi için uzman hekime başvurmaları gerektiğini savunan uzmanlar, "Ramazan'ı bahane edip, 'Bundan sonra da içmeyeceğim' diyen kişilerin tedaviyle desteklenmesi gerekir. Hastaların bağımlılık durumlarına göre ilaç tedavileri kullanılıyor. Kişinin, Ramazan ayında, tedaviye başlaması, bu tür bağımlılık yapan alışkanlıklarından kurtulmasını kolaylaştırır" dediler.

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:59 AM
Türkiye ilk "hasta yakını" web sitesi

--------------------------------------------------------------------------------

Hastalıklarla başa çıkma sürecinde, kişinin kendi gücü ve tedavi olanakları dışındaki en önemli güç olan hasta yakınları, kendilerine özel ilk interaktif web sitesiyle tanışıyor. Novartis'in hayata geçireceği "hastayakini.com", sağlık ekibinin gizli kahramanlarının yaşamlarını kolaylaştıracak bilgi ve beceriler ile benzer durumda olan kişilerle dayanışma olanağı sunacak.

Novartis'in, T.C. Sağlık Bakanlığı'nın onayı ve Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı ve Halk Sağlığı Anabilim Dalı danışmanlığında hazırladığı "hastayakini.com" web sitesi önümüzdeki hafta kullanıma açılıyor. Hasta yakınlarına yönelik bu sosyal sorumluluk projesiyle, Türkiye'de sağlık alanında önemli bir ilke imza atan Novartis, yeni web sitesiyle hem hasta yakınlarının sesi olmayı hem de onlara hizmet vermeyi amaçlıyor.

T.C Sağlık Bakanlığı ve Marmara Üniversitesi Halk Sağlığı ve Aile Hekimliği Anabilim Dalları danışmanlığı ile Novartis'in hayata geçirdiği web sitesinde, ilk etapta 13 kronik hastalık ele alınıyor. Novartis, bu sitede hasta yakınlarının bakım sürecinde zarar görmesini önlemeyi ve yaşam kalitelerini artırmayı hedefliyor.

Fransa'nın ödüllü sitesi

Novartis Türkiye'nin hasta yakınlarının yanı sıra hasta ve hekimlere de yardımcı olmak amacıyla hazırlamış olduğu "hastayakini.com" web sitesi, Novartis Fransa'da geliştirilmiş web sitesinin Türkiye'ye uyarlanmış hali. Novartis Fransa'ya 2002'de Bichat Festivali'nde İnternet Siteleri Büyük Ödülü'nü getiren "Sanal Ev" projesi, sitenin en ilgi çekici alanlarından biri. "Sanal Ev"; Epilepsi, Alzheimer, Parkinson, KOAH (Astım) ve Maküla Dejenerasyonu (Yaşa Bağlı Görme Bozukluğu) hastalıklarında, hasta ve hasta yakınlarının gereksinimleri, rahatlığı ve güvenliğine katkıda bulunabilmeyi amaçlıyor.

Novartis, hizmet alanı dışındaki hastalıkları da web sitesine alarak, "Önce İnsan, Önce Sağlık" felsefesi doğrultusunda hareket ediyor.

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:59 AM
Çocukların dişleri neden çürür?

--------------------------------------------------------------------------------

Süt dişleri normal dişlere oranla daha çok organik madde içerdikleri için daha kolay ve hızlı çürüyor. Bu nedenle ağız bakımına yetişkinler kadar dikkat etmeyen çocukların süt dişleri çok çabuk çürümeye yüz tutuyor.


Türk Dişhekimleri Birliği'nden (TDB) alınan bilgiye göre, çocuklar, çürüğün erken döneminde görülebilen soğuk sıcak hassasiyeti ve hafif ağrı gibi sinyalleri zamanında yorumlayamazlar. Olayı ancak dayanılamayacak kadar ağrı olmasında fark ederler ki bu durumda çok geç kalınmış olabilir. Çocukların ağız bakımına yetişkinler kadar dikkat edemediğini belirten uzmanlar, çocuğun el becerisi, merakı ve ebeveynin tutumunun diş fırçalama alışkanlığını belirlediğini söyledi. Özellikle annelerin emzik ya da biberonu şeker, reçel gibi gıdalara batırarak çocuklara vermelerinin çocuklardaki diş çürüklerinin nedenleri arasında yer aldığını belirten uzmanlar, bununla birlikte uyku aralarında şekerli süt, meyve suyu gibi gıdaların içirilmesinin de çürüğü tetiklediğinin altını çizdiler. Çürüğü tamamen engelleyebilecek bir aşı ya da ilaç henüz geliştirilemediğini vurgulayan uzmanlar, "Ancak, çürük sayısını azaltmaya yönelik bazı malzemeler günümüzde kullanılmaktadır. Bunlardan birisi; 'fissür örtücü' dediğimiz malzemedir. Diş çürükleri genellikle azı ve küçükazı dişlerinin, çiğneyici yüzlerinde bulunan 'fissür' adı verilen oluklarda başlar. Bahsettiğimiz malzemeyle olukların üzeri kapatılıp, o bölgeye mikrop, yemek artığının sızması engellenerek çürük başlaması önlenir. Bu işlem, 6 yaşından itibaren çıkan kalıcı azı ve küçükazı dişlerine de uygulanabilir" diye konuştular.


Çürüğü engellemenin başka bir yolunun da dişlerin çürüğe karşı direncini artırmak olduğunu anlatan uzmanlar, şu bilgileri verdi:
"Dişlere yüzeysel florür uygulanması suretiyle bu direnç kazandırılır. Bebek 6-8 aylıkken, (yani ilk dişler ağızda göründüğünde) temizleme işlemi başlamalıdır. Sabah kahvaltısı sonrası ve gece yatmadan önce dişleri (en azından çiğneme yüzeylerini) temiz bir tülbent ya da gazlı bezi ıslatarak silmek, temizlemek yerinde olur. Diş fırçası kullanımına ise çocuğun arka dişlerinin çıkmasından sonra (ortalama 2,5-3 yaşında ) başlanması uygundur. Okul öncesi çocuklarda diş fırçalama için bir teknik uygulatmak çok zordur. Bu yaşlarda önemli olan, çocuğa diş fırçalama alışkanlığı kazandırmaktır. Çocuklar diş fırçalarken çoğu zaman dişlerin görünen ya da kolay ulaşılan yüzlerini fırçalar. Oysa çürüklerin önlenmesi için dişlerin ara yüzleri ve çiğneyici yüzeylerini çok daha iyi temizlemek gerekir. Bu nedenle fırçalamadan sonra anne-babanın kontrolü iyi olur."

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:59 AM
Erkek kısırlığı tedavi edilebilir

--------------------------------------------------------------------------------

Kısırlık tarif olarak çiftlerin bir yıl boyunca korunmaksızın, istemelerine rağmen çocuklarının olmaması olarak tanımlanabilir.Toplumda görülme oranı yüzde 15 civarındadır. Bu oran Türkiye'de yılda yaklaşık 75-80 bin yeni çifte tekamül eder ki, oldukça büyük bir rakamdır. Erkek ve kadın arasındaki dağılımda; üçte bir erkek sorunlu, üçte bir kadın sorunlu, üçte bir ise erkek ve kadın birlikte aynı anda sorumludurlar. Yani yaklaşık yüzde 50'ye yüzde 50 bir dağılım gösterir.

Erkek kısırlığı son yıllarda meydana gelen gelişmeler nedeniyle çok büyük oranda tedavi edilebilir, ya da sperm elde edip gebelik sağlanabilir konuma gelmiştir.

Çocuğu olmayan çiftler tedavi için başvurduklarında erkek her koşulda ve bir ürolog/androlog tarafından muayene edilmeli ve tedavisi üstlenilmelidir.

Muayenenin ilk aşaması hastadan bilgi alınmasıdır. Hastanın çocukluk çağına kadar geri gidip bilgi alınması, hastalığın nedenlerine ait detaylarla hekimi uyarması açısından çok önemlidir. Daha sonra cinsel organlara ait yapılacak muayene yine çok önemlidir. Görülebilecek gelişme bozuklukları ya da anomaliler, yine nedene yönelik olarak hekime fikir verecektir.

Hasta incelemesinin ikinci aşaması yapılacak tetkiklerdir. İlk olarak semen analizi (meni tahlili) yapılır ve bu sonuca göre başka tetkikler sırasıyla istenebilir. Hormonlar, genetik testler gibi.

Semen analizinde dikkat edilmesi gereken özellik; örneğin 3-4 günlük cinsel perhiz sonrasında klinikte ve masturbasyon yöntemiyle verilmesidir. Semen analizi hekimi yönlendiricidir, asla hastanın kısır ya da üretken olduğunu kesin olarak belirlemez. Öykü, muayene ve laboratuar analizleri sonuçları birlikte tedaviye esas olacaktır. Tedavide amaç ise doğal yolla gebelik için gerekli spermi verebilecek konuma hastayı getirebilmek, ya da tüp bebek yöntemlerinden biri kullanılacak şekilde hastadan sperm elde edebilmektir.

Erkek kısırlığının en sık görülen nedenleri arasında ilk sırada varikosel yüzde 42'lik bir oranda bulunmaktadır. Daha sonra enfeksiyonlar, hormonal nedenler, genetik nedenler, inmemiş testis, testis yetmezliği, cinsel fonksiyon bozuklukları sayılabilir.

Erkek kısırlığında tedavi planlaması nedene yönelik olarak düzenlenmektedir. Amaç, sperm sayı ve kalitesini normale yakın hale getirebilmektedir. Varikosel tespit edilen hastalarda, ameliyat mikroskobu altında ameliyat yapılmalıdır. Hormon yetmezliklerinde gerekli hormon takviyesi yapılabilir, ya da enfeksiyon varsa antimikrobik tedavi yapılmalıdır. Sigara ve yoğun alkol alımının olumsuz etkileri kanıtlanmış olduğundan kullanılmaları engellenmelidir.

Semen analizinde sperm yok ise, doğrudan kaynağından, yani testisten sperm elde etmeye yönelik yöntemlerden biri seçilebilir. Hekim bu konuda en uygun kararı verecektir. Eğer testisten biyopsi yöntemiyle sperm aranacaksa, bugün artık kabul edilmiş yöntem mikroskopik TESE operasyonudur. Eski yöntemlere göre yüzde 50 daha fazla sperm bulma şansı verir. Elde edilecek spermler, bir daha bulunabilme güçlüğü nedeniyle çok kıymetli olduğundan, bu spermlerin dondurularak saklanabilecek olanakların olduğu klinikler, bu alanda daha yararlı olacaktır.

Günümüz şartlarında tıp artık erkek kısırlığı alanında eskiye oranla çok az hastada çaresiz kalmaktadır. Bu nedenle bilgi birikimi çok iyi olan hekimler ve çok iyi donanımlı laboratuar olanakları ile oluşturulmuş tüp bebek klinikleri en iyi tedavi seçeneklerini hastaları için uygulamaktadırlar. Bu olanaklardan yararlanmak erkek kısırlığı olan hastalarımız için en uygun seçim olacaktır.

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:59 AM
'Şişmanlık' gelişmiş ülkelerin baş sorunu

--------------------------------------------------------------------------------

Dünya ülkelerinin korkulu rüyası haline gelen ve mücadele edilmesi gereken bir alana dönüşen 'şişmanlık' konusunda tehlike çanları çalıyor.


Şişmanlığı, enerji alımının enerji tüketiminden daha fazla olduğu durumlarda, yağ dokusunun artışıyla ortaya çıkan sosyal, psikolojik ve ciddi tıbbi sorunlar yaratabilen önemli bir sağlık problemi olduğunu belirten hekimler, şişmanlık insidansının gelişmiş ülkelerde yüksek oranlarda görüldüğü gibi özellikle gelişmekte olan ülkelerde de yaşam koşullarının değişmesine bağlı olarak giderek arttığına dikkat çekiyorlar.


Kalıtım, yanlış beslenme alışkanlıkları, hareketsizlik gibi nedenlerden kaynaklanan ve modern toplumların problemi olan şişmanlık, beraberinde bir çok sağlık problemine yol açıyor. Şişmanlığın nedenleri araştırılarak bugün çeşitli faktörlerin şişmanlığı meydana getirdiği ortaya konuldu. Kalıtım, beslenme alışkanlıkları, hareket azlığı, endokrin veya metabolizma hastalıkları ve psikolojik nedenlere bağlı faktörler, şişmanlığa sebep olan nedenleri oluşturduğu kanısına varıldı.

İŞTE ALTIN KURALLAR
Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde artık ciddi bir hastalık kategorisinde ele alınarak tedavi edilme yoluna gidilen şişmanlığın önünün alınabilmesi için çeşitli araştırmalar yapılıyor. Diyetisyenler, yaptıkları çalışmalar sonucunda şişmanların başta çok fazla yemek alışkanlığından kurtulmaları gerektiğini belirtiyorlar. 'Şişmanlıktan kurtulmak istiyorum' diyenlerin yapmamaları ve uymamaları gereken kurallar şöyle:
- Hızlı yemek, büyük lokmalar almak, az çiğnemek, yemekte çatalı, kaşığı hiç bırakmamak.
- Öğün atlamak, öğün aralarında sürekli bir şeyler atıştırmak.
- Yemek yerken başka aktivitelerle uğraşmak.
- Sıkıntılı veya stresli durumlarda aşırı yemek.
- Ziyaret ve davetlere sık sık katılmak ve ikramları reddetmemek.
- Akşam yemeğinden sonra yatıncaya kadar sürekli yemek.
- Su içmemek veya az içmek.
- Özellikle çalışan kişilerde, akşam eve geldikten sonra yemek zamanına kadar atıştırmak ve sonra tekrar yemek yemek.

M@D_VIPer
09-22-2006, 10:59 AM
'Utangaçlık' sorunu ve çözüm önerisi

--------------------------------------------------------------------------------

Her 10 kişiden birinde utangaçlık sorununa rastlanıldığı, utangaçların yüzde otuzunun hiç evlenmediği ve tek başına yaşadı belirlendi.


Utangaçlık sorunu olanların önemli bir bölümü korkularından kurtulmak için kendini ya alkole ya da uyuşturucu maddeye veriyor.


Edinilen bilgilere göre, utangaçlık sorunu olanların en sık başvurduğu yollardan birisi alkol kullanımı. Bir çok kişi, utangaçlığını alkolle eritmeye çalışıyor. Yapılan araştırmalar, aşırı utangaç kişilerde, böyle olmayanlara göre en az iki kat daha yüksek bir oranda alkolizme ve alkol kullanımının yol açtığı diğer sorunlara rastlandığını gösteriyor. Sık başvurulan bir diğer çözüm yolu, topluluk karşısında duyulan sıkıntıyı azaltacak uyuşturucu maddelerin kullanılması olarak gösteriliyor. Bu kişilerin yaklaşık yüzde onbeşi yaşamlarında en az bir kez bir uyuşturucu maddeye bağımlı duruma geliyorlar. Üçüncü bir yöntem, utangaçlık krizine yol açabilecek toplumsal etkinlikleri tümüyle dışlayan bir yaşam tarzı geliştirmek. İş ve okul ortamında ön plana çıkmayı ve kendini göstermeyi gerektiren durumlardan uzak durmak, basit ve göze batmayacak işlere yönelmek bu yaşam tarzının temel taktikleri arasında sayılabilir.


Uzmanlar, her üç yöntemin de küçümsenmeyecek bireysel kayıplara yol açtığını belirterek, şu bilgileri verdi:


"Alkolizmin ve madde bağımlılığının neden olduğu sorunlar herkes tarafından biliniyor. Çok sayıda toplumsal etkinlikten uzak durmaya dayalı bir yaşam tarzının sonucuysa, düşük toplumsal ve mesleki başarı ve yalnızlık. Aşırı utangaç kişiler, içinde bulundukları toplumun ortalamasına göre, daha düşük bir eğitim görüyor, daha az para kazanıyor ve karşı cinse uzak durmalarına bağlı olarak, eş bulmakta daha fazla güçlük çekiyorlar. Bu kişilerin yüzde otuza yakın bir bölümü hiç evlenmiyor ve tek başına yaşıyor. Eğer sorun yalnızca topluluk önünde konuşmakla sınırlıysa, genellikle, kişiyi üç dört saatliğine aşırı utangaçlığın bedensel belirtilerinden kurtaran ilaçlar kullanılıyor. Beta bloker adı verilen bu ilaçlar, yaşanan içsel karmaşayı kalp çarpıntısı, soluk soluğa kalma, ses titremesi ve yüz kızarması gibi yollarla dışa vuran sinirsel ileti sistemini bloke ediyor. Beta blokerlerin sahne sanatçıları arasında yaygın bir kullanımı olduğu bilmiyor. Daha uzun süreli bir rahatlama içinse, beyindeki sinirsel iletimi sağlayan maddeler üzerinde etkili bazı ilaçlar kullanılıyor. Yapılan çalışmalar, söz konusu ilaçların, aşırı utangaçlık hastalığı olan kişilerin yüzde yetmişinde önemli bir düzelme sağlayabildiğini gösteriyor, ilacın yanısıra bazı psikoterapi teknikleri de uygulandığında, bu oran daha da yükseliyor".

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:00 AM
Uzun boylu olmak en ideali

--------------------------------------------------------------------------------

Bilim adamları; vücut şekli, boy ve yağ dağılımının "eskiye oranla" sağlık üzerinde daha çok etkisinin olduğunu ortaya çıkardı. İngiltere'den elde edilen veriler, sağlık riskleri göz önünde bulundurulduğunda, en ideal boyun uzun olduğunu gösterdi.


Ancak uzun boylu olmanın da; göğüs kanseri, prostat, kolorektal, lösemi ve lenf kanserine yakalanma gibi kendine özgü riskleri bulunuyor. Bilim adamları, uzun boylu insanların daha çok yaşaması ile kanserin yaşlılık hastalığı olması arasında bir bağ olduğunu düşünüyor.


Diğer taraftan, Bristol Üniversitesi Epidemioloji Profesörü David Gunnell'a göre kısa insanlar kalp hastalıkları ile felce yakalanma riskine sahipler. Gunnell, "Bu yıl yayınlanan ve 4 kadını inceleyenlerin de dahil olduğu birçok çalışma, kısa bacaklı insanların uzun bacaklı insanlara oranla kalp rahatsızlıklarına yakalanma riskinin daha fazla olduğunu gösteriyor. Kısa boylu erkeklerin de aynı riskle karşı karşıya olduklarını biliyoruz" dedi.


Bu ay başında New England Journal of Medicine (New England Tıp Dergisi), doğarken fazla kilolu ve 14 yaşında daha uzun olan kızların ileriki yaşlarda göğüs kanserine yakalanma riskinin çok daha fazla olduğunu öne sürdü. Vücut şekli ve sağlık riskleri arasındaki bağlantı, uzun bir süredir inceleniyordu.


Örneğin, yağların kalçalarda ve yanlarda yoğunlaştığı armut şeklinde vücudun yağların belde yoğunlaştığı elma şeklindeki vücuda göre daha sağlıklı olduğunu biliyoruz.
20 yıldan fazla süredir devam eden araştırmalar, elma şeklinde bedene sahip olan insanların kalp ve şeker hastalığına daha çok yakalandığını doğruladı.


2 hafta önce İngiltere Ulusal Obezite Forumu'nda açıklanan yeni rapor, bel genişliği 89 cm'den fazla olan kadınlar ile 101 cm'den fazla olan erkeklerin şeker ile kalp rahatsızlıklarına yakalanma riskinin 4 kat arttığını gösteriyor.


Ancak kilo alımı, diyet ve egzersizle kontrol edilebilir. Uzmanlara göre, kilo verin sağlık sorunlarınız azalsın; boy ise, doğmadan önce belirleniyor.


Avustralya'da yapılan bir araştırma, boy ile beslenme arasındaki güçlü ilişkiyi ortaya çıkararak, kısa ve geniş bir nesil büyüttüğümüz hakkındaki endişeleri açığa çıkardı.
Sidney Üniversitesi okutmanlarından Dr Jenny O'Dea, Avustralya'nın birçok fakir bölgesinde yetişen çocuk ve yetişkinlerin boylarının 2 cm uzamasını engelleyen bir çeşit yetersiz beslenme ile karşı karşıya olduğuna inanıyor.


O'Dea; bu çocukların çikolata, şeker, cips ve hafif içecekler gibi kendilerini şişmanlatan besinler tükettiklerini; protein, demir ve kalsiyum gibi potansiyel boylarına eriştirici besinler yemediklerini söylüyor.


Sonuç olarak bu kişiler boylarına oranla şişmanlayarak ileride yakalanabilecekleri hastalıklara davetiye çıkarmanın yanı sıra Avustralya'yı saran obezite salgınına katkıda bulunuyor.


Diğer incelemeler, anne sütüyle beslenmemenin, çocukluk döneminde yetersiz beslenmenin ve düşük sosyo ekonomik geçmişin boy uzaması üzerinde güçlü negatif etkileri olduğunu gösteriyor.


ABD'nin Teksas Eyaleti'nde yapılan bir araştırma, kilolu ancak hareketli erkeklerin zayıf ancak hareketsiz erkeklere oranla daha sağlıklı olduklarını ortaya koydu.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:17 AM
Grip ve soğuk algınlığı hakkında

Grip, influenza denilen virüsün bronşlar ve akciğerden oluşan solunum sisteminde meydana getirdiği, özellikle sonbahar sonu, kış ve ilkbahar başında salgınlara yol açan yüksek derecede bulaşıcı viral bir enfeksiyondur.

İşgücü kaybı açısından bakıldığında tüm dünyada işe devamsızlığın %10'undan sorumludur. Dünya nüfusunun yaklaşık %10-20'si her yıl gribe yakalanmaktadır.

Grip olan kişilerin aksırık, öksürük ve hatta konuşmaları ile üst solunum yollarındaki salgılardan yayılan virüs yüklü su damlacıkları havaya geçerek orada saatlerce asılı kalabilir. Bu damlacıklar nefes yolu ile alındıklarında, alt ve üst solunum yoluna yerleşirler ve orada hızla çoğalırlar. Kuluçka süresi 1-3 gün arasında değişir ve bu dönemde kişide hastalık belirtisi olmamasına karşın hastalık bulaştırıcı özellik bulunmaktadır. Bu özellik grip belirtileri başladıktan sonra 4-6 gün kadar da devam eder.

BELİRTİLERİ NELERDİR?




Başlangıcı genellikle anidir. Kişi kendini iyi hissediyorken, 1-2 saat içinde önce; üşüme, titreme, terleme, baş ağrısı, kas ağrıları ve ateş (38°C-40°C) başlar, daha sonrasında ise burun akıntısı, baş dönmesi, öksürük, boğaz ağrısı, göğüste yanma, ağrı, gözlerin sulanması ve gözlerde ışığa hassasiyet şikayetlerinden bir ya da birkaç tanesi tabloya eklenebilir.

Bu belirtiler 3-5 gün kadar sürse de genellikle 2-3 gün içinde düzelme başlar.

EN ÇOK KİMLER RİSK ALTINDADIR?


Küçük çocuklar ve 65 yaşından büyük olan kişiler,
Şeker hastaları,
Astım ve kronik akciğer hastalığı olanlar,
Transplantasyonlu organ nakli yapılmış hastalar,
Böbrek hastaları,
Bakımevlerinde ve huzurevlerinde kalanlar,
Bağışıklık sistemini baskılayıcı tedavi gören kişiler,
Anne adayları,
Bebekler,

Türkiye'de bu gruplara giren yaklaşık 30 milyon kişi yaşamaktadır.

GRİPTEN NASIL KORUNMALI?




Grip virüsünün vücuda girmesi ile başlayan bu bulgular genellikle 5-7 günde iyileşme ile sonuçlansa da, bazen kulak (otit) veya akciğer enfeksiyonları (zatürre) gibi bazı ciddi enfeksiyonlara yol açabilirler. Bu nedenle korunma çok önemlidir.



Korunma için;

Dengeli beslenmeli: Vücudun ihtiyacı olan protein, yağ, şeker ve vitamin yeterli olarak alınmazsa, vücut direnci düşer ve solunum organları mukoza hücreleri de bu durumdan etkilenir. Özellikle besleyici değeri düşük, yağdan zengin hamburger gibi yiyeceklerin aşırı tüketilmesi grip hastalığına davetiyedir.

Yeterli miktarda su içilmeli: Solunum mukoza hücrelerinin nemli olması, virüs taşıyan damlacıkların etkisine karşı direnci sağlar. Bu nedenle özellikle su içme ihtiyacının azaldığı kış mevsimi de dahil olmak üzere, her dönemde günde 8-10 bardak su içilmelidir.

Düzenli spor yapılmalı: Yetişkin biri için haftada 3 gün, günde 1 saat olmak üzere spor yapılması gereklidir. Spor vücut direncinin arttırılması için çok önemlidir.

Stresten uzak yaşamalı: Stres, vücut direncini azaltarak hastalıklara davetiye çıkaran en önemli etkenlerdendir.




Sigara içmemeli: Sigara da aynı stres gibi vücut direncini azaltır. Ayrıca virüs yüklü damlacıklar, sigara içilen ortamlarda, dumana yapıştıkları için hastalık yapıcı özellikleri artar.

Tokalaşmayın: Grip olan bir kişi ile tokalaşmak, salgın zamanlarında iş yerlerinde bir çok kişi tarafından kullanılan cihazları kullanmak ta bulaş yollarındandır. Çünkü virüs bu gibi yerlerde 2-3 saat canlı kalabilir. Bu nedenle temizlik önemlidir.

Kalabalık yerlerden mümkün olduğu kadar uzak durun: Toplu taşıtlar, sinema, tiyatro gibi kalabalık yerlerde grip olan bir kişinin aksırması ile virüsler büyük bir hızla (160 km/saat) hareket ederek 3-4 metre uzağa yayılabilir.

Düzenli uyuyun: Bir gece uykusuz kalındığında, virüslere karşı savaşan vücut hücreleri yarı yarıya azalmaktadır.

Çıplak ayak dolaşmayın: Özellikle kış aylarında, zemin ısısı düşük olacağından, refleks olarak solunum mukoza hücrelerini de besleyen vücut damarlarında daralma olacak ve sonuç olarak kan dolaşımı yavaşlayacaktır. Mukoza hücrelerindeki nemlilik oranının azalması ile birlikte savunma gücü de azalacak ve virüslerin girişi kolaylaşacaktır.

Sıcak ortamlardan kaçının: Özellikle kış mevsiminde daha çok kapalı ve sıcak ortamların tercih edilmesi de solunum mukoza hücre zarlarının kurumasına neden olarak virüslerin vücuda girişini kolaylaştırır.

GRİP NASIL TEDAVİ EDİLİR?




Her şeyden önce istirahat, mümkünse yatak istirahati önemlidir. Yatarken başın yukarıda tutulması (2 ya da daha fazla sayıda yastık ile yatmak) geniz akıntısının vereceği rahatsızlığı azaltacaktır.

Yakınmalar düzeldiğinde hemen normal aktiviteye dönülmemeli, tam bir iyileşme için bir süre daha dinlenmeye devam edilmelidir.




Bulunulan ortamın uygun ısıda olmasına ve iyi havalandırılmasına dikkat edilmeli, havanın kuruması engellenmeli, nemli olması sağlanmalıdır.

Hastalık süresince, özellikle yüksek ateş varsa bol sıvı alınması çok önemlidir. Bu nedenle su içinde eritilerek kullanılan anti-gribal ilaçlar, sıvı alımının artırılması, hızlı etki sağlaması açısından önerilir. Hastalıkta; su, meyve suyu ve kafeinsiz içecekler tercih edilmelidir. Yeteri kadar sıvı alınması sinüslerdeki ve göğsünüzdeki ifrazatın daha az birikmesine ve vücuttan daha kolay temizlenmesine yardım eder.

Hastalık dönemlerinde beslenmeye dikkat etmeli, iştahsızlık varsa enerji ihtiyacını gidermek için karbonhidrattan zengin diyet uygulanmalıdır.

Antibiyotik türü ilaçlar, ancak viral bir enfeksiyon olan gribin üzerine bakteriyel bir başka enfeksiyon eklendiğinde ancak bir hekimin önerisi ile kullanılabilir.

Grip sırasında aspirin kullanılmamalıdır.

SOĞUK ALGINLIĞI NEDİR?

Soğuk algınlığı; çeşitli virüslerin yol açtığı, üst solunum yollarında bazı belirtilere yol açan 'hafif' seyirli bir hastalıktır.

En sık görülen virüsler:
Rhinovirüsler %15-40,
Coronavirüsler %10-20,
Parainfluenza virüsü %5-10,
Respiratuar sinsityal virüsler %6,

Soğuk algınlığı kişiden kişiye bulaşır. Başlangıçta bu bulaşmanın aksırma, öksürme ile etrafa saçılan damlacıkların içindeki virüslerin havada kalması ile olduğu sanılmaktaydı. Ancak şimdi mevcut kanıtlar bulaşmanın virüsü almış hastanın elinden hassas insanlara geçmesi ve hassas bireylerin de ağız-burun mukozalarına sürmeleri ile olduğu yönündedir. Bu nedenle soğuk algınlığının bulaşmasını engellemenin yolu ellerin sık yıkanmasıdır.

Yapılan araştırmalarda havanın soğukluğunun soğuk algınlığı hastalığının başlaması ve seyretmesi ile ilintili olmadığını, psikolojik stres, üst solunum yollarını etkileyen alerjiler ve adet dönemlerinin hastalığa yakalanma riskini artırdıkları saptanmıştır.


Soğuk algınlığına bir çok virüs sebep olabileceği için de vücut hiçbir zaman bu virüslerin tümüne direnç geliştiremez. Bu sebeple her sene tekrar tekrar soğuk algınlığı geçirilebilir.

Soğuk algınlığı belirtileri: Ateş, baş ağrısı, eklem ve kas ağrısı, yorgunluk hissi, akan ya da dolu burun, hapşırma, boğaz ağrısı, göğüs doluluğu, koku ve tat duygusunun azalması, kulaklarda basınç hissi ve ses kalitesindeki değişiklikler

SOĞUK ALGINLIĞI TEDAVİSİ:


Soğuk algınlığı tedavisinde antibiyotiklerin yeri yoktur. Tedavi belirtilere göre yapılmalıdır. Su içinde eritilerek kullanılan ve soğuk algınlığına ait belirtileri gideren ilaçlar, sıvı alımının artırılması ve hızlı etki sağlaması açısından da önerilmektedir. Ayrıca istirahat edilmesi ve stresten uzak durulması da vücut direncinin yeniden kazanılmasına yardım eder.

Virüsler, mikrobun bulaştığı yerlerde (kapı tokmağı, telefon gibi) canlı kalabildikleri için, bu yüzeylere temastan sonra virüsleri rahatlıkla burnumuza veya gözlerimize transfer edebiliriz. Bunu engellemek için ellerimizi sık sık sabunlu su ile yıkamalıyız.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:17 AM
Rahim ağzı kanserine karşı aşı umut verici

Rahim ağzı kanserine karşı geliştirilen aşının klinik deneylerinin umut verici olduğu bildirildi.

Aşının, rahim ağzı kanserlerinin çoğundan sorumlu tutulan papiloma virüsüne (HPV) karşı işe yaradığı kaydedildi.

Klinik deneylerin dört yıl süreyle 755 kadın arasında yürütüldüğü ve deneklerin yüzde 94'ünün HPV'den korunduğu belirtildi. Bu süre zarfında deneklerin sadece 7'sinin HPV ile enfekte olduğu, ancak hiçbirinin kanser belirtisi göstermediği vurgulandı.
750 kişilik karşılaştırma kümesindeki kadınların ise 11'ine papiloma bulaştı, bu kadınların 12'sinde de kanser öncesi semptomlar görüldü.

Rahim ağzı kanseri, kadınlar arasında meme kanserinden sonra ikinci sırayı alıyor.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:17 AM
Çocuklarda astım alerjik kökenli

--------------------------------------------------------------------------------

Çocukluk çağının önemli hastalıklarından 'Astım'ın belirtilerinin ve bronşlardaki aşırı duyarlılığın, alınacak çevre tedbirleri ile belirgin derecede azalmasının mümkün olduğu, çevre tedbirlerinin yetersiz kaldığı durumlarda ise hastalarda havayolu ile akciğerlere çekilip bronşları tedavi eden sprey ilaçlar kullanıldığı bildiriliyor.


Uzmanlar, astımı, "Hava yollarının çeşitli uyaranlara artmış cevabının söz konusu olduğu, tekrarlayıcı, kendiliğinden veya tedavi ile tamamen veya kısmen geri dönüşümlü öksürük, hırıltı, nefes darlığı gibi belirtilerinin yer aldığı bir hastalık" olarak tarif ediyor.


Astımın, çocukluk çağında yüzde 90 oranında alerjik kökenli olduğunu vurgulayan uzmanların belirttiğine göre, yıl boyu maruz kalınan ev içi alerjenlerin bronşlarda yol açtığı alerjik iltihabi durum, soğuk hava, egzersiz, viral solunum yolu enfeksiyonları, kimyasal buharlar, hava kirliliği ve sigara dumanı gibi nonspesifik uyaranlarla temas sonucu astım belirtileri ortaya çıkıyor.


Astım teşhisi alan çocukların çoğunun, hayatın ilk 2 yılında belirti verdiğinin tespit edildiğini, ilk yıllarda öksürük ve hırıltının ana uyaranının viral solunum yolu enfeksiyonları olduğunu ifade eden uzmanlar, bu yaşlarda akciğerlerin gelişiminin henüz tamamlanmamış ve küçük hava yolu çaplarının dar, kıkırdak dokunun az olmasının, tekrarlayıcı bronş daralmasına katkıda bulunduğuna dikkat çekiyor.


Uzmanlar, 4-5 yaşlarında akciğerlerin gelişiminin tamamlanması ile erken yaşlarda astım belirtileri gösteren birçok çocukta klinik olarak düzelme gözlendiğini, düzelmeyen bir grup hasta ve daha geç astım teşhisi almış çocukların bir kısmının da ergenlik çağında klinik bir iyilik dönemine girdiklerini kaydediyor.


NASIL TEŞHİS EDİLİR?


Öksürük, hırıltı veya nefes darlığı belirtilerinin ve gece kötüleşmesinin şiddetle astımı düşündürdüğünü vurgulayan uzmanlar, yattıktan sonra veya sabaha karşı yaklaşık 30 dakika süreyle devam eden ve bronş genişletici ilaçlara olumlu cevap veren öksürüğün, aksi ispat edilene kadar astım kabul edilmesi gerektiğini bildiriyor.


Uzmanlar, astımda akciğer fonksiyonlarının ölçülmesinin, gerek teşhis gerekse tedaviye cevabın değerlendirilmesi açısından büyük önem taşıdığını da hatırlatıyor.


Astıma sebep olması muhtemel alerjinin hangi maddeye karşı geliştiğinin tespit edilmesinde deri testleri kullanıldığını ifade eden uzmanlar, ön kol ön yüzüne veya sırta delme metodu ile uygulanan bu testte, ciltteki kızarma ve kabarmanın şiddetine göre değerlendirme yapılıp, hastanın neye alerjisi olduğunun tespit edildiğini belirtiyor.


Uzmanlar, alerji deri testi uygulamasının mümkün olmadığı 3 yaş altı çocuklar, yaygın alerjik egzaması olan hastalar, antihistaminik içeren ilaç kullanmakta olanlar, ciltte dermografismus adı verilen cilde bastırma sonucu kabarma reaksiyonu verenlerde, kanda spesifik immünoglobulin E düzeyi belirlenmesi yöntemiyle alerjen tespiti yapılabildiğini kaydediyor.


Tüm alerjik hastalıklarda olduğu gibi astımda da birinci basamak tedavinin, alerji geliştirilmiş maddeden uzak durmak olduğunu vurgulayan uzmanlar, "Uygun öneriler doğrultusunda alınacak çevre tedbirleri ile hastalık belirtilerinin ve bronşlardaki aşırı duyarlılığın belirgin derecede azalması mümkündür" diyorlar.


Uzmanlar, çevre tedbirlerinin yeterli olmadığı durumlarda, hastalarda havayolu ile akciğerlere çekilip bronşları tedavi eden sprey ilaçlar kullanıldığını bildiriyor. Bunların, sadece bronşları gevşetici özelliğe sahip rahatlatıcılar ve alerjik iltihabın meydana getirdiği aşırı bronş duyarlılığını azaltmak yoluyla tedavi edici özelliğe sahip olanlar olarak ikiye ayrıldığını ifade eden uzmanlar, son yıllarda bu amaca yönelik kana karışma oranı en aza indirilmiş, kortizonlu ilaçlara has yan etkileri ağızdan alınanlara kıyasla çok az olan yeni jenerasyon kortizon bazlı sprey ilaçlar geliştirildiğini de kaydediyor.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:17 AM
Çikolata, her derde deva

--------------------------------------------------------------------------------

Evrensel bir tat olan çikolatanın, her derde deva olduğu bildirildi. Araştırmalara göre, çikolata beyni rahatlatıp gevşetiyor, mutluluk veriyor. İnsan bedeni, çikolata yendiğinde aşık olunduğu zamanlardaki gibi hoş reaksiyonlar veriyor.


Middlesex Üniversitesi uzmanlarından Dr. Neil Martin'in yaptığı araştırma sonuçlarına göre, çikolatanın kokusu bile insanı baştan çıkarıyor. Çikolata, beyni rahatlatıp gevşetiyor, mutluluk veriyor. Çikolata, beynin "endorfin" salgılamasına neden oluyor. Bu salgı, mutluluk duygusu duymamızı sağlıyor. Çikolata, beyin gibi bedeni de gevşetip rahatlatıyor. Çikolatanın içindeki "phenylethylamine" adlı bileşim, endorfin gibi fiziğimize mutluluk veriyor. Yani insan bedeni, çikolata yendiğinde, aşık olunduğu zamanlardaki gibi hoş reaksiyonlar veriyor. Çikolatanın aynı zamanda çok besleyici olduğu, içinde büyük oranlarda magnezyum, demir ve kalsiyum bulunduğu söyleniyor. Küçük bir parça çikolata, almamız gereken minerallerin en az beşte birini içeriyor.


Harvard Üniversitesi'nde 8 bin erkek üzerinde yapılan araştırma, çikolatanın ömrü uzattığını da ortaya çıkarıyor. Çikolata yiyenlerin ömürlerinin en az 1 yıl uzadığını belirten uzmanlar, bunu içindeki antidiyoksidan maddelere bağlıyorlar. Çikolatanın içindeki yağ, 3 kaynaktan geliyor. Kakao yağı, bitki yağları ve süt içindeki yağlar. Kakaonun içindeki "stearic asit" içeren yağ, bir çeşit doymamış yağ. Doymamış yağların da sağlığa ve özellikle kalbe zararlı olduğu biliniyor. Ancak kakao içindeki stearic asit vücuda girince "oleic asite" dönüşüyor. Aynen zeytinyağı içindeki oleic asit gibi. Bu yağ türü de kalp için çok faydalı. Çikolatanın dişleri çürüttüğü ön yargısı olmasına rağmen, araştırmalar tam tersini gösteriyor. Kakao içinde bulunan bir bileşim, diş çürümelerini engelliyor. Kakao yağı içindeki bu bileşim dişi kaplıyor ve dışarıdan gelecek bakterileri engelliyor. Çikolata aynı zamanda uyarıcı bir madde olan kafeini de içeriyor.


ÇİKOLATA HER ZAMAN YARARLI DEĞİL


Elbette her şeyin azı karar, çoğu zarar. Çikolata da fazla yendiğinde insan vücuduna birtakım zararlar verebiliyor. Eğer bir oturuşta, koca bir çikolatayı yerim diyorsanız, uyuşturucu madde bombardımanına hazır olun. Çünkü bu kadar fazla çikolatanın içindeki maddeler, insanın beynini uyuşturuyor. Migren hastalarının da tercih etmemesi gereken çikolata, migrene bağlı ağrıları şiddetlendiriyor.


Acaba çikolata kalp için zararlı mı? Bu sorunun cevabı, kilo aldırıcı bir özelliği olduğu için, ne yazık ki "evet." Çünkü çikolata, içeriğinde çok fazla şeker bulunduran, oldukça kalorili bir yiyecek. Tabii bu çikolatanın çeşidine de bağlı. İyi kalite çikolatalar kakao yağından yapıldığından, kullanılan diğer doymuş yağlara nispeten yaklaşık üçte bir daha az kalorili. Ayrıca doymuş yağlar kötü kolesterol (LDL) içeriyor, kandaki kolesterol miktarını yükseltiyor. Ancak tüm çikolataların kakao yağından yapılmadığını unutmamak gerekir. Emin olmak için çikolatanın içeriğini okumakta fayda vardır.


Son günlerde her şeyin sahtesi çıktı. Çikolatanın da yapayı var. Ancak çikolatanızın gerçek olup olmadığını çok rahat biçimde anlayabilirsiniz. Gerçek çikolatanın görünümü kadifemsidir. İyi bir çikolata ne çok tatlı ne de çok acıdır. Ağzınıza aldığınızda hemen kırılmalı ve bu kırılma sesini duymalısınız. Ayrıca iyi çikolata damağa yapışmadan kolayca erimelidir. Ve dil çikolata üzerinde bir pürüz hissetmemelidir. Eğer çikolatanızın üzerinde beyazlaşma varsa, çikolatanızın tarihi geçmiş demektir. Aynı zamanda çikolata buzdolabında değil, oda sıcaklığında ve kapalı bir kutuda muhafaza edilmelidir.


Türkiye'de 1860'larda başlayan çikolata üretimi, bugün yıllık 400 bin tonluk üretim kapasitesine ulaşmış durumda. Türkiye 500 trilyon liralık çikolata pazarına sahip. Kişi başına 1 kilogramın altında çikolata tüketiyor. Buna karşın dünya çikolata tüketim hacmi 6 milyon ton civarında. Dünya çikolata pazarının cirosu ise 54 milyar dolar. Çikolata kişi başına 11.5 kg'lık tüketimle en çok İsviçre'de tüketiliyor.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:17 AM
Lejyoner hastalığı nedir?

Lejyoner hastalığı Legionella pneumophila olarak adlandırılan bakterinin neden olduğu bir akciğer infeksiyonudur. Halk arasında ‘’zatürre’’ olarak bilinen bu hastalığa neden olan bakteri ilk olarak 1976 yılında Philadelphia'da bir otelde Amerikan Lejyonerlerinin toplantısına katılanlarda ortaya çıkan bir salgın sonucu keşfedilmiştir. Bu nedenle enfeksiyon, salgından etkilenenlerin anısına Lejyoner hastalığı olarak ve keşfedilen yeni bakteri de Legionella pneumophila olarak adlandırılmıştır.

Memorial Hastanesi Göğüs Hastalıkları Bölümü hekimlerinden Uzm.Dr. Ayfer Utkusavaş Lejyoner hastalığının belirtileri, tedavi yöntemleri hangi şartlarda ortaya çıkabileceği ile ilgili bilgi verdi.

Bu bakterinin enfeksiyon yapma potansiyeli oldukca zayıftır. Bakteriye maruz kalan bireylerin yalnızca %1-5’inde hastalık ortaya çıkabilir. Bireyde hastalığın ortaya çıkabilmesi için bir yatkınlık olması gerekir. Normal bağışıklık sistemine sahip sağlıklı bireylerde, etken alınsa bile çoğu kez hastalık gelişmez. Hastalığın ortaya çıkması için bireyin bazı risk faktörlerini taşıyor olması gerekir.



En önemli risk faktörleri, kişinin solunum yolu direncini veya genel vücut direncini zayıflatan etkilerdir. Bunlar : 50 yaşın üzerinde olmak, sigara tiryakiliği, alkol bağımlılığı, bağışıklık sisteminin çeşitli nedenlerle baskılanmış olması (organ nakli, uzun süreli kortizon tedavisi, kanser tedavisi), kişinin kronik bir akciğer hastalığının olmasıdır. Sudaki bakterinin akciğerlere ulaşabilmesi için iki temel mekanizma ileri sürülmektedir.

Birincisine göre; bakteri önce üst solunum sistemine yerleşmekte ve buradan akciğere aspirasyon yoluyla ulaşmaktadır. “Aspirasyon” ağızdaki materyalin alt solunum yoluna istenmeden kaçması ve yetersiz öksürme refleksi nedeniyle geriye çıkarılamaması olarak tarif edilebilir.

İkinci teoriye göre ise; suyun küçük su damlacıkları (aerosol) haline gelmesi ve havada asılı kalması sonucunda bakteriyi içeren bu damlacıklar nefes alma ile akciğere ulaşmaktadır. Lejyoner hastalığının belirtileri bakterinin alınmasından sonraki 2-10 gün arasında ortaya çıkar. Hastada birkaç gün süre ile halsizlik ve yorgunluk yakınması olur. Hastaların çoğunda ateş yükselir (>38.50C). Giderek alt solunum yolu enfeksiyonu belirtileri gelişir. Öksürük, göğüs ağrısı ve nefes darlığı ortaya çıkar.

Hastalar çoğu kez balgam çıkaramaz. Bulantı, kusma, karında rahatsızlık hissi ve ishal görülebilir. Diğer yaygın belirtiler başağrısı ve kaslarda ağrı olup; bazı olgularda huzursuzluk, dalgınlık, sıkıntı, bilinç bulanıklığı ve komaya kadar ilerleyebilen sinir sistemi bulguları gözlenebilir.



Hastanın şikayetleri, hekimin muayene bulguları veya akciğer filmi hastalığın diğer akciğer enfeksiyonlarından ayrılması için yeterli değildir. Bu nedenle teşhiste birinci koşul hastalığın akla getirilmesidir. Hastalık için ciddi klinik şüphe varsa balgam, serum ve idrar örnekleri alınarak incelemeye gönderilmeli ve hemen empirik (körlemesine) antibiyotik tedavisinin başlanarak sonuca göre tavır alınması gerekmektedir. Tedavi süresi 14-21 gündür. Penisilin ve penisilin türevi antibiyotikler tedavide etkisizdir. Bu nedenle kuşkulu durumlarda hastanın mutlaka hekim tarafından izlenmesi ve uygun antibiyotik tedavisinin başlanması gerekir. Hasta akciğer infeksiyonunun başlangıcında uygun antibiyotikle tedavi edilirse ve özellikle hastada bağışıklık sistemini baskılayan bir hastalık yoksa sonuç yüz güldürücüdür.

Bağışıklık sistemi baskılanmış olan hastalarda, organ nakli alıcılarında, uygun antibiyotik tedavisinin yapılmadığı durumlarda; hastanede kalma süresi uzayabilir, komplikasyonlar görülebilir ve hastalık ölümle sonuçlanabilir.

Lejyoner hastalığına neden olan bakteri doğal çevrede yaygın olarak mevcuttur; göller, nehirler, dere, çay v.b. akarsular gibi yüzey sularının, termal su banyoları ve çamurların normal florasında bulunur. Şebeke suyunun işlenmesi esnasında kullanılan tekniklere rağmen çok küçük konsantrasyonlarda da olsa doğadaki sulardan şehir şebeke suyuna geçebilir. Ardından bina su sistemleri içinde yerleşir ve koşullar uygun ise çoğalır, yani, teorik olarak, suda her zaman bulunabilir.



Sonuç olarak koruyucu önlemlerinin uygulanması koşulu, suda bakterinin araştırılması esasına dayandırılamaz. Maliyetin çok yüksek olması ve elde edilecek sonuçların bilimsel ve epidemiyolojik değer taşımaması nedenleriyle su sistemlerinin Rutin olarak Legionella varlığı yönünden araştırılması önerilmemektedir. Lejyoner hastalığının seyahat veya otelde kalma ile ilişkisi sudan bakterinin bireye ulaşması için gerekli koşulların oluşup oluşmadığına bağlıdır. Suyu aerosol haline getiren araçlar (havalandırma sistemlerinin soğutma kuleleri, duş başlıkları, jakuziler, dekoratif fıskiyeler…) turistik tesislerde yaygın kullanılmaktadır ve bakterinin bireye ulaşmasına aracılık edebilmektedir. Lejyoner hastalığına yol açan bakterinin tesisata yerleşmesinin önlenmesi amacıyla otellerin su sistemlerinde düzenli aralıklarla bakım yapmaları gerekmektedir. Su sistemlerinde Legionella bakterisinin araştırılması seyahat-ilişkili Lejyoner hastalığı tespit edilen bir vaka bildirildiğinde vaka-kaynak ilişkisinin ortaya konulabilmesi için yapılması gereken bir çalışmadır.

Amaç; aynı otelde ortaya çıkabilecek yeni vakaları ve/veya salgınları önlemektir. Bu tür tesislerin iki yıl süre ile; bir yandan kontrol önlemlerini uygularken bir yandan da önlemlerin yeterli olup olmadığını araştırmak üzere su örneklerini düzenli olarak laboratuvara göndermesi gereklidir..

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:17 AM
Parmaklarda yanma veya karıncalanma

--------------------------------------------------------------------------------

Koldan gelen bir sinir ve kas bağları el ayasının tabanında, bilek bölgesinde dar bir kanal ya da tünelden geçerek ele ulaşır. Bu dar kanala Karpal Tünel adı verilir, karpal tünelin içinden geçen sinir ise Median Sinir olarak adlandırılır.



Karpal tünel sadece median sinir ve kas bağlarının sığabileceği kadar bir genişliğe sahiptir. Kanal içinde yer kaplayan herhangi bir oluşum ya da şişlik içindeki dokuların sıkışmasına neden olur. Median sinirdeki bu sıkışma sinirin uyardığı bölgelerde uyuşma ve keçelenme şikayetleri ile kendini belli eder. Median sinirin karpal tünelde sıkışması ile ortaya çıkan bu tablo Karpal Tünel Sendromu olarak adlandırılır.



Operatör Doktor Aybars Akkor, Karpal Tünel Sendromu hakkında şu bilgileri verdi.



Karpal Tünel Sendromunun nedenleri nelerdir?



Karpal Tünel içinde yada çevresinde irritasyona enflamasyona sıvı birikimine ya da anormal doku büyümesine yol açan aşağıdakilerden herhangi bir sebep Karpal Tünel Sendromunu oluşturabilir.



Elin bileğin yada parmakların tekrarlayıcı hareketleri (Özellikle bilgisayar klavyesinin aşırı kullanımı, bazı müzikal enstrümanlar veya el aletleri)



-Titreşim yapan cihazların kullanımı



-Yapısal olarak Karpal Tünelin darlığı



-Bilek hasarı



-Yanıklar



-Kemik kırıkları



-Kazalar sonucunda ezilme



-Artritler



-Diyabet



-Raynaud Hastalığı



-Vücutta su tutulmasına yol açan gıdaların fazla tüketimi



-Böbrek Hastalığı



-Kalp Hastalığı



-Hormonal sebepler



-Gebelik



-Laktasyon (Emzirme)



-Menopoz



-Hipotiroidizm



-Cushing Hastalığı



-Yükselmiş Büyüme Hormonu



İlaçlar



-Doğum Kontrol Hapları



-Kortizon tedavisi



-Bazı Hipertansiyon ilaçları



-Karpal Tünel içindeki tümörler yada kistler



Karpal Tünel Sendromunun belirtileri nelerdir?



Karpal Tünel Sendromu bir ya da her iki elde kola da uzanabilen belirtilere yol açar. Belirtiler tünel içindeki sinirin sıkışmasından kaynaklanır. Bu sinir başparmak, işaret orta ve yüzük parmağının yarısının duyusunu sağlar. Aynı zamanda işaret parmağını küçük parmağa yaklaştıran ve işaret parmağını bir daire içinde hareket ettiren kas gurubunu uyarır.



Belirtiler



-İlk üç parmak ve dördüncü parmağın yarısında karıncalanma, yanma ve hissizlik



-Aşağıdaki durumlarda artan bilek, el ve parmak ağrısı



-Bilek, el veya parmak hareketi



-Uyku (Semptomlar sizi uyandırabilir)



-Aşağıdaki durumlarda iyileşme gösteren el katılığı ya da kramp



-Eli sallamak



-Sabah uyanmak



-El hareketlerinde güçsüzlük ya da sakarlık



-Yakalama gücünde azalma



-Başparmakla küçük parmağa dokunmada güçlük



-Eldeki şeyleri sıklıkla düşürme



-Kola doğru yayılan ağrı



Teşhis nasıl konulur?



Teşhis EMG ile konur. Eğer ileri safhadaysa mutlaka ameliyat gerekir.



Tedavisi nasıl yapılır?



Karpal tünel sendromu varlığında değişik tedavi alternatifleri mevcuttur. Bandaj bunlar arasında en sık kullanılan yöntemdir. Parmaklar, el ve bileğin doğal pozisyonlarında hareketinin engellenerek dinlendirilmesi karpal tüneldeki basıncı azaltmada oldukça etkili bir yöntemdir. Bandaj ile ağrının azalmadığı durumlarda bilek içine küçük dozda kortizon ya da lokal anestezik enjeksiyonu yapılabilir.



Ağrıyı ve enflamasyonu gidermek amacıyla çeşitli steroid olmayan antienflamatuar ve ağrı kesiciler kullanılabilir. Hamile kadınlarda bu ilaçlar mutlaka hamileliği takip eden doktorun önerisi ile kullanılmalıdır.



Israrcı olgularda küçük bir cerrahi müdahale gerekebilmektedir. Bu işlem hastanede yatmayı gerektirmeyen, ayaktan yapılan bir müdahaledir. El ayasında bileğe yakın bir alandan yapılan küçük bir kesi ile sıkışmaya neden olan bağ dokusu rahatlatılır. İşlem sonrası hasta 4-6 hafta içinde tamamen normale döner



Önlemler nelerdir?



-Su tutulumunu azaltmak için tuz alımını kısıtlamak



-El bileğinin uzun süre aynı pozisyonda tutulmaması



-Düzenli aralıklarla el bileğini dinlendirmek



-Uzun süre tekrarlayıcı karekterde hareketler yapmamak



-Obesite karpal tünel sendromu için bir risk faktörü olduğundan kilo verilmesi



-KTS'yi önlemeye yönelik egzersizler.



ULNAR SİNİR BASISI NEDİR?



El önkol kemikleri olan radius-ulna ile bilek eklemini ve birbirleriyle eklem yapan 2 sıra halinde 8 kemikten oluşan küçük karpal kemikler, 5 tarak kemiği, 14 parmak

kemiğinden oluşur. Median, radial sinir ve ulnar sinir eldeki ana sinirlerdir. El hareketlerinin büyük kısmı önkolda bulunan ve tendonları ele uzanan adaleler aracılığı ile olur.



Eğer 4. ve 5. parmaklarımızda uyuşukluk hissediyorsak ve dirseğimizden başlayan bir ağrı varsa ulnar sinir basısından şüphelenmek gerekir.



Teşhis EMG ile konur. Eğer ileri safhadaysa mutlaka ameliyat gerekir.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:18 AM
Katkı maddeleri hiperaktivif yapıyor

--------------------------------------------------------------------------------

İngiltere'de yapılan araştırmalar, yiyeceklerde kullanılan katkı maddelerinin çocuklarda dikkat eksikliği ve hiperaktiviteye neden olduğunu ortaya koydu.


'Science' dergisinde yayınlanan habere göre, yarısı hiperaktiflik teşhisi konan 3 yaşındaki 277 çocuğu kapsayan araştırmada, içinde renklendirici boyalar ve sodyum benzoat gibi kimyasallar bulunan yiyecek ve içecekler bir ay içinde haftada bir çocuklara verildi. Çocukların hangisine katkılı hangisine katkısız içecekler verildiği söylenmeyen annelerden, çocuklarının davranışlarını bildirmeleri istendi. Sonuçta, hem hiperaktif, hem de normal olan çocukların deney sonrasında aşırı konuşkanlık, hareketlilik ve dikkat toplama güçlüğü sergilediği gözlendi.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:18 AM
Tırnak yemek duygusal bir sorundur

--------------------------------------------------------------------------------

Tırnak yemenin duygusal bir sorun olduğunu belirten uzmanlar, özellikle aileleri tarafından azarlanan çocukların tırnaklarını daha fazla yediklerini kaydettiler.




Tırnak yeme alışkanlığı sıklıkla çocuklarda görülmesine rağmen yetişkinlerde de görülen bir davranış. Tırnak yeme alışkanlığının çocuklarda 3-4 yaşlarında başladığını vurgulayan uzmanlar, "Bu aynı zamanda öğrenilmiş bir davranıştır. Ailesinde tırnak yeme davranışı olan bir çocuk bunu kopyalayabilir" dediler. Uzmanlar, tırnak yemenin diğer nedenlerini ise şöyle sıraladılar: "Ev ortamındaki aşırı baskıcı tutumlar ve kuralcı yapı sonuçta güvensizlik göstergesidir. Çocuğun azarlanması, toplum içinde aşağılanması, ona yaşına uygun sorumluluk verilmemesi (mesela odasını toplaması, kahvaltıyı hazırlaması, gibi basit ev işleri), kardeşler arasında taraf tutma, ana baba ilgisizliği, yaşamış olduğu korkular gibi nedenler çocukta tırnak yeme davranışını tetikler".
Çocukta gerginlik ve huzursuzluk oluşturan nedenlerin titizlikle araştırılmasını öneren uzmanlar, sonuçta tırnak yemenin duygusal bir sorun olduğunun altını çizdiler. Azarlamak, korkutmak, başkalarını örnek göstermek veya çocuğu tehdit etmenin sorunu çözmeyeceği gibi daha da ağırlaştıracağını anlatan uzmanlar şu temel görüşü dile getiriyor:


"Onları, korku ve kaygı oluşturabilecek film, video, atari gibi faaliyetlerden uzak tutmak gerekir. Ebeveynler cocuklarının önünde asla kavga etmemelidirler. Ederlerse bile bu bir alışkanlık haline gelmemeli anlaşmazlık nedenleri çocuga uygun bir dille açıklanmalıdır. Sorun uzun sürerse bir uzmanla yüzyüze görüşülmeli. Çocuklar yeni ortamlara ve yeni kişilere uyum göstermekte zorluk çekmezler. Ve çocuklarda bazı davranış biçimlerinin soruna dönüşmesine neden olan yetişkinlerdir".

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:18 AM
Çocukların dişleri neden çürür?

--------------------------------------------------------------------------------

Süt dişleri normal dişlere oranla daha çok organik madde içerdikleri için daha kolay ve hızlı çürüyor. Bu nedenle ağız bakımına yetişkinler kadar dikkat etmeyen çocukların süt dişleri çok çabuk çürümeye yüz tutuyor.


Türk Dişhekimleri Birliği'nden (TDB) alınan bilgiye göre, çocuklar, çürüğün erken döneminde görülebilen soğuk sıcak hassasiyeti ve hafif ağrı gibi sinyalleri zamanında yorumlayamazlar. Olayı ancak dayanılamayacak kadar ağrı olmasında fark ederler ki bu durumda çok geç kalınmış olabilir. Çocukların ağız bakımına yetişkinler kadar dikkat edemediğini belirten uzmanlar, çocuğun el becerisi, merakı ve ebeveynin tutumunun diş fırçalama alışkanlığını belirlediğini söyledi. Özellikle annelerin emzik ya da biberonu şeker, reçel gibi gıdalara batırarak çocuklara vermelerinin çocuklardaki diş çürüklerinin nedenleri arasında yer aldığını belirten uzmanlar, bununla birlikte uyku aralarında şekerli süt, meyve suyu gibi gıdaların içirilmesinin de çürüğü tetiklediğinin altını çizdiler. Çürüğü tamamen engelleyebilecek bir aşı ya da ilaç henüz geliştirilemediğini vurgulayan uzmanlar, "Ancak, çürük sayısını azaltmaya yönelik bazı malzemeler günümüzde kullanılmaktadır. Bunlardan birisi; 'fissür örtücü' dediğimiz malzemedir. Diş çürükleri genellikle azı ve küçükazı dişlerinin, çiğneyici yüzlerinde bulunan 'fissür' adı verilen oluklarda başlar. Bahsettiğimiz malzemeyle olukların üzeri kapatılıp, o bölgeye mikrop, yemek artığının sızması engellenerek çürük başlaması önlenir. Bu işlem, 6 yaşından itibaren çıkan kalıcı azı ve küçükazı dişlerine de uygulanabilir" diye konuştular.


Çürüğü engellemenin başka bir yolunun da dişlerin çürüğe karşı direncini artırmak olduğunu anlatan uzmanlar, şu bilgileri verdi:
"Dişlere yüzeysel florür uygulanması suretiyle bu direnç kazandırılır. Bebek 6-8 aylıkken, (yani ilk dişler ağızda göründüğünde) temizleme işlemi başlamalıdır. Sabah kahvaltısı sonrası ve gece yatmadan önce dişleri (en azından çiğneme yüzeylerini) temiz bir tülbent ya da gazlı bezi ıslatarak silmek, temizlemek yerinde olur. Diş fırçası kullanımına ise çocuğun arka dişlerinin çıkmasından sonra (ortalama 2,5-3 yaşında ) başlanması uygundur. Okul öncesi çocuklarda diş fırçalama için bir teknik uygulatmak çok zordur. Bu yaşlarda önemli olan, çocuğa diş fırçalama alışkanlığı kazandırmaktır. Çocuklar diş fırçalarken çoğu zaman dişlerin görünen ya da kolay ulaşılan yüzlerini fırçalar. Oysa çürüklerin önlenmesi için dişlerin ara yüzleri ve çiğneyici yüzeylerini çok daha iyi temizlemek gerekir. Bu nedenle fırçalamadan sonra anne-babanın kontrolü iyi olur."

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:19 AM
Katarakt hakkında bilinmesi gerekenler

--------------------------------------------------------------------------------



Kataraktın olgunlaşması, kalınlaşması için beklenilmesi gerektiği inancı günümüzde artık geçerli değildir. Zamanında müdahale edilmezse göz tansiyonuna sebep olur ve geri dönülmez körlüğe kadar götürür. İlaçla tedavisi yoktur. Tek tedavi şekli, değişik mikrocerrahi yöntemleri ile yapılan müdahalelerdir.

Göz içinde, uzak ve yakın net görmemizi sağlayan ince kenarlı saydam bir mercek (lens) mevcuttur. Gözün bu doğal merceğinin çeşitli nedenlerle saydamlığını kaybederek bulanıklaşmasına katarakt adı verilmektedir. Halk arasında göze perde indi şeklinde ifade edilir.

Göz merceği, gözbebeği ve irisin arkasında küçük, saydam bir yapıdır. Gözün objektifi olarak nitelenen yapının bir parçasıdır. Parlak ışınlar bu yapıdan geçerek ağtabakanın üstünde birleşip görüntüyü oluştururlar. Göz merceği esnek olduğundan kavsi artabilir, buna bağlı olarak odaklaşma uzaklığı da değişebilir. Değişik uzaklıklardaki nesnelerin görüntüsünü her zaman ağtabaka üzerinde odaklayabilir. Çapı 10 mm, kalınlığı 5 mm olan göz merceğinin iki yüzü de dışbükeydir. Göz merceğini meydana getiren oluşumlardan birinin matlaşması görmenin engellenmesi için yeterlidir.

Katarakt türleri perdeleşmenin lens içindeki yeri, seviyesi, oluşum biçimi ya da yaşa göre değişiklik gösterir. Katarakt, körlüğün en çok görülen nedenidir. Işığın sarı noktaya geçişini engellediği için hasta göremez.

Nedenleri

Gözün saydamlığını kaybederek bulanıklaşması ve katarakt oluşumuna yol açmasının nedenleri arasında;

-Lens içindeki protein birikimi

-Lensin yaşlanması

-Ailevi metabolik hastalıklar (şeker hastalığı vb.)

-Gebelikte ilaç kullanımı ya da anne adayının geçirdiği hastalıklar (örneğin kızamıkçık)

-Hipertansiyon

-Glokom

-Göz yaralanması

-Gözlüksüz uzun süre şiddetli ışığa maruz kalmak en başta gelen sebepler olarak sayılabilir. Lens, eski hücrelerin dışarı atılamadığı, zarla çevrili kapalı bir organ olduğu

için bu sebepler geri dönüşümsüz bir şekilde lensi bulanıklaştırır. Böylece katarakt oluşur.

Kimlerde görülür?

60 yaşlarından sonra oldukça yaygın bir hastalıktır. Ancak bebekler dahil olmak üzere her yaş grubu insanda görülebilir. Yaş ilerledikçe sıklığı artar. Yaş faktörü lensin özel yapısı sebebiyle önemlidir.

Belirtileri:

-Bulanık görme

-Işık kamaşması

-Görüş azalması

-Çatallı veya çift görme gibi belirtileri vardır. Zamanında müdahale edilmezse katarakt ilerler. Hasta ancak ışığı ve ışığın yönünü seçebilir.

Tedavi

Katarakt göz sağlığını ciddi anlamda etkiler. Ancak gözün diğer tabakaları sağlam ise uygulanacak tedavi ile görme kabiliyeti tama yakın bir oranda geri kazanılır.

Kataraktın ilaçla tedavisi yoktur. Tek tedavi yöntemi değişik mikrocerrahi yöntemleri ile yapılan müdahalelerdir. Cerrahi müdahale ile bulanıklaşan göz merceği çıkarılır, gözün içine sentetik göz merceği yerleştirilir. Bu sistem hastanın ameliyat sonrası gözlük kullanmasına ihtiyaç bırakmamaktadır.

Tedavi yöntemleri

Tedavi yöntemleri son 10-15 yıl içinde büyük değişim göstermiştir. Bu alanda; göz içi cerrahi, ameliyat mikroskopu, özel ince alet ve maddeler yardımı ile büyük aşama kaydedilmiştir. Son yıllarda yaygınlaşan bir yöntemle de birkaç milimetrelik yerden göz içine girilerek bulanık mercek ultrason dalgaları ile eritilmekte ve yine katlanabilir akrilik lensler yerleştirilmektedir. Kataraktın sadece lazer ile tedavisi mümkün değildir. Lazer ameliyat sırasında, sadece bir aşamada kullanılabilir.

Bu yöntemlerin özelliği, hastanın yara yeri çok küçük olduğu için daha kısa dönemde olumlu sonuç alınır. Yıllar öncesinden bilinen kataraktın olgunlaşması, kalınlaşması için beklenilmesi gerektiği inancı günümüzde artık geçerli değildir.

FAKO (fakoemülsifikasyon) nasıl bir tekniktir?

FAKOlu katarakt ameliyatında klasik cerrahideki gibi dikiş yoktur. Bu nedenle de, halk arasında lazerli ya da dikişsiz yöntem olarak bilinir. Bu teknikte, göze 3 mmden küçük bir kesiden girilir, lensin zarı yuvarlak olarak çıkarılır, katarakt yani keşifleşmiş göz merceği ultrason dalgaları veren bir cihaz ile sıvılaştırılarak emilir, yerine katlanabilir yeni göz merceği yerleştirilir. Bu ameliyatta kullanılan mercekler dikişli katarakt ameliyatında kullanılan merceklerden farklıdır.

FAKOlu katarakt ameliyatına hasta nasıl hazırlanır?

Hasta muayenesi ile aynı gün ameliyata alınıp, ameliyattan sonra hemen taburcu edilebilmektedir. FAKOlu katarakt ameliyatı olacak hasta, ameliyattan kısa bir süre önce Bazı damlalar ile gözüne ön hazırlık yapılır. Hasta daha sonra, ameliyathaneye alınır. FAKOlu katarakt ameliyatına giren hastanın ameliyatı 15-20 dakika sonra bitmiş olur. Hasta hemen taburcu edilir. Ameliyattan sonra da erken dönemde net görmeye başlar.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:19 AM
İyot eksikliği, zeka geriliğine neden oluyor

--------------------------------------------------------------------------------

Yozgat İl Sağlık Müdürlüğü, yazılı açıklama yaparak, zeki, çalışkan, başarılı ve guatrdan uzak bir nesil yetiştirilmesi için mutlaka iyotlu tuz tüketilmesi gerektiğini belirtti.




İyot yetersizliğinin, zeka geriliği, okul çağı çocuklarında görülen, öğrenme isteğinde azalma, algılama güçlüğü ve guatr gibi hastalıklara neden olduğu belirtilen açıklamada şu görüşlere yer verildi:
"İyot, troit hormonu yapımında kullanılan bir maddedir. Bir insanın günlük iyot ihtiyacı 150 mgr dır. İyot genel olarak yüksek miktarda deniz ürünlerinde, az miktarda süt, yumurta ve et de bulunmaktadır. İyotlu tuz kullanarak önlenebilecek sorunlarla mücadelede tüm sektörlere de görev düşmektedir. Okul döneminde hızlı büyüme ve gelişmenin yanı sıra yoğun öğrenme içinde bulunan çocuklarda yetersiz iyot alımı okul başarısını da olumsuz etkilediği görülmüştür. Bütün bu veriler iyotlu tuz kullanımının önemini göstermektedir. Bu nedenle halkın iyotlu tuz kullanmasını kullanırken de güneş ışınlarından uzak tutulması, serin kuru, koyu renkli koruma kabında muhafaza edilmesi gerekmektedir. Zeki çalışkan, başarılı ve guatrdan uzak bir nesil yetiştirilmesi için mutlaka iyotlu tuz tüketilmelidir".

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:19 AM
Doktorunuz meyve ve sebzeler

--------------------------------------------------------------------------------

Bitkisel renk maddeleriyle ilişkili olan meyve ve sebzelerdeki fitokimyasalların insan sağlığını korumak için çalıştıkları bildirildi.
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü tarafından hazırlanan broşürle, fitokimyasal üreten meyve ve sebzelerin hangi hastalıklara iyi geldiği konusunda bilgi verildi.


Bitkisel gıdalarda bugüne kadar 900'ün üzerinde farklı fitokimyasal bulunduğu öğrenilirken, bu koruyucu bitkisel bileşiklerin beslenme ve sağlık üzerine etkileri konusunda her gün yeni araştırma sonuçları veriliyor.


Günde 5-9 porsiyon meyve ve sebze, tam tahıllar, soya ve sert kabuklu meyveler tüketerek bitkisel gıdalarda bulunan tüm fitokimyasallardan ve besin öğelerinden yararlanma imkanı bulunduğuna dikkat çekiliyor. Elde edilen verilere göre, bazı meyve ve sebzelerin iyi geldiği hastalıklar şöyle:
Elma ve elma suyu, turunçgiller, kivi, siyah üzüm ve üzüm suyu, kırmızı biber, domates ve karpuz kalp hastalıklarına karşı kalbi koruyor.


Taze ve kuru kayısı, yaban mersini, kavun, havuç, üzümsü meyveler, karalahana, erik, balkabağı, kuru üzüm, ıspanak ve çilek yaşlanma sürecini yavaşlatıyor.
Taze ve kuru kayısı, böğürtlen, yaban mersini (alıç-likapa), Çin lahanası, brokoli, lahana, kavun, havuç, karnabahar, taze soğan, Brüksel lahanası, turunçgiller, kuş üzümü, sarımsak, karalahana, kivi, pırasa, soğan, balkabağı, ahududu, kara üzüm ve üzüm suyu, ıspanak, çilek, şalgam ve suteresi bazı tip kanserlere yakalanma riskini azaltıyor.


Taze ve kuru kayısı, kavun, havuç, brokoli, karalahana, balkabağı ve ıspanak akciğer fonksiyonlarını iyileştiriyor.
Ispanak, balkabağı, karalahana, havuç, kavun, brokoli, taze ve kuru kayısı diyabetle ilgili komplikasyonları azaltıyor.
Brokoli, mısır, karalahana, kivi ve ıspanak 50 yaşın üzerindeki kişilerde görme bozukluğunun başlıca nedeni olan makula dejenerasyonunun önlenmesine yardımcı oluyor.


Brokoli, üzümsü meyveler, sarımsak, kıvırcık salata, soğan, armut, kara üzüm ve üzüm suyu alerjik kökenli iltihaplanmaları azaltıyor.
Üzümsü meyveler, sarımsak, karalahana, kıvırcık salata, soğan, armut, kara üzüm, üzüm suyu baş ve boyun tümörlerinin gelişmesini durduruyor.
Sarımsak, karalahana, kıvırcık salata, soğan, armut ve üzümsü meyveler akciğerleri hava kirliliği ve sigaranın zararlı etkilerinden koruyor.
Karalahana ve ıspanak katarakt riskini azaltıyor.


Kırmızı biber, karpuz, domates ve ketçap, domates suyu, salça, makarna sosu gibi domates ürünleri prostat kanseri riskini azaltıyor.
Böğürtlen, yaban mersini, taze soğan, kuş üzümü, ahududu, çilek, pırasa ve soğan kanın kolesterol seviyesini düşürüyor.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:19 AM
Ihlamur deyip geçmeyin

--------------------------------------------------------------------------------

Özellikle soğuk kış günlerinde sıcak içecek olarak tüketilen ıhlamurun insan sağlığına birçok faydasının bulunduğu bildirildi.
Yurdumuzda Marmara ve Doğu Karadeniz Bölgeleri'nde bol miktarda yetişen ıhlamurun çiçek, yaprak, kabuk ve ağacından faydalanılıyor. Hoş kokulu bir bitki olan ıhlamurun aynı zamanda iyi bir ev ilacı olduğunu vurgulayan uzmanlar, "Kurutulmuş ıhlamur yaprakları, çiçekleriyle birlikte kaynatılarak hoş kokulu bir içecek elde edilir. Bu içecek sinirleri yatıştırır, bağırsak kurdunu düşürür, bağırsak sancısını giderir, öksürüğü keser, damar tıkanıklığını açar, gribi iyileştirir, hazımsızlığa karşı kullanılır, mide üşütmesini ve uykusuzluğu giderir. Ihlamur ayrıca idrar söktürücü, terletici, yatıştırıcı, göğüs yumuşatıcı özelliğe de sahiptir. Ihlamur çiçeği balla karıştırılıp içilirse mide ülserine faydalıdır. Kan dolaşımını düzenler" dedi.


Ihlamurun içinde uçucu yağ, tanen, şeker, C ve P vitamini, reçine ve enzimler bulunduğunu açıklayan uzmanlar, ıhlamurla ilgili şu bilgileri verdi:
"Mide şikayeti olanlar ıhlamuru tek başına kaynatıp içerse hazmı kolaylaştırır. Bunun yanısıra ıhlamurun içine biraz kekik, nane ve rezene katıp kaynatıp içerseniz hem mide yanmalarına, hem de kusma türü rahatsızlıklara iyi gelir. Cildinizde leke mi var? Hemen ıhlamuru suda kaynatıp sıvı sümüksü bir hal alıncaya kadar bekletin. Sonra bu sıvıyı lekelere sürün faydasını göreceksiniz. Yine aynı şekilde elde edeceğiniz ıhlamurla kırışıklıklara masaj yaparsanız iyi sonuç alacaksınız. Strese karşı ıhlamur çayı iyi gelir. İçine çok az karanfil atarsanız hem güzel bir tat elde etmiş olursunuz, hem de sizi sakinleştiren etkisini arttırırsınız. Grip ve nezle olunca ıhlamuru hiç eksik etmeyin. Bilinmelidir ki, bu tür hastalıklarda ıhlamur sadece terlemeyi sağlayarak değil, aynı zamanda vücudun direncini de artırarak tedaviye yardımcı olur.



Göz çapaklanmalarında ıhlamuru kaynatın ve süzün. Pamuk yardımı ile gözlerinize kompres yapın. Hem çapaklanmaları önleyecektir, hem de gözünüzü dinlendirecektir. Gözlerinize kompres yaparken gözünüzü kapatmayı unutmayın. Ihlamuru kaynatıp elde ettiğiniz su ile ara sıra saçlarınızı yıkayarak saçlarınızın beslenip kuvvetlenmesini sağlayabilirsiniz. Bu işlemden sonra saçınızı durulamayı ihmal etmeyin. Bunların yanında ıhlamur kan dolaşımını düzenler. Kabızlıkta da ıhlamurdan yararlanabilirsiniz. Kramplar için de ıhlamurun iyi bir ilaç olduğunu unutmamalısınız. Sabah aç karnına içilmeye devam edilen ıhlamur zayıflamak isteyenlere bu hususta yardımcı olacaktır. Ihlamurun migren için de birebir olduğu bilinir. Ancak ıhlamuru uzun süre ve fazla miktarda kullandığınızda kalbinize zarar verebileceğini unutmamalısınız."

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:20 AM
'Karbonhidratsız diyet olmaz'

--------------------------------------------------------------------------------

ABD'li diyetisyenler, zayıflamak için uygulanan diyet formüllerinin çoğunluğunun 'çok protein az karbonhidrat' tavsiyesi sunduğunu, ancak karbonhidratın az olduğu bir diyetin sağlıksız olduğunu açıkladılar. Uzmanlar, karbonhidratın, sinir sisteminin adeta 'yakıtı' olduğunu ve karbonhidratsız bir beslenmenin sinir sisteminin sağlıklı işlemesini engelleyeceğini belirtiyorlar.


Amerikan 'CBS' televizyonunda yer alan habere göre, Amerikan Diyetisyenler Birliği'nde görevli uzmanlar, amacına uygun ve profesyonel olan diyetlerde mutlaka karbonhidratın da önemli yer tutması gerektiğinin altını çiziyorlar. Dengeli bir öğünün diyetin anahtarı olması gerektiğine dikkat çeken uzmanlar, sadece protein alarak vücudun yeterli derecede beslenmediğini, gerek sinir, gerekse sindirim sistemi için karbonhidrat içeren yiyeceklerin de ölçülü bir şekilde tüketilmesinin şart olduğuna değiniyorlar. Uzmanlar, aşırı miktarda tüketilen karbonhidratın da, aşırı olarak tüketilen her şey gibi vücuda zararı olduğunu ifade ederken, sağlıklı bir insanın günde en az 2 bin kaloriye ihtiyacı olduğunu ve bunun en az yarısının karbonhidratlı besinlerden elde edilmesi gerektiğini vurguluyor. Günde en fazla 250 gram karbonhidratın yeterli olabileceğini vurgulayan uzmanların, dengeli ve 250 gram karbonhidrat içeren bir diyete verdikleri örnek ise şöyle:

"KAHVALTI
1/2 bardak portakal suyu
1/2 tabak mısır gevreği
4 yemek kaşığı yoğurt
1 bardak az yağlı süt
17 tane yeşil üzüm

ÖĞLE YEMEĞİ
2 dilim kepek ekmeği
3 parça haşlanmış hindi göğsü
Bir çay tabağı dilimlenmiş havuç
2-3 adet marul yaprağı
Bir çay tabağı dilimlenmiş salatalık

ARA ÖĞÜN
10 parça az yağlı kraker
Orta boy bir elma

AKŞAM YEMEĞİ
1/2 oranında kızartılmış piliç göğsü
Bir tutam haşlanmış brokoli
Yarım fincan domates sosu
Bir dilim kek."

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:21 AM
Kış hastalıklarına dikkat

--------------------------------------------------------------------------------

Kış mevsimi ile birlikte ülkemizde soğuk havaya bağlı olarak nezle, grip, faranjit, larenjit, sinüzit, orta kulak iltihabı, bronşit, zatürre gibi hastalıkların görülme sıklığının arttığı belirtildi.


İHA muhabirinin derlediği bilgilere göre, kış mevsiminde soğuk havaya uyum sağlamak için vücudun daha fazla enerji harcadığına dikkat çekiliyor. Bu enerji ihtiyacı karşılanmadığında da vücut direnci düşüyor ve enfeksiyonlara davetiye çıkartılıyor. Soğuk kış iklimde yaşayan ve yıllarını geçiren insanların soğuk havaya uyumuyla ılıman iklimde ve zaman zaman soğukta yaşayan insanların uyumunun farklı olduğu belirtiliyor. Soğuk, özellikle akciğerin akut veya kronik tüm hastalıklarını tetikliyor. Bronşit, astım gibi sağlık sorunları daha sık görülür. Ayrıca kronik böbrek ve diyabet hastaları, kalp hastaları, by-pass geçiren kişiler aşırı soğuklardan çok daha fazla etkileniyor. Kışın ortaya çıkan hava kirliliği de soğukla birleştiğinde sorun büyüyor. Kış mevsiminde artış gösteren ve iyi tedavi edilmediğinde ölümlere yol açabilen hastalıkların başında zatürre geliyor. Akciğerlerin iltihabi bir hastalığı olan zatürre ile birlikte akciğerlerin görevi olan oksijen alış veriş fonksiyonu bozuluyor ve kanda oksijen düzeyi azalıyor. Amerika'da bile halen ölüme yol açan hastalıklar arasında zatürre altıncı sırada yer alıyor.


Kış mevsiminde enfeksiyonlar ağır geçtiği için korunma tedbirlerine özen gösterilmesi gerekiyor. Yaşlıların, çocukların, kalp, astım, diyabet gibi sağlık sorunları olan kişilere havanın çok soğuk olduğu günlerde mecbur kalmadıkça sokağa çıkmamaları gerekiyor. Kış hastalıklarından korunmak için uzmanlar şu önerilerde bulunuyor:
"Giyime özen gösterilmeli, soğuktan koruyacak biçimde giyinilmesinin yanısıra aşırı terlememeye dikkat edilmelidir.


- Kış ve soğuk diye fazla enerji almak iyi olur. Ancak aşırı yağlı yemek ve az hareket, kilo almaya neden olur. Bu yüzden öğünler muntazam yenilmeli. Sabah kahvaltılarına ve enerji verecek mevsim meyve ve sebzelerine de ağırlık verilmeli.
- Soğukta özelikle hamileler, mevsim hastalıklarına yakalanmamaya özen göstermeli, toplu yerlerden uzak durmalı, maske ile korunmalı.
- Astımı olanların ilaçlarını düzenli almaları, mecbur kalmadıkça dışarı çıkmamaları, hava kirliliğinden, soba ve kömür etkisinden sakınmaları gerekiyor.
- Kalp hastalığı olanların çok soğukta yürümemelerini öneriyoruz.
- Yüksek tansiyonu olanların da ilaçlarını titizlikle kullanmaları, direnç artsın diye diyeti bozmamaları, tuzlu yememeleri büyük önem taşıyor."

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:21 AM
Az uyu, kilo alma

--------------------------------------------------------------------------------

Sidney'de düzenlenen ve konusu uyku olan bir sağlık konferansında konuşan diyet uzmanları, uyku süresi ile obez olma riski arasında güçlü bir bağlantı olduğunu belirttiler.


Konferansta konuşan bilim adamları, gecede 4 saatten az uyuyanların 7 ile 9 saat uyuyanlara göre daha yüksek bir risk altında olduğunu kaydettiler.


Konferansta 5 saat uyuyanların obez olma riskinin yüzde 50 iken, altı saat uyuyanların riskinin yüzde 23 oranında olduğu bildirildi.


Columbia Üniversitesi St Luke's-Roosevelt Hastanesi'nden Dr. Steven Heymsfield, "Belki insanların daha fazla uyumasını sağlayarak kilo vermelerini kolaylaştırabiliriz" derken, Kolombiya Salgın Hastalıklar Uzmanı James Gangwisch ile Heymsfield'ın birlikte yürüttükleri bu araştırma, bu hafta Kuzey Amerikan Birliği Obezite Çalışmaları toplantısında sunulacak.


İkili, 1980'lerde ABD Hükümeti'nin yaptığı Ulusal Sağlık ve Beslenme İncelemesi'nden aldıkları verileri kullandı.


Dr. Gangwisch, "İnsanlar dinlendiklerinde daha az kalori yakarlar bu yüzden uyumanın kilo alımını ve obeziteyi engelleyeceği söylemek mantıksız görülebilir. Ancak uyumadıklarında daha çok yemek yerler. Vücudun yiyecek isteme devrelerini etkileyen kronik uyku ihtiyacı obezite risklerini farklılaştıran etken olabilir" dedi.


Uzmanlara göre uyku ihtiyacı iştahı bastıran ve vücut yeterli besini aldığında beyni etkilediği düşünülen kan proteini leptinin oranını düşürüyor.


Sydney'de uyku eksikliği konferansında konuşan Stockholm Karolinska Enstitüsü'nden Prof. Torbjorn Akerstedt ise, vardiyalı çalışanlarda uyku kalitesinin düştüğünü ve kalp hastalıkları gibi rahatsızlıkların çoğaldığını belirtti.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:21 AM
CİNSEL YOLLA BULAŞAN HASTALIKLAR

Cinsel yolla bulaşan hastalıklar insanlık tarihi kadar eski olup gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde en önemli halk sağlığı sorunlarından birini oluşturmaktadır. Başlıca bulaşma yolunun koruyucu bariyer olmadan penisin ağıza, vajinaya ya da anüse penetrasyonu ile gerçekleşen cinsel ilişki olduğu bir grup bulaşıcı hastalığa CYBH( cinsel yolla bulaşan hastalıklar) denmektedir. Bunun dışında anneden bebeğine bulaşma ve kan ve kan ürünleriyle bulaşma da CYBH ların bulaşma yolları arasındadır.

Pek çok gelişmekte olan ülkede CYBH'lar yetişkinlerin sağlık kurumlarına başvurma nedeni olan ilk beş hastalık içerisinde yer almaktadır.

Bu hastalıklar hem toplumlar üzerine ciddi ekonomik yükler getirmekte hem de çağımızın en önemli sağlık sorunlarından biri olan AIDS hastalığına yol açan HIV virüsünün yayılımını kolaylaştırabilmektedirler.

CYBH'lardan bir kısmı belirtisizdir. Kişi herhangi bir rahatsızlığı olmadığı için sağlık kuruluşlarına başvurmaz ve böylece tanısı ve tedavisi gerçekleşemez. Yakınma ve belirti olduğu durumlarda da kişiler bazı önyargılar ve utanma ya da hizmete ulaşamama nedeniyle yine sağlık kuruluşlarına başvurmayabilir ve yine tanısı ve tedavisi gerçekleşmeyebilir. Sağlık kuruluşlarına başvuranlar ise her zaman doğru tanı ve tedaviyi alamayabilirler. Ayrıca bu hastalıkların tedavisi için standart koşullara uygun ve kabul gören sağlık merkezlerinin sayısı da oldukça azdır. Böylece toplumdaki CYBH ların aslında çok az bir kısmı doğru tanı ve tedaviye ulaşabilir.

Ülkemizdeki CYBH sıklığı gelişmiş ülkelerdekinden çok daha fazladır. Ancak ülkemiz koşullarında prevelans ve insidans çalışmaları yapmak oldukça zor olduğundan gerçek rakamlar bilinememektedir.

CYBH geçişini etkileyen davranışlar:

Yakın zamanda cinsel eş değiştirmek,
Birden fazla cinsel eşe sahip olmak,
Cinsel eşin birden çok cinsel eşinin olması,
Seks işçileri, onların müşterileri ile cinsel ilişkide bulunmak,
CYBH belirtisi olanlarla cinsel ilişkiyi sürdürmek,
CYBH olanların cinsel eşlerini tedavi olmaları konusunda bilgilendirmemesi.


CYBH geçişini etkileyen biyolojik faktörler:

Yaş: Genç kadınlar vaginal mukoza ve servikal doku özellikleri nedeniyle enfeksiyona daha duyarlıdır.Kadınların erken yaşta evlendirilmeleri de erken yaşta cinsel aktif olmaları nedeniyle enfeksiyon risklerini arttırmaktadır.
Cins: Penetratif ilişkide daha geniş mukoza yüzeyi teması söz konusu olduğundan enfekte erkekten kadına CYBH geçme olasılığı enfekte kadından erkeğe bulaşma olasılığına göre daha fazladır.
Sünnet: Sünnetsiz erkekler sünnetli erkeklere göre daha yüksek CYBH riski altındadır.


CYBH geçişini etkileyen sosyal faktörler:

Güvenli cinsel ilişki konusunda yetersiz bilgi,
Kondom elde etme ya da satın almada güçlük,
Kondomdan hoşlanmamak,
Kültürel dinsel inançlar,
Alışılmış, vazgeçilmesi güç cinsel ilişki davranışı,
Yoksulluk.

Yapılan araştırmalar 19 yaş üzerinde erkeklerde CYBH sıklığının kadınlara göre daha fazla olduğunu göstermektedir. Bunun nedenleri arasında erkeklerin daha fazla cinsel aktif olması, kadınlara göre daha fazla eş değiştirmesi, erkeklerin büyük kısmının paralı seks satın almaları, kadınlarda bu hastalıkların çoğu zaman belirtisiz olması ve kadınların bazı sosyo-ekonomik nedenler yüzünden sağlık kuruluşlarına başvurmamaları sayılabilir.


CYBH'larda sendrom yaklaşımı:
WHO tarafından önerilen bu yaklaşım hastanın yakınmalarına ait belirtiler ve muayene sırasında gözlenen bulgulardan yola çıkarak etkene ulaşmayı içeren bir yaklaşımdır.Bu yaklaşım aşağıdaki tablodaki gibi özetlenebilir:


SENDROM
BELİRTİLER
BULGULAR
OLASI ETYOLOJİ





Vaginal akıntı


Vaginal akıntı

Vaginal kaşıntı

Dizüri

Ağrılı cinsel ilişki






Artmış vaginal akıntı


Vaginit:

· Trikomoniyazis

· Kandidiyazis

· Bakteriyel vajinozis

Servisit:

· Gonore

· Klamidya





Üretral akıntı


Üretral akıntı

Dizüri

Sık idrar yapma




Üretral akıntı


· Gonore

· Klamidya



Genital ülser




Genital yaralar


Genital ülser

Büyümüş inguinal lenf nodülleri




· Sifiliz

· Şankroid

· Genital Herpes



Kasık ağrısı(pelvik ağrı, alt karın ağrısı)




Kasık ağrısı

Ağrılı cinsel ilişki


Vaginal akıntı

>38°C ateş

Palpasyonla kasıklarda hassasiyet




· Gonore

· Klamidya

· Anaerob etkenler



Skrotal şişme




Skrotal ağrı ve şişme


Skrotal şişlik


· Gonore

· Klamidya



CYBH'larda danışmanlık hizmeti:

Danışmanlık hizmetten yararlanmak üzere başvuranın, konu ile ilgili özel eğitimi ve birikimi olan biri ile etkileşim sürecidir. Bu süreçte kişinin sorunu, nedenleri, sorunla ilgili neler yapılabileceği, hangi hizmetlerden nasıl yararlanabileceği, sorunun tekrarından nasıl korunulacağı konularında birlikte tartışılıp kişiye kendine en uygun seçeneği bulma konusunda yardımcı olunmalıdır. Bu süreçte kişi sorunuyla ilgili doğru bilgilere sahip olmanın yanında riskli davranış kalıplarının farkına varıp bunlardan kaçınma yollarını anlayabilmeli ve yaşam tarzına uygun çözümler bulup olumlu davranış değişikliklerine adım atmalıdır. Başarılı bir hizmet:


Kişi haklarını bilip saygı göstermeyi,
Duyarlı ve özenli yaklaşımla güven duygusu yaratmayı,
Başvuranın katılımının güçlendirilmesi konusunda becerikli olmayı,
Üreme sağlığı, aile planlaması, CYBH'lar konusunda bilgi ve önerilerini başvuranın koşullarına uyarlayabilmeyi,
Başvuran kişinin dinsel, geleneksel ve kültürel durumunu anlayıp önyargısız davranmayı,
Gerekli bilgi ve önerileri yalın bir şekilde kişiyi yönlendirmeden sunabilmeyi,
Soru sorulmasına ve iletişime uygun bir ortam yaratılmasını
Kişiye yararlı olunamadığı takdirde vakit geçirmeden uygun kişilerden yardım isteyebilmeyi içermelidir.

Cinsel yolla bulaşan hastalıklar gibi bilgi sahibi olunduğunda ve gerekli davranış değişiklikleri konusunda güçlenildiğinde hastalıklardan uzak kalmanın mümkün olduğu durumlarda etkili ve nitelikli danışmanlık hizmeti çok önemlidir.

CYBH 'larda tedavi:
Etkeni bakteri olan belsoğukluğu, bakteriyel vaginoz, başlangıç dönemindeki frengi ve etkeni mantar olan kandidoz antibiyotikler ya da antifungallerle kolay tedavi edilir. İlaçlar ağız yolu ile, şırınga edilerek veya deri ve mukozadaki lezyon üzerine pomat şeklinde sürülerek kullanılır. Trikomoniyaz, uyuz ve kasık biti bitlenmesi de kolay tedavi edilir. Hepatit B, genital herpes, genital siğil ve HIV enfeksiyonu etkeni olan viruslar üzerine kesin etkili ilaçlar bulunmadığından kolay etdavi edilemezler. Genital herpes ve genital siğil tedavi edildiğinde belirtileri iyileşir, ancak çok defa nüküs ettikleri (tekrarladıları) görülür. Hepatit B'de belirtilerin düzelmesi için bazı ilaçlar kullanılır ve hastalık zamanla iyileşmeye bırakılır. HIV enfeksiyonunun bugün için kesin tedavisi yoktur. Ancak HIV'li kişilerin daha uzun ve sağlıklı yaşamalarını sağlayacak bazı ilaçlar kullanılmaktadır. Antibiyotik tedaviniz bittikten sonra, laboratuvar muayenelerini tekrar ettirilip etkenin varlığı yeniden araştırılmalıdır. Tedaviden sonra yine de hastalık belirtileri varsa, aynı zamanda birden fazla hastalığın bulunduğu düşünülmeli ve tedavi buna göre şekillendirilmelidir. Ayrıca tedavi sırasında mutlaka cinsel eşlerinde tedaviye katılması sağlanmalıdır.

Tedavi edilmezse belsoğukluğu, klamidiyoz, üretrit ve servisit kısırlığa, frengi çeşitli organlarda harabiyete sebep olur. Tedavi edilmeyen CYBH'larda hastanın yakınmaları devam eder. Bazen belirtiler kaybolur ancak hastalık kendiliğinden iyileşmez. Kişi taşıyıcı durumundadır. Hastalığı cinsel partnerlerine bulaştırmaya devam edebilir. Kişi tedavi edilerek bu taşıyıcılık durumundan kurtarılır.


Başlıca CYBH'lar:

HIV İNFEKSİYONU VE AIDS
AIDS'in etkeni HIV "Acguired Immune Deficiency Syndrome" kelimelerinin baş harflerinden oluşmuştur ve "Edinilmiş Bağışıklık Yetmezliği Sendromu" demektir. HIV girdiği vücutta enfeksiyon oluşturur. Özellikle CD4+T lenfositlerine yerleşir. Vücuda giren mikropları harap etme görevi olan CD4+T hücreleri artık bu görevi yapamaz ve vücudun bağışıklık sistemi giderek zayıflar. Bunun sonunda vücudun mikroplara karşı koyma yeteneği azalır ve ve yok olur. HIV enfeksiyonlunun ve AIDS hastasının kanında, sperm sıvısında veya vagina sıvısında HIV bulunur. HIV kan nakli ile, HIV'li kan bulaşmış kesici ve delici aletlerle, şırınga ve iğnesi ile bulaşır. En önemli bulaşma yolu cinsel ilişkilidir ve her türlü (vaginal, anal, oral) cinsel ilşki ile bulaşır. Sperm sıvısı, vagina sıvısı ve adet kanında bulunan HIV'ın ağıza girmeside bulaşmaya sebep olur. Gebelikte, doğum sırasında ve süt emzirmede anneden bebeğine HIV bulaşabilir. CYBH'ı olanlar AIDS'e daha duyarlıdırlar.

Tanıda kullanılan anti-HİV testi ile kanında antikor bulunan kimseye "HIV pozitif" kişi denir. HIV taşıyıcısı enfeksiyonunu başkalarına bulaştırabilir. Antikorlar HIV vücuda girdikten 3 ay sonra oluşurlar. Şüpheli durumdan 3 ay geçmeden test yapılmamalıdır. HIV enfeksiyonu başladıktan sonra AIDS hastalığının oluşması için geçen dönem 5-15 yıl gibi çok uzundur. Bu süre içinde kişi hiçbir belirti hissetmeyebilir. Bu süre sonunda zayıflayan bağışıklık sistemi pek çok hastalığa açık hale gelir. HIV enfeksiyonunda HIV'e karşı antikorlar oluşursa da bu antikorlar CD4+Thücrelerinin içine yerleşmiş olan HIV'e etkili olmazlar. Direnci azalan vücutta, HIV'in etkisi yanında çeşitli mikroplar (bakteri,mantar, virus, protozon) deri, solunum, sindirim, merkez sinir sistemi gibi muhtelif doku ve organlara yerleşip hastalık oluştururlar; bunlara "fırsatçı enfeksiyonlar" denir. Ayrıca direnci kırılmış vücutta Kaposi sarkomu ve lenfoma gibi kanserler gelişebilir. HIV enfeksiyonu başladıktan sonra, kişinin yaşam koşullarına ve vücut direncine göre AIDS hastalığı belirtileri yılar sonra ortaya çıkar. AIDS'li hasta çok defa fırsatçı enfeksiyonların oluşturduğu komplikasyon sonucu ölür.

.AIDS'in bugün için kesin tedavisi yoktur. Ancak tedavideki son gelişmeler hastaların daha uzun ve nitelikli bir ömür sürmelerini sağlamaktadır

HEPATİT B
Etken olan Hepatit B virusu karaciğer iltihabına( hepatit) neden olur. Kuluçka süresi 2-6 ay arasında değişir. Belirtileri yorgunluk, halsizlik, bulantı, karın ağrısı, bazen eklemlerde ağrı ve ateştir. Daha sonra sarılık belirir; gözlerin beyaz kısmı, bazen deri sararır. İdrarın rengi koyulaşır, dışkının rengi çok açılır. Belirtiler haftalarca bazen aylarca kalır. Hepatit B vakalarının %90'ında virus vücuttan tamamen yok olur ve belirtiler kaybolur; %5-10 vakada virus vücutta kalır, antikorlar meydana gelmez ve kişi taşıyıcı olur. Taşıyıcıda belirti yoktur ve sağlıklı görülür %1 hepatit B vakası iyileşmez ve ölümle sonuçlanır. Virus infekte kişinin kanında, sperminde vagina sıvısında, ve tükürüğünde bulunur. Özellikle kanla ve cinsel ilişki ile bulaşır. Son yayınlarda oral bulaşmadan da söz edilmektedir. Kan nakli için alınan kanlar test edilmekte ve kan yoluyla bulaşan hastalıklar konusudna taranıp öyle transfüzyonuna izin verilmektedir. Kişide hepatit B varsa kanı başkasına verilmez. Kanla bulaşmadan korunmak için viruslu kanla temas etmemelidir. Şırınga ve iğne, diş fırçası ve traş makinası bulaşmaya neden olabilir. Akut HBV enfeksiyonu tedavisinde etkene yönelik tedavi yoktur. Genellikle genel durumu düzeltmeye yarayan destekleyici önlemler kullanılır. Kronik enfeksiyonlarda ise viral replikasyon değerlendirilerek gerekirse interferon uygulanabilir. Vakaların %40 ında bu tedavi başarılı olabilmektedir. Bunun yanı sıra antiviral ilaçlar örneğin AIDS tedavisinde de kullanılan Lamivudine in HBV tedavisinde de etkili olduğunu gösteren çalışmalar vardır. Nadir olarak taşıycıda kronik karaciğer iltihabı ve daha sonra kanser oluşur. Hepatit B'den korunmanın en önemli yolu aktif bağışıklamadır.

BEL SOĞUKLUĞU (GONORE)
Çok yaygın görülen bu hastalığın etkeni gonokoklardır. Hastalığın kuluçka süresi 2-6 gündür. Üretra (dış idrar yolu), vagina, anüs, ve boğaz mukozası iltihaplanır. Erkekte üretra ağzından sarı yeşilimsi akıntı mevcuttur. İdrar yaparken yanma ve ağrı vardır, sık sık ve az miktarda idrara çıkılır. Bazen hiç belirti olmayabilir. Kadında çoğunlukla belirti yoktur. Normalde görülen vagina akıntısı artabilir, yeşil veya sarı renkte ve kötü kokuludur. İdrar şikayetleri bulunabilir. Kadında ve erkekte akıntı ağıza bulaştığında boğaz enfeksiyonu olur, ağız içi ve boğaz kızarır ve ağrı vardır. Anüs infekte olduğunda genellikle belirti olmaz, anüste yanma ve hafif ağrı olabilir, dışkıda müküs ve kan görülebilir. Gonokok göze bulaştığında göz iltihabı yapar. Doğum sırasında çocuğun gözüne bulaşıp iltihaplanmasına sebep olabilir. Belsoğukluğu kolay tedavi edilir. Kas içine uygulanan seftriakson ile birlikte doksisilin veya tetrasiklin türevleri ile tedavi yapılır. Hastanın cinsel eşine de tedavi verilir ve cinsel perhiz önerilir. Tedavi edilmezse, erkekte ve kadında infertiliteye neden olabilir.

FRENGİ (SİFİLİZ)
Frengi çok tehlikeli, kuluçka süresi 2-12 hafta olabilen bir hastalıktır. Frenginin etkeni spiroket cinsinden treponema pallidumdur.Kronikleşmeye eğilimlidir ve başlangıcından itibaren sistemik belirtiler verebilir. İlk yerleştiği yer penis, vagina anüs va ağız olabilir. Frengide bir veya daha fazla sayıda, üstü açık, bir cm boyutlarında sert ve ağrısız "şankır" denilen yaralar oluşur. Vagina ve anüsün içinde olduğunda şankır görülemez. Etken daha sonra kan yolu ile bütün vücuda yayılır. Kasık ve boyun lenf bezleri şişebilir. Tedavi edilmezse de şankır kendiliğinden iyileşir. Şankırın iyileşmesi hastalığın geçtiği anlamına gelmez, frenginin ikinci dönemi başlar; ellerde, ayaklarda ve vücudun diğer kısımlarında kırmızılıklar oluşur ve bir süre sonra geçer. Ayrıca baş ve boğaz ağrısı, ateş yorgunluk, saç dökülmesi, genital bölgede siğile benzer döküntüler olur. Tanıda serolojik testler ( VDRL, RPR) kullanılır. Gebelikte anneden çocuğa frengi geçer. Frengi penisilin tedavisi ile tamamen iyileşebilir. İlk ve ikinci dönemde tedavi edilmezse etken vücutta kalır ve hastalığın uyuyan dönemi başlar. Kişi hastalığın farkında değildir, ancak yapılan test hastalığı belirler. Yıllar geçince beyin harabiyeti sonucu akıl hastalığı, omurilik harabiyeti sonucu felç, kalp hastalıkları, körlük ve kemik iltihapları ortaya çıkar.

BAKTERİYEL VAGİNOZ
Vaginada, normalde bulunan laktobasillerin asit üretimi ile, ortam asit reaksiyondadır ve birçok bakteri vaginada üreyemez. Antibiyotik kullanımı gibi sebepler laktobasilleri etkileyerek reaksiyonunu azaltır ve bu ortamda çeşitli bakteriler, özellikle anaerop bakteriler ve mantarlar üreyebilir. Bakteriyel vaginoz etkeni olan Gardnarella vaginalis şartlar uygun olduğunda vaginada üreyip iltihap yaparak bakteriyel vaginoz oluşturur. Bu hastalıkta vaginadan kötü kokulu akıntı gelir, vaginada kaşıntı olabilir. Erkek infekte olsa da beliti görülmez. Belirti görüldüğünde tedaviye başlanır ve kolay tedavi edilir. Tedavide genelde metranidazol kullanılır.

KLAMİDİYOZ
Çok yaygın görülen bu hastalığın etkeni chlamydia trachomatis adlı mikroorganizmadır, hastalığın kuluçka süresi 1-2 haftadır. Kadında servisit ve üretrite neden olur. Erkekte peniste akıntı olur, çoğunlukla sabahları bir damla şeffaf akıntı,dizüri görülür. Kadında vagina mükopürülan akıntı,dizüri, vulva ve perinede hafif kaşıntı ve karın ağrısı olur. Klamidyozda bazen hiç bir belirti görülmeyebilir, fakat kişi bulaştırıcıdır. Bel soğukluğu ile birlikte bulunabilir. Doğum sırasında anneden bebeğine bulaşabilir. Klamidyoz kolay tedavi edilebilir. Tedavi edilmezse; kadında salpenjite, ektopik gebeliklere ve infertiliteye neden olabilir. Erkekte de infertiliteye yol açabilmektedir. Tedavide doksisilin, tetrasiklin, azitromisin ya da ofloksasin seçeneklerinden biri kullanılmalıdır.

KANDİDA VAJİNİTİ
Etkeni kandida cinsi mantarlar, özellikle Candida albicans'tır. Hastalık hafif seyirlidir. Cinsel ilişki olmadan da insana bulaşabilir. Fazla yorgunluk, stres, OKS kullanımı diyabet, gebelik, fazla ve uzun süreli antibiyotik kullanımı enfeksiyonu kolaylaştırır. Kuluçka dönemi 2-5 gündür. Kadınların çoğunda özellikle gebelikte hiç bir belirti yoktur. Kadınlarda disparoni, dizüri, vaginadan peynirimsi beyaz akıntı, vulvada yanma ve kaşıntı, vajen ve vulvada ödem ve hiperemi görülebilir. Erkekte çoğunlukla belirti görülmez, penisin ucunda kızarma ve kaşıntı olabilir. Tedavi kolaydır, antimikotik maddeler kullanılır. Belirtiler olduğunda tedaviye başlanmalıdır.

ÜRETRİT VE SERVİSİT
En sık görülen nedenleri Neisseria gonorrhoeae ve Chlamidia trachomatis dir. Servisiti olan kadınlarda anormal vaginal akıntı olabilirse de çoğu zaman semptom yoktur. Çoğu zaman farklı nedenlerle yapılan jinekolojik muayenelerde saptanır. Başlıca iki tip semptomatik servisit vardır:

Enfeksiyöz: Servikal kanal epitelinde enfeksiyon vardır. Epitel serviksin dış ağzından vajene doğru dışa dönmüştür. Eğer tedavi edilmezse uterus ve adneksleri tutarak PID ye neden olur.İki ana nedeni gonore ve klamidyadır.
Ektopik: Normal kanal epiteli vajene doğru kanal dışına dönmüşütr. 16 yşından küçüklerde ve oral kontraseptif kullananlardadaha sık görülür. 35 yaş üzeri kadınlarda çoğunlukla neden mekanik, kimyasal travmalar veya HPV gibi viral enfeksiyonlardır.

Tedavi etkene yönelik yapılmalıdır. Tedavi edilmezse infertiliteye neden olabilir.

GENİTAL HERPES
Tedavisi olmayan tekrarlayan ülserlerle karakterize viral bir hastalıktır.Olgularda özellikle HSV-2 yanında az olarak HSV-1 ile enfeksiyonda sözkonusudr. Bulaşma cinsel ilişki ile olur.Kuluçka süresi 2-20 gündür. Hastalık kaşıntılı ve yanmalı lokalize eritemli bir plkala başlar. Daha sonra eritemli zeminde veziküller ve bu veziküllerin spontan rüptürü ile ortaya çıkan girintili çıkıntılı kenarlı ülserlerin görülmesi hastalık için tipiktir.Ateş, halsizlik, ağrılı LAP lar görülebilir. Primer enfeksiyondan sonra rekürren enfeksiyonlar görülür. Tedavide ilk epizodda ve rekürren epizodlarda asiklovir kullanılır.Cinsel eşde tedavi edilmelidir.

GENİTAL SİĞİL (KONDİLOMA AKÜMİNATUM)
Genital ve anal siğillerin nedeni human papilloma virüstür. Kuluçka dönemi 9-12 aydır. Lezyonlar tek ya da çok sayıda, yumuşak, ağrısız, karnıbahar görünümünde olup genelde anüs, vulvovajinal bölge, penis, üretra ve perinede yerleşir.Tnı tipik görünüme dayanır. Cinsel ilişki ile bulaşır. Tedavisi çok doyurucu değildir. Tedavide kriyoterapi, podofilin, veya trikloroasetik asitkullanılır. Servikal kanserlerle ilintilendirilmektedir.

MOLLUSKUM KONTAGIOZUM
Etkeni poxvirus grubundan Molluscum contagiosum dur. Cinsel ilişki dışında vücut teması veya ortak kullanılan havlu ya da eşyayla da bulaşabilir. Kuluçka süresi 1 hafta ile 6 ay arasında değişir. 2-4 mm çapında, bazen daha büyük, kül renginde inci gibi siğile benzer nodüller oluşur, tek tek ya da gruplar halinde görülür. Nodüller genital bölgede, kollarda, bacaklarda, ve saçlı deride bulunabilir. Kaşınma ve ağrı olabilir. Çoğunlukla kendiliğinden iyileşme görülür. Tedavide her lezyon sıkılıp içindeki peynirimsi madde çıkarılır ve içine fenol uygulanır.

TRİKOMONİYAZİS
Etkeni protozoon cinsinden Trichomonas vaginalisdir. Kdınlarda vajen ve serviksde erkekde üretra ve prostatda enfeksiyona neden Oldukça yaygın, hafif seyirli, kuluçka süresi 4-20 gün olan bir CYBH dır. Vücutta uzun süre bulunduğu halde belirti vermeyebilir. Erkekte belirti çok seyrek görülür. Bazen sabahları penisin ucunda hafif bir akıntı olur, idrar yaparken hafif yanma olabilir. Kadında da semptom olmayabilir ya da vaginal akıntı,vajen ve vulvada kaşıntı şikayeti olabilir. Akıntı köpüklü, sarı yeşil renkte ve çok kötü kokulu olabilir, bazen ağrı vardır. Tedavide metronidazol kullanılır. Eşlerin tedaviside önemlidir.

UYUZ
Uyuz hastalığını oluşturan parazit kene türü Sarcoptes scabiei dir. Dişi parazit deride incecik tüneller açarak yumurtalarını bırakır. 3-4 gün sonra yumurtalar açılır ve 18 günde parazit erişkin şekle geçer. Uyuz fazla kaşıntı yaparak rahatsızlık verir. Tipik olan parmak aralarındaki kaşıntılardır. Uyuz kişi ile yakın temasta parazitin geçişi sonucu bulaşır. Böcekler vücuda geldikten 3 hafta sonra vücutta çoğunlukla akşam ve gece kaşıntı başlar, kaşıntı yatakta çok artar, özellikle bilekte ve parmaklar arasında, kırmızı-mor nokta şeklinde tünellerin ağızları görülür. Genital bölgede de küçük morumsu noktalar görülebilir. Fazla kaşıntı derinin yaralanmasına sebep olur. Uyuz tedavi ile kolayca iyileşir. İlaçla ölen uyuz parazitleri deride allerjik reaksiyon yapabilir ve kaşıntıya sebep olurlar. Birlikte yaşayan kişilerin beraber tedavi olmaları gerekir.

KASIK BİTİ
Kuvvetli bacakları ile kıla tutunan kasık biti özellikle pubisteki, kasıktaki ve genital bölgedeki kıllara yerleşir. Vücudun ön kol, göğüs gibi diğer kısımlarına da yerleşebilir. Deriden kan emer ve kaşıntı yapar. Deride kırmızı morumsu lekeler görülür. Tedavisi kolaydır, bit öldüren ilaçlar deriye sürülür. Bir hafta sonra tekrar ilaç sürerek yumurtadan çıkan yavrular da öldürülür. Tedaviye başlandığında çamaşırlar, yatak takımları ilaçlanıp yıkanmalı, kasık biti ve yumurtalarından arındırılmalıdır.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:22 AM
Yürümek her derde deva

--------------------------------------------------------------------------------

ABD'de yapılan araştırmalara göre, yürümenin insan sağlığına pek çok yönden yararlı olduğu tespit edildi. Düzenli olarak yürüyüş yapmanın, kasların kuvvetlendirilmesinden, düşünce potansiyelini arttırmaya, yaşlanma sürecini geciktirmekten zayıflamaya kadar birçok yararı olduğu ifade ediliyor.


Mayo Klinik tarafından yayınlanan rapora göre, yüzyıllardır doktorlar tarafından bir tedavi yöntemi olarak kullanılan yürüyüşün sağlıklı olması için düzenli ve programlı yapılmasında fayda var. Düzenli bir yürüyüş için de kısa ve uzun dönemli gerçekçi hedefler koymak, tepeden tırnağa kadar kullanılacak malzemenin kaliteli ve iyi seçilmesinin göz önünde tutulması gerekiyor. Uzmanların bu konudaki tavsiyeleri şöyle:


"- Amaç kilo vermekse vücut sentetik maddelerle sarılmalı


- Doktordan uygun görüş alınmadan böyle bir programa başlanmamalı


- Yemeklerden sonra uzun ve tempolu yürüyüşlerden kaçınılmalı


- Herhangi bir rahatsızlık hissedildiğinde yürüyüş bırakılmalı


- Yürüyüş, akşam yemeğinden en az 2 saat sonra yapılmalı


- Diyabet, tansiyon yüksekliği, kalp ve karaciğer rahatsızlığı ya da kronik rahatsızlığı olanlar yorucu ve uzun yürüyüşlerden kaçınmalı."


Bu tavsiyelere uyulması halinde düzenli bir yürüyüş programının vücuda yararları ise şöyle:


"- Kan akışının hızlanması, kan dolaşımının iyileşmesi, kalp, damar ve beyin rahatsızlıklarının giderilmesi


- Vücudun tüm kaslarının güçlenmesi


- Kalp kasılması ile meydana gelen kan miktarının artması ve dinlenme esnasında nabzın azalması


- Kan basıncının düzenlenmesi


- Hareket ve stres anında tansiyonun yükselmesinin önlenmesi


- Şişmanlığın önüne geçme


- Barsak hareketlerinin arttırılması ile sindirimin kolaylıkla sağlanması


- Beyine giden oksijen miktarının artması ile zihinsel keskinlik ve düşünce potansiyelinin artması


- Lenf dolaşımını düzene sokma


- Akciğerlerin hava kapasitesini arttırma


- Hareketlilik veya dinlenme sırasında metabolizmayı uyararak sürekli dinç tutma


- Travma sonrası toparlanma sürecini hızlandırma


- Kandaki yağ oranını düşürme


- İyi ve kötü huylu kolestrol dengelerini düzenleme


- Vücuttaki tüm organlar arasındaki koordinasyonu düzenleme


- Eklemlerin esnekliğinin artması, bel ve boyun ağrılarının hafifletilmesi


- Kemiklerin sertleşmesi


- Vücudun hastalıklara karşı dayanıklılığının artması ve bağışıklık sisteminin direncinin artması


- Yorgunluğun hafiflemesi


- Uykusuzluk sorununun giderilmesi ve bünyesel rahatlamanın sağlanması


- Vücudun endorfin adı verilen keyif hormonlarını hareketlendirme


- Yaşlanma sürecinin geciktirilmesi ve deriye zinde bir görünüm kazandırma


- Moral, özgüven ve iyimserliğin artması."

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:22 AM
Kemiklerinizi koruyun

--------------------------------------------------------------------------------

Uzmanlar, dünyada 50 yaşın üzerindeki her 3 kadından birin ve her 8 erkekten birinde görülen sinsi bir hastalık olarak nitelendirdikleri Osteoporoz (Kemik erimesi) hastalığının ilerleyen yaşlarda vücuttaki kemiklerin kırılmasına neden olduğunu belirttiler.




Yaşlıların kemik ağrımaları yakınmaları ile tedaviye geldiğinde ise tedavi için oldukça geç kalındığını ve tedavinin zorlaştığını bildirdiler. Kemik erimesine yönelik kullanılan ilaçların çoğunun her gün alınmasının zorunlu olduğuna işaret eden uzmanlar, bu sebepten tedavinin yıllar boyunca sürebileceğine ve bunun da hastalarda ciddi bir ekonomik yük getirdiğini ifade ediyorlar. Uzmanlar, hastalığa karşı alınması gereken önlemler olarak vakit geçirmeden gerekli testlerin yapılarak hastalığın tam olarak belirlenmesi gerektiğini belirtiyorlar.




Hastalara kemik sağlığını destekleyen bir beslenme programı uygulamalarını öneren uzmanlar, yeterli miktarda kalsiyum ve D vitamini alınması gerektiğini belirtiyorlar. Uzmanlar, diğer yapılması gerekenleri ise şöyle sıralıyorlar:
"- Düzenli olarak egzersiz yapın
- Sigara ve alkol tüketiminden kaçının
- Hastalık hakkında düzenlenen eğitim programlarını takip edin
- Düşme risklerini azaltmak için işyerinizde fiziksel önlemler alın."

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:22 AM
Uykusuz kalmayın IQ dan olmayın!!

--------------------------------------------------------------------------------

Dr. Hüseyin Nazlıkul, geceleri yetersiz uykunun zekâyı haftada 15 puan birden düşüreceğini belirtip, "İdeal uyku, 23.00 - 06.00 saatleri arasında olur" diyor...

Dr. Hüseyin Nazlıkul, önümüzdeki hafta piyasaya çıkacak "Hayatı Keşfet - Anti - Aging Yaşam Kılavuzu" adlı kitabında, düzenli ve dengeli beslenmenin yanı sıra uykunun da önemine değiniyor. 1 saat az uyumanın bile zekâyı olumsuz etkilediğini savunan Dr. Nazlıkul, 10 yıl genç görünmek için de "haftada 3 kez seks" öneriyor. İşte Dr. Nazlıkul'un genç görünmek ve zinde kalmak isteyenlere önerileri:


Günde en az bir kez yeşil salata, sebze, bir kadeh şarap veya üzüm suyu, 3 kez yoğurt, 5 kez meyve, bitkisel çay, maden suyu ve meyve suyu, 12 tane fındık ya da badem yemelisiniz.

Erkekler haftada, 100 - 150 gram tuzsuz kabak çekirdeği yemeli.

Haftada bir kez kırmızı et, 2 kez yağlı balık, beyaz et, karaciğer, 3-4 kez de çiftlik yumurtası tüketmelisiniz.

Haftada 3 kez, aynı kişiyle düzenli seks yapmak 10 yaş genç görünmeyi sağlar. Seks, spordan sonra genç görünmeyi sağlayan en önemli ikinci faktör.

Uykusuzluk IQ'yu düşürür. 1 saat uykusuzluk dahi IQ puanında eksilmeye yol açar. 1 hafta süren uyku düzensizliği IQ'yu, 15 puan birden düşürebilir.

Günde 6-7 saatten fazla uyumamalı. Gece 23.00-06.00 arası ideal uyku saatleridir.

Düzenli koşmak, bir süre sonra istediğinizi yemeyi, hatta uykuda bile yağ yakmanızı sağlar. Ayrıca açlığı bastırır ve baş dönmesini önler.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:23 AM
Yeşil çay koruyor

Taze yeşil çaydaki polifenolik maddelerin, kanser riskini azaltmada önemli etki gösterdiği belirtildi. Yüzüncü Yıl Üniversitesi Ziraat Fakültesi Gıda Mühendisliği Öğretim Üyesi Doç. Dr. İsmail Sait Doğan, son yıllarda yapılan araştırmalarda yeşil çayın insan sağlığına olumlu etkiler yaptığını, özellikle kanser tedavisinde kullanılabileceğini belirtti.

Şekersiz olarak kullanılan yeşil çayın insan vücudunda sıvı dengesini sağladığını vurgulayan Doç. Dr. İsmail Sait Doğan, "Araştırmalara göre yeşil çaydaki polifenolik maddeler antioksidan özelliğe sahip olduklarından kanser riskini azaltmada müspet etki gösteriyor.” dedi. Çayın içerdiği antikanserojen ve antioksidan bileşenlerin vitamin E ve C’den daha etkili olduğu tespitini yapan Doğan, bu bileşenlerin kanser tedavisinde büyük rol oynamasının yanı sıra yeşil çayda E ve C vitaminlerinin az da olsa bulunduğunu dile getirdi.

Tokyo Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmada, yeşil çayın kanser ve kalp hastalıkları gibi çok sayıda hastalığa karşı etkili olmasının sebebinin EGCG maddesi olduğunu söyleyen Doğan, "EGCG’nin akciğer, mide, kolon, karaciğer ve cilt kanserlerini önleyici etkisi bulunmaktadır. Avustralya’daki Curtin Üniversitesi ile Çin’deki Hangzu hastanesinin kanser uzmanları yeşil çay içen Çinli erkeklerle çay tüketmeyen Avustralyalı erkekler arasında yaptıkları karşılaştırmalı incelemeler sonucunda yeşil çayın prostat kanseri riskini azalttığı gözlenmiştir. Bu yüzden dünyada prostat kanserinin en düşük oranda görüldüğü ülke Çin’dir.” dedi.

Aynı araştırmacıların yeşil çayın yumurtalık kanseri riskini de azalttığı bulgularına ulaştıklarını ifade eden Dr. Doğan; "Yeşil çayın içinde bulunan EGCG ve EGC gibi maddeler sigara ile ilişkili kanser riskine karşı da etkilidir. Günde içilen 4-6 fincan yeşil çay, mide, yemek borusu, kolon, meme, sindirim sistemi kanseri riskinde azalma sağlar.” dedi.

Yeşil çayın faydaları

Kafein içeriğinden dolayı çay, kalp ve dolaşım sistemi için hafif bir uyarıcı olup damar sertliği riskini azaltıyor. Diş minesinin kuvvetlenmesinde ve dişlerin çürümelere karşı korunmasında önemli rol oynuyor. Yeşil çayın canlılık verici etkisi, içerdiği kafein ile yakından ilgilidir. İshali durdurur. İçerdiği mineral maddeler nedeniyle vücuttaki mineral madde dengesinin kurulmasında sudan çok daha etkilidir. Çay banyoları, sıcak çay emdirilmiş temiz tülbent veya pamukla yapılan kompres ve pansumanlar, göz ve cilde canlılık kazandırarak bazı rahatsızlıkları giderir. Vücuttaki toksinleri atar, yaşlanmayı geciktirir. Migreni geçirir, depresyonu önler. Zayıflama rejimlerine yardımcı olur. Bağışıklık sistemini güçlendirir. Sürekli kullanımı, romatizma hastalığının tedavisinde faydalıdır. Çay yazın dinlendirmekle kalmayıp serinlik hissi de verir.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:23 AM
Yalnizken Kalp Krizi Nasil Atlatilir

--------------------------------------------------------------------------------

Diyelim ki saat 18:15 ve zorlu bir iş gününden sonra arabanızla
yalnız başınıza eve dönüyorsunuz.Gerçekten yoruldunuz, sıkıldınız
ve çileden çıktığınız bir gününüzdesiniz.Birden göğsünüzde başlayıp,
Kolunuza ve çenenize doğru ilerleyen şiddetli bir ağrı. En yakın
hastaneden sadece 10 km uzaktasınız, fakat o mesafeye bile ulaşıp
ulaşamayacağınızdan emin değilsiniz. Ne yapabilirsiniz? Kalp masajı
konusunda belki eğitimde almıştınız ama size öğreten şahıs, muhtemelen
bu masajı kendi kendinize nasıl yapacağınızı öğretmedi. Son zamanlarda
birçok insan kalp krizine yalnız başınayken yaklaşmaktadır. Yardım
olmaksızın, normal kalp atışı bozulan ve baygınlık hisseden bir insanın
bilincini yitirmeden önce 10 Saniyesi vardır. Bu durumda kalan şahıslar
kendilerine,devamlı ve şiddetli bir şekilde öksürerek yardımcı olabilirler.
Her öksürükten önce derin nefes alınmalı. Derin nefes alma ve öksürük,
yardım gelene yada kalp normal ritmine geri dönene kadar , durmaksızın
her iki saniyede bir olacak şekilde devam etmelidir. Derin nefes alma
akciğerlere oksijen ulaştırırken, öksürük hareketi kalbi sıkıştırarak
kanın dolaşımını sürdürür. Kalp üzerindeki sıkışma hareketi aynı zamanda
kalbin normal ritmine dönmesine de yardımcı olur. Bu Şekilde kalp krizine
maruz kalan kişi, kendisini bir hastaneye ulaştırabilir. Bunu elinizden
geldiğinde daha çok insana ulaştırın, onların hayatını kurtarabilirsiniz.
Bu makale Rochester General Hastanesinin " AND THE BEAT GOES ON." adlı bülteninden alınmıştır.

Yeniden baskısı The Mended Hearts Inc 'in " Heart Response " adlı yayımında yapılmıştır.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:23 AM
Yuşçenko'yu zehirleyen madde: DİOKSİN

--------------------------------------------------------------------------------

Sizlere Cumhuriyet Gazetesinin Bilim Teknik ekinden sağlığımızla ilgili bir alıntı veriyorum;


Yuşçenko'yu zehirleyen madde: DİOKSİN

Ukrayna muhalefet lideri Yuşçenko'yu zehirleyen dioksinler çok zehirli, belki de insanoğlu tarafından şimdiye kadar üretilmiş olan en zehirli kimyasal maddelerden biridir.. Dioksin grubu maddelerle zehirlenildiğinin en tipik belirtilerinden biri deride patlama şeklinde klor kaynaklı aknelerin oluşumu ve deri görünümünde değişimlerdir. Bu durum Yuşçenko'da belirgin olarak gözlenmiş, tanı da bunun üzerine konulabilmiştir.



Murat Ozmen (*)


Bir zamanlar Amerikanın ortasında bütün canlıların mutluluk içinde yaşadığı, uzaktan bir satranç tahtasını andıran çiftliklerle sarılmış bir kasaba vardı. İlkbaharda tahıl tarlaları, meyve bahçeleri ve yeşil tarlaların üzerinden beyaz bulutlar geçerdi. Sonbaharda meşe, akçaağaç ve huş ağaçlarının tutuşturdukları renkler uzaktaki çam ağaçlarının üzerinde alev gibi titrerdi. Tepelerde tilki sesleri duyulur, sabah sisinin gizlediği geyikler tarlalardan sessizce geçerlerdi.

Sonra acayip bir afet yöreye gizlice yayılmaya başladı. Sanki kasabanın üzerine korkunç bir lanet çökmüştü. Tavuklar esrarengiz bir hastalığa yakalanmış, inekler ve koyunlar hastalanıp ölmüştü. Her yerde ölümün gölgesi vardı. Kuşlar artık uçmuyor, bahar geldiği halde kuş sesleri duyulmuyordu çevrede...

Rachel Carson 1962 yılında "Sessiz Bahar" (Silent Spring) adlı kitabının başında çevre sorunlarına ilk kez böyle bir vurgu yaparak başlamıştı. Kitap 40 yılı aşkındır halen popüler ve biz çevremizi giderek daha çok tahrip etmeye devam ediyor, ekosistem dengelerini artık geri dönüşümsüz olarak daha çok bozuyoruz.

Özellikle son 40 yıl içerisinde plastik malzemelerin ve organik klorlu pestisitlerin kullanımındaki artış, birçok çevresel sorunların yanında, dioksin sorununun da ortaya çıkmasına neden oldu.

Günümüzde organik klorlu insektisit kullanımı tüm dünyada yasaklanmış olup, birçok organik maddelerin (örneğin DDT ve diğer türevleri) ve halen yaygın olarak kullanılan bazı herbisitlerin (zararlı bitki ve tohum öldürücü maddeler) dioksin adı verilen bir maddenin açığa çıkmasında başlıca sorumlu kaynaklardan olduğu bilinmektedir. Kâğıt sanayinde kâğıt hamurunun beyazlatılması esnasında kullanılan beyazlatıcıların, odundaki organik kimyasallar ile reaksiyona girerek de dioksin ürettiği anlaşılmıştır.

Plastik maddelerin temel hammaddesi olan polivinil klorür (PVC) günlük yaşantımızın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Şampuan şişelerinden duvar kağıtlarına, su tesisat borularından plastik poşetlere kadar birçok alanda yaygın olarak kullanılmaktadır. Çevremizde nereye baksak PVC'den mamul bir ürün ile karşılaşmamak artık olanaksız.


EN ZEHİRLİ MADDE

Dioksinler çok zehirli kimyasal maddelerdir, klorlu dioksinler ve furanlar klor içeren organik kimyasalların (çeşitli pestisitler gibi) ve plastik maddelerin üretimi, mikroorganizmalar tarafından yıkımı ve yanması sırasında istenmeden açığa çıkan yan ürünlerdir.

Dioksinler belki de insanoğlu tarafından şimdiye kadar üretilmiş olan en toksik kimyasal maddelerden biridir diyebiliriz. Aslında dioksin tanımı bu gruba dahil birçok kimyasal için kullanılmakla birlikte, bunların içinde en toksik olanı 2,3,7,8-tetraklorodibenzo-p-dioksin (kısaca, TCDD) olarak bilinen maddedir.

Gelişmiş ülkeler dioksin hakkında yeterince bilgi sahibi değillerken, bu maddenin açığa çıkmasına yol açan kimyasalları daha yaygın olarak kullanıyorlardı, ancak günümüzde mümkün olduğunca bundan kaçınmaya başladılar.

Dioksin'in ciddi olumsuz etkileri aslında Vietnam savaşı sırasında bitkileri öldürmek için kullanılan bir kimyasal maddenin (Orange Agent) insanlardaki toksik etkilerinin gözlenmesinden sonra anlaşılmaya başlandı. Dioksin ve dioksin-benzeri kimyasalların başlıca kaynaklarını dört ana grup altında toplamak olasıdır:


4 ANA KAYNAK

1- Yanma esnasında oluşan dioksin: Özellikle evsel katı atıklar ve artıkların yakılması, demir-çelik sanayiinde cevherin işlenmesi ve eritilmesi sırasında kullanılan yüksek sıcaklık, kömür, odun ve petrol ürünlerinin yakılması olarak sıralanabilir.

2- Kimyasal üretim ve işleme sırasında oluşan dioksin: Dioksin-benzeri yan ürünler klorlu fenoller, poliklorlu bifeniller, fenoksi grubu herbisitler (örneğin: 2.4.5-T gibi yurdumuzda yaygın olarak kullanılanlar), klorlu benzenler gibi birçok kimyasal maddenin üretimi esnasında oluşabilmektedir.

3- Endüstriyel ve evsel atıkların işlenmesi sırasında oluşan dioksin: Dioksin-benzeri yan ürünler doğal olarak oluşan fenolik bileşiklerin klorlanması esnasında (örneğin: kâğıt hamurunda olduğu gibi) oluşabilir.

4- Su depolama alanlarındaki dioksin: Dioksin grubu kimyasallar suda iyi çözünemedikleri ve kalıcı oldukları için, toprakta, sedimentte ve organik maddelerde birikebilirler. Su kaynaklarını kirleten bu maddeler daha sonra taşınarak başkaca su kaynaklarına kolayca bulaşabilir, ancak genelde bu bulaşma etkisinin çok yaygın olmadığı ve bölgesel olarak etkisini gösterdiği saptanmıştır.


DİOKSİN VE ÇEVRE SAĞLIĞI

Günümüzde dioksinlerin insan sağlığı bakımından ne denli ciddi etkilerinin olduğu daha iyi biliniyor. Birçok toksik kimyasal ile karşılaştırdığımızda, dioksinler onlardan yüzlerce hatta binlerce kez daha düşük dozlarda alındığında bile, daha toksik etkilere neden olabilmektedir. Bu nedenle bu konuda yapılan araştırmalara insan ve çevre sağlığı bakımından büyük bir önem verilmektedir.

Vücuda çok düşük miktarlarda alınan dioksin hormonal sistemin bozulmasına yol açabilir. Bu etkisini hormon reseptörlerine bağlanarak gösterir. Bu nedenle dioksinler bilinen tüm kimyasal kirleticiler içinde, "hormon bozucular" ya da "endokrin bozucular" dediğimiz kimyasalların en başta gelenlerindendir. Bu etkisi sonucunda,

* hücrede genetik mekanizmaların bozulmasına yol açabilir, bağışıklık sisteminin zayıflamasına, kanserlere, sinir sistemi bozukluklarına ve doğumsal kusurların ortaya çıkmasına neden olabilir. Amerika Çevre Koruma Kurumu (EPA) ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından dioksinler kanser yapıcı kimyasal maddeler grubuna dahil edilmektedir.

Ancak, insanların dioksine maruz kalmasına bağlı olarak, doğrudan elde edilen epidemiyolojik veri sayısı yeterli düzeyde olmadığından, olası etkiler deney hayvanları üzerinde yapılan gözlem ve araştırmalara dayanıyor. Özellikle embriyonal gelişim esnasında bu maddelere fötüsün maruz kalması sonucunda hücresel fonksiyonlarda belirgin şekilde ortaya çıkabilecek kusurlar ya da değişimler, gelişimin bozulmasına yol açabilir.

Yapılan çalışmalar dioksin toksisitesi için belirli bir eşik dozun bulunmadığını ve vücudumuzda çok düşük dozlarda alınması sonucunda bile bu maddeye karşı bir savunmanın tam olarak geliştirilemediğini göstermektedir.

Hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalara bağlı olarak, insanların günde ancak 1 ng/kg (1 mg'ın milyonda biri) düzeyinden daha düşük dozlarda dioksine maruz kalması durumunda embriyonal gelişim bakımından önemli düzeyde bir riskin ortaya çıkmayacağı rapor edilmektedir.

Dioksin grubu maddelerle zehirlenildiğinin en tipik belirtilerinden birinin deride patlama şeklinde klor kaynaklı aknelerin oluşumu ve deri görünümünde değişimler olduğu (Chloracne) bildirilmektedir. Bu durum Yuşçenko'da belirgin olarak gözlenmiş ve büyük olasılıkla dioksin zehirlenmesi şüphesine bağlı tanı da bunun üzerine konulabilmiştir.


BESİN ZİNCİRİNDE

Çevresel kirleticilere bağlı olarak tüm yaşam ortamlarında dioksin kirliliği görülebilir. Dioksin çevrede oldukça kalıcı ve yağda kolay çözünebilir bir madde olduğundan dokularda kolayca birikime uğrar. Bunun sonucu olarak özellikle besin zinciri yolu ile canlıdan canlıya taşınması ve her birinde giderek daha yüksek dozlara ulaşması söz konusudur. Örneğin dioksin ile kirlenmiş olan sularda yaşayan balıklar aracılığı ile bunları tüketen insanlar, dioksin ile kirlenmiş çayırlıklarda beslenen hayvanların etini yiyen insanlar bu maddenin etkisine maruz kalabilir. Doğada oldukça kalıcı bir madde olduğundan, sürekli olarak kirlenen ortamlar bunun sonucunda hem ekosistem dengesini bozacak, hem de o ortamda yaşayan insanlar için ciddi bir sağlık sorunu oluşturacaktır.

Daha sağlıklı bir çevrede yaşamak ve sağlıklı çevrenin gelecek kuşaklara bırakılmasını sağlamak açısından, Türkiye'nin AB kapısında iken çevreye daha fazla duyarlı olması kaçınılmazdır. Bu nedenle tüm çevresel kirleticiler ve özellikle dioksin ve benzeri kirleticilerin kaynaklarının en aza indirilmesi, dioksin kirliliğine neden olan atıkların mutlaka ön arıtımdan geçirilerek bu maddenin kökeninin ortamdan uzaklaştırılması, organik klorlu pestisitlerin kullanımından kesinlikle vazgeçilmesi ve halk sağlığının korunması için toplumun bu konularda daha fazla bilinçlendirilmesinin zamanı çoktan geçiyor. AB trenine binemesek bile, bizler bu topraklarda var olan muhteşem doğal zenginliklerimizle yaşamaya devam edeceğiz. Çevreye saygı, geleceğe yatırım demektir.

(*) Prof. Dr.


[email protected] ([email protected])


İnönü Üniv. Biyoloji Böl. Öğretim Üyesi

Kaynaklar:


1- Rachel Carson, Silent Spring, Mariner Books; 40th Annv ed.,400 sayfa, 2002. 2- EPA Dioxin Reassessment Health Assessment, Volume III: Risk Characterization http://www.cqs.com/dioxh96.htm (http://www.cqs.com/dioxh96.htm)

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:24 AM
Uzmanlardan Ailelere Uyarı

--------------------------------------------------------------------------------

Doğumdan sonra bebeğin topuğundan alınacak iki damla kan fenilketonüri hastalığına yakalanan bebeğin zeka özürlü olmasını önlüyor.

Uşak İl Sağlık Müdürü Ali Taşçı, doğumdan sonra bebeğin topuğundan alınacak iki damla kanın fenilketonüri hastalığına yakalanan bebeğin zeka özürlü olmasını önlediğini söyledi.

Fenilketonüri hastalığına yakalanan bebeklerin diğer bebeklerden ayırt edilemediğini ifade eden Uşak Sağlık İl Müdürü Dr. Ali Taşçı, erken tanı konması halinde hastalığın tedavi edilebileceğini söyledi. Doğumdan sonra ilk 24 saat içerisinde anne sütü aldıktan sonra bebeğin topuğundan alınacak iki damla kanın bebeğin zeka özürlü olmasını önleyeceğini belirten Dr. Taşçı, "Çocuklarımızı tehdit eden önemli hastalıklardan birisi de kalıtsal metabolizmaya bağlı bir hastalık olan fenilketonüridir. Bu hastalıkla doğan çocuklar, proteinli gıdalarda bulunan fenilalanin isimli aminoasiti vücutta kullanamaz. Bunun sonucunda kanda ve diğer vücut sıvılarında artan fenilalanin ve onun artıkları çocuğun gelişmekte olan beynini harap eder. Tedavi edilmediği takdirde hastalık ağır zeka geriliğine neden olur" dedi.

Fenilketonüri hastalığının bebeğin beyni etkilenmeden, erken tanınmasının önemli olduğunu vurgulayan Dr. Taşçı, "Bu amaçla geliştirilmiş her yeni doğan çocuğa uygulanabilen bir tarama testi vardır. Doğumdan sonra ilk 24 saat içerisinde özel bir filtre kağıdına alınan 2 damla kan teşhis için yeterlidir. Hastalık erken teşhis edildiğinde uygun diyet tedavisiyle zeka geriliği önlenebildiği için gelişmiş ülkelerde tüm yeni doğanların fenilketonüri yönünden taranması zorunluluğu var. Tedavide genel ilke gıdalarla alınan fenilalanin miktarını azaltarak, kanda fenilalanin düzeyini normal sınırlar içinde tutmaktır. Diyet tedavisinde fenilalanini çok azaltılmış ya da fenilalanin içermeyen özel ve ilaç niteliğinde mamaların ve tıbbi ürünlerin kullanılması gereklidir. Fenilketonüri yeni doğan taramasıyla saptanıp ilk 3 ayda tedaviye başlanmazsa, zihinsel özür gelişmesi kaçınılmazdır" diye konuştu. İHA

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:24 AM
İngiltere'de yapılan araştırmalarda, hücrelerde bulunan bir proteinin etkisiz hale getirilmesiyle alerjilerin tedavi edilebileceği saptandı.

'Nature' dergisinde yer alan habere göre, alerji, bağışıklık sisteminde meydana gelen ve polen, toz, çeşitli hayvan tüyleri veya böcek türleri gibi etkenlerle meydana gelebilen bir etken olarak biliniyor. Bazı alerji türlerinin de ilerleyen safhalarda solunum yollarında astım gibi çeşitli kalıcı rahatsızlıklara sebep olduğu daha önceki araştırmalarla kanıtlanmıştı. Ancak alerji, yerleştiği bünyenin günlük hayatına direk etki yapması nedeniyle kişiye rahatsızlık verebiliyor. İngiltere'de son 20 yılda alerji ve buna bağlı hastalıklarda ciddi oranda gözlenen artıştan yola çıkarak araştırmalarını derinleştiren bilim adamları, kanserin oluşumuna da neden olduğu bilinen proteinlerin üzerinde durdular. Londra'da bulunan Ludwig Kanser Araştırmaları Enstitüsü yetkilileri tarafından fareler üzerinde yapılan deneylerde, alerjik reaksiyonlara neden olan 'p110delta' adlı proteinin etkisiz hale getirilmesiyle alerji ve bu nedenle meydana gelen hastalıkların önlenebileceği ortaya kondu. Bilim adamları şimdi de fareler üzerinde olumlu sonuçlar doğuran bulguların insanlar üzerinde de aynı sonucu doğurup doğurmayacağını araştırıyorlar. İHA

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:24 AM
Verem Öldürmeye Devam Ediyor

--------------------------------------------------------------------------------

Nedeni belli, tedavisi mümkün, korunulabilir bir hastalık olmasına karşın tüberkülozun hala dünyada insanları en çok öldüren 10 hastalık arasında bulunduğu belirtildi.
Günümüzde her gün 22 bin kişide veremin geliştiğini ve 9 bin hastanın veremden öldüğünü kaydeden Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Tevfiek Özlü, bir yılda veremden ölenlerin sayısının 3 milyonu bulduğunu söyledi. Aşağı yukarı her 10 saniyede bir kişinin dünyada veremden öldüğüne ifade eden Prof. Dr. Özlü, "İnsanlık tarihinin hiçbir döneminde yeryüzünde bu kadar tüberkülozlu hasta olmamıştır. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), 1993'te tüberküloz salgınının önlenemediğini itiraf ederek acil durum ilan etmiştir. 2005'e gelindiğinde de durum benzerdir. Bu yıl için hesaplanan rakamlara göre, yeryüzünde yaşayan her üç kişiden biri verem mikrobuyla tanışmış olup, günün birinde verem hastası olmaya adaydır. Yılda 62 milyon kişi mikrobu almakta ve 10 milyon kişi hastalanmaktadır. Tüm veremli hastaların sayısı ise 23 milyon olarak tahmin edilmektedir. Eskiden sadece gelişmemiş ülkelerle, fakir ve sefalet içerisinde yaşayan insanların hastalığı olarak kabul edilen verem, günümüzde küreselleşme, hızlanan nüfus hareketleri ve AIDS salgınına bağlı olarak sınır tanımamaktadır ve zengin toplumlarda ve çok popüler kişilerde de sık rastlanır olmuştur. Artık kimse güvende değildir" dedi.
Türkiye'nin hastalığın orta sıklıkla rastlandığı coğrafyada yer aldığına dikkat çeken Tevfik Özlü "Nüfusumuzun dörtte birine verem mikrobu bulaşmış haldedir. 200 bin civarında verem hastası olduğu ve her yıl 30-40 bin yeni hastanın ortaya çıktığı sanılmaktadır. Tüberküloz karşısında tıp aciz değildir. Tüberküloz, tıbben hem kolay teşhis edilebilen hem de yüzde 100'e yakın başarı oranıyla tedavi edilebilen ve hatta büyük oranda korunulabilen bir hastalıktır. Bu bakımdan tüberküloz tıbbi bir sorun değildir. Yönetimsel bir sorundur" diye konuştu.

TÜBERKÜLOZUN KONTROL ALTINA ALINAMAMASININ NEDENLERİ
Prof. Dr. Özlü, tüberküloz olgularının ve ölümlerin yüzde 90'dan fazlasının gelişmekte olan ülkelerde olduğunu ve olguların yüzde 75'inin üretken yaş grubunda (15-54 yaş) yer aldığını belirterek şunları söyledi:
"Tüberkülozlu hasta sayısı yılda yüzde 2,4 oranında artmaktadır. Bu artış, yoksulluk, gelir dağılımının bozulması, yetersiz beslenme, savaşlar, nüfus hareketleri, AIDS salgını, alkolikler, evsizler, mahkumlar, göçmenler gibi risk gruplarındaki artış, yanlış veya eksik tedaviler, direnç gelişimi ve sağlık hizmetlerinin sunumundaki aksaklıklardan kaynaklanmaktadır. Görüldüğü gibi ekonomik dengeler, gelir dağılımı, yaşam koşulları, savaş ve göçler ve sağlık hizmetlerinin yeterince ulaşılabilir olmaması gibi yönetimsel sorunlardan kaynaklanmaktadır"
Ülkemizde tüberkülozun kontrol altına alınamamasının nedenlerini ise Prof. Dr. Özlü, şu şekilde sıraladı:
" - Birinci ve ikinci basamak sağlık kurumlarında mikroskopik olarak verem mikrobunun tanınmasına dönük işlemlerin yaygın olarak yapılamaması,
- Verem teşhisi konan hastaların yasal olarak zorunlu bildirimlerinin yapılmaması,
- Verem hastalarının tedavilerinin doğrudan gözetim altında yapılamaması,
- Tedavi başlanan olguların sonuna kadar izlenememesi,
- Hasta eğitiminin yapılamaması ve hastalarımızda tedaviye uyumsuzluk,
- Yanlış veya eksik tedavi rejimleri,
- Verem savaşındaki personelin eğitim ve motivasyon eksikliği."

VEREMLE SAVAŞTA YAPILMASI GEREKENLER
Prof. Dr. Özlü, verem savaşında yapılması gerekenleri ise şu şekilde özetledi:
"- Uygun yakınmaları olan kişilerin balgam örneklerinde mikroskobik muayeneyle verem mikrobunu araştırmak,
- Tanı konmuş hastaların tedavilerini sonuna kadar gözetim altında uygulamak,
- Doğum sonrası 2. ayda ve ilkokul 1. sınıfta BCG aşılamasını yapmak,
- Verem teşhisi konmuş hastaların yakınları ile temaslı olduğu kişileri taramak, gerekirse ilaçla korumaya almak,
- Halkı verem konusunda bilgilendirmek,
- Hasta ve hasta yakınlarını eğitip tedavilerini yanlış ve eksik yapmalarını önlemek,
- Verem teşhis ve tedavisiyle ilgili sağlık hizmetlerini kolay ulaşılabilir hale getirmek ve ücretsiz sağlık hizmeti verildiğini kamuoyuna duyurmak,
- Verem tanısı almış tüm hastaların kim tarafından teşhis edilmiş olursa olsun mutlaka hastaya en yakın verem savaş dispanserine bildirmek ve ilgili dispanser tarafından takip edilebilmesini temin etmek,
- Dispanserlerde tüberküloz tedavisiyle ilgili tüm ilaçları yeterli dozlarda ve kesintisiz bulundurmak,
- Dispanserde çalışan hekimlerin meslek içi eğitimlerini yapmak ve verem savaşında motivasyonlarını güçlendirecek moral ve ekonomik önlemleri almak,
- Verem savaşında taraf olabilecek tüm kesimlerin (Tıp Fakülteleri, Verem Savaş Dernekleri, Hekimlerin Uzmanlık Dernekleri, Basın ve gönüllü kuruluşlar gibi) koordinasyonunu sağlamak." İHA

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:24 AM
Hiperaktif çocuklara balık yağı


Omega-3 yağ asidi, dikkat eksikliği için de öneriliyor
Hiperaktif çocuklarda, Omega-3 yağ asidi içerikli şuruplar, rahatsızlığın giderilmesinde yarar sağlıyor.

Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Hasan Koç, ''özellikle hiperaktivite gözlenen çocuklarda, Omega-3 yağ asidi içerikli şuruplar, rahatsızlığın giderilmesinde büyük yarar sağlıyor. Bunu hastalarımızda net bir şekilde gözlemliyoruz" dedi.

Hamilelik sırasında dengeli beslenmeyen annelerin çocuklarında vitamin ve mineral eksikliğine bağlı olarak bazı rahatsızlıklar görüldüğünü de söyleyen Koç, ''hamilelik ya da bebeklik döneminde, beyinsel gelişim için gerekli vitamin ve mineralleri alamayan çocuklar için, Omega-3 yağ asidi takviyesi önerilmekte'' dedi.

"Yararlı olduğu bir başka rahatsızlık ise dikkat eksikliği"

Omega-3'ün balık yağında bulunduğunu belirten Koç, "bu vitamin grubunun yararlı olduğu bir başka rahatsızlık ise ilköğretim çağındaki çocuklarda sıkça görülen dikkat eksikliği" dedi.

Şurupların düzenli kullanımının dikkat toplama güçlüğünü azalttığını da söyleyen Koç, "bu şuruplardan, 1-6 aylık bebeklere günde bir çay kaşığı, 7-12 aylık bebeklere bir tatlı kaşığı, bir yaş üzeri çocuklara ise bir yemek kaşığı içirilebilir. Söz konusu ilaçların, hekim gözetiminde kullanılmasında yarar var'' diye konuştu.

"Avrupa'daki araştırmalar gelişmeyi ortaya koyuyor"

Türkiye'de Omega-3 yağ asidi kullanımıyla ilgili bilimsel bir araştırmanın yapılmadığını da vurgulayan Koç, "Avrupa'da yapılan araştırmalar, vitamin-mineral eksikliği tespit edilen çocukların, Omega-3 yağ asidi verilmesiyle beyinsel gelişme gösterdiğini ortaya koyuyor" dedi.

Koç, vitamin bileşeninin, tüm yaş grupları tarafından da kullanılabileceğini söyledi.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:25 AM
Sınav stresi diyabete neden oluyor

--------------------------------------------------------------------------------

Doktorların yaptıkları incelemeler sonucu erişkin tipi diyabetin son yıllarda artmaya başladığı ortaya çıktı. Bunun nedeni ise başta stres olmak üzere, aşırı şişmanlama ve yanlış beslenme olarak açıklanıyor.

Medicline.com'da yer alan haberde, son yıllarda strese bağlı olarak, okullara giriş sınavları döneminde çocuklarda şeker hastalığının birden bire artığına dikkat çeken uzmanlar, travmaların, ameliyatların da artış gösterdiğini ve 7 yaşına kadar çocuğun her şeyi yediği için teşhis konulamadığını belirtiyorlar. Uzmanlar özellikle kola ve üzümün şeker hastalığına neden olduğunu kaydeden uzmanlar, hastalar üzerinde yapılan incelemede her 100 çocuktan 10'unun aynı şikayetle diyabet komasına girererk hastaneye geldiğini vurguluyorlar.

Diyabetin iri doğanlarda görülme oranının yüzde 18 olduğunu belirten doktorlar, 4 kiloyu geçen her çocukta diyabet riski olabileceğini ve. beslenme konusunda ailelerin ölçüyü bilmediği için çocuğa yeterli şekerli gıdayı vermediğini bildiriyorlar. Doktorlar, gizli bir hastalık olarak nitelendirdikleri diyabetin tedavisinde ise 4 esas olduğunu belirtiyorlar. Bunlar diyet (tıbbi beslenme), fizik aktivite, ilaç kullanımı ve eğitim.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:25 AM
Omurgayı tutan romatizmal hastalıklar

Bel ve boyun fıtığı dışında da bel ve boyunda ağrılara yol açan başka hastalıklar da vardır. Bunların başında romatizma gelir. Bazı romatizma tipleri omurgayı etkiler ve genetik yolla önceki kuşaklardan alınır. Ama kalıtsal bir bağlantının varlığı, sizde görülen hastalığın mutlaka çocuklarınızda görüleceği anlamına gelmez. Bir kişide belirli bir romatizma tipine özgü gen bulunsa da, asla romatizma belirtileri gelişmeyebilir.

Ankilozan spondilit

Halk arasında Prof Ahmet Mete Işıkara ve Suna Pekuysal hastalığı olarak bilinir. “Kaynaşma” (ankiloz) ve “omur iltihabı” (spondilit) anlamındaki sözcüklerden türetilmiş olan adı, bu hastalığı oldukça iyi tanımlar. Ankilozan spondilit kalça, omuz, kaburga, bel ve ensede sertlik ve ağrıya, kemiklerin birbiriyle kenetlenip kaynaşması sonucunda omurganın esnekliğini yitirmesine yol açar. Eğer ankilozan spondilitli bir akrabanız varsa, bu hastalığa yakalanma riskiniz artar. Hastalık genellikle 30’lu yaşlarda gelişir ve erkeklerde daha çok görülür. Tanıda gecikme çoğu zaman ciddi hasra yol açar. Anne ya da babada ankilozan spondilit varsa, çocukların bu geni taşıma olasılığı yüzde 25-50 dolayındadır. Gen kalıtım yoluyla geçmişse, hastalığın gelişme olasılığı onda birdir.



Ankilozan spondilit yavaş yavaş ilerler ve tedavi edilmezse sonunda bütün omurga kaynaşıp “yekpare” duruma gelebilir. Belirtiler arasında kronik bel ağrısı, soluk alındığında göğsün genişlemesi ve arkaya doğru hareket yeteneğini giderek yitirmesi, omurgayı leğen kemiklerine bağlayan sakroiliyak (sağrı-böğür) eklemlerinde röntgen filmleriyle saptanabilir bozulmalar, yüksek sedimantasyon hızı ve romatoit faktörün yokluğu sayılabilir. HLA-B27 doku antijeni arandığında genellikle pozitif çıkar. Tedavi için bir yandan iltihap giderici ilaçlar kullanılırken, bir yandan da germe ve eklem açma hareketlerini kapsayan egzersizler yapılır. Hastalığın kaburgaları etkileyip soluk almayı sınırlamasını önlemek açısından, vücudu doğru konumlarda tutmanın büyük önemi vardır. Gece yatarken yüksek yastıklar kullanılmamalıdır. Uyku sırasında başın yüksekte tutulması, hastalıktan zaten etkilenmiş boyun omurlarının kalıcı biçimde eğri kalma olasılığını arttırır. Hekim ayrıca sigarayı bırakmanızı isteyecek, kullanmanız için kortizon içermeyen antienflamatuar ilaçlar (özellikle indometasin) verecektir. Eğer bu hastalık erken dönemde tanınırsa tedavisi oldukça yüz güldürücüdür. Bu nedenle özellikle anne ve babaların vücudunu öne doğru eğik tutan ergenlik çağındaki çocuklarını mutlaka doktora götürmeleri gerekir. Hastalık ilerlerse geri dönüş çok zordur. Her ne kadar Almanya’da bu konuda bir aşı geliştirilmişse de tıbbi açıdan tam olarak onaylanmamıştır. İlerlemiş vakalarda son zamanlarda piyasaya sürülen infoksilab içeren ilaçlar kullanılabilir. Ama bu ilaçlar pahalı ve yan etkileri fazla olan ilaçlardır. Bu nedenle erken teşhis için dikkatli olunmalıdır

İltihaplı bağırsak hastalığı artriti


İltihaplı (enflamatuar) bağısak hastalığı, ülseratif kolit ve Crohn hastalığı gibi bağırsak sorunlarını kapsar. Ülseratif kolitlilerin % 10, Crohn hastalığı olanların % 20 kadarı ilişkili iki romatizma tipinden birine yakalanmaktadır. Bunlardan biri ankilozan spondolite benzeyen bir omurga romatizması tipidir. Diğeri ise daha çok el, diz ve dirseklerde sabahları ağrı ve katılığa yol açar. İltihap giderici ilaçlar kullanmaya ve doğrudan bağırsak hastalığını daha iyi denetim altına almaya dayanan bir tedavi uygulanır.

Sedefli romatizma (psoriyatik artrit)

Tıp dilinde psoriyaz denen sedef hastalığını bilirsiniz. Deride şişme, kızarma ve genellikle kullanmayla kendini belli eden bu hastalık, her on hastanın birinde muhtemelen romatizmaya da yol açar. Sedefli romatizma eklemlerin ağrımasına neden olursa da, genellikle bu eklemlere işlevsiz hale getirmez. Tedavi için aspirin gibi iltihap gidericiler ve bazen başka ilaçlar kullanılır, hareket aralığını koruyan egzersizler yapılır. Sedefli romatizmada genellikle vücudun her iki yanındaki aynı bölgeler etkilenmez. Ciddi vakalarda el ve ayak parmakları sosise benzer biçimde şişebilir. Yapılan incelemelerde romatoit faktörün negatif, sedimantasyon hızının yüksek olduğu görülür; ürik asit düzeyi yüksek çıkabilir. Röntgen filmi hekimin eklem yada kemik hasarı olan bölgeleri görmesini sağladığından yararlıdır.

Reiter sendromu

Genellikle erkeklerde görülen bu romatizma tipi, cinsel yolla bulaşan üretrit (idrar yolu iltihabı) gibi bazı hastalıklara ya da şiddetli ishale yol açan dizanteri gibi bir mide-bağırsak enfeksiyonuna tepki olarak gelişir. Buna reaktif (tepkisel) artrit de denir.


Çünkü eklemler vücutta iltihaplanmayı başlatan enfeksiyona tepki gösterir. Belirtiler genellikle cinsel birleşmeyle bulaşan idrar yada üreme yolu enfeksiyonlarından (enfeksiyona bağlı olarak genellikle sık idrara çıkılır ve idrar yaparken yanma hissedilir) ya da mide-bağırsak sorunlarından bir-dört hafta sonra ortaya çıkar. Diz, bilek ya da ayaklardan biri duyarlılık kazanır ya da şişer. Ateş ve kilo kaybına sık rastlanır. Kaburgalarda, sırtta, belde, topukta ve Aşil tendonunda ağrı duyulabilir. Ayrıca gözlerde şişme ve kızarma, döküntü ve idrar yolu iltihabı gibi belirtiler sayılabilir. Hekim muayeneye, kan tahlillerine ve röntgen filmine dayanarak Reiter sendromu tanısına varır. Bu hastalıkta çekilen filmler sakroiliyak eklem çevresindeki kemik sorunlarını ortaya koyar. Bazı vakalarda antibiyotikler yararlı olabilir. Diğer durumlarda ise hastanın dinlenmesi, ağrıya karşı kortizon içermeyen antienflamatuar ilaçlar ve bazen deri sorunları için kortikosteroitler kullanması gerekir.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:25 AM
Büyüme Hormonu Tanimi

--------------------------------------------------------------------------------

Büyüme Hormonu her insanda bulunan ve çocukluk döneminde büyümeyi düzenleyen bir hormondur. Bu hormonun yetersiz salgılandığı çocuklarda büyüme yaşıtlarına göre daha yavaş olur.

Eğer çocuğunuz yeterince büyümüyorsa Büyüme Hormonu eksikliğinin olup olmadığının ortaya çıkarılması için bir dizi test yapılmalıdır. Büyüme Hormonu konsantrasyonu 24 saatlik idrarda ölçülebilir.


Bu testlerin amacı, çocuğunuzun Büyüme Hormonu düzeylerinin normal, normalin altında ya da tamamen eksik olup olmadığının anlaşılmasıdır.


Uygun dozda ilaç verilebilmesi için çocuğun Büyüme Hormonu düzeyi çok önemlidir. Düşük veya yüksek düzeyde Büyüme Hormonu eksikliği olan çocukların hormon tedavisinden yararlanmaları hepimiz açısından oldukça mantıklıdır, fakat ilginç olarak hormon düzeyleri normal çocuklar da zaman zaman bu tedaviden yarar görebilmektedirler. Bunun nedeni sözkonusu çocuklarda salınan hormonun büyümeyi sağlayan bölgelerde etkili olmamasıdır.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:26 AM
Yetişkinlerin üçte biri tansiyon hastası olacak

ABD'de yapılan bir araştırmanın sonucuna göre, 2025'te dünyadaki yetişkin nüfusun üçte ikisi yüksek tansiyon hastası olacak.

Tıp dergisi Lancet'te yayımlanan araştırmaya göre, 2025'te yüksek tansiyon hastalarının sayısı bugünkünden yüzde 60 fazla olacak.


Yüksek tansiyon hastalarının sayısının gelişmiş ülkelerde yüzde 24, üçüncü dünya ülkelerinde yüzde 80 artacağı belirtildi.


2025'te yüksek tansiyon hastalarının dörtte üçünü gelişmekte olan ülkelerin vatandaşlarının oluşturacağı kaydedildi.


Yüksek tansiyon ve buna bağlı hastalıklar büyük ölçüde batı tarzı yaşam biçimine bağlanıyor.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:26 AM
Türkiye'de 30 bin hemodiyaliz hastası

--------------------------------------------------------------------------------

Türkiye'de, yaklaşık 30 bin kronik böbrek yetmezliği hastası, haftanın 3 günü diyaliz cihazına bağlı olarak 'bir gün böbrek nakli olabilmek umuduyla' yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Ancak bu hastaların yılda, sadece 500'ü bu imkana kavuşuyor.
Türkiye'de 211'i Sağlık Bakanlığı'na bağlı toplam 480 diyaliz merkezinde, kronik böbrek hastalarına diyaliz hizmeti veriliyor. Sağlık Bakanı Recep Akdağ, diyaliz hizmetlerinin kronik böbrek hastalarının yaşam umudu olduğunu belirterek, kronik böbrek hastaların verilen diyaliz hizmetlerinin ülkenin her noktasına ulaştırılmasında hayırsever vatandaşlardan ve özel sektörden destek beklediklerini söyledi. Akdağ, yaptığı yazılı açıklamada, "Bakanlığımızca bölgelerde gerek cihaz temini gerekse personel eğitiminin sağlanması ve mekanların diyaliz hizmetine uygun hale getirilme çalışmaları, hayırsever vatandaşlarımızın ve özel sektörün desteğiyle hız kazanmaktadır" dedi. Diyaliz Merkezleri Yönetmeliği ile yürütülen diyaliz hizmetlerinden yararlanan hemodiyaliz hasta sayısının toplam 26 bin 707 olduğunu ifade eden Bakan Akdağ, şu ifadelere yer verdi:
"211'i bakanlığımıza bağlı toplam 480 diyaliz merkezinde, 211'i bakanlığımıza bağlı toplam 6 bin 413 hemodiyaliz cihazı bulunmaktadır. Hemodiyaliz hastası sayısının toplam 26 bin 707 olduğu göz önüne alındığında, cihaz başına düşen hasta sayısının 4,2 olduğu görülmektedir. Mevcut cihazların kullanım yılları, modelleri, ülke genelindeki dağılımı dikkate alındığında, cihaz ve merkez sayısında eksiklik ve düzensizlikler göze çarpmaktadır" diye konuştu. Türkiye'de diyaliz hizmetine ihtiyacı olup da ulaşamayan hastanın bulunmadığını anlatan Bakan Akdağ, "Ancak hastaların ikamet ettiği yerlerde bu olanağı bulamayıp göç yada zorlu ulaşımla bu hizmete kavuşuyor olması, hizmet kalitesinin artırılması gereğini göstermektedir."


Sağlık Bakanı Akdağ, günün değişen şartları ve Türkiye'de, 'Sağlıkta Dönüşüm Programı' ile sağlanan önemli gelişmelere paralel olarak, diyaliz hizmetleri mevzuatında değişiklik yapılması gerektiğini kaydetti. Akdağ, mevzuat değişikliğiyle eğitim ve araştırma hastaneleri bünyesinde yer alan diyaliz üniteleri haricindeki diğer diyaliz merkezlerinin açılış, işleyiş ve denetimlerinin il sağlık müdürlüklerine devredilmesinin gerekli olduğunu vurguladı. Akdağ, "Bu yolla gerek bölge şartlarını gerekse hasta potansiyelini birebir izleyebilen planlama ve işleyiş denetimi sağlanabilecektir" dedi. Ünite dağılımının ülke çapında yaygınlaştırılmasını sağlamak amacıyla, 13 diyaliz ünitesinin 2004 yılı sonuna kadar, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde faaliyete geçirileceğini ifade eden Akdağ, "Hemodiyaliz hasta sayısının 26 bin 707, periton diyalizi hasta sayısının 3 bin 855 olduğu, diyaliz hasta sayısı artış oranının binde 40 olarak izlendiği ülkemizde, verilen diyaliz hizmetinin devlet-vatandaş işbirliğiyle daha kaliteli hale getirilebileceği muhakkaktır" ifadelerini kullandı.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:26 AM
Kirli çorap, tırnak mantarına yol açıyor

--------------------------------------------------------------------------------

Değiştirilmeyen kirli çoraplar ile ortak kullanılan duş ve banyoların tırnak mantarına yol açtığı bildirildi. Uzmanlar, tırnak mantarına yakalanmamak için el ve ayakların sürekli temiz tutulması konusunda vatandaşları uyardı.


İHA muhabirinin bu konuda derlediği bilgilere göre, 'Onikomikoz' olarak adlandırılan tırnak mantarı enfeksiyonu 'Dermatofit' adı verilen organizmalar tarafından oluşturuluyor. Tedavisi mümkün bulaşıcı bir hastalık olan tırnak mantarının mutlaka doktor gözetiminde tedavi edilmesini öneren uzmanlar, "Bu yalnızca bir kozmetik sorun değil, tırnak yatağı ve plağını tutan bir enfeksiyondur. Tırnak mantarı tüm tırnak hastalıklarının yaklaşık yüzde 50'sini oluşturur" uyarısında bulundu. Tırnakta mantar enfeksiyonu varsa bunun görülebildiğini, kokusunun veya ağrının hissedilebildiğini vurgulayan uzmanlar, hastalığın, tırnaklarda sarı, yeşil veya kahverengi renklenme, tırnaklarda pul pul kalkma, tırnak altında kir birikmesi, ayaklarda kötü koku ve ayak tırnaklarında acı ile ortaya çıktığını kaydettiler. Yavaş ve kronik seyreden tırnak mantarının en sık rastlanılan tırnak hastalığı olduğunu belirten uzmanlar, tüm dünyada tırnak mantarının görülme sıklığının değiştiğini ifade ettiler. Mantarın genellikle tırnağın altına girerek burada etkili olmaya başladığını ifade eden uzmanlar şu bilgileri verdi:


"Tırnağa hasar veren her şey mantarın içeri girmesini kolaylaştırabilir. Zedelenme, el ve ayak tırnağına sert bir cisimle vurulması, ayak tırnağına basılması, tırnakların çok dipten kesilmesi, ayak parmaklarını sıkıştıran küçük ucu sivri ayakkabılar tırnak mantarına yol açabilir. Tırnak mantarı bulaşıcıdır. Enfeksiyona neden olan mantarlar ortak kullanıma açık, ılık ve nemli yerlerde bulunurlar. Soyunma odaları, yüzme havuzu, ortak kullanılan duş ve banyolar, bahçe, manikür veya pedikür aletleri tırnak mantarı bulaştırabilirler. Tırnak mantar enfeksiyonu kendiliğinden iyileşmez. Doktor tarafından önerilen ilaç tedavisi ve önerilere uymak gerekir. Mantar enfeksiyonunda doktorunuz tarafından önerilen ilaç, hastalığa neden olan mantarın yaşadığı ve geliştiği yere tırnak yatağına yaklaşır ve enfeksiyonu ortadan kaldırır. Bu şekilde doktorunuz tarafından önerilen doz ve sürede kullanacağınız ilaç ile tedaviniz gerçekleşir. Doktorunuz, mantar enfeksiyonunuz için ağızdan alabileceğiniz ilaç yazabilir. Ayak tırnak mantarında tedavi yaklaşık 3 ay sürer. El tırnak mantarında tedavi yaklaşık 2 ay sürer. Hangi tedavinin sizin için uygun olduğunu öğrenmek için lütfen doktorunuza başvurunuz."


Uzmanlar, tırnak mantarından korunmak için şu önerilerde bulunuyor:


"- Ayaklarınızı olabildiğince temiz ve kuru tutun.
- Halka açık yüzme havuzu ve duş alanlarında terlik kullanın.
- Ayak tırnaklarınızı, parmağın ucunu geçmeyecek şekilde düz olarak kesin.
- Manikür ve pedikür için sterilize aletler veya en iyisi kendi aletlerinizi kullandırın.
- Ayağınıza uyan, sivri burunlu olmayan rahat ayakkabılar giyin.
- Ev içinde kullanılan havluların kişiye özel olmasına dikkat edin.
- Ayaklarınız çok fazla terliyor veya nemli kalıyor ise gün içinde çoraplarınızı değiştirin."
Tırnak mantarına yakalanma riski yüksek olanlar ise şöyle sıralanıyor:
"- Diyabeti olanlar
- Dolaşım sorunları olanlar
- Bağışıklık yetersizliği olanlar (AIDS/HIV enfeksiyonu)
- 65 yaş ve üzeri olanlar
- Ayak derisinde mantar enfeksiyonu olanlar
- Ayakları çok terleyen veya sürekli nemli kalanlar
- Atletler, koşucular ve dansçılar gibi ayaklarına fazla yüklenenler."

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:26 AM
İşleyen demir körelmiyor

--------------------------------------------------------------------------------

İnsanların yaş ilerledikçe hafıza kayıpları yaşamasının normal olduğu, egzersiz yaparak beynin canlı tutulabileceği ve kapasitesinin artırılabileceği bildirildi.




İnternet sitesi medicline.com'da yer alan haberde, insanların yaşları ilerledikçe beynin fonksiyonlarını kullanmakta zorlandığı ve fiziksel olarak yıprandığı belirtiliyor. Uzmanlar ayrıca, yaşlandıkça beynin daha yavaş çalıştığını, sinir hücrelerinin zayıflayarak öldüğünü belirtiyorlar. Uzmanlar, beyinde saklı tutulan mevcut hafızanın yaşlandıkça önemli miktarlarda kaybolmadığını, bunun yerine yeni bilgileri depolayan beyin yapılarının yaş ilerledikçe zayıfladığını vurgularken, yaşlılığın tamamen kötüye gidiş anlamına gelmediğini ve yaşlı beyinlerin daha geniş bir kelime hazinesine, yazılı metinleri daha iyi anlama ve olayları daha geniş açıdan yorumlayabilme özelliğine sahip olduğunu bildiriyorlar. Uzmanlar, insan beyninin 1 cm'de 1 trilyon bağlantılı 100 milyar sinir hücresi bulunduğunu ve bu hücrelerin arasında da her 1 saniyede 10 milyar kere uyarı gerçekleştiğine dikkat çekiyorlar.




Yapılan bir çalışmada, her 3 kişiden 2'sinin yaşlanmayla birlikte meydana gelen doğal hafıza kaybının farkına varamadığını tespit eden uzmanlar, bir şeyin nerede olduğunu unutmanın değil, bir yere konan şeyi oraya ne zaman koyduğunuzu unutmanın beyin sağlığı açısından tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini kaydettiler. Uzmanlar sağlıklı bir hafıza için fazla yemek yememeyi, yeni şeyler öğrenmek ve zihinsel egzersiz yapmayı ve bolca E ve C vitamini tüketmeyi öneriyorlar.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:26 AM
Solaryumlar Yararlı mı Zararlı mı ?

--------------------------------------------------------------------------------

Solaryum, son zamanlarda oldukça fazla ilgi gören, sağlık ve estetik ile yakından ilgili bir konudur..

Solaryum, son zamanlarda oldukça fazla ilgi gören, sağlık ve estetik ile yakından ilgili bir konudur. Bronz bir tenin kişiyi ne kadar canlı, dinamik ve güzel gösterdiği bir gerçektir. Ancak hemen her konuda olduğu gibi, solaryumu kullanırken de dikkat edilmesi gereken kurallar vardır. Bunun yanısıra, bugün dünyada solaryumun faydası ve zararı konusunda tartışmalar hala sürmektedir.Ozetle basligimizi da olusturan soruya cevap olarak SOLARYUM hem zararli hem de yararli diyebiliriz....

Zararlari

- Gözde katarak oluşumuna sebep olabilir.
- Yanıklar
- Deri kanseri gelişimi. ( A.B.D'de yapilan son aratirmalarla solaryumda kullanilan UV.A isinlarinin deri kanseri riskini artirdigini ortaya koymustur )
- Erken deri yaşlanması.
Solaryum esnasında aynı zamanda Uv A ışını yayılımı olduğundan dolayı bu ışın deride ,kanser haricinde birtakım zararlara da yol açar.
Vücut savunma sistemine zarar verebilmektedir.
Ayrıca bazı losyon, nemlendirici ve tedavi kremleri ile reaksiyona girerek vücuda zararlı olabilirler.

Yararlari

Derinin alt tabakasına nüfuz ederek sedef hastalığına iyi gelir.
Ciltteki akne ve sivilce izlerinin tedavisinde kullanılır.
Solaryum ışınları metabolizmayı güçlendirerek solunumu düzenler ve soğuk algınlığına yakalanma riskini üçte bir oranında azaltır.

Virüslü hastalıklara karşı vücut direncini arttırır
Kalsiyum eksikliğinden kaynaklanan kramplara karşı etkilidir.
Güneş banyolarında UV-B ışınları cildin su toplamasına ve soyulmasına neden olurken, solaryumda kullanılan optimize edilmiş ışınlar sayesinde böyle bir durum söz konusu değildir.
Solaryum endorfin (mutluluk hormonu) salgılanmasını sağlar, cinsel gücü artırır.
Bronz ten kişinin öz güvenini artırır ve kendini iyi hissetmesini sağlar.
UV-B ışınları D-vitamini üretimini sağlayarak osteoporoza (kemik erimesi) karşı koruma sağlar.
Depresyonlara karşı etkilidir.
Kalp ve dolaşım sistemini güçlendirir.
Solaryumun,Deri Kanseri riskini artirdigi gercegini gozardi edip yine de Solaryuma giriyorsaniz asagidaki uyarilara dikkat etmenizde fayda var..

Sağlıklı bronzluk için dikkat edilecek konular.

Solaryum seanslarına başlamadan önce mutlaka cilt testi yaptırın.
Böylelikle teninizin rengine ve cildinizin hassasiyetine göre solaryuma gireceğiniz uygun süre ve seansları belirleyebilirsiniz.
Doğal bir bronzluğa ulaşmak için toplam 6 - 7 seans yeterli olmaktadır. Ancak çabuk bronzlaşmak için seanslar sık sık tekrar edilmemelidir. Bir hafta içinde 3 kereden fazla veya aynı gün içerisinde 2 kez solaryuma girmek tehlikelidir.
Solaryumda kalacağınız süre ilk seans için 8 - 10 dakika arasında olmalı daha sonraki seanslarda ise 5' er dakika arttırılarak maksimum 20 dakikaya çıkarılmalıdır.
Solaryuma girmeden önce cildin bütün kozmetik ürünlerden tamamen arındırılmış olması gerekir. Ayrıca solaryum için üretilen özel ürünler olmadıkça, solaryum cihazında hiçbir güneş ürünü kullanılmamalıdır.
Seans esnasında gözler kapalı tutulmalı ve koruyucu gözlük takılmalıdır. Ayrıca lens kullanan kişilerin, solaryuma girmeden önce lenslerini çıkarmaları gerekmektedir.
Prospektüslerinde "UV ışınlarına karşı duyarlılık yaratabilir" uyarısı olan ilaçlardan kullananlar solaryuma girmemelidirler
Alkol alındıktan sonra solaryuma girilmemelidir.
Epilasyon, ağda, cilt bakımı sonrasında solaryuma girilmemelidir.
Kalıcı makyaj ve lazer uygulamalarından sonra solaryuma girilmemelidir.

16 yaşından küçükler solaryuma girmemelidir.

Şüpheli durumlarda doktora danışılmalıdır.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:26 AM
Şuur altı cinsel fobileri biliyor musunuz?



Cinsellik, şuur altı birikimlerden çok etkilenen bir olgudur. Örneğin; çocukluk çağında anne, babasını cinsel ilişki halinde görenlerde erişkin çağa gelince bir takım cinsel sapmalar ve takıntılar olabilmektedir.

Yine aynı şekilde küçükken verilen cinsel eğitim sırasında aşırı korkutma ve yanlış örnekler, vaginismus'a kadar yol açan cinsel fobileri ortaya çıkarabilmektedir.

Yine erken yaşta maruz kalınan ensest ilişki ve cinsel tacizler ileriki hayatta cinsel saplantılara neden olabilmektedir. Yine frijiditenin sebeplerinden biri de şuur altında yatan cinsel fobilerdir.

Gerek çocukluk çağında, gerekse erişkin çağda tecavüze uğrayan kadınlar ileriki hayattalarında hep bu cinsel travmanın etkisi altında yaşamaktadırlar. Uzun süreli psikolojik terapiler bile bazen bu tür travmalarından kurtulmaya yeterli olamamaktadır.

Maruz kaldıkları cinsel taciz veya karşılaştıkları kötü bir deneyimi çok utandığı için kimseye anlatamayan ve bu yüzden kendi iç dünyası ile gerçek hayat arasında bocalayan bir sürü insan vardır. En doğru davranış, bunu birileriyle paylaşmaktır. Bu paylaşılan kişi güvenilen bir aile bireyi olduğu gibi bir psikolog, bir jinekolog veya bir psikiyatrist olabilir.

Bazı cinsel travmalar ilaç kullanmayı gerektirecek kadar ciddi sonuçlar doğurabilmektedir.

Filmlerdeki cinsel konuların da çok açık, kontrolsüzce işlenmesi ve sık sık tekrarlanması aynen cinsel travmaya uğramışcasına bazı kişilerde şuur altına yerleşebilmekte ve bu görülen sahneler hayatın herhangi bir devresinde tekrar hatırlanabilmektedir. Filmler bazen eğlence sektörünün amaç ve hedeflerinden farklı mesajlar verebilmektedir. Sinema eğlence amaçlı gidilen bir sosyal mekandır. Eğlenmek için film seyretmeye giden kaç insan seyrettiği cinsel şiddet olaylarından eğlenmiş bir şekilde sinemadan ayrılabilir ki...

Paylaşmak ve profesyonel yardım istemek olayın etkisinden kurtulmaya yardımcı olabilir. Aynı şekilde etkilenip de, bunu şuur altına atıp kendi iç dünyasına hapsedenlerde ise ileriki hayatlarında mutlaka cinsel sorunlarla karşılaşabilmektedirler.

kaynak : mynet

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:27 AM
Cinsellik yaş sınırı tanımıyor




Hem erkek hem de kadında 'libido' (cinsellik dürtüsü), her ne kadar yaşa bağlı olarak azalma gösterse de, çiftler sağlıklı oldukları sürece, çok ileri yaşlara kadar, hiçbir tedaviye ihtiyaç kalmadan cinselliklerini yaşamaya devam edebiliyor.

Dr. Kağan Kocatepe, İHA muhabirine yaptığı açıklamada, 'libido' adı verilen cinsellik dürtüsünün, insanı cinsel eylem arayışına iten ve aynen açlık, susuzluk, kendini koruma dürtüleri gibi çalışan bir 'itici güç' olduğunu belirtti. Libidonun, insanın kendi neslinin devamını sağlamaya yönelik olarak çalıştığını ve onu karşı cinsten biriyle birleşerek yeni bir canlı dünyaya getirmeye yönelttiğini vurgulayan Dr. Kocatepe, "Cinselliğin kaynağı elbette bu kadar basit tarif edilemez. Zira, libidonun başka kaynakları da vardır: Cinsellik, kendini tatmin, gevşeme, zafer kazanma, beğenilme ve hayran olunma ihtiyaçları, karşı tarafı fethetmiş ve ait olma duyguları, yaşamak amacına yönelik olarak başlatılabileceği gibi, çok ileri durumlarda sadizm ve mazoşizm gibi eğilimlerin eyleme dönüştürülmesine yönelik de çalışabilir" dedi. Libidonun, kadında ergenlikten 35 yaşına kadar arttığını, 45 yaşına kadar sabit kaldığını ve çok ileri yaşlara kadar gücünü korumaya devam ettiğini ifade eden Dr. Kağan Kocatepe, "Kadın sağlıklı olduğu sürece, yine çok ileri yaşlara kadar orgazm olabilme kabiliyetini korur. Hatta menopoza yaklaşmakta olan bir kadında, gebe kalma korkusunun azalması, çocukların büyümesiyle birlikte ev iş yükünün azalması gibi etkenler, bu dönemlerde libidonun artmasına bile sebep olabilir" diye konuştu.

Dr. Kocatepe, kadın menopoza girdiği andan itibaren, kanda östrojen hormonunun azalmasıyla birlikte kadın genital organlarında 'atrofi' adı verilen değişiklikler meydana geldiğini kaydederek, vajina dokusunun incelip elastikiyetini kaybettiğini, kadın uyarılsa da genital bölgenin salgılarının artarak ilişkiye hazır hale gelmesinin daha uzun sürdüğünü bildirdi. Genital bölgedeki bu değişiklikler ve kuruluğun, kadında ilişki esnasında ağrıya, ilişki sırasında ve sonrasında idrar yaparken yanma gibi şikayetlere sebep olabileceğinden bu dönemde libidoda azalma görülebileceğini anlatan Dr. Kağan Kocatepe, çeşitli yollardan (tablet, flaster, fitil gibi) uygulanan östrojen tedavisiyle bu sorunların etkili şekilde giderilmesinin mümkün olabildiğini söyledi.

Erkekte libidonun 20-30 yaşlar arasında doruk noktasına çıkmış durumda olduğuna ve bu dönemde cinsel ilişki sıklığının da en üst seviyede olduğunu belirten Dr. Kocetepe, "Erkek beden ve ruh açılarından sağlıklı olduğu sürece, ileri yaşlara kadar ereksiyon ve orgazm olabilme özelliklerini koruyabilir. Yaş ilerledikçe (70 yaş ve üzeri) doğal olarak ortaya çıkan değişiklikler, ereksiyon etkinliğinin azalmasına sebep olabilir" dedi.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:27 AM
Yanlış oturmalar boyun ağrısına yol açıyor





Masa başında çalışanlarda yaygın olarak görülen boyun ve sırt ağrılarının uzun süreli yanlış oturuşlardan kaynaklandığı bildirildi.


SSK Vakıf Gureba Hastanesi Nöroloji uzmanlarından Dr. Ali Akben, boynun baş ile gövde arasında yer alan önemli bir bölge olduğunu belirterek, bütün vücudu etkileyecek sorunlara yol açabilen boyun rahatsızlıklarına karşı olabildiğince dikkatli olunması gerektiğini söyledi. Dr. Akben, vücut hareketlerini, duymayı, yürümeyi sağlayan omuriliğin boyundan aşağıya doğru devam ettiğini ancak, bütün önemine rağmen bu bölgenin sağlığının ihmal edildiğini belirterek, "Genellikle önemsenmeyen boyun bölgesinde 7 adet alt alta dizilmiş kemik, otuz kadar kas, bu kemikler arasından çıkıp omuz, kol ve sırta yayılan 8 adet sinir ve 4 adet de büyük kan damarı vardır. Boyundaki bu yoğun yapıda oluşacak bir takım değişikliklerin ilk bulgusu ise boyun ağrısı olarak karşımıza çıkmaktadır. Yaygın olarak görülen boyun ağrılarının en önemli sebepleri arasında duruş, oturuş hataları gelmektedir. Uzun süreli yanlış oturuşlar boyun ve sırt ağrılarının en başta gelen sebebidir. Bir yere fazla uzanma, yatarken başın yastıktan düşmesi, aşırı stres ve gerilim; ayrıca darbeler, sportif faaliyetler, sığ suya dalma, iş yaralanmaları ve trafik kazaları da boyun ağrılarına yol açabilmektedir" dedi.


Aşınma, yırtılma sonucu olan boyun disklerindeki fıtıklaşmalar ve bu fıtıkların sinir köklerine yaptığı baskıların da boyun ağrılarına sebep olabildiğini ifade eden Dr. Akben, "Sürekli oturarak çalışmak durumunda olanların mümkün olduğunca dik oturmaları ve sık sık ayağa kalkarak hareket etmeleri gerekir. Uzun süreli araç kullanmak durumunda olanların boyun kaslarında kasılma olacağından, belli aralıklarla istirahat edilmesi gereklidir. Bütün vücutta olduğu gibi boyunda da ani hareketler tehlikelidir. Uzun süreli sabit kalan boyun kaslarını ani şekilde sağa sola döndürmekten kaçınmalıyız" diye konuştu.


Boyun ağrılarının tedavisinde çeşitli yöntemler kullanıldığına işaret eden Dr. Ali Akben, ilaçlı tedavinin yanında, gerektiğinde boyunluk kullanıldığını ya da akupunktur veya lazer tedavisi uygulandığını söyledi. Dr. Akben, boyun ağrılarının tedavi edilmemeleri halinde zamanla müzminleşeceğini ve insan hayatını olumsuz etkileyeceğini kaydet

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:27 AM
Orgazm denen başdönmesi

--------------------------------------------------------------------------------

Orgazm beyinsel ve genital uyarılar arasındaki sürekli gel gitlerden doğuyor. Erojen bölgeler uyarıldığında beyindeki hormonların salgılanması başlıyor. Biyologlar için orgazm beyinsel ve genital uyarılar arasındaki sürekli gel gitlerden doğar. Erojen bölgeler uyarıldığında beyindeki endorfin, dopamin gibi iyi hissettirici hormonların salgılanması başlar. Nereye kadar? Aslında iki cinsiyet de eşit derecede hormonal salgılamaya maruz kalır, anatomik fark ise iki tür için eşit derecede zevkin söz konusu olmamasıdır.

Yüz ifadeleri değişebilir
Kadınlarda, zevk, anüs, vajina ya da klitorisin uyarılmasıyla görülür. Üç bölge, o halde üç orgazm mümkün mü? Tam olarak değil. Kapsanan bölge gibi aynı biçimde yaşanacaktır. Bu, zevk alan kadının pek çok yüz ifadesine sahip olmasına engel olmaz: Basit bir endişeden korkunç bir ifadeye kadar...

Belki de erkek orgazmı tek model olduğu için, bir kadın orgazm üstünlüğü söz konusu olabilir. Peki ya, erkek orgazmı değişmez olabilir mi? Pek değil, çünkü bu ruhsal yaşamı farklıdır.

Kadınlarda sertleşme meydana gelir mi?
Erkeklerde sertleşme, penise kan akışı sayesinde gerçekleşir; kadınlarda da bu kapasite vardır. Klitoriste de benzer bölgeler vardır buraları uyarı anında kanla dolar. Hız hariç, erkeklerinkine benzer bir mekanizma çalışmaya başlar: Erkeklerde sertleşme için birkaç saniye yeterli olabilirken, kadınlar için 20-30 dakika gerekli olabilir.

Korku uyarıcı mı?
Yapılan bir araştırmaya göre korku arzuyu 10 kat artırıyor. İki yıl önce Teksas'ta Austin Üniversitesi'nden biyo-psikologlar, bir eğlence parkını deney bölgesi olarak alıp "büyük sekiz" denen turlar düzenlediler. Bekleme anında, gösterilen fotoğraflardaki bireyleri cinsel çekiciliklerine göre değerlendirmeleri istendi.

Yükseklere uçunca ise, çalışmada rolü bulunan insanlar klişeleri önerdiler. Sonuç: Başlangıçtan daha fazla çekici buldular. Nedeni mi? Çünkü "kobaylar'' büyük bir korku transferi yaşadılar. Sonunda, "Büyük sekiz" denen turlarında hissedilenler arzuyu uyandırdı ve onu şiddetlendirdi.
(Hürriyet)

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:28 AM
Alzheimer testi geliyor

--------------------------------------------------------------------------------

Amerikalı bilim adamları, Alzheimer hastalığının beyindeki biyolojik belirtisini teşhis etmeyi başardılar. Şimdi sıra testte. Alzheimer’in biyolojik belirtileri olan ADDL isimli proteinler, beyinde ortaya çıkıyor. Bu proteinlerin, sinir hücreleri arasında bağlantıyı sağlayan snapslara saldırdığı biliniyor. ADDL’ler ayrıca, Alzheimer hastalarının beyinlerinde bulunan ‘amyloidbeta’ proteininin yapışkan plakasının oluşumuna da katkıda bulunuyorlar. ADDL’lerin her biri metrenin 5 milyarda biri uzunluğunda ve saç telinden 20 bin kat daha ince. Bu nedenle normal yöntemlerle farkedilmesi imkánsız.

Yeni teknik
Araştırmacılar yeni test tekniğiyle, altın nano-parçacıkları ve manyetik nano-parçacıkları, ADDL’lere bağlı olan bir antikorla doldurdular. Altın nano-parçacığı, DNA’nın kimyasal bir barkod görevi gören kısmına eklediler. Her iki parçacığı da ADDL’lere ekleyebilip, mıknatıs sayesinde omurilik sıvısından ayırdılar.

Şimdilik sadece beyindeki omurilik sıvısında uygulanan test tekniğinin, kanda ve idrarda da geçerli olabileceğine inanılıyor. Testi geliştiren Northwestern Üniversitesi ekibi, hastalığın tedavisi ve ilerlemesinin engellenmesi adına da çalışmalar yapıyorlar.
(Hürriyet)

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:28 AM
Duvar yazılarına bak sigarayı bırak

--------------------------------------------------------------------------------

Sigarayla ilgili duvar yazıları, sigara tiryakilerini hem düşündürüyor hem de sigarayı bırakmaları konusunda motive ediyor. Sigaranın zararlarını çarpıcı örneklerle ortaya koyan ilginç duvar yazılarından bazıları şöyle: Sigara içen ihtiyarlamaz. (Genç ölür)

Sigara içenin evine hırsız girmez. (Gece boyunca öksürdüğü için)

Sigara içeni köpek ısırmaz. (Bastonla dolaştığı için)

Sigara iç, erken öl, cesedin genç olsun.

Sigara içenlere öncelik tanıyın. Çünkü onlar bu dünyada misafirdir.

Sigara yavaş çekim intihardır.

Sigara hem öldürür hem de süründürür.

Sigara içen bir kişiyi öpmek, kül tablasını yalamak gibidir.

Sigara bulaşıcı bir hastalıktır.

Arkadaş için belki ölünür ama sigara içilmez.

Sigaranın neresinden dönülürse kardır.

Sigara iç dedeni gör, sigara içme torununu gör.

“SİGARAYI DOST EDİNMEYİN”
Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Tevfik Özlü, "insanların sigaranın zararları konusunda adeta bir devekuşu psikolojisiyle başlarını kuma gömmemeleri gerektiğini” söyledi.

Özlü, sigaranın sadece erken ölümlere yol açmakla kalmadığını, kronik akciğer, kalp ve damar hastalıkları ile felce neden olduğunu ifade etti.

Bu hastalıkların genellikle yaşın ilerlediği dönemlerde kendini belli ettiğini ifade eden Özlü, ileri yaşlarda sigaranın bırakılmasının beklenen faydaları sağlamadığını söyledi.

Sigaranın özellikle bazı kişilere daha çok zarar verdiğini, ancak bunların kimler olduğunun önceden bilinemediğini kaydeden Özlü, “Bu nedenle, potansiyel olarak herkes sigaranın zararlı etkilerine maruzdur” dedi.

Sigara içenlerin bu konuda söylenenleri duymazlıktan geldiğini kaydeden Özlü, şunları söyledi:

“İnsanların sigaranın zararlarını önemsemeyerek adeta bir devekuşu psikolojisiyle başını kuma gömmeye devam etmemesi gerekir. Ya da kendiniz için yapabileceğiniz bir iyilik olduğunu fark edip gecikmeden yani sigara sizi terk etmeden siz onu terk edeceksiniz. Sigarayı dost edinmeniz onun sizi dost edindiği anlamına gelmez. Hiç ummadığınız bir anda yıllardır yanı başınızdan ayırmadığınız bu sözde dosttan bir darbe yiyebilirsiniz ve o zaman çok geç olabilir.”
(AA)

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:28 AM
Göz sağlığı için bazı öneriler

--------------------------------------------------------------------------------

Kışın cilde, saçlara önem veriliyor. Cildin kurumaması ve soğuktan etkilenmemesi için kozmetik ürünler kullanılıyor. Saçların dökülmemesi ve kırılmaması için bakım yaptırılıyor. Ancak en hassas organ olan gözlere ise gerekli özen gösterilmiyor. Oysa soğuk ve karlı havalar gözleri de olumsuz etkiliyor. Zarar görmesinden en çok korkulan organ olmasına karşın, gözle ilgili olarak neredeyse hiçbir koruyucu önlem alınmıyor.

Acıbadem Göz Sağlığı Merkezi Göz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Gülbin Saltık kış aylarında konjonktivit, kuru göz gibi rahatsızlıklardan kar körlüğüne kadar birçok tehlikenin kişileri beklediğine dikkat çekiyor.

VİRÜSLER TEHLİKELİ

Kış aylarında virüslere bağlı hastalıkların arttığı bir gerçek. Virüslerden etkilenen organlardan biri de göz. Özellikle üst solunum yolu enfeksiyonlarının artış gösterdiği dönemlerde viral konjonktivitin görülme sıklığı artıyor. Dr. Saltık konuyla ilgili şunları söylüyor: “Konjonktivit, genel anlamıyla göz iltihabı demektir. Etkenlerine göre bakteriyel, virütik, alerjik gibi değişik tipleri vardır. Adenovirüse bağlı konjonktivit, çok kolay bulaşabilen bir hastalık olduğu için birdenbire ve salgın halinde ortaya çıkabilir. Okullar, kalabalık iş yerleri bu açıdan risk altındadır.”

Hastalıktan korunmak için gözlerimizi sürekli oynayıp kaşımamak, havlu, yastık kılıfı, mendil gibi kişisel eşyalarımızı ayırmak ve başkalarının eşyalarını kullanmamak, özellikle çocuklarımızı bu konuda eğitmek gereklidir. Ancak belirtileri tanıyarak, geç kalmadan hekime başvurmak gerekiyor. Gözlerde sulanma, kızarıklık, çapaklanma, sulu ve beyaz bir akıntı, ışıktan rahatsız olma başlıca belirtilerdir. Dr. Saltık, semptomların alerjik konjonktivitle karıştırılabildiğine dikkat çekerek şöyle devam ediyor: “Bu karışıklık sebebiyle hastalar yanlış ilaç kullanabiliyor. Bu da iyileşme sürecinin uzamasına neden olur. Tedavide hastalığın durumuna göre damla ve pomatlardan faydalanılmaktadır.

GÖZ KURULUĞUNU ÖNEMSEYİN

Kış mevsimi boyunca yeterli havalandırılmayan ofisler, sürekli yanan kaloriferler, çalışan klimalar, bilgisayarlar gözün en büyük düşmanı. Özellikle bilgisayarları yoğun olarak kullanan bankacılar, gazeteciler, grafikerler, borsacılar, öğretmenler, öğrenciler göz kuruluğu riski ile karşı karşıya kalıyorlar.Kuru göz rahatsızlığı, teknolojinin gelişmesiyle paralel artış gösteren, gelişmiş toplumlarda sık görülen yaygın bir rahatsızlık türüdür. Bu konuda Dr. Saltık şunları söylüyor:

“Kapalı ortam ve kaloriferler havayı bozan etkenlerdir. Konsantrasyon gerektiren işlerde çalışanlar ise bilgisayar başında yeterli sayıda göz kırpma işlemini gerçekleştiremezler. Bu iki etmen gözlerde göz kuruluğuna sebep verir.”

Gözlerde batma ve kızarıklık şeklinde kendini gösteren göz kuruluğuna karşı alınabilecek çok basit önlemler var. Ofisin havalandırılması, ortam havasının nemlendirilmesi ve eczanelerden rahatlıkla temin edilebilen suni göz yaşını gözün ihtiyacına ve doktorunuzun önerisine göre kullanmak göz kuruluğunu gidermede etkili bir yol.

KIŞIN DA GÜNEŞ GÖZLÜĞÜ KULLANIN!

Yazın birçok kişi güneşin zararlı etkilerinden korunmak için güneş gözlüğü kullanıyor. Kış geldiğinde de güneş gözlükleri çekmecelere kaldırılıyor. Oysa bu son derece yanlış. Yaz, kış demeden güneş gözlüğü kullanma alışkanlığını yitirmemek gerek. Dr. Saltık kışın göz ve göz çevresinin soğuk ve kuru havalarda korunması gerektiği konusunda uyararak şöyle diyor:

“Göz kapağı ve göz çevresindeki cilt ince ve kırışmaya en yatkın bölge olduğu için rüzgar, güneş ve karlı soğuk havalarda koruyucu, UV filtreli uygun bir gözlükle hem göz sağlığımızı hem de göz çevremizi korumuş oluruz. Ayrıca özellikle rüzgarlı havalarda gözümüzü kaçabilecek bir yabancı cisme karşı da koruruz. Bu nedenle koruyucu tedbir almak adına güneş gözlüğü kışın da kullanılmalıdır. Ancak kaliteli güneş gözlükleri tercih edilmelidir. Yeşil, mavi gibi soft renkler seçilmeli, filtresinin kaliteli olmasına dikkat edilmelidir.”

KAYAKÇILAR DİKKAT!

Kışın en çok tercih edilen spor dalı kayak. Çok keyifli bir spor dalı olmasına rağmen özellikle göz açısından bazı tehlikeler içeriyor. Kışın karlı havalarda kayak sporu yapanları saydam tabakanın kuruması ya da enfeksiyonu gibi etkiler bekliyor. Dr. Saltık riskler hususunda şunları söylüyor:

“Kuru hava, şiddetli yağış ve rüzgar kuru göz rahatsızlığını tetikler ve kornea sağlığını olumsuz etkiler. Uzun süre güneş gözlüğü kullanmadan kayak yapanlar ve dağcıları bekleyen bir başka tehlike de güneşe bağlı sarı nokta hastalığıdır. Sürekli çıplak gözle kara bakmak, kardan yansıyan UV ışınları nedeniyle , gözün makula( sarı nokta) bölgesinde bozulmaya yol açarak görme kayıplarına dek varan hasarlara yol açar. Bunun için de tek önlem koruyucu bir gözlük kullanarak kayak sporu yapmaktır.”

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:28 AM
Kış mevsiminde sıcak banyo yasağı

--------------------------------------------------------------------------------

Kış mevsiminde, çok sıcak banyo ile kese ve liflenme önerilmiyor.

Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde görevli Prof. Dr. Şahin Yazar, kış mevsiminde havanın soğuması ile tercih edilen sıcak suyun cildi yıprattığını söyledi.

Prof. Dr. Yazar, yaz ve sonbahar mevsimlerinde, havadaki nemin, deride bulunan asit ve lipit koruyucuları destekleyerek, tahriş ve hırpalanmayı önlediğini de anlattı.

Kese ve liflenmeye zımpara benzetmesi

Kış mevsiminde ise derinin nemini kaybettiğini hatırlatan Prof. Dr. Yazar, ''kışın çok sıcak sulu banyoları, özellikle de kese ve liflenmeyi deriye uygulanan zımpara etkisine benzetebiliriz" dedi.

Hastaların bel çevresinde, kol ve bacaklarında oluşan kaşıntıların, bu tür banyolardan kaynaklandığına da değinen Prof. Dr. Yazar, deri kuruluğuna daha çok orta yaş ve üzerindeki kişilerde rastlandığını vurguladı.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:29 AM
Göbekli erkekler risk altında

--------------------------------------------------------------------------------

Diyet denildiğinde akla hemen kadınlar geliyor, oysa günümüzde şişmanlık sadece kadınlar için değil erkekler için de sorun. Özellikle de erkeklerin karın bölgesinde biriken kilolar yani göbek, kalp ve şeker hastalıkları riskini artırıyor, kansere yakalanma tehlikesi yaratıyor. Uzmanlar hergün en az beş porsiyon meyve ve sebze yenilmesini öneriyor.
Uludağ Üniversitesi (UÜ) Veteriner Fakültesi Besin Hijyeni ve Teknolojisi Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Mustafa Tayar, erkeklerin fazla kilolarının karın bölgesinde biriktiğini, bu yüzden “göbekli” erkeklerin kalp ve şeker hastalığına yakalanma riskinin yüksek olduğunu bildirdi. Tayar, sağlıklı olmanın temel şartının çeşitli ve dengeli gıdalarla beslenmek ve kilo almaktan kaçınmak olduğunu belirtti.
Diyet denildiğinde akla hemen kadınların geldiğini, oysa günümüzde şişmanlığın sadece kadınlar için değil erkekler için de “sorun” olduğunu anlatan Tayar, erkeklerin kilolarının belirli bir bölgede toplanmasının da sağlık açısından önemli risk olduğunu savundu. Tayar, şunları kaydetti:
'Erkeklerin kilosu karın bölgesinde birikir. Bu merkezi şişmanlık olarak bilinir. Bu kişiler çoğunlukla ‘elma’ şekilli olarak adlandırılır. Karın bölgesinde fazla kilolu olmak, yani göbekli olmak da kalp ve şeker hastalıkları riskini artırır. Ayrıca kansere yakalanma tehlikesi de yaratır. Aşırı kilo eklemleri de fazla zorlayarak sağlık sorunlarının artmasına neden olur. Bu yüzden erkeklerin de kadınlar kadar beslenmelerine dikkat etmeleri gerekir. “
Faza yağlı gıda tüketmenin kilo artışına neden olacağının unutulmaması gerektiğini belirten, yemeklerin karbonhidrat, protein, yağ ve lif açısından dengeli olmasına dikkat edilmesi gerektiğine dikkat çeken Tayar, dengeli beslenmenin sağlıklı yaşam sürmek kadar kalp hastalığı ve kanser riskini azaltmak için de önemli olduğunu vurguladı.
Erkeklerin sağlıklı ve dengeli beslenmesi için hergün en az beş porsiyon meyve ve sebze yemelerini öneriliyor.


ERKEKLERE SAĞLIKLI BESLENME ÖNERİLERİ
Erkeklerin sağlıklı ve dengeli beslenmesi için hergün en az beş porsiyon meyve ve sebze yemelerini öneren Tayar, şu tavsiyelerde bulundu:
Makarna, pirinç, patates, gibi nişastalı yiyecekler ve fasulye, bezelye, mercimek gibi bakliyat ürünlerini daha fazla yiyin. Bunlar yediklerinizin yaklaşık üçte birini oluşturmalıdır.
Yağsız et seçin, yağını ve varsa derisini ayırın.
Haftada iki kez balık yemeye çalışın.
Yiyeceklerinizi, yağda kızartmak yerine ızgara yapmak, fırında pişirmek, haşlamak, kaynatmak, buğulamak veya mikrodalga fırında pişirmek suretiyle hazırlayın.
Yiyeceklerinizde şeker miktarını azaltın.
Tuzdaki sodyum yüksek tansiyona yol açabilir ve bu da felç geçirme riskini artırır. Bu yüzden, yemek yaparken veya yerken yiyeceklerinize kattığınız tuz miktarını azaltmanız gerekir.
Potasyumun tansiyon üzerinde yararlı etkisi vardır. Muz, domates,patates iyi potasyum kaynağı olan gıdaları tüketin.
Yediklerinizde bir miktar yağ olması önemlidir. Ancak yağlı gıdalardan, özellikle de doymuş yağ açısından zengin olan kırmızı et, sosis, tereyağı ve peynir ile margarinden yapılan pasta ve bisküvilerden kaçının.
Günde en az 7 bardak su için, eğer egzersiz yapıyorsanız daha fazla su içmeye çalışın

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:29 AM
Hangi hastalığa hangi yiyecek uygun

Tahıl, sebze ve meyvelerde bulunan çeşitli maddeler ve vitaminlerin, depresyondan tansiyona birçok hastalığa iyi geldiği belirtilirken, bunların kaynağı doğa, bir eczane olarak nitelendirildi.

Urfa'nın acı pul biberinin cilde yararlı ve teni güzelleştiren maddeler içerdiğini, ilaçta aspirin neyse, yiyecekler içinde elmanın da o olduğunu belirten Londra Üniversitesi uzmanları, bu düşünceyle doğal savaş programı hazırladı. Program, hangi hastalığa karşı neler yenmesi gerektiği konusunda rehberlik ediyor.

Türk Enfeksiyon web sitesi www.enfeksiyon.org'da yayınlanan habere göre, satsuma yani küçük portakal, içerdiği folik asit ve C vitamini sayesinde gribe iyi gelirken, kan pıhtılaşmasına karşı en etkin doğal yiyecek özelliği nedeniyle ileri yaşlarda felç ya da kalp krizi riskini de azaltıyor.

Yemeklere giren E-coli bakterisinin vücutta yayılmasını engelleyen tarçın, mideyi düzene sokuyor, kusmayı engelliyor. Bir çay kaşığından fazla alınmaması gereken Hardal ise singrin maddesi sayesinde, sindirim sistemini düzenliyor ve mide ağrılarını gideriyor.

Nanenin içerdiği mentolse, grip mikrobuna karşı savaştığı gibi, ileri yaşlarda ülsere yakalanma riskini azaltıyor. Nane çayı, baş ağrısı, grip, stres gibi hastalıkların yanı sıra mide yanmasına da bire bir geliyor.

DEPRESYONA AVOKADO


Uzmanlar, sindirimi çok rahat olan avokadoyu, özellikle bebeklerin ilk maması olarak tavsiye ediyorlar. Bu meyvenin içerdiği E vitamini, kalbe iyi gelirken, yüksek potasyumu depresyona sebep olan uyuşukluluğu engelliyor. Ama yağ oranı bir çikolata kadar yüksek olduğu için zayıflamak isteyenlere önerilmiyor. Uzmanlara göre, çikolatanın da doğal bir antidepresan görevi bulunuyor.

Kolesterol oranı birçok balığın iki katı olan istiridye ise içindeki demir sayesinde, sperm sayısını ve seks gücünü artırıyor.

Elmanın ve kepekli ekmeğin de dozu aşılmadığı sürece idrar söktürücü özelliğe sahip bulunduğunu beliren uzmanlara göre, aynı alanda olumlu etkileri bulunuyor. Sistit hastalığına karşı da kuşkonmaz tavsiye ediliyor.

ALERJİ

Kayısının içindeki betakarotene adlı madde, hücrelere saldıran molekülleri kontrol altına alarak, kanseri önlüyor. Kuru kayısıya rengi bozulmasın diye eklenen sülfürdioksit de, astım gibi alerjilere iyi geliyor.

Basur tedavisinde fazlası kullanılmadıkça Hindistan cevizinin iyi bir tedavi yöntemi olduğu uzmanlarca belirtiliyor.

Cynarine adlı madde sayesinde en sert yiyeceklerin dahi sindirimine yardımcı olan enginar, karaciğer hastalarının yanı sıra romatizma, arterit ve gut hastalığına yakalananlarla, hamilelere tavsiye ediliyor.

TANSİYON


Yüksek miktarda karbonhidrat içeren ve zengin bir potasyum kaynağı olan muz, kalbin düzenli olarak çalışmasını ve tansiyonun düzenli olmasını sağlıyor. Rezene ve tahıl da aynı amaca hizmet veriyor.

İçindeki kalsiyum ve potasyum gibi mineraller ile B vitamininin vücuda direnç kazandırdığı arpayla ilgili ABD'de yapılan bir araştırma, 6 ay boyunca her gün bu çeşit üründen tüketilmesinin, kolesterol oranını yüzde 15 düşürdüğünü kanıtladı.

Kilo kaybına karşı ise çikolatalı puding öneriliyor. İngiliz Sağlık Bakanlığı, kilo kaybı sorunu olanların günde 3 kez 1 hafta boyunca puding yemesini tavsiye ediyor.

Günde 2 top vanilyalı dondurma tüketimi ise vücudun günlük protein ihtiyacının yüzde 20'sini karşılıyor.

MENOPOZ

Sebze hormonu "fitoöstrojen" içeren nohut ile içinde elajik asit bulunan üzümün, menopozun olumsuz etkilerine karşı koruyucu özellikleri bulunuyor.

Sadece iki-üç adet kuru erik yemenin bile vücudun ihtiyacı olan antioksidanları karşıladığı, idrar yolları kaslarını rahatlattığı, bunun da kolon kanserine karşı koruduğu bildiriliyor. Ayrıca, yüksek orandaki bor minerali ile menopozdaki kadınlarda östrojen seviyesini dengede tutuyor.



Banyoda sürüldüğü zaman romatizma ağrılarını büyük oranda azaltan kekik yağının yanı sıra zencefilin de aynı alanda olumlu etkileri bulunuyor.

DİYABET

Lif açısından zengin bir besin olan kuru fasulye, diyabet riskini büyük oranda azaltıyor. Mercimek de çözünebilir lif içermesi sayesinde diyabet ve kalp hastaları için kaçınılmaz bir besin olarak değerlendiriliyor.

Karadeniz'in ünlü hamsisi, Omega-3 yağı zenginliğiyle kolesterol seviyesini düşürüyor, kanın pıhtılaşmasını önleyerek damar tıkanıklığı, kalp krizi, dolayısıyla felç geçirme riskini düşürüyor.

Uzmanlar, hamsinin haftada en az 1 kez yenmesini, kalp hastaları içinse bu miktarın haftada 3-4 porsiyona çıkarılmasını öneriyorlar.

Omega-3 yağı içeren midye ise selenyum minerali sayesinde tiroit bezlerinin normal işleyişi için gerekiyor.

PROSTAT HASTALIĞINA KARŞI BEZELYE

Araştırmalara göre, haftada 10 porsiyon domatesli bezelye yemeği yiyen bir erkeğin, yemeyene oranla prostat kanserine yakalanma riski yüzde 35 daha az. B vitamini ve protein deposu olan bezelye, kalp için de önemli etkiye sahip.

Salatalığın da kalbi güçlendirdiği, ancak kabuğunun soyulmaması gerektiği belirtiliyor.




Günde iki bardak çay, 4 elma, 5 soğan, 7 portakal yerine geçiyor.

Bu şekilde kalp dostu antioksidan madde alındığını belirten uzmanlar, özellikle çocukların haftada en az 6 bardak sütlü çay içmesini öneriyor.

Yapılan 40 araştırma, havuç tüketimi arttıkça kanser riskinin azaldığını ortaya koydu. Eski çağlarda kanserli hücrelerin tedavisinde kullanılan incir ise, modern tıp tarafından da kansere karşı koruyucu olarak öneriliyor.

Her gün yenilen bir avuç fındık ise kansere ve kırışıklıklara karşı koruyucu özelliğe sahip.

Zeaksantin adlı bitkisel bileşim içeren mısır tüketimi, yaşa bağlı gelişen görme bozukluklarını azaltıyor. Sağlıklı gözler için betakaroten içerikli ıspanak da gerekiyor. Ama pişirildikten sonra hemen tüketilmezse içindeki yararlı maddeler, toksik maddelere
dönüşebiliyor.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:30 AM
Omurilik hastalarına umut


Kök hücrelerin, omurilik zedelenmesinin neden olduğu felç vakalarının tedavisinde kullanılmasına yönelik araştırmalarda yeni bulgular elde edildiği bildirildi.

Kök hücrelerinin aldığı komutları, beynin hareket etmesini istediği herhangi bir bölgeye ulaştırabilen motor nöronlara dönüştürdüğü bildirildi.

Uzmanlar, canlı dokuların temel taşı olarak bilinen kök hücrelerin vücuttaki 220 farklı hücreden istenilen herhangi birine dönüşmesinin mümkün olduğunu ifade etti.

Yapılan araştırmalarda bilim adamlarının birçok omurilik hastasına umut olacak önemli bir adım attığı vurgulandı. Araştırmalarla birlikte gelinen bu noktadan sonra araştırmayı sürdüren bilim adamlarının bundan sonraki aşamada, bir dizi kimyasal kullanılarak laboratuar ortamında elde edilen bu sinir hücrelerinin vücudun diğer bölümleriyle iletişime geçip geçmeyeceğini deneyecekleri kaydedildi.

Öte yandan uzmanlar, birçok omurilik hastasına umut olabilecek bu yeni tedavi yönteminin insanlar üzerinde denenmeye başlamasının uzun zaman alabileceğini de hatırlattı.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:30 AM
Karın beyazlığına aldanıp yemeyin


BURSA (İHA) - Uzmanlar, dünyada sadece Türk insanına özgü kar yeme alışkanlığına karşı vatandaşları uyardı.


İhlas Tıp Merkezi Başhekimi Nebil Öztürk, karın yere inerken havadaki kirliliği de beraberinde getirdiğini, bu bakımdan kar yemenin vücut direncini artırdığı yönündeki bilginin doğru olmadığını söyledi.

Öztürk, kar yemenin sağlık açısından son derece sakıncalı olduğunu, havadan yere ininceye kadar taşıdığı mikroplar sebebiyle ciddi hastalıklara yol açabileceğine dikkat çekti.

Kar yemeğinin Türk insanına özgü bir alışkanlık olduğunu da dile getiren Öztürk, özellikle çocukların yememeleri gerektiğini vurgulayarak, "Kar taşıdığı mikroplar yüzünden birçok hastalığı da beraberinde getirir. Kar yiyen bir kişilerde vücudu bağışıklık sistemi güçlü olmayanlar üst solunum yolu enfeksiyonları ve bronşit gibi hastalıklarına yakalanabilir. Çocuklarda ise zatürreye bile yol açabilir" dedi.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:30 AM
Havuçtaki madde kanseri önlüyor

--------------------------------------------------------------------------------

İngiliz ve Danimarkalı bilim adamları, havuçta bulunan bir bileşenin kanserin gelişimini önlemede yardımcı olabileceğini saptadılar. Newcastle Üniversitesi ve Güney Danimarka Üniversitesi bilim adamları, havuçta bulunan ‘falcarinol’ isimli doğal zehirin farelerde kanser gelişimi riskini azalttığını bildirdiler.

Araştırmacılar, kanser başlangıç tümörü bulunan 24 laboratuvar faresini üç gruba bölüp hepsine 18 hafta boyunca bir dizi diyet uyguladılar. Yemeklerine falcarinol katılan ve havuçla beslenen iki ayrı gruptaki farelerin kanserli tümörlerinin, üçüncü gruba göre 1/3 oranında daha az gelişim gösterdikleri saptandı. New Castle Üniversitesi’nden Kirsten Brandt, havucun kanser riskini azalttığını daha önceden bildiklerini, fakat, havuçtaki hangi maddenin bu özelliğe sahip olduğunu yeni keşfettiklerini söyledi.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:30 AM
Mentolün fazlası da zararlı

--------------------------------------------------------------------------------

Solunduğunda ya da krem olarak kullanıldığında serinlik hissi veren mentolün fazlasının sağlık sorunlarına neden olduğu bildirildi.

Kış aylarının en önemli hastalıkları arasındaki soğuk algınlığı ve gripte yoğun olarak kullanılan mentol, son yıllarda kağıt mendil, tıraş kreminin yanı sıra, sakız, diş macunu, cilt maskesi, sauna gibi değişik ürünlerde de yaygınlaşmaya başladı. Özellikle saunalardaki buhar odaları ve terleme salonlarında moda haline gelen mentol kürleri, bol miktarda mentol soluyarak, hastalıklardan kurtulmak için yapılıyor.

Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak-Burun-Boğaz Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Çağatay Akçalı, soğuk algınlığı ve gribin tedavisinde yaygın olarak kullanılan mentolün tıp dilinde ''esansiyel'' olarak tabir edilen yağlardan oluştuğunu belirtti.

Soğuk algınlığında, ABD'de hastaların üçte birinin, Avrupa'da yüzde 40-70'inin alternatif tedavi kullandığını ifade eden Akçalı, ''Alternatif tedavi arasında da ilk sırayı mentol almaktadır'' dedi.

Mentolün dozunda alındığında serinlik hissi ve ferahlık sağladığını, burundaki tıkanmayı giderdiğini, ancak fazla kullanımın sağlık sorunlarını da beraberinde getirebileceğine işaret eden Akçalı, ''Mentol fazla kullanıldığında boğazda kuruluğa ve tahrişe neden olur. Tahriş olan bölge de enfeksiyonlara açık hale gelir. Bu nedenle her şeyde olduğu gibi mentolde de aşırıya kaçmamak gerekir'' dedi.

Akçalı, yine soğuk algınlığında öksürüğü gidermek için kullanılan ve çoğunluğu mentollü olan pastillerin boğazı yumuşattığını, ancak bunun da fazla alınması halinde boğazda ve ağız içinde kuruluğa yol açabildiğini sözlerine ekledi.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:30 AM
Kadınlarda idrar kaçırma ve tedavisi

Çoğunlukla orta yaşta görülen bu sorun, bazen zor doğum yapmış vajinada yırtıklar olmuş, pelvis tabanı yırtılmış genç kadınlarda da görülebilir. Hafif, orta ve şiddetli olarak üç şekilde görülebilir.

Hafif idrar kaçırma; öksürme, hapşırma, gülme ve ıkınma gibi karın içi basıncının arttığı durumlarda görülür.

Orta derecede; merdiven çıkma, yürüme ve ayağa kalkma gibi durumlarda ortaya çıkabilir. İleri derecede ise seyrek de olsa ayaktayken bile eforsuz idrar kaçırma vardır.

Şikayetin derecesine göre tedavi planlanır. Örneğin, hafif idrar kaçırma vakalarında önce mesane ve pelvis tabanı egzersizleri ile adalelerin ve sfinkterin güçlendirilmesine çalışılır.

Vajina duvarının ön ve arkada ileri derecede sarkmış olması, beraberinde rahimin de sarkmasına sebep olmuşsa ameliyat kaçınılmazdır. Ameliyat vajinal yoldan yapılabildiği gibi abdomiral yoldan (karından) da yapılabilir.

Menopozdan sonra başlangıçta hafif olan idrar kaçırma şikayetleri ostrojen hormonunun azalmasıyla birlikte gittikçe artar. Bu tür hastalarda tedaviye ostrojen hormonunu da ilave etmek gerekebilir.

İdrar kaçırma bir sağlık sorunu olduğu gibi sosyal yaşamı kısıtlayan bir sorundur.

Aynı zamanda sürekli ped kullanmak, beklenmedik anda meydana gelen ıslaklıktan utanmak ve idrar kokusu kadınları sosyal ve psikolojik açıdan da zor duruma sokar. Sürekli kullanılan pedler, tahrişe neden olup pişikler oluşmasına yol açar. Ped kullanma zorunluluğu kıyafet seçmekte sorun yaratabilir.



İdrar kaçırma korkusu cinsel hayatı etkileyebilir. İster vajinal yolla olsun, ister batından yapılsın idrar kaçırma ameliyatlarının yüzde 30 kadar nüks veya başarısızlıkla sonuçlanma ihtimali vardır.

Genellikle bu tür şikayetlerin oluşmasında vajinal yolla yapılan doğumlar nedeniyle pelvis tabanının esnekliğini keybetmesi sebep olarak gösterilmekteydi. Fakat yapılan araştırmalar, sezeryanla doğum yapanlarda da yaşlılıkta, perine tabanının gevşemesi ve idrar tutamama şikayetlerinin olduğunu göstermiştir. Koruyucu olarak genç yaşlardan itibaren düzenli olarak egzersiz yapmak ve pelvis tabanını güçlendirmek ve gerekirse yaşlılıkta östrojen kullanmak genellikle iyi sonuç vermektedir.

Kadınlarda idrar kaçırma sanıldığından daha fazladır. Fakat genellikle yaşlılar utandıkları için bu sorunu yakınlarından gizlerler ve meseleyi kendi kendilerine halletmeye çalışırlar.
Gençlerde ise hafif idrar kaçırma çok sık olmadığı takdirde üzerinde durulması gerekmeyen ve doktora gitmeye lüzum görülmeyen bir sorun olarak algılanır.

Halbuki, baştan itibaren alınacak önlemlerle yaşlılıkta sorunun daha da büyümesi önlenmiş olacaktır. Başlangıçta ufak bir operasyonla düzeltilebilecek olan durum, daha sonra daha büyük bir operasyonla rahim alınmasına kadar varan durumlara yol açabilir.



Vajinal yoldan yapılan ameliyatlar bir sağlık sorununa çözüm getirirken aynı zamanda doğumlarla oluşan yırtıklar ve şekil bozukluklarını da düzelterek estetik bir çözümü de beraberinde getirmektedir. Bu şekilde doğumlar, zorlanmalar ve doku esnekliğinin kaybolması sebebiyle oluşan şekil bozuklukları da aynı operasyonla düzeltilebilmektedir.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:30 AM
Lazer Nedir? Nasıl yapılır?

--------------------------------------------------------------------------------

Radyasyonun uyarılmış emisyonu ile ışın amplifikasyonudur.Tek renkli,düz,yoğun,tek fazlı monokromik ışık üreten cihazlardır.Renkli olduğu gibi renksizde olabilir. Görünürlük dalga boyu ile ilgilidir. Bu dalga boyu ve gücü tıptaki kullanım alanını belirler. Dermatolojide kullanılan son teknolojik gelişmelerden en önemlisidir.

Kaç tip lazer vardır?
Dalgaboyu ve gücüne göre farklı tedavi amacıyla kullanılan çok sayıda lazer tipleri vardır. En ünlüleri; ruby, alexandrate, diode, Nd-yag...Lazerlerdir.

Dermatolojide kullanım alanları nelerdir?
Epilasyon İstenmeyen tüylerde hem erkek hem de kadınlarda istenen her alanda uygulanabilir.
Damarsal Lezyonlar
Hemanjiomlar—doğuştan yüzde ve vücutta bulunan koyu kırmızı lekeler, şarap lekesi
Telenjiektazi—Yüz ve vücuttaki kılcal damar çatlamaları
Bacaklardaki varislerin tedavisinde özellikle Nd-Yag Lazer oldukça etkilidir.
Yüz gençleştirme ve kırışıklık tedavisi
Dövmelerin silinmesi

Nasıl etki eder?
Işık koyu nesneler tarafından absorbe edilir.Eğer yeterli ışık varsa koyu cisim çok ısınabilir.(tıpkı yaz güneşinde kalan siyah bir araba gibi)Benzer biçimde lazer enerjisi ciltteki koyu maddeler tarafından absorbe edilir.Bu koyu maddeler kromoforlardır(Yani hedef maddelerdir), Endojen yani vücudumuzda bulunanlar: Melanin(derimize rengini veren madde) Hemoglobin(Kanımıza rengini veren madde) dir. Ekzojen olarakta dövmelerdeki boya maddeleri hedef olarak algılanır.
Lazerle verilen ışık tedavi edilmek istenen durum ne ise bu duruma uygun lazer cihazı kullanılarak hedef madde seçilip tedavi yapılır.

Tedaviyi etkileyen faktörler nelerdir?
Lazerin tipi
Lazer kıla rengini veren melanin pigmentini seçtiği için;koyu renk kıl,kalın ve beyaz ten en ideal olanıdır.
Kılların büyüme asamaları: lazer en çok kılın aktif büyüme asamasında iken etkilidir.
Tüylenme artısına neden olan hastalıkların varlığı tedaviyi güçleştirebilir.Mutlaka hastalık tedavi ile paralel çözülmelidir.
Cinsiyet: erkekler tedaviye kadınlardan daha uzun sürede cevap verirler.

Lazerin geleneksel yöntemlere üstünlüğü nedir?
Daha az acı verir.
Kısa sürede büyük alanlar taranabilir..
Hiç bir özel bakım gerektirmez.

Seans Aralıkları nasıl olmalıdır?
Kılın büyüme aşamalarını bozmadan 4-6 hafta aralıklarla uygulanabilir.
Yaz aylarında uygulanabilir mi?
Evet. Ancak hastalara bronzlaşmamalarını ve güneş koruyucuları kullanmalarını öneriyoruz.

Komplikasyonları(Yan etki) nelerdir?
Artık Lazer uygulamaları kanunlar gereği doktorlar tarafından yapılması gereken bir işlem olduğu için doğru hasta seçimi,doğru doz ve uygun alet seçimi ile komplikasyonlar minimuma indirilmiştir.Ancak geçici deri renginde değişmeler, yine geçici kızarıklık ve şişmeler meydana gelebilir.
Lazer teknolojisi tıptaki gelişmelerden en önemlilerinden biridir. Dünyanın her yerinde güvenle kullanılmaktadır.Kanser yapıcı etkisi yoktur. Sadece biz Dermatologlar değil,göz ,diş ve ürolojide özellikle prostat ameliyatlarında yaygınca kullanılmaktadır.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:31 AM
Kalp gerçekten kırılır mı? İşte araştırma

--------------------------------------------------------------------------------



Kötü haber gerçekten 'kalp kırıyor'. Sevilen birinin ölümü gibi şok edici bir haber almak, adrenalin ve diğer stres hormonlarının günler boyunca salgılanmasına yol açarak kalbi 'sersemletiyor'. Uzmanlar bu semptomların kalp kriziyle karıştırılabileceğini söyledi. Kırılan kalp birkaç haftada eski haline dönüyor.

ABD'de John Hopkins Üniversitesi tarafından yapılan araştırmada, kalp krizine benzer göğüs ağrısı, akciğerlerde akıntı, solunum güçlüğü ve kalp yetmezliği gibi şikâyetlerle hastaneye başvuran 19 kişi incelendi. Çoğunluğunu orta yaşın üzerinde kadınların oluşturduğu hastalar muayene edildiğinde, kalp krizine işaret edebilecek bir belirtiye rastlanmadı. Görünürde sağlıklı olan bu kişiler üzerinde daha detaylı inceleme yapıldığında, kanlarındaki stres hormonu, özellikle adrenalin ve noradrenalin hormonları seviyesinin, kalp krizi geçirenlerden bile çok yüksek olduğu anlaşıldı. Uzmanlar stres hormonlarının zehirleme özelliği olduğunu ve kalbi 'sersemlettiğini' söyledi.

İncelenen 19 kişiyle detaylı konuşma sonucu, tamamının semptomlar başlamadan birkaç saat önce ciddi duygusal şok yaşadıkları öğrenildi. Hastaların yarısının bir yakınını kaybettiği, diğerlerinin arasında ise kapkaç kurbanları ve mahkemeye çıkmak üzere olanlar bulunduğu açıklandı. Ancak hastalardaki bu semptomların sadece iki haftada normale döndüğü, hiçbirinde kalıcı bir hasara yol açmadığı belirtildi.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:31 AM
Yemeklerden Hemen Sonra Yapilmamasi Gereken 7 şey:

--------------------------------------------------------------------------------

Sigara içmeyin: Uzmanlarca yapılan deneyler, yemeklerden hemen sonra içilen bir sigaranın 10 sigaraya eşdeğer olduğunu kanıtlamıştır.(Kanser olma riski daha yüksek.)
* Hemen meyve yemeyin: Yemeklerin peşinden yenen meyveler midenin havayla davul gibi şişmesine neden olur.
* Çay içmeyin : Zira çay yaprakları yoğun asit içerir. Bu madde tükettiğimiz gıdalardaki proteğinin hazmını zorlaştırıyor.
* Kemerinizi gevşetmeyin: Yemekten sonra kemeri gevşetmek kolaylıkla bağırsak düğümlenmesine ve tıkanmasına neden olur.
* Banyo yapmayın: Banyo yapmak ellerdeki, bacaklardaki ve vücuttaki kan akışını hızlandırır, böylece mide çevresindeki kan miktarı bu durumda azalır. Bu da midemizin sindirim sistemini zayıflatır.
* Yürümeyin: İnsanlar çoğu zaman, yemeklerden sonra 100 adım yürümek 99 yaşına kadar yaşamanızı sağlar derler. Gerçekte bu doğru değildir. Yürümek sindirim siteminin aldığımız gıdalardan besinlerin emilimini engeller.
* Hemen uyumayın: Aldığımız gıdalar yeterince sindirilemez. Bu durum bağırsağımızda gastrit ve enfeksiyona önderlik eder.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:31 AM
Zeytinyağı; Her Derde Deva

--------------------------------------------------------------------------------

Vücudun neredeyse bütün organlarına faydası olan zeytinyağının, saçlardan, dişlere kadar her bölgeye sağlık verdiği bildiriliyor....


Sağlıklı beslenmeye katkısı, dünyaca onaylanmış zeytinyağının insan vücudunda faydalı olmadığı organ hemen hemen hiç yok. Uzmanlar zeytinyağını "Sağlık açısından insanlığa sunulmuş en büyük hediye" olarak nitelendiriyorlar. Anne sütü kadar yararı olduğu söylenilen zeytinyağının mucizevi etkisini saçlardan dişlere, kemiklerden beyne kadar vücudun her organında görmek mümkün.

Zeytinyağı gelişme çağında beynin gelişimini hızlandırarak, kemikleri güçlendiriyor. İçerdiği E, A, D ve K vitaminleri sayesinde hücreleri yeniliyor, doku ve organların yaşlanmasını geciktiriyor. Beynin daha uzun süre sağlıklı ve zinde kalmasını sağlıyor, mideyi ülsere karşı koruyor. Zeytinyağı, kandaki kötü kolesterol düzeyini düşürerek, kalp krizi riskini azaltıyor. Aynı şekilde bağırsak, idrar yolları ve safra kesesi hastalıklarının azaltılmasında da etkili oluyor.

Sağlıklı beslenmede zeytinyağının yeri tüm dünya tarafından da onaylanıyor. Amerika'da Harvard Üniversitesi'nde düzenlenen bilimsel bir konferansta bilim adamları, tarihçiler, doktorlar ve yemek uzmanları sağlıklı yaşam için, geleneksel Akdeniz modelinin uygulanması gerektiği konusunda hemfikir oldular. İçine zeytinyağı katılmış süt, neredeyse anne sütü kadar fayda sağlıyor. Türkiye'nin en ünlü Zzeytinyağı üreticilerinden biri olan Komili'nin yetkililerine göre, tüm sıvı yağlar içinde tartışmasız en sağlıklı olan "tabiatın mucizesi" zeytinyağı. Anne sütüne eş miktarda linoleik asit içeriyor. Bebeğine anne sütü veremeyenler için, bir fincan yağsız inek sütüne bir çay kaşığı zeytinyağı ilave ederek bebeklere verilmesi tavsiye edilirken zeytinyağının kullanımına ilişkin diğer öneriler ise şöyle:

- Adale ağrılarını gidermek için, zeytinyağı ve biberiyeyi karıştırıp, ağrılı bölgeye masaj yapın

- Güçlü diş etleri için, arada bir ağzınızı zeytinyağı ile çalkalayın

- Pırıl pırıl saçlar için, şampuandan sonra bir miktar zeytinyağı, bir yumurta sarısı, limon suyu ve biraz bira karışımını saçınıza sürün. Beş dakika bekletip ılık su ile durulayın.

- Kepeklerden kurtulmak için bir miktar zeytinyağı ve kolonyayı saçınıza sürün, ılık su ile durulayın.

En seçkin zeytinlerden üretilen sızma zeytinyağı, kahvaltılarda ve salatalarda, o kendine has kokusunu ve lezzetini arayanlar için ideal bir seçim. Yüzde 1'den az olan asit oranı ile kahvaltı ve salatanın yanısıra, pişmiş sebzelere yada İtalyanlar'ın yaptığı gibi makarnalara sos olarak eklenebiliyor. Dolu dolu bir zeytin tadına sahip olan zeytinyağları, sağlıklı ve tadına doyulmaz yemekler için doğru bir seçim

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:31 AM
Şeker Hastası Olup Olmadığınızı Anlayabilirsiniz

--------------------------------------------------------------------------------

Günümüzde şeker hastalığına oldukça sık rastlıyoruz. Kaldı ki bu günlerde bir şeker hastalığı salgınından söz ediliyor.


O kadar korkmayın, bu o bildiğiniz bulaşıcı hastalık falan değil ama konunun ne boyutlara ulaştığını çok güzel vurgulayan bir yakıştırma.

Aramızdaki şeker hastası sayısı belli. Bir o kadar da teşhiş edilmemiş olanlar bulunduğunu düşünürseniz, durumun ciddiyetini görürsünüz. Her hastalıkta olduğu gibi erken teşhisin önemi burada da çok büyük. Durum böyle iken 'Acaba ben bir şeker hastası mıyım?' diye sormaz mı insan.

Önce bir düşünün. Şöyle eskilere bir dönün. Annenizde, babanızda, onların akrabalarında şeker hastası olan var mıydı? İleri yaşta olanlar anne ve babasının ani ölümlerinin neden olduğunu genellikle bilmiyorlar. Bazıları ise 'Benim ailemde diabet yok' deyip cümleyi şöyle sonlandırıyorlar: 'Babama 75 yaşında 'şeker hastasısın' dendi ama diyetle düzeldi, ilaç filan kullanmadı. Onunkisi yaşlılık şekeriydi' Bazısı da 'Annemin gizli şekeri var dendi ama şekeri hep normaldi ve hiçbir tedavi görmedi' diye anlatıyor.

KENDİMİZDEN NE ZAMAN ŞÜPHELENMELİYİZ?
Bütün bu örnekler, anlatan kişiler kondurmak istemese de, ailede şeker hastalığının bulunduğunun bir göstergesi. Ailenizde bu tür örnekler varsa açlık kan şekerinize baktırın.

Epeyce iştahınız var ama yine de kilo veriyorsunuz veya birkaç gündür bulanık görmeye başladınız. Açlık kan şekerinize baktırın.

Kendinizi bildiniz bileli fazla kilolarınız var. Şişmanlık, şeker hastalığı riskini artırdığına göre açlık kan şekerinize baktırın.

Yaşınız 40'ı geçmiş, yüksek tansiyonunuz var, kandaki yağlar (kolesterol, trigliserid) yüksek ve bununla birlikte kalbinizi besleyen damarlarda daralma olduğunu öğrendiğiniz. Daha ne bekliyorsunuz? 'Acaba şeker hastalığım var mı?' diye kendinize ve doktorunuza sorsanıza.

Tosuncuk da denen iri bir bebek dünyaya getirdiyseniz bunun nedeni belki de gebelikte ortaya çıkan şeker hastalığınızdı. Gebelikte veya doğum sonrası araştırılmadıysa açlık şekerinize baktırın.

Birkaç yıldır ayaklarınızda uyuşma, karıncalanma veya yanma var. Özellikle de geceleri şiddetleniyor ve sizi uyutmuyor. Öyleyse ne bekliyorsunuz?

Çoğu insan şeker hastasının yaralarının geç iyileştiğini bilir ve kimi zaman da 'Hayret, yaralarım da çabuk iyileşir. Bu şeker hastalığı da nereden çıktı?' diye hayıflanır. Durum böyle durumlarda da açlık kan şekerinizi ölçürün.

Açlık kan şekerinize ( 8 - 10 saatlik bir açlık dönemi sonrası kahvaltı öncesi kan şekeri düzeyi) baktırdınız ve 110 mg / dl'nin üstünde bulduysanız doktorunuzla görüşün.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:31 AM
Grip, Bildiklerimiz ve yanlış bildiklerimiz

--------------------------------------------------------------------------------

1) Grip basit bir üst solunum yolu enfeksiyonudur!
Yanlış! Grip ani olarak başlayan yüksek ateşle seyreden, aşırı halsizlik, bitkinlik, kuru öksürük kas, eklem ve baş ağrısı ile kendini gösteren bir hastalıktır. Gribe yakalanan kişi en az 3-5 gün yatak istirahati ile kendini toparlayabilir. Ayrıca vücudun bağışıklık sisteminin zayıflaması nedeniyle zatürree gibi ikincil hastalıklarında tabloya eklenmesi ile hastalık daha da ağırlaşabilir ve özellikle çocuklar, yaşlılar, diyabetliler, astımlılar, kalp ve kanser hastalarında ölüme neden olabilir.

2) Grip aşısı gribe yol açar!
Yanlış! Grip aşıları inaktive veya ölü grip virüslerinden üretilir; gribe kesinlikle yol açamaz ve grip hastalığı oluşturmaz.

3) Grip aşısı %100 koruma sağlamadığından, aşı olmamak daha iyidir!
Yanlış! Yapılan araştırmalar grip aşısının % 89 etkili olduğunu göstermektedir. Ancak aşı olduktan sonra dahi grip hastalığına yakalanan bir hasta, hastalığı aşı olmamış bir hastadan çok daha hafif geçirecektir ve grip nedeniyle hastaneye yatış önlenecektir.

4) Aşının yan etkileri grip hastalığına yakalanmaktan daha kötüdür!
Yanlış! En fazla yaşayacağınız yan etki aşı yapılan yerde hafif kızarıklık yada ağrı, hafif ateş ve halsizliktir. Bu yan etkiler aşının koruma sağladığı grip hastalığının sebep olabileceği ağır komplikasyonlardan çok daha önemsizdir.

5) Kasım ve Aralık ayları grip aşısı olmak için geç bir tarihtir!
Yanlış! Grip aşısı tüm grip sezonu boyunca uygulanabilir. Aşı olmak için en uygun zaman Ekim - Kasım ayları olsa da, Aralıkta hatta Ocak ve Şubat aylarında aşı olunması da gripten korunma sağlayacaktır.

6) Bol C vitamini kullanırım ve gripten korunurum!
Yanlış! C vitamini herkesin tahmin ettiğinin tersine, gribi önlemez. Sistemi güçlendirir, hastalıklara karşı vücut direncini hafifçe artırabilir ama gribi kapmamızı ve hasta olmamızı kesinlikle engellemez. Hatta aşırı derecede C vitamini, özellikle çocuklar ve yaşlılarda ishale sebep olabilir. Bu da hastalığın ağırlaşmasına, iyileşmenin gecikmesine yol açabilir. Gripten korumaya yönelik bir beslenme biçimi yoktur. Korunmak için bilinen en etkili yol grip aşısıdır.

7) Sadece grip hastalığının belirtileri mevcut iken etrafa grip bulaştırırım!
Yanlış! Grip virüsünün bulaşması, hastalık belirtilerinin başlamasından 1-2 gün öncesinde başlar ve hastalık başladıktan 3-7 gün sonrasına kadar devam eder.

8) Yüzlerce çeşit grip virüsü vardır. Oysa aşı sadece 3 virüse karşı hazırlanmıştır. Bu nedenle etkisizdir!
Yanlış!! Yüzlerce çeşit grip virüsü olduğu bilgisi doğru değildir. Aslında A, B, C olmak üzere üç tip grip virüsü vardır. Ancak bu virüsler zaman zaman yapılarını değiştirebildikleri için alt tipleri oluşabilir. Grip virüslerinde görülebilen bu yapı değişiklikleri, Dünya Sağlık Örgütü tarafından içinde Türkiye’nin de bulunduğu dünyanın çeşitli bölgelerinde sürekli izlenmekte ve değişiklikler saptanarak salgın yapma olasılığı olan virüs tipleri belirlenmektedir. Örgüt (WHO) belirlediği bu virüs tiplerini aşı üreticilerine bildirerek aşıların içerisinde zorunlu olarak bu tiplerin bulunmasını sağlamaktadır. Böylece aşıların içeriğinde salgın yapma olasılığı en yüksek olan virüsler bulunmakta ve korunma sağlanmaktadır.

9) Grip hastalığı esnasında antibiyotik kullanımı hastalığın süresini kısaltır ve daha çabuk ayağa kalkmayı sağlar!
Yanlış! Grip hastalığına neden olan influenza virüsüne antibiyotikler etkisiz olduğu için hastalık sırasında antibiyotik kullanımı, hastalığın süresini kısaltmaz.

10) Her yıl grip aşısı olmaya gerek yoktur!
Yanlış! Grip virüsleri sürekli değişmektedir. Genellikle her yıl dolaşan virüs suşları değişmekte ve buna bağlı olarak ta aşıların içeriği de değişmektedir. Sonuç olarak her yıl aşılanmak gereklidir.
saglık ıcın

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:31 AM
İktidarsızlık, erkeklerin kabusu

--------------------------------------------------------------------------------

Cinsel sağlık, kişinin genel fiziki ve duygusal sağlığının önemli parçası. Halk arasında 'iktidarsızlık' olarak bilinen sertleşme sorunu, cinsel sağlığı etkileyen tıbbi durumlardan sıkça görülen bir tanesi. Günümüzde sertleşme sorununun 'İlaç, ameliyat, protez penis takılması ve psikoterapi' gibi bir çok tedavi yöntemi mevcut.


Uzmanların belirttiğine göre, 3 ayı aşkın süre bir insanın cinsellikle ilgili arzu duyup ilişkiye girmek için yeterince sertleşme elde edememesi durumuna 'sertleşme sorunu' adı veriliyor. Bu sorunda, organik sebeplerle birlikte psikolojik sebepler de etkili oluyor. Sertleşme sorunu, yaşın ilerlemesinin yanı sıra yüksek kolesterol düzeyi, koroner arter, yüksek tansiyon ve şeker hastalıkları gibi bir dizi rahatsızlığa bağlı olarak ortaya çıkıyor.


Sertleşme sorunu olan vakaların çoğunluğu (yüzde 75), psikolojik değil fiziki kökenli. Damar sorunları, ereksiyon bozukluğunun en sık rastlanan sebebi. Ereksiyon bozukluğuna yol açan organik sebepler ise şunlar: Penisin kan dolaşımında görülen bozukluk, sinir iletimindeki aksaklık ve kan hormon düzeyinde meydana gelen değişiklik. Sertleşme sorununun psikolojik sebepleri ise şöyle sıralanıyor: Stres, evlilik sorunları, depresyon, cinsel başarısızlık korkusu ve cinsel bilgisizlik.
İlaç yan etkisi olarak, hali hazırdaki tedavilerden 200 tanesi bazı vakalarda ereksiyon bozukluğuna sebep olabiliyor. Bunların başında yüksek tansiyon ilaçları, antipsikotikler, antidepresanlar, H2 blokerler ve arterleri daraltan belli başlı sakinleştiriciler/damar sertliği yer alıyor. Bütün şeker hastası erkeklerin yüzde 35'inden fazlasında ereksiyon bozukluğu görülüyor.


Milyonlarca erkeğin mustarip olduğu ereksiyon bozukluğunun, şeker ve kalp-damar hastalıklarının, prostat kanserinin, alkol veya uyuşturucu alışkanlığının ilk tanınabilir semptomu olabileceğine dikkat çekiliyor.


Uzmanlar, ereksiyon bozukluğu bir kere tespit edildikten sonra (libido eksikliği, erken boşalma vb.nin tersine), çeşitli muayeneler ve testlerle sorunun gerçek sebebinin, yani psikolojik kökenli mi yoksa organik/fiziki kökenli mi olduğunun bulunabileceğini ifade ederek, doğru tedavi yapabilmek için önce doğru teşhis koymak gerektiğini kaydediyor.


Uzmanlar, sorunun sebebine ve derecesine bağlı olarak mevcut tedavileri şöyle bildiriyor: İntrakavernosal enjeksiyonlar gibi ilaç tedavileri, ağız yoluyla tedavi, sistemik ilaç tedavisi (testosteron), arter ve toplardamar ameliyatları, protez penis takılması, vakum-sıkma araçları ve psikoterapi.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:32 AM
Kadınlara normal doğum önerisi

--------------------------------------------------------------------------------

Avrupa Üroloji Derneği'nce İstanbul CNR Expo Center'de düzenlenen 20. Avrupa Üroloji Kongresi, çeşitli bilimsel oturumlarla devam ediyor.

Kadın ürolojisi ve kadının cinsel sorunlarına ilişkin sunum yapan İtalya'nın Pavia Üniversitesi'nden Rossella Nappi, gazetecilerin sorularını yanıtladı.

Kadınların en önemli sorunlarının başında, ilişki sırasında idrar kaçırmanın geldiğini ve bunun büyük bir korku haline dönüştüğünü belirten Nappi, ''Bu, partnerini olumsuz etkileme korkusuna dönüşüyor ve çeşitli psikolojik sorunları da beraberinde getiriyor'' dedi.

Nappi, idrar kaçırmanın nedenleri arasında normal doğum sırasında vajina kaslarında oluşan rahatsızlıklar ve enfeksiyonların bulunduğunu ifade ederek, tedavinin çeşitli ilaçlarla veya basit egzersizlerle mümkün olduğu belirtti.

Kadın doğum sağlığına da değinen Nappi, çocuk sağlığı ve kadın vücudunda görülebilecek birçok risk açısından sezaryenle doğumun sağlıklı olduğunu kaydeden Nappi, şöyle konuştu:

''Sezaryenle doğumun faydaları var ama kuaföre saç kestirmeye gider gibi doğuma gitmeyi değil, kadınlara normal vajinal doğum yapmalarını öneririm. Çünkü yapılan bilimsel araştırmalarda, normal doğum yapan anneler ile sezaryenle doğum yapanlar arasında, annelik duygusunu yaşama, çocuğa bağlılık gibi konularda ciddi farklılıklar gözlemlenmiştir. Ben anne değilim ama eğer anne olmaya karar verirsem tabii ki normal doğumu tercih ederim.'

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:32 AM
Kolestrol prostat tümörünü büyütüyor

--------------------------------------------------------------------------------

Yapılan bir bilimsel araştırma kandaki yüksek kolestrol miktarının prostat tümörlerinin büyümesini hızlandırdığını ortaya koydu.

ABD'de fareler üzerinde yapılan testlerin yüksek kolestrolün kansere sebep olduğuna dair bir doğrulamada bulunmadığını, ancak prostat kanserinin büyümesini hızlandırdığını gösterdiği kaydedildi.

Araştırmayı yöneten Boston Çocuk Hastahanesi uzmanlarından Michael Freeman, araştırmada tümörün başlama sebeplerini değil, ancak sadece gelişme sebeplerini araştırdıklarını belirtirken, ekibin araştırma bulgularını Journal of Clinical Investigation dergisinde yayınladıkları ifade edildi.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:33 AM
KOAH'ınız var mı? Nasıl anlarsınız?

--------------------------------------------------------------------------------



KOAH'ın başlıca belirtileri öksürük, balgam ve nefes darlığıdır, ancak hastalar başlangıçtaki öksürük, balgam gibi şikayetleri önemsemediklerinden ancak nefes darlığı geliştiğinde doktora gitme ihtiyacını duyarlar. Bu nedenle KOAH tanısı genellikle 40 ya da 50 yaşından sonra konmaktadır.KOAH'ın başlıca iki türü vardır. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, KOAH'ın belirtilerini Mynet okurları için derledi


KRONİK BRONŞİTLİ KOAH

İlk belirtileri öksürük ve balgamdır, ancak bu kişilerin çoğu sigara tiryakisi de oldukları için, öksürük ve balgamı hiç önemsemezler. Bunlara göre, sigara içen bir insanın öksürmesi ve zaman zaman balgam çıkarması son derecede olağandır. Öksürük ve balgam çıkarma şikayetleri özellikle kış aylarında ve sabahları daha fazladır. KOAH' lılar solunum yolları enfeksiyonlarına karşı çok duyarlıdırlar.



KOAH'lıların doktora baş vurmasına neden olan esas şikayet öksürük ve balgama eklenen nefes darlığı ve hırıltılı solunumdur. Nefes darlığı önceleri sadece ağır eforlar sırasında ortaya çıkarken, giderek ilerleyici bir özellik gösterir ve nihayet en küçük hareketler bile nefes darlığına yol açmaya başlar. İleri dönemlerdeki hastalar odaları içinde yürürken, tıraş olurken, giyinip soyunurken, hatta yatakta dönerken bile nefes darlığı çekerler. İlerlemiş KOAH'lılarda dudak ve tırnaklarda morarma, boyun damarlarında dolgunluk, gözlerde kanlanma, bacaklarda şişlik (ödem) gibi belirtiler de görülür.

KOAH'lılarda kanlarındaki oksijen basıncının azalmış olmasına bağlı olarak sinirlilik, huzursuzluk, uykusuzluk, çarpıntı, baş ağrısı, ellerde titremeler ortaya çıkar. Dalgınlık, konuşma güçlüğü, uyuklama, kas seğirmeleri... gibi bulgular ise kanda karbondioksit basıncının artmış olduğunu gösteren belirtilerdir.

Kronik bronşitli KOAH'lılar genellikle fazla kilolu kişilerdir ve bunlarda sağ kalp yetersizliği sık rastlanan bir tablodur.

AMFİZEMLİ KOAH

Bu hastaların esas şikayeti nefes darlığıdır. Zaman zaman öksürük ve hırıltı şikayetleri olabilir, fakat hiç balgam çıkarmazlar. Nefes darlığı ilerleyici bir özellik gösterir; önceleri ağır eforlarda ortaya çıkarken giderek en küçük hareketler bile hastayı nefes nefese bırakır. İleri dönemlerde, yemek yemek, traş olmak... gibi en basit eforlar bile yapılamaz olur.

Amfizemli KOAH'lıların çoğu uzun boylu, zayıf, göğüs kafesleri fıçı gibi şiş olan kişilerdir. Bu hastalar sırtüstü yatamazlar; sadece oturur durumda ve hafif öne eğilerek ve kollarıyla bir yerden destek alarak nefes alabilirler.



Dudaklarını büzerek uzun uzun nefes vermeleri ve nefes alırken alt kaburga aralıklarının içeriye doğru çekilmesi tipik bulgularıdır.

Bazı hastalarda kanlarında antitipsin enzimi eksikliği vardır.

KOAH'IN TANISI

KOAH tanısında hastanın ayrıntılı olarak sorgulanması ve dikkatli muayenesi ile önemli ipuçları elde edilir. İlerlemiş KOAH' ın tanısı çok kolay olsa da, erken evredeki hastaların tanınabilmesi için bazı incelemelerin yapılması gerekir.

-Akciğer röntgeni
-Akciğer tomografisi (bazı hastalarda)
-Solunum fonksiyon testleri
-Arter kanında oksijen ve karbondioksit basınçları ölçümü
-Kanda antitripsin ölçümü
-Balgam incelemeleri
-EKG

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:33 AM
Her 5 çocuktan 1'i temiz su içemiyor

--------------------------------------------------------------------------------



Birleşmiş Milletler (BM) Çocuk Fonu UNICEF, dünya üzerindeki her 5 çocuktan 1'inin temiz su içemediğini açıkladı.

22 Mart Dünya Su Günü dolayısıyla bir rapor hazırlayan UNICEF, temiz su elde edilmesi konusunda önemli ilerlemeler kaydedildiğini; ancak her yıl yaklaşık 1 milyon 500 binden fazla çocuğun temel sağlık hizmetleri bulunmaması sonucu öldüğünü belirtti.

Rapora göre, çocukların günde en az 20 litre temiz suya ihtiyaçları var. Bu, yıkama, içme ve yemek pişirme için yaklaşık 2 kova suya denk geliyor. Bu miktarda su olmadığı takdirde, çocuklar kirli su içinde yaşayan ve hastalık saçan organizmaların etkisine maruz kalıyor. Hastalıklar, yıkanmamış eller yoluyla da bulaşıyor. UNICEF, temiz olmayan kuyular, nehirler ya da göllerden alınan suların kullanılmasının ishal ve tifo gibi hastalıklara yol açtığını belirtiyor ve bu hastalıklar nedeniyle her gün yaklaşık 4 bin çocuğun öldüğü tahmininde bulunuyor.

1990 yılından bu yana koşullar iyileşme gösterdi. Şimdi 1 milyar kişi daha temiz içme suyuna ulaşabiliyor. Ancak UNICEF'e göre bu yine de yeterli değil. Temel sağlık koşullarını geliştirmenin düşük bir maliyet gerektirdiğini söyleyen kurum, bunun karşılığında alınacak sonuçlarının ise çok büyük olacağını; böylece sadece hayatların kurtarılmayacağını, aynı zamanda çocukların sağlığının iyileşeceğini ve okullara devam durumlarında da düzelme görüleceğini belirtiyor.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:33 AM
Uykuya kolayca dalın

--------------------------------------------------------------------------------

Uzmanlar, uyumakta güçlük çekenler için huzursuz edici düşüncelerden arınmanın 5 etkili yolunu açıkladı.


Uykuya en çok ihtiyacınız olduğu zamanlarda beyninizi kurcalayan düşünceler yüzünden huzur bulamıyorsanız, Santa Monica daki Uyku Bozukluğu Tanı Merkezi Başkanı Frisca Yan-Go'nun tavsiyelerine kulak verin.


- Hareket planı oluşturun: Ertesi günün programıyla ilgili endişeleriniz varsa, yataktan kalkın ve yapacaklarınızı bir kağıda not alın. Listeyi yazılı halde görürseniz, kendinizi olaya hakim hissedersiniz. Sabah listeyi gözden geçirebilme düşüncesi sizi rahatlatır.


- Uykuya dalma masalı uydurun: Gün içinde meydana gelen bir olayı kafanızdan silemiyorsanız, hayal kurmayı deneyin. Kendinizi düşüncelerinizle hiç ilgisi olmayan bir yerde hayal edin. Örneğin favori tatilinizi hatırlayın. Dalgaların dokunuşunu, içtiğiniz Margarita'nın tadını anımsamaya çalışın. Bu düşünceler, sizi beyninizi yoran diğer düşüncelerden uzaklaştıracaktır.


- Saatinizi saklayın: Düşünceleriniz yüzünden uyku sıkıntısı çekiyorsanız, odadaki her türlü ses, sorununuzu artırabilir. Sabah uyanamama korkusu uykuyu bozan en önemli faktörlerdendir. Alarmı kurun ama saat uzağınızda olsun.


- Ilık bir banyo yapın: Sıcak sudan çıkınca, vücut soğumaya başlar ve bu, beyin tarafından uyku zamanının habercisi olarak algılanır. Uyku sorunlarınız varsa, 15 dakikalık ılık bir banyo uyumanıza yardımcı olabilir.


- Sevişin: Cinsellik uzmanı Patti Britton "Orgazm sırasında salgılanan hormonlar, uykuya dalmayı kolaylaştırır" diyor.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:33 AM
Kışın alınan kilolardan kurtulma yolları

--------------------------------------------------------------------------------

Uzmanlar, kış aylarında alınan kiloları vermek için sağlıksız diyetlere başvuranları uyarıyor.

"Kışın kalın giyecekler altında gizlenen kiloları vermek için geç kalmayın" diyen uzmanlar, egzersizler ve sık aralıklı beslenme programlarıyla kiloların verilebileceğini söylüyor. İşte, yaz gelmeden sağlıklı bir şekilde zayıflamak isteyenlere altın tavsiyeler:

"Kendinize az miktarda ancak sık aralıklı bir beslenme programı düzenleyin. Poğaça, börek yemek yerine, güne güzel bir kahvaltı yaparak başlayın. Alkol ve hazır içecekler yerine, limonlu veya meyveli sodaları tercih edin. Taze veya kuru meyve yemeye özen gösterin. Günde 2.5-3 litre su için. Günlük posa alımınızı artırın. Tam tahıl ürünlerini, sebze ve meyveyi bol tüketin. Soslu yemekler, mayonezli, soslu salatalar yerine limon, soya sosu gibi kalorisiz olanlarını kullanmaya çalışın. Günlük yağ alımını azaltın. Düzenli egzersiz yapın. Şekerden uzak durun. Çok tatlı yemek istediğiniz zaman dondurmayı ya da sütlü tatlıları tercih edin."

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:33 AM
Mutlu ilişkinin formülü bulundu

--------------------------------------------------------------------------------

Alman bilim adamları, mutlu bir ilişkiye giden yolun, '1 eleştiriye karşı 5 iltifat' formülünden geçtiğini savundu.

Bochum'daki Ruhr Üniversitesi'nin sosyal psikoloji bölümünde görev yapan Prof. Hans-Werner Bierhoff, yapılan bir eleştirinin yarattığı tatsızlığı gidermek için iltifat yöntemine başvurulması gerektiğini belirterek, "İyi niyet, mutlu olma potansiyelini artırır" dedi.

Bu 'formüle' ulaşmak için binlerce kişi üzerinde araştırmalar yapan Bierhoff ve meslektaşı Elke Rohmann, yeni yazdıkları "Aşkı güçlü kılan nedir?" adlı kitapta, ilişkilerin uzun sürmesini sağlayacak tavsiyelerde bulunuyor.

Bierhoff, işsizlik ve sadakatsizliğin yanı sıra, hastalık, depresyon ya da doğum gibi 'stresli deneyimlerin', ilişkinin dengesini bozup ayrılığa yol açabileceğini söyledi.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:33 AM
Sütsüz çikolata sağlığa yararlı

--------------------------------------------------------------------------------

İtalyan doktorlar, sütsüz çikolata yemenin, şeker hastalığı ve kan basıncının kontrolüne yardımcı olabileceğini bildirdi. Uzmanlar yine de genelde az çikolata yenmesi çağrısı yaptılar.

L'Aquila Üniversitesi'nde yapılan araştırmada, 15 gün boyunca her gün 100 gram çikolata yemenin, kan basıncını azalttığı ortaya çıktı. 15 kişi üzerinde yapılan araştırmada ayrıca çikolata yemekle, vücudun şeker metabolize etme yeteneğinin arttığı belirlendi. Şeker metabolizasyonunun düşük olması, şeker hastası kişilerin sorunlarından biri. Araştırmanın ilginç bir yanı ise beyaz çikolata yendiğinde aynı sonuçlara ulaşılmaması. L'Aquila Üniversitesi'nden Dr. Claudio Ferri, sütsüz çikolatanın faydalarına karşın, insanlara dikkatli olmaları çağrısında bulunuyor. Ferri, sütsüz çikolatanın, antioksidenin yanı sıra çok miktarda yağ ve kaloriyi de bünyesinde bulundurduğunu söylüyor. Ferri'ye göre, diyetlerine biraz çikolata da eklemek isteyen kişilerin, mutlaka diğer yiyeceklerden keserek kalori fazlalarnı vermeleri gerekiyor. İtalya'daki araştırma tıp ve beslenme uzmanlarından genelde olumlu tepki aldı.

Kaliforniya Üniversitesi'nden beslenme uzmanı Cesar Fraga, araştırmada kan basıncına yönelik bulguların inanılır göründüğünü söyledi. Ancak Fraga, çay ve şarap gibi içeceklerin de aynı etkiyi yaptığını belirtti. Diabetes UK adlı kuruluşun danışmanlarından Amanda Vezey, araştırmanın küçük bir çalışma olmasına karşın, ilginç sonuçlar verdiğini vurguladı. Vezey bu duruma karşın şeker hastalarına, dengeli bir diyet önerdiklerini, çok sayıda meyve sebzenin, düzenli sporla birlikte şeker hastalarına yardımcı olacağını söyledi. Blood Pressure Association adlı kuruluştan Prof. Graham MacGregor, konuyla ilgili olarak daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyulduğunu belirtti.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:33 AM
Verem, milyonlarca kişi için hala tehdit

--------------------------------------------------------------------------------

Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Afrika'da veremin tehlikeli boyutlara ulaştığını ve kıtadaki ölümlerin üçte birinin veremden kaynaklandığını bildirdi.


Dünya Verem Günü dolayısıyla bir rapor yayımlayan örgüt, 1990'dan bu yana dünya genelinde verem vakalarının yüzde 20 azaldığını, Afrika'da ise 3 kat arttığını bildirdi.


Bu duruma yaygın olan HIV virüsünün ve yeterli verem kontrol programları yürütülmemesinin yol açtığı belirtiliyor. Bu nedenle HIV ve vereme karşı ortak mücadele yürütülmesi ve bu hastalıklardan birinin belirtilerini gösterenlerin diğeri için de testlerden geçirilmesi isteniyor. Raporda Çin ve Hindistan ise yürüttükleri mücadele dolaysıyla övgüyle anılıyor.


Rapora göre, Avrupa da veremle mücadele açısından pek iyi durumda değil. Özellikle Doğu Avrupa'da hastalığın ilaçlara karşı direnç geliştirmesinin mücadeleyi olumsuz etkilediği belirtiliyor. Rusya'da bildik ilaçlarla tedavi edilemeyen bakterilerle karşı karşıya gelen ülkeler arasında yer alıyor. İngiltere önümüzdeki 3 yılda veremle mücadele çalışmaları için 5 milyon sterlin kaynak aktarılmasını kararlaştırdı.


Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü de, 123 yıllık yöntemlere dayanan ve uzun süren teşhis uygulamalarının değiştirilmesi ve yeni aşılar geliştirilmesi çağrısında bulundu.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:34 AM
Her meyve suyu aynı değil

--------------------------------------------------------------------------------

Vücudumuzun yüzde 72'sini sıvı oluşturuyor. İnsan günde ortalama 2.5 litre sıvı kaybediyor. Meyve suyu içmeyi bir alışkanlık haline getirmek, sağlıklı yaşam kurallarından birini oluşturuyor. Çünkü meyve suları, gün içinde vücuda kaybettiği suyu kazandırıyor ve enerji veriyor. Meyve Suyu Endüstrisi Derneği (MEYED) Başkanı Prof. Dr. Aziz Ekşi bilinçli bir tüketim için meyve suları arasındaki farklara dikkat etmek gerektiğinin altını çizdi ve bu farkları ortaya koyan meyve suyu oranlarının, ürünlerin ambalajlarının üzerinde yazılı olduğunu hatırlattı.

Her meyve suyu aynı değil

Meyve suları içerdikleri meyve oranlarına göre meyve suyu, nektar ve meyveli içecekler olmak üzere üçe ayrılıyor:

Meyve suyunun içindeki doğal meyve oranı yüzde yüzü buluyor. Özellikle portakal, üzüm ve elmadan elde edilebilen yüzde 100 meyve suyu, elde edildiği meyvenin renk, tat ve kokusunu taşıyor. Meyve suyu koruyucu ve katkı maddesi içermiyor.

Meyve nektarı, meyve suyu veya pulpunun az da olsa su ile seyreltilmesi ile üretiliyor. Nektarın içinde en az yüzde 25-50 oranında meyve konsantresi bulunuyor. Şeftali, kayısı gibi meyvelerin suları koyu kıvamlı olduğu için bu meyvelerden nektar üretiliyor; kayısı nektarında en az %40, şeftali nektarında en az %45 oranında meyve bulunuyor. Meyve suları gibi nektarda da Gıda Kodeksi uyarınca koruyucu madde bulunmuyor.

Meyveli içecek ise, en az yüzde 10 oranında meyve içeriyor. Bu kategori altında son yıllarda aromalı içecekler de üretiliyor. Aromalı içecekler su, şeker, izin verilen katkı ve aroma maddelerinin karışımından oluşuyor.


Yeterince Meyve Suyu İçmiyoruz

MEYED Başkanı Prof. Dr. Aziz Ekşi Türkiye'de meyve suyu tüketiminin Avrupa ülkeleri ile karşılaştırıldığında düşük seviyelerde bulunduğunu belirtti. Ekşi sözlerine şöyle devam etti: "AB ortalaması yılda kişi başına yaklaşık 20 lt. olarak gerçekleşirken Türkiye'de 6 litre, bununla birlikte bilinçli tüketimin artmasıyla, meyve oranı sayesinde daha fazla doğal vitamin ve mineral içeren meyve suyu ve nektarların 2004 yılındaki satışında 2003 yılına göre yaklaşık %25'lik bir artış gerçekleşti. Türkiye'de en fazla şeftali suyu (%28) içilirken, onu vişne (24%) ve kayısı (19%) suyu izliyor. Bununla birlikte en hızlı büyüme ise karışık nektar tüketiminde gerçekleşiyor. C vitamini deposu olarak nitelendirilen portakal suyu ise beşinci sırada yer alıyor. "

Prof. Dr. Aziz Ekşi'ye göre tüketim oranlarının az olması kadar, tüketicilerin meyve suları arasındaki farklar hakkında yeterince bilgi sahibi olmamaları meyve suyu sektörünün önemli sorunlarından birini oluşturuyor. Türkiye'de meyve suları arasındaki farklar konusunda bilincin gelişmesine ve farklı ortamlarda tüketim oranlarının artırılmasına katkıda bulunmak önem taşıyor.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:34 AM
Meditasyonla kalp sağlığınızı koruyun

--------------------------------------------------------------------------------

Meditasyon Uzmanı Vesile Baruh, transandantal meditasyonun, insanı kalp ve akciğer hastalıklarına karşı koruduğunu söyledi.


İskenderun Rotary Kulübü'nün organize ettiği panele konuşmacı olarak katılan Meditasyon Uzmanı Vesile Baruh, transandantal meditasyonun insan sağlığı, stres ve kendini iyileştirme yönünde insan üzerindeki olumlu etkilerini anlattı. Transandantal meditasyonun yaşlanma üzerinde olumlu etkileri olduğunu belirten Baruh, bu meditasyon türünün yararlarının bilimsel olarak kanıtlandığını ifade ederek, "Transandantal meditasyonun yararları son 35 yılda, 30 ülkede, 200 üniversitede yapılan 600'den fazla araştırma ile bilimsel olarak kanıtlanmıştır" dedi.


Maharishi Maseh Yogi'nin transandantal meditasyon tekniğini ABD'de uygulayan 2 bin kişi üzerinde 5 yıl süreyle yapılan araştırmalar ve deneylerin sonuçlarına göre, bu meditasyon tekniğinin kalp ve akciğer hastalıklarına karşı koruyucu olduğunun belirlendiğini anlatan Baruh, "Araştırma sonuçlarına göre, transandantal meditasyonu 5 yıl süreyle uygulayanlarda kalp, akciğer hastalıkları, sinir sistemi bozuklukları, bağırsak rahatsızlıkları, enfeksiyonlar, kemik-kas rahatsızlıkları önemli ölçüde azalmaktadır" dedi.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:34 AM
AIDS'in yayılmasını önleyen yöntem

Çinli ve ABD'li bilim adamları, HIV virüsünün insan vücudunda yayılmasını önleyen bir yöntem buldu.

Anhui eyaletinin merkezi Hıfey şehrindeki Çin Bilim ve Teknoloji Üniversitesi'nden uzmanlar, bulunan kimyasal molekül bileşiminin HIV'in saldırılarına uğrayan hücrelerdeki açığı kapatacağını ve bundan sonraki aşamada AIDS ile ilgili klinik deneylere yepyeni yöntemler sağlayacağını belirttiler.

Uzmanlar, AIDS virüsünün insanın hücresine girmesini önleyen kimyasal molekül birleşimi sayesinde, AIDS virüsünün insan vücudunda üreyememesi ve yayılamamasından dolayı kendiliğinden yok olacağını ileri sürdüler.

Şu anda dünyada AIDS hastalarına her gün 16 bin kişi ekleniyor ve ortalama her bir dakika 5 kişi AİDS'ten ölüyor. Çin'de resmi rakamlara göre 840 bin HIV taşıyıcısı bulunuyor.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:34 AM
Hamilelikte batıl inançlar

--------------------------------------------------------------------------------

Hamilelik ve doğuma ilişkin batıl inançlar günümüzde de etkisini sürdürüyor. Kadınla ilgili en yaygın batıl inançlara göre, hamile kadının karnı 'sivri' olursa ya da 'tatlılara' aş ererse çocuk erkek, karnı 'yuvarlak' ise veya 'ekşili ve acılı' yiyeceklere aş eriyorsa çocuk kız oluyor.


İHA muhabirinin www.gebelikrehberi.com (http://www.gebelikrehberi.com/) sitesinden derlediği bilgilere göre, birçok kişi, kadının hamileliği sırasında baktığı, yediği, içtiği ve yaptıkları ile doğacak bebek arasında bağ kuruyor. Bebeğin anne karnında ilk kıpırdadığı an kadın kime bakarsa bebeğin ona benzeyeceği, özellikle aşerme döneminde ekşili, acılı yiyeceklerin kız, tatlı yiyeceklerin de erkek bebeğe işaret ettiği, en yaygın batıl inançlar arasında yer alıyor.


Ayrıca doğumun kolay olmasını sağlamak için muska ve tılsımlardan medet umuluyor. Doğum sırasında 'kilit açma', 'örgülü saçları çözme', 'dilenciye sabun verme' gibi adetler de sürüyor. Bu tür inançların örneklerine eski uygarlıklarda da rastlanıyor. Eski Mısır'da 'hamile kadın bedenli heykelciğin' doğuran kadınlara uğur getirdiğine inanılırken, Asur ve Babil'de 'Filistin'in rüzgar cini, rüzgar cinlerinin kralı Hanbi'nin oğlu korkunç yüzlü, dört kanatlı, kuş ayaklı, hayvan pençeli ve akrep kuyruklu Pazuzzu' heykelciği, hamilelerin koruyucusu olarak görülüyor. Japon kadınları ise doğum sırasında, Japonca 'kolay doğum' anlamına gelen 'Koyasugai' adlı deniz kabuğunu avuçlarında tutuyor. Eski Roma'dan beri gelen bir diğer inanış da hamileye kocasının yün kuşağının sarılması. Bu inanış, Anadolu'da halen devam ediyor. Ayrıca, içinde okunmuş kağıtların olduğu üçgen şeklinde katlanmış muskalara da rastlanıyor.


Halk arasında 'Loğusanın mezarı 40 gün açık kalır' sözüne inanılırken, 'nazar' ya da 'göz değmesi'nden korunmak için anne ve bebeğe nazarlık takılıyor, ev tütsülenip loğusaya kurşun dökülüyor. Bu dönemde özenle üstünde durulan konulardan biri ise 40 gün süreyle anne ve çocuğun evden dışarı çıkarılmaması. Bunun yanı sıra aynı günlerde doğum yapmış 2 annenin karşılaşmamasına da özen gösteriliyor. Karşılaşırlarsa 'kırklarının karışacağına' ve loğusaların kötü etkileneceğine inanılıyor.


Ayrıca loğusa döneminde anne ve çocuk için en büyük tehlikenin 'albastı' olduğuna inanılırken, bunu önlemek için en yaygın uygulama kadının üzerinde kırmızı renk bulundurmak, loğusa şerbetinin ve loğusa şekerinin kırmızı renkli olması ya da annenin başına kırmızı renkli kurdele takılması. Bu arada, halk arasında, doğan bebeğin göbek bağına ilişkin de inanışlar bulunuyor. Çocuk 'evcil' olsun diye göbek bağı dolap ya da sandık içine saklanırken, 'akıllı' olması için okul bahçesine, 'dindar' ve 'imanlı' olması için de cami bahçesine gömülüyor.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:34 AM
Felçli hastalara "çip" ümidi

--------------------------------------------------------------------------------

Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD) yapılan bir deney sonucu, ağır felçli bir kişi, beynine yerleştirilen elektronik çip sayesinde günlük hayatta kullanılan nesneleri kontrol etmeyi başardı.


Felç hastası, artık televizyonunu açıp kapatabiliyor, kanalları değiştirebiliyor ve ses seviyesini ayarlayabiliyor. Bu, felçli hastaların dış dünyayla iletişim sağlayabilmeleri yönünde atılan çok önemli bir adım olarak nitelendiriliyor.


Omurilik hasar gördüğünde, beyin ve vücudun geri kalan bölümü arasındaki iletişim kesiliyor ve bu nedenle beynin gönderdiği 'Hareket et!' emirleri kaslara ulaşmıyor.


Ancak beyin içerisinde, düşünmeyi simgeleyen elektriksel faaliyet sürüyor. Bu deneyde, Brown Üniversitesi'nden bilim adamları, beynin elektrik içerisinde devam eden titreşimleri algılayan bir silikon çip ve bu titreşimleri çözümleyecek bir bilgisayar kullandı. Deney sonucunda, uğradığı bıçaklı saldırı sonucu boynundan aşağısı felç olan Matthew Nagle, şimdi düşünme gücüyle, televizyon gibi günlük hayattaki nesneleri kontrol edebiliyor. Örneğin, kolunu hareket ettirdiğini düşündüğünde çip, bilgisayara, ekranındaki bir imleci hareket ettirme sinyali gönderiyor.


Çipi tasarlayan ekibin başkanı Prof. John Donahue, uyguladıkları yöntemi şöyle anlatıyor:


"Bilgisayar ekranı, esas olarak bir televizyonun uzaktan kumandası gibi. Bir seçim yapmak için imleci istediği ikonun üzerine getirmesi gerekiyor ve bu da o ikon üzerine tıklamakla aynı anlama geliyor"


Ancak, ekran sadece bir televizyon kumandası değil. Matthew Nagle, robot bir kolun el hareketlerini kontrol etmeyi de başarmış durumda. Bilim adamları, uzun vadede, pillerle çalışacak cep telefonu büyüklüğünde bir paket geliştirmeyi ve elektrik titreşimleriyle hastanın kendi kaslarının uyarılmasını sağlamayı hedefliyor. Ancak bu zor olacak. Zira, önemsemediğimiz basit hareketler, taklit edilmesi çok zor, karışık elektrik sinyalleri içeriyor. Ancak yine de, bu deney, felçli hastaların yeniden hareket edebilme hayalleri için bir dönüm noktası teşkil ediyor.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:35 AM
Günde 100 gr.fındık tüketin

--------------------------------------------------------------------------------

Ordu Ziraat Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü öğretim görevlisi Dr. Atilla Yılmaz, günde yaklaşık 100 gram fındığın doğrudan veya farklı besin maddeleriyle birlikte tüketilmesinin çok faydalı olduğunu söyledi.

Yılmaz, fındığın, bileşiminde bulunan yağ, karbonhidrat ve proteinden dolayı yüksek kalorili bir enerji kaynağı olduğunu belirterek, “aklaşık 100 gram fındıktaki proteinden sağlanan enerji, toplam enerjinin yüzde 11.7'sine eşittir” dedi.



Fındığın kolesterol seviyesini azalttığını ifade eden Yılmaz, şöyle konuştu:



“ındığın içerdiği linoleik asit, kandaki pulcukların çökelmesine ve damar içi daralmasına engel olmaktadır. Fındık yağı, kalp ve damar hastalıklarının önlenmesinde, çoklu doymamış yağ asitlerinin doymuş yağ asitlerine oranı bakımından diğer yağ çeşitlerine nazaran en uygun orana sahiptir.



Fındığın protein miktarı yumurta ve tahıllardan yüksek, et ve baklagillere hemen hemen eşittir. 100 gram iç fındıkla protein ihtiyacının yüzde 22'si karşılanabilmektedir. Fındıkta en fazla bulunan arginin amino asidi, koroner kalp yetmezliği riskini önlemede kan damarlarının gevşemesinde rol alan bileşiklerin sentezine yardımcı olmaktadır.”



Fındıkta tuz oranının da az olduğunu kaydeden Yılmaz, şunları söyledi:



“Özellikle tuz bakımından düşük beslenme programlarında ve yüksek tansiyonu olan hastalarda fındık tüketiminin fazla sorun olmayacağı da görülmektedir. Fındıkta sodyumun düşük, magnezyum, kalsiyum ve potasyumun yüksek olması, vücutta kan basıncının düzenlenmesinde rol oynamaktadır. Fındık, özellikle kemik ve diş gelişmesi için gerekli kalsiyumu süt ürünleri, pekmez, asma yaprağı ve meyveler içerisinde de bademden sonra en fazla içeren meyvedir.”



Fındığın kansızlık, sindirim ve solunum sistemi hastalıklarının önlenmesinde de etkili olduğunu belirten Yılmaz, dengeli ve sağlıklı beslenme için günde yaklaşık 100 gram fındığın doğrudan veya farklı besin maddeleriyle birlikte tüketilmesinin çok faydalı olduğunu vurguladı..

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:35 AM
Kısa Kısa...

--------------------------------------------------------------------------------

Şeker hastaları salatayı sirkeli yesin
Tip 2 Diabeti veya insülin rezistansı olan insanlarda yüksek karbonhidrat içeren bir öğünden önce 2 yemek kaşığı sirke kullanmaları öneriliyor. Sirkenin asetik asit içerdiği, bu asitin bazı sindirim enzimlerini yavaşlattığı ve karbonhidratın emilimini azalttığı saptanmıştır.

Parlak saçlar için badem ve somon
Sağlıklı beslenme ile parlak saçlara kavuşabilirsiniz. Saçlarımız keratin denilen bir protein yapısındadır. Somonda, bademde, avakadoda ve keten tohumunda bulunan Omega 3 yağ asitleri saçları sağlığına kavuşturur.

İştahınızı kapatmak için güneşe çıkın
Yapılan araştırmalarda kış aylarında veya soğuk iklimlerde yaşayan insanların daha az güneş ışığından yararlandığı, bu durumun da insanlarda daha çok depresyon ve iştah artışına yol açtığı ortaya çıktı.

Saç dökülmesinin çaresi Biotin
H vitamini olarak da bilinen Biotin, yağ asitlerinin yapılması ve hücre gelişimi için mutlaka gereklidir. Saç telini güçlendiren ve dökülmeyi önleyen Biotin, cilt sağlığı için de son derece faydalıdır. En çok yumurta sarısı, karaciğer, süt, böbrek ve mayada bulunur.

Bitter çikolata diş çürüklerini önlüyor!
Çikolata neredeyse her derde deva... Bilim adamlarına göre, çikolatadaki "catechin" adlı antioksidanlar kansere ve kalp hastalıklarına karşı koruma sağlıyor. İnanması zor ama çikolata diş çürüklerini de önleyebiliyor. Yapılan son araştırmalara göre günde 30 gram siyah çikolata yemek, hipertansiyonu da düşürüyor. Sorun yalnızca hangi tür çikolata yiyeceğimizi bilmememiz. Bitter yani acı çikolata doğru tercih...

Kahvenin aşırısı bağımlılık yapar
Yüksek tansiyonunuz, kemik sorunlarınız ya da çarpıntılarınız varsa, kahve içerken bir kez daha düşünün. Yoksa rahatça kahvenizi yudumlayabilirsiniz. Ancak yine de ölçüyü kaçırmayın. Yoksa madde bağımlısı olabilirsiniz.

Mantar yiyerek damarlarınızı koruyabilirsiniz
Japon bilim adamları, yaptıkları son araştırmalarda mantarlarda bulunan kimyasalların, damarlardaki tehlikeli yağ birikimini (aterosklerozis) engellediğini ortaya çıkardı.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:35 AM
Erkekte kısırlığın nedenleri ve tedavisi

--------------------------------------------------------------------------------



İktidarsız erkekler cinsel ilişkiye giremedikleri için kısırlık sorunu yaşabiliyor ama her kısırlık problemi olan iktidarsız anlamına gelmiyor. Erkek kısırlığının birçok nedeni var. Çocuk sahibi olmak için uğraşanların bilmesi gereken en önemli şeylerden biri de mikroenjeksiyonun ya da tüp bebek yöntemin uygulanmasında jinekologla üroloğun ortak çalışması çok önemlidir. Çünkü ürolojik tedavi gören hastaların daha sonra uygulanan tüp bebek yönteminde başarı şanslarının arttığı tespit edilmiştir.

Erkek kısırlığının nedenleri

-Hormonal etkenler: Beyinden salgılanan bazı hormonlar sperm yapımına etki eder bu hormonların salgısı yeterli olamayabilir.

-Metabolik sebepler diyabet gibi

-Psikoseksül bozukluklar, cinsel ilişki bozukluğuna yol açtığı için.

-Derin bir prostat ve batın ameliyatı nedeniyle spermin geçtiği yolarda olan tıkanıklıklar ve kesikler.

-İlaca bağlı sebepler: Bazı ilaçlar geriye boşalma yapar. Anti-depresan tarzı ilaçların bir çoğu kısırlığa neden olur. Tansiyon ilaçlarının bazıları da aynı etkiyi gösterir.

-Genetik anomaliler ve bunlara bağlı bozukluklarda kısırlık yapabilir. Klingelter sendromunda örneğin hastanın kadın gibi göğüsleri büyüktür, saçları uzar penis ve testisleri vardır ama spermi yoktur. Bu durum şekil olarak da çıplak gözle anlaşılabilir. Genetik yapısı araştırıldığında anomali anlaşılır. Yine genetik nedenlerle testiste sperm üreten doku hücreler bulunmayabilir bu durum da önemli bir kısırlık sebebidir.


-Testisin karın içinde olması önemli kısırlık nedenlerinden biridir.

-Ergenlik sonrası geçirilen kabakulak da kısırlığa yol açar.

-Aşırı sıcaklık da spermi etkiler. Fırıncılar, cam işleyen, şiddetli ısıya bağlı çalışanlarda, sürekli oturan şoförlerin sperminde mutlaka düşüklük olur. Kişi bir süre sıcak ortamdan uzaklaştığı zaman spermleri normale döner.

-Kemoterapi geçirmiş olmak: Bu nedenle kemoterapi öncesinde sperm dondurulur ki hastanın ileride tüp bebek yöntemi ile çocuk sahibi olma şansı doğsun. Kemoterapiden uzun bir süre sonra sperm normal haline gelebilir.

-Radyasyona maruz kalmak kalıcı kısırlık nedeni olabilir.

-Varikosel: Testisten çıkan toplar damarların aşırı ve anormal olarak büyük oluşu genişlemiş olması reflü dediğimiz geri akımı oluşturmaları, ayrıca testiste ısı etkisi ve beslenme bozukluğu sonucu testiste sperm üreten hücreleri toksik bazı maddelerle karşı karşıya bırakır. Bu durum maddeler testis içinde etki yarattığı için sperm oluşumunu kötü etkiler. Testislerin sonografik muayenesi ve damarsal araştırılması gerekir. Böyle bir durum cerrahi müdahale ile düzeltilir. Varikosel ameliyatının başarı şansı değişiktir. Eskiden varikosel ameliyatları çıplak gözle yapılırdı. Şimdi ise mikroskobik olarak yapılıyor. Mikroskobik yapılan ameliyatların başarı şansı diğerlerine oranla çok daha yüksek. Ameliyat olacak kişilerin bunu iyi bilmesi ve ameliyatı yapacak doktordan da bu konuda bilgi alması gerekiyor. Varikosel ameliyatından sonra hücrelerin sayısında yüzde 66 oranında olumlu gelişme sağlanıyor. Gebelik üzerindeki etkisi de yüzde 27 civarında artıyor.

-Torsiyon: Testislerin ani bükülmesi. Bu durumda kişinin ağrısı olur, bulantısı olur, kusması olur. Bu gibi bir durumda hasta hemen doktora gitmelidir. Gecikirse testiste beslenme bozukluğu meydana gelir ve alınması gerekebilir.





-Bağışıklık sistemine bağlı sorunlar: Vücut spermi yabancı madde olarak kabul edebilir. Bu durumda spermde yapışıklıklar meydana gelebilir. Spermin hareket kabiliyeti bozulur.

-Testiste meydana gelen sperm epididimde birikir olgunlaşır sonra da taşınır. Epdidime bağlı bir sebepten. Yani epididimin olmayışı veya tıkalı oluşu veya iltihaplanmış olması ve enfeksiyon sonrası kanalların tıkanması.

-İsteyerek çocuğum olmasın diye spermin geçtiği kanalların bağlanması da bir nedendir. Bu bir ameliyatla yapılır gerektiğinde yine bir ameliyatla açılıp kişinin tekrar çocuğu olabilmesi sağlanır.

Kısırlık tedavisine önce kim başlamalı?

Doğru olan ilk olarak erkeğin sperm kontrolü yaptırmasıdır. Çünkü bu çok kolay bir işlemdir. Erkek 4 gün cinsel perhiz yapar yani cinsel ilişkide bulunmaz, ardından güvenilir bir laboratuara gider ve sperm verir. Laboratuar koşullarında bu spermin yapısı ve morfolojisi incelenir. Bu aşamadan sonra eğer bir problem varsa erkeğin tedavisine yönelik çalışmalar yapılır. Eğer sorun yoksa kadının kısırlığı araştırılmaya başlanır. Bazı durumlarda her ikisinde de problem olmayabilir. Her iki tarafın fonksiyonları normal olduğu halde çiftlerin çocuğu olmayabilir. Buna da sık rastlanır.

Bir erkek kısırlık şüphesi ile başvurduğunda ne gibi testler yapılıyor?

Erkeğin doktora anlattıkları çok önemlidir. Doktor hastaya yönelttiği sorularla birçok hastalığın ipucunu yakalayabilir. Şu konular araştırılır:

- Ne kadar zamandır evli olduğu doktor açısından belirleyici bir durumdur. Çünkü kısırlık şüphesi için çiftlerin 1 yıllık düzenli ilişkileri olduğu halde hamilelik durumunun ortaya çıkmamasıdır. Bu bir yıl içinde en az haftada 2 kez ilişkiye girilip girilmediği de sorulmalıdır.




- Ailede başka bir erkekte testislerin yukarıda olması durumu varsa veya erkek testisle ilgili bir problem geçirdiyse direkt olarak bir sebep bulduğumuzu düşünülür.

- Erkeğin ergenlikten sonra kabakulak geçirmiş olup olmadığı da sorulur. Bu hastalık süreci içinde erkeğin yumurtalıklarında şişme de olduysa bölgede spermin oluşumuna neden olan hücreleri yok etmiş anlamına gelir.

- Evli çiftin yaşları da önemlidir. Kadın 35 yaşın üzerinde ise, adetleri düzenli değilse önemli risk faktörü sayılır.

- Aileden genetik olarak gelen diyabet hastalığı olup olmadığı sorulur. Bu durumda diyabetle ilgili testler yapılır ve sperm sayısına bakarak spermle ilgili testler de istenebilir.

- Ailede çocuğu olmayan ve sakat çocuğu olan kişilerin bulunması da araştırma aşamasında yön gösterici olabilir.

- Testislerin yukarıda olması da etkilidir. Eskiden testisleri yukarıda olan çocuklarda testisin indirilme işlemi ergenlik döneminde yapılırdı. Ama aslında bunun fark edildiği dönemde erken yaşlarda yapılması gerekir yoksa kısırlığa neden olabilir.

- Erkekte organik anlamda spermin akışkanlığını önleyen rahatsızlıkların olup olmadığı testlerle incelenir.

Sperm Testi:

Öncelikle sperm testi istiyoruz. Spermin içinde normalde 1 santimetreküpte 20 milyon veya üzeri olması gereken sperm düşük seviyelerine göre türlere ayrılıyor.

- Oligosperm: Azalmış sperm sayısı,

- Normo sperm: Normal sperm sayısı,

- Azospermi: Hiç sperm hücresi olmayışı:gibi 3 durum ortaya çıkıyor.

Kişi spermle ilgili bir sorunu olup olmadığını kendisi anlayabilir mi?



Ancak spermin koyu, az olup olmadığını anlayabilir. Spermin de içinde bulunduğu sıvının klasik bir rengi ve kıvamı vardır. Bunların olmayışı, çok sıvı oluşu veya çok az ve koyu oluşu akla bazı sorunları getirebilir. Bunu doktor ve laboratuar değerlendirebilir. Kültürlü, bu konularda bilgili bir insan spermin az geldiği veya boşalırken ağrı olduğu şikayetleriyle doktora başvurabilir.

Sperm Hiç Yoksa Ne Yapılır: Testis biyopsileri

Testis biyopsileri sperm elde edilemeyen hastalarda uygulanıyor. Testis biyopsileri artık mikroskobik olarak yapılıyor. bu sayede doktor testisin içini çok rahat bir şekilde görebiliyor. Mikroskop altında bakıldığında saç kılından daha ince olan tubuluslar çok net gözüküyor. Böylece doktor sadece içinde sperm olan belirgin dolgun olan dokuyu alıyor ve emrbiyolog hemen o anda dokuda sperm mevcutsa tesbit ediyor. Biz buna micro-tese diyoruz. Bütün bunlardan sonra spermin canlılık testleri değerlendirilebilir. Morfolojik yapısı değerlendirilir ve içlerinden en uygun olanları microenjeksiyon için kullanılır.

Şişmanlık kısırlık nedeni mi?

Erkekte ve kadında aşırı şişmanlık cinsel ilişkiyi önleyebileceği için kısırlığa yol açabilir. Hormonal bozukluklardan kaynaklanan şişmanlık fizyolojik olarak kısırlığı ortaya çıkarabilir.

Kadınla erkeğin birlikte yaptırdığı testler var mı?

Tabii ki var, bunlardan önemli bir tanesi post koital testtir. Cinsel ilişkiden sonraki birkaç saat içinde yapılıyor. Sabah evde ilişkiye giriyor aile, doktora gidiyor ilişkiden sonra uterusun ağzından bir materyal alınıyor ve buradaki spermin canlı olup olmadığına bakılıyor. Eğer canlı ise erkekte bir sorun olmadığı düşünülüyor ve kadına ait faktörlerin araştırılmasına geçiliyor.




Sigara kısırlık nedeni mi?

Erkekte spermin yapısını etkiler kadında da yumurtlamayı etkiler. Sigaranın zararları bazen vücutta kalıcı etkilere yol açar ama sigara bırakıldıktan sonra spermin yapısında düzelmeler görülmektedir.

Alkol kullanımının etkisi var mı?

Öncelikle alkol kullanımı sinir sistemi üzerinde etkili olur. Erkekte sertleşme sorunu yapar. Ayrıca spermin hareketliliğini etkiler.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:35 AM
"Dağınık ev" çocuğun zekasını etkiliyor

--------------------------------------------------------------------------------

Dağınık evin, çocukların zeka gelişimini olumsuz etkilediği belirtildi.

New Scientist dergisinde yayımlanan habere göre, İngiliz ve Amerikalı bilim adamları, 3 ve 4 yaşlarındaki 8000 çocuk üzerinde yaptıkları araştırmada, evdeki koşulların çocuklara yapılan zeka testlerinin sonuçlarına ne ölçüde etki ettiğini incelediler.

Bilim adamları, dağınık bir evin, çocuğun zeka gelişimi üzerinde az da olsa ölçülebilir olumsuz etki yaptığını tespit ettiler. Bundan önce yapılan araştırmalarda da küçük ve dağınık evlerle gürültülü çevrenin çocuklardaki düşük zeka seviyesiyle bağlantılı olduğu ortaya çıkmış, ancak bu araştırmalarda sosyal ya da ekonomik
statüyle genetik ve çevresel faktörlerin ayrımı tam olarak yapılamamıştı.

Yeni araştırmada, bu faktörleri ayrı ayrı inceleyebilmek için denek olarak tek yumurtalı ve çift yumurtalı ikizler kullanıldı.

Penn-State Üniversitesi'nde görevli araştırma başkanı Stephen Petrill, çocukların zeka seviyesini kelime bilgisi ve gramer testlerinin de bulunduğu çeşitli testlerle ölçtüklerini, test sonuçlarını çocukların yaşadıkları evlerdeki koşullarla karşılaştırdıklarını belirtti.

Yapılan istatistiki değerlendirme sonucunda, evdeki düzenin çocukların zeka gelişimi üzerinde etki yaptığı ortaya çıktı.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:36 AM
Göz tembelliğinde tedavi süresi

--------------------------------------------------------------------------------



Göz tembelliği erken çocukluk çağında ortaya çıkan ve bir gözün yeterince görememesi şeklinde tanımlanabilecek bir durumdur. Göz tembelliğine her 100 kişiden 3'ünde rastlanmaktadır.

Göz tembelliği ancak küçük yaşlarda tespit edilirse tedavi edilebileceğinden ebeveynlerin bu konuda son derece hassasiyet göstererek erken yaşlarda çocukların göz muayenesi olmalarını sağlamaları gerekmektedir. Acımadem Göz Hastalıkları Medikal Direktörü Doç. Dr Bozkurt Şener, erken teşhis ve düzenli tedavi yapılırsa çoğu kez normal görmeye ulaşabildiklerini belirterek, "9 yaş sonrasında yapılacak tedavinin faydası yoktur. Katarakt gibi sebeplerle ortaya çıkan göz tembelliklerinde çok seri davranmak gereklidir" dedi.

Göz tembelliği nedir?

Göz tembelliği erken çocukluk çağında ortaya çıkan ve bir gözün yeterince görememesi şeklinde tanımlayabilecek bir durumdur. Göz tembelliğine her 100 kişiden 3'ünde rastlanmaktadır. Göz tembelliği ancak küçük yaşlarda tespit edilirse tedavi edilebileceğinden ebeveynlerin bu konuda son derece hassasiyet göstererek erken yaşlarda çocukların göz muayenesi olmaları sağlamaları gerekmektedir.

Normal Görme Nasıl Gelişir?

Bebekler doğduklarında ancak belirli oranlarda görebilmektedirler. (gözlerini kullandıkça görme potansiyelleri artmaktadır) İlk 9 yaş içinde görme sistemi tam olarak gelişmekte ve daha sonra belirgin bir değişiklik olmaktadır.

Eğer bir göz tüm düzeltmelere rağmen tam kapasiteli göremiyorsa bu durum kişinin hayatında olumsuz bazı etkilere yol açar. Mesela bazı mesleklerde (askerlik, pilot ) göz tembelliği olan kişiler yer alamazlar.



Göz Muayenesi ne zaman yapılmalıdır?

Tüm çocukların ilk 1 yaşta ve 4 yaşına gelmeden önce herhangi bir sorunu olmasa da mutlaka bir göz doktoru tarafından muayene edilmiş olması gerekmektedir. Bu arada doğumdan itibaren hem ailenin hem de çocuk doktorlarının bazı tespitleri ile gerekli hallerde çok erken dönemlerde de göz muayenesi yapılabilir.

Neler göz tembelliğine yol açabilir?

Göz tembelliği gözlerin normal olarak kullanılmasını engelleyen her türlü durumda ortaya çıkabilir. Çoğu vakada göz tembelliğine yol açan durumlar kalıtsal olabilir. Özellikle ailesinde göz tembelliği olan çocuklar göz doktoru tarafından mutlaka muayene edilmelidir.

Göz Tembelliğinin sebepleri nelerdir?

Göz tembelliğinin üç sebebi bulunmaktadır. Bunlar şaşılık, kırma kusurları ve saydam olması gerekli göz dokularında bulanıklıktır. Bunları da açarsak:

Şaşılık: Gözleri paralel duruma getirildiği zaman görme bulandığı için çocuk bir gözünü kullanmaz ve gözde tembellik oluşur.

Kırma kusurları: Mevcut olan yüksek kırma kusuru nedeni ile bir göz diğerinden çok bulanık görmekte ise bu göz görsel gelişimini tamamlayarak tembel hale gelmektedir. Görünüşte gözlerde herhangi bir problem olmadığı için tespit edilmesi en zor olan göz tembelliği tipi budur. Aileler çocukların gözünde bir kayma tespit ettiklerinde hemen muayenesini sağlamakta ancak diğer durumlarda genellikle göz muayenesi okul dönemine kadar gecikmekte ve bu durumda da çoğu kez geç kalınmış almaktadır. Bu nedenle ilk 1 yaşta ve 4 yaş öncesi tüm çocukların şikayeti olsun olmasın ,mutlak surette göz muayenesi olmaları gerekmektedir.



Saydam olması gerekli göz dokularında bulanıklık: Bu durumun başında katarakt gelmektedir. Bu tip göz tembelliği en erken gelişen göz tembelliğidir. Dolayısı ile her yeni doğanın mutlak bir göz doktoru tarafından son derece kolay bir test olan kırmızı yansıma testine tabi tutulması ve bir anormallik halinde acilen göz doktoruna muayenesi gereklidir. Çünkü bu tip göz tembelliği çok erken ve çok narin olarak gelişmektedir. Doğumsal katarak mümkün olan sen kısa zamanda cerrahi olarak tedavi edilmelidir.

Göz Tembelliği Tanısı Nasıl Konulur?

Bu çoğu kez oldukça zor bir durumdur. Çünkü çocukların görme muayeneleri 3-4 yaş oldukça güçlü arz etmektedir. Daha küçük çocuklarda ve bebeklerde sağlam gözün doktor tarafından elle kapatılması halinde tepkiyi değerlendirmek gibi bir takım yöntemlerle göz tembelliği olan göz tespit edilmeye çalışılır. İlk 1 yaş ve 4 yaş öncesi muayenede göz doktoru temel olarak şunu yapar. Gözlerde herhangi bir kayma olup olmadığını muayene eder. Daha sonra saydam ortamlarda herhangi bir bulanıklık olup olmadığına bakar, göz bebeği damla ile genişletilerek, her iki gözün kırma değerleri ölçülür. Burada önemli olan nokta özellikle bir gözde , diğerinin çok üzerinde bir kırma kusuru olup olmadığıdır. Bunan dışında her iki gözdeki yüksek kırma kusurları da dikkate alınır. Kırma kusuru muayenesi dışında retina (görme zarı) ve optik sinir (görme siniri) muayenesi de yapılarak muayene tamamlanır.

Göz Tembelliği nasıl tedavi edilir?

Göz tembelliği tedavinin esası zayıf gözün kullandırılmasına dayanır. Bu, sağlam gözün özel bir bandajla haftalar bazen aylar boyunca kapatılması ile yapılır. Önce gerekli olan reçete verilir. Çocuk bunu kullanmaya başlar ve kapama tedavisi yapılır. Şaşılıkta eğer bir cerrahi müdahale yapılacaksa genellikle önce göz tembelliği giderilmeye çalışılmalıdır. Ameliyat öncesi belli bir dönem kapama tedavisi yapılır, ameliyat uygulanır, daha sonra bir müddet daha kapama yapılmaya devam edilir. Aileler ne yazık ki kayma ameliyattan sonra her şeyin yoluna girdiği düşüncesiyle kapama sırasında ne gibi şeyler yapılması gerektiğini size açıklar. Bundan sonrası ise tamamen sizin sabrınıza kalmıştır.



Az görme önlenebilir bir problemidir?

Başarıda en önemli nokta göz tembelliğinin tanı zamanıdır. Eğer erken teşhis ve düzenli tedavi yapılırsa çoğu kez normal görmeye ulaşabilmektedir. 9 yaş sonrasında yapılacak kapamanın herhangi bir faydası olmamaktadır. Katarakt gibi sebeplerle ortaya çıkan göz tembelliklerinde çok seri davranmak gereklidir. Erken bebeklik döneminde cerrahi ve kapama tedavileri ile müdahale yapılmalıdır.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:36 AM
Epilepsi hakkında bilinmesi gerekenler

--------------------------------------------------------------------------------



Basit bir şekilde epilepsiyi tanımlarsak; beyindeki bir nöron grubunun anormal ve aşırı uyarılmasıyla karekterize klinik tablodur. Birçok olguda epilepsinin nedeni bilinmez. Epilepsiye neden olan olayların başlıcaları:kafa travmaları, felç, beyin tümorleri, enfeksiyonlar, toksik nedenler doğumsal anomaliler nörojeneratif hastalıklardır. Epileptik nöbet yakınması ile gelen hastada nöbetin saydığımız bu nedenlere bağlı olup olmadığını sorgulamak çok önemlidir. Çünkü duruma yönelik tedavi yapmak nöbeti ortadan kaldırılabilir ve sürekli ilaç alımından hastaları kurtarabilir.

Epilepsi beynin bir bölgesinde sınırlı kalabildiği gibi beynin tüm bölgelerine yayılabilir veya sınırlı başlar ve buradan beynin tüm bölgelerine yayılabilir. Eğer epileptik uyarı sınırlıysa buna parsiyel nöbet, beynin tamamını etkiliyorsa jeneralize nöbet, beynin bir bölümünden başlayıp tamamını etkiliyorsa sekonder nöbet adını alır.


Parsiyel ve jeneralize nöbetler birçok alt bölüme ayrılır. Örneğin parsiyel nöbette şuur kaybı yoksa basit parsiyel nöbet adını alır. Şuur kaybı olmadan atmalar otomatik hareketler duysal semptomlar olur şuur kaybı varsa kompleks parsiyel nöbet adını alır. Bu konuya daha fazla girmek istemiyorum çünkü epilepsinin sınıflaması çok uzun ve karmaşıktır.



Anlaşılacak biçimde özetlersek beynin her noktasının bir fonksiyonu vardır ve uyarılan bölgeye göre klinik tablo şekil alır örneğin beynin frontal lobundan köken alan parsiyel nöbetlerde motor belirtiler ön plandadır. Gözlerin ve başın aynı zamanda gövdenin bir yana doğru dönmesi, gözlerin ve başın baktığı yandaki kolun havaya kalkması, bacaklarda pedal çevirme hatta yürüme ve koşma gibi karmaşık hareketler görülebilir.

Beynin temporal bölgesinden kaynaklanan nöbetlerde; işitme, kötü koku gibi özel duysal semptomlar olur.

Son bir örnek verecek olursam ;jeneralize epilepsinin bir alt grubu olan absans adlı nöbette hasta normal aktivasyonunu sürdürürken 2-15 sn bilinç kayıp olur. Sonra hastada kaldığı yerden aktivasyonuna devam eder.Bu nöbet genelde çocukluk döneminde görülür. Okul döneminde bu nedenle başarısız olabilirler. Nöbet anlaşılmazsa aile ve öğretmen tarafından dikkat toplayamama konusunda suçlanırlar. Doğru ilaca başlanırsa bu durum düzelir görüldüğü gibi epilepsinin birçok çeşidi vardır.

Epilepsi herhangi bir sebebe bağlı değilse (travma,tümor v.s.) doğumla genç erişkinlik dönemi arasındadır. Bu yaştan sonra başlatan epileptik nöbetlerin altında tümor travma toksik neden vs gibi nedenler aramak gerekir.

Tedaviye geçmeden önce çocuklarda çok sık görülen Febril Konvülzison adlı nöbetten çok kısa bahsetmek istiyorum. Febril konvülziyon genellikle bir enfeksiyon nedeni ile ateşi yükselen ve yaşları 3 ay 5 yaş arasında değişen çocuklarda görülen annelerin doktora genelde havale geçirdi diye tarif ettikleri nöbettir. Genelde 5 yaşından sonra iyi tedavi edilirse olmaz. Progrozu iyidir.

Epilepsi nöbetiyle gelen hastayı iyi değerlendirilip bu nöbetin gerçek epilepsi nöbeti olduğu kanaatine varıldıktan sonra epilepsi tanısında en değerli inceleme olan EEG beynin elektriksel aktivitesinin kafaya yerleştirilen elektrotlarla bir kağıda veya bilgisayara yazdırma yöntemi hastaya uygulanır. EEG epilepsinin tanısında ayrıca tanısında ve tedavinin durumunu belirlemede çok değerli bir inceleme yöntemidir. Nöbetli bir hastada çok ender olarak EEG normal çıkar. Eğer epilepsiye neden olan başka bir neden düşünüyorsa diğer görüntüleme yöntemleri ve laboratuar tetkikleri istenmelidir.

Tedavide en önemli konu epilepsinin hangi tür olduğunun tespitidir. Çünkü doğru ilaç kullanılmazsa herhangi bir fayda sağlanmadığı gibi nöbetlerde tetiklenebilir. Hastanın nöbeti doğru teşhis edilmiş ve doğru ilaç verilmiş ise ve 3-5 yıl nöbetsiz bir dönem geçmişse EEG de normal ise ilaç kesilebilir. Fakat ilaç kesildikten sonra ilk 6 ay içinde tekrar nöbet geçirme riski vardır.




İlacını düzgün kullanmayan ve aniden kesen hastalarda status epileptikas denen en az 30 dakika süren nöbetler ortaya çıkabilir. Eğer bu süre uzarsa ve nöbetler ağırsa kalıcı hasar oluşabilir.

Epilepside cerrahi ancak kısıtlı bazı epilepsi türlerinde kullanılır. Cerrahi sonucunda kontrol altına alınamayan nöbet kontrol altına almaya çalışılır. Hastalar cerrahiden sonra ilaçsız bir döneme girmezler. Yine ilaç kullanmaları gerekmektedir.

Gebelik ve epilepsi geniş bir konudur. Tek cümle ile epileptik gebeler mutlaka epileptik ilaç kullanmalıdırlar.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:37 AM
Kalp krizinden nasıl korunulur?

--------------------------------------------------------------------------------



Kalp ve damar hastalarının, egzersiz sayesinde ve stresi azaltarak kalp krizi riskini asgariye indirebileceği bildirildi.

ABD'nin Kuzey Carolina eyaletindeki Duke Üniversitesi Tıbbi Araştırma Merkezi tarafından yürütülen bir araştırmada, egzersiz yapan ve rahatlama seanslarına katılan kalp ve damar hastalarının, kalp krizi tehlikesinin azalmasını sağladığı belirlendi.

Amerikan Tıp Derneği'nin dergisi JAMA'da bugün yayımlanan araştırma sonuçlarında, kalp ve damar hastası 40-84 yaşlarında 92 erkek ve 42 kadın gözlendi.

Araştırmada hastaların üçte birine rutin tıbbi tedavi uygulanırken, üçte biri rutin tedavinin yanı sıra 4 ay boyunca haftada üç kez 35 dakika boyunca uzman denetiminde aerobik yaptı.

Araştırmaya katılan diğer hasta grubuna ise tüm bunlara ek olarak 4 ay boyunca haftada 1,5 saat stres azaltma seansı uygulandı.

Araştırma sonunda, egzersiz ve rahatlama seansı yapan hastaların, diğer iki gruba oranla daha fazla güçlendiği ve kalp-damar risk belirleyicilerinin belirgin şekilde iyileştiği tespit edildi.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:38 AM
Kırmızı acı biber ağrılara iyi geliyor

--------------------------------------------------------------------------------



Kırmızı acı biberde bulunan bir maddenin eklem iltihabı ve ağrılarında sürekli rahatlama sağladığı bildirildi.

ABD'nin Boston şehrinde yapılan Amerikan Ağrı Cemiyeti'nin yıllık toplantısında kırmızı acı biberin eklem iltihabı ve ağrılarına karşı iyi geldiğini ispatlayan uzmanlar, kırmızı bibere acılık veren ''capsaicin'' maddesinden 1000 mikrogram (1 gr) enjekte edilen şiddetli eklem ağrısı çeken hastaların dayanılmaz ağrılarının büyük ölçüde azaldığını söylediler.

Kırmızı acı biberde bulunan söz konusu maddenin ağrıları azaltmakla kalmayıp tesirini beş haftaya kadar sürdürdüğünü belirten uzmanlar, ağrılardaki azalma ve rahatlamanın muhtemelen daha uzun süre de devam edebileceğini ifade ettiler. Uzmanlar capsaicinin doğrudan ağrı bölgesine enjekte edilmesi durumunda daha tesirli olduğunu da belirttiler.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:38 AM
Doğum ve hamilelikte skandal ölüm oranı

--------------------------------------------------------------------------------

Dünyada her yıl 500 binden fazla anne hamilelik ya da doğum sırasında ölürken, 4 milyon yeni doğan bebek de yaşamını yitiriyor.

Dünya Sağlık Örgütü tarafından Cenevre'de yayımlanan yıllık raporda, 500 bin kadının doğum yaparken ya da hamilelik sırasında ölmesi ‘skandal' olarak nitelendirildi. Raporda, bu ölümlerin önlenmesi için çok ucuz ve basit çareler bulunabileceği belirtildi.

Dünya Sağlık Örgütü bünyesindeki aile sağlığı bölüm şefi Dr. Marie-Paule Kieny, ''bu duruma son verebilmek için yapılması gerekenler biliniyor. Çare aslında hem ucuz, hem de basit'' dedi. Kieny, hamile kadınların doğru beslenmeleri ve ağır işlerde çalışmamaları gerektiğini belirtti.

Rapora göre, dünyada yılda 136 milyon doğum oluyor. Gelişme yolundaki ülkelerde kadınların yaklaşık üçte ikisi doğumda uzman yardımı alıyor. Az gelişmiş ülkelerde, özellikle de Afrika kıtasının güney kesimlerinde bu oran üçte birin altına iniyor. Doğumdan sonra iki saat süren kanama, ölüme götürüyor.

Dünya Sağlık Örgütü'nün raporuna göre, 0 bin annenin yanı sıra dünyada yılda 4 milyon yeni doğan bebek de hayatını kaybediyor. Bebek ölümlerinin çoğu, temizlik şartlarına uyulmamasından kaynaklanıyor. Dr. Kieny, bebeklerde ölümleri azaltmak için, ''bebekler yıkanmalı, sıcak ortama alınmalı ve doğumdan sonraki ilk saat içinde emzirilmeli'' dedi.

Raporda, üye ülkelerden, sağlık personelinin eğitimi konusunda da daha fazla yatırım yapmaları istendi.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:39 AM
Genital bölgede çıkan Herpes (uçuk) nedir?

--------------------------------------------------------------------------------

Dış üreme organlarında görülen uçuktur. Bulaşma yoluyla vücuda geçer. Genital bölgenin uçuk vürusu bulunan bir kimseyle teması sonucu bulaşır. Genellikle cinsel temas sonrasında oluşur.

Genital bölgede yanma, ağrı, idrar yaparken ağrı duyma, ağrılı cinsel ilişki, akıntı, ateş yükselmesi ve lenf bezlerinde şişme görülebilir.

Hastalık bir geçirildikten sonra zaman zaman vücudun direncinin düşmesine bağlı olarak tekrarlama (nüksleri) görülebilir.

Lezyonları çok tipiktir. Başlangıçta içi su dolu toplu iğne başı büyüklüğünde çıkıntılar oluşur. Bunlar son derece ağrılıdır. Bir süre sonra üzerindeki epitel dökülür, kızarık küçük yaralar halini alır. Tek tek veya birkaç tanesi bir arada bulunabilir.

Akıntı bol mikterde gri beyaz şeffaf bir sıvı haline gelir.

Herpes enfeksiyonu özellikle gebelikte önemlidir. Akut herpes enfeksiyonu veya herpes nükslerinde lezyon mevcudiyetinde doğum kanallarından geçerken bebeğin herpes enfeksiyonu ile kontamine olması nedeniyle doğumdan sonra bebeğin boğazında enfeksiyon olması mümkündür. Bu nedenle bu durumda sezeryenle doğum ilk tercih edilecek yöntemdir.

Genital uçuk tedavisinde kremler ve ağızdan alınan haplar kullanılır. Lezyonların üzerine sürülen kremler ağrıyı hafifletip rahatsızlık hissini azaltır. Ağızdan alınan haplar da semptomları azaltıp enfelksiyonun çabuk iyileşmesini sağlar. Fakat ne haplar ne de lokal kullanılan kremler hastalığın tam iyileşmesini bağlamaz.

Aynı şekilde ilk geçirilen enfeksiyon sırasında yapılan tedavi daha sonraki nüksleri önlemez. Vücut direncinin düşmesiyle tekrar alevlenir.

Bulaşmayı önlemek için lezyonların ortaya çıktığı dönemde ilişkide bulunmamak, temizlik ve hijyen kurallarına dikkat edilmeli, vücud direncini yükseltmek için beslenme ve vitamin almaya dikkat etmeli ve semptomları hafifletici ilaçlar alınmalıdır.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:39 AM
Allerjik nezle nasıl anlaşılır?

--------------------------------------------------------------------------------



Allerjik nezle tanısı tipik hastalarda çok kolaydır. Bu işle ilgilenen uzmanlar hastayı görür görmez, daha adını sormadan, muayene etmeden bie hastanın alerjik nezlesi olduğunu anlayabilirler. Gerçekten de bu hastalıkta çok tipik bulgular saptanır. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr.Ahmet Rasim Küçüusta, allerjik nezlenin nasıl anlaşılabileceğini Mynet okurları için derledi.


ADENOİD YÜZ

Uzun yüzlüdürler, üst çeneleri dar, alt çeneleri ise geriye doğrudur; elmacık kemikleri daha az belirgindir. Ağız sürekli açıktır. Burun kaşınmaktan dolayı kırmızıdır.

AKTİVİTE

Allerjisi olan hastalar, özellikle de çocuklar adeta yerlerinde duramazlar, sürekli hareket halindedirler: Ellerinde mendil eksik olmaz.

ALLERJİK SELAM

El ayası yüze dayanarak burun ucu kaldırılarak hem burun kaşınmış ve hem de burundan kısa süre de olsa rahat nefes alınması sağlanmış olur. Bu hareketi uzun süre (en az 2 yıl) yapanlarda burnun yukarıya doğru kıvrıldığı yerde artık ömür boyu devam edecek bir çizgi oluşur . Biz buna tıp dilinde supratip çizgisi diyoruz.



YÜZ ÇARPITMA

Bazı hastalar ise, burun ucunu hareket ettirmek, burun deliğinin birini olsun biraz açmak amacıyla üst dudak ve yüzün orta 1/3' ünün bir tarafa çekerek buruştururlar.

GÖZLER ALTINDA MOR HALKALAR

Alt göz kapaklarının altında koyu halkalar vardır. Nedeni, burundaki kanlanmaya bağlı olarak göz çevresindeki toplar damarlarda kan birikimidir. Tedavi görmeyen hastalarda tüm ömür boyu kalıcı bir özelliktir. Bazı alerjik çocuklarda ise alt göz kapağı derisinde yarım ay şeklinde kırışıklıklar vardır.

İPEKSİ, UZUN KİRPİKLER

Kirpiklerin ipeksi, uzun ve düzensiz olması da alerjik hastaların bir özelliğidir.

KIZARMIŞ GÖZLER

Gözler kızarmıştır, göz yaşı salgısı artmış da olabilir. Göz kapakları içinde veya köşelerinde salgılar (çapak) birikebilir.

TAM KAPANMAYAN AĞIZ

Ağız genellikle hafifçe açıktır. Ağız köşelerinde çatlaklar oluşabilir. Damağın çukurluğu artmıştır. Alt çene gelişimi sınırlı ve geriye doğrudur. Dişlerde çarpıklıklar da olabilir; diş çürükleri başka çocuklara göre daha fazladır.

BURUN

Burun delikleri çevresi, sürekli akıntı ve bunların silinmesinden dolayı tahriş olarak kızarmıştır. Burun içinde kabuklanmalar oluşabilir. Burun zarı (mukozası) ışıklı bir alet ile incelenir. Normal burun zarının renk ve nemliliği taze kesilmiş karpuz benzer. Alerjik olanlarda, renk daha soluk ve mavimsiye döner. Burnun arka tarafları ve yutağın görülebilmesi için fiberoptik rinoskopi yapılabilir, fakat bu her hastada gerekli bir inceleme değildir. Hastalar fiberoptik rinoskopiyi çok müthiş bir muayene sanırlar ‘Doktor, burnumun içini ta gırtlağıma kadar televizyonda bana gösterdi' diye iftiharla anlatırlar.



YATAR YATMAZ BAŞI, SAÇ DİPLERİ TERLEYEN ÇOCUKLAR

Bugüne kadar görmüş olduğum alerjik çocuklarda, dikkatimi çeken en önemli özelliklerden biri, bu çocukların özellikle geceleri baş, boyun ve saç diplerinin terlemesi idi. Terleme, genellikle çocuk yatar yatmaz ilk birkaç saat içinde olup sonra geçer. Anneler, yastıkların su gibi ıslandığını yastık kılıfı değiştirmek zorunda kaldıklarını söylerler.

DİŞ GICIRDATMA

Son yıllarda yapılan araştırmalar, diş gıcırdatmanın alerjik çocuklarda üç misli daha fazla görüldüğünü göstermektedir. Gıcırdatma, saman nezlesi, sinüzit, burun kemiği eğriliği, burun polipleri olanlarda daha fazladır. Bunlar genellikle geceleri ağzı açık yatan, horlayan ve salyaları akan çocuklardır. Bu çocuklarda kulak ağrısı ve kulak iltihaplarına da çok sık rastlanır.

Allerjik çocuklardaki diş gıcırdatmalarının, Östaki Borusu' nun mukozasındaki ödemden dolayı orta kulakta negatif basınç oluşumuna bağlı bir refleks olarak geliştiği düşünülmektedir.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:39 AM
Sigara kadınlarda doğurganlığı azaltıyor

--------------------------------------------------------------------------------

Hollandalı bilim adamlarının yaptığı araştırmaların sonuçları, günde bir sigara içen bir kadının doğurganlık şansının bile hiç içmeyenlere göre yüzde 28 oranında azalttığını gösterdi.

Sonuçları, İngiltere'nin ünlü Human Reproduction dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, sigara içen kadınların sağlıklı doğum yapma şansları da üçte bir oranında azalıyor.

Sigaranın kadının doğurganlık yaşını en az 10 yıl azalttığını da belirten Hollandalı bilim adamları, 30 yaşındaki sigara içen bir kadının, 40 yaşında hiç sigara içmemiş bir kadınla aynı doğurganlık problemlerini yaşadığını bildirdi.

Bilim adamları, bebek sahibi olmak isteyen kadınlara, sonuçları ciddiye alıp bir an önce sigarayı bırakmaları tavsiyesinde bulundu.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:40 AM
Kemik erimesine karşı en etkili silah soğan

--------------------------------------------------------------------------------

Özellikle yaşlılıkta ortaya çıkan kemik erimesi (osteoporos) hastalığına karşı en etkin ilacın soğan olduğu bildirildi.

The Journal of Agriculture and Food Chemistry (Tarım ve Gıda Kimyası) isimli bilimsel dergide yer alan bir araştırmanın sonuçlarına göre, fareler üzerinde yapılan deneyler, beyaz kuru soğanda bulunan bir bileşimin kemikleri güçlendirdiğini ve kemik erimesini önlemede faydalı olduğunu ortaya koydu.

Kemikleri sağlam ve sağlıklı tutmanın başlıca yolunun sağlıklı beslenme, içki ve sigaradan uzak durma ve şişmanlığı önleyecek ölçüde egzersiz yapmak olduğunu söyleyen araştırmacılar, kuru beyaz soğanda bulunan ve GPCS adını verdikleri bir bileşimin kemik erimesine karşı son derece etkin olduğunu kaydettiler.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:41 AM
Yağlı balıklar vücuttaki iltihabı azaltıyor

--------------------------------------------------------------------------------

Harward Üniversitesi ve Brigham Üniversitesi bilim adamları, Omega-3 yağ asidi içeren somon ve uskumru gibi yağlı balıkların, vücuttaki iltihaba karşı savaştığını belirtti.

Araştırmanın bulguları, 'Journal of Experimental Medicine' adlı dergide yayımlandı.

Bilim adamları, insan vücudunda bulunan ve 'resolvin' adı verilen yağların iltihapla savaştığını, bunların da yağlı balıklardaki yağ asitlerinden sağlandığını belirtti.

Bilim adamlarına göre, bu yağlar, kardiyovasküler hastalıkların önlenmesinde de büyük önem taşıyor.

Bu yağların, vücuttaki iltihap hücrelerinin, iltihaplı bölgede toplanmasının önüne geçtiklerini anlatan bilim adamları, aspirin kullanımının da 'resolvin' adı verilen iltihapla savaşan yağların artmasına katkı sağladığını açıkladı.

Araştırmayı yapan grupta yer alan Dr. Charhes Serhan, bu bulguların Omega-3 içeren balık türlerinin tüketimini teşvik ettiğini de belirtti.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:41 AM
Bahar çarpmasına dikkat

--------------------------------------------------------------------------------

Hava sıcaklıklarına bağlı olarak vücudun dengesinde meydana gelen değişiklikler, olumsuz durumlara yol açıyor. Uzmanlar, özellikle romatizma, astım, kalp, mide ülseri ve hipertansiyonu bulunanların, bahar aylarında özellikle çok dikkatli olmaları gerektiğini vurguladı.


Havaların ısınmasıyla birlikte metabolizmada oluşan değişiklikler, yorgunluk, halsizlik ve eklem ağrıları gibi şikayetleri de beraberinde getiriyor. Hava sıcaklıklarına bağlı olarak vücudun dengesinde meydana gelen değişiklikler olumsuz durumlara yol açarken, bu durumdan kurtulmak basit birkaç önlemle mümkün olabiliyor. Uzmanlar bahar mevsimlerinde havadaki elektrik yükünün arttığına dikkat çekerek, bu yüklerden pozitif olanların vücutta zindelik, nefatip olanların ise yorgunluk, halsizlik ve gerginliklere sebep olduğunu belirtiyor. Taşıtların havayı kirletmesi, sanayi atıkları ve trafik keşmekeşe sebebiyle şehirdeki elektrik yükünün daha fazla olduğunu vurgulayan uzmanlar, bahar aylarında hava sıcaklıklarına bağlı olarak insan metabolizmasında oluşan değişikliklerin yorgunluğu arttırdığını ve bahar yorgunluklarının bir hastalık olarak tanımlanmamasına rağmen önlem alınmadığı takdirde kronikleşebileceğine dikkat çekiyor. Bahar aylarında özellikle romatizma, astım, kalp, mide ülseri ve hipertansiyonu bulunanların dikkatli olmaları gerektiği vurgulanırken, metabolizmada meydana gelen değişikliklerin özellikle bu hastalıkları olumsuz yönde etkilediği bildirildi.


Astım, saman nezlesi ve ürtiker, bahar mevsiminde en çok şikayetçi olunan rahatsızlıkların başında geliyor. Bu hastalıkların en gözde belirtileri ise burun akıntısı, hapşırma, öksürme ve nefeste tıkanma olarak tanımlanıyor. Konunu uzmanları, astım ve alerjik hastalıkların bahar aylarında daha sık görüldüğüne işaret ediyor. Bu hastalıklara bahar aylarında daha sık rastlanmasının sebebi olarak ise, havaların ısınmasıyla birlikte atmosfer basıncındaki değişiklikler ve artık neredeyse bir kabus haline gelen havada uçuşan polenler gösteriliyor. Solunan havadaki nem miktarının farklılığı ve bu mevsimde soluduğumuz havaya karışan bitkilere ait polenlerin hastalıkta önemli rol oynadığı vurgulanıyor. Uzmanlar, astıma ve alerjik hastalıklara ve özellikle saman nezlesi denilen hastalığa yol açan alerjilerin başında polenlerin geldiğini belirterek, özellikle çayır ve hububat polenlerinin ve yöreye göre ağaç polenlerinin alerjik hastalıkların ortaya çıkmasında önemli rol oynadığı görüşünü paylaşıyor.


Uzmanlar, basit gibi görünen ancak kronikleşmesi durumunda ciddi tehlikelere yol açabilecek olan bahar hastalıklarının aslında basit birkaç yöntemle önlenebileceğine dikkat çekiyorlar. İnsanların kendi kendilerine alabilecekleri önlemlerden bazıları şöyle:


- Alışılmış olan uyku ritimlerinde ani değişiklik yapmayın, yatış-kalkış saatlerinizi birden değiştirmeyin
- Hayatınıza, giyim-kuşamınıza ve beslenmenize dikkat edin
- Baharın başlamasıyla birlikte vücudun daha çok vitamine ihtiyaç duyduğunu unutmayın. Özellikle B ve C vitaminleri içeren sebze, meyveler, domates, patates ve kayısı yemeye çalışın
- Günde ortalama 3 litre su için. Bunu yemek öncesi ve yatmadan önce azar azar yapın
- Uyku ritmine dikkat edin ve rahat bir uyku için günlük bütün stresleri unutarak yatağa girin
- Her gün sabahları en az 5 dakika yürüyün
- Mevsimsel geçiş dönemlerinde alınan alkol miktarını düşürün. Alkolün vücudu olumsuz etkilediğini ve insanda daha çok bitkinliğe, yorgunluğa yol açacağını unutmayın."

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:42 AM
Aspirin orta yaş üzeri için hayat kurtarıcı

--------------------------------------------------------------------------------

Cardiff Üniversitesi'nin 25 yıl süren, 2500 kişinin katılımıyla yaptığı araştırma, ''günde bir aspirinin 50 yaşın üzerindekiler için hayat kurtarıcı olduğunu'' ortaya koydu.

Cardiff Üniversitesi bilim adamları, 50 yaşın üzerindeki herkesin günde bir aspirin tableti alması gerektiğini, maliyeti çok düşük olan bu koruyucu yöntem sayesinde kalp krizi ve felç vakalarında ciddi düşüş olacağını bildirdiler.

Araştırma sonuçları, sık sık açıklanan bu gerçeğin pek çok orta yaş grubu mensubu tarafından ciddiye alınmadığını ve çok sayıda kişinin aspirinden yararlanamadığını da ortaya koydu.

Bilim adamları, aspirinin kalp krizleri ve felç vakalarının yanı sıra alzheimer ve bazı kanser türlerinin önlenmesine de yardımcı olduğunu belirttiler.

Cardiff Üniversitesi bilim adamlarından Profesör Peter Elwood, ''Eğer orta yaşın üzerindekiler bu tavsiyeyi dikkate alır ve günde bir aspirin kullanırsa, her yıl binlerce, onbinlerce yaşamın kurtarılabileceği görülecektir'' dedi.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:42 AM
Kadınların sezgileri daha güçlü değilmiş

--------------------------------------------------------------------------------


Edinburgh Bilim Festivali'nde yaklaşık 15 bin kişi üzerinde araştırma yapan uzmanlar, deneklere kadın ve erkek yüzlerinden oluşan 10 çift fotoğraf gösterdi. Her bir çift fotoğraf, aynı kişinin bir samimi ve bir de yapmacık gülüşünü gösteriyordu. Erkekler, fotoğraflardaki içten gülüşleri yüzde 72 oranında doğru olarak tespit etti. Kadınlarda ise bu oran yüzde 71 olarak ölçüldü. Karşı cinsin fotoğraflarını değerlendirmede erkekler çok daha başarılı oldu. Erkeklerin yüzde 76'sı, kadınların ise sadece yüzde 67'si karşı cinsin yüzündeki samimiyeti doğru algıladı. Uzmanlar, kadınların samimiyetsizliği algılamakta erkekler kadar başarılı olamamasını, her şeyi iyi tarafından görmeye programlanmış olmalarına bağladı.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:42 AM
IBS, hayatımızın olumsuz bir parçası

--------------------------------------------------------------------------------

Yeni ismi ile "Hassas Barsak Sendromu" olarak tanımlanan IBS hakkında Şubat ve Mart aylarında www.IBSnedir.com (http://www.ibsnedir.com/) sitesi üzerinden yapılan araştırmaya göre, kişilerde karın ağrısı, şişkinlik, kabızlık/ ishal en yoğun günlük şikayetler arasında yer alıyor. Ancak yaşamı olumsuz etkileyen bu şikayetler ile doktora başvuranların sayısı oldukça az...

IBS (Hassas Barsak Sendromu), henüz tam olarak tanınmayan ancak tüm toplumlarda sık rastlanan bir sendrom... Sindirim sisteminde organik nedenlere bağlı olmaksızın yaşanan ağrı, şişkinlik ve kabızlık/ ishal gibi belirtilerle ortaya çıkıyor. Özellikle stresin tetikleyici olduğu bu şikayetler, kişilerin sosyal yaşamlarını olumsuz yönde etkilerken , doktora başvurmayı gerektirecek bir sebep olarak görülmüyor. Oysa hem kadın hem erkek olmak üzere toplumun her kesiminden bu rahatsızlıkla yaşayan pekçok kişi bulunuyor. Çalışma koşullarının ağırlaşması, günlük yaşam içinde stresin artması, beslenme alışkanlıklarının değişmesi, IBS'nin de giderek yaygınlaşmasına neden oluyor.

IBS'nin belirtisi sayılan karın ağrısı, şişkinlik ve gaz, ishal/ kabızlık gibi şikayetlerin sorgulandığı ve internet üzerinden 3700'ün üzerinde kişinin katıldığı IBS Testi 20 Mart 2005 tarihinde sonuçlandı. Bu teste göre, katılımcılarda görülen en önemli şikayet %93 oranında şişkinlik ve gaz olarak belirleniyor. Bunun yanında stresin de şikayetleri tetiklediği % 82'lik bir oranla ortaya çıkıyor. Ayrıca ishal ve kabızlık da verilen cevapların %87'sinde sık yaşanan bir durum olarak görülüyor. Özellikle yemek sonrası karın ağrısı, şişkinlik gibi şikayetlerin yoğunlaşması, kişilerin çalışma ve sosyal hayatını olumsuz etkiliyor.

Bu yanıtlara göre, toplumumuzda sindirim sistemi rahatsızlıklarının ve IBS'nin önemli yer tuttuğu ortaya çıkmaktadır. Testi yanıtlayan kişilerin yaklaşık % 90'ında IBS ihtimali olduğu sonucu gözlemlenmektedir. Buna göre IBS hakkında bilgi sahibi olmak ve kabullenmek yerine tedavi almak çok önemlidir. Ayrıca yaşam koşullarını da iyileştirmek ve özellikle sindirim sistemine zararlı yiyecek ve içeceklerden kaçınmak da hayat kalitesini olumlu yönde etkileyecektir.

İşte karın ağrısı, şişkinlik/gaz ve ishal/kabızlık gibi problemleri sık yaşayanlara birkaç öneri:
· Rahatsızlığınızı artırdığını düşündüğünüz yiyeceklerden uzak durun: Hastaları özellikle etkileyen yiyecekler farklı olabilmektedir. Bu nedenle kendinizi iyi tanıyıp, rahatsızlık veren yiyeceklerden uzak durmalısınız.
· Sık sık ama az yiyin
· Bol su için
· Bitki Çaylarını Tercih Edin
· Sigarayı bırakmaya çalışın
· Stresten uzak durmaya çalışın
· Gaz yapan yiyecekleri az tüketin
IBS ile ilgili ayrıntılı bilgiye, rahatsızlıkla ilgili ipuçlarına ulaşabileceğiniz IBS Risk Testi'ne ve sindirim sistemi içinde geçen keyifli oyuna Abdi İbrahim İlaç tarafından hazırlanan www.IBSnedir.com (http://www.ibsnedir.com/) sitesinden ulaşabilirsiniz.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:42 AM
AIDS aşısına doğru bir adım daha

--------------------------------------------------------------------------------

Çağımızın en önemli hastalıkları arasında olan AIDS korkutuculuğu ve yayılma hızı nedeniyle gündemden düşmüyor. Son zamanlarda AIDS Aşısı için yapılan çalışmalar ve ayrılan mali kaynaklar tüm dünyada insan sağlığı için yapılan en önemli yatırımlar arasında!

AIDS Aşısı için çeşitli kamu kuruluşları ve özel kuruluşlar yüzlerce milyon doları gözden çıkarırken umut veren, yüzleri güldüren bir haber de Merck & Co.'dan geldi! Merck'in araştırma safhasındaki HIV/AIDS Aday Aşısı, Ortak Klinik Çalışma'nın Faz II etkinlik testi safhasına ulaştı.

2004 yılında HIV ile yaşayan kişilerin sayısı yaklaşık 40 milyon olarak bildiriliyor. Yüzde 95'i gelişmekte olan ülkelerde olmak üzere, her gün 13000 yeni HIV enfeksiyonu vakası ile karşılaşıldığı düşünülürse; tüm dünyayı etkileyen bu salgında herhangi bir gerileme işaretinin söz konusu olmadığı görülecektir. Diğer enfeksiyöz hastalıklarda olduğu gibi, AIDS'in sonlandırılması için de uzun vadeli umutlar arasında en önemlisi bir aşının geliştirilmesidir. Hastalığın önlenmesi ve tedavisi ile birlikte aşılar, HIV enfeksiyonu ile girişilen mücadelede takip edilecek ortak stratejinin en kritik bölümünü oluşturmaktadır.

Geçtiğimiz günlerde HIV Aşı Çalışmaları Grubu (HIV Vaccine Trials Network - HVTN) ile Merck & Co.,Inc, Merck'in araştırma safhasındaki HIV/AIDS aday aşılarından birini kullanarak ortak bir faz II "Tez - İspat" (proof-of-concept) çalışması başlatmış olduklarını duyurdular. Bu çalışma Merck ve HVTN'in Kuzey ve Güney Amerika, Karayipler ve Avustralya'daki klinik çalışma merkezlerinde yürütülecek.

Merck, HVTN grubu ve HVTN'ye finansman ve destek sağlayan bir kurum olan Ulusal Alerji ve Enfeksiyöz Hastalıklar Enstitüsü'nün (National Institude of Allergy and Infectious Diseases - NIAID) işbirliği ile yürütülecek olan bu çalışma; Merck'in aşı araştırmalarındaki çabalarından ve klinik çalışmalardaki uzmanlığından kaynaklanan gücü ile, HVTN'nin klinik çalışma deneyimlerini ve global kapasitesini bir araya getiriyor.

HVTN'in Baş Araştırmacısı olan Dr. Lawrence Corey "Tez-ispat çalışması bir aday aşının belirli bir hastalık üzerindeki etkisini ispatlamak üzere tasarlanmış bir çalışmadır, fakat bu çalışmalarda geniş sayıda katılımcılara yada binlerce katılımcının incelenmesini gerektiren Faz III çalışmalardaki gibi büyük kaynaklara ihtiyaç yoktur" açıklamasını yapıyor.

Merck Klinik Araştırmalar Bölümü Eş Başkanı Jeffrey Chodakewitz: "Bu çalışma Merck'in aday aşısı sayesinde HIV-1'e karşı oluşturulan hücresel immün yanıtın, HIV enfeksiyonunu etkilemeye yetecek kadar güçlü bir yanıt olup olmadığının cevabını verecek kritik bir testtir" diyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor; "HVTN ile aramızda devam eden ilişkiyi, HIV/AIDS aşı geliştirme programımızın bir sonraki önemli adımı olan bu safhaya taşımaktan ötürü memnuniyet duymaktayız."

20 yıllık emek
Bu çalışma, araştırmacıları neredeyse 20 yıldır bir HIV/AIDS aşısı geliştirmek amacıyla çalışmalar yürüten Merck ile, finansman ve desteği Ulusal Sağlık Kurumları'ndan biri olan NIAID tarafından sağlanan ve dünya çapında bir klinik çalışma grubu olan HVTN arasındaki ortak çalışmalardan ikincisidir. Merck ile HVTN, hali hazırda, Merck'in daha önceki aday aşılarından birinin vücut tarafından tolere edilebilirliği ve bağışıklık sistemini uyarıcı özelliğini sınayan global bir klinik çalışmayı da ortaklaşa yürütmektedir. Bu çalışma dünyanın çeşitli yerlerindeki 18 şehirde devam etmektedir.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:42 AM
Alerjik nezlede kortizon kullanımı

--------------------------------------------------------------------------------

Kortizon, yerinde, uygun doz ve sürelerde kullanıldığında hayat kurtaran, ama elbette bazıları ölümcül, pek çok yan etkileri de olan bir ilaçtır. Milyonlarca hasta yaşamlarını ve sağlıklarını kortizona borçludur.

Bir tarafta, bir çok hasta hayatını borçlu olduğu bu müthiş ilaçtan öcü görmüş gibi korkar. Az hastadan mı işittim ‘‘Aman doktor bey, bana kortizonlu ilaç vermeyin de, ne verirseniz verin.'' sözlerini. Çünkü, kortizon halk arasında ‘en son çare' olarak kullanılması gereken ilaç diye bilinir. Hasta bu. Sigaradan korkmaz, AİDS'ten korkmaz, astım krizinden korkmaz, kortizondan korkar.

Korksun tabii. Korkması hiç korkmamasından daha iyidir. Ama korkularda da aşırıya kaçmamak lazım. Vur diyince, öldürmemeli.

Bazı hastalar tam tersine, kortizonu leblebi gibi, fındık, fıstık gibi kullanırlar. Doktor ona bir kerelik yazar, hasta onu kendi kafasına göre aylarca, yıllarca kullanır. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, kortizon kullanımı Mynet okurları için derledi.

KORTİZONLU BURUN SPREYLERİ

Alerjik nezlede en etkili ilaç buruna sprey şeklinde sıkılan kortizondur. Bu ilaçlar antihistaminiklere göre daha üstündürler. Düzenli kullanıldıklarında, hem burun akıntısı, kaşıntı, hapşırmayı... ve hem de burun tıkanıklığını, yani alerjik nezlenin tüm belirtilerini giderirler. Etkileri yavaş başlar ve maksimum etkilerinin ortaya çıkabilmesi için günler-haftalar geçmesi gerekir.

AMAN DOKTOR BEY, BANA SAKIN KORTİZON VERMEYİN !

Aman doktor bey, sakın kortizon vermeyin ! Şekeri... tansiyonu yükseltiyormuş. Kemik erimesi... mide kanaması... katarak yapıyormuş. Böbrekleri, karaciğer bozuyormuş... Deriyi çatlatıyormuş, sivilceler çıkarıyormuş...Hadi bunlar neyse de, bir de erkeklerinki gibi kılllanma da olurmuş...Çocukların boyu kısa kalırmış...

Kortizon gerçekten de çok ciddi yan etkileri olabilen bir ilaç. İki ucu keskin bir bıçak adeta. Bir tarafı düzeltirken, diğer tarafları da perişan edebiliyor. Fakat, hemen öyle korkmayın ! Buruna sprey olarak sıkılan kortizon tedavisinin olumsuzlukları çok fazla değil, çünkü hem verilen doz çok düşük ve hem de ilacın çok az bir
kısmı kana karışıyor.

KORTİZONLU BURUN SPREYLERİNİN YAN ETKİLERİ

Kortizonlu burun spreyleri, bazı hastalarda burunda kuruma, kabuklanma ve kanamaya neden olabilir, fakat bunlar çoğu zaman hafif ve geçicidir. Koku ve tat alma bozukluklarına da rastlanabilir. Kullanılan kortizon türünün değiştirilmesi bu yan etkileri önleyebilir. En ciddi komplikasyon, burun bölmesinde delinmeye yol açmasıdır. Bu tedavinin ilk 12 ayı içinde ve özellikle de genç hanımlarda rastlanan bir durumdur. İlacın doğrudan burun bölmesine gelmeyecek şekilde sıkılmasına çalışılmalıdır.

Buruna sprey şeklinde sıkılan kortizonun önerilen dozlar aşılmadığı takdirde, deri incelmesi, katarakt ve glokom riskini artırıcı bir etkisi olmadığı kabul edilir.

Uzun süreli tedavinin çocuklarda büyümeyi geciktirici etkisi olabileceği unutulmamalıdır.

Bu ilaçlar, çok gerekli olduğu zaman gebelikte de kullanılabilir. Tedavi süresi mümkün olabildiği kadar kısa tutulmaya çalışılmalıdır.

KORTİZON HAP VE İĞNELERİ

Alerjik nezlede kortizon hap ve iğneleri, doktorunuzun gerek gördüğü özel durumlarda, kısa süreli kullanılabilir. Ama, unutmayın, buna sadece doktorunuz karar vermelidir !

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:43 AM
Cinsel fonksiyonunuz nasıl? Test edin

--------------------------------------------------------------------------------

Eşinizle cinsel hayatınız nasıl gidiyor? Sorun yaşıyor musunuz? Veya yaşadıklarınızda bir anormallik var mı? Aşağıdaki soruları son bir ayınızı düşünerek cevaplayınız. Cinsel fonksiyon endeksinizi bulun.

Testi yanıtlarıyla birlikte [email protected] ([email protected]) adresine yollayın. Doktorlar tarafından değerlendirme yapıldıktan sonra size geri gönderilecektir.

1.Ne sıklıkta cinsel istek veya cinselliğe ilgi duydunuz?

a)Hemen her zaman veya her zaman
b)Çoğu zaman (geçen sürenin yarısından fazlasında)
c)Bazı zamanlar (geçen sürenin yarısında)
d)Bir kaç defa (geçen sürenin yarısından azında)
e)Hemen hemen hiç veya hiçbir zaman

2.Cinsel istek veya ilgi düzeyinizi (derecenizi) nasıl değerlendirirsiniz?

a)Çok yüksek
b)Yüksek
c)Orta
d)Düşük
e)Çok düşük veya hiç

3.Cinsel aktivite veya cinsel ilişki sırasında ne sıklıkta uyarıldığınızı hissettiniz?

a)Hiç cinsel aktivitede bulunmadım
b)Hemen her zaman veya her zaman
c)Çoğu zaman (geçen sürenin yarısından fazlasında)
d)Bazı zamanlar (geçen sürenin yarısında)
e)ir kaç defa (geçen sürenin yarısından azında)
f)Hemen hemen hiç veya hiçbir zaman

4.Cinsel aktivite veya cinsel ilişki sırasında uyarılma düzeyinizi nasıl derecelendirirsiniz?

a)Hiç cinsel aktivitede bulunmadım
b)Çok yüksek
c)Yüksek
d)Orta
e)Düşük
f)Çok düşük veya hiç

5.Cinsel aktivite veya cinsel ilişki sırasında cinsel bakımdan uyarılacağınızdan ne kadar emindiniz?

a)Hiç cinsel aktivitede bulunmadım
b)Çok emindim
c)Emindim
d)Oldukça emindim
e)Az emindim
f)Çok az veya hiç emin değildim

6.Cinsel aktivite veya cinsel ilişki sırasında uyarılmanız sizin için ne sıklıkta tatminkardı?

a)Hiç cinsel aktivitede bulunmadım
b)Hemen her zaman veya her zaman
c)Çoğu zaman (geçen sürenin yarısından fazlasında)
d)Bazı zamanlar (geçen sürenin yarısında)
e)Bir kaç defa (geçen sürenin yarısından azında)
f)Hemen hemen hiç veya hiçbir zaman

8. Cinsel aktivite veya cinsel ilişki sırasında cinsel organınız ne sıklıkta ıslandı (kayganlaştı)?

a)Hiç cinsel aktivitede bulunmadım
b)Hemen her zaman veya her zaman
c)Çoğu zaman (geçen sürenin yarısından fazlasında)
d)Bazı zamanlar (geçen sürenin yarısında)
e)Bir kaç defa (geçen sürenin yarısından azında)
f)Hemen hemen hiç veya hiçbir zaman

9. Cinsel aktivite veya cinsel ilişki sırasında cinsel organınızın ıslanması (kayganlaşması) ne kadar zordu?

a)Hiç cinsel aktivitede bulunmadım
b)Çok çok zor veya imkansız
c)Çok zor
d)Zor
e)Biraz zor
f)Hiç zorluk çekmedim

10. Cinsel aktivite veya cinsel ilişkiniz bitene kadar cinsel organınızın ıslaklığını (kayganlığını) ne sıklıkta koruyabildiniz?

a)Hiç cinsel aktivitede bulunmadım
b)Hemen her zaman veya her zaman
c)Çoğu zaman (geçen sürenin yarısından fazlasında)
d)Bazı zamanlar (geçen sürenin yarısında)
e)Bir kaç defa (geçen sürenin yarısından azında)
f)Hemen hemen hiç veya hiçbir zaman

11. Cinsel aktivite veya cinsel ilişkiniz bitene kadar cinsel organınızın ıslaklığını (kayganlığını) koruyabilmeniz ne kadar zordu?

a)Hiç cinsel aktivitede bulunmadım
b)Çok çok zor veya imkansız
c)Çok zor
d)Zor
e)Biraz zor
f)Hiç zorluk çekmedim

12.Cinsel uyarılma veya cinsel ilişki ne sıklıkta orgazm oldunuz?

a)Hiç cinsel aktivitede bulunmadım
b)Hemen her zaman veya her zaman
c)Çoğu zaman (geçen sürenin yarısından fazlasında)
d)Bazı zamanlar (geçen sürenin yarısında)
e)Bir kaç defa (geçen sürenin yarısından azında)
f)Hemen hemen hiç veya hiçbir zaman

13.Cinsel uyarılma veya cinsel ilişki olduğunda, orgazma ulaşmak sizin için ne kadar zordu?

a)Hiç cinsel aktivitede bulunmadım
b)Çok çok zor veya imkansız
c)Çok zor
d)Zor
e)Biraz zor
f)Hiç zorluk çekmedim

14. Cinsel uyarılma veya cinsel ilişki sırasında orgazma ulaşma yeteneğiniz ne kadar tatminkardı?

a)Hiç cinsel aktivitede bulunmadım
b)Çok tatminkardı
c)Genellikle tatminkardı
d)Yarısında tatminkardı yarısında tatminkar değildi
e)enellikle tatminkar değildi
f)Hiç tatminkar değildi

15. Cinsel aktivite sırasında siz ve eşiniz (partneriniz) arasındaki duygusal yakınlığın derecesi (miktarı) ne kadar tatminkardı?

a)Hiç cinsel aktivitede bulunmadım
b)9Çok tatminkardı
c)Genellikle tatminkardı
d)Yarısında tatminkardı yarısında tatminkar değildi
e)Genellikle tatminkar değildi
f)Hiç tatminkar değildi

16. Eşiniz (partnerinizle) cinsel ilişkiniz sizin için ne kadar tatminkardı?

a)Çok tatminkardı
b)Genellikle tatminkardı
c)Yarısında tatminkardı yarısında tatminkar değildi
d)Genellikle tatminkar değildi
e)Hiç tatminkar değildi

17.Tüm cinsel hayatınız sizin için ne kadar tatminkardı?

a)Çok tatminkardı
b)Genellikle tatminkardı
c)Yarısında tatminkardı yarısında tatminkar değildi
d)Genellikle tatminkar değildi
e)Hiç tatminkar değildi

18. Vajinal giriş (duhul) sırasında ne sıklıkta ağrı veya rahatsızlık duydunuz?

a)Hiç cinsel aktivitede bulunmadım
b)Hemen her zaman veya her zaman
c)Çoğu zaman (geçen sürenin yarısından fazlasında)
d)Bazı zamanlar (geçen sürenin yarısında)
e)Bir kaç defa (geçen sürenin yarısından azında)
f)Hemen hemen hiç veya hiçbir zaman

19. Vajinal girişi (duhulü) takiben (sonrasında) ne sıklıkta ağrı veya rahatsızlık duydunuz?

a)Hiç cinsel aktivitede bulunmadım
b)Hemen her zaman veya her zaman
c)Çoğu zaman (geçen sürenin yarısından fazlasında)
d)Bazı zamanlar (geçen sürenin yarısında)
e)Bir kaç defa (geçen sürenin yarısından azında)
f)Hemen hemen hiç veya hiçbir zaman

20. Vajinal giriş (duhul) sırasında veya sonrasında duyduğunuz ağrı veya rahatsızlığın derecesini (seviyesini) nasıl değerlendirirdiniz?

a)Hiç cinsel aktivitede bulunmadım
b)Çok yüksek
c)Yüksek
d)Orta
e)Düşük
f)Çok düşük veya hiç

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:43 AM
Sağlık Haberleri(Sağlıkla İlgili Haberler)

--------------------------------------------------------------------------------

İş temposunda kendimize vakit ayıramamak, özellikle sürekli oturarak çalışmak, vücudumuz için son derece sakıncalı. Kısa aralıklarla egzersiz yapmak, yenilenmemizi ve kendimizi çok daha iyi hissetmemizi sağlıyor. İlla bir spor salonuna üye olmamız gerekmiyor. Kısa mesafeli yerlere araçla değil yürüyerek gitmek, asansör yerine merdiven kullanmak veya bahçeyle uğraşmak vücudumuz için birer egzersiz.


Uzmanlar, egzersizin, kişinin kendisini iyi hissetmesine yardımcı olduğunu ve hayata daha pozitif bakarak her anın keyfini çıkarmayı sağladığını belirtiyor. Egzersizin kolesterolü düşürdüğünü, kan şekerini dengelediğini ve sağlıklı bir kiloda kalmayı sağladığını vurgulayan uzmanlar, "Egzersiz yapan insanların kalbi daha yavaş atar, bu sebeple de daha az yorulur. Diyetle birlikte yapılan egzersiz tansiyonu düşürür. Egzersiz, vücutta kas oluşumuna sebep olur, dolayısıyla vücuttaki yağ oranının azalmasını sağlar. Böylece kolesterol de düşmüş olur. Sürekli yapılan egzersiz, şişmanlığa yol açan leptin hormonunun azalmasına yarar. Egzersiz, damarlara elastikiyet kazandırır. Böylece daha rahat kan dolaşımı olurken, damar tıkanıklığına yakalanma riski düşer. Stresi azaltır" bilgisini veriyorlar.


Uzmanlara göre, 15 dakikalık bir yürüyüş, kişinin kendisini iyi hissetmesi anlamında çikolata veya şekerden daha faydalı. Devamlı egzersiz yapan kişilerin daha dinamik ve işte daha üretken olduğunu ifade eden uzmanlar, egzersiz yapmayan kişilere öğleden sonraları uyku bastırırken, egzersiz yapanların ise bu problemle karşılaşmadıklarını bildiriyor. Uzmanlar, kalp krizi geçirme riskinin de egzersizle azaldığını kaydederek, haftada iki kere egzersiz yapan kişilerin kalp krizi geçirme risklerinin yüzde 70 oranında düştüğünü belirtiyor.


Uzmanlara göre, aktivitelere göre 10 dakikada kalori yakma miktarları şöyle:


"Vücut geliştirme: 45 kalori. Yüksek tempolu aerobik: 65 kalori. Düşük tempolu aerobik: 55 kalori. Tırmanış: 80 kalori. Yüzme: 100 kalori. Tenis: 70 kalori. Buz pateni: 50 kalori. Kayak: 65 kalori. Yürüyüş (yavaş): 40 kalori. Yürüyüş (hızlı): 60 kalori. Bisiklete binmek (saatte 10 km hızla): 65 kalori. Koşmak (saatte 6 km): 125 kalori."

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:43 AM
Anne sütüne eş değer besin yok

--------------------------------------------------------------------------------

Uzman Dr. Zafer Tunataş, bebeklerin 2 yaşına kadar emzirilmesini isteyerek, dünyada anne sütüne eş değer bir besin olmadığını söyledi.
Çanakkale'de "Anne Sütünün Teşviki ve Bebek Dostu Sağlık Kuruluşları" projesi çerçevesinde düzenlenen panelde konuşan Dr. Zafer Tunataş, "Anne sütü besleyici, kolay sindirilebilen, enfeksiyonlara karşı vücudu koruyan tabii bir besindir. Bebeği solunum yolları ve mide bağırsak enfeksiyonlarına karşı korur. Anne sütünün aile ekonomisine de katkısı söz konusu" dedi.


İnek ve keçi sütüne göre anne sütünün çok daha faydalı olduğunu anlatan Tunataş, anne sütünde A ve C vitaminlerinin ağırlıkta olduğunu, bu vitaminlerinse savunmasız olan bebeği enfeksiyonlara karşı koruduğunu belirtti. Anne sütünün rastgele bir sıvı olmadığını hatırlatan Tunataş, "Bugün hiçbir mamanın içinde canlı madde yoktur. Sadece anne sütünde canlı doku vardır. Günümüzde anne sütüne eş değer bir besin halen yapılamadı. Anne doğum yaptıktan sonra hemen bebeğini emzirmeli. 6 aya kadar hiçbir ek besin vermeden bebeğini emzirmesi gereken anne, 2 yaşına kadar da bebeğini emzirmeye devam etmeli" diye konuştu.


Sağlık İl Müdürü İlhan Güney da, Çanakkale'yi bebek dostu il haline getirmek için ellerinden gelen gayreti gösterdiklerini belirtirken, eczacılardan mama reklamlarıyla ilgili afişleri vitrinlerine asmaması istedi. Güney, bebekler için en önemli besinin anne sütü olduğunu ifade etti.


Ana Çocuk Sağlığı Aile Planlaması Şube Müdürü Uzman Dr. Işıl Onat ise kadınların yüzde 99'unun ikiz bebeğe yetecek miktarda anne sütüne sahip olduğunu dile getirerek, şunları söyledi: "Anneler bazen sütünün yetersiz olduğunu sanıyor. Bu yanlıştır. Her annenin sütü bebeğine yetecek kadardır. Anneler bebeklerin doğumundan itibaren 2 yaşına kadar çocuklarını emzirmeliler".


Panelde, ayrıca Uzman Dr. Savaş Çetinay yetersiz süt ve ağlama, Uzman Dr. Turan Erginbaş da sağlık uygulamaları ve özgüven konularında birer konuşma yaptı.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:43 AM
Bilgisayar kullanırken gözlere dikkat

--------------------------------------------------------------------------------

KAYSERİ (İHA) - Özel İbni Sina Sağlık Merkezleri Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Ziya Alp Köse, bilgisayar kullanımının gözü bozmadığını, ancak mevcut kırma kusurunun ortaya çıkmasına neden olduğunu kaydetti.
Bilgisayar kullanımına bağlı olarak, gözün kendisinde ya da görme kalitesinde bazı problemlerin meydana gelmesini, göz yorgunluğun olduğunu belirten Dr. Ziya Alp Köse, "Yorgun ve ağrılı gözler, gözlerde yanma ve batma, bulanık görme, kuruluk hissi, sulanma, kaşıntı, kızarıklık, gözleri kısarak bakmak, odaklama zorluğu, çift görme, ışığa karşı hassasiyet, baş ağrısı, boyun, sırt ve omuz ağrısı en çok görülen problemlerdir" dedi.




Bahsedilen yorgunluk belirtilerine sahip olan kişilerin, ilk iş olarak göz muayenesi olması gerektiğini kaydeden Alp Köse, "Çünkü bu belirtilerin en büyük nedeni, gözlerdeki kırma kusurudur. Miyopi, hipermetropi, astigmatizma gibi kırma kusurlarının olup olmadığı saptanarak, bunların gözlük camı veya lenslerle düzeltilmesi, bu konudaki ilk aşamadır. Ayrıca, halen kullanılan gözlük camı veya lenslerin numaralarının yetersiz kalması da, göz yorgunluğuna sebep olabilecektir. Burada, halk arasında yaygınca inanılan yanlış bir görüşe değinmek ve doğrusunu anlatmak yerinde olacaktır; bilgisayar kullanımı, insanların gözlerini bozmaz. Ancak mevcut olan ve kişinin o ana kadar önemsemediği veya bilmediği bir kırma kusurunun, belirtileriyle ortaya çıkmasına aracılık eder. Çalışma koşulları çok aşırıya kaçmadıkça normal bir göz, bilgisayar karşısında bozulmaz" diye konuştu.




Dr. Köse, görme bozuklukları belirtilerinin kişiye bağlı sebepler dışında, çalışma ortamının şekline ve kişinin alışkanlıklarına göre de değişiklikler göstereceğini belirtirken, bilgisayar kullanımında dikkat edilecek noktaları ise şöyle özetledi:
"Bilgisayarın kullanıldığı ortamdaki ışık ve parıltı kaynakları ortadan kaldırın. Güneş ışığından gelen dolaysız parıltıya, kullanıcının gözlerine yöneltilmiş aydınlatma cihazlarına ve görüntü ekranındaki herhangi bir yansımadan kaynaklanan dolaylı parıltıya karşı önlem alın. Kullanılacak ışık kaynağının, arkadan, omuz hizasından monitöre veya çalışma masasına düşecek şekilde ayarlamaya çalışın. Mümkünse masa lambaları yerine tavan aydınlatması kullanın. Bütün bunlara rağmen parıltı kalıcı devam ediyorsa ekran filtresi alınıp ekrana takılabilir. Daha koyu arka planlar üzerinde, açık renkli puntoyla yazın (örneğin, mavi üzerine beyaz ya da yeşil üzerine kahverengi). Büyük punto kullanın ve dağınık ekran görüntülerinden kaçının. Çocuklara çalışırken dinlenme aralarını öğretin. Her bir saatlik bilgisayar kullanımı için gözlerini, toplam on beş dakika dinlendirmelidirler. Çocuklara sık sık göz kırpmalarını hatırlatın. Bilgisayar kullanıcıları, normal olarak göz kırpmaksızın uzun süre sabit gözle ekrana bakma eğilimi gösterdiğinden, göz sulanması azalır ve batma hissedilebilir. Eğer sorun devam ederse, suni göz yaşı damlaları önerilebilir. Bilgisayar kullanıcıları, ekrana göz hizasının yatay düzlemi altında 10-20 derece açıyla bakmalıdırlar. Statik elektrikten toz birikmesini önlemek için, antistatik spreyle ve pamuksuz bezle ekranı düzenli olarak temizleyin. Çocuğunuz düzenli olarak bilgisayar kullanıyorsa, her yıl göz muayenesine gitmesini sağlayın."

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:43 AM
İyotsuz tuz tüketmeyin

--------------------------------------------------------------------------------

Van İl Sağlık Müdürü Dr. Muhammet Güzel Kurtoğlu, iyotsuz tuz kullanımının çocuklarda zeka geriliğine neden olduğunu söyledi. Kurtoğlu ayrıca, Sağlık Bakanlığı tarafından gönderilen otomatik tuz iyotlama cihazının hizmete girdiğini bildirdi.


Konuyla ilgili açıklamalarda bulunan Van İl Sağlık Müdürü Dr. Muhammet Güzel Kurtoğlu, Sağlık Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü ekiplerinin, iyotlu tuz kullanımının yaygınlaştırılması için Türkiye genelinde taramalar yaptığını söyledi. Kurtoğlu, "İyotsuz tuz kullanımı, hamilelikte düşük, ölü doğum, bebek ölümlerinin çoğalması, bebeklerde zeka geriliğine, sağırlık ve cüceliğe neden oluyor. Çocuk ve gençlerde ise guatr, büyüme geriliği, zihnin yeterli çalışmaması, öğrenmede güçlük çekilmesi, okulda ise başarısızlığa neden oluyor. Verilere göre, dünyada 1 milyar 600 milyon kişi, iyot yetersizliği hastalıkları riski altındadır. Her yıl, 100 bin kretin bebek doğuyor. 750 milyon kişide endemik guatr hastalığı bulunuyor. Dünyada, 1 milyar 200 milyon kişi kretin ve 43 milyon kişi de iyot yetersizliği nedeniyle beyin özürlüdür" dedi


Sağlık Müdürü Dr. Kurtoğlu, Sağlık Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü personeli Fatma Yücesan ile Ankara Ziraat Odası'ndan Mühendis Prof. Dr. Recai Gürkan'dan oluşan 2 kişilik ekibin Van'a geldiklerini hatırlatarak, "Van'a, 8 milyar lira değerindeki tuza potasyum iyodat katan otomatik tuz iyotlama cihazı gönderildi. Bu cihazı, Van'da tuz imalat yeri olan bir fabrikaya ücretsiz kurduk. İyot yetersizliğine bağlı hastalıkların önlenmesi için tek yol, iyotlu tuz kullanımıdır" şeklinde konuştu.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:44 AM
El Yıkama

--------------------------------------------------------------------------------

Günümüzde el yıkamanın gerekliliğini tartışmaya bile gerek yoktur. Ancak halen el yıkamanın önemi ve yönteminin tam anlatılamaması bir sorun oluşturmaya devam etmektedir. Yapılan çalışmalar, iyi yıkanmamış ellerden uzaklaştırılamayan mikro organizmaların kişiden kişiye taşınabildiğini ortaya koymaktadır.

Nitekim ABD'nde yapılan ciddi bir çalışma, ellerini uygun yıkamayan sağlık çalışanlarının %41 'inde patojen mikroorganizmalardan önemli bir kısmının 7 güne dek taşınabildiği ve bulaşabildiğini göstermiştir. El yıkamadaki ana amaç elde mevcut olan mikroorganizmaların infeksiyon oluşturamayacak düzeylere indirilmesidir.


Su ve sabunla doğru yıkamayla ellerin üzerinde olan ve bulaşmadan asıl sorumlu cildin geçici florasının tamamının temizlenebildiği iyi bilinmektedir. El yıkamada aşağıda sıralanan noktaları bilmek önemlidir.

1- El yıkama sabun, deterjan veya dezenfektan kullanılarak yapılmalıdır. Sadece su kullanmak yeterli dekontaminasyon sağlayamaz.
2- El yıkamada ılık su kullanılmalıdır. Sıcak su elleri tahriş eder ve mikroorganizma girişine zemin hazırlar.
3-El yıkanırken tüm takıların çıkartılması uygundur.
4- Sabunun kuru tutulması önemlidir. Sabun kabının drenaj sağlayacak biçimde olması gerekir. Uygun koşullarda kullanılmayan sabunlarda da patojen mikroorganizmaların ürediği unutulmamalıdır. Likit sabun kullanılıyorsa sabun kapları tam olarak boşaldığında temizlenip kurulandıktan sonra yeniden doldurulmalıdır. Bu önerilere uyulmadığı taktirde buralarda üreyen mikroorganizmalar infeksiyon bulaşmasına neden olur.
5- Etkili bir el yıkama işlemi 30 sn ile 1 dakikalık sürede gerçekleştirilir. Eller çok kirli ise bu süre 2-5 dk. Kadar uzayabilir.
6- Eller sabun veya deterjanla bileklere kadar köpürtülmelidir
7- Sabunun suyun altına tutularak köpüklerden temizlenmesi sağlanmalıdır. Köpük, sabunda mikroorganizma yerleşimini kolaylaştırabilir
8- Tüm yıkama işlemi boyunca eller dirseklerden aşağı da tutulmalıdır. Böylece kirli suların parmak uçlarından lavaboya direk akışı sağlanmış olur.
9-Eller yıkandıktan sonra mutlaka durulanmalı ve iyice kurulanmalıdır. Çünkü eller ıslak veya nemli kalırsa bakteri bulaşması kolaylaşır.
10- Yıkama sonrası parmak araları ve avuç içleri iyice kurulanmalıdır. El kurulamada doğru seçenek kağıt havlu kullanılmasıdır.

Kumaş havlular nemli kalabildiğinden kontamine olabilirler. Sıcak hava püskürt:en kurutma sistemlerinin zaman kaybına neden olması, yeterince kurulama yapamaması, gürültülü olması ve dolaşan havanın kontaminasyonu yolu ile yıkanmış ellere yeniden yapıların yerleşebilmesine neden olması yüzünden önerilmemektedir.

Kağıt havlu ile el kurulamanın ortalama süresi 7-9 sn olmalıdır. Kağıt havlu kurulamanın yanı sıra mekanik temizlemeyi sürdürür.

Unutulmamalıdır, "doğru el yıkama" enfeksiyonlardan korunma ve yayılmasını önlemede son derece ucuz ve etkili bir yöntemdir.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:44 AM
Bebeklerin İzlenmesi

--------------------------------------------------------------------------------

Sağlam çocukların izlenmesi
Hiç bir yakınması olmasa bile her çocuk, doğumdan başlayarak belirli aralıklarla birinci basamak sağlık ekibi tarafından izlenmelidir.

izlemenin üç amacı vardır
Birincisi, çocukları hastalık ve sakatlık/ardan korumaktır. Aşılama veanne -babanın bebek bakımı, beslenmesi ve gelişimi konusunda eğitimleri, bu amaçla yapılmaktadır.
ikincisi, çocuğun farkedilmeyen bir hastalığı varsa erken tanı koymaktır.
Üçüncüsü, belirli bir sorun geliştirme riski olan bebeklerde sorunun gelişmesini önlemektir.

izleme sıklığı ne olmalı?
Birinci basamak sağlık ekibi, çocukları küçük yaşlarda dah sık, büyüdükçe daha seyrek izlemelidir. Doğuştan hiçbir sağlık sorunu olmayan, iyi beslenip büyüyebilen, gelişebilen,
anne ve babanın bilinçli ve ilgili olduğu durumlarda, bebeği aşı programına uygun olarak ve ailenin soruları olduğunda izlemek yeterli olabilir.

Küçük bebekler
Küçük yaşlarda bebekler daha hızlı büyür ve gelişir. Kilo ve boylarında, becerilerinde küçük yaşlarda daha hızlı değişiklikler olur. Küçük bir bebeğin ailesinin bakım, beslenme ve bebeğin gelişimi ile ilgili deneyimi henüz azdır. Bu nedenlerle desteğe ve doğru, yerinde önerilere daha çok gereksinim duyarlar.

Sorunu olan bebekler
Büyüme gelişme ya da sağlık sorunu olan bebekler (prematüre, Düşük doğum ağırlığı, doğuştan sakatlıklar..) de daha sık izlenmelidir.

Bu bebeklerin durumları kısa sürede olumsuz yönde değişebilir.
Bu bebekler birinci basamak sağlık ekibi tarafından sık görülürlerse oluşabilecek sorunların önüne geçilebilir ya da olumsuz belirtiler erken fark edilip düzeltilebilir.

Ailenin özellikleri
Yoksul, kalabalık, eğitimsiz ailelerin çocukları da sık izlenmelidir.
Bu ailelerin çocuklarında hastalıklar daha sık görülür.
Bebekler iyi beslenemez, gelişimleri geri kalabilir, aşıları zamanında yaptırılamayabilir.

Bebeği nerede izlemeli?
Sağlam bir bebek iki yerde izlenebilir. Ev ziyareti ile kendi evinde, Sağlık evi, sağlık ocağı, AÇSAP merkezinde. Eğer aile düzenli aralıklarla bebeği izlemeye getirmeyecekse, ev ziyareti ile bebeğe ulaşmak ve onu evinde izlemek gerekir.

Özellikle prematürelik, doğumsal bir sakatlık gibi hastalık ya da sakatlığı olan ya da yoksulluk, geçimsizlik, cahillik gibi sorunları olan ailelerde ev ziyareti yapmak daha iyi olur.
çocuğun yaşadığı koşullar ve ona ayrılabilen olanaklar ev ziyaretiyle daha iyi değerlendirilebilir. Böylece ailenin ev ziyareti yapan kişiye güven duyması sağlanır.

Bu durumda yolda zaman geçirileceği, evde izleme dışında da zaman harcanabileceği için 1 günde daha az sayıda çocuk ziyaret edilebilecektir. Ev ziyaretlerinde izlenen çocuk sayısını artırabilmek için, komşu ailelerin çocuklarını tanıdık bir evde toplamak nicelik olarak bir yarar sağlayabilirse de, anne babayla yüz yüze eğitimi güçleştirir, dikkati dağıtır, çok sayıda çocuğun gürültüsü, ağlaması birbirine karışır ve aileler özel soruları kalabalık içinde sormazlar.

Gözlem yapma olanağı sağlanamaz. Bu da izlemin niteliğini düşürebilir.
En iyisi, her çocuğun bir kez doğduğunda ve daha sonra yaşına, ailesinin özelliklerine ve sağlık durumuna göre belirli aralıklarla evinde ziyaret edilmesidir.

Ailesinin durumu özellikle kötü olmayan, büyüme ve gelişmesi sorunsuz, sağlıklı bebekler daha çok sağlık ocağında izlenebilir. Aileleri bebeklerini sağlık evi-ocağına düzenli olarak getiriyorlarsa, birinci basamak sağlık ekibi yolda zaman harcamayacağı için, bir günde daha çok (10-15) bebek izleyebilir.

Sağlık ocağının çocuk izleme odası uygun biçimde hazırlanmış olacağından (bebek terazisi, muayene masası..), daha nitelikli bir muayene yapılabilir. Gerektiğinde hekime danışılabilir.

Çocuk izlemenin temel kuralları
Her izlemenin 6 temel aşaması vardır.
İlişki Kurma
Öykü Alma
Muayene
Gerekirse laboratuar testleri yapma
Değerlendirme
Aileye önerilerde bulunma

Her izlemde laboratuar testi gerekli olmayabilir, ancak gerekli durumlarda asla unutulmamalıdır.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:44 AM
Horlama ve uyku apnesinin etkileri

--------------------------------------------------------------------------------

Horlayan kişilerin eşlerinin her gece ortalama 1 saat daha az uyuduğu, bunun da boşanmaya kadar giden sonuçlara yol açtığı bildirildi.

Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi ve Baş-Boyun Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. İsmail Külahlı, her insanda görülebilen bir hastalık olan horlamanın, erkeklerde ve şişmanlarda daha sık görüldüğünü söyledi.

Horlamanın, geniz bölgesinin darlığından kaynaklandığını, gündüzleri uyanıkken bu darlığın tolore edilebildiğini, ancak uykuda kasların gevşeyerek hava yolunda kısmi ya da tam tıkanıklığa neden olduğunu anlatan Prof. Dr. Külahlı, bu durumun, alkol ya da ilaç alarak gevşemiş kişilerde kas kontrolünün kaybolmasıyla daha kolay ortaya çıktığını söyledi.

''TAŞ KIRMA MAKİNELERİNİN ÇIKARDIĞI GÜRÜLTÜYE EŞDEĞER''

Horlamanın bazı sosyal sorunları da beraberinde getirdiğini belirten Külahlı, şöyle konuştu:

''Horlayan kişi, genellikle horladığını kabul etmez. Oysa ki normal erişkinlerin en az yüzde 45'i zaman zaman, yüzde 25'i de sürekli horlamaktadır. Ancak ilerleyen yaşla birlikte horlamanın görülme sıklığı ve şiddeti de artar.

Guinnes Rekorlar Kitabı'na göre, horlamanın şiddeti, 87.5 desibele kadar çıkabilmektedir. Bu değer, taş kırma makinelerinin çıkardığı gürültüye eşdeğerdir. Horlama, işlek bir ana caddenin yarattığı gürültü olan 80 desibele kadar ulaşan sesiyle, kişinin çevresini canından bezdiren bir sorundur.''

Horlayan kişilerin eşlerinin her gece ortalama 1 saat daha az uyuduğunu bildiren külahlı, ''Bu nedenle boşanma gibi sosyal sorunlara de neden olabilmektedir. Dinlenilmeden geçirilen gecenin gündüzü uykulu, yorgun ve verimsiz geçecektir. Horlayan kişi, alay konusu olur. Ailenin diğer bireyleri için uykusuz gecelerin sorumlusu tutulur. Tatil ve iş gezilerinin istenilmeyen oda arkadaşı olur'' şeklinde konuştu.

UYKU APNESİ

Prof. Dr. İsmail Külahlı, horlamanın en ağır biçiminin apne (tıkayıcı tipte horlama) olduğuna işaret ederek, şöyle devam etti:

''Uyku apnesi olarak bilinen tıkayıcı tipteki horlama hastalığında, şiddetli horlama, nefessiz kalınan bir dönemle kesilmektedir. Bu sırada solunum tam durmuştur. 10 saniyenin üzerindeki nefessiz kalma nöbetlerinin bir saat içinde 7'den fazla görülmesi, yaşamı ciddi şekilde tehdit eder. Uykuda kan oksijen düzeyi aşırı oranda düşer ve kalp, kanı daha çok pompalamak zorunda kalır. Bir süre sonra kalp ritmi bozulur, zamanla yüksek tansiyon ve kalp büyümesi gelişir.''

Uykuda nefes durması sırasında vücut yeterli oksijen alamadığından, beynin sürekli uyanık kaldığını ve tıkanan nefesin yeniden alınmasına devam etmek için kişiyi uyandırdığını belirten Külahlı, şöyle devam etti:

''Ancak kişi, pozisyon değiştirme ya da derin bir nefes alarak uykuya devam etme anını hatırlamaz. Sabah kalktığında da kaç saat uyumuş olursa olsun, son derece yorgun, güne başlamaya isteksiz olur ve baş ağrısı ortaya çıkar. Bu kronik yorgunluk hali, kendini işte performans düşüklüğü, konsantrasyon bozukluğu, dikkat kaybı olarak gösterir. Kimi zaman öğle aralarında uyuklamalara, sık iş kazalarına yol açabilir. Bu, kadınların yüzde 6'sını, erkeklerin yüzde 12'sini etkileyen yaygın bir hastalıktır.''

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:44 AM
Diş beyazlatma sağlıksız olabilir mi?

--------------------------------------------------------------------------------

İnci gibi dişlere sahip olmak günümüzde hiç de zor değildir. Gelişen diş teknolojisi hem koruyucu önlemler hem de tedavide çığır açmış durumda.

Son yıllarda ülkemizde de yaygınlaşan dişlerin beyazlatılması işlemi, estetik kaygılarla dişhekimine müracaatların neredeyse önemli bir bölümünü oluşturuyor.

Ancak her işlemde olduğu gibi son derece masum gibi görülen beyazlatma işleminde de dikkatli olunması çağrısında bulunan İstanbul Dişhekimleri Odası Bilim Kurulu, "Diş beyazlatma yönteminin sakıncalı olduğu kişiler kesinlikle böylesi bir işleme heveslenmesinler" uyarısı yapıyorlar.

Kimler İçin Sakıncalı

Dış kaynaklı ve iç kaynaklı nedenlerle normalde beyaz olan rengi sarıdan kahverengi hatta griye kadar değişebilen dişlerin beyazlatılmasında değişik yöntemler uygulanıyor. Prof. Dr. Andrej Kielbassa, yaptığı açıklamada beyazlatmanın sakıncalı olduğu durumlar şöyle sıralanıyor:

· Geniş pulpalı dişler

· Dişeti çekilmeleri

· Ortodontik hareket sonucu aşırı hassasiyet gösteren dişler

· Ağır mine kaybı olan dişler

· Ağızda porselen, kuron gibi pahalı restorasyonların olması

· Hamilelik ve emzirme döneminde bulunmak

· Hidrojen peroksit alerjisi olan kişiler

Beyazlatma yöntemleri canlı ve cansız dişlerde yapılabiliyor. Bunun yanısıra hidrojen peroksit kullanılarak ya da aşındırırlarak yapılan beyazlatma türleri bulunuyor.

Günümüzde hidrojen peroksit kullanılarak yapılan iki beyazlatma yöntemi bulunuyor.

Birincisi "In Office bleaching" diğeri ise "Night Guard Vital Bleaching". Son yıllarda "Night Guard Vital Bleaching" yöntemi, uygulama kolaylığı ve olası yan etkisinin azlığı nedeniyle en sık başvurulan beyazlatma yöntemi.

Bu yöntem ev beyazlatması, matris beyazlatması ya da evde beyazlatma isimleri ile de anılıyor. Yöntem vakumla şekillendirilmiş ağız içi aygıta yerleştirilen beyazlatma maddesinin gün boyunca uygulanması esasına dayanıyor.

Mekanik aşındırmayla beyazlatma yöntemini önermeyen uzmanlar, minenin kimyasal olarak aşındırılması yönteminin ise bazı tür renklenmelerde etkili olduğunu vurguluyorlar.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:44 AM
''Hepatit C'' tehlikesine dikkat

--------------------------------------------------------------------------------

Marmara Üniversitesi (MÜ) Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erol Avşar, karaciğer kanserinin en önemli nedeni olan Hepatit C'nin hızla arttığını bildirdi.

Prof. Dr. Avşar, dünyada 300 milyon Hepatit B, 170 milyon civarında da Hepatit C'li hasta bulunduğunu söyledi. Prof. Dr. Avşar, ''Ancak günümüzde çok güvenli bir aşısı bulunması nedeniyle Hepatit B azalırken, Hepatit C hızla artıyor. Bunun en önemli nedeni aşısının olmaması'' dedi.

Türkiye'de 1 milyona yakın Hepatit C'li bulunduğuna işaret eden Prof. Dr. Avşar, hastalığın kan ve cinsel yol dışında ortak iğne kullanımı ve anneden çocuğa geçebildiğini anlattı.

Diyaliz ve kan hastaları ile uyuşturucu bağımlılarının risk grubunu oluşturduğunu dile getiren Prof. Dr. Avşar, madde kullananların yüzde 30-57, hayat kadınlarının da yüzde 4-5'inde hastalığın görüldüğünü kaydetti.

Hastalığın AIDS'ten daha bulaşıcı olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Avşar, ''Ölümcül bir hastalık olan Hepatit C, karaciğer kanserinin en önemli nedeni. Çok sinsi ilerliyor ve yüzde 80 oranında kronikleşiyor. Ve bunların 4'te 1'inde siroz meydana geliyor. Siroz olanların yüzde 3'ü de kanser oluyor'' diye konuştu.

Hepatit C hastası ile aynı evde yaşamanın bazı riskleri bulunduğunu da anlatan Prof. Dr. Avşar, ''Ortak diş fırçası, tırnak makası ya da jilet kullanımının bulaşıcılığı artırdığına ilişkin yayınlar var'' dedi.

Prof. Dr. Erol Avşar, hastalığın en önemli nedeninin batı ülkelerinde uyuşturucu ve seks, gelişmemiş ülkelerde de taranmamış kan ürünleri olduğunu ifade ederek, şunları kaydetti:

''Hastalık, bitkinlik, yorgunluk gibi tipik belirtiler veriyor. Bu nedenle risk grubundakilerin tarama yaptırması şart. Şu an ilaçla tedavi yapılıyor. Yeni ilaçlarla 2 hastadan 1'ini tedavi edebiliyoruz. Tedavi süresi 1 yıl sürüyor. Hastayı 1 yıl da ilaçsız olarak takip ediyoruz.''

Diş hekimi, doktor gibi meslek grubundakilere el yıkama, eldiven ve gözlük kullanmayı öneren Prof. Dr. Avşar, hastalığın Türkiye'de değişik kampanyalarla halka iyi anlatılması gerektiğini sözlerine ekledi.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:45 AM
Alkolün etkisini B vitaminiyle silin!

--------------------------------------------------------------------------------

Alkolün etkisini B vitaminiyle silin!

Vücuttaki B vitamini eksikliği kanser riskini de beraberinde getiriyor. Özellikle alkol tüketiminden sonra kaybedilen B vitaminlerini aksatmadan yerine koymak gerekiyor

Doğru beslen kanseri yen - 4 / Ayşegül AYDOĞAN

Kansere karşı adeta koruyucu meleklerimiz gibi görev yapan vitaminlerin en önemlileri arasında yer alan B vitaminleri, vücutta adeta birer savunma silahı gibi çalışıyorlar. Besinlerdeki yüksek B vitaminlerinin vücudun savunma sistemini güçlendirerek tüm hastalıklardan koruduğunu vurgulayan Beslenme ve diyet uzmanları Aysun - Murat Gökçen, B vitaminin vücutta eksilmesiyle kanser riskini de ciddi biçimde beraberinde getirdiğine işaret ediyor. Gökçen çifti, piyasaya çıkacak yeni kitapları 'Kanseri Beslenerek Yenebilirsiniz'de özellikle B vitaminlerine önemli bir yer ayırıyor.

AKSATMADAN TÜKETİN
Yapılan araştırmalarda B kompleksi vitaminlerin fazla alınmalarının kanser oluşumunu önlemediği ancak, yetersizliklerinin kansere yol açabileceğinin bildirildiğini anlatan Gökçen çifti, bu vitaminler hakkında şunları söylüyor:
"B vitaminleri vücutta depolanmaz. Günlük alınır, metabolizma ihtiyacı kadarını kullanır, gerisini dışkıyla atar. Günlük beslenmeyle ihtiyaç karşılanamazsa yetersizlik baş gösterir. B vitaminleri içeren besinlerin her gün aksatmadan tüketilmesi şarttır.
B2 Vitamini yetersizliğinin epidel dokuda harabiyete neden olduğu, bunun da yemek borusu ve mide kanseri riskini arttırdığı düşünülüyor. B6 Vitamin yetersizliğinin ise meme ve karaciğer kanser riskini artırabildiği rapor ediliyor. B1 Vitamini yetersizliğinde de tümör oluşumunun hız kazandığı biliniyor. B12 Vitamini kemoterapi sırasında alınan bazı ilaçlardan etkilenmekte, dolayısıyla yetersizliği görülmektedir. Yetersizliğinin meme kanserini olumsuz yönde etkilediği üzerinde duruluyor."

AKŞAMCILARA DUYURULUR
Aşırı alkol tüketimi ve 'akşamcılık'ı tüm B vitaminlerinin düşmanı olarak gören Gökçen çifti, "Alkol B vitaminlerini adeta yer bitirir, dolayısıyla da yetersizliklerine neden olur. Alkol tüketiminden sonra kaybedilen B vitaminlerini yerine koyabilmek için mutlaka B vitaminlerinden zengin beslenmek gerekir" diyor. Gökçenler, alkol alanlar için şu uyarılarda bulunuyor:

Meyveyle tüketin


Alkol alımının abartılmadığı ve de akşamcılığa dönüştürülmediği sürece kanser yaptığı söylenemez. Ancak alkolün karaciğere yaptığı tahrip göz önünde tutulup kronik alkoliklerde B kompleks vitaminleri ile demir ve çinko yetersizliği oluştuğu bilinirse, alkolün ne denli zararlı olduğu ortaya çıkar.

Alkolle beraber yeterli miktarda meyve ve sebze tüketilmesi örneğin limon suyu içinde havuç ve salatalık dilimleri ya da taze soyulmuş meyve gibi ince detaylara dikkat edildiğinde ağız - boğaz boşluğu ve bazı sindirim sistemi kanserleri riskini uzaklaştırırsınız.

Özellikle bira içmeyi abartanlarda kalın bağırsak, rektum kanserinin sık görüldüğü bildirilmektedir.

Alkol tüketiminde aşırıya kaçmamanın yanı sıra, alkolü sigara ile birlikte tüketmemeye özen gösterin. Özellikle sigaranın olumsuz etkisi alkolle birleşince daha da artmaktadır. Lütfen bu uyarımızı fazlaca dikkate alın. Sigarayla alkol birlikte asla olmaz, çok fazla kanserojen.

B1 vitamininden zengin besinler:

Bulgur pilavı
Yulaf, çavdar, kepek ekmeği
Tam buğday ekmeği
Bamya
Tarhana çorbası
Yerfıstığı
Dolmalık fıstık

B6 vitamininden zengin besinler:

Acı pul biber
Sivri biber
Kereviz yaprakları
Ceviz
Dereotu
Keten tohumu
Tahin
Tam buğday ekmeği

B2 vitamininden zengin besinler:

Süt dana karaciğer
Süt dana böbrek
Tavuk karaciğeri
Dereotu
Tarhana çorbası
Pul biber

B12 vitamininden zengin besinler:

Sığır eti
Balık eti
Kuzu böbreği, yüreği, karaciğeri
Beyaz peynir
Süt
Yumurta sarısı

Gökçenler'in özel mönüsünden
Barbunya ve ıspanaklı lazanya
MALZEMELER:

2 su bardağı barbunya
1 çorba kaşığı zeytinyağı
1 orta boy ince kıyılmış sarı soğan
4 diş ince kıyılmış sarmısak
4 adet domates
1 çorba kaşığı pekmez
1 çay kaşığı tuz
1 tatlı kaşığı rezene tohumu
1 tatlı kaşığı kuru fesleğen
1 paket lazanya
SOSU İÇİN:

1 adet ince kıyılmış sarı soğan
2 diş ince kıyılmış sarmısak
1 demet ayıklanmış yıkanmış ıspanak
1 su bardağı soya filizi
HAZIRLANIŞI:

Barbunya, zeytinyağı, soğan, sarmısak, domates, tuz, pekmez ve baharatları bir miktar su ilavesiyle hafif sulu kalacak şekilde pişirin
Ayrı bir kapta soğan, sarmısak, ıspanak ve soya filizini az miktarda su ilave ederek hafif sulu kalacak şekilde pişirin
Fırın kabınızda lazanyalar arasına bir kat barbunyalı malzeme, bir kat ıspanaklı malzeme gelecek şekilde yerleştirin
En üste lazanya koymayın, alüminyum folyo ile kabınızı kaplayıp önceden ısıttığınız fırında pişirin

Lif ve posanın kansere müthiş etkisi
Beslenme yoluyla alınan lif ve posanın, bağırsak - rektum kanser riskini yüzde 31 oranında düşürebildiği rapor edilmekte. Araştırmalara göre düşük posalı diyetlerle beslenenlerde kalın bağırsak kanseri, yüksek posalı diyetle beslenenlerden çok daha sık görülüyor. Lif - posasının kanser riskini önlemedeki etkisi, bağırsaktaki bakteri florasını değiştirerek zehirli maddelerin üremesini önleyerek ortaya çıkıyor. Bir diğer görevini de eğer üremiş zehirli maddeler varsa bunları da dışkı atım hızını artırarak bağırsak hücreleriyle temas sürelerini mümkün olduğu kadar kısaltarak gerçekleştiriyor.
Lif ve posanın etkisi özellikle meme kanserinde önem kazanıyor. Kanserli tümörlerin gelişmesinden sonra, östrojen seviyelerinin düşürülmesiyle bu tümörlerin yaklaşık üçte birinde gerileme olduğu bulunmuştur. Meme kanseri riskini azaltmanın en etkili yöntemi, posa - lif alımının yükseltilmesi ve yağ alımının azaltılması şeklinde olabilir. Ancak, günlük alınacak lif - posa sınırsız değil. Günlük alınacak posanın bir miktarı olmalı. Çünkü, posa aynı zamanda bazı vitaminlerin emilimini azaltıyor, kalsiyum, çinko , demir gibi hayati minerallerin de emilimi engelliyor. Günlük diyet posası alımının ortalama 14 - 24 gram civarında olması öneriliyor.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:45 AM
Bilinçsiz güneşlenmede ölüm riski


Bolu İzzet Baysal Devlet Hastanesi Dermatoloji Uzmanı Dr. Şemsettin Oruk, güneş ışınlarının cilt kanserine neden olduğunu belirterek, "Koruyucu kremler kullanmadan güneşlenilmesi durumunda vücutta lekeler beliriyor. Bir uzmana başvurulmaması durumunda bu lekeler ölümle sonuçlanabilecek rahatsızlıklara neden oluyor" dedi.


Amerika'da son 30 yılda yanlış güneşlenme nedeniyle çok sayıda kişinin cilt kanserine yakalandığını belirten Dermatoloji Uzmanı Dr. Oruk, "Biz ülkemizde 10-20 yıl sonra bu sonuçlarla karşılaşmamak için vatandaşlarımızı güneşlenirken mutlaka koruyucu kremler kullanmaları konusunda uyarıyoruz" diye konuştu. Yaz aylarının kavurucu sıcaklarında tatil için gittikleri yerlerde güneşlenen vatandaşların dikkatli olmaları gerektiğini ifade eden Dr. Oruk, "Vatandaşlar plajlarda bilinçsizce güneşleniyor. Korumasız güneşlenilmesi durumunda 1. ve 2. derecede yanıklar ortaya çıkıyor. Bu tür yanıkların oluşmaması için tatilcilerin alıştıra alıştıra güneşlenmesi gerekiyor. Aksi takdirde güneş yanıkları cilt kanseri riskini arttırıyor. Önlem alınmadığı zaman ölümle de sonuçlanabiliyor" dedi.


Güneş kremi ya da koruyucu kremler kullanılmasını tavsiye eden Dr. Oruk, "Güneşlenmek için en uygun saat sabah saat 11.00'den önce, öğlen ise 15.00'den sonradır. Aradaki saatler ise güneşlenmek için çok tehlikeli" dedi.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:45 AM
Aşırı terlemenin nedenleri ve tedavisi

--------------------------------------------------------------------------------

Terlemenin insanlarda doğal olarak gözlenirken aşırı terleme kişi de sorunlar yaratabiliyor. Terin salgılanması insanlarda sinir sisteminin "sempatetik" denilen kısmının çalışması ile ilgili olup toplumun % 1'inde bu sistem aşırı düzeyde çalışıyor. Özellikle stresli durumlarda bu sistem aşırı çalışıyor ve genel olarak terleme, kış aylarında daha az rahatsız edici oluyor.

Bunun dışında tiroid bezinin aşırı çalışması, böbrek üstü bezinden kaynaklanan bazı hastalıklar, şişmanlık, menopoz, ağır psikiyatrik hastalıklar ve bazı kanserlerin tedavisinde kullanılan hormonlar aşırı terlemeye yol açabiliyor.

Ruhsal ve fiziksel sorunlar

Bakteri üremesini kolaylaştırdığı için aşırı terleme kokuya da neden oluyor. Ruhsal ve fiziksel sorunlara yol açan, sosyal yaşamı zorlaştıran terleme, ellerde, koltuk altında, ayak altlarından, yüzde ve gövdede oluşabiliyor. Terlemenin ellerde olduğunda hem el ile yapılan işlerde güçlük çekiliyor hem de sosyal olarak kişileri rahatsız ediyor. Terleme stresli durumlarda gelişiyorsa ve kişi terlemeden rahatsız ise kısır bir döngü içine giriyor ve terleyeceğini bilerek daha endişeli hale geliyor ki bu endişe de daha fazla terlemeye yol açıyor.

Terlemenin nedeninin saptanması

Terleme tedavisine başlanmadan önce nedeninin saptanması gerekiyor. Terleme sorunu olan kişinin öncelikle kilo durumu inceleniyor. Aldığı ilaçlar gözden geçiriliyor. Hastanın menopozda olup olmadığı araştırılıyor. Endokrinoloji uzmanının yapacağı değerlendirme ile sorunun tiroid bezinden ya da böbrek üstü bezlerinden kaynaklanıp kaynaklanmadığı belirleniyor. Bu durumların hiçbirinde sorun saptanmaz ise doğuştan sempatetik sinir sisteminin aşırı çalıştığı ortaya çıkıyor.

Tedavide ilk olarak genel tedavi yaklaşımları uygulanıyor. Kişinin öncelikle kıyafetini düzeltmeli ve daha hafif giyecekler giymesi gerekiyor. Lokal olarak talk pudrası veya oldukça etkili olan aleminyum klorid içeren solüsyonlar mutlaka öneriliyor. Bazı hastalarda sempatetik sinir sisteminin çalışmasını azaltmak ve böylece de terlemeyi azaltmak için ilaçlar da kullanılabiliyor. Bazı hastalarda strese bağlı terlemeyi kontrol edebilmek amacı ile psikoterapi de öneriliyor.

Uygulanan yöntemler

İyontoforez: Bu yöntemde küçük su banyosu içinde el veya ayaklara hafif elektrik akımı veriliyor. Sık tekrarlanması gereken bu yöntemde; hafif ve orta derecede terlemesi olan hastalarda oldukça iyi cevap alınıyor.

Botulinum toksini: Özellikle koltuk altı terlemesinde kullanılan bir madde olan Botulinum toksini, aslında doğal bir zehirdir ve sulandırılarak tıpta çeşitli amaçlarla uzun zamandır kullanılıyor. Ter bezlerini çalıştıran sinirleri felç ederek etki gösteren madde, terlemeyi 3 - 4 kat azaltıyor. 6 -12 ay gibi uzun aralıklarla tekrarı gerekiyor.

Cerrahi tedavi: Carrahi tedavi özellikle ellerdeki ve yüzdeki aşırı terleme için önerilen tedavi şekli. "Endoskopik transtorasik sempatektomi" olarak adlandırılan teknikle koltuk altından bir delik açılıp akciğer bölgesindeki yüz ve ellere giden sinirlerin başlangıç bölgesi kesiliyor. Ellerde % 99 civarında başarı elde edilirken, ayaklardaki terleme için bel bölgesindeki sinirlerin kesilmesi gerekiyor. Sadece koltuk altı terlemelerinde koltuk altı ter bezlerinin alınması ile iyi sonuçlar elde edilebiliyor."

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:46 AM
Bahar, astım ve alerjiyi artırıyor

--------------------------------------------------------------------------------

İSTANBUL (İHA) - Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, bahar mevsiminde astım ve alerjik hastalıkların daha çok ortaya çıktığına dikkat çekerek, havaların ısınması, atmosfer basıncındaki değişiklikler, havadaki nem miktarında farklılıklar ve havaya karışan bitkilere ait polenlerin bunda önemli rolü bulunduğunu bildirdi.


Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, İHA muhabirine yaptığı açıklamada, son araştırmalara göre, Türkiye'de ilkokul çağındaki çocuklarda astımın görülme oranının ortalama yüzde 10 civarında, erişkinlerde ise yüzde 5 olduğunu belirtti. Metropollerde yaşamanın bu açıdan risk faktörü olduğunu ifade eden Prof. Küçükusta, astım hastalığının, sanayileşmenin yoğun olduğu ülkelerde ve şehirlerde çok daha fazla görüldüğünü kaydetti.


Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, astıma ve diğer alerjik hastalıklara yol açan alerjenlerin başında polenlerin (çiçek tozları) geldiğini vurgulayarak, havaya karışan polenlerin, hassas insanlarda saman nezlesine ve astıma yol açabildiğini söyledi. Her polenin alerjiye yol açmadığını hatırlatan Prof. Küçükusta, "Türkiye'de özellikle çayır polenleri, hububat polenleri ve yöreye göre çeşitli ağaç polenlerinin, alerjik hastalıkların ortaya çıkmasında büyük önemi var" diye konuştu.


Cerrahpaşa Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, gün içerisinde polenlerin en yoğun olduğu zamanın sabahın erken saatleri olduğunu belirterek, kuru ve rüzgarlı havaların yanı sıra polene yakın ortamların da çok önemli olduğunu bildirdi. Polenlerin, rüzgarın etkisiyle çok uzak mesafelere, kilometrelerce uzaklara gidebildiklerini ifade eden Prof. Küçükusta, "Ama tabii, o kaynağa ne kadar yakınsanız, soluyacağınız polen sayısı da o kadar fazla olacaktır" dedi.

IRSİYET VE KAPALI MEKAN KİRLİLİĞİ
Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, astımın ortaya çıkabilmesi için hem ırsi yatkınlık olması hem de buna çevre faktörlerinin katkıda bulunması gerektiğini de kaydederek, "Kişi, kendisini olumsuz çevre faktörlerinden koruyarak astımdan pekala korunabilir. Bunun başında da hava kirliliği geliyor" diye konuştu.


Prof. Küçükusta, hastalıktan korunmak için sigara içilen ortamlarda bulunmamak gerektiğini ve diyetin de çok önemli faktör olduğunu vurguladı. A ve C vitaminlerini içeren diyetle beslenmenin, balık etini fazla tüketmenin astıma ve diğer alerjik hastalıklara karşı koruyucu etkisinin olduğunu söyleyen Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, böyle beslenen insanlarda alerjik hastalıklara karşı vücudun kendini daha iyi savunduğunu, daha iyi koruyabildiğini belirtti.


Prof. Dr. Küçükusta, astımlılarda ve diğer alerjisi olanlarda 'evakarları'nın çok önemli rolünün bulunduğunu da bildirerek, "Bunlar çok küçük yaratıklar. Daha çok sıcak, rutubetli ortamlarda görülüyorlar ve özellikle de halı gibi, yatak şiltesi gibi, koltuk, kanepe gibi ortamlarda yoğun olarak çoğalma imkanını buluyorlar. Özellikle çocuklar, gün içinde yoğun olarak bu alerjenlerle karşılaşıyorlar ve genetik bir yatkınlığı da varsa, zamanla bu akarlara karşı onlarda bir duyarlık hali ortaya çıkıyor" dedi.
Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, akarların 55-60 derecenin üzerinde yaşamadıklarını ifade ederek, "Onun için, yıkanabilen giysileri akarlardan, böyle ısıtılmış sularda yıkayarak arındırmak mümkün. Ama bir yorganın, bir koltuğun tabii ki yıkanması mümkün değil. Evin iyi havalandırılması bu bakımdan çok önemli. Bir de bu akarları öldüren veya onların alerji meydana getiren dışkılarındaki proteinleri bozan birtakım kimyasal maddeler var. Bunların uygulanmasıyla da özel durumlarda akarlardan olan alerjileri bir miktar azaltmak mümkün" diye konuştu.

KATKI MADDELERİ
Hazır gıdaların uzun süre dayanması için geliştirilen birçok katkı maddesinin, hassas kişilerde yan etkileri olabildiğini kaydeden Prof. Küçükusta, "En çok astım krizlerine yol açan maddeler bunlar. Bir de bunun yanında, gıdaları renklendirmek için kullanılan çeşitli boyalar veya tat vermek için kullanılan bir tür baharatlar var. Bunların olumsuz etkisi olabiliyor" dedi. Prof. Küçükusta, bu sebepten, astımlı hastalara ve alerjik insanlara, mümkün olduğu kadar doğal şekilde hazırlanmış gıdalarla beslenmelerini önerdi.
Çocuklarda alerjinin ilk belirtisi olarak, özellikle burun kanı veya geçmeyen burun akıntısı şikayetlerinin çok sık görüldüğüne dikkat çeken Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, "Hatta bunlara da çok sık tekrarlayan kulak enfeksiyonları olabilir, sinüs olabilir, çocuk ağır işitebilir. Mesela televizyonun sesini, müziğin sesini çok fazla açmak isteyebilir, işitme problemleri ortaya çıkabilir. Ailede bir duyarlık olduğu zaman, bu çocukta da böyle alerjik nezle veya saman nezlesi olma ihtimali yüksek. Bu bakımdan incelenmesi yerinde olur" diye konuştu.


Prof. Dr. Küçükusta, çocuklarda geçmeyen ve çok uzun süre devam eden öksürüklerin de bir tür astım formu olduğunu vurgulayarak, "Bu genellikle atlanıyor. 'Çocuk üşüttü, boğazı iltihaplandı' deniyor, hep antibiyotik veriliyor. Oysa bunların büyük çoğunluğu, gerçekten de öksürükle seyreden astım türü" dedi.


Astım hastasının illa da kriz geçirmesi gerekmediğini belirten Prof. Küçükusta, "Bunlarda böyle hırıltı, nefes darlığı olması gerekmiyor. Özellikle geceleri ortaya çıkan, burun problemi olan çocuklardaki öksürüklerde mutlaka astım tanısını hesaba katmak gerekiyor" diye konuştu.

TEDAVİ VE SONUÇ
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, alerjik hastalıkların herhangi bir tedavi yöntemiyle tamamen ortadan kaldırılmasının, yok olmasının mümkün olmadığını dile getirerek, "Çünkü bu genetik bir hastalık. Astım ve alerjik hastalıklarının oluşmasındaki genetik bozukluk da pek çok genin kontrolü altında. Yani tek bir gene müdahaleyle bu işin çözülmesi söz konusu değil. Bizim yaptığımız tedaviler, hastalığın tekrarlamasını, belirtilerin şiddetli olmasını önlemeye yönelik tedaviler. Burada da çeşitli yöntemler var. Bunlardan bir tanesi de aşı tedavisi. Şimdiye kadar bu tedavi hep iğne şeklinde yapılırdı. Son yıllarda ağızdan damla şeklinde olan şekilleri de ortaya çıkmaya başladı. Tüm bu tedavilerde amaç, kişinin vücudunun duyarlılığını o maddeye karşı azaltmak. Hakikaten hastalar iyi seçilirse, bu tedavi düzenli ve sabırla yapılırsa, bundan hastaların önemli kısmı çok iyi fayda görüyorlar" dedi.


Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, korunmanın alerjik hastalıklarda çok önemli olduğuna da temas ederek, "Tedavinin en önemli parçası, kişinin duyarlı olduğu, ona dokunacak faktörlerden mutlaka ciddi şekilde korunmasını sağlamaktır" diye konuştu.
Bilinçli yapılan sporun, astım hastalığı için çok önemli ve çok yararlı olduğunun da altını çizen Prof. Küçükusta, "Önemli olan hastalığın koruyucu tedavisini yapmak ve ondan sonra düzenli bir spora geçmek. Özellikle yüzme, astımlı hastalar için en çok tavsiye ettiğimiz spor. Yüzmeden astım hastaları çok büyük yarar görüyorlar. Hem genel vücut sağlığı için çok yararlı hem de göğüs kaslarını geliştirdiği ve solunumu düzenlediği için yüzme gerçekten astımlı hastalar için çok ideal, adeta tedavinin bir parçası denebilecek kadar önemli bir spor türü" dedi.

HAMİLELERE UYARILAR
Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, astım hastası yakını bulunan hamilelerin de riski azaltmak için, daha bebek dünyaya gelmeden tedbirler alması gerektiğini bildirerek, "Bunların başında, ev içi havanın temiz olmasına özen göstermek geliyor. Ve özellikle de annenin sigara içmemesi çok önemli. Solunan havanın temiz olmasını sağlamak için evin mutlaka çok iyi havalandırılması lazım. Evde mümkün olduğu kadar, çok akar barındırabilecek ortamları ortadan kaldırmak lazım, en azından yatak odalarında. Biz, yatak odalarının daima halısız, kilimsiz, koltuksuz, kanepesiz olmasını arzu ediyoruz ve yatakların da yün içermeyen sentetik şeylerden yapılmış olanlarının tercih edilmesini istiyoruz. Evde köpek, kedi ve kuş beslenmemesini öneriyoruz. Ve bir de evin neminin yüzde 50'nin altında tutulması çok önemli" diye konuştu.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:46 AM
Boyun ağrılarının nedenleri ve egzersizler

--------------------------------------------------------------------------------

Günlük yaşamımızda kravatımızı, kolyelerimizi takmak için kullandığımız boynumuzun aslında vücudumuz açısından birçok işlevi vardır.

Ağırlık olarak kafamızı yüklenen boynumuz, günlük yaşamımızın getirdiği duygusal streslere, uygun olmayan tutuş biçimlerine, aşırı kiloya ve kazlaar gibi etkenlere açık hassas bir bölgemizdir.

Boyun ağrılarının bir özelliği, yalnızca boyun çevresi ve arkasına sınırlı kalmayıp omuzlara, kafamıza, kollarımıza ve hatta parmak uçlarına kadar vurabilmesidir.

Boynumuz, kafamızdan vücudumuzun geri kalan bölgelerine yaşamımız için çok gerekli olan beyinden aşağı doğru uzanan omuriliği, bu omurilikten çevreye yayılan sinirleri ve ayrıca kan damarlarımızı taşır. Taşadığı ağırlık 8-10 kiloya varır. Bütün bu görevlerinin yanı sıra, esnek ve her yöne hareket edebilme yeteneği olan boyun bölgemiz çevreden gelebilecek kaza ve zedelenmelere çok açıktır.

Ayrı ve belki de en yaygın olan bir neden de bozuk duruş biçimi ve işimizin, günlük yaşamımızın getirdiği streslerdir. Örneğin; özelllikle de aşırı kilolu isek ve zayıf karın ve sırt kaslarımız var ise, üstelik uzun süre oturarak iş yapıyorsak, çoğu kez belimizi fazla öne verip, sırtımızı da kamburlaştırma eğiliminde oluyoruz. Bu durumda da boynumuz dengeyi sağlamak için öne doğru fazla eğilince boyun kaslarımıza aşırı yük biniyor ve onları kasıyoruz. Bu durum, 'tutulmalara', kas yorulmasına ve ağrılarına yol açıyor. Sonuçta, baş ve boyun ağrıları birlikte ortaya çıkabiliyor.

Kimi zaman ise, yüzüstü yatıp, çok yüksek bir yastık kullanıyorsak sabahları kasılmış bir boyunla kalkabiliriz. Günlük sinirlenmeler ve streslerimizin boyunve beraberinde baş ağrısına da yol açmasının ana nedeni sinir sistemizin doğrudan bağlantıda olduğu kasların kasılmasıdır. Bu kasılma, geçici olabileceği gibi, kas yapısında oluşan ve 'trigger point', diğer bir deyişle, teknik noktalarının neden olduğu, uzun süreli, ısrarla devam eden, sinir uçları ve kasın birleştiği noktalardaki aşırı uyarımlar sonucu ortaya çıkar. İlginç olarak, bu noktalarda oluşan ağrılar boyun bölgesinin uzakta başka alanlarına yayılıp, ağrı sanki daha geniş bir çevredeymiş izlenimini verebilir.

Eğer doktorunuz fizik muayenesinde bu noktaları saptarsa, küçük işlemlerle bu tetik notalarının neden olduğu yaygın kas ağsını çözebilir. Bu çözülme, bir yerde kasları uyaran sinir uçlarının aşırı aktivitesinin normale dönüştürülmesidir.

Boyun ağrılarımızın diğer ve ciddi olan nedeni ise boyun kemik, kıkırdak ve kas yapısının romatizmal bir hastalığıdır. Boyun vertebralarının arasındaki eklemler etkilendiğinde 'artrit' denilen durum ortaya çıkar. Genellikle, romatoid artrit ya da artroz adı verilen romatizmal hastalıklarda daha çok ortaya çıkan boyun atrritinde eklem içi kıkırdak, kemik ve çevredeki kaslar etkilenir. Özellikle, artroz, diğer bir deyişle, osteoartrit, yaşlandıkça ve travma sonrası baş gösterir. Halk arasında, 'kireçlenme' denilen, tıp dilinde Spondilit olarak adlandırdığımız durum, artroz ilerledikçe oluşur. Spondilit'de kıkırdak ve kemik dokusu zedelenirken, daha önce sözünü ettiğimiz kanalcıklar etrafında aşırı kemikleşme ortaya çıkar ve kanalcıklar (foramina) içinden geçen çevresel sinirlere baskı yaparak boyun çevresinde ağrılara yol açar. Bu durum ilerlerse, belirli bölgelerimizde duyu ve kuvvet kaybını kadar varabilir.

Rahatsızlığın altta yatan nedenine göre, tedavi çok basit olarak, evde egzersizlerle, kas gevşeticilerle ve ağrı kesiciler gibi yöntemlerle yapılabileceği gibi, ileri testler ve gerekirse cerrahi yöntemlerle de yapılabilir.

Örneğin, kasın kasılmasının neden olduğu ağrılarda en kolay tedavi yöntemi, kasın üzerindeki yükü azaltmak için uzanıp yastığa başınızı koymak; gerekirse,boyun anatomisine uygun yarı sert bir boyun yastığı kullanmaktır. Eğer çok yüksek bir yastık kullanırsanız, boyunkaslarınız gergin kalır ve çözümleyebilir. Bunun yanı sıra, yumuşak ya da doktorunuzun önerisine göre, yarı sert bir boyunluk da yararlı olabilir. Ayrıca, ağrılı bölgelere yakıcı olmayan su ya da nemli bir havlu uygularsanız, kas gerginliği, yani spazm daha çabuk çözülür. Kimi zaman, ağrı özellikle, bir noktaya odaklanmışsa buraya doktorunuz küçük bir enjeksiyon yapabileceği gibi, yalnızca yerel buz uygulaması da önerebilir. Bütün bu yöntemlerin yanı sıra, bir nemlendirici ile ya da jet tarzındaki ilaçlarla ağrılı bölgelere masaj yapılabilir.

Şunu akıldan çıkarmamalı ki, eğer boyun ağrıları ile birlikte boyun çevresine, kollara, parmak uçlarına kadar vuran duyu kaybı, uyuşmalar, karıncalanmalar ya da kuvvet kaybı varsa, yapılacak en doğru iş, doktorunuzu görmek ve kendi kendinize müdahelede bulunmamaktadır. Bu durumda, ağrının altta yatan nedeni, omuriliğin boyun kısmından çıkan sinir köklerine bir bası olmasıdır.

Söz edilen belirtiler, ender olarak, kasların aşırı spazmı durumunda sinirlerin ve kan damarlarının kas grupları arasında sıkışması ile de ortaya çıkabilir. Hekimin görevi, gerekiyorsa radyolojik yöntemlerle tanıyı doğru koymak ve tedaviyi ona göre düzenlemektir. Sinir kökü basısı, genellikle, disk kayması sonucu, diskin kayarak siniri sıkıştırmasıdır. Böyle olgularda, kaymanın derecesine ve tipine göre, değişik tedavi biçimleri uygulanır. Bu, bir yakalık uygulaması olabileceği gibi, traksiyon, yani, boynun dikkatle ve kadameli olarak ağırlıklar yardımı ile yukarı doğru çekilmesi de yapılabilir. Ve traksiyonun mutlaka hekim gözetiminde yapılması gerekir. Bu yöntemlerden yarar görülmezse cerrahi düşünülebilir.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:46 AM
Güneş ışınlarına karşı besin koruması

--------------------------------------------------------------------------------

Sıcak bir yaz gününde hiç bir şey, buz gibi bir karpuzun veya bol maydanoz, yeşil biber ve domatesle hazırlanmış bir çoban salatanın yerini tutamaz. Peki, bu lezzetli yiyeceklerin aynı zamanda, cildimizi güneşin zararlı özelliklerinden uzak tuttuğunu biliyor musunuz?


Günümüzde açık havada yapılan birçok aktivite ve su sporlarının, insanları saatlerce güneş ışınlarına maruz bıraktığını belirten uzmanlar, her gün alınan küçük dozlardaki güneş ışığının sağlığa çok yararlı olduğunu, ama fazlasının, rahatsız edici yanıklara, derinin kalınlaşmasına ve kırışmasına, ayrıca birçok deri hastalıklarına ve kansere sebep olabildiğine dikkat çekiyor.
Beslenmeye gösterilecek özenle, vücutta güneşe karşı bir kalkan oluşturulabileceğini ifade eden uzmanlar, vücudun, güneşin etkilerinden korunmak, savunma kalkanı oluşturmak ve oluşan zararları tamir etmek için temel olarak C, E vitaminleri ve likopene ihtiyacı olduğunu bildiriyor.

C VE E VİTAMİNİ
C vitamininin, vücudun güneş yanıklarına karşı en önemli savunma silahlarından birisi olduğunu vurgulayan uzmanlar, ayrıca, cildin kendini tamir etme mekanizmasına da destek verdiği gibi, güneşe karşı savaşta önemli olan E vitamininin depolanmasında da büyük rol oynadığını kaydediyor. Uzun süre güneş ışınları altında kalındığında azalan C vitamini seviyesini süratle yerine koymak gerektiğini belirten uzmanlar, bunun için, yaz aylarında rahatlıkla bulunan ve C vitamini yönünden çok zengin olan maydanoz, sivri biber, kivi, yeşil salata gibi besinlerin bolca tüketilmesini öneriyor.


Uzmanlar, cilt ve hücre yapısı için gerekli olan E vitamininin, vücut çalışmasındaki en önemli görevinin antioksidan özelliği olduğunu hatırlatarak, bunun dışında cildin bağışıklığını da arttırdığını ifade ediyor. Güneş ışınlarının, C vitamininde olduğu gibi E vitamininin de vücuttaki seviyesini azaltıcı etki yaptığını vurgulayan uzmanlar, bu sebeple, E vitamini yönünden zengin besinlerle bu seviyenin yükseltilebileceğini bildiriyor. Uzmanlar, bu konuda güvenilebilecek en zengin kaynakları, 'yeşil yapraklı bitkiler, yağlı tohumlar (fındık, ceviz, fıstık gibi), tahıl taneleri ve kuru baklagiller (nohut, kuru fasülye gibi) olarak açıklıyor.

LİKOPEN
Domatesin kırmızı rengini sağlayan pigment olarak bilinen likopenin, E vitamininden daha güçlü bir antioksidan olduğunu kaydeden uzmanlar, insan tenine renk veren en önemli maddelerden biri olan likopenin, aynı zamanda vücudu bazı kanser tiplerine karşı da koruduğunu belirtiyor. Likopenin önemli özelliklerinden birisinin de, ultraviyole ışınlarının cilt üzerinde yol açtığı tahribata karşı güçlü bir kalkan oluşturması olduğunu ifade eden uzmanlar, bu önemli maddenin sağlanacağı en iyi kaynakların domates, karpuz ve greyfurt olduğunu bildiriyor.


Uzmanlar, yiyecekler dışında bitkilerin de güneş ışınlarının zararlarının önlenmesinde ve güneş yanıklarında tedavi amaçlı olarak kullanılabileceğini de kaydediyor. Uzmanlar, hem antioksidan olarak hem de yanık tedavi edici ve sakinleştirici olarak kullanılabilen yeşil çaydan günde 2 bardak içilerek gözle görülür faydalar sağlanabileceğini vurguluyor.


Uzmanlar, tüm bu yukarıda anlatılanların yararlı olabilmeleri için, yiyecek veya içecek maddelerinin, güneşe çıkmadan yarım saat veya 1 saat önce tüketilmesi gerektiğine de dikkat çekiyor. Uzmanlar ayrıca, güneş ışınları yeterli alındığı takdirde çok yararlı olduğunu, gün boyunca alınacak 20-30 dakikalık güneş ışığının, vücudun D vitamini üretmesi için çok önemli olduğunu, hatta vücut sağlığı için de vazgeçilmez olduğunu hatırlatıyor.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:46 AM
Boğulma ve böcek sokma uyarısı

--------------------------------------------------------------------------------

Yazın sıcakların artmasıyla birlikte halsiz ve yorgun oluruz. Çok terleriz, böceklerle boğuşuruz, serinlemek için girdiğimiz deniz ve havuzlarda boğulma tehlikesiyle karşı karşıya kalırız. Tüm bu tehlikelerine karşı herkesin en sevdiği mevsimlerden biri olan yazı bu yıl sağlıklı geçirmeye ne dersiniz?


Uzm. Dr. Hasan Aslan, İHA muhabirine yaptığı açıklamada, suda boğulmanın, yaz aylarında çok sık görülen bir kazayla ölüm sebebi olduğuna dikkat çekerek, iyi yüzme bilenlerin de tanımadıkları bölgelerde yüzerken dalga, akıntı, girdap ve kramp girmesi gibi sebeplerle boğulma tehlikesiyle karşılaşabileceği uyarısında bulundu.


Kişi yüzme bilmiyorsa veya tecrübesizse su kanalları, göletler ve havuzlarda boğulabileceğini vurgulayan Uzm. Dr. Aslan, küçük çocukların deniz kıyısında, suyun derin olmadığı yerlerde de kolayca bu tehlikeyle karşı karşıya kalabileceğini belirtti.

BOĞULANA İLK YARDIM
Uzm. Dr. Hasan Aslan, denizde veya başka yerde boğulmak üzere olan birinin yardımına giderken, suya atladıktan sonra kazazedeye doğru yüzülmesi gerektiğini ifade ederek, "Amacınız, hiç vakit kaybetmeden onu sudan çıkarmak olmalı. Sudan çıkardıktan sonra, bilinci yerindeyse ve solunum güçlüğü yoksa onu sakinleştirip ısıtın. Kazazede baygın olmakla birlikte solunumu varsa, kendisini yan yatırın, bu sayede, yuttuğu su dışarı çıkabilir ve suyun akciğerlere gitmesi önlenebilir. Ağızdan ağza suni solunum yapılırken, göğüs kafesine düzenli aralıklarla bastırılarak kalp masajı uygulanır. Ancak kalp masajı, sadece kalp atımı ve nabız alınmadığı hallerde yapılmalıdır. Boğulan kişi, akciğerlerinde suyun yol açtığı hasarı değerlendirmek amacıyla mutlaka hastaneye kaldırılmalı ve 48 saat süreyle kontrol altında tutulmalıdır" dedi.

BÖCEK SOKMALARI
Böcek sokmalarının, özellikle yaz ve sonbahar başlarında tarlada çalışan, tatil ve piknik yapan insanlar için keyif kaçırıcı bazen de hayatı tehdit edici bir sorun olduğunu kaydeden Uzm. Dr. Aslan, "Böcek sokması olan bölgeden uzakta şişme, kızartı, ürtiker, kaşıntı, kolik şeklinde karın ağrısı, kusma, ishal, göğüste sıkışma hissi, nefes almada zorluk, hırıltılı solunum, at sesi (larinks ödemi bulgusu), dilde şişme olabilir. Bu bulgular, ciddi alerjik reaksiyon ve anafilaksi bulgularıdır ve birkaç dakika içinde ortaya çıkar. Nabzın alınamaması ve kan basıncının düşmesi, bilinç bulanıklığı ve kalp durması, hayatı tehdit eden bulgulardır" diye konuştu.


Uzm. Dr. Hasan Aslan, karınca ile sokulmadan 30-60 dakika sonra yerel kaşıntı ve küçük su toplamış kabarcık (vezikül) ortaya çıktığını bildirerek, "Bunu 8-24 saat sonra püstül oluşumu izler. Karınca sokmasından sonra ikincil enfeksiyonlara engel olmak için bol su ve sabunla yıkanmalı, içi su dolu kabarcık sıkılmamalıdır. Topikal steroidli merhemler ve ağızdan H1 antihistaminikler kaşıntıyı azaltmak için kullanılabilir" dedi.

AKREP VE YILAN SOKMALARI
Akrep sokmalarında da yara üzerine konan küçük bir buz parçasının ağrıyı azaltabileceğini söyleyen Uzm. Dr. Aslan, "Yara temizlendikten sonra üzerine kortizonlu veya antihistaminik merhemler sürülebilir. Akrep sokmaları, tansiyon yükselmesi ve kas spazmları gibi ciddi reaksiyonlara sebep olabileceği için mutlaka bir sağlık merkezine başvurulmalıdır. Ağır vakalarda akrep panzehiri (antiskorpiyonik serum) uygulanabilir. Zehirli yılan sokmalarında da, sokulan kısım kalp seviyesinin altında tutularak hasta en yakındaki sağlık merkezine -xxx--xxx--xxx-ürülmelidir" diye konuştu.


Uzm. Dr. Hasan Aslan, güneş çarpmasının ise, kızgın güneş altında uzun süre kalanlarda ve daha çok çocuklarda görülen bir yaz hastalığı olduğunu hatırlatarak, "Şiddetli baş ağrısı, bulantı, kusma ve yüksek ateşle kendini gösterir. Hasta serin bir yere -xxx--xxx--xxx-ürülmeli, vücudu sıkan giysiler çıkarılmalı, başına soğuk kompres veya buz torbası konulmalıdır. Ateş çok yüksekse, vücut ıslak bir çarşafla sarılmalı, hasta havadar bir yerde tutulmalı ve serin bir cankurtaranla hastaneye taşınmalıdır" ifadelerini kullandı.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:47 AM
Alerji, sanayileşmiş ülkelerin problemi

--------------------------------------------------------------------------------

Yapılan araştırmalar, alerjik rahatsızlıklara en çok sanayileşmiş ülkelerde rastlandığını ortaya koyuyor. Sadece Avrupa'da saman nezlesi, astım, gıda maddelerine ve çeşitli tozlara karşı alerjiden yakınanların sayısı 80 milyonu buluyor. Avrupa genelinde alerjiden kaynaklanan performans düşüklüğü ve hastalıkların ekonomiye faturası en az 25 milyar Euro. ABD'de her yıl bilimsel olmayan alerji tedavi yöntemlerine 10 milyar dolar harcanıyor.


Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, dünya genelindeki 150 milyon astım hastasının yarısının rahatsızlıkları, aslında alerjik sebeplere dayanıyor. Buna rağmen alerjik rahatsızlıklar hala yeterince ciddiye alınmıyor, bazen işten izin ünya genelindeki 150 milyon astım hastasının yarısının rahatsızlıkları, aslında alerjik sebeplere dayanıyor. Buna rağmen alerjik rahatsızlıklar hala yeterince ciddiye alınmıyor, bazen işten izin almak için bahane olarak görülüyor. Uluslararası bir araştırma, Doğu ve Batı Avrupa ülkeleri arasında astım ve alerjik rahatsızlıkların görülme sıklığının farklı olduğunu ortaya koydu. Yunanistan ve Arnavutluk, alerjiye en nadir rastlanan ülkeler olurken, en çok alerji vakası ise İngiltere'de görülüyor. Hindistan, Çin ve Gürcistan'da alerjik hastalıkların görülme oranı çok düşük. Bu durum batılı ülkelerdeki hayat şartları ve tarzının, alerjik rahatsızlıkların ortaya çıkmasına zemin hazırladığını gösteriyor.


Ailesi alerjiden mustarip olan Danimarkalı bir işadamının girişimiyle Almanya'nın başkenti Berlin'de kurulan Avrupa Alerji Araştırma Vakfı'nın sloganı "Alerjiye rağmen hayat kalitesini yakalamak", vakfın faaliyet alanına sadece alerji araştırmaları değil, halkın alerjiler ve tedavi yöntemleri konusunda bilgilendirilmesi de giriyor. Avrupa Alerji Araştırma Vakfı, çalışmalarını ilaç şirketlerinden bağımsız yürütmeyi amaçlıyor. Vakfın yöneticisi uzman doktor Thorsten Zuberbier, aynı zamanda 25 araştırma kuruluşunun dahil olduğu Avrupa Alerji ve Astım Bilgi Ağı'nın da genel sekreterliğini yapıyor. Vakfın amacı şu şekilde özetleniyor:


"Biz, gelecekte anaokuluna başlayan bir çocuğun, örneğin çeşitli gıda maddelerine karşı alerjisi varsa anlayışsızlıkla karşılanmamasını istiyoruz. Alerjisi olan yetişkinleri, nerede tedavi olacağını bilmediği için, iş yerindeki performansın düşmesini istemiyoruz"


Günümüzde klasik alerji türlerine karşı etkili ve yan etkisi aza indirgenmiş ilaçların mevcut olduğunu ifade eden Zuberbier, modern antihistamin tabletlerin bu ilaçlara bir örnek olduğunu vurguluyor. Pek çok kişinin alerjileriyle yeterince mücadele etmediğini kaydeden Thorsten Zuberbier, "Pek çok kişi ilaç almaktan korktuğu için, hiç bir şey yapmamakla kendisine zarar vermediğini düşünüyor. Ama hiç bir şey yapmamanın da bir davranış biçimi olduğunu unutuyorlar. Bir girişimde bulunulmadığı taktirde, süreç işliyor ve vücudun alerjik bölgeleri zarar görüyor. Anlamsız testler ve tedavi biçimlerine yok yere para harcanıyor. ABD'de her yıl bilimsel olarak tanınmayan tedavi yöntemlerine harcanan para 10 milyar. Sadece tıp tarafından sınanmış ve sonuç alınmış tedavi yöntemleri hastalara çare olabilir" dedi.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:47 AM
Alzheimer hastaları herşeyi unutmuyor

--------------------------------------------------------------------------------

ABD eski Başkanı Ronald Reagan'ın ölümü üzerine Alzheimer konusu yeniden popülerlik kazandı. Health Day News gazetesi, bu konuda önemli bir gelişmeyi haber verdi.


Habere göre Howard Hughes Tıp Enstitüsü bilim adamları, Alzheimer hastalarının hafızalarının bir kısmının bozulmamış olarak kaldığını bildirdi.


Alzheimer hastalığının ilk safhalarında hasta, çok sevdiği bir insanı ya da önemli bir olayı unutmuş olsa bile, hafızanın hala ezberleme yeteneğine sahip olduğu bildirildi.


Bu açıklamanın ardından, alıştırma ve rehabilitasyon programlarının, idraki kolaylaştırması açısından önem kazanacağı bildirildi.
Bilim adamı Randy L. Buckner, Alzheimer hastalarının bozulmamış beyin hücrelerinin sayısı, umduklarından daha fazla çıktığını söyledi ve konuşmasına şu sözlerle devam etti:


"Bu konuda son gelişmeler göze alındığında, eğer hastaların sinir sistemini çeşitli sorularla ve hatırlatmalarla çalışır düzeyde tutarsak, beyin faaliyetlerini yükseltme şansımız var"


Araştırmada, Alzheimer hastalığının ilk evrelerinde 24 yaşlı hasta, 33 sağlıklı yaşlı yetişkin ve 34 genç yetişkin kullanılıyor.


Araştırmacılar, bu 3 grubun hafıza kabiliyetlerini kıyaslayarak çalışmalarını sürdürüyor. Her grubun üyelerine bir dizi kelimelerden biri gösterilerek, bunun "canlı" olup olmadığı soruluyor.


Buckner, her 3 grubun cevabı vermede hız kazandığını bildirdi. Denekler'in beyni Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRI) cihazı tarafından taranırken, sorulara cevap veriyorlar.


Buckner, sevindirici olan şeyin, beynin ön kabuğunun bu işlem sırasında yoğun çalışması olduğunu söyledi ve böyle bir sonucu beklemediklerini, bu sayede Alzheimer hastalarının beyin hücrelerinin hasar gördüğü bölgelerde de, hasarsız bölgelere bağlı olarak hafıza faaliyetleri gördüklerini sözlerine ekledi.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:47 AM
Hipertansiyon tedavisinde Value çalışması

--------------------------------------------------------------------------------

Value çalışması 14 Haziran'da Paris'te Avrupa Hipertansiyon Kongresi'nde açıklandı. Bu çalışmada valsartanın kan basıncını düşürmenin ötesinde kardiyak koruma sağladığı ve yeni diyabet gelişimini yüzde 23 azalttığı ortaya kondu.

Bu yılki Avrupa Hipertansiyon Topluluğu Kongresi'nde (ESH), yüksek kan basıncı ile ilgili en geniş çaplı, karşılaştırmalı çalışmalardan biri olan Value çalışmasının sonuçları açıklandı. Value en sık kullanılan iki hipertansiyon ilacının, valsartan ve amlodipine'in eşit kan basıncı kontrolü sağlandığı durumda kalp krizi, kalp yetersizliği gibi kalbe bağlı ölümler üzerindeki etkinliğini karşılaştırdı. Çalışma, Türkiye dahil 31 ülkedeki 934 merkezde, yüksek risk grubundaki 15245 hipertansiyon hastası ile yürütüldü.

Şimdiye kadar yapılan geniş çaplı araştırmalarla karşılaştırıldığında en iyi kan basıncı kontrolü Value çalışmasında sağlandı. Her iki ilaç da kalbe bağlı ölümleri ve hastalık gelişimini önlemede eşit etkin çıkarken, yan etkiler nedeniyle tedaviyi bırakma oranı valsartan grubunda daha düşük oranda gerçekleşti.

Yeni gelişen diyabet konusunda, valsartan ile tedavi edilen grupta amlodipin grubuna kıyasla yüzde 23'lük bir düşüş sağlandı. Value baş araştırmacısı Michigan Üniversitesi, Dahiliye ve Fizyoloji Profesörü Stevo Julius, Michigan Üniversitesi Hipertansiyon Profesörü Frederick G. Huetwell "Önceki araştırmalarda çalışılan hipertansiyon tedavilerinin diabet riskini artırabildiği ve ampolidipinin de glukoz metabolizması için nötr olduğu bilindiği için, Value'nin bu bulgusu gelişmiş ülkelerde bu durumun rastlanırlığının arttığı bir dönemde son derece önemlidir" yorumunda bulundular.

Yüksek tansiyon dünya çapında 1 milyar kişiyi etkileyen bir kamu sağlığı sorunu. Kalp hastalıklarının en yaygını olan hipertansiyon tedavi edilmediği takdirde beyne, böbreklere, gözlere ve kalbe ulaşan kılcal kan damarlarına zarar verebilmekte, kalp krizine ve buna benzer pek çok ölümcül komplikasyona neden olabiliyor. Verilere göre, yaklaşık sekiz ölümden biri yüksek kan basıncına dayanıyor.

Novartis yüksek tansiyonu ve kalp rahatsızlığı olan hastaların tedavisini iyileştirmek konusuna odaklanarak 50.000 hastanın dahil olduğu dünyanın en büyük klinik araştırma programını yarattı. Bu mega program Value dışında kalp krizi sonrası yüksek riskli hastaları içeren Vailant çalışması ve kalp yetmezliği olan hastaları içeren Valheft çalışmasını kapsıyor. Kardiyovasküler rahatsızlığı olan diyabet öncesi hastaları içeren Navigator ise programın devam eden çalışmaları arasında yer alıyor. Value sonuçları tüm bu mega programın açıklanan diğer çalışmaları ile birlikte kardiyovasküler risk taşıyan hastalarda Diovan'ın klinik faydalarını destekliyor.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:47 AM
Yaz ishali uyarısı

--------------------------------------------------------------------------------

Uzmanlar, tehlikeli yaz ishaline yakalanmamak için menşei bilinmeyen suların tüketilmemesi ve kişisel temizliğe dikkat edilmesi konusunda uyarıyor.
İHA muhabirinin derlediği bilgilere göre, yaz ishalleri, daha çok mikroplu suların içilmesi veya bu sularla yıkanmış sebze ve meyvelerin tüketilmesi ile ortaya çıkıyor. İshal olan insanlar bu mikropları dışkıları ile çevreye yayabiliyor. Doğada, özellikle insan ve hayvan dışkılarıyla kirlenmiş sularda yaşayan, ishal nedeni olabilecek çeşitli mikroplar bulunuyor. Bunlar özellikle durgun sularda, kanalizasyonun karıştığı sularda, iyi ilaçlanmamış içme ve kullanma sularında, özellikle yaz aylarında uzun süre canlı kalarak çoğalabiliyor. Bu suların içilmesi veya böyle sularla bulaşık, sıcak ortamda beklemiş gıdaların, örneğin çiğ sebzelerle hazırlanmış salataların ve meyvelerin tüketilmesi sonucu ishal yapan mikroplar ağız yoluyla alınarak insanların bağırsaklarına ulaşıyor. Bunların bir kısmı bağırsak duvarında iltihap oluşturarak, hem bağırsak hareketlerini arttırıyor, hem de bağırsağa su ve iltihabı hücrelerin geçişine neden oluyor. Bir kısmı da bağırsakta iltihap yapmadan, salgıladıkları toksin denilen zehirli maddelerin etkisiyle su ve tuz geçişini artırmak suretiyle ishale yol açıyor.


İshallerin en ciddisi ve hayatı tehdit edeni ise kolera bakterisinin yaptığı ishal. Kalın bağırsakta ishale neden olan bakterilerin bir kısmı ve bazı parazitler dışkının iltihaplı, sümüksü görünmesine, aynı zamanda bağırsak duvarını da zedeleyerek damarların kanamasına neden oldukları için, kanlı olmasına da yol açıyor. Dışkının böyle kanlı ve iltihaplı olması dizanteri olarak adlandırılıyor. İshalle birlikte karın ağrısı, karında buruntu hissi, bazen bulantı, iltihaplı durumlarda bunlara ilaveten ateş de görülebiliyor. Bunların yanında aşırı su ve tuz kaybına bağlı olarak sinir sistemine ait kalp ritim bozuklukları, böbrek yetmezliği, şuur bozuklukları gibi hastalıklarda görülebiliyor.
İshal nedeniyle kaybedilen su ve tuzu geri koymak gerekiyor. Bunun için pratik olarak bir litre kaynatılmış soğutulmuş suya 1 çorba kaşığı şeker, 1 tatlı kaşığı sofra tuzu ve 1 çay kaşığı karbonat konularak hazırlanan içeceğin tüketilmesi öneriliyor. 24 saatten fazla süren ishallerde en yakın sağlık merkezine başvurularak muayene ve tetkik olunması gerekiyor. Aşırı su ve tuz kaybı, ağır dizanteri halleri, kolera şüphesi olan durumlarda hasta mutlaka hastaneye yatırılarak öncelikle kaybedilen su ve tuzun yerine konması amacıyla serum verilmesi tavsiye ediliyor. İshali olan kimselerin düzelene kadar posasız ve yağsız gıdalar alması; kuru yemiş, çikolata, kızartmalar gibi gıdaları tüketmemesi gerekiyor. Yağsız makarna, pirinç pilavı, haşlanmış patates-patates püresi, haşlanmış yağsız et ve tavuk, yağsız ızgara köfte yenilmesine izin veriliyor. Bol miktarda sıvı alınması öneriliyor.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:48 AM
Yaz aksilikleri için ilkyardım

--------------------------------------------------------------------------------

Yaz mevsiminde, hiç umulmadık durumlarda bayılma, burkulma-kırılma, boğulma tehlikesi, yanıklar ve arı sokması gibi vakalarla karşılaşmak mümkün. Bu tür olaylarda ilk yardım kurallarına uyularak yapılacak bir müdahale hayat kurtarıcı olabileceği gibi bilgisizce yapılacak işler, hastayı veya kazaya uğrayanı daha kötü duruma düşürebiliyor.


Bayılmalar: Acıbadem Bakırköy Hastanesi Acil Tıp Uzmanı Dr. Serpil Yaylacı, İHA muhabirine yaptığı açıklamada, bayılan veya kendini kaybeden birine su içirmeye çalışmanın yanlışlığına temas ederek, "Nefes borusuna su kaçmasına ve hastanın ölümüne yol açabilirsiniz. Sara hastasının ellerinde, kollarında kasılmalar izlenir ve ağzından köpükler sızar. Nöbeti durdurmaya çalışmayın, hastanın başını koruyarak kontrolsüzce yere çarpmasını önleyin. Nöbetlerin neredeyse hepsi kendiliğinden durur. Hastanın ağzına bir şeyler sokmaya çalışmayın, çünkü soluk borusuna kaçabilir. Parmağınızı ısırıp koparabilir. Ağzında köpükler veya kusmuk varsa, soluk borusuna kaçmasın diye kişiyi yan çevirmek yeterli" dedi.


Boğulma Tehlikesi: Boğulduğu düşünülen kişiye, ilk yardım bilmeyenlerin yardım etmeye çalışmaması gerektiğini kaydeden Dr. Yaylacı, "Kime suni solunum, kime kalp masajı yapılacağının bilinmesi büyük önem taşıyor. Çok iyi bir yüzücü de denizde kalp krizi veya felç geçirdiği için veya dalarken, atlarken boynu zedelendiği için boğulma tehlikesi yaşayabilir. Tüm hastalara boynu zedelenmiş gibi dikkatli davranmak gerekiyor. Boğulan bir kişiyi ters çevirmek, kollarından rastgele tutup yere yatırmak, ters döndürerek ağzından su çıkarmaya çalışmak o kişiye zarar vermekten başka bir işe yaramaz" diye konuştu.


Yanıklar: Dr. Serpil Yaylacı, yanık oluştuysa, ısısı artan derinin, musluğun soğuk tarafı açılarak yanma hissi geçene kadar suyun altında tutulması gerektiğini belirterek, "Yanmış cilde direkt buz sürmeyin. Yanığı musluktan akan suya tuttuktan sonra üzerine temiz bir bez kapatın ve doktora başvurun. Yanığın üzerine yoğurt, salça, diş macunu veya herhangi bir krem sürmeyin. Yabancı maddeler, doktorun yanığın derinliğini anlamasını engeller. Enfeksiyon riskini arttırır ve zaten ağrılı olan yara bakımını zorlaştırır" diye uyardı.


Burkulma-Kırılmalar: Bu gibi bir durumda alınacak ilk ve en basit tedbirin, zedelenen bölgeyi hareketsiz kılmaktan geçtiğini söyleyen Dr. Yaylacı, "Bunu yapmak için de karton, mukavva, gazete, güneşlik, üçgen bant kullanılabilir. Eğer ön kolda bir kırık varsa, kolu bir eşarp veya kravatla boyna asıp, yanına iki güneşlik veya karton konularak hareket etmesi önlenmiş olur. Eğer vücutta açık bir kırık varsa ve kemik dışarı çıkmışsa içeri itilmemesi, hareketsiz kalacak şekilde sabitlenmesi gerekiyor. Burkulmalarda ise ayak bileğinin üzerine basılmaması ve buz uygulanması önem taşıyor. Buzu bir beze veya havluya sararak uygulamak daha doğru. Burkulan eklemi yukarda tutmak, sarkıtmamak şişmeleri önler" dedi.


Arı Sokması: Acil Tıp Uzmanı Dr. Serpil Yaylacı, arı sokmasına bağlı olarak nadir de olsa hastanın tansiyonunun düştüğünü, yığılıp kaldığını, dudağında ve yüzünde şişlikler, kızarıklar oluşabildiğini ifade ederek, "Hasta hızlı ve sıkıntılı nefes alıp verir. Temel hayat desteğini başlatıp suni solunum, gerekiyorsa kalp masajı yapmak ve hastayı hızla hastaneye götürmek gerekir" diye konuştu.


Böcek Sokmaları: Yılan, akrep ve böcek sokması halinde bölgenin emilmemesi ve bıçakla kesilip kanatılmaması gerektiğini vurgulayan Dr. Yaylacı, "Zehirli bölgeye bir şey sürmeyin. Temiz bir bezle üzerini kapatıp hemen doktora başvurun. Sokulan bölgede kızarma, şişme ve yanma olabilir. Genel durum kötüleşirse hastayı doktora götürün" dedi.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:48 AM
Klima kullanırken dikkat

--------------------------------------------------------------------------------

Günümüzde insanlar, sıcaklarda daha verimli ve rahat yaşayabilmek için klima cihazlarını tercih ediyorlar. Artık birçok evde ve iş yerinde klima vazgeçilmez bir aksesuar. Sıcaklardan bunalan herkes, klimalı ortamlarda serinlemeye çalışıyor. Ancak, klimalı mekanlardan güneşli havaya çıkma veya güneşli havadan birden klimayla soğutulmuş bir alana girmek, insan bedenine zarar veriyor. Vücut ani sıcak ve soğuk hava değişimlerine karşı kendini koruyamadığı için, bu durum başta solunum yolu rahatsızlıkları olmak üzere birçok hastalığa sebep oluyor.


Acıbadem Sağlık Grubu İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Mehmet Karaaslan, İHA muhabirine yaptığı açıklamada, klimalar doğru kullanıldığı takdirde kimse için sağlık problemine yol açmadığını, ancak bilinçsiz kullanımın özellikle çocukları, yaşlıları ve astım hastalarını etkilediğini bildirdi. Dr. Karaaslan, "Bu kişilerin vücutları ani değişikliklere adapte olmakta zorlanmaktadır. Bu değişiklikler vücuda ekstra yük getirmekte ve hassas dengelerin kolayca bozulmasına yol açmaktadır. Ayrıca direkt klimalarda bazı bakterilerin yayılabileceği bilinmektedir. Özellikle filtresiz olanlar astım hastaları için sorun doğurabilir" dedi.


Klimanın sebep olduğu rahatsızlıkları önlemenin yolunun, havayı yavaş yavaş soğutmaktan geçtiğini belirten Uzm. Dr. Mehmet Karaaslan, "Genellikle sıcaklardan bunalanlar, klimaları çalıştırarak bir an önce sıcak ortamdan serin ortama geçmek istiyorlar. Oysa klimaların, ortamı belirli zaman aralıklarında yavaş yavaş soğutmak için kullanılması gerekiyor. Örneğin, dışarıda sıcaklık 40 derece ise klima çalıştırılacak ortamda sıcaklığın aralıklarla 5'er derece düşürülmesinde fayda var" diye konuştu.


Uzm. Dr. Karaaslan, klimalarla ilgili olarak en çok yaşanan şikayetlerden birinin de kaslardaki tutulmalar olduğunu kaydederek, "Bu yakınmaları yaşamamak için, çalışan klimaların yakınında uzun süre durmamak ve klima akımına direkt maruz kalmamak gerekiyor" dedi.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:49 AM
Kolesterolü diyetle düşürme önerileri

--------------------------------------------------------------------------------

Millet olarak en çok, 'kolesterolümüzün yüksekliğinden' şikayetçiyiz. Kolesterolü düşük tutmanın yolu ise bilinçli bir diyetten geçiyor. Diyette posalı besinlere bol miktarda yer verilmesi, meyve-sebzenin daha çok tüketilmesi ve kızartmadan uzak durulması öneriliyor.


Acıbadem Hastanesi Kadıköy Beslenme ve Diyet Uzmanı Şengül Sangu, İHA muhabirine yaptığı açıklamada, kolesterolün, hayvansal besinlerde ve tüm hücrelerde bulunan mum yapısında yağa benzer bir madde olduğunu belirterek, "Kolesterol hepimizin vücudunda bulunur. Hem vücudumuzda üretilir hem de dışarıdan hayvansal besinlerle alınır" dedi.


Kolesterolün, vücuda 'LDL' olarak bilinen düşük dansiteli lipoproteinler ile taşındığını vurgulayan Sangu, "LDL, kolesterolden en zengin lipoproteindir ve kötü kolesterol olarak bilinir. Normalde dokulara hücre zarı yapımı için gerekli kolesterolü taşır fakat fazlası damar duvarlarında kolesterol birikmesine neden olur. Bu da kalp hastalıkları riskleri açısından önemlidir. Kolesterol ayrıca, vücudumuzda HDL olarak bildiğimiz yüksek dansiteli lipoproteinler ile taşınır. Bu, iyi kolesterol olarak bilinir. HDL, dokularda biriken kolesterolü toplayarak parçalanmak üzere karaciğere taşır. Bu sebeple LDL kolesterolün düşürülüp HDL kolesterolünün arttırılması, kolesterol düşürücü diyette hedef alınmaktadır" diye konuştu.

ZEYTİNYAĞI TÜKETİMİNDE SINIR YOK
Diyez Uzmanı Sangu, zeytinyağının, kolesterolü düşürdüğü için sınırsız olarak tüketilmesinde sakınca bulunmadığını ifade ederek, "Günlük alınan enerjinin yüzde 25-30'u yağlardan gelmeli. Bu yağların da yaklaşık yüzde 7-10'u doymuş, yüzde 10'u tekli doymamış, yüzde 10-15'i çoklu doymamış yağ asitlerinden karşılanmalı. Zeytinyağı tekli doymamış yağ asidi olduğu için mutlaka diyette yer verilmeli fakat çoklu doymamış yağ asitlerini unutmamak kaydıyla. Bunun dışında günlük yağ ihtiyacı için zeytinyağı (yerine fındık yağı) ile birlikte mısırözü yağını (veya yerine soya veya ayçiçek yağı) eşit oranda karıştırıp yemeklerde ve salatalarda bu yağ karışımı kullanılmalı" dedi.


Fındık, ceviz, badem gibi yağlı tohumlar, kalp sağlığı açısından değerli yağ asitlerine sahip olduğundan beslenmede yer verilmesi gerektiğini kaydeden Sangu, "Ancak, yağlı tohumların yağ içeriğinin yüksek olması nedeniyle fazla miktarlarda tüketilmesi kan kolesterol oranını düşürmüyor. Günlük 6-8 adet fındık veya 2 adet ceviz yeterli" diye konuştu.


Beslenme ve Diyet Uzmanı Şengül Sangu, süt ve süt ürünlerinin sağlık açısından, diğer besin gruplarından farklı olarak tüm besin öğelerini içerdiğini hatırlatarak, "Bu sebeple, doymuş yağ oranı yüksek bu besinlere mutlaka günlük beslenmede sınırlı olarak yer verilmeli. Bu besinlerdeki görünmeyen doymuş yağları azaltmak için süt, peynir ve yoğurdu az yağlı veya yağsız olarak tercih edilmeli" dedi.


Tavuk ve balığın da kırmızı et gibi hayvansal gıdalar kapsamına girdiğini anlatan Sangu, "Bu grup besinler belirli miktarlarda kolesterol içeriyorlar. Bu nedenle hiç bir hayvansal besin sınırsız yenilemez. Önemli olan, bu besinlerin yenilme sıklığı ve miktarı. Yağsız kırmızı et haftada 1-2 kez olmak üzere ortalama 100 gr kadar tüketilmeli" diye konuştu.

YUMURTANIN FAZLASI ZARARLI
Diyez Uzmanı Sangu, bir büyük yumurtanın 213-220 mg kolesterol içerdiğini belirterek, "Haftada 1-2 kez haşlanmış 1 yumurtanın 1 kibrit kutusu beyaz peynir yerine yenmesi yararlı kabul ediliyor. Yumurta haşlanmış, yağsız tavada omlet veya bol sebzeli menemen şeklinde tercih edilebilir. Dikkat etmeniz gereken, o hafta başka besinlerin içerisinde yumurta almamak" dedi.


Kolesterol düşürücü diyet uygulanırken dikkat edilmesi gereken önemli noktayı, 'posalı besinlerin arttırılması' olarak açıklayan Sangu, "Yulaf, arpa, pirinç kabuğunda bulunan posanın karaciğerde kolesterol sentezini engelleyerek kan kolesterolünün düşürülmesinde etkili olduğu kanıtlandı. Posa, kolesterolün vücuttan atılmasına yardımcı olduğu için daha çok tüketmeliyiz" diye konuştu.


Diyet Uzmanı Şengül Sangu, meyve, sebze ve salatanın daha çok tüketilmesini, beyaz ekmek yerine kepekli, çavdar veya yulaf ekmeğinin tercih edilmesi gerektiğini bildirdi. Sangu şöyle dedi:


"Kabukları ile yenebilen meyveleri kabuğuyla birlikte tüketmeli, meyve suları yerine meyvenin kendisi yenmeli, pirinç pilavı yerine bulgur pilavını tercih etmeli, aynı zamanda protein içeriği yüksek kuru baklagillere beslenmemizde haftada 2-3 kez yer vermeliyiz. Tatlı tüketmek istediğinizde, ağır hamur tatlıları yerine protein ve kalsiyum içeriği yüksek sütlü tatlıları haftada 1-2 gün tercih edebilirsiniz. Kilo fazlanız varsa sofra şekerini kullanmayıp, içeceklerinizi şekersiz veya tatlandırıcı kullanarak tercih etmelisiniz."

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:49 AM
Kemiklerinizin geleceğine yatırım yapın

--------------------------------------------------------------------------------

Halk arasında ''kemik erimesi'' olarak bilinen ''Osteoporoz'' (Kemik kitle kaybı) hastalığına karşı çocukluk ve ergenlik döneminde önlem alınması gerektiği bildirildi.

Çukurova Üniversitesi (Ç.Ü) Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Rengin Güzel, özellikle 30 yaş sonrasında, kemik kitlesinde azalma ve kemik dokusunun iç mimari yapısının bozulması sonucu kemiklerin kolay kırılabilir hale geldiğini söyledi.

Yaşlanmayla birlikte omurgalarda yükseklik kaybı ile kamburlaşma, boyda kısalma ve sırt ağrıları, basit düşme ve zedelenmeler sonucunda el ve bilek kırıkları ile kalça kırıkları geliştiğini ifade eden Güzel, şöyle konuştu:

''Osteoporoz kendisini ileri yaşlarda gösteren bir hastalık olmasına rağmen doruk kemik kitlesi gençlik dönemindeki önlemlerle ilişkilidir. Kişiler, 30 yaşında doruk kemik kitlelerine ulaşmaktadırlar. Yaşlanma dönemine girerken bu kitle ne kadar fazlaysa o kadar avantaj sağlarlar.''

Güzel, çocuk ve ergenlik döneminde yeterli miktarda kalsiyum alınmasının, ileri yaşlardaki osteoporoz riskini azalttığına işaret ederek, ailelerin bu konuda çocuk ve gençlere örnek olmaları gerektiğini bildirdi.

GÜNLÜK KALSİYUM GEREKSİNİMİ

Güzel, sadece çocukluk döneminde değil, çok hızlı bir büyümenin gerçekleştiği ergenlik döneminde de mutlaka yeterli miktarda kalsiyum alınmasını önererek, şunları kaydetti:

''Günlük kalsiyum gereksinimi 1-5 yaş arasında 800 miligram, 6-10 yaş arasıda 800-1200 miligram, 11-24 yaş arasında ise 1200-1500 miligram kadardır. Türk diyetinde ortalama olarak 300 miligram kadar kalsiyum bulunmaktadır ki, bu gerekenin çok altındadır.

Bir bardak sütveya yoğurtta 300 miligram kalsiyum olduğu düşünülünce çocuklarımızın bu ürünlerden günde en az 2-3 su bardağı kadar tüketmelerini sağlamamız, ileride güçlü kemiklere sahip olmaları açısından önemlidir.''

Güzel, çocukların çok sevdiği koşma, zıplama, ip atlama gibi egzersizlerin de kemikleri güçlendirdiğini sözlerine ekledi.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:49 AM
Yazın tüketilen gıdalara dikkat

--------------------------------------------------------------------------------

Yaz mevsiminin gelmesiyle soğuk ve asitli içeceklerin yanı sıra dondurma tüketiminin de arttığı, ancak bu tür gıdaların üretim, saklama, sunum ve tüketiminin önemli olduğu bildirildi.


Trabzon Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi'nde görevli Diş Hekimi Mustafa Başkan, yaz mevsiminde sıkça tüketilen dondurmada, üretim ve saklama tekniğinden kaynaklanan olumsuzluklar olabildiğini belirterek, bu tür gıdaların tüketilmesinde dikkatli olunması gerektiğini söyledi. Dondurmanın süt kaynaklı bir besin olduğunu ve bu nedenle hijyenik şartlarda üretilmesi ve saklanmasının sağlık açısından son derece önemli olduğunu kaydeden Diş Hekimi Başkan, "Hijyene dikkat gösterilmeden üretilen ve satılan dondurma, ağız ve boğazlarda iltihaplanmaların yanısıra başka sağlık sorunlarına da yol açmaktadır. Gerekli hijyenik şartlara uyulması durumunda dondurmanın sağlık açısından bir sakıncası yoktur. Bunun yanında dondurma faydalı bir besindir. Yalnız dondurma süt ihtiva eden bir gıda maddesi olduğundan diş eti ve minesi üzerinde bir takım tabakalar bırakabilir. Bunların dişlerin fırçalanması ya da dondurma ile birlikte su içilmesi suretiyle giderilmesi mümkündür" diye konuştu.


Yazın soğuk içeceklerin tüketiminin de arttığına dikkat çeken Başkan, "Bu içecekler asit ihtiva ettiklerinden sağlık açısından tüketilmesi uygun değildir. Asitli içecekler, asit abrazyonuna (aşınmasına) neden olmakta, bunun sonucunda da diş minesi ve dokusu zarar görmektedir. Yaz aylarında artan sıvı ihtiyacını sağlıklı su, ayran gibi daha doğal içeceklerle karşılamak sağlık açısından daha doğrudur" dedi.


Öte yandan Başkan, gıda maddelerinin sunumunu yapan kişilerin aynı zamanda ücretini de tahsil eden kişi olmamasının önemini vurgulayarak, "Çünkü bu kişiler çıplak elle hem ürünü vermekte hem de parayı tahsil etmektedir. Para bildiğimiz gibi çok el değiştirdiğinden mikropların çokça bulunabileceği bir ortamı içerir. Eğer kişi mutlaka hem ürünü sunan hem de parayı tahsil eden kişi olacaksa, ellerinin ürünle temasını engelleyen eldiven kullanmalıdır" şeklinde konuştu.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:49 AM
Aspirin cinsel dürtüleri azaltıyor

--------------------------------------------------------------------------------

Aspirin cinsel dürtüleri azaltıyor


Aspirin ve Paracetemol gibi yaygın biçimde kullanılan ağrı kesici ilaçların, ana karnındaki bebeklerin beynini etkilediği, doğup büyüdükten sonra erkek cinsel dürtülerini zayıflattığı belirtildi

BBC'den Ania Lichtarowicz'in haberine göre, Nature Neuroscience adlı tıp dergisinde yayınlanan, fareler üzerinde yapılmış araştırmanın sonuçları, bu ilaçların ana rahmindeki bebeklerin gelişimini etkilediğini gösteriyor.
Amerika'nın Baltimore şehrinde Maryland Üniversitesi uzmanları fareler üzerinde Aspirin ve benzeri ilaçlarla deneyler yaptılar.
Deneyler sonucunda bu ilaçların, erkek farelerin beynini etkileyip, erkeklik hormonu testosteronun işlevini aksattığını ortaya koydular. Annelerine hamileyken bu ilaçlar verilen erkek fareler, doğunca, seks ihtiyacı duymuyor.
Daha ayrıntılı incelendiğinde bunların beyinlerinin dişi farelerin beyinlerine benzediği ortaya çıktı.
Araştırmada bu ilaçların insanları nasıl etkileyebileceğine dair sorular ortaya atılıyor.
Aspirin düşükleri veya kanın pıhtılaşmasını önlemek için hastalara verilebiliyor. Fareler üzerinde incelenen diğer ilaçlar da hamile kadınlara erken doğumu önlemek için verilen ilaçlardan.
Araştırmacılar, insanın beyninin nasıl geliştiğinin henüz tam olarak bilinmediğini vurguluyor. Kesin hükme varmak için daha çok çalışma yapmak gerektiğini belirtiyorlar.
Ama bu rapor, geleneksel bir tavsiyeyi, hamile kadınlara gerekmedikçe ilaç verilmemesi fikrini destekliyor.

Aspirin ve Paracetemol gibi yaygın biçimde kullanılan ağrı kesici ilaçların, ana karnındaki bebeklerin beynini etkilediği, doğup büyüdükten sonra erkek cinsel dürtülerini zayıflattığı belirtildi

BBC'den Ania Lichtarowicz'in haberine göre, Nature Neuroscience adlı tıp dergisinde yayınlanan, fareler üzerinde yapılmış araştırmanın sonuçları, bu ilaçların ana rahmindeki bebeklerin gelişimini etkilediğini gösteriyor.
Amerika'nın Baltimore şehrinde Maryland Üniversitesi uzmanları fareler üzerinde Aspirin ve benzeri ilaçlarla deneyler yaptılar.
Deneyler sonucunda bu ilaçların, erkek farelerin beynini etkileyip, erkeklik hormonu testosteronun işlevini aksattığını ortaya koydular. Annelerine hamileyken bu ilaçlar verilen erkek fareler, doğunca, seks ihtiyacı duymuyor.
Daha ayrıntılı incelendiğinde bunların beyinlerinin dişi farelerin beyinlerine benzediği ortaya çıktı.
Araştırmada bu ilaçların insanları nasıl etkileyebileceğine dair sorular ortaya atılıyor.
Aspirin düşükleri veya kanın pıhtılaşmasını önlemek için hastalara verilebiliyor. Fareler üzerinde incelenen diğer ilaçlar da hamile kadınlara erken doğumu önlemek için verilen ilaçlardan.
Araştırmacılar, insanın beyninin nasıl geliştiğinin henüz tam olarak bilinmediğini vurguluyor. Kesin hükme varmak için daha çok çalışma yapmak gerektiğini belirtiyorlar.
Ama bu rapor, geleneksel bir tavsiyeyi, hamile kadınlara gerekmedikçe ilaç verilmemesi fikrini destekliyor.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:49 AM
Yaz Zatürresine dikkat

--------------------------------------------------------------------------------

İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta zatürrenin, daha çok bir kış hastalığı olarak bilindiğini ancak Legionella bakterilerinin neden olduğu zatürrenin, insanların su ile ve klimalarla temaslarının daha fazla olduğu yaz aylarında daha sık görüldüğünü açıkladı.

Legionella'lar durgun sularda üreyen ve suyun havaya saçılması sırasında solunum yoluyla akciğerlere girerek zatürreye yol açan bir bakteridir.

İlk kez 1976 ylında Philadelphia'da bir otelde toplantı yapan lejyonerler arasında çıkan zatürre salgını ile tanınan hastalığa neden olan mikroba lejyonerlerden esinlenilerek 'Legionella' ismi verilmiştir. Sonraki yıllarda yapılan araştırmalarda, Legionella bakterilerinin 20'den fazla türü olduğu belirlenmiştir.

Legionella bakterilerinin kaynağı neresidir?

Legionella bakterileri, durgun sularda ürerler ve buradan su damlacıkları ile havaya karışarak insanlara bulaşırlar. Otel, iş merkezi, gökdelenler gibi büyük binaların havalandırma sistemlerinin su bölmeleri, havuzlar, su depoları gibiortamlarda çoğalan bakteriler, o binada bulunan pek çok insanda hastalığa yol açabilirler. Açık alanlardaki göl, dere, çamur, ve kaplıca sularındaki bakteriler, havada hemen dağıldıkları için hastalık yapıcı özellikleri yoktur. Legionella bakterleri suyun içilmesi ile ya da insandan insana da bulaşmazlar.

Legionella bakterilerinin üremesi için ideal ısı 40°C'dir, ama 0-63°C arasındaki ısılarda aylarca canlılıklarını korurlar.

Kimler risk altındadır?

Legionella bakterilerinin neden olduğu zatürre, erkeklerde, sigara içenlerde, alkoliklerde, bazı hastalıkları olanlarda (kalp ve damar hastalığı, kronik bronşit, şeker hastalığı, böbrek hastalığı) ve bağışıklık sistemi baskılanmış olanlarda, kortizon kullananlarda daha sık görülür ve daha ağır seyreder.

Legionella bakterilerinin neden olduğu hastalıklar nelerdir? Legionellalar başlıca iki farklı tipte hastalığa yol açarlar. Bunlardan biri Pontiac Ateşi ve diğeri de Lejyoner Hastalığı'dır.

Pontiac Ateşi ismi, hastalık ilk kez USA'nın Pontiac şehrinde tanındığı için verilmiştir. Bu hastalık ani olarak yüksek ateş, baş ve yaygın kas ağrıları, halsizlik gibi belirtilerle gribal infeksiyon gibi başlar.

Bazı hastalarda öksürük, ishal, boğaz ağrısı ve bilinç bulanıklığı görülebilir, ancak bunlar çok şiddetli belirtiler değildir. Pontiac ateşinin gerçek bir infeksiyon olmayıp Legionella bakterilerinin neden olduğu bir aşırı duyarlılık reaksiyonu sonucu geliştiği düşünülmektedir. Pontiac Ateşi tehlikeli değildir, tedavi edilmese bile bir hafta içinde tamamen düzelmektedir.

Lejyoner Hastalığı, çok ağır ve özellikle de vaktinde tanınıp tedavi edilmediğinde ölüm ihtimali yüksek olan bir zatürre türüdür.

Hastalık yüksek ateş, üşüme, titreme, kuru öksürük, halsizlik, iştahsızlık gibi belirtilerle başlar. Kanlı balgam, bıçak batar tarzda göğüs ağrısı da olabilir. Birkaç gün içinde bunlara karın ağrısı, bulantı, kusma, ishal gibi sindirim sistemi ve baş ağrısı, uyuklama, dengesiz hareketler, hallüsinasyonlar, bilinç bulanıklığı gibi çeşitli sinir sistemi belirtileri de eklenir.

Hastaların genel durumları, olağan bir zatürrede beklenenden çok daha kötüdür. Bazı hastalarda idrar yolları kanaması ve dializi gerktirecek derecede böbrek yetersizliği, karaciğer hasarı ve akciğer ödemi de gelişebilir.

Nasıl teşhis edilir?

Lejyoner Hastalığı tanısı için hastanın balgamında Legionella bakterilerinin kültürde üretilmesi, ya da hastanın kanında Legionella bakterilerinin antijenlerinin veya bunlara karşı oluşmuş antikorların saptanması gerekir. Hastaların idrarlarında yapılan incelemelerle de teşhise gidilebilir.

Nasıl tedavi edilir?

Legionella bakterilerine karşı çok etkili antibiyotikler (eritromisin, kinolon grubu) vardır. Önemli olan tanının gecikilmeden konması ve uygun tedavinin hemen başlanmasıdır. Tedavi süresi hastanın tüm şikayetleri ortadan kalksa bile 3 haftadan az olmamalıdır, aksi takdirde hastalığın tekrarlaması ihtimali vardır.

Zatürre tedavisinde çok kullanılan ve birçok bakteriye karşı da oldukça etkili olan penisilin sınıfı antibiyotikler Legionella bakterilerine hiç etki etmezler. Bu nedenle, penisilin ile zatürre tedavisi gören ve bu tedaviye cevap vermeyen hastalarda Lejyoner Hastalığı düşünülmelidir.

Nasıl korunmalıdır?

Bu ciddi ve ölümcül zatürrelerin önlenebilmesi için, bakterilerin bulunabileceği ortamların saptanması ve uygun şekilde dezenfeksiyonu çok önemlidir. Havalandırmam sistemlerinin su bulunan kısımları (soğutma kuleleri), su depoları, kapalı alanlardaki havuzlar, duş başlıkları ile bazı tıbbi aletler (nebülizatör, nemlendirici) bulaşıcılık açısından dikkatle konrtol edilmelidir.

Acil durumlarda, suyun 70°C üzerinde ısıtılması ve muslukların, duş başlıklarının, basınçlı sıcak su ile 30 dakika süreyle yıkanması en çok başvurulan yöntemlerdir.

En etkili temizleme yöntemi ise metalik iyonizasyon yöntemidir. Eskiden önerilen klorlama ise bugün artık terkedilmiştir, çünkü hem çok etkili bir temizlik sağlanamadığı gibi hem de pahalı ve kanser yapıcı etkisi olan bir yöntemdir.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:49 AM
Fobik anksiyete bozuklukları

--------------------------------------------------------------------------------

Genel olarak insanların ufak tefek takıntıları veya önemsiz korkuları vardır. Ancak bu korku ve takıntılar hayatı etkilemeye başladıysa, psikolojik bir sorun yaşanıyor demektir. Bu tür davranış bozuklukları, 'Anksiyete Bozuklukları'nın görülen biçimleri olabilir. Açıklanması zor korkular, sürekli elleri yıkamak gibi çeşitli takıntılar ve zorlanmalar, stres bozuklukları bunlar arasında gösterilebilir.

Uzmanlar, 'çağımızın hastalığı' diye nitelendirdikleri fobik anksiyete bozukluklarını, 'Agorafobi, sosyal fobi ve özgül fobi' olarak üçe ayırıyor.
Agorafobi'yi, 'Sokağa çıkma, cadde geçme korkusu ve evde yalnız kalamama' olarak açıklayan uzmanlar, Sosyal Fobi'nin, 'Kalabalık önünde konuşmaktan ve topluluk içine girmekten korkma, topluma karışmanın korku sebebiyle kısıtlanması', Özgül Fobi'nin ise 'Hayvan (köpek, kedi, fare, örümcek, yılan, tırtıl, böcek vb.) korkuları, karanlık, uçak, bir nesneye, bir duruma has korkular' olduğunu bildiriyor.

Uzmanlar, Obsessif-Compulsif bozukluk kapsamına giren rahatsızlıkları ise, 'Takıntılı-zorlanmalı', 'Somatoform (bedensel biçimde)' ve Travma sonrası stres' bozuklukları olarak sıralıyor.

Takıntılı-zorlanmalı bozukluk: Uzmanların belirttiğine göre, bu bozukluğun özelliği, kişinin gereksiz olduğunu bildiği halde yapmaktan kendini alamadığı hareketler gerçekleştirmesidir. Temizlenmediğini düşünerek ellerini ve tabakları yıkayıp durma, mikropludur diye kapı tutamaklarını ellememe, buna benzer çeşitli takıntılar ve zorlanmalar...
Somatoform (bedensel biçimde) bozukluklar: Çeşitli hastalık korkuları, çarpıntılar, terleme, sıkıntı duyma, tansiyon yükselmesi, kriz korkusu, baş ağrıları, çeşitli organlarda ağrılar, uyku bozuklukları, değişik bedensel yakınmalar, uyuşmalar, ateş basmaları, boğuluyor gibi olma, soluk aldığı halde yeterli havanın gelmediği duygusu vb.
Travma sonrası stres bozukluğu: Travmatik (yaralayıcı veya ölümcül) bir olay (Örneğin 17 Ağustos Marmara Depremi) yaşadıktan veya böyle bir tehditle karşılaştıktan ya da böyle bir olaya şahit olduktan sonra ortaya çıkan 'sıkıntılı kaygı' durumu. Bu bozuklukta, yaşananların tekrarlanacağına dair huzursuzluk, uyku bozuklukları, olaylara karşı ilgi azalması, duygusal küntleşme ama aşırı gerginlik ve sinirlilik, karabasanlar görülür ve kişinin hayatı bu durumdan etkilenir.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:50 AM
Performans Anksiyetesi


Performans anksiyetesi, cinsel yaşamlarında sorun yaşayan erkekler kadar kadınların da en büyük kaygılarından biri. Üstelik bu durumdan şikâyet eden kadınların sayısı hızla artıyor.

Kaynağında da büyük oranda orgazm olamama korkusu yatıyor. Bu sorunun üstesinden nasıl gelinir? İşte cevapları...

Cinsel yaşamda "performans anksiyetesi" denilince aklınıza ne geliyor? Erkeklerin ereksiyon sorunları üzerine duydukları kaygı mı? Yoksa, ön sevişme sırasında eşlerini tatmin edememe korkuları mı? Evet, cinsel yaşamda 'performans' denilince hep 'erkekler' geliyor aklımıza, değil mi? Ancak, bu kez konumuz erkeklerde değil, kadınlarda ortaya çıkan 'performans anksiyetesi'. 'Biz kadınların böyle bir sorunu yok ki?' demeyin. Bir düşünün bakalım. Örneğin, tek gecelik ilişkilerin hızla yayıldığı, çok eşliliğin daha çok tercih edildiği günümüzde, "kıyaslanma" kaygısına kapıldığınız olmadı mı hiç? Veya, orgazm sorunu yaşadığınızda, bir sonraki ilişkinizde "Ya, yine orgazm olamazsam" kaygısıyla ilişkiye başlayıp, aynı sorunla karşılaştığınız bir durum? Belki, siz bu kaygıların üzerinde pek fazla durmadığınız için cinsel yaşantınızda bir sorun yaşamıyor olabilirsiniz. Ancak, günümüzde pek çok kadın artık 'performans anksiyetesi'nden yakınıyor. Peki, kadınlar cinsel yaşamlarında ne zaman performans kaygısı taşıyorlar ve bu kaygılarından nasıl kurtulabilirler? Acıbadem Hastanesi Cinsel İşlev Bozuklukları Merkezi'nden Psikiyatri Uzmanı Doç. Dr. Cem İncesu, kadınlarda ortaya çıkan 'performans anksiyetesi' üzerine bilinmesi gereken her şeyi sizler için anlattı. Gelelim, performans anksiyetesinin oluşma nedenlerine...

Uyarılma ve orgazm sorunu

Uyarılma ve orgazm güçlüğü, performans anksiyetesinin en önemli nedenlerinden birini oluşturuyor. Anatomik sorun, diyabet, koroner kalp hastalıkları gibi fiziksel sorunlar ya da psikolojik kökenli sorunlar, orgazm güçlüğüne yol açabiliyor. Bunların yanı sıra, kadının yeterli cinsel deneyimi olmaması, dikkatini cinsel ilişkiye verememesi veya partneri tarafından şu ya da bu nedenle yeterince uyarılamaması da beraberinde orgazm güçlüğünü getiriyor. Orgazm sorunu yaşayan kadında bir süre sonra olumsuz beklenti, yani 'Yine orgazm olamayacağım'kaygısı ortaya çıkmaya başlıyor. Bu durum bazen şiddetli boyutlara ulaşarak 'takıntıya' dönüşebiliyor. Kadının orgazma ulaşmasında sadece partnerinin dokunuşları yeterli gelmiyor. Aynı zamanda vajinal bölgesine yeterli düzeyde kanın ulaşması gerekiyor. Ancak, kadın çeşitli nedenlerden dolayı orgazm olmakta güçlük çektiğinde, stres devreye giriyor ve bu sorun karşısında vajinal bölgede kanlanmayı engelleyen 'adrenalin' hormonu salgılanmaya başlıyor. Bunun sonucunda, kadın yine orgazm olmakta güçlük çekiyor. Yani, bir kısırdöngü oluşmaya başlıyor.

Vajinismus

Vajinismus, pek çok kadının karşı karşıya kaldığı bir sorun. Öyle ki, ülkemizde cinsel terapi merkezlerine en sık başvurma nedenini oluşturuyor. 'Vajinismus', vajinal bölgedeki kasların kasılarak cinsel birleşmeyi engellemesiyle karakterize edilen bir hastalık. Bu hastalık kadınlarda da, performans anksiyetesine zemin hazırlayan bir diğer önemli unsuru oluşturuyor. Ancak vajinismus şikâyetinde performans anksiyetesi ön plana çıkmıyor. Çünkü vajinismus sorunundan yakınan kadın, her cinsel ilişki öncesinde 'Yine başarılı olamayacağım' kaygısıyla atağa girse de, "korku" ya da "acı hissi" daha ön plana çıkıyor.

Eşlerin ereksiyon sorunu

Performans anksiyetesi, eşleri "erektil disfonksiyon" sorunu yaşayan kadınlarda da gelişiyor. Bu sorun genellikle cinsel yaşamla ilgili "mitlerden", yani yanlış inançlardan kaynaklanıyor. Toplumda çok yaygın görülen bir inanışa göre, erkeğin ereksiyon sorunu yaşaması, tahrik olamadığına işaret ediyor. Bunun sorumlusu olarak da, onu tahrik edemediği düşünülen kadın gösteriliyor. Ülkemizde çok yaygın olan bu yanlış inanç yüzünden, eşleri ereksiyon sorunu yaşayan kadınlar, öncelikle kendilerini sorumlu tutuyor. Erkeğin ereksiyon sorunu devam ettikçe de, kadında bir süre sonra takıntı oluşmaya başlıyor. Öyle ki, kadın önsevişme öncesinde bile 'Sertleşme olacak mı, olmayacak mı?', 'Onu tahrik edecek miyim, edemeyecek miyim?' kaygısını duymaya başlıyor. Sürekli bu kaygıyla yaşayan kadında da bir süre sonra cinsel isteksizlik ve işlev bozukluğu gibi sorunlar oluşmaya başlıyor.

Kıyaslanma korkusu

Artık kadınların da cinsellikte her şeyi erkekten bekleyip, pasif bir tutum takınmaları devri geride kaldı; özellikle de genç kuşaklarda. Günümüzün erkekleri, cinsel yaşamda artık daha aktif ve katılımcı bir kadınla birlikte olmayı tercih ediyor. Bu beklenti aslında sadece erkeklerde değil, aynı zaman kadınlarda da çok sık görülmeye başlandı. İste, bu beklentilerin yayılmasıyla birlikte performans anksiyetesi de daha sık ortaya çıkıyor. Çünkü günümüzün modern kadını, ön sevişmeden tutun da oral sekse, eşin ereksiyonundan boşalmasına kadar her aşamada 'mutlu' ve 'uyumlu' bir cinselliğin yaşanmasında kendilerinin de sorumlu olduklarının bilincinde. Öyle ki, 'Tartışmamızın nedeni, cinsel yaşantımızda bir sorun oluştuğuna mı işaret ediyor?" diye düşünmeye başlayan kadınların sayısı da hızla artıyor. Cinsel yaşama daha aktif giren kadın, zevk almaya başlayınca da, doyuma ulaşması gerektiğinin bilincine varıyor ve doğal olarak erkeklerden daha fazla performans bekliyor. Günümüzde çok eşliliğin ve günlük ilişkilerin artması da, beraberinde kıyaslanma korkusunu getiriyor. Çünkü insanlar artık tek eşlilikten uzaklaşmaya başladıkları için, birlikte oldukları partnerlerini diğerleriyle kıyaslamaya başlıyor.

Kaygısız bir cinsel yaşam için...

Performans anksiyetesi nedeniyle cinsel terapi merkezine başvuran çiftler olmasa da, cinsel işlev bozukluklarının ardında bazen bu sorun ilk sırada yer alıyor. Doç. Dr. Cem İncesu, cinsel işlev bozukluğuyla başvuran çiftlerde performans anksiyetesi tespit ettiklerinde, bu soruna yönelik tedavi uyguladıklarını belirtiyor. Bu sorun karşısında öncelikle "performans anksiyetesini" çözmeye yönelik ev ödevleri ve egzersizler veriliyor. Çünkü, sorun çözülmedikçe, çiftin asıl başvurma nedeni olan 'erektil disfonksiyon' ya da 'orgazm bozukluğu' gibi şikayetler ortadan kalkmıyor. Performans anksiyetesi bir çeşit 'takıntı' olduğu için tedavisi uzun uğraş ve zaman gerektirebiliyor. Tedavide, psikoterapiden çok, 'ev ödevleri' ve 'egzersizler' daha ön plana çıkıyor. Çünkü kişi bunu takıntı haline getirdiği için siz ne söylerseniz söyleyin, deneyimlerine odaklanmış oluyor. Dolayısıyla, tedavide temel prensip, kişiye takıntılarının tersi olan deneyimlerin yaşatılması. Örneğin, erektil disfonksiyon sorunu yasayan erkeklerin en büyük korkularından biri, cinsel birleşme sırasında ereksiyonlarını kaybetmeleri. İşte, bu noktada çiftlere cinsel birleşmeye girmeleri yasaklanarak, sadece ilişkiden zevk almaları isteniyor. Bunun sonucunda erkek cinsel birleşmeye değil, sadece zevke odaklandığı için ereksiyon sorunu ortadan kalkıyor. Böylesi bir paradoks yaşatmak, cinsel işlev bozukluklarında çok güçlü bir etki yaratıyor.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:50 AM
Uyumlu cinsellik

Zaman ne kadar hızlı ilerlese ve modern anlayış yerleşse de kulaktan kulağa yayılan bazı bilgiler varlığını hala koruyor. Ancak çoğu yanlış bilgiden başka bir şey ifade etmeyen bu hurafeler, cinselliğe dair olursa, bakın nasıl hatalar yapılıyor?
"Limon yedi, kızlık zarı esnek kaldı", "Oral seks hamile bırakır", "Mastürbasyon, erkeklerde güç kaybına ve kısırlığa neden olur, kadınların da bakireliğini bozar", "Cinsel ilişkiden alınan zevk, penisin boyutuyla doğru orantılıdır" vb... Ne mutlu ki, günümüzün modern kadını, bu inanışların ne denli yanlış olduğunun artık bilincinde! Öyle ya, kim oral seks yaparken hamile kaldı?! Ya da kim sevgi dolu sözcükler ve duygu yüklü dokunuşlarla zirveyle tanışırken partnerinin penis boyutunu sorun yaptı?! Veya düzenli olarak mastürbasyon yaptığı için kısır kalan bir erkek tanıyor musunuz? Tabii ki, hayır!
Yıllarca doğruluğuna inandığımız pek çok düşüncenin aslında hurafeden başka bir şey olmadığını hepimiz gayet iyi biliyoruz. Ancak cinsel yaşantımızla ilgili bazı soruların yanıtlarını hala bulamadık. Örneğin; erkeklerin aldatma nedeni 'genleri' mi, yoksa bu, çapkınların uydurduğu bir bahane mi? Peki, ya mastürbasyon ve erotik fantezilerin ardında yatan gerçek nedir? Artık partnerimizi sevmediğimizin bir göstergesi olabilir mi? Biz de, bu yazımızda size, cinsel yaşam üzerine söylenen 6 yanlışı ortaya çıkarmak ve doğrularını tüm çıplaklığıyla gözönüne sermek için yatak odasını büyüteç altına aldık!

YANLIŞ 1

Kadınlar genetik olarak sadakate, erkekler ise aldatmaya programlanmıştır. Bu cümle, tüm Kazanovaların bir bahanesi mi, yoksa biyolojik bir gerçek mi? Pek çok bilim adamı, aldatmanın kalıtımsal olabileceği olasılığı üzerinde duruyor! Bu görüşü benimseyen uzmanların teorisine göre, erkekler için önemli olan 'nicelik'! Yani erkekler, soylarının devam etmesini sağlamak amacıyla içgüdüsel olarak mümkün olduğunca çok kadını hamile bırakmak istiyor. Kadınlar ise tam aksine, cinsel yaşamlarında 'niteliği' ön planda tutuyor! Onlar, özenle çocuklarına baba olabilecek en iyi genetik materyali bulmak için cinselliği yaşıyor. Dolayısıyla erkekler, biyolojik çağrılarına uyarak çok sayıda kadınla ilişkiye girerken, kadınlar ise monogomide ısrar ediyor. Aile terapisti Terry Burnham, "Genlerimiz" adlı kitabında, bu görüşün neden doğru olmadığını şöyle açıklıyor: 'Biz, çocuğumuzun sorumluluğunu alabilmek için biyolojik olarak uzun süre tek bir partnerle yaşamaya programlandık. Ama monogaminin genetik olarak kodlanmış olması, ne kadınlar ne de erkekler için geçerli olabilir! Zaten son zamanlarda yapılan araştırmalar da bu görüşü destekliyor. Öyle ki, araştırmalara göre; kadınların yüzde 42'si yaşamlarının bir döneminde eşlerini aldatmışlar! Erkeklerin yüzde 46'sının sadakatsiz olduğunu düşünecek olursak, kadınların da aldatmaya meyilli olduğu apaçık ortada!' Tabii bu rakamlar, yabancı ülkelerdeki kadınlar için geçerli! Ancak uzmanlarımıza göre, ülkemizde eşlerini aldatan kadınların sayısı da gün geçtikçe artıyor. O halde, kadınların monogomiyi benimsediği nereden çıktı? Yanıtı, çok basit! Kadınlar, yüzyıllar boyunca cinsel arzularını hep gizlemek zorunda kaldı. Bunun en önemli nedeni de toplum baskısıydı. Bir başka neden de kadınların, ekonomik olarak erkeklere bağımlı olmaları ve evlilik dışı bir ilişkiden hamile kalma korkularıydı. Ancak günümüzün modern kadını, ekonomik özgürlüğünü eline aldı, doğum kontrol yöntemleri konusunda aydınlandı ve toplum için değil, öncelikle kendisi için yaşamanın gerekli olduğunun farkına vardı! Dolayısıyla cinselliğini de korkusuzca yaşamaya başladı!

DOĞRU 1

Sadakatsizliğin genlerle pek ilgisi yok aslında. Aldatmanın en önemli nedeni, hiç kuşkusuz, yeni bir maceraya doğru yol almak; heyecan, korku ve tutkunun cazibesine kapılmak. Günümüzün kadınları da artık ilişkilerinde yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunda, erkekler kadar olmasa da macera peşinde koşabiliyor!

YANLIŞ 2

Mastürbasyon yapan, eşinden hoşnutsuzdur.
Yatakta tek başına... İşte, konuşulması adeta tabu olan bir konu! Öyle ya, kim mastürbasyon yaptığını çevresiyle paylaşabilir ki! Peki, ya partnerimizin zaman zaman yatakta tek başına cinselliği yaşadığını fark ettiğimizde? İşte o an beynimizi bir kurt kemirmeye başlıyor adeta! "Artık beni çekici bulmuyor mu?","Başka bir kadın mı var?" düşüncesi, hemen paniğe kapılmamıza neden olur! Oysa korkmaya hiç gerek yok! Çünkü mastürbasyon, partneriniz için aslında bir gevşeme yönteminden başka bir şey değil. Yapılan araştırmalar, erkeklerin yüzde 92'sinin ve kadınların yüzde 60'ının yaşamlarının bir döneminde en az bir kez mastürbasyon yaptıklarını ortaya koyuyor. Peki, tek başına seks yapmak neden daha cazip gelebiliyor? Şöyle açıklanabilir... Nihayet kendinizle ve fantezilerinizle başbaşa kalabildiniz. Partnerinizin ihtiyaçlarını düşünmeden, onun tepkilerine konsantre olmadan, özgürce, istediğiniz gibi hareket edebilirsiniz! Araştırma sonuçlarına göre, kadınların yüzde 83'ü mastürbasyonla orgazma ulaşıyor. Bunun aksine, partneriyle cinsel ilişkiye giren kadınların zirveye ulaşma oranı ise sadece yüzde 29. Eee, hal böyle olunca da zaman zaman tek kişilik heyecanı yaşamanın ne zararı olabilir ki! Üstelik kendini tatmin etmek, cinsel açlığa işaret etmiyor; hatta yatakta her şeyin yolunda gittiğini kanıtlıyor! Nitekim seksologlar, düzenli bir cinsel yaşamın libidoyu kışkırtarak cinsel isteği arttırdığı görüşünde.

DOĞRU 2

Ara sıra yaşanan 'tek kişilik heyecan' sizi korkutmasın. Üstelik mastürbasyon yaparken edindiğiniz tecrübeler ve fantezilerinizden ikili ilişkilerinizde de yararlanabilirsiniz. Cinsel yaşantınıza daha fazla heyecan katmak fena mı olur?

YANLIŞ 3

Başkalarıyla erotik fantezi kuran, partnerine aşık değildir
Kesinlikle doğru değil! Araştırmalara katılan pek çok erkek, Julia Roberts ile yatağa girmeyi hayal ettiklerini, kadınlar da aynı şekilde, düşlerinde Brad Pitt ile seviştiklerini belirtmiş. Hadi itiraf edelim, belki barda karşılaştığımız karizmatik bir genç, belki de evimize servis getiren güleç yüzlü pizzacı... Hangimiz düşüncelerimizde kaçamak yapmadık ki? Bu, eşimizin artık bize yetmediğinin bir işareti olabilir mi? Olağan durumlarda tabii ki hayır! Fantezi kurmak, düşüncelerimizde çeşitli rollere girmemizi ve pratikte yapamadıklarımızı teorik olarak uygulayabilmemizi sağlar. Ara sıra zihinde yaşanan kaçamaklar ise hem kendinizin hem de partnerinizin cinsel arzusunu kamçılayabilmeniz için en iyi metot aslında. Ancak bu bir süre sonra zorunluluğa dönüşmemeli! Eğer iş yerindeki arkadaşınızı düşünmeden partnerinizle sevişemiyorsanız, o zaman durum değişir! Bu, cinsel yaşantınızda ciddi bir sorunla karşı karşıya kaldığınızın bir işareti olabilir.

DOĞRU 3

Heyecan dolu fanteziler, cinsel birlikteliğinizin daha tutkulu yaşanmasını sağlıyor. Rutinleşen cinsel yaşantınız yeniden renkli ve uyumlu bir birlikteliğe dönüşüyor.

YANLIŞ 4

Aldatmak ilişkinin sonudur!
Gözyaşları, bağrışmalar, isyan ve kin... Ama ilişkiye nokta koymak için gerçekten yeterli bir neden mi sizce? Üstelik aldatmanın aslında doğamızda var olduğunu biliyorken... Bazen yasakların ne kadar çekici geldiğinin farkındayken... Nedeni ne olursa olsun, aldatmak kabullenilmesi zor bir durum! Ama bunu büyük bir drama dönüştürmenin gereği var mı? Çevrenizde, bu sorunu aşarak yeniden tek bir kalp ve tek bir ruh olmayı başaran pek çok çift var. Peki, bunu başarmanın formülü ne olabilir? Eğer ilişkiniz her konuda iyi gidiyorsa, aldatmayı, anlık olarak gelişen yanlış bir adım olarak değerlendirebilirsiniz. İyi giden bir ilişkide, bu istenmeyen durum, problemlerin aşılmasını sağlayabilir. Bu yüzden karşılıklı konuşmayı deneyin ve ilişkinizi gözden geçirin. Aldatılan taraf sizseniz, aşmanız gereken büyük bir sorun var; o da partnerinize yeniden güven duymak! Eskisi gibi aynı değeri vermeyi başarır, kızgınlık ve acıyı yener, ona biraz olsun anlayış gösterirseniz, ayrılmanız için bir neden yok aslında. Ama ilişkinizde uzun zamandır sorun yaşıyorsanız, o zaman sevinin; çünkü nihayet ayrılmak için bir nedeniniz var demektir!

DOĞRU 4

Yıpratıcı da olsa, aldatılmak herkesin başına gelebilir. Ancak eşiniz sizi sık sık aldatıyorsa, onu affederek boşuna kürek çekiyorsunuz. Siz en iyisi, biraz cesaret ve biraz da kararlı adımlarla yeni bir yola doğru yelken açın!

YANLIŞ 5

Partnerinizi seviyorsanız, yatakta ne istediğini bilirsiniz!
Kesinlikle doğru; ancak gerçek yaşamda değil, filmlerde! Herkes filmlerdeki kadar uyumlu ve eğlenceli bir cinsel ilişki yaşamak istiyor. Yakışıklı bir erkek, güzel bir kadına aşık oluyor ya da tam tersi. Bu ikili yatakta olduğu sürece izlediğimiz tek şey, bulutların üzerinde uçan ikili. Üstelik de hiç konuşmadan! Peki, ya gerçek yaşamda cinsel birliktelik aynı uyum ve keyifle mi yaşanıyor? Durum, hiç de filmlerdeki gibi değil ne yazık ki! Kelimelerin yer almadığı cinsel yaşam, insanı genellikle bulutların üzerinde filan uçurmuyor! Çünkü sevgi, partnerinizin neyi sevdiğini, nelerden nefret ettiğini bilmenize yeterli gelmiyor. Cinsel ilişki sırasında birbirinizle konuşmayı deneyin. Böylece kelimelerin gücüyle partnerinize pek çok şey öğretebilirsiniz. Oysa yatakta adeta sessiz film oynayan ikili, zevkin doruğuna ulaşmaktan mahrum kalma riskiyle karşı karşıya kalabilir!

DOĞRU 5

Çoğumuz yatakta kelimelerin gücünün farkında değiliz maalesef! Siz siz olun, uyumlu bir cinsel ilişki için kendinize engeller koymadan, sıkılmadan, ona nelerden hoşlandığınızı açıkça ifade edin. Kullandığınız kelimeler ve ses tonunuzun partneriz üzerinde adeta afrodizyak etkisi yaratacağını da unutmayın!

YANLIŞ 6

Erkek sevişmiyorsa, alarm sinyalleri çalıyor demektir!
"Beni rahat bırak, başım ağrıyor" Partnerinizin dudaklarından süzülen bu kelimeler, alarm sinyalleri veriyor! Onun bu isteksizliğinin altında mutlaka ciddi bir problem yatmalı. Çünkü size göre, yatakta sadece kadınların başı ağrır, erkeklerin değil! Ona, seksoloğa gitmeyi teklif etmeden önce biraz düşünün! Çünkü büyük bir olasılıkla terapiler hoşuna gitmeyecektir. Ayrıca sadece sizin değil, partenirinizin de aklını pek çok şeyin meşgul edebileceğini düşünün. Evet, siz yoğun iş temposu, alışveriş, ev işlerinin sorumluluğu derken aklınızı pek çok şeye birden vermek zorunda kalıyor olabilirsiniz. Peki, ya partneriniz? O da iş projeleri, maddi endişeler ya da arkadaşıyla yaşanan sorunlar altında eziliyor olabilir! Bu durumda, doğal olarak cinsel yaşam, onun hayatında ilk sıralarda yer almayabilir. Ama bu, sizin cinsel çekim gücünüzün azaldığı anlamına gelmez! Yapılan araştırmalar da erkeklerin zaman zaman cinsel soğukluk yaşayabileceğini destekliyor zaten. Öyle ki, araştırmalara göre erkeklerin yüzde 22'si ara sıra cinsel ilişkiye karşı isteksizlik duyuyormuş. Partneriniz yatakta buz kesildiğinde ne yapmanız gerektiğine gelince... Güzel bir masaj, mum ışığında bir akşam yemeği, evde birlikte izlenen bir komedi filmi, partnerinizi biraz olsun rahatlatacaktır. Mumlar, tütsüler ve kırmızı şarap eşliğinde yapılan köpüklü banyo keyfi de eşinizde adeta afrodizyak etkisi yaratacaktır. Deneyin, pişman olamayacaksınız! Ancak, tüm çabalarınıza rağmen cinsel yaşama olan isteksizliği hala devam ediyorsa, en sevdiği iç çamaşırlarınıza bile sırtını dönüyorsa, o zaman durum ciddi demektir!

DOĞRU 6

Hepimiz zaman zaman çeşitli sorunlar altında eziliyor, cinsel soğukluk yaşayabiliyoruz. Dolayısıyla partneriniz de içinde bulunduğu sıkıntılı durumu bazen yatak odasına taşıyabilir. Ancak artık televizyon karşısından ayrılmıyor ve yatağa girer girmez size sırtını dönmeye başlıyorsa, bir uzman yardımı almayı düşünün.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:50 AM
Araç tutması


Tatil hepimizde güzel anılar, dinlence ve keyif çağrıştırır. Yaz tatilinde yaşadığımız mekânlardan

uzaklaşıp Ege ya da Akdeniz kıyılarına atarız kendimizi. Bazılarımız için ise yol araç tutması nedeniyle bitmek bilmez bir işkence haline dönüşüverir. Hep mavi yolculuk yapmak ister ancak deniz tutar korkusuyla cesaret edemeyiz.



Tıpta araç tutmasına hareket hastalığı adı verilmektedir. Öncelikle neden olduğu konusunda bilgi vermek ve neler yapabiliriz konusunda bilgilendirmek tatil öncesinde yola çıkmadan yararlı olacak düşüncesindeyim.

Hareket hastalığı değişik yönlerde ivmelenmeye bağlı gelişen ve ciddi bir hastalık olmamakla birlikte kişiyi rahatsız eden bir bozukluktur. Her yıl iki milyon kişi bu nedenle doktora başvurmaktadır. Bazı kişiler, uçağa, arabaya ve en çok da deniz taşıtlarına bindiklerinde baş dönmesi, mide bulantısı hatta kusmadan yakınırlar. Tıp dilinde bu yakınmaları özetleyen ‘vertigo’ terimi Latince kökenli olup ‘dönmek’ anlamına gelmektedir. Sersemlik, vertigo, hareket hastalığı denge algılarıyla ilgili sorunlardır. Denge duyusu, iç kulak, gözler, derin duyular, kaslar ve eklemler ile merkezi sinir sistemi arasındaki karmaşık ilişki sonucunda oluşur. Hareket hastalığı bulguları merkezi sinir sisteminin diğer sistemlerden birbiri ile çelişen iletiler alması ile ortaya çıkar.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:50 AM
Örneğin fırtınalı bir havada uçak yolculuğu yapıyorken uçağınız bir hava boşluğuna düştü diyelim. Vücudunuzdan derin duyularınız yoluyla gelen uyarılar düşüyor olduğunuz mesajını beyne iletirken gözleriniz sadece uçağın iç mekânını algıladığından hiçbir değişiklik yok mesajı iletecektir. Bu birbiriyle uyumsuz veriler sonucunda hareket hastalığı yakınmaları ile karşı karşıya kalırsınız. Aynı şekilde arabanın arka koltuğunda yolculuk yaparken ya da yolda kitap okuyorsanız gözleriniz hareket algılamaz ancak iç kulağınız ve derin duyularınızdan gelen uyarılar hareket ettiğinizi söyler. Tüm bu karışık sistemin çelişkili mesajları nedeniyle mide bulantısı, kusma gibi yakınmalar oluşur.

Aslında bu hastalık geçici ve önemli sonuçlara yol açmayan bir durumdur. Ancak kişiyi gerçekten çok rahatsız eder ve kısıtlar.

Elbette baş dönmesi ve denge bozukluğu yakınmalarına yol açan bir çok hastalık vardır. Özellikle iç kulakla ilgili hastalıklar, tansiyon ve damar hastalıklarıyla ilgili problemler ve nörolojik bazı hastalıklar denge bozukluğuna neden olabilirler. Ancak hareket hastalığında yakınmalar fizyolojik bir bozukluk nedeniyle oluşmamaktadır. Bu nedenle eğer yolculuklarda araç tutmasından yakınıyorsanız bir takım önlemlerle daha rahat edebilirsiniz.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:51 AM
1. Araçta mutlaka gözünüzün hareketi görebileceği bir yere oturmalısınız. Örneğin otomobilde ön koltuğa oturmalı, gemide ufuğa bakmalı ve uçakta mutlaka pencere kenarını tercik etmelisiniz. Uçaklarda kanat üzeri daha az hareket edeceğinden tercih edilebilir.

2. Yola çıkmadan önce sindirilmesi güç ve baharatlı gıdalardan kaçınınız. Yapılan araştırmalar dolu mide ile yola çıkmanın yakınmaları arttırdığını göstermiştir.

3. Ani baş hareketleri denge bozukluğu yaşayan kişilerde hastalığı körükleyecektir. Bu nedenle başınızı sağa ve sola hızla çevirmekten sakınınız. Başı boyun hareketiyle çevirmek yerine vücut ile birlikte dönmeye çalışınız.

4. Hastalığın artmasına neden olabilecek sigara, kafein ve tuz gibi maddelerden uzak durunuz.

5. Yakınmanızı arttırabilecek stres, üzüntü, sinirlenme, alerji gibi etkenlerden korununuz.

6. Yola çıkmadan önce doktorunuzun önereceği mide bulantısını önleyici bir ilaç kullanabilirsiniz.

Araç tutması olan kişilerin yol arkadaşlarına da onları konuşturmamak ve kendilerine bakmak zorunda bırakmamak gibi görevler düşmektedir.

Araç tutması genellikle kişinin kendi kendine yenebileceği bir hastalık olup ileri boyutta yakınması olanlarda doktor tarafından verilebilecek sakinleştirici ilaçların faydası olmaktadır. Yola çıkmadan önce bu önerilere kulak vermeniz tatile daha sağlıklı başlamanızı sağlayacaktır.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:51 AM
DOĞRU ZAMANI BEKLEYİN
Çocukların büyük çoğunluğu 18-30 aylıktan tuvalet eğitimine başlamak için gerekli becerileri kazanırken, bazı çocuklar ise dört yaşına kadar bu beceriyi kazanamazlar. Hiç telaşlanmayın, bunların her ikisi de normaldir. Çocuk hazır olmadan başlanılan eğitimlerde, öğrenme süreci uzar. 18 aylıkken eğitime başlanan çocukların birçoğu dört yaşına geldikleri halde eğitimlerini tamamlayamamalarına karşın; eğitime iki yaşında başlayanların çoğu, bunu üç yaşında tamamlamış olur.

Genellikle kız çocukları erkek çocuklarından daha önce mesane ve bağırsak kaslarını kontrol etmeyi öğrenirler. Bu yeteneği kızlar genellikle iki buçuk yaş civarında, erkekler ise üç yaş civarında kazanırlar. Tuvalet eğitimi için en uygun zaman iki yaş ve sonrasıdır ve kesinlikle çocuk bu konuda zorlanmamalıdır.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:51 AM
HAZIR OLDUĞUNUN GÖSTERGELERİ
* Kakasının düzenli, yumuşak ve şekilli olması, altını belirli saatlerde kirletmesi.
* Bezinin günde en az iki saat ve gece boyunca kuru kalabilmesi.
* Kirli bezden rahatsız olması.
* Çiş veya kakasının geldiğini birtakım hareketlerle belli etmesi.
* Bezinin değişmesi gerektiğini, çiş veya kakasının geldiğini söylemesi.
* Büyüklerini taklit etmesi.
* Sizin tuvaleti nasıl kullandığınızı merak etmesi ve izlemesi.
* Oturağına ilgi göstermesi.
* İç çamaşırı giymek istemesi.

NASIL BAŞLAMALISINIZ?
İki yaşından sonra bir lazımlık satın alın, evde uygun bir yere yerleştirin. Lazımlığın"Ne işe yaradığı" ve "biraz daha büyüyünce kullanacağı" konusunda açıklamalar yapın.

* Kolay çıkarabileceği kıyafetler giydirin.

* Önce kıyafetleri ile oturağa oturabilir. Çocuğunuzu, günde bir kez giyinik olarak lazımlığa oturtun. Bu, kahvaltıdan sonra, banyodan önce ya da bağırsak hareketlerinin başladığı herhangi bir zaman olabilir. Burada amaç, bebeğin, oturağa alışması, onu günlük rutinin bir parçası olarak görmeye başlamasıdır. Oturmak istemezse, onu rahat bırakın. Sakın onu zorla lazımlığa oturtmaya çalışmayın. Eğer korkmuşsa, sakın zorlamayın. Bu durumda, lazımlığı birkaç hafta ortadan kaldırıp, sonra tekrar deneyin.

* Çocuğunuz lazımlığa oturmaya ilgi gösterdikten sonra, onu bezini her kirlettiğinde lazımlığa götürün. Kirli bezi lazımlığa boşaltın.

* Üstünü çıkarmadan da olsa, çocuğunuz çekinmeden lazımlığa oturmayı başardıysa, artık onu elbisesiz ve bezsiz oturtmayı deneyebilirsiniz. Bu aşamada ise birtakım açıklamalar yararlı olabilir; anne-babanın, varsa diğer kardeşlerin ve herkesin tuvaletini böyle yaptığını ona anlatın.

* Tuvalet eğitiminde lazımlığı yere koymak, çocuğu tuvalete oturtmaktan daha iyi olabilir. Bazı çocuklar için lazımlık daha güvenlidir; çünkü ayakları yere basar ve düşmekten korkmazlar. Eğer tuvaleti kullanma kararı verirseniz, çocuğunuzun ayaklarını koyabilmesi için basamak kullanın.

* Çocuğunuz tuvalete gitmek istediğinde ona yardımcı olun, yanında kalın, eline tuvalette otururken oyalanabileceği resimli kitaplar, oyuncaklar vs. verin ve lazımlığına tuvaletini yapmasa bile birkaç dakika oturmasını sağlayın.

* Dört - beş dakikadan sonra çocuğunuzun tuvaletten kalkmasına yardımcı olun. Eğer bu süre içinde tuvaletini yapabildiyse, aşırıya kaçmamak kaydı ile onu övün ve ödüllendirin. Eğer tuvaletini yapamadıysa, bir dahaki sefere yapabileceğini söyleyin.

* Bazen çişten önce kakalarını oturağa yapmayı öğrenirler. Bu yüzden önce kaka eğitimi ile başlayın.

* Eğer çocuğunuzun özellikle bağırsak hareketlerinin başladığı bir zaman varsa (yemekten sonra gibi), onu o zamanlarda oturağa oturtun. Eğer kakası geldiğinde belli ediyorsa (sessizleşiyorsa veya köşeye çekiliyorsa), hemen lazımlığa götürün.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:52 AM
Tatlı suda boğumla tehlikesi geçirenlerde, akciğer hava keseciklerinin yüzey gerilimi azalır ve bunlar tamamen kapanırlar. Akciğerlere gelen kan temizlenmeden tekrar dolaşıma katılmış olur ki, bu da kanın oksijen basıncını düşürür. Akciğer hava keseciklerindeki tatlı su, yoğunluğu düşük olduğu için damarlar tarafından emilir ve böylece de damarlarda dolaşan kanın hacmi artar. Bu ise kalbin yetersizliğe düşmesine yol açar. Ayrıca, kana karışan tatlı su, alyuvarların şişip yırtılmalarına neden olur, dokulara oksijen taşınması daha da bozulur.
Tuzlu suda boğulma tehlikesi yaşayanlarda ise, sıvının sodyum klorür miktarı fazla olduğu için kan sıvısı damarlardan akciğer hava keseciklerine sızmaya başlar. Bu geçiş, kazazede kendine geldikten sonra da devam edebileceğinden tuzlu suda boğulma tehlikesi atlatanların en az 48 saat gözlem altında bulundurulmaları gerekir.
Akciğerlere giren suyun içinde bulunan tanecik ve mikropların da büyük önemi vardır. Sudaki çeşitli tanecikler, yosun parçacıkları küçük bronşları tıkayarak akciğer havalanmasının daha çok bozulmasına katkıda bulunabilirler. Mikroplar ise, kişi boğulmaktan kurtarılmış olsa bile ciddi akciğer enfeksiyonlarına neden olurlar.
Suyun ısısı
Akciğerlere giren sıvının ısısının da önemi büyüktür. Soğuk suda
boğulma söz konusu ise, damarlar aniden yaygın olarak daralırlar. Damar direnci ve kan basıncı artar. Kalp bu basınç artışını karşılayacak güçte değilse, kişi, ani kalp yetersizliğinden kaybedilebilir.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:52 AM
SUDA BOĞULMAKTA OLANLARA İLK YARDIM
Suda boğulmakta olan kişiye yapılması gereken ilk şey, can yeleği, can simidi... gibi batmaz bir cisim veya yüzme aracı atılmasıdır. Bunlar yoksa,uzun bir sopa, kayık küreği, ip... gibi araçlarla da yardım edilebilir.
Yüzerek can kurtarma yöntemlerini bilmeyen kişilerin suya atlayarak kazazedeyi kurtarmaya çalışmaları çok yanlıştır ve çoğu kez kurtarıcının da boğulması kaçınılmazdır.
Su yutmuş olan kişi sudan çıkarılır çıkarılmaz şunlar yapılmalıdır:
· Ağzındaki takma dişler ve yabancı cisimler derhal çıkarılır
· Başı iyice arkaya yatırılır, alt çenesi iki elle kavranıp aşağı ve geriye doğru
çekilir. Ensenin altına katlanmış giysiler konabilir. Diğer el, kazazedenin alnına, işaret ve baş parmaklar burnu kapatacak biçimde yerleştirilir
· Kurtarıcı derin bir nefes aldıktan sonra, dudaklarını kazazedenin dudaklarına bitiştirerek güçlü bir nefes verir (hayat öpücüğü). Soluk verdikten sonra kazazedenin soluk vermesini sağlamak için ağzı açık tutulur.
· Bu işlem iki kere tekrarlandıktan sonra, göğüs kafesine bastırılarak kalp masajına başlanır.
· Kurtarıcı kazazedenin yanı başında diz çökerek, bir el göğüs kemiğinin alt bölümüne, öteki el ise bu elin sırtına yerleştirilir.
· Göğüs kemiği üzerine omuzun ve vücudun ağırlığı gelecek ve 30-40 kg' lık bir güç oluşturacak şekilde bastırılıp, sonra hızla bırakılır.
Suda boğulma olaylarında çok önemli noktalar:
· Akciğerlere dolan suyun boşaltılmasına çalışılarak zaman kaybedilmemeli ve derhal yapay solunum başlanılmalıdır. Hastayı baş aşağı getirerek çıkarılan suyun çoğu akciğerlerden değil mideden gelir.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:53 AM
'Güneş çarpması' öldürüyor

--------------------------------------------------------------------------------

37 dereceye kadar normal olan vücut ısısı, çok sıcak havalarda ve rutubetin arttığı durumlarda 40-41 dereceye kadar yükselebiliyor. Bu durum hücrelerde özellikle de beyin hücrelerinde tahribat yapıyor. Aşırı sıcağa maruz kalan bir kişinin, beynindeki ısı ayarlama merkezinin fonksiyonu bozuluyor ve 'güneş çarpması' denilen ciddi sağlık sorunu ortaya çıkıyor. Bu sebeple, sıcak çarpması belirtilerine karşı uyanık olunması ve alınan tedbirlerle hasta düzelmezse doktora haber verilmesi, büyük hayati önem taşıyor.


Uzmanların belirttiğine göre, ilerlemiş sıcak çarpması çok tehlikeli olup tedavi edilse bile hastaların yüzde 20'si ölüyor. İyileşenlerin ise sinir sisteminde kalıcı hasarlar oluşabiliyor, denge ve koordinasyonlarının normale dönmesi aylar alıyor. İlk belirtiler görüldüğünde teşhis konur ve şuur kaybından önce tedaviye başlanırsa iyileşme şansı oldukça yüksek.


Sıcak çarpmasının ilk belirtilerini, 'Çok yüksek ateş (40-41 derece), terleyememe, komaya kadar giden sinir sistemi bozuklukları, halsizlik, baş ağrısı, baş dönmesi, kusma-bulantı, nabız hızlanması ve cildin kuruması' olarak sıralayan uzmanlar, 'Algılama ve koordinasyon yeteneğinin azalması, görme netliğinin bozulması, göz çukurlarının belirginleşmesi ve bilincin kaybolması' gibi ileri belirtiler ortaya çıkar çıkmaz derhal doktor çağırılması gerektiğini kaydediyor.


Uzmanlar, böyle bir vakayla karşılaşıldığında, hastanın hemen serin ve hava akımı olan bir yere alınması gerektiğini ifade ederek, "Sıkı giysileri gevşetilmeli. Hastanın solunumu kontrol edilmeli (Gerekirse hava yolu açılıp suni solunuma başlanmalı). Hasta su veya vantilatörle soğutulmaya çalışılmalı. Ateşi 39 dereceye düşünceye kadar soğutma işlemine devam edilmeli. Acil olarak hastaneye götürülmelidir" önerisinde bulunuyor.


Mecburiyet olmadıkça, güneş sıcaklığının en belirgin olduğu 11.00-15.00 saatleri arasında dışarıya çıkılmaması gerektiğini vurgulayan uzmanlar, özellikle çocuklar, yaşlılar, kalp ve şeker gibi kronik hastalığı olanların buna özellikle dikkat etmeleri gerektiğini bildiriyor.


Uzmanlar, aşırı sıcaklarda bol sıvı ve mineral içeren içecekler tüketilmesi gerektiğini belirterek, "Kalp hastalığı veya hipertansiyonu olup tuzsuz diyet alan kişiler dışında gıdalarla tuz alımı arttırılmalıdır. Tuz kısıtlaması olanlar ise sıvı ve tuz kaybı yönünden çok dikkatli olmalıdır. (Susamamış olsanız bile sık sık su için çünkü susamak vücudunuzun su ihtiyacını belirten güvenli bir işaret değildir.) Alkollü içecekler kullanmayın. Hafif yemekler, sulu yiyecekler (meyve, salata, çorba vb.) yenmeli. Yağlı ağır yemeklerden ve tıka basa yemekten kaçınılmalı" diyorlar.


İnce, açık renk ve bol giysiler giyilmesi gereğine de işaret eden uzmanlar, "Giysiniz güneş ışığının sizi yakmasını önlesin ama terletip su kaybettirmesin. Geniş kenarlı şapka giyin, yüzünüz doğrudan güneş altında kalmasın. Sık sık duş yapıp serinlemeye çalışın. Dışarıda aktif olarak çalışması gerekenlerin mümkün oldukça güneş altında korunmasız kalmamaya, ağır eforlardan kaçınmaya ve sık sık, bol bol sıvı tuzlu gıdalar almaya daha çok dikkat etmeleri gerekir" ifadesini kullanıyor.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:54 AM
Oral sex



oral seks bir kişinin cinsel organlarıyla diğer kişinin ağzı arasındaki temasla olan ilişkidir.

Ağız ve cinsel organlar vücudun kolayca uyarılabilen erojenik bölgeleridir.Ve temas haline geçmeleri de kişilere zevk verir.Bütün memelilerde karşı cinslerin birbirlerini ağız yoluyla uyarması vardır denilebilinir.(mesela erkek köpeğin dişinin vajenini koklaması ve yalaması gibi,atlardada erkeğin çiftleşmeden önce dişinin vajenini yalayarak dişiyi ilişkiye hazır hale getirdiği görülür )

Neden oral seks: - ağızın ve cinsel organların hassas erojen bölgeler olması,ve birbirlerine verdikleri uyarının ve zevkin yoğun olması bu buluşmayı kaçınılmaz yapmaktadır.

- En önemli avantajlarından bir taneside gebeliğe neden olmaması yüzünden çiftler tarafından rahatlıkla kullanılmaktadır.

- Bakireliğin önemli olduğu toplumlarda bu yolla bakirelik korunmuş olmaktadır.

- Erkek te veya kadın da kendi cinsel organını partnerinin ağzında görmekte bir haz yaratmaktadır.

Kadının erkek cinsel organını ağzıyla uyarması: Felliato; latinca fellare (emmek) fiilinden türemiştir.Erkek cinsel organlarını yalamak,emmek,öpmek anlamında kullanılır.
Erkeklerin tamamına yakını penislerinin emilmesinden ve bu şekilde boşalmaktan hoşlanırlar.Kadınların bir kısmıda partnerlerini bu şekilde uyarmaktan ve boşaltmaktan hoşlanır. Kadın erkeğini ağzıyla uyarırken genelde onun nasıl hoşlandığını sorar veya yaptığı hareketlere dikkat ederek hangilerinden daha fazla zevk aldığına dikkat ederek kendini yönlendirir.Aynı zamanda ellerinide penis etrafına sararak daha fazla uyarı sağlayabilir .Dikkat edilmesi gereken dişlerin penise acı veya zarar vermemesidir.Kadın partnerini bu şekilde boşaltabilir veya yeterli uyarı sağladıktan sonra cinsel ilişkinin başka biçimlerien geçebilirler. Kadın isterse erkeğin spermlerini yutabilir, erkekler bundan inanılmaz psikolojik haz duyarlar , sperm yutmakla hamile kalınmaz . Normal koşullarda sağlıklı bir erkekte sperm hastalık taşımaz.

Kadında veya erkekte bulaşıcı bir hastalık varsa bu oral seks sırasında bulaşabilir.

Erkeğin kadın cinsel organını ağzıyla uyarması: Cunnilingus; latince cunnus - vulva(kadın da vajen dudakları) ve lingere:yalamak anlamındadır.
Erkeğin kadın cinsel organlarını yalaması ve emmesi anlamında kullanılır .Kadının özellikle klitorisi öpmeye,yalamaya ve emmeye aşırı derecede duyarlıdır.Erkek kadının vajen girişini,vajen dudaklarını,klitorisi yalayarak onu uyarır,cinsel birleşmeye hazırlar veya bu şekilde boşaltabilir ,veya ilişki öncesi birkaç kez bu şekilde boşaltarak daha sonra ilişkiye girebilirler.Cinsel ilişkide erkeğin kadın boşalmadan boşaldığı durumlarda kadını bu şekilde boşaltabilir.ve erkek sertliğini kaybedip ilişkiye devam edemediği zamanlarda kadını bu şekilde rahatlatabilir.
Erkekte kadının nasıl hoşlandığını sorabilir ve ona göre yönlenebilir gene dikkat edilmesi gereken nokta dişlerin kadına zarar vermemesidir.
Vajene hava üflemek gibi şeylerede kadına ağrı veya acı verebilir. Uyarı sırasında kadının vajeninde ıslanma artmakta vajenden sallgılana sıvılar dışarı doğru gelmektedir, normalde bunlar zararsız ve mikrop taşımayan sıvılardır ve erkeğe yutması halinde dahi zarar vermeze (eğer bir enfeksiyon yoksa)
oral seks öncesi kadını vajen daha temiz olsun diye vajen içinin sabunla yıkaması vajene zarar verebilir kayganlaşmayı zorlaştırır.
## Normal yani akıntısı olmayan bir kadının kendine has bir vajen kokusu vardır, bu kokuya ''kasolet'' adı verilir ve bu koku erkeklere çekici ve cinsel uyarıcı gelir, bazı kadınlarsa tam tersini düşünür, erkeğin bundan rahatsız olacağı fikrine kapılırlar , bu gereksiz ve yersiz bir endişedir.Yapılmaması gereken bir şeyde o kısımlara sprey sıkmak veya parfüm sürmektir, hem oranın yapısını bozar hem de erkeğe acı bir tat verir.
Vajene bir şey sokulmadan yapılan oral seks bakirelerde kızlık zarına zarar vermez.

Her aydaki gebe kadına da oral seks yapmanın ne bebeğe nede çiftlere zararı yoktur, eğer düşük veya heyecanın doktor tarafından yasaklandığı özel bir durum yoksa tabiiki.

Kişiler oral sekste birbirlerine daha fazla zevk veren pozisyonları bulup geliştirebilirler.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:55 AM
'Dalmak' için nelere dikkat etmeli?

--------------------------------------------------------------------------------

Dalgıçlık, günümüzde 'dalma donanımı' ve bir ekiple yapılan gözde bir spor ve hatta bir meslek oldu. Ancak dalgıçlık dikkat edilmezse tehlikeli bir spor olabilir.

Denizlerin derinlikleri yüzyıllardan beri insanların ilgisini çekmiştir. Geçmişte daha çok nefes tutularak yapılan dalgıçlık, günümüzde 'dalma donanımı' ve bir ekiple yapılan gözde bir spor ve hatta bir meslek olmuştur.

İnsanlar hiç bir alet kullanmadan 20-40 metre derine dalabilmektedirler, ancak 30 metreden daha fazla derine inme ciddi tehlikeler de beraberinde getirir. Nefes almayı, görmeyi sağlayan ve vücut ısısının düşmesini önleyen dalma donanımı ile çok daha derinlere inmek mümkündür, ama bu dalışların ölüme kadar gidebilen çok ciddi tehlikeleri olduğu unutulmamalıdır.

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Rasim küçükusta, son yıllarda giderek daha çok insan tarafından yaygın olarak yapılan bir uğraş haline gelen dalgıçlık, dalma ile ilgili sağlık problemleri ve kazaların da armasına yol açtığına dikkat çekiyor.

Bunların çoğu, dalgıçlık konusunda yeterli bilgi ve deneyime sahip olmayan acemi kişilerde görüldüğünü ifade eden Küçükusta, "İyi eğitim almış tecrübeli dalgıçlarda da zaman zaman çeşitli problemler ortaya çıkabilmektedir" dedi.

Dalmaya bağlı sağlık sorunlarının çoğu panik, yorgunluk, alkollü olarak dalma ve dalma donanımının yetersizliğinden kaynaklanır.

Dalmaya bağlı sağlık sorunlarını 5 başlık altında toplayabiliriz:

-Mekanik hasarlar

-Azot narkozu

-Akciğer yırtılması

-Hava embolisi

-Dekompresyon hastalığı

MEKANİK HASARLAR

Derine inildikçe çevre basıncı artar ve bu basınç değişikliği vücut dokuları ve sıvılarına da yansır. Üst solunum yolları infeksiyonu, sinüzit ve orta kulak iltihabı olanlarda, hava içeren kulak ve sinüs boşluklarında negatif basınç gelişerek burada kan ve sıvı toplanmasına neden olur. Şiddetli ağrıya neden olan bu durum, deneyimsiz bir dalgıçta şaşkınlık ve paniğe neden olur.Bundan dolayı, kulak hastalıkları ve sinüzüti olanlar bu rahatsızlıklarını tedavi ettirmeden asla dalmamalıdırlar.

Dış kulak yolundaki hava sıkıştıkça, soğuk su kulak yoluna girerek kulak zarını etkiler ve baş dönmesine neden olur.

Orta kulaktaki havanın sıkışması durumunda ise, kulak zarı içeri doğru çöker, ağrı, işitme kaybı ve huzursuzluğa yol açar. Bu şikayetler, kapalı gırtlağa karşı nefes verme çabası (ıkınır gibi yaparak) ile düzeltilebilir.

Dalgıçlarda en sık rastlanan tablo orta kulak baro-travmasıdır. Belirtileri, basınç hissi, giderek artan işitme kaybı ve baş dönmesidir. Kulak zarı birden yırtılabilir ki, o zaman da ağrı tamamen geçer.

Her iki kulaktaki basınç artışlarının farklı olması ise, bulantı, kusma ve şaşkınlık haline neden olur. Bu durum, suyun akciğerlere kaçması ve boğulmaya kadar gidebilir.

AZOT NARKOZU

Derinlere indikçe akciğerlerdeki azot gazı basıncı artar ve azot akciğer damarlarına geçerek kanla tüm vücuda dağılır. Azot daha çok yağlı dokularda depolanır. Azot depolanan dokunun hacmi hafifçe artar. Bu artış sinir zarlarında olduğunda çok önemlidir, çünkü buradaki azot miktarı fazlalaştıkça sinir iletisi de bozulmaya başlar ve giderek de tamamen kesilir.

Komprese edilmiş hava ile dalanlarda, sinir iletisindeki bozulma 20 metreden itibaren kendini gösterir ve 45 metrenin altında da tehlike başlar. Azot narkozu birkaç dakika içinde gelişir ve dalgıç tarafından her zaman farkedilmeyebilir.Dalan kişide sarhoşluk, dalgınlık, umursamazlık hali vardır ve giderek şuur kaybı gelişir.

Böyle bir durum hissedildiği zaman, dalgıç hemen 45 metrenin üzerine getirilmeli ve hava yerine helyum-oksijen gazları karışımı solutulması gerekir. Böyle kişilerin doğrudan hemen su yüzeyine çıkarılması sakıncalıdır.

AKCİĞER YIRTILMASI

Dalmanın en ciddi ve en sık rastlanan zararlarından biridir ve birkaç metrelik derinliklerde bile meydana gelebilir. Daha çok, panikleyen ve hızla yukarı çıkarken nefeslerini tutan deneyimsiz dalgıçlarda rastlanan bir durumdur. Tüm deneyimli dalgıçlar, serbest çıkışlarda sürekli olarak nefes verirler.

Akciğer yırtılmasının belirtileri öksürük, nefes darlığı ve solunum yollatı kanamsıdır. Ses kısıklığı, yutma güçlüğü, ensede veya göğüs kemiği arkasında dolgunluk da olabilir. Bu belirtiler, yukarı çıkarken veya su üstüne çıktıktan sonra da gelişebilir.

Akciğer yırtılmasıyla ortaya çıkan hava akciğer zarları arasında birikebeileceği gibi (pnömotoraks), deri veya deri altı dokularda da toplanabilir (ciltaltı amfizemi).

Tedavi, 2-3 gün sürekli oksijen verilmesidir. Akciğerlerdeki yırtık kendiliğinden tamir olur. Akciğer zarları arasındaki hava fazla ise, göğüs boşluğuna tüp takılması gerekir.

HAVA EMBOLİSİ

Zedlenen akciğerlerden çıkan hava, kan dolaşımına karışırsa, hava embolisi meydana gelir. Yetersiz eğitim, uygunsuz araç kullanımı, su altında gelişen ani durumlar veya dalma sırasında dalgıcın havayı korumak amacıyla soluğunu tutması sonucu oluşur.

Hava embolisi oldukça hızlı gelişir ve beyin damarlarının hava kabarcıkları ile tıkanması sonucu çeşitli belirtiler oluşur: Sarhoşluk hali, el ve ayaklarda karncalanma ve uyuşukluk, kişilik değişiklikleri, konuşma bozuklukları, güçsüzlük ve felçler, kas kasılmaları, şuur kaybı. Böyle bir durumda kişi derhal sol tarafı üzerine baş aşağı gelecek şekilde yatırılır, kalça yukarı kaldırılır. Bu pozisyon, gaz kabarcıklarının beyine gitmesini güçleştirir. Aynı zamanda hemen oksijen de verilmelidir.

DEKOMPRESYON HASTALIĞI

Bu hastalık halk arasında vurgun adıyla bilinir. Dalan kişi su latında uzun süre kaldığında, vücudunda fazla miktarda azot çözünür. Bu kişi, aniden su yüzeyine çıkarsa, hücre içi veya hücre dışı vücut sıvılarında önemli miktarda azot kabarcıkları oluşur ve bunların miktarına göre vücudun hemen her yerinde hafif veya ağır zaralar ortaya çıkar.

Dalgıç denizin derinliklerinde kaldığı sürece vücudun dışındaki basınç, çözünmüş gazları sıvı şekilde tutmaya yetecek bir şekilde bütün vücut dokularını sıkıştırır. Dalgıç aniden su yüzeyine çıkarsa, vücudun dışındaki basınç sadece 1 atmosfer olur ve bu sırada vücut sıvılarının içindeki basınç vücudun dışındaki basınçtan daha fazladır. Bu yüzden çözünmüş durumdaki gazlar kabarcık hailine gelirler.

Vurgunun belirtileri, çıkıştan sonraki birkaç dakika ile birkaç saat içinde ortaya çıkar. Nadiren de belirtilerin görülmesi için 6 saatten fazla zaman geçmesi gerekir.

Vurgunun belirtileri şunlardır: Deride kaşıntılı lekeler, kas ve eklemlerde şiddetli ağrılar, duyu bozuklukları ya da felçler, şiddetli yorgunluk, göğüste rahatsızlık, öksürük, nefes darlığı, şok ve şuur kaybıdır.

Vurgunun tedavisi 'basınç odası' adı verilen özel bir odada yapılır. Dalgıç deniz dibinde çok derinde ve uzun süre kalmış ise, basınç odasında saatlerce kalması gerekir. Tedaviye belirtilerin görülmesinden sonraki ilk 6 saat içinde başlanmalıdır. Önce, 2.5-3 atmosfer basıncındaki oksijen 2-4 saat süreyle verilir ve daha sonra belirtiler giderilinceye kadar tedaviye devam edilir.

Daldıktan sonraki 12 saat içinde uçağa binenlerde vurgun ihtimali çok yüksek olduğundan, dalgıçların 12 saat geçmeden uçağa binmeleri son derecede sakıncalıdır.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:55 AM
Mevsim değişikliklerine dikkat

--------------------------------------------------------------------------------

Uzmanlar, mevsim değişikliklerinde birçok yenilikler yapmamız gerektiğini belirtiyor. Hava sıcaklığının artmasıyla birlikte uzmanlar özellikle beslenme konusunda dikkatli olunmasını istiyor.


Mevsim dönüşlerinde ağır çalışmaların yavaşlatılması veya günün en serin zamanında yapılması öneriliyor. Hafif, açık renkli kıyafetlerin ısıyı ve güneş ışınlarını yansıttığını ve vücut ısısını korumasına yardımcı olduğunu belirten uzmanlar, "Sentetik kıyafetler yerine pamuklu kıyafetler tercih edilmelidir. Protein gibi metabolik ısı üretimini ve aynı zamanda su kaybını artıran yiyeceklerden kaçınılmalıdır. Vücudumuz serin kalmak için suya ihtiyaç duyar. Kendinizi susamış hissetmiyor olsanız dahi bol bol su tüketin. Alkollü içecekleri içmeyiniz. Doktor tarafından önerilmemişse tuz tabletlerini almayın. Güneş altında fazla kalmayın" tavsiyelerinde bulunuyor. Özellikle hava ısısının yüksek olduğu dönemlerde bol bol sıvı alınması gerekiyor. Sıvıdan kasıt öncelikle su, taze meyve suları, soda, bitki çayları gibi sıvılar olabilir. Toplam miktar ise 2 litrenin altında olmamalı

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:55 AM
AĞIR ET YEMEKLERİ VE YAĞLI YİYECEKLER
Beslenmede ise bazı düzenlemeler yapmamız gerekiyor. Ağır et yemekleri ve yağlı hamur işlerinin hem günlük tempoyu yavaşlattığını hem de tansiyon ve kalp hastalıkları riskini artırdığını ifade eden uzmanlar şu önerilerde bulunuyor:


"Yemek seçerken çok dikkatli olunmalı. Öncelikle ağırlıklı olarak sebze ve meyve tüketmeliyiz. Hem bol sıvı içerirler, hem de bolca vitamin ve mineralleri vardır. Bunların her öğünümüzde mutlaka olması gerekiyor. Yine soframızdan hiç eksik olmayacak yoğurt ve ayran gibi süt ve türevleri olmalıdır. Tansiyonu sıcaktan düşenler tuzlu ayran içmeli. Enerjiyi tamamlamak açısından karbonhidrat yeteri kadar alınmalıdır. Çünkü fazlası sıcakla birlikte uyku yapabilir. Et ve türevlerinin sebzenin içinde olmasını tercih edin. Fazla yağlı etler ve fazla et, kalp krizi riskini artırabilir. Ter bezlerimizin daha fazla çalıştığı şu dönemlerde daha az baharatlı yemekleri tercih edin. Böylece kendimizde ağır kokuların oluşmasını da engellemiş oluruz. Bu hem başkalarına hem de kendimize olan saygımız bakımından önemlidir. Yumurta gibi alerji yapan yiyecekleri çocuklara yaz döneminde gün aşırı veya iki günde bir vermek gerekir. Çocuklarda yaz dönemine bağlı olarak iştahsızlık oluşabilir. Çocukları yemek konusunda zorlamak yemek fikrinden tamamen uzaklaşmalarına neden olabilir. Çok zorlamadan az ve sık beslenmelerini sağlamak gerekir."

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:55 AM
KLİMALAR DOĞRU KULLANILMALI
Ev ve işyerlerindeki klimaların yanlış kullanımının çeşitli sağlık sorunlarına neden olabileceğini de belirten uzmanlar, "Klimalar alerjik zatüreye ve Legionella pnömonisi dediğimiz zatüre tipine neden olabilirler. Alerjik zatüreye, klima sistemlerinin nemlendirme bölümlerinde üreyen küf mantarları yol açar. Akut alerjik zatüre küf mantarları bulunan havanın solunmasından 4-6 saat sonra ateş, baş ve kas ağrıları, halsizlikle gribal enfeksiyon gibi başlar, daha sonra da öksürük, balgam, nefes darlığı, göğüste sıkışma hissi gibi akciğerlerde belirtiler ortaya çıkar. Kronik alerjik zatüre ise sinsi olarak yavaş yavaş gelişir, tipik belirtisi de nefes darlığı, yorgunluk ve kilo kaybıdır. Bu hastalıkların tedavisi için hastanın alerjenle temasının kesilmesi gerekmektedir. Klimalar yüz felci, burun kanaması ve üst solunum yolu hastalıkları da yapabilirler. Özellikle üst solunum yolu enfeksiyonu geçirmiş kişiler ile çocuk ve yaşlılar klima kullanımına çok dikkat etmelidir. Yanlış kullanım sinüzit rahatsızlığı olan kişilerde göz dibi iltihabı, beyin iltihabı ve akciğer problemlerine yol açar. Orta kulak rahatsızlığı geçirmiş kişilerde yüz felci, işitme sorunları gelişir" açıklamasını yaptılar.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:55 AM
Sıcak sendromu nedir?

--------------------------------------------------------------------------------

Sıcak sendromları, hava sıcaklığı 32° C'nin nisbi nem %60 üzerine çıktığında görülmeye başlar. Yaşlılarda, damar setliği ve kalp yetersizliği olanlarda, şeker hastalarında, alkoliklerde ve idrar söktürücü ilaç kullananlarda daha sık rastlanır.

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, sıcak sendromlarının, organizmanın henüz sıcaklara uyum sağlayamadığı, sıcak dalgasının ilk günlerinde daha fazla görüldüğünü ve ve daha tehlikeli olduğunu açıkladı.

Organizmamızın dış ortam ısısının yükselmesine karşı en önemli savunma araçları, derideki damarların genişlemesi ve terleme ile sıvı kaybedilmesidir. Terleme devam ettiği sürece, yeterince su ve tuz almak şartıyla çok yüksek ısılara tahammül etmek mümkündür. Nem oranı yükseldiğinde, terleme ile olan sıvı kaybı azalmaya başlar ve böylece sıcak çarpması ihtimali artar.

Organizma sıcaklara 1-2 hafta içinde uyum sağlar. Buna Tıp dilinde aklimatizasyon ismi verilir. Bu durumda, hem terlemek daha kolaylaşır ve hem de terle atılan sodyum miktarı da azalır.

Sıcak sendromları ağırlık sırasına göre sıcak krampları, sıcak bitkinliği ve sıcak çarpması şeklinde sıralanabilir, ama bunlar çoğu zaman birbiri içine karışmış olarak görülür

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:56 AM
SICAK KRAMPLARI

Çok kullanıldığı için kol ve bacak ve karın kaslarında daha sık görülür. Kramplar, kısa fakat tekrarlaycı ve can yakıcıdır. Vücut ısısı normaldir ve hasta normal veya fazla miktarda terleyebilir.

Sıcakta yapılan efordan sonra dinlenemye geçildiği zaman başlar. Soğuk bir duş da krampların ortaya çıkmasına neden olabilir. Karın kaslarındaki kramplar yanlışlıkla mide delinmesi sanılabilir.

Bu krampların nedeni, terleme ile kaybedilen su ve tuzun sadece su içilerek karşılanmasıdır. Bundan dolayı da bu hastaların kanında sodyum düşük bulunur. Ağır kramplar kas hasarlarına neden olabilir.

Tedavi: Hastanın serin yerde isitirahat etmesiyle kramplar hafifleyebilir. Bu şekilde düzelmeyenlere, tuzlu su içirilmeli veya damar yoluyla tuzlu serumlar verilmelidir. Bu krampların önlenmesinde risk altındaki kişilerin litresinde 2.5 gram (yarım çay kaşığı) tuz eritilmiş sıvılardan içmeleri önerilmektedir.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:56 AM
SICAK BİTKİNLİĞİ

Sıcak sendromlarının en çok rastlanan türüdür. Sıcağa üç günden fazla maruz kalanlarda daha sık görülür. Belirtilerin nedeni, kalp damar sisteminin aşırı sıcaklara yeterli cevap verememesinden kaynaklanır. Vücut ısısı genellikle yükselmiştir.

Sıcak bitkinliğinin başlıca iki türü vardır:

Su kaybının ön planda olduğu sıcak bitkinliği: Sıcak çarpması riski daha fazladır. Çok yaşlı, bebek, düşkün ve zeka geriliği olup da susuzluklarını yeterince ifade edemeyenlerde görülür. Fazla terleyip de az su içenlerde de rastlanabilir. Bu hastaların kanında sodyum yüksek olarak bulunur.

Başlıca belirtileri, aşırı susama hissi, yorgunluk, halsizlik, sinirlilik ve konsantrasyon bozukluğudur. Vücut ısısı 39° C'a kadar çıkabilir.

Tuz kaybının ön planda olduğu sıcak bitkinliği: Nedeni, terleme ile kaybdilen su ve tuzun sadece su içilmesiyle karşılanmasıdır.

Aşırı halsizlik, yorgunluk, baş ağrısı, baş dönmesi, kas krampları ortaya çıkar. Bazı hastalarda iştahsızlık, bulantı, kusma ve karın ağrıları da görülebilir.

Hastaların bitkin bir görünümleri vardır. Derileri solgun, soğuk ve nemlidir. Tansiyon düşük, nabız hızlıdır. Ateş normaldir.

Tedavi: Hasta derhal serin bir yere alınır ve yatar durumda tutulur. Tedavi belirtilerin ve bulguların ağırlığına göre düzenlenir. Böbrek fonksiyonları normal olduğu için, tuzlu serumlar verilebilir. Kesin istirahat şarttır.

Bu önlemlere rağmen ateşleri yükselmekte olan hastaların derhal hastaneye kaldırılmaları gerekir.

SICAK ÇARPMASI

Acil tedavisi gereken, çok ciddi, yaşamı tehdit eden bir tablodur. Nedeni, vücudumuzdaki ısı düzenleyen sistemin, organizmanın yeterli ısı kaybını sağlayamaması sonucu vücut ısısının 41°C üzerine çıkmasıdır. Bir çok hayati organın(kalp, beyin, böbrek, karaciğer) fonksiyonları bozulabilir.

Ani olarak ortaya çıkan baş ağrısı, baş dönmesi, konuşma bozukluğu, baygınlık, hallüsinasyon(hayal görme), konvülziyon (havale) ve komaya kadar giden merkezi sinir sistemi belirtileri ile başlar.

Sıcak çarpmasının iki türü vardır:

Klasik sıcak çarpması: Yaşlılarda, damar setliği, kalp yetersizliği, şeker hastalığı olanlarda ve alkoliklerde daha sık görülür. Sıcak dalgaları boyunca, kalp krizi ve kalp yetersizliğine bağlı ölümlerde büyük artışlar olur. Diüretik(idrar söktürücü), beta-bloker(kalp ve tansiyon ilacı), antihistaminikler(allerji ilacı) ve bazı sinir ilaçlarını kullananlar da artmış risk altındadır.

Sıcak çarpması, öncü bir belirti olmaksızın birdenbire başlar. Bilinç kaybı erken bir işaret olabilir. Baş ağrısı, baş dönmesi, baygınlık, karın ağrıları görülebilir. Ateş yüksekliği ve bitkinlik çok tipiktir. Makattan ölçülen vücut ısısı 41°C üzerindedir ve vücut iç ısısıs 44°C'yi geçebilir. Deri sıcak, kuru ve kızarmıştır. Nabız hızlı, solunum zayıf ve yüzeyeldir. Kaslar gevşer, refleksler azalır. Tansiyon genellikle düşüktür. Tablonun ağırlığına göre, uyku halinden derin komaya kadar giden farklı dercecelerdeki belirtiler vardır.

Efora bağlı sıcak çarpması: İşçilerde, çiftçilerde, askerlerde, sporcularda, kazan dairesi ve dökümhane çalışanlarında görülür.

Belirti ve buluları klasik tiptekine benzer. En önemli klinik fark, bu hastaların terleyebilmeleridir. Bundan dolayı da, vücut iç ısısı çok yüksek olmasına rağmen deri aldatıcı olarak soğuktur. Bu grupta, böbrek yetersizliği, yagın damar içi pıhtılaşma ve kas hasarı bulguları daha sık ve ağırdır.

Tedavi: En önemli husus, sıcak çarpması olanların erken tanınmaları ve derhal soğutulmaya başlanmalarıdır. Çok sık yapılan tehlikeli yanlışlardan biri, şuuru kapalı olan bir hastaya sıvı içirilmeye çalışılması ve soğutulmaya başlanmakta gecikilmesidir.

Hasta hemen gölge bir yere alınmalı ve elbiseleri tamamen çıkarılmalıdır. Vücut yüzeyi ıslatılmalıdır (hortumla, soğuk suya batırılmış süngerle, duş yaptırılarak). Bir taraftan da hasta vantilatörle hava verilerek suyun buharlaşması sağlanmalıdır. Bunlar, hemen uygulandığında bazı hastaların kendilerine gelmeleri mümkündür.

Hastalar, air-conditionlu ambulanslarla en kısa zamanda bir hastaneye ulaştırılmalıdır. Soğutma işlemine hastane koşullarında buz-su banyolarında devam edilmelidir. Bu hastalar yoğun bakım ünitelerinde takip ve tedavi edilmelidir.

SICAK SENDROMLARINA KARŞI ÖNLEMLER

-Çok gerekli değilse sokağa çıkmayın(özellikle saat 11-16 arası)

-Açık renk, bol, pamuklu kıyafetler giyin

-Geniş çeperli şapka ve güneş gözlüğü kullanın

-Şemsiyeden yararlanılabilir

-Efordan kaçının

-Sindirimi kolay yemekleri tercih edin

-Ağır, yağlı kızartmalardan kaçının

-Bol su için(ayran, soda)

-Meyve, sebze ve salatayı bol yiyin

-Alkol kullanmayın

-Fazla kahve ve çaydan uzak durun

-Sigara içmeyin

-Sık sık duş alın

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:56 AM
Yaz yorgunluğuna karşı öneriler

--------------------------------------------------------------------------------

Yaz mevsiminde sürekli halsizlik ve yorgunluktan yakınanlara, 'Öğün sayılarını arttırmaları, sürekli sıvı içmeleri, daha çok meyve yemeleri ve dondurma yerine dondurulmuş gıdaları tercih etmeleri' öneriliyor.
Uzmanlar, günde 5-6 küçük öğün yenilmesi halinde, kişinin kendisini daha enerjik hissedeceği gibi şişkinlik ve yorgunluğunun da azalacağını bildiriyor. Yorgunluğun çoğu kez susuzluğun ve sıvı eksikliğinin belirtisi olduğunu vurgulayan uzmanlar, günde en az 8-10 bardak su içerek enerji düzeyinin muhafaza edilebileceğini kaydediyor.
Uzmanlar, hamur işlerinden uzak durulması ve hayvansal yağların terk edilmesi gerektiğini de ifade ederek, birçok araştırmanın, fazla miktarda hayvansal doymuş yağ ve hamur işi tüketenlerde yorgunluk ve halsizlik şikayetlerinin daha sık olduğunu ortaya koyduğunu belirtiyor. Uzmanlar, özellikle glisemik indeksi düşük, lif-posa miktarı yüksek, antioksidan kapasitesi fazla meyvelerin gün boyu küçük porsiyonlar halinde tüketilmesinin, enerji düzeyini arttırdığını bildiriyor.
Sık sık atıştırılıyorsa, sadece atıştırma seçeneklerinin değiştirilerek enerji düzeyinin yükseltilip yorgunluğun azaltılabileceğini vurgulayan uzmanlar, "Patates ve mısır cipsi, kuru yemişler yerine, taze hazırlanmış sebze çubukları, salatalık, yeşil veya kırmızı biber kullanın. Küçük şekerlemeler, çikolatalar veya pastalar yerine kuru veya taze meyveler, kuru veya taze elma, erik, kayısı tüketin" tavsiyesinde bulunuyor. Uzmanlar, dondurma yerine dondurulmuş üzüm taneleri veya dondurulmuş küçük kavun ve şeftali parçalarının yenilmesini önerirken, yağlı tuzlu kraker yerine tuzsuz badem, fındık veya cevizin tercih edilmesini, mayonez veya kremalı salata sosları yerine sirke ve limon suyunun denenmesini tavsiye ediyor.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:56 AM
Havuzlarda dizanteri ve ishal tehdidi

--------------------------------------------------------------------------------

Yaz aylarında serinlemek için en az deniz kadar vazgeçilmez bir tercih olan havuz, gerekli temizliğin yapılmaması halinde tehlikeli bir salgın hastalık yuvası olabiliyor. Uzmanlar, halka açık havuzlarda özellikle çocuklarda ölümlere neden olabilecek ishal ve dizanteri gibi salgın hastalıkların kol gezdiğini hatırlatarak, "Eğer sahil kesiminde iseniz yüzmek için havuz yerine denizi tercih edin" uyarısında bulunuyorlar.


İnternette 'Web MD Health' adlı sağlık sitesinde yer alan habere göre, Amerikan Ulusal Salgın Hastalıkları Tetkik ve Önleme Merkezi (CDC) tarafından ABD'nin tatil eyaleti Florida'da bulunan 22 bin havuzdan alınan su örneklerinde yapılan analizler ışığında 19 bin kadar örnekte dizanteri ve ishal başta olmak üzere bulaşıcı olan çeşitli sindirim ve deri hastalığı mikroplarına rastlandı. Bu durumun sadece ABD'de değil tüm dünya çapında ciddi bir tehlike olduğuna dikkat çeken Amerikalı uzmanlar, halka açık olarak hizmet veren havuzların çok titiz bir temizleme işleminden geçmesi gerektiğine dikkat çekiyor.


Uzmanlar, havuzların en az 2 günde bir klor ve mikrop öldürücü çeşitli antiseptik maddelerle temizlenmesi gerektiğine değinerek, havuzların 'devir daim' sisteminde oluşabilecek tıkanıklıkların önlemesi için en az haftada bir sıkı bir kontrolden geçirilmesi tavsiyesinde bulunuyorlar. Uzmanlar, serinlemek için havuzu tercih edenlere şu tavsiyelerde bulunuyorlar:


"- Temizliğinden emin olmadığınız havuzlara girmeyin
- Sahil kesiminde iseniz serinlemek için denizi tercih edin
- Eğer ishal ya da salgın bir hastalık taşıyorsanız havuza girmeyin
- Mümkün olduğu kadar havuz suyu yutmayın
- Havuzda yüzdükten sonra ellerinizi sabunlu suyla yıkayın ve sık sık duru su ile duş alın
- Vücudunuzun herhangi bir yerinde açık yara varsa suya girmeyin."

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:57 AM
Aşırı terlemeye karşı botox

--------------------------------------------------------------------------------

Aşırı terleme, esas olarak ter bezlerinin aşırı aktif olmasından kaynaklanmaktadır.

Aşırı terleme(Hiperhidrozis) etkilenen bireyler için hoş olmayan sosyal bir durumdur. Genellikle koltuk altlarında,el ve ayakta aşırı terleme ile kendini gösterir.

Aşırı terleyen alanlar bazen hastaların yaşam kalitesini etkileyen boyutlarda olabilir. Örneğin koltuk altlarında aşırı terleme şikayeti olan hastalar kokudan veya ortaya çıkan kötü görüntüden dolayı iş yerlerine yedek kıyafet götürecek kadar sıkıntı çektiklerini ifade ederler.

Bir diğer aşırı terleme alanı olan eller hastaların insanlarla el sıkışmasnı ve hatta yazı yazmasını engelleyecek derecede olabilir. Ayaklardaki aşırı terlemeler ise kötü kokuya ve yine önemli bir sağlık problemi olan ayak ve ayak tırnaklarında mantar gelişimine zemin hazırlar.

Memorial Hastanesi Dermatoloji Bölümü?nden Dr. Ayfer Bankaoğlu aşırı terlemenin nedenleri ve terlemede kullanılan botox tedavisi ile ilgili şunları söyledi:

Aşırı terlemenin nedenleri

Terlemenin insanlarda doğal olarak gözlenen bir olay olduğunu belirterek, aşırı terlemenin nedenlerini şöyle sıralayabiliriz:

Terin salgılanması insanlarda sinir sisteminin sempatik bölümünün çalışması ile ilgilidir. Toplumun % 1?inde bu sistem aşırı düzeyde çalışmaktadır. Bu durumun nedeni tam olarak bilinmemektedir ve genetik olduğu kabul edilmektedir. Özellikle stresli durumlarda bu sistem aşırı çalışmaktadır.

Tiroid bezinin aşırı çalışması(Hipertroidi), böbrek üstü bezinden kaynaklanan bazı hastalıklar, şişmanlık, menopoz, ağır psikiyatrik hastalıklar ve bazı kanserlerin tedavisinde kullanılan ilaçlar aşırı terlemeye yol açabilmektedirler.

Ruhsal ve fiziksel sorunlar

Bakteri üremesini kolaylaştırdığı için aşırı terleme kokuya da neden olabilir.Ruhsal ve fiziksel sorunlara yol açan, sosyal yaşamı zorlaştıran terleme, ellerde, koltuk altında, ayak altlarından, yüzde ve gövdede oluşabilir.

Ellerde olduğunda hem el ile yapılan işlerde güçlük çekilmekte hem de sosyal olarak kişileri rahatsız etmektedir. Terleme stresli durumlarda gelişiyorsa ve kişi terlemeden rahatsız ise kısır bir döngü içine girilmektedir. Kişi terleyeceğini bilerek daha endişeli hale gelmekte, endişe de daha fazla terlemeye yol açmakta ve bu kısır döngü sürüp gitmektedir.

Hastaların Tedaviye Başlanmadan Önce Değerlendirilmesi

Terleme tedavisine başlanmadan önce nedeninin saptanması gerekir. Terleme sorunu olan kişilerin

-kilosu

-kullanmakta olduğu ilaçlar

-menopozda olup olmadığı

-endokrinolojik bir sorunun varlığı (tiroid bezinden ya da böbrek üstü bezlerinden kaynaklanıp kaynaklanmadığı) Bu durumların hiçbirinde sorun saptanmaz ise doğuştan sempatik sinir sisteminin aşırı çalıştığı kanaatine varılabilir.

Asırı terleme artık bir kozmetik sorun olmaktan ziyade bir sağlık sorunu olarak değerlendirilmektedir. Tedavisinde Topikal oral ilaçlar,iyontoforezis gibi yöntemler denense de neyazık ki çoğu hastada etkili olamamaktadır.

Botox yanlış bilindiği üzere bir yılan zehiri değildir. Aynı penisilin gibi bir bakterinin toksinidir ve hiç bir allerjik reaksiyona yol açtığı gösterilmemiştir. Ter bezlerinde sempatik sinir liflerini(Aşırı terlemeye yol açan) bloke ederek aşırı terlemeyi azaltmak veya durdurmak konusunda etkilidir. Etkisi 6 ile 12 ay arasında sürmektedir.

Botox işlem uygulanmadan önce hastaların şikayeti olan alanlara iyot-nişasta testi yapılır. Bu testin sonucunda aşırı terlemeye neden olan aktif alanlar belirlenir ve bu alanlara botox uygulanır. Yaklaşık 3mm derinliğe cilt altına enjeksiyon yapılır.

Yaz mevsiminin başlaması ile de bu tip şikayeti olan hastaların sıkıntıları da artmaktadır. Asırı terleme güvenli ve deneyimli ellerde botox uygulamasıyla kolaylıkla kontrol altına alınabilmektedir.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:57 AM
Çocuklar, 'kazayla zehirleniyor'

--------------------------------------------------------------------------------

Çocukluk çağı zehirlenmeleri, kazalar içinde çok önemli yer tutuyor. Türkiye'de 2000 yılında, 14 yaş altındaki çocuklarda il ve ilçelerde çeşitli zehirlenmelere bağlı 27 (yüzde 2.77) ölüm olayı meydana geldi. Zehir danışma merkezlerine bildirilen hastaların yüzde 50'den fazlasını genç ve beş yaş altındaki çocuklar oluşturuyor.


İHA muhabirinin derlediği bilgilere göre, ilk beş yaş grubunda görülen zehirlenmeler, daha çok kaza sebebiyle oluyor, erkek çocuklarda daha fazla görülüyor ve genellikle tek bir madde ile oluşuyor. Zehirlenmelerin yüzde 90'dan fazlası evlerde meydana geliyor. Zehirlenme vakalarının yüzde 80-85'i kaza, yüzde 15-20'si isteyerek oluyor.


Çocuklarda görülen zehirlenmelerin yüzde 80'den fazlası akut özellik taşıyor. Kurşun ve diğer metallere bağlı olarak veya uzun süre kullanılmaya bağlı doz aşımları sebebiyle küçük çocuklarda ağrı ve ateş giderici ilaçlarla az da olsa kronik zehirlenmeler oluşabiliyor.


Tüm zehirlenmelerin yüzde 60'ı ilaç olmayan ürün kaynaklı. En sıklıkla kozmetikler, kişisel bakım ürünleri, temizlik maddeleri, bitkiler, hidrokarbonlar ile meydana geliyor. Geri kalan yüzde 40'ı ise ateş ve ağrı giderici, öksürük, soğuk algınlığı ilaçları, antimikrobiyal ajanlar ve vitaminler oluşturuyor.

'ZEHİRLEYEN' İLAÇLAR
En sık zehirlenme yapan ilaçlar şunlar:


"Ağrı ve ateş düşürücüler, öksürük ve soğuk algınlığı ilaçları, ağızdan alınan kontraseptifler, antibiyotikler, benzo-diazepinler, vitamin preparatları, lokal kullanılan ilaçlar, astım ilaçları, antihistaminikler, antidepresanlar ve demir preparatlar".


Uzmanlar, toksik (zehirli) maddelerin vücudun hemen her sistemini etkilediğini ifade ederek, belirti ve bulguları şöyle bildiriyor:
"Bulantı, kusma, karın ağrısı, yürüme bozukluğu, şuur kapanıklığı, konvülziyon (havale geçirme), ateş, görme bozukluğu, halüsinasyonlar, aritmiler (ritm bozuklukları) ve siyanoz (morarma)."


İlaçla zehirlenme halinde kusmuk, idrar gibi maddelerin mümkünse hekime getirilmesi gerektiğini vurgulayan uzmanlar, hastanın, hastanelerin acil polikliniklerine götürülmesi gereğine dikkat çekiyor.


Uzmanlar, zehirlenmelerin ancak, 'İlaç ve toksik maddelerin güvenli paketleme ve muhafazası, zehir etkisinin kontrolü, çevrenin düzeltilmesi, zehirlerin ev dışında muhafazası, ürünlerin emniyetli depolama ve kullanılması, etkin gözlem, sosyal, psikolojik ve ekonomik faktörlerin değişmesi, eğitim, farkında olmayı ve bilgiyi arttırmak, tavır ve davranışları değiştirmek, kişisel danışmanlık, grup eğitimi, yazılı ve sözlü basın araçları ile yoğun kampanyalar, zehir danışma merkezi telefonlarının öğrenilmesi ve kullanılması ile azaltılabileceğini' ifade ediyor.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:57 AM
Tatil yaparken suda boğulmalara dikkat

--------------------------------------------------------------------------------

Yazın gelmesiyle birlikte suda boğulma olayları da artıyor. Boğulma olayının yüzme bilenlerin bile başına gelebileceğini ifade eden uzmanlar, suda boğulanların yalnızca yüzde 50'sinin yüzme bilmediğini, bu nedenle yüzme bilenlerin de gerekli önlemleri almaları gerektiğini belirtiyorlar. Bu arada boğulma vakalarında kişiye uygulanacak olan müdahalenin kesinlikle ilk yardım eğitimi almış ve bilinçli kişilerce yapılması gerektiği belirtiliyor.


Boğulmalarda ilk yardımın temel amacının, akciğerlere hava girmesini sağlamak olduğunu belirten uzmanlar, ilk yardıma mümkün olduğunca zaman geçirmeden başlanması gerektiğini ifade ediyorlar. Buna göre, boğulma tehlikesi geçiren bir kişiye yapılacak uygulama şöyle anlatılıyor:


- Kazazede sudan çıkarılır çıkartılmaz, ağzında protez varsa alınmalı ve boğazındaki salgılar temizlenmeli, başı iyice arkaya yatırılarak, altçenesi iki elle kavranıp aşağıya ve geriye çekilmeli, bu arada başparmaklar ağzı açık tutmalı, ağızdan ağza yapay solunum uygulanmalı ve göğüs kafesine düzenli aralıklarla bastırarak kapalı kalp masajı yapılmalıdır.


- Yapay solunum uygulamak için kazazedenin başı arkaya eğilir, ensesinin altına bir el ya da katlanmış giysiler sokulur. Öteki el ise kazazedenin alnına, işaret ve baş parmaklar burnu kapatacak biçimde yerleştirilir. Yardım eden kişi derin bir soluk aldıktan sonra, dudaklarını kazazedenin dudaklarının üstüne yerleştirir ve soluğunu güçle verir. Kazazede çocuksa soluk verme fazla güçlü olmamalıdır. Soluk verdikten sonra kazazedenin soluk vermesine izin vermek amacıyla ağzı açık tutulur.


- Bu işlem iki kez daha yinelendikten sonra göğüs kafesine bastırarak kalp masajına başlanır. Bunun için kazazedenin yanı başına diz çökerek bir el göğüs kemiğinin alt bölümüne, öteki el ise bu elin sırtına yerleştirilir. Göğüs kemiğine omzun ve vücudun ağırlığı gelecek ve 30-40 kiloluk bir güç oluşturacak biçimde güçle bastırıldıktan sonra hızla bırakılır. İki soluk verdikten sonra göğse 15 bası uygulanır.


- Ağızdan ağza solunumun mümkün olmadığı durumlarda Halger-Nielsen ya da Silvester yöntemine başvurulabilir.


- Halger-Nielsen yöntemi kazazedeyi sırtüstü yatırmanın mümkün olmadığı zamanlarda yararlıdır. Yardım eden kişi avuçlarını kazazedenin kürek kemiklerinin hemen altına koyar; kazazede bu arada olanaklıysa ayakları başından daha alçakta ve kolları yüzünün altında birbirine kavuşmuş olarak yatırılır. Yardım eden kişi kollarıyla kazazedenin sırtına bastırarak, havanın dışarı çıkmasını, daha sonra kazazedenin dirseklerini tutarak kendisine ve yukarıya doğru çekip göğsün genişlemesini ve akciğerlere hava girmesini sağlar. Daha sonra kollar özenle yere konur, bası manevrası yinelenir. Bu manevra dakikada 12-15 kez yinelenmelidir.


- Silvester yönteminde, kazazede sırtüstü yatırılır; omuzlarının altına kalın bir şey konur. Yardım eden kazazedenin başucunda, bacakları başın her iki yanında olacak biçimde oturur.


Kazazedenin kolları bileğin hemen üstünden sıkıca yakalandıktan sonra, son kaburgaların düzeyinde göğsün üstüne doğru dirençle karşılaşana değin bükülür. Bu anda hava akciğerlerden çıkar. Daha sonra kollar başın üstünde dışa yukarıya ve geriye kaldırılarak göğsün genişlemesi ve havanın pasif yolla akciğerlere girmesi sağlanır, kollar yavaşça göğse geri getirilir. Bu manevra dakikada 10-12 kez yinelenir.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:57 AM
Suda egzersizle kalbe sağlık depolayın

--------------------------------------------------------------------------------

Aşırı kilonun kalp yetersizliği riskini artırdığını belirten uzmanlar, suda egzersiz yaparak fazla kiloların daha çabuk verilebileceğini bildirdi. "Hekimce" adlı web sitesinden alınan bilgilere göre, erkeklerdeki kalp yetersizliği vakalarının yüzde 11'i, kadınlardaki kalp yetersizliği vakalarının ise yüzde 14'ü fazla kilolardan kaynaklanıyor. Fazla kilolu kadınlarda normal kilolu kadınlara göre kalp yetersizliği iki kat artarken, fazla kilolu erkeklerde bu oran yüzde 90'ı buluyor. Suda egzersiz yaparak vücut kaslarını daha fazla çalıştırmak ve daha çok kalori yakmak mümkün.


Suyun havadan 50 kat daha fazla olan direnci sayesinde, su içinde yapılan egzersizler daha etkili oluyor. Suda yapılan hareketler özellikle eklemler ve kaburga üzerinde etkili hale geliyor. Su, vücudun her tarafında direnç yarattığı için vücudun her bölgesinden eşit şekilde kilo veriliyor ve tüm kasların çalışması sağlanıyor. Uzmanlar, 400 kaloriden kurtulmak için sadece 30 dakika yüzmenin yeterli olduğunu belirtiyor. Suda yapılan 10 dakikalık spor, karadaki yarım saatlik yürüyüşle aynı etkiye sahip; su egzersizleri zamandan tasarruf sağlarken, daha çok
kalori yakılmasını sağlıyor.


Su içinde yapılabilecek birçok egzersiz önerilirken, "dalga kırmak" adlı egzersiz hareketleri şöyle sıralanıyor:


"Kalçalarınıza kadar suyun içine girin. Önce sırtınızı dönerek gelen dalgalara karşı koymaya çalışın. Suyun gücüne karşı koymaya çalışmanız size önemli miktarda bir kalori harcaması yaptırır. Karın ve sırt kaslarınızı bu sırada gergin tutup, kollarınızı iki yana açarak dengede durmaya gayret gösterin. Daha sonra yüzünüzü dönün ve düşmeden dalgalarla boğuşmayı deneyin."
Uzmanlar ayrıca, su altında paletlerle yüzmenin bacak, kalça, karın ve sırt kaslarını ciddi şekilde güçlendirdiğini belirtiyor. Uzmanlar, suyun kaldırma kuvvetinden yararlanıp sırtüstü yatmanın da boynu ve bel bölgesini rahatlatarak, sırt ağrılarını giderdiğini kaydediyor.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:58 AM
Gastroözefageal Reflü hastalığı nedir?

--------------------------------------------------------------------------------

Mide içeriğinin (asidinin) patolojik şekilde mideden özefagusa (yemek borusuna) doğru geri kaçışı gastroözefageal reflü'dür.

Hastalar göğüs kafesinin arkasında yanma (heartburn) şikayeti ile başvurabilirler. Bazen yemek borusunun arkasındaki yanmanın yanı sıra ağza gıdaların ve acı suyun gelmesidir. Özefageal reflü sıklıkla yemeklerden sonra olur.

Gastroözefageal reflü hastalığı tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de sıktır. Ülkemizde yapılan bir çalışmada toplumun %20?sinde gastroözefageal reflü hastalığı bulunmuştur.

NEDENLERİ NELERDİR?

Gastroözefageal reflü hastalığının semptomlarının (bulgularının) kökeninde yemek borusunun uzun bir süre, fazla miktarda mide asidik içeriği ile teması yatmaktadır.

Mide asidik içeriğinin yemek borusu ile uzun süreli teması yemek borusunda hasara yol açar ve bu da yanma hissine sebep olur. Normal olarak yemek borusunun alt ucundaki alt özefagus sfinkteri dediğimiz kastan oluşmuş kapak benzeri bir yapı vardır. Bu yapı asidin yemek borusuna geri kaçmasını önleyerek midenin içinde kalmasını sağlar. Reflü hastalığında ise bu sfinkter sık aralıklar ile gevşer ve mide asidik içeriği yemek borusuna geri kaçar.

KOPMLİKASYONLARI NELERDİR?

Eğer reflü tedavi edilmezse ciddi komplikasyonlarla seyredebilir. Örneğin yemek borusunda darlık, kanama ve mukozada prekanseröz(kanser öncesi ) bir takım değişikliklere (barrett özefagusu) neden olabilir. Sizi ve doktorunuzu uyarması gereken semptomlar şunlardır;

1- Yutma güçlüğü (disfaji)

2- Kanama

3- Boğulma hissi, öksürük, ses kısıklığı

4- Kilo kaybı

Birçok hastadan asidin yukarı gelmesi, yaşam tarzı değişiklikleri ve ilaçlarla kontrol edilebilir.

YAŞAM TARZI DEĞİŞİKLİKLERİ NELERDİR?

1- Sigara bırakılmalıdır. Tütün asidi dengeleyen koruyucu mekanizmalara zarar verir.Asit üretimini uyararak ve yemek borusu ile mide arasındaki kasların gevşemesine de yol açarak asit reflüsüne yol açar.

2- Gazlı ve asitli içeceklerden uzak durulmalıdır.

3- Alkol, çikolata,kafein, kahve, çay, yağlı, baharatlı yiyecekler ve domates gibi asidi arttıran yiyeceklerden kaçınılmalıdır.Kilo verilmesi önerilir.Yatmadan en az 3 saat önce yemek sona erdirilmelidir.Yatağın baş ucunun kaldırılması gece boyunca asit reflüsünü önleyecektir.Sıkı kemer ve giysilerden kaçınılmalıdır.

MEDİKAL İLAÇLARLA TEDAVİ NEDİR ?

Gastroözefageal reflü hastalığının organik bir sebebi vardır. Genelde sadece yaşam tarzı değişikliği ile önlenemez gastroözefageal reflü hastalığında medikal tedavi çok önemli bir yer tutar. Medikal tedavide yer alan anti asit grubu ilaçlar yemek borusunu koruyarak ve mide asiditesini bastırarak tedaviye yardımcı olurlar. Doktorunuzun önerisi ile alınır. Mide asidini bastıran H2 blokerleri ve proton pompa inhibitörleri denilen ilaçlar da doktorunuzun öngöreceği dozlarda kullanılmalıdır.

Medikal tedavi ile hastaların çoğunda gastroözefageal reflü hastalığının bulguları önlenebilir. Bu ilaçların yanı sıra asidin yemek borusundan mideye aşağı doğru geçişini kolaylaştıran Prokinetik ilaçlar da tedavide yer alırlar.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:58 AM
Güneş Gözlükleri ve Koruyucu Camların Özellikleri

--------------------------------------------------------------------------------

Güneş Gözlükleri ve Koruyucu Camların Özellikleri

Güneş kaynaklı ve İnsan için(özellikle cilt ve göz) zararlı ışınlar, UV(Ultraviole), daha küçük dalga boyundaki ışınlar ve IR(lnfra red) denilen daha büyük dalga boyundaki ışınlardır. Küçük dalga boyundaki ışınlar radyasyon etkisi, büyük dalga boyundaki ışınlar ise termik(lsı) etki ile organizmaya zarar verirler. Güneşten yayılan ışınların dalga boyu, 400-800 nanometre arasında bir dağılım gösterir. Atmosfer, zararlı ışınların büyük bir kısmını filtre etmesine rağmen, yine de gün ışığında göze zarar verecek derecede UV ve IR ışını vardır. Özellikle son yıllarda üzerinde sıkça durulan ozon tabakasının incelmesiyle dünyaya daha fazla zararlı ışının ulaşması, İnsan sağlığı üzerindeki tehditleri de artırır hale gelmiştir. UV ışınlarından UV -B, önlem alınmadığında cilt yanıkları oluştururken, UV -A ve özellikle UV -C gözler için zararlı olmaktadır.

Böyle bir durumda yukarıda bahsedilen zararlı ışınlardan gözlerimizi korumak, ideal bir güneş gözlüğü ile mümkün olacaktır. İdeal bir güneş gözlüğü Camı, UV ve IR ışınlarını etkili oranlarda absorbe ederek (emerek), bunların göze zarar vermesini engeller. Ayrıca göze ulaşan ışık tayfını kontrastı artıracak şekilde filtre ederek, görüşü de artırırlar. Özellikle açık renkli göze sahip insanlar(mavi, yeşil gözler gibi) bu konuda daha hassastır. Çünkü gözdeki pigmentler, göze giren ışınların indirgenmesini ve etkisinin aza1masını sağlarlar. Ayrıca bazı göz hastalıkları, gözün güneş ışınlarından daha fazla etkilenmesine neden olur. (Allerjik konjonktivit, kuru göz, retinitis pigmentoza, albinizm gibi)

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:58 AM
Güneş gözlüğü camının gözde tam koruma sağlayabilmesi için, üstten, yandan ve yansıyan ışınlardan da koruyacak şekilde dizayn edilmiş olması uygun olacaktır. Estetik amaçla, yüzden uzakta kalan camlar yeterli koruma sağlamayabilirler.

Güneşe uzun süre maruz kalma gözün ön dokularına(komea, konjonktiva) zarar verebilirken, güneş ışığına direkt bakma(güneş tutulmalarında olduğu gibi) görme tabakasına ciddi boyutlarda zarar verir. Merkezi görmeyi oluşturan ağ tabakanın makula denen kısmında yanıklar oluşabilir ve bu durum kalıcı görme aza1masıyla sonuçlanır .(Fototoksisite)

Güneş gözlüğü seçilirken yukarıda sayılan özelliklere dikkat etmek uygun olacaktır. Aksi halde herhangi bir yerden(İşporta gibi) elde edilen herhangi bir gözlük, yeterli göz koruması sağlamadığı gibi, zararlı da olmaktadır. UV koruması sağlamayan gelişigüzel renkli bir cam, pupillada(göz bebeği) genişlemeye ve ağ tabakaya daha fazla zararlı ışın geçişine neden olur.

Tüm bu anlatılanlardan da, anlaşılacağı üzere güneş gözlüğü seçimi dikkat gerektiren, bizlerin daha çok ilgilendiği estetik uygunluk dışında, göz sağlığını büyük ölçüde etkileyen ciddi bir iştir.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:58 AM
İyi diyalog kurun: Sadece doktorunuzla değil, orada çalışan bütün personelle aranızın iyi olması gerekiyor. Sizin öyle olmadığınızı biliyoruz ama bazı aileler personele karşı oldukça agresif davranabiliyor. Oysa bu hiç de doğru değil. Unutmayın ki bekleme odasında yaşanan herhangi bir huzursuzluk direkt olarak doktora da yansıyor.
- Randevuya saatinde gidin: Randevuya geç kalınması herkesi sinirlendirir, en çok da doktorları. Bu sebeple tam vaktinde ya da 5 dakika önce randevuya gitmeye özen gösterin. İki çocuğunuzu birden yanınıza alıp doktora gitmeyin. Her ikisi de hastaysa ayrı ayrı randevu alın. Doktorun programında tek bir hasta görüldüğü için zor durumda kalabilir. Bir de hiç randevu almadan çocuğunun hastalığını telefonda tarif ederek bilgi almaya çalışan aileler var. Oysa doktorun çocuğu mutlaka muayene etmesi gerekiyor.

- Tüm belgeleri biriktirin: Çocuğunuzun süregelen bir sağlık problemi söz konusuysa ya da birkaç farklı doktora gidilmişse, kesinlikle verilen tüm reçeteleri ve tıbbi sonuçları saklayın. Böylelikle doktorunuz diğer meslektaşlarının hastalığa yaklaşımıyla ilgili bilgi edinme şansına sahip oluyor.
- Gerekli olduğunda telefon açın: Çocuk doktorları en çok aranan doktorların başında geliyor. Çünkü anneler kendi sağlıklarından öte çocuklarının sağlığını düşünüyor. Doktorlar da meraklı anneleri ellerinden geldiğince rahatlatmaya çalışıyor. Ancak abartmamakta yarar var. Kışın evde kaç tane kazak giymesi gerektiğini doktorunuza telefonla sormaya kalkışmayın. Hastalığıyla ilgili olarak doktoru aradığınız zaman çocuğunuzun yaşı, kilosu ve ateşi gibi sorulara karşı hazırlıklı olun.
- Kişisel diyalog kurun: Çocuk doktorları hastalarının fotoğraflarını görmeye bayılıyor. Çocuğunuzun fotoğraflarını, yaptığı resimleri, doğum günü kartlarını ve hatta davetiyelerini doktorunuza göndermeye ne dersiniz? Böyle yapmanız tabii ki daha farklı bir muamele göreceğiniz anlamına gelmiyor. Ancak doktorunuz kendisini aileni bir ferdi gibi hissedecektir".

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:59 AM
özellikle yaz aylarında artan sıcaklar beraberinde tırnak mantarı hastalığını getiriyor. Sık karşılaşılan bir problem olan tırnak mantarı hastalığı, tırnaklarda beyaz-sarı renk değişikliği, kalınlaşma ve kırılma ile kendini gösteriyor. Genellikle ayak parmaklarında rastlanan tırnak mantarı, tırnakların altında çoğalan ve ancak mikroskop ile görülebilecek küçük organizmalar olduğu için erken dönemde farkedilmiyor.
Bu organizmalar özellikle ayakkabı ve terliklerde, havlularda, bahçede, genel kullanıma açık duşlar, jimnastik salonları, yüzme havuzlarının basamakları, otel, cami halıları gibi ortamlarda bulunuyor. Tüm mantar hastalıkları gibi tırnak mantarının da bulaşıcı ve kolayca yayıldığını kaydeden uzmanlar şunları söylüyor:


"Kendi kendine iyileşmesi mümkün olmayan bu mantar infeksiyonu için mutlaka bir doktora muayene olunması gerekiyor. Tırnak mantar hastalıkları, genellikle ayağın bir ya da iki tırnağında başlar. Daha sonra bütün tırnaklara yayılabilir. Hastalığın erken dönemlerinde normal sağlıklı pembe renk kayboldukça, tırnağın dış köşesi hafif sarılaşır. Hastalık yayıldıkça tırnak sertleşir ve şekil değiştirir. Hastalıklı (mantarlı) doku zayıfladıkça yumuşaklaşır ve kolaylıkla kırılır. Tüm tırnak, dokunulmaya karşı hassastır. Ayakkabı ve çorap giymek bile acı verir. Tırnak gevşeyebilir ve deriden ayrılabilir, hatta düşebilir. Tırnakları kesmek ve tırnak cilası sürmek işe yaramaz".
Oldukça yaygın bir hastalık olan tırnak mantarının ilerleyen yaşlarda görülme ihtimali de artıyor. Yapılan araştırmalara göre, 16-24 yaş grubundakilere oranla 55 yaşın üzerindeki bireylerde tırnak mantarı gelişme ihtimali 3,5 kat daha fazla.


Yapılan araştırmalar tırnak mantarı hastalığının kişilerin özgüvenlerini ve sosyal ilişkilerini de olumsuz yönde etkiliyor. Hastaların yüzde 44'ünün tırnaklarının görünmesinden çekindiği için halka açık alanlardan faydalanmadığını gösteriyor. Ayrıca tırnak mantarı hastalığı, el ve ayakların aktif olarak kullanıldığı günlük yaşam faaliyetlerini de engelleyebiliyor. Hastaların yüzde 48'i ağrı duyduklarını, yüzde 38'i ayakkabı giymede zorlandıklarını, yüzde 15'i ayakta dururken ya da yürürken rahatsız olduklarını belirtiyorlar.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:59 AM
TIRNAK MANTARI NASIL BULAŞIR?
Tırnak mantarı genellikle basit bir yaralanma ile başlıyor. El ve ayak tırnaklarının kırılması, tırnakların çok kısa kesilmesi, dar ayakkabının tırnağı sıkıştırması gibi durumlarda, yaralanan tırnağa mantar adı verilen organizmaların yerleşmesi daha kolay oluyor. Tırnak mantarı doğrudan insan teması olmadan da ortak kullanım alanlarından bulaşıyor. Sıcak ve nemli alanlarda gelişen mantarlar havuzlardaki dezenfekte edilmiş ayak banyolarında bile yaşayabiliyor. Bu nedenle özellikle tatil yaparken havuz başında geçirilen uzun zamanlarda çok dikkatli olmak gerekiyor.

M@D_VIPer
09-22-2006, 11:59 AM
Kalp hastalıkları 'Balık' tavsiyesi

--------------------------------------------------------------------------------

Kütahya Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) Hastanesi doktorlarından Enis Koçak, kalp hastalarının içerdiği koruyucu yağ asidi sebebiyle balığı sofralarından eksik etmemesi gerektiğini söyledi.
Kalp ve Damar Hastalıkları Mütehassısı Dr. Enis Koçak, balıkta herkes için yararlı B, A ve D vitaminlerinden bol miktarda bulunduğunu bildirdi. İhtiva ettiği koruyucu yağ asidi ile balığın kalp hastaları için önemli bir gıda olduğunu belirten Enis Koçak, "Balıkta doymamış yağ asitleri fazla. İçerdiği koruyucu yağ asidi ile balık, kalp hastalarının tercih etmesi gereken bir gıda. Bu özelliği ile tam bir kalp dostu. Balık üstelik kolesterol açısından da fakir bir et. Bu açıdan kırmızı ve beyaz etten daha sağlıklı olan balık düzenli olarak tüketilmeli" dedi.
Balıktan istenen faydanın sağlanabilmesi için pişirilmesine de dikkat etmek gerektiğini vurgulayan Enis Koçak, "Balığı ızgarada ya da fırında pişirmek daha sağlıklı. Yağda kızartıldığı zaman kolesterol ve yağ oranı artıyor. Avantajını kaybediyor" diye konuştu.
Koçak, bol miktarda B, A ve D vitamini bulunan balığın her yaşta insan için çok besleyici olduğunu sözlerine ekledi.

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:00 PM
Kafein unutkanlık yapıyor

--------------------------------------------------------------------------------

İtalya'da üniversite öğrencileri arasında yapılan yeni bir araştırma, kahvenin içerdiği kafeinin unutkanlığa sebep olduğunu ortaya çıkardı. Araştırmaya göre, denekler çok iyi bildikleri bazı kelimeleri hatırlamakta zorluk çekiyorlar. Yani kafein, "Dilimin ucunda ama..." durumunun daha sık yaşanmasına yol açıyor.




İnternetteki "Hekimce.com" sitesinde yayınlanan habere göre, araştırmayı yapan akademisyenlerden Valeri Lesk, kafeinin, beynin belli bölümlerinin çalışmasını engellediğini belirtiyor. Lesk, beynin engellenen bölümleri sebebiyle de bazı kelimelerin hatırlanmasında zorluk çekildiğini vurguluyor. Ancak, hatırlanmaya çalışılan konuya bağlı olarak kafein, kısa dönemli hafızayı güçlendirebiliyor. Yapılan araştırmada, 32 üniversite öğrencisi iki gruba ayrıldı. İlk gruptaki öğrencilere, iki fincan sert kahveye eşdeğer 200 miligram kafein verilirken, diğer gruptaki öğrencilere ilaç görünümlü hap dağıtıldı. Daha sonra tüm öğrencilere, tek kelimelik cevapları olan 100 genel kültür sorusu soruldu. Mesela "hiyeroglif" cevabını almak için "Eski Mısır'da kullanılan yazının adı nedir?" sorusu soruldu. Her soru için öğrencilerden tek kelimelik 10 seçeneğe bakmaları istendi. Bu seçeneklerden 2 ile 8 tanesi doğru cevaba benzer kelimelerden seçildi. Mesela, doğru cevabı "hiyeroglif" olan soru için verilen seçenekler arasında "hiyerarşi" de bulunuyor. Diğer kelimelerin ise cevapla uzaktan yakından ilgisi bulunmuyor. Öğrenci, ilk denemesinde cevabı bilemezse, araştırmacılar cevabın ilk hecesini ipucu olarak verdi. Eğer denek bu ipucundan sonra doğru cevabı verirse, bu soru kayıtlara "Dilimin ucunda ama..." olarak kaydedildi. Öğrencilere gösterilen kelimeler, doğru cevabı çağrıştıracak şekilde düzenlendiyse, deneklere verilen kafein, doğru cevabın hatırlanmasına yardımcı oluyor. Eğer gösterilen kelimelerin cevapla ilgisi yoksa, kafein verilen deneklerin, ilaç görünümlü hap verilen deneklere göre kelimeleri hatırlamakta daha fazla sıkıntı çektikleri belirlendi.




Bu arada, İngiliz Kahve Derneği'nin bir sözcüsü, yapılan araştırmanın çok küçük ölçekli olduğunu, bu sebeple genele yayılamayacağını söyledi. Aşırı olmamak kaydıyla alınan kafeinin yararlı etkileri olduğunu gösteren pek çok araştırma bulunduğunu belirten sözcü, bu araştırmanın bilimsel verileri değiştirmeyeceğini savundu.

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:00 PM
Sünnet hakkında bilinmesi gerekenler

--------------------------------------------------------------------------------

Sünnet penisin uç kısmını saran, tıp dilinde prepisyum adı verilen sünnet derisinin belirli şekil ve uzunlukta cerrahi yolla kesilerek alınması ve penis uç kısmın açığa çıkarılması işlemidir.

Memorial Hastanesi Üroloji bölümü uzmanlarından Uzm.Dr.Erdal Alkan sünnet ile ilgili dikkat edilmesi gereken konular hakkında şu bilgileri verdi ;

SÜNNET NE ZAMAN YAPILMALI?

Sünnet her yaşta yapılabilmekle beraber; özellikle 3-6 yaşlar arasında yapılması çocuktaki psikolojik travmalardan dolayı pek tavsiye edilmemektedir. Son zamanlarda yeni doğan bebeklerde; cerrahi işlemin kolaylığı, bebekte yara iyileşmesinin çabuk olması, sünnet sonrası bakımın kolaylığı ve yeni doğanda henüz kişilik teşekkül etmediği için psikolojik travma oluşturmaması nedeniyle en ideal yaş olarak kabul edilmektedir. 3-6 yaşlar arasındaki çocukların; kimlik gelişimi döneminde ve uyumsuz olmaları nedeniyle psikolojik etki oluşturmamak için zorunlu olmadıkça sünnet edilmesi tavsiye edilmez.

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:00 PM
Lokal anestezide ise; hangi koşullarda ve yaşta yapılırsa yapılsın çocuk pipisine yapılacak olan iğne yüzünden büyük korku ve panik yaşamaktadır. Bu anlar çocuk tarafından yaşamı boyunca korkuyla hatırlanmaktadır.

KOMPLİKASYON VE SAKINCALAR

Sünnet sırasında derinin fazla ya da az bırakılması, kötü nedbe dokusu kalması, kanama, şekil bozuklukları, idrar yolunun zarar görmesi gibi kalıcı sakatlıklar ve enfeksiyon karşılaşılabilecek problemlerdir. Konuda deneyimli kişilere yaptırılması ile bu tür komplikasyonlar en aza indirilebilmektedir.

UYARILAR

Halk arasında doğuştan sünnetli ya da peygamber sünnetli olarak bilinen hipospadias durumu varlığında kesinlikle sünnet yaptırılmamalıdır. Çünkü bu hastalarda idrar deliği olması gereken yerde değildir. Bu durumun ameliyatla düzeltilmesi gerekir. Yapılacak ameliyatlarda sünnet derisi kullanılmaktadır.

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:01 PM
Ailede kan hastalığı ya da kanama hastalığı varsa çocuk hiç bir yakınması olmasa bile bir doktora başvurulmadan sünnet ettirilmemelidir. Düşme ya da diş çekimi sonrası uzun süre kanama öyküsü olan, iğne yapıldıktan sonra veya bir darbe sonrası büyük şişlik ve çürükleri oluşan çocuklar ile zaman zaman kendiliğinden diş eti ya da burun kanaması olan çocukların mutlaka kan testleri yapıldıktan sonra sünnet edilmeleri gerekir. Ailede bulunan kronik(müzmin) hastalıklar, önceden geçirilmiş önemli rahatsızlıklar(örn hastanede yatmayı gerektiren) ve ameliyatlar da girişimi yapacak olan hekim tarafından bilinmelidir. Sorunları olan hastalarda sünnetten önce gerekli önlemler alınarak tehlikeli durumlar oluşmasının önüne geçilebilmektedir.

YÖNTEMLER

Her ne kadar sünnet uygulaması konusunda birkaç değişik yöntem mevcut ise de, günümüzde uzmanların en sık uyguladığı, güvenilir, yan etkileri en az olan yöntem cerrahi yöntem olup, klasik olarak sünnet derisinin cerrahi yoldan kesilerek uçların birbirine dikilmesi şeklinde yapılır.

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:01 PM
Bakanlıktan besin uyarısı

--------------------------------------------------------------------------------

Sağlık Bakanlığı, besinleri satın alma, hazırlama, pişirme, depolama konusunda vatandaşları uyardı.




Sağlık Bakanlığı'nın internet sitesinde yer alan bilgilere göre, alışverişe çıkmadan önce satın alınacak besinler için bir liste hazırlaması gerektiği ve listede seçeneklere yer verilmesi gerektiği ifade edildi. Besinlerin günlük, haftalık ve aylık olarak sınıflandırılması gerektiği belirtilen açıklamada, kısa süre içinde fazla besin alınmaması gerektiği vurgulandı. Beslenmeye ayrılan paranın önceden belirlenmesinin önemli olduğu ifade edildiği açıklamada, besinlerin değişik yerlerdeki fiyatlarının araştırılmasının gerektiği kaydedildi. Düşük gelirli ailelerin, enerji ihtiyaçlarını karşılamak için ucuz olan tahılların yanında bir miktar kuru baklagil ve yumurta satın alarak enerji ve protein yönünden dengeli bir beslenme yapmaları tavsiye edildi.




Fazla yağlı besinlerin tercih edilmemesinin tavsiye edildiği açıklamada, özellikle yağsız kırmızı etin kullanılması gerektiği vurgulandı. Sağlıklı yaşam için az miktarda tuz kullanılması gerektiği belirtilen açıklamada, doğal sebze ve taze besinlerin tercih edilmesi, fazla miktarda katkı maddesi içeren besinlerden kaçınılmasının önemli olduğu bildirildi. Hazır meyve suları, gazoz, kolalı içecekler yerine besleyici değeri daha yüksek olan taze sıkılmış meyve suları, ayran, limonun tercih edilmesi tavsiye edildi.



HAZIRLAMA VE PİŞİRMENİN PÜF NOKTALARI




Alışveriş sonrası satılan alınan gıda maddelerinin sağlıklı bir şekilde hazırlamasının önemli olduğunun kaydedildiği açıklamada, şu ifadelere yer verildi:




"Ekmek, çörek, kurabiye yapmak için hamurun mayalandırılması besleyici değerini artırır. Beyaz ekmek yapmak için buğday tanesinin, kepek ve özünün iyice ayrılması besleyici değerini azaltır. Tarhana, yoğurt ve unun karışımıyla mayalandırılarak yapıldığından, besleyici değeri yüksektir. Pişirirken içine pişmiş nohut, mercimek, havuç eklenmesi değerini daha da artırır. Tarhana güneşte kurutulursa, süt ve yoğurt aydınlık yerde bekletilirse vitamin B2, vitamin B6 ve folik asit değerleri azalır. Yumurta, süt, yoğurt, peynir ve tahinle yapılan tatlıların besleyici değerleri, sadece un, yağ, şeker kullanılarak yapılanlardan üstündür. Şeker yerine pekmez kullanılması, besleyici değerini daha da artırır. Sütlü tatlı yaparken şeker önceden konulmalıdır. Birlikte yüksek sıcaklıkta pişirilirse, protein değeri azalır. Kuru fasulye, nohut, mercimek gibi besinler iyi pişirildiğinde sindirimi kolaylaşır ve böylelikle protein değeri artar. Yumurta çiğ yenirse ya da sarısının etrafı yeşillenecek kadar hızlı ateşte, uzun süre pişirilirse, besleyici değeri azalır. Yeşil ve sarı sebzelerden yapılan salatalara limon veya sirke eklenir, bekletilirse A ve C vitamini değeri azalır. Sebzeler doğrandıktan sonra bekletilirse ve haşlama, pişme suları atılırsa, vitamin ve mineralleri azalır. Meyveler kesildikten ya da suyu sıkıldıktan sonra bekletilirse C vitamini değeri azalır. Hatta sıkılmış meyve suları buzdolabında bekletilirse vitamin değeri azalır. Süt yarım saat gibi uzun süre kaynatılırsa vitaminleri azalır. Pastörize ve sterilize edilmemiş süt kabarınca ateşten alınırsa, mikropları ölmez. Süt kabardıktan sonra karıştırılarak 4-5 dakika kaynatılıp hemen soğutulur. Cam kavanozda buzdolabında 1-2 gün saklanır. Yağ yakıldıktan sonra yemeğe konursa, sağlığa zararlı duruma gelir. Yoğurdun yeşilimsi suyu atılırsa vitamin değeri azalır. Ayrıca yoğurt torbaya konup süzülür ve süzülen suyu atılırsa vitamin kaybı olur. Kapakları-hafif de olsa- içe veya dışa doğru bombaj yapmış konserveler sağlık için son derece zararlıdır."



BESİNLERİ SAKLAMA KURALLARI




Bazı besinlerin kısa zamanda kullanılmasının olanaksız olduğunun bildirildiği açıklamada, bazı besinlerin çeşitli işlemlere tabi tutarak uzun süre değerinden ve lezzetinden kaybettirmeden saklamanın zorunlu olduğu kaydedildi. Taze besinlerin, hasat edilmelerinden itibaren mikroorganizma ve enzimlerin etkisine maruz kaldığının ifade edildiği açıklamada, şu bilgilere yer verildi:




"Besini mikroorganizmaların etkisinden koruyabilmek ve enzim faaliyetlerini durdurabilecek bir ortam oluşturmak zorunluluğu vardır. Mikroorganizma ve enzimler belirli bir sıcaklık derecesinde faaliyet gösterdiklerine göre besinler soğuk yerde saklanırsa, tazeliklerini koruyabilirler. Besinlerin saklanabileceği buzdolapları, soğuk hava depoları ve dondurma araçları veya yerleri yapılmıştır. Bu gibi yerlerde besinlerin bozulmadan saklanma süresi dolabın veya deponun ısı derecesine bağlıdır. Taze sebzeler bekletilmez, tereyağı ve benzeri kahvaltılık margarinlerde nem miktarı fazla olduğundan kolay bozulurlar. Bu bakımdan buzdolabında saklanması gereklidir. Patates, karanlık, serin, kuru ve hava akımı olmayan yerlerde saklanır. Işık, patatesin renginin yeşile dönmesine neden olabilir. Soğan için en iyi saklama ortamı kuru, hava akımı olan serin yerdir. Kuru besinler serin, karanlık, kuru ve havalandırılabilen yerlerde saklanır. Kuru besinlerin saklandığı yerin nemli olması küflerin çoğalmasına neden olur. Besinler mümkünse raflarda, yerden yukarıda, ağzı kapalı kaplarda birbirlerine benzeyenler bir araya konmak suretiyle saklanmalıdır."

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:01 PM
Yiyeceklerin besin değerini de koruyun!
Uzmanlar, mutfaktaki yanlış saklama, depolama veya pişirmenin yiyeceklerin vitamin değerini düşürdüğüne dikkat çekiyorlar. İşte yiyeceklerdeki vitamini koruma yolları...


Maydanoz ve limon eksik olmasın!
Sindirimi kolaylaştırıp, alınan gıdalardaki vitaminin enerjiye dönüşmesini sağladığından maydanoz ve limonu sofralarınızdan eksik etmeyin


Kavun, sinirleri yatıştırıyor
Yaz meyvelerinden kavun, kansızlığı giderme ve idrar söktürme yanında, sinirleri yatıştırmada da etkili...


Şifalı bitkinin de dozu var!
Doğadaki bitkileri bilinçsiz ve yeterli miktardan fazla kullanmak, yan etkilerle karşılaşmanıza neden olabilir...


Hem vitamin hem de güzellik kazanın!
Vitamin ve mineral deposu meyve - sebze suları, güzel, sağlıklı ve zinde olmanızda önemli rol oynuyor. Bu sıcak yaz günlerinde hem güzellik hem de vitamin kazandıran meyve sularına "hayır" demeyin!


E vitamini kalp hastalıklarını önlemiyor
The Lancet dergisi, Clevland Clinic tarafından yapılan araştırmanın, E vitamini ile beta karoten haplarının kalp hastalıklarını önlemediğini, aksine sağlık için daha zararlı olabileceğini gösteren sonuçlarına yer verdi


Her yaşa göre vitamin
Uzmanlar her yaşın ayrı bir beslenme programı olması gerektiğini belirterek, vitamin haplarıyla değil, besinlerle sağlıklı kalınabileceğinin altını çiziyorlar...


Yumurta nasıl pişirilmeli?
Yüksek protein değeri olan yumurtanın, besin kaybına uğramaması için yağda kırma yerine haşlama ya da diğer yöntemlerle pişirilmesi öneriliyor


Mucize bitki soya fasulyesi
''Asrın harika bitkisi'' olarak da kabul edilen soya fasulyesi, insan ve hayvan beslenmesi ile sanayide kullanım alanı bulan, içerdiği değerli besin ögeleri ile yeri doldurulamayan bir bitki olarak dikkati çekiyor

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:02 PM
Kalbin gerçek dostu balık!
Balık içerdiği koruyucu yağ asidi ile kalp hastalarının sofralarından eksik etmemesi gereken gıdaların başında geliyor. Balıkta herkes için yararlı B, A ve D vitaminlerinden bol miktarda var...


Vücudun koruyucuları
Vitaminleri doğal yolla almak en iyisi. Fakat ya yeterli olmuyorsa... İşte o zaman vitamin haplarından yararlanmakta fayda var


Bünyeye göre vitamin
Yanlış vitamin seçimi hastalıkların daha da kötüye gitmesine neden olabiliyor. Doktora danışarak vitamin almak en iyisi


Fazla C vitamini ALMAYIN!
Milyonlarca kişinin kullandığı C vitamini hapları, DNA'yı bozup kansere yol açabiliyor..


Şeker hastalarına E vitamini...
Amerikalı bilim adamları, yüksek dozda E vitamininin, şeker hastalığının tedavisinde "nemli rolü olduğunu saptadı


D vitamini etkisi...
ABD'li bilim adamları, D vitamininin multiple sclerosis MS (çok y"nlü skleroz) hastalarında pozitif etki yaptığını saptadı


Yaşınıza göre vitamin kullanın
Vitamin alımında yaşın "nemli olduğunu vurgulayan uzmanlar, orta ve ileri yaşlardaki kişilerin, gençlik yıllarında kullandıkları vitaminleri değiştirmeleri gerektiğini belirtiyorlar


Çoklu vitaminler katarakt riskini düşürüyor
Çoklu vitaminin kullanmanın, katarakt riskini azalttığı belirlendi


C vitamininin bir yararı daha...
Bilim adamları, C vitamini eksikliği ile bacak damarlarında meydana gelen iltihaplanma arasında ilişki olduğunu saptadı


A vitamini dozuna dikkat...
Aşırı dozda alınan A vitamini, karaciğer hastalıklarına ve kadınlarda düşüğe neden olabiliyor


Vitamin ilaçlarındaki tehlike...
Uzmanlar, vücutta depo edildiğinde karaciğer üzerinde toksit etkisi yapan vitamin haplarının hekime danışılmadan kullanımı halinde fayda yerine zarar verdiğini belirtiyor


Doğal vitamin deposu: "Sarımsak"
Uzun ve sağlıklı bir yaşam için bol vitamin, bol hareketi şart koşan uzmanlar genç kalmak için en çok sarımsak yenilmesini öneriyor. Hastalıklardan uzak sağlıklı bir yaşamın ve ilerleyen yaşa rağmen gençlik dolu enerjinin kaynağı, bol vitamin ve bol hareket. Stres, hava kirliliği, yağlı yiyece...


Tahılın vitamin gücünü ihmal etmeyin
Sadece insanların değil, yeryüzündeki tüm canlıların en önemli enerji kaynağı tahıl tohumları. Tahılları ya oldukları gibi tohum olarak, ya da işleyip, un, nişasta, yağ, kepek, şeker olarak tüketiyoruz. Dünyanın en çok tüketilen tahıllarından ikincisi olan pirinç, özellikle yoksul Asya ülkele...


Bir vitamin hazinesi: "Balık"
İçerdiği vitaminler, minerallerle sofraların kralı balığı ne yazık ki yeterince tüketmiyoruz. Her zaman söylenir: "Üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkeyiz, balığımız bol ve çeşitlidir" diye. Hatta çoğumuz "denizden babam çıksa yerim" diyecek kadar deniz ürünlerine düşkünlüğünü belirtir. Ancak...


Doğadaki müthiş evlilik: Meyve ve vitamin
İnsanoğlu binlerce yıldır meyve tüketiyor ve tadını çıkarıyor. Yüzde 80'i su olan meyveler, hepimizin bildiği gibi, bol miktarda vitamin ve mineral içeriyor. Aynı zamanda lifli oldukları için organizmayı temizleme ve toksinlerden arındırma yetisine de sahipler. Özellikle bağışıklık sisteminin g...


Fazla vitamin zararlı
Kendimizi biraz halsiz hissettiğimiz, yetersiz beslenip, çokça enerji sarfettiğimiz günlerde, hepimizin eli ecza dolabındaki vitamin haplarına uzanır. Peki ya bu küçük, renkli hapların bilinçsizce kullanıldığında birçok hastalığa yakalanma riskini arttırdığını tahmin edebilir miydiniz? ABD'de ...


E vitamini mucizesi
Amerikan bilim adamları, E vitaminin özellikle yaşlılar üzerindeki olumlu etkilerinin, sanıldığından daha fazla olduğunu ve bağışıklık sistemini "mucizevi" biçimde güçlendirdiğini ortaya çıkardı. Merkezi Boston'da bulunan Beslenme Araştırma Merkezi uzmanları, 65 yaşın üzerindeki kişilerin, E v...


Kurtarıcı sebze patates
Patates öyle bir sebze ki, insanın "ya olmasaydı" diye düşünesi bile gelmiyor. İster ana yemek, ister garnitür, ister salata; ne yapsanız yakışıyor. Dünyada patates kızartması yapılmayan yer var mı acaba? Güney Amerika kökenli bu sebze, Amerika'nın keşfinden sonra bütün dünyaya yayılmaya başlad...


Bir dilim karpuz deyip geçmeyin
Yaz diyince ilk akla gelen yiyecekler kavun - karpuz oluyor. Karpuz, peynir, ekmek üçlüsü neredeyse ana yemek olarak yaz günlerinin tercihi arasına giriyor. Karpuz çok su içerdiğinden yaz günlerinde serinletici bir meyve olarak da çıkıyor karşımıza. Karpuzun yüzde 95'i su. Böylece vücudu temi...


Proteinli beslenme
Et, balık, yumurta ve peynir ağırlıklı, günlük bin 200 kalorili beslenme şekli, kuvvetten düşürmeden zayıflamayı sağlıyor. Hücrelerin temel kurucularından olan proteinler, aynı zamanda insan vücudunun bütün fonksiyonlarının gelişmesi ve büyümesi için de gerekli. Proteinler, aminoasit denilen ...


C vitamini
C vitamini alındıktan en az iki saat sonra ince bağırsak tarafından emilir. Günlük tüketim miktarı 100 mg ile 150 mg arasında olduğunda vücut tarafından yüzde 75'i emilirken alınan miktar 1000 mg çıktığında sadece yüzde 50 kadarı emilebilinmektedir. C vitamini yüksek dozda tüketildiğinde B vit.

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:02 PM
Çiftler arasındaki sorun: 'Horlama'

İngiliz Horlama ve Uyku Bozuklukları Derneği'nin araştırması, horlamanın çiftlerin münakaşa etmesine ve boşanmasına yolaçtığını ortaya çıkardı.

Eşlerin yüzde 81'i, horlayanların eşlerinin horlama gürültüsü nedeniyle uykusuz kaldıklarını söyledi.

Her üç çiftten biri, horlama nedeniyle neredeyse hiç cinsel ilişkide bulunmadıklarını da belirtti.

İngiltere'de başlatılan Ulusal Horlamaya Son Haftası çerçevesinde yapılan araştırmanın sonuç raporunda çiftlerin yüzde 70'inin ayrı odalarda uyudukları da belirlendi.

Derneğin kurucularından Marianne Davey, "insanlar bize horlamanın durması halinde ilişkilerini daha iyi olacağını söyledi. Bu durum gerçekten cinsel birlikteliği de etkiliyor. Bu birikim yapıyor ve daha sonra yıkıcı sonuca yolaçıyor. Sonuçta ilişkiler sona eriyor" dedi.

Çiftlerin yarısından fazlası, eğer eşleri horlamasaydı, daha sık cinsel beraberlik olabileceğini de söyledi.

Horlama normal olarak, burun yerine ağızdan nefes almaktan kaynaklanıyor. Bu durumda hava gırtlağın arka bölümüne çarpıyor ve bu da titreşimlere yolaçıyor.

Horlama, aynı zamanda gırtlak kaslarının yorgun olduğu gecelerde havayollarının daralması veya tıkanması nedeniyle de meydana geliyor

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:03 PM
Romatizma bir rahatsızlık mıdır?
Romatizma tek bir hastalık değildir. 200'e yakın hastalık bu sınıfa girer. Eklem romatizmaları (osteoartrit, romatoid artrit), yumuşak doku romatizmaları (fibromiyalji, boyun ağrısı, bel ağrısı) ve kemik erimesi (osteoporoz) bunlar arasında en sık görülenleridir.

Kadınlarda daha sık mı görülür?
Romatizmal hastalıklar genel olarak kadınlarda daha sık görülmekte ve yaş ilerledikçe sıklığı artmaktadır. Bununla birlikte erkeklerde daha sık görülen (gut, ankilozan spondilit) ya da ön planda gençlerde görülen (örnek: sistemik lupus eritematozus) hastalıklar da vardır. Romatizmal hastalıklar çocukluk çağında da görülebilir.

Genetik midir?
Romatizmal hastalıkların önemli bir bölümünün kesin nedeni bilinmemektedir. Çoğunlukla bulaşıcı-mikrobik değildir. Kalıtsal özellikler (genetik yatkınlık) bazılarında önem taşır. Eklemlerdeki yükü artıran şişmanlık ya da damar yapısını bozan sigara kullanımı gibi dış etkenlerin engellenmesi romatizmalı hastalar için de yararlıdır.

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:03 PM
Kas sistemi dışında organlara zarar verir mi?
Bazı iltihaplı romatizmal hastalıklar kas-iskelet sistemi dışında deriyi (kızarıklık, döküntü), iç organları (akciğer, böbrek, beyin vb.) etkileyebilir.

Tedavi edilebilir mi?
Bütün sağlık sorunlarında olduğu gibi romatizmal hastalıklarda da en uygun tedavinin yapılabilmesi için ilk aşamada hastalığa doğru teşhisin konulması gereklidir. Romatizmal hastalıklara özellikle erken dönemde teşhis konulması güç olabilir ve hastanın bir süre konunun uzmanı tarafından tetkik edilmesi ve izlenmesi gerekebilir. Romatizmal hastalıkların belirtileri zaman içinde değişiklik gösterebilir.

Her hasta için tek tedavi yöntemi vardır?
Romatizmal hastalığı olan her hasta için kişisel bir tedavi planı yapılması gerekir. Başka bir hasta için yararlı olan ilaçlar ya da tedavi girişimleri sizin için uygun olmayabilir. Doktorunuz tarafından önerilmeyen tedavileri uygulamanız sizin için yararsız ve tehlikeli olabilir, uygun tedavinin yapılması gecikebilir.

Ne kadar zamanda tedavi edilebilir?
Romatizmal hastalıkların bir bölümünde hastalık çok uzun süre devam edebilir. Bu hastalıklara müzmin (kronik) hastalıklar denir. Bu durumda tedavininin de uzun süreceğini ve verilen ilaçların hekim kontrolünde sürekli alınması gerektiğini unutmayınız. Yapılan tedaviler hastalığı tamamen yok etmese dahi günlük yaşamınızın ağrısız ve rahat olmasını sağlamayı amaçlamaktadır.

Romatizma ilaçları tavsiye ile alınabilir mi?
Romatizmalı hastaların hastalıkları ve kullandıkları ilaçlar konusunda bilgi edinmeleri yaşamlarını olumlu yönde etkiler. Kullanılacak ilaçların olası yan etkilerinin bilinmesi yararlıdır.

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:03 PM
Kadında genital vaginal akıntı

Vajinal Mantar Enfeksiyonları


(Mikotik vajinit) Vajinal mantar enfeksiyonları ilk kez 1849 yılında gebe bir kadında tanımlanmıştır. Erişkin kadınların yaklaşık %75'i yaşamlarının herhangi bir döneminde en az bir kez mantar enfeksiyonu geçirirler

Çoğu kez gebelik, antibiyotik kullanımı gibi nedenlerle ortaya çıkan bu durum tedaviye kolay cevap verir. Ancak kronik vajinal mantar enfeksiyonu hem cinsel hem de psikolojik sorunlara yol açabilir. Vajinal mantar enfeksiyonlarına yol açan mikroorganizmalardan en sık görüleni Candida Albikans adı verilen bir maya hücresidir. Vakaların %67-95'inde bu mantar hücresi sorumlu olarak bulunduğundan, vajinal mantar enfeksiyonları genelde vajinal kandidiyazis şeklinde tanımlanır.

Candida Albikansın vajinada zaten normalde bulunan bir organizma mı olduğu yoksa belirti vermeyen kadınlarda saptandığında mutlaka tedavi edilmesi gereken bir patojen mi olduğu günümüzde dahi açıklığa kavuşturulamamış bir sorudur. Erkek semeninde üretilemediği için cinsel yolla bulaşan bir hastalık olarak kabul edilemez.Ancak yapılan araştırmalarda eşlerin benzer tipte mantar hücresi taşıdıkları saptandığı için pekçok hekim tedavide eş tedavisi de uygulamayı uygun görmektedir.

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:03 PM
Vajinal mantar enfeksiyonuna neden olan candida albikans hifleri

NASIL BULAŞIR
Vajinal mantar enfeksiyonunda üreyen mikroorganizmalar genellikle başkasından bulaşmaz. Kişinin zaten kendi vajinasında bulunan maya hücreleri çeşitli nedenler ile aktif hale gelip enfeksiyon yaratmaktadırlar. Dolayısı ile havuzdan vb. bulaşma söz konusu değildir. Çok nadiren cinsel ilişki ile bulaşabilir. Ancak bir kadında mantar enfeksiyonu olması mutlaka cinsel ilişki ile bulaştığı anlamına gelmez. Hayatında hiç cinsel ilişkide bulunmamış bakire kızlarda hatta küçük çocuklarda bile mantar enfeksiyonu olabilir.

RİSK FAKTÖRLERİ
Vajinada belirti vermeden bulunan kandidalar çeşitli faktörlerin etkisi ile aktif hale geçerler ve klasik belirtiler ortaya çıkar. Ancak önemli bir gerçek de vakaların %50'sinde bu tür bir faktör olmadan hastalığın ortaya çıktığıdır.Vajinal mantar enfeksiyonlarını tetikleyen faktörler şunlardır:

Antibiyotikler: Geniş spekrtumlu olarak tabir edilen güçlü antibiyotikler vajinanın normal pH dengesini bozarak mantar enfeksiyonu için uygun ortam hazırlarlar. Vajinitte en sık etkili olan antibiyotikler tetrasiklin ve penisilin grubu ilaçlardır.
Gebelik: Özellikle gbeliğin son 3 ayında hücresel bağışıklığın azalması ile kandida gelişimi kolaylaşır. Yine gebelikte vajinada glikojen adı verilen maddenin artışı da bu olayı hızlandır. Vajinada glikojenin artmasına ise kanda östrojen ve progesteron miktarının yükselmesi neden olur.
Şeker Hastalığı: Kan şeker düzeylerinin dengesiz seyrettiği kontrolsüz diabette idrar ve vajinal salgılarda şeker düzeyleri artar, bu da mantar için uygun bir ortam hazırlar.
İmmunosupresyon: Bağışıklık sisteminin baskılanması demektir. İlaçlar ya da sistemik hastalıklar sonucu hücresel bağışıklık sisteminin baskılanması kandidiazisi hızlandırır.
Doğum Kontrol hapları: Eski tipte yüksek doz oral kontraseptiflerin vajinal kandidiasiz için uygun zemin hazırladığı ileri sürülse de günümüzdeki düşük doz ilaçlar ile bu görüş geçerliliğini yitirmiştir.
Rahim içi araç (spiral): Etkisi tam olarak bilinmemektedir. Ancak kandidiazis için predispozan faktör olduğu ileri sürülmektedir.
Hormon kullanımı: Östrojen ve progesteron içeren ilaçların alımı kandidiazis görülme oranını arttırır.
Naylon giysiler: Özellikle kilolu kadınlarda giyilen naylon giysiler ve çamaşırlar bölgede sıcaklık ve nem artışına neden olurlar. Bu durum mantar hücreleri için altın değerinde bir fırsattır. Gelişen enfeksiyon tekrarlama ve kronikleşme eğilimindedir.
Lokal allerjenler: Renkli tuvalet kağıtları, parfümler, yüzme havuzundaki ilaçlar, tampon ve pedler alerjiye neden olabilirler. Alerjik zemin üzerinde ise daha sonra mantar enfeksiyonu gelişebilir.
Metabolik hastalıklar: Tiroid hormonu bozukluğu gibi hastalıklar kandidiazis için uygun zemin hazırlar
Şişmanlık
Kronik servisit
Radyasyon
BELİRTİLERİ
Vajinal mantar enfeksiyonunun en önemli ve en sık görülen belirtisi kaşıntıdır. Bu kaşıntı geceleri şiddetlenir ve sıcak etkisi ile artar.

Hastaların çoğunda dış genital organlarda yanma vardır. Özellikle idrar yaparken, idrarın değdiği bölgelerde şiddetli yanma hissi olur.

Bazı hastalarda cinsel ilişki esnasında ağrı olabilir.

Vajinal kandidiazisde akıntı her zaman olmaz. Eğer mevcut ise bu akıntı beyaz renkli ve içerisinde süt ya da peynir kesiği şeklinde tanımlanan ya da kireç benzeri olarak nitelendirilen parçacıklar bulunur.

Akıntıda kötü koku görülmez. Kokunun olması kandidiazise eşlik eden ikinci bir enfeksiyonun varlığını akla getirmelidir.

Vulva ve vajinada kızarıklık ve şişlik olabilir. Vajina duvarında mantar plakları bulunabilir.Bunların görülmesi kandidiazis için tipiktir. Kaşımaya bağlı olarak vulva derisinde soyulmalar ve küçük kanamalar olabilir.

TANI
Vajinal mantar enfeksiyonlarının tanısı güç değildir. Genelde muayene esnasında hastanın şikayetleri ve muayene bulgularının birarada değerlendirilmesi ilave bir laboratuvar tetkikine gerek kalmadan tanı koydurur. Vajinal kandidiazisde kültür almanın rolü yoktur. Bunun yerine alınan akıntı örneğinin potasyum hidroksil ile muamele edildikten sonra mikroskop altında incelenmesi ve tipik mantar psödohiflerinin görülmesi tanıyı kesinleştirir.

TEDAVİ
Vajinal mantar enfeksiyonlarının tedavisi hem çok kolay hem de zordur. Tedavi ile akut şikayetler büyük ölçüde giderilir. Ancak hastaların %5-25'inde hastalık daha sonra tekrarlar. 1 yıl içinde en az 4 defa kandidazis atağı geçirilir ise bu durumda tekrarlayan enfeksiyonladan söz edilmektedir. Bu yeniden atakların nedeni mantar mayalarının vajinadaki sağlam dokuların içine girerek derinlere kadar ilerlemesi ve burada sessiz kalmaları ve ilaçlardan da etkilenmemesi olarak açıklanmaktadır.

Vajina hücreleri sürekli bir yenilenme içinde bulunduğundan üstteki hücreler dökülüp alttaki hücreler yüzeye çıktıkça bu mayalarda yüzeye yaklaşmakta ve uygun ortam bulduğunda yeniden enfeksiyona neden olmaktadır. Bu duruma invazif kandidiyazis adı verilir. İnvazif kandidiazisin önlenmesinde predispozan faktörlerin ortadan kaldırılması şarttır.

Tedavide hem sistemik hem de lokal ilaçların kullanılması gereklidir. Lokal ilaçlar hem vajinal ovül (fitil) hem de krem şeklinde olabilir. Tekrarlayan enfeksiyonlarda ise bazı yazarlar eş tedavisi gerektiğini düşünmektedirler. Kronik bir enfeksiyon yoksa eş tedavisi gerekli değildir.

Ağızdan alınan sistemik tedavide tek günlükten 1 haftalığa kadar tedavi protokolleri ve ilaçlar mevcuttur. Aynı durum vajinal ovüller için de geçerlidir.

Tedavi esnasında naylon giysiler giyilmemesi, çamaşırların pamuklu olması, kaynatarak yıkanması ve buharlı ütü ile ütülenmesi, dar giysilerden kaçınılması, vajinanın su ile yıkanmaması bunun yerine nötr pH derecelerine sahip ve bu amaçla üretilmiş sıvı sabunların kullanılması tedaviyi kolaylaştırır.

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:03 PM
Klamidya enfeksiyonları

Sessiz ve sinsi bir salgın

Klamidya enfeksiyonu chlamydia trachomatis adı verilen bir bakterinin sorumlu olduğu bir hastalıktır ve özellikle gelişmiş ülkelerde cinsel yolla bulaşabilen hastalıkların en sık görülenidir.

A.B.D.'de her yıl 4 milyon yeni klamidya vakası görülmektedir ve maalesef bu kadınların %40'ından fazlası hasta olduğunun farkında değildir. Çoğu zaman enfeksiyon herhangi bir belirti vermez ve başka bir nedenden dolayı doktor kontrolüne gidene kadar fark edilmez. Problemin erken dönemde fark edilebilmesi için yılda bir ya da tercihan 6 ayda bir doktor kontrolü ve tarama testlerinin yapılması şarttır. Bu özellikle genç kadınlarda ve birden fazla partneri olan 35 yaş üstü kadınlarda önemlidir.

Belirtileri
Genelde belirti vermemesine rağmen bazı kadınlarda hafif sarımsı akıntı, idrar yaparken yanma, sık idrara çıkma, vajinal bölgede yanma ve kaşınma, kızarıklık, şişlik, dış genital organlarda yaralar, ilişki esnasında ağrı ve anormal kanama gibi kalmidya enfeksiyonuna özgü olmayan nonspesifik tabir edilen belirtiler olur. Erkeklerde ise en sık bulgu penisden olan akıntı ve idrar yaparken olan yanmadır.

Tanı
Tanı hastanın öyküsü ve muayene esnasında alınan servikal doku örneğinin laboratuvarda incelenmesi ile konur. Bu masraflı bir teknik olmasına ve heryerde yapılamamasına rağmen en etkili teşhis yöntemidir.

Klamidyayı saptayacak ve tarama testi olarak kullanılabilecek idrar analiz teknikleri geliştirmek amacı ile çalışmalar sürdürülmektedir. Klamidya saptandığında kişinin son 1 hafta içinde ilişkide bulunduğu bireyler de taranmalıdır.

Tedavi edilmediği taktirde klamidya enfeksiyonununen ciddi sonucu infertilitedir.

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:04 PM
Önlem
Klamidya enfeksiyonundan korunmanın en etkili yolu diğer bütün cinsel yolla bulaşan hastalıklarda olduğu gibi (uzun süreli tek eşli bir ilişki yok ise) kondom kullanmaktır. Bunun dışında yıkanırken akan suyla yıkanmak yani duş yapmak, vajina içini su ile yıkamamak, sentetik iç çamaşır yerine pamuklu olanları tercih etmek, çok dar pantolon giymemek gibi basit kurallara dikkat etmek tüm vajinal enfeksiyonlardan korunmada olduğu gibi klamidyadan da korunmada etkilidir. En az yılda bir herhangi bir yakınma olmasa bile kontrole gitmek de genel sağlık açısından önemlidir.

Tedavi
Klamidyanın tedavisi antibiyotikler ile olur.Yapılan araştırmalar sonucu Amerikan Hastalık Kontrol ve Öneme Dairesi klamidya enfeksiyonları için standart protokoller önermiştir. Bu tedaviler ile klamidya herhangi bir zarar yaratmadan tedavi edilebilir. Klamidya ile gonore (bel soğuklu) genelde birarada bulunduğundan bu hastalıklardan bir teşhis edildiğinde diğerine yönelik tetkik ve tedaviler de mutlaka yapılmalıdır.

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:04 PM
Vajinal Trikomoniazis



Kadınlardaki patolojik vajinal akıntıların en önemli sebeplerinden birisi de trikomoniazis adı verilen hastalıktır. Bu hastalığın etkeni olan "Trikomonas vajinalis" mikroskopik bir canlı olup bakteri ya da virüs değildir. İlk kez 1836 yılında tanımlanan organizma ovoid şekilde bir protozoon'dur.

Tirkomoniazis dolayısı ile paraziter bir enfeksiyon olarak nitelendirilir. Bu nedenle genel kanının aksine antibiyotiklerin tedavide yeri yoktur.

Trikomonas cinsel ilişki ile bulaşabilen hastalıklar grubuna girmektedir. Herhangi bir yakınması olmayan asemptomatik hastalarda %5-15 oranında vajinada T.vajinalis bulunur. Enfekte hastaların %37'sinde trikomonas ile birlikte gonore'de bulunur. Hasta kadınların ise yaklaşık yarısının eşinde hastalık etkeni izole edilebilir. Kadınların %25'i hayatlarının herhangi bir döneminde bu enfeksiyona yakalanırlar.

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:05 PM
Trikomonas vajinalis

Trikomonas sadece cinsel temas ile geçmez. Örneğin tuvalet klozetlerinde 45 saat kadar canlı kalabildiği gösterilmiştir. Benzer şekilde ıslak çamaşırda 24, semende ise 6 saat canlılığını korur. Gebeliğinde enfekte olan annelerden doğan bebeklerden %5'i doğum esnasında paraziti kapar fakat bir süre sonra yenidoğanda östrojen bulunmadığı için kendiliğinden enfekte olmadan geçer.

T.vajinalis enfeksiyonu çoğu kez anaerob adı verilen ve oksijensiz ortamda üreyebilen bakterilerle birlikte bulunur. Bu durum vajinanın pH değerini değiştirerek trikomonas için ugun zemini hazırlar.

Belirtiler
Trikomonas enfeksiyonu %80 oranda belirti vermez.Belirti varlığında hemen hemen bütün vajinal enfeksiyonlarda olduğu gibi en sık görülen bulgu akıntıdır. Tipik akıntı sarı-yeşil renkli, köpüklü bir tiptedir.Ancak hastaların bir kısmında akıntı farklı şekillerde olabilir.%10 vakada ise bu akıntıya kötü bir koku eşlik eder. Nadiren kaşıntı ve idrar yaparken yanma olabilir. Vulvada şişlik ve kızarıklık olabilir. Muayenede ise rahim ağzında çilek görünümü olarak adlandırılan küçük kanama odaklarının olması trikomonas için tanısal değer taşır. Cinsel ilişki sonrasında vajinal kanama görülebilir. Bazı durumlarda ise enfeksiyon aktif halde değildir. Kişi sadece taşıyıcıdır.

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:07 PM
Trikomonas enfeksiyonunda görülen vajinal akıntı

Tanı
Trikomonas teşhisi, jinekolojik muayene ve alınan akıntı örneğinin direk mikroskop altında incelenmesi ile konur. Mikroskop altında hareketli trikomonasların görülmesi tanı için gereklidir. Ayrıca bazen başka bir nedenle alınan servikal smearda da da trikomonaslar saptanabilir.


Trikomonas enfeksiyonunda
servikste çilek görüntüsü

Tedavi
Tedavide hem sistemik ilaçlar hem de lokal ovüller kullanılır. Trikomonasda eş tedavisinin de yapılması iyileşme oranlarını arttırır. Tedavi süresince kondom kullanılması oldukça faydalı olur.


Mycoplasma ve ureaplasma enfeksiyonları


Mycoplasma ve ureoplasma doğada yaşayan bilinen en küçük tekhücrelilerdir. Diğer mikroorganizmalardan farklı olarak bir hücre duvarı içermezler. Bu özellikleri nedeniyle etkileri genellikle hücre duvarı üzerinde olan pek çok antibiyotiğe karşı dirençlidirler. Yine aynı özellik nedeni ile mikrobiyolojik incelemelerde kullanılan gram boyması gibi bazı laboratuvar incelemeleri bu mikroorganizmalar üzerinde uygulanamaz.

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:07 PM
Gebelikte ise plasenta ve amniyon zarında enfeksiyona neden olarak erken doğumlara yol açabilirler.

Daha nadir olarak yenidoğan bebekte doğumsal zaatürre, bakteremi ve hatta ölüme yol açabilecekleri bilinmektedir. Ancak bu çok çok nadir karşılaşılan bir durumdur.

Yine çok nadir olarak uzak bölgelerde eklemlerde ve solunum sisteminde iltihaba yol açabilirler. Ancak bu hastalıklar için risk grubunu bağışıklık sisteminde sorun olan kişiler oluşturmaktadır.

Mycoplasmaların sezaryen sonrası yara yeri enfesiyonuna da neden olabildiği bilinmektedir.

Genel olarak mycoplasma ve ureaplasmalar şu hastalıklara neden olabilirler.

Urethrit: Ürethra enfeksiyonu. İdrar yollarında mesane ile vücut dışı arasındaki bağlantıyı sağlayan yol. Erkekte penis içinde yer alırken kadında direk vajinanın üst kısmına açılır. İdrar buradan dışarıya atılır.
Pyelonefrit: Böbrek iltihabı
Pelvik iltihabi hastalık
Endometrit: Rahşm içindeki endometrium dokusunun iltihabı
Koriyoamniyonit: Gebelikte rahim içinde görülen iltihap
Cerrahi yara enfekyionları
Eklem iltihapları
Yenidoğanda zaatürre ve menenjit
Burada unutulmaması gereken çok önemli bir nokta yukarıdaki tüm durumların ortaya çıkmasında mycoplasmaların çok çok düşük bir olasılıkla ana neden olduğudur. Bu hastalıkların altında yatan neden çoğu zaman başka bir organizmadır.

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:08 PM
Mycoplasma ve ureaplasmaların kısırlığa neden olup olmadıkları konusu tartışmalıdır. Direk olarak neden olmasalar bile örneğin pelvik iltihabi hastalık sonrası sekel olarak kısırlık ortaya çıkabilir.

Öte yandan erkeklerde sperm sayı ve hareketini bozarak çocuk sahibi olmayı güçleştirebilir. Düşük ve erken doğumlara neden olabilmesi nedeni ile tekrarlayan düşüklerin altında yatan nedenlerden birisi de mycoplasma enfeksiyonları olabilir.

Tanı
Mycoplasma ve ureaplasma enfeksiyonlarının tanısı şüphelenilen durumlarda alınan kültür ile konur.

Vajinal akıntısı, infertilite ya da tekrarlayan gebelik kayıpları, kronik pelvik ağrısı olan kadınlarda bu mikroorganizmalara yönelik kültürlerin de yapılması önerilir.

Tedavi
Mycoplasma ve ureaplasma enfeksiyonlarının tedavisi tıbbidir. Ancak penisilin ya da sefalosporinler gibi sıkça kullanılan antibiyotikler bu mikroorganizmalar üerinde etkili değildir. Çünkü adı geçen antibiyotikler bakterilerin duvar yapısını bozarak etki gösterirler. Oysa mycoplasmalarda hücre duvarı yoktur.

Tervcih edilecek antibiyotiğe kültür sonucuna göre karar verilir. Kültürle birlikte yapılan antibiyogram testinde mikroorganizmanın hangi antibiyotiğe duyarlı hangisine dirençli olduğu araştırılır.

Ondört günlük tedaviyi takiben yeniden kültür alınarak enfeksiyonun geçip geçmediği kontrol edilmelidir. Devam eden ısrarcı enfeksiyon varlığında ikinci bir kür uygulanması gerekli olabilir.

Hastaların %90'ında tek kür tedavi yeterli olmaktadır.

"Bu yazı Dr. Alper Mumcu'dan (www.mumcu.com (http://www.mumcu.com/)) alınmıştır"

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:09 PM
Kombine Doğum Kontrol Hapları
Çok güvenilir bir doğum kontrol yöntemidir. Östrojen ve progesteron hormonları birlikte bulunur. Ostrojen, yumutlamayı (ovulosyonu) baskılar ve döllenmiş yumurtanın gelişmesini engeller. Progesteron rahim ağzı sıvısının azaltıp kıvamının artmasına neden olarak spermlerin geçişini engeller. Etkinliği%99,9’dur. En etkili yöntemdir. Her gün hormon içeren haplardan bir tane alınır. Kullanımı kolaydır. Yumurtalık ve rahim kanseri riskini azaltır, iyi huylu meme hastalıklarını azaltır. Kemik erimesi riskini azaltır. Hap kullanmaya son verdikten sonra doğurganlık yeteneği tekrar devam eder. Kullanmaya başlamadan önce gebelik testi ile gebelik olup olmadığı saptanmalıdır. Meme kanseri, kan pıhtılaşması olanlarda, kalp hastalarında, karaciğer hastalarında kullanılmamalıdır. 6 aylıktan küçük bebek emzirenlerde, sigara içenler, şeker hastalığı, yüksek tansiyon, migren, depresyon tanısı olanlarda ise kontrol altında kullanılmalıdır.

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:09 PM
Enjete Edilen Doğum Kontrol İlaçları
Pregesteron içeren ilaçlardır. Ovülasyonu (yumurtlama) engeller. Ayrıca, spermin rahime girmesini engelleyen kalın bir servikal mukus da oluştururlar. 3 ayda bir kullanılırlar. Geçici kontrosptit yöntemlerinin en etkililerinden biridir. Adet düzensizlikleri yapabilir. Yumurtalık kanserine karşı da koruyucudur. Ciddi bir tıbbi sorunla karşılaşılmadıkça süresiz kullanılabilir. Hamile olan, karaciğer hastalığı, damarlarında pıtılaşma, meme kanseri, nedeni bilinmeyen kanamalarda kullanılmamalıdır.

RoStWell
09-22-2006, 12:10 PM
eline saglık çok güzel bi konu hazırlamıssın

17inci sayfaya kadar okudum sonra bıraktım biraz yorucu oldu.....

bu güzel çalışmalarının devemını dilerim.

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:10 PM
Adet kanaması yaklaşırken kadınların %75'inde değişen hormon düzeylerine bağlı olarak bazı şikayetler ortaya çıkar.Bu kadınların yarısında yakınmalar hafiftir ve kişinin günlük yaşantısını etkilemez. Diğer yarısında ise depresyon da dahil olmak üzere çok daha ciddi şikayetler ortaya çıkar. Premenstrüel şikayetler fizyolojik ya da psikolojik olabilir ve kültürel farklılıklardan etkilenebilir. PMS hem fizyolojik hem de psikolojik olayların bileşkesidir. Çalışmalar değişik kültürlerden gelen kadınlarda farklı şikayetlerin ortaya çıktığını göstermektedir. Uzakdoğulu kadınlarda en sık rastlanılan şikayet ağrı iken gelişmiş batı toplumlarında depresyon en sık karşılaşılan bulgudur. Kişinin sosyal yaşamını olumsuz etkileyen ve her ay görülen yakınmalar kadının kendine olan güvenini yitirmesine dahi neden olabilir.
Fiziksel belirtiler
PMS bulguları veren kadınların hemen hemen hepsinde memelerde hassasiyet ve hafif geçici kilo artışı saptanır.Diğer belirtiler ise sindirim sitemi bozuklukları, başağrısı, döküntüler, kas ve eklem ağrıları, halsizlik, diş eti kanamaları, çarpıntı, denge bozuklukları, sıcak basmaları, ses ve kokulara aşırı hassasiyet, ajitasyon, uykusuzluk olarak sayılabilir. Adet kanamasının ağrılı ya da fazla olması yani dismenore PMS olarak değerlendirilmez.
Duygusal belirtiler
Duygusal hipersensitivite PMS de çok sık görülür. depresyondan endişeye ve aşırı sinirliliğe kadar pekçok değişik duygu durumu olabilir. Bazı kadınlarda hafif hafıza kaybı görülebilir. Konsantrasyon bozukluğu PMS'de nadir olmayan bir durumdur. Bazı kadınlarda görülen depresyon hali, huzursuzluk ve gerginlik tablosuna premenstrüel disforik bozukluk (PMDD) adı verilir.

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:11 PM
Nedenleri
PMS nedenlrini bulmaya yönelik çalışmalar bu tablonun altında yatan faktörleri tam olarak ortaya koyamamıştır.Ancak bazı teoriler mevcuttur. Ovülasyonu baskılayan bazı hormonların verilmesi halinde PMS belirtilerinde gerileme olmaktadır. Buna göre üreme hormonları PMS'ye neden olabilir, ancak bu rolün ne olduğu açıklanamamıştır. PMS'nin bu hormonlar ile sinirlerde iletimi sağlayan bazı maddelerin ortak hareket etmesi sonucu ortaya çıktığı yönünde güçlü bulgular vardır. En çok suçlanan maddeler GABA ve serotonin adı verilenlerdir. Bazı araştırmacılar ise kalsiyumve magnezyum dengesindeki bozukluğun PMS tablosuna yol açtığına inanmaktadırlar. Bu iki mineralin vücuttaki dağılımı sinir hücreleri arasındaki iletişimi etkileyerek tabloya neden olabilir. Bu araştırmacılar PMS'li kadınlarda magneyum eksikliği ya da kalsiyum fazlalığının şikayetleri yarattığını öne sürmektedirler. PMS etiyolojisinde öne sürülen bir diğer neden de stress hormonlarıdır.Bu hormonların fazlalığı şiakyetlerin daha yoğun yaşanmasına neden olabilir. PMS etiyolojisinde vücutta salgılanan hemen hemen tüm hormon ve maddeler suçlanmaktadır. Ancak kanıtlanmış bir neden bulunamamıştır.

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:11 PM
Tedavi
PMS nedeni tam olarak bilinmediği için tedavisi de kesin değildir. Bu konuda çok değişik tedavi yaklaşımları mevcuttur.
Diet: Azar azar ve sık sık yemek yemenin şikayetleri azalttığı yönünde raporlar vardır.Adet öncesi dönemde taze meyve ve sebze tüketilmesi, kırmızı et ve donmuş yağlardan uzak durulması, içinde katkımaddesiiçeren besinlerin tüketilmemesi bazen yararlı olabilmektedir. Aynı şekilde kafein ve alkol tüketiminin azaltılması da faydalı olabilmektedir.
Egzersiz: yapılan bir çalışmada egzersiz yapmayan kadınlarda PMS'ye daha sık rastlandığı bulunmuştur. Hergün yapılan 30 dakikalık bir yürüyüş yararlı olabilir.
Kalsiyum ve Magnezyum: Günlük 1200 mg kalsiyum alımının 3 ay sonunda şikayetleri yarı yarıya azalttığını bildiren bir çalışma vardır. Bazı kadınlarda ise magnezyum desteğinden fayda sağlanmışıtr.Ancak bu konuda kesin bulgular henüz yoktur.
Vitaminler: A, E ve B6 vitaminlerinin PMS'ye neden olduğu ileri sürülmüş olsa da kesin olarak kanıtlanmış bir bulgu yoktur.
Diğer tedavi seçenekleri arasında seratonin metabolizması ile ilgili ilaçlar, hormon ilaçları, antidepresan ve anksiyete gibi psikiyatrik ilaçlar, idrar söktürücüler, erkeklik hormonları sayılabilir ancak bunlardan hiçbirinin kesinleşmiş faydası yoktur.
Diğer nadir tedavi yaklaşımları arasında ise psikoterapi ve akupunktur bulunur.
"Bu yazı Dr. Alper Mumcu'dan (www.mumcu.com (http://www.mumcu.com/)) alınmıştır"

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:11 PM
Gebelik ve Egzersiz


Kadının yaşamında en çok stres yaratan durumların başında gebelik gelir. Gebelik hem psikolojik hem de fiziksel olarak kadında çok büyük değişikliklere neden olur. Bu 280 günlük dönemde yapılacak egzersizler hem genel sağlık açısından hem de doğuma hazırlık açısından oldukça önemlidir.Gebelikte egzersize başlamak için genelde yapılanın aksine son 3 ayı beklemek gereksizdir. Aslında ideali gebelik planlandığında egzersizlere de başlamaktır. Bu sayede kişi kendini daha rahat hisseder ve gebelik fikrine daha kolay hazırlanabilir. Gebelik esnasında yapılan düzenli egzersiz kişinin duruş bozukluklarının giderilmesine yardımcı olur, eylem ve doğum esnasında görev yapan kas gruplarını güçlendirir, gebeliğe bağlı bazı rahatsızlıkları giderir ve halsizlik, yorgunluk şikayetlerini azaltır.

Gebelik esnasında 3 kas grubunun çalıştırılması önemlidir. Bunlar sırt, karın ve kasık kaslarıdır.

Karın kaslarının kuvvetlendirilmesi artan ağırlığın daha kolay taşınmasına yardımcı olur
Pelvis kaslarının güçlenmesi doğum esnasında vajinanın daha kolay esnemesi ve dolayısı ile ileriki dönemde rahim sarkması, idrar tutamama gibi problemlerin daha az görülmesine yardımcı olur.
Sırt kaslarının güçlendirilmesi bel ağrılarını azaltır ve duruş bozukluğu olmasını engeller.
Gebelikte ne tür egzersizler yapılabilir?
Geçmiş dönemlerde gebe kadınların kendilerini çok fazla yormamaları ve mümkün olduğunca istirahat etmeleri düşüncesi hakimdi. Oysa egzersiz ile istirahat birbirini tamamlayan etmenlerdir ve egzersiz yorgunluk sebebi değildir. Gebe bir kadının yapabileceği egzersizler kişinin gebelik öncesi genel sağlık durumuna ve aktivitesine bağlıdır. Gebelikte bazı sprolar şu şekildedir.

Yürüyüş: Gebelik öncesi spor yapmayanlarda yürüyüş iyi bir başlangıç şeklidir.
Koşu: Gebelik süresince her an koşu yapılabilir. Çok fazla terlememek ve yeterli miktarda sıvı almak önemlidir. Koşu esnasında çok fazla yorulmamak gerekir.
Yüzme: Gebelik esnasında yapılabilecek en güzel spordur. Yüzme esnasında suyun kaldırma gücü sayesinde denge mükemmel bir şekilde sağlanır ve vücuttaki pekçok kas grubu çalıştırılmış olur.
Dalış: Gebelikte önerilmez
Tenis: Gebelik öncesi aktif şekilde tenis oynayanlar gebeliği tehdit eden herhangi bir anormal durum olmadıkça bu spora devam edebilirler. Gebelik ilerledikçe denge sağlamak güçleşeceğinden son dönemlerde pek önerilmez.
Kayak: Yüksek süratlerde düşme tehlikesi bulunduğundan gebelik esnasında gerek su kayağı gerekse kar kayağı önerilemez. Ayrıca büyük oranda dengeye bağlı sporlar olduğundan gebeliğin ileri dönemlerinde sakıncalıdır.
Dağcılık, trekking: Yüksek yerlerde oksijen konsatrasyonu azaldığından erken doğuma neden olabilir. Düşme tehlikesi yüksektir. Bu nedenle önerilmez.

Öneriler
Terleme ve soğuma son derece önemlidir. Egzersize yavaş yavaş başlamalı ve aynı şekilde birden bırakmak yerine yavaş yavaş sonlandırılmalıdır. Asıl önemli olan düzenli olarak egzersiz yapmaktır. Uzun bir süre spora ara vermek sadece yorgunluk yaratır ne gebelik ne de genel sağlık durumu açısından önem arz etmez. Spor esnasında vücüdu çok fazla zorlamamak gerekir.

Gerek egzersizden önce gerekse sonra bol miktarda sıvı almak gereklidir. Bu vücudun su açığı yaşamasına engel olur.

Ağrı
Kanama
Baygınlık hissi
Düzensiz kalp atımları
Kasık ağrısı
Yürümede güçlük
Düşme
Göz kararması
gibi durumların varlığında hemen spora son verilmeli ve hekim ile temasa geçilmelidir.

Kaynak:
Bu yazı Dr. Alper Mumcu'dan (www.mumcu.com (http://www.mumcu.com/)) alınmıştır

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:11 PM
Gebelikte Sitomegalovirus CMV enfeksiyonları


Sitomegalovirüs (Cytomegalovirus, CMV) herpes ailesinden bir virüstür. Bu aileye dahil olan diğer virüsler uçuğa neden olan herpes simplleks virüsü ile su çiçeğine neden olan virüstür.

Tüm coğrafi bölgelerde bulunan bu virüsün neden olduğu enfeksiyon en sık karşılaşılan enfeksiyonlardan birisidir. Amerika Birleşik Devletlerinden her 100 kişiden 50 ile 85'inin 40 yaşına gelinceye kadar bu virüsle temas edip enfekte olduğu tahmin edilmektedir.

CMV aynı zamanda anneden karnındaki bebeğe bulaşan enfeksiyonlar arasında da en sık karşılaşılanlardan birisidir. Amerika Birleşik Devletlerinde doğan her 100 bebekten 1'inde CMV enfeksiyonu görüldüğü ve CMV'nin en sık karşılaşılan konjenital enfeksiyon olduğu kabul edilmektedir.

Gelişmekte olan ülkelerde ve düşük sosyoekonomik düzeye sahip toplumlarda daha sık görülür.

CMV enfeksiyonları primer (ilk kez geçirilen) ya da rekürren (tekrarlayan) enfeksiyonlar şeklinde görülebilir.

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:11 PM
Kişi enfeksiyona yakalanıp akut dönemi atlattıktan sonra tüm herpes grubunda olduğu gibi virüs vücutta herhangi bir bölgede yerleşir ve yıllarca sessiz kalır. Buna karşılık hastalığın tekrarlaması son derece nadirdir ve genellikle ilaç kullanımı ya da sistemik hastalık nedeni ile (AIDS gibi) bağışıklık sisteminin ileri derecede baskılandığı durumlarda yeniden aktive olur. İnsanların büyük kısmında sorun yaratmadığı için CMV enfeksiyonları önemli hastalıklar grubuna dahil edilmez.

Öte yandan hastalığın ciddi etkiler ortaya koyabileceği bazı risk grupları vardır. Bunlar:

Annesinde aktif enfeksiyon olan doğmamış bebekler
Çocukların yoğun olarak bulunduğu kreş, okul gibi yerlerde çalışan kadınlar
Organ nakil hastaları ya da AIDS hastaları gibi bağışıklık sisteminin ileri derecede baskılandığı kişiler
Bulaşma yolları
CMV enfeksiyonları çocuklar da dahil olmak üzere her yaştan kişiyi etkileyebilir. Genelde çocuklardan yetişkinlere bulaşan bu virüs idrar, tükrük, gözyaşı, semen ve süt gibi vücut sıvılarında da bulunduğundan direkt temas yolu ile yayılır. Semende ve vajinal sıvılarda da bulunduğundan cinsel ilişki ile de bulaşması olasıdır. Çok nadiren kan nakli sırasında da bulaşma gerçekleşebilir. Önemli bulaşma yollarından biri de hamile bir kadından karnındaki bebeğe bulaşmasıdır.

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:12 PM
Enfeksiyon geçirildikten sonra bağışıklık cevabı oluşur ancak bu cevap tam bir cevap değildir ve suçiçeği, kabakulak gibi diğer pek virüs enfeksiyonundan farklı olarak birkez enfeksiyonu geçirmek yeniden geçirilmeyeceği garantisini vermez. Ancak burada farklı olarak aynı virüsle yeniden karşılaşıldığında yeni bir enfeksiyon olmaz. Kişide var olan ve sessiz (latent) bekleyen enfeksiyon aktif hale gelebilir.

Bulaşmada temel yol vücut sıvıları ile direkt temastır. Bu temas ile alınan virus ağız ya da burun mukozasına girer ise hastalık bulaşır. Bu nedenle enfekte olduğundan şüphe edilen kişilerin vücut sıvıları ile temas ettikten sonra elleri yıkamak bulaşmayı büyük ölçüde önler. Örneğin bir çocuğun alt bezini değiştirdikten sonra elleri iyice yıkamak çok etkili bir korunma yöntemidir.

Belirtileri
CMV enfeksiyonları genelde herhangi özgün bir belirti vermeden geçirilir. Çoğu zaman kişi herhangi bir enfeksiyon geçirdiğini anlamaz. En sık karşılaşılan yakınmalar üst solunum yolu enfeksiyonlarına benzer. Boğaz ağrısı, hafif ateş, yaygın kas ve eklem ağrısı ile halsizliktir. AIDS gibi bağışıklık sistemi baskılanmış kişilerde ise görme bozukluğu gibi ciddi etkiler ortaya çıkabilir.

Tanı
CMV tanısı kanda yapılan serolojik testler ile konur. Kanda CMV'ye karşı oluşmuş antikorların varlığı aranır. Akut aktif enfeksiyonu düşündüren antikorların varlığında ise seri incelemeler yapılarak artış olup olmadığı incelenir. Kanda immmunglobulin G (IgG) varlığı ise daha önceden virüs ile karşılaşıldığı ve bağışıklık oluştuğu anlamına gelir. Ancak bu değerlerdeki 4 katlık artış da enfeksiyon tanısı koydurur.

Gebelikte primer CMV enfeksiyonu
Anne adayında primer CMV enfeksiyonunun görülme olasılığı %0.4-0.7 arasındadır. Anneden bebeğe geçiş ise değişik çalışmalarda %24-75 arasında olup ortalama %40 olarak kabul edilmektedir. Hamilelik sırasında enfekte olan fetuslarda konjenital CMV enfeksiyonu varlığından söz edilir.

Enfekte olan %40 bebeğin sadece %10'unda konjenital CMV enfeksiyonuna bağlı belirtiler ortaya çıkar. Bir başka deyişle hamilelikleri sırasında primer CMV enfeksiyonu geçiren her 100 anne adayından sadece 4'ünün bebeğinde problem görülürken 36'sında doğum anında sorun yaşanmaz. .

Etkilenmiş yenidoğanda genel bir enfeksiyon vardır. En sık etkilenen organlar beyin, gözler, karaciğer, dalak, kan ve deridir. Beyinde kalsifikasyonlar, kafanın normalden küçük olması (mikrosefali), karaciğer ve dalakta büyüme sık karşılaşılan bulgulardır. Bu bebekler destekleyici tedavilerle yaşamlarını sürdürürler ancak %80-90'ında yaşamlarının ilk yılları içinde uzun dönem etkiler ortaya çıkar.

Uzun dönem etkileri arasında ise işitme kaybı, zeka geriliği, gelişme geriliği ve görme bozuklukları sayılabilir.

Doğum sırasında bulguların görülmediği %90 bebeğin (yukarıdaki örnekteki 36 bebek) ise %10-15'inde uzun dönem etkiler ortaya çıkabilir.

Gebelikte tekrarlayan enfeksiyon
Gebelikte tekrarlayan CMV enfeksiyonu görülme olasılığı primer enfeksiyon görülme olasılığından çok daha fazladır ve %1-14 arasında karşılaşılır. Buna karşılık rekürren enfeksiyonların bebekte konjenital enfeksiyona yol açma riski çok daha düşük olup %0.2-2 arasında değişmektedir. Buna paralel olarak konjenital CMV enfeksiyonu olan bebeklerin de sedece %1'inde bulgular ortaya çıkar. Ancak primer enfeksiyonda da söz konusu olan %10-15'lik uzun dönem etki riski tekrarlayan enfeksiyonlarda da mevcuttur.

Anne adayından bebeğe CMV bulaşma riski konusunda gebelik yaşının herhangi bir belirleyici değeri yoktur. Ancak 20. haftadan önce olan bulaşmalarda problem ortaya çıkma riski daha yüksektir.

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:12 PM
Hamilelikte CMV'nin tedavisi var mıdır?
Ne yazık ki pekçok viral enfeksiyonda olduğu gibi hamilelik sırasında ya da diğer zamanlarda ortaya çıkan CMV enfeksiyonlarında da etkili bir tedavi seçeneği yoktur. Bazı antiviral ajanlar denenmekle birlikte bu ajanların etkinliği halen tartışmalıdır.

Korunma yolları
Tüm enfeksiyonlarda olduğu gibi CMV enfeksiyonlarından korunmanın da en etkili yolu uygun kişisel hijyendir. Bebeğin alt bezinin değiştirilmesi gibi herhangi bir vücut sıvısı ile temas edildiğinde eller mutlaka sabun ile yıkanmadan önce ağıza götürülmemelidir. Bu en etkili korunma yöntemidir.

Özetlemek gerekirse CMV enfeksiyonları çok sık karşılaşılan enfeksiyonlar olmakla birlikte hamilelikte son derece nadir görüldüklerinden ciddi bir risk yaratmazlar. Bununla birlikte virüsle ilk kez hamilelikleri sırasında karşılaşan kadınların bebeklerinde düşük de olsa potansiyel risk mevcuttur. Daha önceden enfeksiyonu geçirmiş olan kadınlarda ise enfeksiyonun yeniden aktive olması durumunda bu risk ihmal edilecek kadar azalmaktadır. .

Gebelikten önce ya da gebelik sırasında anne adayında yapılacak olan CMV'ye yönelik antikor taramasının gerekli olup olmadığı tartışmalıdır. Ancak kişisel görüşüm bu testin yapılması yönündedir. Test yapılıp anne adayının daha önceden bu enfeksiyonu geçirdiği saptandığında, hamilelik sırasında yeniden enfeksiyon ortaya çıkması durumunda bunun tekrarlayan enfeksiyon olduğu anlaşılacağından bebeğin zarar görme olasılığının son derece düşük olduğu kararına ancak bu şekilde varılabilir.

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:12 PM
Kürtaj

Kadın olsun, erkek olsun kürtaj kelimesini duymayan yok gibidir. Buna karşın yine pekçok kişi kürtajın sadece bebek aldırmak olduğunu düşünür. Oysa kürtaj en çok istenmeyen ya da zorunluluk durumunda gebeliğin sonlandırılması için uygulalan bir işlem olmasına karşın kelime olarak sadece bu işlem için kullanılan bir terim değildir.

Kürtaj kelime anlamı ile kazımak anlamına gelir. Örneğin diş hekimleri de diş etlerindeki lezyonarı temizlemek için kürtaj yaparlar. Sozcüğün doğru şekli kürtaj değil küretajdir. Ancak dilimize kürtaj olarak yerleşmiştir. Kadın Hastalıkları ve Doğum branşında kürtaj terimi rahim içerisinden herhangi bir dokuyu birtakım aletler ile kazıyarak alma işlemi için kullanılır. Bu dokular gebelik ürünü olabileceği gibi biopsi ya da tedavi amaçlı alınan dokular da olabilir.Kadın hastalıkları ve doğum bölümünce yapılan küretajlar iki aşamalıdır. Birinci aşama rahim ağzının genişletilmesi (dilatasyon), ikinci aşama ise küretajdır (curettage). Bu nedenle işlem için kullanılması gereken en doğru terim ingilizce Dilatation and Curettage kelimelerinin başharflerinden oluşan D&C'dir.Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kürtaj kadın doğum hekimlerinin en çok uyguladığı cerrahi işlemlerin başında gelmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki kürtaj bir doğum kontrol yöntemi değildir.

Türleri

Kürtaj (kadın hastalıkları ve doğum'da kullanıldığı şekliyle) rahim içinden doku almak anlamına geldiğine göre sadece gebelik sonlandırmak için yapılmaz.

Özellikle kanama bozukluklarında ve monopoz sonrası kanamalarda teşhis amaçlı küretaj yapılabilir. Yine infertilite (kısırlık) araştırmalarında yumurtlama olup olmadığını anlamak vb. amaçlı kürtaj uygulanabilir.

Gebelik Boşaltımı
Üreme çağındaki kadınlarda en sık uygulanan kürtaj şeklidir. İstenmeyen gebeliklerin sonlandırılması amacı ile yapılır.

Probe Küretaj
Kanama bozukluklarında ve özellikle menopoz sonrası kanamalarda teşhis amaçlı yapılan işlemdir. Özel aletler (küret) ile rahim içi, bazal tabakaya kadar kürete edilir (kazınır). Şiddetli ve uzun süreli kanamalarda hem altta yatan sebebi tespit edebilmek, hem de kanamayı durdurmak için uygulanır. Bu açıdan bakıldığında aynı zamanda bir tedavi şeklidir. Bu işlem sayesinde endometrial hiperplazi, rahim kanseri, rahimde yaşa bağlı zayıflama (atrofi) teşhisi konabilir.

Fraksiyone küretaj
Uygulanış amacı probe küretaj ile hemen hemen aynıdır. Ancak burada rahimin içini döşeyen endometrium tabakasından ve rahim ağzının içini döşeyen endoservikal kanaldan ayrı ayrı örnekler alınır ve pataolojik tahlile gönderilir. Özellikle rahim kanseri ve rahim ağzı kanserinin ayrımında önemli bir teşhis aracıdır.

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:12 PM
Endometrial Dating
İnfertilite teşhisinde yumurtlamanın olup olmadığını anlayabilmek için adet siklusunun 21. gününde endometriumdan örnek alınır. Yumurtlamadan sonra salgılanan progestron hormonunun etkisi ile endometrium sekresyon (salgılama) fazına girer. Endometrial dating'de amaç endometrium durumunun adet siklusu ile uyumlu olup olmadığı anlamaktır. Bu amaçla rahim içinden özel bir küret ile tek bir örnek alınır.

Revizyone küretaj
Kendiliğinden olan bir düşükten sonra içeride kalan parçaları temizlemek için yapılan küretaja verilen isimdir. Düşüğün tam olduğu yani içeride parça kalmadığı düşünülse bile revizyone küretaj yapılması prensiptir.

Ayrıca doğumdan sonra içeride plasenta parçaları kaldığından şüpheleniliyorsa, Boom küret adı verilen özel küretler ile kalan parçalar alınır. Bu işlemde revizyone küretaj olarak değerlendirilir.

Nasıl yapılır

Hayatında ilk defa kürtaj olacak kadınlar işlemin nasıl yapıldığını bilemedikleri için büyük korku yaşarlar. Bazı kadınlar daha önceden bu tür bir operasyon geçirmiş arkadaşlarından duydukları sayesinde konu hakkında bilgi sahibi olabilirler. Bu bölümde kürtaj işleminin nasıl yapıldığı ayrıntıları ile anlatılmaktadır.

Kürtaj genel anestezi ya da lokal anestezi ile yapılabilir. Lokal anestezi uygulandığında rahim ağzının her iki yanına ilaç enjekte edilir. Bu anestezi sadece rahim ağzı özel bujiler ile dilate edilirken duyulan ağrıyı digerdiğinden, lokal anestezi ile yapılan işlemlerde acı duyulabilir.

Bizim tercihimiz kürtajın genel anestezi ile yapılması yönündedir. Bu sayede hem hasta ağrı ve acı duymaz, hem de işlemden kaynaklanan komplikasyon riski en aza indirilmiş olur.

Kürtaja karar vermeden önce sadece pozitif olan gebelik testine itbar edilmemeli, mutlaka ultrason ile gebeliğin varlığı ve rahim içinde yerleştiği teyid edilmelidir.

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:13 PM
Biopsi amaçlı yapılan kürtajlarda da en ince kanüller kullanılabilir. Ancak burada ince kesin küretlerin tercih edilmesi patolojik tanı açısından daha yararlı olabilir.

Kavitede parça kalmadığından emin olunduktan sonra kanüller ya da küretler çıkartılır. Tenekulum yerinden alınır ve eğer çıktığı yerde kanama varsa baskı uygulanarak durdurulur. Vajina tekrar antiseptik solüsyonlar ile yıkanır. Ardından spekulum çıkartılır.

İşlem lokal anestezi ile yapılmış ise hasta 5-10 dakika dinlendikten sonra kalkabilir ve gidebilir. Genel anestezi uygulanmış ise hasta uyandırılır. Uyanma süresi genelde kullanılan ilaca bağlı olarak 5-10 dakika kadar sürer. Hasta 60-120 dakika kadar dinlendikten sonra evine gidebilir.

Eve giderken hiçbir kimse kişinin kürtaj olduğunu anlayamaz. Dışarıdan fark edilebilecek herhangi bir belirti yoktur. Evine gönderilen hastaya antibiyotik, ağrı kesici ve kanama azaltıcı ilaçlar verilebilir. Hasta genelde 1 hafta sonra ultrason kontrolüne çağırılır.

Kürtaj sonrası 2-3 gün kadar kanama olabilir. Ancak hiç kanama olmaması da anormal bir durum değildir ve inceleme gerekmez. Kanama olmamasına rağmen şiddetli ağrılar var ise inceleme gerekir.

Kürtaj basit bir işlem olmakla birlikte, bana göre muayenehane ya da poliklinik şartlarında değil hastane şartlarında yapılmalıdır.

Riskleri

Tüm cerrahi işlemlerde olduğu gibi ister genel anestezi ile ister lokal anestezi ile yapılsın küretajın da birtakım riskleri vardır. Bunlar anesteziye bağlı riskler ve işleme bağlı riskler olarak 2 ye ayrılır.

Anesteziye Bağlı Riskler
Lokal anestezi ile yapılan işlemlerde en önemli risk işleme başlarken rahim ağzı özel bir alet yardımı ile tutulduğunda duyulan ağrı nedeni ile ani tansiyon düşmesi ve bayılmadır. Vazovagal senkop adı verilen bu durum oldukça sık görülür. Yine duyulan çekilme hissi nedeni ile bulantı ve kusma görülebilir.

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:13 PM
Genel anestezinin riskleri ise hastanın yaşı, genel sağlık durumu, var olan sistemik hastalıkları, allerjik öyküsü gibi faktörlere bağlıdır. Bu faktörlerden doğan riskleri en aza indirmek için genel anestezi mutlaka ve mutlaka bir Anesteziyoloji ve Reanimasyon uzmanı tarafından verilmelidir. Bu uzman hastanın durumuna göre en uygun ilaç ya da ilaçları seçecek bilgi ve tecrübeye sahiptir. Genel anestezi ile yapılacak olan işlemlerin muayenehane ya da poliklinik değil hastane şartlarında yapılması daha uygun olur.

İşleme bağlı riskler
Rahimin delinmesi (Rüptür)
Gebe bir rahim, gebe olmayan bir rahim'e göre çok daha yumuşakdır. Bu nedenle işlem esnasında yapılan dikkatsiz ve sert bir hareket rahimin delinmesine neden olabilir. Rahim delindiği fark edildiğinde hemen işleme son verilir ve hasta müşahade altına alınır. Eğer delinen bölgeden karın boşluğu içine kanama oluyor ise hastada spesifik belirtiler ortaya çıkar. Bu durumda acilbir ameliyat gereklidir. Hastanın karın boşluğu açılarak delinen yer onarılır. Çoğu rüptür vakasında delinme uterusun fundus bölgesinden olduğu için kanama olmaz ve delinen bölge bir süre sonra kendiliğinden kapanır. Eğer işlem esnasında rüptür olduğu fark edilmez ise barsaklar, mesane, rektum gibi organlar hasar görebilir ve bu durumda hastada hayati tehlike yaratacak boyutlara varabilecek riskler doğar. Bu durumda acil bir ameliyat ile zedelenen dokuların onarılması hayat kurtarıcıdır.

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:13 PM
Rahim delinmesi işlem dikkatli yapıldığı taktirde son derece nadir görülen bir komplikasyondur. Risk gebelik yaşı büyüdükçe artar.

Rest plasenta
Küretajın en sık görülen komplikasyonu halk arasında parça kalması olarak anılan "rest" durumudur. Belirli bir sure sonra ortaya çıkan fazla miktarda olan ve kesilmeyen kanama ile kendini belli eder. Tedavide yeniden küretaj gerekir. Ciddi bir tehlike yaratmaz. 5 haftadan küçük ve 10 haftadan büyük gebeliklerde daha fazla görülür.

Enfeksiyon
Diğer bir komplikasyon ise enfeksiyondur. Genelde işlemden 5-6 gün sonra ortaya çıkar. Gelişen enfeksyon tüplere kadar yayılırsa tüplerde yapışıklık ve tıkanıklığa sonuçta da kısırlığa neden olabilir. İşlem esnasında hijyen ve sterilite kurallarına uyulursa risk azalır. Bazen kişinin kendisinden kaynaklanan faktörler neticesinde enfeksiyon ortaya çıkabilir. İdeal olan her kürtaj işleminden sonra koruyucu amaçlı antibiyotik tedavisi uygulamaktır.

Gebeliğin devamı
Çok küçük gebeliklerde bazen gebelik ürünü boşaltılamayabilir ve olay devam edebilir. 5 haftalıktan küçük gebeliklerde daha sık görülür.Fark edildiğinde 1 hafta sonra işlemin tekrarı gerekebilir. Bu nedenle kürtajın en erken 5-6. haftalarda yapılması uygun olur.

Rahim içinde kan birikmesi (Hematometra)
Son derece nadir görülen bir durumdur. İşlem sonrası rahim ağzı sımsıkı kapanır ve kan rahim içinde birikir. Oldukça ağrılı bir durumdur. Rahim ağzının ince bir buji ile açılması sorunu çözer.

İşlemin yapılamaması
Bazen daha önceden geçirilmiş operasyonlar ya da rahimdeki şekil bozukluklarına bağlı olarak rahim içerisine katater sokulmaz ve kürtaj yapılamaz. Böyle bir durumda hasta anesteziden uyandırılır, ağzıdan ve vajinalyoldan uygulanan bazı ilaçlar ile rahim ağzının açılması sağlanır ve daha sonra kürtaj gerçekleştirilir.

Yapışıklık
Bir başka risk ise küretaja bağlı gelişen ve Asherman sendromu adı verilen durumdur. Burada rahimin iç duvarlarında yapışıklıklar ve dolayısı ile adet kanamasında azalma ve hatta kısırlık görülebilir. Nedeni metal küretler ile rahimin gereğinden fazla kazınmasıdır. Tanısı rahim filmi çekilerek konur.Tedavisi cerrahidir.

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:14 PM
İşlemden önce:

İşlemin yapılacağı merkeze mümkünse yanınızda işlemden sonra size eşlik edebilecek bir arkadaşınızla geliniz.
İşlemden 6 saat öncesinden ağızdan birşey almayınız. Buna su da dahildir.
İşlem odasına alınmadan önce mutlaka tuvalate giderek mesanenizi boşaltınız.
İşlemden sonra

İşlemden sonra ayılma odasına alınarak burada 30-60 dakika kadar dinleneceksiniz.
İşlem sonrası normal bir şekilde evinize ya da işinize gidebilirsiniz. Doktorunuz başka bir şekilde önermediyse herşeyi yiyip içebilirsiniz. Bu konuda herhangi bir kısıtlama yoktur. Uzun süredir aç olduğunuz için şekerli birşeyler yemenizde yarar vardır.
Genel anestezi sonrası 6-8 saat araba kullanmak gibi dikkat isteyen aktivitelerde bulunmamanız uygun olacaktır.
İlk 1-2 gün adet sancısı benzeri ağrılarınızın olması normaldir. Bu durumda doktorunuzun size önereceği ağrı kesicileri alabilirsiniz.
Doktorunuz operasyon sırasında size koruyucu antibiyotik yapmamış ise daha sonra kullanımınız için reçete verebilir.Bu antibiyotiği doktorunuzun tarif ettiği şekilde kullanınız.
İşlem sonrası 3-4 gün kadar kanamanız olabilir. Kanama ile birlikte ufak pıhtı ya da parçalar da düşebilir. Bu tamamen normal ve beklenilen bir durumdur.Buna karşılık kanamanın olmaması da anormal bir durum olduğu anlamına gelmez. Bu nedenle kanamanız olmasa da endişelenmeyiniz.
İşlem yapılan günü son adet kanamanızın ilk günü gibi kabul edebilirsiniz buna göre yaklaşık 1 ay sonra ilk adet kanamanız olacaktır. Eğer 40 gün içinde adet görmezseniz mutlaka doktorunuzu arayınız.
Kanamanız devam ettiği sürece havuza, denize, jakuziye girmek sakıncalıdır. İşlemden hemen sonra duş şeklinde ayakta banyo yapabilirsiniz.
Kanamanız devam ettiği sürece cinsel ilişki sakıncalıdır. Kanamanız bittikten sonra ilişkiye girebilirsiniz.
Kanamanız adet kanamasından fazla miktarda olursa ya da ateşiniz 38 derecenin üzerine çıkarsa mutlaka doktorunuza haber veriniz.
Aksi belirtilmediği taktirde işlemden 1 hafta sonra kontrol randevunuza gidiniz
Kürtajın Yasal yönü

Ülkemizde gebelik sonlandırılması amacı ile yapılan küretajlar yasa ile tanımlanmış ve sınırlandırılmıştır. Buna göre 18 yaşından büyük ve evli olan kadınlar hem kendi hem de eşlerinin rızası ile küretaj olabilirler. Evli olmayan kadınlarda eş rızası aranmaz. 18 yaşından küçük kişiler ise ancak veli veya vasilerinin onayı ile kürtaj olabilirler. Kürtaj bir mahkeme sonucu verilmiş bir karar ise işlemden önce mahkeme kararının tebliği gerekir.

Yasal olarak kürtaj yaptıracak evli çiftlerin ve işlemi yapacak olan hekimin özel bir formu doldurmaları istenir.
KAYNAK:
Bu yazı Dr. Alper Mumcu'dan (www.mumcu.com (http://www.mumcu.com/)) alınmıştır

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:15 PM
Bacaklardan birinde ya da ikisinde ağrı, kızarıklık, şişme

Gebelik dönemi özellikle toplardamarlarda pıhtı oluşumuna zemin hazırlar ve bu risk lohusalığın ilk günlerinde devam eder. Derin ven trombozu (DVT) (dokunun derinlerinde yeralan bir toplar damar içinde pıhtı oluşumu) adı verilen durum kendini tıkanıklık oluşan bölgenin gerisinde kızarıklık, ağrı, şişme ve bölgesel ısı artışı şeklinde belli eder. Bu belirtilerin tümü birden oluşabileceği gibi özellikle hastalığın başında yanlızca biri söz konusu olabilir.

DVT tedavi edilmediğinde toplardamar içinde oluşan trombüs (pıhtı) yerinden kalkarak akciğer atardamarlarından birinin tıkanmasına neden olabilir. Pulmoner emboli ("akciğer damarı tıkanıklığı") adı verilen bu durum anne ölümlerinin başta gelen nedenlerinden biridir. Bu nedenle yukarıdaki belirtilerin varlığında en kısa zamanda doktora başvurulmalı ve tedaviye hemen başlanmalıdır.

Memelerde aşırı ağrı, ısı artışı, bölgesel kızarıklık

Memelerde emzirme döneminde çeşitli sorunlar ortaya çıkabilir. Bu sorunlar basit bir angorjman ("dolgunluk") şeklinde olabileceği gibi bakterilerin meme(ler)de enfeksiyon yapması (mastit) söz konusu olabilir. Her iki durumda da memelerden birinde ya da ikisinde ısı artışı, dolgunluk, ağrı ve vücut ısısında artış söz konusudur. Bunlara ek olarak memelerden birinin diğerine göre çok daha ağrılı olması, o meme üzerinde "baş vermiş" bir absenin ele gelmesi meme absesi düşündürür. Meme absesi sıklıkla erken aşamalarında tedavi edilmemiş basit bir mastit sonucunda gelişir.

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:15 PM
Perine bölgesinde ağrı

Normal doğum yapmış ve özellikle de doğum esnasında epizyotomi uygulanmış annelerin bu belirtiye çok duyarlı olmaları gerekir. Epizyotomi tamir edildikten sonraki ilk saatlerde bölgede ortaya çıkan ağrı bir epizyotomi hematomuna işaret edebilir (hematom: bölgede kan toplanması). Yine ilk günlerde ortaya çıkan ağrı epizyotomi dehisansı (dehisans: dikişlerin açılması) ve/veya epizyotomi yeri enfeksiyonuna işaret edebilir.

Epizyotomi ya da sezaryan dikişlerinde ağrı, akıntı, bölgede kızarıklık

Bu belirtiler bölgesel bir enfeksiyona işaret edeler ve doktor tarafından değerlendirilmelidirler.

Makattan kanama

Gebelik dönemi hemoroid (basur) oluşumu için zemin hazırlar ve risk lohusalıkta da devam eder. Özellikle dışkının kanla boyalı olduğunun görülmesi beraberinde ağrı olsa da olmasa da mutlaka doktor değerlendirmesi gerektiren bir durumdur.

Değerlendirme gerektiren diğer belirtiler

İdrar yaparken yanma (idrar yolu enfeksiyonuna işaret eder), idrar boşaltamama hissi (epizyotomi ağrısı idrarın tümüyle boşaltılmasını engellediğinde bu his ortaya çıkabilir), halsizlik-uykuya eğilim-üşüme gibi kansızlık belirtileri, gaz ya da dışkı kaçırma (doğumda perinenin ileri derecede yırtılması neticesinde gaz ve dışkı tutucu mekanizmanın hasar görmesi) gibi belirtiler doktor değerlendirmesi gerektiren diğer durumlardır.

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:17 PM
RİA KİMLER İÇİN UYGUN DEĞİLDİR?

Spiral kullanımının önündeki en büyük engel bilinen ya da şüphe edilen bir gebelik varlığıdır. Bunun dışında aşağıdaki durumların varlığında RİA takılması uygun değildir.

Belsoğukluğu ya da klamidya gibi cinsel yolla bulaşan bir hastalık varlığı

Son 3 ay içinde endometrium enfeksiyonu geçirmiiş olmak

Son 3 ay içinde enfekte bir düşük olayı yaşamış olmak

Kontrol altına alınmamış serviks ya da vajina enfeksiyonu olması

Anormal vajinal kanama olması (nedeni açıklanamamış)

Bilinen ya da şüphe edilen serviks veya endometrium kanseri olması

Bağışıklık yetmezliği, AIDS, Lösemi gibi enfeksiyonlara duyarlılığa neden olan sistemik hastalıkların varlığı

Serviks ve uterusda RİA'nın takılmasını olanaksız ya da tehlikeli hale getiren anatomik bozuklukların olması

PAP smear sonucunun normal olmaması

RİA'dan daha küçük ve kısa bir rahim olması

Problem ortaya çıktığında tıbbi hizmet alma olanağının bulunmaması

Yukarıdaki durumlara ek olarak bakıra alerjik olduğu bilinen kadınlara da RİA takılmaz.

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:18 PM
RİA NASIL TAKILIR?

RİA takılması zor bir işlem değildir. Genelde çok fazla ağrı olmaz ve kolaylıkla tolere edilebilir. RİA takılması ile ilgili detaylı bilgi için Spiral takılırken sizi neler bekler başlıklı yazıyı okuyabilirsiniz.

RİA takılmadan yarım saat kadar önce basit bir ağrı kesici alınması işlem sırasında ya da sonrasında yaşanabilecek krampları azaltacaktır. Bazı hekimler enfeksiyona karşı önlem olarak antibiyotik alınmasını önerebilirler. Bu şart olmayan bir uygulamadır.

Jinekolojik muayenede olduğu gibi spekulum takılarak serviks görünür hale getirilir ve antiseptik solüsyon ile silinerek temizlik yapılır.Serviks tenekulum adı verilen bir alet ile tutularak çekilir ve uterus düz pozisyona gelir. Daha sonra histerometri adı verilen bir alet serviks ağzından rahim içine itilerek rahimin boyu ölçülür.











Aplikatör tüp içinde bulunan spiral rahim ağzından geçirilerek rahim içine yerleştirilir ve rahimin tepe noktasına deyinceye kadar ittirilir.Bundan önce tüp üzerindeki işaret histerometri ile ölçülen mesafeye getirilerek tepe noktasından daha öne ya da arkaya ittirilmesi engellenmiş olur.

Tüpün içindeki piston ileri doğru itilerek RİA'nın tüpün içinden çıkması sağlanır.

Daha sonra tüp dikkatli bir şekilde uterus dışına alınır. Spiral artık tamamı ile içeridedir. Resimde doğru şekilde yerleştirilmiş bir spiral görülmektedir. RİA'nın ipi 0.5-1 cm dışarıda kalacak şekilde kesilir.


RİA takıldıktan sonra doğru yerde olup olmadığı ultrason ile kontrol edilmelidir.

RİA NE ZAMAN TAKILIR?

En yaygın uygulama adet kanamasının ilk 3 günü içinde RİA takmaktır. Ancak bu şart olmayan bir uygulamadır. RİA doğum ya da sezaryen sonrası, veya kürtajdan hemen sonra takılabilir. Bu konu ile ilgili detaylı bilgi için Spiral ne zaman takılmalıdır başlıklı yazıyı okuyabilirsiniz.

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:18 PM
RİA TAKILDIKTAN SONRA

RİA takıldıktan hemen sonra yada takılması sırasında hafif kramp tarzında ağrılar olabilir. Bunlar normaldir ve geçicidir. Pek çok kadın takılan spirale çok çabuk uyum sağlar.İlk birkaç ay adet kanamaları fazla miktarda ve ağrılı olabilir ancak zaman içinde bu durum ortadan kalkacaktır. Kullanıcıların %95'i herhangi bir rahatsızlık yaşamazlar.

İlk birkaç ay adet aralarında lekelenme tarzında kanamalar olabilir. Adet kanamalarının 10 güne kadar sürmesi normaldir.

KONTROLLER

RİA takılmasını takiben ilk adet kanamanızdan sonra mutlaka ilk kontrolünüze gitmelisiniz. Bu kontrolde spiralinizin yerinde olup olmadığına ve herhangi bir enfeksiyon bulunup bulunmadığına bakılacaktır. Her şey yolundaysa yılda bir kez kontrole gitmeniz yeterlidir. Bu kontrolde çok daha önemli bir test olan PAP smear testiniz de yapılabilir.

KENDİ KENDİNE RİA KONTROLÜ

Bazen rahim takılan spirali dışarıya atabilir. Bu durumla hiç doğum yapmamışlarda daha sık karşılaşılır. RİA en fazla kullanımın ilk 3 ayında görülür. Bu nedenle her zaman dikkatli olmalı her tuvalete gittiğinizde çamaşırınızı ve pedinizi kontrol etmelisiniz.

UYARI İŞARETLERİ

RİA kullanırken aşağıdaki durumlar ortaya çıkarsa zaman kaybetmeden doktorunuzu aramalısınız.

Adet gecikmesi olması

Şiddetli kasık ağrısı ya da kramplar

Baygınlık

Açıklanamayan ateş ve titreme

Kötü kokulu akıntı

Anormal vajinal kanama

Normalde RİA ilişki sırasında hissedilemez. Eğer partneriniz hissettiğini söylüyorsa RİA yerinden kaymış olabilir.

ÇIKARTILMASI

RİA'nın çıkartılması son derece kolay ve ağrısız bir işlemdir. Doktorunuz spekulum taktıktan sonra spiralin ipini bir aletle tutarak çeker. Nadiren RİA uterus içine hafifçe gömülebilir ya da ipi içeriye kaçabilir. Böyle bir durumda bazı özel aletler yardımıyla çıkarılabilir. Eğer bu şekilde de çıkmaz ise histeroskopi altında çıkartılması gerekebilir.

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:19 PM
Safra taşlarına karşı hareketli yaşam sürün

Safra kesesi, karaciğerde üretilen safranın yoğunlaştırılarak depolandığı ve gerektiği zaman uygun miktarlarda bağırsaklara boşaltıldığı bir organdır. Besinlerin sindirilmesinde önemli bir işlev üstlenir.

Yaşamsal bir organ değildir. Taş ile dolduğunda veya iltihaplandığında cerrahi girişim ile çıkarılması önemli bir sağlık problemine yol açmaz. Ancak özellikle safra taşları nedeniyle çok sık hastalandığı ve yaşam kalitesini önemli ölçüde bozabildiği bilinmektedir.

SAFRA kesesinde taş görülme sıklığı fazladır, ama safra taşı hastalığı genellikle ömür boyu hiçbir belirti vermeyen bir sağlık sorunudur. Genetik mirasınızın taş oluşumunda da etkisi vardır. Ayrıca beslenme biçiminiz, vücut ağırlığınızın, cinsiyetiniz, doğum sayınız, aktivite düzeyiniz de etkilidir. Kilo fazlalığı ve şişmanlık sorunu olanlarda, çok düşük kalorili diyetlerle kilo alıp verenlerde, sık ve çok sayıda doğum yapan kadınlarda, hareketsiz bir yaşamı ısrarla sürdürenlerde safra taşı sıklığı yüksektir. Bazı ilaçların safra taşı oluşumunu kolaylaştırdığı da bilinmektedir: ‘Tiazid’ içeren idrar söktürücüler, ‘seftriakson’ gibi bazı antibiyotikler, kan inceltici, kan yağlarını düşürücü bazı ilaçlar ile doğum kontrol haplarının bir kısmı safra taşı oluşumunu kolaylaştırabilir.

BELİRTİLERİ ÇOK ÖZEL

Ağır ve yağlı bir yemekten 1-2 saat sonra başlayıp birkaç saat süren, karnın sağ üst bölümünde, kaburga yayının hemen altında ve mide üzerinde belirginleşip sağ kürek kemiği altına doğru yayılan, ani başlangıçlı ağrıların safra kesesi taşı ile ilişkili olabileceğini düşünmelisiniz. Bu ağrıların en önemli özelliği, şiddetinin yavaş yavaş artması ve belli bir düzeye ulaştıktan sonra hafifleyip azalmasıdır. Çoğu kez ağrıyla birlikte bulantı da vardır. Ağrıya kusma eşlik ediyor, ateş, titreme ve sarılık gibi belirtiler ortaya çıkıyorsa taşın safra kesesinden safra yoluna geçtiği, iltihaplı bir probleme dönüştüğü düşünülmelidir.

Safra taşlarının oluşturduğu ve tıpta ‘safra koliği’ olarak isimlendirilen ağrılı ataklarda en büyük sorun, karındaki pek çok hadisenin de aynı belirtileri vermesidir. Her türlü karın ağrısının hemen safra taşına bağlanması bu nedenle yanıltıcı olabilir. Böyle bir yaklaşım iki olumsuz sonuca yol açabilir: Çok daha ciddi bazı sağlık sorunlarının tanısında geç kalınabilir veya safra taşı ile ilişkisiz ağrılar safra taşına bağlanarak hastaya gereksiz cerrahi işlemler uygulandığından cerrahi sonrasında hastanın şikayetleri devam edebilir.

‘Safra koliği’ olarak tanımladığımız, ağrıların mide ve oniki parmak bağırsağı ülserleri, böbrek taşları, ince ve kalın bağırsak hastalıkları, midenin sinirsel kökenli sorunlarında da oluşabileceği bilinir. Safra kesesi taşlarına bağlı ağrıların bazen göğüsün ön kısmına ve kalbe doğru yayılabileceği ve koroner kalp hastalıklarına bağlı anjinal ağrılarla karıştırılabileceği hatırlanmalıdır.

TEŞHİSİ ÇOK KOLAY

Safra kesesi taşlarının tanısı kolaydır. Doktorunuza en çok yararlı olan tanı yöntemi ultrasonografidir. Ultrasonografinin tanı değeri çok yüksektir. Pratik ve ucuz olması da önemli bir avantajdır. Doktorunuz, hastalığınızın öyküsü, fizik muayenenizden elde ettiği sonuçlar ve ultrasonografisi bulguları ile tanıyı kolayca koyacaktır. Bazı karmaşık durumlar her zaman mümkündür. Özellikle taşın safra kanallarına geçtiği, olaya pankreas bezinin iltihaplanmasının veya safra yolları tıkanmasının eşlik ettiği durumlarda teşhisin konulması kolay olmayabilir. Bu olgulara daha ileri tanı yöntemlerinden istifade edilecektir: Safra yollarının endoskopik olarak tetkiki, kontras maddelerle patolojik olarak incelenmesi, MRI koranjiografi bunlardan bazılarıdır.

SAKIN KORKMAYIN

Safra kesesi taşlarının sık görülen bir sağlık sorunu olduğunu, ama safra taşı olan herkesin bu sorunları yaşamasının gerekmediği bilmelisiniz. Bir safra kesesi taşı hiç belirti vermeden, sizi hiç rahatsız etmeden, sizinle iyi komşuluk ilişkilerini sürdürerek yaşam kalitenizi etkilemeden size ömür boyu sürecek iyi bir yol arkadaşlığı yapabilir. Toplumun önemli bir kısmında safra kesesi taşı vardır ve başka amaçla yapılan tetkikler esnasında tesadüfen saptanır. Eğer ‘akut taşlı kolesistit’ veya safra yolu iltihaplanması kolanjit gibi sorunlara ya da süregen taşlı kolesistit gibi keyif kaçırıcı bir sağlık sorununda neden olmazlarsa safra kesenizdeki taş ile beslenmenize göstereceğiniz bazı küçük dikkatlerle sorunsuz sürdürebilirsiniz.

NOT ALIN

SAFRA TAŞINA KARŞI BESLENME ÖNERİLERİ

Daha az yağlı bir beslenme planı.

Yumurta ve yumurta içeren besinlerin azaltılması.

Az miktarlarda ve sık besin tüketilmesi.

Sebzelerin iyice pişirilmesi ve meyvelerin komposto olarak tercih edilmesi.

Acılı baharatlar, turşu, kakao, sirke, kuru yemişler, hardal, çemen, sarmısak ve tarçın gibi besinlerin azaltılması.

Kahve, koyu çay, alkollü ve karbonatlı içeceklerin sınırlanması.

Yağda kızartılmış etler, sucuk, pastırma, salam, sosis, tuzlu balık, kavurma etler, karaciğer, beyin, böbrek, dil, dalak, yürek ve işkembe gibi besinlerin fazla tüketilmemesi.

Bitkisel yağlara öncelik verilmesi.

Kaymak, krema, çikolata, kek, pasta, yağlı şekerler, helvalar ve lokumlardan uzak durulması.

Çeşnilendirilen kraker ve bisküvilerin, kuru baklagiller, mısır ve bulgurun, patates kızartması ve hazır çorbaların azaltılması.

NASIL KORUNMALI

Safra taşı hastalığına yakalanmak istemiyorsanız:

Hareketli bir yaşam sürün.

‘ İdeal kilonuzu sürdürmeye çalışın.

Taş yapıcı ilaçlardan uzak kalmaya özen gösterin.

Doktorunuz sizde de safra taşı hastalığı olduğunu belirtmişse cerrahi bir girişimin gerekip gerekmediği konusunu dikkatle incelemeli ve önerilen beslenme planına uymalısınız.

AKLINIZDA OLSUN

Cerrahi girişim ne zaman gerekir

Herhangi bir belirti vermeyen ve tesadüfen saptanan ‘sessiz safra kesesi taşları’nın sizi rahatsız etme ihtimali yüzde 10’u geçmez. Bunun anlamı hastaların hepsinin tedavi edilmesinin yüzde 90 oranında gereksiz olduğudur. Sorun çıkarmayan ve belirti vermeyen safra taşlarının tedavisi aşağıdaki durumlar dışında pek gerekmez:

3 cm2 üzerindeki taşlar.

Yüksek oranda safra kesesi kanseri riski taşıyanlar genetik mirasın yüklü oluşu.

Acil durumlarda tıbbi bir yardıma ulaşması olanaksız bölgelerde yaşayanlar.

Şeker hastalarında saptanan safra taşları.

Orak hücre anemisi hastalığına eşlik eden safra taşı hastalığı.

Prof.Dr. Osman MÜFTÜOĞLU
Hürriyet

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:19 PM
Bahar aylarında polenlere dikkat!

Tedavi edilmeyen alerji, astım ve bronşite dönüşüyor
Erken teşhis konulmadığında astım ve bronşite neden olabiliyor
Uzmanlar, polen alerjisi olanların, bahar aylarında sabahları kapı ve pencereleri açmamaları, evin dışında spor yapmamalarını öneriyor.

Adana Göğüs Hastalıkları Hastanesi göğüs hastalıkları uzmanı Dr. Mustafa Baysal, 'çiçek tozları' olarak bilinen polenlerin,rüzgar ve böceklerle çevreye dağıldığını ve bitkilerin üremesine yaradığını belirtti.

Polen alerjisinin, 'bahar nezlesi' olarak da bilinen hapşırık, burunda akıntı ve kaşıntı, gözlerde kızarıklık gibi belirtilerle ortaya çıktığını ifade eden Baysal, ''özellikle bahar aylarında bitkiler uyanışa geçtiği için daha çok polen salarlar. Bitkilerin çoğu, polenlerini gün doğumu ile saat 10.00 arasında saldığı için, alerjik duyarlılığı olan kişilerin bu saatlerde evlerinin kapı ve pencerelerini açmamaları gerekiyor" dedi.

Polenler her yerde

Dr.Baysal, evin dışında spor yapılmasından kaçınılması, çok zorunlu durumlarda ise polen filtreli maske takılması gerektiğini ifade etti.

Evlerde ve araçlarda polen filtreli klimaların kullanılmasının da etkili olduğunu söyleyen Baysal, "polenler, su ile atmosferden yere indiği için, yağmurlu ve nemli havalarda azalma gösteriyor. Kuru ve sıcak havalarda ise artıyor. Özellikle ilk bahar ve yaz aylarının daha sıcak geçtiği yörelerde polenlere daha fazla dikkat edilmeli"dedi.

Tatil için ağaçlık yerler yerine deniz kenarlarının tercih edilmesi gerektiğine dikkat çeken Baysal, günlük kıyafetlerle de eve polen taşınabileceğini, bu nedenle sabah saatlerinde dışarı çıkılmışsa, eve dönüldüğünde kıyafetlerin mutlaka değiştirilmesi gerektiğini vurguladı.

Erken teşhis önemli

Polen alerjisinin, tedavi edilmemesi durumunda astım ve bronşit gibi hastalıklara neden olabileceğini vurgulayan Dr. Baysal, ''belirtiler çoğunlukla soğuk algınlığı sanıldığı için teşhis gecikiyor. Kendilerinde polen alerjisi belirtileri hisseden kişiler, vakit kaybetmeden doktora başvurmalılar. Aksi halde alerji hastalığa dönüşüp, astım ve bronşite neden olabilir"dedi.

Doktorun yapacağı deri ve kan testleri sayesinde, hangi bitkinin polenlerine alerji yaptığı belirlenip, uygun tedavi gerçekleştiriliyor.Alerjik şikayetlerin arttığı dönemlerde ise göz ve burun damlaları kullanılabilir.

Dr. Baysal ayrıca, belirtiler şiddetliyse, aşı tedavisi olarak bilinen (duyarsızlaştırma) yöntemi kullanılarak, vücuda verilen az miktardaki polen ile bağışıklık kazanılmasının sağlandığına da dikkat çekti.

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:19 PM
NÖRAL TERAPİ


Nöralterapi 1920 'li yillarda Huneke soyadinda iki Alman doktorunun, daha önceleri uygulanan ancak unutulmaya yüz tutmus olan, lokal anesteziyle uygulanan bir tedavi yöntemidir.
Nöral terapi lokal etkisinin yani sira bugün kibernetik etkilesim ile birlikte sinirsel, hormonal, hücresel, psisik bir düzenleme sistemi ile etki yaptigi kanitlanmistir.


F. ve W. Huneke 1920 Nöral terapinin etkisini daha çok vejetatif sinir sistemi üzerinde açiklamislardir.
Avrupa’da tüm agri tedavi merkezlerinde nöral terapi en sik uygulanan bir tedavi metodudur. Bu tedavi metodu sayesinde hastalar agrilariyla yasamak zorunda kalmiyorlar.
Prof. Dr. Ricker 'a göre tüm bilinen uyaranlar (mekanik, termal, elektromagnetik, kimyasallar: nörotrasmitterler, hormonlar, toksinler, mikroorganizmalar) afferent sempatik neuronlarin frekans ve amplitudelerinde degisiklik yaparlar.
Nöral Terapi klinik gözlemlere dayanarak Ricker’in bu teorisini yillar önce ortaya koymustur.
Ilk olarak Prof. Dr. med. Heine, elektron mikroskopisinde civa ve toksik maddelerin ekstraselüler alanda tuzaklanmasini göstermistir.


Detoksifiye edici organlar (böbrekler, akcigerler, karaciger, deri) asri yük altinda kaldiklarinda temel sistem hücre içinde toksik atiklar birikir.
Nöral terapi sayesinde bedende biriken tüm toksinleri hizli bir sekilde uzaklastirmak mümkündür. Nöral terapinin uygulanmadigi bir detoks progami düsünülemez..

Nöral terapi uygulama sekli üç türde olmaktadir.

Yüzeysel /lokal enjeksiyon
Segmental ve derin Enjeksiyon
Bozucu alan tedavisi

Segmental terapi ve skar enjeksiyonu, etkili nöral terapinin bel kemigidir ve birçok tecrübeli kisi tarafindan siklikla kullanilmaktadir. Segmental terapi spesifik, medikal ilaçlarin ve antidotlarin bu segmentteki tüm yapilara dagilimini saglar.
Aksi ispat edilmedikçe tüm skarlar problemdir. Herhangi bir hastadaki skara enaz bir kez enjeksiyon yapilmalidir. Eger iyilesme olursa, cevap vermemeye baslayincaya kadar devam edilmelidir.
Yüzeyel enjeksiyon yöntemi özel akupunktur noktalarina yapilir. Akupunktur, perivaskuler sempatik pleksusu, sempatik ve parasempatik sinir liflerini tedavi eder.
Bunlar, igne ucundaki sinyali aksiyon potansiyeline çevirebilen vücuttaki tek yapilardir.
Aku-noktalari gerçekte yoktur: bu noktalar otonomik sinir liflerinin yogun oldugu, özellikle kan ve lenf damarlarinin bulundugu yerlerdir.


Vücut, kulak, saçli kafa derisi, agiz içi, dil ve diger aku-noktalari otonomik sinir sisteminin düzenlenmesi açisindan çok önemlidir. Bunun geleneksel akupunktur tedavisine avantaji, uygun ilaçlarin aku-noktalarina dagitilmasinin dramatik olarak etkili olmasidir.
Dermatom (Segmental) uyari yapilan hastada eger yakinmalarda artis oluyorsa o zaman sorunun dermatomdan ziyade bir bozucu alan veya bozucu odak kaynakli oldugu unutulmamalidir.
Sikayetlerin artmasi durumunda bozucu alan arastirilmasi yapilmalidir.

Nöral terapinin basarili ile uygulandigi rahatsizliklar baslica sunlardir.

[ Agri tedavisi

[ Anti Aging

[ Migren

[ Boyun, sirt ve bel agrilari

[ Bas agrisi

[ Nevralji, yüz felci ve diger felçlerde

[ Kronik tonsilit

[ Sinüzit

[ Alerji

[ Organik fonksiyon bozukluklarinda

[ Tiroid rahatsizliklari

[ Kronik kabizlik

[ Çesitli sinir sikismalarina bagli ortaya çikan agrilar ve kas güçsüzlüklerinde

[ Eklem ve ekstremite sislikleri tedavisinde

[ Sportif yaralanmalarin tedavisinde

Dr. Hüseyin NAZLIKUL

M@D_VIPer
09-22-2006, 12:19 PM
DİFTERİ, TETANOZ ve BOĞMACA AŞILARI

Difteri, tetanoz ve boğmaca, bakterilerin neden olduğu ciddi hastalıklardır. Difteri ve boğmaca insandan insana bulaşır, tetanoz ise vücuda kesiklerden ve yaralardan girer.

Difteri, boğazın gerisinde kalın bir tabaka oluşturur. Solunum problemleri, felç, kalp yetersizliği ve hatta ölüme sebep olabilir.

Tetanoz, tüm vücuttaki kasların ağrılı kasılmasına sebep olur.Çenenin kilitlenmesine sebep olur. Bu nedenle hasta ağzını açamaz veya herhangi bir şey yutamaz. Tetanoz olan on hastadan biri ölmektedir.

Boğmaca, çocukta ciddi öksürük nöbetlerine sebep olur. Bu nöbetler o kadar şiddetlidir ki, çocuk bir şey yiyemez, içemez, hatta nefes alamaz.

Zatüre, havale (sıçrama veya donuk bakış), beyin hasarı ve ölüme sebep olabilir.

Difteri, tetanoz ve boğmacadan korunmak için mutlaka DTB aşısı yaptırmalısınız!

POLİO (ÇOCUK FELCİ) AŞISI

Polio, bir virüsün neden olduğu hastalıktır. Vücuda ağız yolu ile girer. Bazen ciddi hastalığa sebep olmaz. Fakat bazen felce sebep olur (Çocuk kolunu veya bacağını oynatamaz). Solunuma yardımcı olan kasları felç ederse ölüme sebep olabilir.

Polio aşısı bu hastalığı önler. İki tip polio aşısı vardır: OPV (oral polio aşısı), ağızdan damla olarak verilir, canlı fakat hastalık yapıcı etkisi azaltılmış virüsü içerir. IPV (inaktive polio aşısı) diğer aşılar gibi enjeksiyon yolu ile verilir, hastalık yapıcı özelliği yoktur.

HEMOFİLUS İNFLUENZA TİP B (Hib) AŞISI (MENENJİT AŞISI)

Hemofilus İnfluenza Tip B hastalığı, bakteri tarafından oluşturulan ciddi bir hastalıktır.
Genellikle 5 yaşın altındaki çocukları etkiler.
Çocuğunuz bu mikrobu Hib'i taşıyan ancak taşıyıcı olduğunun farkında olmayan çocuk veya büyüklerden alabilir. Mikroplar insandan insana bulaşır. Mikrop burun veya boğazda kaldığında genellikle problem yaratmaz, fakat eğer akciğerlere inerse veya kana geçerse ciddi problemler yaratır.

Hib 5 yaş altındaki çocuklarda,

Menenjit,
Zatüre,
Boğazda aşırı derecede şişlik, bu nedenle de nefes almada güçlük,
Kan, eklem, kemik ve kalp zarında iltihap,
Ölüme sebep olabilir.
Unutmayın! Sizi ve yakınlarınızı, bu hastalıklardan yalnızca Hib aşısı koruyabilir!

HEPATİT B AŞISI

Hepatit B ciddi bir hastalıktır. Hepatit B virüsü (HBV) kısa dönemde (akut hastalık) şunlara sebep olur:

İştah kaybı , ishal, kusma
Yorgunluk, sarılık
Kas, eklem ve mide ağrısı
Uzun dönemde (kronik hastalık)ise:

Karaciğer hasarı (siroz)
Karaciğer kanseri
Ölüme sebep olabilir.
Hepatit B'den korunmak için mutlaka hepatit B aşısı yaptırmalısınız.

Hepatit B virüsü nasıl bulaşır?

Hepatit B virüsü, hasta kişinin kan veya vücut sıvılarıyla bulaşır. Örneğin, virüs taşıyan biriyle korunmadan cinsel ilişkiye girmek, aynı şırınganın kullanılması ya da kullanılmış şırınganın kazayla batması sonucu hepatit virüsü geçebilir. Bu virüs, ayrıca doğum sırasında anneden bebeğe de geçer.

KIZAMIK, KIZAMIKÇIK ve KABAKULAK AŞISI

Kızamık virüsü; ateş, döküntü, burun akıntısı ve göz kızarıklığı gibi belirtiler gösterir. Kulak enfeksiyonu, zatüre, havale, beyin hasarı ve hatta ölüme yol açabilir.
Kabakulak virüsü; ateş, başağrısı ve şişmiş tükrük bezlerine sebep olur. Sağırlık, menenjit, testis veya yumurtalıkların ağrılı şişmesi ve nadiren ölüme sebep olabilir.
Kızamıkçık (rubella) virüsü; döküntü, hafif ateş ve eklemlerde şişlik (çoğunlukla kadınlarda) yol açabilir. Eğer bir kadın hamile iken kızamıkçık geçirirse, düşük yapabilir veya bebeği ciddi sakatlılarla doğabilir.
Bu hastalıklar, çocuk ve ebeveynlerine, insandan insana hava yolu ile bulaşır.

Kızamık, kızamıkçık ve kabakulaktan korunmak için mutlaka (MMR) aşısı yaptırmalısınız.

HEPATİT A AŞISI

Hepatit A, hepatit A virüsünün (HAV) sebep olduğu ciddi bir karaciğer hastalığıdır. HAV Hepatit A'lı hastaların dışkılarında bulunur. Yakın temasla bulaştığı gibi, bazen HAV içeren suyun içilmesi veya yiyeceğin yenilmesi ile de bulaşabilir.
Hepatit A, hafif "nezle benzeri" hastalığa, sarılığa ve şiddetli mide ağrısı ve ishale neden olur.
Hepatit A hastaları, mikrobu kolaylıkla evdeki diğer insanlara geçirebilir.
Hepatit A aşısı, bu hastalığa karşı tek koruyucudur ancak koruyuculuk süresi hakkında mutlaka doktorunuzla konuşunuz.

SU ÇİÇEĞİ AŞISI

Su çiçeği (varisella da denir) sık bir çocukluk çağı hastalığıdır. Genellikle hafif geçer, fakat küçük çocuklarda ve erişkinlerde ciddi problemler yaratabilir.

Su çiçeği insandan insana hava yoluyla veya su dolu kabarcıkların patlaması ile içindeki sıvıdan bulaşabilir.

Döküntü, kaşıntı, ateş ve yorgunluğa sebep olur.

Ciddi deri enfeksiyonları, izler, zatüre, beyin hasarı ve hatta ölüme sebep olabilir.

Su çiçeği geçiren biri yıllar sonra zona denilen ağrılı su dolu döküntüleri çıkarabilir.

Su çiçeği aşısı su çiçeğini önleyebilir (koruyuculuk süresi konusunda doktora danışınız).
Aşı olanların çoğu su çiçeğine yakalanmaz. Eğer yakalanırsa, genellikle çok hafif geçirir. Daha az döküntü, daha az ateş olur ve daha çabuk iyileşir.