Tam Sürümü Görüntüle : RUHSAL ZEKA; Başarının Gizemli Boyutu
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:34 PM
GİRİŞ:
Başarının sırrı nedir? Eğer yüksek zihinsel zekâ(IQ)
ise, zihinsel zekaları yüksek pek çok insan neden son
derece başarısız olabiliyor? Çok çalışmak mı? Neden
bazılarının yırtınırcasına çalışmaları faydasız kalıyor;
bazılarının tuttukları altının toprağa dönüşmesinin sırrı
nedir?
Yüksek zihinsel zekânın başarıya elbette büyük katkısı
vardır. Elbette başarılı olmak için çok çalışmak şarttır.
Ancak, Ruhsal Zekânızı kötü kullanırsanız, ne
zihinsel(IQ) veya duygusal zekanızdan(EQ), ne de çok
çalışmanızdan yarar görebilirsiniz.
Başaranlar, neyi nasıl yaptıklarını, hangi teknikleri
kullandıklarını bize anlatabilirler. Ancak, kasten veya
bilmedikleri için bize anlatamadıkları bir sırları vardır.
İşte bu kitap sizinle o sırrı, Ruhsal Zekânın sırrını
paylaşmayı hedefliyor.
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:34 PM
Neden Ruhsal Zekâ?
Hayatın akışını asıl etkileyen, fiziksel değil ruhsaldır.
Kalbinizi etkileyemeyenler, sizi aklınızdan çekip
sürükleyemezler. Hayatı vücut organlarınızla değil,
ruhunuzla yaşarsınız. Yaşadığınız Dünya, dışarıda
yaşanan değil, kendi içinizde kendinize yaşattığınız
dünyadır. Vücudunuzu kendi bilinciniz ve gücünüzle
çalıştırmadığınız gibi, kendinizi sokaklarda yürüten de
siz değilsiniz.
Hayatta tesadüf, şans, talih, imtiyaz, rastlantı yoktur.
O zaman, görünüşe göre rastlantı olanların ardındaki
müthiş planları keşfetmeliyiz. Hiçbir güçlü bilinç,
“içgüdü” veya “tabiat ana” gibi boş kavramlara terk
edilemez. Bu tür kavramları çağrıştıran olaylar
oluyorsa, bu olayları gerçek boyutlarından yakalama
becerisini geliştirmeliyiz. Hayatınızın akışında
meydana gelen en küçük olaylar bile, ya sizin ya diğer
yaratıkların ya da Yaratıcının gerekçeleriyle
gerçekleşiyor. O zaman, bu gerekçeleri keşfedebilecek
kadar hayatın arkasına, ruhsallığın derinlerine
girmemiz gerekiyor. Ruhsal Zekâ, tam olarak bu
süreçtir; köklü bir bilinç değişimidir; insanın öz
doğasına dönüşüdür; küçük bedeninin arkasında
gizlenen büyük bedeniyle tanışması sürecidir.
İnsan bedeni, bir kamyonun altında ezilebilecek kadar
zayıftır; ama, ruhu kamyonu ezebilecek kadar
güçlüdür. Kollarınızla yüz kilonun altında ezilirsiniz;
ama ruhunuzla bir gökdeleni devirebilirsiniz. Dağlar,
insan bedenine meydan okur; ama insan ruhu dağlara
meydan okuyabilecek kadar engin yaratılmıştır. İnsan
bedeni adım adım yükselir; oysa ruh, vücudu
kanatlandırır. Ruhsal Zekânız, ruhunuzun
derinlerinden sizi yöneten evrenin yaratıcısıyla
buluşmanızı; sizin sınırlı gücünüze değil, sizinle
olan sınırsız güce dayanmanızı sağlar.
Akıl, doğanın maddesel yüzeyinde çalışır. Mantık,
bilmediğinizi nasıl yöneteceğinizi gösteremez. Ruhsal
zekânın size yaptıracaklarını, ne akılla, ne de mantıkla
açıklayabilirsiniz. Çünkü o, her ikisinden de önce ve
her ikisinin de arkasındadır. Sınırsızlık, sınırlı
kavramlarla açıklanamaz.
Ruhsal zekâ, bir damla suya, taştan güçlü olmayı
öğreten zekâdır; pamuk zayıflığındaki köklerin, taşları
delip geçişinin sırrını açıklar. Ateşin içinden sağ çıkan
adamın ardında, apartmanın tepesinden düştüğü halde
yaralanmayan bebeğin arkasında ruhsal zekâ vardır.
Ona neden Ruhsal Zekâ dedik? Çünkü akılla, mantıkla
ve somut kavrayışla ilgili değildi. Ona “Evrensel Zekâ”
da diyebilirdik. Oysa bu zekanın sınırları evrenin
dışına, evrenin yaratıcısına ulaşıyor; evren ise, sadece
aklın ve mantığın sınırları içerisinde kalıyor. O aslında
yaratıcının zekâsından bir esintidir. Ona Ruhsal Zekâ
dememizin sebebi, insanın o zekâyı düşünceleriyle
keşfetmesi, ancak yansımalarını yalnızca ruhu
aracılığıyla hayatına aktarabilmesidir. Ruhsal Zekâ,
evren ötesi ve evrene hakim zekânın bir gölgesi, bir
ışığıdır. Evrene, evrenin sahibinin penceresinden
bakmayı denediniz mi?
Musa(as) Peygamber ile Hızır(as) arasındaki
yolculukta, Hz. Hızır’ın(as) yaptıkları, Musa(as)
peygambere müthiş anlaşılmaz ve adaletsiz
geliyordu(1). Biz hayata genellikle Musa(as)
peygamberin gözüyle baktık. Olayları, dışarıdan
görünümleriyle anlamlandırdık. Bu kitapta size
Hızır(as)’ın gözüyle bakmanızı sağlayacak temel ip
uçları verilecek. Bu sayede, felâketin aslında kurtuluş,
kurtuluşun aslında felâket olabileceğini
keşfedeceksiniz.
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:34 PM
Temel Özellikler:
Ruhsal Zekâ, ruhsal güçle(2) de ilişkilidir; ama, ruhsal
güç değildir. Bu kitapta ruhsal gücünüzü nasıl
geliştireceğiniz değil, ruhsal zekânızı, geleceğinizi
değiştirmek için nasıl kullanacağınız üzerinde
duracağız.
Diğer önemli nokta, Ruhsal Zekânın dış Dünyaya
yönelen eylemle değil, iç dünyaya yönelen tutumla
ilgili olmasıdır. Bir kişinin ruhsal zekâsını kullanıp
kullanmadığını, onun yaptıklarına bakarak
anlayamazsınız. Anlamanızın tek yolu, hislerini
keşfetmenizdir. Bu kitap size nasıl davranmanız
gerektiğini değil, davranırken nasıl hissetmeniz
gerektiğini anlatıyor. Birbirinin tıpatıp aynısı olan iki
davranışın derinlerinde, ruhsal zekâ açısından büyük
uçurumlar oluşabilir ve dolaysıyla elde edecekleri
sonuçlar da çok farklı olacaktır. Bu kitapta, örneğin
Güzel Konuşma için hangi egzersizleri yapmanız
gerektiğini değil, bu egzersizleri yaparken nasıl
hissetmeniz gerektiğini göreceksiniz.
Ne kadar akıllı hareket ederseniz edin, ne kadar çok
çalışırsanız çalışın, ruhsal zekânızı kullandığınız ölçüde
başaracaksınız. Pek çok insanın yırtınırcasına
çalışmasının sonucu boş çıkmıştır. Yüksek zekâlı
çocuklardan pek çoğu, hayatı kendilerine ve
çevrelerine zehir etmişlerdir. Zihinsel zekâ ve çok
çalışmak başarının önemli faktörlerindendir; ama,
ruhsal zekâ tüm bu faktörlerden de önemlidir. Ruhsal
Zekâ bir yaşama biçimidir; hayatınızın her saniyesini
dolduracak bir hissediş ve tutum şeklidir.
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:34 PM
İstemek ve Ruhsal Zekâ
Ruhsallığın tüm boyutlarını birleştiren tek kavram
“istemektir.” Yani duadır, yalvarmaktır, arzulamaktır,
ihtiyaç duymaktır. İstemek yoksa, vermek yoktur.
Tüm yaratıklar istemenin ürünüdür. Eğer yaratıcı,
tanınmayı ve bilinmeyi istemeseydi, biz var
olmayacaktık.
Eğer kimse istemeseydi, ihtiyaç hissetmeseydi,
elbisenizden tırnak makasına, arabanızdan saatinize
kadar hiçbir şeyiniz olmayacaktı.
İstemek öylesine engin ve kapsayıcı ki, o her yerde,
her şeyin içinde, her oluşun öncesinde ve sonrasında
gizleniyor. O yüzden, bu kitap boyunca onu her yerde,
her tekniğin içerisinde kullanacağız.
Hamuru “istemekle” yoğrulan kâinat bir ışıktır, bir
bütündür. Hayat ve içinde olup biten her şey, bu ışığın
akışından ibarettir. Birlikte bu ışığın içine gireceğiz,
evrene hâkim olan zekânın sırrını keşfedeceğiz; sonra
da, ruhumuzu kullanarak bu zekânın her bir kıvrımını
kendi kimliğimize transfer edeceğiz. İşte, insanı zafere
ve sonsuz huzura taşıyacak olan ruhsallık boyutundan
uzanan adımlar. Bu adımları doğru atanların ruhsal
zekâları yüksek olacaktır:
Önce İman Gücü: İstediğinizden emin misiniz?
Sonra Gerekçe Gücü: Niçin istiyorsunuz? Sonra
Duygu Gücü: Derin duygularla istiyor musunuz?
Sonra Israr Gücü: Sonuna kadar isteyecek misiniz?
Sonra Kanaat Gücü: Çabalarınız sonuçsuz kalsa da,
hâlâ isteyecek misiniz? Sonra Ruhsal Etkileşim
Gücü: Evren ve içindekilerle uyum içerisinde
isteyebiliyor musunuz? Sonra Kanun ve İrade
Gücü: İsterken evrenin yaratıcısının kanunlarının ve
iradesinin farkında mısınız?
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:35 PM
Temel Bölümler:
Ruhsal Zekânın temel çıkış noktaları, bu kitabın ayrı
bölümlerini oluşturmuştur. Size yedi temel ruhsal zekâ
geliştirme alanı sunuyoruz. Işık yedi ana renkten
oluşsa da, bunların yoğrulmalarından oluşan yüzlerce
farklı renkler ve tonlar vardır. Bunun gibi, Ruhsal
Zekânın bu kitapta yer almayan, detayda çok farklı
yansımaları olduğunu da bilmemiz gerekiyor.
1.İstemek ve İnanma Gücü: Bir yola girdiğinizde,
sonucuna ulaşacağınızdan hangi düzeyde eminseniz, o
sonuca ulaşma ihtimaliniz, o kadar yüksek olacaktır.
Emin olduğunuz ölçüde, tüm evren, gizliden gizliye
sizin emrinize sunulacak, tesadüf görüntüsü altında,
evrenle birlikte ilerleyeceğinizi göreceksiniz. İman,
ruhsal güce dayanmanın en önemli aracıdır.
2.İstemek ve Gerekçe Gücü: Geleceğiniz üzerinde
belirleyici olan ne yaptığınız değil, niçin yaptığıdır.
Sadece gerekçelerinizin, niyetlerinizin sonuçlarını
yaşayacaksınız. Gerekçeler yüzünden, iyiliklerden
kötülükler, kötülüklerden iyilikler çıkacak; gerekçelerin
derinliği, küçük bir işten dağlar kadar büyük sonuçlar
çıkaracaktır.
3.İstemek ve Duygu Gücü: Duygular, bir defa
istemenin gücünü, bir milyon kez istemek kadar
büyütebilir. Duygu, maddeyi şah damarından
yakalayan ruhsal alandan gelen bir esintidir. Bir insanı
bin insan kadar güçlü yapar; insan bedenini aşarak
ona ruhundan nüfuz eder. Hayatınızı olumlu
duygularla ne kadar beslerseniz, eylemlerinizin olumlu
sonuçları o kadar katlanacaktır.
4.İstemek ve Israr Gücü: Israr, ilerlemenin
sürekliliğini sağlayan tek tutumdur. Israr sayesinde,
bir damla su bir taştan güçlü olabilir. Bir kartopunun
çığa dönüşmesini, suyun okyanus hâline gelmesini
sağlayan, sadece ısrardır. Israrlı insanın çevresine
toplanan ruhsal destek, her geçen gün katlanarak
artar; öyle bir an gelir ki, merkezinde tek bir insanın
bulunduğu hareket, artık durdurulamaz. Dağlar
dağlardan değil, kum taneciklerinden yaratılmıştır.
5.İstemek ve Kanaat Gücü: Hırslı insanlar, anîden
çekerek koparırlar; birden eğerek kırarlar. Kanaat,
ilerlemeyi istikrarlı sürdürmenin tek yoludur.
Başarmak, çok ilerlemek değil, az da olsa sürekli
ilerlemektir. Dünya, hırs gösterenlerin sırtında, kanaat
gösterenlerin ayaklarının altındadır. Dünyayı sırtında
taşıyan, Dünyanın üzerinde yürüyenden güçlü olamaz.
Evren bencilliğin düşmanıdır. Her şeyi yalnızca
kendine isteyene hiçbir şey verilmez; her şeyi
dağıtmak isteyene her şey sunulur. Felaket bölgesine
bir tır yardım malzemesiyle gitseydiniz, teslim etmek
için kimi arardınız? Yaratıcı vermek için sizi niçin
arasın?
6.İstemek ve Ruhsal Etkileşim Gücü: Evren
etkileşimli yaratılmıştır. Sadece verenler alır, sevenler
sevilir; paylaşanlarla paylaşılır. İnsan bedeni, fiziksel
çevresinden nasıl etkileniyorsa; ruhu, ruhsal çevreden
öyle etkilenir. Çevresini kaplayan ruhsal enerji, insanı
ya çökertir, ya da yüceltir. Ruhlarıyla dayanışmış on
kişi, birbirlerinden tüm yönleriyle kopuk yaşayan bir
milyon kişiden daha güçlüdür. Ruhsal dayanışmayı
kullanıyor musunuz?
7.İstemek ve İlahi İrade Gücü: Evren, kendi
başlarına rasgele hareket eden bağımsız zerrelerden
değil, hakim bir sultanın kanun ve iradesine göre
çalışan askerlerden oluşur. Bu yüzden, bir atom tek
başına evren kadar, bir insan tek başına tüm insanlar
kadar güçlü olabilir. Ardında büyük bir ordunun
desteğiyle hareket eden tek bir zerre, o ordu kadar
güçlüdür. İnsan, evreni kuşatan kanun ve iradeyi tanır
da, hareketlerini onunla uyumlu yönlendirirse,
ardındaki yenilmez orduya dayanarak, evrene tek
başına meydan okuyacaktır.
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:35 PM
Ruhsal Zekânın Faydaları
Ruhsal zekâ ile hayatınızı nasıl değiştireceksiniz? Ne
gibi faydalarla karşılaşacaksınız? Nasıl bir devrim ve
değişim yaşayacaksınız?
-Ruhsal zekâ, sizi iç ve dış çatışmalardan uzaklaştırır.
Böylece iç huzurunuz, duygusal coşkunuz gelişir.
-Başarıyı, diğerlerine rağmen ve diğerlerine karşı
olmaktan çıkarır; diğerleri için ve diğerleri sayesinde
başarıya dönüştürür.
-Sizi Yaratıcınızla ve onun tüm yaratıklarıyla dost
yapar; sevgi ufkunuzu evrenin en ücra köşesine kadar
taşır, her şey tarafından sevilmenizi sağlar.
-Çalışmalarınızın verimliliğini arttırır; emeklerinizden
umduğunuzdan fazla ve hızlı sonuçlar üretir.
-Gelişmenizin, ilerlemenizin sürekliğini sağlar; fiziksel
zevkleri ruhsal zevklere dönüştürerek, üretkenliği
hayatınızın eğlencesi haline getirir.
-Her türlü faydasız ve değersiz çabadan nasıl
kurtulacağınızı, yakın çevrenize ve tüm insanlığa
unutulmaz katkılar sağlamayı nasıl başaracağınızı
gösterir.
-Ruhsal Zekâ sizi görebildiğiniz maddesel dünyanın
ardındaki ruhsal dünya ile tanıştırır. Evrenselliğinizin
boyutlarını evrenin ötesine, göremediğiniz evrenlere
taşır.
-En önemlisi, Ruhsal Zekânızı kullanmaya devam
ederseniz, size vaat edilen sonsuz hayatı ve sınırsız
coşkuyu araştırmanızı sağlayacak büyük bir merak
geliştirirsiniz.
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:35 PM
İNANMA GÜCÜ
Bir yetenekteki
eminlik düzeyi ne kadar
güçlenmişse, onun
gerektirdiği emek o kadar
azalacaktır.
I-Neden İnanma Gücü?
İstekler eminlik duygusuyla birleşirse ne olur?
(Ruhsal Zeka kitabının birinci bölümüdür.)
Giriş:
İman yapma, şüphe yıkma gücüdür. İnanmadığınızı
gerçekleştirmeye hazır değilsiniz ve tüm kimliğiniz
inanmadığınıza karşı, yıkılamaz bir direnç gösterir.
Ruhsal zekânın en önemli aracı imandır.
Başarabileceğinize ne kadar inanıyorsanız,
başarma ihtimaliniz o kadar fazladır. Çünkü
inancınız ne kadar güçlüyse, a)ruhunuza o kadar güç
verilecek; b)o kadar az emekle aynı işi
yapabileceksiniz; c) çevresel faktörler o kadar
yardımınıza koşacak; c) kaderiniz o ölçüde
isteklerinize göre belirlenecektir.
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:36 PM
1. İnanç ve Derinleşme:
a) Eminlik Nedir?
Şu inanca bakın: “Ateş yakar.” Ateşin yaktığından ne
kadar eminsiniz? Kimse, ateşte yanan kadar emin
olamaz. Çocuk bu bilgiyi sadece telkinlerin etkisiyle
bilir. Elinizi ateşe yaklaştırırsanız biraz daha iyi
bilirsiniz. Eliniz ateşte cayır cayır yanarsa, o zaman
daha yüksek bir düzeyde bilirsiniz. Herkes ölümün
gerçekliğine inanır. Ama kimse ölüm saniyelerini
yaşayan kadar bu inanca sahip olamaz.
Konuya inancın güçlendirilmesi açısından bakalım:
“Ben ölmeye karar verdim ve şimdi oturduğum yerde
zihinsel bir emirle öleceğim” diyerek ölemezsiniz.
Ama, eminlik durumunu en üst düzeye çıkarmış
Afrikalı bir büyücü, bu kararı verir, oturduğu yerde
gerçekten de ölür. Bu, onun isterse ölebileceğine
ilişkin inancının, tabiat kanunlarına meydan
okuyabilecek kadar güçlü olduğunu gösterir.
Başaracaklarına inananların başarmasının nedeni,
sadece, inançlarının onlara verdiği cesaretle çok
çalışmaları değildir. İnanmanın tüm evreni, tüm iç ve
dış şartları insana destek olacak şekilde harekete
geçirmesidir. Mutluluğun bir büyüklüğü olduğu gibi,
inanmanın da bir büyüklüğü vardır. Mutluluklarımıza
yatırım yaptığımız kadar, inançlarımızı da besleseydik,
hayatımız çok farklı olacaktı.
Size, “inanırsanız başarırsınız” denildiğinde kast edilen
inancı, kendi zihninizde şimdiye kadar taşıdığınız
“inanç” kavramıyla karıştırmayın. Birisi dal budak
salmış bir ağaç, diğeri sadece bir çekirdektir. Evrenin
bir yaratıcısı olduğuna inanıyor musunuz? Emin
misiniz? Gerçekten emin misiniz? Eğer içimizdeki bu
çekirdek inanç, burada kast ettiğimiz ölçüde “gerçek”
inanca dönüşebilseydi, yaratıcının huzurunda olma
inancının etkisiyle kalbimizin yaşayacağı duygu
patlaması, göğüs kafesimizi çatlatırdı. “Eğer Allah’ı
hakkıyla tanısaydınız, duanızla dağlar yerinden
oynardı.(3)”
İnanç üç farklı düzeyde olabilir: Bilgi düzeyi, şahit
olma düzeyi, içselleştirme düzeyi.(4) Ateşin
yakacağını, okuyarak, dinleyerek veya uzaktan
görerek bilmek bilgi düzeyi; ateşin dokunabileceğiniz
kadar yakınında, yananların dehşetini hissetmek şahit
olma düzeyi; alevlerin içerisinde yanıp tutuşmak da
içselleştirme düzeyidir. İman, inancın en
güçlendirilmiş düzeyidir. Biz “ateşin yakacağı”
inancını doğuştan ruhsal bir kalıp olarak getirdik. Eğer
inancımızı tersine çevirerek, “ateş beni yakmaz”
inancını tam olarak içselleştirseydik, ateş bizi
yakamazdı. İddia bu kadar ciddidir. İmanın, insan
üzerindeki etkisi bu kadar büyüktür. Kendimizle ve
başarımızla ilgili olumlu inançlarımız genellikle bilgi
düzeyindedir. Bu inançları içselleştirebilirsek, neler
olabileceğini tahmin edebiliyor musunuz?
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:36 PM
b) Ruhsal Kalıplar:
İnsan ruhu bir eminlik durumudur. Ruh, yüzeyden
derine doğru güçlenen inanç kalıplarından
yaratılmıştır. Bu kalıpların temeli doğuştan, gelişme
biçimleri sonradandır. Eminlik durumunun
derinleşmesi, inancın, ruhu oluşturan dairelerin
derin noktalarına doğru ilerlemesidir.
Derinlikler Psikolojisinin üstadı Carl Gustave Jung’un
tezinden yararlanarak ruhsal bütünlüğünüzü, iç içe
geçen daireler hâlinde dört düzeydeki kalıplar
bütününe ayrıştırabilirsiniz. En iç düzey en derindedir,
değişmesi en zor olanıdır ve hayat üzerinde en fazla
etkilidir. Dairelerin dışına çıkıldıkça kalıpların
sonradanlık düzeyleri artar: 1) Kişisel öz, ruhu
oluşturan çekirdektir. 2) Üzerinde, bu özü
şekillendiren beşeri kalıplar tüm insanlarda ortak,
3)daha üzerinde sosyal kalıplar ırklarda veya
kültürlerde ortak, 4) ve en üst düzeyde ise bireysel
kalıplar kişiseldir, sadece kişiye özeldir. Bireysel
kalıpların gelişimi, spermin yumurtayla buluşmasından
itibaren devam etmektedir; oysa diğerleri anne
rahminden de önce belirlenmiştir.
Ruhsal kalıbımızın temeline doğru inildikçe, diğer
insanlarla ortak yönlerimiz artar, yüzeye çıkıldıkça
farklılıklarımız artar. Bireysel kimliklerini henüz
geliştirmemiş olan yeni doğanlar, birbirleriyle daha
çok benzeşirler.
Her insan bu dört daire arasındaki ilişkinin
şekillendirdiği bir ruhsal yapıya sahiptir. Bir insanın
ruhsal enerjisinin boyutları, bu yapı içerisindeki
değişime göre değişim gösterecektir. Bu değişimi
üretmenin tek yolu kimliği değiştirmektir; kimliğin
değişmesi demek, kişinin kendi hakkında emin olduğu
anlamların değişmesi demektir.
Sözünü ettiğimiz ruhsal kalıplar, bilincimiz tarafından
iman veya eminlik duygusu olarak algılanırlar. Erkek
olan ruhsal kalıbın sahibi, “erkek olduğu hissinden
emindir.” Bu hissin sebebi vücudunun şekli değil,
ruhsal temeldir. O ruhu insandan alıp bir aslanın
bedenine aktarsanız, kendini yine erkek bir insan
olarak algılayacak, ancak bedeniyle çatışma
yaşayacaktır. Bir erkeğin beynini bir kadına
aktarsanız, kendini hâlâ erkek olarak algılayacak;
ama, ruhuyla vücudunu savaştıracaktır. Çünkü ruhları
transfer edemiyorsunuz.
Bu durumda, mantık şunu söyleyecektir: Bir konuyla
ilgili ruhsal kalıp, o konuyla ilgili fizik bir varlık değil,
sadece soyut bir “emin olma” duygusudur. O zaman,
“emin olma duygusu” bir ruhsal kalıptır. O zaman,
yeni emin olma duyguları geliştirebilirsek, yeni ruhsal
kalıplar geliştirmiş oluruz. Vücudumuzun çevresel
şartlardan etkilenme biçimini ruhsal kalıplarımız
belirlediğine göre, dolaylı şekilde emin olma
duygumuz da belirlemiş olmaktadır. Dolayısıyla, yeni
eminlik duyguları, bizim için yeni yaşama biçimleri
belirlenmesine neden olacaktır.
Ruhsal kalıp, sadece ruhumuzda ve bedenimizde
nelerin olup bittiğini belirlemiyor. Ruh ve bedenin
çevresel faktörlerden nasıl etkileneceğini de belirliyor.
Nitekim, “ateşte yanmayacağınıza inanırsanız,
yanmazsınız” derken kast ettiğimiz gerçek budur.
Buradan müthiş bir başarı kuralına ulaşıyoruz:
İçinizdeki veya dışınızdaki iş ne kadar zor olursa
olsun, onu yapabileceğinize emin olmuşsanız,
yapabilirsiniz.
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:36 PM
c) Bilgiden Eminliğe:
İmanın derinleşmesi düşünceden başlayan bir
yolculuktur. İman her an meyve veren bir ağaç,
düşünce ise kök salmaya çalışan bir çekirdektir.
Yenilginin veya zaferin tohumunu bir tek
düşünceyle üretebilirsiniz.
a)Olayları anlatan bilgiyi gözlemlersiniz, öğrenirsiniz,
kullanırsınız, tekrarlarsınız. Bir süre sonra bu bilginin
yapısı güçlenir ve b) kapsayıcı düşünceyi üretir.
Düşünceyi inşa etmeye ve beslemeye devam
edersiniz, güçlenen düşünce ciddi bir c)
kanaate(zayıf inanç) dönüşür. Belli bir düşünce
tahminlerinize göre doğrudur.(5) Kanaati beslersiniz,
kendinize ait bir d) inanca dönüşür. Ona
inanıyorsunuz, sorgulamaya gerek duymadan onu
kullanıyorsunuz. Ancak inanç yine de sarsılabilir.
Karşısına çıkacak çok güçlü bir karşı inanç, onu birkaç
vuruşla devirebilir. İnancı da yoğunlaştırdığınızda, o
sizin e) imanınız hâlini alır ve iman düzeyinin f)
korundukça beslenebileceği yüksek eminlik,
kesinlik düzeyleri vardır.
Bilgi ve düşünce, imanın ilimle bilinme düzeyini;
kanaat ve inanç, şahit olma düzeyini; iman ve yüksek
eminlik, içselleştirme düzeyini ifade eder.
Bir yüksek eminlik durumu, doğrudan saldırılarla yok
edilemez. O her yerde, o şah damarınızda, o
genetiğinizde... Her yerinizi, her atomunuzu
mekan tutmuş bir olguya saldırmanız mümkün
değildir.
Öylesine derine girer ki onun farkına varmazsınız.
Sınırları kendi sınırlarınızı öylesine kuşatır ki, onu
tanımlayamazsınız. Otomatikleşmiştir, görünüşe göre
kendiliğindendir. Sorgulanması gülünçtür. Size fark
ettirmeden, ne yapılacaksa yapar.
Örnek : ilhan irem’in sevgi üzerine söylediği şarkıları
üst üste durmadan dinlersen ve kendi düşüncelerinle
onu beslersen bir süre sonra sevgi kavramı senin
ruhunun derinliklerine yerleşir. Sevgi üzerine olumsuz
şeyler de yaşasan örneğin bir kızı çok sevsen fakat o
seni kabul etmese de senin sevgi üzerine olan inancın
asla değişmez
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:36 PM
d) Sınırsızlık Aynası
İman, Yaratıcının sınırsızlığına ayna olmak için
insanın başvurabileceği tek kaynaktır. İnsan alan,
yaratıcı verendir. İnsan sınırlı; ama yaratıcısı
sınırsızdır.
Bedeninizde ve ruhunuzda yansıyan, hayat, güzellik,
zekâ, zenginlik gibi tüm değerlerin kaynağı, evrenin
yaratıcısıdır. Bu değerleri ne kadar gelişmiş düzeyde
elde etmişseniz, Yaratıcıdan o kadar almışsınız
demektir. Diğer deyişle, Yaratıcının sıfatları üzerinizde
ne kadar parlamışsa, size o kadar destek sunulmuştur.
Yaratıcı, insanlardan gelen talepler arasında ayrım
yapmıyor; insanlara dinlerine göre farklı davranmıyor.
Çünkü yarattığı sistemi kanunlarıyla yönetiyor.
Yaratıcı sınırsız bir eminlik düzeyindedir. Bu yüzden,
“bir şeyi dilediği zaman, onun buyruğu sadece o şeye
ol demektir ve hemen olur(6). Bize nasıl
davranacağını, “ben kulumun zannı üzereyim; zannı
iyi ise iyi muamele ederim, kötü ise kötü muamele
ederim(7)” sözüyle açıklamıştır. Yani, yaratıcının
zekânızı daraltacağını sanıyorsanız, zekânız
daraltılıyor. Kendi hakkınızda yaptığınız
değerlendirme, hakkınızda bir duaya dönüşüyor: “Ben
üzüntülüyüm” demekten, “üzüntülü olmak
istiyorum” duası çıkıyor.
Yapabileceğinizden ne kadar emin olursanız,
Yaratıcının gücü o kadar desteğinizde olacaktır.
Yaratıcının “eminlik” sıfatını ne kadar içinizde
keskinleştirirseniz, o sıfat, üzerinizde ve geleceğinizde
o kadar etkili olur.
Bir askerin gücünü, arkasındaki ordunun gücü belirler.
Tek başına kendi silâhıyla askercilik oynayan çocuk,
büyük bir orduyu esir alamaz. Dolayısıyla “yapabilirim”
derken, askercilik oynamayalım; bizim gücümüze
değil, bizimle olan güce dayanacağız.
İslâm Peygamberi(asm) bizi emin olmaya davet eder:
“Allah’a, kabul edileceğine kesin şekilde inanmış
olarak dua edin. Şunu da bilin ki, Allah
kendisinden gâfil ve başka işlerle meşgul bir
kalbin duasını kabul etmez(8).” İstemekle, kabul
edileceğine-gerçekleşeceğine- kesin emin olmak
arasındaki ilişkiyi(9) vurgulayan bu söz, başarının
heyecan verici bir boyutunu asırlar önce dile
getirmiştir.
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:37 PM
e) Önce Emin Ol
İstanbul’da açılan bir sınava başvuran yüzlerce kişiden
dördüyle, başvuru kuyruğunda yapılan röportajı
TGRT’de izledim. Söylediklerine bakın: “Şansım
milyonda bir de olsa denemek istedim. Kazacağımı hiç
sanmıyorum. Türkiye’de dayın yoksa kazanamazsın.
Ne yapıp edip torpillileri kazandıracaklardır. Şans işte,
bakarsın kazanırım.”
İnanmadığınızı başarabileceğinizi ümit ederseniz,
emeğinizi lüzumsuz yere sarf edersiniz. Tereddüt
içinde büyük bir iş yapmaktansa, emin olarak
küçük bir iş yapın. Daha başarılı olacağınızı garanti
edebilirim.
Arzularken, arzularınızın gerçekleşip
gerçekleşmeyeceği konusunda şüpheli veya kayıtsız
bir durumda mısınız? Bazı dualar ve arzular müthiştir:
“Kilo kontrol hapları yüzünden annesinin ölümünden
etkilenen ve sağlıklı bir diyet sistemi geliştirmeye
kendini adayan küçük çocuk Mark Hudges’in duası.
Çocuğunun tedavisi için çok büyük para kazanmak
zorunda kalan mühendis Jim Dornan’ın duası. Kendini
aşağılayanları utandırmaya adanan üniversiteli
Einstein’in duası. Birincisi dev bir şirketin, diğeri
Dünyayı saran bir pazarlama örgütünün, üçüncüsü de
kuantum fiziğinin temelini oluşturmuştur.
Hayatımızda büyük izler bırakan, büyük eserler üreten
herkesin böylesine keskin ve duygulu çok büyük
duaları vardır. İnanmışlardır ve kaderlerinin sahibi
inandıklarını gerçekleştirmelerine izin vermiştir. Eğer
bir gün siz de unutulmaz bir eser üretirseniz, bunu
kesin bir inançla yaptığınız duanıza borçlu olacaksınız.
Bir itiraz duyuyorum: “iyi de, bana çok duyduğum
şeyleri söylüyorsunuz. Ben başarabileceğime
inanıyorum; ama yine de olmuyor, inanmama rağmen
başaramıyorum.”
Bir tuzaktır bu söz. Gerçekten başaracağınıza
inansaydınız, bu sözü söyleyemezdiniz. İnanmak
kelimesini GÜNEŞ kadar büyütün. Gerçekten inanıyor
musunuz? Sözünü ettiğiniz inanç, bizim anlatmaya
çalıştığımız iman mı?
Akıllı olduğuna inanan bir deli, “ben deliyim, bir türlü
akıllı olamıyorum” diyebilir mi? Sağlıklı olan insan,
“ben hastayım” diyebilir; ama, sağlıklı olduğuna
inanan hasta, “ben hastayım” diyemez. Mantık size
şöyle der: Eğer hastaysanız, sağlıklı olduğunuza
inanamazsınız. Eğer başarısızsanız, başarılı
olduğunuza inanamazsınız. Neden öne sağlığı veya
başarıyı alıyorsunuz? Öne inancı almayı denemenizi
öneriyorum. İddia şudur: “Sağlıklıyım” inancının
nedeni sağlıklı olmak değil, sağlıklı olduğuna daha
önce inanmış olmaktır.
Cemil Tokpınar’dan dinlemiştim: Hoca vaazında,
“bismillah diyerek yürürseniz, suyun üzerinden
batmadan geçersiniz” der. Bu söze inanan bir köylü,
artık köprü yerine nehirden geçmektedir; bir gün
Hocayı evine davet eder. Birlikte giderken, nehir
karşılarına çıkar ve adam nehrin üzerinden yürüyerek
karşıya geçer. Ama Hoca suya girmeye cesaret
edemez; şaşkın adam, “hocam sen böyle dememiş
miydin, geçsene” diye seslenir. Akıl ve mantık süzgeci,
bazen inancınızla savaşacak ve yukarıdaki örnekte
görüldüğü gibi, sorgulamadan inanmak, başarmanın
en büyük nedeni olacaktır.
Köylü, su üzerinden yürüyerek geçebileceğine,
geçmeden önce inanmıştır. İnancın güç alanına
daha fazla girmek istiyorsanız, başaracağınıza,
başarmadan önce inanmalısınız.
İnanç sağ beyin tarafından, mantık sol beyin
tarafından yönetilir. İnanç ruhsal evrenin, mantık
maddesel evrenin sınırları içerisindedir. Henüz
başaramadığınız işle ilgili inancı, mantıkla
sorgularsanız, birbirleriyle savaşacaklardır. Mantık
size engellerinizi, inançsa desteklerinizi gösterir.
Aslında mantık, ruhsal evreni kuşatabilecek kadar
gelişebilir; ama, biz tabiat kanunlarının
gösterdikleriyle sınırlanan mantıklar geliştiriyoruz.
Daha doğrusu bizim mantıklarımız, bilinenlerle ilgilidir.
Bilinmeyeni, basit mantıklar her zaman reddetmiştir.
Bir zamanlar, Ay’a çıkmak hayali ne kadar mantıksız
gelmişse, henüz geliştirmediğiniz zekâyı
geliştirebileceğinizi sanmak da, o kadar mantıksızdır.
Dolayısıyla imanı da, mantığı da kullanın; ama,
sonucunu bilmediğiniz bir başarı yolculuğuna çıkarken,
mantığınızdan çok imanınıza dayanın. “Bunu
yapamayacaksınız” diyen mantığı susturun, “bunu
başaracaksınız” diyen inancın sesini haykırışa
dönüştürün.
“Hakiki imanı elde eden adam kâinata meydan
okuyabilir” der Bediuzzaman. Sizinle, yaratılmışlar
dünyasına meydan okumanın formülünü
paylaşıyorum: Hiçbir şey yokken iman vardı, yani ruh
vardı. Kadın bedeni yokken kadın ruhu, erkek bedeni
yokken erkek ruhu vardı. Hastalık gelişmeden önce,
hastalık inancı gelişti. Başarısızlık yokken başarısızlık
inancı üretildi. Hiçbir komutan, yenileceği
endişesine kapılmadan önce yenilmemiştir. Daha
da kötüsü, Yıldırım Bayezit’in dediği gibi,
“yenileceğinden korkan daima yenilir.”
Her başarının öncesinde, başarma inancı gelişmiş;
başarı, bu inancın eseri olmuştur. Kolomb Amerika’ya
varmadan önce, Dünyanın öteki tarafından Hindistan’a
geçen bir yol olduğuna inanmıştı. Elias Howe dikiş
makinesini bulmadan önce, bu makinenin varlığına
inanmıştı. Edison ampulü bulmadan önce onun var
olduğunu biliyordu. Başaranlar, önce inandılar,
sonra yaptılar; başaramayanlar ise, önce yapıp
sonra inanmayı deniyorlar.
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:37 PM
2. İman Kolaylaştırır:
Geliştirdiğiniz eminlik düzeyi, hayatınıza müthiş
kolaylıklar kazandırır. Başaracağınıza ne kadar derin
inanırsanız, o kadar çok destek size yardımcı olacak
ve o kadar kolay başaracaksınız. Öyle ki, aç
kalmayacağından emin; ama, mutfağında bir lokma
ekmek saklayamayan serçe gibi, yola çıktığınızda,
yiyeceğinizi gözlerinizin önünde, hedefinizi
ayaklarınızın altında görebileceksiniz.
Eminlik durumunun ne tür destekler üretebildiğine tek
tek bakalım:
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:37 PM
a) Daha Az Bilinç:
Bilincinizi ne kadar kullanmanız gerekiyorsa, o kadar
enerji harcarsınız. Örneğin daktilo yazarken, hangi
tuşa dokunmanız gerektiğinin ne kadar az bilincine
varıyorsanız, o kadar hızlı ve düzgün yazarsınız.
Araba kullanırken ne kadar otomatik
davranabiliyorsanız, şoförlüğünüz o kadar kolay
olacaktır. Otomatikleşmiş her davranış, eminlik
düzeyine yükselmiş davranıştır.
Henüz yürüme inancını tam geliştirmemiş bebek, tüm
bilinci ve kaslarıyla yürümeye çalışırken, yetişkin insan
birbirini takip eden adımlarına dikkat etmek zorunda
değildir. Dolayısıyla bir yetenekteki eminlik düzeyi
ne kadar güçlenmişse, onun gerektirdiği uyanık
bilinç o kadar azalacaktır. Başarabileceğinize ne
kadar az inanıyorsanız, o kadar çok çalışmak
zorundasınız. Kaybetmekten korkmayan öğrenci,
günde 30 dakika çalışarak çok yüksek notlar alırken;
kaybetme korkusuyla çalışan öğrenci, aynı başarı için
günde 5 saat çalışmak zorunda kalır.
b) Daha Az Mantık:
Eminlik düzeyine ulaşmış yetenek, daha az mantık
gerektirir. Bir yetenekten eminseniz, onu daha az
mantık kullanarak yaparsınız. İman mantığın arkasına
gizlenir ve onu derinden yönetir.
Farkında olmadan ateşe basarsanız, otomatik bir
refleksle ayağınızı çekersiniz. Ateşten kaçınmanız
gerektiğini biliyorsunuz; ama, böyle ani bir durumda,
ayağınızı çekmeniz gerektiğinin mantığınızca
kararlaştırılmasını beklemeye vaktiniz yoktur. İşte çok
güçlenmiş eminlik durumu, yaptığınız işi böylesine
otomatik ve hızlı yönetmenizi sağlayacaktır.
İnancını kullanan, evrenin ışığıyla; mantığını
kullanan, kendi ışığıyla aydınlanır. Kişisel ışık, zifiri
karanlığa tutulan el fenerinden daha zayıftır; karanlık
çevredeki gölgelerin sizi parçalamaya hazırlanan
ejderhalar olduğunu sanırsınız. Bildiğiniz yol, sadece
görebildiğiniz yoldur. Oysa evrenin sahibinin
mantığıyla ilerlediğinizde, tüm evren haritasının
avucunuzun içine sığdırılabildiğini göreceksiniz. Onun
mantığıyla ilerlemenin tek yolu, sizi doğru yolda
ilerleteceğine inanmanızdır.
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:37 PM
c) Ruhsal Destek:
Başaracağınızdan emin olduğunuz bir iş üzerinde
çalışırken, değişen şartlara göre ne yapmanız gerektiği
konusunda yardım alırsınız.
Ne kadar eminseniz, sezgileriniz, tahminleriniz
veya rasgele tercihleriniz o kadar isabetli
olacaktır. Bir anlamda, kendinizi derin bilincin
yönetimine terk ediyorsunuz ve o, sizi ihtiyacınız olan
yere sevk ediyor.
Şu örneğe bakın: Sarımsak yağının faydalarıyla ilgili
bir yazı okudum. Nereden satın alabileceğimi tahmin
etmişsem oraya gidip sordum; aradan geçen üç ay
boyunca bulamadım. Bir gün sarımsak yağını ararken
yoruldum; eninde sonunda bulacağımdan emin olarak,
dinlenmek amacıyla bir dostumun bürosuna girdim.
Sohbet ederken oradaki misafir öğretmenin konuşması
ilgimi çekti. İngiltere’den sarımsak yağı ithal
ediyormuş. Görüyorsunuz; derin bir bilinç, aradığımı,
tahmin etmediğim yerde önüme koymuştur.
Öğretmeni o büroya gönderen kudret, beni de oraya
sevk etmişti.
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:37 PM
d) Dış Engellere Karşı:
İnsan vücudu tabiat kanunlarıyla yönetilen çevrenin
etkisi altındadır. İnanç düzeyiniz, üzerinizdeki olumsuz
çevresel etkileri en aza indirebilir. Çevreyi oluşturan
faktörlerin sizi ne kadar engelleyeceğine inanıyorsanız,
o kadar engellenirsiniz.
İman gücünde gelişmiş bir inanç, gerekirse tabiat
kanunlarına bile meydan okumanızı sağlar.
En güçlü imana sahip Peygamberin(asm) on
parmağından on çeşme su akmasını sağlayan; onun
yağmur dileyen duası daha bitmeden bulutu aniden
gönderip yağmuru sel gibi indiren güç, yaratıcının
gücü hakkındaki eminlik hissinin şiddetinden doğar.
Kalbindeki iman veya eminlik duygusu karşılığında,
Yaratıcının Peygamberine ihsan ettiği, diğer deyişle,
Peygamberi aracılığıyla kullandığı güçtür.
İnanç, büyük direnç gösteren tabiat kanunlarına bile
meydan okuyabiliyorsa, basit engellere neden meydan
okuyamasın? “Kazanamayacağınıza inandığınız” sınav
için(10) neden boşuna emek harcıyorsunuz? Dâhi de
olsanız, inanmadığınız sınav size kazandırılmayacaktır.
Fakirliğe mahkûm olduğunuzdan eminseniz, neden
boşuna çalışıyorsunuz? Fakirliği dinle içselleştiren
Hinduların fakirliğe mahkûmiyetlerinin ardındaki
nedenleri görebilmelisiniz.
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:38 PM
e) Gizli destek:
Başaracağınıza emin olabilirseniz, kaderin sahibinden
gizli destekler alırsınız. Görünüşe göre işi yapan
sadece sizsiniz; ama, öyle şeyler yapılır ki, tesadüf
olduğunu sandığınız o şeyler, kaderin sahibi tarafından
ya size ilham edilmiş; ya da melekleri aracılığıyla
bildirilmiş olur.
Şu hikâyeye bakın: Doktora sınavına giriyorum.
Sadece iki üniversite doktora sınavı açtı. Birinde
yabancı dili kazanan tek öğrenci olmuştum; tek
öğrenci için doktora programı açamayacakları
söylediler. Diğer üniversiteye yöneldim. Ankara’daki
tek sınav ve kazanmak zorundayım. Bana düşen,
bütün gücümle çalışmak, yakıcı arzuyla başarıyı
dilemek, sonuç hakkında yaratıcının hükmüne razı
olmaktır. “Düşün ve Başar” kitabındaki stratejilere
uygun olarak üzerime düşeni yaptım.
Gerçekler şöyle söylüyordu: Ben siyaset bilimci
değilim ve siyaset bilimi alanında çok yetersiz
durumdayım. Böyle bir sınavda başarılı olabilmem için
bir ay içinde en az yüz kitap okumak zorundayım.
Aldığım yardımın çarpıcı biçimine dikkatinizi
çekeceğim. Yunan site devletlerindeki demokrasi
uygulamasını iyi bilmiyordum. Sınavdan bir gün önce,
bu konuyu iyi bilmem gerektiği, garip bir sezgiyle,
inatçı şekilde zihnime takıldı. Ankara Üniversitesinde
master yapan bilgi birikimi müthiş Fahri Bakırcı’dan,
bir saat boyunca sorular sorarak o konuyu öğrendim
ve kendisinden o konuyla ilgili bir kitap alıp okudum.
Aynı gün akşam, üniversitede okuduğumuz iki
kitaptan birer bölümü iki saat içerisinde inceledim.
Sınavda çıkabilir düşüncesiyle değil, sadece biraz daha
bilgili olmak için. İçimden akıp geçen sezgilere,
uyarılara teslim olmuştum.
Ne kadar birikimsiz olduğumu tahmin edebilirsiniz.
Şuna bakın: sınavda dört soru soruldu. Hangi soruların
sorulacağını kesinlikle bilemezdim. Bir sorunun
cevabını arkadaşımla soru-cevap yoluyla öğrenmiştim.
Diğer iki soru ise akşam çalıştığım o iki konuydu. Son
soru literatürdeki genel kavramlardı.
Çok ciddi bir sınavı kazanmayı hak etmişim. Elbette
her zaman bu kadar basit değil. Ama, üzerime düşeni
bütün içtenliğimle yaptım. Özel arabamda, kırmızı
ışıkta bile ders çalışacak kadar sınavı kazanmayı
istiyordum.
Eğer tereddüt ederseniz, başaracağınıza dair inancınızı
sarsarsınız. Hayatın akışına teslim olmazsanız, sezgiler
veya ilhamlar size böylesine inanılmaz ölçülerde
destek veremez. Rasgele yaptığınız işler bile,
inancınızın şiddetine göre, amaçlarınıza paralel
şekillendirilecektir.
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:38 PM
f) Çevresel Destek:
Eminlik düzeyiniz, diğer insanlardan alacağınız
desteğin miktarını da belirler. Yaptığınız işe ne kadar
çok inanıyorsanız, o kadar çok destek size
sunulacaktır.
Büyük başarılar için başkalarının desteğine de
ihtiyacımız var. İnsanlar bize ne kadar inanıyorlarsa, o
kadar destek vereceklerdir. İnsanların bize ne
kadar inanacaklarını belirleyen, kendimize ne
kadar inandığımızdır.
Ayağınız kayar, elinizdeki ekmek düşer ve onu çöpe
atarsınız. Saatlerdir ilerideki köşede aç bekleyen
küçük kediyi doyuracak bir ekmeğin sizi ve onu
izleyen Yaratıcı tarafından elinizden alındığını
bilmezsiniz. Uzaklaşırsınız ve yavrularını emzirebilmek
için kendini beslemek zorunda olan kedi oraya
yaklaşır. Böyle manzaraları çok gördüm.
Ankara-Samsun yolunda Siteler’e doğru eşimle birlikte
yol alıyorduk. Bu beton yığınları içerisinde yüzlerce
güvercinin nasıl beslendiğini siz de merak eder
misiniz? Önümüze bir kamyon geçti, buğday veya
arpa taşıyordu. Güvercinler kamyonun sırtına
doluştular. Onları izleyebilmek için bir süre kamyonun
ardından ayrılmadık. Kilometrelerce uzaklardaki
güvercinlerin bize doğru uçtuklarını gördüm. Geldiler,
kamyonun sırtına bindiler, doyanlar birer birer ayrıldı.
İnanıp teslim olursanız, kör bir kuyuya düşseniz de,
böylesine ilginç yardımlar size gönderilecektir.
İnsanlar, çoğu zaman bize niçin destek verdiklerini de
bilmezler; kaderin sahibi onları sevk eder; desteklerini
bize cömertçe sunarlar. Bazen yardımlarını bize
yönlendirdiklerinin farkında bile olmazlar.
Bu kitabı yazmaya başladığım sıralarda Kur’an’daki
“dua ayetlerini bulup çıkarmak istiyordum. Kur’an
mealini okumaya çalıştım. Bir program aracılığıyla
bilgisayardan taramak istedim. Birisi çok zamanımı
alıyordu, diğeri sağlıklı bir tarama sistemine sahip
değildi. Hedefime mutlaka ulaşacaktım. Geçici bir süre
askıya aldığım bu konuda, bir ay içinde ilginç bir
destek aldım.
Değerli Berna Okudan böyle bir arayışım olduğunu
bilemezdi. Eline bu konuda geçen bir dosyayı internet
aracılığıyla bana gönderdi.
Benzer bir olayı daha önce yaşadım. Hipnoz
uygulamalarında seminerde kullanabileceğim güçlü bir
animasyon programı arıyordum. Bunu bazı
arkadaşlara yaptırma çabalarım boş çıktı. Nasıl
yapabileceğimi düşünürken, bir gün sevgili dostum
Tevfik Bilgin, “böyle şeylere ilgi duyuyorsun” diyerek,
tam aradığım animasyonu yine internet aracılığıyla
gönderdi. Geçmişime dikkat ettiğimde bu şekilde
inanılmaz destekler aldığımı görüyorum.
Bir gün Tülay Ersoy hanımefendi, ihracat ithalat
konularıyla ilgilendiğini, bu konuda iyi bir rehber
bulamadığını söylüyordu. Kendisine “eğer çok
istiyorsan ve bulacağına inanıyorsan, bulacağından
emin ol; bunun için kütüphanelere veya en iyisi
İhracatı Geliştirme Merkezine gitmelisin. İnancını ve
ısrarını çok güçlendirirsen, ayağına bile gönderilebilir”
dedim. Aradan bir ay geçmişti. Büromuza bir kitap
geldi, kapağında “İhracat Mevzuatı 2000” yazıyordu.
Kitap kişiye gönderilmemişti; ama, kaderin sahibinin o
kitabı Tülay Hanım için gönderttiğinden eminim. Size
burada anlatmaya çalıştığım inancımın bir kez daha
desteklendiğine şahit olmuştum.
Bir şirket kurdunuz ve ortak arıyorsunuz.
Kazanacağınızdan eminseniz, ortaklığa davet ettiğiniz
insanlar daha cesur şekilde sizinle aynı riske atılırlar.
Haşim Bayram’ın Kombassan’la birlikte
başaracağından emin olan pek çok kişi, evini arabasını
satmış, kurduğu şirkete ortak olmuştur.
Siz söyleyin: Ben kapınızı çalsam, yapacağınız
yatırımın bir yıl içinde on kat değer kazanacağına sizi
kesin olarak inandırsam, tüm varlığınızla ve hatta
borçlanarak bana ortak olmak istemez misiniz? En
büyük etkileme inandırmaktır; inandırmanın en
büyük adımı inanmaktır.
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:38 PM
g) Daha Az Emek:
İnanma şiddeti ile emek gücü arasında zıt bir ilişki
vardır. Ne kadar fazla inanıyorsanız, o kadar az
çalışma size yeterli oluyor.
Yazmak için oturduğunuzda ilham geleceğinden
eminseniz, kelimeler zihninizde akarlar. Hayalleriniz,
rüyalarınız, düşünceleriniz, üzerine odaklandığınız
sorunun çözümünü işbirliği yaparak önünüze dökerler.
Mastır tezimin bazı bölümlerini rüyamda yazdığımı
söylediğimde, şaka yaptığımı sanıyorlar. Sürem o
kadar kısalmıştı ki, tüm saniyelerim düşünmekle ve
üretmekle dolmuştu. Bilinçli zamanlarda yaptığım
çalışma, bir tezi iki ayda yazmama yetemezdi. Ama
rüyamda düşündüklerimi, uyanır uyanmaz kâğıt
üzerine aktardığımda, bunun bir rüya değil, kesinlikle
mantıklı bir bilinç olduğunu gördüm.
Batmanlı bir öğrenci kardeşim Ankara’nın Maltepe
semtinde ölümüne çalışıyor, üniversite sınavını
kazanmayı ölümden kurtulma meselesi görüyordu.
Sınavı kazacağından şüphe ettiğini anladım. Şüphesi
yüzünden kendini sıkıyor, çalışmayı işkenceye
dönüştürüyordu. “Böyle çalışırsa, her şeyi hafızasına
yazsa da kazanamayacağını” söyledim. Önerilerimi
dinlemedi, inancını geliştirmeden, çabalarına güvendi
ve üzgünüm, sınavı kaybetti.
Sınav derdine düşmeyen öğrencilerin daha az çabayla
bizden başarılı olabildiklerine bakarak, kaderi veya
sistemi suçlamayalım. Bir öğrenci sınavlar hakkında
endişe ederek çok çalışırken, hiç endişe etmeden az
çalışan öğrenci daha başarılı oluyor. Demek ki doğru
olan farklı bir şey yapıyor. Eğer çok çalışmanın yanı
sıra, başaracağımızdan emin olabilirsek, dâhi olacağız,
haberimiz yok.
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:39 PM
3. İman Değiştirir:
Emin olduğunuz yargılar, zaman içinde hayatınızda
çok büyük etkiler ve değişiklikler meydana
getireceklerdir:
a) Ruhsal enerji
Ruhsal enerji, ruhtan inançlar aracılığıyla yayılır.
Şifaya aracı olduğunuza inandığınız ölçüde, aracı
oluyorsunuz. Bir insanın ruhsal enerji potansiyeli,
inanabilme genişliği kadardır; ama, bu
potansiyelin açığa çıkan miktarı, sadece inandığı
kadardır. Tabiatın, hayat yolculuğunuzun hizmetine
ne kadar sunulabileceğine inanıyorsanız, size o kadar
hizmet edecektir. Star r Jordan’ın, “nereye
gittiğini bilen kişiye yol vermek için dünya bir yana
çekilir” sözünün anlamı budur; sadece yol açmak için
bir yana çekilmez, destek olmak için ardından yürür.
Enerjilerini tüketerek çökenler, ümitlerini yitirenlerdir,
karamsarlığa kapılanlardır. İnsanı yıldıranın, taşıdığı
maddi yükün ve maddi işlerin ağırlığı olduğunu
sanmayın. Eğer öyleyse neden bazıları dehşet verici
işkencelerin altından ezilmeden kalkıyorlar? Neden
bazıları, sadece düşük karne notuna veya bir hakarete
yenik düşerek intihar ediyorlar?
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:39 PM
b) Savunma Sistemleri
Hastalıkların yayılmasının asıl nedeni vücudun
savunma sisteminin zayıf kalmasıdır. Vücudunuz
bakterilerin, virüslerin sürekli saldırısı altındadır.
Savunma sisteminiz çöktüğünde, bu saldırılar mağlup
edilemez ve küçük bir mikrop, bulduğu boşluğu
kullanarak ilerler. Bildiğiniz AIDS virüsünün tek
düşmanı savunma sistemidir. İnsan bu virüsten değil,
bu virüs yüzünden meydanı boş bulan basit bir
mikrobun meydan okumasından ölür.
Ruhsallığımızın da bir savunma sistemi vardır. Ruhsal
olarak ayakta ve diri olmak istiyorsak, dışarıdan gelen
ruhsal saldırıları mağlup edecek bir güç düzeyine sahip
olmamız gerekir. Saldırılar: Hakkınızdaki nefretler,
öfkeler, telepatiyle gelen kötü mesajlar, nazar veya
büyü gibi ruhsal etkiler; kendi karamsarlığınız,
öfkeniz, intikam duygunuz, kıskançlığınız, lânetiniz,
bedduanız. Bunun karşısında destekleriniz de vardır:
Size yönelen sevgiler, dualar, dostluklar; sizin
ürettiğiniz ümitler, sevgiler, yardımlar, ruhsallığınızı
güçlendirecektir. Siz bu çatışma alanı içerisinde
yaşıyorsunuz.
Eğer güçsüz düşüren duygu ve tutumları üreten
eminlik durumları geliştirmişseniz, azalan ruhsal
enerjiniz, belli bir eşiğin altında kontrolünüzü
kaybetmenize neden olur. Enerjiniz eşiğin altına
düşerse, küçük bir sinek vızıltısı, en basit bir gerginlik,
fırtına koparmanıza neden olur. Musluktan sızan bir
damla suyu, başınıza damlayan koca bir tokmak gibi
algılarsınız.
Ruhsal savunma sisteminiz çöktüğünde, bedeninizi
oluşturan sistemi kontrol eden fiziksel savunma
sisteminiz de çöker veya paralel olarak zayıflar.
Ruhsal hastalıklar beraberinde fiziksel hastalıkları da
taşır. Gerçek güçsüzlük ruhsaldır ve güçsüz insan
başarılı olamaz.
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:39 PM
c) Duygular
Davranışlarımızı duygularımıza, duygularımızı da
inançlarımıza borçluyuz. İnsanın tercihlerini belirleyen
acı ve zevk duygusunun tepesinde, neyin acı ve neyin
zevk olduğunu tanımlayan inançlar vardır.
Zarar verici inançlar sürekli zarar veren duygular
üretirler; zarar veren duygular, hayatın her saniyesini
işkenceye dönüştürür. Güçlendirici inançlarsa, olumlu
duygular üretirler ve olumlu duyguların hâkimiyeti
altındaki hayatın her saniyesi mutlu geçer.
Mutluluk veya mutsuzluk hayatın nasıl geçtiğiyle,
insanın neler elde ettiğiyle ilgili değildir; insanın neler
hissettiğiyle ilgilidir. Bosna’da savaş çocukları kurşun
yağmurlarının altında, olup bitenlerden habersiz
oynuyorlardı. Anne babaları, yıkılan binalarının
yanında, geleceklerini yeniden nasıl inşa edeceklerinin
acısıyla gözyaşı dökerken, olup bitenlerden ertesi gün
ilgilerini koparan masum deprem çocukları, çadırların
etrafında eski oyunlarını sürdürüyorlardı. Bir çocuk
çamurların arasında mutluyken, bir kral tahtında
mutsuz olabilir.s
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:39 PM
d) Davranışlar
Eleştirildiğinizde öfkelenmeniz; akşam salonunuza
girer girmez televizyonunuzu açmanız; acı veren bir
olayı tekrar tekrar hatırlamanız; işe gitme saatiniz
gelince kendiliğinden yatağınızdan kalkmanız; araba
kullanabilmeniz, yazabilmeniz, okuyabilmeniz. Herkes
hayatını, farklı alışkanlıkların yönetimine terk etmiştir.
Seminerlerde, vücut dili üzerinde çalışırken,
arkadaşlara, “sürekli tebessüm edin” deriz.
Sözleşiyoruz ve çalışma başlıyor. Bir dakika sonra
bazıları tebessümü bırakmış, otomatik
somurtkanlıklarına ısrarla geri dönmüş oluyorlar.
Bilincinizi kullanarak nasıl davranırsanız davranın, belli
aralıklarla bilincinizden kopacaksınız; inanç
kalıplarınızın belirlediği derin bilincinizin yönetimine
terk edileceksiniz. İşte dalgın aralıklarda
yaptığınız, derin bilincinizin size asıl
yaptırdığıdır. Davranışlarımızın çoğunun otomatik
olduğunu görüyorsunuz. Zararlı inançların ürettiği
davranışlar da zararlı olacaktır.
Bir insanın gerçek yüzü, dalgın zamanındaki yüzüdür.
Yüzü taş gibiyken sizi görünce birden tebessüm eder;
siz ayrıldığınızda eski haline döner. Gerçek mutlu
yüz, sadece dalgın zamanda tebessüm edebilen
yüzdür. Bilinçli zamanlarda, acıya ağlamakta, sevince
gülmekte serbestsiniz; bilinçsiz zamanlarda ne
yapıyorsunuz? İnançlarınız size ne yaptırıyor?
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:39 PM
e) Fizik Vücut
Her alışkanlık, insan vücudunda farklı bir şekil ve
biçim üretir. Belki boyunuzun uzunluğunu
değiştiremeyeceksiniz; ama omuzlarınızın dikliği veya
kamburluğunuz geçmişinizi ele verecektir.
Şu hikâyeyi hafife almayın: Kambur bir kral
kamburluğundan çok eseflenmiş, bu sorununu yok
etmeyi yıllar boyunca hayal etmiştir. Sonunda kambur
olmayan bir heykelini yaptırıp sarayının kapısına
diktirmiştir. Her sabah erkenden o heykelin karşısına
geçip, kendisini dimdik hayal etmiş, yıllar sonra
kamburluğu yok olmuştur.
Bu gerçeği fark ettiğim 1994 yılında, “Pencere”
köşemde yayınlanan bir deneme, “Nasıl güzel olunur?”
başlığını taşımıştır. Fiziğiniz kendiliğinden
değişmiyor, onu değiştiren ruhunuzdaki
değişimdir. Çirkin olduğuna inanarak üzülenin
yaratıcısına gösterdiği nankörlüğün karşılığında
çirkinliği arttırılıyor; güzel olduğuna inanarak
sevinenin gizli şükrü karşılığında da güzelliği
arttırılıyor.
Aynı anne babanın çocuklarının birbirlerine veya
akrabalarına ne kadar benzediklerinin farkındasınız.
Çünkü ortak genetik kodları taşıyorlar. Ama farklı
yaşantılarının gelecekte fiziklerini değiştirdiğinin de
farkında mısınız? Aynı köyde doğarlar, birisi şehre
göçer, sanat ve edebiyatla dolu 40 yıl yaşar. Diğeri,
yakıcı Güneşin altında toprakla meşgul olmuştur. 40
yıl sonra simalarını bir araya getirdiğinizde,
aralarındaki büyük görünüm farklılığı dikkatinizi
çekecektir. Bu farklılık, basitçe saçlarından veya
bıyıklarından kaynaklanmaz. Cildin rengine ve yüz
kaslarının yapılanmasına kadar işlemiştir.
Uzun yıllar uyumlu bir evlilik sürdüren eşlerin
birbirlerine ne kadar benzediklerine hiç dikkat ettiniz
mi? Eğer aralarında tam bir davranış ve düşünme
uyumu varsa, zihinsel ve duygusal olarak 30 yıl
boyunca birbirlerini kopyalamışlarsa, kesinlikle
birbirlerine benzeyecekler. Yalnızca duygusal olarak
değil, fiziksel olarak da. Eğer bu tür aileleri karışık
sıralarda oturtursanız, dikkatli bir bakışla eşlerini
tespit edebilirsiniz. Bülent Ecevit’le Rahşan Ecevit’i,
cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’le eşi
hanımefendiyi yan yana getirin.
1998 yılında Hürriyet gazetesinde ilginç bir haber
okudum. Amerika’da “kedi güzeli” yarışması yapılmış
ve kazanan kedilerin, sahipleriyle birlikte çektirdikleri
resim gazetede yayınlanmıştı. Haberin başlığında,
kedilerin sahiplerine benzemelerindeki ilginçlik
vurgulanıyordu. Resme dikkat ettim: İnanamazsınız,
kedinin yüz hatları insanı veya insanın yüz hatları
kediyi bu kadar andırabilir mi?
Her fizik bir inancın ürünüdür. Değişen inançlar,
fizikleri de değiştirecektir. Çünkü insan fiziği o insanın
ruhunda neler olup bittiğini anlatacak şekilde
yaratılmıştır. Bir insan, ruhunda olup bitenleri
değiştirdi mi, fiziğinde olup bitenler de değişmek
zorunda kalacaktır.
Güçlü inançları ve derinlikli ruhları olan insanların
yüzlerinde, saygı ve sevgi şimşekleri çaktıran bir
şeyler vardır. İçlerindeki ruh, vücutlarının en küçük
hareketini çarpıcı şekilde yapılandırmıştır. Fiziğin
değişimi budur; birisinin yüzüne baktığınızda,
cesedinden çok ruhunu görürsünüz.
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:40 PM
4. Tereddüt Yıkıcıdır
İman yapar, şüphe ve tereddüt yıkar. İnanç
üretmenin, şüphe tahribatın çekirdeğidir. Her
çekirdek, dal budak salmanın sürekli bir yolunu arar.
Gerçekleşmeyeceğine inandığınız hedefin(11)
gerçekleşmesi imkânsızdır. Endişe ve şüphe,
başarılarla perde ardında savaşan en güçlü
savaşçıdır.
Beni sevmezse, terk ederse, fakirlikten
kurtulamazsam, iş bulamazsam, hastalık ömür boyu
sürerse... Böyle endişelerin ruhunuza hâkim olmasına
izin verirseniz, terk edecek, sevmeyecek,
kurtulamayacaksınız. Hayallerinize saldıranlar,
aslında kaderinizle savaşıyorlar.
Dale Carnegie’nin anlattığı bir hikâyede, yıllarca
iplerde dans eden bir ip cambazının aklına bir gün,
”ipten düşüp öleceği gelmiş,” bu endişeyle yaşarken
çok geçmeden düşüp ölmüştür. Türkiye’nin bir
numaralı komedi ustası Kemal Sunal, uçakla
ilişkilendirdiği ölüm korkusunu yıllarca ruhunda canlı
tutmuş; bu yüzden, uçağa bindiği gün, hayata veda
ettiği gün olmuştur.
Şüphe ne kadar fazlaysa, iman gücü o kadar
azdır. İman, ruhsal gücünüzü artırırken, şüphe
azaltır. Eminlik durumuyla size sunulacak tüm
destekler, şüphe durumuyla tahrip edilir.
Şüphenin en büyük nedenlerini merak ediyorsunuz.
Şüphenin asıl kaynağı, gerçek imkânlarımızın sınırlı
olması değil, potansiyeli sınırsız olan imkânlarımızı
kendimize mal ederek sınırlandırmamızdır. Arkasındaki
orduyu göz ardı ederek, tek başına hâkim olmaya
kalkan bir asker gibi davranmamızdır. Bakalım:
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:40 PM
a) Yaratıcıyı Küçümseme:
“Acaba yapabilir miyim” demek, “acaba Yaratıcı
yapmamı sağlayabilir mi” demektir. Farkında olmadan
kudretini sorguladığınız Yaratıcının, neler yapabildiğini
ilân eden Güneşin altında yürüyorsunuz. Bize düşen
yapmaya kalkışmak ve Yaratıcımızın hizmetimize
sunduğu tüm imkânları amacımız uğrunda sevk
etmektir. Einstein’a atfedilen şu söze, ebedi hayatla
birlikte düşünüldüğünde katılıyorum: “İnsanın kaderi,
hak ettiğidir.” İnanmadığınızı hak etmezsiniz. Sınırsız
kudretin yapabilme gücünden şüpheye düşen,
kendinden de şüphe etmeye mahkûmdur.
b) Yaratıcılığı Üstlenme:
Başarabileceğinizden şüphe etmenize neden olan
düşünce, kendinizi gücün kaynağı sanmanızdır. Eğer
kendinizde aradığınız sınırsız gücü göremiyorsanız,
başarabileceğinize nasıl inanırsınız?
Biz neyi hak ettiğimize bakacağız, ne kadar güçlü bir
dâhi olduğumuza değil. Güneşle ilişkisi kopan Ay
karanlık; Yaratıcıyla bağı kopan insan yokluktur.
Nemrut kadar güçlü bir kralı demir kapının anahtar
deliğinden odasına girip, burnundan beynine tırmanan
bir sinek devirdi. Kendimizi gücün yaratıcısı gibi
gördüğümüzde, zaman zaman yaşayacağımız
çaresizlikler, tüm başarı inancımızı sarsacaktır.
Ayçiçeğinden ders almalıyız. Yaşadığı her gün
boyunca, sabahtan akşama kadar, Güneşe dönmeye
bıkmadan devam eder. Kurak günlerde sararan ve
hatta kısmen kuruyan yapraklarına rağmen, her
gecenin serinliğinde yeniden dirilir; yağmursuz göklere
eseflenmez, intihara kalkışmaz. Damarlarında bir
damla can kalsa da, ilk fırsatta onu evrene sunar.
Bıkmaz, korkmaz, vazgeçmez.
Oysa insan, varlığına can katıldığında, müthiş bir
coşkuya girer; harekete geçer ve “evet yapıyorum”
diye haykırır. Sonra da karanlık bastırır, şiddetli bir
yorgunluğun veya ihanetlerin altında kalır; “hayır,
yanılmışım, yapamıyorum” der.
Eylemlerinizi yaratan siz misiniz? Neyi kendi başınıza
başardınız ki, neyi başaramayacağınızı sanıyorsunuz?
Lokmayı bile siz çiğnemiyorsunuz. Yaratıcının sinir
sisteminize yerleştirdiği kanunlar sayesinde çiğnemeye
niyet ediyorsunuz, sizin adınıza çene kaslarınıza
beyninizden elektro-kimyasal emirler gönderiliyor ve
çiğniyorsunuz. Dişlerinizin sertliğini siz mi yarattınız?
Lokmayı ağız içinde çeviren dilinizin kaslarını
gerçekten siz mi yönlendiriyorsunuz? Ya yuttuktan
sonra olup bitenler? Bu kadar basit işi bile kendi
kudretiyle yaratmayan, elbette hiçbir şeyin yaratıcısı
değildir.
O zaman dayanacağımız güç, kendi imkânlarımız
değil, çünkü tam olarak kendimize ait hiçbir imkânımız
yok. Ama evrene sınırsız işler yaptıran kudretin bunu
bize de yaptırabileceğini bileceğiz.
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:40 PM
c) Görevleri Karıştırma:
İnsan kendi göreviyle Yaratıcının işini birbirine
karıştırabilir. Yapamayacağımızı sandığımız, kendi
görevimiz mi, yoksa Yaratıcının işi mi? Korktuğunuz
nedir: Buğday ekememek mi; Yoksa buğdayın başak
vermesini sağlayamamak mı? Ekini siz ekeceksiniz,
mahsulü de siz toplayacaksınız; ama mahsulü
yaratmaya gücünüz asla yetmeyecektir. Yeryüzüyle
tanışalı asırlar geçti ve insan bir tek buğday tanesi
yaratamadı.
Yani ders çalışamamaktan mı, yoksa sınavı
kazanamamaktan mı korkuyoruz? Yanılıyoruz; bizim
görevimiz sınavı kazanmak değil, sınavı kazanmayı
hak edecek bir bilgi ve tecrübe birikimi üretmek ve
sınava girmektir. Başardığımızda, sonucu yaratan
zaten biz olmayacağız. “Ben yaptım” diyenler
kasıtlarında dikkatli olsunlar. Sorumlusu olmadıkları
sonuçları üstlenirlerse, inançlarını sarsarlar.
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:40 PM
d) Olumsuz Genelleme:
Şüphe, bireysel olaylardan genel hükümler
çıkarmamıza neden olur. Bir şeyi şimdi yapamamayı,
hiçbir zaman yapamamak olarak tercüme eder.
Şimdi yapamamak, hiç yapamamayı gerektirmez. Bir
arkadaşım, “ben şair olamam” demişti; acaba
bebekken ona sorulsaydı, “ben yürümeyi öğrenemem”
diyecek miydi? Bugün yapamayacağını düşünen,
yarın yapamamasına destek oluyor. Bugün
başaramayacağını inanan, yarınki başarısıyla
savaşıyor.
Kaybettiren tuzak tam burada işte: İki farklı
“yapamamak” vardır; birisi, şu anda yapamayacağını
bilmek, diğeri hiçbir zaman yapamayacağına
inanmaktır. Hayatınız, yapamayacağınıza
inandıklarınızla hapsedilecektir. Hayali
sınırlarınızı asla aşamayacaksınız. Acı olan,
yapamamak olgusunu genelleyerek kabul etmemiz,
hiç yapamayacağımızı sanarak, tüm hayatımızı ipotek
altına almamızdır. Tüm genellemeler, karşıt düşünce
çekirdeklerinin araya girerek kök salmasına engel
olurlar.
İnsan şimdi yeterince zeki olmayabilir; ama, “ben zeki
olamam” derse, zekâsının gelişimini durdurur. Bir yıl
boyunca her gün kendinize zeki olduğunuzu
söylerseniz, zekânızdaki gelişmelere şaşıracaksınız.
Her zenginin fakir olduğu yılları vardır. Sabancı’nın
geçmişine bakın. Her zekinin zekâsından şüphe
edildiği zamanları vardır. Einstein’ın çocukluğuna
bakın. Eğer o zamanki durumlarını genelleselerdi, bu
zamanki durumlarına geçiş yapamayacaklardı.
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:41 PM
5. Somut Tecrübeler:
Buraya kadar gelen bölümler boyunca size çeşitli
örnekler sunmaya çalıştım. Bu bölümde, iman
gücünün üretebileceği sıradan veya sıra dışı bazı
deneyimlerle, anlatımı daha da anlaşılır hâle getirmek
istiyorum:
a) Popüler Deneyimler:
Türkiye’de çok kişi İsviçre’den gelen bir gurubun
şovunu izledi. Uzun bir inşaat demirinin iki ucuna
gırtlaklarını dayandırıyorlar, gırtlaklarının gücüyle
demiri eğiyorlardı. Sonra da ateşlerin üzerinde dans
ediyorlardı. “İnanırsanız, yaparsınız” mesajını
veriyorlardı.
Arkasından Hollanda’lı Emile Ratelband, verdiği
seminerde, inanmanın etkisini gösterileriyle anlattı.
Ateşin üzerinde yürüyen adam, seminere katılan bazı
kişilerin kırık cam parçaları üzerine atlamalarını
sağladı. Ayaklarının altında ezilen camın ayaklarını
kesmemesi şaşırtıcı geliyordu.
ATV ana haber bülteninde, Yahudi asıllı İngiliz, Uri
Geller, bir telepati gösterisi yapmıştı. Ali Kırca,
kimseye göstermeden kağıdına bir şekil çizmiş, sonra
da Geller’den, çizdiği şekli, telepatiyle keşfedip
çizmesini istemişti. Canlı yayında Geller’in çizdiği
şeklin ve boyutlarının Kırca’nınkiyle tıpa tıp aynı
olduğunu gördüğünde, Kırca ikna olmanın şaşkınlığını
yaşıyordu. Bu anlattıklarımın hepsini izledim.
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:41 PM
b) Bilimsel Deneyler:
İnsan ruhunun doğa kanunlarını aşabileceğini anlatan,
California Üniversitesinden Prof. Robert E. Ornstein’in
kitabından, onun itibar ettiği deneyleri örnek
göstereyim(12) Menninger Vakfı’nın desteğiyle yapılan
bir çalışmada, bir Yoga ustası aynı elinin iki farklı
noktasında vücut ısısını zihin gücüyle kontrol edebilmiş
ve aradaki ısı farkını 11 dereceye kadar
çıkarabilmiştir. Tibetli bazıları, telkinler yoluyla vücut
ısılarını buzları eritebilecek kadar yükseltebiliyorlar.
Bir inanç düzeyi vardır ki, bilinçli tekrarlanması
güçtür; ama, mümkündür. İnsanın ebedi hayatta tam
olarak eline verilecek olan ruhsal yeteneklerin Dünya
hayatında bile nasıl kontrol edilebildiğini görmek için
size Marlo Morgan’ın Avustralya’nın yerli Aborijin
kabilelerinden biriyle birlikte geçirdiği dört aylık
yolculuğu anlattığı “Bir Çift Yürek” romanını okumanızı
öneririm(13) .
O kitapta göreceklerinizden daha olağanüstü örnekleri
İslam tarihinde görebilirsiniz. Abdülkadir Geylani(ks),
sofrada kemikleri kalan tavuğa, şahitlerin huzurunda,
“Allahın izniyle kalk” demiş; tavuk yeniden ete kemiğe
bürünerek sofradan kalkıp yürümüştür.(14)
Ornstein, bilimin henüz yabancı olduğu bu
gerçeklerden bir senteze ulaşmaya çalışırken, şu
çelişkili itirafta bulunuyor: “Son zamanlarda bazı
araştırmalar, her ne kadar etkileri daha parlak
olgularca sık sık engellense de, bâtıni geleneklerin,
gizli çevresel güçlerin bizi etkilediği şeklindeki
düşüncesini onaylamaktadır.”(15)
Sıradan hayatı derinden etkileyen çevresel güçler mi
var? Hayır, sadece tek kaynaktan doğan bir güç var ve
bu, Kudret ışığına ayna olan ruhunuzdan maddesel
âlemin işleyişine sürekli devşirdiğiniz güçtür.
Yaratıcının gücüdür.
Bu gücü, melekler, Hz. Hızır, veliler ve hatta
hayvanlar bile kullanabildiği gibi, siz de
kullanabilirsiniz. Ancak Dünyadan ayrıldıktan sonra,
temiz yaşamışsanız zaten kavuşacağınız bu gücü
geliştirmek amacıyla, özellikle Dünyanın bu son
asırlarında hayatınızı tüketmemenizi öneririm.
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:41 PM
c) Kimyasal İlaçlar:
Amerika Birleşik Devletlerinde, Üniversite Öğrencileri
üzerinde yapılan bir deneye dikkat edelim: Öğrenciler
iki guruba bölünüyor. Bir guruba, uyarıcı ilaç veriliyor
ve bu ilacın sakinleştirici olduğu söyleniyor. Diğer
guruba ise sakinleştirici ilaç veriliyor ve uyarıcı olduğu
söyleniyor. Bu ilaçları alan öğrencilerden, üzerlerindeki
etkiler hakkında bir anket formunu doldurmaları
isteniyor.
Sonuç: Öğrenciler ilaçların gerçekte ne yaptığından
değil, ne yapacağına inandıklarından etkilendiler.
Uyarıcı ilacı alanlar, onun gevşetici olduğunu
sandıklarından, gevşemişlerdi. Diğer gurup da
inandıklarını yaşadı. Dikkat edin, burada kullanılan ilaç
bir plasebo(16) değil, gerçek bir kimyasaldır. İnanç
maddeye meydan okumuştur.
İşin başında olduğunuzdan veya fakirlere yardımı terk
ettiğinizden dükkanınıza az müşteri gelir; müşteri
gelmiyor dersiniz, dedikçe inanırsınız. İnancınız
yüzünden, gelen müşteriler kapınıza uğramadan geri
döndürülürler. Küçük bir hastalığa yakalanırsınız, belki
de ilgi toplamak veya gerekçe niyetine kullanmak için
“hastayım” dersiniz. Siz söyledikçe –yalan da
söyleseniz- hastalığa inancınız gelişir, gerçekten de
hasta olursunuz. Neye inandığınız bu kadar önemlidir.
d) Kilo Kontrolü:
Hürriyet Gazetesindeki bir haberde, Mayo Clinic
tarafından İngilteredeki Daily Telegraph okurları
arasında gerçekleştirilen bir deneyin sonuçlarını
okudum. Gazete, aynı gün ülkenin değişik yerlerinde
iki farklı baskı yaptı. Bir baskıda, okuyuculara kilo
verdirmek için çeşitli psikolojik telkinler kullanıldı; bir
ay boyunca kilo verdiklerini hayal etmeleri istendi.
Diğer baskıda ise spor yapmaları, asansörleri değil,
merdivenleri tercih etmeleri gibi bedensel egzersizler
önerdiler. Deneye katılan okuyucuların bir ay sonra
anket sorularına verdikleri cevaplar ilginçti. Her iki
yöntemi kullananlar da aşağı yukarı aynı oranlarda
kilo vermişlerdi.
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:41 PM
e) Vahşi Hayvanlar:
Diyarbakırlı bir aile, yılanların asla kendilerini
ısıramayacağına inanmıştır. Pek çok kişi bu iddiaların
gerçek olduğunu televizyonda canlı yayında izledi.
Yılanlar bebeklerinin en yakın oyuncağı oluverir. Böyle
bir inanç içerisinde büyüyen bebeğe yılanlar gerçekten
de zarar vermez. Ailenin babası, televizyon ekranında
elini zehirli bir yılana ısırttırmış ve zehir ona zarar
vermemiştir. İnsan fizyolojisinin savunma sistemi,
inanç sisteminden etkilenerek şekillenir.
Bir başkası akrebin kendini sokamayacağına inanır,
inancı iman derecesinde güçlüdür. Bu yüzden akrep
onu sokamaz. Eğer inancı çok güçlü ise bu inancının
etkisini bir başkasının ruhsal kimliğine transfer
edebilir. “Efsunlama,” “el alma” veya “el verme”
dedikleri bu yöntemlerle, ruhsal yeteneklerin bir
başkasına transfer edilmesi mümkündür. Nazar
gerçeği ve büyü olayları bu transferin değişik
yansımaları olarak asırlarca karşımızda duruyor.
f ) Su Bulmak:
Malatyalı asker arkadaşım Bayram Karaahmetoğlu çalı
parçasıyla yer altındaki suyun yerini bulma yeteneğini
bana öğretmek istedi.
Ruhsal bir pratiği “başaracağıma iman gücünde
inanırsam” gerçekleştirebileceğimi biliyordum.
İnancımı Bayram gibi iman derecesinde güçlendirmek
için onunla birlikte çalışarak üç adımlı bir yol izledim:
a)Önce yaptıklarını keskin bir dikkatle gördüm, her
şeyi tüm canlılığıyla dinledim ve elindeki gücü
hissetmek için çalıya dokundum. Yaptığını iyice
algıladıktan sonra,
b)Kendim yapmaya başladım ve aynı görüntüyü, sesi,
dokunsal algıyı canlandırdım. Bunu başardığımda
inancı kavramıştım ve sıra onu geliştirmeye gelmişti,
c)Çalışırken aynı görüntüleri, sesi ve dokunsal algıyı
zihinsel olarak tüm canlılıklarıyla ruhumun derinlerinde
görmek için elimden geleni yaptım.
Israrlı denemelerim sonucunda, aynı çalı benim elimde
de suyun olduğu yeri gösteriyor; suyun akış yönüne
göre çalı, hissedilebilir bir güç tarafından aşağıya veya
yukarıya doğru hareket ettiriliyordu. İlk sıralarda
benim elimde üretilen güç, Bayram’ın elinde üretilen
güçten çok daha zayıftı. Ama denedikçe yapabildiğime
dair imanım besleniyor ve gittikçe, elimde karşı
konulmaz bir güç üretiliyordu. Diğer arkadaşlardan
bazıları da aynı şeyi denediler; ama benim ulaştığım
sonuca ulaşamadılar. Çünkü ben inanmıştım.
Bu gerçeğin sırrını tabiat kanunlarına odaklanan
maddeci bilim açıklayamaz. Bu örneğe benzer şekilde,
ellerini yaprakları üzerinde gezdirerek, yerin altındaki
patateslerin yeterince olgunlaşıp olgunlaşmadıklarını
ellerindeki ısıyla anlayan Aborjinlerin yaptıkları da
tamamen ruhsaldır.
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:42 PM
II-İmanı Nasıl Geliştireceksiniz?
İman gücünü nasıl kullanacaksınız?
1. Engel Kaldırma:
Yeni bir inanç geliştirmek veya eski bir inancı
değiştirmek istediğinizde, sizi engellemek isteyecek
çok güçlü iç ve dış mesajlarla karşılaşacaksınız. İlk
adım bu engelleri kaldırmaktır.
Engelleyici dış mesajlar: Diğer insanların size veya
ortama söyledikleri, yazdıkları her olumsuz söz,
bilincinize saldıran bir telkindir. Ayrıca diğer insanların
hayatlarında gördüğünüz olumsuzlukları da kendinize
kıyaslarsınız, onları kopyalarsınız; aynı çerçevede
kendinizin de başarısız olacağınızı sanırsınız. Örneğin:
“Torpili olmadığı için kaybetti; benim torpilim yok, ben
de kaybedeceğim.”
Engelleyici iç mesajlar: Kendi geçmişinizin ve
tecrübelerinizin etkisiyle kendinizi sınırlayıcı sözler
söyleyebilir ve bu sözleri, zamanla emin olduğunuz
doğrular hâline getirebilirsiniz. Somut geçmişinize
ilişkin sınırlar ve onlar hakkında kabullendikleriniz,
geleceğiniz için büyük bir çelik kafese dönüşebilir.
Örneğin: “İki defa bu sınava girdim ve kaybettim.
Demek ki hiç kazanamayacağım. Ben kaybetmeye
mahkumum.”
Bir iman geliştirmek istediğinizde, öncelikle bu iki
olumsuz alanı zihninizden silmeniz gerekir. Her iki
alanı, “telkinler ve olaylar” açısından ele alacağız:
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:42 PM
a) Dış Mesajlar:
aa) Dış Telkinler:
Gelişimimize yönelen en büyük saldırının kaynağı,
kendilerini başarısızlığa mahkûm etmiş olan diğer
insanlardır: “Yapamazsın, başarılamaz” derler. Çünkü
onlar pek çok başarısızlık yaşadılar, kendi sınırlarını
biliyorlar ve herkesi o sınırların içine hapsetmek
istiyorlar.
İyi bir insansanız, size “kötüsünüz” denildiği için kötü
olur musunuz? Katile, “kahraman” demek, onu
kahraman yapar mı? Başkalarının yorumu ve telkiniyle
kimliğimiz değişmediğine göre, “başaramazsın”
diyenlere niçin inanacağız?
Bizim topluluğumuzda özgüven zayıftır. Çocuklukta
kendimizi anne babamızın yorumlarına göre
anlamlandırarak dış referansın altında ezildik.
Çocuğuna elbise alan anne, ilk aşıyı yapıyor çocuğuna;
“hemen gidip babamıza gösterelim, bakalım beğenmiş
mi?” Neden önce, “sen beğendin mi, bunu alalım mı”
diye sormuyorlar? Liderler, iç referansları kuvvetli
olanlar arasından çıkmıştır.
Denge kuracağız. Kimseyi dinlemeden burnunun
ucuna gitmek de doğru değil. Orta yolu şudur:
Çevreden gelen sınırlayıcı yorumların tümünü dışlayın.
Sizi aşağılamaları veya taktir etmeleri önemli değildir.
Önümüze çıkan tüm engeller aşılabilir engellerdir.
Engelleri ve imkânsızlıkları dinledikçe, bu işin imkânsız
olduğuna dair inancınız pekişir. Dikkate almak için
sadece bir defa dinlemeniz yeter. Bundan sonraki her
dinleyiş, zararlı bir telkine dönüşecektir. Sınırlayıcı
telkinlerin hepsi tecrübelere; ama, başarısızların
tecrübelerine dayanır. Kötü tecrübelerinden ders
alalım, ama onları kopyalamayalım.
Onlar, “o okul çok zor; yüksek zekâlı öğrencileri
alıyorlar, sen ise o kadar iyi değilsin” derler. Siz,
“olabilir, ama ben en zeki öğrencilerden daha
zeki olmanın bir yolunu kesinlikle bulabilirim,
aradıkları yüksek zekâlı kişi olmamı, benden
başka hiç bir şey engelleyemez” deyin.
Şimdiye kadar sınırlayıcı pek çok sözü söylenirken
duydum: “Ne kadar çabuk unutuyorsun, boşuna
uğraşma, hayallerine acırım, hayatını boş işlerde heba
ediyorsun, herkes kendini şair sanıyor, yazarlığı da
çocuk oyuncağı yaptılar, Karadeniz’de gemileri batmış
gibisin, çok yaşlanmışsın, çökmüşsün, kimse onu
yenemedi, can sıkıyorsun, sorumsuzsun...” Bu
yorumlardan bazıları, hakkımızdaki bir gerçeğin ifadesi
olabilir. Eğer öyleyle onlara teslim olmamalı, bu tür
özelliklerimiz varsa, değiştirmeye adanmalıyız.
Hakkımızdaki yorumlara kayıtsız kaldığımızda,
zaman içerisinde bizi gerçekten söyledikleri gibi
yapacaklardır. Reddetmemek kabul etmektir;
yok etmezseniz var olurlar. Onların farkına
varmanız; gerçeği ifade etmiyorlarsa, bilinçli ve kasıtlı
şekilde kendi zihninizde reddetmeniz gerekir.
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:42 PM
ab) Dış Olaylar
Dış dünyada somut başarısızlık örnekleri
gözlemleyeceksiniz ve onları kendinize nispet
edeceksiniz. Onlara bakarak “filân şirketin patronu şu
kadar yetenekli ve güçlü olduğu halde iflas etti; ben
ondan daha güçsüz olduğuma göre, kesinlikle
kaybederim” diyebilirsiniz. Seyrettiğiniz filmler,
sokaklarda gözlemledikleriniz, gazete sayfalarında
okuduğunuz haberler, bilincinizi yoğuran telkinlerdir.
Herkes kaybederken kaybedenler, sıradan insanlardır.
Beyaz koyunlar ileri doğru yürütülürken, kırmızı koyun
da ileri doğru yürür. Oysa çoban köpeği etrafta
dolaşır. Başarı, herkes gibi olmayı değil, hiç kimse gibi
olmamayı gerektirir. Yani özgün olmayı, taklit
etmemeyi, farklı olmayı gerektirir. Yüzlerce sanatçı
arabesk okur; ama, Orhan Gencebay gibi kimse
yoktur. Binlerce siyasetçi arasında Tayyip Erdoğan gibi
kimse yoktur. Karl Marks’ın tam bir kopyası olan
kimse gösteremezsiniz.
Birisi kaybetmişse, bir yerlerde hata yapmış olmalıdır;
bize düşen, onlardan ders alıp o hatadan kurtulmaktır;
kaybedişlerine bakarak vazgeçmek değil. Başarı
hikâyelerinden çok, başarısızlık hikâyelerine itimat
ediyoruz. On kişinin “işe yarıyor” dediği yöntem
hakkında birisi “işe yaramıyor” dediğinde, tüm
inancımızı sarsıyoruz. Çünkü geçmişte hedefimize bizi
ulaştırmayan tecrübeler, bizi başarısızlığı
kabullenmeye ve meşrulaştırmaya hazır tutuyor.
“Bir durum gerçekse, onu kabullenmemiz gerekmez
mi” diyorsunuz. Kabullenmek istediğinizin,
değişebileceğini iddia ediyorum. Gerçek olan,
evrensel olandır. Bir işi başarabilen en az bir kişi
varsa, o işi başaramamak evrensel bir gerçek olamaz.
Amacınız sınırlarınızı aşmayı başarmak değil mi?
Yenilgiyi kolaylaştırmak mı istiyorsunuz? Belki sınırları
tamamen aşabilecek kadar yaşayamayacaksınız; ama
size aktardığımız gibi düşünürseniz, en azından
başarısızlığa mahkûmiyetten kurtulacaksınız; önünüzü
açık tutacaksınız. Başaracağına inanmak, belki
kesin başarıyı getirmeye yetmeyebilir; ama,
başaramayacağına inanmak, kesin başarısızlığı
getirecektir.
Üniversite sınavını kaybedenlerden etkilenerek, sizin
de kaybedebileceğiniz inancını geliştirmeyin. Çünkü
bazıları hâlâ kazanıyor. Bütün öğrenciler Türkiye
üniversitelerine sığmazsa, herkesin başarısı, sistemi
yeni üniversiteler açmaya zorlar. Ülkenizdeki sistem
tıkanmışsa, Dünya üniversiteleri sizi bekliyor. Bütün
üniversiteler kapanmışsa, hayatınızı bir üniversiteye
çevirmenize ne engel olabilir?
Ekonominin bozulması yüzünden şirketler birer birer
iflâs ediyorsa, iflâs edeceğiniz endişesine kapılmayın.
Çünkü bu ortam sayesinde daha da büyümeyi
başaranlar var. Kansere yakalanmışsanız,
yakalananların çoğunluğuyla aynı sonucu
paylaşacağınız inancına kapılmayın. Çünkü kanseri
aşmayı başaranlar var.
Değiştiremeyeceğiniz inançlar, hiç bir istisnası
olmayan evrensel durumlar üzerine kurulu inançlardır:
Yaşlanacaksınız ve öleceksiniz. Cinsiyetiniz doğuştan
ne ise odur. Herkesi sınırlayan sınır, onunla mücadele
edilemeyecek sınırdır. Bunun dışında, başarı yolculuğu
sınırsızdır.
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:42 PM
b) İç Mesajlar:
ba) İç Telkinler:
Bunlar kökleşmiş yıkıcı inançlarımızın kendimize ifade
ettiğimiz biçimleridir: “Bu kötü alışkanlıktan
kurtulamam, hafıza sorunumu çözemem, onunla
barışamam, hastalığımı yenemem.” Bu ifadeleri
gördüğünüz yerde öldürün.
Biyolojik ve zihinsel sınırlarımızın varlığı inkâr
edilemez. Doğrudur, 80 yasında bir insan 20 yaşında
bir genç gibi hızlı koşamayabilir. Ama 80 yaşında bir
dervişin, odasından kalkıp bir gecede dünyanın arka
tarafında dolaşması mümkündür. Mevcut sınırlarınızı
kalıcı ve asla değişemez görürseniz, o sınırları aşmanız
engellenir. Telkinlerle ürettiğiniz zihinsel sınırları
kaldırdığınızda, belki hayallerinizden geçen her
mümkün olayı gerçekleştirebilecek kadar uzun
yaşamayacaksınız; ama, elde edeceğiniz ilk fayda
“sınırlarınızı sürekli aşmanız” olacaktır. Hedefe
ulaşmanın bir yolu kapanmışsa, açılabilecek başka bir
yol vardır.
Yürüyerek Dünyayı dolaşmak amacıyla yola mı
çıktınız? İşin zorluğunu boş verin, karar vermişseniz,
yürüyün. Zorluğu düşünmek kapasitenizin çok küçük
bir bölümünü kullanmanıza izin verecektir.
Temel ile Cemal yüzerek Amerika’ya gitmek üzere
Trabzon’dan yola çıkarlar. İstanbul, Çanakkale ve
nihayet Cebelitarık boğazından geçerek okyanusa
açılırlar. New York yakınlarındaki Hürriyet Anıtı
göründüğü sırada,Temel Cemal’e seslenir: “Cemal ben
yoruldum, geri döniyrum.” Biz çoğu zaman, hedefin
tam kapısından geri dönen insanlarız.
Eğer zorluğu düşünecekseniz, neden böyle bir
yolculuğa çıkıyorsunuz? Ya yapın, ya da yapmayın. Biz
hem yapmaya kalkışıyoruz; hem de kendimize engel
oluyoruz; bu mantıklı değil.
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:42 PM
bb) Kişisel Olaylar
Elli defa devrilen bir güreşçi, artık hep devrileceğini
sanır. Kimse 30 gün sonra yağmur yağıp
yağmayacağından emin değildir; ama, 30 gün sonra
sabahın mutlaka Güneşle birlikte aydınlanacağını
biliriz. Çünkü Güneşi her sabah orada görerek emin
olduk.
Bugünkü olumsuz inançlarımızın temelinde geçmiş
tecrübelerimiz gizleniyor. Yıllardır yaptıklarımıza razı
olursak, yıllarca neler yapacağımızı belirleriz. Eğer
geçmişin şimdiki gününüzü ve inançlarınızı
belirlemesine izin veriyorsanız, bu yolla geleceğinizi de
belirlemiş oluyorsunuz. Çünkü insan nasıl yaşarsa,
öyle yaşamaya davam eder ve nasıl devam ederse
öyle ölür. Gelecek, varlığını geçmişe dayandırır. Kendi
akışına terk edildiğinde, kötü geçmiş kötü
gelecek; iyi geçmiş de iyi gelecek üretecektir.
Gidişat iyiyse harika; ama, değilse çizgiyi hemen şimdi
kırmak zorundayız.
Ondan nefret ediyorsunuz. Çünkü yıllardır küçük
hatalarına odaklandınız ve odaklandıkça büyüdüler.
Korkuyorsunuz; çünkü önce karanlıktan, sonra
gölgeden tedirgin oldunuz; böcekten çekindiniz ve gün
geldi korkunuz dev gibi bir ağaç oldu. Çin işkencesidir
bu: Kurbanı sabit bir yere bağlarlar ve başının üstüne
koydukları depodan, her saniye bir damla suyun
başının tepesine damlamasını sağlarlar. İlk sıralar
suyun damlayışı eğlencelidir. Ama 600 veya 800
damladan sonra işin rengi değişir; her damla su,
kurbanın beynine balyoz gibi iner. Sonunda kafa
kemiği çatlar.
Pek çok insanın yaşadığı depresyon patlamasının
altında, su damlası kadar ince, basit ve hafif
problemler vardır. Ama o problemlerin binlerce kez
zihinlerinden geçmesine izin verirler. Altında inledikleri
acının gerçek dünyada var olmadığının, sadece kendi
zihinlerinde üretildiğinin farkında değiller. Dertlerini
anlattıklarında, ne kadar küçük problemlerin onları
tank gibi ezdiğine şaşarsınız. Oysa gülüp geçilecek
kadar basit olduğunu gördüğünüz o problemleri, aynı
süreklilikle siz de yaşasaydınız, aynı patlama sizin
dünyanızı da kuşatacaktı.
Adam, istediği televizyon kanalını açmadı diye eşini
öldürmüştür. Bir köylü, komşunun çocuğu horozunu
kovaladı diye, çocuğu öldürmüş; çıkan kan davası
üzerine iki aileden dört kişi ölmüştür. Bir tane dersi
zayıf geldi diye küçük kız intihar etmiştir. Ev yansa,
deprem olsa, dağlar patlasa, bir cana değer mi? Asıl
sorun yılların içinde damla damla biriktirilmiştir. Sorun
damlalarından, sorun okyanusları çıkmıştır.
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:42 PM
2. Eylem Üretme
Hakkımızda emin olduğumuz inançların gelişiminde,
defalarca yaptığımız eylemlerin büyük payı vardır.
Defalarca yaptığınız şeyin sabit bir özelliğiniz hâline
geldiğinden emin olursunuz. Şimdiye kadar size gelen
her soruyu çözmüşseniz, bundan sonra gelecek
soruları da çözeceğinizden emin olursunuz. Bu eminlik
duygusu geçmişteki eylemlerinizden beslenerek
gelişmiştir ve gelecek eylemlerinizi de belirleyecektir.
Şu hâlde, büyük inançlar geliştirmek için, işe küçük
eylemleri tekrar ederek başlayacağız. Küçük eylem
büyük benzerinin örneğidir ve zihinde oluşturacağı
etki, büyüğünden farklı olmayacaktır.
a) Basit Eylemler:
Küçük başarılar, büyük başarıların üreticisidir.
Denediğinizde başardığınız her şey, size
yapabileceğinizi söyleyen bir telkindir. Yaptıkça
yapabildiğinizi görürsünüz. Her başarı daha büyük
başarıyı üretecektir.
Derin bilincimizdeki iman buzdağının önemli bir
parçasını tecrübelerimiz oluşturur. Her şeyden ve
herkesten çok, yaptıklarınıza inanırsınız. Telkinlerle
yetinmeyin, yapın. İp cambazı olmak için kontrollü
olarak ipte yürümeniz gerekir. Çıtayı gittikçe
arttırırsınız. Her defasında size güven gelir,
yapabildiğinizi görürsünüz ve bir üst düzeye geçmeye
cesâret edersiniz.
Yazar olmak istiyorsunuz: Bugün bir cümle yazın,
yarın ve ertesi gün bir paragraf yazın. Takip eden iki
gün bir sayfa yazın. Her hafta yazdığınız miktarı
arttırın. İlk başladığınız andan geliştiğiniz her düzeye
kadar sürekli, ne yapabildiğinizin farkında olun. Kısa
süre içerisinde “yazabileceğiniz” inancının geliştiğini
göreceksiniz.
Hafızanızın kötü olduğuna mı inanıyorsunuz? Bu hafta
boyunca her gün bir vecize ezberleyin. Gelecek hafta
sayıyı günde ikiye, sonraki hafta dörde çıkarın. İki ay
sonra hafızanıza şaşıracaksınız; kazandığınız güvenin
ürettiği iman, kendi içinden hafızanızı besleyecektir.
Geliştirmek istediğiniz inançları tespit edin. Sonra da
çok küçük örnekleriyle yola çıkın. En alt düzeyi çok iyi
yaptığınızı anladığınızda çıtayı yükseltin.
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:43 PM
b) Tekrarlı Eylemler
Tekrar ettiğiniz her eylem zaman içinde
mükemmelleşir. Bir iş size zor ve can sıkıcı gelebilir;
üzerine gidin ve onu tekrar yapın. Her defasında
kolaylaştığını göreceksiniz. Dost FM stüdyosuna ilk
girdiğim gün, hata yapma korkusuyla nefesim
kesiliyordu. Şimdi ağzımı açıyorum ve kelimeler
dökülüyor.
İyi yapamadığınıza inandığınız bir yetenek mi var?
Onu bir daha yapın. Aynısını bir daha. Bıkmayın ve
tekrar edin. Bu tekrarlar, gerekli olan eminlik
duygusunu yakın gelecekte inşa edecek ve
endişeleriniz sizi rahat bırakacaktır.
İlk başlarda yaşadığınız zorluklar zaman içerisinde
tamamen ortadan kalkacaktır. Bu yüzden önünüze
çıkan her fırsatı değerlendirin. Her göreve gönüllü
olarak koşun, her hizmeti omuzlamaya hazır olun.
Çevrenizde çeşitli sosyal hizmetlerle, vakıf veya
dernek faaliyetleriyle karşılaşacaksınız. Çoğu zaman
amatör insanların desteklerine muhtaçtırlar. Hiçbir
karşılık beklemeden çalışın. Alacağınız en büyük
karşılık, geliştireceğiniz yetenekler olacaktır. İyice
geliştiklerinde, artık sizi aranan bir insan hâline
getireceklerdir.
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:43 PM
3-)Hayal Üretme
a) Gerçek Kurgulama
Arzularınızı yaşadığınızı hayal ederseniz ne olur?
Görüntüleri, sesleri, kokuyu ve tadı hayalen defalarca
yaşayın. Gerçek kurgulama, gerçekten de sahip olmak
istediğiniz, karar verdiğiniz ve başarmayı
hedeflediğiniz konular üzerinde olmalıdır.
Hayal, telkinin en kolay biçimidir. Aslında zihninizde
dolaşan her şey, kendinize yapılmasına izin
verdiğiniz birer telkindir. Sadece kelimelerle değil,
görüntülerle ve duygularla da telkin yaparsınız. O
zaman geleceğinizi ve yapmak istediklerinizi beş
duyunuzu kullanarak hayal edin.
Hepimizin her dalgın zamanında yaptığı, daldan dala,
kontrolsüz ve çağrışımların yönettiği hayali kast
etmiyorum. Sizin kendi bilincinizle yaptığınız ve
odaktan sapmadan, ne kadar süreceğini sizin
belirleyeceğiniz hayalden söz ediyorum. Kontrolsüz
hayal, zihin için öldürücü bir düşmandır;
düşünce ve analiz yeteneğini köreltir. Ama
hayali bir kontrolünüze aldığınızda, tüm
yeteneklerinizin temeli hâline geliverir. Hayal
sürekli bombardıman eden bir silahtır. Onu elinize
aldığınızda yalnızca düşmanlarınıza ateş eder; onu
kendi başına bıraktığınızda, bombalanacakların
başında siz gelirsiniz. Einstein’in, “bilimden önemlidir”
dediği hayal, kontrollü, kasıtlı ve bilinçli hayaldir.
Hayaliniz tam ve canlı olmalıdır; ne istiyorsanız onu
alabildiğince net ve açık görüntüleyin. Harika bir eviniz
olsun istiyorsunuz: İki katlı, dik yapılı kiremit çatısı
olan. 150 metrekare zemin üzerine kurulmuş, sekiz
pencereli, dört odalı. Dış duvarlarının rengi pembe, iç
duvarları krem rengi, pencereleri ahşap. Bahçenizde
beş tane 30 metre uzunluğunda kavak ağacı var,
çimler beş santim ve yemyeşil, gül çiçekleri açtığında
her yer kıpkırmızı oluyor. 20 metrekare bir havuz
yapmışsınız, fıskiyenizden bir metre yüksekliğe
fışkıran suyun sesini dinliyorken, sağ taraftan hafifçe
esen rüzgârla dans eden uğultulu ağaç yapraklarını
seyrediyorsunuz. Tertemiz bahar ve ot kokusu
bahçenizdeki güllerin kokusuna karışıyor. Serçe
kuşlarını görüyorsunuz, ağaçlarınızın dallarında
cıvıldaşıyorlar. Ne kadar net canlandırabilirseniz, o
kadar güçlü telkin edersiniz. Hayatınız, en güçlü
telkinin yönetimi altında geçecektir.
Özetle: Kurduğunuz hayallerde tüm renkleri görün,
eşyalara dokunun, hayali ortamdaki sesleri işitin,
onları koklayın, yenebilir şeylerse, onları hayalen
tadın. Dahası, kurgunuzun sabit bir resim değil,
sürekli hareket eden bir film olmasını sağlayın. Filmi
hayalinizde ileriye ve geriye doğru kare kare sarın.
Diyelim ki, toplum önünde cesaretle konuşabildiğinize
dair bir iman geliştireceksiniz: Kendinizi binlerce
insanın huzurunda konuşurken hayal edin. Kendi
sesinizi yakından ve dinleyiciler tarafından, ağzınızdan
ve mikrofondan dinleyin. Kendinizi yanınızdan ve
dinleyiciler tarafından, üstten, arkadan ve yandan
görün. Dinleyicilerdeki hareketleri, sizin sahnedeki
hareketlerinizi canlandırın. Ne kadar rahat ve başarılı
konuşabildiğinizi hayal edin. Filmi baştan sona,
sondan başa izleyin.
Geliştirmek istediğiniz tüm iman alanlarında
kuracağınız bu tür hayaller, sizi çok derinlerinizden
besleyecek, içten içe büyük bir cesaret ve özgüven
geliştirdiğinizi göreceksiniz.
Yalnız, sözünü ettiğimiz hayali ne kadar
canlandırabildiğiniz çok önemlidir. Eğer boyutlar hayal
meyal beliriyorsa, ortamı siyah beyaz görüyorsanız,
hayalinizin imanınız üzerindeki etkisi zayıf kalır. Bu
durumda aynı hayale daha fazla başvurmanız ve onu
daha çok tekrar etmeniz gerekir. Etkin canlandırma
yeteneğini öğrenmek için NLP’nin Duyusal Alt
Biçemleri geliştirme tekniklerini uygulayabilirsiniz.(17)
Herkesin hayali ve arzuları farklıdır. Neyi kazanmak
istiyorsanız, nereye gitmek ve nerede, kiminle olmak
istiyorsanız, “sanki olmuş gibi” geleceğinizi görün.
Hayalinizde gördüğünüzü, gözlerinizle de
göreceğinizden eminim. İnsan inandı mı, artık
kaderin sahibi onun durdurulmasına izin vermez.
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:43 PM
b) Kurgulama Oyunu
Hayal edebileceğiniz bazı gelecek kurguları vardır ki,
onları gerçekten de yaşamayacaksınız. Onlara
adanmayı ve hedef seçmeyi düşünmüyorsunuz. Ama
onlar üzerinde yapacağınız kontrollü hayaller, inanma
ve hayal etme gücünüzü arttıracak, keşfedici zekânızı
ve başarı isteklerinizi geliştirecektir.
Farklı hayat çizgilerinde ilerleyen insanların ve
canlıların yerinde kendinizi hayal edin. Hayatı hayalen
onların gözünden görün, onların kulaklarıyla dinleyin,
onların kalpleriyle hissedin. Okyanusun derinlerinde
gezen Kaptan Cousteau veya Ay’da yürüyen
Armstrong olabilirdiniz; olun. Aynı bilgiye ve
tecrübeye sahip olsaydınız onların yaptığını yapamaz
mıydınız?
Bir kelebek gibi, çiçekten çiçeğe, arı gibi vadiden
vadiye gezinin. Hayalinizde bir ağaç olun,
yapraklarınız rüzgârda dans etsin, dallarınızda kuşların
ötüşünü izleyin. Bir yağmur damlası olup toprağa,
nehir olup denize akın. Güneşin yerine geçip,
aydınlattığınız Dünyayı seyredin. Başlangıçta gülünç
gelecek olan bu hayallerin derinlerine daldığınızda, ne
kadar ciddi bir sanal ortama girdiğinize şaşıracaksınız.
İnternetin sanal dünyasında, sadece iki boyutlu
görüntü ve ses vardır. Oysa sizin hayal dünyanızda
görüntü üç boyutludur; orada tat vardır, dokunsallık
vardır, hepsinden önemlisi bin bir çeşit duygu vardır.
Potansiyel olarak ne olabilirim veya ne yapabilirim:
Cumhurbaşkanı, vali, bilim adamı, kâşif, seyyah, Ay’a
gitmek, ışınlamayı keşfetmek, zengin olmak... Hayatta
somut olarak ne gözlemliyorsanız, onların hepsini
yapabileceğinizi görün. Adandığınız konulardaki
imanınızı geliştirmeniz için iman yeteneğinizi
alabildiğince kontrol altına almalısınız. Temel
hedefinize odaklandığınızda canınız sıkılırsa,
kurgulama oyununun sizi müthiş bir neşeye ve isteğe
boğacağını göreceksiniz.
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:43 PM
c) Tekrarlı Söyleme
Bir şeye inanmanın yollarından biri, onu defalarca
söylemektir. Tekrarlamak sayesinde onu derin
bilincinizde ve ruhunuzda iyice inşa edersiniz.
Bir adam kendisine, 100 gün boyunca “ben deliyim”
derse gerçekten delilik belirtileri geliştirir. Zeki
çocukların çoğu, zekâlarındaki gelişmeyi büyüklerinin
telkinlerine borçludurlar. “Aferin, ne kadar zeki çocuk”
dediler; bu sözü on yıl boyunca hatırladılar ve
gerçekten de zeki oldular.
Başarısızlıklarımdan birini size söyleyeyim: İyi resim
çizemem ve seminer verirken çizdiğim grafikler
inanılmaz derecede çocukçadır. Öğrenci arkadaşlarımı
şaşırtırım; çizdiğim grafiklerin basitliğine anlam
vermekte güçlük çekerler. Neden?
Babam bana büyük bir iyilik yapmış, okula
başlamadan önce resim defterleri satın almıştı. İlkokul
öğrencisi olduğum yıllarda, başarılı resimler çizerdim.
Bir gün, öğretmenimiz arkadaşların resimlerini, onları
taktir etmek için duvara asarken, beni ve resimlerimi
nasıl bir gerekçeye dayanmışsa, kasten yok saydı.
Şiddetli bir üzüntüye, öfkeye ve küskünlüğe kapıldım.
O andan itibaren resim çizmekten nefret ettim. Bu
nefreti, zaman içinde tekrar ederek beslemeye devam
ettiğim için, öylesine gelişti ki, yıllar boyunca resim
çizmedim ve şimdi aksine bir çaba göstermediğim için
bu hâldeyim. Resim konusunda yeteneksiz değildim;
ama, aldığım ve kendi kendime tekrar ettiğim telkin
gerçekten de resim yeteneğimi köreltti.
Ruhunuzdan, hayalinizdeki kendinizi haykırın, yıllarca
yapın bunu, bıkmadan yapın: “Ben başarılıyım.
Zekiyim, çalışmayı seviyorum, hafızam güçlü,
konuşma ve öğrenme yeteneğim mükemmel, ben
zengin, sağlıklı ve mutlu bir insanım. Şükürler olsun.”
Başarı hikâyelerini küçümseyenler, hiçbir zaman
ortalamanın üzerine çıkamazlar.
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:44 PM
d) Bedensel Yoğunlaşma:
Size hızlı ve kalıcı etki bırakacak bir teknik
önereceğim. Kullandım ve müthiş etkisini gördüm.
Bilincinizde geliştirmek istediğiniz inançla ilgili derin
izler bırakacak bir eylemi deneyeceksiniz.
Bedensel sabitlikler oluşturun. Beklediğiniz süre
boyunca, geliştirmek istediğiniz imanı beslediğinizi
veya değiştirmek istediğiniz alışkanlıktan
kurtulduğunuzu hayal edeceksiniz.
Bu çalışmayı yaparken ne kadar yorulursanız,
zihninizde bırakacağınız iz de o kadar güçlü olacaktır.
Saatlerce hareketsiz televizyon seyretmeye
dayanabilen insanın, bir saat hareket etmeden bir
hayale veya inanca odaklanması zor mudur?
Sonucunu görmek istiyorsanız bu zorluğa katlanın.
Bedensel sabitlik, değişik biçimlerde olabilir. Lotus
oturuşu, namaz oturuşu, secde durumu, ayakta duruş,
sırt üstü uzanma. Biraz yorucu olması, zihninizde daha
kalıcı izler bırakmasına neden olacaktır. Kendinizi
zorlayın; ama, dayanma sınırınızı aşmayın.
Deneyim sırasında hiçbir harekette bulunmamanız,
hiçbir işin çalışmayı bölmemesi şarttır. Eğer küçük bir
kesinti oluşturursanız, eyleme en başından başlamanız
gerekir. Bunun için gerekirse telefonunuzun fişini
çekin, kapınızı kilitleyin.
Bedensel sabitliğiniz sırasında, her hangi bir soruna
çözüm arayabilir, geleceğinizle ilgili istediğiniz gerçek
ve oyun kurgular yapabilirsiniz. Bitirdiğinizde
üzerinizde çok daha etkileyici bir iz bıraktığınızı fark
edeceksiniz.
En etkili biçimi gözlerinizin kapalı olmasıdır.
Gözlerinizin açık olmasını tercih ediyorsanız, tek ve
sabit bir noktaya bakmalısınız. Bir saatlik süre çok
geliyorsa, ilk uygulamalarda yarım saat
sürdürebilirsiniz.
Bıraktığınız iz sizi bir süre uyaracaktır. Uyarıların
azaldığını fark ettiğinizde yeniden deneyin. Kısa süre
sonra uyarıların etkisi kalıcı olacak, o zaman başka bir
konuda çalışmaya geçebileceksiniz.
Sadece şuna dikkat edin: Her çalışmada sadece bir
konu üzerinde odaklanın. Yani zihniniz, tüm
isteklerinizi yarım yarım sayıp geçmesin. Odağınızda
tek bir konuyu tutun.
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:44 PM
e)Duygusal Yoğunlaşma:
Tüm tekniklerin ardında gizlenen duygular vardır.
“Duygu Gücü” bölümünde anlatıldığı gibi, duyguları
güçlü insanlar, meydan okurlar. Fırsatı ve cesareti
olanlar için sıra dışı bir yöntem daha önereceğim:
Sizi duygusal olarak ne etkiler? Ölüm mü? Hastalık
mı? Doğum mu? Hayatınızı aniden sarsabilir ve hızla
değiştirebilirsiniz. Yusuf İslam’ın öldürücü bir dalgayla
boğuşurken yaptığı dua tüm hayatını değiştirmiştir.
Aşağıdaki önerilerden hangisini yapabilirseniz,
deneyin. Bunlara benzer etkiler meydana getiren farklı
uygulamalar da keşfedebilirsiniz:
-Bir deniz gözlüğü, bir de nefes alabilmek için ağızlık
alın. Duru bir denize girin, denizin tabanını, ileriye
doğru uzanan derinliğin heyecanını, mümkünse
sürüler halinde dolaşan balıkları izleyin. O anda
inanılmaz bir duygusal ürküntü ve heyecan
yaşayacaksınız. Şimdi yaratıcıdan ne istiyorsanız,
isteme vaktidir. İzmir Çandarlı sahilinde bu inanılmaz
heyecanı yaşadığımda dalgıç olmadığıma üzülmüştüm.
-Sessiz ve ışıksız bir köye gidin. Ormana veya bozkıra
doğru sessizce ilerleyin. Gölgeleri seyredin, doğanın
sesini dinleyin. Gökyüzüne dizilen yıldızlara
dakikalarca bakın. Sessizlik, ışıksızlık ve yalnızlık çok
önemlidir. Orada yapayalnız kalın, bir saat boyunca ve
her saniye nasıl bir hayat yaşamak istediğinizi
düşünün.
-Lunaparka gidin ve size büyük heyecan vereceğini
tahmin ettiğiniz bir oyuncağa binin. Hızla dönerken,
ilerlerken veya yükselirken tüm duygularınız uyanık
olacak, o an düşündüğünüz her şey, hafızanıza
sökülemez şekilde çakılacaktır. O anı yaşayın ve neyin
çakılmasını istiyorsanız tüm saniyeleriniz boyunca
çekicinizi ona vurun.
-Erkek okuyucular için öneriyorum; çok hareketli
olduğunu tahmin ettiğiniz bir acil servisin kapısında
bekleyin. Bazıları sırtında bıçakla, bazıları kolları
bacakları kesilmiş halde gelecektir. Ürkmeyin, ibret
oradadır. Ekranlara veya gazete sayfalarına yansıyan
çıplak vücutlar hayatımızın gerçeğini gölgeleyebilir,
ama yok edemez. Sağlık memuru bir arkadaşım,
sarhoş olduktan sonra birbirlerini bıçaklayan iki kişinin
yere dökülen bağırsaklarına basa basa acil servise
getirilişlerini anlattığında, dehşete kapılmıştım. Bizim
duygusal sarsılmaya ihtiyacımız var; eğer onu
beynimizi zonklayıncaya kadar zorlayarak
üretemiyorsak, izin verelim, ibretli olayları seyrederek
açığa çıksın.
Dikkat edelim, bu öneriler sıra dışıdır. Dalgıç,
okyanusun derinlerinden; köyüler ıssız karanlıktan,
sürekli lunaparkta dolaşan kişi, hareketli oyunlardan;
doktorlar da parçalanmış vücutlardan ürkmezler.
Sürekli yaşadıkları olaylar, konuya ilişkin duygusal
hassasiyetlerini kaybetmelerine neden olmuştur. Siz
başka bir dünyaya aitsiniz. Amerika, orada yaşayan
için sıradandır; ama, ben oraya gittiğimde Mars’a
gittiğimi sanmıştım.
Arada sırada, ayda bir de olsa, bu tür aşırı sarsıcı
olaylara tanıklık etmemizin bizi inanılmaz bir uykudan
uyandıracağını ve gerçekle yüzleştireceğini
göreceksiniz. Gerçekle yüzleşmek. Gerçekle. Beyler,
hanımefendiler; dünya yolculuğunuzun bitmek üzere
olduğunun farkında mısınız? Daha ne duruyorsunuz?
Bu ufka hangi güzel resimleri çizeceksiniz; ardınızda
insanlık için ne bırakacaksınız?
Ben daha çok genç miyim? Erken ayrılışlarına gözyaşı
döktüğüm yüzlerce çocuk bilirim. Bunlardan beşi,
benim öz kardeşimdir. Bu ömrü nasıl bir çırpıda
yaşamışsanız, öylesine bir çırpıda bitireceksiniz.
Vicdanınıza sorun; sonsuzluğun şefkatli sahibiyle
buluşmaya hazır mısınız?
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:44 PM
4. Güven Üretme
İman geliştirmeye çalışırken, saldıracak olan
tereddütlere karşı güven üretmelisiniz. İş,
yapılamayacak kadar büyük geldiğinde, aslında
dikkate aldığınız kendi gücünüzdür. Kendi gücünüze
güvenemediğinizde yenilgiyi kabullenirsiniz.
a) Yaratıcıya Güvenme
Gücü sınırsız olan siz değilsiniz; ama, sınırsız bir güce
dayandığınızı biliyorsunuz. Olağanüstü vücudunuzu
yöneten güce dayanabilirseniz, yapabileceğiniz işlerin
de olağanüstü olabileceğini tahmin edebilirsiniz. Ona
dayanan her şeyin başardığı gibi, siz de
başarabilirsiniz.
“Ya başaramazsam” diyerek endişe ediyor musunuz?
Siz yaratıcı değilsiniz, kendi kudretinizle başaracağınızı
mı sanıyorsunuz? Size gücümün asla yetmeyeceği
işleri olağanüstü biçimlerde başardığımı gösteren
onlarca örnek verebilirim.
Bahçeye ektiğiniz ekinin mahsul vermesini siz mi
sağlıyorsunuz, yoksa Yaratıcı mı? Size düşen sadece
yapabileceğinizi yapmaktır. Yapabileceğiniz sınırlı
belki; ama, isteme yeteneğiniz de mi sınırlı? Başarının
asla unutulmaması gereken kuralı şudur:
Yapabildiğinin en iyisini yap. Gücünün
maksimum kapasitesini kullanarak iste, eyleme
geç ve kadere teslim ol. O zaman senden daha
güçlü, zeki ve sağlıklı insanları geçeceğinden emin
olabilirsin.
Süper başarılara ulaşanların hiçbir olağanüstü dehâları
olmadığını görmezlikten geliyoruz. Hâlâ örnek mi
vereceğiz? Amerikalı Thomas J. Stanly, toplumun
%1’lik kesimini oluşturan en zengin 1300 kişiyi
araştırmış ve “Milyarder Kafası” isimli kitabı yazmıştır.
Kitabında, zenginlerin, hiç de üstün ve farklı bir
zekâları olmadığını, okul başarılarının zenginlikleriyle
ilgisiz olduğunu, analitik zekâlarının da çok iyi
olmadığını tespit ediyor. Ama, çok önemli bir
farklarını, bir hedefe kilitlenip risk üstlendiklerini ve
istikrarlı yaşadıklarını tespit ediyor.(18) Kurnazlığa
girişmiyorlar, inandıklarını ısrarla yapıyorlar.
Sonuçları elde etmek konusunda endişe eden,
Yaratıcının sahasına girmiş olur. Yaratıcı, sonucu
verirken, sizi kapasitenizin üzerinde sorgulamaz veya
zorlamaz. Sonucu sadece heyecan duymak ve ona
ulaşmaya istekli olmak için isteyin, onu yaratmaktan
sorumlu olmak için değil. Kâinatın Sultanına güvenen
mahcup edilmeyecektir. Eğer sonucu kendi başınıza
üreteceğinizi sanırsanız, aradığınız imanı geliştirmeniz
imkânsız olur. Çünkü kapasiteniz ve yapabileceğinizi
sandıklarınız, her zaman karşınıza büyük bir engel
olarak dikilecek ve “bana yalan söyleme” diyecektir.
Ne kadar ciddi bir iddia ile karşılaştığınızı anlamak için
şu iki sözü okuyun: “Allah size yardım ederse, sizi
yenecek yoktur; eğer sizi yardımsız bırakıverirse,
Ondan başka size yardım edecek kimdir? İnananlar
yalnız Allah’a güvensinler.(19)” “Eğer Allah’ı hakkıyla
tanısaydınız, duanızla dağlar yerinden oynardı.(20)”
Görünür nedenlerin sınırlarına aldanmayın.
Hizmetinize sunulabilecek güç ve enerjinin sınırları ve
kapasitesi, gözlemlediklerinizin inanılmaz derecede
ötesindedir. İnsanların hayatlarında mucize gibi
binlerce olay yaşanır; bir türlü akıl edip de, bunların
hangi enerjiyle gerçekleştiğini sorgulamazlar. Bu
yüzden zihinlerine çizilen kalıplardan kendilerini
kurtaramıyorlar.
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:45 PM
b) Modelleri İnceleme:
Güveninizi güçlendirmenizin diğer yolu, başaranları
iyice gözlemlemek ve onların dünyalarına girmektir.
Yapabildiklerini seyrettikçe, yapabileceğinize ilişkin
inancınız ve güveniniz beslenir.
Bir karıncanın kendisinden yirmi kat büyük ve ağır bir
yaprağı taşıyışını seyrettim. Yüzlerce kez denedi ve
başardı. O denemekten bıkmadı; ama, ben
seyretmekten bıktım. Kaderin sahibi sizi deneyecektir.
Yeterince istiyor musunuz? Yeterince isteyinceye
kadar denemek zorundasınız. Eğer o ateş gibi yakan
arzu, daha ilk deneyişte ruhunuzu kuşatmışsa, hızla
başaracağınızı biliyorum. Ama insanlar gerektiği kadar
keskin duygularla ve inançlarla istemeyi bilmiyorlar.
Bu yüzden, arzuları yeterince gelişinceye kadar, tekrar
tekrar teşebbüs etmek zorunda bırakılıyorlar.
Başarılı insanların hayatları basit biyografiler değildir.
Onları incelemeyi ciddiye almalı, onlardan alacağımız
dersleri kendi hayatımıza aktarmalıyız.
5.Aktif Eylem Planı
Aşağıda size bir aktif eylem planı verilmiştir. İman
geliştirme çalışmalarınızda bu tablodaki temel
başlıklara bakarak hangi çalışmaları yapabileceğinize
karar verebilirsiniz.
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:45 PM
Özetle Ne Yapmalı?
1.İman Engellerini Kaldırın:
İman geliştirmek istediğinizde, çeşitli alanlardan
bilincinize saldırılar göreceksiniz: Diğer insanların
olumsuz sözleri ve kendi başarısızlıkları dış mesaj;
kendi geçmişinizdeki, başarısızlık olarak gördüğünüz
eylemleriniz ve kendinize söylediğiniz olumsuz sözler,
iç mesajdır. Tüm olumsuzlayıcı mesajların gerçek dışı
ve sınırlayıcı olduğunun bilincine varmanız gerekiyor.
2.Eylemlerinize Başvurun:
Eminlik durumu geliştirmek için başvuracağınız basit
ve küçük eylemler, büyük örneklerine ilişkin
inançlarınızı geliştireceği gibi, tekrar ettiğiniz bir eylem
de, içerisinde barındırdığı inancı geliştirir.
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:46 PM
3.Hayallerinizi Kullanın:
Eminlik durumunun geliştirilmesini sağlayacak güçlü
yollardan biri, yapacağınız hayali ve zihinsel
çalışmalardır. Hedeflediklerinizi sanki
yaşıyormuşçasına kurgulama, ilgi alanınıza girmese de
değişik hedeflere ilişkin kurgulama oyunları, sahip
olmak istediğiniz özellikler hakkında kendinize ısrarla
söyleyeceğiniz olumlayıcı sözler, bedensel ve duygusal
yoğunlaşma çalışmaları, kullanabileceğiniz en etkin
yöntemlerdir.
4.Güven Üretin:
Güveniniz ve inancınız yine de sarsılabilir. Yukarıdaki
çalışmaları güveninizi geliştirerek desteklemelisiniz.
Bunun için sınırsız kudrete dayanma ve örnek
insanların başarılarını inceleme yollarına
başvurabilirsiniz.
Özetleyen Sözler:
• Tereddüt içinde büyük bir iş yapmaktansa, emin
olarak küçük bir iş yapın.
• Bir yetenekteki eminlik düzeyi ne kadar
güçlenmişse, onun gerektirdiği emek o kadar
azalacaktır.
• Bir insanın ruhsal enerji potansiyeli, inanabilme
genişliği kadardır; ama, bu potansiyelin açığa
çıkan miktarı, sadece inandığı kadardır.
• İnanç üretmenin, şüphe tahribatın çekirdeğidir.
• Hayallerinize saldıranlar, aslında kaderinizle
savaşıyorlar.
• Hayatınız, yapamayacağınıza inandıklarınızla
hapsedilecektir.
• İman her an meyve veren bir ağaç, düşünce ise
kök salmaya çalışan bir çekirdektir.
• İman, Yaratıcının sınırsızlığına ayna olmak için
insanın başvurabileceği tek kaynaktır.
• Kendi hakkınızda yaptığınız değerlendirme,
hakkınızda bir duaya dönüşüyor.
• sizin gücünüze değil, sizinle olan güce
dayanacaksınız.
•
• Başaranlar, önce inandılar, sonra yaptılar;
başaramayanlar ise, önce yapıp sonra inanmayı
deniyorlar.
•
• Başaracağına inanmak, belki kesin başarıyı
getirmeye yetmeyebilir; ama, başaramayacağına
inanmak, kesin başarısızlığı getirecektir.
1. Bu hikayenin bir kısmını, “İlahi İrade Gücü”
bölümünde, “Yardımlar” başlığı altında
bulabilirsiniz.
2. Ruhsal güç, insanların kalplerinden geçeni somut
olarak okuma, uzaktaki insanlarla bilinçli şekilde
telepatik iletişim kurabilme, gerekirse nazar
örneğindeki gibi psikokinezik güçle insanlar veya
nesneler üzerinde somut güç kullanma, zaman
içerisinde zaman yaşama veya mekanlar arasında
mekan engelini kaldırarak anında istediği yere
gidebilme ve hatta aynı anda birden fazla yerde
bulunabilme gibi yetenekleri içerir. Bu yetenekler
tüm ruhlara potansiyel olarak verilmiştir; uzun
çilelerle Dünyada geliştirilebilirler; ancak ruhlarını
temizleyen insanların hepsi ebedi hayatta bunları
yaşayacaktır. Her potansiyelin çevresindeki
çember, bir gün Yaratıcı tarafından kaldırılacaktır.
Yanıltıcı olmasın; ruhsal güç, başarının önemli bir
faktörü değildir ve hatta kaldıramayanlar için son
derece tehlikelidir. İnsanların kalplerinden
geçenleri okusaydınız, yer yüzünde bir tek dost
bulabilir miydiniz?
3. Hz. Muhammed(asm); Cami’u’s-Sağir 5:319,
Hadis No:7448
4. Bu bilgiyi B. Said Nursi’nin “ilmel yakin, aynel
yakin ve hakkal yakin” kavramlaştırmalarından
alıyorum.
5. Doğru-yanlış ayrımı sonradan öğrenilmiş değildir.
Her insan böyle bir ayrımı doğuştan ruhunda
hazır bulur. Sonradan öğrenilen, bu ayrıma,
olayların, nesnelerin yerleştirilme biçimidir.
Herkesin doğrusu ve yanlışı farklıdır; ama,
herkesin doğrusu ve yanlışı “vardır”.
6. Kur’an; 36:82
7. Cami’u’s-Sağir 2:312, Hadis No:1934
8. Tirmizi, Daavat:65;Müsned, 2:77
9. İtirazlarınızı algılıyorum. Emin olduğunuzda kabul
edilecek olan şey, kalbinizden geçirdiğiniz veya
dilinizle söylediğiniz değil, “Gerekçeler”
bölümünde anlatıldığı gibi, asıl isteklerinize
uygun olan şeydir. İsteklerinizin üreteceği sonuç,
isteklerinizin ifadesine değil, o isteklerin
gerekçelerine paralel yaratılacaktır. Sınırlarınız,
“Kanun ve İrade” bölümünde anlatılan sınırlardır.
10. “Kazanamayacağınıza inanmakla”,
“kazanacağınıza inanmamak” farklı şeylerdir.
Başarabileceğine inanmayan, yani
başarabileceğinden emin olmayan, başarmanın
eninde sonunda bir yolunu bulabilir; bir gün
başarabileceğine inanmayı başarabilir. Ama insan
başaramayacağına inanmıyorsa, daha işin
başında kendisini kilitler. Sonunun felâkete
gittiğinden emin olduğunuz yolda yürümezsiniz.
Bu iki durum arasındaki fark, “tanrı yoktur, yok
olduğundan eminim” demekle, “tanrının var olup
olmadığını bilmiyorum veya var olduğundan emin
değilim” demek arasındaki fark gibidir. Bilmeyen
veya ilgisiz olan öğrenebilir; ama, aksini kesin
olarak iddia eden değişemez. Adam sigaranın
ölüme sürüklediğinden emin değil. Ona
anlattığınız ölüm istatistiklerini dinlerken sigaraya
rağmen yaşamaya devam eden milyonlarca
insana bakar. Ne zaman akciğer kanserine
yakalanırsa o zaman iddianın gerçekten de doğru
olduğundan emin olur, sigarayı bırakır; ama, iş
işten geçmiş olur. Zulme, işkenceye, baskıya,
ahlâksızlığa karşı insanların uyarıcı ve hassas
davranmaları gerektiğini, bu hassasiyetin
yitirilmesi durumunda toplulukların büyük
felâketler gördüğünü tarihten ve dini
kaynaklardan gelen bilgileri kullanarak
anlatırsınız. Sonra da ortamı tarif ederek
benzerlikleri ortaya koyar, yapılması gerekenleri
söylersiniz. Dinlemezler, inanmazlar; Ne zaman
depremler, seller, trafik kazaları, terör, boğucu
sıcaklar veya yangınlar “kendilerine doğrudan
dokunursa” o zaman farkına varırlar; yine geç
olmuştur.
M@D_VIPer
09-23-2006, 10:46 PM
11. Bu ifade doğru anlaşılmalıdır. “Başınıza
gelmeyeceğine inandığınız olaydan
kurtulursunuz” demiyoruz. İmanla
ilişkilendireceğiniz gelecek, sizin üreteceğiniz
gelecektir. Kâinatın yaratıcısının tüm varlıklar için
kesin olarak taktir ettiği geleceği, ondan başkası
değiştiremez. Her varlığın eminlik düzeyi
Yaratıcının eminliğinden bir gölgedir. Hiçbir
zenginlik kendini besleyen hazineyi aşamaz;
insanın inanç dairesi ne kadar genişlese de, ounu
yaratan yaratıcının inanç dairesinin dışına
çıkamaz. Şunu söylemiyoruz: “Bu dünyada hiç
ölmeyeceğinize inanırsanız, hiç ölmezsiniz.” Buna
gerçek yollardan giderek inanamazsınız,
inanmanıza izin verilmez.
12. Bu örnekler tamamen deneysel bir ortamda,
ilgili kişiler tarafından tekrarlanabilen ve bilimsel
aletlerle ölçülebilmiş olaylardır. California
Üniversitesinde beyin üzerindeki inanılmaz
araştırmalarını yürüten Ornstein’in Türkçe’ye
tercüme edilip İnsan Yayınları tarafından
yayınlanan “Yeni Bir Psikoloji” isimli, doğu ve batı
psikolojilerinin bir sentezi girişimi olan kitaptan
alınmıştır. Pozitivizmden, somut delillerden ve
ampirizmden asla taviz vermeyen, ama
bilmediğimiz gizli güçlerin de var olduğuna ikna
olan bir bakış açısının ürünü olan bu kitap,
gelecek asrın ruhu keşfedeceğimiz asır olacağının
ilk işaretçilerinden birisidir. Mutlaka okumalısınız.
13. Yüzlerce gerçek dışı felsefe ile donatılmış
kitabın sadece pratiklerine dikkatinizi çekiyorum.
Telepatiyi, şifacılığı, sezgiyi nasıl etkin
kullanabildiklerine bakın.
14. Marifet Yayınlarından çıkan, “Ladikli Ahmet
Ağa” isimli kitap, ruhsal derinliğin, İslâmî açıdan,
akıl almaz boyutlarını sezinlemenize katkı
sağlayacak çok önemli bir belgeseldir.
15. Age, s.185. Açıkçası, görmeyenlerin fili
tanımlaması gibi bir hata, sınırlı aklın
bulgularından yola çıkanlar için her zaman var
olmaya devam edecektir. Çevresindeki suyu
tanıdığını iddia ettikleri gibi, suyun dışında olup
bitenleri de gördüklerini iddia eden balıklar
gibiyiz. Tabiat kanunlarına hükmeden bir gücün
varlığını yeni keşfeden bilimin eski paradigmaları,
hâlâ zihnimizi şekillendirmeye devam ediyor.
16. Farmakolojide, hiçbir etkisi olmayan, hastayı
ilaç aldığına inandırmak için üretilen uydurma
ilaçlara plasebo deniyor.
17. Bu konuda Anthony Robbins’in “Sınırsız Güç”
isimli kitabında verdiği bilgiler yeterli olacaktır.
18. Radikal Gazetesi, 8 Şubat 2000
19. Kur’an; 3:160
20. Hz. Muhammed(asm); Cami’u’s-Sağir
5:319, Hadis No:7448
twoba
09-24-2006, 12:50 PM
saaol paylasım ıcın..
RoStWell
09-24-2006, 12:52 PM
paylaşım için saol
vBulletin® v3.8.11, Copyright ©2000-2025, vBulletin Solutions Inc.