Giriş

Tam Sürümü Görüntüle : türk destanları


bluekeys™
11-24-2006, 10:21 PM
Karca Bey Destanı-Karca Bey

Eskilerde, yüzyıllar ötesinde Kafkas denilen büyük hanlıklar yurdunda, yaşardı bir kavim, beyleri başlarında. Birlik beraberlik içinde yaşarlardı. Ağıllara sığmaz koyunları. Her yılda birlikte yaptıkları toyları.
Kar, tipi ve boran dolu bir gece, Bey`in bir oğlu oldu, toy eterce. Karda doğan o çoçuğa. Karça oğlan adı koydular.
Bu isim, "kar gibi" anlamına geliyordu. Karca Bey, babasının kontrolünde, topluma örnek olacak bir kişi, bir lider olarak yetişmekteydi. Ama, ne yazık ki acı günler gelip çatmış, Moğol sürüleri bütün Kafkasya`yı talan etmeye başlamıştı:
Ovalara sığmayan Kara Moğol orduları geliyor. Koşuyorlar, saldırıyorlar sağa sola. Doğudan esen bir uğursuzluk fırtınası gibidir Moğol sürüleri. Halk, bu fırtına önünden kaçmaktadır bölük bölük. Karca Oğlan’ın bey babası güneşin doğduğu yöne dikmiş gözlerini. Halkına buyruk verir: "Haydi göçelim bu diyardan." Tan yeri ağarmadan kalktılar yataklarından gözlerinde yas. Terk ettiler eski yurdu yürekleri sızlayarak. Önlerinde koyun sürüleri, yılkıları. Yol yürümekten takatsiz düştü kadınları, çocukları. Ne zorluklar, ne sıkıntılar çektiler o bitmez tükenmez yolculukta. Çok zayiat vermişlerdi, bitmiş tükenmişlerdi, Gün gelip de Kırım eline vardıklarında Bey dedi ki: "Artık burada durak verelim."
BİTMEYEN GÖÇ SİLSİLESİ
Haftalarca, belki aylarca süren çileli yolculuk noktalanmış, Moğolların zulmünden kaçan Karaçaylılar, Kırım`da yerleşmeye, yaşamaya karar vermişlerdi. Kendilerine evler, ağıllar yaptılar. Ne var ki, burada da aradıkları huzuru bulamadılar. Onlar dağlardan gelmişti, yine yüksek dağların karlı tepelerine yollanmalıydılar:
Derken, bir gün bilge kişiler toplandı. Karar verdiler: “Yine yol göründü bize."
O güzelim evler, büyük ağıllar geride bırakıldı. Beyleri başlarında, dağların göründüğü yerlere doğru göçe başladılar. Ne kadar sürdü bu yolculuk, kimse bilmez. Sonunda ulaştılar hayallerini süsleyen Kafkas Dağları’na. Karca Oğlan büyümüş, Karca Bey olmuştu. Onunla birlikte Tram, Navruz ve Adurhay adlı üç yiğit de Karaçay’ın beyleri idi. “Burada ömür boyu rahat yaşarız” diyorlardı. Ama, ovalardan gelen Kabartaylar, rahat bırakmadı onları. Sayıları azdı, güçleri yetmezdi Kabartaylara karşı koymaya. Köle gibi yaşamak da yakışmazdı onlara.
Karar verdiler: “Yine göç kalkacak. Karaçay halkı için daha emin bir yer bulunacak.”
Çaresiz, halk yine düştü yollara. Ulaştı yolları Kafkaslar`da Arhız denilen bir ovaya. "İşte şimdi bulduk! Burada gelişir, büyük millet oluruz" dediler. Hemen yeniden evler yapmaya, ağıllar kurmaya başladılar. Lakin, yine geldi Kabartay beylerinden dört elçi. Dediler: "Beylerimizin emridir, vereceksiniz bütün mallarınızı. Esir olarak götüreceğiz çocuklarınızı."
Karca Bey öfkeli. Beylerini topladı, danıştı. Sonra, "Çare yok, gideceğiz" dedi. "Ama bir gün güçlenecek ve bize bu sıkıntıları verenlerden hesap soracağız"
Ve bir gün yine göç kalkar Karaçay obasından. Lakin öyle bir yere konarlar ki, veba hastalığı kol gezmekte. Nice binler bu hastalıktan öldü. Kalanlar, kendilerine emin bir yer bulmak için yollara düştü.
MİNGİ TAV VATANIMIZ
Derken, uzaktan Elbruz Dağları gözükür. Karaçaylıları büyüler "Mingi Tav" adını verdikleri Elbruz Dağları. Yalçın kayalıklar, karlı zirveler, geyikler ve binbir çesit hayvanı ile dağların eteklerinde halı gibi serilen zümrüt ovalar.
Karca Bey, beylerle toplantı yapar. Halk bıkmış, usanmıştır göç kaldırmaktan. Karar çıkar oybirliği ile: “Karaçay halkı, artık hiçbir yere göç etmeyecek. Mingi Tav etrafında yerleşecek." Yerleştiler. Herkes istediği yere evlerini yaptı, yurt tuttular. Bir zaman mutlu yaşadılar. Tasa yok, düşman korkusu yok, hastalık yok buralarda. Derken, Kabartay beylerinden Kazıybek çıktı geldi ordusuyla. Talan etti ortalığı, yaktı yıktı Karaçay`ı. Gençleri esir aldı. Mallarının hepsini önüne katıp götürdü.
Karca Bey`de artık sabır kalmamıştı. Dağları aşarak ulaştı Gürcü beylerine. Anlattı başlarından geçeni. Asker ve silah istedi. Dedi ki: "Gün bugün... Yardım edin bize..." Gürcü beyleri yardım etmeye karar verdi Karca Bey`e. Bir zaman sonra Karca Bey, güçlenen ordusuyla Kabartay`a girerek Kazıybek`in ordusunu büyük bir yenilgiye uğrattı. Karaçay`dan aldıkları bütün malları ve esirleri geri aldı. Sonra Kazıybek ile bir daha birbirleriyle şavaşmamak, ömür boyu dost geçinmek için bir anlaşma yaptı.


Alp Er Tunga Destanı-Alper Tunga

Yaradılış Destanından sonra bilinen ilk büyük ve millî Türk Destanı Alp Er Tunga Destanıdır. Fakat bu destanın, hattâ özeti hakkında dahi kesin bilgiler edinilmiş değildir; çok eski çağlarda ve Türk Boylan arasında böyle bir destanın söylenmiş olduğu, bilinmeyen sebeplerden, belki de bu destanlardan sonra çekirdeklenmeye başlayan ve daha etkili bir şekilde Türk Boylarını coşturan destanlar, özellikle Oğuz Kağan Destanının etkisiyle unutulmağa başlamış olabileceği varsayımını kabul etmek zorundayız.
Alp Er Tunga Destanı hakkındaki bilgilerin en önemli kaynağı Divan-ı Lugat-it Türk'tür. Milâttan sonra on birinci yüzyılda Kâşgarlı Mahmut tarafından yazılan bu eserde, Destanın, büyük bir ihtimâlle son kısımlarına ait bir ağıt (sagu) yazılı olarak verilmektedir.

Bu Türk Beğlerinde atı belgülük
Tunga Alp Er idi katı belgülük

Bedük bilgi birle öküş erdemi
Biliglig ukuşlug budun ködremi

Tacikler ayur ânı Afrasyab
Bu Afrasyap tutdı iller talab

Bugünkü Türkçemizle: "Alp Er Tunga, Türk Beyleri içinde adı ve kutsallığı bilinen ve tanınan bir yiğit idi; geniş bilgisinin yanında sayılamayacak kadar çok erdemi vardı: bilgiliydi, anlayışlıydı, meziyetleri çoktu. İranlılar ona, Afrasyab adını vermişlerdi. Afrasyab dünyaya hükmetti" anlamına gelen bu ağıttan, Alp Er Tunga'nın, İranlılar arasında da çok iyi bilindiği anlaşılmaktadır. Nitekim, İran Destanı olan Şehnâme'nin yazan Firdevsî de, destanının büyük bir kısmında Afrasyab'ın kahramanlıklarından söz etmek zorunda kalmıştır. Başka bir milletin kahramanından, kendi destanlarında söz edilebilmesi için o kahramanların gerçekten çok büyük değer taşımaları gerekmektedir. Alp Er Tunga'da bu değerler fazlasıyla vardır.
Şehnâme'ye göre, önce Turan ülkesinin şehzadesi sonra da hakanı olarak adı geçen Alp Er Tunga İran-Turan savaşlarının çok ünlü Turan kahramanıdır. Babasının öğüdünü tutmuş ve o zaman güçlü bir ülke olan İran'a savaş açmıştır. Selvi gibi uzun boylu, kollan ve göğsü aslana eş güçte ve fil kadar güçlü bir yiğitti, İranlıları yendi. İran hükümdarını esir aldı. İran ülkesinde bir çok padişahlıklar bulunuyordu. Bunlardan biri de Kabil Padişahlığı idi ve başında da Zal adlı biri vardı. Kabil Padişahı Zal, Alp Er Tunga'nın elinde esir olan İran Hükümdarını kurtarmak için Turan ülkesine yürüdü. Alp Er Tunga'yı yendi ama hükümdarını kurtaramadı. Zaman geçti. İran ülkesine hükümdar olan Zev de öldü. Bunu fırsat bilen Alp Er Tunga İran'a bir daha savaş açtı . O zamana kadar Zal da yaşlanmışta. Kendi yerine, Alp Er Tunga'ya karşı oğlu Rüstem'i yolladı. 'Halen Anadolu'da Zaloğlu Rüstem adıyla meşhur olan halk kitaplarında Zaloğlu Rüstem ile Arap Üzengi cengi diye hikâyeleri anlatılan bu ünlü İran kahramanı ile Alp Er Tunga arasında sayısız savaşlar oldu. Savaşların çoğunu Rüstem kazandı bir kısmını Alp Er Tunga kazandı. (Şehnâme İran destanı olduğu için bunu olağan saymak gerekir.)
Bu savaşlar sürüp giderken, İran'ın, hükümdarı bulunan Keykâvus, oğlu Siyavuş'u ve Zaloğlu Rüstem'i gücendirmişti. Gücenmenin sonucu olarak şehzade Siyavüş kaçıp Alp Er Tunga'ya sığındı. Orada uzun zaman kaldı, hattâ Türk yiğitlerinden birinin kızıyla evlendi, Keyhüsrev adında da bir oğlu oldu.
Keyhüsrev büyüyünce, iranlılar onu kaçırıp hükümdar yaptılar. Keyhüsrev Zaloğlu Rüstem'i hoş tutup, gönlünü aldı ve Alp Er Tunga'nın üzerine gönderdi. Yine bir çok savaşlar oldu. Çoğunda Alp Er Tunga yenildi. Ve en sonunda Alp Er Tunga iyice yoruldu, ordusu dağıldı, askeri kalmadı. Tek başına dağlara çekildi. Orada, bir mağarada tek başına yaşadı. Fakat günün birinde izini keşfedip yerini buldular. Alp Er Tunga suya atlayıp kurtulmak istedi; fakat daha önce davranan Iran askerleri yetişip saldırdılar. Yiğitçe doğuştu ama ihtiyardı, yorgundu, tek başınaydı. Öldürdüler.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, çok şuurlu bir Iran milliyetçisi olan Firdevsî'nin Zal Oğlu Rüstem'i ve diğer İran asker ve hükümdarlarını üstün görmesi, savaşların çoğunda Alp Er Tunga'yı yenik durumlara düşürmesi olağan karşılanmalıdır. Alp Er Tunga'mn çok büyük bir yiğit, üstün değerlere sahip bir Hakan olduğunu anlamak için bir Iran Destanında ne kadar değerli bir yer kapladığı düşünülmelidir. Firdevsî, kendi milletinin kahramanlarını değerlendirebilmek için ancak bir Türk Hakanını ölçü olarak aldıysa bu bile, Alp Er Tunga'mn nasıl bir destan yiğidi olduğunu gösterir. Gerçi Iran ve Turan savaşlarının önde gelen bir yiğidi olarak Alp Er Tunga gerçek kişiliğe de sahiptir; Firdevsî'nin Alp Er Tunga'yı seçişinde bu gerçek payı da muhakkak vardır ama aslında Alp Er Tunga, destanlara has kişiliği ile Firdevsî'yi etkisi altına almıştır.
Prof. Zeki Velidî Togan'a göre M.Ö. dördüncü yüzyıla kadar yaşamış olan ve M.Ö. yedinci yüzyılda Orta Tiyanşan çevresinin en güçlü devleti olarak gelişmiş bulunan, Hunlardan önceki büyük Türk Devleti Şu veya Saka adını taşımaktadır. Bu Türk imparatorluğu, birçok kavimler üzerinde egemenlik kurmuş olup Güney Rusya'yı da içine almak üzere Doğu Avrupa’ya kadar yayılmıştır. Bir kısım tarihçiler Doğu Avrupa bölümündeki sakalara İskit, Orta Asya ve Azerbaycan çevresindekilere Saka adını vermektedir. M.Ö. yedinci yüzyılda en güçlü ve en parlak devrini yaşamış olan bu Türk İmparatorluğunun Hakanı ise alp Er Tunga'dır.
Divan-ı Lugat-it Türk'te, Alp Er Tunga için söylenen ağıtlardan (Sagu) bazı parçalar kaydedilmiştir.
Bu parçalar bugünkü Türkçe söyleyişiyle şöyledir:
"Alp Er Tunga öldü mü?
Kötü dünya kaldı mı?
Felek öcünü aldı mı?
Şimdi yürek yırtılır.

Feleğin silahı hazır
Gizli tuzak kurdurur
Beyler beyini vurdurur
Kaçsa nasıl kurtulur?

Beyler atlarını yorup
Kaygıdan çaresiz durup
Beti benzi sararıp
Sarı safrana döndüler.

Erler kurt gibi hıçkırdı
Yaka bağır yırtıp durdu
Acı ağıtlar çığırdı
Yaş akar gözler kurur.

Gönlüm içinden yandı.
Geçmiş zamanı andı.
Geçen günler nerdedir?"

bluekeys™
11-24-2006, 10:22 PM
YARATILIŞ DESTANI-Yaratılış
(ikinci söyleyiş)

Her şeyden önce su vardı. Yer, ay, gök, güneş yoktu. Tanrı Kara Han (Kuday) ile Kişi vardı. İkisi de birer kara kaz gibi su üzerinde uçuyorlardı. Tanrı Kara Han bir şey düşünmüyordu. O sırada Kişi, yeli bulup suyu dalgalandırdı. Kara Han'ın yüzüne su sıçrattı. Bunu yapınca da kendisinin Tanrı'dan güçlü olduğunu sandı; daha yüksekte uçmak istedi. Ama uçamadı; suya düşüp dibe battı. Boğulmak üzereydi. ''Bana yardım et !'' diye bağırıp Kara Han'dan yardım istedi.
Tanrı Kara Han izin verdi, Kişi su yüzüne boğulmadan çıktı. Sonra Tanrı, 'Sağlam bir taş olsun !'' dedi. Suyun dibinden bir taş yükseldi. Kara Han ile Kişi, bu taşın üzerine oturdular. Kara Han, Kişi'ye ''Suya dal, suyun dibinden toprak çıkar !'' diye buyruk verdi. Kişi, Tanrı'nın buyruğunu yerine getirdi. Suyun dibinden çıkardığı toprağı Kara Han'a götürdü. Kara Han, Kişi'nin getirdiği toprağı suyun üzerine serperken ''Yer olsun !'' diye buyurdu.
Buyruk yerine geldi, yeryüzü yaratıldı. Kara Han, yine Kişi'ye ''Suya dal, suyun dibindeki topraktan çıkar !'' diye buyruk verdi. Kişi, suya daldığında, bu kez kendim için de toprak alayım diye düşündü. İki avucuna da toprak doldurdu; bir avucundakini Kara Han'dan gizlemek için ağzına attı. Dileği, Kara Han'dan gizli kendine göre bir yer yaratmaktı. Avucundaki toprağı getirip Kara Han'a uzattı. Kara Han, toprağı suyun üzerine serpip genişlemesini buyurdu. Kara Han'ın suya serptiği toprak gibi, Kişi'nin ağzındaki toprak da büyüyüp genişlemeğe başladı. Kişi korktu; soluğu kesildi, öleyazdı. Kaçmağa başladı. Ancak, nereye kaçsa yanı başında Tanrı Kara Han'ın varlığını hissediyordu. O'ndan kaçamıyordu. Çaresiz kaldı, Tanrı'ya yalvarmağa başladı: ''Tanrı ! Gerçek Tanrı ! Bana yardım et''. Kara Han, Kişi'ye ''Ağzındaki toprağı ne için sakladın'' dedi. Kişi, ''Kendime yer yaratmak için saklamıştım'' diye yanıt verdi. Kara Han da, ''Öyleyse at ağzından ve kurtul'' dedi. Kişi'nin ağzındaki toprak yere dökülürken küçük tepeler oluştu. Kara Han, ''Artık sen günahlı oldun'' dedi, ''Bana karşı geldin. Kötülük düşündün. Bundan sonra sana uyanlar, senin gibi kötülük düşünenler senin gibi kötü kişi olacak; bana uyanlar ise iyi ve pak kişiler olacak, güneş ve aydınlık yüzü görecek. Ben, gerçek Kurbustan adını almışımdır; bundan sonra senin adın da Erlik olsun. Günahlarını benden saklayanlar senin adamın olsun, günahlarını senden saklayanlar benim adamım olsun''.
Yeryüzünde, dalsız budaksız bir ağaç yeşerdi. Kara Han, bu dalsız budaksız ağaçtan hoşlanmadı. ''Dalları, yaprakları olmayan ağaca bakmak güzel değil. Bu ağacın dokuz dalı olsun !'' dedi. Dalsız budaksız ağaç birden dokuz dallı oldu. Kara Han, ''Dokuz dalın herbirinin kökünden, birerden dokuz kişi türesin; bunlar dokuz millet olsun !'' dedi. Erlik, bunlar olurken büyük bir gürültü duydu. Nedir acaba diye düşündü. Kara Han'a gürültünün nedenini sordu. Kara Han, ''Ben bir hakanım, sen de kendince bir hakansın. İşittiğin gürültüyü yapanlar benim insanlarımdır !'' dedi. Erlik, Kara Han'dan bu insanları kendisine vermesini istedi. Kara Han, ''Olmaz !'' diye karşıladı; ''Sen git kendi işine bak !''
Erlik'in canı sıkıldı. Hele bir gidip şu insanları göreyim diyerek kalabalığın yanına vardı. Orada insanlardan başka yaban hayvanları, kuşlar ve daha nice yaratıklar vardı. Erlik, Kara Han bunları nasıl yarattı acaba, bunlar ne yer, ne içerler diye düşündü. O düşüne dursun, insanlar ağacın yemişlerinden yemeğe başlamışlardı. Erlik baktı ki, insanlar ağacın yalnızca bir yanındaki yemişleri yiyorlar, öte yandakilere ellerini sürmüyorlar. İnsanlara bunun nedenini sordu. İnsanlar, şu yanıtı verdiler: ''Tanrı bize o yandaki yemişlerden yemeği yasakladı. Biz yalnızca Tanrı'nın izin verdiği, ağacın gündoğusundaki yemişlerden yiyoruz. Şu gördüğün yılan ile köpek, yasak yandaki yemişleri yemememiz için bekçilik ediyor.'' Bu yanıt, Erlik'i sevindirdi. Erlik Körmös, insanlardan Doğanay (Törüngey) denilen erkeğe yaklaştı. Ona ''Kara Han size yalan söylemiş. Asıl, yasakladığı yemişlerden yemeniz gerekir. Onlar daha tatlıdır. Bir deneyin; göreceksiniz'' dedi. Erlik, uyumakta olan yılanın ağzına girdi; ağaca çıkmasını söyledi. Yılan, ağaca çıkıp yasak yemişlerden yedi. Doğanay'ın karısı Ece (Eje), yanlarına geldi. Erlik, Doğanay ile Ece'ye de yasak yemişlerden yemelerini söyledi. Doğanay, Kara Han'ın sözünü tutarak yasak yemişlerden yemedi. Karısı Ece dayanamadı, yedi. Yemiş çok tatlı idi. Alıp kocasının ağzına sürdü. Doğanay ile Ece'nin tüyleri birden döküldü. Utandılar. Kaçıp, herbiri bir ağacın ardına saklandılar.
Kara Han oraya geldi. İnsanlar, kaçışıp bir köşeye gizlenmişlerdi. Kara Han, ''Doğanay ! Ece ! Doğanay ! Ece !'' diye haykırdı, ''Neredesiniz ?''. Doğanay ile Ece ''Ağaçların arkasındayız'' dediler, ''Karşına çıkamıyoruz, utanıyoruz''. Sonra, olanları bir bir anlattılar. Kara Han, bildiği şeyleri duymanın öfkesi içinde herbirine ayrı cezalar verdi. ''Şimdi sen de Erlik'ten bir parça oldun'' diyerek yılana verdi ilk cezayı. ''İnsanlar sana düşman olsun; seni görünce vurup, ezip öldürsünler !'' dedi. Ece'ye döndü, ''Sen, Erlik'in sözüne uydun. Yasak yemişi yedin. Cezanı çekeceksin. Çocuk doğuracaksın. Doğururken de acı çekeceksin. Sonunda öleceksin, ölümü tadacaksın''. Doğanay'a da şöyle diyerek cezasını verdi: ''Erlik'in gösterdiğini yedin. Benim sözümü dinlemedin, Körmös Erlik'in sözüne uydun. Onun adamları onun dünyasında yaşar, karanlıklar dünyasında bulunur. Benim ışığımdan yoksun kalır. Körmös (Şeytan, Erlik) bana düşman oldu; sen de ona düşman olacaksın. Benim sözümü dinleseydin, benim gibi olacaktın. Dinlemediğin için dokuz oğlun, dokuz da kızın olacak. Bundan sonra ben, insan yaratmayacağım. Artık, insanlar senden türeyecek.'' Kara Han, Erlik'e de kızdı. ''Benim adamlarımı niçin aldattın ?'' diye sordu öfkeyle. Erlik ''Ben istedim, sen vermedin'' dedi, ''Ben de senden çaldım. Artık, hep çalacağım. Atla kaçarlar ise düşürüp çalacağım. İçip içip esrirler (sarhoş olurlar) ise birbirlerine düşürüp döğüştüreceğim. Suya girseler, ağaçlara çıksalar bile yine çalacağım''. Kara Han da, ''Öyleyse; dokuz kat yerin altında ayı, güneşi olmayan karanlık bir dünya vardır. Seni oraya atıyorum'' diyerek Erlik'i cezalandırdı. Her şey bitince, bütün insanlara birden ceza verdi. ''Bundan sonra kendi yemeğinizi kendiniz kazanacak, gücünüzle elde edeceksiniz; benim yemeğimden yemek yok'' dedi, ''Artık, yüz yüze gelip sizinle konuşmayacağım. Bundan sonra size Gök Oğul'u (May-Tere) göndereceğim''.
Gök Oğul, insanlara birçok şey öğretti. Arabayı da Gök Oğul yaptı. Ot köklerini, yenilebilecek otları insanlara öğretti. Erlik, Gök Oğul'a yalvardı: ''Ey Gök Oğul, bana yardım et. Kara Han'dan izin dile. Yanına çıkmak istediğimi söyle. Yardım et bana''. Gök Oğul, Erlik'in dileğini Kara Han'a iletti. Kara Han aldırış etmedi. Gök Oğul, altmış yıl yalvardı.
Sonunda Kara Han, Erlik'e haber gönderdi: ''Düşmanlıktan vazgeçersen, insanlara kötülük etmezsen sana izin veririm, yanıma gelirsin !'' Erlik, söz verdi. Kara Han'ın katına çıktı. Baş eğdi. ''Beni kutsa. Bana izin ver, ben de kendime gökler yapayım'' diye yalvardı. Kara Han, izin verdi. Erlik, kendisi için gökler yaptı. Adamlarını topladı, yaptığı göklere yerleştirdi; kendisi de başlarına geçti. Çok kalabalık oldular. Kara Han'ın en sevgili kullarından olan Ulu Kişi (Mandı-Şire), bu duruma çok üzüldü. Üzüntü içinde düşündü: ''Bizim öz kişilerimiz yeryüzünde sıkıntı çekip yoruluyor. Erlik'in adamları ise, göklerde keyfedip duruyor.'' Ulu Kişi, bu üzüntü içinde Erlik'e savaş açtı. Erlik, daha güçlü çıktı. Ateş ile vurup Ulu Kişi'yi kaçırdı. Ulu Kişi, Kara Han'ın katına çıktı. Kara Han, ''Nereden geliyorsun ?'' dedi. Ulu Kişi, ''Erlik'in adamlarının gökte oturması, bizim adamlarımızın ise yeryüzünde binbir güçlük içinde yaşamaları ağırıma gitti. Erlik'in yandaşlarını yere indirmek, göklerini başına yıkmak için Erlik'le savaştım. Gücüm yetmedi, o beni kaçırdı'' diye üzgün ve ağlamaklı yanıt verdi. Kara Han, üzülmemesini söyledi. ''Erlik'e benden başka kimsenin gücü yetmez'' dedi, ''Erlik'in gücü senden çoktur. Ama gün gelecek, senin gücün Erlik'in gücünden üstün olacak''. Ulu Kişi'nin yüreği serinledi, rahat rahat uyudu.
Gün geldi, Ulu Kişi güçleneceğini anladı. O gün Kara Han, Ulu Kişi'yi yanına çağırdı. ''Var git. Güçlendin artık. Erlik'in göklerini başına yıkacak güce kavuşturdum seni. Dileğine ereceksin'' dedi, ''Sana, kendi gücümden güç verdim''. Ulu Kişi şaşırdı: ''Yayım yok, okum yok. Kargım yok, kılıcım yok. Kupkuru bir bileğim var. Yalnız bilek gücüyle Erlik'i nasıl yok edebilirim?''. Kara Han, Ulu Kişi'ye bir kargı verdi. Ulu Kişi, kargıyı alıp Erlik'in göklerine gitti. Erlik'i yendi, kaçırdı; göklerini kırdı geçirdi. Erlik'in gökleri parça parça oldu, yeryüzüne döküldü. O güne değin dümdüz olan yeryüzü, o günden sonra kayalıklarla, sivri dağlarla doldu. Görklü Tanrı'nın özene bezene yarattığı güzelim yeryüzü eğri büğrü oldu. Erlik'in bütün yandaşları yere döküldü; suya düşenler boğuldu, ağaca çarpanlar sakatlanıp can verdi, sivri kayaların üstüne düşenler öldü, hayvanlara çarpanlar hayvanların ayakları altında kaldılar.
Erlik, varıp Kara Han'dan kendine yeni bir yer istedi. ''Benim göklerimin yıkılmasına sen izin verdin; barınacak yerim kalmadı'' dedi. Kara Han, Erlik'i yerin altındaki karanlıklar ülkesine sürdü. Üzerine yedi kat kilit vurdu. ''Burada gün ışığı, ay ışığı görmeyesin. Üzerinde sönmez ateşler olsun. İyi olursan yanıma alır, kötü olursan daha derinlere sürerim'' dedi.
Bunun üzerine Erlik, ''Öyleyse ölmüş kişilerin canlarını bana ver; gövdeleri senin olsun, canları benim'' dedi. Kara Han, ''Hayır, onları da sana vermeyeceğim'' dedi, ''İstiyorsan kendin yarat''. Erlik eline çekiç, körük ve örs aldı. Vurmağa başladı. Her vuruşta bir hayvan ortaya çıktı. Kurbağa, yılan, ayı, domuz, deve ve kötü ruhlar yeryüzünü doldurdu. Sonunda Kara Han, Erlik'in elinden çekici, örsü, körüğü aldı; ateşe attı. Körük bir kadın, çekiç bir erkek oldu. Kara Han, kadını tutup yüzüne tükürdü. Kadın bir kuş olup uçtu. Bu kuş, eti yenmeyen, tüyü işe yaramayan Kurday denilen kuştur. Kara Han, erkeği de tutup yüzüne tükürdü. O da bir kuş olup uçtu; adına Yalban kuşu dediler.
Bu olanlardan sonra Kara Han, insanlara ''Ben size mal verdim, aş verdim. Yeryüzünde iyi, güzel, pak olan ne varsa verdim. Yardımcınız oldum. Siz de iyilik yapın. Ben, göklerime çekileceğim, tez dönmeyeceğim'' dedi. Yardımcı ruhlarına döndü: ''Gün Aşan (Şal-Yime); sen, içki içip aklını yitirenleri, körpe çocukları, tayları, buzağıları koru. Onlara kötülük gelmesin. Sağlığında iyilik yapmış olanların ruhlarını yanına al; kendini öldürenlerinkini alma. Zenginlerin malına göz dikenleri, hırsızları, başkalarına kötülük edenleri koruma. Benim için, bir de hakanları için savaşıp ölenlerin ruhlarını da yanına al, benim yanıma getir. İnsanlar ! Size yardım ettim. Kötü ruhları (körmösler) sizden uzaklaştırdım. Kötü ruhlar size yaklaşırsa, onlara yiyecek verin, ama onların yiyeceklerinden yemeyin; yerseniz, onlardan olursunuz. Şimdi ben aranızdan ayrılıyorum, ama yine geleceğim. Beni unutmayın, geri gelmez sanmayın. Geri döndüğümde iyiliklerinizin, kötülüklerinizin hesabını göreceğim. Şimdilik benim yerimde Ağca Dağ (Yapkara), Ulu Kişi ve Gün Aşan kalacaklar; size yardımcı olacaklar. Ağca Dağ ! Gözlerini dört aç. Erlik senin elinden ölenlerin ruhlarını çalmak isterse, Ulu Kişi'ye söyle; o güçlüdür. Gün Aşan ! Sen de iyi dinle. Kötü ruhlar, yeraltındaki karanlıklar ülkesinden yukarı çıkmasınlar. Çıkarlarsa, hemen Gök Oğul'a bildir. Ona güç verdim. O, kötü ruhları koğar. Alma Ata (Bodo-Sungkü), Ay'ı ve Güneş'i bekleyecek. Ulu Kişi, yeryüzünü ve gökyüzünü koruyacak. Gök Oğul, kötüleri iyilerden uzaklaştıracak. Ulu Kişi, sen de kötü ruhlarla savaş. Güç gelirse benim adımı çağır. İnsanlara iyi şeyleri, iyi işleri öğret. Oltayla balık avlamayı, tiyin (sincap) vurmayı, hayvan beslemeyi öğret''.
Sonra, Kara Han uzaklaştı. Ulu Kişi, Kara Han'ın sözlerini yerine getirdi. Olta yaptı, balık avladı. Barutu buldu, sincap vurdu. Gün geldi, Ulu Kişi kendi kendine mırıldandı: ''Bugün beni yel uçuracak, alıp götürecek''. Bir yel geldi, Ulu Kişi'yi uçurup götürdü. Bunun üzerine Ağca Dağ insanlara ''Ulu Kişi'yi Tanrı Kara Han, yanına aldı. Artık, onu bulamazsınız. Gün gelecek, beni de yanına çağıracak. Nereye isterse oraya gideceğim. Öğrendiklerinizi unutmayın. Kara Han böyle istedi'' dedi. İnsanları kendi haline bırakıp o da gitti.

bluekeys™
11-24-2006, 10:22 PM
Dirse Han Oğlu Boğaç Han-Dirse ve Boğaç Han

Bir gün Kam Gan oğlu Han Bayındır yerinden kalkmıştı. Büyük otağını yer yüzüne diktirmişti. Alaca gölgeliği gök yüzüne yükselmişti. Bin yerde ipek halıcığı döşenmişti. Hanlar hanı Bayındır yılda bir kere ziyafet verip Oğuz beylerini misafir ederdi.
Yine ziyafet tertip edip attan aygır, deveden buğra, koyundan koç kestirmişti. Bir yere ak otağ, bir yere kızıl otağ, bir yere kara otağ kurdurmuştu. “Kimin ki oğlu kızı yok, kara otağa kondurun, kara keçe altına döşeyin, kara koyun yahnisinden önüne getirin, yerse yesin, yemezse kalksın gitsin” demişti. “Oğlu olanı ak otağa, kızı olanı kızıl otağa kondurun, oğlu kızı olmayana Allah Teâla beddua etmiştir, biz de beddua ederiz, böyle bilsin” demişti.
Oğuz beyleri bir bir gelip toplanmağa başladı.
Meğer Dirse Han derlerdi bir beyin oğlu kızı yok idi. Söylemiş, görelim hânım ne söylemiş:
Serin serin tan yelleri estiğinde
Sakallı boza çalan çayır kuşu öttüğünde
Sakalı uzun müezzin ezan okuduğunda
Büyük cins atlar sahibini görüp homurdandığında
Aklı karalı seçilen çağda
Göğsü güzel koca dağlara gün vurunca
Bey yiğitlerin kahramanların birbirine koyulduğu çağda
Sabahın ilk aydınlığında Dirse Han kalkarak yerinden doğrulup, kırk yiğidini beraberine alıp Bayındır Han'ın sohbetine geliyordu.
Bayındır Han'ın yiğitleri Dirse Han'ı karşıladılar. Getirip kara otağa kondurdular. Kara keçe altına döşediler. Kara koyun yahnisinden önüne getirdiler. Bayındır Han'dan buyruk böyledir hânım, dediler. Dirse Han: “Bayındır Han benim ne eksikliğimi gördü, kılıcımdan mı gördü, soframdan mı gördü, benden aşağı kimseleri ak otağa, kızıl otağa kondurdu, benim suçum ne oldu ki kara otağa kondurdu.” dedi. Dediler: Hanım, bugün Bayındır Han'dan buyruk şöyledir ki oğlu kızı olmayana Tanrı Teâla beddua etmiştir, biz de beddua ederiz demiştir.” Dirse Han yerinden kalktı: “Kalkarak yiğitlerim yerinizden doğrulun, bu garaip bana ya bendendir ya hatundandır” dedi. Dirse Han evine geldi. Çağırıp hatununa söyler, görelim ne söyler:
Deyiş
Beri gel başımın bahtı evimin tahtı
Evden çıkıp yürüyünce servi boylum
Topuğunda sarmaşınca kara saçlım
Kurulu yaya benzer çatma kaşlım
Çift badem sığmayan dar ağızlım
Kavunum yemişim düvleğim(küçük kavun)
Görüyor musun neler oldu
Kalkarak Han Bayındır yerinden doğrulmuş, bir yere ak otağ, bir yere kızıl otağ, bir yere kara otağ diktirmiş. “Oğulluyu ak otağa, kızlıyı kızıl otağa, oğlu kızı olmayanı kara otağa kondurun, kara keçe altına döşeyin, kara koyun yahnisinden önüne getirin, yerse yesin, yemezse kalksın gitsin, onun ki oğlu kızı olmaya Tanrı Teala ona beddua etmiştir, biz de beddua ederiz” demiş. Ben varınca gelerek karşıladılar kara otağa kondurdular, kara keçe altıma döşediler, kara koyun yahnisinden önüme getirdiler, “Oğlu kız olmayana Tanrı Teala beddua etmiştir, biz de beddua ederiz, böyle bil” dediler. Senden midir, benden midir, Tanrı Teala bize bir topaç gibi oğul vermez nedendir dedi, söyledi:
Han kızı yerimden kalkayım mı
Yakan ile boğazından tutayım mı
Kaba ökçemin altına atayım mı
Kara çelik öz kılıcımı elime alayım mı
Öz gövdenden başını keseyim mi
Can tatlılığını sana bildireyim mi
Alca kanını yer yüzüne dökeyim mi
Han kızı sebebi nedir söyle bana
Müthiş gazap ederim şimdi sana
Dirse Han'ın hatunu söylemiş, görelim ne söylemiş. Der: Hey Dirse Han, bana gazap etme, incinip acı sözler söyleme. Yerinden kalk, alaca çadırını yer yüzüne diktir, attan aygır, deveden buğra, koyundan koç kes. İç Oğuz'un, Dış Oğuz'un beylerini başına topla. Aç görsen doyur, çıplak görsen donat, borçluyu borcundan kurtar. Tepe gibi et yığ, göl gibi kımız sağdır, büyük ziyafet ver. Dilek dile, olur ki bir ağzı dualının hayır duası ile Tanrı bize bir topaç gibi çocuk verir.
Dirse Han dişi ehlinin sözü ile büyük bir ziyafet verdi, dilek diledi. Attan aygır, deveden buğra, koyundan koç kestirdi. İç Oğuz, Dış Oğuz beylerini başına topladı. Aç görse doyurdu. Çıplak görse donattı. Borçluyu borcundan kurtardı. Tepe gibi et yığdı, göl gibi kımız sağdırdı. El kaldırdılar, dilek dilediler. Bir ağzı dualının hayır duası ile Allah Teala bir çocuk verdi. Hatunu hamile oldu. Bir nice müddetten sonra bir oğlan doğurdu. Oğlancığını dadılara verdi, baktırdı.
At ayağı çabuk, ozan dili çevik olur. Her kemikli gelişir, kaburgalı büyür. Oğlan on beş yaşına girdi. Oğlanın babası Bayındır Han'ın ordusuna karıştı.
Meğer hânım, Bayındır Han'ın bir boğası var idi, bir de erkek devesi var idi. O boğa sert taşa boynuz vursa un gibi öğütürdü. Bir yazın bir güzün boğa ile erkek deveyi savaştırırlardı. Bayındır Han kudretli Oğuz beyleri ile temaşa ederdi, seyreder eğlenirdi.
Meğer sultanım, gene yazın boğayı saraydan çıkardılar. Üç kişi sağ yanından, üç kişi sol yanından demir zincir ile boğayı tutmuşlardı. Gelip meydanın ortasında koyu verdiler. Meğer sultanım, Dirse Han'ın oğlancığı üç de kabile çocuğu meydanda aşık oynuyorlardı. Boğayı koyu verdiler, oğlancıklara kaç dediler.
O üç oğlan kaçtı. Dirse Han'ın oğlancığı kaçmadı, ok meydanın ortasında baktı durdu. Boğa da oğlana sürdü geldi. Diledi ki oğlanı helak kılsın. Oğlan yumruğu ile boğanın alnına kıyasıya tutup vurdu. Boğa geri geri gitti. Boğa oğlana sürdü tekrar geldi. Oğlan yine boğanın alnına yumruğu ile sert vurdu. Oğlan bu sefer boğanın alnına yumruğunu dayadı, sürdü meydanın başına çıkardı. Boğa ile oğlan bir hamle çekiştiler. İki kürek kemiğinin üstüne boğanın köpük bağlandı. Ne oğlan yener, ne boğa yener. Oğlan fikreyledi: “Bir dama direk vururlar, o dama destek olur, ben bunun alnına niye destek oluyorum duruyorum” dedi. Oğlan boğanın alnından yumruğunu çekti, yolundan savuldu. Boğa ayak üstünde duramadı, düştü tepesinin üstüne yıkıldı. Oğlan bıçağına el attı, boğanın başını kesti. Oğuz beyleri gelip oğlanın başına toplandılar, “aferin” dediler. “Dedem Korkut gelsin, bu oğlana ad koysun, beraberine alıp babasına varsın, babasından oğlana beylik istesin, taht alı versin” dediler.
Çağırdılar, Dedem Korkut gelir oldu. Oğlanı alıp babasına vardı. Dede Korkut oğlanın babasına söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:
Hey Dirse Han beylik ver bu oğlana
Taht ver erdemlidir
Boynu uzun büyük cins at ver bu oğlana
Biner olsun hünerlidir
Ağıllardan on bin koyun ver bu oğlana
Etlik olsun hünerlidir
Develerden kızıl deve ver bu oğlana
Yük taşıyıcı olsun hünerlidir
Altın başlı otağ ver bu oğlana
Gölge olsun erdemlidir
Omuzu kuşlu cübbe elbise ver bu oğlana
Giyer olsun hünerlidir.
Bayındır Han'ın ak meydanında bu oğlan cenk etmiştir, bir boğa öldürmüş senin oğlun, adı Boğaç olsun. Adını ben verdim yaşını Allah versin dedi.
Dirse Han oğlana beylik verdi, taht verdi.
Oğlan tahta çıktı, babasının kırk yiğidini anmaz oldu. O kırk yiğit haset eylediler, birbirine söylediler: “Gelin oğlanı babasına çekiştirelim, olur ki öldürür, gene bizim izzetimiz hürmetimiz onun babasının yanında hoş olur, ziyade olur dediler.
Vardı bu kırk yiğidin yirmisi bir yana, yirmisi de bir yana oldu. Önce yirmisi vardı, Dirse Han'a şu haberi getirdi, der: “Görüyor musun Dirse Han neler oldu, murada maksuda ermesin, senin oğlun kötü çıktı hayırsız çıktı, kırk yiğidini yanına aldı, kudretli Oğuz'un üstüne yürüyüş etti. Nerede güzel ortaya çıktı ise çekip aldı. Ak sakallı ihtiyarın ağzına sövdü, ak bürçekli kadının sütünü çekti. Akan duru sulardan haber geçer, çapraz yatan Ala Dağ'dan haber aşar, hanlar hanı Bayındır'a haber varır. Dirse Han'ın oğlu böyle görülmemiş şey yapmış derler, gezdiğinden öldüğün daha iyi olur. Bayındır Han seni çağırır, sana müthiş gazap eyler, böyle oğul senin nene gerek, böyle oğul olmaktan olmamak daha iyidir, öldürsene” dediler. Dirse Han, “Varın getirin, öldüreyim” dedi.
Böyle deyince hânım, o nâmertlerin yirmisi daha çıka geldi ve bir dedikodu da onlar getirdiler. Der: “Kalkarak Dirse Han senin oğlun yerinden doğruldu, göğsü güzel koca dağa ava çıktı, sen var iken av avladı kuş kuşladı, *******n yanına alıp geldi, al şarabın keskininden aldı içti, anası ile sohbet eyledi, babasına kast eyledi, senin oğlun kötü çıktı hayırsız çıktı. Çapraz yatan Ala Dağ'dan haber geçer, hanlar hanı Bayındır'a haber varır. Dirse Han'ın oğlu böyle görülmemiş şey yapmış derler, seni çağırtırlar. Bayındır Han'ın katında sana gazap olur, böyle oğul nene gerek, öldürsene” dediler. Dirse Han der: “Varın getirin öldüreyim, böyle oğul bana gerekmez” dedi. Dirse Han'ın hizmetkârları der: “Biz senin oğlunu nasıl getirelim, senin oğlun bizim sözümüzü dinlemez, bizim sözümüzle gelmez, kalkıp yerinden doğrul, yiğitlerini okşa beraberine al, oğluna uğra, yanına alıp ava çık, kuş uçurup av avlayıp oğlunu oklayıp öldürmeğe bak. Eğer böyle öldürmezsen bir türlü daha öldüremezsin, böyle bil” dediler.
Deyiş
Serin serin tan yelleri estiğinde
Sakallı boza çalan çayır kuşu öttüğünde
Büyük cins atlar sahibini görüp homurdandığında
Sakalı uzun müezzin ezan okuduğunda
Aklı karalı seçilen çağda
Kudretli Oğuzun gelininin kızının bezendiği çağda
Göğsü güzel koca dağlara gün vurunca
Bey yiğitlerin kahramanların birbirine koyulduğu çağda
Sabahın ilk aydınlığında Dirse Han yerinden kalktı. Oğlancığını yanına alıp kırk yiğidi beraberine aldı, ava çıktı.
Av avladılar, kuş kuşladılar. O kırk nâmerdin bir kaçı oğlanın yanına geldi, der: Baban dedi geyikleri kovalasın getirsin benim önümde tepelesin, oğlumun at koşturuşunu, kılıç çalışını, ok atışını göreyim, sevineyim, kıvanayım, güveneyim dedi” dediler. Oğlandır ne bilsin, geyiği kovalıyordu, getiriyordu, babasının önünde vuruyordu. “Babam at koşturuşuma baksın kıvansın, ok atışıma baksın güvensin, kılıç, çalışıma baksın sevinsin” diyordu. O kırk nâmertler derler: “Dirse Han, görüyor musun oğlanı, kırda bayırda geyiği kovalıyor senin önüne getiriyor, geyiğe atarken ok ile seni vurup öldürecek, oğlun seni öldürmeden sen oğlunu öldürmeğe bak” dediler.
Oğlan geyiği kovalarken babasının önünden gelip gidiyordu. Dirse Han Korkut sinirli sert yayını eline aldı. Üzengiye kalkıp kuvvetle çekti, doğrultup attı, oğlanı iki küreğinin arasından vurup çaktı, yıktı. Ok isabet etti, alca kanı fışkırdı koynu doldu, büyük cins atının boynunu kucakladı yere düştü. Dirse Han istedi ki oğlancığının üstüne gürleyip düşsün. O kırk nâmert bırakmadı. Atının dizginini döndürdü, yurduna gelir oldu.
Dirse Han'ın hatunu oğlancığımın ilk avıdır diye attan aygır, deveden buğra, koyundan koç kestirdi. Oğuz beylerine ziyafet vereyim dedi. Toparlanıp yerinden kalktı, kırk ince kızı beraberine aldı, Dirse Han'a karşı vardı. Başını kaldırdı Dirse Han'ın yüzüne baktı. Sağ ile soluna göz gezdirdi, oğlancığını görmedi. Kara bağrı sarsıldı, bütün yüreği oynadı, kara süzme gözleri kan yaş doldu. Çağırıp Dirse Han'a söyler, görelim hânım ne söyler:
Beri gel başımın bahtı evimin tahtı
Han babamın güveyisi
Kadın anamın sevgisi
Babamın anamın verdiği
Göz açıp da gördüğüm
Gönül verip sevdiğim
A Dirse Han
Kalkarak yerinden doğruldun
Yelesi kara cins atına sıçrayıp bindin
Göğsü güzel koca dağa ava çıktın
İki vardın bir geliyorsun yavrum hani
Karanlık gecede bulduğun oğul hani
Çıksın benim görür gözüm a Dirse Han yaman seğriyor
Kesilsin oğlanın emdiği süt damarım yaman sızlıyor
Sarı yılan sokmadan akça tenim kalkıp şişiyor
Yalnızca oğul görünmüyor bağrım yanıyor
Kuru kuru çaylara su saldım
Kara elbiseli dervişlere adaklar verdim
Aç görsem doyururdum çıplak görsem donattım
Tepe gibi et yığdım göl gibi kımız sağdırdım
Dilek ile bir oğul zorla buldum
Yalnız oğul haberini a Dirse Han söyle bana
Karşı yatan Ala Dağdan bir oğul uçurdunsa söyle bana
Taşkın akan koşan sudan bir oğul akıttınsa söyle bana
Aslan ile kaplana bir oğul yedirdinse söyle bana
Kara giyimli azgın dinli kâfirlere bir oğul aldırdınsa söyle bana
Han babamın katına ben varayım
Ağır hazine bol asker alayım
Azgın dinli kâfire ben varayım
Paralanıp cins atımdan inmeyince
Yenim ile alca kanımı silmeyince
Kol but olup yer üstüne düşmeyince
Yalnız oğul yollarından dönmeyeyim
Yalnız oğul haberini a Dirse Han söyle bana
Kara başım kurban olsun bugün sana
dedi, feryat figan eyledi ağladı. Böyle deyince Dirse Han hatununa cevap vermedi. O kırk nâmert karşı geldi, der: “Oğlun sağdır esendir, avdadır, bugün yarın nerde ise gelir, korkma kaygılanma, bey sarhoştur cevap veremez” dediler.

bluekeys™
11-24-2006, 10:23 PM
Dirse Han'ın hatunu çekildi geri döndü. Dayanamadı, kırk ince belli kızı beraberine aldı, büyük cins ata binip oğlancığını aramağa gitti. Kışta yazda karı buzu erimeyen Kazılı Dağına geldi çıktı. Alçaktan yüce yerlere koşturup çıktı. Baktı gördü bir derenin içine karga kuzgun iner çıkar, konar kalkar. Büyük cins atını ökçeledi, o tarafa yürüdü.
Meğer sultanım, oğlan orada yıkılmıştı. Karga kuzgun kan görüp oğlanın üstüne konmak isterdi. Oğlanın iki köpekceğizi var idi, kargayı kuzgunu kovalardı, kondurmazdı. Oğlan orada yıkılınca boz atlı Hızır oğlana hazır oldu, üç defa yarasını eli ile sıvazladı, “Sana bu yaradan korkma oğlan ölüm yoktur, dağ çiçeği ananın sütü ile senin yarana merhemdir” dedi, kayboldu.
Oğlanın anası oğlanın üstüne koşturup çıka geldi. Baktı gördü oğlancığı alca kana bulanmış yatıyor. Çağırarak oğlancığına söyler, görelim hânım ne söyler:
Der:
Kara süzme gözlerini uyku bürümüş aç artık
On iki kemikçiğin harap olmuş topla artık
Tanrının verdiği tatlı canın seyranda imiş yakala artık
Öz gövdende canın var ise oğul haber bana
Kara başım kurban olsun oğul sana
Akar senin suların Kazılık Dağı
Akar iken akmaz olsun
Biter senin otların Kazılık Dağı
Biter iken bitmez olsun
Koşar senin geyiklerin Kazılık Dağı
Koşar iken koşmaz olsun taş kesilsin
Ne bileyim oğul arslandan mı oldu
Yoksa kaplandan mı oldu ne bileyim oğul
Bu kazalar sana nereden geldi
O gövdende canın var ise oğul haber bana
Kara başım kurban olsun oğul sana
Ağız dilden bir kaç kelime haber ver bana
dedi. Böyle diyince oğlanın kulağına ses geldi. Başını kaldırdı, ansızın gözünü açtı *******n yüzüne baktı. Söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:
Der:
Beri gel ak sütünü emdiğim kadınım ana
Ak bürçekli izzetli canım ana
Akanlardan sularına beddua etme
Kazılık Dağının günahı yoktur
Bitenlerden otlarına beddua etme
Kazılık Dağının suçu yoktur
Koşan geyiklerine beddua etme
Kazılık Dağının günahı yoktur
Arslan ile kaplanına beddua etme
Kazılık Dağının suçu yoktur
Beddua edersen babama et
Bu suç bu günah babamdandır
dedi. Oğlan yine der: “Ana ağlama, bana bu yaradan ölüm yoktur korkma, boz atlı Hızır bana geldi, üç kere yaramı sıvazladı, bu yaradan sana ölüm yoktur, dağ çiçeği, ananın sütü sana merhemdir” dedi. Böyle diyince kırk ince belli kız yayıldılar, dağ çiçeği topladılar. Oğlanın anası memesini bir sıktı sütü gelmedi, iki sıktı sütü gelmedi, üçüncüde kendisini zorladı, iyice doldu, sıktı süt ile kan karışık geldi. Dağ çiçeği ile sütü oğlanın yarasına sürdüler. Oğlanı ata bindirdiler, alarak yurduna gittiler. Oğlanı hekimlere emanet edip Dirse Han'dan sakladılar.
At ayağı çabuk, ozan dili çevik olur. Hanım, oğlanın kırk günde yarası iyileşti, sapa sağlam oldu. Oğlan ata biner kılıç kuşanır oldu, av avlar kuş kuşlar oldu. Dirse Han'ın haberi yok, oğlancığını öldü biliyor.
O kırk nâmertler bunu duydular, ne eyleyelim diye konuştular. Dirse Han eğer oğlancığını görürse bırakmaz bizi hep öldürür dediler. Gelin Dirse Han'ı tutalım, ak ellerini ardına bağlayalım, kıl sicim ak boynuna takalım, alıp kâfir ellerine yönelelim diyerek, Dirse Han'ı tuttular. Ak ellerini ardına bağladılar, kıl sicim boynuna taktılar, ak etinden kan çıkıncaya kadar dövdüler. Dirse Han yayan, bunler atlı yürüdüler, alıp kanlı kâfir ellerine yöneldiler. Dirse Han esir oldu gider. Dirse Han'ın esir olduğundan Oğuz beylerinin haberi yok.
Meğer sultanım, Dirse Han'ın hatunu bunu duymuş, Oğlancığına karşı varıp söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:
Der:
“Görüyor musun ay oğul neler oldu. Sarp kayalar oynamadı yer oyuldu. Yurtta düşman yok iken senin babanın üstüne düşman geldi, o kırk nâmertler babanın arkadaşları babanı tuttular, ak ellerini ardına bağladılar, kıl sicim ak boynuna taktılar, kendileri atlı babanı yayan yürüttüler, alıp kanlı kâfir ellerine yöneldiler. Hânım oğul kalkarak yerinden doğrul, kırk yiğidini beraberine al, babanı o kırk nâmertten kurtar, yürü oğul, baban sana kıydı ise sen babana kıyma” dedi.
Oğlan *******n sözünü kırmadı. Boğaç Bey yerinden kalktı, kara çelik öz kılıcını beline kuşandı, ak kirişli sert yayını eline aldı, altın mızrağını koluna aldı, büyük cins atını tutturdu sıçrayıp bindi, kırk yiğidini beraberine aldı, babasının ardınca koşturup gitti.
O nâmertler de bir yerde konmuşlardı, al şarabın keskininden içiyorlardı. Boğaç Han sürüp yetişti. O kırk nâmert de bunu gördüler. Dediler: “Gelin varalım şu yiğidi tutup getirelim, ikisini bir arada kâfire yetiştirelim dediler. Dirse Han der:
”Kırk yoldaşım aman
Tanrının birliğine yoktur güman
Benim elimi çözün, kolca kopuzumu elime verin, o yiğidi döndüreyim. İster beni öldürün ister diriltin, bırakı verin” dedi. Elini çözdüler, kolca kopuzunu eline verdiler. Dirse Han oğlancığı olduğunu bilmedi, karşı geldi. Görelim hânım ne söyler:
Der:
Boynu uzun büyük cins atlar gider ise benim gider
Senin de içinde bineğin var ise söyle bana
Savaşmadan vuruşmadan alı vereyim dön geri
Ağıllardan on bin koyun gider ise benim gider
Senin de içinde etliğin var ise söyle bana
Savaşmadan vuruşmadan alı vereyim dön geri
Develerden kızıl deve gider ise benim gider
Senin de içinde yük taşıyıcın var ise söyle bana
Savaşmadan vuruşmadan alı vereyim dön geri
Altın başlı otağlar gider ise benim gider
Senin de içinde odan var ise yiğit söyle bana
Savaşmadan vuruşmadan alı vereyim dön geri
Ak yüzlü elâ gözlü gelinler gider ise benim gider
Senin de içinde nişanlın var ise yiğit söyle bana
Savaşmadan vuruşmadan alı vereyim dön geri
Ak sakallı ihtiyarlar gider ise benim gider
Senin de içinde ak sakallı baban var ise yiğit söyle bana
Savaşmadan vuruşmadan kurtarayım dön geri
Benim için geldin ise oğlancığımı öldürmüşüm
Yiğit sana günahı yok dön geri
dedi. Oğlan burada babasına söylemiş, görelim hânım ne söylemiş:
Boynu uzun büyük cins atlar senin gider
Benim de içinde bineğim var
Bırakmam yok kırk nâmerde
Develerden kızıl deve senin gider
Benim de içinde yük taşıyıcım var
Bırakmam yok kırk nâmerde
Ağıllarda on bin koyun senin gider
Benim de içinde etliğim var
Bırakmam yok kırk nâmerde
Ak yüzlü ela gözlü gelin senin gider ise
Benim de içinde odam var
Bırakmam yok kırk nâmerde
Ak sakallı ihtiyarlar senin gider ise
Benim de içinde bir aklı şaşmış bilinci yitmiş ihtiyar babam var
Bırakmam yok kırk nâmerde
dedi. Kırk yiğidine tülbent salladı, el eyledi. Kırk yiğit büyük cins atını oynattı, oğlanın etrafına toplandı. Oğlan kırk yiğidini beraberine aldı, at tepti, cenk ve savaş etti. Kiminin boynunu vurdu, kimini, esir eyledi. Babasını kurtardı, çekildi geri döndü. Dirse Han burada oğlancığının sağ olduğunu bildi. Hanlar hanı Bayındır oğlana beylik verdi, taht verdi. Dedem Korkut destan söyledi deyiş dedi, bu Oğuznameyi düzdü koştu, böyle dedi:
Onlar da bu dünyaya geldi geçti
Kervan gibi kondu göçtü
Onları da ecel aldı yer gizledi
Fâni dünya yine kaldı
Gelimli gidimli dünya
Son ucu ölümlü dünya
Kara ölüm geldiğinde geçit versin. Sağlıkta, akılla devletini Hak artırsın. O övdüğüm yüce Tanrı dost olarak medet eriştirsin.
Dua edeyim hânım: Yerli kara dağların yıkılmasın. Gölgeli büyük ağacın kesilmesin Taşkın akan güzel suyun kurumasın. Kanatlarının uçları kırılmasın. Koşar iken ak boz atın sendelemesin. Vuruşunca kara çelik öz kılıcın çentilmesin. Dürtüşürken alaca mızrağın ufanmasın, ak bürçekli ananın yeri cennet olsun. Ak sakallı babanın yeri cennet olsun. Hakkın yandırdığı çıran yana dursun. Kadir Tanrı seni nâmerde muhtaç eylemesin hânım hey!

Dede Korkut

bluekeys™
11-24-2006, 10:23 PM
Altay Yaratılış Destanları-Altay

X. yüzyıldan sonra Altay dağları bölgelerinde, artık büyük Türk devletleri kurulmaz olmuştu. Ama bu bölgelerdeki halk, bir Türk olarak binlerce yıl yaşamış, gelişmiş ve nihayet, soylu Türkler batıya gittikten sonra da dağlar ve vadiler arasında kaybolup, kalmış kimseler idiler. Bu sebeple eski Türk mitolojisinin, en ilksel izlerini, Altay dağları bölgesinde bulmak mümkündür. Fakat zamanla, onlara da dışarıdan birçok tesirler gelmiş ve yeni yeni efsaneler meydana çıkmıştı. Biz Altay dağlarındaki efsaneleri incelerken, bu tarihi gelişimi, hiçbir zaman gözden uzak tutmadık. Etnoğraflar, tarih ve tarih olaylarını bilmedikleri için, Altay dağlarındaki Türklerin efsanelerini sanki birden bire ortaya çıkmış gibi görürler. Bazıları da bunları, binlerce yıldan beri hiç değişmeden zamanımıza kadar gelmiş eserler olarak kabul ederler. Biz ise, "Altay dağlarındaki efsaneleri incelerken bütün çabamızı, eski Türklerden kalan motifler ile, bu bölgelere sonradan girmiş yabancı tesirleri, birbirinden ayırmağa verdik".

1. DÜNYAYI KAPLAYAN İLK "OKYANUS"
Altay dağlarında söylenen yaratılış ve türeyiş destanları, değil yalnız Türklerin; bütün Orta asya ile Sibirya'nın bile, en gelişmiş ve üzerinde ilgi ile durulan mitoloji verileridir. En eski Türklerin ne düşündüklerini bilmiyoruz. Fakat sonradan, Orta asya'dan toplanan bütün yaratılış destanlarına göre, yeryüzü başlangıçta, büyük bir okyanus ile kaplı idi. Bir Altay efsanesi, bunun için şöyle diyordu:
Yerin yer olduğunda, sular yeri sarardı,
Ne gök, ne ay, ne güneş, ne de bir dünya vardı.
Tanrı uçar dururdu, insan oğluysa tekti,
O'da uçar, uçardı, sanki Tanrıyla eşti.
Uçar, hep uçarlardı, yer yoktu konmazlardı,
Tanrı idiler çünkü, ondan yorulmazlardı.
Yoktu Tanrının hiçbir, başında düşüncesi,
İnsan oğlunun ise, durmadı hiç hilesi.
Altay Türklerinin bu efsanede adı geçen Tanrıları "Bay-Ülgen" , yaratıcı bir Tanrı idi. Kendisi yerle gök arasında, yüce Tanrının bir elçisi olarak bulunuyordu. Bu sebeple dünyayı yaratmadan önce, Büyük Tanrının kutsal bir ilhamı, "Bay-Ülgen" in bütün varlığını sarmıştı. Çünkü o, dünyayı yaratmak için, Tanrı tarafından yeryüzüne gönderilmişti. Bu durumu, başka bir Altay yaratılış efsanesi, daha güzel anlatıyordu:
Dünya bir deniz idi, ne gök vardı, ne bir yer,
Uçsuz bucaksız, sonsuz, sular içreydi her yer.
Tanrı Ülgen uçuyor, yoktu bir yer konacak,
Uçuyor, arıyordu, bir katı yer, bir bucak.
Kutsal bir ilham ile nasılsa gönlü doldu,
Kayıptan gelen bir ses, ona bir çare buldu.
Bu iki efsane, birbirlerini tamamlıyorlardı. Bu sırada dünya, büyük bir okyanusla kaplı idi. Öyle anlaşılıyor ki bu okyanusun üzeri de, ruhlar âlemi ile doluydu. Tıpkı tasavvuftaki "Vücûd-u mutlak" gibi. Altay efsanesindeki bu hali, bir Bektaşi şairi şu nefesinde, ne kadar güzel anlatmıştır:
"Ârif sundu, aldı Cihânı biçti,
"Cebrail çok vakit deryada uçtu,
"Hak bir avuç toprak deryaya saçtı,
"Derya süzülüp de, yer olmadı mı?"
Bu Bektaşî nefeslerinin çoğu, konularını peygamberlerin tarihlerinden almışlardır. Bununla beraber, İslâmiyetle uyuşmayan pek çok Bektaşi şiirlerine de, rastlamıyor değiliz. Tasavvuf edebiyatında "Vahdet", bir okyanusa benzetilmişti. Seyyit Nesimi ise, bu vahdet okyanusuna, "Mûhit" adını veriyordu. Zaten muhit de tasavvuf da, okyanus anlamına geliyordu. Seyyit Nesimi'ye göre önceleri bu okyanus çok durgun ve sakin idi. Fakat yaratılış, yani "tecelli" sırasında okyanus coşmuş, kendi deyimi ile, "cûşâ ve hurûşa" gelmişti. Varlık âleminin meydana gelişi de, yine bu coşkunluk ve dalgalanma sırasında oluyordu.

2. İNSAN "BALÇIK"TAN YARATILMIŞTI
Eski Altay efsanelerinde, büyük bir okyanusun ve suyun esas olmasına rağmen, onlara göre insanoğlu, sudan yaratılmamıştı: "İnsanoğlu aslı yine topraktı". Altay efsanelerinde bu olay, şöyle anlatılıyordu:
Yine günlerden bir gün, Tanrı Ülgen denize,
Bakarak duruyordu, şaşırdı birdenbire.
Bir toprak parçacığı, sularda yüzüyordu,
Toprağın üzerinde, bir kil görünüyordu
Toprak üzerinde, bir kil görünüyordu.
İnsanoğlu bu olsun, insana olsun baba".
Görünmeye başladı, insan gibi bir şekil,
Birden insan olmuştu, toprak üstündeki kil.
"İnsanoğlu bu olsun, insana olsun baba".
Bu iki insanın ise, adı olmuştu Erlik.
Bu Altay yaratılış efsanesinde de açık olarak görülüyor ki insanoğlunun aslı, su değil; toprak idi. Bununla beraber tasavvuf edebiyatında, kendilerini sudan getiren şairler de yok değildi. Özellikle İslâmiyetin henüz daha çok iyi anlaşılmadığı çağlarda Bektaşi şairleri, kendilerinin sudan geldiklerini ileri sürüyorlardı.
"Kim bilür bizi, nice soydanız,
"Ne zerrece oddan, ne de sudanuz,
"Bize meftun olan marifet söyler,
"Biz Horasan ellerinde, baydanuz!
"Bizim zahmumuza merhem bulunmaz!
"Biz kudret okından, gizlü yaydanuz!.."
En eski Bektaşi şairlerinden birisi sayılan Abdal Musa'nın söylediği bu nefesi, Altay yaratılış destanları ile bir ilgisi vardır diye, buraya almadık. Böyle bir iddiada bulunmak, elbette ki büyük bir ihtiyatsızlık olur. Ama ne yapalım ki, her iki inanışın temellerinde yatan düşünce düzenleri arasında, büyük benzerlikler bulunuyordu. İran mitolojisinde de ilk insan, "kil" dediğimiz yapışkan topraktan yapılmıştı. Onun için İran'lılar ilk insana "Kil Şah" adını veriyorlardı. Türkler ise daha çok, "balçık" üzerinde durmuşlardı. Bektaşi şairi Behlûl Danâ şöyle diyordu:
"Âdemi balçıktan yoğurdun yaptın!
"Yapıp da neylersin, bundan sana ne?
"Halkettin insanı, saldın Cihana!
"Salıp da neylersin, bundan sana ne?.."
Şüphesiz ki, Bektaşi şairinin söylediği bu şiirde, İran mitolojisinin de tesirleri vardı. Artık Şah İsmail devrinde, balçıktan çok, toprağa önem veriliyor ve topraktan geldiğimiz söyleniyordu:

"Hataî ümidüm kesmezem Hak'tan,
"Bizi var eyledi, o demde yoktan,
"Balçığımız yuğurmuştu topraktan,
"Türâbiyem, yerden bittüm ezelden!.."
Öyle anlaşılıyor ki, "toprak ve balçıktan türeme" inancı, Türkler arasında çok yayılmıştı. Mısırdaki Türklerin yazdıkları eski Türk efsanelerinde de, bu anlayış ve düşünce, zaman zaman kendi kendini gösteriyordu. Mısırdaki Türkler, İran ve eski Samî mitolojilerinden de bir çok şeyler almışlar ve kendilerine göre, yeni bir efsane yaratmışlardı:
Yılları sayılmaz, çok çok eski bir çağmış,
Gökler delinmiş gibi pekçok yağmur yağmış.
Dünya sele boğulmuş, bu şiddetli yağmurla.
Yeryüzü hep kaplanmış, sürüklenen çamurla.
Sellerin önündeki, çamurlar bir yol bulmuş,
Kara-Dağcı dağında, bir mağaraya dolmuş.
Mağaranın içinde, kayalar yarılmışmış,
Yarıkların bazısı, insanı andırırmış.
Kayaların yarığı, insan kalıbı olmuş,
Kalıpların içine, killer, çamurlar dolmuş.
Aradan zaman geçmiş, yıllar asırlar dolmuş,
Bu yarıklarda toprak, sular ile hâlolmuş.
Bütün bu efsanelerin tam metinleri, "Türk mitolojisi" adlı büyük eserimizde toplanmıştır. Bu eserde, metinler en orijinal kaynaklardan tercüme edildikten sonra birer birer açıklanmış ve bir aydınlığa kavuşturulmak istenmiştir. Biz burada yalnızca kısa örnekler ile, okuyucularımıza bir fikir vermek istiyoruz.
İran ve Sâmî mitolojilerindeki, "Dört unsur" nazariyesi de Türkler arasına girmiş ve benimsenmişti. Ama zamanla İrandaki eski dört unsur nazariyesi, Türkler arasında orijinal şeklini kaybetmiş ve âdeta Türkleşmişti. Karahanlılar çağında yazılan ünlü "Kutadgu-Bilig" adlı eserde bu dört unsur şöyle sayılıyordu:
"Üçü ateş, üçü su, üçü oldu yel,
"Üçü oldu toprak, dünya oldu il".
Türklerde dört unsur, üçerden 12 bölüm meydana getiriyordu. Bu 12 bölüm de, "bir takvim ve zaman birimi"nden başka bir şey değildi.

bluekeys™
11-24-2006, 10:24 PM
Türeyiş Destanı-Türeyiş

UYGURLARIN TÜREYİŞLERİ

1. GÖKTEN İNEN IŞIKLA KAYIN AĞACININ BEŞ ÇOCUK DOĞURMASI

Uygurlar, 300 senelik bir süre içinde, Göktürklerin hakimiyeti altında kaldıktan sonra. M.S. 744 de büyük bir imparatorluk kurmayı başarmışlardı. Uygur boylarının birçokları daha önceleri, Çin sınırlarında gezmişler ve ticaret hayatı ile meşgul olmuşlardı. Bu sebeple büyük dinleri öğrenmişler ve yabancı kültürlere oldukça ısınmışlardı. M.S. 763 senesinden sonra Uygurların, Mani dinini resmi din olarak aldıklarını görüyoruz. Mani adlı bir Hıristiyan papazının temsil ettiği bu din, kök itibarı ile Suriye'den geliyordu. Hıristiyanlık ile Museviliğin bir nevi karışımından doğmuştu. Suriye'den kovulan Mani, İran'a gelmiş ve orada birçok mürit edinerek ölmüştü. Bu mezhep, Mani'nin ölümünden sonra, İran'da epey süre yaşamış ve eski İran dinlerinden de birçok unsurlar almıştı. Orta Asya'da ve Çin'de gezen Mani rahipleri, Uygurların Büyük Kağanı Böğü-Kağan'ı ziyaret etmişler ve bu yolla Türkler arasına Mani dinini sokmağı da başarmışlardı: "Bu sebeple Uygur çağındaki mitolojilerde, özellikle Önasya tesirlerini görmek mümkündür". Uygurların da kendilerine göre bir türeyiş efsaneleri vardır. Fakat Uygur türeyiş efsanesi, dış tesirler ne kadar kuvvetli olursa olsunlar, yine de eski Türk özelliklerini muhafaza edebiliyorlardı. Bu efsanenin metin ve açıklamaları "Türk mitolojisi" adlı eserde geniş olarak belirtilmiştir.

UYGURLARIN TÜREYİŞLERİ
Tola ile Şelenga, birleşir dökülürmüş,
Suların kavşağında, bir ada görülürmüş.
Adanın ortasında, bir tepe göğe ermiş,
Tepenin tam üstünde, bir de kayın göğermiş.
Gün olmuş zaman olmuş, bir ışık peyda olmuş,
Işık gökten inince, kayın da nurla dolmuş,
Ne zaman ki, gün batar, ışık gökten inermiş,
Kayından sesler çıkar, herkes müzik dinlermiş.
Bunu duyan Uygurlar, hep birden şaşırmışlar,
Bu durumu görenler, aklını kaçırmışlar.
On ay on gece kayın, ışık ile sarılmış,
Bir gün tam şafakleyin, kayın birden yarılmış.
Beş güzel çocuk çıkmış, kayının ortasından,
Gözleri kamaştırmış, bakmışlar arkasından.
Gün olmuş zaman olmuş, hepsi kocaman olmuş,
Küçükleri "Böğü-Han", Uygurlara Han olmuş.

Türklere göre cennette, "Kutsal ağaç" ile bu ağacın kökünde bir "Ana-Tanrı" vardı. Efsanede bazı dış tesirler vardır. Fakat ana motifler, en eski Türk mitolojisinin özelliklerini taşırlar. Türklerde nehirlerin kavuştukları yerler, kutsal idiler. Tıpkı Oğuz destanında olduğu gibi burada da, "nehirlerin arasında kutsal bir adacık" görülmektedir. "Kayın ağacı", Türklerin kutsal ağaçlarından biri idi. Tanrı, kendi haberlerini, kayın ağacı yolu ile gönderirdi. Bu ağaç aynı zamanda, bütün insanlığın atası olan, bir "Kadın-Ana"yı da içinde saklardı. Dede Korkut kitabında da, şöyle deniyordu: "Başun ala bakar olsam, başsuz ağaç! Dibün ala bakar olsam, dipsüz ağaç!"

2. KUTSAL AĞAÇLAR VE "ANA-TANRI"

Eski Türklere göre, ağacın yalnız gövdesi ve yapraklar değil; kökleri de önemli idi. Çünkü "Dede Korkut" kitabında da dendiği gibi, onun kökleri dipsiz, yani, yer altı âleminin en derin noktalarına kadar gidiyor ve oralardan da haber getiriyordu. Gerçi Türklerin bu kutsal ağacı ile, Önasya mitolojisindeki "Tuba ağacı" arasında, bir ilgi de yok değildi. Ama, aralarındaki fark, çok büyüktü. Sibirya'da yaşayan Yakut Türklerinin efsanelerinde, böyle bir ağaç için, şöyle deniyordu:

Gitmiş sormuş ağaca, benim anam, kim diye!
Elbet bir atam vardır, benim babam, kim diye!
Ağaç da dile gelmiş, soyunu sayıp dökmüş,
Er-Sogotoh adlı er, saygı ile diz çökmüş.
Gök tanrısı Er-Toyon, onun babası imiş,
Karısı Kübey Hatun, onun anası imiş.

Türk mitolojisindeki bu ağaç da, tıpkı İslâmiyetteki "Tuba ağacı" gibi, gökyüzünde ve cennette bulunuyordu. Fakat Türklerin bu ağacının, bir de sahibi vardı. Yakut efsanesi, ağacın bu sahibini de şöyle anlatıyordu:

Bu kutsal ağacın da, var idi bir sahibi,
Bir dişi Tanrı idi saçları da kar gibi!
Kendisi ihtiyardı, göğsü de ap alaca!
Görenler sanır idi, bir keklik gibi kırca!
Memeleri büyüktü, aşağıya sarkardı!
Uzaktan bakan kimse, iki tulum sanardı!
Aslında ise ağaç, normal boydan küçüktü!
Ana Tanrı gelince, ona göre büyürdü!
Büyürken sesler çıkar, gürültüyle esnerdi,
Bu sesler yavaş yavaş, gittikçe genişlerdi.

Sibirya'nın en kuzeylerinde yaşayan ve yüzyıllar boyunca, hiçbir yabancı görmeyen Yakut Türklerinin bu efsanesinde de, ağacın sesler çıkardığı ve içinde de, bir "Ana-Tanrı"nını bulunduğu, açık olarak görülmektedir. Bazı Türk efsanelerine göre ise, bu "Ana-Tanrı" zaman zaman ağaçtan çıkıyor ve göklerde geziniyordu. Bazı efsanelerde ise, bu Ana-Tanrı, denizin diplerinde yaşardı. Altay Türkleri bu Ana-Tanrı'ya "Ak-Ana" adını veriyorlardı. O'da bir yaratıcı idi. Yeri, göğü ve insanları yaratan Tanrı Ülgen'e, yaratma gücüne de o vermişti.
"Türk mitolojisindeki Ana-Tanrı, kutsal kayınlar" ve buna benzer daha birçok motifler, çok geniş olarak üzerinde durulması gereken konulardı. Bu meselelerin hepsi, Türk mitolojisi adlı eserimizde ele alınmış ve incelenmiştir.

bluekeys™
11-24-2006, 10:24 PM
Göroğlu (Köroğlu) Destanı-Köroğlu

Bölgeden bölgeye, ülkeden-ülkeye farklı renklere bürünen Köroğlu Destanı, Türk dünyasının ortak kültür abidelerinden biridir.
Köroğlu, Türk kültür coğrafyasının uçsuz bucaksız ufuklarında at koşturan bir halk kahramanının destanıdır. Bu destan, Anadolu, Azerbaycan, İran, Rumeli, Kırım ve Türkmenistan’da söylenip dillenmiştir.
Köroğlu, Anadolu’da Bolu dağlarına yaslanıp Çamlıbel’e taht kurmuş, Türkmenistan’da Balkan dağlarına çekilip Çandıbil’i yurt edinmiştir.
Bu destan, Türkçe konuşan halkların dostluğunu, kardeşliğini pekiştirmeye, onları bütünleştirmeye büyük katkı sağlayan kudretli kahramanlık dizisidir.
Türkmenlerin Göroğlu destanı daha eski ve en zengin varyantlardan birisi olduğu için her zaman bilimadamlarının aradığı kaynak eser niteliğini taşımıştır. Türk araştırmacıları eseri Vamberi’nin, Chodzko’nun, Samoyloviç’in kitaplarından, Evliya Çelebi, Mehmet Emin gibi seyyahların yazılarından araştırma imkanını bulmuşlardır. Yalnız kış gecelerinde Türkmenlerin, peri masallarının yanısıra, daha asil bir zevk almak itibariyle, bahşılardan dutarın eşliğinde Göroğlu’nu dinlemeyi tercih ettiklerini, bu destan ananesinin Türkmenlerin arasında kuvvetli olduğunu Vamberi’nin, Chodzko’nun gözlemlerinden öğrenmişlerdir. Destanın çeşitli varyantları üzerinde derinliğine araştırmalar yapan ve Göroğlu hakkında tez hazırlayan Pertev Naili Boratav araştırmasının sonunda şuna ulaşmıştır: “Maalesef Türkmen rivayeti elimizde olmadığı için, bütün bu rivayetlerin ne gibi tahriflere maruz kaldığını tayin etmek mümkün değildir. Hatta Türkmen rivayetine en yakın zannettiğimiz Özbek rivayeti bile tam değildir.”
Destanın günümüze kadar gelmesini de söze ve saza borçluyuz. Bahşılar, ozanlar, aşıklar Göroğlu kervanının başını çekenlerdir.
Bu destan, Türk topluluklarının çoğunda bulunmaktadır. Ayrıca, bazı bilim adamları bu destanı iki temel versiyona ayırmıştır: Batı yahut Kafkas ve Anadolu anlatmaları; Azerbaycan, Gürcü, Anadolu, Gagauz ve diğer Balkan varyantları, Kırım varyantı; ikinci versiyon ise Doğu yahut Orta Asya anlatmaları: Özbekler, Türkmen, Tacik, Karakalpak, Orta Asya Arapları, Sibirya Tobolları varyantları.
Şimdiye kadar Göroğlu destanını araştıranlar; Göroğlu kimdir, tarihî bir şahsiyet midir, neden Göroğlu’na eşkiyalığı yakıştırmışlar? Buna rağmen bu sanat eseri destan, neden böylesine geniş bir coğrafyaya yayılmış, bu destanın kökü nereden kaynaklanmış, neden bu destan yaşamaya ve değişmeye tabii tutulmuş? gibi soruların cevaplandırılması konusu bizi meşgul etmektedir. Göroğlu destanlarının en zengini sayılan Türkmen bölümü ise bu sorulara cevap verecek niteliktedir.
Göroğlu destanının çeşitli halklardaki varyantlarının çoğunda geçen bazı kelimeler eserin temel köklerine işaret etmektedir. Göroğlu’nun yurdu türlü versiyonlarda, meselâ Türkmenlerde Candıbil (bazı elyazmalarda Canlıbil, Çanlıbil), Azerilerde Çenlibil, Kazaklarda Cenbil, Türkiye Türklerinde Çamlıbel geçmektedir. Bunlar destanın temelinin bir kökten çıktığına işarettir. Türkmen Göroğlu’sunda çoğunlukla Teke ili, bazen Teke Yomut ili, bazen de Teke Türkmen ili baş kahramanın yurdu olarak gösterilmektedir. Anadolu varyantlarında da Göroğlu’nun Türkmenlerden olduğu hakkında bazı ifadeler bulunmaktadır. Örneğin Anadolu varyantının “Ayvaz ağlama” şiiri şöyle başlamaktadır:
“Ben bir Türkmen idim, geldim yabandan,
Haberi aldım, ben bir çobandan”
Şiirin devamında ise “Göroğlu’nun babasının Türkmen olduğu söylentisi vardır” diye açıklama verilmiştir. Anadolu Elazığ varyantında “Göroğlu aslen Türkmendir” denmektedir. Buralarda Türkmen kelimesinin geçmesi Türkmenlerin tarihi ile ilgili eski dönemlerdeki geniş coğrafyayı bize hatırlatmaktadır. Bunu meşhur Türk tarihçisi Prof. Dr. Faruk Sümer’in ifadeleri ile anlatırsak, bizim bu Türkmen dediğimiz grup, o zamanki tarihî bakış açısından, çok geniş anlama sahiptir:
“11. yüzyıldan itibaren kendilerine Türkmen de denilen Oğuzların Türkiye Türkleri ile İran, Azerbaycan, Irak ve Türkmenistan Türklerinin ataları olduklarını biliyoruz. Göroğlu destanı da, o zamanlarda Türkmenlerin bulunduğu bu geniş coğrafyaya yayılmıştır.”
Pertev Naili Boratav Anadolu, Özbek ve Paris nüshalarını inceleyerek, Göroğlu’nun menşei hakkında şu sonuca varmıştır: “Benim Göroğlu rivayetlerini tetkikten sonra vardığım netice, destanın yeni şekliyle alâkadardır. Bugünkü şekliyle Göroğlu destanı aslı itibariyle Türkmen menşeinden görünüyor.”
Göroğlu’nun tümüyle ortaya çıkarılması için onun diğer Türk halklarındaki bütün nüshalarının birarada neşredilmesi gerekmektedir. Böylece ortaya çeşitli yönleriyle bir Göroğlu çıkacaktır.
Türkmenistan’da bazı bölümleri daha önce yayımlanan Türkmen Göroğlu destanı, 30 bölüm halinde tamamı Türkiye’de ilk defa Ahmet Yesevi Üniversitesi Yardım Vakfı tarafından yayımlanmıştır.
1997 Uluslararası Mahdumkulu Ödülü’ne lâyık görülen eser, Annaguli Nurmemmet tarafından Türkiye Türkçesine aktarılmıştır.
Halk şairleri ve hikâyecilerinin yüzyıllar boyunca yaşattığı Köroğlu destanı’nın Türkmen varyantı, bütünüyle edebiyat ve bilim çevrelerinin önüne ve gün ışığına bu eserle çıkmaktadır.

bluekeys™
11-24-2006, 10:24 PM
Bozkurt destanı Bozkurt

Bozkurt Destanı, bilinen en önemli iki Kök-Türk destanından biridir (ötekisi Ergenekon Destanı'dır. Ayrıca, Ergenekon Destanı'nın, Bozkurt Destanı'nın devamı olması kuvvetli bir olasılıktır). Bu destan bir bakıma Türkler'in soy kütüğü ve var olma hikâyesidir. Türk ırkının yeni bir var oluş biçiminde dirilişi de diyebileceğimiz Bozkurt Destanı, Bilge Kagan'ın Orhun Anıtları'ndaki ünlü vasiyetinin ilk sözleri olan "Ben, Tanrı'nın yarattığı Türk Bilge Kağan, Tanrı irâde ettiği için, kağanlık tahtına oturdum" cümlesi ile birlikte düşünülecek olursa, soy ve ırkın nasıl yüceltilmek istenildiğini de anlatmaktadır.
Destan, Çin kaynaklarında kayıtlıdır. Bozkurt Destanı'nın iki ayrı söyleniş biçimi vardır. Ama bu iki varyant arasındaki fark azdır ve Çinliler'ce yazıya geçirilirken ad ve kelimelerin Çince'ye uydurulma gayreti yüzünden ortaya çıkmıştır. Kimi araştırmacılar, Türkler'le ilgili başka bir kurt efsanesini de katarak bu varyant sayısını üçe çıkarsalar da, aslında onların Bozkurt efsanesinin üçüncü söylenişi dedikleri bu destan, Hunlar çağındaki Usun Türkleri'nin bir efsanesidir. Bu efsane, Hunlar'da Kurt adlı bölümde anlatılmıştır. Bozkurt Destanı, Çin'de hüküm sürmüş Chou hanedanının resmi tarihinin 50. bölümünde ve yine Çin hanedanlarından olan Sui sülalesinin resmi tarihinde kayıtlıdır.
Bozkurt'tan türeyiş efsaneleri, Türk mitolojisinin en ileri ve romantik bölümüdür. Türk mitolojisinde genel olarak tüm millet düşmanlarınca yok edilir, geriye yalnızca bir çocuk kalırdı. Türk özelliğini taşıyan hemen her efsanede bu motifi bulmak mümkündür. Aşağıda yer verilen Bozkurt Destanı'na göre Türkler, eskiden Batı Denizi adlı bir yerin batısında oturmakta idiler. Efsanedeki Batı Denizi, Aral Gölü olabilir. Batı Denizi'nin Altay Dağları ya da Tanrı Dağları üzerinde bir göl olması da muhtemeldir. Destandaki, geriye kalan tek çocuğun kolları ile bacaklarının kesilerek bir bataklığa atılması da, Türk mitolojisinde önemli bir yer tutar. Bu tür bataklık motifleri, Hun ve Macar efsanelerinde de vardır.
Türkler'in yeniden türeyişlerini anlatan bir destan olan Bozkurt Destanı'nın kısa bir özeti aşağıda verilmiştir:

BOZKURT DESTANI
...Türkler'in ilk ataları Batı Denizi'nin batı kıyısında otururlardı. Türkler, Lin adlı bir ülkenin ordularınca yenilgiye uğratıldılar. Düşman çerileri bütün Türkleri erkek-kadın, küçük-büyük demeden öldürdüler. Bu büyük ve acımasız kıyımdan yalnızca 10 yaşlarında bulunan bir oğlan sağ kaldı geriye. Düşman askerleri bu çocuğu da buldular ama onu öldürmediler; bu yaşayan son Türk'ü acılar içinde can versin diye, kollarını ve bacaklarını keserek bir bataklığa attılar. Düşman hükümdarı, çeri (asker)lerinin son bir Türk'ü sağ olarak bıraktığını öğrendi; hemen buyruk verdi ki bu son Türk de öldürüle ve Türkler'in kökü tümüyle kazına...
Düşman çerileri çocuğu bulmak için yola koyuldular. Fakat dişi bir Bozkurt çıktı ve çocuğu dişleriyle ensesinden kavrayarak kaçırdı; Altay dağlarında izi bulunmaz, ıssız ve her tarafı yüksek dağlarla çevrili bir mağaraya götürdü. Mağaranın içinde büyük bir ova vardı. Ova, baştan ayağa ot ve çayırlarla kaplıydı; dörtbir yanı sarp dağlarla çevrili idi. Bozkurt burada çocuğun yaralarını yalayıp tımar etti, iyileştirdi; onu sütüyle, avladığı hayvanların etiyle besledi, büyüttü. Sonunda çocuk büyüdü, ergenlik çağına girdi ve Bozkurt ile yaşayan son Türk eri evlendiler. Bu evlilikten 10 çocuk doğdu. Çocuklar büyüdüler; dışarıdan kızlarla evlenerek ürediler. Türkler çoğaldılar ve çevreye yayıldılar. Ordular kurup Lin ülkesine saldırdılar ve atalarının öcünü aldılar. Yeni bir devlet kurdular, dört bir yana yeniden egemen oldular. Ve Türk kaganları atalarının anısına hürmeten, otağlarının önünde hep kurt başlı bir sancak dalgalandırdılar...''

CaKaLBoT
11-24-2006, 10:25 PM
Harika bir geniş anlatım ellerine sağlık saim abi +rep

bluekeys™
11-24-2006, 10:25 PM
Manas Destanı'nın oluşumu ve muhtevası Manas

Tarihin çeşitli devrelerinde değişik coğrafyalarda büyük devletler kurmuş olan Türk milleti, boylar halinde geniş bir coğrafyaya dağılmışlar ve hayatlarını idame ettirmişlerdir. Bu Türk boylarından biri de Kırgız Türkleridir. Kırgız Türkleri Isık Gölü çevresinde, Çu, Talas ve Tekes ırmaklarının yukarısında Altay, Pamir, Tiyanşan dağlarında yaşayan; tarihi kaynaklara göre tarihte ismi geçen ilk Türk boyudur. O dönemdeki devlet adını bugüne kadar muhafaza etmiştir.
Çin tarihi kaynaklarında M.Ö 2.yüzyıl'da Hun Türkleri ile ilgili bazı olayların bahsinde Kırgız adı "Gengün" şeklinde zikredilmektedir. Çince'de bu kelimenin "Kırgız" kelimesine karşılık geldiği bilim adamları tarafından ispat edilmiştir.
Büyük Hun imparatorluğuna M.Ö 2. asırda dahil olan Kırgız Türkleri, Hun İmparatorluğunun dağılmasından sonra III. asırda "Hakas Devleti" adıyla bilinen büyük bir devlet inşa etmişlerdir.
Kırgız Türkleri VII. asırda Gök Türklere tabi olmuşlardır. Gök Türkler için Kırgız Türklerini itaat altına almak oldukça zor olmuştur. Bilge Kağan, Kül Tegin ve Tonyukuk kitabelerinde Kırgız Türklerine yapılan seferlerden bahsedilmektedir
Uygur Türkleri ile VIII. asırda ittifak kurarak Gök Türk devletini yıkan Kırgız Türkleri, bir asır sonra Uygurları sürerek "Kırgız Devleti"ni kurdular.
16-17. asırda Kalmuk ve Moğollara karşı mücadele veren Kırgız Türkleri, 18. asırda Türkistan'da teşekkül etmiş olan hanlıklara tabi oldular Kırgızistan 1860-1881'de Ruslar tarafından işgal edilmiştir. 1991 yılında Sovyetler Birliği’nde meydana gelen büyük çözülme ile Kırgız Türkleri bağımsızlıklarına kavuşmuştur.
Bugün "Kırgız Cumhuriyeti"nin yer aldığı coğrafi mekan ana hatlarıyla şöyledir: Güneyinde Tanrı dağları, kuzeydoğusunda Isık gölü yer almaktadır. Kuzey sınırlarından Çu ve Talas nehirleri akar, güneyinde Çin Halk Cumhuriyeti, batısında Özbekistan Cumhuriyeti, güneybatısında Tacikistan Cumhuriyeti, kuzeyinde Kazakistan Cumhuriyeti bulunur. Kırgız Cumhuriyeti'nin başkenti Sovyetler Birliği döneminde Frunze'dir, bağımsızlığını kazandıktan sonra başkenti Bişkek olarak değişmiştir.

TEŞEKKÜLÜ
Dünyanın en uzun destanı özelliğini taşıyan ve dünya edebiyatının şaheserleri arasına giren Manas Destanı, Kırgız Türkleri'nin milli destanıdır. Bu büyük eser Türklerin ve Kırgız Türkleri'nin tarihi devirlerdeki kültürlerinin izlerini taşır.
Manas Destanı'nın teşekkülü konusu henüz tam olarak aydınlığa kavuşturulamamıştır. Bu konuda çeşitli görüşler beyan edilmiştir; ancak yaygın bir görüş bin yıllık bir tarihten söz etmektedir.
Orta Asya ve Çin ilişkileri uzmanı arkeolog Bernştam Manas Destanı'nın teşekkülü hususunda şu fikri beyan etmiştir: "Manas Destanı” Kırgız Türkleri'nin Yenisey ırmağı boyunda Minusin bozkırlarında IX. yüzyılda devlet kurdukları devirde meydana gelmiştir. Bu devletin basında Yaglakar Han bulunuyordu. Moğolistan'dan gelen düşmanları kovdu. Başka boyların da kendisine katılması ile çok kuvvetlendi. Sayan- Altay dağlarının güneyini aldı. Tanrı dağlarına kadar geldi ve ordusunun bir kısmını buraya bıraktı. Kırgızların ataları daha M.Ö bu Tanrı dağlarını tanımışlardı.
A.Bernştam'ın dayanmış olduğu yazılı belge kuzey Moğolistan'da bulunan Gök Türk harfleri ile yazılmış kitabedir. Bu kitabeyi yazan şahıs "Ben Kırgız oğluyum" ifadesin! kullanmıştır. Suci kitabesinin bir Kırgız beğine ithafen inşa edilmiş olduğu "Ben Kırgız oğlu Boyla Kutlug Yargan Kutlug Bağa Tarhanın buyruklarının ügesiyim" cümlesinden anlaşılmaktadır. Ötüken Kırgızları'nın Suci yazıtları başta olmak üzere Talas yazıtları gibi Gök Türk harfleri ile yazılmış kitabeleri vardır.
Dünya destanları hakkında araştırmalar yapan ünlü bilim adamı V.Jirmunsky, Manas Destani'nı oluşturan tarihi olayların ancak 15 ve 18. asırlarda geçtiği görüşündedir. Ayrıca, Manas'ın tarihinin tamamen şekillenip bitişini, 16-17. yüzyılda görülen Kalmuk savaşlarının aydınlattığı fıkrini savunmaktadır. Kırgız edebiyatçısı Yunusaliev ise destanın 9-11. asırlarda oluştuğu fikrindedir. Bernştam ve Yunusaliev'in destanın teşekkülü ile ilgili beyan etmiş oldukları asırlar birbirine yakındır.
Dr. Moldobayev, "Manas Destanı"nın muhtevasında yer bulmuş tarihi olayları aşağıdaki yedi devre ayırmıştır. Bunlar:
1. Hunlar ve onların devri (M.Ö yüzyıl, M.S 5. yüzyıl)
2. Eski Türk ve Kırgız devri (6-9. yüzyıl)
3. Kara Kıtay ve Karahanidler devri (9-12 yüzyıl)
4. Moğol devri (13. yüzyıl)
5. Altınordu ve diğer hanlıkların devirlerindeki tarihi hadiseler (14-16. yüzyıl)
6. Cungar ve Ayrat- Kalınlık devri (15-18. yüzyıl)
7. Son dönemde yapılan ilaveler (19-20. yüzyıl)
Ayrıca Dr. Moldobayev “Manas Destanı'nın Kırgız Cumhuriyeti'nin Kara Kıtayları kovduğu devirde oluştuğu görüşündedir.
Son dönemlerde yapılan çalışmalara göre, Kırgız tarihinin en iptidai zamanlarından 18. asrın sonuna kadar yer alan olayların destanda yansıtıldığı görülür. Bu tarihin üç aşaması şöyledir:
1. Yenisey devri (ilk zamandan 9. asrın ortasına kadar)
2. Altay devri (9. asrın ikinci yarısından 15. asrın başına kadar)
3. Tanrı dağları devri (15. asırdan 18. asrın sonuna kadar)

DESTANLA İLGİLİ ÇALIŞMALAR
Manas Destanı ile ilgili ilk ciddi çalışmalar 19. yüzyılda yapılmaya başlanmıştır. Manas Destanı'nı ilk defa yazıya geçirerek onu edebiyat dünyasının değerli bir hazinesi yapan değerli şahsiyet Kazak Türkleri'nden alim Türkolog Çokan Velihanoğlu'dur. Destanı ilim dünyasına tanıtmış ve hakkında malumat vermiştir. O, 1856'daki Isık- Köl civarına yapmış olduğu seyahat esnasında Karkara Yaylasın’da destanın bir bölümünü tespit etmiştir. Çokan'ın tespit ettiği "Köketay Han'ın Ası" diye adlandırılan bu bölüm ilim çevrelerinde; büyük değişikliklere uğramayan, tarihi devirlerine ait özelliklerini muhafaza eden ve ilmi açıdan büyük değere sahip olan nüshalardan biri olarak kabul edilmektedir. Çokan'ın Manas'la ilgili olarak en çok üzerinde durduğu konu Manas Destanı'nın muhteva planı onun hangi devirleri aydınlattığıdır. Çokan'ın Manas'tan bahseden ilk yazısı 1861'de "Rus Coğrafya Cemiyeti Yazıları" mecmuasının l. ve 2. kitaplarında çıkmıştır. Çokan Velihanoğlu bu çalışmasında Manas Destanı'nı şu şekilde tarif ediyor: "Sarp kayalarda yaşayan Kırgızlar'da tek bir destan vardır. Bu destan Nogay devrine ait olan Manas Destanı'dır. Bu destan Kırgızlar'ın mitolojisini, masallarını her türlü geleneklerini bir kahraman çevresinde toplamış Kırgız ansiklopedisidir. Kırgız İlyadası gibi bir şeydir. Kırgızların hayat tarzları, gelenekleri, görenekleri, ahlak ve dini telakkileri, coğrafyası tıp bilgileri, başka uluslarla olan ilişkileri bu destanda ifadesini bulmuştur”.(Çokan Velihanoğlu Eserleri sah. 71-72)
Ünlü Türkolog W. Radloff Manas Destanı'nı bir bütün olarak yazıya geçirmiştir. Kırgız Cumhuriyeti’ne yaptığı ilmi seyahatler esnasında birçok manasçıdan varyantları dinleyerek yazıp aldığı bölümleri birleştirerek, 11 ciltlik "Kuzey Türk Boylarının Halk Edebiyatlarından Örnekler" adlı eserin 5. cildinde yayınlandı. Radloff Almanca tercümesiyle destanı dünyaya tanıtmıştır. Radloff’un yayınladığı "Manas Destanı" 12.452 mısradan ibarettir. Bu mısralar destanın muhtevasına göre şu şekilde ayrılmaktadır:
a-Manas'ın doğuşu 1649 mısra
b-Almambet'in islamiyet'i Kabulü, Gökçe'ye ve ondan sonra Manas'a ilticası 1862 mısra
c-Manas'la Gökçe'nin muharebesi, Manas'la Kanıkey'in evlenmesi ve Manas'ın öldükten sonra dirilmesi 2686 mısra
d-Bokmurun 2595 mısra
e-Köz Kaman 2540 mısra
f- Semetey'in doğuşu ve Semetey 1078 mısra
Radloffun "Manas"a yazmış olduğu 26 sahifelik önsöz "Manas" destanından ziyade genel olarak destanların mahiyeti hakkında olup ancak bu münasebetle Türk destanlarına ve Türk şiirine temas eder.
Batı dünyasında "Manas Destanı" hakkında çalışma yapan diğer bir bilim adamı da L. Von Almasy'dir. Bu bilim adamı "Manas Destanı"nın el yazması bir nüshasını görmüş, bundan istifade etmiştir. Bu hususta yayınlamış olduğu bir makalesinde; "Manas"ın yirmi bin beyit; "Semetey" ve "Seytek" destanlarının da otuz bin beyitten ibaret olduğunu ve hakiki halk destanı olan bu eserin islami tesirler altında kaldığım yazmaktadır.
Destanın bütün varyantlarıyla planlı bir şekilde yazıya aktarılması 20. asırda mümkün olabilmiştir. Destanın birinci bölümü meşhur Manasçı Sagımbay Orazbakoğlu'nun ağzından 1922-26 yıllarında kaleme alınmıştır. Bu manasçının ölümünden sonra Sayakbay Karalayaev'in ağzından destanın 3. kısmı eksiksiz bir şekilde yazıya aktarılmıştır.
Kırgız Türkleri'nin dünya edebiyatına kazandırmış olduğu ve dünyanın en büyük destanları arasına giren "Manas Destanı"nın Türkiye'de tanınmasını sağlayan mümtaz şahsiyet Abdülkadir İnan'dır. Abdülkadir İnan "Manas Destanı"nı değerlendiren makaleler yanında nesir olarak da Türkiye Türkçesine kazandırmıştır. Bu eserleri 1972-1992 yılları arasında üç kez basılmıştır. "Makaleler ve incelemeler" adlı eserinde "Manas Destanı" hakkında 9 makalesi mevcuttur.
Kırgız Türklerinin bağımsızlığa kavuşması ile Türkiye'de Kırgız kültürüne ilgi artmış ve bu yönde yapılan çalışmalar daha da yoğunluk kazanmıştır. Prof. Dr. Emine Gürsoy Naskali ,Radloff tarafından derlenen "Manas Destanı"nı Türkiye Türkçesine aktarmıştır.
Keşen Yusupov'un nesir olarak yazdığı Manas metni Prof. Dr. Fikret Türkmen ve Alimcan İnayet tarafından Türkiye Türkçesine aktarılmıştır. Ayrıca Prof. Dr. Fikret Türkmen'in "Manas Destanı Üzerine İncelemeler ve Çeviriler I" adlı eseri yayınlanmıştır.
W. Radloff'un "Proben" olarak tanınan eserinde yer alan "Manas" başlığı altındaki birinci bölüm üzerinde Yrd. Doç. Dr. Naciye Yıldız çalışmıştır. Bu çalışma doktora tezi olarak hazırlanmış ve yayınlanmıştır. Bu bölüm 7 başlıktan meydana gelmektedir.
Ayrıca bilim adamları tarafından Manas Destanı'nı çeşitli açılardan değerlendiren birçok makale yazılmış ve yayınlanmıştır.
Ülkemizin başvurusu neticesinde UNESCO 1992 yılında almış olduğu karar ile 1995 yılını "Manas Yılı" olarak ilan etmiştir. Manas Yılı ülkemizde pek çok üniversite, kurum ve kuruluş tarafından çeşitli etkinliklerle kutlanmıştır. Manas Destanı ile ilgili çok sayıda kitap ve makale neşredilmiştir. Bütün bu çalışmaların koordinatörlüğünü "Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı" üstlenmiştir.
Manas yılı olarak kabul edilen 1995 yılında en kapsamlı kutlama Kırgız Cumhuriyeti’nin başkenti Bişkek'te gerçekleştirilmiştir. Bişkek'te düzenlenen büyük organizasyona Türkiye'den çok sayıda bilim adamı iştirak etmiştir. 26-28 Ağustos tarihleri arasında gerçekleştirilen "Manas Destanı ve Dünyanın Epik Mirası" konulu bilgi şöleninde bilim adamları tarafından 226 bildiri sunulmuştur. Bu bildirilerin 22 tanesi Türkiye'den giden bilim adamları tarafından sunulmuştur. Bu bilgi şöleninde Manas Destanı bütün yönleriyle değerlendirilmiştir.
Manas, yüzyıllardan sonra kahramanı olduğu şaheserle Türk dünyasının Bişkek'te biraraya gelmesine vesile olmuştur.

bluekeys™
11-24-2006, 10:26 PM
MUHTEVASI
Manas Destanı'nın ana temasını, Manas'ın Kırgız Türkleri için vermiş olduğu özgürlük mücadelesi ve onları bir bayrak altında toplama ülküsü oluşturur. Temel ideoloji öz yurdundan uzaklaşan ve dağılan halkı bir bayrak altında birleştirme olduğundan, hadiseler bu ideolojiye paralel olarak Manas'ın dış düşmanlara karşı vermiş olduğu mücadeleler ile bağlantılı olarak anlatılıyor. Manas Destanı öncelikle Nogaylar devri Kazak- Kırgız ortak hayatlarının sonra 1100 yıllık Kırgız Türklüğünün daha sonra bütün Türk alemini benzeştiren değerler dünyasının edebi ve ebedi sembolüdür.
Nogaylar, eski Türk boylarından biridir. Bugün Nogaylar dağınık bir coğrafyada hayatlarını idame ettirmektedirler. Bir kısmı Karaçay-Çerkes Cumhuriyetinde; bir kısmı Dağıstan'da; bir kısmı Stavronal eyaletinde ve Çeçenistan'da yaşamaktadırlar. Tarihte 15-17. asırlar Nogayların; Kazaklar, Kırgızlar, Karakalpaklar ile komşu olarak onlarla sıkı bağlar kurarak yaşadıkları zamanlar diye tanınır. Bu zaman Orta-Asya Türk halklarının destanlarında da "Nogay Çağı" diye belirtilmiştir. Türklerin içtimai hayata bakışlarını, diğer milletlere karşı aldıkları tavırları gösteren ilk edebi metin Orhun Abideleri’dir. Orhun Abideleri'nde "aç milleti doyurmak, çıplak milleti giydirmek, yoksulu bay kılmak, dağılmış birbirinden uzaklaşmış, esir ve köle olmuş boyları toplulukları derleyip hür ve bağımsız bir devlet kurmak” ülküsü yer alır. Paralel duygu ve düşüncelere Manas Destanı'nda da rastlamak mümkündür.
Manas Destanı'nın teşekkül ettiği coğrafi mekan dikkat çekicidir. Tanrı Dağları’nda Isık Göl ve çevresinde hayatlarını idame ettiren Kırgız Türkleri, Manas Destanı'nı kendileri için kutsal bir emanet görmüşler ve bugüne kadar getirmişlerdir. Kuzeydoğu Türkleri için Ötüken ne derece önemli ise Güneydoğu Türkleri için de Tanrı Dağları aynı ölçüde kıymete sahiptir. Eski Türk destanı olan Alp Er Tonga destanından bizi haberdar eden ve bu destandan bize bazı parçalar ulaştıran Kaşgarlı Mahmut da Tanrı Dağları'ndan gelmiş ve Türklüğe karşı gösterdiği engin sevgisi ve bağlılığı bu dağlara bağlı ananelerden mülhem olmuştur; Türklere dair yüce Tanrı’nın sözlerini naklettikten sonra "onları (Türkleri) yeryüzünün en yüksek yerine, havası en temiz ülkelerine yerleştirmiştir" diye izahındaki "yüksek yer" şüphesiz Tanrı Dağları’dır. Alp Er Tonga'dan bahseden diğer bir Türk müellifi, Balasugunlu Yusuf Has Hacip'tir. O da Tanrı Dağlarının oğludur. "Oğuz Destanı"ndan, "Dede Korkut Destanı"ndan, "Ergenekon"dan bahseden ve 17. asrın en büyük Türkçüsü olan Ebulgazi Bahadır Han da Tanrı Dağlarında dolaşmıştır. Onun rivayet ettiği destana göre, "Türk'ün babası oğullarına buyurdu ki; Türk'ü kendinize hakan biliniz. Onun sözünden dışarı çıkmayınız... Türk pek akıllı ve terbiyeli kişidir." Babasının ölümünden sonra dünyayı dolaştı. Nihayet bir yeri beğenip oraya yerleşti. Bu yere "Isık-Köl" denilir. "Isık -göl" halk etimolojisine göre "sıcak göl" demek ise de, "mukaddes göl" manasına gelen "Izık -Kol" denilmiş olması daha uygun bulunmuştur. Manas Destanı, Türklerin çok eski tarihlerden beri kutsal olarak benimsedikleri coğrafi mekanda (Isık Göl, Tanrı Dağları) teşekkül etmiştir.
Manas Destanı, muhtevası itibariyle göçebe ve savaşçı Kırgız Türklerinin hayatını bütün ayrıntısı ile yansıtır. Kırgız Türklerinin mitolojileri en eski dini telakkileri evlenme ve düğün adetleri, eğlenceleri, sevinçleri, üzüntüleri, tabiat ve düşmanları ile mücadeleleri, cenaze merasimleri, şölenleri ... bu destanda ana hatları ile kendisine yer bulmuştur.
Manas Destanı'nın ilk parçasından bugüne kadar eski geleneksel motiflerin bütün varyantlarında aynı şekilde ele alındığı çeşitli araştırmalar ve incelemeler neticesinde görülmektedir.
Kırgız Türkleri'nin çeşitli dönemlerdeki duygularını, düşüncelerini, ızdıraplarını, sevinçlerini yansıtan Manas Destanı'na, her dönemde yeni unsurlar eklenerek zenginleştirilip, geliştirilmiştir. Destan, en eski devirlerden günümüze kadar meydana gelen hadiselerin hiçbirini dışarıda bırakmamış her devirde cereyan eden önemli hadiseleri bünyesine dahil etmiştir.
Manas Destanı'nda muhtelif kültür tabakaları görülmektedir. Bunun sebebi, Manas Destanı'nın çok eski devirlerden beri Kırgızlarla beraber hayatını sürdürmüş olmasıdır. Bundan dolayıdır ki tabakalaşma bakımından diğer milli destan ve hikayelerimizden daha karışıktır. Çünkü bu destanı meydana getiren Kırgız Türkleri'nin hayat tarzları da normal seyrini takip etmemiş, bir devirde ziraat ve şehir hayatına geçerken daha sonra göçebe ve avcılık hayatına gerilemişlerdir. 8. asırda yüksek bir kültüre malik olan Kırgız Türkleri, 9. asırda göçebe ordular halinde görülmüşlerdir. Aynı devirde çeşitli yabancı kültürlerin tesiri altına da girmişlerdir. Bir taraftan Çin, Hind, Tibet kültürleri, diğer taraftan İran - İslam kültürü, son asırlarda ise Avrupa -Rus kültürü. Manas Destanı'nda bu kültürlerin tesirleri görülmektedir.
Kırgız Türkleri'nin etnografyası yanında destanın bütün bölümlerinde savaş hadiselerine geniş yer verilmiştir. Manas Destanı'nda anlatılan savaşlar asıl destandaki olaylardan ziyade, 16-17. yüzyıllarda cereyan eden Kırgız Kalmuk savaşları, belki Orta- Asya ve Doğu Avrupa Türklerinin putperest Kalmuk ve Çinlilerle yaptıkları savaşlardır. Kalmuk istilası bugün Nogay, Başkurt, Kazak, Kırgız, Özbek destanlarında anlatılan eski savaşlara ait hatıraları unutturmuştur. Bu savaşlarda Nogaylı boylarda olan alpler unutulmaz kahramanlıklar göstermiş olacaklar ki destanlardaki efsanevi alpler dahi Nogaylı sayılmaktadır. Nitekim Manas Destanı'nın baş kahramanı da Nogaylıdır. Bu durum destanda "Sarı Nogay Er Manas" mısrası ile dile getirilmektedir. Eski destanlarda anlatılan savaşları ve düşmanları yerine 16. yüzyıldan sonraki Kalmuk- Oyrat savaşları geçtiği gibi destanlardaki inanç ve adetler yerini müslümanlıktan gelen bazı efsane ve menkıbelere bırakmıştır. Bununla beraber bu destanlarda eski destanların kahramanları, inançları ve motifleri de muhafaza edilmiştir.
Nogay halkı ile ilişkilerin kuvvetli olduğu devirler, Manas Destanı'nın meydana gelmesinde çok etkili olmuştur. Manas'ın Nogay boyundan olmasıyla ilgili motife destanın bütün nüshalarıyla birlikte Seyfeddin'in eseri olan Mecmatü't- Tevarih'te de rastlanır. Manas adı, 16. yüzyılda Tacikçe yazılan bu eserde Toktamış Han'ın arkadaşı olarak geçmektedir. Mecmatü't-Tevarih adlı eserde Manas, Kalmuk Colay'a karşı müslümanlar safında savaşmış ve ele geçen Kalmukların müslüman olmalarına vesile olmuştur. Orazbakoğlu varyantında Kaplan Manas tarafından Nogay ismi şu şekilde zikredilmektedir:
Şöhretli yerim Nogay diyerek
Bu iş nasıl kolay olur diyerek
Kaplan Manas Bahadırı
Halkı için kaygı çekerek
Destanda yer alan kahramanların savaşı her varyantta benzer özellikler taşır. Manas'ın Colay ile savaşı, onbir Duu-du ile olan savaşı Tekes Han'ı yenmesi, Akunbeşim'i yenmesi, Altay'dan Ancıyan'ın göçü Manas'ın Kaşkar'ı kendine karatması, Şooruk Han'ı yenip kızı Akılay'ı alması gibi savaş hadiseleri "Manas"' destanının ananevi konularını oluşturan olaylardır.
Destanın konusunu, destanın teşekkül ettiği zamandan 19. yüzyıla gelene kadar Kırgız Türkleri'nin yaşamış olduğu tarihi olaylar meydana getirmektedir. Bunun içindir ki destan her devre ait vakaları kapsamaktadır. Destanın zengin bir içerik kazanmasında Türk boylarının ortak ataları olan Hunların, Gök Türklerin tesiri olmuştur. Kırgız Türkleri'nin Çinlilere, Kıtaylara, Kamuklara karşı verdikleri bağımsızlık mücadeleleri çok geniş bir şekilde destanda yer almaktadır. Bu mücadelelerin sembolleşmiş başbuğu Manas'tır.
840 yılında Uygur Kağanlığı ile yapılan ve Kırgız Türkleri'nin zaferi ile sonuçlanan savaşta, Külük Buga Tarkan adlı bir Uygur komutanı Kırgız Türkleri'nin safına askerleri ile birlikte geçerek, Uygurların mağlubiyetinde önemli ve tarihi bir rol oynamıştır. Bu tarihi hadisede dikkati çeken nokta Manas Destanı'ndaki Kalmuk prensi Almambet ile Külük Buga Tarkan arasındaki benzerliktir. Destanda Almambet Kırgız Türkleri'nin safına geçmiş ve Manas'ın en yakın arkadaşı olmuştur. Tarihi bir hadisenin Manas Destanı'na yansıtılmasına başka bir örnek de şudur: 1517 tarihinde Çağatay hanlarından Sultan Seyid Han Kırgız Türklerine saldırır. Bu devirde Kırgız Türklerine önderlik yapan Muhammed Kırgız'dır. Bu saldırı esnasında Muhammed Kırgız'ın yardımcıları kendisine ihanet eder ve Kırgız orduları mağlup olur. Tarihçi Muhammed Haydar bu hadiseyi şu şekilde nakletmektedir; Kırgız sürüleri Seyid Han tarafindan ele geçirilir, yardımcıları tarafından ihanete uğrayan ve düşmana teslim edilen Muhammed Kırgız ise esir olarak Kaşgarya'ya götürülür. Manas Destanı'nda da bu şekilde yapılmış bir ihanete dikkat çekilir. Destanda ihaneti yapan hainlerin başı Kançora'dan bahsedilir. Kançora Manas'ın oğlu Semetey'in en yakın yardımcısıdır. Fakat iktidar hırsı Semetey'e ihanet ile sonuçlanır ve Semetey düşmana teslim edilir. Manas, asırlar boyunca Kırgız Türkleri'nin başından geçen tarihi hadiselerin sanatkarane bir biçimde ortaya konulduğu bir eserdir.
Manas'ın idealleri Türk cihan hakimiyeti mefkuresine paralellik göstermektedir. Destanın özünde, bağımsızlık ve milli birlik savaşı veren bir destan kahramanının şahsında Türk devletlerinin birlik mücadelesi yatmaktadır.
Değişik coğrafyalara sürülen Kırgız Türklerinin ümidinin ve dileğinin Talas'a ulaşmak olduğu, destanın başından sonuna kadar vurgulanan temalarından biridir. Destandaki iyi kahramanların şahsi görüşüne göre, insanların arzuladığı bütün güzellikler Talas'ta yani Kırgız yurdunda bulunur. Bu nedenle Talas'tan çıkan her kahraman vatanseverdir. Onların halk ve vatan için yaptıkları mücadele de bu epik vatan içindir. Talas'ı düşman ele geçirdiğinde halkın hayatında trajik ve sıkıntılı bir zaman başlamıştır. Talas Kırgız Türkleri için "Ata Vatan”ı simgeleyen bir ideolojidir.
Manas birçok epizotta Türklerin bulunduğu her yeri "il"i, kendi yurdu sayar. İslam memleketlerini kafirlerden kurtarmak için savaşır mücadele verir. Manas Destanı'nda İslamiyet, kahramanların ve Kırgız Türkleri'nin kimliğinin tarifinde belirleyici bir unsur olarak yer almaktadır. Bu unsur zamanla bir ülkü haline dönüşmekte ve Manas'ın mücadelesinin esasını teşkil etmektedir. Destanın temel ideolojisine göre Manas kafirlerle savaşıp islamın yolunu açacak; sonunda komşu bütün kavimleri Kırgızların bayrağı altında toplayacaktır.
Destanda alplerin at koşturdukları coğrafi alan çok geniştir. Bu coğrafya, Pekin (Beecin) şehrinden Kırım'a Orhun ırmağından Rum ülkesine, Hint ülkesinden Kuzey Buz denizi kıyılarına kadar uzanmaktadır. İç feodal çarpışmaları ile dış/Oyral-Cungar, Kalmuk / yağmacı saldırıların geçtiği devirler XI- XVIII. yüzyıl Manas Destanı'nın gelişmesinde önemli etkenleri olan karmaşık dönemlerdir. Bunlar destanın klasik durumuna gelene kadar gelişmesini gösteren anlamlı dönemler olmuşlardır. Manas metinlerinde, Manas ve neslinin en büyük düşmanı Çinliler ve Kalmuklar olmuşlardır. Bu iki devlet sürekli Kırgız Türklerine saldırmış ve eziyet etmişlerdir. Bu milletlerle yapılan savaşlar, mücadeleler destanın ana konularından birini teşkil etmektedir. Tarihi bilgilere göre, Türkçe konuşan halklar, yüzlerce yıl Batı Moğolistan'da Çungarya'da yaşayan Oyratları, Kalmuklar olarak adlandırmışlardır.
Ruslar da onları "Kalmuk" adıyla tanımışlardır. Manas Destanında diğer bir mücadele de iç çekişmeler olarak yaşanmıştır. Jirmunsky'e göre; iç çekişmelerin yoğun bir şekilde tezahür ettiği devir, Manas'ın oğlu Semetey'in dönemi olmuştur. Semetey ve Seytek bölümlerinde kendi çıkarlarını devlet ve millet çıkarlarının üstünde gören ve bu çıkarlar için ülkede kargaşaya sebep olanlara duyulan nefret dile getirilmiştir.
Kendi öz kültürünün dışında başka bir kültürün değerler sistemi ile yetişmiş ve o kültürün tesirinde kalmış ferdin vatanı ve milleti için felaket olacağı fikri destanda işlenmiş en çarpıcı konulardan birisidir. Cakıp Han'ın kardeşi Köz Kaman Kalmuklar içinde yetişmiş ve oğulları da orada terbiye görmüşlerdir. Bunlar Manas'a gelmişlerdir; ancak Manas'ın annesi bunu kabul etmemiş ve şu ifadeyi kullanmıştır:
Adı Burbulcun olandan ne hayır!
İsmi Dubrulcun olandan ne hayır!
Kalmuklarla, yani Manas Destanı'ndaki Kırgız Türklerinin baş düşmanlarından birisi ile Manas'ın mücadelesi sırasında bu kardeşler, Manas'a, Kırgız Türklerine ihanet ediyorlar.
Manas Destam'nda bilgelik müessesesine verilen ehemmiyeti görmek mümkündür. Bu insanlara derin saygı gösterilmektedir. Bilgeler devlet adamı, komutan yetiştirir; zor durumlarda ortaya çıkarak konu hakkında fikir beyan ederler. Müşavirler, Manas, Semetey ve Seytek'in danıştığı, fikir aldığı insanlar konumundadır. Oğuzlardaki Dede Korkut'un, Gök Türklerde Tonyukuk'un görevini Manas Destanı'nda bilge insan Bakay üstlenir.
Cakıp Han Manas'ın her yönden (dini, siyasi, askeri ) eğitilmesi görevini bilgili ve tecrübeli Bakay Han'a verir. Bakay Han bilgeliğin, tecrübenin sembolüdür. Manas'ın bir bilge tarafından muntazam bir şekilde eğitilmesi önemlidir. Çünkü Manas ilerde ordular yönetecek ve bir milletin geleceğini tayin edecektir.

bluekeys™
11-24-2006, 10:26 PM
Manas'ın çocukluğu, yetişmesi üzerine erişebildiğimiz kadarıyla Radlof’un rivayeti dışında diğer rivayetlerde fazla durulmamaktadır. Yalnız Radloff’un rivayetlerinde babası Cakıp'ın onun yetişmesi için zengin, kültürlü, savaşçı ve dindar bir kişi olan Bakay Han'ın eğitimine verdiğini görüyoruz. Bakay Han eğitmekle kalmayacak her zaman onu gözetip kollayacaktır.
Manas bir han olarak halkına karşı sorumluluklarını yerine getirmekte, bütün halkını zengin etmekte, attan yaya, aştan aç, dondan çıplak, baydan yoksul koymamaktadır. Biz bu anlayışı Türk milletinin abidevi eserlerinden olan Orhun Abideleri'nde "Aç milleti doyurdum, çıplak milleti giydirdim, yoksulu bay kıldım, dağılmış, birbirinden uzaklaşmış, esir ve köle olmuş boyları, toplulukları derleyip hür ve bağımsız bir devlet kıldım" şeklinde rastlamaktayız. Türk dünyasının sahip olduğu bu iki metinde görüldüğü üzere, Türk devlet anlayışında "Han halk için vardır" anlayışı hakimdir. Han yoksul halkı zengin eder, açları doyurur, çıplakları giydirir. Eski Türk geleneklerinde halk Han'a kutsal insan gözüyle bakardı. Çünkü onlar sıradan insanlardan farklıdır ve adetleriyle Tanrı'nın yeryüzündeki temsilcileridir. Hanlar olağan üstü bir şekilde doğar ve büyürler.
Destan kahramanı yani epik kahramanın sahip olduğu ideolojiye, halk için çarpan yüreğine bakılarak değerlendirilir. Bu kahramanlar bünyelerinde barındırdıkları hususiyetleri ile halkın dilinden düşmezler, ağızdan ağıza dolaşırlar ve bir epik alan içerisine yerleşip pek çok kahramanın hareketlerine yön veren temel motivasyon kaynağı olurlar:
Kaplan Manas Bahadırı
Halk için Kaygı çekerek
Kadir mevlam korusun diyerek
Dirseği yere değmedi
Sinirinden gözüne uyku girmedi
Manas Destanı’nda bölümleri birbirine bağlayan kuvvetli bir bağ vardır. Bu bağ halkı ve vatanı sevmektedir. Temel ülkü, halkın huzurlu, vatanın hür ve barış içinde olması için gerekirse ölmektir.
Türk kahramanlık destanlarında kahramanlar olağanüstü hususiyetler taşır. İslamiyetten önceki Kök-Tengri, Buda ve Mani dini çevrelerinde teşekkül eden Türk destanlarında merkezi kahraman Tanrı tarafından olağanüstü güçlere sahip olarak yaratılmış ve dünyayı nizama sokacak bir yiğit olmak üzere memur edilmiştir. Bögü-Kağan ve Oğuz Han'dan farklı olarak Manas'ın doğumu dua ile olmuştur. Manas'ın doğumu ile ilgili motifler her varyantta farklı özellik gösterir. Orozbakov varyantında; Manas'ın doğumundan önce, Akımbek'in atı Toruncak'ı aramaya gittiği sırada Mendibay adlı çocuğa rastladığı ve bu çocuğa Manas'ın tuğları hakkında haber verdiği anlatılmaktadır. Cakıp, Cıyırdı, Böktölöt kahraman bebeğin doğumu konusunda düş görmektedirler. Karalaev rivayetinde ise; Çin hanı Esenkan, Manas'ın doğacağını ve onun kendisine zor bir düşman olacağını önceden falcıdan öğrenir. Han adamlarını Manas'ı bulup öldürmeleri için görevlendirir. Cusup Mamay rivayetinde uzun zaman çocuğu olamayan Cakıp, ormanda bir ev yapar ve kısır karısını bu evde yalnız bırakıp gider. Çünkü inanışa göre ormanda yalnız başına bırakılan kısır bir kadının çocuğu olabilirmiş. Çıyırda gebe kalır ve bir kız çocuğu olur. Bu kız çocuğuna Karlıgaç ismini koyarlar. Ancak ikinci kez Çıyırdı'nın ormana bırakılması gururuna dokunur. Çıyırdı köyüne döndükten sonra tekrar gebe kalır. Henüz doğmamış olan Manas ormandaki Çıyırdı'ya yiyeceğini götüren Magdim'ın oğluna ve yaşlı Adılbek'e görünerek gelecekteki kahramanlarını haber verir.
Destanda, Manas merasim ile liderliğe kabul edilir. Bu törende kutsal olarak kabul edilen unsurlara rastlamaktayız. Manas, Kırgız Türkleri tarafından kutsal kabul edilen Koşay Alp'in huzuruna gelir. Bu inanışına göre bu Alp'ı Tanrı'nın kanatları gölge olup korumaktadır. Tanrı'nın gölgesindeki Koşay Alp'in huzurunda Manas ve kırk yiğidi diz çöküp onu selamlarlar. Koşay Alp de altından yapılmış kuşağını onun boynuna dolar. Halk doksan kara boğa kurban eder.
Destanda nesiller arası bağlantı kesintisiz bir şekilde görülmektedir. Destana ismini veren Manas Kırgız Türkleri'nin bağımsızlığı için mücadele vermiş sonra ise onun ülküsü, oğlu ''Semerey" ve torunu "Seytek" ve ondan doğan "Kenen", "Alımsarık" ve "Kulunsarık" tarafından sürdürülür. Burada kahramanlara yol gösterip, gelecekteki görevini iyiyi, kötüyü anlatan, Bakay, Sarıtaz, Kanıkey gibi bilge insanlar vardır.
B.M. Yunusaliyev'in fikrine göre "Destanın hacmi onun nesiller arasında korunan devamlılık ve tekrarı ile bağlantılıdır. Manas hakkında söylenen destan sona erdikten sonra, onun oğlu Seytek hakkında hikayeler söylenir. Destanda kahramanın ecdadı her zaman anılır ve önceki neslin faaliyetleri ile sonraki neslin görevi birbirini tamamlar.
Doç. Dr. Aynek Caynakova Manas'ı oluşturan destanlarda aynı olan geleneksel kompozisyonu şu şekilde şemalaştırmıştır:

DESTANDAKİ GELENEKSEL OLAYLAR:
1. Manas'ın doğumu ve çocukluk çağı
2. İlk kahramanlıkları
3. Manas'ın Kanıkey ile evlenmesi
4. Büyük Sefer
5. Manas'ın ölümü

SEMETEY'DEKİ GELENEKSEL OLAYLAR:
1. Semetey'in doğumu ve çocukluk çağı
2. Semetev'in ilk kahramanlıkları
3. Ayçürök ile evlenmesi
4. Konurbay'a karşı savaşı
5. Semetey'in ölümü ve kayboluşu

SEYTEK BÖLÜMÜNDEKİ TEMEL OLAYLAR:
1. Seytek'in ailesinin dağılması
2. Seytek'in doğumu
3. İç düşmanlarla karşı yapılan savaş
4. Seytek'in evlenmesi
5. Dış düşmanların zaferi
Yukarıda görüldüğü gibi her biyografik bölüm kendi içinde olayın başlamasına ve sonuçlanmasına etki eder, fakat aradaki asıl ideoloji ve onu harekete geçiren asıl kahramanın sosyal durumu aynıdır. Her tekrarın sonuca ulaşması için önceden sakin hayat sona erer. Halkı bu durumdan kurtaracak olan cesur oğulun geç olması veya hiç olmaması bütün Kırgızları üzer. Bu sırada gelecek olan kahramanın anne ve babası, soylarının devamsızlığı olasılığından dolayı çok üzgündür.
Türk destanları içinde Köroğlu, Oğuzname'de de Manas'ta olduğu gibi kahramanların idealleri soylarından türeyenler tarafından devam ettirilir. "Daireleşme" adım verdiğimiz bu özellikleri ile söz konusu eserler epos seviyesine ulaşmışlardır. Kahraman olarak doğan Manas ölür; ama onun idealleri ölmez, Manas Destanı bitmez. Ayrıca Manas dairesine ya doğrudan bağlı olan veya onun tesirinde tasnif edilen, Er Töştük, Toltay, Seytek Köbön Batır, Çoyun Alp gibi hacmi pek fazla olmayan destanlarda bulunmaktadır. Bu özellikleri ile Manas Destanı; Oğuz Destanı ve Köroğlu ile birlikte epos niteliğine sahip 3 destanımızdan birisidir.
Manas'ın ataları hakkında bilgilere çeşitli Manas metinlerinde rastlamak mümkündür. Manas'ın ecdadı hakkında ortaya konulan soy ağacı her varyantta farklılık arz eder. Bu soyağacı varyantlarda şu şekildedir:
Sagımbay Orazbakoğlu varyantında; Karakan-Oğuz Han- Alanca-Baygur-Babırkan-Tüböy- Kögöy-Nogay- Cakıp
Karalayev varyantında; Tügölkan-Babbırkan-Böyön-Cayan-Nogay-Balakan-Cakıp
Radloffve Çokan Velihanoğlu'nda; Manas'ın atalarından biri Bögöykan olarak, Karakan'da Cakıp'ın olarak babası geçer.

bluekeys™
11-24-2006, 10:26 PM
Bu şecerede geçen "Karahan" ismi dikkat çekicidir. Oğuz Destanı'nda Kara Han Oğuz Han'ın babası, Manas'ın ise dedesidir. Manas babası Cakıp Han'a ecdadını sorduğunda o şöyle cevap verir: "Ecdadımız Kırgız Türkleridir. Onlar, Çinlileri kovup büyük bir coğrafyaya hükmetmişlerdir. İlk atamız Karahan'dır. Karahan'dan bütün Türkler türemiştir. Karahan'ın oğlu Oğuz Han'dır; biz de onun neslindeniz." Destanda Kırgız Türkleri soylarını Karahan'a bağlamıştır.
Radloffa göre Manas Destanı'nda tabiat üstü olaylar ve korkunç bir masal dünyası tasvir edilmiyor, aksine toplumun duyguları ve hayatı, bu toplumu oluşturan fertlerin temayülü ve ülküsü terennüm ediliyor. Manas Destanı'nın kahramanları, meziyetleri ve zaafları ile gerçek kişilerdir. Destanda geçen bazı olağanüstü olaylar en çok süs olarak kullanılmışlardır.
Destanda genellikle mübalağalar ve olağanüstülükler savaş tasvirlerinde ve kahramanların savaş hazırlığı yaptığı bölümlerde göze çarpmaktadır. Manas'ta kahramanların mücadeleleri, kahraman tasvirleri, kahramanlık ve kahramanlara ait unsurlar (kıyafet, silah, at) geniş bir şekilde ele alınır. Bir milletin geleceği bu şahısların göstereceği olağanüstü kahramanlıklara bağlıdır.
Kahramanlar fiziki üstünlükleri yanında birer fazilet abidesidir. Adaletlidirler, dürüstdürler, verdikleri sözleri yerine getirirler. Madde ve mana birleşerek ideal bir insan tipi meydana gelmiştir. İdealize edilmiş kahramanlar her şeyi ile normal insanlardan farklıdırlar. Her birinin yanında yardımcı ve onları koruyan bir ruh mevcuttur. Destanda Manas'ın silahları şu şekilde tasvir edilmektedir; zırhını Çin, Rus ve Kalmuk ustaları özenerek yapmışlar; kılıcı yapılırken kömür için ormanlar yakılmış; kılıcının suyu verilirken Başat ırmağı kurumuş; kılıcını kışın iç yağı ile, yazın yeşil otlarla sarmışlar, nihayet insan kanı damlatarak tavını ikmal etmişlerdir. Hikaye edilen vakalar ise harikulade olaylar değil Kırgız hayatının kendisidir.
Destanda alplerin, silahların, savaş meydanlarının, atlarının tasviri yanında tabiat tasvirleri de kendine yer bulmuştur. 1968'de vefat eden saz şairi Bekmurat Manas Destanını genişletmiş, destanda Kırgız Türkleri'nin merkezi olan Aladağ dağlarının ve Talas havzasının güzelliklerini terennüm etmiştir.
Manas Destanı, gerek hacmi gerekse muhtevası itibariyle şaheserlik basamağına yükselmiş, nadir destanlardan birisidir. Bu özelliği ile Türk dünyasının ve Kırgız Türkleri'nin gurur kaynağı olmuştur.
Türk destan geleneği içinde Manas Destanı ve diğer Türk destanları birçok açıdan benzerlik göstermektedir. Çünkü hepsi aynı folklorik anlayıştan kaynaklanmaktadır. Türk dünyasına ait diğer büyük destanlar (Oğuz Han Destanı, Dede Korkut, Köroğlu) ile Manas Destanı'nın ihtiva etmiş olduğu motifler paralellik göstermektedir. Bu paralellikler, hadiselerde, hadiselere bakış açılarında, hadiselerin tasvirlerinde, kahramanlara, varlıklara yüklenen manalarda kendini göstermektedir.
Manas Destanı'nın; Hakas Destanı Altın Arıg, Nogay Kahramanlık destanları, Ediye Batır, Çora Batır, Dede Korkut Destanı ve birçok Türk Destanı ile çeşitli yönlerden benzerliği bilim adamları tarafından incelenmiş ve dikkatlere sunulmuştur.
Destandaki bazı kahramanların diğer Türk destanlarındaki kahramanlar ile aynı adı taşıdığı görülmektedir. Oğuz Destanı'nın Reşideddin rivayetinde Oğuz Han'ın babası şeklinde gösterilen Kara Han Manas Destanı'nda Yakup Han'ın babası olarak geçmektedir.
Böyön Han'ın balası
Gayretli doğan Kara Han
Kara Han'ın balası
Gayretli doğan Cakıp Han
Manas Destanı'nın ana kaburgası, diğer Türk destanlarına benzemektedir. Türk boyları farklı coğrafyalarda hayatlarını sürdürseler de ortak değerlere sahiptirler. Bu ortak değerler onlara kültürel bütünlük sağlar ve coğrafi sınırları ortadan kaldırır.

DESTANIN HACMİ
Manas Destanı, hacmi bakımından dünyanın en büyük destanlarından biridir. Elli civarında zengin varyant ile bir milyona yakın mısra olarak günümüze kadar gelen Manas Destanı'nın, "Manas", "Semetey", "Seytek", "Alımsarık", "Kulunsarık" olmak üzere 5 dairesi mevcuttur.
Manas Destanı, edebiyat dünyasının diğer büyük destanlarından olan; Odysey'in 12110 İlyada'nın 15693 mısra olduğu düşünülürse bu destanlardan yaklaşık 20 kat 100.000 beyit tutarındaki Maharabata'dan ise 2,5 kat daha büyüktür.
Manasçılardan yazılıp alınan varyantların sayısı yaklaşık altmıştır. Sagımbay Orazbakoğlu varyantı 1922-1926, Rodloff Varyantı 1862-1869, Sayakbay Karalayev varyantı ise 1936- 1956 yılları arasında tamamlanmıştır.
Rodloff’un tespit ettiği Manas Destanı Colay ve Er Töştük epizodlarıyla beraber 19,368 mısradır. Rusya'da meydana gelen devrimden sonra Kırgız Türkleri'nin aydın gençleri, Rus bilginlerinin de yardımıyla, Manas Destanı'nın üstüne eğilmeye başladılar. 1917-1924 yılları arasında bu destanın 400,000 mısra tutan metni tespit edildi. Bu metinlerden üç epizod yayınlandı. Bunlar;
1. Semetey'den bir bölüm Manas'ın oğlu Semetey hikayesinden bir parça, Arap harfleriyle Kırgız Türkçesiyle 3620 mısradır. 1925'te Moskova'da basılmıştır. Manasçı Tımbek rivayetidir. Tespit eden Arabayoğlu'dur.
2. Büyük Çin Seferi epizodu (Kırgız Türkleri buna "Çon Kazat" yani "Büyük Gazavat" derler.) Bu kısmın Rusçaya çevirisi yayınlandı. Manasçı Sagımbay Orozbakoğlu rivayeti aşağı yukarı 28,000 mısradır.
3. Er Töştük epizodu. Rus harfleriyle Kırgız Türkçesiyle 13,200 mısra, 1956'da Frunze'de basılmıştır. Manasçı Sayakbay Karalayev rivayetidir.
Sayakbay Karalayev'in rivayet ettiği Manas metni 400,000 mısradır; Orazbakoğlu'ndan ise 1922-26 yıllarında 250,000 mısra tespit edilmiştir.
Rodloff’un tespit etmiş olduğu "Semetey" bölümünün iki rivayetinin içeriği kısaca şöyledir:
"Manas'ın ölümünden sonra Semetey ve annesi Kanıkey, Manas'ın kardeşleri Abeke ve Köböş ile babası Cakıp tarafından kötü muameleye maruz kalırlar. Kanıkey bu yüzden oğlu Semetey ve Manas'ın annesi Çokan ile (başka rivayetlerde Çıyırdı ismi ile geçer.) Cakıp'tan kaçar ve kendi babasına sığınır. Semetey, Abeke ve Köböş'ün yaptığı kötülüklerin intikamını almak için geri döndüğünde annesi Kanıkey bu iki küstah adamı öldürür ve Çokan da kendi kocası Cakıp'ı öldürür." Bunlar Rodloffun 1078 mısrayı ihtiva eden ilk rivayetinin içeriğidir.
Rodloff’un kaydettiği ikinci rivayet, Semetey'in en sevdiği iki arkadaşı Külçoro ve Kançoro ile yaptığı icraatlara dayanır. Almambet'in oğlu Kançoro ise kahramanın ölümüne sebep olan bir haindir. Semetey bölümünün bu rivayeti serinin üçüncü bölümü olan Seytek'e kadar devam eder. Seytek, Semetey'in Ayçürök'ten olan oğludur. O, büyük annesi Kanıkey'i tutsaklıktan kurtarır ve babasının cinayetinin intikamını almasına yardım eder. Ayçürök, Akınkan'ın kızıdır ve Kököş 'ün oğlu Ümütöy'le nişanlıdır. Ayçürök kuğu kızının özelliğini taşır, ama bu durum Radloff’un rivayetinde sadece ima edilmiştir. Arkadaşlarının yardımıyla Semetey, Ayçürök'ün gönlünü almayı başarır.
Radloffun bir araya getirdiği "Semetey" bölümünün bu iki rivayeti dışında, Kırgız ilim adamları tarafından değişik rivayetler kaydedilmiştir. Ancak bu rivayetlerden sadece, Sayakbay Karalayev, Togolok Moldo ve sapak Rismendeev rivayetleri eksiksizdir.
Sayakbay Karalayev'in rivayeti iki cilt halinde yayınlanmıştır. Sayakbay Karalayev'in rivayetinin konuşu kısaca şöyledir:
"Manas'ın kardeşlerinden Köböş, Manas'ın ölümünden sonra Kanıkey'le evlenmek ister. Bu evliliği önlemek için Kanıkey, Bakay, Cıyırdı ve Semetey ile Buhara'ya babası Temirkan'ın yanına kaçar. Semetey'i Kanıkay'in ağabeyi İsmail büyütür ve Semetey Bakay ile birlikte ilk defa Talas bölgesine gider. Burada büyük babası Cakıp'ı babasının kız kardeşi Kardigaç'ı ve iki amcası Abike ve Köböş'ü görür. Ardından Buhara'ya geri döner ve Talaş bölgesinde bulunan Kırgızlar'a karşı büyük bir ordu toplar. Sonradan meydana gelen çatışmada Abike, Köböş ve Cakıp ölürler. Manas'ın 40 yareni kaçar, ama Semetey onların peşini bırakmaz ve hepsini öldürür. Semetey'le Çinkoca arasındaki tartışmadan sonra, Çinkoca Toltay'a kızı Ayçürök'ü vermesi için Akankan'a baskı yapmada destek olur. Ama Ayçürök bir kuğu kılığına girip kaçar ve Semetey'i eş olarak seçer. Ayçürök Semetey'in dikkatini çekmek için onun beyaz renkli doğanı Akşumkar'ı çalar. Semetey Külçora ve Kançora ile doğanını aramaya başlar. Sonunda Ürgençte Ayçürök'e rastlar ve onunla evlenir.” Sonraki bölümlerde Çinkoca ve Toltay, Semetey ve arkadaşlarına karşı düşmanlıklarım sürdürürler. Çeşitli çatışmalar sırasında Manas ve Semetey'in düşmanları Toltay, Çinkoca, Konurbay ve Neşkara öldürülürler. En sonunda Ümötöy'le yapılan savaşta Semetey de şehit olur.
Karalayev'in rivayetinde bölümler ve bölümlerin hacmi şu şekildedir:
1. Manas, 84514 mısra
2. Semetey, 316157 mısra
3. Seytek, 84697 mısra
4. Kenen, Alımsarık, Kulunsarık 15186 mısra
Destana Manas'ın ataları hakkındaki hadiseleri anlatan bir masal ile başlanılan Karalayev varyantında; atalarının devrinde ülke bütünlüğünün düşmanlara karşı nasıl korunduğu tasvirler ile anlatılmaktadır. Kırgız Türklerini bir bayrak altında bütünleştiren Karakan'ın vefatından sonra Kıtay ve Kalmuk hanları Molta ile Alooke'ye mağlup olup Kırgız'ın başkaldıran alpleri dağılıyor, Cakıp'la Akbalta Altay'a sürgün olarak gönderiliyor.
Cusup Mamay'da Manas rivayetinde Kırgız Türkleri'nin ataları Enesay'dan çıkmıştır ve Cakıp'ın babası Oruz Han öldükten sonra Kalmuk Hanı, Kırgız Türklerine savaş ilan ederek, onları her yöne dağıtmıştır. Gerek Karalayev gerekse Mamay'ın rivayetlerinde temelde birleşilen konu Kırgız Türklerinin değişik coğrafyalara sürgün edilmesi ve öz vatanlarından uzaklaştırılmalarıdır. Soyakbay'da Kırgız Türkleri Ala-Dağ'dan; Mamay'da ise Enesay'dan Altaylara sürülmüştür.
Manas Destam'nın muhtevasında yer alan İslami unsurlar, Sagımbay Orozbakoğlu ve Yusuf Mamay rivayetlerinde daha belirgindir. Hz. Peygamber'in tüfeğinin Bakay vasıtasıyla ona emanet edilmesi Hz. Ali'nin kılıcının Ak Kojo tarafından ona getirilmesi gibi hususlar, diğer islami motiflerle birlikte kahramanın gücünün pekiştirilmesi önemli olmuştur.
Manas Destanı’nın "Büyük Sefer" babı 12 epizodu ihtiva etmektedir. Eserin tamamı 159 sayfadan müteşekkildir. Bu 12 epizod şunlardır:
1. Seferin ilanı
2. Manas'ın orduya hitabı
3. Manas'ın zevcesi Kanıkey ile görüşmesi
4. Sefere azimet
5. Almambet'in kumandan tayin edilmesi
6. Keşif
7. Tilki ve Arkor ile karşılaşma
8. Tek gözlü devle mücadele
9. Dev cüsseli Kanışay kadınla mücadele ve onun imha edilmesi
10. Konurbay'ın mağlubiyeti
11. Madı Han ile mücadele
12. Harbin sonu
"Büyük Sefer" epizodunda büyük düşman olan Çin'e yapılacak sefer konu edilmektedir, ilk planda silahlar, atlar, sefer hazırlıkları tasvir edilmektedir. Ordunun başkomutanı olarak Bakay tayin edilir. Sonra Manas orduya hitap eder. Bu epizotta Almambet'in Çinliler hakkında söylediği bazı sözler manidardır. Mesela; Çinlilerin hilekar bir millet olduğunu ve sivri kargılarla onları yenmenin mümkün olamayacağını söyler. Türk tarihinin derinliklerinde ilk Türk devletinin (Hun, Gök Türk) Çin entrikaları sunucunda bölünüp yıkıldığını görmekteyiz Büyük Türk devletleri Çinlilere karşı silah gücüyle galip gelmişler ancak Çin entrikalarına mağlup olmuşlardır. Bu mevzuya en anlamlı örnek olarak Bilge Kağan'ın Çinliler için Orhun Abidelerinde söylemiş olduğu hikmetli sözleri verebiliriz:
"Çin'in tatlı sözüne, yumuşak ipeğine aldanıp pek çok Türk yok oldu...Türk milleti yok olsun diye oradaki kötü kişiler onları kışkırtır dururmuş. Uzak kavimlere kötü hediyeler verir, yakındakilere ise iyi hediyeler vererek onları böyle teşvik edermiş. Bu sözü dinlemeyip onların yakınlarına varan pek çok bilgi bilmez (cahil) kişi öldü."

bluekeys™
11-24-2006, 10:27 PM
MANASÇILIK
Kırgız Türkleri'nde Manas Destanı'nı ezbere bilme yeteneğine haiz olan ve bu yeteneği meslek edinen destan anlatıcılarına "Manasçı" adı verilmektedir. Kırgız Edebiyatı Terimler Sözlüğü'nde manasçının tanımı; "büyük destan Manas'ı meydana getiren geliştiren halk arasından çıkan kabiliyetli insan" şeklinde yapılmıştır.
İlk manasçılar, bizzat Manas'ın yarenleri olan "Irçı Iramanoğlu" ve "Caysan Irçı"dır. Bu alpler Manas'ın kahramanlık hikayelerini destanlaştırmışlardır. Bu geleneği Tolubaycınçı ve Toktogul Irçı devam ettirmiştir.
Efsanelere göre ilk olarak Manas'ı onun çorolarının (silah arkadaşlarının) biri Irama'nın Irçı Uul'un (oğul) Manas vefat ettiğinde ağıt şeklinde söylediği rivayet edilmektedir. Destandan öğrenildiği kadarıyla Irçı Uul'un (Ozanoğlu ) asıl ismi Karatay Tüp adlı Issık Göl'ün doğu tarafındaki bölgede Kalmuklar'ın Orgo Han'ın vezirlik yapan Kazak kökenli Iraman'ın oğlu olduğu söylenmektedir. Orgo'yu Manas mağlup ettiğinde Orgo'nun hanımı Samankül Iraman'la Karatay'ı yanına alarak iki oğlu için merhamet ve bağışlama dilemek için Manas'a gider. Manas onları bağışlayarak serbest bırakır. Fakat Karatay'in belagat ve sanat yüklü konuşması hoşuna gider ve çoro olarak yanına alır. Irçı Uul, Manas öldüğünde onun menşei ve başından tarihi olayları bir şiir şekline döker.
Türk destan geleneği içinde destan anlatıcılarına değişik Türk boylarında farklı isimler verilmiştir. Bunlar:
1. Saha Türkleri'nde "olonghosut"
2. Hakaslarda "Haycı"
3. Altay ve Şoorlorda "Kaycı"
4. Tuvalarda "Toolçu"
5. Kazak ve Karakalpaklarda "Cırav"
6. Özbek ve Türkmenlerde "Bagşı ve Bahşı"
7. Başkurtlar'da "Sesen"
8. Tatarlarda "Çiçen"
9. Tofalarda "Ülegerçi"
10. Azerbeycan Türklerinde "Aşıg"
11. Kırgız Türkleri "Manasçı, Irçı, Çomokçu, Akın"
Yukarıda sayılan destan anlatıcılarından "Manasçı" terimi dikkat çekmektedir. Çünkü diğer Türk boylarında yer alan destan anlatıcılarından hiç biri anlatmış oldukları destanın adı ile isimlendirilmemiştir.
Manasçılık, Kırgız Türklerinde mesleklerin yücesi sanatların en üstünü olarak kabul edilir. Bu mesleğin kendine has özellikleri vardır. Meslek icracılarının bir takım özel yeteneklere sahip olması gerekmektedir. Çünkü Manas Destanı Kırgız Türkleri'nin tarihini, kültürünü, dinini, dilini, birikimlerini aksettiren ve bir sanatkarın sahnede icra ettiği muazzam bir oyun olma özelliğine sahiptir. Manasçının, Manas Destanı'nı çok iyi bilmesinin yanında geniş bir kültüre de sahip olması gerekmektedir. Manasçı ozanlar, ilk olarak destanı çeşitli yönleri ile özümserler. Daha sonra da iç alemlerine yansıyanlarla birlikte yaratıcılık kabiliyetleri ile destana kendilerinden bir şeyler katarak destanı yorumlarlar. Özgün bir söyleyişe ulaşan bir manasçı, yeni bir Manas varyantı meydana getirir.
Manas'in günümüze kadar ulaşmasında manasçıların katkısı büyüktür. Gök Türk kağanlığı devrinden günümüze kadar birçok olay ve kahramanın Kırgız halkının vicdanındaki tesirleri Comokçu'nun ağzından bu destanın bünyesinde günümüze taşınmıştır. Bu özelliği ile Manas, eski, orta ve yakın çağlardaki olay ve kahramanların hatıralarını sözlü gelenekte muhafaza edip yaşatan nadir Türk destanlarından biridir. Abdulkadir İnan'a göre Manas Destanı yüzyıllar boyu sürüp gelen "manasçı" denilen saz şairlerinin kolektif eseridir. Her devrin "manasçısı" bu destana kendi devrinden bazı unsurlar ilave ederek destana zengin bir muhteva kazandırmışlardır. Kırgız Türkleri'nin unutmadığı bir çok ünlü manasçı vardır. Bunlardan birisi Keldibek adlı manasçıdır. Söylentilere göre manasçı 1750 yılında doğmuştur. O, Manas Destanı'nı terennüm etmeye başladığında çobanlar sürülerini bırakıp obaya dönerler, hayvanları da arkalarından Manas'ı dinlemeye gelirler, kurtlar bile sürülere dokunmazlarmış. Manasçının anlatım tekniği ve üslubu onun ustalığını belirleyici bir etken olmuştur.
Türk boylarının destancılık geleneklerinde görülen mektep oluşumu, manasçılık geleneğinde de vardır. Manasçılar stil ve üslup bakımından birbirinden ayrılırlar. Manasçılık mekteplerinin teşekkülünde usta-çırak müessesesi önemli rol oynamıştır.
Manasçılık mektepleri hakkında ilk bilgi veren Muhtar Avezov olmuştur. Avezov bu mektepleri ikiye ayırmıştır. Bunlar:
a- Narın Mektebi
b- Karakol Mektebi
Daha sonra Kalim Rahmatilün manas mekteplerini 3 kola ayırmıştır. Bu mektepler:
a- Isık- Köl Mektebi
b- Tiyanşan Mektebi
c- Tüştük Mektebi
Manasçılık mektepleri üzerinde çalışan son araştırmacı Prof. Dr. Raisa Kıdırbayeva'dır. Kıdırbayeva manasçılık mekteplerini 4 kola ayırmıştır. Bunlar:
a- Çuy Mektebi
b- Isık-Köl Mektebi
c- Tiyanşan Mektebi
d- Tüştük Mektebi
Bu mekteplerin temsilcileri olan manasçılar ise şunlardır:
l. Çay Mektebi: Keldibek, Balık, Naymanbay, Akmat
2. Isık-Köl Mektebi: Nazar, Çoyuke Sayakbay, Şabay Acizov, Mambat Cokmorov'dur.
3. Tiyanşan Mektebi: Sagimbay, Şabak, Irısmendiyov, Bayımbet, Abdırahmanav, Togolok, Bağış Tımbek, Aktan Tınibekoğlu
4. Tüştük Mektebi: Canibay Kocake, Dosu Taşmetov, Kalbek Cumaagulov, Togaybek, Muratov ve Çal kadıkoy.
Bu tasnif manasçıların yetişmiş oldukları coğrafi bölgeler esas alınarak oluşturulmuştur.
Manasçılıkta aşamalar vardır. Kırgız Sovyet Ansiklopedisi'nde yapılan tasnife göre, Manasçılar, Manas'ı tam olarak bilip bilmemelerine, anlatım tekniklerine, destan okuma yeteneğine göre dörde ayrılır. Bunlar:
1- Çon Comokçu ( büyük manasçı)
2- Çunagı manasçı (gerçek manasçı)
3- Camakçı manasçı (vasat manasçı)
4- Üyröncük manasçı (çırak manasçı)
Manas'ı başından sonuna kadar bilen, söyledikleri yeni bir varyant sayılan, destanın ana muhtevasından kopmadan hadiselere yeni unsurlar katan, kopuzu mükemmel bir şekilde çalan ve sanatkarane bir üsluba sahip olan manasçılara "Çon Comokçu" ismi verilir. Bu gruba destanı söyleyen en tanınmış manasçılar dahildir. Keldibek, Tımbek, Çoyoke Sagimbay ve Sayakbay bu sıfata layık görülmüştür.
Destandaki hadiseleri iyi bilen ancak destanın muhtevasına kendiliğinden ilaveler yapamayan manasçılara "Çımgı Manasçı" adı verilmiştir. Gerçek manasçılar destanın bir bölümünü iyi bilirler. Örneğin M. Musulmankolov. Togolok Moldo, Ş. Rismendiyev gerçek manasçılardır.
Üyröncük manasçı ise büyük manasçılardan destan söyleme ustalığım öğrenme ve destanda geçen olayları zihne yerleştirme aşamasında olan gençlere verilen isimdir.
Manasçılık geleneği ile aşıklık geleneği arasında bazı paralellikler görülmektedir. Bu paralelliklerden biri atışma, diğeri ise görülen rüya neticesinde mesleğe başlamaktır. Akınlar halk önünde atışmaya Manas'la katılırlar. Manas'ı en güzel kim anlatırsa atışmayı o kazanır. Manasçılık geleneğinde manasçılar destanı görmüş oldukları rüya neticesinde anlatmaya başladıklarını dile getirirler. Manas okumaya başlamadan önce hemen bütün manasçılar: "Düş gördük, düşümüzde Manas da vardı, onu için Manas Destanı'nı okumaya başladım" derler. Manas, rüyalarına girdiği insanlara o günden sonra kendisini, kendi tarihini, destanını anlatmasını telkin eder. Görülen rüya neticesinde destancılığa ve aşıklığa başlama motifi Türk dünyasında oldukça yaygındır.
Manasçılık mesleğinde usta- çırak müessesesi esastır. Çırak destanın bölümlerini, Manas'ın geçmişini, kopuz çalmasını, manasçılık için gerekli bütün esasları ustasından öğrenir. Çırak ustasının her türlü hizmetinden sorumludur. Ünlü manasçılardan Tımbek Congbaş'ın; Sagimbay Keldibek'in; Sapak Balık'ın; Akbat Sagımbay'ın çırağı olmuştur.
Sonuç olarak Kırgız Türkleri'nin destancılık geleneğinde, Türk dünyası destancılık geleneğine paralel olarak destancılık mektepleri vardır. Bu mektepler ve bu mekteplere bağlı manasçılar Manas Destanı gibi bir büyük eserin bu güne kadar gelmesinde ve dünya edebiyatının sayılı eserleri arasına girmesinde büyük rol oynamışlardır.

bluekeys™
11-24-2006, 10:27 PM
Ergenekon Destanı Ergenekon

Ergenekon Destanı, en eski Türk destanlarından biridir. Düşmanlarına yenilen Türklerin Ergenekon adını verdikleri dağlık bir bölgeye sığınmalarını; yüzyıllar sonra demir dağları eriterek güçlü ve kalabalık bir millet olarak tekrar eski yurtlarına dönmelerini ve intikam almalarını konu eder. Her 21 Mart’ta tekrarlananan demir dövme merasiminin kökeninde, Türklerin Ergenekon’dan çıkış kutlamalarının bulunduğu yaygın kabul gören bir inanıştır.

ERGENEKON DESTANI

Türk illerinde Türk oku ötmeyen, Türk kolu yetmeyen, Türk'e boyun eğmeyen bir yer yoktu. Bu durum yabancı kavimleri kıskandırıyordu. Yabancı kavimler birleştiler, Türklerin üzerine yürüdüler. Bunun üzerine Türkler çadırlarını, sürülerini bir araya topladılar; çevresine hendek kazıp beklediler. Düşman gelince vuruşma başladı. On gün savaştılar. Sonuçta Türkler üstün geldi.
Bu yenilgi üzerine düşman kavimlerin hanları, beğleri av yerinde toplanıp konuştular. Dediler ki: ''Türklere hile yapmazsak halimiz yaman olur!''
Tan ağaranda baskına uğramış gibi ağırlıklarını bırakıp kaçtılar. Türkler, ''Bunların gücü tükendi, kaçıyorlar'' deyip artlarına düştüler. Düşman, Türkleri görünce birden döndü. Vuruşma başladı. Türkler yenildi. Düşman, Türkleri öldüre öldüre çadırlarına geldi. Çadırlarını, mallarını öyle bir yağmaladılar ki tek kara kıl çadır bile kalmadı. Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdiler, küçükleri tutsak ettiler.
O çağda Türklerin başında İl Kagan vardı. İl Kagan'ın da birçok oğlu vardı. Bu savaşta biri dışında tüm çocukları öldü. Kayı (Kayan) adlı bu oğlunu o yıl evlendirmişti. İl Kagan'ın Tokuz Oguz (Dokuz Oğuz) adlı bir de yeğeni vardı; o da sağ kalmıştı. Kayı ile Tokuz Oguz tutsak olmuşlardı. On gün sonra ikisi de karılarını aldılar, atlarına atlayıp kaçtılar. Türk yurduna döndüler. Burada düşmandan kaçıp gelen develer, atlar, öküzler, koyunlar buldular. Oturup düşündüler: ''Dört bir yan düşman dolu. Dağların içinde kişi yolu düşmez bir yer izleyip yurt tutalım, oturalım.'' Sürülerini alıp dağa doğru göç ettiler.
Geldikleri yoldan başka yolu olmayan bir yere vardılar. Bu tek yol da öylesine sarp bir yoldu ki deve olsun, at olsun güçlükle yürürdü; ayağını yanlış yere bassa, yuvarlanıp paramparça olurdu.
Türklerin vardıkları ülkede akarsular, kaynaklar, türlü bitkiler, yemişler, avlar vardı. Böyle bir yeri görünce, ulu Tanrı'ya şükrettiler. Kışın hayvanlarının etini yediler, yazın sütünü içtiler. Derisini giydiler. Bu ülkeye ''Ergenekon'' dediler.
Zaman geçti, çağlar aktı; Kayı ile Tokuz Oguz'un birçok çocukları oldu. Kayı'nın çok çocuğu oldu, Tokuz Oguz'un daha az oldu. Kayı'dan olma çocuklara Kayat dediler. Tokuz'dan olma çocukların bir bölümüne Tokuzlar dediler, bir bölümüne de Türülken. Yıllar yılı bu iki yiğidin çocukları Ergenekon'da kaldılar; çoğaldılar, çoğaldılar, çoğaldılar. Aradan dört yüz yıl geçti.
Dört yüz yıl sonra kendileri ve sürüleri o denli çoğaldı ki Ergenekon'a sığamaz oldular. Çare bulmak için kurultay topladılar. Dediler ki: ''Atalarımızdan işittik; Ergenekon dışında geniş ülkeler, güzel yurtlar varmış. Bizim yurdumuz da eskiden o yerlerde imiş. Dağların arasını araştırıp yol bulalım. Göçüp Ergenekon'dan çıkalım. Ergenekon dışında kim bize dost olursa biz de onunla dost olalım, kim bize düşman olursa biz de onunla düşman olalım.''
Türkler, kurultayın bu kararı üzerine, Ergenekon'dan çıkmak için yol aradılar; bulamadılar. O zaman bir demirci dedi ki: ''Bu dağda bir demir madeni var. Yalın kat demire benzer. Demirini eritsek, belki dağ bize geçit verir. Gidip demir madenini gördüler. Dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür dizdiler. Dağın altını, üstünü, yanını, odun kömürle doldurdular. Yetmiş deriden yetmiş büyük körük yapıp, yetmiş yere koydular. Odun kömürü ateşleyip körüklediler. Tanrı'nın yardımıyla demir dağ kızdı, eridi, akıverdi. Bir yüklü deve çıkacak denli yol oldu.
Sonra gök yeleli bir Bozkurt çıktı ortaya; nereden geldiği bilinmeyen. Bozkurt geldi, Türk'ün önünde dikildi, durdu. Herkes anladı ki yolu o gösterecek. Bozkurt yürüdü; ardından da Türk milleti. Ve Türkler, Bozkurt'un önderliğinde, o kutsal yılın kutsal ayının kutsal gününde Ergenekon'dan çıktılar.
Türkler o günü, o saati iyi bellediler. Bu kutsal gün, Türklerin bayramı oldu. Her yıl o gün büyük törenler yapılır. Bir parça demir ateşte kızdırılır. Bu demiri önce Türk kaganı kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver. Sonra öteki Türk beğleri de aynı işi yaparak bayramı kutlarlar.
Ergenekon'dan çıktıklarında Türklerin kaganı, Kayı Han soyundan gelen Börteçine (Bozkurt) idi. Börteçine bütün illere elçiler göderdi; Türklerin Ergenekon'dan çıktıklarını bildirdi. Ta ki, eskisi gibi bütün iller Türklerin buyruğu altına gire. Bunu kimi iyi karşıladı, Börteçine'yi kagan bildi; kimi iyi karşılamadı, karşı çıktı. Karşı çıkanlarla savaşıldı ve Türkler hepsini yenerek Türk Devleti'ni dört bir