PDA

Tam Sürümü Görüntüle : Harry Potter Serisi


GeCeLeR
12-10-2006, 01:18 AM
HARRY POTTER & FELSEFE TAŞI
BÖLÜM 1 - Sağ Kalan Çocuk
Privet Drive dört numarada oturan Mr ve Mrs Dursley, son derece normal olduklarını söylemekten gurur duyarlardı, sağ olun efendim. Garip ya da gizemli işlere bulaşacak son kişilerdi, böyle saçmalıklara kafa yormazlardı çünkü.
Mr Dursley matkap yapan Grunnings adlı bir şirketin yöneticisiydi. İri yarı, kalıplı bir adamdı, boynu yok gibiydi, ama koskoca bir bıyığı vardı. Mrs Dursley zayıftı, şansındı, olağanın iki katı uzunluğunda bir boynu vardı; bu da bahçe çitlerinin üstünden kafasını uzatıp komşuları gözetlemekte pek işine yarıyordu. Dudley adında küçük bir oğulları vardı Dursley'lerin, kendilerine bakılırsa dünyada ondan kusursuz bir çocuk bulunamazdı.
Dursley'ler istedikleri her şeye sahiptiler, ama bir gizleri vardı, biri kalkıp da bunu anlayacak diye ödleri kopardı. Potterların ortaya çıkarılmasına katlanabileceklerini hiç sanmıyorlardı. Mrs Potter, Mrs Dursley'nin kardeşiydi, ama birkaç yıldır görüşmemişlerdi; aslına bakılırsa, Mrs Dursley hiç kardeşi yokmuş gibi davranıyordu, çünkü kardeşi de, onun beş para etmez kocası da Dursley'lere hiç mi hiç benzemiyorlardı. Potter’lar sokakta boy gösterirse, komşuların ne diyeceğini düşünmek bile tüylerini ürpertiyordu. Potter'ların küçük bir oğullan olduğunu biliyorlardı, ama hiç görmemişlerdi onu. Bu oğlan da Potter'ları yanlarına yaklaştırmamak için bir başka geçerli nedendi; Dudley'nin öyle bir çocukla içli dışlı olmasını istemiyorlardı.
Mr ve Mrs Dursley, öykümüzün başladığı o kasvetli, kurşuni sah sabahı uyandıklarında, yakında bütün ülkeyi saracak garip, gizemli şeylerin habercisi olabilecek hiçbir şey yoktu bulutlu gökte. Mr Dursley, işe giderken taktığı en tatsız kravatı seçerken bir şarkı mırıldanıyor, Mrs Dursley de çığlıklar atan Dudleyi yüksek iskemlesine oturtmak için boğuşurken keyifli keyifli dedikodu ediyordu.
Hiçbiri, kahverengi bir baykuşun pencerenin önünden kanat çırparak geçtiğini fark etmedi.
Sekiz buçukta, Mr Dursley çantasını aldı, Mrs Dursley'nin yanağını şöyle bir gagaladı, Dudley'ye de bir hoşça kal öpücüğü vermeye çabaladı, ama ıskaladı, Dudley bir bunalım geçirmekteydi çünkü, mamasını duvara fırlatıyordu. Evden ayrılırken, "Küçük yumurcak," diye kıkırdadı Mr Dursley. Arabasına bindi, dört numaranın bahçesinden geri geri çıktı.
Garip bir şeyin ilk belirtisini fark etti sokağın köşesinde haritaya bakan bir kediyi. Mr Dursley, bir an ne gördüğünü kavrayamadı. Sonra, bakmak için başını arkaya çevirdi. Privet Drive'ın köşesinde bir tekir kedi duruyordu, ama görünürlerde harita filan yoktu. Zaten olacak iş miydi bu? Bir ışık oyunuydu olsa olsa. Kirpiklerini kırpıştırdı Mr Dursley, gözlerini kediye dikti. Kedi de ona dikti gözlerini. Mr Dursley köşeyi dönüp yolda ilerlerken boyuna kediye baktı dikiz aynasında. Şimdi de Privet Drive yazılı tabelayı okuyordu - hayır, tabelaya bakıyordu; kediler ne harita inceleyebilir, ne de tabela okuyabilirlerdi. Hafifçe silkindi Mr Dursley, kediyi kafasından çıkardı. Kente doğru ilerlerken o gün almayı umduğu büyük bir matkap siparişinden başka bir şey düşünmemeye koyuldu.
Ama kente girerken kafasındaki matkapların yerini başka bir şey alıverdi. Sabahın olağan trafik sıkışıklığında beklerken, çevrede garip giyimli bir sürü insan fark etti. Pelerinli insanlar. Mr Dursley, gençlerin sırtında görülen o tuhaf elbiseleri giyenlerden hiç hoşlanmazdı! Bu da saçma sapan yeni modalardan biriydi herhalde. Direksiyona vurmaya başladı parmaklarıyla, gözleri bu manyakların az ötede oluşturduğu bir topluluğa takıldı. Heyecanlı heyecanlı bir şeyler fısıldaşıyorlardı. Mr Dursley, bazılarının hiç de genç olmadığını görünce küplere bindi; işte şu adam kendisinden çok daha yaşlıydı, üstelik zümrüt yeşili bir pelerin atmıştı omuzlarına! Cesarete bak! Derken kafasına dank etti Mr Dursley'nin, bu olsa olsa uyduruk bir gösteriydi - bir şey için para topluyorlardı... evet, mutlaka öyleydi. Trafik açıldı, Mr Dursley birkaç dakika sonra Grunnings oto-parkındaydı, aklında matkaplar vardı sadece.
Mr Dursley dokuzuncu kattaki odasında sırtım pencereye vererek otururdu hep. Öyle yapmasa, o sabah aklını matkaplara vermesi biraz güç olacaktı. Baykuşların güpegündüz süzülerek geçtiğini görmedi, ama aşağıda, sokaktaki insanlar gördüler bunu, ağızlan açık, birbiri ardı sıra tepelerinde süzülen baykuşlara baktılar, onları parmaklarıyla gösterdiler. Çoğu geceleyin bile baykuş görmemişti. Ama Mr Dursley, son derece olağan, baykuşsuz bir sabah geçirdi. Beş ayrı kişiye bağırdı. Önemli birkaç telefon görüşmesi yaptı, biraz daha bağırdı. Öğle yemeğine kadar keyfi yerine gelmişti, bacaklarını çalıştırmak, sokağın karşısına yürüyüp fırından bir çörek almak istedi.
Pelerinli insanlar aklından bütün bütüne çıkmıştı ki, içlerinden bazılarına rastladı fırının orada. Yanlarından geçerken öfkeyle baktı. Nedenini bilmiyordu, ama tedirgin oluyordu onlardan. Bunlar da heyecanlı heyecanlı fısıldaşıyorlardı, ortalıkta bir tek para tası bile görünmüyordu. Elindeki kesekâğıdında koca bir çörekle dönüp yanlarından geçerken, konuşmalarından birkaç sözcük çalındı kulağına.
"Potter'lar, doğru, ben de öyle duydum -"
"- evet, oğullan, Harry -"
Kaskatı kesiliverdi Mr Dursley. Her yanını korku sardı. Bir şey söyleyecekmiş gibi, fısıldaşanlara baktı, ama vazgeçti.
Yolun karşısına geçti hızla, bürosuna koştu, sekreterine rahatsız edilmemesini söyledi, telefona sarıldı, evinin numarasını tam çevirmişti ki, kararını değiştirdi. Telefonu yerine bıraktı, bıyıklarını sıvazlayarak düşündü... hayır, düpedüz aptallık ediyordu. Potter öyle pek alışılmadık bir ad değildi ki. Harry diye oğulları olan Potter adında kim bilir kaç kişi vardı. Üstelik yeğeninin adının Harry olup olmadığından da emin değildi. Çocuğu görmemişti bile. Belki de Harvey'ydi. Ya da Harold. Mrs Dursley'yi telaşlandırmanın anlamı yoktu, kardeşinin adını söyleyince bile tedirgin olurdu karısı. Onu suçlamıyordu - kendisinin de öyle bir kardeşi olsaydı... ama ya o kişiler, o pelerinli insanlar...
O ikindi kafasını matkaplara veremedi, olanaksızdı bu, saat beşte binadan ayrılırken öylesine dalgındı ki, kapının tam önünde birine çarptı.
Sendeleyip az kalsın yere düşecek sıska ihtiyara, "Özür dilerim," diye homurdandı. Onun menekşe rengi bir pelerin giydiğini kavraması için birkaç saniye yetti Mr Dursley'ye. Adam bu çarpmaya pek aldırmışa benzemiyordu. Aksine, koca bir gülümseme yayıldı yüzüne, yoldan geçenleri dönüp baktıracak kadar ince bir sesle, "Özür dilemeyin, efendim," dedi, "bugün hiçbir şey keyfimi kaçıramaz! Sevinin, o Kim-Olduğunu-Bilir-sin-Sen sonunda gitti! Sizin gibi bir Muggle bile bunu, bu mutlu, mutlu günü kutlamalı!"
İhtiyar, Mr Dursley'yi karnına sarılıp kucakladı, sonra uzaklaştı.
Mr Dursley olduğu yerde kalakaldı. Bütün bütüne bir yabana tarafından kucaklanmıştı. Üstelik Muggle olarak nitelenmişti, artık ne demekse bu. İyice karışmıştı kafası. Arabasına koştu, eve yollandı, hayal gördüğünü umuyordu, daha önce hiç ummamıştı bunu, çünkü hayal gücü denilen şeye hiç inanmazdı.
Arabasını dört numaranın park yerine çekerken, ilk gördüğü -bu da hiç keyiflendirmedi onu- o sabah gözüne ilişen tekir kedi oldu. Bahçe duvarında oturuyordu şimdi. Aynı kedi olduğuna emindi; gözlerinin çevresinde aynı çizgiler vardı.
"Şişşşt!" diye bağırdı Mr Dursley.
Kedi kıpırdamadı. Sadece sert sert baktı ona. Mr Dursley, bunun olağan bir kedi davranışı olup olmadığını düşündü. Toparlanmaya çalışarak eve girdi. Karısına hâlâ bir şey söylememekte kararlıydı.
Mrs Dursley güzel, sıradan bir gün geçirmişti. Yemekte komşu kadının kızıyla sorunlarını, Dudley'nin de yeni bir sözcük ("olabilemez") öğrendiğini anlattı boyuna. Mr Dursley olağan davranmaya çalıştı. Dudley yatırıldıktan sonra salona gidip son akşam haberlerini yakaladı:
"Her yerdeki kuş meraklıları, ülkedeki bütün baykuşların bugün hiç alışılmadık şeyler yaptığını belirtmektedir. Baykuşlar genellikle geceleri avlanırlar, gün ışığında pek görülmezler, ama sabahtan beri bu kuşların her yöne uçuştuklarına yüzlerce kere tanık olunmuştur. Uzmanlar, baykuşların uyku alışkanlıklarını birdenbire neden değiştirdiklerini açıklayamamaktadırlar." Spiker sırıtmadan edemedi. "Son derece esrarengiz. Şimdi de Jim McGuffin'den hava raporu. Ne dersin, bu gece yine baykuş sağanağı olacak mı, Jim?"
"Eee, Ted," dedi hava tahmincisi, "onu bilemem, ama bugün garip davranışlarda bulunanlar sadece baykuşlar değildi. Kent, Yorkshire, Dundee gibi ayrı ayrı yerlerden arayan seyirciler, dün söylediğim yağmur yerine, kayan yıldızlar sağanağına tutulmuşlar! Şenlik Gecesi önümüzdeki hafta gerçi, ama belki de şimdiden kutluyorlardır! Ama bu gece kesinlikle yağmurlu olacak."
Mr Dursley koltuğunda donakalmıştı. Bütün İngiltere göklerinde kayan yıldızlar? Gün ışığında uçuşan baykuşlar? Her yerde pelerinli esrarengiz insanlar? Potter'lar hakkında fısıltılar, fısıltılar...
Mrs Dursley iki fincan çayla salona geldi. Yaran yoktu. Bir şeyler söylemeliydi karısına. Gergin gergin boğazını temizledi. "Şey Petunia, sevgilim son günlerde kardeşinden bir haber almadın, değil mi?"
Beklediği gibi, Mrs Dursley şaşkınlıkla, öfkeyle baktı. Ne de olsa, sanki onun bur kardeşi yokmuş gibi davranmaya alışıktılar.
Sertçe, "Hayır," dedi Mrs Dursley. "Niye?"
"Garip şeyler söylediler haberlerde," diye mırıldandı Mr Dursley. "Baykuşlar... kayan yıldızlar... şehirde de bir sürü tuhaf insan vardı bugün..."
Mrs Dursley sözünü kesti onun: "Yani?"
"Şey, düşündüm de... belki... bütün bunların... biliyorsun işte... onlarla bir ilgisi vardır."
Mrs Dursley kenetlenmiş dudaklarının arasından bir yudum çay aldı. Mr Dursley "Potter" adını işittiğini söyleyip söylememeyi düşündü. Bunu göze alamayacağına karar verdi. Sanki laf olsun diye soruyormuş gibi, "Oğulları," dedi, "şimdi aşağı yukarı Dudley'nin yaşındadır, öyle değil mi?"
Mrs Dursley, kaskatı, "Herhalde," dedi.
"Sahi, neydi adı? Howard'dı, değil mi?"
"Harry. Bana sorarsan, berbat, sıradan bir ad."
Ansızın yüreğine bir ağırlık çöktü Mr Dursley'nin, "Ha, sahi," dedi. "Evet, bence de öyle."
Yukarı yatmaya çıkarlarken bu konuda başka tek söz söylemedi. Mrs Dursley banyodayken, Mr Dursley yatak odasının penceresine uzandı, ön bahçeye baktı. Kedi hâlâ oradaydı. Sanki bir şey bekliyormuş gibi Privet Drive'a bakıyordu boyuna.
Hayal mi görüyordu yoksa? Bütün bunların Potter'larla bir ilgisi olabilir miydi? Eğer varsa... eğer o karıkocayla akrabalıkları ortaya çıkarsa - eh, buna da katlanamazdı doğrusu.
Yattılar. Mrs Dursley hemen uyudu, ama gözlerine uyku girmiyordu Mr Dursley'nin, kafası karmakarışıktı. Uykuya dalmadan önce, Potterların bu işle bir ilgileri olsa bile, ne kendisine ne de Mrs Dursley'ye yanaşamayacaklarını düşündü de rahatladı. Potter'lar onun da, Petunia'nın da kendileri için, kendilerine benzeyenler için ne düşündüklerini pekâlâ biliyorlardı... Bu olanlara onun da, Petunia'nın da bulaşması olanaksızdı. Esnedi, yan döndü. Kendilerini etkilemezdi bu...
Nasıl da yanılıyordu.
Mr Dursley tedirgin bir uykuya dalıyordu belki, ama dışarıda, duvarın üstündeki kedinin uykusu hiçmi hiç gelmemişti. Heykel gibi oturuyordu orada; gözlerini, hiç kırpmadan Privet Drive'ın uç köşesine dikmişti. Yan sokakta bir arabanın kapısı çarpıldığında da, tepesinden iki baykuş süzüldüğünde de titremedi bile. Hiç kıpırdamadan öylece durdu, gece yarısına kadar.
Kedinin baktığı köşede bir adam belirdi; öylesine ansızın, öylesine sessizce belirmişti ki, sanki yerden fışkırmış gibiydi. Kedinin kuyruğu titredi, gözleri kısıldı.
Böyle bir adamın benzeri Privet Drive'da daha önce hiç görülmemişti. Uzun boyluydu, zayıftı; saçının sakalının kırlarına bakılırsa çok yaşlıydı; saçı da sakalı da kemerine sıkıştıracak kadar uzundu. Uzun giysiler vardı üstünde, yerleri süpüren mor bir pelerin, uzun topuklu, tokalı çizmeler giymişti. Açık mavi gözleri, dar çerçeveli gözlüğünün arkasından ışıl ışıl parlıyordu; upuzun, kemerli burnu sanki en az iki kere kırılmışa benziyordu. Bu adamın adı Albus Dumbledore'du.
Albus Dumbledore, adından çizmelerine kadar hiçbir şeyinin hoş karşılanmadığı bir sokağa geldiğinin farkında değildi. Pelerinini karıştırmaktaydı boyuna, bir şey arıyordu. Ama gözetlendiğinin farkına vardı, başını kaldırdı ansızın, sokağın öteki ucundan kendisine gözlerini dikmiş kediye baktı. Nedense, kedinin varlığı onu pek eğlendirmişti. Kıkırdayarak, "Bilmeliydim bunu," diye mırıldandı.
Aradığı şeyi iç cebinde buldu. Gümüş bir çakmaktı bu. Kapağını açtı, havaya kaldırdı, çaktı. En yakındaki sokak lambası püf diye sönüverdi. Yine çaktı - bir sonraki lamba da karanlığa gömüldü. On iki kere çaktı Püfür'ü, sokakta sadece iki ışıltı kalıncaya kadar - kendisini gözetleyen kedinin gözleriydi bunlar. Şimdi pencereden kim bakarsa baksın, isterse boncuk gözlü Mrs Dursley, aşağıda kaldırımda neler olup bittiğini göremezdi. Dumbledore, Püfür'ü pelerininin iç cebine koydu; dört numaraya yollandı, duvara, kedinin yanına oturdu. Bakmadı ona, ama bir süre sonra konuştu.
"Sizi burada görmek ne güzel, Profesör McGonagall."
Tekire döndü gülümseyerek, ama kedi gitmişti. Tıpkı onun gözlerinin çevresindeki çizgileri andıran dört köşe bir gözlük takmış asıkça suratlı bir kadına gülümsediğini fark etti. Kadının da bir pelerin vardı sırtında, zümrüt yeşili bir pelerin. Siyah saçları sımsıkı toplanmıştı. Belirgin bir tedirginlik vardı üstünde.
"Ben olduğumu nereden anladınız?" diye sordu.
"Sevgili Profesör, hiçbir kedinin bu kadar kaskatı oturduğunu görmemiştim."
Profesör McGonagall, "Bütün gün siz de bir tuğla duvarın üstünde otursaydınız, siz de kaskatı kesilirdiniz," dedi.
"Bütün gün mü? Kutlamalara katılmadan mı? Ben buraya gelirken en az bir düzine şölene, eğlenceye rastladım."
Profesör McGonagall öfkeyle burnunu çekti.
Sabırsızca, "Evet, doğru, herkes kutluyor," dedi. "Biraz daha dikkatli olmaları gerekirdi, ama hayır -Muggle'lar bile bir şeyler döndüğünü fark ettiler. Haberlerinde verdiler." Başını Dursley'lerin karanlık salon pencerelerine çevirdi. "Duydum. Baykuş sürüleri... kayan yıldızlar... Eee, o kadar da aptal değiller. Nasıl olsa bir şeylerin farkına varacaklardı. Kent'te kayan yıldızlar - mutlaka Dedalus Diggle'dır. Hiç akıllanmadı."
Dumbledore, incelikle, "Onları suçlayamazsınız," dedi. "On bir yıldır pek bir şey kutladığımız yok."
Profesör McGonagall, "Biliyorum," dedi tedirgince. "Ama dağıtmamız için bir neden değil bu. İnsanlar düpedüz dikkatsizlik ediyorlar, sokaklara fırlamışlar güpegündüz, sırtlarında Muggle giysileri bile yok, boyuna dedikodu ediyorlar."
Dumbledore'a yan yan baktı sertçe, bir şey söylemesini bekliyor gibiydi, ama bir şey söylemedi Dumbledore, Profesör de devam etti: "Sonunda Kim-Olduğu-nu-Bilirsin-Sen'in kayıplara karıştığı gün, tam o gün Muggle'ların bizi öğrenmeleri ne de güzel ya. Gerçekten kayıplara karıştı mı dersiniz, Dumbledore?"
"Öyle görünüyor," dedi Dumbledore. "Sevinmemiz gerek. Limon şerbeti içer miydiniz?"
"Ne içer miydim?"
"Limon şerbeti. Muggle'ların bir çeşit tatlı içeceği. Hoşuma gidiyor."
Şimdi limon şerbetinin sırası olmadığım düşünen Profesör McGonagall, "Hayır, teşekkür ederim," dedi soğukça. "Söylediğim gibi, Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen gittiyse bile -"
"Sevgili Profesör, sizin gibi mantıklı biri onu gerçek adıyla anabilir, öyle değil mi? Bütün bu 'Kim-Olduğu-nu-Bilirsin-Sen' saçmalığı - on bir yıldır söylüyorum herkese, onu gerçek adıyla anın diye, Voldemort deyin." Profesör McGonagall ürktü, ama o sırada iki limon şerbeti açan Dumbledore farkına varma iı bunun. "Boyuna 'Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen' deyip durmanın ne anlamı var? Voldemort adından korkmak için bir neden göremiyorum."
Yarı bitkinlik, yarı hayranlıkla, "Sanıyorum, sizin için yok," dedi Profesör McGonagall. "Ama siz başkasınız. Herkes biliyor, Kim-Olduğunu-bilirsin-sen peki peki, Voldermort’un korktuğu tek kişi sizdiniz."
Dumbledore, "Beni şımartıyorsunuz," dedi usulca. "Voldemort'da benim hiç edinemeyeceğim güçler vardı."
"Bunun nedeni sizin o güçleri kullanmayacak kadar - şey - soylu olmanız."
"İyi ki karanlıktayız. Madam Pomfrey yeni kulaklıklarımı sevdiğini söylediğinden beri bu kadar kızarmamıştım."
Profesör McGonagall, Dumbledore'a şöyle bir baktı sertçe, "Uçuşan söylentilerin yanında baykuşların sözü bile edilmez," dedi. "Herkes ne diyor, biliyor musunuz? Niye kayıplara karışmış? Sonunda niye vazgeçmiş?"
Anlaşılan Profesör McGonagall konuşmanın en can alıcı noktasına gelmişti, bütün gün soğuk sert bir duvarda bekleyip durmasının gerçek nedeniydi bu, yoksa ne kedi ne de kadın olarak Dumbledore'a gözlerini böyle yırtıcı bakışlar fırlatarak dikemezdi şimdi. "Herkes" ne söylerse söylesin, Dumbledore bunların gerçek olduğunu belirtinceye kadar hiçbir şeye inanmayacağı apaçık ortadaydı. Ama o sırada bir başka limon şerbeti seçmekteydi Dumbledore, yanıt vermedi.
"Anlatılanlara göre," diye üsteledi Profesör McGonagall, "Voldemort dün gece Godric's Hollovv'da görülmüş. Potter'ları bulmaya gitmiş oraya. Söylentilere bakılırsa, Lily ile James Potter galiba - galiba ölmüşler "
Dumbledore başını önüne eğdi. Profesör McGonagall derin bir soluk aldı.
"Lily ile James... İnanamıyorum İnanmak istemedim buna... Ah, Albus..."
Dumbledore elini uzatıp omzuna vurdu onun Acılı bir sesle, "Biliyorum... Biliyorum..." dedi.
Konuşmayı sürdürürken Profesör McGonall’ın sesi titriyordu. "Hepsi bu kadar değil Potter'ların oğlunu, Harry'yi de öldürmeye kalkmış, kim-olduğunu-bilirsin-sen. Ama öldürememiş. O küçük çocuğu öldürememesinin Nedenini, nasılını kimse bilmiyor, ama söylentilere bakılırsa, Harry Potter'ı öldüremeyince Voldermorth’un gücü de yok oluvermiş - bu yüzden kayıplara karışmış işte."
Dumbledore kederle baş sallayarak onu onayladı.
Profesör McGonagall, "Acaba - acaba doğru mü?" diye kekeledi. "Bütün o yaptıklarından sonra... o kadar insanı öldürdükten sonra... küçük bir çocuğu öldüremez miydi? Akıl almayacak bir şey... böyle bir şeyi yapamaz mıydı... Tanrı aşkına, nasıl oldu da Harry sağ kaldı?"
"Sadece tahmin yürütebilirim," dedi. "Belki aslını hiç öğrenemeyeceğiz."
Profesör McGonagall bir dantel mendil çıkarıp gözlüğünün altından gözlerini kuruladı. Dumbledore da burnunu çekerek cebinden bir altın saat çıkardı, onu inceledi. Çok garip bir saatti bu. On iki yelkovanı vardı, ama hiç rakam yoktu üstünde; rakamlar yerine, çevresinde küçük gezegenler hareket ediyordu. Bunların herhalde bir anlamı vardı Dumbledore için, çünkü yeniden yerine koydu saati, "Hagrid gecikti," dedi. "Sahi, burada olacağımı sanırım o söylemiştir size, öyle değil mi?"
"Evet," dedi Profesör McGonagall. "O kadar yer dururken kalkıp neden buraya geldiğinizi sanırım anlatmayacaksınız bana."
"Harry'yi teyzesiyle eniştesine getirmeye geldim. Ailesinden sadece onlar kaldı şimdi."
Profesör McGonagall, ayağa fırlayıp dört numarayı göstererek, "Yani - burada oturan insanlardan mı söz ediyorsun yoksa?" diye bağırdı. "Dumbledore - bunu yapamazsın. Bütün gün onları gözetledim. Onlar kadar bize hiç mi hiç benzemeyen başka iki kişi yoktur. Bir de oğullan var - gördüm onu, şeker alsın diye çığlıklar atarak annesini sokak boyunca tekmeledi durdu. Harry Potter gelip burada mı oturacak!"
Dumbledore, kesin bir sesle, "Burası onun için en iyi yer," dedi. "Büyüyünce teyzesiyle eniştesi ona her şeyi anlatırlar. Onlara bir de mektup yazdım."
Profesör McGonagall, yeniden duvara oturarak, cılız bir sesle, "Mektup mu?" diye tekrarladı. "Gerçekten, Dumbledore, bütün bunları bir mektupla açıklayabileceğini mi sanıyorsun? Bu insanlar onu hiç anlamayacak! Ünlü olacak ileride - bir efsane olacak - gelecekte bugün Harry Potter Günü olarak anılırsa hiç şaşmam -Harry üstüne kitaplar yazılacak - dünyamızdaki bütün çocuklar onun adını öğrenecek!"
Dar çerçeveli gözlüğünün üstünden son derece ciddi bakarak, "Tastamam öyle," dedi Dumbledore. "Her çocuğun başını döndürebilir bu. Daha yürümeden, konuşmadan üne kavuşmak! Hiç hatırlamayacağı bir şey yüzünden ünlü olmak! Anlamıyor musunuz, böylesi çok daha iyi, hiç olmazsa anlayacağı zamana kadar bütün bunlardan uzak kalır."
Profesör McGonagall ağzını açtı, fikrini değiştirdi, yutkundu, sonra, "Evet - evet, haklısınız, elbette," dedi. "Ama çocuk nasıl geliyor buraya, Dumbledore?" Sanki Harry altında saklanıyormuş gibi onun pelerinine bir göz attı ansızın.
"Hagrid getiriyor onu."
"Hagrid'e böylesine önemli bir şey için güvenmek -akıllıca mı sizce?"
"Hagrid'e canımı bile emanet ederim," dedi Dumbledore.
Profesör McGonagall, hasetle, "Yüreği bizimle birliktedir, ben de biliyorum bunu," dedi, "ama dikkatsiz olduğunu da göz ardı edemezsiniz. Birazcık - neydi o?"
Çevrelerindeki sessizliği uzaklardan bir motor sesi bozmuştu. Sokağın iki başına bakarak bir taşıt ışığı aramaya başladılar, ses gittikçe yükseldi, kafalarını gökyüzüne çevirdikleri sırada gümbürtüye dönüştü - havadan koca bir motosiklet inip yola, tam önlerine kondu.
Motosiklet kocamandı gerçi, ama onu kullanan adamın yanında hiç kalıyordu. Sıradan bir adamın yaklaşık iki katı kadar uzun, en az beş katı kadar da şişmandı. Dudak uçuklatacak kadar iri ve yabaniydi - çalıya benzer siyah uzun saçlarıyla sakalı yüzünün büyük bölümünü örtüyordu, çöp bidonu kapakları büyüklüğünde elleri vardı, deri çizmeli ayakları yunus yavrularına benziyordu. Uçsuz bucaksız, kaslı kollarında battaniyeden bir bohça tutuyordu.
"Hagrid," dedi Dumbledore, rahatlamışa benziyordu. "Sonunda! O motosikleti nereden buldun?"
"Ödünç aldım, Profesör Dumbledore, efendim," dedi dev; konuşurken dikkatle motosikletten indi. "Genç Sirius Black ödünç verdi. Onu getirdim, efendim."
"Bir sorun çıkmadı, değil mi?"
"Hayır, efendim - ev neredeyse yerle bir olmuştu, ama Muggle'lar üşüşmeden onu çıkarmayı başardım. Bristol üstünde uçarken uykuya daldı."
Dumbledore ile Profesör McGonagall bohçaya eğildiler. İçinde, belli belirsiz, mışıl mışıl uyuyan bir bebek, bir oğlan çocuğu vardı. Alnındaki simsiyah saç buklesinin altında şimşeğe benzer garip biçimli bir kesik görülüyordu.
"Yoksa oraya mı?" diye fısıldadı Profesör McGonagall.
"Evet," dedi Dumbledore. "O iz yaşamı boyunca kalacak."
"Siz bu konuda bir şey yapamaz mıydınız, Dumbledore?"
"Yapabilecek olsaydım bile yapmazdım. İzler yararlı olabilir bazen. Benim sol dizimde de bir tane var, Londra Metrosunun kusursuz bir haritası. Neyse - ver onu bana, Hagrid - şu işi bitirelim."
Dumbledore, Harry'yi kollarına alıp Dursley'lerin evine yöneldi.
"Acaba - acaba ona hoşça kal diyebilir miyim, efendim?" diye sordu Hagrid.
Kocaman, kıllı kafasını Harry'nin üstüne eğdi, ona saçlı sakallı bir öpücük kondurdu. Sonra, birdenbire, yaralı bir köpek gibi ulumaya başladı.
"Şşş!" diye fısıldadı Profesör McGonagall. "Muggle'ları uyandıracaksın!"
Hagrid, "Ö-ö-özür dilerim," diye hıçkırdı; benekli, büyük bir mendil çıkarıp yüzünü içine gömdü. "Ama da-da-dayanamıyorum - Lily ile James öldüler - zavallı minik Harry de Muggle'larla yaşayacak -"
Profesör McGonagall, çekinerek koluna dokundu Hagrid'in, "Evet, evet, çok acı bir şey bu, ama kendini toparla, Hagrid, yoksa bizi fark ederler," diye fısıldadı; o orada Dumbledore alçak bahçe duvarını aşmış, ön kapıya varmıştı. Usulca eşiğe bıraktı Harry'yi, pelerininden bir mektup çıkarıp bohçaya tıkıştırdı, sonra da ötekilerin yanına döndü. Bir dakika boyunca üçü de orada durup küçük bohçaya baktılar; omuzları sarsılıyordu Hagrid'in, Profesör McGonagall öfkeyle gözlerini kırpıştırıyordu, Dumbledore'un gözlerinden fışkıran o parlak ışık ise bütün bütüne sönmüş gibiydi.
Sonunda, "Eh," dedi Dumbledore, "bu kadar. Artık burada işimiz yok. Gidip kutlamalara katılalım bari."
Boğuk mu boğuk bir sesle, "Yaa," dedi Hagrid. "Ben önce şu motosikletten kurtulayım. İyi geceler, Profesör McGonagall - Profesör Dumbledore, efendim."
Hagrid, sırılsıklam gözlerini ceketinin koluna silerek kendini motosiklete attı, motoru çalıştırdı; gürültüyle havalandı motosiklet, geceye karıştı.
Dumbledore, "Umarım yakında yine görüşürüz, Profesör McGonagall," dedi, onu başıyla selamladı. Profesör McGonagall da karşılık olarak burnunu çekti.
Dumbledore dönüp sokak boyunca yürümeye başladı. Köşeye varınca durdu, gümüş Püfür'ü çıkardı. Bir kere çaktı onu, on iki ışık topu sokak lambalarına yerleşti hemen, Privet Drive bir anda turuncu oluverdi; Dumbledore, sokağın öteki ucunda tekir bir kedinin süzülerek köşeyi döndüğünü gördü. Dört numaranın basamaklarında battaniyeden bohçayı da seçebiliyordu.
"Talihin açık olsun, Harry," diye mırıldandı. Topuklarının üstünde döndü, pelerininin bir hışırtısıyla yok oluverdi.
Bir meltem çıktı, mürekkep rengi göğün alanda sessizce, düzenli bir biçimde uzanan, şaşırtıcı şeylerin en son olabileceği bu sokağın, Privet Drive'in tertemiz çalılıklarını titretti. Harry Potter, uyanmadan, battaniyenin içinde bir yandan bir yana döndü. Minicik eliyle yanındaki mektubu kavramıştı; uykudaydı, özel biri olduğunu bilmiyordu, ünlü biri olduğunu bilmiyordu, birkaç saat sonra süt şişelerini koymak için kapıyı açacak olan Mrs Dursley’in çığlığıyla uyanacağını bilmiyordu, önündeki birkaç haftayı kuzeni Dudley tarafından itilip kakılarak, çimdiklenerek geçireceğini de bilmiyordu... Nereden bilsin, o anda ülke boyunca gizlice toplanıp kadeh kaldırıyordu insanlar, "Harry Potter'a," diyorlardı fısıltıyla, "sağ kalan çocuğa!"

GeCeLeR
12-10-2006, 01:19 AM
BÖLÜM 2 - Yok Olan Çam

Dursley'lerin uyanıp da evlerinin önündeki basamaklarda yeğenlerini bulmalarından bu yana yaklaşık on yıl geçmişti, ama Privet Drive pek değişmemişti. Güneş yine o düzenli bahçelerde yükseliyor, Dursley'lerin sokak kapısındaki pirinç dört numarayı ışıl ışıl parlatıyordu; salonlarına süzülüyordu sonra; salon, Mr Dursley'nin baykuşlar üstüne o kara haberleri izlediği gece nasılsa, şimdi de öyle sayılırdı Aradan ne kadar zaman geçtiğini sadece şöminenin rafındaki fotoğraflar belirtiyordu. On yıl önce, değişik renklerde tostoparlak şapkalar giymiş kocaman, pembe bir deniz topunu gösteren sürüyle fotoğraf vardı orada - ama Dudley Dursley bebek değildi artık, şimdi fotoğraflarda iriyarı sarışın bir çocuk vardı, ilk bisikletine binerken, lunaparkta atlıkarıncada, babasıyla bilgisayar oyunu oynarken, annesi tarafından kucaklanmış öpülürken Artı evde bir başka çocuğun da yaşadığını gösteren hiç bir belirti yoktu odada.
Ama h"1" ivdi Harry Potter, o sırada uyukluyordu, uzun sürmeyecekti uykusu. Petunia Teyzesi uyanıktı, günün ilk gürültüsü de onun tiz sesiyle oluştu.
"Kalk! Kalksana! Hadi!"
Harry irkilerek uyandı. Teyzesi kapıyı tıklattı yine.
"Kalk!" diye bağırdı. Harry onun mutfağa doğru yürüdüğünü duydu, sonra da fırının üstüne konulan tavanın sesini. Dönüp sırtüstü yattı, gördüğü düşü hatırlamaya çalıştı. Çok güzel bir düştü. Uçan bir motosiklet vardı düşte. Sanki aynı düşü daha önce de görmüş gibi garip bir duyguya kapıldı.
Teyzesi kapının önüne geldi yine.
"Daha kalkmadın mı?" diye seslendi.
"Kalkıyorum," dedi Harry.
"Hadi, kıpırdan artık. Pastırmalara göz kulak ol. Sakın yakayım deme, Duddy'nin doğum gününde her şey kusursuz olmalı.
Harry homurdandı.
Teyzesi, "Ne dedin sen?" diye seslendi kapının arkasından.
"Hiçbir şey, hiçbir şey..."
Dudley'nin doğum günü - nasıl olmuştu da unutmuştu? Ağır ağır yataktan çıktı Harry, çorap aramaya koyuldu. Yatağının altında bir çift buldu, teklerden birinin üstündeki örümceği çekip aldıktan sonra ayaklarına geçirdi. Örümceklere alışıktı, merdivenin altındaki dolap örümceklerle doluydu çünkü, kendisi de orada yatıyordu.
Giyinince hole inip mutfağa geçti. Masa, Dudley'nin doğum günü armağanlarından görünmüyordu sanki. Anlaşılan, istediği o yeni bilgisayara kavuşmuştu Dudley, ikinci televizyonla yarış bisikleti de cabası. Dudley'nin neden bir yarış bisikleti istediğine akıl erdiremiyordu Harry, Dudley çok şişmandı çünkü, bedenini çalıştırmaktan da nefret ederdi - tabii bir başkasını yumruklamak dışında. Dudley'nin en sevdiği kum torbası Harry'ydi, ama kovalarken onu bir türlü yakalayamazdı. Görünüşünden pek belli değildi, ama Harry çok hızlıydı.
Belki de karanlık bir dolapta yaşamakla ilgisi vardı bunun, ama Harry yaşına göre çok uf aktı, çok da cılızdı. Dudley'nin eski elbiselerini giymek zorunda kaldığı için, olduğundan da ufak ve cılız gösteriyordu; Dudley ise ondan yaklaşık dört kat iriydi. İncecik bir yüzü vardı Harry’nin, kemikleri fırlamış dizleri, siyah saçları, yemyeşil gözleri vardı. Taktığı yusyuvarlak gözlük dünyanın seloteyp’iyle tutturulmuştu, Dudley yumruğu hep burnuna yapıştırırdı çünkü. Harry'nin görünüşünde hoşuna giden tek şey, alnındaki şimşek biçimindeki yara iziydi. Kendini bildi bileli vardı bu; hatırlıyordu, Petunia Teyze'ye sorduğu ilk soru, bu izin nasıl olduğuydu.
"Annenle babanın öldüğü otomobil kazasında," demişti teyzesi. "Başka soru sorma."
Soru sorma - Dursley'lerle huzur içinde yaşamanın ilk kuralı buydu.
Harry pastırmaları çevirirken mutfağa Venon Enişte girdi.
Günaydın yerine, "Saçlarını tarasana!" diye kükredi.
Vernon Enişte haftada ortalama bir kere gazetesinin tepesinden bakıp Harry'nin berbere gitmesi gerektiğini söylerdi. Harry saçlarını sınıf arkadaşlarının toplamından daha sık kestiriyordu, ama fark etmiyordu, saçları boyuna büyüyordu işte, fışkrırcasına.
Dudley annesiyle mutfağa geldiğinde Harry tavada yumurta yapmaktaydı. Vernon Enişte'ye çok benziyordu Dudley. Kocaman, pembe bir yüzü vardı; boynu yok gibiydi; gözleri ufacıktı, suluydu, maviydi; sarı saçları tostoparlak kafasına yapışıyordu. Petunia Teyze onun bir bebek meleğe benzediğini söylerdi hep - Harry ise peruk takmış bir domuza benzediğini söylerdi.
Harry pastırmalı yumurta tabaklarım masaya koydu, pek yer olmadığı için güç bir şeydi bu. Bu arada Dudley armağanlarını sayıyordu. Suratı asıldı.
Annesiyle babasına bakarak, "Otuz altı," dedi. "Geçen yıldan iki eksik."
"Şekerim, Marge Hala'nın armağanını saymadın; bak, burada, annenle babanın koca armağanının altında."
Dudley, kıpkırmızı kesilerek, "Peki, otuz yedi öyleyse," dedi. Dudley kasırgasının yaklaşmakta olduğunu sezen Harry, ne olur ne olmaz, belki Dudley masayı devirir diye, kurt gibi pastırmaya saldırdı.
Petunia Teyze de tehlikeyi sezinlemişti besbelli, çabucak, "Bugün çıkınca sana iki armağan daha alacağız," diye atıldı. "Buna ne dersin, kuşum? iki armağan daha. Oldu mu?"
Bir an düşündü Dudley. Çetin bir soruydu bu. Sonunda, ağır ağır, "Öyleyse," dedi, "otuz... otuz..."
"Otuz dokuz, bir tanem," dedi Petunia Teyze.
"Haa." İskemlesine çöktü Dudley, en yakındaki pakete uzandı. "İyi öyleyse."
Vernon Enişte kıkırdadı.
"Küçük yumurcak parasının karşılığını istiyor, tıpkı babası gibi. Yaşa, Dudley!" Dudley'nin saçlarını karıştırdı.
Telefon çaldı o anda, Petunia Teyze açmaya gitti, Harry'yle Vernon Enişte de Dudley'nin yarış bisikleti, sinema kamerası, uzaktan kumandalı uçak, on altı yeni bilgisayar oyunu ve video paketlerini açmasını seyrettiler. Dudley tam altın saat paketini açıyordu ki, Petunia Teyze döndü telefondan, hem öfkeli, hem endişeliydi.
"Haberler kötü, Vernon," dedi. "Mrs Figg'in bacağı kırılmış. Onu alamıyor." Başıyla Harry'yi işaret etti.
Dudley'nin ağzı dehşetle açıldı, ama Harry'nin yüreği hopladı. Dudley'nin her doğum gününde annesiyle babası onunla bir arkadaşını gezmeye götürürlerdi, lunaparka, hamburgerciye ya da sinemaya. Her yıl da, iki sokak ötede oturan o deli kocakarıyla, Mrs Figg'le kalırdı Harry. Nefret ederdi oradan. Bütün ev lahana kokardı; Mrs Figg de gelmiş geçmiş ne kadar kedisi varsa, hepsinin fotoğrafını gösterirdi.
"Ne olacak şimdi?" dedi Petunia Teyze, bu işi sanki o tasarlamış gibi, öfkeyle Harry'ye baktı. Harry, Mrs Figg'in bacağının kırılmasına üzülmesi gerektiğini düşünüyordu, ama kolay değildi bu; öyle ya, Tibbles'ı, Snowy'yi, Mr Paws'u, Tufty'yi koskoca bir yıl görmeyecekti.
Vernon Enişte, "Marge'ı arasak," diye önerdi.
"Saçmalama, Vernon, nefret ediyor o çocuktan."
Dursley'ler Harry'den hep böyle söz ederlerdi, sanki kendisi orada yokmuş gibi - ya da söylenenlerin zaten farkına varamayacak iğrenç bir şeymiş, bir sümüklüböcekmiş gibi.
"Ya şeye ne dersin?.. Neydi adı, arkadaşın Yvonne?
Petunia Teyze, "Majorca'da tatilde," diye kestirip attı.
Harry umutla, "Beni burada da bırakabilirsiniz," diye söze karıştı (bir değişiklik olur, televizyonda istediğini seyreder, belki de Dudley'nin bilgisayarını karıştırabilirdi).
Petunia Teyze sanki bir limon yutmuş gibi baktı.
Homurdandı: "Dönüp de evi alt üst olmuş bulalım diye mi?"
"Evi yıkmam," dedi Harry, ama dinleyen yoktu ki.
Petunia Teyze, ağır ağır, "Onu da hayvanat bahçesine götürebiliriz," dedi, "... arabada kalır..."
"Araba yepyeni, tek başına bırakamayız..."
Dudley bağıra bağıra ağlamaya başladı. Pek ağladığı yoktu aslında, bunu yıllar önce bırakmıştı, ama suratını buruşturup inlerse, annesinden ne isterse alabileceğini biliyordu.
"Agucuk gugucuğum, ağlama, anneciğin o çocuğun en güzel gününü berbat ekmesine izin vermeyecek!" diye bağırdı Petunia Teyze, Dudley'ye sarıldı.
Dudley, yapmacık hıçkırıklarla sarsılarak, "Onun...gelmesini... is-is-istemiyorum!" diye bağırdı. "Her şeyin tadını ka-kaçırıyor hep!" Annesinin kollan arasındaki boşluktan Harry'ye pis pis sırıttı.
Ama o sırada kapı çalındı - "Aman, Tanrım, geldiler!" dedi Petunia Teyze çılgıncasına - bir an sonra da Dudley'nin en iyi arkadaşı Piers Polkiss, annesiyle girdi. Sıska bir çocuktu Piers, suratı sıçana benziyordu. Dudley'nin yumrukladığı çocukların ellerini arkalarından o tutardı genellikle. Dudley yapmacık ağlamasını hemen kesti.
Harry yarım saat sonra Dursley'lerin arabasının arka koltuğunda Piers ve Dudley'yle birlikte ömründe ilk kere hayvanat bahçesine giderken şansına inanamıyordu. Teyzesiyle eniştesi başka bir çare bulamamışlardı, ama yola çıkmadan önce Vernon Enişte, Harry'yi bir kenara çekmişti.
Kocaman mosmor suratım Harry'nin yüzüne yaklaştırarak, "Seni uyarıyorum," demişti, "bak, çocuk, seni şimdiden uyarıyorum - bir numara yapmaya kalkarsan, herhangi bir şey yaparsan - Noel'e kadar o dolabın içinde kalırsın."
"Ben bir şey yapmayacağım ki," demişti Harry, "yeminle..."
Ama Vernon Enişte inanmamıştı ona. Zaten kimse inanmıyordu.
Sorun Harry'nin bulunduğu yerlerde garip şeyler olmasından kaynaklanıyordu, Dursley'lere bu olaylarda kendisinin parmağı olmadığını söylemek boşunaydı.
Bir keresinde, Harry'nin berbere gittiği gibi gelmesinden bıkan Petunia Teyze, mutfaktaki makası alıp saçlarını kesmiş, onu damdazlak bırakmıştı, "o korkunç izi örtmek için" perçemine dokunmamıştı sadece. Dudley, Harry'yi Öyle gömünce gülmekten kırılmıştı; Harry'nin de ertesi gün okulu düşünmekten gözüne uyku girmemişti, zaten o çuval gibi pantolonuyla, seloteypli gözlüğüyle dalga geçen geçeneydi. Ama ertesi sabah kalkınca saçlarını Petunia Teyze kırkmadan nasılsa, öyle bulmuştu. Saçlarımı o kadar çabuk nasıl çıktığını açıklamasına olanak yoktu, ne söylediyse dinletememiş, bir hafta dolap cezasına çarptırılmıştı.
Bir başka keresinde, Poturda Teyze ona Dudley'nin berbat mı berbat eski bir kazağını (turuncu benekli, kahverengi) giydirmeye çalışıyordu. Kafasından geçirmeye zorladıkça, kazak küçüldükçe küçülüyordu, sonunda el kadar bir kuklanın giyebileceği kadar oldu, ama Harry'ye uyması olanaksızdı. Petunia Teyze, kazağın yıkarken çektiğine karar verdi, Harry de cezalandırılmadığı için derin bir soluk aldı.
Öte yandan, okul mutfaklarının damında yakalandığı için başı adamakıllı derde girmişti. Dudley'nin çetesi her zamanki gibi onu kovalamaktaydı, Harry kendini birdenbire bacanın üstünde otururken buluvermişti, başkaları gibi o da şaşırmıştı buna. Dursley'ler, okul müdiresinden, Harry'nin damlara tırmandığını bildiren pek öfkeli bir mektup almışlardı. Harry'nin bütün yapmaya çalıştığı (kilitli dolap kapısının arkasından Vernon Enişte'ye bağırarak söylediği gibi) mutfakların önündeki çöp bidonlarının üstünden atlamaktı. Tam atlarken rüzgârın onu kaldırıp uçurduğunu düşünüyordu Harry.
Ama bugün hiçbir terslik olmayacaktı. Günü okul, dolap ya da Mrs Figgs'in lahana kokan salonu dışında bir yerde geçirmek, Dudley ve Piers'la birlikte olmaya değerdi.
Vernon Enişte, arabayı kullanırken Petunia Teyze'ye boyuna yakınıyordu. Her şeyden yakınmak hoşuna giderdi; işçiler, Harry, kurul, Harry, banka ve Harry en çok yakındığı konulardan birkaçıydı. Bu sabah motosikletlerden yakınıyordu.
Yanlarından bir motosiklet hızla geçerken, "... genç serseriler, deli gibi sürüyorlar," dedi.
Ansızın hatırladı Harry. "Düşümde bir motosiklet gördüm," dedi. "Uçuyordu."
Vernon Enişte az kalsın önündeki arabaya toslayacaktı. Arkaya dönerek Harry'ye bağırdı, suratı bıyıklı dev bir pancara dönmüştü: "MOTOSİKLETLER UÇMAZ!"
Dudley ile Piers kıkırdadılar.
"Biliyorum uçmadıklarını," dedi Harry. "Sadece bir düştü bu."
Keşke bir şey söylemeseydim diye geçirdi içinden. Dursley'leri onun soru sormasından daha çok sinirlendiren bir şey varsa, o da herhangi bir şeyin olağandışı davranışlarıyla ilgili konuşmasıydı; konu ister düş, ister çizgi film olsun, fark etmezdi - böylece onun sakıncalı düşüncelere kapılabileceğini düşünüyorlardı herhalde.
Pırıl pırıl bir cumartesiydi, hayvanat bahçesi ailelerle doluydu. Dursley'ler Dudley ile Piers'a kocaman çikolatalı dondurmalar aldılar kapıda; ama çabuk davranıp hemen uzaklaşamadılar oradan, satıcı kadın Harry'ye ne istediğini sorduğu için, ona da ucuzundan bir limonlu almak zorunda kaldılar. Pek de fena değilmiş diye düşündü Harry, bir yandan dondurmasını yalıyor, bir yandan da kafasını kaşıyan, inanılmaz derecede Dudley'ye benzeyen bir gorili seyrediyordu, bir de sarışın olsaydı tamamdı.
Harry'nin uzun süredir geçirdiği en güzel sabahtı bu. Öğle yemeğine doğru hayvanlardan sıkılmaya başlayan Dudley ile Piers yine keyfe gelip kendisini yumruklayabilirler diye, Dursley'lerin biraz ötesinde yürümeye özen gösteriyordu. Hayvanat bahçesinin lokantasında yediler yemeklerini, Dudley dondurması yeteri kadar büyük değil diye kıyameti kopardı, Vernon Enişte bir dondurma daha getirtti ona, Harry'nin de kendi dondurmasını yemesine izin verildi.
Harry bütün bunların hayra alamet olmadığını sonradan anlayacaktı.
Yemekten sonra sürüngenler bölümüne gittiler. Burası serindi, karanlıktı, duvarlar boyunca aydınlatılmış cam kafesler sıralanmıştı. Camların arkasında her çeşit kertenkele, her çeşit yılan tahta parçalarının, taşların üstünde sürünüyor, kayıyordu. Dudley ile Piers büyük zehirli kobralarla insanları sararak öldüren koca pitonları görmek istediler. Dudley oradaki en büyük yılanı hemen buldu. O kadar iriydi ki yılan, Vernon Enişte'nin arabasını iki kere sarar, onu ezerek çöp bidonuna çevirebilirdi - ama pek havasında değildi o sırada. Aslında, mışıl mışıl uyuyordu.
Dudley burnunu cama dayamış, gözlerini parıldayan kahverengi pullara dikmişti.
"Kımıldat şunu," diye uludu babasına. Vernon Enişte cama vurdu, ama yılan kılını bile kıpırdatmadı.
"Bir daha," diye buyurdu Dudley. Vernon Enişte parmaklarıyla bir daha tıklattı camı, ama yılan uyumayı sürdürdü.
Dudley, "Çok sıkıcı," diye inledi. Aradan uzaklaştı.
Harry cam kafese yanaşıp uzun uzun baktı yılana. Yılan da sıkıntıdan ölmüşse, hiç şaşırmazdı doğrusu -gün boyunca parmaklarıyla camı tıklatarak kendisini tedirgin eden ahmak insanlardan başka kimsesi yoktu ki. Bir dolabı yatak odası olarak kullanmaktan beterdi bu, orada tek ziyaretçi seni uyandırmak için kapıyı yumruklayan Petunia Teyze'ydi gerçi, ama hiç olmazsa evin içinde dolaşabilirdin.
Yılan boncuk gözlerini açtı ansızın. Usulca, çok usulca başını kaldırdı, gözleri Harry'nin gözlerinin hizasına gelinceye kadar.
Göz kırptı.
Harry gözlerini dikti ona. Sonra, bir bakan var mı diye çevresine göz attı. Bakan yoktu. O da yılana baktı sonra, göz kırptı.
Yılan kafasını Vernon Enişte'yle Dudley'ye doğru uzattı, sonra gözlerini tavana dikti. Yine Harry'ye baktı,sonra; bakışından ne dediği açıkça belliydi: "Hep aynı”
Harry, "Biliyorum," diye mırıldandı camın arkasından, yılanın kendisini işitip işitmediğini bilemiyordu. "Gerçekten pek tatsız olmalı."
Yılan coşkuyla kafasını salladı.
"Sahi, nereden geliyorsun sen?" diye sordu Harry.
Yılan kuyruğunu cam kafesin yanındaki küçük yazıya doğru uzattı. Harry baktı.
Boa Yılanı, Brezilya.
"Güzel miydi orası?"
Boa yılanı kuyruğuyla yazıyı gösterdi yine, Harry okudu: Bu örnek, hayvanat bahçesinde yetiştirilmiştir. "Haa, anladım - demek Brezilya'da hiç bulunmadın?"
Yılan başını iki yana sallarken, Harry'nin arkasında kopan bir çığlık ikisini de havalara sıçrattı. "DUDLEY! MR DURSLEY! GELİN BAKIN ŞU YILANA! NELER YAPIYOR, INANAMAYACAKSINIZI"
Dudley, yalpalaya yalpalaya, olanca hızıyla geldi.
Harry'nin kaburgalarına bir yumruk indirerek, "Çekil yoldan," dedi. Hazırlıksız yakalanmıştı Harry, beton zemine kapaklandı. Daha sonra olanlar o kadar hızlı oldu ki, kimse nasıl olduğunu bile anlayamadı - Piers ile Dudley camın önünde duruyorlardı, bir anda dehşet çığlıkları ata ak arkaya sıçradılar.
Harry doğrulup yutkundu; boa yılanının içinde bulunduğu cam kafes yok olmuştu. Dev yılan çözülmüş, yerde sürünüyordu - sürüngenler bölümündeki insanlar çığlıklar atarak kapılara doğru koşmaya başladılar.
Yılan hızla yanından geçerken, Harry onun alçak sesle fısıldadığını duydu: "Geliyorum, Brezilya... Sssağol, amigo."
Sürüngenler bölümünün bekçisi dehşet içindeydi.
"Ama cam," diyordu durmadan, "cam nereye gitti?"
Hayvanat bahçesinin yöneticisi kendi elleriyle demli, bol şekerli bir çay verdi Petunia Teyze'ye, özür üstüne özür diledi. Piers ile Dudley boyuna abuk sabuk şeyler söylüyorlardı. Harry'nin gördüğü kadarıyla, yılan onların yanından geçerken topuklarına şakayla karışık şöyle bir hamle etmişti, o kadar, ama Vernon Enişte'nin arabasına bindiklerinde, Dudley yılanın bacağını koparmak üzere saldırdığını söylüyor, Piers da kendisini boğmaya çalıştığına yemin ediyordu. Ama Harry açısından en kötüsü, Piers'ın biraz yatışınca, "Harry onunla konuşuyordu, öyle değil mi, Harry?" demesi oldu.
Vernon Enişte, Harry'ye yüklenmek için Piers evden sağ salim çıkıncaya kadar bekledi. Öylesine öfkeliydi ki, konuşamıyordu bile. "Git - dolap - kal - yemek yok," demeyi başardı, sonra da bir koltuğa yığıldı, Petunia Teyze koşup ona koca bir kadeh konyak getirmek zorunda kaldı.
Çok daha sonra Harry karanlık dolabında yatmış, keşke bir saatim olsaydı diye düşünüyordu. Saatin kaç olduğunu bilmiyordu, Dursley'lerin uyuyup uyumadıklarından da emin değildi. Onlar uyumadan önce mutfağa süzülüp bir şeyler atıştırmayı göze alamazdı.
Yaklaşık on yıldır yaşıyordu Dursley'lerle, on berbat yıl, kendini bildi bileli, bebekliğinden, annesiyle babasının bir araba kazasında öldüklerinden beri. Annesiyle babası ölürken arabada olduğunu hatırlamıyordu. Bazen, dolaptaki o uzun saatler boyunca kafasını zorlarsa, garip bir görüntü canlanıyordu: göz kamaştıran yeşil bir ışığın çakışı, alnını yakan bir acı. Herhalde araba kazasıydı bu, ama o yeşil ışığın nereden geldiğini kestiremiyordu. Annesiyle babasını ise hiç hatırlamıyordu. Teyzesiyle eniştesi söz etmezlerdi onlardan, kendisinin soru sorması ise yasaklanmıştı. Evde fotoğrafları da yoktu.
Daha küçükken, bilmediği bir akrabasının gelip kendisini götürmesini düşlerdi Harry, ama böyle bir şey hiç olmadı; tek ailesi Dursley'lerdi. Yine de, sokaktaki yabancıların onu tanıdığını düşünürdü (belki de umardı). Çok garip yabancılardı bunlar. Bir keresinde Petunia Teyze ve Dudley'yle alışverişteyken, mor silindir şapkalı ufak tefek bir adam selam vermişti ona. Petunia Teyze, adamı tanıyıp tanımadığını sormuştu öfkeyle, sonra da hiçbir şey almadan onları dükkândan çıkarmıştı. Bir keresinde de, tepeden tırnağa yeşiller içinde uçuk bir ihtiyar kadının teki otobüste neşeyle el sallamıştı. Geçen gün sokakta upuzun mor bir palto giymiş saçsız bir adam elini sıkmış, sonra da tek söz söylemeden uzaklaşmıştı. Bütün bu insanlardaki en garip özellik, Harry onlara daha yakından bakmak istediği an hemen yok olmalarıydı.

GeCeLeR
12-10-2006, 01:19 AM
BÖLÜM 3 - Hiç Kimseden Mektuplar
Okulda kimsesi yoktu Harry'nin. Herkes, Dudley çetesinin çuval gibi eski elbiseler giyen, kırık gözlüklü şu tuhaf Harry Potter'dan hoşlanmadığını biliyor, kimse de Dudley çetesiyle ters düşmek istemiyordu.
Brezilyalı boa yılanının kaçışı, Harry'nin o güne kadarki en uzun cezaya çarptırılmasına yol açmıştı. Dolaptan yine çıkmasına izin verildiğinde, yaz tatili başlamış, Dudley yeni film kamerasını kırmış, uzaktan kumandalı uçağını parçalamış, yarış bisikletine bindiği ilk gün de Privet Drive'da koltuk değnekleriyle karşıdan karşıya geçen Mrs Figgs'e çarpmıştı.
Okulun sona erdiğine seviniyordu Harry, ama her gün hiç sektirmeden eve gelen Dudley çetesinden kurtulmak olanaksızdı. Piers da, Dennis de, Malcolm da, Gordon da iri ve ahmaktı, ama en irileri, en ahmakları Dudley olduğu için önder de oydu. Ötekiler, Dudley'nin en sevdiği spora, Harry-avına katılmaktan mutluluk duyuyorlardı.
İşte bu yüzden Harry çıkabildiği kadar çok çıkıyordu evden; dolaşıyor, bir umut ışığı olarak gördüğü tatil sonunu düşünüyordu. Eylül gelince ortaokula gidecekti, yaşamında ilk kere Dudley'yle olmayacaktı artık. Dudley, Vernon Enişte'nin eski okuluna, Smeltings'e yazılmıştı. Piers Polkiss de oraya gidecekti. Harry ise devlet okuluna, Stonewall High'a gidecekti. Bunun çok gülünç olduğunu düşünüyordu Dudley.
"Stonewall'da ilk gün adamın kafasını tuvalete sokuyorlar," dedi. "İstersen gel yukarı da bir deneyelim."
"İstemem, sağ ol," dedi Harry. "O zavallı tuvalete senin kafan kadar berbat bir şey girmemiştir - sokarsan içi bulanır." Sonra da, söylediklerini Dudley daha kavrayamadan tabanları yağladı.
Temmuzda bir gün, Petunia Teyze Smeltings forması almak için Dudley'yi Londra'ya götürdü, Harry'yi de Mrs Figgs'e bıraktı. Mrs Figgs her zamanki kadar kötü değildi. Anlaşıldığına göre, bacağını kedilerinden birine takılınca kırmıştı, bu yüzden de onlarla arayı bozmuştu. Harry'nin televizyon seyretmesine izin verdi, sanki birkaç yılın tadını taşıyan çikolatalı pastadan getirdi.
Dudley o akşam yeni formasını giyerek salonda aile için özel bir geçit töreni yaptı. Smeltingsli çocuklar, kestane kahverengisi frak, turuncu golf pantolonu, kayıkçı diye adlandırdıkları yassı hasır şapkalar giyerlerdi. Öğretmenler bakmadığı zaman birbirlerine vurmak için de başları topuzlu bastonlar taşırlardı. Daha sonraki yaşamları için iyi bir eğitimdi bu.
Vernon Enişte, yeni golf pantolonunun içindeki Dudley'ye bakarken, boğuk bir sesle, yaşamının en gurur duyduğu anım yaşadığını belirtti. Petunia Teyze gözyaşlarına boğuldu, karşısındakinin Tini Minicik Dudleycik olduğuna inanamadığını söyledi, ne kadar yakışıklıydı, ne kadar büyümüştü. Harry konuşmayı göze alamadı. Gülmemek için o kadar zorladı ki kendini, kaburga kemiklerimden ikisi herhalde çatlamıştır diye düşündü.
Harry ertesi sabah kahvaltı için gittiğinde mutfakta korkunç bir koku vardı. Koku, lavabonun içindeki madeni büyük bir leğenden geliyordu. Bakmaya gitti Harry. Leğen, gri bir suda yüzen, kirli paçavralara benzeyen şeylerle doluydu.
"Nedir bu?" diye sordu Petunia Teyze'ye. Soru sormaya kalktığı zaman teyzesinin dudakları nasıl kenetleniyorsa, yine öyle kenetlenmişti.
"Yeni okul forman," dedi Petunia Teyze.
Harry leğene baktı yine.
"Haa," dedi. "Bu kadar ıslatılması gerektiğini akıl edemedim."
"Saçmalama," diye patladı Petunia Teyze. "Dudley'nin eskilerini griye boyuyorum senin için. İşimi bitirince, ötekilerin formasına benzeyecek."
Bu konuda Harry'nin ciddi kuşkuları vardı, ama en iyisi tartışmamaktı. Masaya oturdu, Stonevvall High'da ilk gün neye benzeyeceğini düşünmeye koyuldu - buruşuk fil derisi giymiş gibi olacaktı herhalde.
Dudley ile Vernon Enişte, Harry'nin yeni formasından yayılan koku yüzünden burunlarını tutarak geldiler. Vernon Enişte, her zamanki gibi gazetesini açtı, Dudley de hep yanında taşıdığı Smeltings bastonunu masaya vurdu.
Mektup kutusunun açıldığını, paspasa mektupların düştüğünü duydular.
Vernon Enişte, gazetesinin arkasından, "Postayı getir, Dudley," dedi.
"Harry getirsin."
"Postayı getir, Harry."
"Dudley getirsin."
"Şuna Smeltings bastonunla bir vursana, Dudley."
Harry Smeltings bastonunu savuşturarak postayı almaya gitti. Üç şey duruyordu paspasta: Vernon Enişte'nin Wight adasında tatilini geçirmekte olan kız kardeşi Marge'dan bir kartpostal, faturaya benzer kahverengi bir zarf, bir de - Harry'ye bir mektup.
Harry mektubu aldı, gözlerini dikti ona, yüreği dev bir lastik bant gibi gerilmişti. Hiç kimse, yaşamı boyunca hiç, ama hiç kimse mektup yazmamıştı ona. Kim yazardı zaten? Arkadaşı da yoktu, başka akrabası da - üye olmadığı için, kitapları geri götürmesi konusunda kitaplıktan sert notlar da almıyordu. Ama işte, bir mektup vardı elinde, adres o kadar açıktı ki, bir yanlışlık söz konusu olamazdı:
Mr H. Potter
Merdiven altındaki Dolap
4 Privet Drive
Little Whinging
Surrey *
Sarımsı parşömenden yapılmış zarf kalındı, ağırdı, adres zümrüt yeşili mürekkeple yazılmıştı. Pul yoktu. Harry, elleri titreyerek zarfı çevirince mor balmumundan bir mühür gördü; bir arma - koca bir "H" harfinin çevresinde bir aslan, bir kartal, bir porsuk, bir de yılan.
Mutfaktan, "Hadisene, çocuk!" diye bağırdı Vernon Enişte. "Ne yapıyorsun, zarflarda bomba mı arıyorsun?" Kendi esprisine kıkırdadı.
Harry mutfağa döndü, mektuba bakıyordu hâlâ. Vernon Enişte'ye faturayla kartpostalı uzattı, oturup sarı zarfı ağır ağır açmaya koyuldu.
Vernon Enişte yırtarak açtı faturayı, nefretle homurdandı, kartpostalın arkasına baktı.
Petunia Teyze'ye, "Marge hastalanmış," diye bilgi verdi. "Tuhaf bir deniz kabuklusu yemiş..."
Dudley, "Baba!" diye seslendi ansızın. "Baba, Harry'nin elinde bir şey var!"
Harry, zarfla aynı ağırlıktaki parşömene yazılmış mektubunu açmak üzereydi ki, Vernon Enişte kâğıdı elinden kapıverdi.
Onu geri almaya çalışarak, "Benim o!" diye bağırdı Harry.
"Sana kim yazar ki?" diye burun kıvırdı Vernon Enişte, silkeleyerek tek eliyle açtı mektubu, okumaya başladı. Yüzü trafik ışıklarından daha hızlı bir biçimde kırmızıdan yeşile donuverdi. O kadarla da kalmadı. Birkaç saniye içinde bayatlamış yulaf ezmesinin gri beyazı oldu.
"P-P-Petunia!" diye kekeledi.
Dudley, okumak için mektubu kapmaya çalıştı, ama Vernon Enişte onu uzanamayacağı kadar yüksekte tutuyordu. Petunia Teyze merakla aldı mektubu, ilk satırı okudu. Bir an bayılacakmış gibi oldu. Elini boğazına götürüp hırıltılı bir ses çıkardı.
"Vernon! Aman Tanrım - Vernon!"
Gözlerini birbirlerine diktiler, Harry ile Dudley'nin odada olduklarını unutmuşlardı sanki. Dudley böyle hiçe sayılmaya alışık değildi. Smeltings bastonunu babasının kafasına tıklattı.
Yüksek sesle, "Mektubu okumak istiyorum," dedi.
Harry, "Asıl ben okumak istiyorum," dedi öfkeyle, "bana yazılmış çünkü."
Vernon Enişte, mektubu zarfına koyarak, "Dışarı, ikiniz de dışarı," diye hırıldadı.
Harry kıpırdamadı.
"MEKTUBUMU İSTİYORUM!" diye bağırdı.
Dudley, "Ben göreceğim!" diye buyurdu.
"DIŞARI!" diye kükredi Vernon Enişte, Harry ile Dudley'yi enselerinden tutup hole attı, mutfak kapısını da çarparak arkalarından kapadı. Harry ile Dudley, anahtar deliğinden kimin kulak kabartacağı konusunda korkunç, ama sessiz bir kavgaya tutuştular hemen; Dudley kazandı, Harry de, gözlüğü bir kulağından sarkmış, kapıyla yer arasındaki aralıktan içeriyi dinlemek için karnının üstüne uzandı.
Petunia Teyze, titrek bir sesle, "Vernon," diyordu, "şu adrese bak - nerede yattığını nasıl bilebilirler? Evi mi gözetliyorlar dersin?"
Vernon Enişte, aklı başından gitmiş, "Gözetliyorlardır - araştırıyorlardı - belki bizi izliyorlardır," diye mırıldandı.
"Ne yapmamız gerekiyor, Vernon? Yanıt verelim mi? Onlara yazıp istemediğimizi"
Harry, Vernon Enişte'nin parlak siyah ayakkabılarının mutfağı arşınladığım görebiliyordu.
Sonunda, "Hayır," dedi Vernon Enişte. "Hayır, umursamayacağız. Yanıt alamazlarsa... evet, en iyisi bu... hiçbir şey yapmayacağız..."
"Ama -"
"Böyle bir şey istemiyorum evde, Petunia! Onu aldığımızda yemin etmedik mi, böyle tehlikeli saçmalıklardan uzak duracağız diye?"
O akşam işten gelince, daha önce hiç yapmadığı bir şey yaptı Vernon Enişte; Harry'yi dolabında ziyaret etti.
Vernon Enişte, kapıdan bin güçlükle geçer geçmez, "Mektubum nerede?" dedi Harry. "Kim yazmış?"
"Hiç kimse. Yanlışlıkla sana yollanmış," diye kestirip attı Vernon Enişte. "Yaktım."
Harry öfkeyle, "Yanlışlık yoktu," dedi. "Benim dolabım bile yazılıydı üstünde."
"KES!" diye bağırdı Vernon Enişte, tavandan birkaç örümcek düştü. Derin derin soluk aldı, yüzüne bir gülücük yerleştirmeye çalıştı, herhalde çok acı duyuyordu bundan.
"Şey - evet, Harry - şu dolap. Teyzenle ben düşünüyorduk da... artık içine sığmayacak kadar büyüdün... Dudleynin ikinci yatak odasına taşınsan fena olmayacak."
"Neden?" dedi Harry.
Eniştesi, "Soru sorma!" diye kestirip attı. "Şu eşyalarını yukarı götür, hemen."
Dursley'lerin evinde dört yatak odası vardı: biri Vernon Enişte'yle Petunia Teyze'nin, biri konuklar (genellikle Vernon Enişte'nin kardeşi Marge) için, biri Dudley'nin yattığı, biri de Dudley'nin ilk yatak odasına sığmayan oyuncaklarını, eşyalarını koyduğu oda. Harry'nin, nesi var nesi yoksa dolaptan bu odaya taşıması için tek sefer yetti. Yatağa oturdu Harry, çevresine bakındı. Buradaki aşağı yukarı her şey kırılmıştı. Bir aylık kamera, Dudley'nin bir zamanlar komşu köpeği ezdiği küçük tankın üstündeydi; köşede ilk televizyonu duruyordu Dudley'nin, en sevdiği program yayınlanmayınca bir tekmeyle parçalamıştı onu; koca bir kuş kafesi vardı, Dudley içindeki papağanı okula götürüp bir havalı tüfekle değiş tokuş etmişti, tüfek raftaydı, ucu, Dudley üstüne oturduğu için, eğrilmişti. Öteki raflar kitap doluydu. Odada dokunulmamışa tek benzeyen şeyler onlardı.
Aşağıdan Dudley'nin annesine bağıran sesi geliyordu: "Onu orada istemiyorum... o oda bana gerekli... çıkarın onu..."
Harry iç çekip yatağa uzandı. Daha dün, burada olmak için neler vermezdi. Bugün ise burada olmaktansa, o mektupla dolabında olmayı yeğ tutardı.
Ertesi sabah kahvaltıda herkes oldukça sessizdi. Dudley şoktaydı. Çığlıklar atmış, babasına Smeltings bastonuyla vurmuş, kendini zorlayarak kusmuş, annesini tekmelemiş, kaplumbağasını seraya fırlatmış, ama odasını geri alamamıştı. Harry dün bu zamanlan düşünüyordu, keşke mektubu holde açmış olsaydı. Vernon Enişte ile Petunia Teyze düşünceli düşünceli birbirlerine göz atıyorlardı.
Posta geldiğinde, Harry'ye iyi davranmaya çalışan Vernon Enişte, mektupları almaya Dudley'yi yolladı. Holden geçerken Smeltings bastonunu her şeye indirdi Dudley. Sonra bağırdı: "Bir tane daha! Mr H. Potter, En Küçük Yatak Odası, 4 Privet Drive -"
Sanki boğazlanıyormuş gibi bir çığlık attı Vernon Enişte, yerinden fırlayıp hole koştu, Harry de peşinden. Vernon Enişte mektubu alabilmek için Dudley'le güreşip onu yere yatırmak zorunda kaldı, doğrusu biraz güç oldu bu, çünkü Harry de Vernon Enişte'nin arkasına dolanıp boğazına sarılmıştı. Bir dakika kadar süren, herkesin Smeltings bastonundan nasibini aldığı o kör-dövüşü sonunda, Vernon Enişte soluk soluğa doğruldu, elinde Harry'nin mektubu vardı.
Harry'ye, "Doğru dolaba - yani, yatak odana," diye gürledi. "Dudley - git - sadece git."
Harry yeni odasını arşınladı da arşınladı. Dolaptan taşındığını biliyordu birileri, ilk mektubu almadığını da biliyorlardı sanki. Öyleyse bir daha denerlerdi mutlaka. Bu keresinde başarıya ulaşılmalıydı artık. Bir plan yaptı.
Onarılmış çalar saat ertesi sabah altıda çaldı. Harry hemen kapattı onu, sessizce giyindi. Dursleyleri uyandırmamalıydı. Işıkların hiçbirini yakmadan aşağı süzüldü.
Postacıyı Privet Drive'ın köşesinde bekleyecek, dört numaranın mektuplarını alacaktı önce. Karanlık holde usulca ön kapıya doğru yürürken yüreği gümbürdüyordu.
"AAAAAHHHHH!"
Havaya sıçradı Harry - paspasta kocaman, yumuşak bir şeye basmıştı - canlı bir şeye!
Yukarıda ışıklar yandı, Harry o kocaman yumuşak şeyin eniştesinin yüzü olduğunu fark etti dehşetle. Vernon Enişte, sokak kapısının dibinde, bir uyku tulumunda yatıyordu - besbelli Harry'nin kafasından geçeni yapmasına engel olmak için. Yarım saat kadar bağırdı Harry'ye, sonra da gidip çay yapmasını söyledi. Harry, süngüsü düşük, mutfağa gitti, döndüğünde posta gelmişti, Vernon Enişte'nin kucağında duruyordu. Harry, yeşil mürekkeple yazılmış üç zarf gördü.
"Bana verin -" diye söze başladı, ama Vernon Enişte onun gözleri önünde mektupları yırttı, paramparça etti.
Vernon Enişte o gün işe gitmedi. Evde kalıp posta kutusunu çiviledi.
Ağzı çivi dolu, "Anlıyorsun ya," diye açıklama yaptı Petunia Teyze'ye, "mektupları yerine ulaştıramazlarsa, bu işten vazgeçerler."
"Bunun işe yarayacağını pek sanmıyorum, Vernon."
Vernon Enişte, "Bu insanların kafası garip biçimde çalışır, Petunia; sana bana benzemezler," dedi; bu arada, Petunia Teyze'nin getirdiği bir dilim meyveli pastayla çivi çakmaya çalışıyordu.
Cuma günü on iki mektup geldi Harry'ye. Posta kutusundan geçmedikleri için, kapının altından atılmış, kenarlanndan itilmiş, birkaçı da alt kattaki tuvaletin penceresinden tıkıştırılmıştı.
Vernon Enişte evde kaldı yine. Bütün mektupları yaktıktan sonra eline bir çekiç aldı, kimse dışarı çıkamasın diye ön kapıyı da, arka kapıyı da tahtalarla bir güzel çiviledi. Çalışırken "Tiptoe through the Tulips'i mırıldanıyor, en ufak bir gürültüde yerinden hopluyordu.
Cumartesi işler çığırından çıkmaya başladı. Harry'ye yazılmış yirmi dört mektup sızdı evin içine; bunlar, kıvrılarak, şaşkın sütçünün salon penceresinden Petunia Teyze'ye uzattığı iki düzme yumurtanın içlerine tek tek yerleştirilmişti Vernon Enişte postaneyle mandıraya zehir zemberek telefonlar edip dert anlatacak bir yetkili bulmaya çalışırken, Petunia Teyze mektupları mikserde bir güzel parçaladı.
Dudley, Harry'ye, "Seninle konuşmak için kim böyle yırtınır ki"' diye sordu şaşkınlıkla.
Pazar sabahı, Vernon Enişte kahvaltı masasına oturduğunda yorgun, biraz da hasta görünüyordu, ama mutluydu.
Gazetelerine marmelat bulaştırırken, mutluluk içinde, "Pazarları posta gelmez," diye hatırlattı ötekilere, "bugün kahrolası mektuplar yok -"
O anda bir şey vınlayarak indi mutfak bacasından, Vernon Enişte'nin ensesine kondu. Hemen arkasından, şömineden otuz kırk kadar mektup kurşun gibi yağdı. Dursley'ler kaçacak delik aradılar, ama Harry mektuplardan birini yakalamak için sıçradı -
"Dışarı! DIŞARI!"
Vernon Enişte, Harryy'i belinden kavrayıp hole attı. Petunia Teyze'yle Dudley de kollarım yüzlerine siper edip dışarı fırladıktan sonra Vernon Enişte kapıyı çarparak kapadı. Odaya hâlâ mektup yağdığı duyuluyordu dışarıdan; duvarlara, yere boyuna mektuplar çarpıyordu.
"Yetti artık," dedi Vernon Enişte, konuşurken sakin olmaya çalışıyor, ama bir yandan da bıyığını yoluyordu. "Hepiniz beş dakika içinde burada olacaksınız, derlenip toparlanın. Gidiyoruz. Bir iki elbise alın sadece. Tartışma istemiyorum!"
Yarım bıyıkla öylesine tehlikeli biri gibi duruyordu ki, kimse ağzını açmayı göze alamadı. On dakika sonra tahtalarla çivilenip kapatılmış kapıların dışında, arabadaydılar, otoyola ilerliyorlardı hızla. Dudley arka koltukta burnunu çekip duruyordu; televizyonunu, videosunu ve bilgisayarını spor çantasına tıkıştırırken babası onu görmüş, kendilerini beklettiği için de kafasına yumruğu indirmişti.
Uzaklaştılar. Uzaklaştıkça uzaklaştılar. Petunia Teyze bile nereye gittiklerini sormaya cesaret edemiyordu. Vernon Enişte arada bir direksiyonu kırıyor, bir sure ters yönde ilerliyordu.
Ne zaman bunu yapsa, "Savuştur şunları... savuştur şunları," diye mırıldanıyordu.
Bütün gün ne yemek ne içmek için durdular. Gece çöktüğünde Dudley ulumaktaydı artık. Kendim bildi bileli böyle berbat bir gün geçirmemişti. Karnı acıkmıştı, görmek istediği beş televizyon programını kaçırmıştı, üstelik bilgisayarında hiç uzaylı öldürmeden bu kadar uzun süre geçirmemişti.
Vernon Enişte, sonunda büyük bir kentin dışlarında kasvetli bir otelin önünde durdu. Dudley ile Harry nemli çarşaflan küf kokan çift yataklı bir odayı paylaştılar. Dudley horul horul uyudu, ama gözünü bile kırpmadı Harry, pencerenin kenarına oturup geçen arabaların ışıklarına baktı, uzun uzun düşündü...
Ertesi sabah kahvaltıda bayat mısır gevreğiyle kızarmış ekmek üstünde buz gibi konserve domates yediler. Tam kahvaltıyı bitirmişlerdi ki, otel sahibesi geldi masalarına.
"Özür dilerim, içinizde Mr H. Potter var mı? Bunlardan aşağı yukarı yüz tane geldi, hepsi resepsiyonda."
Bir mektup uzattı, yeşil mürekkeple yazılmış adresi okudular:
Mr H. Potter Oda 17 Railviezv Oteli Cokezvorth
Harry mektubu kapmak için uzandı, ama Vernon Enişte elini itti onun. Kadın şaşkınlıkla baktı.
Hemen ayağa fırladı Vernon Enişte, "Ben alırım onları," dedi, kadım izleyerek yemek odasından çıktı.
Saatler sonra, Petunia Teyze, çekinerek, "Eve gitsek daha iyi olmaz mı, sevgilim?" önerisinde bulundu, ama Vernon Enişte onu duymamışa benziyordu. Tam ne aradığını kimse bilmiyordu. Bir ormanın ortasına götürdü onları, çıktı, çevresine bakındı, başını salladı, arabaya girdi, yola koyuldular yine. Aynı şey sürülmüş bir tarlanın ortasında, bir asma köprünün yarısında, çok katlı bir otoparkın tepesinde de oldu.
O gün öğleden sonra, Petunia Teyze'ye, sıkıntılı sıkıntılı, "Babam çıldırdı, öyle değil mi?" diye sordu Dudley. Vernon Enişte arabayı kıyıya çekmiş, hepsini içeriye kilitlemiş, ortadan yok olmuştu.
Yağmur dindi. Koca koca damlalar düşüyordu arabanın üstüne. Dudley zırlamaya başladı.
"Bugün pazartesi," dedi annesine. "Akşama Büyük Humberto var. Televizyonlu bir yerde kalmak istiyorum."
Pazartesi. Bu bir şey hatırlattı Harry'ye. Bugün pazartesiyse -televizyondan ötürü gün saymakta güvenilir biriydi Dudley- yarın salıydı, Harry’nin on birinci doğum günü. Tabii pek de eğlenceli geçmezdi onun doğum günleri - geçen yıl armağan olarak Dursley'ler bir elbise askısıyla Vernon Enişte'nin bir çift eski çorabını vermişlerdi ona. Yine de insan her gün on birine basmazdı ki.
Vernon Enişte döndü, gülümsüyordu. İnce uzun bir paket vardı elinde, Petunia Teyze ne aldığını sorunca da yanıt vermedi.
"Uygun yeri bulduk!" dedi. "Hadi! Herkes dışarı!"
Arabanın dışı çok soğuktu. Vernon Enişte denize uzanan kocaman kaya gibi bir şeyi gösteriyordu. Kayanın tepesine de insanın hayal bile edemeyeceği kadar berbat bir baraka yerleştirilmişti. Orada televizyon olmadığı kesindi.
Vernon Enişte, neşeyle ellerini çırparak, "Bu gece fırtına çıkacakmış!" dedi. "Bu bey de incelik gösterip kayığını ödünç vermeye razı oldu."
Sallana sallana dişsiz bir ihtiyar geldi yanlarına, azıcık dalgasını geçermiş gibi sırıtarak, aşağılarda de-mir-grisi suda yalpalayıp duran eski bir kayığı gösterdi.
"Yetecek kadar erzak aldım," dedi Vernon Enişte, "hadi bakalım, doğru tekneye!"
Kayık buz gibiydi. Enselerinden soğuk köpükler ve yağmur giriyor, yüzlerine iliklere işleyen bir rüzgâr çarpıyordu. Kayaya vardıklarında aradan saatler geçmişti sanki, Vernon Enişte tökezleyip kayarak kırık dökük kulübeye götürdü onları.
İçerisi korkunçtu; yosun kokusu sarmıştı her yanı, rüzgâr tahta duvarlar arasındaki boşluklardan vızıldıyordu; şömine ıslaktı, boştu. Sadece iki oda vardı.
Vernon Enişte'nin erzakı çıka çıka adam başına birer paket gevrekle dört muz çıktı. Ateş yakmaya çalıştı Vernon Enişte, ama boş gevrek paketleri sadece tütüp büzülüverdi.
"Şimdi o mektuplar olmalıydı ki!" dedi neşeyle.
Keyfi pek yerindeydi. Besbelli, bu fırtınalı havada kimsenin kalkıp da oraya mektup getirebileceğini sanmıyordu. Harry de öyle düşünüyordu, ama hiç de hoşuna gitmiyordu bu.
Gece çöktü, beklenen fırtına patladı. Dev dalgaların köpükleri kulübenin duvarlarını sırılsıklam etti, azgın rüzgâr köhne pencereleri sarsmaya başladı. Petunia Teyze ikinci odada birkaç küflü battaniye bulmuştu, güvelerin kemirdiği kanepede Dudley'ye yatak yaptı. Vernon Enişte'yle yandaki eğri büğrü yatağa gittiler, Harry de yerin en yumuşak yerini bulup en ince, en eski battaniyenin altına büzülmeye bırakıldı.
Gece ilerledikçe fırtına da azıyor, kuduruyordu. Harry'nin gözü uyku tutmuyordu. Titriyordu Harry, yerine daha rahat yerleşmeye çalışıyordu; karnı da açlıktan gurulduyordu. Gece yarısına doğru başlayan gök gürültüleri, Dudley'nin horultusunu bastırdı. Dudley'nin kanepenin yanından sarkan tombul bileğindeki saatin ışıklı kadranı, on dakika sonra on bir yaşma basacağım söyledi Harry'ye. Yattığı yerde, doğum gününün tiktaklarla yaklaşmasını seyrederken, Dursley'lerin bunu hatırlayıp hatırlamayacaklarını düşündü Harry, bir de o mektupları yazanın şimdi nerede olduğunu.
Beş dakika sonra tamam. Dışarıda bir çatırtı duydu Harry. Çatı mı çöküyordu acaba? Çökse azıcık ısınırdı. Dört dakika kaldı. Belki de Privet Drive'daki ev mektuplarla dolmuştu, döndüklerinde ne yapar eder, birini yürütürdü.
Üç dakika kaldı. Kayaya böyle vuran, deniz miydi? Ya (iki dakika kaldı) o tuhaf gıcırtı da neydi öyle? Kaya parçalanıp denize mi gömülüyordu?
Bir dakika sonra on birine basacaktı. Otuz saniye... yirmi... on - dokuz - Dudley'yi uyandırsa mıydı acaba, keyfini kaçırmak için - üç - iki - bir -
BUMM.
Kulübe tepeden tırnağa sarsıldı, Harry doğrulup kapıya dikti gözlerini. Biri vardı dışarıda, girmek için kapıya vuruyordu.

GeCeLeR
12-10-2006, 01:20 AM
BÖLÜM 4 - Anahtarların Bekçisi

BUMM. Yine vurdular kapıya. Dudley sıçrayarak uyandı.
Şapşal şapşal, 'Top mu atıyorlar?" diye sordu.
Arkalarında bir çatırtı oldu, Vernon Enişte odaya daldı. Bir tüfek vardı elinde - getirdiği o ince uzun paketin içinde ne olduğunu da böylece öğrenmiş oldular.
"Kim var orada?" diye bağırdı. "Uyarıyorum seni -silahım var!"
Bir sessizlik oldu. Sonra -
KÜÜT!
Öylesine hızla vuruldu ki kapı, menteşelerinden sökülüp kulakları sağır edici bir gümbürtüyle yere düştü.
İnsan azmanı dev gibi biri duruyordu kapıda. Yüzü yeleye benzer uzun saçlarıyla, sarmaş dolaş sakalıyla neredeyse bütün bütüne örtülmüştü; o kadar saç sakalın arasından siyah böcekler gibi parıldayan gözleri görülebiliyordu sadece.
Dev bin güçlükle kulübeye girdi, eğilince bile kafası tavana değiyordu. Çömeldi, kapıyı alıp kolayca yerine taktı. Dışarıda fırtınanın sesi biraz kesilmişti. Dönüp odadakilere baktı teker teker.
"Şimdi bir fincan çay olaydı, ha? Bu yolculuk beni duman etti..."
Dudley'nin korkudan donakaldığı kanepeye doğru yürüdü.
"Toparlan azıcık, yağ tulumu," dedi yabancı.
Dudley inleyerek koştu, annesinin arkasına saklandı; annesi de, dehşet içinde çömelmiş, Vernon Enişte'nin arkasına geçmişti.
"Haa, işte Harry!" dedi dev.
Harry başını kaldırıp yırtıcı, yabani, karanlık yüzüne baktı onun, böceğe benzer gözlerin keyifle ışıdığını gördü.
"Seni son gördüğümde minicik bir bebektin," dedi dev. "Babana benziyorsun tıpkı, ama gözlerini annenden almışın."
Vernon Enişte hışırtıya benzer garip bir ses çıkardı.
"Hemen buradan gitmenizi istiyorum, efendim!" dedi. "Her şeyi kırıp döküyorsunuz!"
"Off, kapa çeneni, Dursley, koca muşmula," dedi dev. Kanepenin arkasına uzandı, tüfeği Vernon Enişte'nin elinden aldı, sanki lastikten yapılmış gibi kolayca büküverdi onu, odanın bir köşesine fırlatıp attı.
Vernon Enişte garip bir ses daha çıkardı, kuyruğuna basılmış bir fare gibi.
Sırtım Dursley'lere dönerek, "Neyse - Harry," dedi dev, "doğum günün kutlu olsun. Bir şey getirdim belki üstüne oturmuşumdur, ama nasıl olsa tadı değişmemiştir."
Siyah paltosunun iç cebinden hafifçe ezilmiş bir kutu çıkardı. Harry titreyen parmaklarla açtı onu. içinde kocaman, yapış yapış çikolatalı bir pasta vardı, üstüne de yeşil kremayla Mutlu Yıllar Harry yazılmıştı.
Harry başını kaldırıp deve baktı. Teşekkür ederim demek istiyordu, ama kelimeler boğazında bir yerlerde kayıplara karışmıştı sanki, onun yerine, "Sen kimsin?" dedi.
Dev kıkırdadı.
"Doğru, kendimi tanıtmadım. Ben Rubeus Hagrid. Hogwarts'ta Anahtarların ve Toprakların Bekçisi."
İnanılmaz büyüklükte elini uzattı, Harry'nin bütün kolunu sıktı.
Ellerini ovuşturarak, "Eh," dedi, "çaya gelmedi mi sıra? Şu anda çayın yerini başka bir şey tutamaz."
Büzüşmüş gevrek paketlerinin durduğu ocağa ilişti gözleri, burnunu çekerek homurdandı. Şömineye eğildi; ne yaptığını göremiyorlardı onun, ama bir saniye sonra geri çekildi dev, ocakta gürül gürül alevler yükseldi. Islak kulübeyi titrek bir ışık doldurdu; Harry, sanki sıcak bir banyoya girmiş gibi, tepeden tırnağa ısınıverdi.
Dev, ağırlığı altında ezilen kanepeye oturdu yeniden, paltosunun cebinden bin bir türlü şey çıkarmaya başladı: bakır bir güğüm, bir paket ezilmiş sosis, bir maşa, bir çaydanlık, kenarları kırık birkaç bardak, çay yapmaya başlamadan önce bir fırt çektiği kehribar rengi sıvıyla dolu bir şişe. Kısa sürede kulübe sosis cızırtısıyla, kokusuyla doldu. Kimse ağzını açmadı dev çalışırken, ama tombul, yağlı, hafifçe yanmış ilk altı sosisi maşayla alırken, Dudley şöyle bir kıpırdadı. Vernon Enişte, "Vereceği hiçbir şeye elini bile sürmeyeceksin, Dudley," dedi sert sert.
Dev belli belirsiz kıkırdadı.
"Zaten o pasta göbekli oğlun şişeceği kadar şişmiş, Dursley, kafanı takma."
Harry'ye uzattı sosisleri; Harry öylesine açtı ki, daha önce ağzına bu kadar lezzetli bir şey koymamış gibi geldi ona; yine de gözlerini devden ayıramıyordu. Sonunda baktı ki, kimsenin bir şey söylediği yok, "Özür dilerim, ama gerçekten kim olduğunuzu hâlâ bilmiyorum," dedi.
Dev, çaydan bir yudum alıp elinin tersiyle ağzını sildi.
"Hagrid de bana, herkes öyle der. Söyledimdi ya, Hogwarts Anahtarlarının Bekçisiyim. Hogwarts'ı biliyorsun elbet."
"Şey - hayır," dedi Harry.
Hagrid şaşakaldı.
Hemen, "Özür dilerim," dedi Harry.
"Özür mü dilersin?" diye kükredi Hagrid, gölgelere büzülmüş Dursley'lere dikti gözlerini. "Asıl onlar özür dilesin! Mektuplarının eline geçmediğini biliyordum, ama Hogwarts'ı bilmediğin aklımın ucundan bile geçmediydi! Annenle babanın her şeyi nerede öğrendiğini hiç düşünmedi miydin?"
"Nasıl her şeyi?" diye sordu Harry.
"NASIL HER ŞEYİ Mİ?" diye gürledi dev. "Dur bir dakika!"
Ayağa fırladı. O öfkeli haliyle bütün kulübeyi kaplamış gibiydi. Dursley'ler duvar dibine sinmişlerdi korkuyla.
Dev, "Yani siz şimdi," diye kükredi, "bu çocuğun -bu çocuğun! - hiçbir şey bilmediğini mi söylüyorsunuz - HİÇBİR ŞEY?"
Harry ipin ucunun biraz kaçtığını düşündü. Ne de olsa okula gidiyordu, notlan da hiç fena sayılmazdı.
"Birtakım şeyleri biliyorum," dedi. "Toplama çıkarma gibi şeyleri pekâlâ yapabilirim."
Ama Hagrid elini şöyle bir salladı havada, "Bizim dünyamız hakkında yani," dedi. "Senin dünyan. Benim dünyam. Ana-babanın dünyası."
"Ne dünyası?"
Hagrid patlamak üzereydi sanki.
"DURSLEY!" diye gürledi.
Bembeyaz kesilmiş Vernon Enişte, "Şey... mey" gibisinden bir şeyler mırıldandı. Harry'ye şaşkınlıkla baktı Hagrid.
"Ana babanı biliyorsundur elbet," dedi. "Ünlü kişiler onlar. Sen de ünlüsün."
"Ne? Annemle - annemle babam ünlü müydü yani?"
"Bildiğin yok... bildiğin yok..." Hagrid deli deli bakışlarını Harry'ye dikti, parmaklarını saçlarından geçirdi.
"Kim olduğunu bilmiyor musun?" dedi sonunda.
Vernon Enişte sesine kavuştu birdenbire.
"Dur!" diye buyurdu. "Dur bakalım efendi! Çocuğa bir şey söylemeni yasaklıyorum!"
Vernon Dursley'den daha yüreklisi bile, Hagrid'in kendisine bakışından tir tir titrerdi; Hagrid konuştuğunda, söylediğinin her hecesi öfkeyle zangırdıyordu.
"Demek hiç söylemediniz ona? Dumbledore'un bıraktığı mektupta yazılanları anlatmadınız? Oradaydım ben! Dumbledore'un bıraktığını kendi gözlerimle gördüm, Dursley! Demek bunca yıl ondan sakladınız?"
Harry, "Ne sakladılar benden?" diye sordu merakla.
Vernon Enişte, telaşla, "DUR! YASAKLIYORUM SANA!" diye bağırdı.
Petunia Teyze'nin korkudan nefesi tıkandı.
"Ne halt ederseniz edin, ikiniz de," dedi Hagrid. "Harry - sen bir büyücüsün."
Kulübeye sessizlik çöktü. Sadece uğuldayan rüzgârla denizin sesi duyuluyordu şimdi. Soluğunu tutarak, "Neyim?" dedi Harry.
Hagrid, artık daha da çöken, daha da inildeyen kanepeye oturarak, "Büyücüsün elbet," dedi, "azıcık eğitilirsen hem de kralı olursun. Öyle bir ana baba her çocuğa nasip olmaz! Eh, artık şu mektubunu okumanın vakti geldi."
Harry sarımsı zarfı almak için elini uzatabildi sonunda; üstünde zümrüt yeşili mürekkeple Mr H. Potter, Giriş Katı, Kayalar üstündeki Kulübe, Deniz yazılıydı. Mektubu çıkarıp okudu:
HOGWARTS CADILIK VE BÜYÜCÜLÜK OKULU
Müdür: Albus Dumbledore
'Merlin Nişanı, Büyük Usta, Yüksek Cadı, Baş Sihirbaz, Yüce Başbuğ, Uluslararası Büyücüler Konfed.
Sayın Mr Potter,
Hogvarts Cadılık ve Büyücülük Okulu'nda yerinizin ayrılmış olduğunu size bildirmekten mutluluk duymaktayız. Gerekli kitap ve gereçlerin listesi ilişikte sunulmuştur.
Ders yılı ı Eylülde başlamaktadır. Baykuşunuzu 31 Temmuz'dan önce göndermenizi dileriz.
Sevgilerimizle,
Minerva McGonagall Müdür Yardımcısı
Harry'nin kafasında havai fişekler gibi patlamaya başladı sorular; önce hangisini soracağına karar veremiyordu. Birkaç dakika sonra, kekeleyerek, "Ne demek bu, baykuşumu bekliyorlar ne demek?" diye sorabildi.
"Vay canına, şimdi aklıma geldi," diye bağırdı Hagrid, elini alnına öyle bir vurdu ki, bu vuruşla bir atlı arabayı devirebilirdi; paltosunun içindeki bir başka cepten bir baykuş -gerçek, canlı, azıcık perişan görünüşlü bir baykuş-, uzun bir tüy kalem, bir tabaka da parşömen kâğıdı çıkardı. Dili dişlerinin arasında, birkaç satır çizik-tirdi; Harry tepesinden bakarak tersten okudu:
Sayın Mr Dumbledore,
Harry'nin mektubu verildi. Yarın onu alacaklarını almaya götürüyorum. Hava felaket. Umarım iyisinizdir. Hagrid
Hagrid notu kıvırdı, baykuşun gagasına tutuşturdu, kapıya gidip fırtınaya attı baykuşu. Sonra dönüp sanki telefonla konuşmak gibi sıradan bir iş yapmışça-sına oturdu.
Harry ağzının bir karış açık olduğunu fark etti, hemen kapattı onu.
"Nerede kalmıştım?" dedi Hagrid, ama o anda Vernon Enişte, yüzü hâlâ kül rengi, şöminenin ışığına yaklaştı öfkeyle.
"Gitmiyor," dedi.
Hagrid homurdandı.
"Görelim bakalım, senin gibi şişko bir Muggle onu nasıl durduracakmış?" dedi.
Harry, ilgiyle, "Bir ne?" dedi.
"Bir Muggle," dedi Hagrid. "Onun gibi büyü-dışı insanlara öyle deriz biz. Sende de amma talih varmış ya, ömrümde gördüğüm en su katılmamış Muggle ailesinde büyümüşün."
Vernon Enişte, "Onu aldığımızda, bütün bu saçmalıklara son vereceğimize yemin etmiştik," dedi, "onu bundan sıyıracağımıza! Sihirbazlık denen şeyden!"
"Biliyordunuz öyleyse!" dedi Harry. "Sihirbaz olduğumu siz de biliyor muydunuz?"
Petunia Teyze, ansızın, "Biliyorduk!" diye bağırdı. "Biliyorduk*. Tabii biliyorduk! O hınzır kardeşim başka bir şey miydi yani! Sen ne olacaktın! O da bir mektup aldı böyle, sonra ortadan yok olup oraya gitti -okul dedikleri yere-, tatillerde geliyordu eve, cepleri kurbağa yavrularıyla dolu, çay fincanlarını fareye çeviriyordu. Onu olduğu gibi, garip bir yaratık olarak gören tek kişi bendim! Ama annemle babama sorarsanız, yere göğe koyamadıkları Lilydi o, ailede bir cadı olmasından gurur duyuyorlardı!"
Derin bir soluk almak için durdu, sonra içini boşaltmayı sürdürdü. Anlaşılan bütün bunları söylemek için yıllardır bekliyordu.
"Sonra Potter'la tanıştı okulda, kaçıp evlendiler, sen doğdun, biliyordum senin de onlar gibi olacağını, onlar gibi tuhaf, onlar gibi - anormal - sonra da, bağışla beni, gitti kendini havaya uçurttu, sen de başımıza kaldın!"
Harry bembeyaz kesilmişti. Bir şey söyleyecek gücü bulur bulmaz, "Havaya mı uçurttu?" dedi. "Araba kazasında öldüklerini söylemiştiniz bana!"
"ARABA KAZASI, HA?" diye kükredi Hagrid, Öylesine öfkeyle fırlamıştı ki yerinden, Dursley'ler köşelerine sindiler yine. "Lily'yle James Potter araba kazasında ölecek kişiler mi? Saçmalık bu! Palavra! Bizim dünyamızda herkes onu biliyor, ama daha Harry'nin kendi geçmişinden bile haberi yok!"
Harry, "Niye? Ne oldu?" diye sordu hemen.
Hagrid'in yüzündeki öfke silindi. Ansızın bir endişe aldı onun yerini.
Alçak, üzgün bir sesle, "Bunu beklemiyordum," dedi Hagrid. "Dumbledore söylediydi zaten, sana ulaşmak güç olacak dediydi, hiçbir şeycik de bilmediğini söylediydi. Ah, Harry, bunu dosdoğru anlatacak adam ben miyim, bilemiyorum - ama biri çıkıp anlatmalı -bir şey bilmeden de Hogwarts'a gidemezsin." Dursley'lere ters ters baktı.
"Eh, anlatacağım kadarını öğrenirsin hiç olmazsa -ama bak, her bir şeyi de anlatamam, koskoca bir esrar bu, bir kısmı..."
Oturdu, ateşe baktı birkaç saniye, sonra, "Sanırım," dedi, "her şey bir adamla başlıyor, ad. - olacak iş değil, adından haberin bile yok, dünyada herkes biliyor onu -" "Kimi?"
"Şey - mecbur kalmadıkça adını ağzıma almam. Kimse almaz." "Neden?"
"Hoppala! İnsanlar hâlâ korkuyor, Harry. Vay canına, amma zormuş bu. Neyse, bir büyücü vardı... sapıttı. Ama tam sapıttı. Daha da beter. Beterin beteri. Adı..."
Hagrid yutkundu, ama tek kelime çıkmadı ağzından.
Harry, "İstersen yaz," diye önerdi. "Yok - beceremem. Peki - Voldemort." Hagrid ürperdi. "Adını söyletme bir daha. Neyse, bu - bu büyücü, aşağı yukarı yirmi yıl oluyor, kendine yandaş aramaya koyuldu. Buldu da - kimi korkuyordu, kimi de onun gücünden bir parça kapmaya bakıyordu. Güçlüydü güçlü olmasına. Karanlık günler, Harry. Kime güveneceğini bilmiyordun, tanımadığın cadılara, büyücülere açılmayı göze alamıyordun... Korkunç şeyler oldu. Her şeyi ele geçiriyordu. Kimileri karşı k oydu elbet - onları da öldürdü. Canavarlık. Tek güvenilir yerlerden biri Hogwarts'tı. Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen'in korktuğu tek adam Dumbledore'du. Okulu ele geçirmeyi göze alamadı, o sırada göze alamadı diyelim
"Senin ana baban görüp göreceğin en esaslı büyücülerdendi. Hogwarts'ın en parlak öğrencileriydi onlar! İşin esrarı da burada zaten, Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen belki de bu yüzden onlara hiç mi hiç yanaşamadı... ikisinin de Dumbledore'a yakın olduğunu, Karanlık Van'la bir alışverişleri olmadığım biliyordu herhalde.
"Belki de onları kandırırım diye düşürdü... belki de yolundan çekilsinler istiyordu. Herkesin tek bildiği, on yıl önce Cadılar Bayramı'nda, senin de yaşadığın köye damlamasıydı. Bir yaşındaydın sen. Evinize geldi, sonra da - sonra da -"
Hagrid kirli mi kirli, leke içinde bir mendil çıkardı ansızın, sis düdüğüne benzer bir sesle sümkürdü.
"Özür dilerim," dedi. "Ama acı bir şey bu - ana babanı tanırım, onlardan iyisini bulamazdın dünyada -her neyse -
"Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen onları öldürdü. Sonra da -asıl esrar burada işte- seni de öldürmeye kalktı. Temiz iş yapmak istiyordu herhalde ya da adarı öldürmek hoşuna gidiyordu. Ama beceremedi. Alnındaki o izi hiç merak ettin mi? Sıradan bir kesik değil o. Güçlü bir kötülük dokundu muydu olur - ana babanın, evinizin bile icabına baktı - ama sana dokunamadı, bu yüzden ünlüsün, Harry. Birini öldürmeyi aklına koysun, o kimse sağ kalamazdı, bir tek sen yaşadın, zamanın en iyi cadılarını, büyücülerini öldürdü - McKinnon'ları, Bone'lan, Prewett'ları - sen ise bir bebektin daha, sağ kaldın."
Harry'nin kafası dayanılmaz acılar içindeydi şimdi. Hagrid'in anlattıkları sona ererken, o göz kamaştırıcı yeşil ışığın çaktığını gördü yine, daha önce hatırlamadığı kadar açık biçimde - bir şey daha hatırladı, kendini bildi bileli ilk kere - tiz, soğuk, zalim bir kahkahayı.
Hagrid üzüntüyle ona bakıyordu.
"O yıkık evden ben kendim çıkardım seni, Dumbledore'un buyruğuyla. Seni bu salaklara getirdim..."
"Hepsi palavra," dedi Vernon Enişte. Harry sıçradı, Dursley'lerin orada olduklarını unutmuştu sanki. Vernon Enişte cesaretini toplamışa benziyordu. Hagrid'e bakıyordu öfkeyle, yumruklarını sıkmıştı.
"Şimdi beni dinle, çocuk," diye homurdandı. "Sende garip bir şey olduğunu ben de kabul ediyorum, adamakıllı bir sopa bunun hakkından gelirdi belki - annenle baban için anlatılanlar ise... evet, acayip kişilerdi onlar, bunu yadsımanın bir anlamı yok, bana sorarsan, dünya onlar sız daha iyi - akıllarına eseni yaptılar, o garip büyücüler arasına karıştılar - tam da düşündüğüm gibi oldu, böyle karanlık bir sonla karşılaşacaklarını hep biliyordum -"
O anda kanepeden fırladı Hagrid, paltosunun içinden eski püskü pembe bir şemsiye çıkardı. Onu Vernon Enişte'ye kılıç gibi sallayarak, "Ayağım denk al, Dursley -" dedi, "ayağını denk al - tek laf daha edersen..."
Sakallı bir dev tarafından şemsiyeyle şişlenmeyi göze alamayan Vernon Enişte, cesaretini bir anda yitirdi yine. Duvar dibine sığınıp sustu.
Ağır ağır soluyarak, "Ha şöyle," dedi Hagrid, kanepeye oturdu; kanepe bu kere iyice çöktü artık.
Bu arada, sorulacak yüzlerce soru geliyordu Harry'nin aklına.
"Peki, Vol - özür dilerim - yani, Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen'e ne oldu?"
"Güzel soru. Harry. Yok oldu. Kayıplara karıştı. Seni öldürmek istediği gece. Sen de böylece daha ünlü oldun. Anlıyorsun ya, en büyük esrar bu... gittikçe güçleniyordu - niye çekip gitti?
"Rivayete bakılırsa, ölmüş. Bana sorarsan, palavranın daniskası. Ölecek kadar insanlık yoktu içinde. Bir rivayete bakılırsa da, hâlâ turp gibi, pusuya yatmış, ama ona da inanmıyorum. Yandaşları bize katıldılar yine. Kimileri sanki derin bir uykudan uyanmış gibi. Dönecek olaydı, öyle yapmazlardı.
"Çoğumuz yaşadığına inanıyoruz, ama gücü mücü kalmamış diyoruz. Artık bu işi götüremeyecek kadar zayıflamıştır. Sende bir şey var, Harry, onun sonunu da bu yazdı. Hiç hesaplamadığı bir şeyle karşılaştı o gece -neydi, bilmiyorum, kimse bilmiyor - ama seninle ilgili bir şey onun canına okudu."
Hagrid, gözlerinde parıldayan bir sıcaklıkla, saygıyla baktı Harry'ye; ama Harry, gurur duyup sevineceğine, bu işte korkunç bir yanlışlık olduğunu düşünüyordu. Büyücü mü? Kendisi mi? Nasıl büyücü olabilirdi ki? Bütün yaşamım Dudley'nin yumruklarına, Petunia Teyze ile Vernon Enişte'nin aşağılamalarına katlanarak geçirmişti; eğer bir büyücü olsaydı, kendisini dolaba her kapamaya kalkışlarında onlar da siğilli birer kurbağaya dönüşmezler miydi? Bir zamanlar dünyanın en büyük sihirbazını alt etmişti demek; peki, nasıl olmuş da Dudley onu boyuna top gibi tekmeleyip durmuştu?
"Hagrid," dedi usulca, "galiba bir yanlışlık yaptın.
Ben büyücü olamam."
Hagrid'in kıkırdadığını görünce şaşırdı.
"Büyücü değilsin, ha? Korktuğunda ya da öfkelendiğinde hiç mi olmadık şeylerin gerçekleşmesine yol açmadın?"
Ateşe baktı Harry. Şimdi düşünüyordu da... ne zaman teyzesiyle eniştesini çileden çıkaracak garip bir şey olduysa, Harry ya tedirgindi ya da öfkeli... Dudley çetesi tarafından kovalanırken, artık nasıl olduysa, kendini damda bulu vermişti... o gülünç tıraşla okula gitmeye utanırken saçları uzayıvermişti... hele Dudley son keresinde kendisine vurduğunda, öcünü almamış mıydı, hem de farkına bile varmadan? Onun üstüne bir boa yılanı salmamış mıydı?
Gülümseyerek Hagrid'e baktı, onun da sevgiyle ışıl ışıl gülümsediğini gördü.
"Gördün mü?" dedi Hagrid. "Harry Potter büyücü değil, ha? Bak bakalım, Hogwarts'ta bir anda nasıl üne kavuşacaksın."
Ama Vernon Enişte'nin kolay kolay teslim bayrağı çekmeye niyeti yoktu.
"Gitmiyor demedim mi sana?" diye tısladı. "Stone-wall High'a gidecek, gittiğine de şükredecek. O mektupları okudum, bir sürü ıvırzıvır gerekiyormuş - buyu kitapları, asalar -"
Hagrid, "Gitmek isterse, senin gibi koca bir Muggle onu durduramaz," diye kükredi. "Lily ile James Potter'ın oğullarının Hogwarts'a gitmesini engelleyeceksin ha! Kafayı üşütmüşün sen. Onun adı daha doğar doğmaz ezber edilmişti. Dünyanın en iyi cadılık ve büyücülük okuluna gidecek. Yedi yıl sonra kendi kendini bile tanıyamaz. Kendi akranlarıyla yaşayacak, o kadar da değişiklik olsun artık, Hogwarts'ın görüp göreceği en büyük Müdür yetiştirecek onu, Albus Dumbled-"
"ONA HOKKABAZLIK ÖĞRETMESİ İÇİN KAFADAN ÇATLAK SERSEM BİR İHTİYARA PARA MARA VEREMEM!" diye bağırdı Vernon Enişte.
Ama çok ileri gitmişti artık. Hagrid şemsiyesini kaptığı gibi onun kafasına indirdi. "SAKIN -" diye gürledi, "ALBUS - DUMBLEDORE - İÇİN - BENİM - YANIMDA - KÖTÜ - BİR - LAF - ETME!"
Şemsiyesini havada vınlatarak Dudley'ye doğru uzattı - eflatun bir ışık çaktı, hava fişeği gibi bir ses duyuldu, tiz bir ciyaklama, bir saniye sonra da Dudley oracıkta, ellerini tombul poposunda kenetlemiş, dans ediyor, bir yandan da acı içinde uluyordu. Sırtını onlara döndüğünde, pantolonundaki bir delikten fırlamış kıvırcık bir domuz kuyruğu gördü Harry.
Vernon Enişte kükredi. Petunia Teyze'yle Dudley'yi öteki odaya sürüklerken dehşet içinde son bir kere baktı Hagrid'e, kapıyı çarparak kapadı.
Şemsiyesine baktı Hagrid, sakalını sıvazladı.
Pişmanlıkla, "Keşke kendimi tutaydım," dedi, "ama olacağı varmış. Domuza çevirmek istediydim onu, ama zaten domuzun tekiydi, bana fazla bir iş düşmedi."
Çalı gibi kaşlarının altından Harry'ye bir göz attı.
"Aramızda kalsın; bunu Hogwarts'ta kimseye söylemezsen memnun olurum," dedi. "Doğrusunu istersen, benim - şey - büyü yapmamı istemiyorlar. Azıcık yapmama izin verdiler, seni izleyeyim, mektupları ulaştırayım diye - bu işi üstüme almayı da onun için istedim -"
Harry, "Büyü yapmana neden izin vermiyorlar?" diye sordu.
"Şey - ben de gittiydim Hogwarts'a, ama - ama, ne yalan söyleyeyim, kovuldum. Üçüncü yılımda. Asamı kırdılar, ortadan ikiye böldüler. Ama Dumbledore bekçi olarak tuttu beni. Büyük adam şu Dumbledore."
"Niye kovdular seni?"
Yüksek sesle, "Geç oldu artık, yarın çok işimiz var," dedi Hagrid. "Kente gitmemiz gerek, kitap filan alacağız."
Kalın siyah paltosunu çıkarıp Harry'ye fırlattı.
"Gir şunun altına," dedi. "Azıcık kıpraşırsa kafam takma, galiba ceplerden birinde bir çift sıçan olacak."

GeCeLeR
12-10-2006, 01:21 AM
BÖLÜM 5- Diagon Yolu

Harry ertesi sabah erkenden uyandı. Ortalığın aydınlandığını biliyordu, ama yine de gözlerini sımsıkı kapalı tuttu.
Kendi kendine, kesin bir biçimde, "Bir düştü bu," dedi. "Hagrid adında bir dev gördüm düşümde, geldi, büyücülük okuluna gideceğimi söyledi. Gözlerimi açınca kendimi evdeki dolapta bulacağım."
Bir şeye hızlı hızlı vurulduğunu duydu ansızın. Yüreği daralarak, "İşte Petunia Teyze, kapıya vuru-v ör," diye duşundu, yüreği sıkıştı. Ama gözlerini açmadı yine. Düş öyle güzeldi ki. Tak. Tak. Tak.
“Peki” diye mırıldandı. "Kalkıyorum." Doğruldu, doğrulur doğrulmaz da Hagrid'in ağır ÎMJÎO^U duştu u-.runden. Kulübe güneş içindeydi, fırtına dinmişti, Hagrid kırık kanepede uyumaktaydı, pencerede de bir baykuş vardı, gagasına bir gazete sıkıştırmış, pençesiyle cama vuruyordu.
Ayağa fırladı Harry, öylesine mutluydu ki, sanki içinde kocaman bir balon şişiyordu. Dosdoğru pencereye gidip camı açtı. Baykuş içeri süzüldü, gazeteyi hâlâ uyumakta olan Hagrid'in üstüne bıraktı. Yere kondu sonra, Hagrid'in paltosuna saldırdı.
"Yapma."
Baykuşu kovalamaya çalıştı Harry, ama baykuş öfkeyle gagasını gösterdi ona, paltoyu didiklemeyi sürdürdü.
Harry, yüksek sesle, "Hagrid!" dedi. "Bir baykuş var -"
Kanepeye doğru, "Parasını ver," diye homurdandı Hagrid.
"Ne?"
"Gazete getirdi ya, para istiyor. Ceplerime bak."
Hagrid'in paltosu ceplerden oluşmuştu sanki -anahtar desteleri, tüfek saçmaları, iplik yumakları, nane şekerleri, çay poşetleri... sonunda bir avuç garip görünümlü bozukluk çıkardı Harry.
Hagrid, uykulu uykulu, "Beş Knut ver ona," dedi.
"Knut mu?"
"O küçük bronzlardan."
Harry küçük bronz paralardan beş tane saydı, parayı koyabilsin diye, küçük deri bir kese bağlı bacağını uzattı baykuş. Sonra açık pencereden uçup gitti.
Hagrid yüksek sesle esnedi, doğrulup gerindi.
"En iyisi, biz yola düşelim, Harry, yapılacak çok iş var bugün, daha Londra'ya gidip okul malzemesi alacağız"
Harry büyücü paralarım evirip çeviriyor, onlara bakıyordu. Bir şey gelmişti aklına, gelir gelmez de içindeki balon püf diye sönüvermişti.
"Şey-Hagrid..."
Koca çizmelerini giymekte olan Hagrid, "Ha?" dedi.
"Hiç param yok - dün gece Vernon Enişteyi de duydun - okula gidip büyü öğrenmem için para vermeyecek."
Ayağa kalkıp kafasını kaşıyarak, "Merak etme," dedi Hagrid. "Ana baban sana bir şey bırakmadılar mı sanıyorsun?"
"Ama evleri yerle bir olduysa -"
"Altınlarını evde tutmuyorlardı ki, yavrum! İlk durağımız Gringotts, Büyücüler Bankası. Bir sosis alsana, daha soğuyup kaskatı olmamış - eh, ben de senin doğum günü pastandan bir lokma yiyeyim bari."
"Büyücülerin bankaları mı var?"
"Bir tek Gringotts. Cincüceler işletiyor."
Harry elindeki sosis parçasını yere düşürdü.
"Cincüceler mi?"
"Haa - benden söylemesi, soymaya heveslenmek için adamın fıttırması gerek. Cincücelere bulaşılmaz, Harry. Bir şeyi emanet etmek istiyorsan, Gringotts dünyanın en güvenli yeri - Hogwarts'ı saymazsak. Zaten Gringotts'a gidecektim. Dumbledore dediydi. Hogwarts'ın bir işi için." Şöyle bir kabardı Hagrid. "Önemli işleri bana yükler hep. Seni götürmek - Gringotts'tan birtakım şeyler almak - anlıyorsun ya, bana güvenir.
"Her şey hazır mı? Hadi öyleyse."
Harry kayaya kadar Hagrid’i izledi. Hava oldukça açıktı şimdi, deniz güneş ışığıyla parlıyordu. Vernon Enişte'nin tuttuğu kayık hâlâ oradaydı, fırtına yüzünden suyla dolmuştu.
Harry, çevrede bir başka kayık aranarak, "Nasıl geldin buraya?" diye sordu.
"Uçtum," dedi Hagrid.
"Uçtun mu?"
"Haa - sonra konuşuruz bunu. Şimdi yanımda sen varken büyü yapmama izin yok."
Kayığa bindiler, Harry Hagrid'e bakıyordu hâlâ, onun nasıl uçtuğunu gözünde canlandırmaya çalışıyordu.
Hagrid, çoğu zaman yaptığı gibi, Harry'ye yan gözle bakarak, "Şimdi kürek çekmek de ayıp olacak yani," dedi. "Ben tutup da - şey - işleri azıcık hızlandırsam, bundan Hogwarts'ta söz etmezsin, değil mi?"
Biraz daha büyü görme hevesine kapılan Harry, "Elbette etmem," dedi. Hagrid pembe şemsiyeyi çıkardı yine, ucayla kayığın kenarına iki kere vurdu, karaya doğru hızla ilerlemeye başladılar.
Harry, "Gringotts'u soymaya kalkışmak için adamın niye fıttırması gerek?" diye sordu.
"Büyüler - tılsımlar," dedi Hagrid, konuşurken gazetesini açtı. "Kasaları ejderhalar koruyormuş. Üstelik bir de yolu bulacaksın - Gringotts Londra'nın yüzlerce kilometre altında. Metronun taa altında. Orayı soyup malı götürsen bile çıkıncaya kadar açlıktan olursun."
Hagrid gazetesini, Gelecek Postası'nı okurken, Harry oturmuş düşünüyordu. Vernon Enişte insanların bu işi yaparken rahat bırakılmalarını söylerdi hep, ama hiç de kolay değildi bu, kendim bildi bileli, Harry'nin kafasında hiç bu kadar çok soru doğmamıştı.
Hagrid, sayfayı çevirerek, "Sihir Bakanlığı her zamanki gibi işleri karman çorman ediyor," dedi.
Harry kendini tutamadı artık, "Sihir Bakanlığı da mı var?" diye sordu.
"Elbet," dedi Hagrid. "Dumbledore'un Bakan olmasını istedilerdi, ama Hogwarts'ı bırakmak istemediği için, Bakanlık ihtiyar Cornelius Fudge'a kaldı. Gelmiş geçmiş en büyük beceriksiz. Her sabah baykuşlar salıyor Dumbledore'a, Öğüt istiyor."
"Peki ama Sihir Bakanlığı'nın görevi ne?" "Asıl görevi, ülkede cadıların, büyücülerin olduğunu Muggle'lardan gizlemek." "Neden?"
"Neden mi? Neden olacak, Harry, herkes sorunlarını çözmek için büyü peşinde koşar da ondan. Yok yok, biz bize kalalım, daha iyi."
O sırada usulca rıhtıma çarptı kayık. Hagrid gazetesini katladı, taş basamakları tırmanıp sokağa çıktılar.
Küçük kentte istasyona doğru yürürlerken, gelip geçenler gözlerini Hagrid'e dikiyorlardı. Harry suçlayamıyordu onları. Herkesten en az iki kat uzun olması bir yana, parkmetre gibi sıradan şeyleri göstererek, yüksek sesle, "Gördün mü şunu, Harry?" diyordu. "Muggle'lar da kafalarını nelere çalıştırıyor!"
Ona ayak uydurmak için koşmak zorunda kalan Harry, soluk soluğa, "Hagrid," dedi, "Gringotts'ta ejderhalar olduğunu mu söylemiştin?"
"Eee, rivayet öyle," dedi Hagrid. "Off, bir ejderham olmasını amma da isterdim."
"Ejderhan olmasını mı isterdin?"
"Çocukluğumdan beri - geldik işte."
İstasyona varmışlardı. Beş dakika sonra bir tren kalkacaktı Londra'ya. "Muggle parası" dediği şeye akıl erdiremeyen Hagrid, biletleri alsın diye banknotları Harry'ye verdi.
Herkes trende daha çok baktı onlara. Hagrid iki koltuk kaplıyordu; oturduğu yerde kanarya sarısı sirk çadırına benzer bir şey örmeye koyuldu.
İlmekleri sayarak, "Mektubun yanında mı?" diye sordu Harry'ye.
Harry cebinden parşömen zarfı çıkardı.
"İyi," dedi Hagrid. "Sana gereken şeylerin bir de listesi olacak."
Harry bir gece önce gözünden kaçmış ikinci bir kâğıdı açarak okudu:
HOGWARTS CADILIK VE BÜYÜCÜLÜK OKULU
Forma
Birinci sınıf öğrencileri için gerekli eşyalar:
ı. Üç takım düz iş cüppesi (siyah)
2. Sivri uçlu düz bir gündelik şapka (siyah)
3. Bir çift koruyucu eldiven (ejderha der isi ya da benzeri)
4. Kışlık bir pelerin (siyah, gümüş tokalı)
Bütün öğrencilerin elbiselerinde adlan yazılı künyeler alacaktır.
Ders Kitapları
Bütün öğrenciler aşağıda belirlileri kitaplardan birer
tane edinecektir:
ı. Sınıflar için Temel Büyüler Kitabı (Miranda Goshavvk)
Sihir Tarihi (Bathilda Bagshot)
Sihir Kuramı (Adalbert VVaffling)
Biçim Değiştirme için İlk Adım (Emerle Switch)
Bin Bir Büyülü Ot ve Mantar (Phyllida Spore)
Sihirli Yiyecek ve içecekler (Arsenius Jigger)
Olağandışı Yaratıklar ve Yaşadıkları Yerler (Newt
Scamander)
Karanlık Güçler: Kendini Savunma El Kitabı (Quentin Trimble)
Öteki Gereçler
1 asa
1 kazan (kalaylı, orta boy)
1 takım cam ya da kristal şişe
1 teleskop
1 takım pirinç ölçek
Öğrenciler bir baykuş YA DA bir kedi YA DA bir kurbağa getirebilirler.
VELÎLERİN DİKKATİNE. BİRİNCİ SINIF ÖĞRENCİLERİNİN SÜPÜRGELERİNİ KULLANMALARI YASAKTIR.
Harry, şaşkınlıkla, "Bütün bunları Londra'da bulabilir miyiz?" diye sordu.
"Gideceğin yeri biliyorsan, elbet," dedi Hagrid.
Harry Londra'ya hiç gitmemişti. Hagrid yolu biliyor gibiydi, ama daha önce hep alışılmadık biçimlerde yolculuk ettiği de apaçık ortadaydı. Metroda turnikeye sıkıştı, trene binince de koltukların küçüklüğünden, çok ağır gittiklerinden yakındı.
Kırık dökük bir yürüyen merdivenden çıkıp da kendilerini iki yanı mağazalar sıralı cıvıl cıvıl bir yola attıklarında, "Muggle'lar büyüsüz nasıl beceriyorlar, aklım ermiyor," dedi.
Öylesine iriydi ki Hagrid, kalabalığı kolayca yarıyordu; Harry'nin bütün yaptığı, onun hemen arkasından yürümekti. Kitapçıların, müzik mağazalarının, hamburger büfelerinin, sinemaların önünden geçtiler, ama hiçbir yerde büyülü asalar satıldığına dair bir belirti yoktu. Sıradan insanlarla dolu sıradan bir sokaktı bu. Kilometrelerce aşağıda büyücülerin altın yığınları gömülü müydü gerçekten? Büyü kitapları, süpürgeler satan dükkânlar var mıydı? Yoksa bütün bunlar Dursley'lerin başlarının altından çıkan koca bir şaka mıydı? Harry, Dursley'lerin gülmekle uzaktan yakından ilgileri olmadığını bilmeseydi öyle düşünürdü belki, yine de Hagrid'in anlattıkları da pek inanılacak gibi değildi. Ama Harry ister istemez ona güveniyordu.
Hagrid, durarak, "İşte," dedi. "Çatlak Kazan. Ünlü bir yerdir."
Ufacık, köhne bir meyhaneydi burası. Hagrid eliyle göstermeseydi, Harry farkına bile varmayacaktı onun. Hızla gelip geçenler meyhaneye bakmıyorlardı bile. Bir yanındaki büyük kitapçıdan öteki yanındaki plakçıya kayıyordu gözleri, Çatlak Kazan'ı sanki hiç görmüyorlardı. Garip bir duygu uyandı Harry n u içinde, sanki meyhaneyi sadece Hagrid'le kendisi görmekteydi. Daha bu duygusunu dile getiremeden, Harıid onu içeriye sürükledi.
Ünlü bir yer için çok karanlıktı Çatlak Kazan, dökülüyordu. Bir köşede üç beş yaşlı kadın oturmuş, beyazşarap içiyordu. İçlerinden biri upuzun tir pipo tüttürmekteydi. Silindir şapkalı ufak tefek bir adam, saçları iyice dökülmüş, yapış yapış bir cevize benzeyen yaşlı barmenle konuşuyordu. İçeri girdiklerinde mırıltılar durdu. Herkes Hagrid'i tanıyor gibiydi; el sallayıp gülümsediler ona; barmen, bir kadehe uzanarak. “Her zamankinden mi, Hagrid?" dedi.
Hagrid, koca elini Harry'nin sırtına vurup onu sendeleterek, "İçemem, Tom," dedi. "Hogwarts görevi başındayım."
Gözlerini Harry'ye dikerek, "Yoksa," dedi barmen, "sakın bu-bu-?"
Çatlak Kazan derin bir sessizliğe gömüldü birden-bire.
Yaşlı barmen, "Vay canına!" diye fısıldadı. "Harry Potter... ne büyük bir onur."
Tezgâhın arkasından fırladı, gözleri yaşlı, Harry'nin yanma koşup elini yakaladı.
"Hoş döndünüz, M- Potter, hoş döndünüz."
Harry ne diyeceğini bilemedi. Herkes ona bakıyordu. Pipolu kadın, söndüğünün farkında bile olmadan, piposunu püfleyip duruyordu. Işıl ışıldı Hagrid.
Derken, iskemle gıcırtıları yükseldi, Harry kendini Çatlak Kazan'da herkesle tokalaşırken buldu.
"Ben Doris Crockford, Mr Potter, sonunda sizi gördüğüme inanamıyorum.'
"Öyle mutluyum ki, Mr Potter, öyle mutluyum ki!"
"Hep elinizi sıkmak istemişimdir - kalbim duracak!"
"Nasıl sevindim, anlatamam, Mr Potter. Adım Diggle. Dedalus Diggle."
"Sizi daha önce görmüştüm!" dedi Harry; Dedalus Diggle heyecandan silindir şapkasını düşürdü. "Bir mağazada bana selam vermiştiniz."
Çevresindekilere bakarak, "Hatırlıyor!" diye bağırdı Dedalus Diggle. "Duydunuz mu? Beni hatırlıyor!"
Harry herkesle tokalaştı da tokalaştı - Doris Crockford tokalaştıktan sonra hep sıraya giriyordu yine.
Soluk yüzlü bir delikanlı, tedirgin, yaklaştı. Gözlerinden biri seğiriyordu.
"Profesör Quirreil!" dedi Hagrid. "Harry Profesör Quirrell Hogvvarts'taki öğretmenlerinden biri."
Harry'nin eline yapışarak, "P-P-Potter," diye kekeledi Profesör Quirrell, "si-sizi ta-tanıdığıma ne kadar se-sevindim, anlatamam."
"Ne tür büyü öğretiyorsunuz, Profesör Quirrell?
"Ka-Ka-Karanlık Sanatlara Karşı Sa-Savunma," diye mırıldandı Profesör Quirrell, şimdi bu konu üstünde durmak istemiyordu sanki. "Si-sizin için ge-gerekmez, ha, P-P-Potter?" Tedirgin tedirgin güldü. "Ma-malze-menizi alacaksınız herhalde? Be-ben de vampirler üs-üstüne bir ki-kitap almaya geldim." Vampir sözünden bile tüyleri ürpermişe benziyordu.
Ötekiler, Profesör Quirrei'nin Harry'yi esir almasına izin vermediler. Hepsinden kurtulmak ise yaklaşık on dakika sürdü. Sonunda, Hagrid bütün o gürültüde sesini duyurabildi.
"Gitmemiz gerek - alacak çok şey var. Hadi, Harry."
Doris Crockford Harry'nin elini son kere sıktı, öne düştü Hagrid, tezgâhın arkasından geçip, içinde bir çöp tenekesiyle ayrık otlarından başka bir şey olmayan, duvarlarla çevrili küçük bir avluya çıktılar.
Hagrid, Harry'ye sırıttı.
"Söylemedim miydi sana? Nasıl ünlü olduğunu söyledimdi. Seni görünce Profesör Quirrell'm bile eli ayağı tutuldu - laf aramızda, hep zangır zangır titrer."
"Hep tedirgin midir böyle?"
"Haa, elbet. Zavallıcık. Parlak zekâ. Kitaplardan çalışıp öğrenirken iyiydi, bir şeyi yoktu, ne zaman ki bir yıl izin alıp uygulamaya geçti... Kara Orman'da vampirlerle karşılaşmış, öyle diyorlar, cadalozun tekiyle de başı derde girmiş - ondan sonra eskisi gibi olamadı artık. Öğrencilerinden korkar, kendi öğrettiği dersten bile korkar - haydaa, nerede benim şemsiyem?"
Vampirler? Cadalozlar? Kafası karmakarışık olmuştu Harry'nin, o arada Hagrid çöp tenekesinin yanındaki duvarda tuğlaları saymaya koyulmuştu.
"Üç yukarı... iki sağa... " diye mırıldandı. "Tamam, çekil biraz, Harry."
Şemsiyesinin ucuyla duvara üç kere vurdu.
Dokunduğu tuğla şöyle bir titredi - oynadı - küçük bir delik belirdi ortasında - delik büyüdü, büyüdü - bir saniye sonra Hagrid'in bile geçebileceği kemerli bir geçitteydiler. Geçit, kıvrıla kıvrıla uzayıp gözden yok olan taş döşeli bir sokağa açılıyordu.
"Diagon Yolu'na hoş geldin," dedi Hagrid.
Harry'nin şaşkınlığı karşısında sırıttı. Kemerin altından geçtiler. Harry kafasını çevirip arkasına baktı hemen, delik bir anda kapanmış, kemer yine sapasağlam bir duvar oluvermişti.
En yakın dükkânın önündeki kazanlar gün ışığında pırıl pırıl parlıyordu. Üstlerindeki tabelada Kazanlar -Her Boy - Bakır, Pirinç, Kalay, Gümüş - Otomatik Karıştırmak - Katlanır yazılıydı.
"Bir tane alacağız sana," dedi Hagrid. "Ama önce parayı almamız gerek."
Keşke sekiz gözüm daha olsaydı diye düşünüyordu Harry. Sokakta yürürken başını her yana çeviriyor, bir anda her şeyi görmeye çalışıyordu: dükkânları, önlerindeki eşyaları, alışveriş eden insanları. Tombul bir kadının yanından geçtiler; kadın aktarın önünde başını iki yana sallayarak söyleniyordu: "Ejderha ciğeri, gramı on yedi Sickle, çıldırmış bunlar..."
Üstünde Bin Bir Çeşit Baykuş Dükkânı - Yırtıcı, Uysal, Boz, Kahverengi, Karbeyazı Baykuşlar yazan karanlık bir dükkândan belli belirsiz baykuş ötüşleri geliyordu. Harry'nin yaşıtı birkaç çocuk, burunlarını süpürgelerin sergilendiği bir vitrine yapıştırmışlardı. Harry, içlerinden birinin, "Bak," dediğini duydu, "yeni Nimbus İki Bin - bundan hızlısı yok -" Cübbe satılan, teleskop satılan, Harry'nin daha önce hiç görmediği garip gümüş gereçler satılan dükkânlar, yarasa dalaklarıyla, yılanbalığı gözleriyle dolu fıçıların, cilt cilt kitap yığınlarının, tüy kalemlerin, parşömen rulolarının, iksir şişelerinin, ay kürelerinin sergilendiği vitrinler...
"Gringotts," dedi Hagrid.
Öteki küçük dükkânların tepesinde yükselen karbe-yazı bir binaya gelmişlerdi. Pırıl pırıl tunç kapıların önünde, sırmalı kız üniformasıyla bir -
"Evet, bir ciddice bu," dedi Hagrid; beyaz taş merdiveni çıktılar sessizce. Cincüce, Harry'den bir kanş daha kısaydı. Esmer bir yüzü, zeki bakışları, sivri bir sakalı vardı; parmaklarıyla ayaklarının çok uzun olduğunu fark etti Harry. İçeri girerlerken, cincüce eğilerek selam verdi, ikinci bir kapının önündeydiler şimdi, bu kapı gümüştendi, üstünde şunlar yazılıydı:
Gir bakalım, yabancı, ama dikkat et, sakın Kendini koyverip de hırsa kapılmayasın, Alın teri dökmeden köşe dönme hevesi Canına okur sonra, bak bizden söylemesi, Senin olmayan bir şey yürüteceksen unut Aklını başına al, sonra da kendini tut, Hırsızlığa kalkarsan, bir daha düşün yine, Başka şeyler bulursun çil altınlar yerine.
"Söylediğim gibi, burayı soymaya kalkanın fıttır-ması gerek," dedi Hagrid.
Gümüş kapının önünde bir çift cincüce eğilerek selamladı onları; uçsuz bucaksız mermer bir salona girdiler. Yüz kadar cincüce daha uzun mu uzun bir bankın arkasındaki yüksek taburelere oturmuş, kocaman hesap defterlerine bir şeyler yazıyor, pirinç terazilerde para tartıyor, merceklerle değerli taşlar inceliyordu. Salondan dışarı açılan sayılamayacak kadar çok kapı vardı daha, başka cincüceler de o kapılardan insani, "a yol gösteriyordu. Hagrid'le Harry banka yaklaştılar.
Hagrid, o anda iş yapmayan bir cincüceye, "Günaydın," dedi. "Mr Harry Potter'ın kasasından biraz para almaya geldik."
"Anahtarı yanınızda mı, efendim?"
"Buralarda bir yerde olacak," dedi Hagrid, ceplerini bankın üstüne boşaltmaya başladı, cincücenin hesap defterinin üstüne bir avuç yapış yapış köpek bisküvisi yayıldı. Burnunu kırıştırdı cincüce. Harry, sağlarındaki cincücenin herbiri kor büyüklüğünde bir yığın yakutu tartmasını seyrediyordu.
Sonunda, "Buldum," dedi Hagrid, küçücük bir altın anahtar gösterdi.
Cincüce anahtarı inceledi.
"Tamam görünüyor."
Hagrid, göğsünü şişirip böbürlenerek, "Profesör Dumbledore'dan da bir mektup getirdim," dedi. "Yedi yüz on üçüncü kasadaki Ne-Olduğunu-Bilirsin-Sen'le ilgili."
Cincüce mektubu dikkatle okudu.
Sonra onu Hagrid'e uzatarak, "Peki," dedi. "Biri sizi iki kasaya da götürecek. Griphook!"
Griphook bir başka cincüceydi. Hagrid köpek bisküvilerini ceplerine doldurdu yine, Griphook'un arkasında, salondan dışarı açılan kapılardan birine yöneldiler.
Harry, "Yedi yüz on üçüncü kasadaki Ne-Olduğu-nu-Bilirsin-Sen nedir?" diye sordu.
Hagrid, gizemli bir biçimde, "Söyleyemem," dedi. "Çok gizli. Hogwarts işi. Dumbledore bana güvendi. Söylersem görevimi kötüye kullanmış olurum."
Griphook onlara kapıyı açtı. Yine mermerle karşılaşacağını sanıyordu Harry, şaşırdı. Meşalelerin aydınlattığı daracık taş bir koridordaydılar. Dimdik aşağı iniyordu koridor, yerde incecik raylar vardı. Islık çaldı Griphook, raylar üstünde gıcırdayarak küçük bir araba geldi hemen. Arabaya bindiler -Hagrid biraz zorluk çekti gerçi- ve yola koyuldular.
Önce bulmacaya benzeyen dönemeçli geçitlerden ilerlediler. Harry unutmamaya çalıştı, sol, sağ, sağ, sol, orta çatal, sağ, sol, ama olanaksızdı bu. Zangırdayan araba yolu biliyor gibiydi, çünkü Griphook onu yönetmiyordu.
Harry'nin gözleri, çarpan soğuk hava yüzünden sızlıyordu; ama faltaşı gibi açık tuttu onları. Bir keresinde geçidin sonunda alevlerin yükseldiğini gördü sanki, bunun bir ejderha olup olmadığım anlamak için hemen arkasına döndü, ama geç kalmıştı - yerde ve tavanda kocaman sarkıtlar, dikitler bulunan bir yeraltı gölünden geçerek daha da derinlere daldılar.
Arabanın gürültüsünde sesini duyurmaya çalışarak, "Aklım ermiyor," dedi, "sarkıtla dikit arasındaki fark ne?"
"Sarkıtta 's' harfi var ya," dedi Hagrid. "Şimdi soru sorma bana. Galiba kusacağım."
Sahiden de yemyeşil olmuştu, araba sonunda geçit duvarındaki bir kapının yanında durduğunda, hemen fırladı Hagrid, dizlerinin titremesini önlemek için duvara yaslandı.
Griphook kapının kilidini açtı. İçeriden çıkan yeşil bir duman sardı ortalığı; dağılınca şaşkınlıktan yutkundu Harry. İçeride altın para kümeleri vardı. Gümüş tepecikleri. Küçük bronz Knutlardan oluşmuş tepecikler.
"Hepsi senin," diye gülümsedi Hagrid.
Hepsi Harry'nin - inanılacak gibi değildi. Durs-ley'ler bunu bilmiyorlardı anlaşılan, bilselerdi, göz açıp kapayıncaya kadar hepsine el koyarlardı. Boyuna yakınmazlar mıydı, Harry kendilerine ne kadar tuzluya patlıyor diye? Demek bu arada, Londra'nın taa derinlerine gömülü küçük bir servetin de sahibiydi.
Hagrid, Harry'nin torbaya biraz para koymasına yardımcı oldu.
"Altınlar Galleon," diye açıkladı. "On yedi gümüş Sickle bir Galleon eder, yirmi dokuz Knut da bir Sickle eder, o kadar basit. Tamam, o kadarı birkaç döneme yeter, gerisi burada kalsın, güven içinde." Griphook'a döndü. "Şimdi de yedi yüz on üç numaralı kasa, lütfen, biraz daha ağır gidebilir miyiz?"
Griphook, "Sadece tek hız var," dedi.
Gittikçe hızlanarak daha da derinlere iniyorlardı şimdi. Keskin dönemeçlerden geçtikçe hava söğüdü da söğüdü. Tangır tungur bir yeraltı çukurunu aştılar, Harry kenardan eğilip aşağıdaki karanlık çukurda ne olduğunu anlamaya çalıştı, ama Hagrid homurdanarak ensesine yapıştığı gibi çekti onu.
Yedi yüz on üçüncü kasanın anahtar deliği yoktu.
Griphook, kasılarak, "Geri durun," dedi. Uzun parmaklarından biriyle kapıyı okşadı; kapı eriyip gitti.
"Bunu Gringotts cincücelerinin dışında biri yapmaya kalkarsa, kapı onu emerek içeri çeker," dedi Griphook. "Oradan çıkamaz artık."
Harry, "İçeride biri var mı yok mu diye sık sık bakıyor musunuz?" diye sordu.
Griphook, pis sayılabilecek bir sırıtmayla, "Yaklaşık on yılda bir," dedi.
Harry, en sıkı önlemlerle korunan bu kasanın içinde olağanüstü bir şey olduğuna inanıyordu, eşsiz mücevherleri görmek için merakla eğildi - kasa, ilk bakışta boşmuş gibi geldi ona. Sonra kahverengi kâğıda sarılmış pis bir paket gördü yerde. Hagrid paketi alıp paltosunun içine koydu. Onun ne olduğunu öğrenmeye can atıyordu Harry, ama sormayı göze alamadı.
"Hadi bakalım," dedi Hagrid, "doğru cehennem arabasına - yolda da bir şey sorma bana, ağzımı açma-sam iyi olacak."
Çılgınca bir araba yolculuğundan sonra Grin-gotts'un önündeydiler yine, gün ışığından gözleri kamaşıyordu. Harry'nin bir torba parası vardı şimdi. Sevinçten nerelere koşacağını bilmiyordu. Kaç Galleon kaç para eder, bilmesi gerekmiyordu, hiç bu kadar parası olmamıştı - Dudley'nin bile ömür boyu kazandığından daha çoktu bu.
Hagrid, başıyla Madam Malkin'in Her Duruma Göre Cüppeleri’ni göstererek, "Şimdi bir forma alalım sana," dedi. "Bak, Harry, ben Çatlak Kazan'da bir tek atmaya tüysem kızmazsın ya? Şu Gringotts arabaları perişan ediyor beni." Hâlâ keyifsiz görünüyordu, Harry de Madam Malkin'in dükkânına tek başına girdi, tedirgindi.
Madam Malkin eflatunlar içinde, kısa boylu, güler yüzlü bir cadıydı.
Harry daha ağzını açarken, "Hogvvarts mı, güzelim?" dedi. "Her boydan var burada - şu anda bir delikanlıya da veriyoruz."
Dükkânın arkasında, bir taburenin üstünde solgun, sivri yüzlü bir çocuk duruyordu, bir başka cadı da onun uzun siyah cüppesini iğneliyordu. Madam Mal-kin onun yanındaki bir başka tabureye çıkardı Harry'yi, kafasından bir cüppe geçirip etek boyunu ayarlamak için iğnelemeye koyuldu.
"Merhaba," dedi çocuk, "sen de mi Hogwarts'a?"
"Evet," dedi Harry.
Çocuk, "Babam yanda kitap alıyor, annem de sokağın başındaki asalara bakıyor," dedi. Kelimeleri uzatarak bezgin bezgin konuşuyordu. "Sonra onları yarış süpürgeleri bakmaya götüreceğim. Birinci sınıftakilerin neden kendi süpürgeleri olmasın, anlamıyorum. Bir tane alsın diye babamı zorlarım, sonra da bir yolunu bulur, onu gizlice sokarım okula."
Harry hemen Dudleyi hatırladı.
Çocuk, "Senin kendi süpürgen var mı?" diye devam etti.
"Hayır," dedi Harry.
"Hiç Quidditch oynadın mı?"
Harry, "Hayır," dedi yine, Quidditch de neyin nesiydi acaba?
"Ben oynadım - Babam takıma seçilmezsem bunun düpedüz cinayet olacağını söylüyor. Bence de öyle. Hangi binada kalacağını biliyor musun?"
Her dakika daha da afallayan Harry, "Hayır," dedi.
"Zaten oraya gidinceye kadar kimse bilemez bunu, öyle değil mi, ama ben Slytherin'de kalacağımı biliyorum, bütün ailem orada kalmış - bir de Hufflepuff ta kaldığım düşünsene - tek dakika durmaz, hemen ayrılırdım. Sen olsan ayrılmaz miydin?"
"Hmm," dedi Harry, keşke daha ilginç bir şey söyleyebilseydim diye düşündü.
Çocuk, vitrini işaret ederek, "Hey, şu adama bak!" dedi ansızın. Hagrid duruyordu orada, Harry'ye sırıtıyor, içeri neden giremediğini belirtmek için de elindeki iki kocaman dondurma külahını gösteriyordu.
"O, Hagrid," dedi Harry, çocuğun bilmediği bir şeyi bildiğine seviniyordu. "Hogwarts'ta çalışıyor."
"Haa," dedi çocuk, "adını duymuştum. Bir çeşit uşak, değil mi?"
"Bekçi," dedi Harry. Her saniye daha az hoşlanıyordu çocuktan.
"Evet, öyle. Yabani biriymiş - okul bahçesinde bir kulübede yaşıyormuş, arada bir sarhoş olur, büyü yapmaya kalkar, yatağını ateşe verirmiş."
Harry, "Bence pırıl pırıl biri," dedi soğukça.
Çocuk, burun kıvırarak, "Öyle mi?" dedi. "Neden seninle birlikte? Annen baban nerede?"
Harry, "Öldüler," dedi kısaca. Çocukla bu konulara girmek istemiyordu.
"Özür dilerim," dedi çocuk, sesi pek de özür diler gibi çıkmıyordu. "Ama onlar da bizdendiler, değil mi?"
"Büyücüydüler, bunu soruyorsan eğer."
"Ötekileri aramıza almamalılar, öyle değil mi? Aynı değiliz, bizim gibi yetiştirilmemiş onlar. Düşünsene sen, bazıları mektup alıncaya kadar Hogvvarts'ın adını bile duymamış. Köklü büyücü ailelerin çocuklarını almalılar sadece. Sahi, senin soyadın ne?"
Harrynin yanıt vermesine fırsat kalmadan, "Tamam, güzelim," dedi Madam Malkin; Harry de, konuşmayı yarıda kestiği için özür dilemeye bile gerek görmeden tabureden atladı.
"Eh," dedi suratsız çocuk, "Hogwarts'ta görüşürüz herhalde."
Harry, Hagrid'in aldığı dondurmayı (çikolatalı, böğürtlenli, üstü fındıklı) yerken pek konuşmadı.
"Nen var?" dedi Hagrid.
Harry düpedüz yalan söyledi: "Yok bir şey." Parşömenle tüy kalem almak için durdular. Harry, yazdıkça rengi değişen bir şişe mürekkep bulduğu için keyiflenir gibi oldu. Dükkândan çıkarlarken, "Hagrid, Quidditch nedir?" diye sordu.
"Vay canına, Harry, ne kadar az şey bildiğini boyuna unutuyorum - daha Quidditch'ten bile haberin yok!"
"Keyfimi iyice kaçırma," dedi Harry. Madam Malkin'de rastladığı solgun yüzlü çocuğu anlattı Hagrid'e.
"- Muggle ailelerin çocukları okula alınmamalıymış -"
"Sen Muggle bir aileden gelmiyorsun ki. Senin kim olduğunu bileydi - ana babası büyücüyse eğer, senin adını ezber ederek büyümüştür - Çatlak Kazan'da da gördün. Her neyse, aklı mı erer onun, benim bildiğim büyücülerin en esaslılarından bazıları bile Muggle ailelerden gelme - ananı düşün! Bir de ananın kardeşine bak!"
" Quidditch nedir peki?"
"Spor. Büyücü sporu. Şey gibi - Muggle'lar dünyasının futbolu gibi bir şey - herkes bayılır Quidditch'e -havada oynanır, uçan süpürgeler üstünde, dört top vardır - kuralları anlatmak uzun iş şimdi."
"Peki, Slytherin'le Hufflepuff nedir?"
"Okul binaları. Dört tane var. Herkes Hufflepuff m beş para etmediğini söyler, ama -"
Harry, üzüntüyle, "Ben herhalde Hufflepuff tayım," dedi.
Hagrid, sır verir gibi, "Slytherin olacağına Hufflepuff olsun," dedi. "Sapıtan cadılar, büyücüler içinde Slytherin'de bulunmamış tek kimse yok. Biri de Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen' di."
"Vol- özür dilerim - Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen Hogwarts'ta mıydı?"
"Yıllar yıllar önce," dedi Hagrid.
Flourish ve Blotts adlı bir dükkâna girip Harry'nin ders kitaplarını aldılar, raflar tavana kadar kitaplarla doluydu, deri ciltli, kaldırım taşı büyüklüğünde kitaplarla, ipek kapaklı, posta pulu kadar minik kitaplarla, garip simgelerle dolu kitaplarla, bazı kitapların içi ise bomboştu. Hiçbir şey okumayan Dudley bile bayılırdı bunlara. Hagrid, Harry'yi sürükleyerek, Profesör Vindictus Viridian'ın Lanetler ve Karşı-Lanetler (Arkadaşlarınızı Büyüleyin, Düşmanlarınızı En Yeni Öç Yöntemleriyle Çatlaan: Saç Dökülmesi, Bacak Titremesi, Dil Tutulması, daha neler neler) kitabından zorla uzaklaştırdı.
"Dudley'yi nasıl çatlatabilirim, onu bulmaya çalışıyordum."
"Fena fikir değil, ama özel durumlar dışında Mugg-le'lar dünyasında büyü kullanmak yasaktır," dedi Hag-rid. "Hem zaten daha beceremezsin, o düzeye gelinceye kadar çok çalışman, çok şey öğrenmen gerek."
Hagrid, Harry'nin altın bir kazan almasına da izin vermedi ("Listede kalaylı diyor"), ama güzel bir takım iksir ölçeğiyle açılır kapanır pirinç bir teleskop aldılar. Aktara gittiler sonra, dükkân o kadar etkileyiciydi ki, insan o berbat çürük yumurta ve lahana kokusunu bile duymuyordu. Yerde yapış yapış fıçılar vardı; duvarlara otlarla, kurutulmuş köklerle, parlak tozlarla dolu kavanozlar sıralanmıştı; tavandan hayvan dişleriyle kıvrık pençeler dizili ipler sarkıyordu. Hagrid tezgâhın arkasındaki adamdan Harry için bazı temel iksir malzemeleri isterken, Harry de tanesi yirmi bir Galleon'a satılan gümüş tek boynuzlu at boynuzlarını, minicik, parlak siyah böcek gözlerini (kepçesi beş Knut) inceliyordu.
Aktardan çıkınca Harry'nin listesine bir daha baktı
Hagrid.
"Bir tek asa kaldı - haa, sahi, daha doğum günü armağanını almadım.'"'
Harry kıpkırmızı kesildiğini fark etti.
"Bir şey alman gerekmez -"
"Ben de biliyorum, gerekmez. Bak, ne diyeceğim. Hayvanını ben alayım. Kurbağa olmaz, kurbağaların modası geceli yıllar oldu, herkes makaraya alır seni - kediler desen, hoşuma gitmez, beni aksırtırlar. Bir baykuş alayım sana. Bütün çocuklar baykuş ister, çok da işe yararlar, postacılıktın tut da her bir işi yaparlar."
Yirmi dakika sonra, hışırtılarla, kanat çırpışlarıyla, mücevher parlaklığında gözlerle dolu o karanlık Bin Bir Çeşit Baykuş Dükkâr.ı'ndan çıkıyorlardı. Harry'nin elinde büyük bir kafes, kafesin içinde de başını kanadının altına sokmuş, uyuklayan çok güzel kar beyazı bir baykuş vardı. Tıpkı Profesör Quirrell gibi kekeleyerek teşekkür üstüne teşekkür etti Hagrid'e.
Hagrid, "Teşekküre değmez," dedi boğuk bir sesle. "Dursley'ler herhalde pek bir şey vermemişlerdir sana. Sadece Ollivander'ler kaldı şimdi - asa satılan tek yer orası, sana da en iyi asayı almalıyız."
Büyülü asa... Harry en çok bunu istiyordu.
Son dükkân daracıktı, külüstür mü külüstürdü. Kapının üstünde yaldızlı harflerle Ollivander'ler: Kusursuz Asa Yapımcıları - Kuruluşu: Î.Ö< 382 yazılıydı. Tozlu vitrindeki solmuş mor yastıkta bir tek asa duruyordu.
İçeri girerlerken dükkânın derinliklerinde bir çıngırak çaldı. Ufacık bir yerdi burası; bomboştu, ince bacaklı bir iskemleden başka bir şey yoktu. Hagrid de ona oturup beklemeye koyuldu. Harry, çok katı kuralları olan bir kitaplığa girmiş gibi bir duyguya kapıldı; aklına yeni gelen bazı soruları sormak yerine tavana kadar dizilmiş dar kutulara bakmayı yeğledi. Her nedense, ensesi kaşınıyordu. Buradaki toz ve sessizlik gizli bir büyüye karışmış gibiydi.
"İyi günler," dedi yumuşak bir ses. Harry sıçradı.
Hagrid de sıçramıştı herhalde, büyük bir çatırtı kopmuştu çünkü, o da ince bacaklı iskemleden hemen kalkmıştı.
Dükkânın loşluğunda ay gibi parıldayan kocaman, soluk gözleriyle yaşlı bir adam duruyordu karşılarında. Harry, çekinerek, "Merhaba," dedi. "Evet," dedi adam. "evet, evet. Sizi yakında göreceğimi biliyordum. Harry Potter." Soru değildi bu. "Gözleriniz annenizin gözlerine çekmiş. Daha dün gibi geliyor, o da buradaydı, ilk asasını almaya gelmişti. Yirmi altı santim uzunluğunda, incecik, söğütten yapılmış. Tılsım için çok uygun bir asa."
Mr Ollivander daha da yaklaştı Harry'ye. Keşke gözlerini kırpsa diye düşündü Harry. O gümüş rengi gözler insanı ürpertiyordu.
"Ama babanız maun bir asa beğenmişti. Yirmi dokuz santim. Esnek. Biraz daha güçlü, biçim değiştirmek için birebir. Evet, babanız onu seçmişti - aslına bakarsanız, asa büyücüyü seçer tabii."
Mr Ollivander o kadar yaklaşmıştı ki, Harry'yle burun buruna gelmişlerdi neredeyse. Harry, o sisli gözlerde kendi yansımasını görüyordu. "Demek burası..." Mr Ollivander, uzun, beyaz parmağıyla Harry'nin
alnındaki şimşek izine dokundu.
"Yazık," dedi usulca, "bunu yapan asayı da ben satmıştım. Otuz dört santim. Porsuk. Güçlü bir asa, çok güçlü, yanlış ellere geçerse... Eğer o asanın dünyada ne gibi işlerde kullanılacağını kestirebilseydim..."
Başını iki yana salladı, derken Hagrid'i gördü, Harry de bir oh çekti.
"Rubeus! Rubeus Hagrid! Seni yeniden görmek ne güzel... Meşe, kırk buçuk santim, oldukça esnek, öyle değil miydi?"
"Evet, efendim, öyleydi," dedi Hagrid.
"Güzel asaydı doğrusu. Ama seni kovduklarında ortasından kırdılar, değil mi?" dedi Mr Ollivander, birdenbire sertleşmişti.
Ayaklannı sallayarak, "Şey - evet, kırdılar," dedi Hagrid. Sonra coşkuyla, "Ama parçaları hâlâ bende," diye ekledi.
Mr Ollivander, azarlarcasına, "Kullanmıyorsun ya?" dedi.
Hagrid, "Hayır, efendim," dedi hemen. Harry, onun konuşurken pembe şemsiyesine sımsıkı yapıştığını fark ermişti.
Mr Ollivander, Hagrid'e dik dik bakarak, "Hmmm," dedi. "Eh - Mr Potter. Bir bakalım." Üstü gümüş çizgili uzun bir mezura çıkardı cebinden. "Asa kolunuz hangisi?"
"Şey - ben sağ elimi kullanırım," dedi Harry.
"Uzatın kolunuzu. Tamam." Harr^nin omuzundan parmağına, bileğinden dirseğine, omuzundan ayak ucuna, dizinden koltuk altına ölçüsünü aldı. Sonra da kafasının çevresini ölçtü. Ölçü alırken, "Her Ollivander asasında güçlü bir büyü özü vardır, Mr Potter," dedi. "Biz tek boynuzlu at kulan, anka telekleri, ejderha yü-reği tellerini kullanırız. Ollivander asaları hiç birbirine benzemez, tek boynuzlu atların, ejderhaların, ankalarm birbirlerine benzemedikleri gibi. Tebii başka büyücü asalarından aynı sonucu alamazsınız '
Harry birdenbire fark etti: Burun deliklerinin arasını ölçen mezura bu işi kendi kendine yapıyordu. Mr Ollivander rafları karıştırıyor, kutular indiriyordu.
"Yeter," dedi, mezura da gevşeyerek yere yığılıver-di. “Peki öyleyse, Mr Potter. Şunu deneyin. Kayınağacı ve ejderha yüreği tellerinden. Yirmi üç santim. Güzel ve esnek. Tutup şöyle bir sallayın.”
Harry asayı aldı ve (bu işi aptalca bularak) havada salladı, ama Mr Ollivander hemen kaptı.
"Akçaağaç ve anka teleği. On sekiz santim. Vızıldar. Deneyin-"
Harry denemeye kalktı - ama daha havaya kaldırırın Mr Ollivander asayı çekti aldı.
(avı, ha ı - bunu alın, abanoz ve tek boynuzlu a,. Yirmibeş DU v * ^ santim esnek. Hadi, hadi, dene.”
Harry dene un u . . .j uv Mr Ollivander'in ne beklediğini Harry rru hıx" b* ~n ordu Oe.ıediği asalar yığını ince bacaklı ıskeou -i > oûvudükre Duyuyordu Mr Ollivander asa çıkardıkça artıyordu.
' Tr müşteri ha"* Merak , Mr Ollivander erdr en bulaca - oak^-n şjino -eve. ned^r ol--' ^ • jı bı* kar-^u. - dikeri, defno ve parmaklarında. Başının üstüne kaldırdı onu, tozlu havada vınlatarak indirdi; asanın ucundan hava fişekleri gibi kırmızı, altın rengi kıvılcımlar fışkırdı, duvarlarda oynaşan ışıklar belirdi. Hagrid sevinç çığlıkları atarak el çırptı; Mr Ollivander, "Ah, bravo!" diye bağırdı. "Evet, tamam, ah, çok güzel. Vay, vay, vay... ne tuhaf... ne kadar tuhaf..."
Harry'nin asasını kutusuna koydu yine, kahverengi kâğıda sardı; bir yandan da, 'Tuhaf... tuhaf..." diye mırıldanıyordu.
"Özür dilerim," dedi Harry, "nedir tuhaf olan?"
Mr Ollivander soluk bakışlarım Harry'ye dikti.
"Sattığım her asayı hatırlarım, Mr Potter. Tek tek hepsini. Teleği asanızda olan anka, bir başka telek daha vermişti - bir tek telek. Kaderinize bu asanın düşmesi çok tuhaf, çünkü sizde o izi bırakan bunun kardeşiydi."
Harry yutkundu.
"Evet, otuz dört santim. Porsuk. Böyle şeylerin olması gerçekten tuhaf. Unutmayın, asa büyücüyü seçer... Sizden büyük işler beklememiz gerektiğini düşünüyorum, Mr Potter... Ne de olsa, Adı Anılmaması Gereken Kişi büyük işler başarmıştı - korkunç, evet, ama büyük işler."
Harry ürperdi. Mr Ollivander'den pek de hoşlandığını sanmıyordu. Asa için yedi altın Galleon verdi, Mr Ollivander de yerlere kadar eğilerek onları geçirdi.
Akşam güneşi iyice alçalmıştı gökte, Harry ile Hagrid Diagon Yolu'ndan indiler; duvardan, sonra da artık boşalmış Çatlak Kazan'dan geçtiler. Yolda yürürlerken hiç konuşmadı Harry; metroda herkesin kendilerine nasıl şaşkınlıkla baktıklarını bile fark etmedi; elleri garip paketlerle doluydu, üstüne üstlük bir de uyuklayan baykuş vardı Harry'nin kucağında. Yürüyen merdivenden Paddington İstasyonu'na çıktılar; Harry, ancak Hagrid omzuna vurduğunda anladı nerede olduklarını.
“Tren kalkmadan iki lokma bir şey yemeye vaktimiz var” dedi Hagrid.
Harry'ye bir hamburger aldı, yemek için plastik koltuklara oturdular. Harry boyuna çevresine bakıyordu. Her şey nedense garip görünmeye başlamıştı.
"iyisin ya, Harry? Pek sessiz duruyorsun," dedi Hagrid.
Harry anlatabileceğini pek sanmıyordu. Yaşamının en güzel doğum gününü geçirmişti - yine de - hamburgerini kemirerek uygun sözleri bulmaya çalıştı.
"Herkes özel biri olduğumu düşünüyor," dedi sonunda. "Çatlak Kazan'dakiler, Profesör Quirrell, Mr Ollivander... ama büyü konusunda hiçbir şey bilmiyorum. Nasıl büyük şeyler bekleyebilirler benden? Ünlüyüm, neden ünlü olduğumu da bilmiyorum. Vol - özür dilerim - annemle babamın öldüğü gece neler oldu, hiç hatırlamıyorum."
Hagrid masadan eğildi. O yabani saçlarının, kaşlarının arkasında sımsıcak bir gülümseme vardı.
"Merak etme, Harry. Kısa zamanda öğrenirsin. Herkes Hogwarts'ta işe sıfırdan başlar, takma kafanı. Kendin ol, yeter. Biliyorum, kolay değil bu. Öne çıkarıldın, çetin iş. Ama Hogvvarts'ta çok güzel vakit geçireceksin - ben geçirdim - aslına bakarsan, hâlâ geçiriyorum."
Hagrid, Harry'yi trene bindirdi. Tren Dursley'lere götürecekti onu. Eline de bir zarf tutuşturdu.
"Hogwarts'a biletin," dedi. "Eylülün ilk günü -King's Cross - hepsi bilette yazılı. Dursley'lerle bir sorunun olursa, baykuşunla hemen bir mektup yolla, beni nerede bulacağını bilir... Yakında görüşürüz, Harry."
Tren istasyondan ayrıldı. Harry, gözden yok oluncaya kadar bakmak istedi Hagrid'e; koltuğundan kalkıp burnunu pencereye dayadı, gözlerini kırpıştırdı, Hagrid gitmişti.
BÖLÜM 5- Diagon Yolu

Harry ertesi sabah erkenden uyandı. Ortalığın aydınlandığını biliyordu, ama yine de gözlerini sımsıkı kapalı tuttu.
Kendi kendine, kesin bir biçimde, "Bir düştü bu," dedi. "Hagrid adında bir dev gördüm düşümde, geldi, büyücülük okuluna gideceğimi söyledi. Gözlerimi açınca kendimi evdeki dolapta bulacağım."
Bir şeye hızlı hızlı vurulduğunu duydu ansızın. Yüreği daralarak, "İşte Petunia Teyze, kapıya vuru-v ör," diye duşundu, yüreği sıkıştı. Ama gözlerini açmadı yine. Düş öyle güzeldi ki. Tak. Tak. Tak.
“Peki” diye mırıldandı. "Kalkıyorum." Doğruldu, doğrulur doğrulmaz da Hagrid'in ağır ÎMJÎO^U duştu u-.runden. Kulübe güneş içindeydi, fırtına dinmişti, Hagrid kırık kanepede uyumaktaydı, pencerede de bir baykuş vardı, gagasına bir gazete sıkıştırmış, pençesiyle cama vuruyordu.
Ayağa fırladı Harry, öylesine mutluydu ki, sanki içinde kocaman bir balon şişiyordu. Dosdoğru pencereye gidip camı açtı. Baykuş içeri süzüldü, gazeteyi hâlâ uyumakta olan Hagrid'in üstüne bıraktı. Yere kondu sonra, Hagrid'in paltosuna saldırdı.
"Yapma."
Baykuşu kovalamaya çalıştı Harry, ama baykuş öfkeyle gagasını gösterdi ona, paltoyu didiklemeyi sürdürdü.
Harry, yüksek sesle, "Hagrid!" dedi. "Bir baykuş var -"
Kanepeye doğru, "Parasını ver," diye homurdandı Hagrid.
"Ne?"
"Gazete getirdi ya, para istiyor. Ceplerime bak."
Hagrid'in paltosu ceplerden oluşmuştu sanki -anahtar desteleri, tüfek saçmaları, iplik yumakları, nane şekerleri, çay poşetleri... sonunda bir avuç garip görünümlü bozukluk çıkardı Harry.
Hagrid, uykulu uykulu, "Beş Knut ver ona," dedi.
"Knut mu?"
"O küçük bronzlardan."
Harry küçük bronz paralardan beş tane saydı, parayı koyabilsin diye, küçük deri bir kese bağlı bacağını uzattı baykuş. Sonra açık pencereden uçup gitti.
Hagrid yüksek sesle esnedi, doğrulup gerindi.
"En iyisi, biz yola düşelim, Harry, yapılacak çok iş var bugün, daha Londra'ya gidip okul malzemesi alacağız"
Harry büyücü paralarım evirip çeviriyor, onlara bakıyordu. Bir şey gelmişti aklına, gelir gelmez de içindeki balon püf diye sönüvermişti.
"Şey-Hagrid..."
Koca çizmelerini giymekte olan Hagrid, "Ha?" dedi.
"Hiç param yok - dün gece Vernon Enişteyi de duydun - okula gidip büyü öğrenmem için para vermeyecek."
Ayağa kalkıp kafasını kaşıyarak, "Merak etme," dedi Hagrid. "Ana baban sana bir şey bırakmadılar mı sanıyorsun?"
"Ama evleri yerle bir olduysa -"
"Altınlarını evde tutmuyorlardı ki, yavrum! İlk durağımız Gringotts, Büyücüler Bankası. Bir sosis alsana, daha soğuyup kaskatı olmamış - eh, ben de senin doğum günü pastandan bir lokma yiyeyim bari."
"Büyücülerin bankaları mı var?"
"Bir tek Gringotts. Cincüceler işletiyor."
Harry elindeki sosis parçasını yere düşürdü.
"Cincüceler mi?"
"Haa - benden söylemesi, soymaya heveslenmek için adamın fıttırması gerek. Cincücelere bulaşılmaz, Harry. Bir şeyi emanet etmek istiyorsan, Gringotts dünyanın en güvenli yeri - Hogwarts'ı saymazsak. Zaten Gringotts'a gidecektim. Dumbledore dediydi. Hogwarts'ın bir işi için." Şöyle bir kabardı Hagrid. "Önemli işleri bana yükler hep. Seni götürmek - Gringotts'tan birtakım şeyler almak - anlıyorsun ya, bana güvenir.
"Her şey hazır mı? Hadi öyleyse."
Harry kayaya kadar Hagrid’i izledi. Hava oldukça açıktı şimdi, deniz güneş ışığıyla parlıyordu. Vernon Enişte'nin tuttuğu kayık hâlâ oradaydı, fırtına yüzünden suyla dolmuştu.
Harry, çevrede bir başka kayık aranarak, "Nasıl geldin buraya?" diye sordu.
"Uçtum," dedi Hagrid.
"Uçtun mu?"
"Haa - sonra konuşuruz bunu. Şimdi yanımda sen varken büyü yapmama izin yok."
Kayığa bindiler, Harry Hagrid'e bakıyordu hâlâ, onun nasıl uçtuğunu gözünde canlandırmaya çalışıyordu.
Hagrid, çoğu zaman yaptığı gibi, Harry'ye yan gözle bakarak, "Şimdi kürek çekmek de ayıp olacak yani," dedi. "Ben tutup da - şey - işleri azıcık hızlandırsam, bundan Hogwarts'ta söz etmezsin, değil mi?"
Biraz daha büyü görme hevesine kapılan Harry, "Elbette etmem," dedi. Hagrid pembe şemsiyeyi çıkardı yine, ucayla kayığın kenarına iki kere vurdu, karaya doğru hızla ilerlemeye başladılar.
Harry, "Gringotts'u soymaya kalkışmak için adamın niye fıttırması gerek?" diye sordu.
"Büyüler - tılsımlar," dedi Hagrid, konuşurken gazetesini açtı. "Kasaları ejderhalar koruyormuş. Üstelik bir de yolu bulacaksın - Gringotts Londra'nın yüzlerce kilometre altında. Metronun taa altında. Orayı soyup malı götürsen bile çıkıncaya kadar açlıktan olursun."
Hagrid gazetesini, Gelecek Postası'nı okurken, Harry oturmuş düşünüyordu. Vernon Enişte insanların bu işi yaparken rahat bırakılmalarını söylerdi hep, ama hiç de kolay değildi bu, kendim bildi bileli, Harry'nin kafasında hiç bu kadar çok soru doğmamıştı.
Hagrid, sayfayı çevirerek, "Sihir Bakanlığı her zamanki gibi işleri karman çorman ediyor," dedi.
Harry kendini tutamadı artık, "Sihir Bakanlığı da mı var?" diye sordu.
"Elbet," dedi Hagrid. "Dumbledore'un Bakan olmasını istedilerdi, ama Hogwarts'ı bırakmak istemediği için, Bakanlık ihtiyar Cornelius Fudge'a kaldı. Gelmiş geçmiş en büyük beceriksiz. Her sabah baykuşlar salıyor Dumbledore'a, Öğüt istiyor."
"Peki ama Sihir Bakanlığı'nın görevi ne?" "Asıl görevi, ülkede cadıların, büyücülerin olduğunu Muggle'lardan gizlemek." "Neden?"
"Neden mi? Neden olacak, Harry, herkes sorunlarını çözmek için büyü peşinde koşar da ondan. Yok yok, biz bize kalalım, daha iyi."
O sırada usulca rıhtıma çarptı kayık. Hagrid gazetesini katladı, taş basamakları tırmanıp sokağa çıktılar.
Küçük kentte istasyona doğru yürürlerken, gelip geçenler gözlerini Hagrid'e dikiyorlardı. Harry suçlayamıyordu onları. Herkesten en az iki kat uzun olması bir yana, parkmetre gibi sıradan şeyleri göstererek, yüksek sesle, "Gördün mü şunu, Harry?" diyordu. "Muggle'lar da kafalarını nelere çalıştırıyor!"
Ona ayak uydurmak için koşmak zorunda kalan Harry, soluk soluğa, "Hagrid," dedi, "Gringotts'ta ejderhalar olduğunu mu söylemiştin?"
"Eee, rivayet öyle," dedi Hagrid. "Off, bir ejderham olmasını amma da isterdim."
"Ejderhan olmasını mı isterdin?"
"Çocukluğumdan beri - geldik işte."
İstasyona varmışlardı. Beş dakika sonra bir tren kalkacaktı Londra'ya. "Muggle parası" dediği şeye akıl erdiremeyen Hagrid, biletleri alsın diye banknotları Harry'ye verdi.
Herkes trende daha çok baktı onlara. Hagrid iki koltuk kaplıyordu; oturduğu yerde kanarya sarısı sirk çadırına benzer bir şey örmeye koyuldu.
İlmekleri sayarak, "Mektubun yanında mı?" diye sordu Harry'ye.
Harry cebinden parşömen zarfı çıkardı.
"İyi," dedi Hagrid. "Sana gereken şeylerin bir de listesi olacak."
Harry bir gece önce gözünden kaçmış ikinci bir kâğıdı açarak okudu:
HOGWARTS CADILIK VE BÜYÜCÜLÜK OKULU
Forma
Birinci sınıf öğrencileri için gerekli eşyalar:
ı. Üç takım düz iş cüppesi (siyah)
2. Sivri uçlu düz bir gündelik şapka (siyah)
3. Bir çift koruyucu eldiven (ejderha der isi ya da benzeri)
4. Kışlık bir pelerin (siyah, gümüş tokalı)
Bütün öğrencilerin elbiselerinde adlan yazılı künyeler alacaktır.
Ders Kitapları
Bütün öğrenciler aşağıda belirlileri kitaplardan birer
tane edinecektir:
ı. Sınıflar için Temel Büyüler Kitabı (Miranda Goshavvk)
Sihir Tarihi (Bathilda Bagshot)
Sihir Kuramı (Adalbert VVaffling)
Biçim Değiştirme için İlk Adım (Emerle Switch)
Bin Bir Büyülü Ot ve Mantar (Phyllida Spore)
Sihirli Yiyecek ve içecekler (Arsenius Jigger)
Olağandışı Yaratıklar ve Yaşadıkları Yerler (Newt
Scamander)
Karanlık Güçler: Kendini Savunma El Kitabı (Quentin Trimble)
Öteki Gereçler
1 asa
1 kazan (kalaylı, orta boy)
1 takım cam ya da kristal şişe
1 teleskop
1 takım pirinç ölçek
Öğrenciler bir baykuş YA DA bir kedi YA DA bir kurbağa getirebilirler.
VELÎLERİN DİKKATİNE. BİRİNCİ SINIF ÖĞRENCİLERİNİN SÜPÜRGELERİNİ KULLANMALARI YASAKTIR.
Harry, şaşkınlıkla, "Bütün bunları Londra'da bulabilir miyiz?" diye sordu.
"Gideceğin yeri biliyorsan, elbet," dedi Hagrid.
Harry Londra'ya hiç gitmemişti. Hagrid yolu biliyor gibiydi, ama daha önce hep alışılmadık biçimlerde yolculuk ettiği de apaçık ortadaydı. Metroda turnikeye sıkıştı, trene binince de koltukların küçüklüğünden, çok ağır gittiklerinden yakındı.
Kırık dökük bir yürüyen merdivenden çıkıp da kendilerini iki yanı mağazalar sıralı cıvıl cıvıl bir yola attıklarında, "Muggle'lar büyüsüz nasıl beceriyorlar, aklım ermiyor," dedi.
Öylesine iriydi ki Hagrid, kalabalığı kolayca yarıyordu; Harry'nin bütün yaptığı, onun hemen arkasından yürümekti. Kitapçıların, müzik mağazalarının, hamburger büfelerinin, sinemaların önünden geçtiler, ama hiçbir yerde büyülü asalar satıldığına dair bir belirti yoktu. Sıradan insanlarla dolu sıradan bir sokaktı bu. Kilometrelerce aşağıda büyücülerin altın yığınları gömülü müydü gerçekten? Büyü kitapları, süpürgeler satan dükkânlar var mıydı? Yoksa bütün bunlar Dursley'lerin başlarının altından çıkan koca bir şaka mıydı? Harry, Dursley'lerin gülmekle uzaktan yakından ilgileri olmadığını bilmeseydi öyle düşünürdü belki, yine de Hagrid'in anlattıkları da pek inanılacak gibi değildi. Ama Harry ister istemez ona güveniyordu.
Hagrid, durarak, "İşte," dedi. "Çatlak Kazan. Ünlü bir yerdir."
Ufacık, köhne bir meyhaneydi burası. Hagrid eliyle göstermeseydi, Harry farkına bile varmayacaktı onun. Hızla gelip geçenler meyhaneye bakmıyorlardı bile. Bir yanındaki büyük kitapçıdan öteki yanındaki plakçıya kayıyordu gözleri, Çatlak Kazan'ı sanki hiç görmüyorlardı. Garip bir duygu uyandı Harry n u içinde, sanki meyhaneyi sadece Hagrid'le kendisi görmekteydi. Daha bu duygusunu dile getiremeden, Harıid onu içeriye sürükledi.
Ünlü bir yer için çok karanlıktı Çatlak Kazan, dökülüyordu. Bir köşede üç beş yaşlı kadın oturmuş, beyazşarap içiyordu. İçlerinden biri upuzun tir pipo tüttürmekteydi. Silindir şapkalı ufak tefek bir adam, saçları iyice dökülmüş, yapış yapış bir cevize benzeyen yaşlı barmenle konuşuyordu. İçeri girdiklerinde mırıltılar durdu. Herkes Hagrid'i tanıyor gibiydi; el sallayıp gülümsediler ona; barmen, bir kadehe uzanarak. “Her zamankinden mi, Hagrid?" dedi.
Hagrid, koca elini Harry'nin sırtına vurup onu sendeleterek, "İçemem, Tom," dedi. "Hogwarts görevi başındayım."
Gözlerini Harry'ye dikerek, "Yoksa," dedi barmen, "sakın bu-bu-?"
Çatlak Kazan derin bir sessizliğe gömüldü birden-bire.
Yaşlı barmen, "Vay canına!" diye fısıldadı. "Harry Potter... ne büyük bir onur."
Tezgâhın arkasından fırladı, gözleri yaşlı, Harry'nin yanma koşup elini yakaladı.
"Hoş döndünüz, M- Potter, hoş döndünüz."
Harry ne diyeceğini bilemedi. Herkes ona bakıyordu. Pipolu kadın, söndüğünün farkında bile olmadan, piposunu püfleyip duruyordu. Işıl ışıldı Hagrid.
Derken, iskemle gıcırtıları yükseldi, Harry kendini Çatlak Kazan'da herkesle tokalaşırken buldu.
"Ben Doris Crockford, Mr Potter, sonunda sizi gördüğüme inanamıyorum.'
"Öyle mutluyum ki, Mr Potter, öyle mutluyum ki!"
"Hep elinizi sıkmak istemişimdir - kalbim duracak!"
"Nasıl sevindim, anlatamam, Mr Potter. Adım Diggle. Dedalus Diggle."
"Sizi daha önce görmüştüm!" dedi Harry; Dedalus Diggle heyecandan silindir şapkasını düşürdü. "Bir mağazada bana selam vermiştiniz."
Çevresindekilere bakarak, "Hatırlıyor!" diye bağırdı Dedalus Diggle. "Duydunuz mu? Beni hatırlıyor!"
Harry herkesle tokalaştı da tokalaştı - Doris Crockford tokalaştıktan sonra hep sıraya giriyordu yine.
Soluk yüzlü bir delikanlı, tedirgin, yaklaştı. Gözlerinden biri seğiriyordu.
"Profesör Quirreil!" dedi Hagrid. "Harry Profesör Quirrell Hogvvarts'taki öğretmenlerinden biri."
Harry'nin eline yapışarak, "P-P-Potter," diye kekeledi Profesör Quirrell, "si-sizi ta-tanıdığıma ne kadar se-sevindim, anlatamam."
"Ne tür büyü öğretiyorsunuz, Profesör Quirrell?
"Ka-Ka-Karanlık Sanatlara Karşı Sa-Savunma," diye mırıldandı Profesör Quirrell, şimdi bu konu üstünde durmak istemiyordu sanki. "Si-sizin için ge-gerekmez, ha, P-P-Potter?" Tedirgin tedirgin güldü. "Ma-malze-menizi alacaksınız herhalde? Be-ben de vampirler üs-üstüne bir ki-kitap almaya geldim." Vampir sözünden bile tüyleri ürpermişe benziyordu.
Ötekiler, Profesör Quirrei'nin Harry'yi esir almasına izin vermediler. Hepsinden kurtulmak ise yaklaşık on dakika sürdü. Sonunda, Hagrid bütün o gürültüde sesini duyurabildi.
"Gitmemiz gerek - alacak çok şey var. Hadi, Harry."
Doris Crockford Harry'nin elini son kere sıktı, öne düştü Hagrid, tezgâhın arkasından geçip, içinde bir çöp tenekesiyle ayrık otlarından başka bir şey olmayan, duvarlarla çevrili küçük bir avluya çıktılar.
Hagrid, Harry'ye sırıttı.
"Söylemedim miydi sana? Nasıl ünlü olduğunu söyledimdi. Seni görünce Profesör Quirrell'm bile eli ayağı tutuldu - laf aramızda, hep zangır zangır titrer."
"Hep tedirgin midir böyle?"
"Haa, elbet. Zavallıcık. Parlak zekâ. Kitaplardan çalışıp öğrenirken iyiydi, bir şeyi yoktu, ne zaman ki bir yıl izin alıp uygulamaya geçti... Kara Orman'da vampirlerle karşılaşmış, öyle diyorlar, cadalozun tekiyle de başı derde girmiş - ondan sonra eskisi gibi olamadı artık. Öğrencilerinden korkar, kendi öğrettiği dersten bile korkar - haydaa, nerede benim şemsiyem?"
Vampirler? Cadalozlar? Kafası karmakarışık olmuştu Harry'nin, o arada Hagrid çöp tenekesinin yanındaki duvarda tuğlaları saymaya koyulmuştu.
"Üç yukarı... iki sağa... " diye mırıldandı. "Tamam, çekil biraz, Harry."
Şemsiyesinin ucuyla duvara üç kere vurdu.
Dokunduğu tuğla şöyle bir titredi - oynadı - küçük bir delik belirdi ortasında - delik büyüdü, büyüdü - bir saniye sonra Hagrid'in bile geçebileceği kemerli bir geçitteydiler. Geçit, kıvrıla kıvrıla uzayıp gözden yok olan taş döşeli bir sokağa açılıyordu.
"Diagon Yolu'na hoş geldin," dedi Hagrid.
Harry'nin şaşkınlığı karşısında sırıttı. Kemerin altından geçtiler. Harry kafasını çevirip arkasına baktı hemen, delik bir anda kapanmış, kemer yine sapasağlam bir duvar oluvermişti.
En yakın dükkânın önündeki kazanlar gün ışığında pırıl pırıl parlıyordu. Üstlerindeki tabelada Kazanlar -Her Boy - Bakır, Pirinç, Kalay, Gümüş - Otomatik Karıştırmak - Katlanır yazılıydı.
"Bir tane alacağız sana," dedi Hagrid. "Ama önce parayı almamız gerek."
Keşke sekiz gözüm daha olsaydı diye düşünüyordu Harry. Sokakta yürürken başını her yana çeviriyor, bir anda her şeyi görmeye çalışıyordu: dükkânları, önlerindeki eşyaları, alışveriş eden insanları. Tombul bir kadının yanından geçtiler; kadın aktarın önünde başını iki yana sallayarak söyleniyordu: "Ejderha ciğeri, gramı on yedi Sickle, çıldırmış bunlar..."
Üstünde Bin Bir Çeşit Baykuş Dükkânı - Yırtıcı, Uysal, Boz, Kahverengi, Karbeyazı Baykuşlar yazan karanlık bir dükkândan belli belirsiz baykuş ötüşleri geliyordu. Harry'nin yaşıtı birkaç çocuk, burunlarını süpürgelerin sergilendiği bir vitrine yapıştırmışlardı. Harry, içlerinden birinin, "Bak," dediğini duydu, "yeni Nimbus İki Bin - bundan hızlısı yok -" Cübbe satılan, teleskop satılan, Harry'nin daha önce hiç görmediği garip gümüş gereçler satılan dükkânlar, yarasa dalaklarıyla, yılanbalığı gözleriyle dolu fıçıların, cilt cilt kitap yığınlarının, tüy kalemlerin, parşömen rulolarının, iksir şişelerinin, ay kürelerinin sergilendiği vitrinler...
"Gringotts," dedi Hagrid.
Öteki küçük dükkânların tepesinde yükselen karbe-yazı bir binaya gelmişlerdi. Pırıl pırıl tunç kapıların önünde, sırmalı kız üniformasıyla bir -
"Evet, bir ciddice bu," dedi Hagrid; beyaz taş merdiveni çıktılar sessizce. Cincüce, Harry'den bir kanş daha kısaydı. Esmer bir yüzü, zeki bakışları, sivri bir sakalı vardı; parmaklarıyla ayaklarının çok uzun olduğunu fark etti Harry. İçeri girerlerken, cincüce eğilerek selam verdi, ikinci bir kapının önündeydiler şimdi, bu kapı gümüştendi, üstünde şunlar yazılıydı:
Gir bakalım, yabancı, ama dikkat et, sakın Kendini koyverip de hırsa kapılmayasın, Alın teri dökmeden köşe dönme hevesi Canına okur sonra, bak bizden söylemesi, Senin olmayan bir şey yürüteceksen unut Aklını başına al, sonra da kendini tut, Hırsızlığa kalkarsan, bir daha düşün yine, Başka şeyler bulursun çil altınlar yerine.
"Söylediğim gibi, burayı soymaya kalkanın fıttır-ması gerek," dedi Hagrid.
Gümüş kapının önünde bir çift cincüce eğilerek selamladı onları; uçsuz bucaksız mermer bir salona girdiler. Yüz kadar cincüce daha uzun mu uzun bir bankın arkasındaki yüksek taburelere oturmuş, kocaman hesap defterlerine bir şeyler yazıyor, pirinç terazilerde para tartıyor, merceklerle değerli taşlar inceliyordu. Salondan dışarı açılan sayılamayacak kadar çok kapı vardı daha, başka cincüceler de o kapılardan insani, "a yol gösteriyordu. Hagrid'le Harry banka yaklaştılar.
Hagrid, o anda iş yapmayan bir cincüceye, "Günaydın," dedi. "Mr Harry Potter'ın kasasından biraz para almaya geldik."
"Anahtarı yanınızda mı, efendim?"
"Buralarda bir yerde olacak," dedi Hagrid, ceplerini bankın üstüne boşaltmaya başladı, cincücenin hesap defterinin üstüne bir avuç yapış yapış köpek bisküvisi yayıldı. Burnunu kırıştırdı cincüce. Harry, sağlarındaki cincücenin herbiri kor büyüklüğünde bir yığın yakutu tartmasını seyrediyordu.
Sonunda, "Buldum," dedi Hagrid, küçücük bir altın anahtar gösterdi.
Cincüce anahtarı inceledi.
"Tamam görünüyor."
Hagrid, göğsünü şişirip böbürlenerek, "Profesör Dumbledore'dan da bir mektup getirdim," dedi. "Yedi yüz on üçüncü kasadaki Ne-Olduğunu-Bilirsin-Sen'le ilgili."
Cincüce mektubu dikkatle okudu.
Sonra onu Hagrid'e uzatarak, "Peki," dedi. "Biri sizi iki kasaya da götürecek. Griphook!"
Griphook bir başka cincüceydi. Hagrid köpek bisküvilerini ceplerine doldurdu yine, Griphook'un arkasında, salondan dışarı açılan kapılardan birine yöneldiler.
Harry, "Yedi yüz on üçüncü kasadaki Ne-Olduğu-nu-Bilirsin-Sen nedir?" diye sordu.
Hagrid, gizemli bir biçimde, "Söyleyemem," dedi. "Çok gizli. Hogwarts işi. Dumbledore bana güvendi. Söylersem görevimi kötüye kullanmış olurum."
Griphook onlara kapıyı açtı. Yine mermerle karşılaşacağını sanıyordu Harry, şaşırdı. Meşalelerin aydınlattığı daracık taş bir koridordaydılar. Dimdik aşağı iniyordu koridor, yerde incecik raylar vardı. Islık çaldı Griphook, raylar üstünde gıcırdayarak küçük bir araba geldi hemen. Arabaya bindiler -Hagrid biraz zorluk çekti gerçi- ve yola koyuldular.
Önce bulmacaya benzeyen dönemeçli geçitlerden ilerlediler. Harry unutmamaya çalıştı, sol, sağ, sağ, sol, orta çatal, sağ, sol, ama olanaksızdı bu. Zangırdayan araba yolu biliyor gibiydi, çünkü Griphook onu yönetmiyordu.
Harry'nin gözleri, çarpan soğuk hava yüzünden sızlıyordu; ama faltaşı gibi açık tuttu onları. Bir keresinde geçidin sonunda alevlerin yükseldiğini gördü sanki, bunun bir ejderha olup olmadığım anlamak için hemen arkasına döndü, ama geç kalmıştı - yerde ve tavanda kocaman sarkıtlar, dikitler bulunan bir yeraltı gölünden geçerek daha da derinlere daldılar.
Arabanın gürültüsünde sesini duyurmaya çalışarak, "Aklım ermiyor," dedi, "sarkıtla dikit arasındaki fark ne?"
"Sarkıtta 's' harfi var ya," dedi Hagrid. "Şimdi soru sorma bana. Galiba kusacağım."
Sahiden de yemyeşil olmuştu, araba sonunda geçit duvarındaki bir kapının yanında durduğunda, hemen fırladı Hagrid, dizlerinin titremesini önlemek için duvara yaslandı.
Griphook kapının kilidini açtı. İçeriden çıkan yeşil bir duman sardı ortalığı; dağılınca şaşkınlıktan yutkundu Harry. İçeride altın para kümeleri vardı. Gümüş tepecikleri. Küçük bronz Knutlardan oluşmuş tepecikler.
"Hepsi senin," diye gülümsedi Hagrid.
Hepsi Harry'nin - inanılacak gibi değildi. Durs-ley'ler bunu bilmiyorlardı anlaşılan, bilselerdi, göz açıp kapayıncaya kadar hepsine el koyarlardı. Boyuna yakınmazlar mıydı, Harry kendilerine ne kadar tuzluya patlıyor diye? Demek bu arada, Londra'nın taa derinlerine gömülü küçük bir servetin de sahibiydi.
Hagrid, Harry'nin torbaya biraz para koymasına yardımcı oldu.
"Altınlar Galleon," diye açıkladı. "On yedi gümüş Sickle bir Galleon eder, yirmi dokuz Knut da bir Sickle eder, o kadar basit. Tamam, o kadarı birkaç döneme yeter, gerisi burada kalsın, güven içinde." Griphook'a döndü. "Şimdi de yedi yüz on üç numaralı kasa, lütfen, biraz daha ağır gidebilir miyiz?"
Griphook, "Sadece tek hız var," dedi.
Gittikçe hızlanarak daha da derinlere iniyorlardı şimdi. Keskin dönemeçlerden geçtikçe hava söğüdü da söğüdü. Tangır tungur bir yeraltı çukurunu aştılar, Harry kenardan eğilip aşağıdaki karanlık çukurda ne olduğunu anlamaya çalıştı, ama Hagrid homurdanarak ensesine yapıştığı gibi çekti onu.
Yedi yüz on üçüncü kasanın anahtar deliği yoktu.
Griphook, kasılarak, "Geri durun," dedi. Uzun parmaklarından biriyle kapıyı okşadı; kapı eriyip gitti.
"Bunu Gringotts cincücelerinin dışında biri yapmaya kalkarsa, kapı onu emerek içeri çeker," dedi Griphook. "Oradan çıkamaz artık."
Harry, "İçeride biri var mı yok mu diye sık sık bakıyor musunuz?" diye sordu.
Griphook, pis sayılabilecek bir sırıtmayla, "Yaklaşık on yılda bir," dedi.
Harry, en sıkı önlemlerle korunan bu kasanın içinde olağanüstü bir şey olduğuna inanıyordu, eşsiz mücevherleri görmek için merakla eğildi - kasa, ilk bakışta boşmuş gibi geldi ona. Sonra kahverengi kâğıda sarılmış pis bir paket gördü yerde. Hagrid paketi alıp paltosunun içine koydu. Onun ne olduğunu öğrenmeye can atıyordu Harry, ama sormayı göze alamadı.
"Hadi bakalım," dedi Hagrid, "doğru cehennem arabasına - yolda da bir şey sorma bana, ağzımı açma-sam iyi olacak."
Çılgınca bir araba yolculuğundan sonra Grin-gotts'un önündeydiler yine, gün ışığından gözleri kamaşıyordu. Harry'nin bir torba parası vardı şimdi. Sevinçten nerelere koşacağını bilmiyordu. Kaç Galleon kaç para eder, bilmesi gerekmiyordu, hiç bu kadar parası olmamıştı - Dudley'nin bile ömür boyu kazandığından daha çoktu bu.
Hagrid, başıyla Madam Malkin'in Her Duruma Göre Cüppeleri’ni göstererek, "Şimdi bir forma alalım sana," dedi. "Bak, Harry, ben Çatlak Kazan'da bir tek atmaya tüysem kızmazsın ya? Şu Gringotts arabaları perişan ediyor beni." Hâlâ keyifsiz görünüyordu, Harry de Madam Malkin'in dükkânına tek başına girdi, tedirgindi.
Madam Malkin eflatunlar içinde, kısa boylu, güler yüzlü bir cadıydı.
Harry daha ağzını açarken, "Hogvvarts mı, güzelim?" dedi. "Her boydan var burada - şu anda bir delikanlıya da veriyoruz."
Dükkânın arkasında, bir taburenin üstünde solgun, sivri yüzlü bir çocuk duruyordu, bir başka cadı da onun uzun siyah cüppesini iğneliyordu. Madam Mal-kin onun yanındaki bir başka tabureye çıkardı Harry'yi, kafasından bir cüppe geçirip etek boyunu ayarlamak için iğnelemeye koyuldu.
"Merhaba," dedi çocuk, "sen de mi Hogwarts'a?"
"Evet," dedi Harry.
Çocuk, "Babam yanda kitap alıyor, annem de sokağın başındaki asalara bakıyor," dedi. Kelimeleri uzatarak bezgin bezgin konuşuyordu. "Sonra onları yarış süpürgeleri bakmaya götüreceğim. Birinci sınıftakilerin neden kendi süpürgeleri olmasın, anlamıyorum. Bir tane alsın diye babamı zorlarım, sonra da bir yolunu bulur, onu gizlice sokarım okula."
Harry hemen Dudleyi hatırladı.
Çocuk, "Senin kendi süpürgen var mı?" diye devam etti.
"Hayır," dedi Harry.
"Hiç Quidditch oynadın mı?"
Harry, "Hayır," dedi yine, Quidditch de neyin nesiydi acaba?
"Ben oynadım - Babam takıma seçilmezsem bunun düpedüz cinayet olacağını söylüyor. Bence de öyle. Hangi binada kalacağını biliyor musun?"
Her dakika daha da afallayan Harry, "Hayır," dedi.
"Zaten oraya gidinceye kadar kimse bilemez bunu, öyle değil mi, ama ben Slytherin'de kalacağımı biliyorum, bütün ailem orada kalmış - bir de Hufflepuff ta kaldığım düşünsene - tek dakika durmaz, hemen ayrılırdım. Sen olsan ayrılmaz miydin?"
"Hmm," dedi Harry, keşke daha ilginç bir şey söyleyebilseydim diye düşündü.
Çocuk, vitrini işaret ederek, "Hey, şu adama bak!" dedi ansızın. Hagrid duruyordu orada, Harry'ye sırıtıyor, içeri neden giremediğini belirtmek için de elindeki iki kocaman dondurma külahını gösteriyordu.
"O, Hagrid," dedi Harry, çocuğun bilmediği bir şeyi bildiğine seviniyordu. "Hogwarts'ta çalışıyor."
"Haa," dedi çocuk, "adını duymuştum. Bir çeşit uşak, değil mi?"
"Bekçi," dedi Harry. Her saniye daha az hoşlanıyordu çocuktan.
"Evet, öyle. Yabani biriymiş - okul bahçesinde bir kulübede yaşıyormuş, arada bir sarhoş olur, büyü yapmaya kalkar, yatağını ateşe verirmiş."
Harry, "Bence pırıl pırıl biri," dedi soğukça.
Çocuk, burun kıvırarak, "Öyle mi?" dedi. "Neden seninle birlikte? Annen baban nerede?"
Harry, "Öldüler," dedi kısaca. Çocukla bu konulara girmek istemiyordu.
"Özür dilerim," dedi çocuk, sesi pek de özür diler gibi çıkmıyordu. "Ama onlar da bizdendiler, değil mi?"
"Büyücüydüler, bunu soruyorsan eğer."
"Ötekileri aramıza almamalılar, öyle değil mi? Aynı değiliz, bizim gibi yetiştirilmemiş onlar. Düşünsene sen, bazıları mektup alıncaya kadar Hogvvarts'ın adını bile duymamış. Köklü büyücü ailelerin çocuklarını almalılar sadece. Sahi, senin soyadın ne?"
Harrynin yanıt vermesine fırsat kalmadan, "Tamam, güzelim," dedi Madam Malkin; Harry de, konuşmayı yarıda kestiği için özür dilemeye bile gerek görmeden tabureden atladı.
"Eh," dedi suratsız çocuk, "Hogwarts'ta görüşürüz herhalde."
Harry, Hagrid'in aldığı dondurmayı (çikolatalı, böğürtlenli, üstü fındıklı) yerken pek konuşmadı.
"Nen var?" dedi Hagrid.
Harry düpedüz yalan söyledi: "Yok bir şey." Parşömenle tüy kalem almak için durdular. Harry, yazdıkça rengi değişen bir şişe mürekkep bulduğu için keyiflenir gibi oldu. Dükkândan çıkarlarken, "Hagrid, Quidditch nedir?" diye sordu.
"Vay canına, Harry, ne kadar az şey bildiğini boyuna unutuyorum - daha Quidditch'ten bile haberin yok!"
"Keyfimi iyice kaçırma," dedi Harry. Madam Malkin'de rastladığı solgun yüzlü çocuğu anlattı Hagrid'e.
"- Muggle ailelerin çocukları okula alınmamalıymış -"
"Sen Muggle bir aileden gelmiyorsun ki. Senin kim olduğunu bileydi - ana babası büyücüyse eğer, senin adını ezber ederek büyümüştür - Çatlak Kazan'da da gördün. Her neyse, aklı mı erer onun, benim bildiğim büyücülerin en esaslılarından bazıları bile Muggle ailelerden gelme - ananı düşün! Bir de ananın kardeşine bak!"
" Quidditch nedir peki?"
"Spor. Büyücü sporu. Şey gibi - Muggle'lar dünyasının futbolu gibi bir şey - herkes bayılır Quidditch'e -havada oynanır, uçan süpürgeler üstünde, dört top vardır - kuralları anlatmak uzun iş şimdi."
"Peki, Slytherin'le Hufflepuff nedir?"
"Okul binaları. Dört tane var. Herkes Hufflepuff m beş para etmediğini söyler, ama -"
Harry, üzüntüyle, "Ben herhalde Hufflepuff tayım," dedi.
Hagrid, sır verir gibi, "Slytherin olacağına Hufflepuff olsun," dedi. "Sapıtan cadılar, büyücüler içinde Slytherin'de bulunmamış tek kimse yok. Biri de Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen' di."
"Vol- özür dilerim - Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen Hogwarts'ta mıydı?"
"Yıllar yıllar önce," dedi Hagrid.
Flourish ve Blotts adlı bir dükkâna girip Harry'nin ders kitaplarını aldılar, raflar tavana kadar kitaplarla doluydu, deri ciltli, kaldırım taşı büyüklüğünde kitaplarla, ipek kapaklı, posta pulu kadar minik kitaplarla, garip simgelerle dolu kitaplarla, bazı kitapların içi ise bomboştu. Hiçbir şey okumayan Dudley bile bayılırdı bunlara. Hagrid, Harry'yi sürükleyerek, Profesör Vindictus Viridian'ın Lanetler ve Karşı-Lanetler (Arkadaşlarınızı Büyüleyin, Düşmanlarınızı En Yeni Öç Yöntemleriyle Çatlaan: Saç Dökülmesi, Bacak Titremesi, Dil Tutulması, daha neler neler) kitabından zorla uzaklaştırdı.
"Dudley'yi nasıl çatlatabilirim, onu bulmaya çalışıyordum."
"Fena fikir değil, ama özel durumlar dışında Mugg-le'lar dünyasında büyü kullanmak yasaktır," dedi Hag-rid. "Hem zaten daha beceremezsin, o düzeye gelinceye kadar çok çalışman, çok şey öğrenmen gerek."
Hagrid, Harry'nin altın bir kazan almasına da izin vermedi ("Listede kalaylı diyor"), ama güzel bir takım iksir ölçeğiyle açılır kapanır pirinç bir teleskop aldılar. Aktara gittiler sonra, dükkân o kadar etkileyiciydi ki, insan o berbat çürük yumurta ve lahana kokusunu bile duymuyordu. Yerde yapış yapış fıçılar vardı; duvarlara otlarla, kurutulmuş köklerle, parlak tozlarla dolu kavanozlar sıralanmıştı; tavandan hayvan dişleriyle kıvrık pençeler dizili ipler sarkıyordu. Hagrid tezgâhın arkasındaki adamdan Harry için bazı temel iksir malzemeleri isterken, Harry de tanesi yirmi bir Galleon'a satılan gümüş tek boynuzlu at boynuzlarını, minicik, parlak siyah böcek gözlerini (kepçesi beş Knut) inceliyordu.
Aktardan çıkınca Harry'nin listesine bir daha baktı
Hagrid.
"Bir tek asa kaldı - haa, sahi, daha doğum günü armağanını almadım.'"'
Harry kıpkırmızı kesildiğini fark etti.
"Bir şey alman gerekmez -"
"Ben de biliyorum, gerekmez. Bak, ne diyeceğim. Hayvanını ben alayım. Kurbağa olmaz, kurbağaların modası geceli yıllar oldu, herkes makaraya alır seni - kediler desen, hoşuma gitmez, beni aksırtırlar. Bir baykuş alayım sana. Bütün çocuklar baykuş ister, çok da işe yararlar, postacılıktın tut da her bir işi yaparlar."
Yirmi dakika sonra, hışırtılarla, kanat çırpışlarıyla, mücevher parlaklığında gözlerle dolu o karanlık Bin Bir Çeşit Baykuş Dükkâr.ı'ndan çıkıyorlardı. Harry'nin elinde büyük bir kafes, kafesin içinde de başını kanadının altına sokmuş, uyuklayan çok güzel kar beyazı bir baykuş vardı. Tıpkı Profesör Quirrell gibi kekeleyerek teşekkür üstüne teşekkür etti Hagrid'e.
Hagrid, "Teşekküre değmez," dedi boğuk bir sesle. "Dursley'ler herhalde pek bir şey vermemişlerdir sana. Sadece Ollivander'ler kaldı şimdi - asa satılan tek yer orası, sana da en iyi asayı almalıyız."
Büyülü asa... Harry en çok bunu istiyordu.
Son dükkân daracıktı, külüstür mü külüstürdü. Kapının üstünde yaldızlı harflerle Ollivander'ler: Kusursuz Asa Yapımcıları - Kuruluşu: Î.Ö< 382 yazılıydı. Tozlu vitrindeki solmuş mor yastıkta bir tek asa duruyordu.
İçeri girerlerken dükkânın derinliklerinde bir çıngırak çaldı. Ufacık bir yerdi burası; bomboştu, ince bacaklı bir iskemleden başka bir şey yoktu. Hagrid de ona oturup beklemeye koyuldu. Harry, çok katı kuralları olan bir kitaplığa girmiş gibi bir duyguya kapıldı; aklına yeni gelen bazı soruları sormak yerine tavana kadar dizilmiş dar kutulara bakmayı yeğledi. Her nedense, ensesi kaşınıyordu. Buradaki toz ve sessizlik gizli bir büyüye karışmış gibiydi.
"İyi günler," dedi yumuşak bir ses. Harry sıçradı.
Hagrid de sıçramıştı herhalde, büyük bir çatırtı kopmuştu çünkü, o da ince bacaklı iskemleden hemen kalkmıştı.
Dükkânın loşluğunda ay gibi parıldayan kocaman, soluk gözleriyle yaşlı bir adam duruyordu karşılarında. Harry, çekinerek, "Merhaba," dedi. "Evet," dedi adam. "evet, evet. Sizi yakında göreceğimi biliyordum. Harry Potter." Soru değildi bu. "Gözleriniz annenizin gözlerine çekmiş. Daha dün gibi geliyor, o da buradaydı, ilk asasını almaya gelmişti. Yirmi altı santim uzunluğunda, incecik, söğütten yapılmış. Tılsım için çok uygun bir asa."
Mr Ollivander daha da yaklaştı Harry'ye. Keşke gözlerini kırpsa diye düşündü Harry. O gümüş rengi gözler insanı ürpertiyordu.
"Ama babanız maun bir asa beğenmişti. Yirmi dokuz santim. Esnek. Biraz daha güçlü, biçim değiştirmek için birebir. Evet, babanız onu seçmişti - aslına bakarsanız, asa büyücüyü seçer tabii."
Mr Ollivander o kadar yaklaşmıştı ki, Harry'yle burun buruna gelmişlerdi neredeyse. Harry, o sisli gözlerde kendi yansımasını görüyordu. "Demek burası..." Mr Ollivander, uzun, beyaz parmağıyla Harry'nin
alnındaki şimşek izine dokundu.
"Yazık," dedi usulca, "bunu yapan asayı da ben satmıştım. Otuz dört santim. Porsuk. Güçlü bir asa, çok güçlü, yanlış ellere geçerse... Eğer o asanın dünyada ne gibi işlerde kullanılacağını kestirebilseydim..."
Başını iki yana salladı, derken Hagrid'i gördü, Harry de bir oh çekti.
"Rubeus! Rubeus Hagrid! Seni yeniden görmek ne güzel... Meşe, kırk buçuk santim, oldukça esnek, öyle değil miydi?"
"Evet, efendim, öyleydi," dedi Hagrid.
"Güzel asaydı doğrusu. Ama seni kovduklarında ortasından kırdılar, değil mi?" dedi Mr Ollivander, birdenbire sertleşmişti.
Ayaklannı sallayarak, "Şey - evet, kırdılar," dedi Hagrid. Sonra coşkuyla, "Ama parçaları hâlâ bende," diye ekledi.
Mr Ollivander, azarlarcasına, "Kullanmıyorsun ya?" dedi.
Hagrid, "Hayır, efendim," dedi hemen. Harry, onun konuşurken pembe şemsiyesine sımsıkı yapıştığını fark ermişti.
Mr Ollivander, Hagrid'e dik dik bakarak, "Hmmm," dedi. "Eh - Mr Potter. Bir bakalım." Üstü gümüş çizgili uzun bir mezura çıkardı cebinden. "Asa kolunuz hangisi?"
"Şey - ben sağ elimi kullanırım," dedi Harry.
"Uzatın kolunuzu. Tamam." Harr^nin omuzundan parmağına, bileğinden dirseğine, omuzundan ayak ucuna, dizinden koltuk altına ölçüsünü aldı. Sonra da kafasının çevresini ölçtü. Ölçü alırken, "Her Ollivander asasında güçlü bir büyü özü vardır, Mr Potter," dedi. "Biz tek boynuzlu at kulan, anka telekleri, ejderha yü-reği tellerini kullanırız. Ollivander asaları hiç birbirine benzemez, tek boynuzlu atların, ejderhaların, ankalarm birbirlerine benzemedikleri gibi. Tebii başka büyücü asalarından aynı sonucu alamazsınız '
Harry birdenbire fark etti: Burun deliklerinin arasını ölçen mezura bu işi kendi kendine yapıyordu. Mr Ollivander rafları karıştırıyor, kutular indiriyordu.
"Yeter," dedi, mezura da gevşeyerek yere yığılıver-di. “Peki öyleyse, Mr Potter. Şunu deneyin. Kayınağacı ve ejderha yüreği tellerinden. Yirmi üç santim. Güzel ve esnek. Tutup şöyle bir sallayın.”
Harry asayı aldı ve (bu işi aptalca bularak) havada salladı, ama Mr Ollivander hemen kaptı.
"Akçaağaç ve anka teleği. On sekiz santim. Vızıldar. Deneyin-"
Harry denemeye kalktı - ama daha havaya kaldırırın Mr Ollivander asayı çekti aldı.
(avı, ha ı - bunu alın, abanoz ve tek boynuzlu a,. Yirmibeş DU v * ^ santim esnek. Hadi, hadi, dene.”
Harry dene un u . . .j uv Mr Ollivander'in ne beklediğini Harry rru hıx" b* ~n ordu Oe.ıediği asalar yığını ince bacaklı ıskeou -i > oûvudükre Duyuyordu Mr Ollivander asa çıkardıkça artıyordu.
' Tr müşteri ha"* Merak , Mr Ollivander erdr en bulaca - oak^-n şjino -eve. ned^r ol--' ^ • jı bı* kar-^u. - dikeri, defno ve parmaklarında. Başının üstüne kaldırdı onu, tozlu havada vınlatarak indirdi; asanın ucundan hava fişekleri gibi kırmızı, altın rengi kıvılcımlar fışkırdı, duvarlarda oynaşan ışıklar belirdi. Hagrid sevinç çığlıkları atarak el çırptı; Mr Ollivander, "Ah, bravo!" diye bağırdı. "Evet, tamam, ah, çok güzel. Vay, vay, vay... ne tuhaf... ne kadar tuhaf..."
Harry'nin asasını kutusuna koydu yine, kahverengi kâğıda sardı; bir yandan da, 'Tuhaf... tuhaf..." diye mırıldanıyordu.
"Özür dilerim," dedi Harry, "nedir tuhaf olan?"
Mr Ollivander soluk bakışlarım Harry'ye dikti.
"Sattığım her asayı hatırlarım, Mr Potter. Tek tek hepsini. Teleği asanızda olan anka, bir başka telek daha vermişti - bir tek telek. Kaderinize bu asanın düşmesi çok tuhaf, çünkü sizde o izi bırakan bunun kardeşiydi."
Harry yutkundu.
"Evet, otuz dört santim. Porsuk. Böyle şeylerin olması gerçekten tuhaf. Unutmayın, asa büyücüyü seçer... Sizden büyük işler beklememiz gerektiğini düşünüyorum, Mr Potter... Ne de olsa, Adı Anılmaması Gereken Kişi büyük işler başarmıştı - korkunç, evet, ama büyük işler."
Harry ürperdi. Mr Ollivander'den pek de hoşlandığını sanmıyordu. Asa için yedi altın Galleon verdi, Mr Ollivander de yerlere kadar eğilerek onları geçirdi.
Akşam güneşi iyice alçalmıştı gökte, Harry ile Hagrid Diagon Yolu'ndan indiler; duvardan, sonra da artık boşalmış Çatlak Kazan'dan geçtiler. Yolda yürürlerken hiç konuşmadı Harry; metroda herkesin kendilerine nasıl şaşkınlıkla baktıklarını bile fark etmedi; elleri garip paketlerle doluydu, üstüne üstlük bir de uyuklayan baykuş vardı Harry'nin kucağında. Yürüyen merdivenden Paddington İstasyonu'na çıktılar; Harry, ancak Hagrid omzuna vurduğunda anladı nerede olduklarını.
“Tren kalkmadan iki lokma bir şey yemeye vaktimiz var” dedi Hagrid.
Harry'ye bir hamburger aldı, yemek için plastik koltuklara oturdular. Harry boyuna çevresine bakıyordu. Her şey nedense garip görünmeye başlamıştı.
"iyisin ya, Harry? Pek sessiz duruyorsun," dedi Hagrid.
Harry anlatabileceğini pek sanmıyordu. Yaşamının en güzel doğum gününü geçirmişti - yine de - hamburgerini kemirerek uygun sözleri bulmaya çalıştı.
"Herkes özel biri olduğumu düşünüyor," dedi sonunda. "Çatlak Kazan'dakiler, Profesör Quirrell, Mr Ollivander... ama büyü konusunda hiçbir şey bilmiyorum. Nasıl büyük şeyler bekleyebilirler benden? Ünlüyüm, neden ünlü olduğumu da bilmiyorum. Vol - özür dilerim - annemle babamın öldüğü gece neler oldu, hiç hatırlamıyorum."
Hagrid masadan eğildi. O yabani saçlarının, kaşlarının arkasında sımsıcak bir gülümseme vardı.
"Merak etme, Harry. Kısa zamanda öğrenirsin. Herkes Hogwarts'ta işe sıfırdan başlar, takma kafanı. Kendin ol, yeter. Biliyorum, kolay değil bu. Öne çıkarıldın, çetin iş. Ama Hogvvarts'ta çok güzel vakit geçireceksin - ben geçirdim - aslına bakarsan, hâlâ geçiriyorum."
Hagrid, Harry'yi trene bindirdi. Tren Dursley'lere götürecekti onu. Eline de bir zarf tutuşturdu.
"Hogwarts'a biletin," dedi. "Eylülün ilk günü -King's Cross - hepsi bilette yazılı. Dursley'lerle bir sorunun olursa, baykuşunla hemen bir mektup yolla, beni nerede bulacağını bilir... Yakında görüşürüz, Harry."
Tren istasyondan ayrıldı. Harry, gözden yok oluncaya kadar bakmak istedi Hagrid'e; koltuğundan kalkıp burnunu pencereye dayadı, gözlerini kırpıştırdı, Hagrid gitmişti.

GeCeLeR
12-10-2006, 01:26 AM
]BÖLÜM 6 - Peron Dokuz Üç Çeyrek'ten Yolculuk

Harry'nin Dursley'lerle son ayı pek de keyifli geçmedi. Doğru, Dudley öyle korkuyordu ki Harry'den, onunla aynı odada kalmayı göze alamıyordu; Petunia Teyze ile Vernon Enişte de onu dolaba kapatmıyor, bir şey yapmaya zorlamıyor, ona bağırmıyordu - aslına bakılırsa, ağızlarını bile açmıyorlardı. Yarı korku, yarı öfkeyle, Harry'nin oturduğu koltukta sanki kimse yokmuş gibi boş boş bakıyorlardı. Birçok açıdan bir gelişmeydi bu, ama bir süre sonra sıkıcı olmaya başladı.
Pek çıkmadığı odasında Harry'ye yeni baykuşu arkadaşlık ediyordu. Harry, Hedvvig diyordu ona, Sihir Tarihi'nde bulduğu bir addı bu. Ders kitapları çok ilginçti. Yatağında sırtüstü yatıp gece yarılarına kadar onları okuyordu, bu arada Hedvvig açık pencereden dilediği gibi uçup gidiyor, canı isteyince de dönüyordu. Petunia Teyze'nin odayı süpürmeye gelmemesi de büyük şanstı doğrusu, çünkü Hedvvig ölü fare getiriyordu boyuna. Harry her gece uykuya dalmadan önce, duvara astığı kâğıtta bir günün daha üstünü çiziyor, l Eylül'e ne kadar kaldığını hesaplıyordu.
Ağustosun son günü, ertesi gün King's Cross İstasyonu'na gitme konusunu teyzesiyle eniştesine açmayı düşündü, salona indi; Dursley'ler televizyonda bir yarışma programı seyrediyorlardı. Orada olduğunu belirtmek için boğazını temizledi; Dudley çığlık atarak odadan kaçtı.
"Şey - Vernon Enişte?"
Vernon Enişte seyrettiği programa homurdandı.
"Şey - yarın King's Cross'ta olmam gerekiyor -Hogvvarts'a gitmek için."
Vernon Enişte bir daha homurdandı.
"Acaba siz beni götürebilir misiniz?"
Homurdanma. Harry, bunun evet anlamına geldiğini çıkardı.
"Teşekkür ederim."
Tam odasına çıkacaktı ki, Vernon Enişte konuştu.
"Büyücüler okuluna da trenle mi gidilirmiş! Uçan halıları güveler mi yemiş yoksa?"
Harry bir şey söylemedi.
"Neredeymiş bu okul?"
"Bilmiyorum," dedi Harry, daha önce hiç aklına gelmemişti bu. Cebinden Hagrid'in verdiği bileti çıkardı.
"Saat on birde Peron Dokuz Üç Çeyrek'ten kalkan trene bineceğim," dedi.
Teyzesiyle eniştesi gözlerini ona diktiler.
"Peron kaç?"
"Dokuz üç çeyrek."
"Saçmalama," dedi Vernon Enişte, "Peron Dokuz Üç Çeyrek diye bir şey olamaz."
"Bilette öyle yazıyor."
"Kudurmuş bunlar," dedi Vernon Enişte, "hepsi sapıtmış. Sen de anlayacaksın bunu. Gör de bak. Peki, King's Cross'a götürürüz seni. Yarın Londra'ya gideceğiz zaten, yoksa kılımı bile kıpırdatmazdım."
Harry, bir dostluk bağı kurmaya çalışarak, "Neden gidiyorsunuz Londra'ya?" diye sordu.
Vernon Enişte, "Dudleyi hastaneye götürüyoruz," dedi. "Smeltings'e gitmeden önce kuyruğunun alınması gerek."
Harry ertesi sabah beşte uyandı; öylesine heyecanlı, öylesine tedirgindi ki, bir daha uyuyamadı. Kalkıp kot pantolonunu giydi, istasyona büyücü cüppesiyle gitmek istemiyordu çünkü - üstünü trende değiştirirdi. Gerekli her şey tamam mı diye Hogvvarts listesini bir daha inceledi, Hedvvig'i kafesine kapattı, sonra odada bir aşağı bir yukarı dolaşarak Dursley'lerin kalkmasını beklemeye başladı. İki saat sonra, Harry'nin büyük, ağır sandığı Dursley'lerin arabasına yüklenmiş, Petunia Teyze, Dudley'yi Harry'nin yanına oturtmuş, yola koyulmuşlardı.
On buçukta King's Cross'a vardılar. Vernon Enişte sandığı bir el arabasına yükledi, Harry'yle birlikte istasyona girdi. Harry'nin daha önce hiç tanık olmadığı bir incelikti bu; sonunda Vernon Enişte peronların önünde, suratında pis bir sırıtışla durdu.
"Eh, geldik işte, çocuk. Dokuz numaralı peron - on numaralı peron. Senin peron ikisinin arasında bir yerlerde olmalı, ama daha yapıp bitirememişler anlaşılan."
Haklı sayılırdı tabii. Peronların birinin başında kocaman bir plastik dokuz, yanındakinin başında da yine kocaman plastik bir on vardı; aralannda hiçbir şey yoktu.
Vernon Enişte, daha da pis bir sırıtışla, "Sana iyi dersler," dedi. Başka tek kelime söylemeden çekip gitti. Harry arkasına bakınca Dursley'lerin uzaklaştıklarını gördü. Üçü de gülüyordu. Harry'nin ağzı kurudu birden. Ne yapacaktı şimdi? Hedwig yüzünden, gelen geçen gülerek ona bakıyordu. En iyisi, birine sormaktı.
Oradan geçen bir görevliyi durdurdu, ama Peron Dokuz Üç Ceyrek'i sormaya cesaret edemedi. Hogwarts'ın adını bile duymamıştı görevli, Harry ülkenin hangi bölgesinde olduğunu bile söyleyemeyince, görevli onun kendisini işlettiğini sandı. Umutlan kırılıyordu Harry'nin, saat on birde kalkacak treni sordu, ama görevli böyle bir tren olmadığını söyledi. Sonra da söylene söylene çekti gitti. Harry paniğe kapılmamaya çalışıyordu şimdi. Gelen trenlerin belirtildiği tabelanın üstündeki büyük saate bakılırsa, Hogwarts'a gidecek trene binmesi için sadece on dakikası kalmıştı; ne yapacağını bilemiyordu; istasyonun ortasında, kaldıramayacağı ağırlıkta bir sandıkla, bir yığın büyücü parasıyla, bir de koca bir baykuşla kalakalmış tı.
Hagrid, yapması gereken bir şeyi söylemeyi unutmuştu herhalde, Diagon Yolu'nun başındaki duvarın soldan üçüncü tuğlasına vurmak gibi bir şeyi. Acaba asasını çıkarıp dokuzuncu peronla onuncu peron arasındaki bilet gişesine birkaç kere vursa mıydı?
Tam o sırada arkasından birkaç kişi geçti, birtakım sözler geldi Harry'nin kulağına.
"- Muggle'larla dolu tabii -"
Harry hızla döndü. Tombul bir kadındı bu, hepsi de kızıl saçlı dört oğlanla konuşuyordu. Çocukların dördünde de, Harry'ninkine benzer birer sandık, birer de baykuş vardı.
Yüreği gümbür gümbür atarak, el arabasıyla onların peşine düştü Harry. Durdular, o da durdu - ne söylediklerini işitecek kadar yakınlarında.
Çocukların annesi, "Peronun numarası kaç?" diye sordu.
"Dokuz üç çeyrek," dedi küçük bir kız, o da kızıl saçlıydı, kadının elini tutmuştu. "Anneciğim, ben de gidebilir miyim?"
"Sen daha çok küçüksün, Ginny, uslu dur. Hadi, Percy, önce sen git."
Çocukların en büyüğü, dokuz ve on numaralı peronlara doğru yürüdü. Harry, bir şey kaçırmayayım diye, gözünü bile kırpmadan onu izledi - çocuk tam iki peronu ayıran bölmeye vardığında aralarına kalabalık bir turist topluluğu girdi; son sırt çantası çekilip ortalık açılınca, Harry çocuğun ortalarda olmadığını gördü.
Tombul kadın, "Sıra sende, Fred," dedi.
"Fred değilim ben, George'um," dedi çocuk. "Bir de kalkmış, annemiz olduğunu söylüyorsun! Daha adımı bile bilmiyorsun!"
"Özür dilerim, George."
"Şaka ediyordum, ben Fred'im," dedi çocuk, o da gitti. İkiz kardeşi çabuk olmasını seslendi arkasından; o da kardeşini dinledi anlaşılan, çünkü bir saniye içinde yok olmuştu - ama nasıl becermişti bunu?
Şimdi hızlı hızlı üçüncü kardeş yürüyordu bölmeye doğru - tam oraya varmıştı ki, o da ansızın kayıplara karıştı.
Başka çıkar yol kalmamıştı.
Harry, "Özür dilerim," dedi tombul kadına.
"Merhaba, yavrum," dedi kadın. "Hogvvarts'a ilk gidişin mi? Ron da yeni."
Oğullarının sonuncusunu, en küçüklerini gösterdi. Uzun boylu, zayıf, leylek bacaklı, çilli, sivri burunlu bir çocuktu bu, elleriyle ayakları kocamandı.
"Evet" dedi Harry. "Bir şey soracaktım - ben - ben bilmiyorum -"
Kadın, "Perona nasıl gideceğini mi?" dedi gülümseyerek; Harry baş salladı.
"Kolay," dedi kadın. "Bütün yapacağın, dokuzuncuyla onuncu peronları ayıran bölmeye yürümek. Dosdoğru git, durma, bölmeye çarparım diye de korkma, bu çok önemli. Heyecanını bastıramıyorsan, koşar adım git. Hadi, Ron'dan önce seni yollayalım."
"Peki," dedi Harry.
El arabasını iterek çevirdi, bölmeye baktı. Pek sağlam görünüyordu.
Yürümeye başladı. Dokuzuncu, onuncu peronlara koşuşturanlar, onu iterek yol açtılar kendilerine. Harry adımlarını hızlandırdı. Bilet gişesine toslayacak, başı derde girecekti - el arabasını iterek koşuyordu şimdi -bölme yaklaşıyor, yaklaşıyordu - duramıyordu da - el arabası denetimden çıkmıştı - bir adım kalmıştı bölmeye - çarptı çarpacaktı - gözlerini yumdu -
Çarpmadı... koşmayı sürdürdü... gözlerini açtı.
İnsanlarla dolu bir peronda kırmızı bir buharlı tren bekliyordu. Tepelerindeki tabelada Hogwarts Ekspresi, kalkış saati: 11 yazıyordu. Harry arkasına baktı, bilet gişesinin yerinde Peron Dokuz Üç Çeyrek yazılı demir işlemeli bir kemer vardı. Başarmıştı.
Lokomotiften yayılan duman kalabalığı sarmıştı, ayaklarının dibinde her renkten kediler koşuyordu. Baykuşlar, ağır sandıkların takırtıları, gıcırtıları arasında birbirlerini selamlıyordu.
İlk birkaç vagon öğrencilerle dolmuştu şimdiden, bazıları pencereden sarkmış, aileleriyle konuşuyor, bazıları da yer kavgası ediyordu. Harry boş bir yer bulabilmek için el arabasını iterek peron boyunca ilerledi. Yuvarlak yüzlü bir çocuğun yanından geçti; çocuk, "Yine kurbağamı kaybettim, nine," diyordu.
Harry, yaşlı kadının, "Ah, Neville," diye iç çektiğini duydu.
Perçemli bir çocuğun çevresini küçük bir kalabalık sarmıştı.
"Bir bakalım, Lee, ne olursun."
Çocuk kolunun altındaki kutunun kapağını açtı, içindeki şey uzun, kıllı bacağını uzatınca, herkes çığlıklar attı, haykırdı.
Harry kalabalığı yararak ilerledi, trenin arkalarında boş bir kompartıman buldu sonunda. Önce Hedwnig'i koydu içeriye, sonra da sandığını ite kaka tren kapısına götürdü. Bir ucundan tutarak kaldırmaya çalıştı, basamağa koyacaktı, ama beceremedi, iki kere ayağının üstüne düşürdü.
"Yardım ister misin?" Bölmede arkasından gittiği kızıl saçlı ikizlerden biriydi bu.
"Evet, lütfen," diye soludu Harry.
"Hey, Fred! Gel de yardım et!"
İkizlerin yardımıyla, Harry'nin sandığı trene çıkarılıp kompartımanın bir köşesine konuldu.
Gözlerine düşen terli saçlarını arkaya iterek, "Sağo-lun," dedi Harry.
İkizlerden biri, ansızın, Harry'nin alnındaki izi göstererek, "Nedir bu?" diye sordu.
Öteki ikiz, "Vay canına!" dedi. "Yoksa sen -?"
"Evet, o," dedi ikizlerden ilki. Harry'ye döndü: "Öyle değil mi?"
"Ne öyle değil mi?" diye sordu Harry.
İkizler, bi; ağızdan, "Harry Potter!" diye haykırdılar.
"Haa, o mu," dedi Harry. "Yani - evet - ben oyum."
İki çocuk da hayranlıkla gözlerini diktiler ona, Harry kıpkırmızı kesildi. Neyse ki, trenin açık kapısından bir ses geldi de, o sıkıntılı durumdan kurtuldu.
"Fred? George? Orada mısınız?"
"Geliyoruz, anne."
İkizler Harry'ye son bir kez göz atarak trenden atladılar.
Pencerenin yanına oturdu Harry, kendini yarı gizleyerek perondaki kızıl saçlı aileyi gözetledi, neler konuşulduğuna kulak kabarttı. Anneleri mendilini çıkarmıştı.
"Ron, burnunda bir şey var."
Çocukların en küçüğü geri çekilmeye çalıştı, ama annesi yakaladı onu, burnunun ucunu silmeye başladı.
"Anne - bırak." Silkinerek kurtuldu.
İkizlerden biri, "Aaah, bastıbacak Ronnie'nin burnunda bir şey mi var?" dedi.
"Kes sesini," dedi Ron.
Anneleri, "Percy nerede?" dedi.
"Şimdi geliyor."
Çocukların en büyüğü belirdi. Dalgalı siyah Hogwarts cüppesini geçirmişti sırtına; Harry cüppenin göğsünde, üstünde SB harfleri yazık, pırıl pırıl gümüş bir rozet gördü.
"Fazla kalamam, anne," dedi Percy. "Öndeyim, Sınıf Başkanlarına ayrılmış iki kompartıman var -"
İkizlerden biri, son derece şaşırmış gibi, "Sınıf Başkanı mısın sen?" dedi. "Bilmiyorduk, daha önce söyleseydin ya."
"Bir dakika," dedi öteki ikiz, "galiba bu konuda bir şeyler söylemişti. Bir kere -"
"Ya da iki kere -"
"Bir dakika -"
"Yaz boyunca -"
"Eeh, kesin artık," dedi Sınıf Başkanı Percy.
İkizlerden biri, "Nasıl oluyor da, yeni bir cüppe alınıyor ona?" dedi.
Keyifle, "O, Sınıf Başkanı çünkü," dedi anneleri. "Peki, canım, güzel bir ders yılı dilerim sana - oraya varınca bir baykuşla haber yolla."
Percy'yi yanaklarından öptü, Percy gitti. Anne, ikizlere döndü sonra.
"Şimdi, siz ikiniz - bu yıl uslu durun. Eğer bir baykuş daha haber getirirse - tuvaleti taşırdığınıza dair ya da-"
"Tuvaleti taşırmak mı? Hiç böyle bir şey yapmadık ki."
"Yine de iyi fikir, anne, sağol."
"Hiç de komik değil. Ron'a da göz kulak olun."
"Merak etme, bastıbacak Ronnie bizim yanımızda güvende."
Ron, "Kes sesini," dedi yine. Boyu neredeyse ikizler kadar uzundu, annesinin sildiği burnu hâlâ pembeydi.
"Hey, anne, bil bakalım! Bil bakalım trende kimi gördük?"
Harry, baktığını görmesinler diye hemen geri çekildi.
"Hani istasyonda yanımızda duran o siyah saçlı çocuk vardı ya? Kimmiş o, biliyor musun?"
"Kimmiş?"
"Harry Potter!"
Küçük kızın sesini duydu Harry.
"Ah, anne, trene çıkıp görebilir miyim onu, anne, n'olursun..."
"Daha önce gördün ya, Ginny, hrm bundan hoşlanmaz, hayvanat bahçesinde maymunlarımı seyrediyorsun? Gerçekten o mu, Fred? Nereden biliyo sun?"
"Kendisine sordum. İzi gördüm. Tam alnında -şimşek gibi."
"Zavallı yavrucak - tevekkeli yapayalnızdı. Şaşırmıştım ben de. Perona nasıl gidileceğini sorarken öyle terbiyeliydi ki."
"Bırak şimdi onu, acaba Kim-Oldağunu-Bilirsin-Sen'in nasıl biri olduğunu hatırlıyor mudi. J?"
Anneleri birdenbire sertleşti.
"Bunu sormam yasaklıyorum, Fred. Sakın bunu sorayım deme ona. Okuldaki ilk gününde bunu hatırlatman pek gerekiyormuş gibi."
"Tamam, sinirlenme."
Bir düdük öttü.
"Hadi, çabuk olun!" dedi kadın, üç çocuk trene bindi. Anneleri yanaklarına güle güle öpücüğü kondursun diye pencereden eğildiler, küçük kız ağlamaya bağladı.
"Ağlama, Ginny, sana bir sürü baykuş yollarız "
"Sana Hogwarts'tan bir de tuvalet kapağı göndeririz."
"George!"
"Şaka ediyordum, anne."
Tren hareket etti. Harry çocukların annelerine el salladığını, kardeşlerinin de yarı gülerek, yarı ağlayarak trenin yanı sıra koştuğunu gördü; kız koştu, koştu, sonunda tren hızlanınca geride kaldı, el salladı.
Harry, tren köşeyi dönünce anneyle kızın gözden yok olduğunu gördü. Pencerenin önünden evler geçiyordu hızla. Yüreğinin büyük bir heyecanla kabardığını duydu Harry. Başına neler geleceğini bilmiyordu - ama geride bıraktıklarından daha kötü şeyler yaşamayacağı kesindi.
Kompartımanın kapısı açıldı, kızıl saçlı çocukların en küçüğü girdi içeri.
Harry'nin karşısındaki koltuğu göstererek, "Kimse oturuyor mu burada?" diye sordu. "Her yer dolu."
Harry iki yana salladı başını, çocuk oturdu. Harry'ye bir göz attı, sonra hiç ona bakmamış gibi, birdenbire pencereden dışarıyı seyretmeye koyuldu. Harry, burnundaki siyah lekenin hâlâ silinmemiş olduğunu gördü.
"Hey, Ron!"
İkizler gelmişlerdi.
"Bak, biz trenin ortasına gidiyoruz - Lee Jordan'da dev bir tarantula örümceği var."
"Peki," diye mırıldandı Ron.
"Harry," dedi öteki ikiz, "kendimizi tanıtmış mıydık? Biz Fred ve George VVeasley. Bu da kardeşimiz Ron. Sonra görüşürüz."
Harry'yle Ron, "Güle güle," dediler. İkizler çıkıp kompartıman kapısını kapattılar.
Ron dayanamadı artık, "Sen sahiden Harry Potter mısın?" diye sordu.
Harry baş salladı.
"İyi öyleyse - Fred'le George'un şakalarından biri sanmıştım," dedi Ron. "Sahiden orada -"
Harry'nin alnını gösterdi.
Harry, şimşek biçimindeki yara izini göstermek için ;açını geriye attı. Ron uzun uzun baktı.
"Demek Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen tam oraya -?"
"Evet," dedi Harry, "ama hatırlamıyorum."
Ron, merakla, "Hiçbir şey hatırlamıyor musun?" dedi.
"Şey - bir sürü yeşil ışık hatırlıyorum, ama o kadar." "Vay canına!" dedi Ron. Oturup Harry'ye baktı bir an sonra ne yaptığının farkına varmış gibi, ansızın pencereden dışarıyı seyretmeye koyuldu yine.
Ron Harry'yi ne kadar ilginç bulmuşsa, Harry de Ron'u o kadar ilginç bulmuştu, "Bütün ailen büyücü mü?" diye sordu.
"Şey - galiba öyle," dedi Ron. "Annemin bir küçük kuzeni var sadece, muhasebeci, ama ondan da hiç söz etmeyiz."
"Öyleyse şimdiden birtakım büyüler biliyorsundur."
Diagon Yolu'ndaki solgun yüzlü çocuğun sözünü ettiği köklü büyücü ailelerden biriydi VVeasley'ler.
"Muggle'larla yaşadığını duymuştum," dedi Ron. "Nasıl insanlar onlar?"
"Korkunç - şey, hepsi değil tabii. Ama teyzem de, eniştem de, kuzenim de korkunç. Keşke benim de üç büyücü kardeşim olsaydı."
"Beş," dedi Ron. Nedense kederlenivermişti. "Ben ailemde Hogwarts'a giden altıncı kişiyim. Çok şey gördüm sayılır. Bill'le Charlie mezun oldular - Bili Öğrenciler Başkanı'ydı, Charlie de Quidditch kaptanı. Şimdi Percy Sınıf Başkanı. Fred'le George yaramazlar, ama dersleri iyidir, herkesi eğlendirirler. Benim de onlar gibi olmamı istiyorlar, ama onlar gibi olmamın bir anlamı yok ki, her şeyi ilk yapan onlar çünkü. Beş kardeşin varsa, zaten hiçbir şeyin yeni olamaz. Bana Bill'in eski cüppelerini, Charlie'nin eski asasını, Percy'nin eski faresini verdiler."
Ron elini iç cebine atıp, uyuklayan şişman, külrengi bir fare çıkardı.
"Adı Scabbers, bir işe yaramıyor, uyandığı yok ki. Babam, Sınıf Başkanı seçildiği için Percy'ye bir baykuş aldı, ama para bittiği- neyse, bana da Scabbers kaldı."
Ron'un kulakları pembeleşti. Çok konuştuğunu düşünüyordu galiba, çünkü yine pencereden bakmaya başladı.
Harry, baykuş alacak kadar para kalmamasının hiç de ayıp bir şey olmadığını düşünüyordu. Bir ay öncesine kadar onun da hiç parası olmamıştı, Ron'a hepsini anlattı, Dudley'nin eskilerini giydiğini, doğum gününde hiç dişe dokunur bir armağan almadığını. Ron'un keyfi yerine gelir gibi oldu.
"... Hagrid bana söyleyinceye kadar, ne büyücülükten haberim vardı, ne anne babamndan, ne de Volde-mort'dan "
Ron'un soluğu tıkanır gibi oldu.
"Ne oldu?" dedi Harry.
"Kım-Olduğunu-Bilirsin-Sen'in adını söyledin!" dedi Ron, hem şaşırmışa hem etkilenmişe benziyordu. "Her şey aklıma gelirdi de, senin -"
“Bu adı söyleyerek ne kadar cesur olduğumu kanıtlamaya filan çalışmıyorum," dedi Harry. "Söylenmemesi gerektiğini bilmiyordum. Ne demek istediğimi anlıyor musun? Öğreneceğim daha dünya kadar şey var... herhalde," diye ekledi; uzun süredir kafasına takılan bir şeyi dile getiriyordu. "Sınıfta en kötü öğrenci galiba ben olacağım."
"Olmayacaksın. Muggle ailelerden gelen bir sürü öğrenci var, her şeyi çabucak öğreniyorlar."
Onlar konuşadursun, tren Londra dışına çıkmıştı. Şimdi ineklerle, koyunlarla dolu otlaklardan geçiyorlardı hızla. Bir süre konuşmadılar, tarlaların, patikaların yıldırım hızıyla geçişini seyrettiler.
Saat yarıma doğru büyük bir şangırtı koptu koridorda, güleç yüzlü, gamzeli bir kadın kompartımanın kapısını açıp, "Seyyar büfeden bir şey ister misiniz, yavrularım?" dedi.
Kahvaltı etmemişti Harry, ayağa fırladı, ama kulakları yine pespembe kesilen Ron sandviç getirdiğini mırıldandı. Harry koridora çıktı.
Dursley'lerle otururken şeker almak için hiç parası olmamıştı, şimdi ise cepleri taşıyabileceği kadar Mars gofreti almaya yetecek altınlarla, gümüşlerle doluydu -ama Mars gofreti yoktu kadında. Harry'nin daha önce ömründe görmediği Bertie Botts'un Bin Bir Çeşit Fasulye şekerlemesi, Balonlu Yıldız Çikleti, Çikolatalı Kurbağa, Balkabağı Poğaçası, Kazan Pastası, Meyankökü Asası ve buna benzer garip şeyler vardı. Hepsinden tatmak istiyordu Harry, ne varsa biraz biraz aldı, kadına on bir gümüş Sickle ve yedi bronz Knut verdi.
Aldıklarını kompartımana getirip boş bir koltuğa yığarken, Ron şaşkınlıkla seyretti onu.
"Çok acıktın galiba."
Harry, balkabağı poğaçasından bir ısırık alırken, "Açlıktan ölüyorum," dedi.
Ron koca bir çıkın çıkarıp açmıştı. Dört sandviç vardı çıkının içinde. Birini kenara koyarak, "Konserve sığır eti sevmediğimi hep unutur," dedi.
Harry bir poğaça uzatarak, "İstersen değiş tokuş edelim" dedi. "Hadi -"
"Bunu istemezsin ki, kupkuru," dedi Ron. "Pek vakti olmuyor," diye ekledi aceleyle, "beşimize birden yetişemiyor."
"Hadi, bir poğaça al," dedi Harry, daha önce ne o kimseyle, ne de kimse onunla bir şey paylaşmıştı. Orada oturup Harry'nin poğaçalarını, pastalarını, bütün aldıklarını birlikte yemek ne güzel bir duyguydu (sandviçler bir kenara atılıp unutulmuştu).
Çikolatalı Kurbağa paketini göstererek, "Nedir bu?" diye sordu Harry. "Sahici kurbağa değiller ya?" Artık dünyada hiçbir şey şaşırtmayacaktı onu.
"Hayır," dedi Ron. "Ama içindeki karta bak bakalım. Bende Agrippa eksik."
"Ne?"
"Sahi, bilmiyorsun tabii - Çikolatalı Kurbağaların içinden kart çıkar, biriktirirsin - Ünlü Cadılar ve Büyücüler. Beş yüz tane kadar var bende, ama Agrippa ile Ptolemy eksik."
Harry, Çikolatalı Kurbağa paketini açıp içindeki kartı çıkardı. Bir adamın yüzü vardı kartta. Dar çerçeveli bir gözlük takmıştı adam, kemerli upuzun bir burnu, dümdüz kır saçları, sakalı, bir de bıyığı vardı. Resmin altında adı yazılıydı: Albus Dumbledore.
"Demek Dumbledore buymuş!"
"Daha önce Dumbledore adını hiç duymadın mı yoksa?" dedi Ron. "Bir kurbağa da ben alabilir miyim? Belki Agrippa bulurum - sağol -"
Harry kartın arkasını çevirip okumaya başladı:
Albus Dumbledore, Hogwarts Müdürü.
Birçok kişi tarafından modern zamanların en büyük büyücüsü olarak kabul edilen Profesör Dumbledore, özellikle 1945'te kara büyücü Grindelwald'ı yenmesiyle, ejderha kanının on iki ayrı konuda kullanılışını bulmasıyla ve arkadaşı Nicolas Flamel'la simya konusunda yürüttüğü çalışmalarla ünlüdür. Profesör Dumbledore oda müziğinden ve on lobuttu bowlingden hoşlanmaktadır.
Harry kartı bir daha çevirdi, Dumbledore'un yüzünün yok olduğunu görünce şaşırdı. "Gitmiş!" "Eee, butun gün burada kalamaz ya," dedi Ron.
"Geri gelir nasıl olsa. Off, bir Morgana daha, altı tane Morgana'm oldu... sen ister misin? Toplamaya başlayabilirsin."
Ron'un gözleri, açılmayı bekleyen Çikolatalı Kurbağa paketlerine dikilmişti.
"Keyfine bak," dedi Harry. "Ama, biliyor musun, Muggle'lar dünyasında insanlar fotoğraflardan çekip gitmezler."
Ron, şaşkınlıkla, "Sahi mi?" dedi. "Hiç kıpırdamazlar mı yani? Tuhaf!"
Harry, Dumbledore'un yeniden dönüp karta yerleştiğini ve kendisine belli belirsiz gülümsediğini gördü. Ron'u, Ünlü Cadılar ve Büyücüler kartlarına bakmak değil de, kurbağaları yemek daha çok ilgilendiriyordu anlaşılan, ama Harry gözlerini kartlardan ayıramıyordu. Kısa sürede Dumbledore ile Morgana'nın yanı sıra Woodcroftlu Hengist'i, Alberic Grunnion'ı, Circe'si, Paracelsus'u, Merlin'i de oldu. Sonunda, burnunu kaşıyıp duran Kelt rahibelerinden Cliodna'yı bir yana bırakıp Bertie Botts'un Bin Bir Çeşit Fasulye Şekerlemelerinden birini açtı.
Ron, Harry'yi, "Çok dikkatli olmalısın," diye uyardı. "Bin bir çeşit diyorlar ya, gerçekten bin bir çeşittir, her tatta şekerleme vardır içinde - çikolatalı, naneli, marmelattı şekerlemelerin yanı sıra ıspanaklı, karaci-ğerli, işkembeli şekerlemeler de çıkabilir. George, umacı tadında bir şekerleme bile yemiş, öyle diyor."
Ron bir yeşil fasulye aldı eline, dikkatle baktı, ucundan ısırdı.
"Pöff - gördün mü? Lahana."
Bin bir çeşit şekerlemelerden epeyce yediler. Harry'nin kısmetine kızarmış ekmekli, hindistan cevizli, kuru fasulyeli, çilekli, körili, çimenli, kahveli, sardalyalı şekerlemeler çıktı; Ron'un el sürmeyi göze alamadığı tuhaf, gri bir şekerlemeyi yemeye bile cesaret etti Harry - o da biberli çıktı.
Pencerenin önünden akıp giden manzara gittikçe yabansılaşıyordu şimdi. O düzenli tarlalar yoktu artık. Onların yerini korular, kıvrılarak akan ırmaklar, koyu yeşil tepeler almıştı.
Kompartımanın kapısı vuruldu, Peron Dokuz Üç Çeyrek'te Harry'nin yanından geçen yuvarlak yüzlü çocuk girdi içeri. Dokunulsa ağlayacak gibiydi.
"Özür dilerim," dedi, "bir kurbağa gördünüzmü?"
Harry'yle Ron başlarını iki yana sallayınca, inlemeye başladı çocuk. "Yitirdim onu! Boyuna benden kaçıyor!"
"Bir yerden çıkar," dedi Harry.
Çocuk yıkılmıştı sanki. "Peki," dedi. "Görecek olursanız..."
Çıkıp gitti.
"Niye o kadar üzülüyor, anlamadım," dedi Ron. "Eğer ben bir kurbağa getirseydim, onu hemencecik yitirmeye bakardım. Neyse, ben de Scabbers'ı getirdim, konuşmam doğru olmaz."
Fare, Ron'un kucağında hâlâ uyukluyordu.
Ron, tiksintiyle, "Ölecek olsa farkına bile varmazsın," dedi. "Dün rengini sarıya çevirmeye çalıştım, daha ilginç olsun diye, ama büyü işe yaramadı. Bak, göstereyim sana..."
Sandığını karıştırıp eski mi eski bir asa çıkardı. Her yanı çentik çentikti, ucunda da beyaz bir şey parlıyordu.Tek boynuzlu at kılı - neredeyse çıkacak içinden.
Neyse -"
Asasını tam kaldırmıştı ki, kompartımanın kapısı açıldı. Kurbağası kaçan çocuk gelmişti yine, yanında da bir kız vardı. Kız, yeni Hogwarts cüppesini giymişti bile.
"Bir kurbağa gören oldu mu? Neville kurbağasını yitirmiş," dedi. Sesi buyururcasına çıkıyordu, gür kahverengi saçları vardı, ön dişleri oldukça iriydi.
"Görmediğimizi daha önce söyledik ona," dedi Ron, ama kız onu dinlemiyordu bile, elindeki asaya bakıyordu.
"Büyü mü yapıyorsun? Görelim bakalım." Oturdu. Ron köşeye kıstınlmıştı. "Şey - peki öyleyse." Boğazını temizledi. "Gün ışığı, nergis, çimen, papatya, Bu şişko fareyi çevir sarıya." Asasını salladı, ama bir şey olmadı. Scabbers hâlâ külrengiydi, mışıl mışıl uyuyordu.
"Bu gerçek bir büyü mü sence?" dedi kız. "Pek işe yaramadı, öyle değil mi? Ben, alıştırma olsun diye, birkaç basit büyü denedim, hepsinden de sonuç aldım. Ailemde kimsenin büyüyle ilgisi yok, bana mektup geldiğinde hepimiz şaşırdık, ama çok sevindim, ne de olsa en iyi büyücülük okulu bu, öyle diyorlar - ders kitaplarını şimdiden ezberledim, sanırım bu kadarı yeterli -sahi, benim adım Hermione Granger, siz kimsiniz?"
Bütün bunları hızlı hızlı söylemişti.
Harry Ron'a baktı, onun da ders kitaplarını ezberlemediği şaşkın yüzünden belliydi, bunu görmek Harry'yi rahatlattı.
"Ben Ron VVeasley," diye mırıldandı Ron.
"Harry Potter," dedi Harry.
"Sahi mi?" dedi Hermione. "Senin hakkında her şeyi biliyorum tabii - birkaç tane de yardıma kitap aldım, senin adın Çağdaş Sihir Tarihi'nde, Karanlık Sanatların Yükselişi ve Çöküşü'nde, bir de Yirminci Yüzyılın Büyük Büyücülük Olaylan'nda geçiyor."
Harry, şaşkınlık içinde, "Öyle mi?" dedi.
"Hoppala," dedi Hermione, "bilmiyor muydun? Ben olsam, hakkımda yazılmış her şeyi öğrenmeye çalışırdım. Hangi binada kalacağınız belli mi? Ben soruşturup durdum, keşke Gryffindor'a verseler, en iyisi ora-sıymış, Dumbledore da orada kalmış, ama Ravenclaw de fena değilmiş galiba... Neyse, biz gidip Neville'in kurbağasını arayalım. Siz de giyinseniz artık, neredeyse geliyoruz."
Kurbağasız çocuğu sürükleyerek çıktı.
"Aman," dedi Ron, "onun olmadığı bir binaya versinler de, hangisine verirlerse versinler." Asasını sandığa koydu yine. "Bu da tam palavra - George verdi, işe yaramadığını bile bile."
Harry, "Kardeşlerin hangi binada kalıyor?" diye sordu.
"Gryffindor'da," dedi Ron. Kederlere bürünmüştü yine. "Annemle babam da orada kalmış. Beni oraya vermezlerse kim bilir ne düşünürler. Ravenclaw de fena değil galiba, ama Slytherin'e verirlerse yandım."
"Vol- yani, Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen de oradaymış, değil mi?"
"Öyle," dedi Ron. Keyfi kaçmıştı, arkasına yaslandı.
Harry, Ron'un kafasını başka konulara çekmek için, "Biliyor musun," dedi, "Scabbers'ın bıyıklarının ucu daha açık renk. Ağabeylerin mezun olduklarına göre, şimdi ne yapıyorlar?"
Harry, bir büyücünün okulu bitirdikten sonra ne yaptığım merak ediyordu.
"Charlie Romanya'da, ejderhaları inceliyor. Bili de Afrika'da Gringotts için çalışıyor," dedi Ron. "Grin-gotts'u duydun mu? Gelecek Postası'nda yazıyordu, ama Muggle'lar o gazeteyi bilmezler - birileri sımsıkı korunan bir kasayı soymaya kalkmış."
Harry gözlerini dikti ona.
"Sahi mi? Peki, ne yapmışlar onlara?"
"Hiçbir şey, bu yüzden gazeteye geçmişti. Yakalanmamışlar. Babamın söylediğine bakılırsa, bunu yapsa yapsa ancak bir Kara büyücü yapar, Gringotts'a ancak o yaklaşabilir, ama bir şey almamışlar, garip olan da bu zaten. Tabii böyle bir şey olunca, arkasında Kim-Oldu-ğunu-Bilirsin-Sen vardır diye herkes korkuyor."
Harry kafasında bu haberi değerlendirmeye çalıştı.
Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen'in adı ne zaman geçse, içinde bir korku uyanıyordu. Herhalde büyü dünyasına girmenin yarattığı bir şeydi bu, "Voldemort" yerine "Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen" demek, o korkuyu biraz olsun hafifletiyordu sanki.
Ron, "Sen hangi Quidditch takımını tutuyorsun?" diye sordu.
Harry, "Şey - hiçbirini bilmiyorum ki," demek zorunda kaldı.
"Ne?" Şaşkınlıktan kalakalmışça Ron. "Gör de bak, dünyanın en güzel oyunudur -" Sonra dört topla nasıl oynandığını, yedi oyuncunun neler yaptığım, kardeşleriyle gittiği unutulmaz maçları, parası olunca ne tür bir süpürge alacağını anlattı. Tam oyunun inceliklerine geçmişti ki, kompartımanın kapısı açıldı yine, ama bu kere gelenler ne kurbağasını yitiren Neville'di, ne de Hermione Granger'dı.
Üç çocuk girdi içeri, Harry ortadakini hemen tanıdı: Madam Malkin'in dükkanındaki solgun yüzlü çocuktu bu. Harry'ye Diagon Yolu'nda gösterdiğinden çok daha fazla bir ilgiyle bakıyordu.
"Doğru mu?" dedi. "Bütün trende söylüyorlar, Harry Potter bu kompartımandaymış diye. Demek sensin o?"
"Evet," dedi Harry. Öteki çocuklara bakıyordu. İkisi de iriyarıydı, son derece kötü kalpliye benziyorlardı. Solgun yüzlü çocuğun iki yanında, onun korumaları gibi duruyorlardı.
Harry'nin onlara baktığını gören solgun yüzlü çocuk, "Sahi, bu Crabbe, bu da Goyle," dedi. "Benim adım da Malfoy, Draco Malfoy."
Ron hafifçe öksürdü, bu öksürüğün arkasında alay gizliydi sanki. Draco Malfoy ona baktı.
"Adım pek mi komik? Senin kim olduğunu sormama gerek yok. Babam bütün VVeasley'lerin kızıl saçlı, çilli olduklarını, yetiştirebileceklerinden çok daha fazla çocuk yapaklarını anlatmıştı."
Harry'ye döndü yine.
"Bazı büyücü ailelerin ötekilerden üstün olduğunu yakında anlayacaksın, Potter. Yanlış kimselerle arkadaşlık kurmaktan vazgeçersen, yardıma hazırım."
Tokalaşmak için elini uzattı Harry'ye, ama Harry onun elini sıkmadı.
Soğuk bir sesle, "Neyin doğru, neyin yanlış olduğuna ben kendim karar verebilirim, sağol," dedi.
Draco Malfoy kıpkırmızı kesilmedi, ama solgun yanakları hafifçe pembeleşti.
Ağır ağır, "Senin yerinde olsam, ayağımı denk alırdım, Potter," dedi. 'Terbiyeni takınmazsan, sonun annenle babanın sonuna benzer. Onlar da kendileri için neyin iyi neyin kötü olduğunu bilmiyorlardı. Weasley'ler gibi ayaktakımıyla ya da Hagrid gibilerle arkadaşlık edersen, cezanı çekersin."
Harry'yle Ron ayağa kalktılar. Ron'un suratı da saçları gibi kıpkızıl kesilmişti.
"Sen bir daha söylesene şunu," dedi.
Malfoy, burnunu çekerek, "Ne o, bizimle kavga mı edeceksin yoksa?" dedi.
"Şimdi çekip gitmezsen, evet," dedi Harry; Crabbe de, Goyle da, hem kendisinden hem Ron'dan çok daha iriydi, ama yüreğine bir cesaret gelmişti.
"Ama gitmek istemiyoruz ki, öyle değil mi, çocuklar? Yemeğimizi yedik bitirdik, burada daha bir sürü yiyecek var."
Goyle, Ron'un yanındaki Çikolatalı Kurbağalara uzandı - Ron atıldı, ama daha ona elini bile sürmeden Goyle korkunç bir çığlık attı.
Parmağının ucundan Scabbers sarkıyordu, fare keskin dişlerini Goyle'un kemiğine kadar batırmıştı - Goyle uluyarak Scabbers'ı sallayıp dururken, Crabbe ile Malfoy gerilediler, sonunda parmaktan kurtuldu Scabbers, havada uçup pencerenin camına çarptı, üç çocuk da hemen yok oldular. Şekerler arasında başka fareler olduğunu sanıyorlardı belki, belki de ayak sesleri duymuşlardı, çünkü bir saniye sonra Hermione Granger çıkageldi.
Yerlere saçılmış şekerlere, Scabbers'ı kuyruğundan tutup kaldıran Ron'a bakarak, "Ne oluyor burada?" diye sordu.
Ron, "Galibu bayılmış," dedi Harry'ye. Scabbers'a daha yakından baktı. "Hayır - bayılmamış - uykuya dalmış yine."
Gerçekten de uyuyakalmıştı.
"Malfoy'u daha Önce tanıyor muydun?"
Harry, Diagon Yolu'ndaki karşılaşmalarını anlattı.
Ron, esrarengiz bir sesle, "Ailesinden söz edildiğini duymuştum," dedi. "Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen yok olduktan sonra bizim safımıza ilk geçen ailelerden biriymiş. Kendilerine büyü yapıldığını söylemişler. Babam inanmıyor buna. Malfoy'un babasının Karanlık Yan'a kendi isteğiyle katıldığını söylüyor." Hermi-one'ye döndü. "Bir şeyler yemez miydin?"
"Siz acele edin de cüppelerinizi giymeye bakın, biraz önce öne gidip makinistle konuştum, pek az yolumuz kalmış. Siz kavga mı ettiniz yoksa? Daha okula bile varmadan birbirinize girmişsiniz!"
Ron, suratını asarak, "Biz kavga etmedik, Scabbers etti” dedi. "Şimdi biz üstümüzü değişirken çıkar mısın?"
Hermione, genizden gelen bir sesle, "Peki," dedi. "Kendimi buraya attım, çünkü dışarıdakiler çocukça davranıyorlar, koridorda koşup duruyorlar. Senin de burnunda leke var, farkında mısın?"
Onun arkasından öfkeyle baktı Ron. Harry pencereden dışarıya göz attı. Hava kararıyordu. Mosmor bir göğün altındaki dağları, ormanları görebiliyordu. Tren gerçekten yavaşlıyor gibiydi.
Ron'la ceketlerini çıkarıp uzun siyah cüppelerini giydiler. Ron'unki biraz kısaydı, eteğinin altından lastik ayakkabıları görülebiliyordu.
Trende bir ses yankılandı: "Beş dakika içinde Hogwarts'ta olacağız. Lütfen eşyalarınızı trende bırakın, onlar okula ayrıca götürülecektir."
Harry'nin midesi kasıldı heyecandan, Ron'un çilli yüzü de bembeyaz kesilmişti. Kalan şekerleri ceplerine doldurup koridordaki kalabalığa katıldılar.
Tren yavaşladı, yavaşladı, sonunda durdu. Herkes kapılara saldırıp küçük, karanlık bir perona indi. Harry soğuk gece havasında ürperdi. Tepelerinde bir lambanın ışığı belirdi ansızın, Harry tanıdık bir ses duydu: "Birinci sınıflar! Birinci sınıflar buraya! İyisin ya, Harry?"
Bir kafalar denizi üstünde Hagrid'in kocaman, kıllı suratı belirdi.
"Hadi, peşimden gelin - başka birinci sınıf var mı? Adımlara dikkat! Birinci sınıflar peşimden gelsin!"
Kaya sendeleye, dik, daracık bir patikada Hagrid'i izlediler. İki yan da öylesine karanlıktı ki, Harry oralarda koca ağaçlar olduğunu düşündü. Kimse pek konuşmuyordu. Boyuna kurbağasını yitiren Neville bir iki kere burnunu çekti.
Hagrid, omuzunun üstünden, "Bir saniye sonra Hogwarts'ı ilk defa göreceksiniz," diye seslendi, "hemen şurayı dönünce."
Bir "Ooooo!" yükseldi çocuklardan.
Dar patika ansızın büyük, siyah bir gölün kıyısına açılmıştı. Karşı yakadaki yüksek bir dağın tepesinde, yıldızlı göğün altında, ışıklı pencereleri, bir sürü kulesiyle dev bir şato vardı.
Kıyıda bekleyen kayıklar filosunu göstererek, "Dörder kişiden fazla binilmeyecek!" diye seslendi Hagrid. Harry'yle Ron'un kayığına Nevüle'le Hermione de bindiler.
Tek basma bir kayığa kurulan Hagrid, "Herkes tamam mı?" diye bağırdı. "Peki öyleyse - İLERİ!"
Kayıklar filosu, cam kadar düzgün gölün üstünde kayarak ilerlemeye başladı ansızın. Kimse konuşmuyordu, herkes tepedeki büyük şatoya bakıyordu. Şato, yükseldiği yamaca yaklaşıldıkça daha da büyüyordu sanki.
Baştaki kayıklar yamaca varınca, "Eğin kafalarınızı!" diye bağırdı Hagrid; herkes kafasını eğdi, kayıklar yamacın önündeki girişi perdeleyen sarmaşıklar arasından kaydı. Şatonun altına kadar uzanan karanlık tünelden geçip bir yeraltı rıhtımına yanaştılar, kayalara, çakıllara çıktılar.
Onlar karaya ayak basarken kayıkları denetleyen Hagrid, "Hey, sen! Senin kurbağan mı bu?" dedi.
Neville, ellerini uzatarak, "Trevor!" diye haykırdı sevinçle. Sonra Hagrid'in lambasını izleyerek kayadaki bir geçidi tırmandılar, sonunda, şatonun gölgesinde uzanan düzgün, nemli bir çimenliğe vardılar.
Taş basamakları çıkıp meşeden yapılmış kocaman bir kapının önünde toplandılar.
"Herkes burada mı? Sen, oradaki, kurbağan yanında mı?"
Dev yumruğunu kaldırdı Hagrid, şato kapısına üç kere vurdu.

GeCeLeR
12-10-2006, 01:27 AM
BÖLÜM 7 - Seçmen Şapka

Kapı hemen açıldı. Zümrüt yeşili bir cüppe giymiş uzun boylu, siyah saçlı bir büyücü kadın duruyordu karşılarında. Çok sert bir yüzü vardı, Harry'nin aklına gelen ilk şey, bu kadınla ters düşülmemesi gerektiği oldu.
"Birinci sınıflar, Profesör McGonagall," dedi Hagrid.
"Teşekkür ederim, Hagrid. Bana bırak artık."
Kapıyı ardına kadar açtı. Giriş Salonu öylesine büyüktü ki, içine Dursley'lerin evi bile sığabilirdi. Taş duvarlar, Gringotts'ta olduğu gibi, meşalelerle aydınlatılıyordu, tavan ise görülemeyecek kadar yüksekti, tam karşılarındaki görkemli mermer merdiven üst katlara çıkıyordu.
Taş döşeli salonda Profesör McGonagall'ı izlediler. Harry sağdaki kapının arkasından yüzlerce sesin oluşturduğu uğultuyu duyabiliyordu - okuldakilerin geri kalanı oradaydı herhalde - ama Profesör McGonagall onları salonun yanındaki küçük, boş bir odaya görürdü.
İçeri girip birbirlerine her zamankinden daha çok sokuldular, çevrelerine baktılar tedirginlikle.
"Hogwarts'a hoş geldiniz," dedi Profesör McGonagall. "Ders yılı başlangıcı şöleni biraz sonra başlayacak, ama Büyük Salon'da yerlerinizi almadan önce seçim yapılacak, hangi binalara verileceğiniz saptanacak. Seçim son derece önemli bir törendir, çünkü burada kaldığınız sürece, binanız Hogwarts'taki aileniz gibi olacak. Derslere kendi binanızdakilerle gireceksiniz, kendi binanızın yatakhanesinde uyuyacaksınız, boş vakitlerinizi binanızın ortak salonunda geçireceksiniz.
"Dört bina var; adlan Gryffindor, Hufflepuff, Ravenclaw ve Slytherin. Her binanın kendi soylu tarihi var, her bina çok önemli cadılar, büyücüler yetiştirmiştir. Hogwarts'ta bulunduğunuz sürece yaptığınız iyi işler bina notlarını yükseltir, kurallara uymamak da bina notlarını düşürür. Yıl sonunda toplam notu en yüksek olan bina, Bina Kupası'yla ödüllendirilir, büyük bir onurdur bu. Dilerim hepiniz kendi binanızın notlarına katkıda bulunursunuz.
"Seçim Töreni biraz sonra bütün öğrencilerin önünde yapılacak. Bu arada beklerken hepiniz kendinize çekidüzen verin."
Gözleri bir an Neville'in sol kulağına doğru kaymış cüppesine, Ron'un kirli burnuna takıldı. Harry saçlarını düzeltmeye çalıştı tedirginlikle.
"Hazırlıklar tamamlanınca döneceğim," dedi Profesör McGonagall. "Lütfen sessizce bekleyin."
Odadan ayrıldı. Harry yutkundu.
"Nasıl bir seçim yapıp da bizi binalara ayıracaklar?" diye sordu Ron'a.
"Bir çeşit sınav herhalde. Fred'e bakılırsa, insanın çok canı yanıyormuş, ama şaka ediyordur."
Harry'nin yüreği gümbür gümbür atmaya başladı. Sınav mı? Bütün okulun önünde? Ama hiç büyü bilmiyordu ki daha - ne yapardı? Daha geldikleri anda böyle bir şey beklemiyordu. Çevresine bakındı merakla, herkesin korku içinde olduğunu gördü. Hermione Granger'dan başka kimsenin pek konuştuğu yoktu, o da öğrendiği büyüleri hızlı hızlı tekrarlıyor, acaba hangisine sığınsam diye düşünüyordu. Harry onun söylediklerini işitmemeye çalışıyordu. Hiç böyle tedirgin olmamıştı, okulda öğretmeninin peruğunu, artık nasıl becerdiyse, maviye çevirdiğini yazan raporu eve, Dursley'lere götürdüğü zaman bile. Gözlerini kapıya dikmişti. Her an Profesör McGonagall içeri girip onu alınyazısının yazdığı yere sürükleyebilirdi.
Derken öyle bir şey oldu ki, Harry yarım metre havaya sıçradı - arkasında duran birkaç kişi çığlık atmıştı.
"Ne oluyor?"
Soluğu kesildi. Çevresindekilerin de. Arka duvardan yirmi kadar hayalet süzülmüştü odaya. İnci beyazıydı hepsi, hafifçe saydamdı, birbirleriyle konuşarak, birinci sınıf öğrencüerine hiç bakmadan, kayarcasına ilerliyorlardı. Bir konu üzerinde tartışıyor gibiydiler. İçlerinden şişman bir keşişe benzeyeni, "Bana kalırsa, bağışla ve unut, ona ikinci bir olanak tanımalıyız -" diyordu.
"Sevgili Keşiş, Peeves'e yeteri kadar olanak tanımadık mı? Hepimizin adını kötüye çıkarıyor, üstelik hayalet bile değil - sahi, siz ne arıyorsunuz burada?"
Daracık pantolonlu, yakalıklı bir hayalet birinci sınıf öğrencilerini fark etmişti ansızın.
Kimse yanıt vermedi.
Çevrelerinde gülümseyerek dolaşan Şişman Keşiş, '"Yeni öğrenciler!" dedi. "Anlaşılan seçme-ayırma işlemi var."
Birkaç kişi sessizce baş salladı.
"Hufflepuffta görüşmek umuduyla!" dedi Keşiş. "Benim eski binam orası."
"Size güle güle," dedi tiz bir ses. "Seçme Töreni başlamak üzere."
Profesör McGonagall dönmüştü. Hayaletler teker teker süzülerek karşı duvardan geçip yok oldular.
Yeni öğrencilere, "Tek sıra olun," dedi Profesör McGonagall, "beni izleyin."
Ayakları kurşun gibi ağırlaşmıştı Harry'nin, kırçıl saçlı bir çocuğun arkasında sıraya girdi, onun arkasında da Ron yerini aldı, odadan çıktılar, salonun sonundaki çift kanatlı kapıdan geçip Büyük Salon'a vardılar.
Harry böyle garip, böyle görkemli bir yeri hayal bile etmemişti. Öteki öğrencilerin oturduğu dört uzun masanın üstünde havada uçuşan binlerce, binlerce mum aydınlatıyordu ortalığı. Masalara pırıl pırıl altın tabaklar, kupalar konulmuştu. Salonun ucunda öğretmenlerin oturduğu bir başka uzun masa vardı. Profesör McGonagall birinci sınıf öğrencilerini oraya götürdü; yeniler, eski öğrencilerin karşısında sıralandılar; öğretmenler arkalarında kalmıştı. Titrek mum ışığında kendilerine bakan yüzlerce surat, solgun fenerlere benziyordu. Öğrencilerin aralarında yer almış hayaletler, puslu gümüşler gibi parlıyorlardı. Harry, kendilerine dikilmiş gözlerden kaçınmak için başını kaldırdı, yıldızlar serpiştirilmiş kadife siyahı bir tavan gördü. Her-mione'nin, "Dışarıdaki gökyüzüne benzemesi için büyülenmiş. Hogwarts Tarihi'nde okumuştum," diye fısıldadığını duydu.
Orada bir tavan olduğuna, Büyük Salon'un gökyüzüne açılmadığına inanmak çok güçtü doğrusu.
Harry başını hemen indirdi; Profesör McGonagall, yeni öğrencilerin önüne dört ayaklı bir tabure yerleştirdi sessizce. Taburenin üstüne de sivri uçlu bir büyücü şapkası koydu. Yamalar içindeydi şapka, eski püsküydü, son derece kirliydi. Petunia Teyze olsa, onu evin kapısından içeri sokmazdı.
Belki de içinden tavşan çıkarmamızı isteyecekler, diye düşündü Harry; buna benzer bir şey yapılacak -salonda kim varsa gözünü şapkaya dikmişti şimdi, o da dikti. Birkaç saniye sessizlik oldu. Sonra hafifçe kıpırdadı şapka. Kenarına yakın bir yerlerdeki yırtık, ağız gibi açıldı - şapka bir şarkı tutturdu:
"Bu şapka, dersiniz, çirkin mi çirkin! Ama öyle hemen karar vermeyin. Toz olurum varsa benden güzeli, Eşsizim kendimi bildim bileli.
Ne kasket dinlerim ne de silindir, Şampiyonluk kaçmaz, hep bana gelir. Hogwarts okulunda Seçmen Şapka'yım, Her gün, her ay, her yıl başka başkayım. Karşımda şöyle bir ürperin biraz Dünyada hiçbir şey gözümden kaçmaz. Eğer geçirirsen beni başına Gideceğin yen söylerim sana. Seni Gryffindor'a yollarım belki, Zamanla olursun aslanın teki, Yiğittir orada kalan çocuklar, Hepsinin yüreği, nah, mangal kadar. Belki de düşersin Hufflepuff'a Haksızlığı hemen kaldırıp rafa Adalet uğruna savaş verirsin Her yere mutluluk götürmek için. Ravenclaw kısmetin belki, Oradakilerin hiç çıkmaz sesi, Mantıktır onlarca önemli olan, öyle kurtulurlar tüm sorunlardan. Düşersin belki de Slytherin'e sen, Bir başkadır sanki oraya giden, Amaçları için neler yapmazlar Açıklasam bitmez sabaha kadar. Giy kafana beni! Çekinme sakın! Birinci koşul bu: Korkmayacaksın! Hiç kimseye gelmez kötülük benden, Şapkalar içinde en uysalım ben."
Şarkı sona erince salonda bir alkış koptu. Şapka eğilerek dört masaya da selam verdi, sonra sessizliğe gömüldü yine.
Ron, Harry'ye, "Demek şapkayı geçireceğiz başımıza!" diye fısıldadı. "Fred'i öldüreceğim, ifritlerle güreşmekten söz ediyordu."
Harry belli belirsiz gülümsedi. Evet, şapkayı giymek bir büyü yapmaya kalkışmaktan çok daha iyiydi, ama keşke herkesin gözü önünde giymesek diye düşünüyordu. Şapka bir sürü soru soracaktı anlaşılan, Harry'nin ise ne cesareti üstündeydi, ne de hazırcevaplığı. Yüreği ağzmdaydı. Eğer kendisi gibiler için bir bina olsaydı, her şey ne kadar kolaylaşacaktı.
Profesör McGonagall, elinde uzun bir parşömen kağıdıyla birkaç adım öne çıktı.
"Adınızı söylediğim zaman şapkayı giyip tabureye oturacak, hangi binaya ayrıldığınızı öğreneceksiniz," dedi. "Abbott, Hannah!"
Sarı at kuyruğu saçlı, pembe yüzlü bir kız çıktı ortaya, şapkayı kafasına geçirdi. Şapka gözlerine kadar indi. Kız oturdu. Bir an sessizlik
"HUFFLEPUFF!" diye bağırdı şapka.
Sağdaki masadan bir alkış koptu, Hannah gidip Hufflepuff masasına oturdu. Harry, Şişman Keşiş hayaletinin kıza neşeyle el salladığını gördü.
"Bones, Susan!"
Şapka, " HUFFLEPUFF!" diye bağırdı yine, Susan da seğirtip Hannah'nın yanında yerini aldı.
"Boot, Terry!"
"RAVENCLAVV!"
Bu kere soldan ikinci masadan bir alkış koptu; Ravenclaw'dan birkaç kişi ayağa kalkıp, yanlarına gelen Terry'nin elini sıktı.
"Brocklehurst, Mandy" de Ravenclaw'a katıldı, ama "Brown, Lavender" yeniler arasında ilk Gryffin-dor'lu oldu, en uçtaki sol masa alkıştan inledi; Harry, Ron'un ikiz kardeşlerinin ıslık çaldıklarım gördü.
Derken "Bulstrode, Millicent" Slytherin'li oldu. Belki Harry'ye öyle geliyordu, ama Slytherin için anlatılan onca şeyden sonra, o masadakileri hiç gözü tutmadı.
İçi bulanmaya başlamıştı şimdi. Eski okulundaki spor derslerinde nasıl takımlara ayrıldıkları geldi aklına. En son o seçilirdi, kötü oyuncu olduğu için değil, Dudleye yaranmak için - kimse ondan hoşlandığının sanılmasını istemezdi.
"Finch-Fletchley, Justin!"
" HUFFLEPUFF!"
Harry'nin gözünden kaçmadı, şapka bazen binanın adını hemen bağırıyor, bazen de karar vermek için azıcık düşünüyordu. Sırada Harry'nin yanında duran kırçıl saçlı çocuk, "Finnigan, Seamus", Gryffindor'a ayrıldığını öğrenmek için taburede tam bir dakika oturdu.
"Granger, Hermione!"
Hermione koşarcasına gitti tabureye, şapkayı kafasına telaşla geçirdi.
"GRYFFINDOR!" diye bağırdı şapka. Ron homurdandı.
Korkunç bir düşünce belirdi Harry'nin kafasında,zaten insan tedirgin olmayagörsün, kafasına hep korkunç düşünceler takılır. Ya kendisi hiç seçilmezse ne olacaktı? Ya uzun süre, çok uzun süre, gözlerine kadar inen şapkayla orada öyle oturup kalırsa, sonunda Profesör McGonagall gelip şapkayı çıkarırsa, bir yanlışlık olduğunu söyler de onu yeniden trene götürürlerse?
Boyuna kurbağasını yitiren Neville Longbottom, adı seslenildiğinde, tabureye giderken sendeledi, az kalsın düşecekti. Şapkanın karar vermesi epey vakit aldı. Sonunda "GRYFFINDOR" diye bağırınca, Neville kafasında şapkayla masaya koştu, sonra da kahkahalar arasında dönüp onu "MacDougal, Morag"a uzattı.
Adı söylenince, hemen ileri atıldı Malfoy, şapkayı daha kafasına değdirir değdirmez karar açıklandı: "SLYTHERIN!"
Malfoy, son derece hoşnut, arkadaşları Crabbe ile Goyle'un yanına gitti.
Pek fazla kişi kalmamıştı şimdi.
"Moon"... "Nott"... "Parkinson"... sonra bir çift ikiz kızkardeş, 'Tatil" ile 'Tatil"... sonra "Perks, Sally-An-ne"... derken, sonunda -
"Potter, Harry!"
Harry bir adım atınca, alev hışırtılarını andıran fısıltıların yükseldiğini duydu salonda.
"Potter mı dedi?"
"Şu ünlü Harry Potter mı?"
Şapka gözlerine inmeden önce Harry'nin son gördüğü şey, salondakilerin onu dikkatle süzmeleri oldu. Sonra da şapkanın içindeki karanlığı gördü. Bekledi.
"Hmm," diye incecik bir ses geldi kulağına. "Güç. Çok güç. Bakıyorum, bayağı gözüpek. Kafa da fena değil. Yetenek de var, evet, öyle - kendini kanıtlama tutkusu... bak, bu ilginç... Seni nereye yollasam acaba?"
Harry taburenin kenarlarına sımsıkı yapışıp, "Slytherin olmasın, Slytherin olmasın," diye düşündü.
İnce ses, " Slytherin olmasın, ha?" dedi. "Emin misin? Biliyor musun, büyük usta olabilirsin sen, hepsi kafanın içinde, Slytherin de büyük ustalık yolunda çok şey kazandırabilir sana - hayır mı? Eh, öyle istiyorsun madem - GRYFFINDOR!"
Harry, şapkanın son kelimeyi salona doğru bağırdığını duydu. Şapkayı çıkarıp ağır ağır Gryffindor masasına yürüdü. Seçildiği, üstelik Slytherin'e gönderilmediği için öyle rahatlamıştı ki, en büyük alkışı kendisinin aldığını fark etmedi bile. Sınıf Başkanı Percy ayağa kalkıp elini sıktı coşkuyla, VVeasley ikizleri, "Potter bizde! Potter bizde!" diye bağırdılar, Harry daha önce gördüğü yakalıklı hayaletin karşısına oturdu. Hayalet hafifçe kolum vurdu onun, Harry üstüne bir kova buzlu su dökülmüş gibi ansızın ürperdi.
Yüce Masa'yı daha iyi görebiliyordu şimdi. Kendisine en yakın uçta Hagrid oturuyordu, gözleri karşılaşınca Hagrid başparmağını yukarı kaldırdı. Harry de gülümsedi. Orada, Yüce Masa'nm tam ortasında, kocaman yaldızlı bir koltukta Albus Dumbledore oturuyordu. Harry, trendeki Çikolatalı Kurbağa kartından hemen tanıdı onu. Salonda hayaletler kadar ışıl ışıl parlayan tek şey, Dumbledore'un gümüş rengi saçlarıydı.
Harry, Çatlak Kazan'daki tedirgin delikanlıyı, Profesör Quirrell'ı da tanıdı. Kafasındaki kocaman mor sarıkla pek tuhaf görünüyordu.
Ayrılacak üç kişi kalmıştı sadece. "Turpin, Lisa" Ravenclaw'a düştü. Sıra Ron'a geldi. Ron'un suratı yemyeşil olmuştu şimdi. Harry gözlerini sımsıkı yumdu heyecanla, bir saniye sonra da şapkanın "GRYFFINDOR!" diye bağırdığını duydu.
Ron, yanındaki iskemleye çökerken, ötekiler gibi Harry de onu uzun uzun alkışladı.
Harry'nin karşısında oturan Percy VVeasley, "Bravo, Ron, harika!" dedi; bu arada "Zabini, Blaise" de Slytherin'e seçildi. Profesör McGonagall kâğıdını katladı, Seçmen Şapka'yı alıp çıktı.
Harry önündeki boş altın tabağa baktı. Ne kadar acıktığını şimdi fark etmişti. Balkabağı poğaçaları çoktan sindirilip gitmişti.
Albus Dumbledore ayağa kalktı. Kendisini hiçbir şey bundan daha çok mutlu edemezmiş gibi, kollarını iki yana açıp öğrencilere gülümsedi.
"Hoş geldiniz!" dedi. "Hogwarts'ta yeni bir yıla hoş geldiniz! Şölen başlamadan önce bir şeyler söylemek istiyorum. Söylüyorum işte: Zırla! Tırla! İncik!
Boncuk!
“Teşekkür ederim!"
Yerine oturdu yine. Herkes çığlıklar atarak alkışladı. Harry gülsün mü gülmesin mi, bilemiyordu.
Çekinerek, Percye, "Azıcık - deli midir?" diye sordu.
Percy, "Ne delisi?" dedi. "Dâhidir o! Dünyanın en iyi büyücüsü! Ama orası öyle, hafifçe kafadan çatlaktır. Patates ister misin, Harry?"
Harry'nin ağzı bir kanş açıldı. Önlerindeki tabaklar yiyeceklerle doluydu şimdi. Sofrada, yemek isteyeceği hiç bu kadar çok şey görmemişti o güne kadar: kızarmış et, kızarmış piliç, pirzola, sosis, sucuk, biftek, haşlanmış patates, kızarmış patates, cips, mayonez, bezelye, havuç, salça, ketçap, bir de, her nedense, nane şekeri.
Dursley'ler Harry'yi aç bırakmazlardı doğrusu, ama Harry de hiçbir zaman canı istediği kadar yemek yiyemezdi. Neye uzansa Dudley kapardı hemen, kusacak kadar çok yemiş olsa bile. Harry, nane şekeri dışında, her şeyden biraz biraz aldı, başladı yemeye. Hepsi çok lezzetliydi.
Harry'nin bifteğini kesmesine bakan yakalıklı hayalet, 'Tek de güzel görünüyor," dedi üzüntüyle.
"Yoksa sen -?"
"Aşağı yukarı dört yüz yıldır ağzıma lokma koymadım," dedi hayalet. "Bir şey yemem gerekmiyor tabii, ama insan özlüyor. Kendimi tanıtmadım, değil mi? Sir Nicholas de Mimsy-Porpington hizmetinizdedir. Gryffindor Kulesi'nin yerleşik hayaleti."
Ron, "Kim olduğunu biliyorum!" dedi ansızın. "Kardeşlerim anlatmışlardı - sen Neredeyse Kafasız Nick'sin!"
Hayalet, "Bana Sir Nicholas de Mimsy denilmesi daha çok hoşuma gider -" diye söze başladı, ama kırçıl saçlı Seamus Finnigan atıldı.
"Neredeyse Kafasız mı? İnsan nasıl neredeyse kafasız olur?"
Sir Nicholas'm bütün keyfi kaçmıştı; bu küçük sohbet istediği gibi yürümüyordu anlaşılan.
"Böyle olur," dedi tedirginlikle. Sol kulağını tutup çekti. Kafası yana düşüp sanki menteşeyle tutturulmuş gibi boynundan sallanmaya başladı. Anlaşılan biri kafasını uçurmaya kalkmıştı onun, ama kökünden keseme-mişti. Neredeyse Kafasız Nick, çocukların şaşkın bakışlarından hoşlanmışa benziyordu, kafasını yerine taktı yine, öksürdü, sonra, "Demek sizler de - Gryffindor'lu oldunuz!" dedi. "Bu yıl şampiyon olmamızı sağlarsınız belki. Şampiyon olmayalı hiç bu kadar uzun zaman geçmemişti. Slytherin kupayı altı yıl üst üste kazandı! Kanlı Baron'un yanına varılmıyor - Slytherin'in hayaletidir o."
Slytherin masasına baktı Harry, orada korkunç bir hayaletin oturduğunu gördü; gözleri bomboş bakıyordu hayaletin, çökük bir yüzü, gümüş rengi kan lekeleriyle dolu bir cüppesi vardı. Malfoy'un sağına oturmuştu, Harry, Malfoy'un bundan hoşnut olmadığını görünce keyiflendi.
Büyük bir ilgiyle, "O kan lekeleri neden olmuş?"
diye sordu Seamus.
Neredeyse Kafasız Nick, tatlı bir sesle, "Hiç sormadım " dedi.
Herkes yiyebildiği kadar yiyince, yemekler uçup gitti sanki, tabaklar yine eskisi gibi pırıl pırıl oldu. Bir an sonra da tatlılar belirdi. İnsanın aklına gelebilecek her çeşit dondurma, elmalı pasta, meyveli pasta, çikolatalı pasta, marmelattı çörek, kek, çilek, jöle, sütlaç...
Harry meyveli pastasını atıştırırken, söz döndü dolaştı, ailelerine geldi.
"Ben yarı yarıyayım," dedi Seamus. "Babam bir Muggle. Annem büyücü olduğunu evleninceye kadar söylememiş ona. Babam bunu öğrenince şok geçirmiş."
Güldüler.
"Ya sen, Neville?" dedi Ron.
"Beni büyükannem büyüttü, kendisi cadıdır," dedi NeVille, "ama ailem uzun süre Muggle olduğumu sandı. Büyük amcam Algie boyuna beni hazırlıksız yakalayıp içimdeki büyüyü ortaya çıkarmaya çalışıyordu -bir keresinde Blackpool rıhtımının ucundan itmişti beni, az kalsın boğuluyordum- ama sekiz yaşıma kadar bir şey olmadı. Büyük amcam Algie çaya gelmişti bize, beni üst kat penceresinden sallandırdı, ayak bileklerimden bağlayarak, büyük teyzem Enid pasta verince de ipi bırakıverdi. Yere düşünce zıpladım durdum - top gibi zıplayarak bahçeyi geçtim, yola çıktım. Hepsinin hoşuna gitti bu. Büyükannem sevinçten ağlamaya başladı. Hele ben buraya çağrılınca yüzlerini görecektiniz - belki yeteri kadar büyü gücüm yoktur diye korkuyorlardı. Büyük amcam Algie öyle sevindi ki, kurbağamı o satın aldı."
Harry'nin öteki yanında, Percy VVeasley ile Hermonie derslerden söz ediyorlardı ("Keşke derslere hemen başlasalar, öğrenecek o kadar çok şey var ki, Biçim Değiştirme özellikle ilgimi çekiyor, bilirsin tabii, bir şeyi bir başka şeye çevirme, herhalde çok güç bir şey bu -"; "Küçük şeylerle başlarsın, kibritleri ianelere çevirmekle filan-".
Harry'nin içi ısınmış, uykusu gelmişti, Yüce Masa'ya baktı yine. Hagrid kupayı başını dikiyordu. Profesör McGonagall, Profesör Dumbledore'a bir şeyler anlatıyordu. Profesör Quirrell, o gülünç sarığıyla, yağlı siyah saçlı, kemer burunlu, soluk tenli bir. öğretmenle konuşuyordu.
Olanlar birdenbire oldu. Kemer burmlu öğretmen, Ouirrell'ın sangının ardından Harry'nin gözlerine dikti gözlerini - Harry'nin alnındaki ize keskin, sıcak bir sancı saplandı.
"Ahh!" Harry başına götürdü elini.
"Ne oldu?" diye sordu Percy.
"Y-yokbirşey."
Sancı, geldiği gibi bir anda yok oldu. Ama Harry o bakışın yarattığı duyguyu silkip atamadı - öğretmenin kendisinden hiç mi hiç hoşlanmadığı duygusuna kapılmıştı.
Percy'ye, "Profesör Quirrell'la konuşan o öğretmen kim?" diye sordu.
"Bakıyorum, Quirrell'ı tanımışsın bile. Tedirginliği boşuna değil, Profesör Snape'le konuşuyor çünkü. İksirleri öğretir, ama gönülsüzce yapar bu işi - gözü Quirelli’nin işinde, bunu bilmeyen yok. Karanlık Sanatlar konusunda çok bilgilidir Snape."
Harry, Snape'e baktı bir süre, ama Snape ona bir daha bakmadı.
Sonunda tatlılar da yok oldu, Profesör Dumbledore ayağa kalktı yine. Salon sessizliğe gömüldü.
"Öhö - hepimiz yedik içtik, sadece birkaç kelime daha... Ders yılının başlaması dolayısıyla bazı söyleyeceklerim var.
"Birinci sınıf öğrencileri, okul alanındaki ormanın bütün öğrencilere yasak olduğunu unutmasınlar. Öteki öğrencilerimizden bazlarına da bunu hatırlatmakta yarar görüyorum."
Dumbledore'un ışıl ışıl gözleri VVeasley ikizlerinin oturduğu yöne çevrildi.
"Hadememiz Mr Fiich de ders aralarında koridorlarda büyü yapmanın yasak olduğunu sizlere hatırlatmamı istedi.
"Ouidditch seçmeleri ders yılının ikinci haftasında yapılacaktır. Kendi binalarının takımlarında yer almak isteyenlerin Madam Hooch'a başvurmaları gerekmektedir. "Son olarak söylemek istediğim bir şey var. Sağdaki üçüncü kat koridoru, çok büyük acılar çekerek ölmek istemeyen herkese kapalıdır."
Harry güldü; gülen bir avuç öğrenciden biriydi sadece.
Percy'ye, "Şaka ediyor, değil mi?" diye fısıldadı. Kaşlarını çatarak, "Hiç de şakaya benzemiyor," dedi Percy. "Garip doğrusu, çünkü bir yere gitmemizi yasaklayınca nedenini de söyler genellikle - orman tehlikeli hayvanlarla dolu, herkes bilir bunu. Hiç olmazsa bize, Sınıf Başkanlarına söyleseydi."
"Şimdi yataklarımıza gitmeden okul şarkısını söyleyelim!" diye bağırdı Dumbledore. Harry, öteki öğretmenlerin dudaklarına yerleşmiş gülümsemelerin hiç değişmediğini fark etti.
Dumbledore, sanki ucundaki bir sineği kovuyor-muş gibi, asasını hafifçe salladı; altın sarısı, uzun bir kurdele fırladı asadan; kurdele masaların üstünde yükseldi, yılan gibi kıvrılarak sözcüklere dönüştü.
"Herkes en sevdiği havayı seçsin," dedi Dumbledore, "hadi, başlıyoruz!"
Bütün okul haykırmaya başladı:
"Hogwarts, Hogwarts, geldik sana, Bizi de al kollarına, Kafamızın içi bomboş, Söyle, bunun neresi hoş? Saçlı olsun, saçsız olsun Başlarımız bilgi dolsun. İlginç şeyler öğrenelim Gelişelim milim milim. "Yılmadan hep çalışırız Büyülere alışırız. Kırılmasın hiç umutlar, Gün doğmadan neler doğar,"
Şarkıyı herkes değişik zamanlarda bitirdi. Weasley ikizleri ise şarkıyı bir cenaze marşı havasında uzattıkça uzatıyordu. Dumbledore son birkaç dizenin söylenişini asasıyla yönetti, şarkı bitince de en çok alkışlayanlardan biri o oldu.
Gözlerini silerek, "Ah, müzik!" dedi. "Burada yaptıklarımızın ötesinde bir büyü! Hadi artık, yatma vakti. Doğru yataklarınıza!"
Birinci sınıf Gryffindor öğrencileri, uğultulu kalabalık arasından geçerek Percy'yi izlediler, Büyük Salondan çıkıp mermer merdivene yöneldiler. Harry'nin bacakları, yorgunluktan, tıka basa yemekten, kurşun gibi olmuştu yine. Öylesine uykusu gelmişti ki, koridorlardan geçerken, iki yana sıralanmış tablolardaki yüzlerin kendilerini göstererek fısıldaştıklarını bile fark etmedi; Percy'yi izlerken, kayan panolar, sarkan halılar arkasın daki gizli kapılardan geçtiklerini de fark etmedi. Esneyerek, ayaklarını sürüyerek başka merdivenlerden çıktılar, Harry daha ne kadar gideceklerim düşünüyordu ki, ansızın durdular.
Tam önlerinde, havada bir yığın baston uçuşuyordu, Percy onlara doğru bir adım atınca, bastonlar da kendilerini Percy'ye fırlatmaya başladılar.
Percy, "Peeves," diye fısıldadı birinci sınıf öğrencilerine. "Bir hortlak." Sesini yükseltti. "Peeves - göster kendini."
Şişmiş bir balondan çıkan havayı andıran kaba, yüksek bir ses yanıt verdi.
"Kanlı Baron'a mı gideyim istiyorsun?"
Pıt diye bir ses duyuldu, kapkara, fıldır fıldır gözlü, koca ağızlı bir adam belirdi; bastonlara yapışmış, havada bağdaş kurarak oturuyordu.
Alayla kıkırdayarak, "Ooooooo!" dedi. "Bastıbacak yeniler! Amma eğlenceli!"
Ansızın onlara doğru süzüldü hızla. Hepsi eğildiler.
Percy, "Çekil git, Peeves, yoksa Baron'a söylerim, şaka etmiyorum!" diye haykırdı.
Peeves dilini çıkardı, sonra bastonlan Neville'in kafasına düşürerek ortadan yok oldu. Zırh tangırtıları arasında hızla uzaklaştığını anladılar.
Yine yola koyulduklarında, "Peeves'e dikkat edin," dedi Percy. "Ona söz geçiren tek kişi Kanlı Baron'dur, bize, Sınıf Başkanlarına bile kulak asmaz. İşte geldik."
Koridorun sonunda pembe ipek elbiseli çok şişman bir kadının portresi asılıydı.
"Parola?" dedi.
"Caput Draconis," dedi Percy, portre öne doğru açıldı, arkasında, duvarda yuvarlak bir delik belirdi. Sırayla geçtiler - Nevüle'e azıcık el vermek gerekti - kendilerini Gryffindor salonunda, yumuşacık koltuklarla dolu, sevimli, yuvarlak bir odada buldular.
Percy kızları yatakhanelerinin kapısına götürdü, oğlanları da bir başka kapıdan geçirdi. Sonunda, kıvrılarak .döne döne çıkan bir merdivenin tepesinde -besbelli, kulelerden birindeydiler şimdi- yataklarını buldular: dört yanına koyu kırmızı kadifeden perdeler asılı beş karyola. Eşyaları getirilmişti bile. Konuşamayacak kadar yorgundular, hemen pijamalarını giyip yataklarına yattılar.
Ron, perdeler arasından, "Yemek harikaydı, değil mi?" diye fısıldadı Harry'ye. "Yapma, Scabbers! Çarşafı kemiriyor."
Harry meyveli pasta yiyip yemediğini soracaktı Ron'a, ama uykudan gözleri kapanıverdi.

Belki de yemeği fazla kaçırmıştı Harry, çok garip bir düş gördü. Profesör Quirrelli’nin sarığı vardı kafasında; sarık konuşup duruyordu, hemen Slytherin'e geçmesi gerektiğini söylüyordu, alınyazısı öyleydi çünkü. Harry, Slytherin'e gitmek istemediğini söyledi sarığa; sarık ağırlaştıkça ağırlaştı, onu çekip çıkarmak istedi Harry, ama sarık gittikçe daralıp kafasını sıkıyor, canım yakıyordu - sarıkla boğuşurken, Malfoy da karşıdan gülerek onlara bakıyordu - derken kemer burunlu öğretmen Snape oluverdi Malfoy, alaycı, soğuk kahkahaları daha da yükseldi - yemyeşil bir ışık patladı, Harry kan ter içinde titreyerek uyandı.
Yatağında dönüp uykuya daldı yine; ertesi gün uyandığında düşü hiç mi hiç hatırlamıyordu.

GeCeLeR
12-10-2006, 01:27 AM
BÖLÜM 8 - iksir Ustası

"Bak, orada."
"Nerede?"
"Kızıl saçlı, uzun boylu çocuğun yanında."
"Gözlüklü olan mı?"
"Yüzünü gördün mü?"
"İzini gördün mü?"
Harry ertesi gün yatakhanesinden dışarı adım atar atmaz fısıltılar da başladı. Sınıfların önüne dizilmiş çocuklar onu görebilmek için ayak parmaklarının ucunda yükseliyor ya da onunla bir daha karşılaşmak amacıyla koridorda birkaç adım atıp dönüyordu. Keşke bunu yapmasalar diye düşünüyordu Harry, çünkü kafasını sınıfların yolunu bulmaya vermek istiyordu.
Hogwarts'ta yüz kırk iki merdiven vardı: geniş, rahat merdivenler; daracık, köhne merdivenler; belirli cuma günleri değişik yerlere çıkan merdivenler; havada bazı basamakları yok oluveren, düşmemek için atlaya atlaya çıkılan merdivenler. İncelikle rica etmediğiniz ya da doğru yerini gıdıklamadığınız zaman açılmayan kapılar vardı sonra, bir de kapı kılığına girmiş duvarlar Neyin nerede olduğunu hatırlamak çok güçtü, çünkü her şey boyuna yer değiştiriyordu. Tablolardaki yüzler birbirlerini ziyarete gidiyorlardı durmadan; Harry'ye bakılırsa, zırhlar da bal gibi yürüyebiliyordu.
Hayaletlerin de bir yararı yoktu. Hayaletin teki, açmak için ter dökülen bir kapıdan suzuluverince insanın içi nasıl da fena oluyordu Neredeyse Kafasız Nıck yeni Gryffindor'ları doğru yönlendirmekten mutluluk duyuyordu, ama insan hortlak Peeves'e çatmaya görsün, yandı demekti, kilitli kapılar ardında ya da oyuncaklı merdivenler başında oyalanmaktan derse mutlaka gecikirdi. Çöp sepetlerini kafanıza geçirirdi Peeves, ayağınızın altındaki halıyı çekerdi, tebeşir fırlatır ya da hiç görünmeden arkanıza geçip burnunuza yapışır, "TUTTUM MUSLUĞU!" diye bağırırdı.
Peeves'den beteri olabilir mı? Vardı. Hademe Argus Filch. Harry'yle Ron daha ilk sabahlarında ters düşmüşlerdi onunla. Filch onları bir kapıyı zorlarken yakalamıştı, şanssızlık bu ya, üçüncü katın koridorundaki yasak bölgeye açılıyordu kapı. Hademe yollarını yitirdiklerine inanmamış, okuldan kaçmak istediklerini sanmıştı; iki çocuğu zindana atmakla tehdit ediyordu ki, Profesör Quirrell yetişip onları kurtardı.
Mrs Norris adlı bir kedisi vardı Filch'in; gözleri sahibinin patlak gözlerine benzeyen, sıska, toprak rengi bir yaratık. Tek başına koridorları arşınlardı. Onun önünde azıcık kural dışına çıkar ya da yanlış bir şey yaparsanız Filch'e koşardı hemen; iki saniye sonra da Filch yıldırım gibi çıkagelirdi. Okuldaki gizli geçitleri herkesten iyi biliyordu hademe (belki VVeasley ikizleri dışında), hayaletler gibi pat diye belirirdi. Öğrenciler nefret ederlerdi ondan, en büyük hayalleri Mrs Norris'e şöyle okkalı bir tekme sallamaktı.
Sınıfın yolunu bulabilirsen, dersler de vardı. Harry, büyünün sadece asa sallayıp birkaç gülünç sözcük söylemenin çok ötesinde olduğunu kısa sürede anladı.
Her çarşamba gece yarısı teleskoplarıyla göğü incelemek, değişik yıldızların adlarını, gezegenlerin hareketlerini öğrenmek zorundaydılar. Haftada üç kere şatonun arkasındaki seraya gidip Profesör Sprout adlı tıknaz, kısa boylu bir cadıyla Bitkibilim çalışıyor, garip bitkileri, mantarları, onların hangi alanlarda kullanılacağını öğreniyorlardı.
En sıkıcı ders ise tek hayalet öğretmenin geldiği Sihir Tarihi'ydi. Profesör Binns çok yaşlanmış, öğretmenler odasındaki şöminenin önünde uykuya dalmış, ertesi sabah derse gitmek üzere kalkınca da bedeninin yarısını arkada bırakmıştı. Tekdüze bir mırıltıyla öğrencilere çeşitli adları, tarihleri yazdırırken Gaddar Emeric'le Taşyürek Uric'i karıştırıyordu.
Tılsım öğretmeni Profesör Flirvvick, öylesine ufak tef ekti ki, masasının önünü görebilmek için bir kitap yığınının üstüne çıkmak zorunda kalıyordu. İlk derste yoklama yaparken sıra Harrynin adına gelince şöyle bir ciyaklamış, sonra da kayıplara karışıvermişti.
Profesör McGonagall da değişikti. Harry, onun ters düşülecek bir öğretmen olmadığını düşünmekte haklıydı. Titizdi, zekiydi, daha ilk ders başlar başlamaz hemen uyarmıştı onları.
"Biçim Değiştirme, Hogwarts'ta öğreneceğiniz büyülerin en karmaşığı, en tehlikelisidir," demişti. "Sınıfımda kim dalga geçerse, pilisini pırtısını toplayıp buradan gider, bir daha da dönemez. Benden uyarması."
Sonra masasını önce domuza, sonra yine eski haline çevirmişti. Herkes pek etkilenmişti bundan, bir an önce kolları sıvamaya heveslenmişti; ama eşyaları hayvanlara cevirebilme becerisini elde edebilmek için çok uzun süre gerektiğini kısa zamanda anlamışlardı. Bir sürü karmaşık not tuttuktan sonra kendilerine birer kibrit verilmiş, onları iğneye çevirmeleri istenmişti. Dersin sonunda sadece Hermione Granger bir şeyler becerebilmişti; Profesör McGonagall, kibritin nasıl gümüş rengine dönüştüğünü, ucunun nasıl sivrildiğini bütün sınıfa göstermiş, sonra alışılmadık bir şey yaparak Hermoine'ye gülümsemişti.
Bütün sınıfın asıl merakla beklediği, Karanlık Sanatlara Karşı Savunma'ydı, ama Quirrell'ın dersleri panayıra dönüyordu biraz. Profesör Quirrell'ın ders verdiği sınıftan sarmısak kokusu eksik olmuyordu, herkes onun Romanya'da karşılaştığı ve yakında geleceğinden korktuğu vampirle ilgili olduğunu düşünüyordu bunun - sarmısak, o vampire karşı alınmış bir önlemdi. Anlattığına bakılırsa, başındaki sarığı da, kendisini sırnaşık bir zombiden kurtardığı için, Afrikalı bir prens armağan etmişti. Böyle bir olayın gerçek olduğuna pek inanan yoktu. Bir keresinde, Seamus Finnigan, zombiyle nasıl savaştığını sorunca, Quirrell pespembe kesilmiş, hemen havadan söz etmeye koyulmuştu; bir keresinde de sarıktan tuhaf bir koku yayıldığını fark etmişlerdi, Weasley ikizleri sarığın içinin de sarımsak dolu olduğunu, Quirrell'ın da böylece, nereye giderse gitsin, vampirden korunduğunu ileri sürmüşlerdi.
Harry derslerde ötekilerden pek geri kalmadığını anlayınca rahatladı. Muggle ailelerden kendisi gibi bir sürü çocuk gelmişti, yine kendisi gibi, hiçbirinin büyücülerden haberi olmamıştı. Öğrenecek o kadar çok şey vardı ki, Ron'un daha önce çalıştıkları bile pek işe yaramıyordu.
Cuma, Harry'yle Ron için önemli bir gündü. Sonunda, kahvaltı etmek için Büyük Salon'a yollarını bir kere bile yitirmeden inmeyi başardılar.
Harry, yulaf ezmesine şeker koyarken, "Bugün ne var?" diye sordu Ron'a.
"Slytherin'lerle Ortak iksir," dedi Ron. "Snape, Slytherin'lerin müdürü. Hep onları kollarmış - göreceğiz bakalım, doğru mu?"
"McGonagall da bizi kollasaydı keşke," dedi Harry. Profesör McGonagall da Gryffindor'ların müdürüydü, ama bir gün önce onlara bir sürü ev ödevi vermekten kaçınmamıştı.
O sırada posta geldi. Harry artık alışmıştı buna, ama ilk günün sabahı kahvaltı sırasında Büyük Salon'a yüz kadar baykuş birdenbire akın edince pek şaşırmıştı; baykuşlar sahiplerini görünceye kadar masaların üstünde dört dönmüşler, sonra da mektupları, paketleri onların kucaklanna bırakmışlardı.
Hedvvig o güne kadar hiçbir şey getirmemişti Harry'ye. Bazen omzuna konup hafifçe kulağını gagalardı onun, okuldaki öteki baykuşlarla birlikte uyuduğu baykuşhaneye girmeden önce de azıcık kızarmış ekmek kemirirdi. Ama o sabah marmelatla şeker kâsesi arasına pike yapıp Harry'nin tabağına bir mektup bıraktı. Harry mektubu hemen açtı.
Sevgili Harry, (deniliyordu kargacık burgacık bir yazıyla)
Cuma günleri öğleden sonra izinli olduğunu biliyorum, saat üç sularında çay içmeye gelebilir misin? ilk haftanın nasıl geçtiğini öğrenmek için can atıyorum. Hedwig'le bir yanıt yolla.
Hagrid
Harry, Ron'un tüy kalemini ödünç alıp mektubun arkasına "Evet, teşekkürler, görüşürüz" yazdı, yanıtını Hedvvig'le yolladı.
Harry iyi ki o gün Hagrid'e çay içmeye gidecekti, çünkü İksir dersi o güne kadar başına gelen en berbat şey oldu.
Ders yılı başlarken verilen şölende Harry, Profesör Snape'in kendinden pek hoşlanmadığını sezinlemişti. ilk iksir dersi sona erdiği zaman yanılmış olduğunu anladı. Snape, Harry'den hoşlanmıyor değildi - ondan nefret ediyordu.
İksir dersleri aşağıdaki zindanlardan birinde yapılıyordu. Burası yukarıdan, şatonun üst katlarından daha soğuktu; duvarlar boyunca sıralanmış cam kavanozlarda yüzen hayvan ölüleri olmasaydı bile, insanın tüylerini ürpertirdi.
Snape de, Flitrvvick gibi, yoklama yaparak başladı derse, yine Flitvvick gibi, sıra Harry'nin adına gelince durdu.
"Haa, evet," dedi yumuşak bir sesle, "Harry Potter. Yeni - yıldızımız."
Draco Malfoy'la arkadaşlan Crabbe ve Goyle, ağızlarını elleriyle kapaüp kıkırdadılar. Snape yoklamayı bitirdi, başını kaldırıp sınıfa baktı. Gözleri Hagrid'in gözleri gibi siyahtı, ama o sıcaklıktan yoksundu. Soğuk, boş gözlerdi bunlar, insanın aklına karanlık tünelleri getiriyorlardı.
"Bilimin püf noktalarını ve iksir yapma sanatını öğrenmek için buradasınız," diye söze başladı Snape. Fısıl-darcasına konuşuyordu, ama her sözcüğü arılıyorlardı -Snape de, Profesör McGonagall gibi, kendini hiç zorlamadan sınıfı sessiz tutma hünerine sahipti. "Burada öyle saçmasapan asa sallamak olmadığı için, çoğunuz bütün bunların büyüyle ilgisi olmadığını sanacaksınız. Buğular saçarak usul usul fokurdayan kazanın güzelliğini, beyni büyüleyerek, duygulan tutsak ederek insan damarlarından süzülen sıvıların ince gücünü anlamanızı beklemiyorum... Size ünü şişelemeyi, zaferi imbiklemeyi, ölümü bile durdurmayı öğretebilirim - tabii karşıma öğrenci diye geçen o mankafalardan değilseniz."
Bu küçük söylevi uzun bir sessizlik izledi. Harry'yle Ron kaşlarını kaldırarak bakıştılar. Hermione Granger iskemlesinin ucuna ilişmişti, mankafa olmadığını bir an önce kanıtlamak istiyordu sanki.
Snape, "Potter!" dedi ansızın. "Öğütülmüş çirişotu kökünü pelinotu demine eklersem ne elde ederim?"
Öğütülmüş ne kökünü neyin demine? Harry bir göz attı Ron'a, o da kendisi kadar şaşkın görünüyordu; Hermione hızla el kaldırdı.
"Bilmiyorum, efendim," dedi Harry.
Snape alayla dudak büktü.
"Çık, çık - demek ünlü olmak yetmiyor."
Hermione'nin eline aldırmadı bile.
"Bir daha deneyelim, Potter, bezir getirmeni istesem nereye bakarsın?"
Hermione, yerinden kalkmadan, elini havaya kaldırdı yine, ama bezirin ne olduğu konusunda Harry'nin en ufak fikri yoktu. Gülmekten kırılan Malfoy'a, Crabbe'ye, Goyle'a bakmamaya çalıştı.
"Bilmiyorum, efendim."
"Buraya gelmeden hiç kitap okumadın ha, Potter?"
Harry o soğuk gözlere dimdik bakmayı sürdürmeye zorladı kendini. Dursley'lerde kitaplarını karıştırmıştı biraz, ama Snape Bin Bir Büyülü Ot ve Mantar'daki her şeyi hatırlamasını nasıl bekleyebilirdi ondan?
Snape, Hermione'nin sallanıp duran eline hâlâ aldırmıyordu.
"Düğünçiçeğiyle küpeküpe arasındaki fark nedir, Potter?"
Hermione dayanamadı artık, ayağn fırladı, eli neredeyse tavana değecekti.
Harry, "Bilmiyorum," dedi usulca. "Ama galiba Hermione biliyor, neden ona sormuyorsunuz?"
Gülenler oldu. Harry'nin gözü Seamus'a ilişti. Seamus göz kırptı. Ama Snape pek keyiflenmişe benzemiyordu.
"Otur!" diye bağırdı Hermione'ye. "Öğren diye söylüyorum, Potter, çirişotuyla pelinotunu karıştırırsan, Yaşayan Ölüm içkisi denilen güçlü bir uyku iksiri elde edersin. Bezir keçilerin karnından çıkarılır, panzehir olarak kullanılır. Düğunçiçeğiyle küpeküpeye gelince, ikisi de aynıdır, bir adı da kurtboğandır. Eee? Niye yazmıyorsunuz bunları?"
Herkes tüy kalemlere, parşömenlere saldırdı hemen. O gürültü arasında, "Potter," dedi Snape, "küstahlığın için Gryffindor'dan bir puan silinecek."
İksir dersi boyunca işler Gryffindor'lar için pek yolunda gitmedi. Snape ikişer ikişer ayırdı onlan, çıbanlara karşı basit bir iksir hazırlamalarını istedi. Uzun siyah cüppesiyle aralarında dolaşıyor, kurutulmuş ısırgan otlarını, ezilmiş yılan dillerini tartmalarına bakıyor, pek sevdiği anlaşılan Malfoy dışında herkesi azarlıyordu. Tam Malfoy'un boynuzlu sümüklüböcekleri ne güzel haşladığını anlatıyordu ki, zindanı yemyeşil bir asit dumanıyla korkunç bir tıslama doldurdu. Neville, artık nasıl becerdiyse, Seamus'un kazanını eriterek eğri büğrü bir yumak haline getirmişti; hazırladıkları iksir, taş döşemede akıp gidiyor, herkesin ayakkabısında delikler açıyordu Herkes bir anda taburelerinin üstüne fırladı, kazan devrilince her yanı iksire bulanmış Neville, kızgın kırmızı sıvı kollarını bacaklarını dağlarken, acıyla inledi.
Snape, yerlere saçılmış iksiri asasının bir hareketiyle yok ederken, "Sersem çocuk!" diye homurdandı. "Kirpi dikenlerini kazanı ateşten indirmeden önce attın herhalde!"
Neville düpedüz uluyordu şimdi, kızgın damlalar burnuna doğru ilerlemeye başlamıştı.
Snape, "Onu hastane kanadına götür," diye buyurdu Seamus'a. Sonra Nevılle'in yanı başında çalışmakta olan Harry'yle Ron'a döndü.
"Sen - Potter - kirpi dikeni konulmayacağını niye söylemedin ona? O bir yanlış yaparsa sen de sivrilirim sandın, değil mi? Gryffindor'dan bir puan daha siliyorum."
Bu öylesine büyük bir haksızlıktı ki, Harry yanıt vermek için ağzını açtı, ama Ron kazanlarının arkasından bir tekme salladı ona.
“Tut kendini," diye fısıldadı. "Söylediklerine göre, Snape çok acımasız olabilirmiş."
Bir saat sonra zindandan dışarı açılan basamakları tırmanırken, Harry'nin kafası karmakarışık olmuştu, bütün keyfi de kaçmıştı. Daha ilk hafta Gryffindor'un iki puanının silinmesine neden olmuştu - Snape neden bu kadar nefret ediyordu kendisinden?
"Neşelen," dedi Ron. "Snape, Fred'le George'un de notlarını kırıyor boyuna. Ben de seninle gelip Hagrid'le tanışabilir miyim?"
Üçe beş kala şatodan çıkıp bahçeyi geçtiler. Hagrid Yasak Orman'ın hemen kenarındaki küçük bir ahşap evde oturuyordu. Kapının önüne bir arbaletle(Bir sap üstüne oturtulmuş ahşap ya da metal yaydan, zemberek yardımıyla ok fırlatan silah. (Ed. n.) bir çift lastik çizme konulmuştu.
Harry kapıyı çalınca, içeriden çılgıncasına bir tırmalama sesi, birkaç da havlama geldi. Hagrid'in sesi gürledi sonra: "Geri, Fang, geri çekil."
Kapı aralığından Hagrid'in kocaman kıllı yüzü belirdi.
"Bir dakika," dedi Hagrid. "Çekil, Fang."
Simsiyah dev bir zağarı tasmasından tutmaya çabalayarak çocukları içeri aldı.
Sadece bir tek oda vardı evde. Tavandan jambonlar, sülünler sarkıyordu, ocakta bakır bir ibrik kaynıyordu, köşedeki kocaman yatak yamalardan oluşturulmuş bir yorganla örtülüydü.
"Öyle yabancı gibi durmayın," dedi Hagrid, köpeği bıraktı; Fang hemen gidip Ron'un kulaklarını yalamaya başladı. O da, tıpkı Hagrid gibi, göründüğü kadar korkunç değildi anlaşılan.
Hagrid, koca bir çaydanlığa kaynar su boşaltıp bir tabağa kurabiye koyarken, "Bu, Ron," dedi Harry.
Hagrid, Ron'un çillerine bir göz atarak, "Bir Weasley daha," dedi. "Ömrümün yansını senin ikizleri Orman'dan kovalamakla geçirdim."
Taş gibi kurabiyeler dişlerini kıracaktı az kalsın, ama Harry de Ron da onlan pek sevmiş gibi yaptılar, bu arada ilk derslerinden söz ettiler. Fang kafasını Harry'nin dizine dayadı, bütün cüppesini salyasıyla sırılsıklam etti.
Hagrid'in Filch'ten "bunak herif" diye söz etmesi Harry'nin de, Ron'un da pek hoşuna gitti.
"Mrs Norris denen o kediye gelince, bir gün Fang'in karşısına çıkaracağım onu. Biliyor musunuz, ne zaman okula gitsem hep peşime takılır. Bir türlü kurtulamıyorum - Filch alıştırmış bir kere."
Harry, Snape'in dersini anlattı Hagrid'e. Hagrid de, Ron gibi, hiç kafasını takmamasını, Snape'in zaten öğrencilerini hiç sevmediğini söyledi.
"Ama benden nefret ediyor sanki."
"Saçma!" dedi Hagrid. "Niye etsin?"
Ama bunu söylerken gözlerini kaçırdığından kuşkulandı Harry.
Hagrid, "Kardeşin Charlie nasıl?" diye sordu Ron'a. "Onu pek severdim hayvanlarla arası bayağı iyiydi."
Harry, Hagrid'in bilerek mi konuyu değiştirdiğini düşündü. Ron, Charlie'nin ejderhalarla serüvenlerini anlatırken, Harry masada çaydanlık tutacağının altında gördüğü bir kâğıdı çekip aldı. Gelecek Postası'ndan kesilmiş bir gazete parçasıydı bu:
GRINGOTTS SOYGUNUNDAN SON HABER
Araştırmalar, 31 Temmuz'da gerçekleştirilen Gringotts soygununun, kimlikleri belirlenemeyen karanlık büyücüler ya da cadılar tarafından yapıldığını göstermektedir.
Gringotts cincüceleri, bugün yaptıkları açıklamada hiçbir şey çalınmadığım ileri sürmüşlerdir. Söz konusu kasanın aynı gün daha erken saatlerde zaten boşaltıldığı belirtilmiştir.
Bugün öğleden sonra, Gringolts cincüceleri sözcüsü, "Kasanın içinde ne olduğunu söylemek niyetinde değiliz. Bu yüzden, burnunuzu bu işe. sokmamanız kendi çıkarınız açısından iyi olur," demişti.
Harry, Ron'un trende kendisine Gringotts soygunundan söz ettiğini hatırladı, ama tarihi söylememişti.
"Hagrid!" dedi. "Gringotts soygunu benim doğum günümde yapılmış! Belki de biz tam iradayken soymuşlardır!"
Kuşkuya yer yoktu artık, Hagrid gözlerini Harrynin gözlerinden kesinlikle kaçınyordu şimdi. Homurdanarak bir kurabiye daha uzattı Hagrid. Harry haberi bir daha okudu. Söz konusu kasanın aynı gün daha erken biatlerde zaten boşaltıldığı belirtilmiştir. Hagrid yedi yüz on üç numaralı kasayı boşaltmıştı, eğer boşaltma denirse buna - küçücük bir paket almıştı, o kadar. Acaba hırsızlar o paketi mi arıyorlardı?
Harry'yle Ron akşam yemeği için şatoya dönerlerken cepleri taş gibi kurabiyelerle doluydu, onları almamak gibi bir kabalık etmemişlerdi. Harry, o zamana kadar hiçbir dersin kafasını Hagrid'e çay ziyareti kadar oyalamadığını düşündü. Hagrid o paketi tam zamanında mı almıştı acaba? Paket neredeydi şimdi? Hagrid, Snape hakkında bir şeyler biliyor da, Harry'ye söylemekten mi kaçınıyordu?

GeCeLeR
12-10-2006, 01:28 AM
BÖLÜM 9 - Gece Yansı Düellosu

Harry, Dudley'den daha çok nefret edeceği biriyle karşılaşacağını hiç sanmazdı, ama bu, Draco Malfoy'u tanımadan önceydi. Birinci sınıf Gryffindor'lar sadece İksir dersine giriyorlardı Slytherin'lerle, bu yüzden Malfoy'a pek aldırdıkları yoktu. Daha doğrusu, Gryffindor salonuna bir yazı asılmadan önce. Yazıyı okuyunca homurdanmaya başladılar. Perşembe günü uçma dersleri başlıyordu - Gryffindor'larla Slytherin' ler birlikte çalışacaklardı.
Harry, "Tamam," dedi sıkıntıyla. "Bir bu eksikti. Şimdi Malfoy'un önünde süpürgeye binip kendimi rezil edeceğim."
Uçmayı her şeyden çok istiyor, dört gözle derslerin başlamasını bekliyordu.
Ron, mantığını konuşturdu: "Rezil olup olmayacağını bilemezsin ki. Malfoy'un böbürlendiğini ben de duydum, Quidditch'te onun üstüne yokmuş. Bana sorarsan, düpedüz palavra."
Malfoy uçma konusunda gerçekten de susmak bilmiyordu. Yüksek sesle, birinci sınıf öğrencilerinin Quidditch takımlarına alınmadıklarından yakınıyor, heli-kopterli Muggle'lardan son anda nasıl kurtulduğuna dair uyduruk masallar anlatarak böbürleniyordu. Tek başına değildi bu konuda. Seamus Finnigan, anlattığına bakılırsa, çocukluğunu kırlarda, bir süpürge üstünde uçarak geçirmişti. Ron bile, kendim dinleyen çıkarsa, Charlie'nin eski süpürgesiyle bir planöre çarpmaktan son anda nasıl sıyırdığım anlatıyordu. Büyücü ailelerden gelenlerin hepsi Quidditch'ten söz ediyordu boyuna. Ron, kendileriyle aynı yatakhanede kalan Dean Thomas'la futbol konusunda tartışmıştı bir ara. Ron, tek topla oynanan, üstelik kimsenin uçmasına izin verilmeyen bir oyunun nasıl heyecanlı olabileceğine akıl erdiremiyordu. Harry bir keresinde Ron'u, Dean'in West Ham futbol takımı posterini dürtükleyerek oyuncuları hareket ettirmeye çalışırken yakalamıştı.
Neville hiç süpürgeye binmemişti ömründe, büyükannesi onu süpürgenin yanına bile yaklaştırmamıştı. Harry'ye bakılırsa, akıllılık etmişti kadın, Neville yerde iki ayağının üstünde dururken bile inanılmaz derecede sakardı.
Hermione Granger da uçmaktan Neville kadar korkuyordu. Kitaplardan ezberlenecek bir şey değildi bu -gerçi bunu denememiş değildi. Perşembe sabahı kahvaltıda, kitaplıktan aldığı Çağlar Boyunca Qııidditch ta. uçmakla ilgili püf noktalarını tek tek sayarak herkesin canına okumuştu. Sadece Neville, ilerde süpürgeden düşmemek için kulaklarını dört açmıştı, ama ötekiler Hermione'nin söylevinin postanın gelişiyle kesilmesine bayağı sevinmişlerdi.
Hagrid'in notundan beri hiç mektup almamıştı Harry, bu da Malfoy'un gözünden kaçmamıştı. Malfoy'un puhukuşu hep şeker kutuları getiriyordu evinden, o da kutuları Slytherin masasında kurum kurum kurularak açıyordu.
Neville'in peçelibaykuşu ona küçük bir paket getirdi büyükannesinden. Neville heyecanla açtı paketi, içinden çıkan büyük bir misket iriliğindeki cam küreyi gösterdi arkadaşlarına, küre beyaz dumanla doluydu sanki.
"Buna Hatırlatmaca denir," diye açıkladı. "Büyükannem her şeyi unuttuğumu bilir bu küre, yapmayı unuttuğun bir şey varsa sana hemen hatırlatır. Bakın, şöyle sımsıkı tutacaksınız, eğer kızarırsa - ah.." Süklüm püklüm oluverdi birdenbire, çünkü Hatırlatmaca kıpkızıl kesilmişti. "... unuttuğunuz bir şey var demektir..."
Neville ne unuttuğunu hatırlamaya çalışırken, Gryffindor masasının yanından geçen Draco Malfoy, elinden Hatırlatmaca'yı kapıverdi.
Harry'yle Ron ayağa fırladılar. Malfoy'la kavga etmek için bahane anyorlardı zaten, ama sorunları fark etmekte öteki öğretmenlerden çok daha usta olan Profesör McGonagall yanlarında bitiverdi.
"Ne oluyor?"
"Malfoy Hatırlatmaca'mı aldı, Profesör."
Malfoy, kaşlarını çatarak Hatırlatmaca'yı masaya bıraktı hemen.
"Sadece bakıyordum," dedi; arkasında Crabbe ile Goyle, oradan uzaklaştı.
O gün öğleden sonra üç buçukta Harry, Ron ve öteki Gryffindor'lar ilk uçma dersi için merdivenlerden koşarak inip bahçeye çıktılar. Açık, esintili bir gündü, yemyeşil yamaçtan düz alana inerken ayaklarının altındaki çimenler hışırdıyordu, karşı yandaki Yasak Orman'ın ağaçlan uzakta kara gölgeler içinde ağır ağır sallanıyordu.
Slytherin'ler gelmişlerdi bile, yirmi tane saplı süpürge düzenli bir biçimde yere sıralanmıştı. Harry daha önce Fred'le George VVeasley'nin okul süpürgelerinden yakındıklarını duymuştu, söylediklerine bakılırsa, çok havalanırsan bazıları titremeye başlıyor, bazıları da hafifçe sola çekiyormuş.
Öğretmenleri Madam Hooch da geldi. Kısacık kır saçları, atmaca gibi sarı gözleri vardı.
"Ne bekliyorsunuz öyle?" diye haykırdı. "Herkes bir süpürgenin yanına geçsin. Hadi, çabuk olsanıza!"
Harry süpürgesine bir göz attı. Pek eskiydi doğrusu, ucundaki süpürge çalıları aynı yöne uzanmıyor da değişik yönlere fışkınyordu sanki.
Madam Hooch önlerine geçip, "Sağ ellerinizi süpürgelerinizin üstüne uzatın, 'Yukarı!' diye bağırın," dedi.
"YUKARI!" diye bağırdı herkes.
Harry'nin süpürgesi hemen fırlayıp eline yapıştı onun, ama bütün süpürgeler beceremedi bunu. Hermione Granger'ın süpürgesi yerlerde yuvarlanıyordu, Ne-ville'inki ise kılını bile kıpırdatmamıştı. Harry, belki süpürgeler de, atlar gibi, insanın korkup korkmadığını anlıyor diye düşündü; Neville'in sesi titremişti bağırırken, yerde, ayaklarının üstünde durmak istediği apaçık ortadaydı.
Madam Hooch, ucundan kayıp düşmeden süpürgelere nasıl oturulacağını gösterdi, bir yukarı bir aşağı dolaşarak saplara nasıl tutunduklarım inceledi, yanlışlarını düzeltti. Malfoy'a bu işi tepeden tırnağa yanlış yaptığını söyleyince, Harry'yle Ron pek keyiflendiler.
Madam Hooch, "Şimdi, düdük çaldığımda, ayaklarınızı yere vurup havalanacaksınız," dedi. "Süpürgelerinizi düz tutun, bir metre kadar yükselin, sonra uçlarını hafifçe öne eğerek aşağı inin. Düdük çalınca - bir - 'ki -"
Ama heyecandan zangır zangır titreyen Neville, yerde kalmanın da korkusuyla, Madam Hooch daha düdüğünü dudaklarına götürmeden, ayaklarını yere pat diye vurup havalanıverdi.
"Gel buraya, çocuk!" diye bağırdı Madam Hooch, ama Neville patlayan şişe mantarı gibi yükseliyordu -dört metre - yedi metre. Harry onun korkudan bembeyaz kesilmiş yüzünü, kendisinden gittikçe uzaklaşan yere bakışını görebiliyordu; Neville birkaç kere yutkundu, süpürgenin kenarından kaydı, sonra da -
KÜÜT - çimenlere yüzükoyun çuval gibi yığılıverdi Neville. Süpürgesi yükseldikçe yükseliyordu, birdenbire Yasak Orman'a yöneldi, oraya doğru sürüklenerek gözden yok oldu.
Madam Hooch, Neville'in üstüne eğildi, onun da beti benzi atmıştı.
Harry, onun, "Bileği kırılmış," diye mırıldandığını duydu. "Hadi, çocuk - bir şeyin yok, kalk ayağa."
Öteki öğrencilere döndü.
"Ben bu çocuğu hastane kanadına götürüyorum, kimse yerinden kımıldamasın! Süpürgelere dokunmayın, yoksa Hogwarts'tan sepetlenir, Quidditch'i de düşünüzde görürsünüz. Gel, yavrum."
Kolunu Neville'in omzuna doladı. Neville, yanaklarından yaşlar süzülerek, eli bileğinde, Madam Hooch'la uzaklaştı. Onlar uzaklaşır uzaklaşmaz da Malfoy kahkahayı bastı.
"Salak şişkonun suratını gördünüz mü?"
Öteki Slytherin'ler de gülmeye başladılar.
"Kapa çeneni, Malfoy!" dedi Parvati Patil.
SIytherinli bir kız, karakuru suratlı Pansy Parkin-son, "Longbottom'dan yanaşın, ha?" dedi. "Şişko ödleklerden hoşlanacağın da hiç aklıma gelmezdi, Parvati."
Malfoy, ileri atılıp yerden bir şey alarak, "Bakın!" dedi. "Longbottom'ın büyükannesinin yolladığı o saç-masapan şey!"
Güneşte parıldayan Hatırlatmaca'yı havaya kaldırdı.
Harry, "Ver onu, Malfoy," dedi usulca. Herkes ne olacağını görmek için konuşmayı kesti.
Malfoy pis pis gülümsedi.
"Bir yere bırakayım da, Longbottom sonra gelip alsın - nereye bıraksam - bir ağacın tepesine mi bıraksam?"
"Ver şunu!" diye bağırdı Harry, ama Malfoy süpürgesine atlayıp havalanmıştı bile. Yalan söylememişti demek, bayağı uçabiliyordu - bir meşenin en üst dallarına kadar yükseldi, "Gel de al bakalım, Potter!" diye seslendi.
Harry süpürgesine yapıştı.
"Hayır!" diye haykırdı Hermione Granger. "Madam Hooch kımıldamayın dedi - hepimizin başını derde sokacaksın."
Harry aldırmadı ona. Kanı beynine çıkmıştı. Süpürgeye binip ayaklarını hızla yere vurdu, vurur vurmaz da havalandı; saçları, cüppesi dalgalanırken, hiç kimse öğretmeden de uçabildiğini anladı, inanılmaz bir sevinç duydu - kolay bir şeydi bu, harikaydı. Süpürgesinin başını birazcık yukarı kaldırınca daha yükseklere çıktı; aşağıda kızların korkuyla bağırdıklarını duydu, Ron da hayranlıkla çığlıklar atıyordu.
Harry, havada Malfoyla yüz yüze gelebilmek için süpürgesini yana çevirdi hızla. Malfoy şaşkınlıktan do-nakalmışh sanki.
"Ver şunu," diye seslendi Harry, "yoksa o süpürgeden atarım seni!"
"Yok canım?" dedi Malfoy, sırıtmaya çalışıyordu, ama pek de tedirgin görünüyordu.
Artık nereden içine doğduysa, Harry ne yapması gerektiğini hemen kavradı, iki eliyle süpürgenin sopasına yapışıp cirit gibi fırladı Malfoy'un üstüne. Malfoy tam zamanında yana çekilerek kurtuldu; Harry hızla dönüp süpürgeyi dizginledi. Aşağıdan birkaç kişinin alkışlan geliyordu.
Harry, "Burada ne Crabbe kurtarabilir seni, ne de Goyle," diye bağırdı.
Galiba Malfoy da aynı şeyi düşünüyordu.
"Tut tutabilirsen!" diye bağırdı, cam küreyi havaya fırlatıp yere süzüldü.
Harry, filmlerdeki ağır çekimlerde olduğu gibi, kürenin havalandığını, sonra düşmeye başladığını gördü. Öne eğilip süpürgesinin başını indirdi - pike yaparak alçalıyordu şimdi, sanki küreyle yanşıyordu - kulaklarında rüzgârın sesiyle aşağıda kendisini seyredenlerin çığlıkları çınlıyordu - elini uzattı - yere bir adım kala yakaladı küreyi, süpürgesini tam zamanında düzeltti, avucunda Hatırlatmaca'yla çimenlere yumuşacık bir iniş yaptı.
"HARRY POTTER!"
Yere inerken duyduğu korku, bunun yanında hiç kalırdı şimdi. Profesör McGonagall koşarak geliyordu. Harry titreyerek ayağa kalktı.
"Daha önce - Hogwarts'ta hiç böyle bir şey -"
Şaşkınlıktan sanki dili tutulmuştu Profesör McGonagall'ın, gözlüğü öfkeyle parlıyordu "- nasıl yaparsın bunu - boynun kırılabilirdi -"
"Suç onda değil, Profesör -"
"Siz susun, Miss Patil -"
"Ama Malfoy -"
"Yeter, Mr Weasley. Potter, gel benimle."
Harry oradan ayrılırken Malfoy'un, Crabbe'nin, Goyle'un zaferle ışıyan yüzlerini gördü; Profesör McGonagall'ın peşine takılıp şatoya yürüdü. Okuldan kovulacağından adı gibi emindi. Kendini savunmak için bir şeyler söylemek istiyordu, ama sesi yok olmuştu sanki. Profesör McGonagall Harry'ye bakmadan hızlı hızlı yürüyordu, Harry ona yetişebilmek için koşar adım gidiyordu. Olanlar olmuştu. İki hafta bile dayanamamıştı. On dakika sonra eşyalarını topluyor olacaktı. Kapıda belirdiği zaman Dursley'ler ne diyeceklerdi acaba?
Şatonun önündeki merdiveni, sonra da içerideki mermer basamakları çıktılar; Profesör McGonagall hâlâ ağzını bile açmamıştı. Harry arkasından süklüm püklüm koşarken kapıları açtı, koridorları arşınladı. Belki de Dumbledore'a götürüyordu onu. Hagrid'i düşündü Harry; o da okuldan kovulmuş, ama bekçi olarak kalmasına izin verilmişti. Belki de yardımcısı olurdu Hagrid'in. Bunu düşününce yüreği burkuldu, Ron'la ötekiler büyücü olarak yetişirken, o bahçede Hagrid'in çantasını taşıyacaktı.
Profesör McGonagall bir sınıfın önünde durdu. Kapıyı açıp başını uzattı.
"Özür dilerim, Profesör Flitwick, bir saniye Wood'u alabilir miyim?"
Wood da neyin nesiydi acaba?
Beşinci sınıftan iri yapılı bir çocuktu VYood, Flitwick'in sınıfından çıktığında kafası karmakarışık görünüyordu.
"İkiniz de gelin benimle," dedi Profesör McGonagall, koridorda yürümeye başladılar; Wood merakla Harry'ye bakıyordu.
"Girin."
Peeves'den başka kimsenin olmadığı boş bir sınıfa girdiler; o da karatahtaya hiç de hoş olmayan şeyler yazmaktaydı.
"Dışarı, Peeves!" diye bağırdı Profesör McGonagall. Peeves elindeki tebeşiri çat diye çöp tenekesine attı, sonra da söylene söylene çıktı. Profesör McGonagall onun arkasından kapıyı çarparak kapattı, iki çocuğun karşısına geçti.
"Potter, bu Oliver Wood. Wood - sana bir Arayıcı buldum."
Wood'un yüzündeki şaşkınlığın yerini sevinç aldı.
"Ciddi misiniz, Profesör?"
"Kesinlikle," dedi Profesör McGonagall. "Doğuştan yetenekli bu çocuk. Ben böyle bir şey görmedim. Bu senin süpürgeye ilk binişin miydi, Potter?"
Harry sessizce baş salladı. Ne olup bittiğine dair hiç fikri yoktu, ama anladığı kadarıyla, okuldan kovulmayacaktı, bacaklarının gücü yavaş yavaş yerine geliyordu.
Profesör McGonagall, "Şunu on beş metre pike yaparak yakaladı," dedi Wood'a. "Burnu bile kanamadı. Charlie Weasley bile yapamazdı bunu."
Wood, bütün düşleri bir anda gerçekleşmiş gibi bakıyordu şimdi.
Heyecanla, "Hiç Quidditch maçı gördün mü, Potter?" diye sordu.
Profesör McGonagall, açıklama yapmak gereğini duydu: "Wood, Gryffindor takımının kaptanıdır."
Wood, Harry'nin çevresinde dönüp onu inceleyerek, "Yapısı da Arayıcı olmaya uygun," dedi. "Zayıf -hızlı - ona doğru dürüst bir süpürge bulalım, Profesör - ya Nimbus İki Bin ya da Tertemiz Yedi."
"Profesör Dumbledore'la bir konuşayım, bakalım birinci sınıf kuralını yeni baştan yorumlayabilir miyiz. Takımın geçen yıldan daha iyi olması gerek. Son maçta Slytherin perişan ermişti bizi, Severus Snape'in yüzüne haftalarca bakamamıştım..."
Profesör McGonagall, gözlüğünün üstünden sert sert baktı Harry'ye.
"Sıkı çalışman gerekiyor, Potter, yoksa seni cezalandırma konusunda düşüncemi değiştirebilirim."
Sonra birdenbire gülümsedi.
"Baban bunu görse gurur duyardı," dedi. "Eşsiz bir Ouidditch oyuncusuydu o."
"Dalga geçiyorsun."
Akşam yemeğindeydiler. Harry, Profesör McGona-gall'la bahçeden ayrıldıktan sonra neler olduğunu anlatmayı yeni bitirmişti. Ron ağzına bir dilim biftekli-böbrekli börek götürüyordu ki, yemeği filan unutuverdi.
"Arayıcı ha?" dedi. "Ama birinci sınıftakiler hiç takımda senin kadar küçük biri oynamayalı kim bilir kaç yıl olmuştur -?"
Ağzına bir parça börek atarak, "Yüz yıl olmuş," dedi Harry. O günün heyecanından sonra bayağı acıkmıştı. "Wood söyledi."
Ron öyle şaşırmış, öyle etkilenmişti ki, oturduğu yerde Harry'ye bakmaktan-başka bir şey yapamıyordu.
"Haftaya antrenmanlara başlıyorum," dedi Harry. "Ama kimseye söyleme. Wood sır olarak saklamak istiyor bunu."
Fred ile George Weasley salona girdiler o anda, Harry'yi görünce yanına seğirttiler.
Alçak sesle, "Tebrikler," dedi George. "Wood söyledi. Biz de takımdayız - Vurucu oynuyoruz."
"Söylemedi demeyin, Quiddilch Kupası'nı bu yıl biz alacağız," diye fısıldadı Fred. "Charlie ayrıldı ayrılalı alamıyoruz, ama bu yıl takım harika. İyi oynuyor olmalısın, Harry. Anlatırken, Wood'un içi içine sığmıyordu."
"Neyse, gitmemiz gerek. Lee Jordan okul dışına açılan gizli bir geçit daha bulmuş, öyle diyor."
"İlk hafta bulduğumuz geçittir, Yaltak Gregory heykelinin arkasındaki. Görüşürüz."
Fred'le George ayrılır ayrılmaz hiç hoşlanmadıkları biri bitiverdi tepelerinde: Malfoy. Arkasında Crabbe'yle Goyle vardı yine.
"Son yemeğini mi yiyorsun, Potter? Seni Muggle'lar arasına döndürecek trene ne zaman biniyorsun?"
Harry, soğukkanlılıkla, "Bakıyorum ayakların yerdeyken, yanında da minik arkadaşların varken daha cesur oluyorsun," dedi. Crabbe'yle Göyle pek de minik sayılmazlardı doğrusu, ama Yüce Masa öğretmenlerle dolu olduğu için, dişlerini gıcırdatıp yumruklarım sıkmaktan başka bir şey gelmezdi ellerinden.
"İstediğin zaman teke tek karşılaşabilirim seninle," dedi Malfoy. "İstersen bu gece. Büyücü düellosu. Sadece asalarla dokunma yok. Ne oldu? Daha önce büyücü düellosu diye bir şey duymadın mı yoksa?"
Yerinde dönerek, "Duymaz olur mu," dedi Ron. "Ben onun yedeğiyim; senin yedeğin kim?"
Malfoy, Crabbe'yle Goyle'a bakarak onları şöyle bir tarttı.
"Crabbe," dedi. "Gece yarısı olur mu? Kupa salonunda buluşuruz, orası hiç kilitlenmiyor."
Malfoy gidince, Ron'la Harry birbirlerine baktılar.
"Büyücü düellosu da nedir?" dedi Harry. "Yedeğim olacağını söyledin, yedek ne işe yarar?"
Soğumuş böreği ağzına atarak, pek sıradan bir şey söylüyormuş gibi, "Ölecek olursan yerini alır," dedi Ron. Harry'nin bakışını fark etti sonra, hemen ekledi: "Ama insanlar gerçek büyücülerin düellolarında ölür. Sen de, Malfoy da, olsa olsa birkaç kıvılcım gönderirsiniz birbirinize, o kadar. Önemli bir zarar verecek kadar büyü bilmiyorsunuz. Zaten senin düellodan kaçacağını sanıyordu."
"Ya ben asamı sallayınca bir şey olmazsa?"
Ron akıl verdi: "O zaman asanı fırlatır atar, burnuna bir tane patlatırsın."
"Özür dilerim."
Başlarını kaldırdılar. Hermione Granger'dı.
"İnsan burada ağız tadıyla bir şey yiyemez mi?" dedi Ron.
Hermione aldırmadı ona, Harry'ye döndü.
"Malfoy'la konuşmanıza kulak misafiri oldum."
"Sende bu kulak varken," diye mırıldandı Ron.
"- geceleri okulda dolaşmaman gerek, yakalanırsan Gryffindor'un puanları silinir. Zaten yakalanırsın. Çok bencillik ediyorsun."
"Bu seni ilgilendirmez," dedi Harry.
"Güle güle," dedi Ron.
Gün pek de güzel bitmiş sayılmazdı doğrusu, Harry yatağına uzanmış, Dean'le Seamus'ın uykuya dalışlarını kollarken öyle düşünüyordu (Neville hastane kanadından dönmemişti daha). Ron akşam boyunca, "Eğer sana lanet yağdınrsa eğilirsin, çünkü nasıl karşılanacağını bilmiyorum," gibisinden öğütler vermişti. Filch ya da Mrs Norris tarafından yakalanmaları olasılığı da büyüktü, Harry aynı gün içinde bir kere daha okul kuralları dışına çıkmakla şansını zorladığı duygusuna kapıldı. Öte yandan, boyuna Malfoyun sırıtan yüzü beliriyordu karanlıkta Malfoyu yere sermek için karşısına eşsiz bir olanak çıkmıştı. Bu olanağı kaçıramazdı.
Sonunda, "On bir buçuk," diye mırıldandı Ron. "Gitme vakti."
Sırtlarına sabahlıklarını geçirip asalarını aldılar, kuledeki odalarından ayrılıp kıvrımlı merdivenden indiler, Gryffindor salonuna girdiler. Şöminede birkaç kor parıldıyordu hâlâ, bütün koltuklar kambur siyah gölgelere dönüşmüştü. Tam resimdeki deliğe varmışlardı ki, yanlarındaki koltuktan bir ses geldi: "Bunu yapacağına inanamıyorum, Harry."
Bir lambanın titrek ışığı belirdi. Hermione Granger'dı bu, pembe bir sabahlık geçirmişti sırtına, kaşlarını çatmıştı.
Öfkeyle, "Sen!" dedi Ron. "Gidip yatsana sen!"
"Az kalsın kardeşine söyleyecektim," diye atıldı Hermione. "Percy'ye - Sınıf Başkanı o. Bunu durdururdu."
Harry bir başkasının kendi işlerine bu kadar burnunu sokmasına inanamıyordu.
"Hadi," dedi Ron'a. Şişman Kadın resmini iterek açtı, delikten geçti.
Hermione kolay kolay pes etmeyecekti anlaşılan. Ron'dan sonra o da geçti resimdeki delikten, bir yandan da öfkeli kazlar gibi tıslıyordu onlara.
"Siz hiç Gryffindor'u düşünmez misiniz, hep kendinizi mi düşünürsünüz? Kupayı Slytherin alacak, Büyü Değiştirme'yi bildiğim için Profesör McGonagall'dan topladığım bütün puanlar sizin yüzünüzden silinecek."
"Gitsene sen."
"Peki, ama uyardım sizi, yarın eve dönerken trende hatırlarsınız, siz nasıl insanlarsınız, biliyor musunuz? Siz -"
Nasıl insanlar olduklarını öğrenemediler. Hermione içeri dönmek için Şişman Kadın'ın resmini çevirince bomboş bir tabloyla karşılaşmıştı. Bir gece ziyaretine gitmişti Şişman Kadın, Hermione de Gryffindor Kulesi'ne giremiyordu.
Cırtlak bir sesle, "Ben şimdi ne yapacağım?" diye sordu.
"Senin sorunun o," dedi Ron. "Bizim gitmemiz gerek, geç kalıyoruz."
Koridorun sonuna varmamışlardı ki, arkalarından Hermione yetişti.
"Ben de sizinle geliyorum," dedi.
"Gelmiyorsun."
Ne yani, burada böyle dikilip Filch'in beni yakalamasını mı bekleyeceğim? Bizi bulursa doğrusunu söylerim, sizi durdurmaya çalıştığımı anlatırım, siz de beni desteklersiniz."
Ron, "Sen de amma yüzsüzsün -" dedi yüksek sesle.
Birdenbire, "Susun, ikiniz de!" dedi Harry. "Bir ses duydum."
Ron, karanlıkta görmeye çalışarak, "Mrs Norris mi?" diye fısıldadı.
Mrs Norris değildi. Neville'di. Yere kıvrılmış, mışıl mışıl uyumaktayken onların yaklaştığını sezip sıçramıştı.
"Neyse ki buldunuz beni! Saatlerdir buradayım, yatakhaneye gitmek için yeni parolayı unutmuşum."
"Alçak sesle konuş, Neville. Parola 'Domuz burnu', ama işine yaramaz, çünkü Şişman Kadın yerinde değil."
"Kolun nasıl?" diye sordu Harry.
Bileğini göstererek, "İyi," dedi Neville. "Madam Pomfrey bir dakikada iyileştirdi."
"Güzel - bak, Neville, bizim bir yere yetişmemiz gerek, sonra görüşürüz -"
Neville, ayağa kalkarak, "Beni bırakmayın!" dedi. "Yalnız kalmak istemiyorum burada, Kanlı Baron zaten iki kere geçti."
Ron saatine bir göz attı, sonra da Hermione'yle Ne-ville'e baktı öfkeyle.
"Sizin yüzünüzden yakalanacak olursak, ne yapar eder, Quirrell'ın anlattığı Hortlak Laneti'ni öğrenir, ikinizi de lanetlerim."
Hermione ağzını açtı, belki de Hortlak Laneti'nin nasıl kullanılacağını öğretecekti ona, ama Harry susmalarını işaret etti, birlikte yürümeye koyuldular.
Yüksek pencerelerin demir çubukları arasından süzülen ay ışığının aydınlattığı koridorlarda ilerlediler. Her dönemeçte, Filch ya da Mrs Norris'le karşılaşırız diye, Harry'nin yüreği ağzına geliyordu. Ama şanslıydılar. Merdivenlerden üçüncü kata çıkıp parmaklarının ucuna basa basa kupa salonuna yöneldiler,
Malfoy'la Crabbe gelmemişlerde daha. Ay ışığının düştüğü yerlerde kristal kupa kutuları parlıyordu. Altın ve gümüş kupalar, kalkanlar, şiltler, heykeller karan lıkta ışıldıyordu. Gözlerini salonun iki yanındaki kapılardan ayırmadan, duvar boyunca ilerlediler. Malfoy belki ansızın belirip de saldırır diye, Harry asasını çıkardı. Dakikalar ağır ağır geçti.
Ron, "Gecikti," diye fısıldadı, "belki de korkudan ödü patlamıştır."
O sırada yan odadan gelen bir sesle sıçradılar. Harry tam asasını kaldırmıştı ki, birinin konuştuğunu duydular - Malfoy değildi bu.
"Kokla etrafı, tatlım, bir köşeye sinmiş olmalılar."
Konuşan Filch'ti, Mrs Norris'e bir şeyler söylüyordu. Harry, dehşet içinde arkadaşlarına döndü, kendisini hemen izlemeleri için çılgıncasına el salladı; Filch'in sesinin geldiği yerin karşısındaki kapıya yöneldiler usulca. Neville cüppesinin eteğini çeker çekmez, Filch'in kupa salonuna girdiğini duydular.
"Burada bir yerdeler," diye homurdanıyordu Filch, "herhalde saklanıyorlar."
Harry, arkadaşlarına, "Buradan!" diye işaret etti; hepsi korkudan taş kesilmişti sanki, iki yanına zırhlar sıralanmış uzun bir koridorda usul usul ilerlediler. Filch'in yaklaştığım duyuyorlardı. Ansızın korkuyla inledi Neville, koşmaya başladı - derken sendeledi, Ron'un beline yapıştı, ikisi birden bir zırha tosladılar.
Öyle bir şangırtı koptu ki, bütün şato ayağa kalkabilirdi.
"KOŞUN!" diye bağı-dı Harry, dördü birden koridorda tabanları yağladılar, Filch geliyor mu diye arkalarına bile bakmıyorlardı - bir koridordan bir başkasına geçtiler, Harry öndeydi, nereye gittiklerini bile bilmeden koşuyordu. Kendilerini bir duvar halısının arkasına atınca, gizli bir geçitte olduklarını fark ettiler, koşmayı sürdürünce Tılsım sınıfının yanına çıktılar, kupa salonunun çok uzaklarındaydılar şimdi.
Harry, soğuk duvara yaslanıp alnını silerek, "Galiba sıyırdık," dedi soluk soluğa. Neville iki büklüm olmuş, aksırıp tıksırıyordu.
Hermione de soluk soluğaydı; ellerini göğsüne bastırarak, "Söylemiştim - söylemiştim - size," dedi. "Söylemiştim - size."
Ron, "Gryffindor Kulesi'ne dönmeliyiz," dedi. "Hemen. Hiç vakit geçirmeden."
Hermione, "Malfoy seni kandırdı," dedi Harry'ye. "Farkındasın, değil mi? Karşına çıkmayı düşünmedi bile - Filch kupa salonuna birinin geleceğini biliyordu. Malfoy kulağına fısıldamıştır mutlaka."
Harry, Hermione'nin haklı olabileceğini düşündü, ama bu düşüncesini ona söylememeyi uygun buldu.
"Gidelim."
Okadar kolay olmayacaktı bu. Daha on-on iki adım ancak atmışlardı ki, bir kapı tokmağının takırtısını duydular, önlerindeki sınıftan yıldırım hızıyla biri fırladı.
Peeves'di bu. Onları görünce keyiften kıkırdamaya başladı.
"Sus, Peeves - lütfen - kovulmamıza neden olacaksın."
Peeves gıdaklar gibi güldü.
"Gece yarısı dolaşmaya çıktınız ha? Sizi bastıbacaklar! Çık, ak, çık. Yaramazlar böyle enselenir işte."
"Bizi ele vermezsen enselenmeyiz, Peeves, lütfen."
Peeves, yumuşacık bir sesle, "Filch'e söylemem gerek bunu. Evet, ona söylemeliyim," dedi; ama gözleri hain hain parlıyordu. "Sizin kendi iyiliğiniz için."
"Çekil yolumuzdan," diye diklendi Ron, Peeves'i hızla itti - büyük bir hataydı bu.
"ÖĞRENCİLER YATAKLARINDAN KAÇMIŞ!" diye haykırdı Peeves. "ÖĞRENCİLER KAÇMIŞ! TILSIM KORIDORUNDALAR!"
Peves'den sıyrılarak can havliyle kaçtılar, koridorun sonuna kadar koştular, bir kapı çıktı karşılarına -kilitliydi.
Çaresizlik içinde kapıyı iterlerken, "Tamam!" diye inledi Ron. "İşimiz bitti! Sonumuz geldi!"
Ayak sesleri geldi kulaklarına; Filen, Peeves'in çığlıklarını duymuş, koşarak yaklaşıyordu.
"Çekilin şöyle," diye homurdandı Hermione. Harry'nin asasını kaptı, onu kilide vurarak fısıldadı: "Alohomora!"
Bir tıkırtı oldu kilitte, kapı ardına kadar açıldı - itişe kakışa geçip kapıyı kapattılar, öteki yanda konuşulanlara kulak kabarttılar.
"Nereye gittiler, Peeves?" diyordu Filch. "Çabuk, söyle bana."
"Lütfen' diyeceksin."
"Benimle dalga geçme, Peeves, söylesene, nereye gittiler?"
Peeves'in o sinir bozucu sesi, şarkı söyler gibi, çınladı: "Lütfen diyeceksin. Hiçbir şey öğrenemezsin."
"Peki-lütfen."
"HİÇBİR ŞEY! Ha haaa! Söyledim ya, lütfen diyeceksin, hiçbir şey öğrenemezsin diye. Lütfen dedin, hiçbir şey öğrenemeyeceksin! Ha ha! Haaaaaa!" Peeves'in bir hışırtıyla uzaklaştığını, Filch'in de öfkeyle küfrettiğini duydular.
"Kapı kilitli sanıyor," diye fısıldadı Harry. "Sıyıracağız - çek elini, Neville!" Neville bir dakikadır Harry'nin sabahlığının kolunu çekiştirip duruyordu. "Ne var?"
Harry arkasına döndü - döner dönmez de görüverdi. Neyi mi? Bir karabasanın içinde sandı kendini - bu kadarı da olmazdı artık, başlarına gelen bütün o belalardan sonra.
Sandığı gibi, bir odada değillerdi. Bir koridordaydılar. Üçüncü kattaki yasak koridorda. Neden yasak olduğunu da hemen anlamışlardı.
Yerden tavana kadar yükselen boyuyla dev bir köpeğin gözlerinin içine bakıyorlardı şimdi. Üç başlı bir köpekti bu. Üç çift fıldır fıldır, çılgınca bakan göz; kendilerine doğru uzanmış, titıeyip duran üç burun; sarımsı dişlerinden kaygan sicimler gibi sarkan salyalarıyla üç de korkunç ağız.
Hareket etmeden duruyordu; altı gözünü de onlara dikmişti; Harry, "Eğer ansızın çıkagelmemiz onu bu kadar şaşırtmasaydı, şimdiye kadar çoktan ölmüştük," diye düşündü; ama şaşkınlığı geçiyordu köpeğin, gökgürülrüsünü andıran o hırlamaların başka ne anlamı olabilirdi?
Kapının tokmağına yapıştı Harry - Filch'le ölüm arasında bir seçim yapması gerekiyorsa, Filch'i seçerdi elbet.
Dışarı fırladılar - Harry çarparak kapadı kapıyı, koridor boyunca koştular, daha doğrusu uçtular. Filch herhalde başka bir yerlerde aramaktaydı kendilerim, çünkü onunla karşılaşmadılar; karşılaşıp karşılaşmamaları da pek önemli değildi zaten o anda tek düşündükleri, canavardan olabildiğince uzaklaşmaktı. Yedinci katta Şişman Kadın'ın portresine varıncaya kadar koştular.
Şişman Kadın, omuzlarından sıyrılmış sabahlıklarına, kan ter içindeki kıpkırmızı yüzlerine bakarak, "Nerelerdeydiniz?" diye sordu.
"Boş ver şimdi - domuz burnu, domuz burnu," diye soludu Harry, tablo öne doğru açıldı. Salona girip koltuklara yığıldılar; zangır zangır titriyorlardı.
Bir süre hiçbiri ağzını açmadı. Neville sanki ömrü boyunca bir daha konuşmayacakmış gibi duruyordu.
Sonunda, "Bunlar ne yaptıklarını sanıyorlar?" dedi Ron. "Böyle bir şey okulda kapalı tutulur mu? Köpek dediğin azıcık gezdirilmek, dolaştırılmak ister. Hele bu..."
Hermione hem soluğuna hem de o kötü huyuna yemden kavuşmuştu.
"Siz hiçbiriniz bakmayı bilmiyorsunuz," diye atıldı. "Köpek neyin üstünde duruyordu, dikkat ettiniz mi?"
"Yerde mi?" dedi Harry. "Ayaklarına bakmıyordum ki, kafalarına bakıyordum."
"Yerde değil. Bir kapağın üstünde duruyordu. Bir şeyi koruduğu apaçık ortada."
Ayağa kalkarak patladı.
"Yaptığınız işten memnunsunuz herhalde. Hepimiz ölebilirdik - daha kötüsü, kovulabilirdik. Şimdi, izin verirseniz, ben yatmaya gidiyorum."
Ron, ağzı bir karış açık, Hermione'nin arkasından bakakaldı.
"İzin senin," dedi. "Sanki zorla sürüklediydik onu."
Harry yatağına uzanırken Hermione'nin söylediklerini düşünüyordu. Bir şeyi koruyordu köpek... Ne demişti Hagrid? Dünyada bir şey saklamak istersen, en güvenli yer Gringotts'tur - Hogwarts dışında.
Harry, yedi yüz on üç numaralı kasadaki küçük paketin nerede olduğunu anlamıştı galiba.

GeCeLeR
12-10-2006, 01:28 AM
BÖLÜM 10 - Cadılar BayramıMalfoy, ertesi gün Harry'yle Ron'un hâlâ Hogwarts'ta olduklarım görünce gözlerine inanamadı, ikisi de yorgun görünüyordu, ama keyifleri yerindeydi. Harry de, Ron da, üç başlı köpek serüveninin harika olduğunu düşünmüşlerdi o sabah, şimdi bir başka serüvene daha atılmak için içleri gidiyordu. Bu arada Harry, Gringotts'tan Hogwarts'a getirilen paketi anlatmıştı Ron'a, böylesine sıkı koruma gerektiren şeyin ne olabileceği üstüne epey kafa yormuşlardı.
"Ya gerçekten değerli ya da gerçekten tehlikeli bir şeydir," demişti Ron.
Harry, "Belki ikisi birden," demişti.
Esrarengiz nesne yaklaşık beş santim uzunluktaydı, bunu biliyorlardı sadece, ellerinde başka ipucu yoktu. Bu yüzden de onun ne olduğunu kestiremiyorlardı.
Neville de, Hermione de, köpeğin altındaki kapağın neyi gizlediği konusuyla hiç ilgilenmemişlerdi. Neville'in bütün derdi, bir daha köpeğin yanına yaklaşmamaktı.
Hermione, Harry'yle de, Ron'la da konuşmuyordu şimdi; öylesine bilgiç bir gevezeydi ki, ikisi de derin bir oh çekmişlerdi. Bütün istedikleri, bir yolunu bulup Malfoy'a dünyanın kaç bucak olduğunu göstermekti, bu olanak da bir hafta kadar sonra postanın gelişiyle doğdu, onları keyiflendirdi.
Baykuşlar her zamanki gibi Büyük Salon'u doldurunca, altı cüce baykuşun taşıdığı ince uzun bir paket bütün öğrencilerin dikkatini çekti. Harry de, herkes gibi, onun içinde ne olduğunu merak ediyordu, kuşlar kendi masasına süzülüp de salamları yere düşürerek paketi tam önüne bırakınca şaşkınlıktan kalakaldı? Cüce baykuşlar kanat çırparak uzaklaşırken bir başka baykuş geldi, paketin üstüne bir mektup attı.
Harry mektubu açtı önce, öyle yapmakla iyi etmişti doğrusu; kâğıtla şunlar yazılıydı:
PAKETİ MASADA AÇMA. içinde yeni Nimbus İki Bin'in var, ama bir süpürgen olduğunu kimsenin bilmesini istemiyorum, yoksa hepsi ister. Oliver Wood, ilk antrenmanın için bu akşam saat yedide Quidditdich alanında seni bekleyecek.
Profesör M. McGonagall
Harry, okuması için mektubu Ron'a uzatırken sevincini gizlemekte zorlanıyordu.
Ron, imrenerek, "Nimbus İki Bin, ha!" diye inledi. "Ben daha bu modele elimi bile sürmedim."
İlk dersten önce süpürge paketini gizlice açmak için Salon'dan çabucak ayrıldılar, ama merdiven başının Crabbe ile Goyle tarafından kesildiğini gördüler. Malfoy paketi Harry'nin elinden kaptı, şöyle bir yokladı.
Paketi yine Harry'ye atarak, "Bir süpürge bu!" dedi, gözlerinde kıskançlık ve nefret okunuyordu. "Şimdi yandın işte, Potter, birinci sınıf öğrencilerine süpürge yasaktır."
Ron dayanamadı.
"Palavra bir süpürge değil bu," dedi, "bir Nimbus İki Bin. Senin evde neyin vardı demiştin, Malfoy, Comet İki Altmış mı?" Ron, Harry'ye sırıttı. "Cometler göz alıcıdır, ama Nimbuslarla karşılaştırılamazlar bile." Malfoy, "Sen nereden bileceksin, Weasley," diye atıldı, "sapını bile almaya gücün yetmez. Sen de, kardeşlerin de elden düşmelerle idare edersiniz."
Ron yanıt veremeden, Malfoy'un dirseğinin dibinde Profesör Flitwick belirdi.
"Kavga etmiyorsunuz ya, çocuklar?" diye ciyakladı. Malfoy, "Potter'a bir süpürge göndermişler, Profesör," dedi hemen.
Profesör Flitvvick, Harry'ye ışıl ışıl gülümseyerek, "Evet, evet, biliyorum," dedi. "Profesör McGonagall bana özel durumlardan söz etti, Potter. Hangi model?"
Malfoy'un yüzündeki dehşeti görüp de gülmemek için kendini zor tutan Harry, "Nimbus İki Bin, efendim," dedi. "Malfoy olmasaydı bunu alamazdım," diye ekledi.
Harry'yle Ron üst kata yöneldiler, Malfoy öfkeden kuduruyordu, kafası karmakarışık olmuştu.
Mermer merdivenin en üst basamağına gelince, "Öyle," diye kıkırdadı Harry. "Neville'in Hatırlatmaca'sını almasaydı, ben de takıma giremeyecektim..."
Tam arkalarından öfkeli bir ses geldi. "Demek kuralları çiğnediğin için ödüllendirildiğini sanıyorsun?" Hermione, Harry'nin elindeki pakete, durumu hiç de onaylamadan bakarak, merdivenleri çıkıyordu.
"Hani benimle konuşmuyordun?” dedi Harry.
"Evet," dedi Ron. "Sakın cayma; kafamızı dinliyoruz."
Hermione, burnu havada, uzaklaşıp gitti. Harry o gün kafasını derslerine veremedi. Ya yatakhanede yatağının altında duran yeni süpürgesini ya da o geceki Quidditch antrenmanını düşünüyordu. O akşam ne yediğinin bile farkına varmadan bir şeyler atıştırdı, sonra Ron'la birlikte yukarıya, Nimbus İki Bin paketini açmaya fırladı.
Süpürgeyi Harry'nin yatak örtüsüne koydular, "Vay canına!" diye iç çekti Ron.
Değişik süpürge modelleri konusunda hiçbir şey bilmeyen Harry bile, bunun harika bir şey olduğunu düşündü. İncecikti, pınl pırıldı, sapı maundan yapılmıştı, arka ucundaki süpürge otları özenle seçilmişti, başına yakın bir yere de yaldızlı harflerle Nimbus îki Bin yazılmıştı.
Saat yediye yaklaşırken şatodan ayrıldı Harry, alacakaranlıkta Quidditch alanına yollandı. Daha önce stadyumun içine hiç girmemişti. Oyun alanını çevreleyen koltuklar, seyircilerin oyunu daha rahat seyredebilmeleri için, epeyce yüksekteydi. Alanın iki başında üçer tane altın direk vardı, her direğe bir çember takılmıştı. Direkler, Muggle çocukların sabun köpüğü üfleyerek baloncuklar oluşturduğu o küçük plastik çubukları hatırlattı Harryye, ama bunların yüksekliği on beşer metreydi.
Wood'u beklerken içinde uyanan uçma isteğine karşı koyamadı Harry, süpürgesine binip ayaklarıyla yere vurup havalandı. Ne güzel bir duyguydu bu - direklerin arasından geçti, oyun alanında alçalıp yükseldi. Şöyle hafifçe dokunmaya görsün, Nimbus İki Bin hemen yön değiştiriyordu.
"Hey, Potter, in aşağı!"
Oliver Wood gelmişti. Kolunun altında kocaman bir tahta kutu vardı. Harry yanına indi onun.
Wood, gözleri ışıl ışıl, "Çok güzel," dedi. "McGonagall haklıymış... doğuştan yeteneklisin. Bu akşam kuralları öğretirim sana, sonra da haftada üç gün takım antrenmalarına katılırsın."
Kutuyu açtı. Değişik boylarda dört top vardı içinde.
"Tamam," dedi Wood. "Şimdi... Quidditch oynamak pek kolay değildir, ama kurallarını öğrenmek kolaydır. Her takında yedi kişi bulunur. Üçüne Kovalayıcı denir."
"Üç Kovalayıcı," diye tekrarladı Harry; bu arada Wood futbol topu büyüklüğünde kıpkırmızı bir top çıkardı kutudan.
"Bu topa Quaffle denir. Kovalayıcılar Quaffle'ı birbirlerine atarak onu çemberlerin birinden geçirmeye çalışırlar. O zaman gol olur. Bir Quaffle'ı çemberlerin birinden geçirirsen on sayı kazanırsın. Anlıyor musun?"
Harry, "Kovalayıcılar Quaffle'ı birbirlerine atarak çemberlerin birinden geçirmeye çalışırlar," diye tekrarladı. "Uçan süpürgeler üstünde oynanan bir çeşit basketbol - ama bunda altı basket var."
Wood, merakla, "Basketbol nedir?" diye sordu. Hemen, "Boş ver," dedi Harry. "Her takımda bir oyuncu daha var, ona da Tutucu denir - ben Gryffindor'un Tutucusuyum. Boyuna bizim çemberlerin çevresinde uçar, karşı takımın sayı yapmasını engellemeye çalışırım."
Bütün bunların hepsini hatırlamaya kararlıydı Harry; "Üç Kovalayıcı, bir Tutucu," dedi. "Quaffle'la oynarlar. Tamam, anlaşıldı. Peki, bunlar ne işe yarıyor?" Kurudaki üç topu işaret etti.
"Şimdi göstereceğim," dedi Wood. "Al şunu." Beyzbol sopasını andıran küçük bir sopa uzattı Harry'ye.
"Bludger'ların ne işe yaradığını göstereceğim," dedi. "Bu ikisi Bludger'dır."
Kırmızı Quaffle'dan biraz daha küçük boyda, birbirinin aynı simsiyah iki topu gösterdi. Harry, iki topun da, kutunun içinde kendilerini tutan kayışlardan kurtulmak için hafifçe çırpındıklarını fark etti.
Wood, "Geri dur," diye uyardı Harry'yi. Eğilip Bhıdgerlar'dan birinin kayışını çözdü.
Siyah top bir anda kutudan fırladı, yükseldi, sonra Rırry'nin yüzüne yöneldi hızla. Harry, burnunun kırılmasını önlemek için sopayla vurdu topa. Ciudger zikzaklar çizerek havada uzaklaştı - dönüp başlarının çevresinde dolandı, tam Wood'a çarpacağı sırada takım kaptanı onu yakalayıp yere çiviledi.
Wood, çırpınan Bludger'ı kutuya koyup kayışla bağlarken, "Gördün mü?" dedi soluk soluğa. "Bludgerlar oradan oraya seğirtip oyuncuları süpürgelerinden düşürmek isterler. Bu yüzden de takımlarda ikişer Vurucu bulunur. Bizim Vurucular, Weasley ikizleri - görevleri takım arkadaşlarını Bludgerlar'dan korumak, onları karşı takım oyuncularına fırlatmak. Eee - buraya kadarını anladın mı?"
Harry, soluk bile almadan, "Üç Kovalayıcı Quaffle'la sayı yapmaya çalışır, Tutucu çemberleri korur, Vurucular da Bludgerlar'ı kendi takımlarından uzak tutmaya çabalar," dedi.
"Çok iyi," dedi Wood.
Öyle laf arasında soruyormuş gibi, "Şey -" dedi Harry, "Bludgerlar kimseyi öldürdü mü?"
"Hogwarts'ta öldürmedi. Bir iki çene kırıldı, o kadar. Şimdi... takımın son oyuncusu Arayıcı'dır. Yani sen. Ne Quaffle'a aldıracaksın, ne de Bludgerlar'a "
"- kafamı kırmazlarsa tabii."
“Merak etme, Weasley'ler Bludgerlar'la rahatça başa çıkabilirler - zaten kendileri de birer insan Bludger."
Wood kutuya uzanıp dördüncü topu aldı. Sonuncu topu. Quaffle'ın ya da Bludgerlar'ın yanında ufacık kalan, ceviz büyüklüğünde bir toptu bu. Pırıl pırıl altından yapılmıştı, çırpınan minicik gümüş kanatlan vardı.
"Bu," dedi, "Altın Snitch. Bütün toplardan Önemlidir. Yakalaması çok güçtür, çünkü çok hızlıdır, onu görebilmek çok güçtür. Arayıcı'nın görevi onu yakalamaktır. Aradan süzülüp, Kovalayıcılardan, Vuruculardan, Quaffle'dan, Bludgerlar'dan sıyrılıp, öteki takımın Arayıcı'sından önce yakalayacaksın onu. Kim Snitch'i daha önce yakalarsa, takımına yüz elli sayı kazandırır, bu da bir bakıma maçı kazanmak demektir. İşte bu yüzden Arayıcılara çok faul yapılır. Bir Quidditch maçı ancak Snitch yakalanınca sona erer, yani sürüp gidebilir - rekor üç ay galiba, oyuncular arada uyusun diye boyuna yedekleri de oynatmışlar.
"Hepsi bu kadar - soracağın bir şey var mı?"
Harry başını iki yana salladı. Ne yapması gerektiğini anlamıştı, ama sorun bunu yapabilmekti.
Wood, Snitch'i dikkatle kutuya koyarken, "Şimdilik bununla çalışmayacağız," dedi. "Hava çok karanlık, yitirebiliriz. Şunlarla çalıştıralım seni."
Bir kese sıradan golf topu çıkardı cebinden; birkaç dakika sonra ikisi de havadaydı, Wood toplan olanca hızıyla dört yöne fırlatıyor, Harry de onları yakalamaya çalışıyordu.
Bir tekini bile kaçırmıyordu Harry; Wood'un keyfine diyecek yoktu. Yarım saat kadar çalıştılar, artık hava iyice kararınca çalışmayı bıraktılar.
Şatoya dönerlerken, neşeyle, "Bu yıl Quidditch Kupası bizim olacak," dedi Wood. "Charlie Weasleyi bile sollarsan şaşmam. Ne kadar iyi bir oyuncuydu, ulusal takıma bile seçilebilirdi - ejderha peşine düşmeseydi."
Harry, o kadar dersin üstüne haftada üç akşam Quidditch antrenmanı da binince, Hogwarts'ta iki ayın nasıl geçip gittiğini fark etmedi bile. Şato, kendisine Privet Drive'dan çok daha sıcak bir yuva olmuştu. Temel bilgileri öğrendikleri için, dersleri de gittikçe daha ilginç oluyordu.
Cadılar Bayramı sabahı, koridorları saran nefis bir kabak tatlısı kokusuyla uyandılar. Daha da güzel bir şey oldu sonra: Profesör Flitvvick, Tılsım de "sinde artık nesneleri uçurabilecek duruma geldiklerim söyledi; Neville'in kurbağasını odada dört döndürerek uçurduğundan beri herkes bu anı heyecanla bekliyordu Profesör Flitwick, ilk alıştırmalar için çocukları çifter çifter ayırdı. Neyse ki, Harry'nin yanına Seamus Finnigan düştü, çünkü Neville de onunla ikili oluşturmak için bayağı heveslenmişti. Ama Ron, Hermione Granger la çalışacaktı. Buna Ron'un mu, Hermione'nin mi daha çok içerlediğim anlamak çok güçtü doğrusu. Hermione, Harry'nin süpürgesi geldiğinden beri ikisiyle de konuşmamıştı.
Profesör Flitvvick, her zamanki gibi kitaplarının üstüne tüneyerek, "Çalıştığımız o bilek hareketlerini sakın unutmayın!" diye ciyakladı. "Hızlı ve kesin, unutmayın, hızlı ve kesin. Büyülü sözcükleri doğru söylemek de son derece önemlidir - Büyücü Baruffio'yu hatırlayın hep, “f” yerine “s” deyince, kendini sırtüstü yerde buluvermişti, göğsünün üstüne de bir yaban mandası çökmüştü."
Çok güçtü bu. Harry'yle Seamus'ın bilek harekelleri hızlı ve kesindi, ama uçurmak istedikleri kuş tüyü sıranın üstünde duruyor, bir türlü havalanmıyordu. Seamus'ın sabrı taştı sonunda, asasıyla uçurmaya kalkışırken kuştüyünü ateşe verdi - Harry onu şapkasıyla söndürmek zorunda kaldı.
Yan sıradaki Ron'un da şansı pek yaver gitmiyordu.
Uzun kollarını yeldeğirmeni gibi sallayarak, "Win-gardium Leviosa!" diye bağırıyordu.
Harry, Hermione'nin atıldığını duydu: "Wing-gflr-dium Levi-o-sa diyeceksin, 'gar'ı uzatacaksın."
"O kadar iyi biliyorsan, sen söyle," diye homurdandı Ron.
Hermione cüppesinin kollarım sıyırdı, asasını sallayarak, "Wingardium Leviosa!" dedi.
Tüyleri sıradan havalandı, başlarının bir metre kadar üstünde uçuştu.
Profesör Flitvvick, el çırparak, "Harika!" diye bağırdı. "Herkes baksın, Miss Granger başardı!"
Ders sonunda Ron dokunsan patlayacaktı.
Kalabalık koridorda kendilerine yol açarak yürürlerken, "Tevekkeli kimse katlanamıyor bu kıza," dedi. "İnsan değil, karabasan."
Yanından geçerlerken biri çarptı Harry'ye. Hermione'ydi. Harry ona bir göz atınca irkildi - kız gözyaşları içindeydi.
"Galiba söylediklerini duydu."
"Ne olurmuş duyduysa?" dedi Ron, ama o da biraz tedirgin olmuşa benziyordu. "Hiç arkadaşı olmadığının farkına vardı herhalde."
Hermione bir sonraki derse gelmedi, bütün Öğleden sonra da ortalarda görünmedi. Cadılar Bayramı şöleni için Büyük Salon'a giderlerken, Parvati Patil'in, arkadaşı Lavendefla konuşmasına kulak misafiri oldular; Parvati Patil, Hermione'nin kızlar tuvaletinde ağladığım, yalnız kalmak istediğini söylüyordu. Ron'un tedirginliği daha da arttı bunları duyunca, ama biraz sonra Büyük Salon'a girip de Cadılar Bayramı süslemelerini görünce, Hermione'yi unutuverdiler.
Duvarlardan ve tavandan havalanan bin yarasa uçuşuyordu tepelerinde, bin yarasa da kara bulutlar gibi masaların üstünde kanat çırpıyor, içleri oyulmuş balkabaklarmda yanan mumların ışıklarını titretiyordu. İlk geceki şölende olduğu gibi, altın tabaklarda yemekler belirdi ansızın.
Harry tam bir közlenmiş patates mideye indiriyordu ki, hoplaya zıplaya Profesör Quirrell girdi salona; sarıgı çözülmüştü, yüzünde dehşet okunuyordu. Herkes onun Profesör Dumbiedore'un koltuğuna doğru ilerlediğini, masaya yaslandığını gördü. "İfrit -" diye inledi Profesör Quirrell, "- zindanda ifrit var - haberiniz olsun."
Sonra yere yığılıp bayıldı.
Tam bir kargaşa çıktı. Profesör Dumbledore, yeniden sessizliği sağlamak için asasının ucundan birkaç maytap patlatmak zorunda kaldı.
“Sınıf Başkanları," diye gürledi, "sınıflarınızı hemen yatakhanelere görürün!"
Percy hemen havasını attı.
"Beni izleyin! Birinci sınıflar, birbirinizden ayrılmayın! Söylediklerimi yaparsanız ifritten korkmanıza gerek kalmaz! Tam arkamdan gelin. Yol açın, birinci sınıflar geliyor! Açılın, ben Sınıf Başkanıyım!"
Merdivenleri çıkarken, "İfrit nasıl girebilir buraya?" diye sordu Harry.
Ron, "Bana sorma," dedi, "ifritler gerçekten salaktır. Belki de Peeves almıştır içeri, Cadılar Bayramı şakası diye."
Değişik yönlere koşturan değişik öğrenci kümelerinin yanından geçtiler. Telaş içinde seğirten Hufflepuff ların aralarından geçerken, Harry Ron'un koluna yapıştı birdenbire.
"Şimdi aklıma geldi - Hermione."
"Ne olmuş Hermione'ye?"
"İfritten haberi yok."
Ron dudağını ısırdı.
"Peki, tamam," diye kestirip attı. "Ama Percy görmesin bizi."
Eğilerek, öteki yana giden Hufflepuff lara karıştılar, ıssız bir koridordan geçip kızlar tuvaletine doğru koştular. Tam köşeyi dönmüşlerdi ki, hızlı hızlı ayak sesleri duydular arkalarında.
Harry'yi kocaman bir aslan heykelinin arkasına çekerek, "Percy!" diye fısıldadı Ron.
Heykelin arkasından kafalarım uzatınca, gelenin Percy değil, Snape olduğunu gördüler. Snape koridoru geçip gözden yok oldu.
Harry, "Ne yapıyor?" diye fısıldadı. "Neden öteki öğretmenlerle birlikte zindanda değil?"
“Sorduğun adama bak."
Olabildikleri kadar sessizce, Snape'in uzaklaşan adımlarını izlediler yan koridorda.
"Üçüncü kata çıkıyor," dedi Harry, ama Ron elini kaldırdı.
"Burnuna bir koku geliyor mu?"
Harry havayı kokladı, kirli çorapla kimsenin nedense hiç temizlemediği genel tuvalet karışımı pis bir koku geldi burnuna.
Sonra işittiler onu - derinlerden gelen bir homurtu, dev ayakların sürünmesi. Ron eliyle gösterdi: Soldaki geçidin sonunda kocaman bir şey onlara doğru ilerliyordu. Karanlığa sığındılar hemen, yaratığın ay ışığında belirdiğini gördüler.
Korkunç bir görüntüydü bu. Dört metre boyundaydı, derisi gri kaya rengindeydi, koskoca bedeninin üstüne hindistan cevizi büyüklüğünde ufacık bir kafa yerleştirilmişti. Kısa bacakları ağaç gövdeleri kadar kalındı, ayakları nasır içindeydi. İnanılmaz bir koku yayıyordu çevresine. Elinde tuttuğu kocaman tahta sopa, kollarının uzunluğu yüzünden yere değiyordu.
İfrit bir kapının önünde durup içeri baktı. Sivri kulaklarını oynattı, minicik beynini çalıştırdı, sonra usulca odaya daldı.
"Anahtar kilidin üstünde," diye mırıldandı Harry. "Onu içeriye kilitleyebiliriz."
Ron, tedirginlik içinde, "İyi fikir," dedi.
Açık kapıya doğru ilerlediler, ağızları kupkuruydu, ifritin ansızın çıkıvermemesi için dua ediyorlardı.
Harry bir sıçrayışta kapıya ulaştı, anahtarı yakaladı, kapıyı çarparak kapattı, kilitledi.
"Evet!"
Zafer sarhoşluğu içinde geçitte koşmaya başladılar, ama tam köşeye vardıklarında öyle bir şey duydular ki, az kalsın korkudan öleceklerdi - korkunç bir çığlıktı bu - kilitledikleri odadan geliyordu.
Ron, Kanlı Baron gibi bembeyaz kesilmişti. "Olamaz” dedi.
Harry yutkundu. "Kızlar tuvaletiydi orası!"
"Hermione!" dediler birlikte.
Yapmak isteyecekleri son şeydi bu, ama başka çareleri yoktu. Dönüp kapıya koştular, korkuyla titreyerek anahtarı çevirdiler - Harry çekip açtı kapıyı - içeri daldılar.
Hermione Granger karşı duvarın dibine büzülmüştü, bayılacaktı neredeyse. İfrit, duvarlardaki lavaboları söküp atarak ona doğru ilerliyordu.
Harry, çaresizlik içinde, "Şaşırtmaca ver!" dedi, eline geçen bir musluğu bütün gücüyle duvara fırlattı.
İfrit Hermione'nin birkaç adım ötesindeydi. Sesin nereden geldiğini anlamak için aptal aptal gözlerini kırpıştırarak çevresine bakındı. Minicik hain gözleri Harry'ye ilişti. Bir an durakladı, sonra sopasını kaldırıp onun üstüne saldırdı.
Ron, odanın öteki yanından, "Hey, kuşbeyinli!" diye bağırarak madeni bir boru parçası fırlattı ifrite. İfrit, borunun omzuna çarptığını bile fark etmemişti, ama sesini duymuştu Ron'un, bu kere Harry'yi bırakıp ona yöneldi; bu da Harry'ye ifritin yanından geçmek için vakit kazandırdı.
Harry, "Hadi, koş, koş!" diye bağırdı Hermione'ye, onu kapıya doğru çekmek istedi. Ama Hermione kımıl-dayamıyordu bile, ağzı korkudan bir karış açık, duvar dibine çökmüş, öylece duruyordu.
Çığlıklarla, yankılarla çılgına dönen ifrit bir daha kükredi, en yakındaki, kaçacak yeri olmayan Ron'a saldırdı.
O anda hem korkusuzca hem de aptalca bir şey yaptı Harry: Atlayıp ifritin boynuna sarıldı arkadan. İfrit, Harry'nin sırtında olduğunun farkında bile değildi - ama burnuna uzun bir değneğin sokulduğunu bir ifrit bile anlar - onun sırtına atladığında asası elindeydi Harry'nin -ucu da ifritin burun deliklerinden birine girmişti.
İfrit acıyla uluyarak iki büklüm oldu, sopasını salladı; Harry can havliyle tutunuyordu ona; ya yerlere savrulacak ya da sopayı kafasına yiyecekti.
Hermione yere büzülmüştü korkuyla; Ron kendi asasını çıkardı - ne yaptığının farkında bile olmadan, aklına ilk gelen büyülü sözleri haykırdı: "Wingardium Leviosa!"
Sopa ansızın fırladı ifritin elinden, havaya yükseldi, yükseldi, sonra ağır ağır döndü - korkunç bir çatırtıyla sahibinin kafasına indi. İfrit oracığa yüzükoyun yığıldı, yığılırken de bütün odayı zangır zangır sarstı.
Harry ayağa kalktı; titriyordu, soluğu kesilmişti. Ron, asası hâlâ havada, ne yapağına şaşkınlıkla bakıyordu.
İlk konuşan Hermione oldu.
"Acaba - öldü mü?"
"Sanmıyorum," dedi Harry. "Olsa olsa bayılmıştır."
Eğilip asasını ifritin burnundan çıkardı. Yapışkan gri bir sıvıyla kaplanmıştı asa.
"Öff-ifrit sümüğü."
Asasını ifritin pantolonuna sildi.
Bir kapının çarpıldığını duydular ansızın, kulaklarına patırtılı ayak sesleri geldi; üçü de kafasını kaldırdı. Ne büyük şamata kopardıklarını fark etmemişlerdi o arada; ama gürültü de, ifritin korkunç çığlıkları da aşağıdan mutlaka işitilmişti. Bir an sonra Profesör McGonagall daldı odaya, hemen arkasında Snape vardı, onu da Quirrell izliyordu. Quirrell ifrite şöyle bir baktı, sonra belli belirsiz bir iniltiyle elini kalbine götürerek bir tuvaletin üstüne çöktü.
Snape ifritin üstüne eğildi. Profesör McGonagall, Ron'la Harry'ye bakıyordu. Onu hiç bu kadar öfkeli görmemişti Harry. Dudakları bembeyaz kesilmişti. Gryffindor'a elli puan kazandırma umudu Harry'nin içinden siliniverdi.
Sesinde soğuk bir öfkeyle, "Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz?" dedi Profesör McGonagall. Harry, Ron'a baktı. Ron'un asası hâlâ havadaydı. "Ölebilirdiniz. Neden yatakhanede değilsiniz?"
Snape sert sert baktı Harry'ye. Harry gözlerini yere dikti. Ron artık asasını indirseydi keşke.
Derken incecik bir ses geldi gölgeler arasından.
"Lütfen, Profesör McGonagall - onlar beni arıyorlardı."
"Miss Granger!"
Hermione sonunda ayağa kalkabilmeyi başarmıştı.
"İfriti aramaya çıkmıştım - çünkü tek başıma onunla baş edebilirim sanıyordum - çünkü çok şey okumuştum onlar hakkında."
Ron asasını indirdi. Hermione Granger bir öğretmene düpedüz yalan mı söylüyordu?
"Beni bulmasalardı ölmüştüm. Harry asasını ifritin burnuna soktu, Ron da kafasına vurdu. Birini çağıracak vakitleri yoktu. Onlar geldiğinde ifrit benim işimi bitirmek üzereydi."
Harry'yle Ron bu hikâyeyi ilk kez duymuyormuş gibi görünmeye çalıştılar.
Profesör McGonagall, üçüne bakarak, "Şey - öyleyse..." dedi. "Miss Granger, düpedüz budalalıktır bu, bir dağ ifritini tek başınıza haklayabileceğinizi nasıl düşünürsünüz?"
Hermione başını önüne eğdi. Harry'nin dili tutulmuştu. Kuralları çiğneyecek son kişiydi Hermione, şimdi onları kurtarmak için ne palavralar atıyordu. Snape'in gülücükler dağıtması bile kendisini bu kadar şaşırtmazdı.
Profesör McGonagall, "Miss Granger, bunun için Gryffindor'dan beş puan silinecek," dedi. "Beni hayal kırıklığına uğrattınız. Yaranız bereniz yok, doğru Gryffindor Kulesi'ne gidin. Öğrenciler yemeklerini kulelerinde yiyor." Hermione çıktı. Profesör McGonagall, Harry'yle Ron'a doğru.
"Ucuz kurtuldunuz, ama birinci sınıf öğrencileri de koca bir ifriti kolay kolay yere seremezdi doğrusu. İkiniz de Gryffindor'a beşer puan kazandırdınız. Bu, Profesör Dumbledore'a da bildirilecektir. Gidebilirsiniz."
Koşarak odadan ayrıldılar, iki kat çıkıncaya kadar da birbirleriyle konuşmadılar. Her şey bir yana, ifritin kokusundan kurtulmak bile güzeldi.
Ron, "On puandan fazla almalıydık," diye homurdandı.
"Beş demek istiyorsun. Hermione yüzünden silinen beş puanı unutma."
"Bizi kurtarmakla iyilik etti," dedi Ron, "aslına bakarsan, biz onu kurtardık."
Harry hatırlatmadan edemedi: "Onu içeride o şeyle kilitlemeseydik, kurtarmaya filan gerek kalmayacaktı."
Şişman Kadın tablosunun önüne gelmişlerdi.
"Domuz burnu," deyip girdiler.
Ortak salon kalabalıktı, gürültülüydü. Herkes yukarıya gönderilmiş yemekleri yiyordu. Ama Hermione, kapının yanında tek başına durmuş, onları bekliyordu. Utangaçlıkla yüklü bir sessizlik oldu. Sonra, birbirlerine hiç bakmadan, “Teşekkürler," deyip yemek almaya koştular.
Ama o andan sonra, Hermione Granger arkadaşları oldu. Bazı olaylar vardır, dostluklara yol açar, dört metre boyunda bir ifritin canına okumak da öyle bir olaydı işte.

GeCeLeR
12-10-2006, 01:29 AM
BÖLÜM 11- Quiddich

Kasım ayına girdiklerinde hava çok soğudu birdenbire. Okulun çevresindeki dağlar buz grisi bir renge büründü, göl donup çeliğe döndü. Her sabah çiyle kaplanıyordu yer. Üst katların pencerelerinden Hagrid'in, sırtında upuzun bir köstebek derisi palto, ellerinde tavşan kürkünden eldivenler, ayaklarında da kunduz derisinden kocaman çizmelerle, Quidditch alanındaki süpürgelerin buzlarını çözdüğü görülebiliyordu.
Quidditch mevsimi başlamıştı. Harry, haftalarca çalışmadan sonra, cumartesi günü ilk maçına çıkacaktı. Gryffindor'la Slytherin arasındaydı maç. Gryffindor kazanırsa, şampiyonluk yarışında ikinci sıraya yükselecekti.
Kimse oynadığını görmemişti Harry'nin, Wood onu gizli bir silah olarak saklamayı düşünmüştü. Ama onun Arayıcı olarak oynayacağı haberi bütün okula yayılmıştı; Harry, harika bir maç çıkaracağını söyleyenlere mi inansın, yoksa ellerinde şilteyle onun tam altında koşup duracaklarını söyleyenlere mi kulak versin, bilemiyordu.
Harry'nin artık Hermione'yle arkadaşlık etmesi büyük şanstı doğrusu. Boş vakitlerini Wood'un Quidditch çalıştırmasıyla geçiriyordu; Hermione olmasaydı, bütün o ödevlerin altından nasıl kalkardı? Hermione, okuması için çok ilginç bir kitap vermişti ona - Çağlar Boyunca Quidditch kitabını.
Harry, Quidditch'te yedi yüz faul türü olduğunu, bunların hepsinin de 1473'teki bir Dünya Kupası maçında yapıldığını, Arayıcıların genellikle en küçük, en hızlı oyuncular arasından seçildiğini, en ciddi kazaların onların başına geldiğini, Quidditch takımlarında yer alanların oyun sırasında pek ölmediklerini, ama bazı hakemlerin kayıplara karıştıklarını, aylar sonra da Büyük Sahra'da ortaya çıktıklarını öğrendi.
Hermione, Harry'yle Ron kendisini o dağ ifritinin elinden kurtardıkları günden sonra, kuralları bozmak konusunda biraz yumuşamıştı, şimdi çok daha şirin bir kızdı. Harry'nin ilk Quidditch maçından bir gün önce, ders arasında, Ron'u da yanlarına alıp buz gibi bahçeye çıktılar; Hermione, bir reçel kavanozuna koyup yanlarında taşıyabilecekleri masmavi bir ateş yaratmıştı. Sırtlarını kavanoza vermiş ısınırlarken Snape çıkageldi. Harry, Snape'in topalladığını gördü. Üç arkadaş, ateşi gizlemek için birbirlerine sokuldular; böyle bir şeye izin verilmiyordu herhalde. Ama Snape onların suçlu bakışlarını fark etti. Topallayarak yaklaştı. Ateşi görmemişti, ama bir bahane uydurup oradan çekip gitmelerim söyleyecekti besbelli.
"O elindeki nedir, Potter?"
Çağlar Boyunca Quidditch'ü. Harry gösterdi.
"Kitaplıktan aldıklarınızı okul dışına çıkaramazsınız," dedi Snape. "Ver şunu bana. Gryffindor'dan beş puan sildim."
Snape topallaya topallaya uzaklaşırken, "Bu kuralı şimdi uydurdu," dedi Harry öfkeyle. "Bacağına ne oldu acaba?"
Ron, acı acı, "Bilmem," diye homurdandı. "Umarım, canını adamakıllı yakıyordur."
O akşam Gryffindor'ların ortak salonu çok kalabalıktı. Harry, Ron, Hermione, bir pencerenin önünde birlikte oturuyorlardı. Hermione, Harry'yle Ron'un Tılsım ödevlerini gözden geçiriyordu. Kopya çekmelerine hiç mi hiç izin vermezdi ("Kopya çekerseniz nasıl öğrenirsiniz?"), ama bir kere baştan sona okuyup onlara yanlışlarını gösterirdi.
Harry tedirgindi. Aklını ertesi günkü maçtan başka bir şeye verebilmek için Çağlar Boyunca Quidditch'i geri almak istiyordu. Snape'ten niye korkacaktı ki? Ayağa kalktı, Snape'e gidip kitabı isteyeceğini söyledi Ron'la Hermione'ye.
"Kafayı mı yedin sen?" dedi ikisi birden, ama Harry'nin bir fikri vardı, başka öğretmenlerin yanında Snape'in buna karşı çıkmayacağını sanıyordu.
Öğretmenler odasına gidip kapıya vurdu. Yanıt gelmedi. Bir daha vurdu. Boşuna.
Belki de Snape orada bırakmıştı kitabı. Denemeye değerdi. Kapıyı araladı, içeriye bir göz attı - göz atar atmaz da korkunç bir manzarayla karşılaştı.
Snape'le Filch içerdeydiler, başka kimse yoktu. Snape cüppesini dizlerinin üstüne çekmişti. Bacaklanndan biri kan içindeydi, paramparça olmuştu neredeyse. Filch, Snape'e sargı uzatıyordu.
“Lanet olasıca!" diyordu Snape. "Üçünü birden aynı anda göz altında nasıl tutabilirsin ki!"
Harry sessizce kapıyı kapatmaya çalıştı, ama -
"POTTER!"
Snape, bacaklarını örtmek için cüppesini indirdi hemen, yüzü öfkeden kırış kırış olmuştu. Harry yutkundu.
"Acaba kitabımı geri alabilir miyim diyordum."
"ÇIK DIŞARI! DIŞARI!"
Harry, Snape'in Gryffindor'dan puan silmesine fırsat vermeden çıktı. Yukarı koştu.
Yanlarına varınca, Ron, "Aldın mı?" diye sordu. "Ne oldu?"
Harry gördüklerini anlattı fısıltıyla.
Soluğu tıkanarak, "Bu ne demek, biliyor musunuz?" diye bağladı sözlerini. "Cadılar Bayramı'nda üç başlı köpeğin yanma gitmiş! Onu gördüğümüzde oraya gidiyordu demek - köpeğin koruduğu her neyse, onu ele geçirmeye çalışıyor! Süpürgeme bahse girerim ki, kargaşa yaratmak için ifriti de o aldı içeri!"
Hermione'nin gözleri faltaşı gibi açıldı.
"Hayır - yapamaz bunu," dedi. "Biliyorum, pek iyi biri değil, ama Dumbledore'un sakladığı bir şeyi de çalmaya kalkışamaz."
Ron, "Hermione," diye atıldı, "Sen de bütün öğretmenleri melek sanıyorsun. Harry doğru söylüyor. Snape'e hiç mi hiç güven olmaz. Ama neyin peşinde acaba? Köpek neyin bekçiliğini yapıyor?"
Harry yatağa giderken kafasında ,hep bu soru çınlıyordu. Neville horul horul uyuyordu, ama gözünü bile kırpamadı Harry. Kafasını boşaltmaya çalıştı - uyuması gerekiyordu, mutlaka uyumalıydı, birkaç saat sonra ilk Quidditch maçına çıkacaktı çünkü - ama bacağını gördüğü anda Snape'in gözlerinde beliren o bakışı unutmak kolay değildi.
Ertesi sabah hava pırıl pırıldı, ama soğuktu. Büyük Salon'u mis gibi kızarmış sosis kokusu sarmıştı, herkes o günkü Quidditch maçından söz ediyordu.
"Kahvaltı etmen gerek."
"Canım bir şey istemiyor."
Hermione, "Bir dilim kızarmış ekmek ye hiç olmazsa," dedi.
"Aç değilim."
Çok korkuyordu Harry. Bir saat sonra Quidiitch alanında olacaktı.
"Harry," dedi Seamus Finnigan, "güçlü olman gerek. Karşı takım oyuncuları Arayıcıları vdlar hep."
Harry, Seamus'in sosislere ketçap boca edişine bakarak, "Sağol," dedi.
Saat on bire geldiğinde, bütün okul Quidditch alanını çevreleyen sıralan doldurmuştu. Öğrencilerin çoğunun elinde dürbün vardı. Sıralar epey yüksekteydi gerçi, yine de bazen maçı izlemek güçleşiyordu.
Ron'la Hermione, üst sırada oturan Neville, Seamus ve West Ham taraftarı Dean'in yanına çöktüler. Harry'ye sürpriz yapacaktılar, Scabbers'ın parçaladığı çarşaflardan birinin üstüne Başkan Adayımız Potter yazmışlardı. Çizgileri hiç de fena olmayan Dean, yazının altına kocaman bir Gryffindor arması, kanatlı bir aslan resmi kondurrıuştu. Hermione de minicik bir büyü yaptı, harflerin boyuna renk değiştirmesini sağladı.
Bu arada soyunma odasında Harry'yle takım arkadaşları kırmızı formalarını giyiyorlardı (Slytherin'ler yeşil formayla oynayacaklardı).
Wood, herkesin kendisini dinlemesi için birkaç kere öksürdü.
"Hadi bakalım, beyler." dedi.
"Hanımları unutma," dedi Kovalayıcı Angelina Johnson.
"Ve hanımlar," dedi Wood. "Vakit geldi."
"Büyük maç," dedi Fred Weasley.
"Hepimizin beklediği maç," dedi George.
Fred, "Oliver'ın konuşmasını artık ezberledik," dedi Harry'ye. "Geçen yıl da takımdaydık."
"Siz ikiniz, kapayın çenenizi," dedi Wood. "Gryffindor takımı yıllardır hiç bu kadar güçlü olmamıştı. Kazanacağız. Biliyorum."
Kazanamazsak canınıza okurum' gibilerden baktı.
"Tamam. Vakit geldi. Hepinize iyi şanslar."
Harry, Fred'le George'un peşinden soyunma odasından çıktı, dizleri zangır zangır titriyordu, alkışlar arasında alana.yürüdüler.
Hakem, Madam Hooch'tu. Alanın tam ortasında durmuş, elinde süpürge, iki takımı bekliyordu.
Takım oyuncuları çevresini sarınca, "Kuralların dışına çıkmadan oynayın," dedi. Harry, onun bunu söylerken Slytherin kaptanı, beşinci sınıf öğrencisi Marcus Flint'e baktığını gözden kaçırmadı. Hint'te biraz ifrit kanı vardı anlaşılan. Yükseklerde dalgalanan Başkan Adayımız Potter yazısını gördü o sırada. İçi bir tuhaf oldu. Şimdi daha korkusuzdu artık.
"Süpürgelerinize binin, lütfen."
Harry, Nimbus İki Bin'ine bindi.
Madam Hooch gümüş düdüğünü bütün gücüyle öttürdü.
On beş süpürge göğe havalandı. Yükseldiler, yükseldiler.
"Gryffindor'dan Angelina Johnson, Quaffle'ı hemen yakaladı - ne müthiş bir Kovalayıcı şu kız, üstelik ne kadar da çekici -"
"JORDAN!"
"Özür dilerim, Profesör."
Weasley ikizlerinin arkadaşı Lee Jordan anlatıyordu maçı, Profesör McGonagall de yanında oturmuş, onu denetliyordu.
"Fişek gibi yükseliyor, çok güzel bir pas attı Alicin Spinnet'a - Alicia'yı Oliver Wood keşfetmişti, geçen yıl yedek kaldı - Alicia'dan yine Johnson'a - hayır, Slytherin'ler kaptı Quaffle'ı - Slytherin kaptanı Marcus Rint Quaffle'la iterliyor - bir kartal gibi süzülüyor havada -tam golünü - hayır, Gryffindor Tutucusu Wood engel oluyor, Quaffle Gryffindor'larda - Gryffindor Kovalayıcısı Katie Bell, Flint'in yanından pike yapıyor - AH -canı epey yandı herhalde, kafasına bir Bludger indi -Quaffle Slytherin'lere geçti - Adrian Pucey direklere doğru ilerliyor, ama ikinci Bludger da onu engelledi, ya Fred ya da George Weasley yolladı topu, hangisi bilmiyorum - Gryffindor Vurucuları iyi çalışıyor - Quaffle şimdi Johnson'da yine, önü açık, hızla ilerliyor - uçuyor, uçuyor - bir Bludger'ı sıvıştırdı işte - direkler tam önünde - hadi, Angelina - Tutucu Bletchley dalıyor -tutamıyor - Gryffindor'lar - GOL!"
Gryffindor'lann sevinç çığlıkları yükseldi göğe, Slytherin'ler ise homurdanıyordu.
"Şöyle toparlanın biraz, kıpırdayın."
"Hagrid!"
Ron'la Hermione, Hagrid'e yer açmak için birbirlerine iyice sokuldular.
Boynuna astığı dürbüne hafifçe vurarak, "Kulübeden seyrediyordum," dedi Hagrid. "Ama burada, kalabalığın içinde olmaya benzemiyor. Snitch daha görünmedi, değil mi?"
"Hayır," dedi Ron. "Harry'ye daha iş düşmedi."
Hagrid, dürbününü kaldırıp gökte bir nokta gibi görünen Harry'ye bakarak, "Daha başına bir iş gelmedi ya, bu da bir şey," dedi.
Harry, tepelerinde, çok yükseklerde, Snitch'i kollayarak dönüp duruyordu. Bu taktiği Wood'la birlikte hazırlamışlardı.
"Snitch'i görünceye kadar bir şeye bulaşmayacaksın," demişti Wood. "Gerektiğinden önce saldırıya uğraman doğru olmaz."
Angelina sayı yapınca, Harry de dayanamamış, birkaç takla atmıştı. Şimdi yine Snitch'i kollamaktaydı. Bir ara şöyle bir altın parıltısı görür gibi oldu, ama Weasleylerin kol saatlerinden birinin yansımasıydı bu; bir ara da bir Bludger top mermisi gibi hızla geldi üstüne, ama Harry eğildi, Fred Weasley de Bludger'in peşine düştü.
Bludger'a bütün gücüyle vurup onu Marcus Flint'e doğru savururken, "Sen iyisin ya, Harry?" diye bağırdı.
"Slytherin saldırıyor," diyordu Lee Jordan. "Kovalayıcı Pucey iki Bludger'dan, Weasleylerden, Kovalayıcı Bell'den sıyrıdı, ilerliyor - bir dakika - Snitch miydi o?"
Adrian Pucey, sol kulağının dibinden yıldırım hızıyla geçen sapsarı pırıltıya bakayım derken Quaffle'ı düşürdü, seyircilerden bir mırıltı yükseldi.
Harry de gördü onu. Büyük bir heyecanla altın ışıltıya doğru süzüldü. Snitch, Slytherin Arayıcısı Terence Higgs'in de gözünden kaçmamıştı. Neredeyse burun buruna, Harryle topu kovalamaya başladılar - öteki oyuncular ne yapmaları gerektiğini unutup havada salınarak onlan seyretmeye koyuldular.
Harry, Higgs'den daha hızlıydı - küçücük yuvarlak topun kanat çırparak nereye yöneldiğim görebiliyordu - daha da hızlandı.
GÜMM! Aşağıdaki Gryffindor'lardan öfkeli çığlıklar yükseldi - Marcus Flint kasıtlı biçimde Harry'nin önünü kesmiş, Harry de havada boyuna yön değiştiren süpürgesine sarılmak zorunda kalmıştı can havliyle.
"Faul!" diye bağırdı Gryffindor'lar.
Madam Hooch öfkeyle bir şeyler söyledi Flint'e, sonra da Slytherin'leri penaltıyla cezalandırdı. Ama o kargaşa içinde Altın Snitch gözden yok olup gitmişti yine.
Aşağıda, oturduğu yerde Dean Thomas avazı çıktığı kadar bağırıyordu: "At dışarı! Kırmızı kart!"
Ron, "Bu futbol değil, Dean," diye hatırlattı ona. "Ouidditch oyuncularını oyundan atamazsın - hem kırmızı kart da nedir?"
Amc. Hagrid de Dean gibi düşünüyordu.
"Kuralları değiştirmeleri gerek. Flint, Harry'yi tepe üstü yere çakabilirdi."
Lee Jordan, yan tutmamak için çok zorlanıyordu.
"Böyle apaçık, böyle alçakça bir saldırıdan sonra -"
"Jordan!" diye gürledi Profesör McGonagall.
"Yani, böyle pisliğe -"
"Jordan, seni uyarıyorum -"
"Peki peki. Rint, Gryffindor Arayıcısını az kalsın öldürecekti, olur böyle şeyler. Şimdi Gryffindor penaltı kullanacak - Spinnet dışarı atıyor, sorun yok, oyun sürüyor, top yine Gryffindor'da."
Tam o sırada, Harry, başının üstünden tehlikeli biçimde geçen bir başka Bludger'ı savuşturmayı başardı. Süpürgesi ansızın yalpaladı; ödü koptu. Düşeceğini sandı bir an. Elleri ve dizleriyle sımsıkı sarıldı süpürgeye. Daha önce başına hiç böyle bir şey gelmemişti.
Aynı şey bir daha oldu. Süpürge onu sırtından atmaya çalışıyordu sanki. Ama Nimbus İki Bin'ler de binicileri pek öyle fırlatıp atan süpürgelerden değillerdi. Harry, Gryffindor direklerine dönmeye çalıştı; Wood'dan mola almasını isteyecekti - ama süpürgesinin bütün bütüne denetimden çıktığını gördü. Çeviremiyordu onu. Yönetemiyordu.. Havada zikzaklar çizerek ilerliyor, arada çılgıncasına yalpalayarak binicisini üstünden atmaya çalışıyordu.
Lee maçı anlatmaktaydı hâlâ.
"Top Slytherin'de - Flint Quaffle'ı aldı - Spinnet'ı geçiyor - Bell'i de geçiyor - suratına bir Bludger indi, keşke burnu kırılsa - şaka ediyordum, Profesör -Slytherin sayı yaptı - olamaz..."
Slytherin'lerden bir alkış koptu. Kimse Harry'nin süpürgesinin garip davranışlarını fark etmemişti. Süpürge ağır ağır daha yükseklere çıkarıyordu Harry'yi, yükseldikçe de hopluyor, zıplıyor, yalpalıyordu.
"Harry ne yapıyor öyle, aklım ermedi," diye homurdandı Hagrid. Dürbünüyle baktı. "Onu tanımasam süpürgesini tutamıyor derim... ama olacak iş değil..."
Sıralarda oturan herkes Harry'yi göstermeye başladı birdenbire. Süpürge boyuna takla atıyordu havada, Harry'nin bütün yaptığı, ona tutunmaya çalışmaktı. Bütün seyircilerin soluğu kesilmişti. Harry'nin süpürgesi çılgıncasına hoplayıp binicisini üstünden attı. Harry tek eliyle süpürgeye yapıştı, havada sallanmaya başladı.
Seamus, "Flint faul yaptığında acaba bir şey mi oldu ona?" diye fısıldadı.
Titrek bir sesle, "Olamaz," dedi Hagrid. "Süpürgeleri Kara Büyü'den başka hiçbir şey etkileyemez - hiçbir çocuk bir Nimbus İki Bin'e böyle bir şey yapamaz."
Bu sözler üzerine, Hermione dürbününü aldı Hagrid'in, ama yukarıya, Harry'ye bakacağına deli gibi kalabalığı taramaya başladı.
"Ne yapıyorsun?" diye inledi Ron. Beti benzi atmıştı.
Hermione, "Biliyordum," dedi soluk soluğa. "Snape bak."
Ron dürbünü aldı. Snape tam karşılarındaki bölümün ortasmdaydı. Gözlerini Harry'ye dikmiş, soluk bile almadan bir şeyler mırıldanıyordu boyuna.
"Bir şey yapıyor - süpürgeyi büyülüyor," dedi Hermione.
"Ne yapacağız?"
"Bana bırak."
Ron'un tek kelime daha söylemesine fırsat vermeden, ortalıktan yok oluverdi Hermione. Ron dürbünü Harry'ye çevirdi yine. Süpürge öylesine sarsılıyordu ki,
Harry'nin daha fazla tutunması olanaksızdı. Bütün seyirciler ayağa kalkmış, Weasley kardeşlerin Harryyi kurtarmaya gidişlerini seyrediyordu dehşet içinde -onu kendi süpürgelerine almaya çalışıyordu Weasley kardeşler, ama onlar yaklaştıkça Harry'nin süpürgesi daha da yükseliyordu. Weasley kardeşler alçalıp onun alfanda çember çizerek dönmeye koyuldular - düşecek olursa onu tutmaya çalışacaklardı. Bu arada, kimse farkına varmadan, Marcus Hint Quaffle'ı alıp beş kere sayı yaptı.
Ron, çaresizlik içinde, "Hadisene, Hermione," diye mırıldandı.
Hermione kalabalığı yararak Snape'in oturduğu bölüme gitmişti, şimdi onun arkasındaki sırada koşuyordu; Profesör Quirrell'ı tepe üstü ön sıraya devirince özür dileme gereğini bile duymadı. Snape'in yanına varınca çömeldi, asasını çıkarıp iyi seçilmiş birkaç sözcük mırıldandı. Masmavi alevler fırladı asasından, Snape'in cüppesinin eteğini sardı.
Snape'in tutuştuğunu fark etmesi için otuz saniye kadar geçti. Onun çığlığı bastığını görünce, başarılı olduğunu anladı Hermione. Eteği saran alevleri cebindeki küçük bir kavanoza koyarak oradan uzaklaştı - neler olduğunu hiç anlamayacakta Snape.
Tamamdı artık. Harry havada süpürgesine yeniden binebilmişti ansızın.
"Bakabilirsin, Neville!" dedi Ron. Neville, son beş dakikadır Hagrid'in paltosuna kapanmış, hıçkıra hıçkıra ağlamaktaydı.
Harry hızla alçalmaya başladı, seyirciler elini ağzına götürdüğünü gördüler onun, midesi bulamyordu da çıkaracaktı sanki - Harry dört ayak üstü indi yere - öksürdü - sonra altıan bir şey düştü eline.
Onu havaya kaldırarak, "Snitch'i yakaladım!" diye bağırdı, maç da herkesin şaşkınlığı içinde sona erdi.
Hint, yirmi dakika sonra bile, "Onu yakalamadı ki, az kalsın yutuyordu," diye uluyordu, ama bir yaran yoktu bunun - Harry kuralların dışına çıkmamıştı, Lee Jordan da mutluluk içinde sonucu haykırıyordu Gryffindor 170-60 kazanmıştı. Harry hiçbirini duymadı bunların. Hagrid'in kulübesinde Ron ve Hermione'yle demli bir çay içiyordu.
"Snape'in başının alfandan çıktı," diyordu Ron. "Hermione de, ben de gördük. Süpürgeni lanetliyordu, boyuna mırıldanıyordu, gözlerini sana dikmişti."
Maçı izlerken bunların hiçbirini duymamış olan Hagrid, "Saçma," dedi. "Snape niye böyle bir şey yapsın?"
Harry, Ron, Hermione birbirlerine baktılar, acaba anlatsalar mıydı ona? Harry gerçeği söylemeye karar verdi.
"Onun hakkında bir şey öğrendim," dedi Hagrid'e. "Cadılar Bayramı'nda üç başlı köpeği atlatmaya çalışta. Köpek onu ısırdı. Artık neyin bekçiliğini yapıyorsa, onu çalmaya çalışıyordu Snape."
Hagrid çaydanlığı yere düşürdü.
"Siz Fluffy'yi nereden biliyorsunuz?
"Fluffy'yi mi?"
"Evet - benimdir - geçen yıl meyhanede tanıdığım bir Yunandan aldımdı - Dumbledore'a verdim - bekçiliğini yapsın diye..."
Harry, merakla, "Neyin bekçiliğini?" diye sordu.
Hagrid, "Başka bir şey sorma bana," diye homurdandı. "Büyük bir sırdır bu. Söyleyemem."
"Ama Snape çalmaya çalışıyordu onu."
Hagrid, "Saçma," dedi yine. "Snape, Hogwarts öğretmenlerinden biri, böyle bir şey yapmaz."
Hermione, "Peki, neden Harry'yi öldürmeye çalıştı öyleyse?" diye bağırdı.
O gün öğleden sonra olanlar, Snape hakkındaki bütün düşüncelerini değiştirmişti anlaşılan.
"Bir uğursuzluk büyüsü gördüm mü, hemen anlarım, Hagrid. Bu konuda yazılmış her şeyi okudum! Büyü yaptığın şeye dimdik bakman gerek, Snape gözlerini bile kırpmıyordu. Gördüm onu!"
Hagrid, öfkeyle, "Yanılıyorsunuz diyorum size!" diye gürledi. "Harry'nin süpürgesi niye öyle şeyler yaptı, aklım ermez, ama Snape öğrencileri öldürmeye kalkışacak biri değil! Şimdi dinleyin beni - üçünüz de - sizi ilgilendirmeyen şeylere bulaşıyorsunuz. Tehlikeli bir şey bu. O köpeği unutun, neyin bekçiliğini yaptığını da unutun, bu Profesör Dumbledore'la Nicolas Flamel arasında bir şey"
"Haa!" diye mırıldandı Harry. "Demek işin içinde Nicolas Flamel diye biri daha var, öyle mi?"
Hagrid, öfke içinde, kendi kendine lanetler yağdırıyor gibiydi.

GeCeLeR
12-10-2006, 01:29 AM
BÖLÜM 12 - Kelid Aynası

Noel yaklaşıyordu. Aralık ortalarında bir sabah Hogwarts'takiler uyanınca her yerin bir metre karla örtülmüş olduğunu gördüler. Göl donmuştu, Weasley kardeşler birkaç kartopuna büyü yapıp onları Quirrell'ın sarığında hoplattıkları için cezalandırıldılar. Hagrid, fırtınalı gökte mektup taşımayı nasılsa başarabilen birkaç baykuşu iyileştirip yeniden uçacak duruma getirdi.
Herkes tatili dört gözle bekliyordu. Gryffindor ortak salonuyla Büyük Salon'da ateş güldür güldür yanıyordu, ama esintili koridorlar buz gibi soğuktu, acı rüzgâr sınıf pencerelerini zangırdatıyordu. En kötüsü'de Profesör Snape'in zindanlardaki sınıfıydı; öylesine soğuktu ki sınıf, herkesin soluğu sis gibi yükseliyordu ağzından, öğrenciler sıcak kazanlarına sokulabildikleri kadar sokuluyorlardı.
İksir dersinin birinde, "Evlerinde istenmedikleri için Noel'i Hogwarts'ta geçirecek öğrencilere acıyorum," dedi Draco Malfoy.
Konuşurken Harry'ye bakıyordu. Crabbe'yle Goyle kıkırdadı. O sırada öğütülmüş aslanbalığı kılçığı ölçmekte olan Harry onlara aldırmadı. Malfoy Quidditch maçından beri daha da tatsız biri olup çıkmıştı. Slytherin'in yenilgisini içine sindirememiş, Gryffindor'urt bundan sonraki maçta Harry'nin yerine Arayıcı olarak koca ağızlı bir ağaç kurbağası oynatacağını söyleyerek herkesi güldürmeye çalışmıştı. Sonra da kimsenin bunu komik bulmadığını fark etmişti, herkes Harry'nin o hoplayan süpürgede nasıl durduğundan pek etkilenmişti çünkü. Malfoy da, kıskançlık ve öfke içinde, doğru dürüst bir ailesi olmadığını söyleyerek Harry'ye sataşmayı sürdürmüştü.
Harry'nin Noel'de Privet Drive'a gitmeyeceği doğruydu. Profesör McGonagall bir hafta önce gelmiş, tatilde okulda kalacakların listesini çıkarmıştı; Harry hemen yazdırmıştı adını. Hiç üzülmüyordu buna, geçirdiği en güzel Noel herhalde bu olacaktı. Ron'la kardeşleri de okulda kalacaktı, çünkü Mr ve Mrs Weasley Char-lie'yi görmek için Romanya'ya gidiyorlardı.
İksir dersinin sonunda zindanlardan çıkarken, önlerindeki koridoru kapayan koca bir köknar ağacıyla karşılaştılar. Dibinden fırlamış iki dev ayakla of-pof sesleri, ağacın arkasında Hagrid'in bulunduğunu gösteriyordu.
Ron, başını dalların arasından uzatarak, "Merhaba, Hagrid, yardım ister misin?" diye sordu.
"Yok, iyiyim, sağol, Ron."
Arkalarından Malfoy'un soğuk homurtusu duyuldu: "Yoldan çekilir misin? Sen de bahşiş mi koparmaya çalışıyorsun, Weasley? Hogvvarts'tan ayrılınca sen de bekçi olacaksın herhalde - sizin evinizin yanında Hagrid'in kulübesi saray gibidir."
Ron tam Malfoy'a saldırıyordu ki, merdivenlerde Snape göründü.
"WEASLEY!"
Ron, Malfoy'un cüppesinin yakasını bıraktı.
Hagrid, ağacın arkasından kocaman kıllı yüzünü uzatarak, "Ron'u kışkırtmaya çalışıyor, Profesör Snape," dedi. "Malfoy ailesine hakaret ediyordu."
Snape, hışırtılı sesiyle, "Ne olursa olsun, kavga etmek Hogwarts kurallarına aykırıdır," dedi. "Gryffindor'dan beş puan daha, Weasley. Daha fazla kesmediğime sevin. Hadi şimdi, yürüyün hepiniz."
Malfoy, Crabbe ve Goyle, ağacın dallarını itip sırıtarak uzaklaştılar, her yana kozalaklar saçıldı.
Roy, Malfoy'un arkasından dişlerini gıcırdatarak, "Bunun hesabını soracağım ondan," dedi. "Şu günlerde soracağım. Elime bir geçirirsem -"
"İkisinden de tiksiniyorum," dedi Harry, "Malfoy'dan da, Snape'ten de."
Hagrid, "Hadi, keyiflenin biraz, Noel yaklaşıyor," dedi. "Bakın ne söyleyeceğim size, benimle gelin de Büyük Salon'a bir göz atın, dehşet oldu."
Harry, Ron ve Hermione, Hagrid'le ağacının peşine takılıp Büyük Salon'a gittiler; Profesör McGonagall'la Profesör Flitwick, Noel süslemeleriyle uğraşıyordu.
"Ah, Hagrid, sonuncu ağaç - ilerideki köşeye koyar mısın?"
Salon çok görkemliydi doğrusu. Duvarlara çoban-püskülü ve ökseotundan yapılmış süslemeler asılmıştı, odaya tam on iki dev Noel ağacı yerleştirilmişti, bazıları incecik buzullarla parlıyor, bazıları da üstlerindeki yüzlerce mumla ışıldıyordu.
"Tatilinize kaç gün kaldı?" diye sordu Hagrid.
"Sadece bir," dedi Hermione. "Şimdi aklıma geldi Harry, Ron, yemeğe yarım saat var, kitaplıkta olmalıyız."
Ron, "Doğru, haklısın," dedi, asasının ucundan fışkırttığı altın baloncukları yeni ağacın dallarına asmakta olan Profesör Flitwick'ten zor ayırdı gözlerini.
Hagrid, onların peşine takılıp salondan çıkarken, "Kitaplığa mı?" diye sordu. "Tatilden hemen önce mi? Siz de çalışmaya amma meraklıymışınız haa?"
Harry, "Biz çalışmıyoruz ki," dedi neşeyle. "Sen Nicolas Flamel'in sözünü ettiğinden beri onun kim olduğunu araştırıyoruz."
"Ne yapıyorsunuz?" İyice şaşırmışa benziyordu Hagrid. "Bana bakın - söyledimdi size - bırakın bunu. Köpeğin neyi koruduğu sizi ilgilendirmez."
Hermione, "Biz sadece Nicolas Hamel'in kim olduğunu anlamaya Çalışıyoruz, o kadar," dedi.
"İstersen sen söyle de bizi bir dertten kurtar," dedi Harry. "Şimdiye kadar yüzlerce kitap karıştırdık, hiçbir yerde adını göremedik - bir ipucu ver - biliyorum, adını bir yerde okumuştum."
Hagrid, "Benden laf alamazsınız," diye kestirip attı.
"Öyleyse kendimiz arar buluruz," dedi Ron; homurdanıp duran Hagrid'den ayrılıp kitaplığa koştular.
Hagrid ağzından kaçırdığından beri Flamel'in adını arıyorlardı kitaplarda, Snape'in çalmaya çalıştığı şeyin ne olduğunu başka türlü nasıl öğrenebilirlerdi? Sorun, nereden başlayacağını bilmekti. Flamel'in, adını kitaplara geçirecek ne yaptığını bilmeden hiç de kolay olmuyordu bu iş. Yirminci Yüzyılın Büyük Sihirbazları'nda, Çağımızın Önemli Büyücüleri'nde yoktu; önemli Modern Büyücülük Buluşları'nda da, Büyücülükte Son Gelişmeler Üstüne Bir înceleme'de de adına rastlanmıyordu. Kitaplık da kitaplıktı hani; içinde on binlerce kitap, binlerce raf, yüzlerce bölme vardı.
Hermione incelemeye karar verdiği konuların ve kitap adlarının listesini çıkarırken, Ron da bir raftan rasgele kitaplar indirmeye koyuldu. Harry, Kısıtlı Bölüm'e yöneldi. Flamel'i orada bir yerlerde bulabileceğini düşünüyordu bir süredir. Ama o bölümdeki kitaplara bakabilmek için öğretmenlerin birinden imzalı bir kâğıt getirmesi gerekiyordu, öyle bir izin alamayacağını da biliyordu. Hogwarts'ta öğretilmeyen, sadece ileri düzeyde Karanlık Sanatlara Karşı Savunma dersini alan yüksek sınıf öğrencilerinin okuyabildiği, Kara Büyü'yle ilgili kitaplardı bunlar.
"Ne arıyorsun, çocuk?"
"Hiç," dedi Harry.
Kitaplık görevlisi Madam Pince, elindeki toz fırçasını salladı ona.
"Öyleyse dışarı. Hadi - git buradan!"
Harry ayaküstü bir yalan kıvıramadığına üzülerek kitaplıktan ayrıldı. Ron ve Hermione'yle birlikte, Flamel'i nerede bulabileceklerini Madam Pince'e sormamayı daha önce kararlaştırmışlardı. Söylerdi nasıl olsa, ama bunun Snape'in kulağına gitmesini göze alamazlardı.
Harry dışarıda, koridorda iki arkadaşım bekledi, bakalım onlar bir şey bulabilecekler miydi? Ama pek de umutlu değildi. İki haftadır arıyorlardı, ama kitaplığa sadece ders aralarında gidebildikleri için, bir şey bulamamaları da pek şaşırtıcı değildi doğrusu. Bütün istedikleri, Madam Pince'in soluğunu enselerinde duymadan şöyle uzun uzun araştırmaktı.
Beş dakika sonra, başlannı iki yana sallayarak, Ron'la Hermione geldiler yanına. Yemeğe gittiler.
"Ben yokken bakmayı sürdüreceksiniz, değil mi?" dedi Hermione. "Bir şey bulacak olursanız, bana bir baykuş yollarsınız."
Ron, "Sen de annenle babana sor bakalım, Flamel'ın kim olduğunu biliyorlar mı," dedi. "Onlara sormak daha güvenli."
"Elbette güvenlidir," dedi Hermione. "İkisi de dişçi."
Tatil başlayınca, Ron'la Harry öylesine eğleniyorlardı ki, Flamel'ı pek düşünmüyorlardı bile. Yatakhane onlara kalmıştı, ortak salon da her zamankinden tenhaydı, ocağın önündeki güzel koltuklara rahatça kurulabiliyorlardı. Saatlerce oturuyor, artık ne buldularsa şişe geçirip kızartıyor, Malfoy'u okuldan nasıl attırabileceklerini konuşuyorlardı - elbette olacak iş değildi bu, ama lafı bile güzeldi.
Ron, Harry'ye büyücü satrancı da öğretmeye başlamıştı. Tıpkı Muggle satrancı gibiydi bu, ama taşlar canlıydı, bu da askerlere savaşta komuta etmek gibi bir duygu uyandırıyordu oynayanda. Ron'un satranç takımı pek eskiydi, yıpranmıştı. Sahip olduğu her şey gibi, o da aileden kalmış tı - büyükbabasından. Ama yaşlı taşlar uysaldı doğrusu, Ron ne derse hemen yapıyorlardı.
Harry, Seamus Finnigan'dan ödünç aldığı taşlarla oynuyordu, doğrusu hiçbirinin güveni yoktu kendisine. Pek iyi bir oyuncu sayılmazdı, taşlar ne yapacağını söylüyor, boyuna bağırıp çağırıyorlardı: "Beni oraya yollama, atını görmüyor musun? Onu yolla. Onu yitirsek de önemi yok."
Noel'den bir gece önce, Harry ertesi günkü oyunları, yemekleri düşünerek yattı, armağan beklemiyordu kimseden. Ama ertesi sabah uyandığında ilk gördüğü, yatağının ayak ucuna bırakılmış küçük bir paket yığını oldu.
Kalkıp sabahlığını giyerken, Ron'un uykulu sesini duydu: "Mutlu Noeller."
"Sana da," dedi Harry. "Şuna bakar mısın? Armağan bırakmışlar!"
Ron, Harry'ninkinden biraz daha büyük olan kendi paket yığınına eğilerek, "Ne bekliyordun yani?" dedi. "Şalgam mı bırakacaklardı?"
Harry en üstteki paketi aldı. Kahverengi bir kâğıda sarılmış, üstüne de eğri büğrü harflerle Hagrid'den Harry'ye yazılmıştı. Kabaca yontulmuş tahta bir flüt çıktı paketten. Besbelli Hagrid yapmıştı bunu. Harry üfledi - baykuş sesine benzer bir ses duyuldu.
Çok daha küçük olan ikinci paketten bir not çıktı.
Noel kartını aldık; armağanını ilişik'e gönderiyoruz. Vernon Enişte ile Petunia Teyze. Nota bir ianecik bozukluk para, elli pens iliştirilmişti.
"Beni unutmamışlar," dedi Harry.
Ron elli pensten büyülenmişti sanki
"Acayip!" dedi. "Biçimi ne tuhaf! Pan mı bu?"
"Senin olsun," dedi Harry; Ron'un ne kadar sevindiğini görünce güldü. "Hagrid, teyzem, eniştem - ötekileri kim yollamış acaba?"
Ron, yüzü pembeleşerek, yamru yumru bir paketi gösterdi, "Şunun kimden geldiğini biliyorum galiba," dedi. "Annemden. Ona kimseden armağan beklemediğini söylemiştim - ah, olamaz," diye homurdandı sonra. "Sana Weasley kazağı örmüş."
Harry kâğıdı yırtarak paketi açmıştı bile. İçinden el örgüsü zümrüt yeşili bir kazakla evde yapılmış kurabiyeler çıktı.
Ron, kendi paketini açarak, "Bize her yıl kazak örer," dedi. "Benimki hep vişne çürüğüdür."
Harry, "Beni de düşünmesi ne kadar güzel," dedi; bir kurabiye attı ağzına - kurabiye de çok tatlıydı doğrusu.
Bir sonraki paketten de tatlı çıktı - Hermione'den koca bir kutu Çikolatalı Kurbağa.
Bir tek paket kalmıştı şimdi. Harry onu kaldırıp şöyle bir yokladı. Çok hafifti. Sonra açtı.
Sıvıya benzer gümüş rengi bir şey kayıverdi yere, kıvrılarak durdu, pırıl pırıl parlıyordu. Ron'un soluğu kesilmişti sanki.
“Bunları duymuştum," dedi fısıltıyla. Hermione'nin armağanını, Binbir Çeşit fasulye Şekerlemesi kurusunu yatağa bıraktı. "Eğer düşündüğüm şeyse bu - çok ender bulunan, çok değerli bir şeydir."
"Nedir bu?"
Harry, parlayan gümüş rengi kumaş parçasını yerden aldı. Dokununca bir tuhaf geliyordu insanın eline. Sudan dokunmuş bir kumaştı sanki.
Yüzünde derin bir hayranlıkla, "Bir Görünmezlik Pelerini bu," dedi Ron. "Evet - denesene."
Harry, pelerini sırtına attı; Ron bir çığlık kopardı.
"Öyle! Aşağı bak!"
Harry ayaklarına baktı; ama ayakları ortada yoktu. Ayna'ya koştu. Kendini gördü. Bedeni yok olmuştu, sadece kafası sallanıyordu havada. Pelerini başına çekti, görüntüsü bütün bütüne siliniverdi.
Ron, "Bir de not var!" dedi ansızın. "İçinden bir not düştü!"
Harry pelerini çıkarıp mektubu kaptı. Daha önce hiç görmediği incecik, süslü harflerle şunlar yazılıydı:
Baban ölmeden önce bunu bana bıraktı. Sana vermenin sırası geldi.
Onu iyi kullan. Mutlu Noaller dilerim.
İmza yoktu. Harry gözlerini nottan ayıramıyordu. Ron hayran hayran pelerine bakıyordu.
"Bunlardan biri için her şeyimi verirdim," dedi. "Her şeyimi. Ne oldu?"
"Yok bir şey," dedi Harry. Bir gariplik çökmüştü içine. Pelerini kim yollamıştı? bir zamanlar gerçekten babasının mıydı?
Bir şey düşünmeye, söylemeye fırsat kalmadan yatakhane kapısı açıldı, Fred ve George Weasley daldı içeri. Harry pelerini hemen ortadan kaldırdı. Onu bir başkasına göstermek istemiyordu daha.
"Mutlu Noeller!"
"Baksana - Harry de bir kazak almış!"
Fred de, George da birer mavi kazak giymişlerdi; birinin üstünde kocaman sarı bir F, ötekinin üstünde de kocaman sarı bir G vardı.
Harry'nin kazağını kaldırıp göstererek, "Ama onunki bizimkinden güzel," dedi Fred. "Aileden biri değilsen daha özen gösteriyor."
George, "Sen niye kazağını giymiyorsun, Ron?" diye sordu. "Hadi, giy şunu, hem güzel, hem sıcacık tutuyor."
Ron, kazağı gönülsüzce kafasından geçirirken, "Nefret ediyorum vişne çürüğünden," dedi.
"Seninkinin üstünde harf yok," dedi George. "Adını hiç unutmadığını düşünüyor herhalde. Ama biz de aptal değiliz ya - birimizin adı Gred, birimizin adı Forge"
"Nedir bu gürültü?"
Percy Weasley kapıdan başını uzattı, bütün bunları onaylamıyor gibiydi. O da armağanlarını aça aça gelmişti herhalde, koluna kocaman bir kazak açmıştı çünkü; Fred kazağı çekip aldı.
"P var! Herhalde Parlak Öğrenci anlamındadır! Hadi, Percy, giy şunu. Bak, biz hepimiz giydik. Harry'de bile var."
ikizler kazağı kafasından geçirmeye çalışırken, "Ben - istemiyorum -" diye homurdandı Percy; bu arada gözlüğü de düşmüştü.
George, "Bugün Sınıf Başkanlarıyla birlikte olmayacaksın," dedi. "Noel'de aile bir araya gelir."
Kazaktan kollarım bile geçirmesine fırsat vermeden Percy'yi karga tulumba odadan çıkardılar.
Harry hayatında böyle Noel yemeği yememişti. Nar gibi kızarmış yüz besili hindi, dağ gibi kızarmış, haşlanmış patates yığınları, tabaklar dolusu salam, kâseler dolusu tereyağlı bezelye, salçalar, yabanmersini sosları - adım başı da büyücü maytapları. Bu olağanüstü maytaplar, Dursley'lerin aldığı, içlerinden karton şapkalı küçücük plastik oyuncaklar fışkıran o incecik Muggle maytaplarına hiç mi hiç benzemiyordu. Harry, bir büyücü maytabı aldı Fred'le, maytap patlamakla kalmadı, top gibi gümbürdeyerek onları mavi bir dumana sardı, içinden de bir amiral şapkasıyla birkaç canlı fare çıktı. Yüce Masa'da, sivri büyücü külahı yerine çiçekli bir takke giymiş olan Dumbledore, Profesör Flitwick'in anlattığı fıkraya gülmekteydi.
Hindiden sonra alev alev Noel pastaları geldi. Diliminin içinden çıkan gümüş Orak'la az kalsın dişi kırılıyordu Percy'nin. Harry, şarap istedikçe kıpkırmızı kesilen Hagrid'e bakıyordu; sonunda Profesör McGonagall'ı yanağından öptü Hagrid; silindir şapkası yana yatmıştı Profesör McGonagall'ın, Harry onun kızmadığım görünce şaşırdı.
Sonunda masadan ayrıldığında, Harry'nin kucağı maytaplardan çıkanlarla doluydu, içlerinde bir yığın ışıklı patlamaz balon, bir kendi-siğilini-kendin-yap seti, bir de yepyeni büyücü satrancı takımı vardı. Beyaz fareler ortadan yok olmuşlardı, Harry onların Mrs Norris'e Noel yemeği olabileceklerini düşünerek üzüldü.
Harry ile Weasley'ler, bahçede korkunç bir kartopu savaşma tutuşarak mutlu bir öğleden sonra geçirdiler. Sonra, titreyerek, sırılsıklam, soluk soluğa, Gryffindor ortak salonundaki ocağın başına çöktüler. Harry, satranç takımının açılışını yaptı, Ron'un karşısında unutulmaz bir yenilgiye uğradı. Percy yardım etmeye kalk-masaydı belki o kadar da ezilmezdi.
Hindili sandviçlerini, tatlılarını, pastalarını yiyip çaylarını da yudumladıktan sonra herkesin üstüne bir ağırlık çöktü, Percy'nin, başkanlık rozetini çaldıkları için, Gryffindor koridorlarında Fred'le George'u kovalamasını seyrettiler.
Ömrü boyunca Harry'nin geçirdiği en güzel Noel'di bu. Yine de bütün gün kafasını bir şey kurcaladı durdu. Ancak yatağına uzanıp da bir başına kalınca rahat rahat düşünebildi bunu: Görünmezlik Pelerini'ni kim göndermişti acaba?
Ron, karnı hindiyle, pastayla dolu, yatağının yanındaki perdeleri çeker çekmez uykuya dalmıştı, kendisini tedirgin edecek bir konu da yoktu. Harry yatağının altına eğilip Pelerin'i çıkardı.
Babasının... bir zamanlar babasınındı bu. İpekten bile yumuşak, havadan bile hafif olan kumaş ellerinden kayıp gidiyordu. Notta ne yazılıydı: Onu iyi kullan.
Hemen denemeliydi onu, şimdi. Yatağından çıkıp Pelerin'e sarındı. Bacaklarına bakınca ay ışığından, gölgelerden başka bir şey göremedi. Çok tuhaf bir duyguydu bu.
Onu iyi kullan.
Ansızın uyandı Harry. Bu Pelerin'le bütün Hogwarts, önünde açılıvermişti. O karanlıkta, o sessizlikte bir heyecan kapladı bütün bedenini. Bununla her yere gidebilirdi, her yere, Filch de farkına bile varmazdı.
Ron uykusunda homurdandı. Harry onu uyandırsa mıydı acaba? Ama bir şey ona engel oldu - babasının Pelerin'i - bu kere - ilk kere - tek başına hareket etmek istiyordu.
Süzülerek yatakhaneden çıktı, merdivenden indi, ortak salonu da arkada bırakıp resimdeki delikten geçti.
Şişman Kadın, cırtlak sesiyle, "Kim var orada?" diye sordu. Hiçbir şey söylemedi Harry. Hızlı hızlı koridorda yürüdü.
Nereye gitmeliydi? Durdu, yüreği gümbür gümbür, düşündü. Birdenbire aklına geldi. Kitaplıktaki Kısıtlı Bölüm. İstediği kadar okuyabilecekti orada, Flamel'in kim olduğunu buluncaya kadar. Görünmezlik Pelerini'ne sımsıkı sarılarak yola koyuldu.
Kitaplık ürkütücüydü, karanlıktan göz gözü görmüyordu. Harry kitap raflarına giden yolu görebilmek için fenerini yaktı. Fener havada yüzüyor gibiydi sanki, Harry onu elinde tuttuğunu biliyordu gerçi, ama yine de bu görünüm tüylerini ürpertiyordu.
Kısıtlı Bölüm kitaplığın arkasındaydı. O bölümü ötekilerden ayıran ipin üstünden dikkatle atladı, kitap adlarını okuyabilmek için fenerini kaldırdı.
Pek bir anlam çıkaramadı adlardan. Dökülmüş, soluk yaldızlı harfler, Harry'nin bilmediği dillerde sözcükler oluşturuyordu. Bazı kitapların hiç adı yoktu. Bir kitabın üstünde ise kana benzeyen koyu bir leke vardı. Harry'nin ensesindeki saçlar dimdik oldu. Belki kendisine öyle geliyordu, ama kitaplar arasından bir fısıltının yükseldiğini duyar gibi oldu. Sanki onun orada olmaması gerektiğini biliyorlarmış gibi.
Bir yerden başlamalıydı. Feneri dikkatle yere koyarak en alt rafta ilginç görünüşlü bir kitap aramaya başladı. Gözüne kara cildi gümüş çizgili kocaman bir kitap ilişti. Güçlükle çıkardı onu, kitap çok ağırdı çünkü, dizlerinin üstüne koyarak açtı.
Sessizliği, insanın kanını donduran, kulakları sağır eden bir çığlık bozdu - kitap haykırıyordu! Harry hemen kapattı kapağını, ama çığlık kesilmedi, daha da yükselerek sürüp gitti. Harry geriye doğru sendeledi, fenere çarptı, anında söndü fener. Korkuya kapıldı Harry, dışarıdaki koridorda yaklaşan ayak sesleri duydu - kitabı yine rafa tıkıştırarak tabanları yağladı. Kapıda Filch'le karşılaştı; Filch'in çılgıncasına açılmış gözleri onu göremedi. Harry onun iki yana açılmış kollarının altından süzülerek koridora fırladı, kulaklarında kitabın çığlığı çınlıyordu hâlâ.
Kocaman bir zırhın önünde durabildi ancak. Kitaplıktan öyle bir kaçmıştı ki, nereye gittiğinin farkına bile varmamıştı. Belki de karanlık yüzünden, şimdi nerede olduğunu bilmiyordu. Mutfakların yanında böyle bir zırh olacaktı gerçi, ama orası herhalde beş kat aşağıda kalmıştı.
"Geceleri birinin dolaştığını görürsem hemen size gelmemi söylemiştiniz, Profesör. Biri kitaplığa girmiş -Kısıtlı Bölüm'e."
Harry yüzündeki kanın çekildiğini hissetti. Her nereye geldiyse, Filch oraya kestirme bir yol biliyordu anlaşılan, yumuşak, yapış yapış sesi gittikçe yaklaşıyordu çünkü; dehşet içinde, Snape'in yanıt verdiğini duydu.
"Kısıtlı Bölüm'e mi? Eh, pek uzakta olamazlar, yakalarız."
Filch'le Snape köşeyi dönüp yaklaşırlarken, Harry olduğu yere çakılıp kaldı. Onu göremezlerdi elbet, ama koridor öylesine dardı ki, biraz daha yaklaşacak olurlarsa mutlaka çarparlardı - Pelerin, somut bedenini ortadan kaldırmıyordu.
Olabildiği kadar sessizce, geriledi. Solda aralık bir kapı gördü. Tek umuduydu bu. Soluğunu tutarak, kapıyı kıpırdatmadan içeri süzülmeyi başardı; Snape'le Filch hiçbir şey fark etmediler. Geçip gittiler; Harry, derin derin soluyarak duvara yaslandı, onların uzaklaşan ayak seslerini dinledi. Az kalsın yakayı ele verecekti; ucuz atlatmıştı. Saklandığı odanın nasıl bir yer olduğunu anlayıncaya kadar birkaç saniye geçecekti.
Kullanılmayan bir sınıfa benziyordu burası. Duvar diplerinde masaları, sıraları andıran birtakım eşyalar seçiliyordu karanlıkta, bir de baş aşağı çevrilmiş bir çöp sepeti - ama duvara dayalı bir şey daha vardı ki, sırıtıyordu, sanki biri, ayak altında durmasın diye, onu getirmiş, oraya koymuştu.
Görkemli bir aynaydı bu, pençeye benzeyen iki ayak üstünde, süslü yaldızlı çerçevesiyle tavana kadar uzanıyordu. Tepesine de boydan boya bir yazı işlenmişti: Kelid stra ehru oyt ube cafru oyt on ıvohsi.
Filch'le Snape'ten ses gelmediği için korkusu yatışmaya başlayan Harry, aynaya bakmak istedi; kendini görmeyecekti, ama olsun - yaklaştı.
Çığlık atmamak için ağzını elleriyle kapamak zorunda kaldı. Arkasına döndü hızla. Kitabın haykırışında bile bu kadar çılgınca atmamıştı yüreği - aynada sadece kendini görmemiş, arkasında bir yığın insan daha görmüştü.
Ama oda boştu. Soluk soluğa, yine aynaya döndü usulca. Oradaydı işte, kendi yansımasını gördü, yüzü korkudan bembeyaz kesilmişti, arkasında en az on kişi daha vardı. Harry omzunun üstünden baktı - kimseler yoktu yine. Yoksa onlar da mı görünmezdi? Görünmez insanlarla dolu bir odaya mı girmişti, aynanın özelliği, ister görünür olsun, ister görünmez olsun, her şeyi yansıtmak mıydı?
Aynaya bir daha baktı. Kendi görüntüsünün arkasında duran bir kadın ona gülümsüyor, el sallıyordu. Kolunu uzattı, eli bir şeye değmedi. Kadın orada olsaydı ona dokunurdu, görüntüleri öylesine yakındı ki -ama havadan başka bir şey duymadı - kadın da, ötekiler de varlıklarını sadece aynada sürdürüyorlardı.
Çok güzel bir kadındı bu. Koyu kızıl saçları vardı, gözleri ise - gözleri tıpkı benim gözlerime benziyor, diye düşündü Harry, aynaya biraz daha yaklaştı. Yemyeşil - biçim aynı... Kadının ağladığım fark etti; gülümsüyordu, ama aynı anda da ağlıyordu. Yanında oturan uzun boylu, siyah saçlı, ince adam kolunu onun omzuna dolamıştı. Gözlük vardı gözünde, saçları dağınıktı. Arkası, tıpkı Harry'nin saçları gibi, yatmamıştı.
Harry o kadar yaklaşmıştı ki aynaya, burnu neredeyse kendi görüntüsüne değecekti.
"Anne?" diye fısıldadı. "Baba?"
Ona gülümseyerek baktılar sadece. Harry aynada ötekilerin de yüzlerine bakınca, hepsinin gözlerinin kendi gözleri gibi yeşil olduğunu gördü, burunları da aynıydı, ufak tefek ihtiyar bir adamın dizleri ise tıpkı
Harry'ninkiler gibi top toptu - yaşamı boyunca ailesini ilk kere görüyordu Harry.
Potter'lar gülümseyerek el salladılar ona, Harry de onlara özlemle baktı - ellerini aynaya dayamıştı - sanki uzanıp da ailesine dokunacakmış gibi. Büyük bir acı duyuyordu içinde - yarı sevinç, yarı hüzün.
Orada ne kadar kaldı, bilmiyordu. Görüntüler silinmedi - baktı, baktı - sonunda uzaklardan bir gürültüyle kendine geldi. Kalamazdı artık, yatağına dönmeliydi. Gözlerini annesinin yüzünden kaçırarak, "Döneceğim," diye fısıldadı, odadan hızla çıktı.
Ron, ters ters, "Beni uyandırabilirdin," dedi.
"Bu gece gelebilirsin. Yine gideceğim, sana aynayı
göstereyim."
Ron, "Annenle babanı görmek isterim," dedi merakla.
"Ben de senin aileni görmek isterim, bütün Weas-ley'leri - bana bütün kardeşlerini gösterirsin, hepsini."
"Zaten ne zaman istersen görebilirsin onları," dedi Ron. "Bu yaz bizim eve gelmen yeter. Neyse, belki sadece ölüleri gösteriyordur. Ama Flamel'ı bulamaman yazık olmuş doğrusu. Biraz salam alsana, hiçbir şey yemeyecek misin?"
Harrynin içinden yemek yemek gelmiyordu. Annesiyle babasını görmüştü, o gece bir daha görecekti. Flamel'ı unutmuş gibiydi. Sanki pek önemi yoktu bunun artık. Üç başlı köpeğin neyi beklediği kimin umurundaydı? Snape onu çalsa bile ne çıkardı?
"İyi misin?" dedi Ron. "Bir tuhaf görünüyorsun."
Harry'nin en büyük korkusu aynalı odayı bulamamaktı. Ertesi gece Ron'u da Pelerin'in altına alıp ağır ağır yola koyuldu. Kitaplıktan çıktıktan sonra izlediği yolu hatırlamaya çalıştı. Karanlık geçitlerde bir saat kadar dolaştılar.
"Donuyorum," dedi Ron. "Unutalım bunu, dönelim."
"Hayır!" diye fısıldadı Harry. "Buralarda bir yerde olacak."
Ters yöne süzülen uzun boylu bir cadı hayaletinin yanından geçtiler, başka kimseyle karşılaşmadılar. Ron ayaklarının donduğundan yakınmaya başlamıştı ki, Harry zırhı gördü.
"Burası - evet - burası!"
Kapıyı iterek açtılar. Harry Pelerin'i çıkarıp attı sırtından, aynaya koştu.
Oradalardı. Onu görünce, annesiyle babasının yüzleri ışıdı.
"Gördün mü?" diye fısıldadı Harry.
"Ben bir şey göremiyorum."
"Bak! Hepsi orada - hepsi..."
"Sadece seni görebiliyorum."
"Doğru dürüst bak, benim durduğum yerde dur."
Yana çekildi, ama Ron aynanın önüne geçince, o da ailesini göremez oldu; çizgili pijamasıyla Ron'u görüyordu sadece.
Ama Ron, büyülenmiş gibi, kendi görüntüsüne dikmişti gözlerim.
"Bana bak!" dedi.
"Aileni görebiliyor musun yanında?"
"Hayır - tek başımayım - ama değişmişim - daha büyümüşüm sanki - Öğrenciler Başkanı'yım!"
“Ne?"
"Evet - Bill'in taktığı rozetten var göğsümde - elimde de Okul Kupası'yla Quidditch Kupası - Quidditch kaptanı da olmuşum!"
Ron, gözlerini bu inanılmaz görüntüden ayırıp heyecanla Harry'ye baktı.
"Bu ayna geleceği de mi gösteriyor dersin?"
"Nasıl olur? Ailemde herkes öldü - bir daha bakayım-"
"Dün bütün gece baktın, bırak, azıcık da ben bakayım."
"Elinde Quidditch Kupası varsa var, ne olmuş yani? Ben annemle babamı görmek istiyorum."
"İtme beni -"
Ansızın koridorda kopan bir gürültü tartışmayı sona erdirdi. Ne kadar yüksek sesle konuştuklarının farkında bile olmamışlardı.
"Çabuk!"
Ron Pelerin'i tarn sırtlarına çekmişti ki, Mrs Norris'in ışıl ışıl gözleri belirdi kapıda. Ron'la Harry hiç kıpırdamadan öylece durdular, aynı şeyi düşünüyorlardı - Pelerin kedilerde de işe yarıyor muydu acaba? Kendilerine yüzyıllar gibi gelen bir bekleyişten sonra, Mrs Norris dönüp gitti.
"Güvenli değil burası - Filch'i çağırmaya gitmiştir, mutlaka bizi duydu. Hadi."
Ron, Harry'yi sürükleyerek odadan çıkardı.
Ertesi sabah kar hâlâ erimemişti.
Ron, "Satranç oynar mısın, Harry?" diye sordu.
"Hayır."
"Aşağı inip Hagrid'i görmeye gitsek?"
"Hayır... sen git..."
"Ne düşündüğünü biliyorum, Harry, aynayı düşünüyorsun. Bu gece gitme."
"Neden?"
"Bilmiyorum, içimde kötü bir his var - hem zaten Filch'ten, Snape'ten, Mrs Norris'ten yakayı zor sıyırdın. Seni görmezlerse görmesinler. Ya sana çarparlarsa? Ya bir şey devirirsen?"
"Hermione gibi konuşuyorsun."
"Ciddiyim, Harry, gitme."
Ama Harry'nin bir tek düşünce vardı kafasında, o da aynaya gitmekti, Ron da kendisini durduramazdı.
Üçüncü gece yolu çok daha çabuk buldu. Öyle hızlı yürüyordu ki, aklı başında birinin edemeyeceği kadar gürültü ediyordu, ama kimseyi görmedi.
İşte annesiyle babası karşısındaydı, gülümsüyorlardı, büyükbabalarından biri de keyifle baş sallıyordu. Harry aynanın tam karşısına, yere oturdu. Bütün geceyi orada, ailesinin yanında geçirmesine hiçbir şey engel olamazdı. Hiçbir şey.
Sadece -
"Eee - demek yine geldin, Harry?"
Harry bütün içinin buz kestiğini sandı. Arkasına baktı. Duvarın dibindeki sıralardan birinde Albus Dumbledore oturmaktaydı. Harry, ona fark etmeden dosdoğru aynaya gılmişti herhalde.
"Sizi - sizi görmedim, efendim."
"Görünmez olmak görme gücünü de azaltıyor galiba," dedi Dumbledore; Harry onun gülümsediğini görünce biraz rahatladı.
Dumbledore, sıradan kalkıp Harry'nin yanına çöktü. "Demek, sen de, senden önceki yüzlerce kişi gibi, Kelid Aynası'nın yarattığı mutluluğu buldun."
"Adının bu olduğunu bilmiyordum, efendim."
"Ama özelliğini anlamışsındır herhalde."
"Şey - ailemi gösteriyor bana -"
"Ron'u da Öğrenciler Başkanı olarak gösterdi.''
"Nereden biliyorsunuz?"
Dumbledore, yumuşak bir sesle, "Görünmez olmak için bir pelerin gerekmez bana," dedi. "Şimdi söylo bakalım, Kelid Aynası bizlere ne gösteriyor?"
Harry başını iki yana salladı.
"Ben söyleyeyim. Dünyanın en mutlu insanı, Kelid Aynası'nı sıradan bir ayna gibi kullanan insandır, ona bakınca kendini olduğu gibi görür. Anlatabildim mi?"
Harry düşündü. Sonra ağır ağır, "Ne istediğimizi gösteriyor bize... görmek istediğimizi..." dedi.
Dumbledore, "Hem evet, hem hayır," dedi usulca. "Bu ayna yüreklerimizin derinliklerinde yatan tutkuları, istekleri gösterir bize. Aileni hiç bilmedin sen, onları görürsün. Kardeşleri tarafından ezilen Ronald Weasley, kendisini onlardan üstün görür. Ama bu ayna bizi bilgiye, doğruya götürmez. Gösterdiklerinin gerçek olmadığını bilmeyenler onun önünde eriyip gitmişlerdir ya da akıllarını kaçırmışlardır.
"Ayna yarın yeni bir binaya götürülecek, Harry, bir daha gidip bakma ona. Günün birinde karşına çıkarsa da, hazırlıklı ol. Düşler dünyasına dalıp gerçek dünyayı, yaşamayı unutmak doğru değildir, unutma bunu. Hadi, şimdi o eşsiz Pelerin'i sırtına geçir, yatağına git."
Harry ayağa kalktı.
"Efendim - Profesör Dumbledore? Size bir şey sorabilir miyim?"
Dumbledore gülümsedi. 'Tabii, sordun ya zaten. Ama istersen bir şey daha sorabilirsin."
"Ayna'ya bakınca siz ne görüyorsunuz?"
"Ben mi? Elimde bir çift yün çorapla kendimi görüyorum."
Harry boş boş baktı.
"İnsanın hiç yeteri kadar çorabı olmuyor," dedi

GeCeLeR
12-10-2006, 01:30 AM
BÖLÜM 13 - Nicolas Flamel

Dumbledore. "Bir Noel daha gelip geçti, bir çift çorap veren olmadı. Herkes bana kitap armağan ediyor."
Harry yatağına uzanınca, Dumbledore'un belki de doğruyu söylemediğini düşündü. Scabbers'ı yastığından iterken aklına geldi: Ona çok kişisel bir soru sormuştu herhalde.
Dumbledore, Harry'yi bir daha Kelid Aynası'na gitmemesinin doğru olduğuna inandırmıştı; Görünmezlik Pelerini Noel tatili boyunca Harry'nin sandığının dibinde kaldı. Ayna'da gördüklerini unutmak istiyordu Harry, ama kolay değildi bu. Karabasanlar görmeye başladı. Annesiyle babasının yeşil bir ışığın çakışıyla yok olduklarını gördü düşlerinde, tiz bir sesin de kahkahalar attığım duydu.
Harry, düşlerini anlatınca, "Görüyorsun ya," dedi Ron, "Dumbledore haklıymış, ayna yüzünden aklını oynatabilirdin."
Dersler başlamadan bir gün önce dönen Hermione, konuya bir başka açıdan yaklaşıyordu. Harry'nin yatağından çıkıp üst üste üç gece koridorları arşınlamasından dehşete düşmüştü ("Ya Filch ser d yakalasaydı?"), bir yandan da onun Nicolas Flamel'in kim olduğunu öğrenememesinden duyduğu hayal kırıklığını dile getiriyordu.
Flamel'in adını kitaplıkta bulmaktan umudu kesmislerdi neredeyse, ama Harry bu adı bir yerde gördüğünden emindi. Dersler başlar başlamaz on dakikalık aralarda kitap karıştırmayı sürdürdüler. Harry'nin zamanı daha kısıtlıydı, çünkü Quidditch çalışmaları yeniden başlamıştı.
Wood takımı her zamankinden daha sıkı çalıştırıyordu şimdi. Karın yerini alan dinmek bilmeyen yağmur bile heveslerini kırmıyordu. Weasley'ler Wood'un fanatiğin teki olduğundan yakınıyorlardı, ama Harry, Wood'u destekliyordu. Bir sonraki maçta Hufflepuffı yenerlerse, Okul Şampiyonası'nda yedi yıldır ilk kere Slytherin'i geride bırakacaklardı. Kazanma tutkusu bir yana, çalışmalardan yorgun düşünce daha az karabasan gördüğünü fark etti Harry.
Sırılsıklam, çamurlu bir gün, çalışma sırasında onlara kötü bir haber vereceğini söyledi Wood. Weasley'lere kızmıştı zaten, iki kardeş birbirlerinin üstüne pike yapıyor, süpürgelerinden düşecekmiş gibi hoplayıp zıplıyorlardı.
"Bırakın soytarılığı!" diye bağırdı. "Maçı kaybedersek bu yüzden kaybederiz! Hakem Snape olacak; Gryffindor'dan puan silmek için de elinden geleni yapacak!"
Bunu duyunca, George Weasley gerçekten de düştü süpürgesinden.
Ağzındaki çamurları püskürterek, "Hakem Snape mi olacak?" dedi. "Ne zaman bir Quidditch maçını yönetmiş ki? Taraf tutar, Slytherin'i geçmemize izin vermez.
Takımın öteki oyuncuları da yakınmada George'u yalnız bırakmadılar.
"Suç bende değil ki," dedi Wood. "Temiz bir oyun çıkaralım, Snape'in bize takmasına fırsat vermeyelim."
Bütün bunlar iyiydi güzeldi de, Harry'nin Quidditch oynarken yanında Snape'i istememesinin bir başka nedeni vardı...
Çalışmadan sonra takım oyunculan her zamanki gibi çene çalarken, Harry Gryffindor ortak salonuna koştu; Ron'la Hermione satranç oynuyorlardı. Hermione sadece satrançta eziliyordu, Harry'yle Ron da bunun ona iyi geldiğini düşünüyorlardı.
Harry yanına oturunca, "Biraz konuşma benimle," dedi Ron. "Kendimi oyuna vermem " Harry'nin bakışını fark etti. "Nen var senin? Berbat görünüyorsun."
Kimse kendilerini duymasın diye, Harry alçak sesle Snape'in Quidditch maçında hakemlik edeceğim anlattı.
Hermione, "Oynama," dedi hemen.
"Hasta olduğunu söyle," dedi Ron.
Hermiore, "Ayağın kırılmış gibi yap," diye önerdi.
"Ayağını gerçekten kır," dedi Ron.
"Olmaz," dedi Harry. "Yedek Arayıcı yok. Ben oynamazsam Gryffindor bir şey yapamaz."
Tam o sırada Neville daldı ortak salona. Kimsenin yardımı olmadan delikten nasıl geçebildiğine kimse akıl erdiremedi - bacakları Bacak-Bağlama Laneti'yle birbirine yapışmıştı çünkü. Anlaşılan, Gryffindor Kulesi'nin merdivenlerini tavşan gibi hoplaya hoplaya çıkmıştı.
Hermione'den başka herkes gülmeye başladı. Hermione hemen fırlayıp karşı büyü yaptı. Bacakları birdenbire ayrılıveren Neville, titreyerek ayağa kalktı.
Onu Harry'yle Ron'un yanma oturtarak, "Ne oldu?" diye sordu Hermione.
Neville, hâlâ zangır zangır, "Malfoy," dedi. "Kitaplığın önünde karşılaştık. Bu büyüyü deneyecek birini arıyormuş."
"Profesör McGonagall'a git!" dedi Hermione. "Ona söyle!"
Neville başını iki yana salladı.
"Başka sorun istemiyorum," diye mırıldandı.
"Ona karşı direnmeyi öğrenmelisin, Neville!" dedi Ron. "Başkalarım ezmeye alışmış, ama önüne uzanıp da işini kolaylaştırmanın bir anlamı yok."
"Gryffindor'a yakışmayacak kadar yüreksiz olduğumu söyleme boşuna," dedi Neville. "Malfoy zaten söyledi."
Harry cüppesinin cebini karıştırıp Hermione'nin Noel'de ona armağan ettiği Çikolatalı Kurbağalardan sonuncusunu çıkardı. Neville'e uzattı onu. Neville neredeyse ağlayacaktı.
"Sen on iki Malfoy edersin," dedi Hany. "Seçmen Şapka seni Gryffindor'a seçti, öyle değil mi? Ya Malfoy nerede? Slytherin denilen o pislikte."
Neville, Kurbağa'yi kâğıdından çıkarırken belli belirsiz gülümsedi.
"Sağol, Harry... En iyisi yatayım ben... Kartını ister misin, onları biriktiriyorsun, değil mi?"
Neville uzaklaşırken, Ünlü Büyücü kartına baktı Harry.
"Yine Dumbledore," dedi. "İlk çıkan kartta da o vardı-"
Birdenbire yutkundu. Kartın arkasına dikti gözlerini. Sonra Ron'la Hermione'ye baktı.
"Buldum onu!" diye fısıldadı. "Flamel'i buldum! Bu adı bir yerde okuduğumu söylemiştim size. Buraya gelirken trende görmüştüm - dinleyin şunu: 'Profesör Dumbledore, özellikle 1945'te kara büyücü Grindelwald'ı yenmesiyle, ejderha kanının on iki ayrı konuda kullanılışını bulmasıyla ve arkadaşı Nicolas Flamel'la simya konusunda yürüttüğü çalışmalarla ünlüdür."
Hermione ayağa fırladı. İlk sınav notlarından beri hiç bu kadar heyecanlanmamıştı.
"Bir yere kımıldamayın!" dedi ve kızların yatakhanesine çıkan merdivene fırladı. Harry'yle Ron şaşkın şaşkın birbirlerine baktılar. Hermione biraz sonra kolunda kocaman, eski bir kitapla döndü.
Heyecanla, "Buna bakmayı akıl edememiştim!" diye fısıldadı. "Şöyle hafif bir şeyler okuyayım diye bunu haftalar önce kitaplıktan almıştım."
"Hafif mi?" dedi Ron, ama Hermione susmasını söyledi ona, kitapta bir şey bakacaktı, kendi kendine mırıldanarak çılgıncasına sayfalan çevirmeye koyuldu.
Sonunda aradığını buldu.
"Biliyordum! Biliyordum!"
Ron, anlamlı anlamlı, "Konuşabilir miyiz şimdi?" diye sordu. Hermione ona aldırmadı.
Çok önemli bir şey söyler gibi, "Nicolas Flamel," diye fısıldadı Hermione. "Felsefe Taşı'nın bilinen tek yapıcısıl"
Ama beklediği tepkiyi alamadı onlardan.
Harry'yle Ron, "Neyin?" dediler.
"Bana bakın, siz hiç kitap okumaz mısınız? İşte -okuyun şunu."
Kitabı onlara doğru itti, Harry'yle Ron okudular:
Eski simyacılık bilimi, olağanüstü güçleri olan efsanevi Felsefe Taşı'nın yapımıyla doğrudan ilişkilidir. Taş herhangi bir maddeyi altına çevirebilir, içeni ölümsüz kılan Yaşam İksiri'ni de yaratabilir.
Yüzyıllar boyunca Felsefe Taşı üstüne çok şey söylenmiştir, ama tek Taş, ünlü simyacı ve opera düşkünü Mr Nicolas Flamel'ın elinde bulunmaktadır. Geçen yıl altı yüz altmış beşinci yaş gününü kutlayan Mr Flamel, eşi Perenelle (altı yüz elli sekiz) ile Devon'da sakin bir yaşam sürmektedir.
Harry ile Ron okumayı bitirince, "Gördünüz mü?" dedi Hermione. "Köpek herhalde Flamel'ın Felsefe Taşı'nı koruyor! Arkadaş oldukları, birinin de onu çalacağından korktuğu için Dumbledore'a vermiştir. Bu yüzden onu Gringotts'tan çıkarmak istedi!"
"Altın yapan, insanın ölmemesini sağlayan bir taş!" dedi Harry. "Snape'in onu istemesi boşuna değil! Kim olsa ister."
Ron, "Flamel'i Büyücülükte Son Gelişmeler Üstüne Bir inceleme'de boşu boşuna aramışız," dedi. "Son gelişmelerle ilgisi olduğunu pek söyleyemeyiz - ne de olsa altı yüz altmış beş yaşında, öyle değil mi?"
Ertesi sabah Karanlık Sanatlara Karşı Savunma dersinde kurt adam ısırıklarına karşı alınacak önlemleri yazarken, Ron'la Harry Felsefe Taşı'ndan söz ediyorlardı hâlâ - bir ele geçirseler onunla neler neler yaparlardı... Ron kendi Quidditch takımını kuracağını söyleyince, Harry Snape'i ve yaklaşan maçı hatırladı.
"Oynayacağım," dedi Ron'la Hermione'ye. "Oynamazsam, bütün Slytherin'ler Snape'ten korktuğumu sanırlar. Göstereceğim onlara... bir kazanalım da görün siz, suratlarındaki o sırıtmayı nasıl kazıyıp yok edeceğim."
"Biz seni yerden kazımak zorunda kalmayalım da," dedi Hermione.
Ama Ron'la Hermione'ye ne söylerse söylesin, maç yaklaştıkça Harry'nin tedirginliği artıyordu. Takımın öteki oyuncuları da pek sakin değildi. Okul Şampiyonası'nda Slytherin'in önüne geçmek harika bir şeydi, yedi yıldır olmamıştı, ama böylesine taraf tutan bir hakemle başarabilecekler miydi?
Harry bilemiyordu, hayal gücünün yarattığı bir şey miydi bu, yoksa nereye gitse gerçekten hep Snape mi çıkıyordu karşısına? Snape'in onu izlediğini düşünüyordu bazen. İksir dersleri Harry için haftalık işkenceye dönüşmüştü - Snape öylesine acımasız davranıyordu ki kendisine. Felsefe Taşı'nı öğrendiklerinin farkında mıydı yoksa? Nasıl öğrenebilir diye düşünüyordu Harry - ama bazen korkunç bir duyguya, onun akıldan geçenleri okuyabildiği duygusuna kapılıyordu.
Harry, ertesi gün öğleden sonra arkadaşları kendisine iyi şanslar dilediğinde, Ron'la Hermione'nin neler düşündüğünü biliyordu: Acaba onu bir daha sağ görecekler miydi? Pek de rahatlatıcı bir şey değildi bu. Quidditch formasını giyip Nimbus İki Bin'ini hazırlarken, Wood'un yüreklendirici söylevini duymadı bile.
Bu arada Ron'la Hermione, Neville'in yanında bir yer bulmuşlardı; Neville onların neden bu kadar üzüntülü ve endişeli olduklarına da, neden asalarını yanlarında getirdiklerine de bir anlam veremiyordu. Harry de, Ron'la Hermione'nin gizli gizli Bacak-Bağlama Laneti çalıştıklarını bilmiyordu. Malfoy Neville'e yapınca akıllarına gelmişti bu, Snape Harry'yi incitecek bir şey yapmaya kalkarsa onun üstünde deneyeceklerdi.
Ron asasını cüppesinin koluna yerleştirirken, "Sakın unutma," dedi Hermione. "Locomotor Mortis."
"Biliyorum," dedi Ron. "Boyuna tekrarlama."
Soyunma odasında, Wood Harry'yi bir kenara çekmişti.
"Sana baskı yapmak istemem, Potter, ama Snitch'i ne kadar erken yakalayabilirsen o kadar iyi olur. Snape Hufflepuff ı açık açık kollamaya başlamadan önce maçı bitirmeye bak."
Kapıdan dışarı bir göz atan Fred Weasley, "Bütün okul burada!" dedi. "Vay canına baksanıza - Dumble-dore bile izlemeye gelmiş!"
Harry'nin yüreği tersyüz oluverdi sanki.
Kendi gözleriyle görmek için kapıya koşarken, "Dumbledore mu?" dedi. Fred haklıydı. O kır sakalı nerede görse tanırdı.
Neredeyse bir kahkaha atacaktı. Güvendeydi. Dumbledore seyirciler arasındaysa, Snape kendisini incitmeye kalkamazdı.
Takımlar alana çıkarken Snape'in o kadar öfkeli görünmesinin nedeni de buydu belki. Öfkesi Ron'un gözünden kaçmadı.
Hermione'ye, "Snape'i hiç bu kadar hain hain bakarken görmemiştim," dedi. "İşte çıkıyorlar. Ahh!"
Biri ensesini dürtmüştü hızla. Malfoy'du.
"Özür dilerim, Weasley, seni görmedim."
Malfoy, Crabbe'yle Goyle'a bakarak sırıttı.
"Bakalım Potter süpürgesinin üstünde ne kadar kalabilecek şimdi? Bahse girmek isteyen var mı? Sen ne dersin, Weasley?”
Ron yanıt vermedi. George Weasley bir Bludger'ı kendisine doğru savurduğu için Snape penaltı vermişti. Hermione, parmaklarını kucağında kenetlemiş, gözlerini Harry'ye dikmişti. Harry, Snitch'i kollayarak alanın üstünde atmaca gibi dönmekteydi.
Snape birkaç dakika sonra durup dururken Hufflepuffı bir penaltı atışıyla daha ödüllendirdi. Malfoy, yüksek sesle, "Gryffindor takımına bu oyuncuları neden seçiyorlar, biliyorum," dedi. "Onlara acıdıkları için. Potter'ın annesi babası yok, Weasley'lerin de parası yok - seni de takıma almaları gerekirdi, Longbottom, çünkü senin de beynin yok."
Neville mosmor kesildi, dönüp Malfoy'un suratına baktı.
"Ben senin gibi on iki kişiyi cebimden çıkarırım,"
diye kekeledi.
Malfoy, Crabbe ve Goyle kahkahadan kırıldılar; gözlerini maçtan ayıramayan Ron, "Doğru söylüyorsun, Neville," dedi.
"Longbottom, beyin altından yapılsaydı, sen Weasleyden bile yoksul olurdun."
Ron'un sinirleri, Harry'yi düşünmekten zaten bozulmuştu.
"Seni uyarıyorum, Malfoy - tek kelime daha söylersen -"
Hermione, "Ron!" dedi birdenbire. "Harry -!"
"Ne oldu? Nerede?"
Harry inanılmaz bir pike yapmıştı ansızın; seyirciler soluklarını tutarak alkışladılar onu. Hermione ayağa kalktı, parmaklarını çapraz yaparak ağzına götürdü; bu arada Harry kurşun gibi iniyordu.
Malfoy, "Şansın varmış, Weasley," dedi. "Harry yerde para gördü galiba!"
Ron dayanamadı. Malfoy ne olduğunu anlamadan üstüne çullanmıştı Ron, onu yere yıkmıştı. Neville bir an durakladı, sonra sıranın üstünden atlayarak arkadaşının yardımına koştu.
"Hadi, Harry!" diye bağırdı Hermione, Harry hızla Snape'e doğru giderken o da sıçramaya başladı -Ron'la Malfoy'un sıranın altında boğuştuklarını da, Ne-ville'le Crabbe ve Goyle'un yumruklaştıklarını da fark etmedi.
Havada, Snape süpürgesini tam zamanında çevirdi, kızıl bir şey hızla geçmişti yanından - bir an sonra Harry süpürgesini doğrultup yavaşça yere süzüldü, kolunu havaya kaldırmıştı zaferle, elinde Snitch'i tutuyordu.
Ortalık yıkılacaktı sanki; bir rekor olmalıydı bu, kimse Snitch'in bu kadar kısa sürede yakalandığını hatırlamıyordu.
Hermione, sıranın üstünde hoplayıp zıplayarak, "Ron! Ron! Neredesin? Oyun bitti! Harry kazandı! Biz kazandık! Gryffindor ilk sırada!" diye bağırdı; bir yandan da önünde oturan Parvati Patil'le kucaklaşıyordu.
Harry yere yarım metre kala süpürgesinden atladı. İnanamıyordu buna. Başarmıştı - oyun sona ermişti, beş dakika bile sürmemişti. Gryffindor'lar alanı doldururken, Snape'in bembeyaz kesilmiş yüzü, sıkılmış dişleriyle yere indiğini gördü - bir el duydu omzunda, dönüp bakınca Dumbledore'un gülümseyen yüzüyle karşılaştı.
Dumbledore, sadece Harry'nin işitebileceği bir sesle, "Çok iyiydin," dedi. "Ayna'ya takılıp kalmadığına da sevindim... yapacak başka işler bulmuşsun kendine... harika..."
Snape öfkeyle yere tükürdü.
Harry bir süre sonra tek başına çıktı soyunma odasından, Nimbus İki Bin'ini süpürge deposuna götürecekti. Hayatında daha mutlu olduğunu hatırlamıyordu. Gurur duyulacak bir şey yapmıştı - artık kimse onun sadece ünlü bir addan başka bir şey olmadığını ileri süremezdi. Akşam havası da hiç bu kadar güzel kokmamıştı doğrusu. Nemli çimenler üstünde yürürken son saati, mutluluk içinde, belli belirsiz, yeniden yaşadı: Gryffindor'lann koşarak gelmeleri, onu omuzlarına almaları, uzaklarda hoplayıp duran Ron'la Hermione, Ron'un kanayan burnuyla sevinç çığlıkları atması.
Bu arada depoya vardı. Tahta kapıya yaslanıp başını kaldırdı, batan güneşte pencereleri kıpkırmızı parlayan Hogwarts'a baktı. Gryffindor ilk sıraya geçmişti. Bunu da kendisi sağlamıştı. Snape'e gününü göstermişti...
Aklına tam Snape geldiği sırada...
Şatonun ön merdivenlerinden kukuletalı biri indi hızla. Kimseye görünmek istemiyordu anlaşılan, hızlı hızlı Yasak Orman'a doğru yürüdü. Harry ona bakarken biraz önceki zaferi unutuverdi. Yürüyüşünden anlamıştı, Snape'ti bu, herkes yemekteyken Orman'a gidiyordu - neler dönüyordu acaba?
Nimbus İki Bin'ine atladı Harry, havalandı. Sessizce şatonun üstünde süzülürken Snape'in koşarak ormana girdiğini gördü. Onu izledi.
Ağaçlar öylesine sıktı ki, Snape'in nereye gittiğini göremedi. Havada dönerek alçaldı, ağaçların üst dallarına değiyordu şimdi, birtakım sesler duydu. Seslerin geldiği yöne süzüldü, usulca bir kayın ağacının tepesine kondu.
Süpürgesine sıkı siki tutunarak, dikkatle dallardan birine tırmandı, yaprakların arasından neler olduğunu görmeye çalıştı.
Aşağıda, gölgeli bir açıklıkta Snape duruyordu, ama yalnız değildi. Quirell da oradaydı. Onun bakışlarını göremedi Harry, ama Quirrell her zamankinden daha çok kekeliyordu. Harry ne konuştuklarına kulak kabarttı.
"... b-b-benimle neden bu-burada bu-buluşmak istedin, a-a-anlamadım, Severus..."
Snape, buz gibi bir sesle, "Sadece ikimiz arasında özel bir konuşma olsun istedim," dedi. "Ne de olsa, öğrencilerin Felsefe Taşı'nı öğrenmeleri doğru değil."
Harry öne eğildi. Quirreil bir şeyler mırıldanıyordu. Snape onun sözünü kesti.
"Hagrid'in o canavarını nasıl atlatırız, öğrenebildin mi?"
"A-a-ama Severus, ben -"
Snape, Quirrell’a doğru bir adım atarak, "Düşmanın olmamı istemezsin, değil mi?" dedi.
"S-s-sen ne de-de-demek istiyorsun, anlamadım -" "Ne demek istediğimi pekâlâ biliyorsun." Bir baykuş öttü yüksek sesle, Harry az kalsın ağaçtan düşecekti. Kendini tam zamanında toparladı. Snape'in "- biraz hokus pokus yapacaksın. Bekliyorum," dediğini duydu.
"A-a-ama b-b-ben -"
Snape, "Peki öyleyse," diye sözünü kesti onun. "Yakında yine görüşeceğiz seninle, biraz daha düşün bakalım, çıkarının nerede olduğunu iyice düşün."
Pelerinini başına çekip oradan uzaklaştı. Karanlık basmıştı artık, ama Harry, Quirrell'ın orada taş kesilmiş gibi kalakaldığını görebildi.
Hermione, "Nerelerdeydin, Harry?" diye cırladı.
Harry'nin sırtını yumruklayarak, "Kazandık! Kazandın! Kazandık!" diye bağırdı Ron. "Malfoy'un gözünü mosmor ettim, Neville de Crabbe'yle Goyle'u tek başına haklamaya kalktı! Kendine gelemedi daha, ama Madam Pomfrey yakında ayağa kalkacağını söylüyor - Slytherin'i nasıl perişan ettin, anlat! Herkes ortak salonda seni bekliyor, .bir eğlence düzenledik, Fred'le George mutfaktan biraz pastayla başka şeyler
yürüttüler."
Harry, soluk soluğa, "Şimdi bırakın bunu," dedi. "Boş bir oda bulalım, önce size anlatacaklarımı bir dinleyin de..."
Kapıyı arkalarından kapamadan önce Peeves'in içeride olup olmadığına baktı, sonra da görüp duyduklarını anlattı.
"Demek haklıymışız, oradaki Felsefe Taşı'ymış,
Snape de onu çalmak için Quirrell'ın kendisine yardım etmesini istiyor. Fluffy'yi nasıl atlatacağını sordu - bir de Quirrell'ın 'hokus-pokus'u için bir şeyler söyledi. Taş'ı Fluffy'den başka şeyler de koruyor anlaşılan, birtakım büyüler, Quirrell da Snape'in yolunu açacak Karanlık Sanatlar-karşıtı bazı büyüler biliyor -"
Hermione, korkuyla, "Yani Taş ancak Quirrell Snape'e direndiği sürece mi güvende?" diye sordu.
"Önümüzdeki salı Taş yerinde olmayacak," dedi Ron.

GeCeLeR
12-10-2006, 01:30 AM
BÖLÜM 14 - Norveç Pütürlüsü Norbert

Quirrell sandıklarından da cesaretliydi galiba. Daha sonraki haftalarda gittikçe zayıfladı, sararıp soldu, ama pek boyun eğmişe benzemiyordu.
Harry, Ron ve Hermione ne zaman üçüncü kat koridorundan geçseler, kulaklarını Fluffy'nin boyuna hırladığı odanın kapısına dayıyorlardı. Snape öfke içinde koşturup duruyordu yine, bu da Taş'in güvende olduğunun bir belirtisiydi. Harry, Quirrell'la her karşılaşmasında, yüreklendirmek istercesine, ona gülümsüyordu; Ron da herkese Ouirrell'ın kekemeliğine gülmemelerini söylemeye başlamıştı.
Ama Hermione'nin kafasında Felsefe Taşı'ndan başka şeyler de vardı. Tuttuğu notlan temize çekmeye, zaman cetvellerini düzene koymaya, çizimleri renklendirmeye koyulmuştu. Harry'yle Ron pek aldırmayacaklardı buna, ama Hermione onların da aynı şeyi yapmalarını söylüyordu boyuna.
"Hermione, sınavlara daha yüzyıllar var."
"On hafta," diye kestirip attı Hermione. "Yüzyıllar değil. Nicolas Flamel için bir saniye sayılır."
Ron, "Ama biz altı yüz yaşında değiliz," diye hatırlattı. "Hem zaten notları niye temize çekiyorsun? Her şeyi biliyorsun nasıl olsa."
"Niye mi temize çekiyorum? Çıldırdın mı sen? İkinci sınıfa geçebilmek için bu sınavları vermek gerek. Çok önemli bu; çalışmaya bir ay önce başlamalıydım; bana ne oldu, bilmiyorum..."
Yazık ki, öğretmenler de Hermione gibi düşünüyorlardı. Öyle çok ödev verdiler ki, Paskalya tatili Noel tatilinin yanında pek sönük kaldı. İnsan, yanında boyuna ejderha kanının on iki ayrı kullanılışını ezberleyen ya da asasıyla çalışmalar yapan biri olunca, dinlenemiyordu. Harry'yle Ron boş zamanlarının çoğunu kitaplıkta geçirdiler Hermione'yle, çalıştılar da çalıştılar.
Bir gün öğleden sonra, "Bunu hiç hatırlamayacağım!" diye patladı Ron, tüy kalemini fırlatıp attı, kitaplık penceresinden dışarıya özlemle bakmaya başladı. Aylardır en güzel havaydı bu. Gök pırıl pırıldı, unutmabeni mavişiydi, yazın geldiğinin ilk belirtileri görülüyordu.
Bin Bir Büyülü Ot ve Mantarda "Geyikotu"nu arıyordu Harry. Ancak Ron, "Hagrid! Sen ne arıyorsun kitaplıkta?" deyince kafasını kaldırdı.
Hagrid belirmişti tepelerinde, arkasında bir şey saklıyordu Köstebek kürkü paltosuyla oraya pek yakışmıyordu doğrusu.
İlgilerim hemen çeken kararsız bir sesle, "Öyle bakıyordum," dedi. "Siz ne yapıyorsunuz bakalım?" Ansızın kuşkulanmıştı. "Hâlâ Nicolas Flamel'ı aramıyorsunuz ya?"
Ron, onu etkilemek istercesine, "Ohoo," dedi, "onun kim olduğunu öğreneli yüzyıllar oldu. Köpeğin de neyi koruduğunu biliyoruz - Felsefe Ta-"
"Şşşş!" Hagrid, bunu kimsenin duyup duymadığını anlamak için çevresine bakındı. "Sakın kimseye söyleme bunu. Ne bağırıp duruyorsun öyle?"
Harry, "Aslında sana sormak istediğimiz birkaç şey var," dedi. "Taş'ı Fluffy'den başka kim koruyor, onu -"
Hagrid, "ŞŞŞŞ!" dedi yine. "Bakın - daha sonra gelip görün beni. Bir şey söyleyeceğime söz vermiyorum. Öğrencilerin bunu bilmesine izin yok. Sonra ben ağzımdan kaçırdım sanırlar -"
Harry, "Sonra görüşürüz öyleyse," dedi.
Hagrid çekip gitti.
Hermione, düşünceli düşünceli, "Arkasında ne saklıyordu?" dedi
"Taş'la bir ilgisi var mı acaba?"
"Gidip öğreneyim," dedi Ron. "Bakalım hangi bölümdeymiş." Yeteri kadar çalışmıştı zaten. Bir dakika sonra da kucağında bir yığın kitapla döndü, onları masaya bıraktı.
"Ejderhalar!" diye fısıldadı. "Hagrid ejderhalarla ilgili kitaplar arıyormuş! Şunlara bakın: Büyük Britanya ve irlanda'da Ejderha Türleri; Yumurtadan Cehenneme, Ejderha Sahibinin El Kitabı."
"Hagrid hep bir ejderhası olsun isterdi," dedi Harry. "İlk karşılaştığımızda söylemişti."
"Ama yasalarımıza aykırı bu," dedi Ron. "Ejderha yetiştirmek, 1709 Büyücüler Kongresi'nde yasaklanmıştı, herkes bilir bunu. Bahçelerimizde ejderha beslemeye kalkışacak olsaydık Muggle'lar hemen fark ederdi bizi - zaten ejderhaları evcilleştiremezsin ki, çok tehlikelidir. Romanya'da yırtıcı ejderha peşinde koşan Charlie'nin yanıklarını bir görseniz..."
"Ama İngiltere'de yırtıcı ejderha yok, öyle değil mi?" dedi Harry.
"Olmaz olur mu!" dedi Ron. "Gal Yeşilleri'yle İbrani Siyahlan. Neyse ki, Sihir Bakanlığı onları etkisiz kıldı. Bizimkiler de Muggle'lara büyü yaptı zaten, onları görürlerse hemen unutsunlar diye."
Hermione, "Öyleyse Hagrid ne işler çeviriyor acaba?" diye sordu.
Bir saat sonra bekçi kulübesinin kapısını çaldıklarında, bütün perdelerin örtük olduğunu görüp şaşırdılar. Hagrid, "Kim o?" diye seslendi, sonra onları içeri alıp kapıyı hemen kapadı.
İçerisi fırın gibi sıcaktı. Ilık bir gündü, ama ocak harıl harıl yanıyordu. Hagrid onlara çay yaptı, kakımlı sandviç ikram etti - ama ellerini bile sürmediler.
"Eee - bir şey mi soracaktınız bana?"
"Evet," dedi Harry. Lafı döndürüp dolaştırmanın bir anlamı yoktu. "Söyle bakalım, Felsefe Taşı'nı Fluffy'den başka ne koruyor?"
Hagrid kaşlarını çattı.
"Söyleyemem elbet," dedi. "Bir: Ben kendim bile bilmiyorum. İki: Siz zaten öyle çok şey öğrenmişsiniz ki, bilsem de söylemezdim. Bu Taş'ın burada olmasının belirli bir nedeni var. Az kalsın Gringotts'tan çalınacaktı - bunu da öğrenmişinizdir herhalde! Fluffy'yi nereden öğrendiniz, aklım ermedi."
Hermione, sıcacık bir sesle onu pohpohlayarak, "Hadi, Hagrid," dedi, "belki bize söylemek istemiyorsun, ama bilirsin sen; burada neler olup bitiyorsa hepsinden haberin vardır." Hagrid'in sakalı titredi; galiba gülümsüyordu. Hermione, "Bekçiliği kim yapıyor, biz onu merak ediyorduk sadece," diye sürdürdü konuşmasını. "Dumbledore kime bu kadar güveniyor, senden başka."
Bu son sözlerle göğsü kabardı Hagrid'in. Harry'yle Ron gülümseyerek Hermione'ye baktılar.
"Eh, size anlatmamın bir zararı olmaz herhalde... durun bakalım... Fluffy'yi benden ödünç aldı... bazı öğretmenler de büyü yaptılar... Profesör Sprout - Profesör Flitwick - Profesör McGonagall -" Bir yandan da parmaklarıyla sayıyordu. "Profesör Quirrell - Dumbledore da bir şeyler yaptı tabii. Bir dakika, az kalsın unutuyordum. Bir de Profesör Snape."
"Snape mi?"
"Evet - hâlâ kafanız basmıyor, değil mi? Bana bakın, Profesör Snape, Taş'ın korunmasına yardımcı oldu, şimdi kalkıp da onu çalacak değil ya!"
Harry, Ron'la Hermione'nin de kendisi gibi aynı şeyleri düşündüğünü biliyordu. Snape, Taş'ın korunmasında görev aldıysa, öteki öğretmenlerin büyülerini de bilebilirdi. Belki de her şeyi biliyordu zaten - Quirrell'ın büyüsü ve Fluffy'yi atlatmaktan başka.
Harry, merakla, "Fluffy'yi geçebilecek tek kişi sensin, öyle değil mi, Hagrid?" diye sordu. "Kimseye de söylemezsin, değil mi? Öğretmenlerden birine bile?"
Hagrid, "Bir ben biliyorum, bir de Dumbledore biliyor," diye böbürlendi.
Harry, "Neyse," dedi ötekilere, "bu da bir şey. Pencereyi biraz açabilir miyiz, Hagrid? Piştim."
"Bağışla, Harry, açamam," dedi Hagrid. Harry onun ocağa bir göz attığını fark etti. O da baktı.
"Hagrid - nedir bu?"
Ama ne olduğunu anlamıştı bile. Ateşin tam ortasında, kazanın altında kocaman, siyah bir yumurta vardı.
Sakalıyla tedirgin tedirgin oynayarak, "Haa," dedi Hagrid. "Bu - şey..."
Ron, yumurtaya daha yakından bakabilmek için ocak başına eğilerek, "Nereden aldın bunu, Hagrid?" diye sordu. "Dünyanın parasını vermişindir."
"Kazandım," dedi Hagrid. "Dün gece. Köye inmiştim, bir iki kadeh içeyim diye, yabancının tekiyle kâğıt oynadık. Ne yalan söyleyeyim, bundan kurtulduğuna sanki sevindi."
"Yumurtadan çıkınca ne yapacaksın?" diye sordu Hermione.
Hagrid, yastığının altından koca bir kitap çıkararak
"Bir şeyler okuyordum," dedi. "Bunu kitaplıktan aldım - Zevk ve Kazanç için Ejderha 'Yetiştirme - biraz eski bir kitap elbet, ama içinde her şey var. Yumurtayı ateşte tutacaksın, çünkü anneleri boyuna alev üflüyor onlara, çıkınca da yarım saatte bir piliç kanı karıştırılmış bir kova konyakla besleyeceksin. Şuraya bakın - değişik yumurtaları nasıl tanıyacaksın - benimki Norveç Pütürlüsü. Pek ender bulunuyor bunlar."
Pek mutlu görünüyordu, ama Hermione öyle düşünmüyordu.
"Hagrid," dedi, "sen ahşap bir evde oturuyorsun." Ama Hagrid dinlemiyordu bile. Ateşi kurcalarken bir şarkı mırıldanıyordu keyifle.
Endişe edecek bir konu daha çıkmıştı şimdi: Biri Hagrid'in kulübesinde yasal olmayan bir ejderha beslediğim anlarsa ne olacaktı?
Bir akşam dağ gibi ödevlerle boğuştuktan sonra, Ron, iç çekerek, "Huzurlu yaşam dedikleri nasıl bir şey acaba?" diye sordu. Hermione, Harry'yle Ron'un zaman cetvellerini de temize çekmeye başlamıştı. Bu, ikisini de çıldırtıyordu.
Bir gün Hedwig kahvaltıda bir başka not daha getirdi Hagrid'den. Notta iki sözcük vardı sadece: Yumurtadan çıkıyor.
Ron, Bitkibilim dersini asıp kulübeye gitmek istedi hemen. Hermione karşı koydu.
"Hermione, insan bir ejderhanın yumurtadan çıkışını yaşamı boyunca kaç kere görür?"
"Dersimiz var, başımız derde girer, bir de Hagrid'in başına gelecekleri düşün, bizimki onun yanında hiç kalır - ne yaptığını öğrenirlerse - "
"Sus!" diye fısıldadı Harry.
Malfoy birkaç adım ötelerindeydi, konuşulanları duymak için durmuştu. Ne kadarını işitmişti acaba? Harry, Malfoy'un bakışını hiç mi hiç beğenmedi.
Ron'la Hermione Bitkibilim dersine kadar tartıştılar; sonunda Hermione ders arasında onlarla birlikte kulübeye gitmeye razı oldu. Şatonun çanları çalınca malalarını hemen bıraktılar, bahçeyi geçip Orman'in kıyısına koştular. Hagrid onları karşıladı, kıpkırmızı kesilmişti, heyecanlıydı.
"Çıktı çıkacak." Onları içeri aldı.
Yumurta masanın üstündeydi. Derin çatlaklar vardı kabuğunda. İçinde bir şeyler kıpırdıyor, garip tıkırtılar duyuluyordu.,
İskemlelerini masaya yanaştırdılar, soluklarını tutarak bakmaya başladılar.
Ansızın bir kazıma sesi geldi kulaklarına, yumurta kırılıverdi. Bebek ejderha masaya düştü. Pek güzel olduğu söylenemezdi; Harry kırık, siyah bir şemsiyeye benzetti onu. Kılçıklı kanatlan, incecik simsiyah bedenine göre çok büyüktü, geniş delikli uzun bir burnu, boynuzlan, patlak, turuncu gözleri vardı.
Hapşırdı. Birkaç kıvılcım fışkırdı burnundan.
"Ne kadar güzel, değil mi?" diye mırıldandı Hagrid.
Okşamak için elini ejderhanın başına uzattı. Bebek, sivri dişlerini göstererek onun parmaklarını kapmaya kalktı.
Hagrid, "Şuna bakın, annesini nasıl tanıdı!" dedi.
"Hagrid," dedi Hermione, "Norveç Pütürlüleri ne kadar çabuk büyüyor, biliyor musun?"
Hagrid tam yanıt verecekti ki, beti benzi atıverdi -ayağa kalkıp pencereye koştu.
"Ne oldu?"
"Biri perdenin arasından bakıyordu - bir çocuk -okula doğru koşuyor."
Harry kapıya fırladı hemen, dışan baktı. Ne kadar uzakta olsa da tanırdı onu.
Malfoy ejderhayı görmüştü.
Ertesi hafta boyunca Malfoy'un suratına yerleşen o sırıtma, Harry'yi de, Ron'u da, Hermione'yi de çok tedirgin etti. Üçü de boş zamanlarının çoğunu Hagrid'in ışıksız kulübesinde geçiriyor, onu kandırmaya çalışıyordu.
Bir gün, "Bırak gitsin," diye üsteledi Harry. "Özgürlüğüne kavuştur."
Hagrid, "Yapamam," dedi. "Daha çok küçük. Ölür."
Ejderhaya baktılar. Bir tek haftada boyu üç kat uzamıştı. Burun deliklerinden duman fışkınyordu boyuna. Hagrid, ejderhaya bakmak bütün zamanını aldığından, bekçilik işini aksatıyordu. Yer boş konyak şişelerinden, tavuk tüylerinden geçilmiyordu.
Ejderhaya buğulu gözlerle bakarak, "Adını Norbert koymaya karar verdim," dedi Hagrid. "Artık beni tanıyor, bakın. Norbert! Norbert! Neredeymiş anneciğin?"
Ron, Harry'nin kulağına, "Kafayı iyice yemiş," diye fısıldadı.
Harry, yüksek sesle, "Hagrid," dedi, "Norbert iki haftaya kalmaz, senin kulübe kadar olur. Malfoy da zaten Dumbledore'a söyler."
Hagrid dudağım ısırdı.
"Biliyorum - biliyorum, hep burada tutamam onu, ama kalkıp da dışarı atamam ki."
Harry Ron'a döndü ansızın.
"Charlie," dedi.
"Sen de kafayı yemişsin," dedi Ron. "Benim adım Ron, unuttun mu?"
"Hayır - Charlie - ağabeyin Charlie. Romanya'da. Ejderhaları inceliyor. Norbert'i ona gönderebiliriz. Charlie ona bakar, sonra doğal ortamına bırakır!"
"Harika!" diye bağırdı Ron. "Sen ne dersin, Hagrid?"
Sonunda Hagrid de kabul etti bunu, baykuşla mektup yollayıp Charlie'ye sormayı kararlaştırdılar.
Bir hafta daha geçti. Çarşamba gecesi Hermione'yle Harry ortak salonda tek başlarına oturuyorlardı, herkes çoktan yatmıştı. Duvar saati gece yansını çalmıştı ki, resimdeki delik açılıverdi. Ron, sırtından Harry'nin Görünmezlik Pelerini'ni atarak ortaya çıktı. Hagrid'in kulübesine, ejderhayı doyurmak için yardıma gitmişti; Norbert sandığın yanındaki ölü fareleri yiyordu şimdi.
Kanlı bir mendile sarılı elini göstererek, "Beni ısırdı!" dedi. "Bir hafta boyunca tüy kalem tutamam artık. Söylüyorum size, ben bundan daha korkunç bir hayvan görmedim, ama Hagrid'in gözünde tıpkı bir tavşan. Beni ısırınca, onu korkuttuğumu söyleyerek kapı dışarı etti. Ayrılırken de ona ninni söylüyordu."
Karanlık pencerenin tıklatıldığım duydular.
"Hedwig!" dedi Harry, onu içeri almak için pencereye koştu. "Charlie'nin yanıtım getirmiş!"
Kafa kafaya vererek notu okudular:
Sevgili Ron,
Nasılsın? Mektuba teşekkürler - Norveç Pütürlüsü'nü sevinçle alırım, ama onu buraya göndermek pek kolay olmayacak. En iyisi, önümüzdeki hafta buraya beni ziyarete gelecek arkadaşlarımla gönderin. Bütün sorun, onların yasal olmayan bir ejderhayı taşırken görülmeleri.
Pütürlü'yü cumartesi gece yarısı en yüksek kulenin tepesine çıkarabilir misiniz? Sizinle orada buluşur, karanlıkta onu alırlar.
Bana en kısa zamanda bir yanıt gönder.
Sevgiler,
Charlie
Birbirlerine baktılar.
"Görünmezlik Pelerini'miz var," dedi Harry. "Pek güç olmaz sanırım - Pelerin ikimizi de, Norbert'i de örter İki arkadaşının da bunu kabul etmesi, haftanın ne kadar kötü geçtiğinin bir kanıtıydı sanki. Norbert'ten kurtulmak için her şeyi göze alırlardı - Malfoy'dan da.
Beklenmedik bir şey oldu. Ron'un ışınlan eli kütük gibi şişti. Madam Pomfrey'e göstermesi doğru olur muydu acaba - ejderha ısırığı olduğu anlaşılır mıydı? Ama öğleden sonra başka seçenek kalmamıştı. Kesik pis bir yeşile dönüşmüştü. Norbert'in dişleri herhalde zehirliydi.
Harry'yle Hermione gün sonunda hastaneye koştuklarında, Ron'u yorgan döşek yatar buldular.
"Sadece elim değil," diye fısıldadı Ron. "Orası öyle, sanki bileğimden kopup düşüverecek gibi. Malfoy, Madam Pomfrey'e gidip beni görmek, kitaplarımdan birini ödünç almak istediğim söylemiş; gelip benimle alay etti. Beni neyin ısırdığını ona söyleyecekmiş - köpek ısırdı dedim, ama Madam Pomfrey pek inanmadı - Quidditch maçında Malfoy'a vurmamalıydım, onun için yapıyor bunu."
Harry'yle Hermione Ron'u yatıştırmaya çalıştılar.
"Cumartesi gecesine kadar bir şeyin kalmaz," dedi Hermione, ama bu da Ron'u yatıştırmadı. Tam tersine,yattığı yerden hemen doğruldu Ron, her yanı kan ter içinde kalmıştı.
Kısık bir sesle, "Cumartesi gecesi mi?" dedi. "Hayır - olamaz - şimdi hatırladım Charlie'nin mektubu Malfoy'un aldığı kitabın içindeydi. Norbert'i göndereceğimizi öğrenecek."
Harry'yle Hermione'nin bir şey söylemesine fırsat kalmadı; Madam Pomfrey girdi içeri, Ron'un uyuması gerektiğini söyleyerek onları odadan çıkardı.
Harry, "Artık planı değiştirmek için çok geç," dedi Hermione'ye. "Charlie'ye bir baykuş daha yollayacak vaktimiz yok; bu da Norbert'ten kurtulmak için tek şansımız. Göze alacağız. Görünmezlik Pelerini'miz de var; Malfoy bunu bilmiyor."
Her şeyi anlatmak için Hagrid'e gittiklerinde, zağar Fang'i kapının önünde, kuyruğu sarılı otururken buldular; Hagrid onlarla konuşmak için pencereye çıktı.
"Sizi içeri alamam," diye pofladı. "Norbert'in sağı solu belli olmuyor - ama ben başa çıkabilirim."
Charlie'nin mektubunu söylediklerinde gözleri yaşardı - tam o sırada bacağım ısırmıştı Norbert, belki de o yüzden yaşarmıştı.
“Aah! Zararı yok, çizmemi ısırdı sadece - oynuyor - ne de olsa, daha bebek."
Bebek kuyruğunu duvara öyle bir vurdu ki, bütün pencereler zangırdadı. Harry'yle Hermione şatoya döndüler, cumartesiyi iple çekiyorlardı.
Yapacakları şey kendilerini o kadar korkutmasaydı, Norbert'ten ayrılma zamanı geldiğinde Hagrid için üzülürlerdi. Çok karanlık, bulutlu bir geceydi, Hagrid'in kulübesine gitmekte biraz gecikmişlerdi, Giriş Salonu'nda bir başına duvar tenisi oynayan Peeves'in çekilmesini beklemek zorunda kalmışlardı çünkü.
Hagrid, Norbert'i büyük bir sandığa koyup hazırlamıştı.
"Yolculuk için bir sürü fareyle biraz konyak koydum," dedi boğuk bir sesle. oyuncak ayısı da yanında. Yalnızlık çekmesin diye."
Sandığın içinden birtakım hışırtılar yükseldi; Harry'ye oyuncak ayı kafasından oluyormuş gibi geldi.
Harry'yle Hermione sandığı Görünmezlik Pelerini'yle örtüp kendileri de altına girerlerken, "Güle güle, Norbert!" diye hıçkırdı Hagrid. "Anneciğin seni hiç unutmayacak!"
Sandığı şatoya nasıl taşıdılar, kendileri de bilmiyorlardı. Norbert'i sırtlayıp Giriş Salonu'ndaki mermer merdivenlerden çıkarıp karanlık koridorlarda ilerledikleri sırada saat gece yarısını vurmak üzereydi. Bir merdiven, bir merdiven daha - Harry'nin kestirme yollan bilmesi bile işlerini pek kolaylaştırmadı.
En yüksek kulenin altındaki koridora vardıklarında, "Geldik sayılır!" diye pofladı Harry.
Derken birdenbire bir kıpırtı oldu önlerinde, az kalsın sandığı düşürüyorlardı. Görünmez olduklarını unutup karanlıkta bir yere saklandılar; tam adım kadar ötelerinde belli belirsiz iki gölge vardı. Bir fener ışıdı.
Profesör McGonagall, sırtında ekose bir sabahlık, saçlarında bir file, Malfoy'un kulağına yapışmıştı.
"Cezanı çekeceksin!" diye bağırdı. "Slytherin'den de yirmi puan siliyorum! Gece yarısı dolaşıp duruyorsun, ha? Nasıl yaparsın bunu?"
"Anlamıyorsunuz, Profesör, Harry Potter geliyor bir ejderhayla!"
"Zırvalama! Bu yalanlan nereden uyduruyorsun? Yürü - bütün bunları Profesör Snape'e anlatacağım,
Malfoy!"
Bundan sonra kulenin tepesine dönerek çıkan dik merdiveni tırmanmak dünyanın en kolay şeyiydi artık. Soğuk gece havasım duyunca Pelerin'i attılar, yine doğru dürüst soluk alabildikleri için seviniyorlardı. Hermione dans bile etti.
"Malfoy cezalandırıldı! Şarkı söyleyesim geliyor!"
Harry, "Söyleme," diye uyardı onu.
Malfoy'un halini düşünüp kıkırdayarak beklediler, Norbert sandığında çırpınıp duruyordu. On dakika sonra, dört süpürge belirdi karanlıkta, süzülerek yanlarına indi.
Charlie'nin arkadaşları pek neşeli insanlardı. Harry'yle Hermione'ye bir koşum takımı gösterdiler;
Norbert'i ona koşacaklar, sonra da havada sallandırarak götüreceklerdi. Hep birlikte işe koyuldular, Norbert koşuldu, Harry'yle Hermione, Charlie'nin arkadaşlarıyla tokalaşıp onlara teşekkür ettiler.
Sonunda gidiyordu Norbert... gidiyordu... gitti.
Dik merdiveni indiler sonra, Norbert'ten kurtuldukları için yürekleri de elleri kadar hafiflemişti. Ejderha yoktu artık - Malfoy da cezalandırılmıştı - mutluluklarını ne bozabilirdi ki?
Bunun yanıtı merdivenlerin dibinde bekliyordu kendilerini. Koridora adım atar atmaz Filch'in suratı belirdi karanlıkta.
"Vay, vay, vay," diye fısıldadı Filch, "birilerinin başı dertte galiba."
Görünmezlik Pelerini'ni kulenin tepesinde unutmuşlardı.

GeCeLeR
12-10-2006, 01:31 AM
BÖLÜM 15 - Yasak Orman

Durum bundan kötü olamazdı.
Filch onlan Profesör McGonagall'ın ilk kattaki çalışma odasına götürdü; orada oturup birbirlerine tek kelime söylemeden Öylece beklediler. Hermione tir tir titriyordu. Harry'nin beyninde bin türlü özür, uydurma nedenler, saçma sapan bahaneler dönüp duruyordu; her aklına gelen bir öncekinden daha anlamsızdı. Artık bu kere yakayı sıyıracaklarını hiç sanmıyordu. Köşeye sıkıştırılmışlardı. Nasıl olur da Pelerin'i unuturlardı? Profesör McGonagall gecenin bir yarısında yataklarından fırlayıp okulda dört dönmelerini dünyada kabullenmezdi; üstelik dersler dışında çıkmaları yasak olan en yüksek kuleye tırmanmışlardı. İşin içine bir de Norbert'le Görünmezlik Pelerini'ni kattın mıydı, yol görünmüştü, tası tarağı toplayacaktın.
Harry durumun bundan kötü olamayacağını mı sanıyordu? Profesör McGonagall odaya girdiğinde, yanında Neville de vardı.
Neville onlnı ı görür görmez, "Harry!" diye bağırdı.
"Sizi aramaya çıkmıştım, uyarmak için; Malfoy'un söylediklerini duydum, sizi yakalayacakmış, yanınızda bir ejder-"
Harry, Neville'i susturmak için başını iki yana salladı hızla, ama Profesör McGonagall bunu gördü. Üçünün tepesine dikildi, Norbert'ten bile daha çok alev püskürtecekti sanki.
"Hiçbirinizden beklemezdim bunu. Mr Filch astronomi kulesine çıktığınızı söylüyor. Saat gecenin biri. Anlatın bakalım."
Hermione bir öğretmenin sorusunu ilk kere yanıtsız bıraktı. Bir heykel kadar hareketsiz, terliklerine bakıyordu.
Profesör McGonagall, "Neler döndüğünü galiba biliyorum," dedi. "Bunu anlamak için üstün zekâlı olmak gerekmez. Draco Malfoy'un kafasına uydurma bir ejderha öyküsü soktunuz, geceleyin kalkıp başı derde girsin diye. Onu yakaladım bile. Longbottom'ın da bu palavraya inandığını sanıp için için gülüyorsunuz, öyle değil mi?"
Harry, Neville'le göz göze geldi; bunun doğru olmadığını anlatmaya çalıştı bakışıyla; Neville çok incinmişe benziyordu çünkü. Zavallı, şaşkın Neville - o karanlıkta kendilerini bulup uyarmak için kim bilir nelar çekmişti.
"İnanamıyorum," dedi Profesör McGonagall. "Aynı gece dört öğrenci birden ayakta! Böyle bir şeyi ne duydum, ne işittim! Siz, Miss Granger, ben de sizi daha akıllı biri bilirdim. Size gelince, Mr Potter, sizin için Gryffindor'un anlamı bütün bunlardan daha önemlidir sanıyordum. Üçünüz de cezalandırılacaksınız - evet, siz de, Mr Longbottom, geceleri okulda dört dönme hakkını kimse vermez size, özellikle bu günlerde, çok tehlikeli bir şey bu - Gryffindor'dan elli puan silinecek."
"Elli mi?" diye kekeledi Harry, son Quidditch maçında başa geçmişlerdi, ama ilk sıradaki yerlerini yitirirlerdi şimdi.
Profesör McGonagall, sivri burnundan derin derin soluyarak, "Adam başına elli puan," dedi.
"Profesör - lütfen -"
"Yapamazsınız bunu -"
"Ne yapıp ne yapamayacağımı senden öğrenecek değilim, Potter. Şimdi hepiniz doğru yatağınıza. Gryffindor'lu öğrencilerden hiç bu kadar utanmamıştım."
Yitirilen yüz elli puan. Bu, son sıraya indiriyordu Gryffindor'u. Okul Kupası için büyük bir olanağı tek gecede yok etmişlerdi. Harry, sanki midesi delinmiş gibi bir duyguya kapıldı. Durumu nasıl düzeltebilirlerdi?
Harry bütün gece gözünü kırpmadı. Neville'in sanki saatler boyunca yastığına gömülüp hıçkırdığını duydu. Onu rahatlatacak bir söz bulamıyordu. Neville'in de, kendisi gibi, sabah olmasını istemediğini biliyordu, yaptıklarını öğrenince öteki Gryffindor'lar ne diyeceklerdi?
Ertesi gün Gryffindor'lar, binaların puanlannı gösteren dev kum saatlerinin yanından geçerken, önce bir yanlışlık olduğunu sandılar. Nasıl olur da bir günde ansızın yüz elli puan birden yitirirlerdi? Derken bir söylenti yayıldı ortalığa: Harry Potter, ünlü Harry Potter, iki Quidditch maçının kahramanı Harry Potter, salak birkaç birinci sınıf öğrencisiyle birlikte, bu puanların yitirilmesine neden olmuştu.
Harry okulun en sevilen, en beğenilen insanlarından biriydi, ansızın en nefret edilen kişi olup çıkıvermişti şimdi. Okul Kupası'nı Slytherin'in almasını istemeyen Ravenclavlarla Hufflepuff lar bile sırt çevirdiler ona. Harry nereye gitse herkes parmağıyla onu gösteriyor, aşağılayıcı sözler söylerken sesini alçaltmaya bile gerek duymuyordu. Öte yandan, Slytherin'ler onu alkışlıyor, ıslık çalarak, "Sağol, Potter, bunu sana borçluyuz!" diye bağırıyorlardı.
Sadece Ron destekliyordu onu.
"Birkaç haftaya kalmaz, unuturlar. Fred'le George buraya geldiklerinden beri ne puanların silinmesine neden oldular, yine de herkes onlan seviyor."
Harrv, boynu bükük, "Ama tek kerede yüz elli puan sildirtmediler, değil mi?" dedi.
Ron, "Orası öyle," demek zorunda kaldı.
Zararı gidermek için iş işten geçmiş sayılırdı, ama Harry bir daha kendini ilgilendirmeyen şeylere bulaşmamaya yemin etti. Bütün bunlar çevreyi gizli gizli kolaçan etmek yüzünden gelmişti başına. Öylesine utanıyordu ki, Wood'a gidip Quidditch takımından ayrılmak istediğini söyledi.
"Ayrılmak mı?" diye gürledi Wood. "Ne işe yarar bu? Quidditch'te de kazanamazsak, yitirdiğimiz puanlan nereden alacağız?"
Ama Quidditch'in bile tadı kaçmıştı. Çalışmalar sırasında takım arkadaşları onunla konuşmuyorlardı, konuşmak zorunda kalsalar bile ona "Arayıcı" diye sesleniyorlardı.
Hermione'yle Neville de acı çekiyorlardı. Harry gibi ünlü olmadıkları için onun kadar ezilmiyorlardı, ama onlarla da kimse konuşmuyordu. Hermione derslerde dikkatleri üstüne çekmeyi bırakmıştı, başım önüne eğip sessizce çalışıyordu.
Harry sınavların yaklaştığına neredeyse seviniyordu. Dersleri gözden geçirirken derdini unutur gibi oluyordu. Ron ve Hermione'yle birlikte gece yarılarına kadar çalışıyorlar, karmaşık iksirlerde kullanılan maddeleri hatırlamaya uğraşıyorlar, tılsımların, büyülerin üzerinden bir daha geçiyorlar, büyücülükte önemli buluşların, cin ayaklanmalarının tarihlerini ezberliyorlardı...
Sınavların başlamasına yaklaşık bir hafta kala, Harry'nin kendini ilgilendirmeyen işlere bulaşmama konusundaki yemini de beklenmedik biçimde sınandı. Bir gün öğleden sonra tek başına kitaplıktan dönerken, yukarıdaki sınıflardan birinde bağırışlar duydu Harry. Yaklaşınca, Quirrell'm sesini işitti. "Ha-ha-hayır, olmaz, lütfen -" Sanki biri gözünü korkutuyordu onun. Harry daha
da yaklaştı.
Quirrell'in hıçkırdığını duydu: "Peki - peki -"
Sonra, sarığını düzelterek, Quirrell hızla çıktı sınıftan. Bembeyaz kesilmişti, dokunsalar ağlayacaktı. Gözden uzaklaştı; Harry'yi fark etmemişti bile. Ayak sesleri uzaklaşınca kadar bekledi Harry, sonra sınıfa bir göz attı. Boştu sınıf, ama öteki kapısı aralıktı. Harry yolu yarılamıştı ki, hiçbir şeye bulaşmama konusundaki yeminini hatırladı.
Ama on iki Felsefe Taşı'na bahse girerdi ki, az önce Snape çıkmıştı odadan; işittiklerine göre, öyle olması gerekiyordu. Şimdi herhalde keyifle, hoplaya zıplaya gidiyordu - anlaşılan Quirrell teslim bayrağını çekmişti.
Yeniden kitaplığa döndü Harry; Hermione, Ron'u Astronomi konusunda sınamaktaydı. Harry işittiklerini anlattı onlara.
"Snape yırttı öyleyse!" dedi Ron. "Quirrell büyüyü nasıl bozacağını söylediyse"
"Ama Fluffy de var," dedi Hermione.
Ron, çevrelerindeki binlerce kitaba bakarak, "Belki de Snape Hagrid'e hiç sormadan onu nasıl atlatacağını öğrenmiştir," dedi. "Üç başlı dev bir köpeğin nasıl atlatılacağını açıklayan bir kitap mutlaka vardır burada. Eee, ne yapıyoruz, Harry?"
Ron'un gözlerinde serüven ışığı parlamaya başlamıştı yine, ama Harry'den önce Hermione yanıt verdi.
"Dumbledore'a git. Taa en baştan bunu yapmalıydık zaten. Kendimiz bir işe kalkışacak olursak bu kere sepetleniriz."
"Ama kanıtımız yok ki!" dedi Harry. "Quirrell'ın bizi desteklemekten ödü kopar. Snape de Cadılar Bayramı'nda ifritin içeri nasıl girdiğinden haberi olmadığım, o gece üçüncü kata hiç gitmediğini söyler - kime inanırlar dersiniz, ona mı, bize mi? Ondan nefret ettiğimizi herkes biliyor zaten, Dumbledore da onu okuldan attırmak için yalan söylediğimizi sanır. Filch deseniz, ölümü göze alır da bize yardımcı olmaz, Snape'in can dostu, okuldan ne kadar çok öğrenci sepetlenirse işi o kadar azalır. Hem unutmayın, Taş'ı da, Fluffy'yi de bilmemiz istenmiyor. İşin yoksa boşu boşuna uğraş dur."
Hermione, Harry'nin görüşlerine katılıyordu, ama Ron hiç öyle düşünmüyordu.
"Şöyle çevreyi bir kolaçan etsek -"
Harry, "Hayır," dedi kararlı bir sesle. "Yeteri kadar
kolaçan ettik."
Önüne Jüpiter'in haritasını çekti, uydularının adlarım ezberlemeye koyuldu.
Ertesi sabah kahvaltı masasında Harry'ye, Hermione'ye, Neville'e birer not iletildi. Hepsi aynıydı:
Cezanız bu gece saat on birde başlayacaktır. Giriş Salonu'nda Mr Filch'i görünüz. Prof. M. McGonagall
Harry, yitirilen puanların telaşıyla cezaları bütün bütüne unutmuştu. Hermione'nin, o gece çalışamayacağı için sızlanıp duracağını sanıyordu, ama Hermione ağzını bile açmadı. O da, Harry gibi, bütün bunları hak ettiklerini düşünüyordu.
O gece saat on birde ortak salonda Ron'a hoşça kal deyip Neville'le birlikte giriş salonuna indiler. Filch oradaydı - Malfoy da. Harry, Malfoy'un da cezalandırılacağını unutmuştu.
Filch, fenerini yakıp onları dışarı çıkararak, "Gelin arkamdan," dedi. "Okul kurallarının dışına çıkmak ne demekmiş, anlarsınız." Sırıtarak sözlerini sürdürdü. "Öyle... bana sorarsanız en iyi öğretmenler sıkı çalışma ve acıdır... Yazık, o eski cezalan artık vermiyorlar... sizi bileklerinizden bağlayıp birkaç gün tavandan sallandırmak ne güzel olurdu. Ne olur ne olmaz, belki gerekir diye zincirleri hâlâ saklıyorum odamda... Hadi bakalım, gidiyoruz, sakın kaçmaya kalkışmayın, yoksa haliniz daha beter olur."
Karanlık bahçeden geçtiler. Neville burnunu çekip duruyordu. Harry cezanın ne olacağını merak ediyordu. Gerçekten korkunç bir şey olmalıydı, yoksa Filch bu kadar keyiflenmezdi.
Ay pırıl pırıldı, ama önüne geçen bulutlar ortalığı karartıyordu. İleride Hagrid'in kulübesinin ışıklı pencerelerini gördü Harry. Uzaklardan bir ses duydular.
"Sen misin, Filch? Çabuk ol, hemen başlayalım."
Harry'nin yüreği hopladı; Hagrid'le çalışacaklarsa pek de o kadar ağır sayılmazdı ceza. Yüzündeki rahatlamayı Filch de fark etmişti herhalde, "O salakla keyif çatacaksınız sanıyorsun, değil mi?" dedi. "Birazdan gö rürsün gününü - Orman'a gidiyorsunuz, tek parça halinde çıkarsanız ben de bir şey bilmiyorum demektir."
Bunu duyunca Neville inledi, Malfoy da olduğu yerde kalakaldı.
"Orman'a mı?" diye tekrarladı; sesi her zamanki gibi soğuk çıkmıyordu. "Geceleyin gidemeyiz oraya - çeşit çeşit şey var orada - ********lar bile varmış."
Neville, Harry'nin cüppesinin koluna yapıştı, soluğu kesilmişti.
Sesi sevinçten titreyerek, "Ödün patlıyor, ha?" dedi Filch. "********lan daha önce, başını derde sokmadan düşünseydin, öyle değil mi?"
Hagrid belirdi karanlıkta, ayaklarının dibinde Fang, salına salına yanlarına yaklaştı. Kocaman yayı elindeydi, omzuna da içi oklarla dolu sadağını asmıştı.
"Nerede kaldınız?" dedi. "Yarım saattir sizi bekliyorum. Harry, Hermione, her şey yolunda mı?"
Filch, soğuk bir sesle, "Ben olsam onlara dostluk göstermezdim," dedi. "Ne de olsa buraya cezalandırılmak için geldiler."
Hagrid, kaşlarını çatarak, Filch'e, "O yüzden mi geciktiniz?" dedi. "Söylev mi çekiyordun onlara? Bu senin üstüne vazife değil. Sen yapacağını yaptın, bundan sonrası benim işim."
"Seher vakti gelirim," dedi Filch. Pis pis, "Kalan parçalarını toplamaya," diye ekledi. Sonra döndü, karanlıkta çakıp sönen feneriyle, şatoya doğru yürümeye başladı.
Malfoy, Hagrid'e baktı.
"Orman'a gelmiyorum ben," dedi; Harry, onun sesindeki büyük korkuyu fark edince için için sevindi.
Hagrid, "Hogwarts'ta kalmak istiyorsan geleceksin” dedi öfkeyle. "Bir yanlış yaptın, cezasını da çekeceksin."
"Ama uşaklara yaraşır bir şey bu, biz öğrencilere değil. Biz kitap okuyup yazı yazacağız sanıyordum. Babam bunu bir duyarsa -"
"- Hogwarts'ta böyle şeylerin olduğunu söyler," diye kükredi Hagrid. "Yazı yazacakmış! Kime ne yararı var bunun? Ya işe yarar bir şey yaparsın ya da pilini pırtını toplar gidersin. Okuldan atılman babanın hoşuna gidecekse, dön şatoya da toparlan. Hadi!"
Malfoy kıpırdamadı. Öfkeyle baktı Hagrid'e, ama sonra gözlerini yere indirdi.
"Peki öyleyse," dedi Hagrid, "şimdi dikkatle dinleyin beni, çünkü bu gece yapacağımız şey çok tehlikelidir, kimsenin başı derde girsin istemem. Benimle şuraya gelin bakalım."
Onları Orman'ın tam kıyısına götürdü. Fenerini iyice kaldırarak simsiyah ağaçlara doğru kıvnla kıvrıla uzanan daracık bir toprak yolu gösterdi. Orman'a bakarlarken hafif bir meltem saçlarını uçuşturuyordu.
"Bakın şuraya," dedi Hagrid, "yerdeki şu parıltıyı görüyor musunuz? Gümüşe benzer parıltıyı? Tek boynuzlu at kanıdır bu. Ağır yaralı bir tek boynuzlu var
orada. Bu hafta ikinci kere oluyor. Geçen çarşamba da birini olu buldum. Arayalım zavallıyı. Belki iyileştirir, acısını dindiririz."
"Ya tek boynuzluyu yaralayan şey bizi daha önce bulursa?" dedi Malfoy. Ne kadar korktuğu sesinden belli oluyordu.
Hagrid, "Yanınızda ben ya da Fang varken Orman'daki hiçbir canlı kılınıza bile dokunamaz," dedi. "Yoldan ayrılmayın. Şimdi ikiye ayrılıp başka yönlere gideceğiz. Her yerde kan var, en aşağı dün geceden beri çırpınıp duruyor anlaşılan."
Malfoy, Fang'in sivri dişlerine bakarak, "O benimle
gelsin," dedi hemen.
"Peki, ama seni uyarıyorum, korkağın tekidir o," dedi Hagrid. "Öyleyse Harry, Hermione, ben bir yöne gidelim, Draco, Neville, Fang de öteki yöne gitsin. Tek boynuzlu atı gören yeşil kıvılcımlar fışkırtsın, tamam mı? Çıkarın asalarınızı da bir deneme yapın şimdi - oldu - başınız derde girerse kırmızı kıvılcımlar fışkırtırsınız, biz gelip sizi buluruz - dikkatli olun gidelim."
Orman kapkaraydı, sessizdi. Biraz ilerleyince yolun ikiye ayrıldığını gördüler; Harry, Hermione, Hagrid sola; Malfoy, Neville, Fang de sağa saptılar.
Gözleri yerde, sessizce yürüdüler. Dalların arasından süzülen ay ışığı, düşmüş yapraklara saçılmış gümüş mavisi kanı aydınlatıyordu zaman zaman.
Harry, Hagrid'in çok tedirgin olduğunu fark etti.
"Yoksa tek boynuzluları bir ******** mı öldürüyor?" diye sordu.
"******** o kadar hızlı değildir," dedi Hagrid. "Tek boynuzluları yakalamak zordur, büyü gücü yüksek yaratıklardır. Daha önce birinin yaralandığını hiç görmemiştim."
Yosun tutmuş bir ağaç kütüğünün yanından geçtiler. Harry akarsu sesi duyuyordu; yakınlarda bir dere olmalıydı. Kıvrıla kıvrıla uzanan yolda tek boynuzlu kanı izlerine rastlanıyordu.
"Sen iyi misin, Hermione?" diye fısıldadı Hagrid. "Merak etme, o kadar ağır yaralıysa uzağa gidemez, biz de onu yakala - GEÇİN ŞU AĞACIN ARDINA!"
Hagrid, Harry'yle Hermione'yi kaptığı gibi yol kenarındaki dev bir meşenin arkasına sürükledi. Bir ok çıkardı, yayına yerleştirip, atışa hazır, beklemeye başladı. Üçü de kulak kesildiler. Az ilerideki ölü yapraklar üstünde bir şey hışırdıyordu, yerde sürünen bir cüppenin sesine benziyordu bu. Hagrid karanlık yola dikmişti gözünü, ama birkaç saniye sonra ses uzaklaşıp yok oldu.
"Biliyordum," diye mırıldandı Hagrid. "Bulunmaması gereken bir şey var burada."
"******** mı?" dedi Harry.
Hagrid, asık suratla, "******** filan değildi bu, tek boynuzlu da değildi," dedi. "Hadi, beni izleyin, ama dikkatli olun."
Daha yavaş yürümeye başladılar, en ufak bir sesi bile kaçırmamaya çalışıyorlardı. Ansızın, önlerindeki açıklıkta, bir şey kıpırdadı.
"Kim var orada?" diye bağn'dı Hagrid. "Göster kendini - silahlıyım!"
Biri belirdi açıklıkta - insan mıydı bu, yoksa at mıydı? Göğsüne kadar, kızıl saçlı, kızıl sakallı bir adamdı,ama göğsünden aşağısı uzun kuyruklu, tüyleri pırıl pırıl parlayan al bir attı. Harry'yle Hermione'nin ağızlan
bir karış açıldı.
Hagrid, "Haa, sen miydin, Ronan?" dedi; rahatlamıştı. "Nasılsın?"
İlerleyip at-adamın elini sıktı.
"İyi akşamlar, Hagrid," dedi Ronan. Derinlerden gelen hüzünlü bir sesi vardı. "Beni vuracak miydin?"
Hagrid, yayını okşayarak, "İnce eleyip sık dokumanın sırası değil, Ronan," dedi. "Orman'da kötülük kol geziyor. Sahi, bunlar Harry Potter'la Hermione Granger. Okulda öğrenciler. Bu da Ronan. At-adam."
Hermione, neredeyse fısıltıyla, "Gördük," dedi.
"İyi akşamlar," dedi Ronan. "Demek öğrencisiniz? Nasıl, çok şey öğreniyor musunuz okulda?"
"Doğrusu -"
Hermione, "Biraz," dedi ürkekçe.
İç çekerek, "Biraz, ha? Eh, bu da bir şey," dedi Ronan. Başını arkaya atıp göğe baktı. "Mars bu gece pırıl pırıl."
Hagrid de başını kaldırarak, "Öyle," dedi. "Bana bak, iyi ki sana rastladık, Ronan, çünkü tek boynuzlunun biri fena yaralanmış - bir şey gördün mü?"
Ronan yanıt vermedi hemen. Gözlerini hiç kırpmadan göğe bakıyordu, yine iç çekti.
"İlk kurbanlar hep en suçsuz olanlardır," dedi. "Geçmiş çağlarda da öyleydi, şimdi de öyle."
"Evet," dedi Hagrid, "ama bir şey gördün mü, onu söyle sen, Ronan. Garip bir şey?"
"Mars pırıl pırıl bu gece." Hagrid sabırsızlıkla ona bakarken Ronan da göğü seyrediyordu. "Garip bir pırıltısı var."
"Ben garip derken buralarda garip bir şey görüp görmediğini sordum. Pir tuhaflık fark etmedin demek?"
Ronan'ın yanıt vermesi epey zaman aldı yine. Sonunda, "Orman birçok gizi saklar," dedi.
Ronan'ın arkasındaki ağaçlarda bir kıpırtı oldu, Hagrid yayım kaldırdı yine, ama ikinci bir at-adamdı bu; simsiyah saçlı, simsiyah bedenliydi, Ronan'dan bile daha yabani görünüyordu.
"Merhaba, Bane," dedi Hagrid. "Nasılsın?" "İyi akşamlar, Hagrid. Sen nasılsın?" "Eh işte. Bana bak, Ronan'a da soruyordum, sen buralarda garip bir şey gördün mü bu akşam? Bir tek boynuzlu yaralanmış - işin aslını biliyor musun?"
Bane ilerleyip Ronan'ın yanına gitti. O da göğe bakmaya koyuldu.
"Mars bu gece pırıl pırıl," dedi sadece. Hagrid, "Onu anladık," diye homurdandı. "Bir şey görürseniz bana haber verin, olur mu? Biz gidiyoruz."
Harry'yle Hermione, Hagrid'in peşine takılıp açıklıktan ayrıldılar, araya ağaçlar girinceye kadar omuzlarının üstünden arkaya, Ronan'la Bane'e baktılar.
Hagrid, "At-adamlara da bir şey sormaya gelmez," diye homurdandı. "Boyuna yıldızlara bakarlar. Başka işleri güçleri yok, bir şey aydan daha uzak değilse onları ilgilendirmez."
"Onlardan epey var mı burada?" diye sordu Hermione.
"Eh işte... Başkalarına pek bulaşmazlar, ama bir şey istedim miydi, hemen yardıma koşarlar. Akıllı, derin düşünceli yaratıklardır... her şeyi bilirler... ama ağızları sıkıdır."
Harry, "Daha önce sesini duyduğumuz da bir atadam mıydı acaba?" dedi.
"O ses at koşturması gibi mi geldi sana? Bana sorar san, değildi, tek boynuzluları öldürenin sesiydi - ber ömrümde öyle ses duymadım."
Kapkara, sık ağaçlar arasından ilerlediler. Harry te dirgindi, omuzunun üstünden arkaya bakıyordu boyuna. Sanki kendilerini gözetleyen biri vardı. Hagrid'le ol* lan yanlarında diye seviniyordu. Yoldaki bir dönemeç geçmişlerdi ki, Hermione Hagrid'in koluna yapıştı.
"Hagrid! Bak! Kırmızı kıvılcımlar, ötekiler tehlik de!"
"Siz ikiniz burada bekleyin!" diye bağırdı Hagrid.
"Yoldan ayrılmayın, ben gelir sizi alırım!"
Hagrid'in otları ezerek uzaklaştığını duydular, bir birlerine bakarak korku içinde öylece durdular; çevrelerindeki yaprak hışırtılarından başka bir şey işitmiyorlardı.
"Başlarına bir şey gelmemiştir, değil mi?" diye fısıldadı Hermione.
"Malfoyun. başına ne gelirse gelsin, umurumda bile değil, ama Neville'e bir şey olduysa... Bir kere, bizim yüzümüzden burada..."
Dakikalar geçti. Kulakları her zamankinden keskindi şimdi. Harry rüzgârın hafif iniltisini, incecik dalların kınlısını bile duyuyordu. Ne oluyordu? Ötekiler neredeydi?
Sonunda büyük bir çatırtı Hagrid'in dönüşünü bildirdi. Yanında Malfoy, Neville ve Fang de vardı. Öfkeden köpürüyordu Hagrid. Malfoy, Neville'e arkadan gizlice yaklaşmış, şaka olsun diye ona ansızın sarılıvermişti. Neville de korkuya kapılıp kıvılcımları fışkırtmıştı.
"Artık bir şey yakalayamayız - siz ikinizin ettiği bunca şamatadan sonra. Tamam, eşleri değiştiriyoruz -Neville, sen Hermione'yle birlikte benimle kal; Harry, sen de Fang'i, bir de bu salağı al yanına." Hagrid, Harry'nin kulağına, "Bağışla," diye fısıldadı. "Ama seni öyle kolay kolay korkutamaz, bu işi de bitirmemiz gerek."
Harry, Malfoy ve Fang'le Orman'ın yüreğine yollandı. Yarım saat kadar yürüdüler, Orman'ın derinliklerine girdikçe girdiler, sonunda ağaçların sıklığından yolda yürüme olanağı kalmadı. Ağaç diplerindeki kan lekelerinden, zavallı yaratığın acı içinde çırpındığı, pek de uzaklarda olmadığı anlaşılıyordu. Harry ihtiyar bir meşenin birbirine dolanmış dalları arasından az ötede bir açıklık gördü.
Malfoy'u durdurmak için kolunu kaldırarak, "Bak," Diye mırıldandı.
Pırıl pırıl bir şey parlıyordu yerde. İyice yaklaştılar. Tek boynuzlu attı bu, ölmüştü. Bu kadar güzel, bu kadar hüzünlü bir şey görmemişti Harry. Yıkıldığı yerde uzun, incecik bacakları çapraz biçimde kaskatı kesilmiş, yelesi koyu yapraklar üstüne inci dizileri gibi bembeyaz yayılmıştı.
Harry ona doğru bir adım atmıştı ki, bir hışırtı onun, olduğu yerde donup kalmasına neden oldu. Açıklığın kenarındaki çalılardan biri titredi... Sonra, gölgeler arasından kukuletalı biri belirdi, ava çıkmış yırtıcı bir hayvan gibi dört ayak üstünde usulca yaklaştı. Harry, Malfoy, Fang donup kalmışlardı. Kukuletalı, tek boynuzluya gitti, başını eğdi, hayvanın böğründeki yaraya eğilip kanını içmeye başladı.
"AAAAAAAAAAAAAAAHH!"
Korkunç bir çığlık attı Malfoy, sonra tabanları yağladı - Fang de. Kukuletalı, kafasını kale irip Harry'y e baktı - üstü başı tek boynuzlunun kanına bulanmıştı. Ayağa kalktı sonra, hızla Harry'nin yanına geldi - öylesine korkmuştu ki Harry, olduğu yere çakılıp kalmıştı.
Derken, daha önce hiç duymadığı bir ağrı çakıldı başına, alnındaki yara izi alev almıştı sanki - yarı kör, sendeleyerek geriledi. Dörtnala sesler geldi kulağına, biri arkasından sıçrayıp kukuletalının üstüne atıldı. Başındaki ağrı öylesine dayanılmazdı ki, dizlerinin üstüne yığıldı Harry. Ancak birkaç dakika sonra kendine gelebildi. Kafasını kaldırdığında, kukuletalı gitmişti. Bir
at-adam duruyordu yanında, Ronan değildi, Bane de değildi; daha gençti bu; açık sarı saçları, kır bedeni vardı.
Harry'yi ayağa kaldırarak, "İyi misin?" dedi at-adam.
"Evet - teşekkür ederim - neydi o?" At-adam yanıt vermedi. Soluk safirlere benzeyen masmavi gözleri vardı. Dikkatle Harry'ye baktı, gözleri onun alnındaki yara izine ilişti - iz apaçık ortaya çıkmıştı şimdi.
"Sen Potter'ların oğlusun, değil mi?" dedi. "Hagrid'in yanına dön hemen. Orman gecenin bu saatinde hiç de güvenli değildir - özellikle senin için. At binebilir misin? Böylesi daha çabuk olur."
Sırtına Harry'nin rahatça binebilmesi için ön bacaklarını bükerken, "Benim adım Firenze," diye ekledi.
Açıklığın öteki yanından dörtnala başka birileri de yaklaştı, göğüsleri ter içinde, soluk soluğa, Ronan'la Bane belirdi ağaçların arasından.
"Firenze!" diye kükredi Bane. "Ne yapıyorsun? Sırtında bir insan var! Utanmıyor musun? Katır mısın sen?"
"Onun kim olduğunu biliyor musunuz?" dedi Firenze. "Potter'ların oğlu bu. Orman'dan ne kadar çabuk çıksa o kadar iyi."
Bane, "Neler anlattın ona?" diye homurdandı. "Unutma, Firenze, gökyüzünün işine karışmamaya yemin ettik. Gezegenlerin hareketlerini inceleyerek neler olacağını okumadık mı?"
Ronan sinirli sinirli eşiniyordu.
Hüzünlü sesiyle, "Firenze neyin doğru olduğunu mutlaka düşünmüştür," dedi.
Bane havayı çifteledi öfkeyle.
"Neyin doğru olduğunu mu? Bunun bizimle ne ilgisi var? At-adamlar sadece öngörülmüş şeylerle ilgilenirler! Orman'da yolunu yitiren insanların peşinde eşekler gibi koşturmak bizim işimiz değil!"
Firanze arka bacaklarını kaldırdı öfkeyle, Harry düşmemek için onun omuzlarına tutunmak zorunda kaldı.
Bane'e, "Şu tek boynuzluyu görmüyor musun?" diye bağırdı Firenze. "Neden öldürüldüğünü anlamıyor musun? Yoksa gezegenler bu gizi vermediler mi sana? Bu Orman'da her türlü sinsiliğe karşıyım, Bane - evet, gerekirse insanların yanında yer alırım."
Hızla döndü sonra, Ronan'la Bane'i arkasında bırakarak ağaçların arasına daldı; Harry sımsıkı yapışmıştı onun sırtına.
Nereye gittiklerini hiç mi hiç bilmiyordu.
"Bane niye o kadar kızdı?" diye sordu. "Söylesene, beni kimden kurtardın?"
Firenze yavaşladı, alçak dallara dikkat etmesi için onu uyardı, başını eğmesini söyledi, ama Harry'nin sorusuna yanıt vermedi. Sessizlik içinde ağaçlar arasında gittiler, gittiler... Harry, Firenze'nin artık kendisiyle konuşmak istemediğini sandı. Çok sık bir ağaç kümesinden geçiyorlardı ki, Firenze ansızın durdu.
"Harry Potter, tek boynuzlu at-adam ne işe yarar, biliyor musun?"
Harry, bu garip soruyla irkilerek, "Hayır," dedi. "Biz İksir dersinde sadece boynuzla kuyruk kıllarını kullandık."
"Bir tek boynuzluyu öldürmek canavarlıktan başka bir şey değildir," dedi Firenze. "Bu cinayeti ancak yitirecek bir şeyi olmayan, ama çok şey kazanabileceğini sanan biri işleyebilir. Tek boynuzlu at kanı, ölüm döşeğinde bile olsan, hayatta kalmanı sağlar, ama bedeli de korkunçtur. Kendini kurtarmak için tertemiz, savunmasız birini öldürürsün, dudaklarına onun kanı değer değmez de yarım yamalak, lanetli bir yaşam sürdürürsün."
Harry, Firenze'nin ay ışığında gümüş gibi ışıldayan ensesine baktı.
Yüksek sesle, "Kim o kadar umutsuz olabilir?" dedi. "Lanetli yaşayacağına, öl, daha iyi. Öyle değil mi?"
"Öyle," dedi Firenze. "Ama başka bir şey daha içecek kadar uzun yaşayacaksan, o başka - seni büyük güce kavuşturacak - hiç ölmemeni sağlayacak bir şey. Mr Potter, şu anda okulda ne saklıyorlar, biliyor musunuz?"
"Felsefe Taşı mı? Tabii - Yaşam İksiri! Ama anlamıyorum, kim -"
"Eski gücüne kavuşmak için yıllarca bekleyen, fırsat kollayarak yaşama dört elle sarılan hiç kimse gelmiyor mu aklına?"
Harry'nin yüreğine ansızın demir bir pençe yapışı-verdi sanki. Ağaçların hışırtısı arasından, ilk karşılaştıkları gece Hagrid'in söyledikleri geldi aklına: "Rivayete bakılırsa, ölmüş. Bana sorarsan, palavranın daniskası. Ölecek kadar insanlık yoktu içinde."
"Yani -" dedi Harry; sesi hırıldıyordu. "Yoksa o Vol-"
"Harry! Harry, iyi misin?"
Yoldan koşarak Hermione geliyordu yanlarına, Hagrid de poflayarak onu izliyordu.
Harry, ne söylediğinin farkında bile olmadan, "iyiyim," dedi. "Tek boynuzlu ölmüş, Hagrid, arkadaki şu açıklıkta."
Hagrid tek boynuzlu ata bakmaya seğirtirken, "Seni burada bırakıyorum," dedi Firenze. "Artık güvendesin."
Harry at-adamın sırtından indi.
"İyi şanslar, Harry Potter," dedi Firenze. "Gezegenlerin hareketleri zaman zaman yanlış yorumlanmıştır, at-adamlar tarafından bile. Dilerim şimdi de öyledir."
Harry'yi ürpertiler içinde bırakarak döndü, Orman'ın derinliklerine daldı yine.
Ron onların dönüşünü beklerken karanlık ortak salonda uykuya dalmıştı. Harry onu omuzlarından sarsarak uyandırınca, Quidditch'le ilgili bir şeyler söyledi bağırarak. Ama birkaç saniye içinde, Harry onunla Hermione'ye ormanda olanları anlatmaya başlar başlamaz, gözleri faltaşı gibi açıldı.
Harry yerinde duramıyordu. Ocağın önünde bir aşağı bir yukarı dolaşıyordu. Hâlâ titremekteydi.
"Snape Taş'ı Voldemort için istiyor... Voldemort da Ormanda bekliyor... Biz de Snape'in sadece zengin olma peşinde koştuğunu sandık..."
Ron, "O adı söyleme!" diye fısıldadı korkuyla; Voledemort'un kendilerini işittiğini sanıyordu sanki.
Harry onu dinlemiyordu bile.
"Firenze beni kurtardı, ama bunu yapmaması gerekirdi... Bane çılgına döndü... gezegenlerin işine karışılmamalıymış... Gezegenler Voldemort'un döneceğini belirtiyordu herhalde... Firenze, Voldemort'un beni öldürmesine engel olmamalıymış, Bane öyle düşünüyordu... Sanırım bu da yıldızlarda yazılı."
Ron, "Artık o adı söylemeyi bıraksana sen!" diye fısıldadı.
"Şimdi elimden gelen tek şey, Snape'in Taş'ı çalmasını beklemek," diye devam etti Harry. "Sonra da Voldemort gelip işimi bitirecek... Eh, Bane de mutlu olur."
Hermione çok korkmuş görünüyordu, ama onu rahatlatacak bir iki söz etmeyi başardı.
"Harry, Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen'in sadece Dumbledore'dan korktuğunu herkes söylüyor. Dumbledore buradayken Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen kılına bile dokunamaz. At-adamların haklı oldukları nereden belli? Bana sorarsan, falcılık gibi bir şey bu; Profesör McGonagall'a bakılırsa, falcılık da büyücülüğün en yanıltıcı dalı."
Konuşmayı kestiklerinde hava ağarmıştı. Boğazları ağrı içinde, bitkinlikle yataklarına gittiler. Ama gecenin yarattığı şaşkınlıklar sona ermemişti.
Harry çarşafını çekip açınca, altında Görünmezlik Pelerini'ni buldu. Tertemiz katlanmıştı Pelerin; üstüne de bir not iliştirilmişti:
Ne olur ne olmaz.

GeCeLeR
12-10-2006, 01:31 AM
BÖLÜM 16 - Kapağın Altında

Harry sınavları nasıl verdiğini yıllar boyunca unutamayacaktı; sanki her an kapı açılacak, Voldemort dalacaktı içeriye. Ama günler geçip gitti, Fluffy'nin kilitli kapı arkasında sapasağlam yaşadığına kuşku yoktu.
İnanılmaz sıcaktı, özellikle yazılı yapılan büyük sınıfta. Herkese Kopyaya-Karşı büyüsüyle hazırlanmış özel, yeni tüy kalemler verilmişti.
Uygulama sınavları da vardı. Profesör Flitwick onları sınıfa teker teker çağırıyor, bir ananası masanın üstünde dans ettirip ettiremeyeceklerine bakıyordu. Profesör McGonagall bir fareyi enfiye kutusuna çevirmelerini istiyordu - enfiye kutusunun güzelliğine göre not veriliyordu. Kutunun bıyıkları varsa not kırılıyordu. Unutma İksiri'nin nasıl yapıldığını hatırlamaya çalışırlarken, Snape tepelerine dikilip onları tedirgin ediyordu.
Harry, Orman'a gittiğinden beri canını yakan alın ağrısına aldırmamaya çalışıyordu. Neville, Harry'nin sinirlerinin sınavlardan ötürü uykusuz kalmaktan bozulduğunu sanıyordu, ama asıl gerçek Harry'nin o eski karabasanının yeniden ortaya çıkmasıydı; şimdi daha da kötüydü, çünkü üstünden kan damlayan bir de kukuletalı eklenmişti o korkunç düşüne.
Belki Harry'nin Orman'da gördüklerini görmediklerinden, belki de alınlarını yakan birer izleri olmadığından, Ron da, Hermione de Taş'a Harry kadar aldırmıyorlardı. Voldemort'un adı bile onları ürkütmeye yetmişti gerçi, ama sınav hazırlıklarına öylesine dalmışlardı ki, ne Snape'in ne de bir başkasının çevirdiği dolaplara kafa yoracak vakitleri yoktu.
Son sınavları Sihir Tarihi'ydi. Kendi kendine kaynayan kazanları yaratan eski büyücülerle ilgili soruları da bir saat içinde yanıtlayınca özgür olacaklardı, sınav sonuçlan açıklanıncaya kadar tam bir hafta keyif çatacaklardı. Profesör Binns'in hayaleti tüy kalemlerini bırakmalarını söyleyip parşömen kâğıtlarını da toplayınca.. Harry de ötekiler gibi sevinç çığlıkları atmaktan kendini alamadı.
Güneşli bahçeye fırlayan kalabalığa karışırken, "Bu, sandığımdan da kolaymış," dedi Hermione. "1637 ******** Davranış Yönetmeliği'ni de, Tez Canlı Elfric'in ayaklanmasını da öğrenmem gerekmiyormuş."
Hermione, sınavdan sonra yanıtların üstünden geçmek isterdi hep, ama Ron artık buna dayanamadığını söyledi, birlikte göle inip bir ağacın altına serildiler. Weasley kardeşlerle Lee Jordan ılık sığ suda güneşlenen dev bir mürekkep balığının kollarını gıdıklıyorlardı. Ron, çimenlere uzanarak, "Artık ezbere paydos,"dedi mutluluk içinde. "Sen de artık azıcık gülümse, Harry, çaktığımızı öğrenmeye daha bir hafta var, keyfini çıkar bari."
Harry alnını ovuşturuyordu.
Öfkeyle, "Bunun ne anlama geldiğini bir bilseydim!" diye patladı. "Yara izi canımı yakıyor - daha önce de oldu, ama hiç bu kadar sık olmadı."
Hermione, "Madam Pomfrey'e git," diye önerdi. "Hasta değilim," dedi Harry. "Galiba bir uyarı bu... tehlikenin yaklaştığını belirtiyor..."
Ron'un kılını kıpırdatacak hali yoktu, hava çok sıcaktı.
"Harry, rahatla biraz, Hermione haklı, Dumbledore burada olduğu sürece Taş da güvendedir. Hem zaten Snape'in Fluffy'yi nasıl atlatacağı konusunda elimizde bir bilgi yok. Bir keresinde bacağı parçalanıyordu, bir daha öyle bir şey yapmaya kolay kolay kalkışmaz. Neville'in Quidditch milli takımında oynayacağı nasıl düşünülemezse, Hagrid'in de Dumbledore'a kalleşlik etmesi öyle düşünülemez."
Harry baş salladı, ama yapmayı unuttuğu bir şey, önemli bir şey vardı sanki, bu duyguyu içinden atamıyordu. Bunu dile getirmek istediği zaman, Hermione, "Sınavlar yüzünden," dedi. "Dün gece uyandım, Biçim Değiştirme notlarımın yarısına gelmiştim ki, bunu daha önce yaptığımızı fark ettim."
Ama Harry, içindeki tedirginliğin derslerle bir ilgisi olmadığına emindi. Pırıl pırıl mavi gökte bir baykuşun, gagasında bir notla, okula doğru kanat çırptığını gördü.
Kendisine mektup gönderen tek kişi Hagrid'di. Hagrid dünyada ihanet etmezdi Dumbledore'a. Fluffy'nin nasıl atlatılacağını kimseye söylemezdi... hiçbir zaman... ama -
Ansızın ayağa fırladı Harry.
Ron, uykulu uykulu, "Nereye gidiyorsun?" dedi.
"Aklıma bir şey geldi," dedi Harry. Bembeyaz kesilmişti. "Gidip Hagrid'i görmeliyiz, hemen şimdi."
Hermione, ona yetişmeye çalışarak, soluk soluğa, "Neden?" diye sordu.
Çimenli yamacı tırmanırken, "Sizce de tuhaf değil mi?" dedi Harry. "Hagrid deli gibi ejderha istiyor, tam o sırada da cebinde bir yumurtayla yabancının teki çıkıp geliyor. Büyücülük yasasına aykırıysa, kaç kişi cebinde ejderha yumurtasıyla dolaşabilir? Hagrid'e rastlamaları büyük şans, ne dersiniz? Niye daha önce farkına varmadım bunun?"
Ron, "Neler çeviriyorsun yine?" dedi, ama bahçeden Orman'a doğru koşan Harry yanıt vermedi.
Hagrid evinin önünde bir koltukta oturuyordu; pantolonunun paçalarıyla gömleğinin kollarını kıvırmıştı, koca bir tencereye bezelye ayıklıyordu.
"Merhaba," dedi gülümseyerek. "Bitti mi sınavlar? Bir şey içmeye vaktiniz var mı?"
"Evet, lütfen," dedi Ron, ama Harry engel oldu.
"Hayır, acelemiz var. Hagrid, sana bir şey soracağım. Norbert'i kazandığın geceyi hatırlıyor musun? Seninle kâğıt oynayan yabancı nasıl biriydi?"
Omuzlarını silkerek, "Bilmem," dedi Hagrid, "cüppesini çıkarmadı ki sırtından."
Üçünün de şaşkınlıktan kalakaldığını görünce kaşlarını kaldırdı.
"Alışılmadık bir şey değil ki, Domuz Kafası'nda -yani köyün meyhanesinde bin türlü garip garip adam vardır. Belki de ejderha satıcısıydı, ha? Suratını görmedim ki, kukuletası hep başındaydı."
Harry bezelye tenceresinin yanına çöktü.
"Ona neler anlattın, Hagrid? Hogwarts'ın sözünü
ettin mi hiç?"
Hagrid, hatırlamaya çalışarak kaşlarını çattı. "Belki de etmişimdir," dedi. "Haa... ne iş yaptığımı sordu, ben de burada bekçilik ettiğimi söyledim... Hayvanları sordu... ben de ona dedim ki... hayatta tek istediğim bir ejderha dedim... sonra da... Hepsini hatırlayamıyorum elbet, boyuna içki ısmarladı bana... Dur bakayım... hah, kendisinde bir ejderha yumurtası olduğunu söyledi, iskambil oynayalım, kazanırsan alırsın dedi... ama ona bakıp bakamayacağımı da sordu, ters bir yere vermek istemiyormuş... Ben de dedim ki... Fluffy'ye baktıktan sonra ejderha çocuk oyuncağı sayılır dedim..."
Harry, sesindeki heyecanı belli etmemeye çalışarak, "Peki," dedi, "Fluffy'yle ilgilendi mi?"
"Şey - evet - insan kaç tane üç başlı köpek görür hayatında, Hogwarts'ta bile? Ben de anlattım, yatıştırmasını bilirsen Fluffy şeker gibidir dedim, azıcık müzik çal, hemen uykuya dalar -"
Birdenbire dehşete kapıldı.
"Size söylememeliydim bunu!" diye bağırdı. "Unutun dediklerimi! Hey - nereye gidiyorsunuz?"
Harry, Ron ve Hermione, Giriş Salonu'na gelinceye kadar birbirleriyle tek kelime konuşmadılar; bahçeden sonra Salon pek soğuktu, pek kasvetliydi.
"Dumbledore'a gitmemiz gerek," dedi Harry. "Hagrid, Fluffy'nin nasıl atlatılacağını bir yabancıya anlatmış. O cüppenin içinde ya Snape ya da Voldemort vardı - Hagrid'i sarhoş ettikten sonra kolay. Tek dileğim, Dumbledore'un bize inanması. Firenze de bizi destekleyebilir, yeter ki Bane engel olmasın. Dumbledore'un odası nerede?"
Doğru yönü gösterecek bir yazı görebilmek umuduyla çevrelerine bakmdılar. Dumbledore'un nerede oturduğu hiç söylenmemişti kendilerine, odasına çağırttığı kimseyi de bilmiyorlardı.
Harry, "Yapacağımız tek şey -" diye söze başladı, ama aynı anda salonda bir ses çınladı. "Siz üçünüz ne arıyorsunuz içeride?" Profesör McGonagall'dı bu, elinde koca bir yığın kitap vardı.
"Profesör Dumbledore'u görmek istiyoruz," dedi Hermione; Harry'yle Ron bunun yürekli bir davranış olduğunu düşündüler.
Bu sanki kuşku uyandıran bir istekmiş gibi, "Profesör Dumbledore'u mu görmek istiyorsunuz?" dedi Profesör McGonagall. "Neden?"
Harry yutkundu - şimdi ne olacaktı? "Sır bu," dedi. Der demez de pişman oldu, çünkü Profesör McGonagall'ın burun deliklerinden ateş fışkırıyordu sanki.
Soğuk soğuk, "Profesör Dumbledore on dakika önce gitti," dedi Profesör McGonagall. "Sihir Bakanlığı'ndan acele baykuş yollamışlar, hemen Londra'ya uçtu."
Harry çılgına dönmüştü. "Gitti mi?" dedi. "tam zamanını bulmuş."
"Profesör Dumbledore çok büyük bir büyücüdür,
Potter, ona sık sık başvururlar -"
"Ama çok önemli bu."
"Söyleyeceklerin Sihir Bakanlığı'ndan daha mı önemli, Potter?"
Artık hiçbir şeyden sakınmıyordu Harry, "Bakın,"
dedi, "Profesör - Felsefe Taşı'yla ilgili -"
Profesör McGonagall bunu hiç mi hiç beklemiyordu. Taşıdığı kitaplar yere saçıldı, ama onları toplamaya bile kalkışmadı.
"Nereden biliyorsun -?" diye kekeledi.
"Profesör, sanırım - hayır, biliyorum - Sna - biri Taş'ı çalmaya çalışacak. Profesör Dumbledore'la konuşmam gerek."
Profesör McGonagall ona şaşkınlık ve kuşkuyla baktı.
"Profesör Dumbledore yarın gelecek," dedi sonunda. "Taş'ı nereden öğrendiniz, bilmiyorum ama içiniz rahat olsun, kimse onu çalamaz, çok iyi korunuyor."
"Ama Profesör -"
Profesör McGonagall, "Ben ne -dediğimi biliyorum, Potter," diye kestirip attı. Eğilip yere düşmüş kitaplarını toplamaya başladı. "Hadi, şimdi hepiniz dışarı çıkıp güneşte keyfinize bakın."
Ama çıkmadılar.
Profesör McGonagall kendilerini işitmeyecek kadar uzaklaşınca, "Bu gece” dedi Harry. "Snape kapaktan bu gece geçecek. Gereken her şeyi öğrendi. Dumbledore da ortalarda yok. Ona notu gönderen de o; Dumbledore çıkagelince Sihir Bakanlığı'ndakiler nasıl da şaşıracaklar."
"Ama biz ne -"
Hermione'nin soluğu kesildi birdenbire. Harry'yle Ron hızla arkalarına döndüler. Karşılarında Snape duruyordu. "İyi günler” dedi usulca. Ona baktılar.
Garip bir gülümsemeyle, "Böyle bir günde içeride olmamalısınız," dedi Snape.
Sonunu nasıl getireceğim bilmeden, "Biz burada -" diye söze başladı Harry.
"Daha dikkatli olmalısınız” dedi Snape. "Böyle ortalarda dolaşırsanız, bir işler çevirdiğinizi sanırlar. Gryffindor da artık daha fazla puan yitirmeyi kaldıramaz, öyle değil mi?"
Harry kıpkırmızı kesildi. Dışarı çıkmak için döndüler, ama Snape onlara seslendi.
"Uyarmadı deme, Potter - bir daha geceleri dolaştığını görürsem, okuldan atılmanı ben kendim sağlarım. Hepinize iyi günler."
Öğretmenler odasına yöneldi.
Dışarıya, taş merdivene çıkınca arkadaşlarına döndü Harry.
Hızlı hızlı, "Ne yapacağımızı söyleyeyim," diye fısıldadı. "Birimiz Snape'i gözetleyecek - öğretmenler odasının önünde durup, çıkarsa onu izleyecek. Hermione, sen yaparsın bunu."
"Niye ben?"
"Niyesi var mı?" dedi Ron. "Profesör Flitvvick'i bekliyormuş gibi yaparsın." İncecik biı sesle devam etti: "Ah, Profesör Flitwick, öyle üzülüyorum ki, galiba on dördüncü soruyu yanlış yanıtladım.. "
"Kapa çeneni," dedi Hermione, ama gidip Snape'i gözetlemeyi kabul etti.
Harry, "Biz de en iyisi üçüncü kat koridorunda bekleyelim," dedi Ron'a. "Hadi."
Ama tasarladıklarını gerçekleştireme diler. Fluffy'yi okulun öteki bölümlerinden ayıran kapıya vardıklarında Profesör McGonagall çıkageldi yine; bu kere tepesi iyice atmıştı.
"Sizinle uğraşmak büyü yapmaktan da zor sanıyorsunuz herhalde!" diye gürledi. "Bu saçmalık yeter artık! Bir daha buraya yaklaştığınızı duyarsam, Gryffindor'dan elli puan daha silerim! Evet, Weasley, kendi bölümümden!"
Harry ile Ron ortak salona gittiler. Harry tam, "Hiç olmazsa Hermione Snape'in peşinde," diyordu id, Şişman Kadın resmi açıldı, Hermione girdi içeriye
"Özür dilerim, Harry” diye inledi. "Snape çıktı, orada ne aradığımı sordu, Flitvvick'i beklediğim söyledim; o da gidip Flitwick'e haber verdi, şimdi kurtulabildim. Snape nereye gitti, bilmiyorum."
"Eh, işimiz bitti öyleyse!" dedi Harry.
Ötekiler Harry'ye baktılar. Bembeyaz kesilmişti Harry, gözleri parlıyordu.
"Ben bu gece çıkıp Taş'ı daha önce ele geçirmeye çalışacağım."
"Sen çıldırmışsın!" dedi Ron.
"Yapamazsın bunu!" dedi Hermione. "McGonagall'la Snape'in söylediklerinden sonra... Kovulursun!"
"NE ÇIKAR?" diye bağırdı Harry. "Anlamıyor musunuz? Snape Taş'ı ele geçirirse, Voldemort dönecek! O zaman neler olur, düşünsenize. Kovulacak Hogvvarts bile kalmaz ortada! Yerle bir eder burayı ya da Karanlık Sanatlar okuluna çevirir! Puan silinmesinin bir anlamı yok artık! Gryffindor Okul Kupası'nı kazanırsa, Voldemort sizi de, ailelerinizi de rahat bırakacakmı sanıyorsunuz? Taş'ı ele geçirmeden yakalanırsam Dursley'lerin yanına döner, Voldemort'un beni orada bulmasını beklerim. Bu da olsa olsa ölümümü biraz geciktirir, o kadar, çünkü hiçbir zaman Karanlık Yan'a geçmem! Bu gece o kapağı açıp ineceğim, ikinizin de sözleri beni kararımdan caydıramaz! Unuttunuz mu, annemle babamı Voldemort öldürmüştü!"
Onlara baktı.
Hermione, fısıltıya benzer bir sesle, "Haklısın, Harry," dedi.
"Görünmezlik Pelerini'ni kullanırım” dedi Harry. "İyi ki yeniden elime geçti."
Ron, "Üçümüzü de kaplar mı dersin?" diye sordu.
"Üçümüzü de mi?"
"Seni yalnız bırakacağımızı sanmıyorsun ya?" "Tabii bırakmayız," diye atıldı Hermione. "Biz olmadan Taş'a nasıl ulaşırsın? Ben iyisi gidip kitaplarıma bir göz atayım, belki yararlı bir şeyler bulurum..." "Ama yakalanırsak siz de kovulursunuz." Hermione, "Olanaksız," dedi hemen. "Flitvvick sınavdan yüzde yüz on iki aldığımı söyledi gizlice. Artık beni kovamazlar."
Akşam yemeğinden sonra ortak salonda bir kenara çekildiler; üçü de tedirgindi. Kimse yanlarına bile yaklaşmıyordu, Gryffindor'lardan kimse Harry'yle konuşmuyordu zaten. Harry ilk kere o gece üzülmüyordu buna. Hermione, karşılarına çıkabilecek büyülerin nasıl bozulacağını bulabilmek umuduyla bütün notlarını gözden geçiriyordu. Harry'yle Ron'un ağızlarını açtıkları yoktu. İkisi de yapacaklarını düşünüyorlardı.
Oda ağır ağır boşaldı, herkes yatağına çekildi.
Lee Jordan da gerinip esneyerek gidince, "Pelerin'i al," diye mırıldandı Ron. Harry yukarıya, karanlık yatakhanelerine fırladı. Pelerin'i çıkarırken gözleri Hagrid'in Noel'de kendisine armağan ettiği flüte ilişti. Fluffy'ye karşı kullanmak için cebine attı onu - pek şarkı söylemek gelmiyordu içinden.
Sonra ortak salona koştu.
"Pelerin'i burada örtelim üstümüze, bakalım Üçümüzü de örtüyor mu - Filch birimizin ayaklarını fark ederse yandık."
Odanın köşesinden, "Ne yapıyorsunuz?" diye bir ses geldi. Neville, elinde kurbağası Trevor, bir koltuğun arkasından belirdi; kurbağa, özgürlüğüne kavuşmak için bir deneme daha yapmaya hazırlanıyordu herhalde.
Harry, Pelerin'i hemen arkasına saklayarak, "Yok bir şey, yok bir şey," dedi.
Neville onların suçlu yüzlerine dikti gözlerini. "Yine çıkıyorsunuz," dedi.
"Hayır, hayır, hayır," dedi Hermione. "Çıkmıyoruz. Sen niye gidip yatmıyorsun, Neville?"
Harry kapının yanındaki duvar saatine baktı. Artık daha fazla zaman yitireme<lerdi. Belki de Snape şu anda Fluffy'yi uyutmaktaydı.
"Çıkamazsınız," dedi Neville, "yine yakalanırsınız. Gryffindor'un durumu daha da kötüye gider." "Anlamıyorsun," dedi Harry, "bu çok önemli." Ama Neville elinden gelen çabayı göstermekte kararlı gibi görünüyordu.
Resimdeki deliğin önüne geçerek, "Bunu yapmanıza izin vermeyeceğim," dedi. "Sizinle - sizinle dövüşürüm!"
"Neville!" diye patladı Harry, "çekil o deliğin önünden, salaklığı da bırak -"
"Bana salak diyemezsin! Kuralların dışına çıktığın yetmez mi? Hem herkese karşı direnmemi söyleyen sen değil misin?"
Ron'un sabrı tükenmek üzereydi. "Ama bize karşı değil," dedi. "Ne yaptığını bilmiyorsun, Neville."
Bir adım attı; Neville Trevor'ı yere bıraktı, kurbağa da hemen ortadan yok oldu.
Yumruğunu kaldırarak, "Hadi bakalım," dedi Neville, "sıkıysa gel de vur. Ben hazırım!"
Harry, Hermione'ye döndü.
"Bir büyü yap," dedi çaresizlik içinde.
Hermione ilerledi.
"Nenille," dedi, "bunun için gerçekten özür diliyorum senden."
Asasını kaldırdı.
Onu Neville'e doğru uzatarak, "Petrificus Totalus!"
diye bağırdı.
Neville'in kolları iki yanına yapıştı. Bacakları birbirine kenetlendi. Bütün bedeni kaskatı kesildi. Olduğu yerde biraz sallandı; sonra da kütük gibi kaskatı, yüzüstü yere düştü.
Hermione koşup onu çevirdi, sırtüstü yatırdı. Neville, çenesi kilitlendiği için, konuşamıyordu. Sadece gözleri oynuyor, dehşet içinde onlara bakıyordu.
"Ne yaptın ona?" diye fısıldadı Harry.
Hermione, üzüntüyle, "Beden-Kilitlenmesi," dedi. "Özür dilerim, Neville."
"Başka çaremiz yoktu, Neville, şimdi anlatamayız," dedi Harry.
"Sonra anlarsın, Neville," dedi Ron; üstünden atlayıp Görünmczlik Pelerini'ne büründüler.
Ama Neville'i yerde taş gibi, kıpırtısız bırakmak pek de iyi bir başlangıç sayılmazdı. O tedirginlik içinde, gördükleri her heykeli Filch'e benzetiyorlardı, rüzgârın belli belirsiz iniltisi bile saldırmaya hazır Peeves'in soluğu gibi geliyordu onlara.
İlk merdivenlerin altına gelince, tepede dolaşan Mrs Norris'i gördüler.
Ron, Harry'nin kulağına, "Bir kerecik olsun bir tekme sallayalım şuna," diye fısıldadı, ama Harry başını iki yana salladı. Dikkatle yanından geçerlerken, Mrs Norris fenere benzeyen gözlerini onlara dikti, ama bir şey yapmadı.
Üçüncü kata çıkan merdivenlere varıncaya kadar kimseyi görmediler. Peeves oradaydı, geçenler takılıp düşsün diye halının kenarını kıvırmaktaydı.
Ona doğru çıkarlarken, "Kim var orada?" dedi ansızın. Simsiyah hain gözlerini kıstı. "Seni göremesem bile orada olduğunu biliyorum. Gulyabani misin, hayalet misin, yoksa bir başka meret misin?"
Havaya yükselip boşlukta süzüldü, gözlerini onlara dikmişi.
"En iyisi, Filch'i çağırayım ben, görünmez bir şey varsa o hemen anlar."
Harry'nin aklına bir şey geldi ansızın.
"Peeves," dedi boğuk bir fısıltıyla, "Kanlı Baron öyle durup dururken görünmeyen hayalete dönüşmez."
Peeves şaşkınlıktan az daha yere düşüyordu. Tam zamanında toparlandı, merdivenlere yarım metre kala salınarak durdu.
"Beni bağışlayın, kanlı canlı Baron efendimiz," dedi yaltaklanarak. "Suç bende, suç bende - sizi görmedim -göremezdim elbet, siz görünmezsiniz - bu minik şakası için ihtiyar Peeves'i bağışlayın, efendim."
Harry, hırıltıyla, "Burada işim var, Peeves," dedi. "Bu gece sakın buralarda dolaşma."
Yeniden havaya yükselerek, "Dolaşmam, efendim, hiç dolaşmam," dedi Peeves. "Umarım işleriniz iyidir, sizi rahatsız etmem."
Süzülüp gitti.
"Harikaydı, Harry!" diye fısıldadı Ron.
Birkaç saniye sonra oradalardı işte, üçüncü kat koridorunda - kapı aralıktı.
Harry, "Al bakalım," dedi usulca. "Snape Fluffy'yi
geçmiş bile."
Açık kapıyla karşılaşmak, kendilerini nelerin beklediğinin habercisiydi sanki. Harry, Pelerin'in altında, arkadaşlarına döndü.
"Dönmek isterseniz sizi suçlayamam," dedi. "Pelerin'i alabilirsiniz, artık bana gerekli değil."
"Saçmalama," dedi Ron.
"Geliyoruz," dedi Hermione.
Harry kapıyı iterek açtı.
Kapı gıcırtısıyla birlikte, derinlerden gelen hırıltılar çarptı kulaklarına. Kendilerini göremeyen köpeğin üç burnu da onlara doğru çevrilmiş, çılgıncasına havayı
kokluyordu.
"Nedir o ayaklarının altındaki?" diye fısıldadı Hermione,
"Harpa benziyor," dedi Ron. "Herhalde Snape bıraktı."
"Çalmayı kestiğin anda uyanmış," dedi Harry. "Başlayalım bakalım..."
Hagrid'in flütünü dudaklarına götürüp çalmaya koyuldu. Pek ustaca çaldığı söylenemezdi, ama ilk notayla birlikte hayvanın gözleri kapanmaya başladı. Soluk bile almıyordu Harry. Köpeğin hırıltıları ağır ağır kesildi - sonunda patilerinin üstüne çöktü Fluffy, sonra da yere uzanarak derin bir uykuya daldı.
Pelerin'den sıyrılıp kapağa doğru giderlerken, Ron, "Sakın çalmayı kesme," diye uyardı Harry'yi. O dev kafalara yaklaştıkça köpeğin sıcaklığını, soluğunun kokusunu duyabiliyorlardı.
Köpeğin sırtından bakarak, "Galiba kapağı açabileceğiz," dedi Ron. "Önce sen girmek ister misin, Hermione?"
"Hayır, istemem!"
"Peki." Ron dişlerini sıkarak köpeğin bacakları üstünden atladı dikkatle. Eğilip kapağın halkasını çekti. Kapak açıldı.
Hermione, "Ne görüyorsun?" dedi merakla.
"Hiçbir şey - sadece karanlık - aşağı inmemizi sağlayacak bir şey yok, atlayacağız."
Hâlâ flüt çalmakta olan Harry, dikkatini çekmek için elini salladı Ron'a, kendini işaret etti.
"Önce sen mi inmek istiyorsun? Emin misin?" dedi Ron. "Burası ne kadar derin, bilmiyorum. Flütü Hermione'ye ver de köpek uyanmasın."
Harry flütü Hermione'ye verdi. Birkaç saniye süren sessizlikte köpek hırıldayarak kıpırdadı, ama Hermione çalmaya başlar başlamaz da o derin uykusuna daldı yine.
Harry de köpeğin üstünden atlayıp kapaktan aşağıya baktı. Dip görünmüyordu.
Parmak uçlarıyla tutunarak delikten sallandı. Sonra yukarıya, Ron'a baktı, "Bana bir şey olursa arkamdan gelmeyin," dedi. "Hemen baykuşhaneye gidip Hedwig'i Dumbledore'a yollayın, tamam mı?"
"Tamam," dedi Ron.
"Birazdan görüşürüz... umarım..."
Harry kendini bıraktı sonra. Soğuk, nemli karanlıkta hızla düştü, düştü, düştü -
POFF. Yumuşak bir şeyin üstünde buldu kendini. Garip bir poff sesiyle. Doğrulup çevresini yokladı, gözleri karanlığa alışmamıştı daha. Sanki bir bitkinin üstünde oturuyor gibiydi.
Posta pulu büyülüğündeki aydınlığa, tepedeki açık kapağa bakarak, "Tamam!" diye seslendi. "Burası yumuşak, atlayabilirsin!"
Hemen atladı Ron. Harry'nin yanına düştü.
İlk sözleri, "Bu da nedir böyle?" oldu.
"Bilmem, bitki gibi bir şey. Atlayınca bir yerin incinmesin diye koymuşlar. Hadi, Hermione!"
Uzaklardaki müzik kesildi. Köpeğin korkunç havlaması duyuldu, ama Hermione atlamıştı bile. Harry'nin öteki yanına düşmüştü.
"Herhalde okulun kilometrelerce altındayız," dedi.
Ron, "İyi ki bu bitkiyi koymuşlar buraya," dedi. "iyi ki mi!" diye bağırdı Hermione. "Şu halinize bakın!"
Ayağa fırlayıp nemli duvara yöneldi çırpınarak. Çırpınıyordu, çünkü düşer düşmez bitkinin dalları yılan gibi kıvrılıp ayak bileklerine dolanmaya başlamıştı. Harry'yle Ron'a gelince, onlar farkında bile olmadan, uzun dallarla sımsıkı sarılmışlardı.
Hermione bitkiye iyice yakalanmadan kurtulmayı başardı. Şimdi iki çocuğun kendilerini kurtarmak için bitkiyle boğuşmalarına bakıyordu; ama Harry de, Ron da ne kadar çabalasalar, bitki o kadar sımsıkı sarılıyordu bedenlerine.
Hermione, "Sakın kıpırdamayın!" dedi. "Nedir bu, biliyorum - Şeytan Kapanı!"
"Aman," diye homurdandı Ron, "iyi ki adını öğrendik, bize ne büyük yararı var ya!" Arkasına yaslandı, bitkinin boğazına sarılmasını önlemeye çalıştı.
"Kes sesini, onun nasıl öldürüldüğünü hatırlamaya çalışıyorum!" dedi Hermione.
Harry, göğsüne dolanan bitkiyle savaşarak, "Çabuk hatırlamaya bak, soluk alamıyorum!" diye hırıldadı.
"Şeytan Kapanı, Şeytan Kapanı... Profesör Sprout ne demişti? Karanlıktan, nemden hoşlanır -"
Boğulurcasma, "Ateş yak öyleyse!" diye bağırdı Harry.
Hermione, boyuna ellerini ovuşturarak, "Yakarım -tabii - ama odun yok!" diye seslendi.
"ÇILDIRDIN MI SEN?" diye haykırdı Ron. "SEN BÜYÜCÜ MÜSÜN, DEĞİL MİSİN?"
"Sahi!" dedi Hermione, asasını çıkardı, onu sallayarak bir şeyler mırıldandı, Snape'e yaptığı büyüyü bitkiye de yaptı, havaya aynı mavi alevleri fışkırttı. Birkaç saniye içinde Harry de, Ron da bitkinin dallarını gevşettiğini, ışıktan, sıcaktan kaçındığını fark ettiler. Sonunda iyice çözüldü bitki, iki çocuğun bedeninden de ayrıldı, onları özgür bıraktı.
Harry, yüzündeki teri silerek duvara, Hermione'nin yanına gitti. "İyi ki Bitkibilim'e çalışmışsın” dedi.
"Öyle," dedi Ron, "iyi ki Harry bu kargaşada kafayı yemedi - 'odun yok'muş - pes!"
"Buradan," dedi Harry; taş bir geçidi gösterdi, tek çıkış yolu da orasıydı zaten.
Kendi ayak sesleri dışında, duvarlardan düşen damlaların belli belirsiz şıpırtılarını duyuyorlardı sadece. Geçit aşağı doğru iniyordu; Harry'nin aklına Gringotts geldi. Büyücüler bankasında kasaları ejderhaların koruduğunu söylemişlerdi, bunu hatırlayınca yüreği daraldı. Ya bir ejderha çıkarsa karşılarına, kocaman, yetişkin bir ejderha - Norbert'le bile baş edememişlerdi...
"Bir şey duyuyor musunuz?" diye fısıldadı Ron. Harry kulak kabarttı. İleriden yumuşak bir hışırtı, bir çınlama geliyordu. "Hayalet mi acaba?" "Bilmem... kanat çırpışı sanki." "İleride ışık var - bir şey kımıldıyor, görüyorum."
Geçidin sonuna varınca ışıl ışıl aydınlatılmış, yüksek mi yüksek tavanlı bir oda çıktı karşılarına. Küçücük, mücevher gibi parıldayan, kanat çırparak oradan oraya uçuşan kuşlarla doluydu oda. Odanın öteki ucunda kalın, tahta bir kapı vardı.
"Odadan geçersek bize saldırırlar mı acaba?" dedi Ron.
"Herhalde," dedi Harry. "Pek yırtıcıya benzemiyorlar ama, hep birden saldırırlarsa... Eh, başka çaremiz yok... Ben koşuyorum."
Derin bir soluk aldı, yüzünü elleriyle kapatarak koşmaya başladı. Keskin gagalarla, pençelerle parçalanacağım sanıyordu, ama hiçbir şey olmadı. Kapıya rahatça ulaştı. Koluna yapıştı, ama kapı kilitliydi.
Ötekiler de onu izlediler. Kapıyı zorladılar, omuzladılar, ama kapı bana mısın demedi, Hermione Alohomora Büyüsü'nü yapınca bile.
"Şimdi ne olacak?" dedi Ron.
"Bu kuşlar... buraya sadece süs için konulmuş olamazlar," dedi Hermione.
Kuşların tepelerinde parlayarak uçuşmasını seyrettiler - parlayarak mı?
Harry, "Bunlar kuş değil!" dedi ansızın. "Bunlar anahtar! Kanatlı anahtarlar - dikkatli bakın. Öyleyse..." Ötekiler anahtar sürüsüne bakarken o da odaya bir göz attı. "... Evet - bakın! Süpürgeler! Kapının anahtarını bulmamız gerek!"
"Ama yüzlercesi var burada!"
Ron kapının kilidini inceledi.
"Kocaman, eski anahtarlar var ya - öyle bir anahtar arayacağız - gümüş olmalı, kapı kolu gibi."
Birer süpürgeye atlayıp havalandılar, anahtar bulutunun ortasına daldılar. Ama tutmaya kalktıkları bütün büyülü anahtarlar öylesine hızlıydı ki, hemen sıyrılıyor, ellerinden kaçıp gidiyordu; birini bile yakalamak neredeyse olanaksızdı.
Ama Harry yüzyılın en genç Arayıcı'sıydı. Başkalarının göremediklerini hemen görmekte üstüne yoktu. Gökkuşağını andıran o tüyler kargaşasında bir dakika kadar dolandıktan sonra, kocaman bir gümüş anahtar gördü - kanadı hafifçe kıvnlmıştı anahtarın, sanki biri onu daha önce yakalamış da kilidi zorlayarak açmış gibi.
Harry, "İşte şu!" diye seslendi ötekilere. "Şu büyük olan - şuradaki - hayır, şu - parlak mavi kanatlı - tüyleri bir yana yatmış."
Ron, Harry'nin gösterdiği yöne fırladı, o hızla tavana çarptı, az kalsın süpürgesinden düşecekti.
"Onu kıstırmalıyız!" diye seslendi Harry; gözlerini eğri kanatlı anahtardan ayırmıyordu. "Ron, sen üstünden gel - Hermione, sen de altında dur, aşağı inmesini engelle - ben de yakalamaya çalışayım. Hadi, ŞİMDİ!"
Ron pike yaptı, Hermione yukarı süzüldü, anahtar ikisinden de kurtuldu, Harry onun arkasından fırladı; duvara doğru gidiyordu anahtar, Harry öne eğildi, onu tek eliyle duvara yapıştırdı. Odada Ron'la Hermi-one'nin sevinç çığlıkları çınladı.
Hemen indiler; Harry, elinde çırpman anahtarla, kapıya koştu. Onu kilide sokup çevirdi - olmuştu bu iş. Kilit açılır açılmaz anahtar yeniden havalandı, iki kere yakalandığı için pek yıpranmışa benziyordu.
Eli kapının kolunda, "Hazır mısınız?" diye sordu Harry. Ron'la Hermione baş salladılar. Harry kapıyı açtı.
Bir sonraki oda öylesine karanlıktı ki, hiçbir şey göremediler. Ama içeri adım atar atmaz ışıl ışıl oldu oda, inanılmaz bir görüntüyle karşılaştılar.
Büyük bir satranç tahtasının kenarında duruyorlardı, siyah taşların arkasında. Taşlar kendilerinden bile büyüktü, siyah mermerden yapılmışlardı. Tam kargılarında, odanın öteki yanında, beyaz taşlar vardı. Harry, Ron ve Hermione hafifçe ürperdiler - dev beyaz taşların yüzleri yoktu.
"Şimdi ne yapacağız?" diye fısıldadı H,ırrv
"Belli değil mi?" dedi Ron. "Satranç oynayarak karşı yana geçeceğiz."
Beyaz taşların arkasında bir kapı daha gördüler.
Hermione tedirgindi. '"Nasıl?" diye sordu.
"Galiba," dedi Ron, "taşların yerine geçmemiz gerekiyor."
Siyah ata gidip elini boynuna koydu. Taş canlanıverdi ansızın. At yeri eşeledi, Ron'a baktı.
"Şey - karşıya geçmek için size katılmamız mı gerek?"
Siyah at baş salladı. Ron arkadaşlarına döndü. "Bu biraz kafa işi..." dedi. "Siyah taşlardan üçünün yerlerini alacağız..."
Ron düşünürken Harry'yle Hermione çıt çıkarmadılar. Sonunda, "Gücenmeyin ama," dedi Ron, "doğrusu ikiniz de satrançta pek iyi değilsiniz -''
Harry, "Gücenen yok," dedi hemen. "Ne yapacağız, sen ona söyle."
"Harry, sen filin yerini al... Hermione, sen de onun yanına, kalenin yerine geç." "Ya sen?"
"Ben de at olacağım," dedi Ron. Taşlar onları dinliyorlardı galiba, çünkü bu sözler üzerine bir at, bir fil, bir de kale beyazlara sırtlarını dönüp satranç tahtasından indiler; onların boşalttıkları üç yere de Harry, Ron ve Hermione geçti.
Ron, tahtanın öteki yanına bakarak, "Satrançta her zaman ilk hamleyi beyazlar yapar," dedi. "Evet... bakın..."
Beyaz bir piyon iki adım ilerlemişti. Ron siyah taşları yönetmeye başladı. Taşlar, o nereye yollarsa oraya gidiyorlardı sessizce. Harry'nin dizleri titriyordu. Ya mat olurlarsa?
"Harry - sağa çapraz dört adım." İlk gerçek sol, öteki atları alınınca geldi. Beyaz vezir yere serdi onu, tahtadan sürükleyerek çıkardı, at yüzükoyun yere serildi.
Ron sarsılmışa benziyordu. "Bunu yapmamız gerekiyordu," dedi. "Şimdi sen şu fili rahatça alabilirsin, Hermione, hadi."
Ne zaman bir taş yitirseler, beyazlar acımasız davranıyordu. Duvarın dibi kısa zamanda sakat siyah taşlarla doldu. Ron, iki kere Harry'yle Hermione'nin tehlikede olduklarını fark etti. Kendisi de oradan oraya gidiyor, yitirdikleri taş sayasında beyaz taş almaya bakıyordu.
"Neredeyse geldik," diye mırıldandı ansızın. "Bir düşüneyim - düşüneyim .."
Beyaz vezir bomboş yüzünü ona çevirmişti.
Usulca, "Evet..." dedi Ron, "tek yol bu... Beni alması gerek."
Harry'yle Hermione, "HAYIR!" diye bağırdılar.
"Satranç budur işte!" dedi Ron. "Biraz kurban vereceksin! Ben şimdi bir hamle yapacağım, vezir beni alacak - siz de rahatça mat edersiniz, Harry!"
"Ama -"
"Snape'i durdurmak istiyor musun, istemiyor musun?"
"Ron -"
"Bana bak, acele etmezseniz, Taş'ı ele geçirecek!"
Yapılacak başka şey yoktu.
"Hazır mısınız?" dedi Ron. Yüzü bembeyaz kesilmişti, ama kararlıydı. "Ben gidiyorum - kazanınca da oyalanmayın sakın."
İlerledi, beyaz vezir de fırladı. Taş kolunu Ron'un kafasına indirip onu yere serdi - Hermione bir çığlık attı, ama yerinde kaldı - beyaz vezir Ron'u kenara sürükledi. Kendinden geçmişe benziyordu Ron.
Harry titreyerek sola üç adım attı.
Beyaz şah kafasından tacını çıkarıp Harry'nin ayaklarının dibine attı. Kazanmışlardı. Taşlar yana çekilerek eğildiler, kapının önü açılmıştı şimdi. Harry'yle Hermione, Ron'a üzüntüyle son kere bakarak kapıdan geçtiler, bir sonraki geçide çıktılar. "Ya Ron'a bir şey olduysa?"
Harry, kendi kendini de inandırmaya çalışarak, "Bir şey olmaz," dedi. "Bakalım şimdi ne çıkacak karşımıza?" "Sprout'unki tamam, Şeytan Kapanı'ydı o - Flitwick anahtarları büyülemiş herhalde - McGonagall da satranç taşlarını canlandırmış - kala kala Quirrell'ın büyüsüyle Snape'inki kaldı..."
Bir başka kapıya varmışlardı, "iyisin ya?" diye fısıldadı Harry. "Durma." Harry kapıyı açtı.
İğrenç bir koku doldurdu burun deliklerini, ikisi de cüppelerini çekip burunlarını kapatmak zorunda kaldılar. Gözleri sulandı hemen, tam önlerinde bir ifrit gördüler; daha önce karşılaştıklarından da büyüktü bu, kafası kanlar içinde, yerde yatıyordu.
İfritin dev bacaklarının üstünden dikkatle atlarken, "İyi ki bununla dövüşmek zorunda kalmadık," diye fısıldadı Harry. "Hadi, soluk alamıyorum."
Bir sonraki kapıyı açtı, ikisi de karşılarına ne çıkacak diye bakmaya cesaret edemiyorlardı sanki - ama i pek de korkulacak bir şey yoktu içeride; sadece bir masa, masanın üstünde de değişik biçimlerde yedi şişe vardı.
"Snape'inki," dedi Harry. "Ne yapmamız gerekiyor?"
Eşikten adım atar atmaz arkalarında bir alev yükseldi. Sıradan bir ateş değildi bu, mordu. Aynı anda önlerindeki kapıyı da siyah alevler sardı. Kapana kısılmışlardı.
"Bak!" Hermione, şişelerin yanında duran bir kâğıdı aldı. Harry onun omzunun üstünden bakarak kâğıtta yazılanları okudu:
Önünde tehlike var, arkanda ise güven,
Yardımcı olur sana ikisi içimizden,
Yolunda ilerletir yedi şişeden biri
Bulabilirsen eğer şimdi doğru iksiri,
Birimiz geri yollar, dönersin tıpış tıpış,
ikimiz saf şaraptır, ısırgandan yapılmış,
Üçümüz zehirlidir, hiç çekinmez can alır
Ondan tek yudum içen hemen yığılır kalır.
Seçimini yap şimdi, ver bakalım bir karar Kalmak istemiyorsan burda sonsuza kadar. Dört ipucu verelim kolaylık olsun diye Bu da bizlerden sana çok güzel bir hediye: Birincisi: Kendini boyuna gizler zehir Isırgan şarabının sol yanına çekilir; ikincisi: Başkadır uçlardaki şişeler içme onları ölmek istemiyorsan eğer; Üçüncüsü: Boyları değişiktir hepsinin Bir zararı dokunmaz cücesinin, devinin; Dördüncüsü: Hem sağdan, hem soldan ikincisi Başka başka boydadır, ama aynıdır cinsi.
Hermione derin bir soluk aldı, Harry onun gülümsediğini görünce şaşırdı kendisinin içinden hiç de gülmek gelmiyordu.
"Harika!" dedi Hermione. "Büyü değil bu - mantık oyunu - bulmaca. En ünlü büyücülerden çoğunun bir gram bile mantığı yoktur; sonsuza kadar burada kalırlar."
"Biz de kalacağız anlaşılan."
"Elbette kalmayacağız," dedi Hemıione. "Bize gerekli olan her şey bu kâğıtta yazılı. Yedi şişe: Üçü zehir, ikisi şarap, biri bizi siyah ateşten geçi ecek, biri de mordan geçirip dönmemizi sağlayacak."
"Ama hangisini içeceğimizi nereden bileceğiz?"
"Bir dakika, düşüneyim."
Kâğıdı birkaç kere okudu Hermione. Sonra şişeleri inceledi teker teker, bir şeyler mırıldanarak onlan gösterdi parmağıyla. Sonra ellerini çırptı.
“Buldum," dedi. "Bizi siyah ateşten en küçük şişe geçirecek - Taş'a götürecek."
Harry minik şişeye baktı.
"Bunun içindeki sadece birimize yeterli," dedi. "Tek yudum bile yok neredeyse."
Birbirlerine baktılar.
"Peki, mor ateşten geçirip dönmemizi hangisi sağlıyor?"
Hermione sağda, en kenarda duran şişeyi gösterdi.
"Sen iç onu," dedi Harry. "Hayır, dinle be ni - gidip Ron'u al - uçan anahtarların bulunduğu odadaki süpürgelere binersiniz, uçarak kapaktan geçer, Fluffy'yi atlatırsınız - doğru baykuşhaneye gidip Hedwig'i Dumbledore'a gönderin, onun yardımı gerekiyor. Ben Snape'i bir süre oyalarım, ama teke tek kalırsak baş edemem."
"Ama Harry - ya yanında Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen de varsa?"
Harry, alnındaki izi göstererek, "Eh," dedi, "bir keresinde şansım yaver gitti, öyle değil mi? Belki yine öyle olur."
Hermione'nin dudakları titredi; ansızın Harry'nin kollarına atıldı kız, ona sarıldı. "Hermione!"
"Harry - biliyor musun, çok büyük bir büyücüsün sen."
Harry, onun kollarından ayrılırken, utanarak, "Senin kadar değil," dedi.
"Benim kadar değil mi?!" dedi Hermione. "Kitaplar! Kafa çalıştırma! Daha önemli şeyler var - dostluk, cesaret - ah, Harry - dikkatli ol!"
"Önce sen iç," dedi Harry. "Hangisi olduğunu iyice biliyorsun, değil mi?"
"Yüzde yüz," dedi Hermione. Yuvarlak şişeden koca bir yudum aldı, titremeye başladı.
Harry, mdişeyle, "Zehir değil ya?" dedi.
"Hayır - ama buz gibi."
"Çabuk ol, etkisi geçmeden."
"İyi şanslar - dikkatli ol -"
"GİT!"
Hermione dönüp mor ateşten geçti.
Derin bir soluk aldı Harry, en küçük şişeye uzandı. Siyah alevlere çevirdi yüzünü.
"Geliyorum işte!" dedi, şişenin içindekini tek yudumda içti.
Gerçekten de buz gibi oldu bedeni. Şişeyi yerine koyup ilerledi; siyah alevler her yanını sarıyordu ama onları duymuyordu bile - bir an o kara ateşten başka bir şey göremedi - sonra öteki yanda, sonuncu odada buldu kendim.
Biri daha vardı orada - ama Snape değildi bu. Voldemort bile değildi.

GeCeLeR
12-10-2006, 01:33 AM
BÖLÜM 17 - İki Yüzlü Adam

Quirrel'dı.
Şaşkınlıkla, "Sen ha!" dedi Harry.
Quirrell gülümsedi. Yüzü hiç de seğirmiyordu.
"Evet, ben," dedi sakin bir sesle. "Seninle burada karşılaşıp karşılaşmayacağımı düşünüyordum, Potter."
“Ama ben sanmıştım ki - Snape -"
"Severas mu?"Quirrell güldü, öyle sarsak sarsak gülmüyordu şimdi, soğuk ve kesindi. "Evet, Severus öyle birine benziyor, değil mi? Besili bir yarasa gibi ortalarda dolaşması öyle yararlı oldu ki. Onun yanında, ke-ke-kekeleyip duran za-zavallı P-Profesör Quir-rell'dan kim kuşkulanabilirdi?"
Harry inanamıyordu. Doğru olamazdı bu, olamazdı.
"Ama Snape beni öldürmek istedi!"
"Hayır, hayır, hayır. Seni öldürmek isteyen bendim. Arkadaşın Miss Granger, Quidditch maçında Snape'i ateşe vermek için koşarken bana çarptı. Seninle göz ilişkimi yitirdim. Birkaç saniye daha sürseydi, o süpürgeden atacaktım seni. Bunu daha önce de başarabilirdim, ama Snape seni kurtarmak için karşı-büyü yapıyordu."
"Snape beni kurtarmaya mı çalışıyordu?" Quirrell, soğuk bir sesle, "Tabii," dedi. "Bir sonraki maçta neden hakemlik etmek istedi, bilmiyor musun? Yine büyü yapmama engel olacaktı. Boşuna... hiç zahmet etmeseydi... Dumbledore oradayken zaten bir şey yapamazdım. Bütün öteki öğretmenler, onun Gryffindor'un kazanmasını engellemek istediğini düşündüler, kendini bilerek sevimsizleştirdi... Dedim ya, boşuna... seni bu gece öldüreceğim."
Parmaklarını şaklattı. Birdenbire ipler sarktı havadan. Harry'yi sımsıkı bağladılar.
"Her şeye burnunu sokuyorsun, Potter, yaşaman doğru değil. Cadılar Bayramı'nda okulda dört döndün; Taş'ı neyin koruduğunu anlamak için gelmiştim, sen de beni gördün."
"İfriti içeriye sen mi aldın?”
"Tabii. İfritlerle başa çıkmakta ustayım - arkadaki ifritin halini görmedin mi? Herkes deli gibi ifriti ararken, benden kuşkulanan Snape dosdoğru üçüncü kata gitti, beni bulmak için - ifritim seni öldüremedi o gece, üç başlı köpek de Snape'in bacağını doğru dürüst ısırıp koparamadı.
"Şimdi sessizce bekle bakalım, Potter. Şu ilginç aynayı incelemem gerek."
İşte o zaman Quirrell'ın arkasında duran şeyi fark etti Harry. Kelid Aynası'ydı bu.
Quirrell, çerçevesine dokunarak, "Taş'ı bulmanın anahtarıdır bu ayna," diye mırıldandı. "Dumbledore gelip de seni kurtarır mı sanıyorsun?.. Londra'da... O dönünce ben çok uzaklarda olacağım..."
Harry'nin bütün çabası Quirrell'ı konuşturmak, onun düşüncelerini Ayna'da yoğunlaştırmasını engellemekti.
"Snape'le seni Orman'da gördüm -" dedi.
"Evet," diye mırıldandı Quirrell, bakmak için Ay-na'nın arkasına geçti. "Neler çevirdiğimi iyice anlamak istiyordu. Benden hep kuşkulanmıştı zaten. Aklınca beni korkutacaktı - sanki korkutabilirmiş gibi... Benim yanımda Lord Voldemort var..."
Quirrell, arkasından çıkıp gözlerini Ayna'ya dikti.
"Taş'ı görüyorum... onu efendime sunacağım... ama nerede?"
Harry kendisini sımsıkı saran iplerden kurtulmak için çırpındı, ama hiçbiri gevşemiyordu bile Quirrell'ın dikkatini Ayna'ya vermesine mutlaka engellelmeliydi.
"Ama Snape de benden nefret ediyor gibi görünüyordu."
Quirrell, olağan bir sesle, "Orası öyle," dedi, "doğru. Babanla birlikte Hogwarrs'taydı bilmiyor musun? O zaman da birbirlerini hiç sevmezlerdi. Ama senin ölmeni hiç istemedi."
"Ama daha birkaç gün önce ağlayıp duruyordun -Snape'in seni tehdit ettiğini sanmıştım..."
Quirrell'ın yüzünde ilk kere bir korku belirtisi görüldü.
"Bazen," dedi, "efendimin söylediklerini yerine getirmekte zorlanıyorum - o büyük bir büyücü, bense zayıfım -"
Harry'nin soluğu kesildi sanki. "Yani o da seninle sınıfta mıydı?"
Quirrell, sakin sakin, "Ben nereye gidersem gideyim, o hep yanmadadır," dedi. "Dünyayı dolaşırken tanışmıştım onunla. Sersem delikanlının tekiydim, iyi nedir, kötü nedir, kafamın içi saçmasapan düşüncelerle doluydu. Lord Voldemort ne kadar yanıldığımı gösterdi bana. İyiyle kötü diye bir şey yoktur, güç vardır sadece, bir de o gücü elde edemeyecek kadar zayıf olanlar... O günden beri buyruğundayım, ama birçok kere yüzünü kara çıkardım. Beni ağır biçimde cezalandırmak zorunda kaldı." Quirrell ansızın titredi. "Yanlışları kolay kolay bağışlamaz. Taş'ı Gringotts'tan çalmayı başaramadığımda, çok öfkelenmişti. Beni cezalandırdı... gözünün hep üstümde olacağım söyledi..."
Quirrell'ın sesi gittikçe uzaklaşıyordu sanki. Harry, Diagon Yolu'nu hatırladı - ne büyük aptallık ermişti. Quirrell'ı ilk orada görmüş, Çatlak Kazan'da elini sıkmıştı.
Quirrell fısıltıyla küfretti.
"Anlamıyorum... Taş, Ayna'nın içinde mi? Onu kırmam mı gerekiyor?"
Harry hızlı hızlı düşünmeye çalışıyordu.
Şu anda dünyada en çok istediğim şey, diye düşünüyordu, Taş'ı Quirrell'dan önce bulmak. Ayna'ya bakarsam kendimi Taş'ı alırken görürüm - yani Taş'ın nerede olduğunu anlarım! Ama Quirrell'a fark ettirmeden nasıl bakarım?
Ona belli etmeden hafifçe sola kaymaya, aynanın karşısına geçmeye çalıştı, ama ayak bileklerindeki ipler çok sıkıydı: Sendeleyip düştü. Qııirrell, Harry'ye aldırmadı. Hâlâ kendi kendine konuşuyordu.
"Bu ayna ne yapar? Nasıl çalışır? Bana yardım edin, Efendimiz!"
Harry, dehşet içinde, bir sesin yanıt verdiğini duydu; ses Quirrell'ın kendisinden geliyordu üstelik.
"Çocuğu kullan... Çocuğu kullan..."
Quirrell, Harry'ye döndü.
"Evet - Potter - gel buraya."
Ellerini çırptı; çırpar çırpmaz da Harry'yi bağlayan ipler çözüldü. Ağır ağır ayağa kalktı Harry.
Quirrell, "Gel buraya," dedi yine. "Ayna'ya bak, ne gördüğünü söyle."
Harry ona doğru yürüdü.
"Yalan söylemeliyim," diye düşünüyordu. "Bakıp bir yalan kıvırmalıyım, başka çare yok."
Quirrell tam arkasına yaklaştı. Harry, onun sarığından gelen garip kokuyu duydu. Gözlerini yumdu, Ayna'nın tam karşısına geçti, gözlerini yeniden açtı.
Kendi görüntüsüyle karşılaştı; bembeyaz kesilmişti, korkmuş görünüyordu. Ama bir an sonra görüntü gülümsedi ona. Elini cebine sokup kan rengi bir taş çıkardı. Göz kırptı, Taş'ı yeniden cebine koydu - bunu yaparken de Harry kendi cebinde bir ağırlık duydu. Nasıl olduysa - inanılmaz bir biçimde - Taş'ı almıştı.
Quirrell, "Eee?" dedi sabırsızlıkla. "Ne görüyorsun?" Harry bütün cesaretini topladı.
"Dumbledore'la tokalaştığunı görüyorum," diye attı. "Gryffindor, Okul Kupası'nı kazanmış."
Quirrell yine küfretti.
"Çekil önümden," dedi. Harry kenara çekilirken Felsefe Taşı'nın bacağına değdiğini duydu. Kaçabilir miydi acaba?
Ama beş adım bile atmadan o ince sesi işitti yine, Quirrell'ın dudakları bile kıpırdamıyordu.
"Yalan söylüyor... Yalan söylüyor..."
"Potter, gel buraya!" diye bağırdı Quirrell. "Bana doğruyu söyle! Biraz önce ne gördün?"
İnce ses yine yükseldi.
"Ben konuşayım onunla... yüz yüze..."
"O kadar gücünüz yok, Efendimiz!"
"Yeteri kadar gücüm var... bu iş için..."
Harry sanki Şeytan Kapanı'na yakalanmış gibiydi. Tek kasını bile kımıldatamıyordu. Taş kesilmişti sanki, Ouirrell'm sarığına uzanıp onu çözmeye başladığını gördü dehşetle. Ne oluyordu? Sarık çözüldü. O olmayınca Quirrell'ın başı çok küçük duruyordu. Sonra ağır ağır döndü Quirrell. -
Harry çığlık atabilirdi, ama sesi çıkmıyordu. Quir-rell'ın başının arkasında bir yüz vardı, o güne kadar gördüğü en korkunç yüz. Kıpkırmızı gözleri olan tebeşir beyazı bir yüz. Burun deliklerinin yerinde de, yılanınkiler gibi daracık yarıklar.
"Harry Potter..." diye fısıldadı.
Harry bir adım gerilemek istedi, ama bacakları kımıldamıyordu.
"Ne hale geldiğimi gördün mü?" dedi yüz. "Gölgeden, buhardan başka bir şey değilim... Ancak bir başkasının bedenini paylaşırsam bir biçim alabiliyorum... ama beni yüreklerine, kafalarına almak isteyenler olmuştur hep... Tek boynuzlu kanı şu son birkaç hafta güç sağladı bana... bana bağlı Quirrell'ın Orman'da benim için kan içtiğini gördün... Yaşam İksiri'ni elime geçirince kendi bedenimi de yaratabileceğim... Şimdi... cebindeki Taş'ı ver bakalım!"
Demek biliyordu. Bacaklarına ansızın bir dirilik gelen Harry hafifçe geriledi.
"Aptallık etme," diye homurdandı yüz. "Kendi canım kurtar, benden yana olmaya bak... yoksa sonun annenle babanın sonu gibi olur... Kendilerine acımam için yalvararak öldüler..."
Ansızın, "YALAN!" diye bağırdı Harry.
Quirrell, Voldemort Harry'yi görebilsin diye, arka arka yürüyordu. Hain yüz gülümsüyordu şimdi.
"Ne kadar dokunaklı..." diye tısladı. "Cesarete her zaman saygım var... Evet, yavrum, annenle baban yürekliydi... Önce babanı öldürdüm, kıyasıya dövüşmüştü benimle... ama annenin ölmesi gerekmezdi... seni korumak istiyordu... Şimdi ver şu Taş'ı, yoksa annen de boşu boşuna ölmüş olacak."
"HİÇBİR ZAMAN!"
Alevli kapıya fırladı Harry, ama Voldemort, "YAKALA ONU!" diye bağırdı, Harry de o anda Quirrell'ın elinin bileğine yapıştığını duydu. Alnına o bıçak gibi sancı saplandı yine; kafası sanki ikiye ayrılacaktı; bütün gücüyle direnerek bağırdı, Quirrell'ın kendisini bıraktığını şaşkınlıkla gördü. Başındaki ağrı hafifledi - Quir-rell'ın nereye gittiğini anlamak için çılgınca bakındı çevresine; onun ellerine bakarak acı içinde kıvrandığını gördü - parmaklarında kabarcıklar beliriyordu.
Voldemort, "Yakala onu! YAKALA ONU!" diye bağırdı yine; Quirrell atlayıp yere yıktı Harry'yi, üstüne çullandı, iki elini onun boynuna doladı - Harry'nin yara izi artık dayanılmaz bir acı veriyordu, ama Quirrell da sancılar içinde uluyordu.
"Efendimiz, onu tutamıyorum - ellerim - ellerim!"
Quirrell dizlerini dayadı Harry'ye, boynunu bırakıp şaşkınlık içinde kendi avuçlarına bakmaya başladı -Harry onun ellerinin kıpkırmızı kesildiğini gördü, yanmıştı sanki, derileri soyulmuştu, pırıl pırıl parlıyordu.
Voldemort, "Öyleyse öldür onu, sersem, öldürsene!" diye haykırdı.
Ouirrell bir ölüm laneti yağdırmak için elini kaldırdı, ama Harry içgüdüyle uzanıp Quirrell'ın yüzüne yapıştı.
"AAAAHH!"
Yere yuvarlandı Quirrell, yüzünde de kabarcıklar belirmişti, Harry anladı: Quirrell'ın cildine dokunmak korkunç bir acı veriyordu ona - şimdi tek şansı vardı: lanetlemesini önlemek için onu acı içinde kıvrandırmak.
Ayağa fırladı Harry, Quirrell'in koluna yapışıp bütün gücüyle sıktı. Quirrell çığlık atarak Harry'yi itmek istedi - Harry'nin başındaki ağrı daha da artıyordu, gözleri de göremiyordu artık - sadece Quirrell'ın korkunç çığlıklarını, Voldemort'un "ÖLDÜR ONU! ÖLDÜR ONU!" diye haykırmasını işitebiliyordu - başka sesleri de - belki kendi kafasında yaratıyordu o sesleri... "Harry! Harry!"
Quirrell'ın kolunun burkulduğunu duydu, her şeyin bittiğini anladı, bir karanlığa düştü... düştü... düştü...
Tepesinde altın rengi bir şey uçuyordu. Snitch! Yakalamak istedi onu, ama kolları havaya kalkamayacak kadar ağırdı.
Gözlerini kırpıştırdı. Snitch değildi bu. Gözlüktü. Ne kadar garip.
Gözlerini kırpıştırdı yine. Albus Dumbledore'un gülümseyen yüzüyle karşılaştı.
"İyi günler, Harry," dedi Dumbledore.
Harry ona baktı bir süre. Sonra hatırladı. "Efendim! Taş! Quirrell'dı! Taş onda! Efendim, çabuk -"
"Sakin ol, sevgili yavrum, sen olayların biraz gerisinde kalmışsın," dedi Dumbledore. "Taş Quirrell'da değil."
"Kimde öyleyse? Efendim, ben -" "Harry, sakin ol lütfen, yoksa Madam Pomfrey beni dışarı atar,"
Harry yutkunarak çevresine bakındı. Hastane kanadında olduğunu anladı. Beyaz çarşaflı bir yatakta yatıyordu, yanındaki sehpanın üstü de şekerci dükkânına dönmüştü.
Dumbledore, ışıl ışıl, "Arkadaşlarının, hayranlarının armağanları," dedi. "Mahzenlerde seninle Profesör Quirrell arasında geçenler sır, ama nasılsa bütün okul öğrenmiş. Arkadaşların Fred'le George Weasley sana bir oturak göndermeye kalkmışlar. Bundan hoşlanacağını düşünmüşler. Ama Madam Pomfrey bunun pek sağlıklı bir şey olmadığına inandığı için oturağa el koymuş."
"Ne kadar zamandır buradayım?"
"Üç gündür. Mr Ronald Weasley'le Miss Granger çıktığında pek sevinecekler, inanılmaz derecede üzülüyorlardı."
"Ama efendim, Taş"
"Görüyorum ki, dikkatini başka yere veremiyorsun. Peki öyleyse... Taş... Profesör Quirrell onu senden alamadı. Buna engel olmak için tam zamanında yetiştim, ama doğrusunu istersen, sen de tek başına zaten başarılıydın."
"Siz de mi geldiniz? Hermione'nin baykuşunu mu aldınız?"
"Yolda karşılaştık onlarla. Londra'ya vanr varmaz, bulunmam gereken yerin ayrıldığım yer olduğunu anlamıştım. Quirrell'i senin elinden almak için tam zamanında yetiştim -"
"Sizdiniz demek..."
"Gecikeceğim diye korkmuştum."
"Az kalsın gecikecektiniz. Taş'ı ona karşı artık daha fazla koruyamazdım -"
"Taş'ı değil, yavrum, kendini - gösterdiğin çaba seni öldürecekti neredeyse. Bir an öldüğünü düşünüp korktum. Taş'a gelince, yok edildi."
Harry, boş boş, "Yok mu edildi?" diye sordu. "Ama arkadaşınız - Nicolas Flamel"
"Ooo, demek Nicolas'ı da biliyorsun." Dumbledore keyiflenmişti sanki. "Her şeyi uygun biçimde yaptın, değil mi? Nicolas'la ben oturup konuştuk, Taş'ı yok etmenin doğru olacağına karar verdik."
"Yani o da, karısı da ölecekler, öyle mi?"
"İşlerini düzenlemeye yetecek kadar İksir var ellerinde. İşlerini düzene koyduktan sonra da, evet, ölecekler."
Dumbledore, Harry'nin gözlerindeki şaşkın bakışı görünce gülümsedi.
"Senin kadar genç biri için inanılmaz bir şey bu, ama Nicolas'la Perenelle için uzun, çok uzun bir günden sonra yatağına çekilip uyumaya benziyor. Düzenli bir kafa için ölüm de büyük bir serüvenden başka bir şey değildir. Biliyor musun, pek de öyle harika bir şey değildi Taş. Dilediğin kadar para, dilediğin kadar yaşam! Birçok insanın hemen isteyeceği iki şey - asıl sorun, insanların kendileri için en kötü şeyleri isteme tutkuları." Harry, kafası iyice karışmış, yatıyordu. Dumbledore Küçük bir ezgi mırıldandı, tavana bakarak gülümsedi.
"Efendim," dedi Harry. "Düşünüyordum da... Efendim - Taş yok olsa bile, Vol- yani, Kim-Olduğunu-Bilir-sin-Sen-"
"Voldemort de, Harry. Her şeyin gerçek adını söyle.
Bir şeyin adından korkarsan, kendisinden daha çok korkmaya başlarsın."
"Evet, efendim. Şey, Voldemort dönmenin başka yollarını arayacak, öyle değil mi? Demek istiyorum ki...
gitmedi mi?"
"Hayır, Harry, gitmedi. Hâlâ bir yerlerdedir, belki de paylaşacağı bir beden arıyordur.. gerçekten canlı olmadığı için, öldürülemez de. Quirrell’ı ölüme terk etti, dostlarına da düşmanları kadar acımasız davranıyor. Yine de, Harry, onun güce kavuşmasını geciktirdin, ileride bir başkası da savaşabilir onun ama, bu gecikmeler gücünü bütün bütüne yitirmesini sağlayabilir."
Başını salladı Harry, ama hemen kesti bunu, çünkü öyle yapınca kafası ağrımıştı. Sonra, "Efendim," dedi, "öğrenmek istediğim başka şeyler de var, eğer bana anlatırsanız... gerçeği öğrenmek istiyorum..."
"Gerçeği." İç çekti Dumbledore. "Hem güzel, hem korkunç bir şeydir gerçek, çok özen ister. Yine de sorunu yanıtlarım, yanıtlamamak için geçerli bir nedenim olursa beni bağışlarsın. Tabii yalan söylemeyeceğim."
"Şey... Voldemort annemi öldürmüş, beni öldürmesine engel olduğu için. Beni neden öldürmek istiyordu acaba?"
Dumbledore derin derin iç çekti bu kere.
"Yazık, sorunu yanıtlayamam. Söyleyemem sana. Bugün olmaz. Şimdi olmaz. Günün birinde öğreneceksin... şimdilik bunu düşünme, Harry. Büyüyünce... Biliyorum, bunu duymaktan hoşlanmayacaksın, günü gelince öğreneceksin."
Harry üstelemenin bir yarar sağlamayacağını biliyordu.
"Peki, Quirrell neden dokunamadı bana?" "Annen seni kurtarmak için öldü. Voldemort'un anlayamayacağı bir şey varsa, o da sevgidir. Annenin sana olan sevgisi kadar güçlü bir sevgi ne derin izler bırakır, bunu anlayamaz. Yara izine benzemez bu, gözle görülmez... böylesine yürekten sevilmek, seven insan gitse bile, bizi sonsuza kadar korur. Tenine işlemiştir bu. Quirrell'ın içi nefret, hırs, türkü doluydu, ruhunu Voldemort'la paylaşmıştı o; sana bu yüzden dokunamadı. Güzelliklerle yaratılmış birine dokunmak onun gibilere acı verir."
Dumbledore pencereye konmuş bir kuşla ilgileniyordu şimdi; bu da Harry'ye gözlerini çarşafa silme olanağını sağladı. Kendini toparlayınca, "Ya Görünmezlik Pelerini?" dedi. "Onu bana kimin yolladığını biliyor musunuz?"
"Haa - onu baban bırakmıştı bana, hoşuna gider diye düşündüm." Dumbledore'un gözleri parladı "Yararlı şey'er... baban buradayken onu sırtına geçirir, mutfağa gidip yiyecek bir şeyler aşırırdı."
"Bir şey daha var..."
"Bakalım bu neymiş?"
"Quirrell'ın söylediğine göre, Snape -"
"Profesör Snape, Harry."
"Evet, o. Quirrell'in söylediğine göre, babamdan nefret ettiği için benden de nefret ediyormuş. Doğru mu bu?"
"Doğrusu ikisi de birbirlerinden pek hoşlanmazlardı. Seninle Mr Malfoy gibi. Günün birinde baban öyle bir şey yaptı ki, Snape onu hiç bağışlamadı."
"Ne yaptı?"
"Onun hayatını kurtardı."
"Ne?"
Düşlere dalmış gibi, "Evet..." dedi Dumbledore. "Garip değil mi, insanların kafası nasıl çalışıyor? Profesör Snape babana borçlu kalmayı kaldıramadı... O borcu ödemek için de bütün bir yıl seni korumaktan perişan oldu. Babana nefretini artık huzur içinde hatırlayabilir..."
Harry anlamaya çalıştı bunu, ama kafası zonkluyordu, vazgeçti.
"Efendim, bir şey daha var..."
"Bir tek şey mi?"
"Taş'ı Ayna'dan nasıl çıkardım?"
"Hah, bak işte, bunu sorduğuna sevindim. Bu da benim parlak düşüncelerimden biriydi, ikimizin arasında kalsın, sakın kimseye söyleme. Taş'ı bulmak isteyen kişi - kullanmak isteyen değil, bulmak isteyen kişi -onu ele geçirebilirdi ancak; başkaları altın yapmakla ilgilenirdi sadece, bir yandan da lıkır lıkır Yaşam iksiri içerdi. Beynim bazen şaşırtıyor beni... Hadi artık, bu kadar soru yeter. Şekerlerim yemeye başla. Ah! Bertie Botts'un Bin Bir Çeşit Fasulye Şekerlemesi! Yazık, gençliğimde insanın içini bulandıranlardan biri çıkmıştı kısmetime, o günden sonra da ağzıma koymadım - ama şu herhalde güvenlidir, ne dersin?"
Gülümseyerek açık kahverengi bir fasulye şekerlemesi attı ağzına. "Tüh!" dedi boğulurca sına, "Kuhık ki-riymiş!"
Yönetici Madam Pomfrey şirin bir kadındı, ama çok düzenliydi.
"Beş dakikacık," diye yalvardı Harry. "Kesinlikle olmaz." "Profesör Dumbledore'u aldınız..." "Elbette, o Okul Müdürü, ayrıcalığı var. Dinlenmen gerek."
"Dinleniyorum, bakın, yatıyorum iste. N'olursu-nuz, Madam Pomfrey..."
"Ne yapalım, öyle olsun," dedi Madam Pomfrey. "Ama sadece beş dakika."
Ron'la Hermione'yi içeri aldı.
"Harry!"
Hermione ona sarılmaya hazırdı yine, ama kendini tuttu, başı hâlâ ağrıdığı için de Harry memnun oldu buna.
"Ah, Harry, biz senin öleceğini - Profesör Dumbledore öyle üzülmüştü ki -"
"Bütün okul bundan söz ediyor," dedi Ron. "Ne oldu, şunun doğrusunu anlatsana."
Gerçek öykünün inanılmaz söylentilerden çok daha garip, çok daha heyecanlı olduğu ender durumlardan biriydi bu. Harry her şeyi anlattı: Quirrell'ı, Ayna'yı,Taş'ı, Voldemort'u. Ron'la Hermione iyi dinleyicilerdi doğrusu; uygun yerlerde soluklarını tuttular, Harry Quirrell'in sarığının altında ne olduğunu söyleyince, Hermione çığlık atmaktan kendini alamadı.
Sonunda, "Demek Taş yok artık," dedi Ron. "Flamel öyle ölüp gidecek mi?"
"Ben de bunu sordum Dumbledore'a; dedi ki - ne demişti? - 'Düzenli bir kafa için ölüm de büyük bir serüvenden başka bir şey değildir'."
"Söylemiştim, kaçığın tekidir diye," dedi Ron. Kahramanının ne kadar çılgın olduğundan etkilenmişe benziyordu.
"Sizin ikinize ne oldu?" dedi Harry.
"Ben rahatça döndüm," dedi Hermione. "Ron'u götürdüm - biraz zaman aldı bu - tam bay kuşhaneye gidiyorduk ki, Giriş Salonu'nda Dumbledore'la karşılaştık. Zaten biliyordu - 'Harry onun peşinde, öyle değil mi?' dedi, üçüncü kata fırladı."
Ron, "Bu işi senin yapmanı mı istemişti yoksa?" dedi. "Babanın Pelerinini yollaması filan?"
"Ooo," diye patladı Hermione, "öyle düşündüyse eğer - yani, demek istiyorum ki - korkunç bir şey bu -ölebilirdin."
Harry, düşünceli düşünceli, "Hayır," dedi. "Tuhaf bir adam Dumbledore. Bana bir olanak sağlamak istedi galiba. Burada olup biten her şeyi biliyor, bu işe kalkışacağımızın farkındaydı, bizi durduracağına gerekli şeyleri öğretti, ipuçları verdi. Ayna'nın nasıl işlediğini öğrenmem rastlantı değildi bana kalırsa. Eğer becerebilirsem, Voldemort'la yüz yüze gelmemin hakkım olduğunu düşünüyordu..."
Ron, "Anlaşıldı, Dumbledore'un üstüne yok," dedi keyifle. "Bana bak, yarın yıl sonu şöleni var, ayağa kalkmalısın. Puanlar toplandı, Slytherin kazandı elbet -son Quidditch maçını kaçırdın, sen olmayınca Ravenclaw bizi duman etti - ama yemekler harikadır."
O anda Madam Pomfrey daldı odaya.
"Neredeyse on beş dakika oldu," dedi kesin bir sesle. "DIŞARI!"
Deliksiz bir uykudan sonra, Harry neredeyse bütün bütüne iyileşti.
Dünya kadar şeker kurusunu sıralamakla uğraşan Madam Pomfrey'e, "Şölene gitmek istiyorum," dedi. "Gidebilirim, değil mi?"
"Profesör Dumbledore gidebileceğini söyledi." Madam Pomfrey'e bakılırsa, Profesör Dumbledore bu işlerin şakaya gelmeyeceğinden habersizdi. "Bir başka ziyaretçin daha var."
"Güzel," dedi Harry. "Kim?"
Daha "Kim?" diye sorarken Hagrid süzüldü kapıdan. Ne zaman bir odaya girse, olduğundan da büyük görünüyordu. Harry'nin yanına olurdu, ona şöyle bir baktı, sonra gözyaşlarına boğuldu.
Yüzünü ellerine gömüp, "Bütün - bunlar - benim -yüzümden!" diye hıçkırdı. "Fluffy'yi nasıl atlatacağını ben söyledim o alçağa! Ben söyledim! Bir tek bunu bilmiyordu, onu da ben söyledim! Ölebilirdin! Bir ejderha yumurtası uğruna! Bir daha ağzıma içki koymayacağım! En iyisi, atsınlar beni buradan, bir Muggle olarak yaşayayım!"
Hagrid'in, sakalından yaşlar süzülerek acı ve pişmanlıkla böylesine sarsıldığını görünce şaşırmıştı Harry. "Hagrid!" dedi. "Hagrid, nasıl olsa bir yolunu bulup öğrenecekti, burada Voldemort'dan söz ediyoruz, sen söylemesen bile nasıl olsa öğrenecekti."
"Ölebilirdin!" diye hıçkırdı Hagrid. "Onun adım da sakın söyleme!"
"VOLDEMORT!" diye bağırdı Harry; Hagrid öyle korktu ki, ağlamayı kesti hemen. "Karşı karşıya geldim onunla, adını da söylüyorum işte. Keyfin yerine gelsin, Hagrid, Taş'ı kurtardık, yok oldu, artık onu kullanamaz. Bir Çikolatalı Kurbağa al, bende dünya kadar var..."
Hagrid, elinin tersiyle burnunu silerek, "Şimdi hatırladım," dedi. "Sana bir armağanım var."
Harry, "Senin o ünlü sandviçlerden mi yoksa?" dedi korkuyla. Hagrid belli belirsiz kıkırdadı.
"Değil. Onarmam için Dumbledore dün izin veedi bana. İzin vereceğine sepetleyebilirdi de - neyse, bunu getirdim..."
Deri ciltli, güzel bir kitaba benziyordu bu. Harry merakla açtı kapağını, içi büyücü fotoğraflarıyla doluydu. Annesiyle babası her sayfadan gülümseyerek el sallıyorlardı ona.
"Annenle babanın bütün eski okul arkadaşlarına baykuşlar yolladım, onlardan fotoğraf istedim... Sende hiç olmadığını biliyordum... Beğendin mi?"
Konuşamıyordu Harry, ama Hagrid anlıyordu.
Harry yıl sonu şölenine tek başına indi o gece. Madam Pomfrey, bütün titizliğiyle, onu tepeden tırnağa bir daha incelemiş, Harry de biraz gecikmişti; Büyük Salon çoktan dolmuştu. Yedi yıl üst üste Okul Kupası'nı kazandığı için, Slytherin'in yeşil gümüş renkleriyle donatılmıştı. Yüce Masa'nın arkasındaki duvara üstünde yılan resmi olan koca bir bayrak asılmıştı boydan boya.
Harry girince önce bir sessizlik çöktü ortaya, sonra herkes bir ağızdan konuşmaya başladı. Harry, Gryffindor masasında Ron'la Hermione'nin arasına oturdu, herkesin ayağa kalkarak kendisine bakmasına aldırmıyormuş gibi görünmeye çalıştı.
Neyse ki, Dumbledore'un da gelmesi uzun sürmedi. Mırıltılar kesildi.
Dumbledore, "Bir yıl daha geçti!" dedi neşeyle. "Şimdi bu güzel yemekleri yemeye başlamadan önce ihtiyar bir adamın gevezelikleriyle sıkacağım sizi. Ne yıldı ama! Dilerim kafalarınızın içi geçen yıla göre biraz daha dolmuştur... gelecek ders yılı başlamadan önce onları boşaltmak, yenilemek için önünüzde koca bir yaz var...
"Şimdi, anladığım kadarıyla, Okul Kupası verilecek. Puanlar şöyle: Dördüncü sırada, üç yüz on iki puanla Gryffindor; üçüncü sırada, üç yüz elli iki puanla Hufflepuff; ikinci sırada, dört yüz yirmi altı puanla Ravenclaw; Slytherin'in de dört yüz yetmiş iki puanı var."
Slytherin masasından bir çığlık ve alkış kasırgası koptu. Harry, Draco Malfoy'un elindeki saplı kadehi masaya vurduğunu görebiliyordu, iç bulandırıcı bir görünümdü bu.
"Evet, evet, Slytherin başarılıydı," dedi Dumbledore. "Ama son olayları da göz önüne almamız gerekiyor."
Odaya sessizlik çöktü birdenbire. Slytherin'lerin gülümsemeleri dudaklarında donar gibi oldu.
"Öhö öhö," dedi Dumbledore. "Şimdi son puanları da ekleyelim. Bakalım... Evet...
"Önce - Mr Ronald Weasley'ye..."
Ron mosmor kesildi; güneşte perişan olmuş bir patlıcana benziyordu şimdi.
"... Hogwarts'ın uzun yıllardır tanık olduğu en başarılı satranç oyunu için, Gryffindor'a elli puan veriyorum."
Büyülü tavan Gryffindor'ların çığlıklarından az kalbin havalanacaktı; tepelerindeki yıldızlar bile titriyordu sanki. Percy'nin öteki Sınıf Başkanları'na, "Benim kardeşim o!" diye böbürlenmesi işitilebiliyordu. "En küçük kardeşim! McGonagall'ın dev satrancını boydan boya geçti!"
Sonunda yine sessizliğe büründü salon.
"Sonra - Miss Hermione Granger'a... alevlerle karşı karşıya kaldığı anda bile soğukkanlılığını yitirmeden mantığını kullandığı için, Gryffindor'a elli puan daha veriyorum."
Hermione kollarına gömdü yüzünü. Harry onun hüngür hüngür ağlamakta olduğunu düşünüyordu. Masadaki Gryffindor'lar kendilerinden geçmişlerdi -yüz puan birden kazanmışlardı
"Daha sonra - Mr Harry Potter'a..." dedi Dumbledore. Odada çıt çıkmıyordu şimdi. "... kararlılığı ve olağanüstü cesareti için, Gryffindor'a altmış puan veriyorum.
Kopan şamata kulakları sağır edecek türdendi. Toplama yapmayı becerenler Gryffindor'un puanlarının şimdi dört yüz yetmiş ikiye yükseldiğini fark etmişlerdi - Slytherin'in puanlarına eşitti bu. Okul Kupası için berabere kalmışlardı - Dumbledore Harry'ye bir puan daha verseydi...
Elini kaldırdı Dumbledore. Oda yeniden sessizliğe gömüldü.
Dumbledore, gülümseyerek. "Türlü türlü cesaret vardır," dedi. "Düşmanlarımıza karşı koymak yürek ister, ama dostlarımıza karşı koymak da yürek ister. Bu yüzden Mr Neville Longbottom'a da on puan veriyorum."
Gryffindor masasından yükselen gürültü öylesine yüksekti ki, o anda dışarıdan geçen biri, Büyük Salon'da patlama olduğunu sanabilirdi. Harry, Ron ve Hermione ayağa kalkıp çığlıklar atmaya başladılar; Neville ise, şoktan bembeyaz kesilmiş, kendisini kucaklayanların arasında kaybolmuştu. Gryffindor'a hiç bu kadar puan kazandırmamıştı daha Önce. Harry, çığlık çığlığa, Ron'un böğrünü dürterek Malfoy'u gösterdi; Malfoy, sanki kendisine Beden-Kilitleme büyüsü yapılmış gibi, dehşet içinde kaskatı kesilmişti.
Ravenclawla Hufflepuff öğrencileri de Slytherin'in geçilmesini kutluyorlardı; alkışlar arasında, "Bu demektir ki," diye seslendi Dumbledore, "salonun süslemelerinde değişiklik yapmamız gerek."
Ellerini çırptı. Bir anda yeşiller kızıla, gümüşler altına dönüştü; büyük yılan resmi ortadan yok oldu, onun yerini aslan aldı. Snape, zoraki bir gülümsemeyle Profesör McGonagall'ın elini sıkıyordu. Harry'yle göz göze geldiler, Harry onun duygularında en ufak bir değişiklik bile olmadığını hemen anladı. Buna aldırmadı bile. Gelecek yıl yaşam sıradan bir yaşam olacaktı - artık Hogwarts'ta ne kadar sıradan olabilirse...
Harry'nin yaşamındaki en güzel geceydi bu, Quidditch'te kazandıkları geceden de, Noel gecesinden de, dağ ifritini yere serdikleri geceden de güzeldi... bu geceyi hiç, ama hiç unutmayacaktı.
Harry daha sınav sonuçlarının açıklanacağını unutmuştu; sonuçlar açıklanınca hatırladı bunu. O da, Ron da iyi notlarla sınıf geçtiklerini öğrenince çok şaşırdılar. Hermione, elbette, sınıf birincisi olmuştu. Neville bile kupayı kurtarmıştı durumu, İksir'den aldığı kötü notu Bitkibilim'deki başarısıyla dengelemişti. Kötü olduğu kadar da ahmak biri olan Goyle'un okuldan atılacağını sanıyorlardı, ama o da geçmişti. Buna üzüldüler, ama Ron'un dediği gibi, yaşamdı bu, insanın her dileği gerçekleşmiyordu.
Dolaplar bir anda boşaltıldı, sandıklar, bavullar hazırlandı; Neville'in kurbağası tuvaletlerin bir köşesinde bulundu; tatilde büyü yapılmamasını belirten yazılı uyarılar dağıtıldı bütün çocuklara (Fred Weasley, üzüntüyle, "Bunu vermeyi de hiçbir yıl sektirmiyorlar," dedi); Hagrid onları gölün karşı kıyısına geçirecek kayıklar filosuna götürdü; Hogwarts Ekspresi'ne bindiler; yolculuk boyunca, çevrelerindeki görünüm yeşerip daha düzenli bir biçime girdikçe, konuştular, güldüler; Muggle kentlerinden hızla geçerken Bertie Botts'un Bin Bir Çeşit Fasulye Şekerlemesi'nden yediler; büyücü cüppelerini çıkarıp yeleklerini, ceketlerini giydiler; sonunda King's Cross İstasyonu'nda Peron Dokuz Üç Çeyrek'e girdiler.
Perondan ayrılmaları epey uzun sürdü. İhtiyar bir bekçi duruyordu turnikenin başında, duvardan hep birlikte güm diye fırlayıp çıkmasınlar, Muggle'ları korkutmasınlar diye onları ikişer üçer geçirdi.
"Bu yaz gelip biraz bizde kalın," dedi Ron, "ikiniz de - size baykuş yollarım."
"Sağol," dedi Harry. "Böyle bir şey benim de hoşuma gider."
Ana kapıdan, itiş kakışlar arasında, Muggle'lar dünyasına yeniden adım attılar. Şöyle bağıranlar oldu:
"Hoşça kal, Harry!"
"Görüşürüz, Potter!"
Ron, sırıtarak, "Hâlâ ünlüsün," dedi.
"Gideceğim yerde ün mün para etmiyor," dedi
Harry.
Ana kapıdan üçü birlikte çıktılar - Harry, Ron, Hermione.
"İşte orada, anne, işte orada, bak!"
Ginny Weasley'ydi bu, Ron'un kız kardeşi; ama Ron'u göstermiyordu.
"Harry Pooter!" diye cıyakladı. "Bak, anne, görebiliyorum -"
"Kapa çeneni, Ginny, parmakla göstermek ayıptır."
Mrs Weasley onlara gülümsedi.
"Yoğun bir yıl mıydı?" diye sordu.
"Çok!" dedi Harry. 'Tatlıyla kazağa teşekkürler, Mrs Weasley."
"Bir şey değil, yavrum."
"Hazır mısın?"
Vernon Enişte'ydi bu, hâlâ mosmordu yüzü, hâlâ bıyıklıydı; sıradan insanlarla dolu bir istasyonda Harry'nin kafes içinde bir baykuş taşıyacak kadar umursamaz olmasına kızmıştı. Arkasında Petunia Teyze'yle Dudley duruyordu, ikisi de Harry'yi görmekten dehşete kapılmışa benziyorlardı.
"Siz Harry'nin ailesi olmalısınız!" dedi Mrs Weasley.
"Öyle sayılabilir," dedi Vernon Enişte. "Çabuk ol, çocuk, bütün gün seni bekleyecek değiliz." Yürüdü gitti.
Harry, Ron'la Hermione'ye son bir söz söylemek için durdu.
"Yaz sonunda görüşürüz öyleyse."
Hermione, Vernon Enişte'nin arkasından kararsızca bakarak, "Dilerim. . şey -güzel bir tatil geçirirsin," dedi- bir insanın nasıl bu kadar sevimsiz olabileceğine akıl erdiremiyordu.
"Geçireceğim” dedi Harry; yüzüne yayılan sırıtma arkadaşlarını şaşırttı. "Evde büyü yapmamızın yasak olduğunu onlar bilmiyor ki. Bu yaz Dudley'yle çok, ama çok eğleneceğim..."


................THE END...............

GeCeLeR
12-10-2006, 01:33 AM
HARRY POTTER & SIRLAR ODASI ( 2 )

BÖLÜM 1 - En Berbat Doğum Günü

Privet Drive dört numarada kahvaltı sırasında bir tartışma patlak vermişti, her zaman olduğu gibi. Mr Vernon Dursley sabahın erken saatlerinde uykusundan, yeğeni Harry'nin odasından gelen bir baykuş feryadıyla uyanmıştı.
Masanın karşısından, "Bu hafta üç etti!" diye bağırdı. "Eğer o baykuşu kontrol edemiyorsan, gitmek zorunda kalacak, o kadar!"
Harry bir kez daha açıklamaya çalıştı.
"Canı sıkılıyor. Dışarıda uçmaya alışkın. Onu geceleri olsun dışarı çıkarabilsem..."
Vernon Enişte, fırça gibi bıyığından sarkan bir parça sahanda yumurtayla, "Aptala benzer bir halim var mı?" diye hırladı. "O baykuş serbest bırakılırsa neler olacağını biliyorum."
Karısı Petunia ile birbirlerine karanlık bakışlar fırlattılar.
Harry derdini anlatmaya çalıştı ama ağzından çıkan sözcükler, Dursley'lerin oğlu Dudley'den çıkan uzun, gürültülü bir geğirmenin içinde boğulup gitti.
"Daha pastırma istiyorum."
Petunia Teyze muazzam oğluna sisli gözlerle baktı ve, "Tavada daha var, tatlım," dedi. "Hazır elimizde fırsat varken, seni iyice beslemeliyiz.. Okul yemekleri için duyduklarım hiç hoşuma gitmiyor..."
"Saçma, Petunia. Ben Smeltings'e giderken hiç aç kalmadım," dedi Vernon Enişte, iştahla. "Yeterince yiyor, değil mi evlat?"
Poposu mutfak iskemlesinin iki yanından taşacak kadar iri olan Dudley sırıttı ve Harry'ye döndü.
"Tavayı versene."
Harry, canı sıkkın, "Sihirli kelimeyi unuttun," dedi.
Bu basit cümlenin, ailenin geri kalanı üstünde inanılmaz bir etkisi oldu: Ağzı açık kalan Dudley, bütün mutfağı sarsan bir gümbürtüyle sandalyesinden yuvarlandı. Mrs Dursley küçük bir çığlık arak elini ağzına kapattı. Mr Dursley ise, şakaklarındaki damarlar atarak ayağa fırladı.
"Lütfen' demek istedim!" dedi Harry, çabucak. "Yoksa başka..."
Eniştesi, masaya tükürük saça saça, "NE DEMİŞTİM BEN SANA?" diye gümbürdedi. "EVDE O 'S'YLE BAŞLAYAN KELİMEYİ SÖYLEMEK HAKKINDA..."
"Ama ben..."
"NE CESARETLE DUDLEY'Yİ TEHDİT EDERSİN?!" diye kükredi Vernon Enişte, masaya da bir yumruk attı.
"Ben sadece..."
"UYARMIŞTIM SENİ! BU ÇATININ ALTINDA ANORMALLİĞİNDEN SÖZ EDİLMESİNİ HOŞ GÖRMEM!"
Harry bakışlarını, yüzü mosmor olmuş eniştesinden, Dudley'yi ayağa kaldırmaya çalışan rengi atmış teyzesine çevirdi.
"Peki," dedi, "peki..."
Vernon Enişte, av kokusu almış gergedan gibi soluyarak ve küçük, keskin bakışlı gözlerinin ucuyla Harry’i dikkatle kollayarak yeniden yerine oturdu.
Harry yaz tatili için eve geldiğinden beri Vernon Eniştesi ona her an patlayacak bir bombaymış gibi davranıyordu. Çünkü Harry normal bir çocuk değildi. Aslına bakacak olursanız, normal olmaktan alabildiğine uzaktı.
Harry Potter bir büyücüydü - Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu'ndaki ilk yılını henüz tamamlamış bir büyücü. Ve Dursley'ler tatilde onun evlerine dönmesinden mutsuz oluyorlarsa eğer, onların mutsuzluğu Harry'ninkinin yanında hiç kalırdı.
Hogwarts'ı öyle özlüyordu ki, bitmeyen bir karın ağrısıydı sanki. Gizli geçitleri ve hayaletleriyle şatoyu özlüyordu. Sonra derslerini (belki İksir hocası Snape hariç), baykuşla gelen postayı, Büyük Salon'daki şölenlerde yiyip içmeyi, kuledeki yatakhanede dört direkli karyolasında uyumayı, bekçi Hagrid'i Yasak Orman'ın yanındaki arazide bulunan kulübesinde ziyaret etmeyi ve hele büyücülük dünyasının en popüler sporu Quidditch'i (altı tane yüksek kale, uçan dört top vardır ve süpürgelere binmiş on dört oyuncu tarafından oynanır)...
Harry'nin bütün büyü kitapları, asası, cüppeleri, kazanı ve pek kaliteli Nimbus İki Bin süpürgesi Vernon Enişte tarafından, hem de daha Harry eve gelir gelmez, merdivenin altındaki bir dolaba kilitlenmişti. Yaz boyu antrenman yapmadığı için Harry kendi okul binasının Quidditch takımındaki yerini kaybetse bundan Dursley'lere ne? Harry ev ödevlerinin hiçbirini yapmadan okula dönse Dursley'lere ne? Dursley'ler, büyücülerin Muggle'lar dediği cinstendi (yani damarlarında bir damla büyülü kan yoktu) ve onlara bakacak olursanız, ailede bir büyücü olması fevkalade utanç verici bir durumdu. Hatta Vernon Enişte, Harry'nin baykuşu Hedwig'i, büyücüler dünyasına mektup taşımasın diye, asma kilitle kafesine hapsetmişti.
Harry ailenin geri kalanına hiç mi hiç benzemiyordu. Vernon Enişte iriydi ve boyunsuzdu, koskoca kapkara bir bıyığı vardı; Petunia Teyze at yüzlü ve kemikliydi; Dudley ise sansın, pembe ve domuzcuk gibi. Harry'ye gelince, o, küçümen ve zayıftı, pırıl pırıl yeşil gözleri ve hep dağınık duran kuzgun karası saçları vardı. Yuvarlak gözlük takardı, alnında da ince, şimşek biçiminde bir yara izi vardı.
Harry'yi, bir büyücü için bile olağanüstü hale getiren de bu yara iziydi işte. Bu iz, yalnızca onun pek esrarlı geçmişini ima etmekle kalmıyordu. Aynı zamanda on bir yıl önce Dursley'lerin kapı eşiğine bırakılmasının da nedeniydi.
Harry bir yaşındayken gelmiş geçmiş en büyük kara büyücünün, cadılarla büyücülerin hâlâ ismini ağızlarına almaya korktukları Lord Voldemort'un lanetinden nasılsa sağ salim kurtulabilmişti. Harry'nin annesiyle babası Voldemort'un saldırısında ölmüştü ama, Harry şimşek biçimi iziyle kurtulmuştu ve nasıl olduysa -kimse nasıl olduğunu anlamıyordu- Voldemort'un güçleri, Harry'yi öldürmeyi başaramadığı an yok edilmişti.
Böylece Harry'yi, ölen annesinin kız kardeşiyle onun kocası büyütmüşlerdi. On yılını Dursley'lerle geçirmiş, istemediği halde nasıl tuhaf şeylerin olmasına yol açıp durduğuna şaşmıştı. Dursley'lerin ona anlattığı hikâyeye inanmış, yara izinin annesiyle babasının ölümüne yol açan otomobil kazasından kaldığını sanmıştı.
Ve derken, tam bir yıl önce, Hogwarts, Harry'ye mektup göndermiş ve bütün hikâye ortaya çıkmıştı. Harry kendisinin de, yara izinin de meşhur olduğu büyücü okulunda yerini almıştı... ama şimdi okul bitmişti ve yaz için yeniden Dursley'lerin yanma dönmüştü. Yeniden, kokulu, pis bir şeylerin içine yuvarlanmış bir köpek muamelesi görmeye dönmüştü yani.
Dursley'ler o günün Harry'nin on ikinci doğum günü olduğunu bile hatırlamamışlardı. Aslında pek umudu yoktu. Zaten ona doğum gününde hiç doğru dürüst armağan vermemişlerdi, nerde kalmış pasta. Ama büsbütün bilmezlikten gelmek de...
Tam o anda Vernon Enişte ciddi ciddi boğazını temizledi ve, "Şimdi," dedi, "hepimizin bildiği gibi bugün çok önemli bir gün."
Harry başını kaldırdı, inanmaya cesaret edemiyordu.
Vernon Enişte, "Bugün meslek hayatımın en büyük iş anlaşmasını yapabilirim," dedi.
Harry yeniden başını kızarmış ekmeğine eğdi. Tabii, diye düşündü, acı acı. Vernon Enişte o salak akşam yemeği davetinden söz ediyordu. On beş gündür başka hiçbir şeyden söz etmemişti zaten. Zengin bir inşaatçıyla karısı akşam yemeğine geliyorlardı ve Vernon Enişte ondan koskoca bir sipariş almayı umut ediyordu (Vernon Enişte'nin şirketi matkap yapardı).
"Sanırım programın üstünden bir daha geçsek iyi olacak” dedi. "Saat sekizde hepimiz yerlerimizde olmalıyız. Petunia, sen..."
Petunia Teyze hemen, "Salondayım," dedi, "onları nezaketle yuvamıza buyur etmek için bekliyor olacağım."
"Güzel, güzel. Ve Dudley..."
Dudley, pis, şapşal bir gülümseme takınarak, "Kapıyı açmak için bekliyor olacağım," dedi. "Paltolarınızı alabilir miyim, Mr ve Mrs Mason?"
"Ona bayılacaklar," diye haykırdı Petunia Teyze, kendinden geçmiş gibi.
"Mükemmel, Dudley," dedi Vernon Enişte. Sonra Harry’ye döndü. "Ya sen?"
Harry, ifadesiz bir sesle, "Odamda olacağım, hiç gürültü etmeyip orada yokmuşum gibi davranacağım," dedi.
"Aynen öyle," dedi Vernon Enişte pis pis. "Ben onları alıp salona getireceğim, seninle tanıştıracağım, Petunia ve onlara içki vereceğim. Saat sekizi çeyrek geçe..."
"Ben yemek hazır diye haber vereceğim," dedi Petunia Teyze.
"Ve Dudley, sen de-"
"Size yemek odasına kadar refakat edebilir miyim, Mrs. Mason?" diye şişman kolunu görünmez bir kadına sundu Dudley.
Petunia Teyze, "Benim kusursuz küçük centilmenim!" diye burnunu çekti.
"Ya sen?" dedi Vernon Enişte Harry’ye, nefretle. "Ben odamda olacağım, hiç gürültü etmeyeceğim ve orada değilmişim gibi davranacağım," dedi Harry, isteksizce.
"Tamı tamına. Şimdi, yemekte birkaç sıkı iltifat yapmaya bakmalıyız. Petunia, bir fikrin var mı?"
"Vernon bana harika bir golfçu olduğunuzu söyledi, Mr Mason... Lütfen bana o elbiseyi nerden aldığınızı söyleyin, Mrs Mason..." "Mükemmel... Dudley?"
"Şuna ne dersiniz: 'Okulda kahramanımız üzerine bir kompozisyon yazmamızı istediler Mr Mason ve ben de sizi yazdım.'"
Bu kadarı hem Petunia Teyze'ye, hem de Harry'ye biraz fazla gelmişti. Petunia Teyze gözyaşlarına boğulup oğlunu kucaklarken, Harry güldüğünü görmesinler diye masanın altına daldı. "Ya sen, çocuk?"
Harry masanın altından çıkarken yüzüne ciddi bir ifade vermeye çalıştı.
"Odamda olacağım, hiç gürültü etmeyeceğim ve orda değilmişim gibi davranacağım."
Vernon Enişte, şiddetle, "Hem de nasıl," dedi. "Mason'lar senin hakkında hiçbir şey bilmiyor, bilmemeye de devam edecekler. Yemek bitince, sen Mrs Mason'ı kahve için salona geri götürürsün, Petunia, ben de konuyu matkaplara getiririm. Biraz şansım varsa, On Haberleri'nden önce anlaşmayı imzalatıp mühürletirim. Yarın bu saatlerde Mayorka'da bir yazlık ev pazarlığı yapıyor olacağız."
Doğrusu Harry'yi bu planlar da pek heyecanlandırmıyordu. Dursley'ler onu Privet Drive'dayken sevmiyorlardı ki, Mayorka'da sevsinler...
"Tamam - Dudley'yle bana smokin almak için şehre iniyorum. Ve sen," diye hırladı Harry'ye, "temizlik yaparken teyzenin ayağının altında dolaşma."
Harry arka kapıdan çıktı. Pırıl pırıl, güneşli bir gündü. Çimenliği geçti, bahçe sırasına çöktü ve yavaş sesle, "Mutlu yıllar bana... mutlu yıllar bana..." diye şarkı söyledi.
Kart yok, armağan yok, üstelik de akşamı orda yokmuş gibi yaparak geçirecekti. Mutsuz bir şekilde çite gözlerini dikti. Kendini hiç bu kadar yalnız hissetmemişti. Harry, Hogwarts'taki her şeyden fazla, hatta Quidditch oynamaktan bile daha fazla, en iyi arkadaşları Ron Weasley ile Hermione Granger'ı özlüyordu. Ancak arkadaşları onu hiç özlemiyormuş gibiydi. Her ikisi de ona yaz boyunca yazmamışlardı, üstelik de Ron, Harry'ye onu evlerinde kakmaya davet edeceğini söylediği halde.
Harry defalarca Hedwig'in kafesini sihirle açıp onu bir mektupla Ron ve Hermione'ye göndermenin eşiğine gelmişti. Ama böyle bir rizikoya girmeye değmezdi. Yaşça küçük büyücülerin okul dışında sihir kullanmasına izin yoktu. Harry, Dursley'lere bunu söylememişti, çünkü asası ve süpürgesiyle birlikte merdivenin altındaki dolaba onu da kilitlemelerine tek bir şeyin engel olduğunu biliyordu: hepsini pabuçtartan böceğine döndüreceğinden korkmaları... Geri döndükten sonraki ilk iki haftada Harry ağzının içinde saçma sapan şeyler mırıldanıp Dudley'nin odadan, şişman bacaklarının onu taşıyabildiği hızla apar topar kaçışını gözleyerek hoşça vakit geçirmişti. Ama Ron ile Hermione'nin bunca uzun süre sessiz kalmaları Harry'nin kendisini sihir dünyasının o kadar dışında kalmış hissetmesine yol açmıştı ki, Dudley'yle alay etmenin bile zevki kalmamıştı - şimdi de Ron'la Hermione doğum gününü unutmuşlardı işte.
Hogwarts'tan bir mesaj almak için neler vermezdi ki... Herhangi bir cadı ya da büyücüden... Hani neredeyse baş düşmanı Draco Malfoy'u bile görse memnun kalacak hale gelmişti, bütün bunların bir düş olmadığından emin olmak için...
Ona bakarsanız, Hogwarts'ta geçen yıl da baştan sona eğlenceli sayılmazdı. Ders yılının en sonunda, Harry, Lord Voldemort'un ta kendisiyle karşı karşıya gelmişti.
Voldemort eski haline göre harabeye dönmüştü dönmesine, ama olsun. Gene de dehşet vericiydi, şeytan gibi kurnazdı, gücü yeniden ele geçirmeye kararlıydı. Harry ikinci kez Voldemort'un pençelerinden kaçıp kurtulmayı başarmıştı, ama kıl payı bir kaçıştı bu. Şimdi, haftalar sonra bile geceleri buz gibi tere batmış halde uyanıyor, Voldemort'un nerede olduğunu merak ediyor, onun soluk yüzünüü, çılgın bakışlı kocaman gözlerini hatırlıyordu,..
Harry birden bahçe sırasında dimdik oturdu. Çite dalgın dalgın bakıyordu - ve çit de ona bakıyordu. Yaprakların arasında iki kocaman yeşil göz belirmişti.
Tam o sırada çimenliğin öbür yanından alaycı bir ses uçup gelince, yerinden fırladı.
Dudley, "Bugün günlerden ne olduğunu biliyorum.," dedi, yalpalaya yalpalaya ona doğru gelirken.
Kocaman gözler kırpıştı ve yok oldu.
"Ne?" dedi Harry, o gözlerin az önce bulunduğu noktadan bakışlarını ayırmadan.
Dudley, onun ta yanına gelerek, "Bugün günlerden ne olduğunu biliyorum," diye tekrarladı.
"Aferin sana," dedi Harry. "Dernek sonunda haftanın günlerini öğrendin."
"Bugün senin doğum günün," diye dudak büktü Dudley. "Niye hiç kart gelmedi? O ucube yerde bile hiç arkadaşın yok mu?"
Harry istifini bozmadı. "Annen okulumdan söz ettiğini duymasa iyi olur."
Dudley koca poposundan aşağı düşen pantolonunu yukarı çekiştirdi.
Kuşkuyla, "Niye çite bakıyorsun?" diye sordu.
"Ona hangi büyüyü yapsam da bir güzel yansa diye düşünüyorum," dedi Harry.
Dudley hemen şişko yüzünde bir panik ifadesiyle arkaya doğru sendeledi.
"Ya... yapamazsın - Babam sana bu... büyü yapma dedi - seni evden atacağını söyledi - senin de gidecek başka yerin yok - seni evine alacak arkadaşın yok -"
"Abra kadabra!" dedi Harry, korkunç bir sesle. "Ho-kus pokus - ne sihirdir ne keramet..."
"ANNNEEEEEE!" diye uludu Dudley, gerisingeri eve doğru bir koşu koparırken kendi ayaklarına dolaştı. "ANNNEEEE! Onu yapıyor, hani bilirsin!"
Harry bu eğlence anını pahalıya ödedi. Petunia Teyze, ne Dudley'ye ne de çite zarar gelmediğine göre onun aslında büyü yapmadığını biliyordu. Gene de, sabun köpüklü bir tavayla başına sıkı bir darbe vurmak için nişan aldı, Harry de kafasını eğiverdi. Sonra teyzesi ona yapacak iş verdi, bitirene kadar da hiçbir şey yiyemeyeceği tehdidinde bulundu.
Dudley oralarda tembel tembel oturup onu gözler ve dondurma yerken, Harry camları sildi, arabayı yıkadı, çimleri biçti, çiçek tarhlarını kırktı, gülleri budayıp suladı ve bahçe sırasını yeniden boyadı. Güneş tepede ateş topu gibi parlıyor, ensesini yakıyordu. Harry, Dudley'nin attığı yeme kanmaması gerektiğini biliyordu ama, o da tam aklından geçen şeyi söylemişti... gerçekten Hogwarts'ta hiç arkadaşı yoktu belki...
Öfkeyle, "Keşke meşhur Harry Potter'ı şimdi görseler," diye düşündü, çiçek tarhlarına gübre dökerken. Sırtı ağrıyordu, yüzünden aşağı terler akıyordu.
Sonunda Petunia Teyze'nin ona seslendiğini duyduğunda saat akşamın yedi buçuk olmuş, Harry de bitkin düşmüştü.
"Gir içeri! Gazetelerin üstünden yürü ha!"
Harry pırıl pırıl mutfağın gölgesine kavuştuğuna memnun olmuştu. Buzdolabının üzerinde gecenin pudingi duruyordu: muazzam bir çırpılımış krema dağı ve şekerli menekşeler. Bir domuz budu fırında cızırdıyordu.
"Çabuk ye! Mason'lar her an gelebilir," diye afaldı Petunia Teyze. Sonra da mutfak masasındaki iki dilim ekmekle bir parça peyniri gösterdi. Somon pembesi kokteyl elbisesini giymişti bile.
Harry ellerini yıkayıp zavallı yemeğini mideye indirdi. Bitirdiği anda Petunia Teyze tabağını hop diye kaldırıverdi. "Yukarı! Çabuk!"
Oturma odasının kapısından geçerken Harry'nin gözüne papyon kravatları ve smokinleriyle Vernon Enişte ve Dudley çarptı. Kapı zili çaldığında daha henüz üst katın sahanlığına gelmişti ki, eniştesinin kızgın yüzü merdivenlerin alfanda belirdi.
"Unutma, çocuk - tek bir ses..."
Harry sahanlığı geçip parmaklarının ucuna basarak yatak odasına vardı, içeri süzüldü, kapıyı kapadı ve hemen üzerine yığılıp uyumak niyetiyle yatağına döndü.
Mesele şu ki, yatakta zaten birisi oturuyordu.

GeCeLeR
12-10-2006, 01:34 AM
BÖLÜM 2 - Dobby'nin Uyarısı

Harry haykırmamayı başardı, ama pek az bir şey kalmıştı hani. Yataktaki küçük yaratığın büyük, yarasa gibi kulakları ve tenis topu büyüklüğünde patlak yeşil gözleri vardı. Harry bunun o sabah bahçedeki çitten kendisini gözleyen şey olduğunu hemen anladı.
İkisi gözlerini dikmiş birbirlerine bakarken, Harry holden Dudley'nin sesini duydu.
"Paltolarınızı alabilir miyim, Mr ve Mrs Mason?"
Yaratık yataktan aşağı atlayarak ve yerlere eğilerek öyle bir reverans yaptı ki, uzun ince burnunun ucu halıya değdi. Harry, onun eski bir yastık örtüsüne benzeyen, kol ve bacak yerleri yırtılmış bir şey giydiğini fark etti.
"Eee... merhaba," dedi endişeyle.
"Harry Potter!" dedi yaratık, Harry'nin aşağı kata ulaşacağından emin olduğu tiz mi tiz bir sesle. "Dobby ne vakittir sizinle tanışmak istiyordu, efendim... Öyle bir şeref ki..."
Harry duvar boyunu izleyip çalışma masasının iskemlesine, büyük kafesinde uyuyan Hedwig'in yanı başına çökerek, "Te... teşekkür ederim," dedi. "Nesin sen?" diye sormak istiyordu, ama bunun kulağa pek kaba geleceğini düşünerek, "Kimsin sen?" dedi.
"Dobby, efendim. Sadece Dobby. Dobby, ev cini," dedi yaratık.
"Ah... sahi mi?" dedi Harry. "Ee... kabalık etmek falan istemem ama, şimdi odamda ev cini bulundurmanın sırası değil pek."
Petunia Teyze'nin tiz, sahte kahkahası oturma odasından yükseldi. Cin, başını önüne eğdi.
"Seni tanımak beni sevindirmedi sanma," dedi Harry hemen, "ama buraya gelişinin belirli bir nedeni var mı?"
Dobby, ciddi ciddi, "Ah, evet, efendim," diye cevap verdi. "Dobby size şunu demeye geldi, efendim... söylemesi zor, efendim... Dobby söze nereden başlayacağını bilmiyor..."
Harry yatağı işaret ederek, nezaketle, "Otur," dedi.
Cin gözyaşlarına boğulunca da hayretler içinde kaldı, hem de pek gürültülü gözyaşlarıydı bunlar.
"Oturmak mı?" diye feryat etti cin. "Asla... asla hiç..."
Harry'ye, aşağıdan gelen sesler kesilmiş gibi geldi.
"Özür dilerim," diye fısıldadı. "Senin kalbini kırmak falan istemedim."
Cin, boğulurcasına, "Dobby'nin kalbini kırmak ha!" dedi. "Şimdiye kadar hiçbir büyücü Dobby'ye oturmasını söylemedi - sanki eşitiymiş gibi..."
Harry, hem "Şişştt!" deyip, hem de rahatlatıcı görünmeye çalışarak Dobby'yi yeniden yatağa götürdü. Cin hıçkırıklar içinde, büyük ve çok çirkin bir bebek misali, oturdu. Sonunda kendini kontrol etmeyi başardı ve büyük gözleri sulanmış bir hayranlık ifadesiyle Harry'ye dikili, oturdu.
Harry onu neşelendirmeye çalıştı. "Doğru dürüst büyücülerle karşılaşmadın herhalde."
Dobby hayır anlamında başını salladı. Sonra aniden yerinden fırladı ve başını şiddetle pencereye vurarak, "Kötü Dobby! Kötü Dobby!" diye bağırmaya koyuldu.
"Yapma... N'apıyorsun sen?" Harry, ok gibi kalkıp Dobby'yi yeniden yatağa çekti. Hedwig feryat ederek uyanmıştı, kanatlarını çılgıncasına kafesinin çubuklarına vuruyordu.
Gözleri hafif şaşılaşmış cin, "Dobby'nin kendisini cezalandırması gerekiyordu, efendim," dedi. "Dobby az daha ailesi hakkında kötü şeyler söyleyecekti, efendim..."
"Ailen mi?"
"Dobby'nin hizmet ettiği büyücü ailesi efendim... Dobby bir ev cini... aynı eve ve aileye sonsuza kadar hizmet etmek zorunda..."
Harry merakla, "Burada olduğunu biliyorlar mı?" diye sordu.
Dobby titredi.
"Ah, hayır efendim, hayır... Dobby'nin sizi görmeye geldiği için kendini çok acı verici şekilde cezalandırması gerek, efendim. Dobby bu yüzden kulaklarını fırın kapağına kıstıracak. Bir bilseler, efendim..."
"Ama sen kulağını fırın kapağına kıstırınca fark etmezler mi?"
"Dobby’nin kuşkulan var, efendim. Dobby hep bir şeyler için kendini cezalandırmak zorunda kalıyor, efendim. Dobby'nin bunu yapmasına izin veriyorlar, efendim. " Hatta bazen daha da cezalandırmamı hatırlatıyorlar..."
"Ama niye bırakmıyorsun? Kaçmıyorsun?"
"Bir ev cininin serbest bırakılması gerekir, efendim. Ve aile Dobby'yi asla serbest bırakmayacak... Dobby ölene kadar aileye hizmet edecek efendim..."
Harry bakakaldı.
"Ve ben de burada dört hafta daha kalacağım diye talihsiz olduğumu düşünmüştüm," dedi. "Bunun yanında Dursley'ler bile insana benziyor. Peki, kimse sana yardım edemez mi? Ben edemez miyim?"
Ama bu sözler ağzından çıkar çıkmaz, dediğine diyeceğine pişman oldu. Dobby yeniden şükran feryatları içinde eriyip gitmişti çünkü.
"Lütfen," diye fısıldadı Harry, eli ayağı birbirine dolaşmış halde. "Lütfen sessiz ol. Eğer Dursley'ler duyarsa, senin burada olduğunu anlarlarsa..."
"Harry Potter, Dobby'ye yardım edebilir miyim diye soruyor... Dobby'ye sizin ne kadar büyük olduğunuzu anlatmışlardı, efendim, ama ne kadar iyi olduğunuzu Dobby asla..."
Yüzünün resmen kıpkırmızı olduğunu hisseden Harry, "Benim büyüklüğüm hakkında işittiklerin saçmalıktan başka şey değil," dedi. "Hogwarts'ta sınıf birincisi bile değilim, birinci olan Hermione, o..."
Ama birden durdu, çünkü Hermione'yi düşünmek ona acı veriyordu.
Dobby, küre gibi gözleri alev alev, "Harry Potter kibirden uzak ve alçakgönüllü," dedi. "Harry Potter, Adı Anılmaması Gereken Kişi'ye karşı kazandığı zaferden söz etmiyor."
"Voldemort mu?" dedi Harry.
Dobby ellerini yarasa kulaklarına kapatıp inledi. "Ah, adını söylemeyin, efendim! Adını söylemeyin!"
"Özür dilerim," dedi Harry hemen. "Birçok kişinin bundan hoşlanmadığını biliyorum - arkadaşım Ron..."
Yeniden durdu. Ron'u düşünmek de acı veriyordu.
Dobby, gözleri araba fan gibi, Harry’ye doğru eğildi.
Boğuk bir sesle, "Dobby duydu ki," dedi, "Harry Potter Karanlık Lord'la bir kez daha karşılaşmış, birkaç hafta önce... Diyorlar ki, Harry Potter bir kez daha kaçmış."
Harry başını salladı ve Dobby'nin gözleri birden yalarla parıldadı.
"Ah, efendim," diye soludu cin, yüzünü, üzerindeki yastık Kılıfının bir köşesiyle silerek. "Harry Potter yiğit ve gözü pek! Şimdiye kadar da pek çok tehlikeye göğüs gerdi! Ama Dobby, Harry Potter'ı korumaya, ora uyarmaya geldi, daha sonra kulaklarını fırın kapağına kıstırmak zorunda kalsa da... Harry Potter, Hogwarts a geri dönmemeli."
Ortaya, sadece alt kattan gelen çatal bıçak şıngırtılarının ve Vernon Enişte'nin sesinin uzaklardan gelen gümbürtüsünün bozduğu bir sessizlik çöktü.
"Ne... ne diyorsun?" diye kekeledi Harry. "Ama gitmem gerek - yeni sömestr eylülün birinde başlıyor. Beni ayakta tutan tek şey bu. Burada yaşamanın nasıl olduğunu bilemezsin. Ben buraya ait değilim. Ben sizin dünyanıza aidim Hogwarts'takine."
"Hayır, hayır, hayır," diye cikledi Dobby, bir yandan da başını öyle hızla sallıyordu ki kulakları lap lap ediyordu. "Harry Potter güvencede olduğu yerde kalmalı. O kaybedilmeyecek kadar büyük, iyi. Eğer Harry Potter Hogwarts'a geri dönerse, hayatı tehlikeye girecek”
"Niye?" dedi Harry, şaşkınlıkla.
"Bir komplo var, Harry Potter. Bu yıl Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu'nda dehşet verici şeyler yapmak için bir komplo," diye fısıldadı Dobby, birden tir tir titremeye başlayarak. "Dobby bunu aylardır biliyor efendim. Harry Potter kendisini tehlikeye atmamalı. Bunu yapamayacak kadar önemli, efendim."
Harry hemen, "Ne gibi korkunç şeyler?" dedi. "Komployu kuran kim?"
Dobby boğulur gibi garip bir ses çıkardı, sonra da başını çılgınca duvara vurmaya başladı.
"Tamam, tamam!" diye bağırdı Harry, cini durdurmak için kolunu yakalayarak. "Söyleyemezsin, anlıyorum. Ama beni niye uyarıyorsun ki?" Birden aklına nahoş bir fikir geldi. "Dur bakayım - bunun Vol... pardon... Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen'le bir ilgisi yok, değil mi?" Dobby'nin başı kaygı verici şekilde yeniden duvara doğru uzanınca da hemen, "Başını iki yana ya da aşağı yukarı salla yeter," diye ekledi.
Dobby yavaşça başını iki yana salladı.
"O değil... Adı Anılmaması Gereken Kişi değil, efendim."
Ama Dobby'nin gözleri koca koca açılmıştı, Harry'ye bir ipucu vermeye çalışıyor gibiydi. Ne var ki, Harry'nin aklı tamamen karışmıştı.
"Erkek kardeşi yok, değil mi?" Dobby, gözleri daha da kocamanlaşmış halde, başım gene iki yana salladı.
"İyi öyleyse, aklıma Hogwarts’ta dehşet verici şeyler yapma şansına sahip başka biri gelmiyor," dedi Harry. "Yani, her şeyden önce Dumbledore var Dumbledore'un kim olduğunu biliyorsun, değil mi?"
Dobby başını öne eğdi.
"Albus Dumbledore, Hogwarts'ın gelmiş geçmiş en iyi Müdürü'dür. Dobby bunu biliyor, efendim. Dobby, Dumbledore'un güçlerinin, zirvede olduğu sıralarda Adı Anılmaması Gereken Kişi'nin güçleriyle yarışacak kadar üstün olduğunu duydu. Ama efendim," Dobby'nin sesi alçalıp telaşlı bir fısıltıya dönüştü, "öyle güçler vardır ki, Dumbledore... öyle güçler ki, hiçbir nezih büyücü..."
Ve daha Harry onu durduramadan Dobby yataktan atladı, Harry'nin masa lambasını kavradı ve kulakları sağır eden kesik kesik havlayışlarla onu kafasına vurmaya başladı.
Aşağıda ani bir sessizlik oldu. İki saniye sonra, kalbi deli gibi çarpan Harry, Vernon Enişte'nin hole gelip seslendiğini duydu. "Dudley gene televizyonu açık bırakmış olmalı, küçük haylaz."
Harry, "Çabuk! Gardıroba!" diye fısıldadı. Dobby'yi içeri tıktı ve tam kapı kolu çevrilirken kendini yatağa fırlattı.
Vernon Enişte, sıkılmış dişleri arasından, "Sen - ne - yaptığını - sanıyorsun?" dedi. Yüzü Harry'ninkine korkutacak kadar yakındı. "Az önce Japon golfçu fıkramın can alıcı cümlesini ziyan ettin... Bundan sonra çıtın çıkarsa, keşke hiç doğmamış olsaydım dersin, çocuk!"
Düztaban bir yürüyüşle yürüyüp çıktı.
Harry, titreyerek Dobby'yi gardıroptan çıkardı.
"Burada işler nasıl, görüyor musun?" dedi. "Neden Hogwarts'a dönmek zorunda olduğumu anlıyor musun? Sahip olduğum tek yer orası - eh, sanırım arkadaşlarım da var orada."
Dobby, sinsi sinsi, "Harry Potter'a yazmaya bile zahmet etmeyen arkadaşlar mı?" diye sordu.
"Herhalde sadece - dur bakalım," dedi Harry, kaşlarını çatarak. "Arkadaşlarımın bana yazmadığını nereden biliyorsun?"
Dobby ayaklarını sürüdü.
"Harry Potter, Dobby'ye kızmamak - Dobby bunu onun iyiliği için yaptı..."
"Sen mektuplarıma engel mi oluyordun?"
"Hepsi burda, Dobby'de," dedi cin. Çevik bir hareketle, Harry'nin elinin ulaşmayacağı bir yere çekilerek, sırtındaki yastık kılıfının içinden kalın bir zarf tornan çıkardı. Harry, Hermione'nin inci gibi yazısını, Ron'un karalamacasını seçebiliyordu, hatta sanki Hogwarts'ın bekçisi Hagrid'den gelmişe benzeyen bir çiziktirme bile vardı.
Dobby, Harry'ye bakıp endişeyle gözlerini kırpıştırdı.
"Harry Potter kızmaman... Dobby umdu ki... eğer Harry Potter arkadaşlarının onu unuttuğunu sanırsa... Harry Potter okula dönmek istemeyebilir, efendim..."
Harry dinlemiyordu. Mektupları almak için hamle etti, ama Dobby geriye sıçradı.
"Harry Potter onları alabilir, efendim, eğer Dobby'ye Hogwarts'a dönmeme sözü verirse. Ah, efendim, bu karşı karşıya gelmemeniz gereken bir tehlike! Gitmeyeceğinizi söyleyin, efendim!"
"Hayır," dedi Harry öfkeyle. "Arkadaşlarımın mektuplarını ver bana!"
"Öyleyse Harry Potter Dobby'ye başka şans bırakmıyor," dedi cin, üzüntüyle.
Daha Harry yerinden kıpırdayamadan Dobby yatak odası kapısına koşmuş, kapıyı açmış - ve merdivenlerden aşağı son hızla vınlayıp gitmişti.
Harry ağzı kupkuru, midesi altüst olmuş, ses çıkarmamaya çalışarak onun arkasından fırladı. Son altı basamaktan atladı, kedi gibi holün halısına iniş yaparak etrafa bakınıp Dobby'yi arandı. Yemek odasında Vernon Enişte'nin, "... Petunia'ya Amerikalı muslukçular hakkındaki o çok komik fıkrayı anlatın, Mr Mason," dediğini duydu, "dinlemek için ölüyor..."
Harry koşarak holü geçip mutfağa geldi ve midesinin yok olduğunu hissetti.
Petunia Teyze'nin şaheseri olan puding, krema ve şekerli menekşe dağı, tav.ana yakın bir yerde havada uçuyordu. Köşedeki dolabın tepesinde de Dobby çömelmişti.
Harry, karga gibi bir sesle, "Hayır” dedi. "Lütfen... beni öldürürler..."
"Harry Potter okula dönmeyeceğim demeli"
"Dobby... lütfen..."
"Söyleyin, efendim..."
"Söyleyemem!"
Dobby ona trajik bir bakış attı.
"Öyleyse Dobby yapmalı, efendim, Harry Potter'ın kendi iyiliği için."
Puding, kalp durdurucu bir darbeyle yere düştü. Kap parçalanırken, krema pencerelerle duvarlara bulaştı. Dobby kamçı vurur gibi bir sesle ortadan yok oldu.
Yemek odasından çığlıklar geldi ve Vernon Enişte mutfaktan içeri dalarak, şoktan kaskatı kesilmiş Harry'yi, baştan aşağı Petunia Teyze'nin pudingiyle kaplanmış buldu.
Başlangıçta sanki Vernon Enişte her şeyin üstünü örtebilecekmiş gibi görünüyordu ("Yeğenimiz, canım -fena halde sorunlu - yabancılarla karşılaşmak onu tedirgin eder, biz de onu yukarı katta tutarız...") Şok geçirmiş Mason'ları yeniden önüne katıp yemek odasına götürdü. Harry'ye de, Mason'lar gidince derisini yüzüp gebertmekten beter etme tehdidinde bulunup, ucuna çubuk bağlanmış bir yer bezini eline tutuşturdu. Petunia Teyze dondurucudan dondurma çıkardı ve hâlâ titreyen Harry mutfağı silip temizlemeye başladı.
Vernon Enişte, aslında o anda bile anlaşmasını yapabilirdi belki baykuş olmasaydı.
Petunia Teyze tam herkese yemek sonrası için bir kutu nane tutuyordu ki, koca bir hüthüt kuşu yemek odası penceresinden içeri daldı, Mrs Mason'un başının üstüne bir mektup bıraktı ve geldiği gibi çıkıp gitti. Mrs Mason ölüm perisi gibi çığlık attı, deliler diye haykırarak bir koşu evden kaçtı. Mr Mason ise Dursley'lere karısının her boy ve biçimde kuştan ölürcesine korktuğunu anlatıp, bunu şaka mı saydıklarını soracak kadar kaldı.
Vernon Enişte küçücük gözlerinde şeytanca bir parıltıyla üstür-e doğru gelirken, Harry mutfakta durdu, destek olsun diye bezin çubuğuna sıkı sıkı sarıldı.
Eniştesi, baykuşun getirdiği mektubu elinde sallayarak, "Oku şunu!" dedi, kötücül bir tıslamayla. "Hadi oku şunu!"
Harry mektubu aldı. Doğum günü kutlaması değildi.
Sayın Mr Potter,
Oturduğunuz yerde bu akşam dokuzu on iki dakika geçe bir Hover Büyüsü kullanıldığı konusunda istihbarat aldık.
Bildiğiniz gibi, küçük yaştaki büyücülerin okul dışında büyü yapmasına izin yoktur ve yapacağınız başka herhangi bir büyü okuldan atılmanıza yol açabilir (Genç Yaşta Büyücülüğün Makul Kısıtlanması Kararnamesi, 1875, Madde C).
Sizden ayrıca, sihirle uğraşmayan topluluğun üyeleri (Muggle'lar) tarafından fark edilme rizikosu olan herhangi bir sihir etkinliğinin de, Uluslararası Sihirbazlar Konfederasyonu Gizlilik Nizamnamesi'nin üçüncü bölümüne göre ciddi bir suç olduğunu hatırlamanızı istiyoruz.
Tatilinizin keyfini çıkarın!
Saygılarımla,
Mafalda Hopkırk
Sihrin Uygunsuz Kullanımı Dairesi
Sihir Bakanlığı
Harry mektuptan başını kaldırıp yutkundu.
Vernon Enişte, gözlerinde dans edip duran çılgın bir parıltıyla, "Bize okul dışında sihir kullanmanıza izin verilmediğini söylememiştin," dedi. "Sözünü etmeyi unuttun herhalde... aklından çıkmış olsa gerek, ha..."
Koca bir buldok gibi, bütün dişlerini ortaya çıkarmış halde Harry'nin üstüne abandı. "Eh, san? haberlerim var, çocuk... Seni kilitliyorum... . bir daha gidemeyeceksin... asla... ve eğer kendini büüyle kurtarmaya kalkarsan da seni okuldan atacaklar!"
Ve manyak gibi gülerek Harry'yi yukarı kata sürükledi.
Vernon Enişte dediklerinin hepsini bir tamam yerine getirdi. Ertesi sabah bir adama para verip Harry'nin penceresine parmaklık taktırdı. Yatak odası kapısındaki kedi kapağını kendi elleriyle taktı ki, günde üç kez içeri az miktarda yemek verilebilsin. Harry'nin sabahları ve akşamlan banyoyu kullanmasına izin veriyorlardı. Bunun dışında gece gündüz odasında kilitliydi.
Üç gün geçmişti, Dursley'ler hiç yumuşama belirtisi göstermiyorlardı, Harry de bu durumdan nasıl kurtulacağı konusunda bir fikre sahip değildi. Yatağında uzanıp güneşin penceredeki parmaklıkların ardında batmasını izleyerek perişan halde başına neler geleceğini merak ediyordu.
Hogwarts'tan bunu yaptı diye atılacaksa, sihir yoluyla kendini odasından çıkarmanın ne anlamı vardı ki? Öte yandan, Privet Drive'daki hayat da şimdiye kadar olmadığınca dibe vurmuştu. Artık Dursley'ler meyve yarasası olarak uyanmayacaklarını bildikleri için tek silahını da kaybetmişti. Dobby Hogwarts'taki dehşet verici olaylardan Harry'yi kurtarmış olabilirdi, ama ne fark eder? İşler böyle giderse açlıktan ölecekti nasılsa.
Kedi kapağı tıkırdadı ve Petunia Teyze'nin eli göründü, bir kâse konserve çorbayı odaya itti. Açlıktan midesi kazınan Harry yataktan zıplayıp kâseyi kaptı. Çorba buz gibi soğuktu, ama gene de yarısını bir yudumda içti. Sonra odanın öbür yanına, Hedwig'in kafesine gitti, kâsenin dibindeki sırılsıklam sebzeleri onun boş yem tepsisine boşalttı. Baykuş tüylerini kabartıp ona derin bir iğrenmeyle dolu bir bakış attı.
"Gaganı kıvırmanın sana yaran olmaz, elimizde bundan başkası yok," dedi Harry acımasızca.
Boş kâseyi gene yere, kedi kapağının yanına koydu ve gene yatağa yattı. Karnı, sanki çorbayı içmeden öncekinden daha da açmış gibiydi.
Diyelim ki dört hafta sonra hâlâ hayatta olsun, Hogwarts'a gitmezse ne olacaktı? Niye dönmedi diye bakmak üzere birini yollarlar mıydı? Dursley'lerin onu bırakmasını sağlayabilirler miydi?
Odasının içi kararmaya başlamıştı. Bitkin, karnı guruldayarak, kafası hep aynı cevap verilemez sorularla karıkmış Harry, huzursuz bir uykuya daldı.
Rüyasında kendini bir hayvanat bahçesinde halka gösterilirken gördü, kafesine üzerinde "Yaşı Küçük Büyücü" yazan bir kart iliştirmişlerdi. İnsanlar, o açlıktan ölecek halde, zayıf düşmüş halde saman bir yatakta yatarken, parmaklıklar arasından gözleri faltaşı gibi, ona bakıyorlardı. Kalabalığın arasında Dobby'nin yüzünü gördü ve bağırarak ondan imdat istedi, ama Dobby, "Harry Potter burada güvencede, efendim!" diye bağırıp ortadan yok oldu. Sonra Dursley'ler göründü ve Dudley ona gülerek kafesin parmaklıklarını takırdattı.
"Yeter," diye mırıldandı Harry, takırtı zaten ağrıyan başını zonklatmıştı. "Beni rahat bırak.. kes şunu... uyumaya çalışıyorum..."
Gözlerini açtı Mehtap penceredeki parmaklıkların arasında parıldıyordu. Ve biri gerçekten de parmaklıkların arasından faltaşı gibi açılmış gözlerle ona bakıyordu: çilli yüzlü, azıl saçlı, uzun burunlu biri.
Ron Weasley, Harry'nin penceresinin dışındaydı.

GeCeLeR
12-10-2006, 01:34 AM
BÖLÜM 3 - Kovuk

Harry pencereye sürünüp, parmaklıklar arasından konuşabilmek için camı yukarı kaldırdı. "Ron!" dedi soluk soluğa. "Ron, nasıl yaptın - yani nasıl..?"
Karşısındaki manzarayı tam olarak kavrayınca da beyninden vurulmuşa döndü. Ron, havanın ortacında park etmiş, eski, turkuvaz rengi bir arabanın arka penceresinden dışarı eğilmişti. On koltuklarda oturan iki ağabeyleri Fred ve George aa Harry'ye sırıtıyordu.
"İyisin ya, Harry?"
"Neler oluyor?" dedi Ron. "Mektuplarıma niye cevap vermiyorsun? Bize gelmeni tam on iki kez istedim, sonra babam eve geldi ve senin Muggle'ların gözü önünde sihir kullandığın için resmi bir uyarı aldığını söyledi."
"Ben değildim .. Peki, o nereden biliyormuş?"
"Bakanlıkta çalışıyor," dtei Ron. "Biliyorsun, okul dışında sihir yapmamamız gerekiyor."
Harry, havada duran arabaya bakarak, "Bu lafın senden gelmesi de bir tuhaf hani," dedi.
"Ah, bu sayılmaz" dedi Ron. "Biz sadece ödünç aldık, babamın arabası, biz büyülemedik. Ama birlikte yaşadığın o Muggle'ların gözü önünde sihir yapmak..."
"Dedim ya, ben değildim - ama şimdi açıklaması çok vakit alır. Baksana, Hogwarts'takilere Dursley'lerin beni kilitlediğini ve geri göndermeyeceğini açıklayabilir misin? Besbelli ben de sihir yapamam, çünkü Bakanlık' bunun üç gündeki ikinci büyüm olduğunu düşünür, bu yüzden de..."
"Kem küm edip durma," dedi Ron, "seni eve götürmeye geldik."
“Ama beni burdan sihirle çıkara..."
Ron, başıyla ön koltukları işaret edip sırıtarak, "Gerek yok," dedi. "Yanımda kimlerin olduğunu unutuyorsun."
Fred, bir ipin ucunu Harry'ye fırlattı. "Şunu parmaklıklara bağla."
Harry, ipi sıkıca bir çubuğa bağlarken, "Eğer Dursley’ler uyanırsa, öldüm demektir," dedi. Fred de arabaya gaz verdi.
"Üzülme," dedi Fred, "ve geriye çekil."
Harry geriye, gölgelerin içine, Hedwig'in yanına çekildi. Kuş bunun ne kadar önemli olduğunu anlamış gibiydi, kıpırdamıyor ve sesini çıkarmıyordu. Araba gitgide daha yüksek sesle çalıştı ve Fred birden arabayı dosdoğru yukarı sürdü. Parmaklıklar, çatır çutur sesler çıkararak pencereden söküldü - Harry koşup pencereden dışarı bakınca onları toprağın biraz üstünde sallanırken gördü. Ron soluk soluğa parmaklıkları arabaya
çekti. Harry endişeyle dinledi, ama Dursley'lerin yatak odasından ses gelmiyordu.
Parmaklıklar Ron'la birlikte güvenli bir şekilde arka koltuğa yerleşince, Fred arabayı geri vitese alarak Harry'nin penceresine olabildiğince yaklaştı.
"Gir içeri," dedi Ron.
"Ama bütün Hogwarts eşyalarım... asam... süpürgem..."
"Nerdeler?"
"Merdivenin altındaki dolapta kilitliler ve ben de bu odadan dışarı çıkamıyorum..."
George, önde, sürücünün yanındaki koltuktan, "Sorun değil," dedi. "Yolumdan çekil, Harry."
Fred ve George, dikkatli dikkatli tırmanıp pencereden Harry'nin odasına girdiler. Haklarını vermek gerek, diye düşündü Harry, George cebinden sıradan bir toka çıkarıp kilidi kurcalamaya başlarken.
"Çoğu büyücü, bu tür Muggle numaralarını bilmenin zaman kaybı olduğunu düşünür," dedi Fred, "ama bize göre bunlar öğrenmeye değen beceriler, biraz ağır işleseler de."
Hafif bir klik sesi duyuldu ve kapı ardına kadar açıldı.
"Şimdi - sandığını alacağız - sen de ihtiyacın olacağını düşündüğün her şeyi yakalayıp Ron'a ver," diye fısıldadı George.
İkizler karanlık sahanlıkta gözden kaybolurken,
Harry de, "Alt basamağa dikkat edin," diye fısıldadı.
"Gıcırdıyor." '
Harry odasında koşuşturarak öteberisini topladı ve onları pencereden Ron'a uzattı. Sonra Fred ve George'un ağır sandığı merdivenlerden yukarı taşımalarına yardıma gitti. Bu arada, Vernon Enişte’nin öksürdüğünü duydu.
Sonunda nefesleri kesilmiş halde sahanlığa ulaştılar, sonra da sandığı Harry'nin odasından açık pencereye taşıdılar. Fred, sandığı Ron'la birlikte çekmek için gene arabaya tırmandı. Harry ve George da yatak odası tarafından ittiler. Sandık santim santim, camın içinden kayarak geçti.
Vernon Enişte bir kez daha öksürdü
"Biraz daha," diye soludu Fred, arabanın içinden çekiyordu, "şöyle tüm gücünüzle..."
Harry ve George omuzlarını sandığa iyice dayadılar, sandık da pencereden kurtulup arabanın arka koltuğuna geçti.
"Tamam, gidelim hadi," diye fısıldadı George.
Ama Harry pencere pervazına tırmanırken, arkasından ani ve gürültülü bir feryat yükseldi, hemen ardından da Vernon Enişte'nin gök gürültüsünden farksız sesi duyuldu.
"O KAHROLASICA BAYKUŞ!"
"Hedwig'i unuttum!"
Sahanlıktaki elektrik düğmesinin çatırtısı duyulurken Harry deli gibi odayı aştı. Hedwig'in kafesini yakaladığı gibi pencereye doğru bir koşu kopardı ve kafesi Ron'a uzattı. Tam şifoniyere doğru seğirtiyordu ki, Vernon Enişte kilitli olmayan kapıya küt küt vurdu. Kapı da ardına kadar açıldı.
Vernon Enişte bir an kapı eşiğinde dönmüş gibi kaldı, sonra kızgın bir boğa gibi bir böğürtü kopardı. Harry'ye doğru balıklama dalarak onu ayak bileğinden yakaladı.
Ron, Fred ve George, Harry'nin kollarından tutup çekebildikleri kadar kuvvetle çektiler.
"Petunia!" diye kükredi Vernon Enişte. "Kaçıyor! KAÇIYOR!"
Weasley'ler tüm güçleriyle çektiler ve Harry'nin bacağı Vernon Enişte'nin kıskacından kurtuldu. Harry arabaya girip, kapı da sımsıkı kapanınca, Ron haykırdı: "Ayağını gaza bas, Fred!" Araba da birden ay dedeye doğru yola çıktı.
Harry inanamıyordu - özgürdü. Camı indirdi, gece havası saçını kamçılarken, Privet Drive'ın gittikçe küçülen çatılarına baktı. Vernon Enişte, Petunia Teyze ve Dudley, dilleri tutulmuş gibi Harry'nin penceresinden bakıyorlardı.
"Bir dahaki yaza görüşürüz!" diye haykırdı Harry.
Weasley'ler kahkahadan kırılırken, Harry de, ağzı kulaklarında, koltuğuna yaslandı.
Ron'a, "Hedwig'i çıkar," dedi, "arkamızdan uçabilir. Kanatlarını şöyle bir uzatamayalı çok oldu."
George tokayı Ron'a verdi. Bir saniye sonra Hedwig neşeyle pencereden dışarı süzülmüş, bir hayalet gibi yanları sıra kayarcasına uçuyordu.
"Ee... Anlat bakalım, Harry," dedi Ron, sabırsızlıkla. "Neler oldu?"
Harry onlara Dobby hakkında her şeyi anlattı,
Harry'ye uyarıda bulunmasını, menekşeli puding fiyaskosunu. Söylediklerini bitirdiğinde ortaya şaşkınlık dolu bir sessizlik çoktu.
Fred sonunda, "Bu işte bir iş var," dedi.
"Bir bityeniği olduğu kesin," diye doğruladı George. "Demek bütün bu komploları sözde kimin kurduğunu sana söylemedi bile, ha?"
"Sanırım söyleyemedi," diye cevap verdi Harry "Dedim ya, ağzından bir şey kaçırır gibi olduğu her an, başını duvara vurmaya başlıyordu."
Fred ve George'un birbirlerine baktıklarını gördü.
"Ne var, sizce bana yalan mı söylüyordu?" diye sordu Harry.
"Eh," dedi Fred, "şöyle diyelim - ev cinlerinin kendi güçlü sihirleri vardır, ama çoğu kez, efendilerinin izni olmadan bunu kullanamazlar. Sanırım ihtiyar Dobby senin 'Hogwarts’a geri dönmeni durdurmak için gönderildi. Biri bunu espri sanmış olmalı. Okulda sana karşı kin güden biri varmı?"
Harry ve Ron bir ağızdan ve derhal, "Evet," dediler.
"Draco Malfoy," diye açıkladı Harry. "Benden nefret ediyor."
George, arkaya dönerek, "Draco Malfoy mu?" dedi. "Lucius Malfoy'un oğlu değil ya?"
"Öyle olmalı, sık rastlanan bir isim değil çünkü," dedi Harry. "Neden sordun?"
"Babam ondan söz ederken duydum. Kim-Olduğunu-Bilirsın-Sen'ın en sıkı destekçilerinden biriymiş."
Harry’ye bakmak için boynunu uzatan Fred, "Ve Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen yok olunca," dedi, "Lucius Malfoy geri gelip hiç de böyle bir şey kastetmediğini söyledi. Palavranın daniskası - babam onun Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen'in en yakınlarından biri olduğunu düşünüyor."
Harry de Malfoy ailesi hakkındaki bu söylentileri daha önceden duymuştu, onun için hiç şaşırmadı. Draco Malfoy'un yanında Dudley Dursley bile müşfik, düşünceli ve hassas bir çocuk gibi görünebilirdi.
"Malfoy’ların bir ev cini olup olmadığını bilmiyorum..." dedi.
"Eh, sahipleri eski bir buyucu ailesi olmalı," dedi Fred, "ve mutlaka da zenginlerdir."
George, "Evet," dedi, "annem hep ütü yapsın diye bir ev cini ister. Ama bizim sadece tavan arasında berbat, yaşlı bir gulyabanimizle bahçeye yayılmış yercücelerimiz var. Ev cinleri büyük malikânelerde, şatolarda ve böyle yerlerde bulunur. Bizim evde cine rastlamazsın..."
Harry susuyordu. Draco Malfoy çoğu kez her şeyin en iyisini kullandığına göre, aile buyucu altınına gömülmüş olmalıydı. Malfoy'u büyük bir malikânede çalımlı çalımlı dolaşırken görür gibi oldu Harry'nin Hogwarts'a dönmemesi için aile hizmetkârını göndermek de tam Malfoy'un yapacağı türden bir şeye benziyordu. Yoksa Harry, Dobby'yi ciddiye alarak aptallık mı etmişti?
"Neyse," dedi Ron, "seni almaya geldiğimize sevindim. Mektuplarımın hiçbirine cevap vermeyince bayağı endişelenmeye başlamıştım. Önce Errol'ın kabahati sandım..."
"Erroll da kim?"
"Baykuşumuz. Yaşlı mı yaşlı. Bir teslimatta yıkılıp kalırsa, bu ilk olmayacak. Ben de Hermes'i ödünç almaya çalıştım..."
"Kimi?"
"Annemle babamın sınıf başkanı seçilince Percy'ye aldıkları baykuş," dedi Fred ön koltuktan.
"Ama Percy onu bana ödünç vermedi. Ona lazımmış, öyle dedi."
George kaşlarını çattı. "Percy bu yaz çok garip davranıyor. Bir sürü mektup gönderiyor ve vaktinin çoğunu odasına kapanmış halde geçiriyor... Yani, bir sınıf başkanı rozetini parlatmak için insana belli bir zaman yeter... Çok batıya kaydın, Fred," diye ekledi, gösterge tablosundaki bir pusulaya işaret ederek. Fred, direksiyonu kıvırdı.
Harry, alacağı cevabı tahmin etse de, "Peki, babanız arabayı aldığınızı biliyor mu?" diye sordu.
"Ee, hayır," dedi Ron. "Bu gece çalışması gerekiyor. Umarım annem arabayı uçurduğumuzu fark etmeden onu garaja döndürmeyi başarırız."
"Baban Sihir Bakanlığı'nda ne iş yapıyor peki?"
"En sıkıcı bölümde çalışıyor," dedi Ron. "Muggle Eşyalarının Kötüye Kullanımı Dairesi."
"Ne dedin?"
"Muggle'ların yaptığı şeyleri büyülemekle ilgili, anlıyorsun ya, sonunda bir Muggle dükkânına ya da evine giderlerse diye. Örneğin geçen yıl yaşlı bir cadı öldü, çay takımı da bir antikacı dükkânına satıldı. Onu alan Muggle kadın, evine götürüp arkadaşlarına onunla çay ikram etmeye çalıştı. Bir kâbustu - babam haftalarca fazla mesai yaptı."
"Ne oldu?"
"Çaydanlık aklını kaçırdı, her yere kaynar çay püskürttü. Bir adam, burnuna kenetlenmiş şeker tutacağıyla hastaneye kaldırıldı. Babam da çılgına dönmüştü, bürosunda sadece o var, bir de Perkins adlı yaşlı bir büyücü. İşi örtbas etmek için Hatırlama Muskaları falan yapmak zorunda kaldılar..."
"Ama baban... bu araba..."
Fred güldü. "Evet, babam Muggle'lara ait her şeye bayılır, sundurmada bir sürü Muggle eşyası var. Parçalarına ayırır, büyü yapar, yeniden birleştirir. Eğer bizim eve baskın yapsaydı, kendisini derhal tutuklaması gerekirdi. Bu durum annemi çıldırtıyor."
George, ön camdan aşağı sarkarak, "İşte anayol," dedi. "On dakikada orda oluruz... İyi de olur, hava aydınlanıyor..."
Doğuda, ufukta pembemsi bir parıltı görülüyordu.
Fred arabayı aşağı doğru indirdi ve Harry yamalı bohçaya benzer tarlalarla bir ağaçlık gördü.
"Köyün biraz dışındayız," dedi George. "Ottery St Catchpole..."
Uçan araba daha, daha da aşağı indi. Artık parlak kırmızı bir güneşin ucu, ağaçlar arasından parıldamaya başlamıştı.
"Sobe!" dedi Fred, hafif bir sarsıntıyla yere çarptıklarında. Küçük bir bahçede viran bir garajın yanma inmişlerdi. Harry, Ron'un evini ilk kez gördü.
Sanki bir vakitler büyük, taş bir domuz ahırıymış, ama oraya buraya odalar eklenmiş ve sonunda ev birkaç katlı hale gelmiş gibiydi. Öyle eğriydi ki, sanki sihirle ayakta duruyordu (Harry kendi kendine bunun olabileceğini hatırlattı). Kırmızı damın üstüne dört ya da beş baca konmuştu. Giriş yakınında yere saplanmış, bir tarafı eğrilmiş bir tabelada "Kovuk" yazılıydı. Ön kapının çevresinde karmakarışık bir lastik çizme yığını ile çok paslı bir kazan vardı. Birkaç şişman kahverengi tavuk, bahçede orayı burayı gagalıyorlardı. "Pek bir şey değil," dedi Ron. Privet Drive'ı düşünen Harry, sevinçle, "Harika," diye cevap verdi. Arabadan indiler.
"Şimdi çok sessizce yukarı çıkalım," dedi Fred, "ve annemin bizi kahvaltıya çağırmasını bekleyelim. Sonra Ron, sen koşarak merdivenlerden inersin, 'Anne, bak gece kim geldi!' dersin. O da Harry'yi gördüğüne çok memnun olur, hiç kimsenin arabayı uçurduğumuzu bilmesi gerekmez."
"Tamam," dedi Ron. "Gel hadi, Harry, benim uyuduğum..."
Ron pis yeşil bir renge büründü, gözleri eve dikildi. Öbür üçü hızla geriye döndü.
Mrs Weasley tavukları ürküterek bahçeyi geçmiş, geliyordu Doğrusu, kısa, tombul, müşfik yüzlü bir kadın olarak, kılıç dişli bir kaplana inanılmayacak kadar benziyordu.
"Ah," dedi Fred.
"Eyvahlar olsun," dedi George.
Mrs Weasley onların önünde durdu, elleri belinde, bir suçlu yüzden diğerine baktı. Üstünde, cebinin birinden bir asanın dışarı çıktığı çiçekli bir önlük vardı.
"Demek öyle."
George, besbelli şen şakrak, gönül alıcı olduğunu sandığı bir sesle, "Günaydın, anne," dedi.
Mrs Weasley, öldürücü bir fısıltıyla, "Ne kadar üzüldüğüm hakkında hiçbir fikriniz var mı?" diye sordu.
"Özür dileriz, anne, ama anlıyorsun ya, mecburen..."
Mrs Weasley'nin üç oğlu da ondan uzundu, ama öfkesi tepelerinde patlarken hepsi küçüldü gitti.
"Yataklar boş! Not yok! Araba gitmiş... çarpabilirdiniz... üzüntüden deliye döndüm... sizin umurunuzda mı?., asla, ömrüm oldukça... bekleyin hele, babanız eve gelsin, Bili ya da Charlie ya da Percy'de başımıza hiç böyle şeyler gelmemişti..."
"Kusursuz Percy," diye mırıldandı Fred.
"PERCY'NİN KİTABINDAN BİR YAPRAK BİLE ALSAN SANA FAYDASI OLUR!" diye haykırdı Mrs Weasley, parmağıyla Fred'in göğsünü dürterek. "Ölebilirdiniz, görülebilirdiniz, babanızın işini kaybetmesine neden olabilirdiniz..."
Saatlerce devam etti sanki. Mrs Weasley, ancak bağıra bağıra sesi kısıldıktan sonra,geriye çekilen Harry'ye döndü.
"Seni gördüğüme çok sevindim, Harry, canım," dedi. "İçeri gel de kahvaltı et."
Döndü ve evden içeri girdi, kendisine cesaret verircesine başını sallayan Ron'a endişeli bir bakış atan Harry de onu izledi.
Mutfak küçük ve hayli sıkışıktı. Ortasında ovulmuş bir tahta masa ile iskemleler vardı, Harry iskemlesinin kenarına ilişerek etrafa baktı. Daha önce hiç büyücü evine girmemişti.
Karşısındaki duvarda asılı saatin sadece bir kolu vardı, üzerinde numara da yoktu. Saatin kıyısına "Çay yapma vakti", "Tavukları yemleme vakti" ve "Geç kaldın" gibi şeyler yazılmıştı. Kitaplar şöminenin üzerinde üç sıra halinde yerleştirilmişti. Adları, Kendi Peynirini Kendin Büyük, Yemekte Sihir ve Bir Dakikalık Şölen - Buna Sihir Denir! olan kitaplar. Ve eğer Harry'nin kulakları onu aldatmıyorsa, lavabonun yanındaki eski radyo az önce "Kadın büyücü Celestina Warbeck'in popüler şarkılarıyla Cadılar Saati"ni ilan etmişti.
Mrs Weasley biraz rastgele şekilde kahvaltıyı hazırlayarak tangırdıyor, tavaya sosis atarken de pis pis oğullarına bakıyordu. Arada bir "aklınızdan ne geçiyordu bilmem" ve "dünyada inanmazdım" gibi şeyler mırıldanıyordu.
Harry'nin tabağına sekiz dokuz sosis atarak, "Sana kabahat bulmuyorum, canım," diye onu rahatlattı. "Arthur ve ben senin için de kaygılandık. Daha dün gece,eğer cumaya kadar Ron'a yazmazsan seni gelip kendimiz alırız diyorduk. Ama sahiden de" (şimdi de tabağına yağda pişmiş üç yumurta ekliyordu), "yasadışı bir arabayla ülkenin yarısını geçmek - herkes sizi görebilirdi..."
Asasını kayıtsızca lavaboda birikmiş bulaşıklara doğru salladı, arkada pıtır pıtır sesler çıkararak kendi kendilerine temizlenmeye koyuldular.
"Hava bulutluydu, anne!" dedi Fred.
"Sen yemek yerken ağzını kapalı tut bakayım!" diye cevabı yapıştırdı Mrs Weasley.
"Onu açlıktan öldürüyorlardı, anne!" dedi George.
"Sen de!" dedi Mrs Weasley, ama Harry'nin ekmeğini dilimleyip üstüne tereyağı sürerken yüzünün ifadesi birazcık daha yumuşamıştı.
Tam o anda upuzun gecelik giymiş ufak, kızıl saçlı birinin mutfakta görünüp küçük, tiz bir çığlık attıktan sonra yeniden dışarı kaçışı herkesin dikkatini dağıttı.
Ron, yavaş sesle Harry’e, "Ginny," dedi. "Kız kardeşim. Bütün yaz senden söz etti."
"Evet, imzanı istemesi yakındır, Harry," dedi Fred, sırıtarak. Ama annesiyle göz göze gelir gelmez, tek kelime daha etmeden başını tabağına eğdi. Dört tabak temizlenene kadar başka hiçbir şey konuşulmadı, tabakların temizlenmesi de şaşılacak kadar kısa sürdü.
Fred, bıçağını ve çatalını sonunda elinden bırakarak, "Vay canına, yorulmuşum," dedi. "Sanırım yatmaya gideceğim ve..."
"Hayır," diye sözünü kesti Mrs Weasley. "Bütün gece ayakta durmak senin kendi hatan. Sen benim için bahçedeki yercücelerini ayıklayacaksın. Tamamen baş edilmez bir hal alıyorlar."
"Ama anne..."
"Ve siz ikiniz de," dedi annesi, gözlerinden şimşekler çakarak. Harry'ye ise, "Sen yukarı çıkabilirsin canım," dedi. "Onlardan o rezil arabayı uçurmalarını istemedin sen."
Ama kendini cin gibi uyanık hisseden Harry atılıp, "Ron'a yardım edeceğim," dedi. "Yercücelerinin nasıl temizlendiğini hiç görmemiştim çünkü..."
"Çok tatlısın, şekerim, ama sıkıcı bir iştir. Bakalım Lockhart bu konuda ne diyor?"
Şöminenin üstündeki yığından ağır bir kitap çekti. George inledi.
"Anne biz bahçedeki yercücelerini nasıl ayıklayacağımızı biliyoruz."
Harry, Mrs Weasley'nin kitabının kapağına baktı. Üzerinde boylu boyunca süslü altın harflerle Gilderoy Lockhart'ın Ev Zararlıları Rehberi yazıyordu. Ön kapakta çok yakışıklı, dalgalı sarı saçlı ve parlak mavi gözlü bir büyücünün koca bir resmi vardı. Büyücüler dünyasında hep olduğu gibi, fotoğraf hareket ediyordu. Harry'nin Gilderoy Lockhart olduğunu sandığı büyücü onların hepsine edepsizce göz kırpıp duruyordu. Mrs Weasley de ona tebessüm etti.
"Ah, müthiş," dedi. "Gerçekten de ev zararlılarını iyi biliyor, harika bir kitap..."
Fred, çok iyi duyulan bir fısıltıyla, "Annem ondan hoşlanıyor," dedi.
Mrs Weasley, "Gülünç olma, Fred," diye yanıtladı, yanakları bayağı pembeleşmişti. "Peki, eğer Lockhart'tan daha iyi bildiğini düşünüyorsan, yürü, yap bakalım. Ve ben dışarı teftişe geldiğimde o bahçede tek bir yercücesi kaldıysa Tanrı yardımcın olsun."
Weasley'ler esneyerek ve homurdanarak, arkalarında Harry ile, omuzları yorgunluktan düşmüş halde dışarı çıktılar. Bahçe büyüktü ve Harry'nin gözünde, tam bir bahçenin olması gerektiği gibiydi. Dursley'ler hoşlanmazdı bir sürü yabani ot vardı, çimlerin de biçilmesi gerekiyordu ama duvar boyu boğum boğum ağaçlar sıralanmıştı, her çiçek tarhından Harry'nin hiç görmediği çiçekler fışkırmıştı. Kurbağa dolu koca yeşil bir havuz da vardı.
Harry, çimenlikten geçerlerken Ron'a, "Muggle'ların da bahçe yercüceleri vardır, biliyorsun," dedi.
"Evet," dedi, başı bir şakayık yığınının içinde, iki büklüm eğilmiş Ron. "Yercücesi olduğunu sandıkları o şeyleri gördüm. Balık oltaları olan küçük, şişko Noel Babalara benziyorlar..."
Şiddetli bir itişme gürültüsü duyuldu, şakayıklar titredi ve Ron doğruldu. "Bu bir yercücesi," dedi haşin bir edayla.
"Brrak beni! Bırak beni!" diye cikledi yercücesi.
Kesinlikle Noel Baba gibi bir şey değildi. Küçüktü, deridenmiş gibiydi, tıpkı patatese benzeyen büyük, düğüm düğüm, kel bir kafası vardı. Nasırlı küçük ayaklarıyla tekme atarken, Ron onu kol mesafesinde tuttu. Ayak bileklerinden yakalayıp tepe üstü çevirdi.
"Böyle yapman gerekir," dedi. Yercücesini başının üstüne kaldırdı ("Bırak beni!") ve kement gibi büyük daireler halinde çevirmeye başladı. Harry'nin yüzündeki şok ifadesini görünce de ekledi. "Bu onların canını yakmaz başlarını iyice döndürmelisin ki, yercücesi deliklerinin yolunu bulamasınlar."
Yercücesinin bileklerini bıraktı, havada altı yedi metre uçan yercücesi, çitin ötesindeki tarlaya küt diye indi.
"içler acısı," dedi Fred. "Bahse girerim ki ben benimkini o kütüğün ötesine yollarım."
Harry kısa süre sonra yercucelerine fazla acımamayı öğrendi. İlk yakaladığını hemen çitin gerisine bırakmaya karar vermişti, ama zaafı hisseden yercücesi ustura gibi dişlerini Harry'nin parmağına batırdı, o da yercücesini silkelemekte güçlük çekiyordu. Ta ki...
"Vay canına, Harry - nerdeyse yirmi metre..."
Çok geçmeden hava uçan yercüceleriyle dolmuştu.
George, bir seferde beş altı yercücesi birden yakalayıp, "Görüyorsun, fazla zeki değiller," dedi. "Yercücesi ayıklama işinin başladığım anlar anlamaz hepsi bakmak için yukarı fırlıyor. Şimdiye kadar aşağıda kalmayı öğrenmiş olurlar sanırsın."
Az sonra tarladaki yercuceleri sendeleyen bir hat oluşturmuş, küçük omuzlarını içeri çekmiş uzaklaşıyor-lardı.
Onların tarlanın diğer tarafındaki çitin ötesinde gözden kaybolmalarını seyrederlerken, "Geri dönecekler," dedi Ron. "Buraya bayılıyorlar... Babam onlara çok yumuşak davranıyor, komik olduklarını düşünüyor..."
Tam o sırada ön kapı çarpıldı.
"Geri döndü!" dedi George. "Babam geldi!"
Koşarak bahçeden geçip eve girdiler.
Mr Weasley gözlüğünü çıkarmış, gözlerini de yummuş, mutfak iskemlesine yığılmıştı. Zayıf bir adamdı, tepesi açılıyordu, ama kalmış olan saçı tıpkı çocuklarınınki gibi kıpkızıldı. Tozlu ve dolaşmaktan eskimiş uzun yeşil bir cüppe giymişti.
"Ne gece ama," diye mırıldandı, hepsi etrafına oturmaya başlarken çaydanlığa uzanarak. "Dokuz baskın. Dokuz! Ve ihtiyar Mundungus Fletcher arkam dönükken nazar etmeye kalkıştı..."
Mr Weasley koca bir yudum çay aldı ve içini çekti.
"Bir şey bulabildin mi, baba?" diye sordu Fred, hevesle.
"Bütün elime geçen birkaç tane çekip küçülmüş kapı anahtarıyla ısıran bir çaydanlık oldu," diye esnedi Mr Weasley. "Ama benim bölümümü ilgilendirmeyen bayağı pis şeyler vardı. Mortlake pek garip birtakım dağ gelincikleri için sorgulanmak üzere götürüldü, ama neyse ki bu Deneysel Büyüler Komitesi'nin işi, Tanrı'ya şükür..."
George, "İnsanlar niye anahtarları küçültme zahmetine katlansın ki?" diye sordu.
"Muggle'ları yemlemek için işte," diye içini çekti
Mr Weasley. "Onlara çekip küçülerek sonunda sıfıra inen bir anahtar sat ki, ihtiyaçları olduğu zaman asla bulamasınlar... Tabii, bu yüzden mahkûm etmek çok zor, çünkü hiçbir Muggle anahtarının durmadan çekip küçüldüğünü kabul etmez - boyuna kaybediyoruz diye ısrar ederler. Tanrı yardımcıları olsun, gözlerinin içine bakıyor olsa da sihri görmezlikten gelmek için akla gelen her şeyi yaparlar. Ama bizimkilerin sihir yaptıkları şeyleri de söylesem inanmazsınız -"
"ARABALAR GİBİ Mİ, ÖRNEĞİN?
Mrs Weasley, elinde kılıç gibi tuttuğu uzun bir ateş karıştıracağıyla görünmüştü. Mr Weasley yerinde zıpladı, gözleri bir anda açıldı. Suçlu suçlu karısına baktı.
"Ara... arabalar mı, Mollyciğim?"
"Evet, Arthur, arabalar," dedi Mrs Weasley, gözlerinden şimşekler saçarak. "Düşün şimdi, bir büyücü paslı eski bir araba alıyor, karısına bütün yapmak istediğinin arabayı parçalarına ayırarak nasıl çalıştığını görmek olduğunu söylüyor, oysa aslında uçsun diye ona sihir yapıyor."
Mr Weasley gözlerini kırpıştırdı.
"Eh, şekerim, bence gene de yasalar dahilinde kaldığını göreceksin, yani tabii... şey... karısına gerçeği söylemiş olsa daha iyi ederdi ama... Yasada bir boşluk olduğunu göreceksin... Arabayı uçurmaya niyetlenmediği sürece, arabanın uçuyor olabilmesi aslında..."
"Arthur Weasley, o yasayı yazdığında bir boşluk olmasını sağladın!" diye bağırdı Mrs Weasley. "Sağladınki, sundurmandaki bütün o Muggle süprüntüleriyle tamircilik yapmaya devam edebılesin! Ve bilgine sunulur, Harry bu sabah senin uçurmaya niyetlenmediğin arabayla geldi!"
"Harry mi?" dedi Mr Weasley boş boş. "Harry kim?"
Etrafına baktı, Harry'yi gördü, sıçradı.
"Hey Tanrım, Harry Potter mı? Tanıştığımıza çok sevindim. Ron bize sizden o kadar çok bahset...
"Oğulların dun gece Harry'nın evine gidip gelmek için o arabayı uçurdular!" diye haykırdı Mrs Weasley. "Bakalım bu konuda söyleyecek bur şeyin var mı?"
"Sahiden uçtunuz mu?" diye sordu Mr Weasley hevesle. "İşler yolunda gitti mi bari? Yani... yani demek istiyorum ki..." Lafını şaşırdı. Mrs Weasley'nin gözleri şimşek çaktırıyordu çünkü. "Bu... bu çok yanlış bir şey çocuklar gerçekten çok yanlış..."
Mrs Weasley iri bir kurbağa gibi şişinirken, Ron, Harry’e, "Bırakalım ne halleri varsa görsünler," dedi. "Gel, sana yatak odamı göstereceğim."
Mutfaktan sıvıştılar ve dar bir koridordan geçip çarpık bir merdivene geldiler. Merdiven, ev içinde zikzaklar çizip yükseliyordu. Üçüncü sahanlıkta bir kapı aralık duruyordu. Pat diye çarpılmadan önce, Harry bir çift parlak kahverengi gözün ona dikilmiş bakışını yakaladı.
"Ginny," dedi Ron. "Bu kadar utangaç olması ne kadar garip, bilmiyorsun, normalde çenesini hiç kapatmaz.
İki kat daha çıkıp, boyası soyulan ve üzerinde "Ronald'ın Odası" yazılı küçük bir levha olan bir odaya geldiler.
Harry, başı neredeyse eğimli tavana değerek içeri girdi ve gözlerini kırpıştırdı. Bir fırının içine girer gibiydi: Ron'un odasındaki her şey turuncunun vahşi bir tonundaydı: yatak örtüsü, duvarlar, hatta tavan. Derken Harry, Ron'un, eski püskü duvar kâğıdının neredeyse her santimetre karesini aynı cadılar ve büyücülerin posterleriyle kapladığını fark etti. Hepsi parlak turuncu cüppeler giyiyor, süpürge taşıyor ve enerjik bir şekilde el sallıyorlardı.
"Quidditch takımın mı?" diye sordu Harry.
"Chudley Cannons," dedi Ron, devasa büyüklükte iki siyah C harfi ve hızlanan bir top güllesinin arma olarak üslendiği turuncu yatak örtüsünü işaret ederek. "Ligde dokuzuncu."
Ron'un okul büyü kitapları düzensiz bir şekilde bir köşeye yığılmıştı, hemen yanlarında bir yığın çizgi roman vardı, hepsi de Çılgın Muggle Martin Miggs'in Maceraları’nı anlatıyor gibiydi. Ron'un sihirli asası pencere pervazında saydam kurbağa yumurtalarıyla dolu bir akvaryumun üstünde duruyordu. Akvaryumun hemen yanında, güneşli bir noktada şişman kurşuni fare Scabbers şekerleme yapıyordu.
Harry yerde duran bir deste Kendi-Kendini-Karıştıran iskambile bastı ve minik camdan dışarı baktı. Çok aşağıdaki tarlada, Weasley'lerin çitinden içeri teker teker, sinsi sinsi sızan bir yercücesi çetesini görebiliyordu.
Sonra ona adeta endişeli şekilde, sanki yargısını beklermiş gibi bakan Ron'a döndü.
"Biraz küçük," dedi Ron hemen. "Muggle'lann yanındaki odan gibi değil. Ve tavan arasındaki gulyabaninin hemen altındayım, hep borulara vurup inilder..."
Ama Harry, ağzı kulaklarında, "Bu benim içine girdiğim en güzel ev," dedi.
Ron'un kulakları pespembe kesildi.

GeCeLeR
12-10-2006, 01:35 AM
BÖLÜM 4 - Flourish ve Blotts'ta

Kovuk'ta hayat, Privet Drive'dakinden olabildiğince farklıydı. Dursley'ler her şeyin temiz, tertipli olmasını isterdi; Weasley'lerin evi ise ağzına kadar tuhaf ve beklenmedik şeylerle doluydu. Harry mutfak şöminesinin üstündeki aynaya ilk kez bakıp da ayna ona, "Gömleğini içine sok, pasaklı!" diye bağırdığında şok geçirdi. Tavan arasındaki gulyabani, etrafı fazla sessiz bulunca uluyor ve boruları düşürüyordu. Fred ve George'un yatak odasından gelen küçük patlamalar ise tamamen normal sayılıyordu. Ancak Harry'nin, Ron'ların evindeki hayata ilişkin olarak en sıradışı bulduğu şey konuşan ayna ya da şıngırdayan gulyabani değildi. Oradaki herkesin onu seviyor görünmesiydi.
Mrs Weasley çoraplarının durumu için yaygara kopardı durdu, her yemekte tabağını dördüncü kez doldurup onu yemeye zorladı. Mr Weasley yemekte Harry'nin yanına oturmasını seviyordu. Böylece onu Muggle hayatı hakkında sorularla bombardıman ediyor, elektrik prizleri ve posta servisi gibi şeylerin nasıl çalıştığım sorabiliyordu.
Harry bir telefon vasıtasıyla onunla konuşurken, "Büyüleyici!" derdi. "Muggle'ların sihirsiz idare etmek için buldukları yöntemler çok ustaca, gerçekten."
Harry, Kovuk'a geldikten yaklaşık bir hafta sonra güneşli bir sabah Hogwarts'tan haber aldı. O ve Ron kahvaltıya indiklerinde, Mr ve Mrs Weasley ile Ginny çoktan masaya oturmuşlardı. Ginny, Harry'yi gördüğü anda yulaf lapası kâsesine yanlışlıkla çarpıp büyük bir gümbürtüyle yere düşürdü. Ginny, Harry bir odaya her girişinde ona buna çarpmaya çok yatkın görünüyordu. Kâseyi almak için masanın altına daldı ve yüzü batan güneş renginde masanın altından çıktı. Harry bunu fark etmemiş gibi yaparak oturdu ve Mrs Weasley'nin ona verdiği kızarmış ekmeği aldı.
"Okuldan mektuplar," dedi Mr Weasley, Harry ve Ron'a sarımsı parşömenden, adresleri yeşil mürekkeple yazılmış, birbirinin eşi zarflar uzatarak. "Dumbledore burada olduğunu zaten biliyor, Harry o adamın da gözünden hiçbir şey kaçmaz. Size de var," dedi, pijamalarıyla ağır ağır içeri giren Fred ve George'a.
Hepsi mektuplarını okurken birkaç dakikalık bir sessizlik oldu. Harry'ninkinde, her zaman olduğu gibi l Eylül'de King's Cross İstasyonu'ndan kalkacak Hogwarts Ekspresi'ne binmesi isteniyordu. O yıl Harry'ye gerekecek yeni kitapların da listesi vardı.
İkinci yıl öğrencilerine şu kitaplar gerekli olacaktır:
Temel Büyüler Kitabî (Sınıf 2) (Miranda Goshawk) Ölüm Perisini Kovalamak (Gilderoy Lockhart) Gulyabanilerle Gezip Tozmak (Gilderoy Lockhart) Cadalozlarla Tatiller (Gilderoy Lockhart) ifritlerle Geziler (Gilderoy Lockhart) Vampirlerle Seyahatler (Gilderoy Lockhart) ********larla Yollarda (Gilderoy Lockhart) Yeti'yle Geçen Yıl (Gilderoy Lockhart)
Kendi Üstesini okumayı bitirmiş olan Fred, Harry' ninkine bir göz attı.
"Senden de Lockhart'in bütün kitaplarını alman istenmiş!" dedi. "Karanlık Sanatlara Karşı Savunma dersinin yeni hocası onun hayranı olmalı - bahse girerim bir cadıdır."
Fred tam bu noktada annesiyle göz göze geldi ve derhal tabağındaki marmelatla ilgilenmeye başladı.
George da annesiyle babasına çabucak bir göz atarak, "Bunlar hiç de ucuza mal olmaz," dedi. "Lockhart'in kitapları sahiden de pahalıdır..."
"Eh, idare ederiz," dedi Mrs Weasley, ama dertlenmiş görünüyordu. "Ginny'ye almamız gerekenlerin çoğunu ikinci el alırız diye düşünüyorum."
Harry, "Ah," dedi Ginny'ye, "Bu yıl Hogwarts'a başlıyor musun?"
Kız başını salladı, alev rengi saçlarının diplerine kadar kızardı ve dirseğini tereyağı tabağına soktu. Neyse ki bunu Harry'den başka gören olmadı, çünkü o sırada Ron'un büyük ağabeyi Percy içeri girmişti. Giyinmişti bile, Hogwarts sınıf başkanı rozeti de örgü yeleğine iğnelenmişti.
"Herkese günaydın," dedi Percy çabucak. "Güzel bir gün."
Geriye kalan tek iskemleye oturdu, ama hani neredeyse o an yerinden sıçrayıp, altından tüyleri dökülmüş gri bir tüy fırça çıkardı - en azından Harry böyle sanmıştı, ta ki onun nefes aldığını görene kadar.
"Errol!" dedi Ron, gevşemiş baykuşu Percy'den alıp kanadının altından bir mektup çıkartarak. "Nihayet - Hermione'nin cevabını getirmiş. Ona yazıp seni Dursley'lerden kurtarmaya çalışacağımızı söylemiştim."
Errol'ı arka kapının hemen içindeki bir tüneğe taşıdı ve üzerinde durdurmaya çalıştı, ama hayvan hemencecik tünekten düştü. Ron da, "İçler acısı," diye mırıldanarak, onu bulaşıkların suyu süzülsün diye koydukları tezgâha yerleştirdi. Sonra da Hermione'nin mektubunu açtı ve yüksek sesle okudu:
Sevgili Ron ve Harry, eğer oradaysan, Umarım her şey yolunda gitmiştir ve Harry de iyidir ve umarım onu evden çıkarmak için yasadışı bir şey yapmamışsındır, Ron, çünkü bu da Harry'nin başını derde sokar. Sahiden kaygılandım, eğer Harry iyiyse lütfen bana hemen haber ver. Ama belki başka bir baykuş kullansan daha iyi olur, çünkü ikinci bir teslimatın bunun işini bitireceğini düşünüyorum.
Ders çalışmakla meşgulüm tabii -"Nasıl olabilir ki?" dedi Ron, dehşet içinde. "Tatildeyiz!"- ve önümüzdeki çarşamba yeni kitaplarımı almak için Londra'ya gidiyoruz. Niye Diagon Yolu'nda buluşmayalım?
Mümkün olan en kısa zamanda bana neler olduğunu bildir, sevgiler, Hermione.
Mrs Weasley, masayı temizlemeye başladı. "Eh, bu da pek güzel uyuyor, biz de gidip sizin öteberinizi o zaman alırız. Bugün ne yapacaksınız?"
Harry, Ron, Fred ve George tepeye tırmanıp Weasley'lerin sahibi oldukları küçük bir çimenliğe gitmeyi planlıyorlardı. Burası onları aşağıdaki köyün gözünden saklayacak ağaçlarla çevriliydi. Yani çok yükseğe uçmadıkça burada Quidditch antrenmanı yapabilirlerdi. Gerçek Quidditch topları kullanamazlardı, çünkü bir tanesi kaçıp da köyün üstünden uçarsa bunu açıklamak zor olurdu. Onun yerine birbirlerine yakalasınlar diye elmalar atıyorlardı. Şüphesiz en iyi süpürge olan, Harry'nin Nimbus İki Bin'ine sırayla bindiler. Ron'un eski Kuyruklu Yıldız'ı ise, oralarda uçan kelebekler tarafından bile geçiliyordu.
Beş dakika sonra, süpürgeler omuzlarında tepeyi tırmanıyorlardı. Percy'ye onlara katılmak ister mi diye sormuşlar, ama o çok işi olduğunu söylemişti. Harry şimdiye kadar Percy'yi sadece yemek saatlerinde görmüştü. Günün geri kalanını odasına kapanmış halde geçiriyordu.
Fred, kaşlarını çatarak, "Keşke ne işler çevirdiğini bilsem," dedi. "Her zamankinden farklı davranıyor. Sınav sonuçları senden bir gün önce geldi. On iki S.B.D. almış, gene de övünüp durdu sayılmaz."
George, Harry'nin yüzündeki şaşkın ifadeyi görünce, "Sıradan Büyücülük Düzeyi," diye açıkladı. "Bill'in de on iki tane vardı. Dikkat etmezsek ailede bir Öğrenciler Başkanı daha olacak. Bu utanca dayanabileceğimi sanmıyorum."
Bili, Weasley'lerin en büyük oğluydu. O ve bir küçüğü Charlie, artık Hogwarts'tan ayrılmışlardı. Harry ikisiyle de tanışmamıştı, ama Charlie'nin Romanya'da ejderhalar üzerine incelemeler yaptığını, Bill'in de Mısır'da büyücüler bankası Gringotts için çalıştığını biliyordu.
George, bir süre sonra, "Annemle babamın bu yıl bütün okul gereçlerimizin parasını nasıl karşılayacaklarını bilmiyorum," dedi. "Beş takım Lockhart kitabı! Ve Ginny'nin de bir cüppeye, bir asaya, her şeye ihtiyacı var..."
Harry hiçbir şey söylemedi. Kendini biraz tuhaf hissediyordu. Londra'da Gringotts'ta yeraltındaki bir mahzende annesiyle babasının ona bıraktığı küçük bir servet yatıyordu. Tabii bu para yalnızca büyücülük dünyası için geçerliydi. Galleon'lar, Sickle'lar ve Knut'ları, Muggle dükkânlarında kullanamazsınız. Gringotts'taki hesabından Dursley'lere hiç söz etmemişti. Sihire ilişkin her şeye karşı duydukları dehşetin koca bir altın yığınını da kapsamına alacağına inanmıyordu.
Mrs Weasley ertesi çarşamba sabahı hepsini erkenden uyandırdı. Adam başı yarım düzine pastırmalı sandviçi çarçabuk yedikten sonra paltolarını giydiler. Mrs Weasley de mutfağın şöminesinin üstündeki bir saksıyı kaldırıp içine baktı.
"Stoğumuz azalıyor, Arthur," diye içini çekti. "Bugün biraz daha almamız gerek... Eh peki, önce konuklar! Önden buyur, Harry'ciğim!"
Ve saksıyı ona ikram etti.
Harry onlara bakakaldı, hepsi gözünü ona dikmişti.
"Ne... ne yapmam gerekiyor?" diye kekeledi.
Ron birden, "Uçuç tozuyla hiç uçmamış," dedi. "Kusura bakma, Harry, unuttum."
"Hiç mi?" dedi Mr Weasley. "Ama geçen yıl okul gereçlerini almak için Diagon Yolu'na nasıl gittin?"
"Metroyla."
"Sahiden mi?" diye sordu Mr Weasley, hevesle. "Yürüten merdiven var mıydı? Tam olarak nasıl oluyor da..."
"Şimdi değil, Arthur," dedi Mrs Weasley. "Uçuç tozu çok daha çabuk, canım, ama hey Tanrım, daha önce hiç kullanmadıysan..."
Fred, "Bir şey olmaz, anne," dedi. "Harry, önce bizi gözle."
Saksıdan bir tutam ışıl ışıl parlayan toz aldı, ateşin önüne geldi ve tozu alevlere savurdu.
Ateş bir kükreyişle zümrüt yeşiline döndü, yükselerek Fred'in boyunu aştı. Fred dosdoğru ateşin içine girerek, "Diagon Yolu!" diye bağırdı ve yok oldu.
George da elini saksıya sokarken, Mrs Weasley Harry'ye, "Açık seçik konuşmalısın, canım," dedi. "Ve doğru ızgaraya çıkmaya da dikkat et..."
"Doğru ne?" dedi Harry endişeyle, ateş kükreyip George'u gözden uzaklaştırırken.
"Bir sürü büyücü ateşi var, ama açık seçik konuştuğun sürece..."
"Bir şey olmaz, Molly, merak etme," dedi Mr Weasley, kendisi de Uçuç tozu alarak.
"Ama canım, ya kaybolursa, teyzesiyle eniştesine durumu nasıl açıklarız?"
Harry, "Aldırmazlar," diye güvence verdi ona. "Bir bacanın içinde kaybolursam Dudley bunun harika bir espri olduğunu düşünür, üzülmeyin siz."
"Eh... peki... öyleyse sen Arthur'dan sonra git," dedi Mrs Weasley. "Şimdi, ateşe girince, nereye gittiğim söyle..."
"Ve dirseklerini vücuduna yapıştır” diye akıl verdi Ron.
Mrs Weasley, "Gözlerini de kapat," dedi. "Yoksa kurum..."
"Rahat dur," dedi Ron. "Yoksa yanlış şömineden çıkarsın..."
"Ama paniğe kapılıp erken de çıkma, Fred'le George'u görene kadar bekle."
Harry, bütün bunları aklında tutmaya çalışarak bir tutam Uçuç tozu aldı, ateşin yanına yürüdü. Derin bir nefes alarak tozu alevlere savurdu, bir adım attı. Ateş, ılık bir meltem gibiydi sanki. Ağzını açtı, açar açmaz da epeyce sıcak kül yuttu.
"Di... Dia... gon Yolu," dedi öksürerek.
Sanki dev bir tapa deliğinden aşağı çekiliyormuş gibi hissetti kendini. Çok hızlı dönüyor gibiydi... kulaklarında sağır edici bir gürleme vardı... gözlerini açık tutmaya çalıştı, ama yeşil alevlerin fırıl fırıl dönmesi midesini bulandırdı. Dirseğine sert bir şey çarpınca sıkıca yanına yapıştırdı, hâlâ topaç gibi dönüyordu... şimdi soğuk eller yüzünü tokatlar gibiydi... gözlüğünün arasından gözünü kısıp bakınca flu bir şömine seli gördü, arkalarındaki odalara da şöyle bir göz attı... pastırmalı sandviçler midesinde çalkalanıp duruyordu... Keşke dursa dileğiyle gene gözlerini yumdu ve sonra -soğuk bir taşa yüzüstü düştü, gözlüğünün sarsıldığını hissetti.
Başı dönerek, yara bere içinde, baştan aşağı kurumla kaplı, yavaşça ayağa kalktı. Kırık gözlüğünü gözüne tuttu. Yalnızdı ama nerede olduğu konusunda en ufak fikri yoktu. Bir tek, koca, loş bir büyücü dükkânını andıran bir yerin taş şöminesinde durduğunu anlamıştı, o kadar - ama buradakilerin hiçbiri Hogwarts okul listesinde yer alacak cinsten şeyler değildi.
Yakınındaki cam bir muhafazada bir yastık üzerinde kurumuş bir el, kan lekeli bir iskambil destesi ve ona dik dik bakan bir cam göz duruyordu. Kötülük saçan maskeler duvarlardan aşağı pis pis bakıyordu, tezgâh üzerinde çeşit çeşit insan kemiği vardı, tavandan ise paslı, sivri uçlu aletler sarkıyordu. Daha da beteri, Harry'nin tozlu dükkân vitrininden gördüğü karanlık, dar sokak da kesinlikle Diagon Yolu değildi.
Buradan ne kadar çabuk çıksa o kadar isabet olurdu. Şöminenin tabanına vurduğu burnu hâlâ sızlayan Harry çabucak ve sessizce kapıya yöneldi. Ama daha yolun yarısına gelmeden vitrinin öbür yanında iki kişi belirdi -- bir tanesi Harry'nin kaybolmuş, kuruma bulanmış ve kırık gözlük takmış haldeyken görmek isteyeceği son kişiydi: Draco Malfoy.
Harry hızla etrafı kolaçan etti, sol yanında kocaman siyah bir dolap gördü. Ok gibi içine dalıp kapıları çekti, dışarıyı gözleyecek küçük bir aralık bıraktı. Birkaç saniye sonra bir zil çaldı ve Malfoy dükkâna girdi.
Arkasından gelen adam, olsa olsa babasıydı. Aynı solgun, sivri yüze, oğlununkinin eşi soğuk kurşuni gözlere sahipti. Malfoy sergilenen şeylere tembel tembel bakarak lil'kâm geçti ve tezgâhtaki bir zili çaldı. Sonra da oğluna dönüp, "Hiçbir şeye elini sürme, Draco," dedi.
Cam göze elini uzatmış olan Malfoy, "Bana bir armağan alacağını sanıyordum," diye cevap verdi.
Babası parmaklarıyla tezgâh üzerinde trampet çalarak, "Sana bir yarış süpürgesi alacağımı söyledim," dedi.
"Bina takımında olmadıktan sonra ne anladım bundan?" Malfoy'ur. somurtkan ve huysuz bir hali vardı. "Harry Potter'a geçen yıl bir Nimbus İki Bin alındı. Gryffindor'da oynasın diye Dumbledore özel izin verdi.
O kadar iyi bile değil, sadece meşhur olduğu için... alnınada aptal bir yara izi okluğu için meşhur..."
Malfoy, kafatası dolu bir rafı incelemek için eğildi.
"... herkes onun pek akıllı olduğunu düşünüyor, yara izi ve süpürgesiyle harika Potter..."
Mr Malfoy oğluna susturmak isteyen bir bakış attı. "Bana bunu on kereden fazla söyledin. Seni uyarıyorum. Harry Potter'dan hoşlanmıyor görünmek hiç de... tedbirli bir davranış değil. Hele bizim cinsimizin çoğu ona Karanlık Lord'un yok olmasını sağlayan kahraman gözüyle bakarken - ah, Mr Borgin."
İki büklüm bir adam, yağlı saçlarını elleriyle arkaya yatırarak tezgâhın arkasından göründü.
"Mr Malfoy, sizi tekrar görmek ne zevk efendim," dedi Mr Borgin, saçları kadar yağlı bir sesle. "Çok memnun oldum - işte küçükbey de burda - ne kadar hoş. Size nasıl yardımcı olabilirim? Mutlaka göstermeliyim, daha bugün geldi, fiyatı da çok makul..."
"Bugün almıyorum, Mr Borgin, satıyorum," dedi Mr Malfoy.
"Satmak mı?" Mr Borgin'in yüzündeki gülümseme silinir gibi oldu.
"Bakanlığın arka arkaya baskın düzenlediğini duymuşsunuzdur mutlaka," dedi Mr Malfoy, iç cebinden bir parşömen rulosu çıkartıp Mr Borgin okusun diye açarak. "Benim evde, Bakanlık uğrarsa eğer... eee... beni rahatsız edebilecek birkaç parça şeyim var..."
Mr Borgin burnuna bir kelebek gözlük oturtup listeye baktı.
"Bakanlık sizi rahatsız etmeye cüret etmez ama, değil mi, efendim?"
Mr Malfoy'un dudağı kıvrıldı.
"Henüz kapımı çalan olmadı. Malfoy adı hâlâ belli bir saygı uyandırıyor. Ama Bakanlık da burnunu her şeye sokmaya başladı artık. Yeni bir Muggle Koruma Yasası'na ilişkin dedikodular dolaşıyor ortada - eminim ki bunun arkasında o pire ısırıklı, Muggle âşığı aptal Arthur Weasley vardır."
Harry sıcak bir öfke dalgasına kapıldı.
"Ve görüyorsunuz, bu zehirlerden bazıları insanda sanki..."
"Anlıyorum, efendim, elbette," dedi Mr Borgin. "Bir bakayım..."
"Bunu alabilir miyim?" diye araya girdi Draco, yastıktaki kurumuş eli gösteriyordu.
"Ah, Şanlı El," dedi Mr Borgin, Mr Malfoy'un listesini bırakıp Draco'nun yanına koşturarak. "İçine bir mum koyarsanız, sadece sahibine ışık verir! Hırsızlarla soyguncuların en iyi dostu' Oğlunuz zevk sahibi, beyefendi."
Mr Malfoy, soğuk soğuk, "Umarım oğlum hırsız ya da soyguncudan daha iyi bir şey olur, Borgin," dedi. Mr Borgin hemen düzeltti. "Estağfurullah, efendim, saygısızlık etmek istemedim..."
Mr Malfoy daha da soğuk bir edayla, "Ama okulda notlan yükselmezse," diye ekledi, "belki de elinden gelen tek şey bu olur."
Draco, "Benim kabahatim değil ki," diye cevabı yapıştırdı. "Öğretmenlerin hepsinin gözdesi var, o Hermione Granger..."
"Ailesi büyücü olmayan bir kızın her sınavda seni alt etmesinden utanırsın sanıyordum."
"Hah!" dedi Harry kendi kendine, Draco'nun hem utanmış, hem de kızgın görünmesine sevinmişti.
Mr Borgin yağlı sesiyle, "Her yerde aynı," dedi. "Büyücü kanı artık gittikçe değersizleşiyor..."
Mr Malfoy, "Benim için değil," dedi, uzun burun delikleri tir tir titriyordu.
Mr Borgin yerlere kadar eğilerek reverans yaptı. "Benim için de değil, efendim, benim için de değil."
"Madem öyle, belki de listeme dönebiliriz," diye lafı kısa kesti Mr Malfoy. "Hayli acelem var, Borgin, bugün başka yerde önemli işler beni bekliyor."
Çekişe çekişe pazarlık etmeye başladılar. Harry ise, Draco satılık eşyaları inceleyerek adım adım saklandığı yere yaklaşırken kaygıyla onu izledi. Draco uzun bir cellat ipi kangalını incelemek için durdu ve görkemli bir opal kolyeye iliştirilmiş kartı aptal aptal sırıtarak okudu: Dikkat: Dokunmayın. Lanetlidir - Bugüne Kadar Sahibi Olmuş On Dokuz Muggle'ın Canını Aldı.
Draco döndü ve tam önündeki dolabı gördü. Adım attı... sapını tutmak için elini uzattı...
"Tamam," dedi Mr Malfoy tezgâhtan. "Gel, Draco!"
Draco geriye dönünce, Harry alnını koluna sildi.
"İyi günler, Mr Borgin. Yarın malları almaya gelmeniz için sizi malikâneye bekliyorum."
Kapı kapanır kapanmaz, Mr Borgin de yağlı tavırlarını bir yana bıraktı.
"Sana iyi günler, Mister Malfoy, eğer anlatılanlar doğruysa bana malikânende saklı olanların yarısını bile satmadın demektir..."
Mr Borgin. melun melun homurdanarak arka odaya gidip gözden kayboldu. Harry belki gelir diye bir dakika bekledi, sonra elinden geldiği kadar sessizce dolaptan dışarı kaydı, cam muhafazaların yanından geçti ve dükkân kapısından dışarı çıktı.
Kırık gözlüğünü yüzüne yapıştırarak etrafa bakındı. Tamamen Karanlık Sanatlar'a adanmış dükkânlardan oluşuyormuş gibi görünen kasvetli, dar bir sokağa çıkmıştı. Az önce çıktığı dükkân, Borgin ve Burkes, en büyükleri gibiydi. Ama karşıda kirli bir vitrinde kuruyup küçülmüş kafataslan sergileniyordu ve iki kapı aşağıda da içinde devasa kara örümceklerle capcanlı bir kafes vardı. Pejmürde görünüşlü iki büyücü bir kapı aralığının gölgesinden onu gözlüyor, mırıldanarak konuşuyorlardı. Kendini diken üstünde hisseden Harry, gözlüğünü düz tutmaya çalıştı ve umut etmeye neden olmadığı halde gene de buradan çıkmanın bir yolunu bulmayı umut etti.
Zehirli mumlar satan bir dükkânın üzerindeki eski, tahta sokak tabelası, ona Knockturn Yolu'nda olduğunu söylüyordu. Bunun bir faydası olmadı, çünkü Harry daha önce böyle bir yerin adını hiç duymamıştı. Weasley'lerin şöminesindeki ateşte, ağız dolusu külün gerisinden yeterince açık konuşamamış olmalıydı. Sakin kalmaya çalışarak ne yapabileceğini düşündü.
Tam o sırada kulağının dibinde bir ses, "Kaybolmadın ya, tatlım?" deyince de yerinde zıpladı.
Önünde yaşlı bir cadı duruyordu, korkunç bir şekilde insan tırnaklarına benzeyen bir tepsi taşıyordu. Ona pis pis gülerek, yosunlu dişlerini gösterdi. Harry geriye çekildi.
"İyiyim, teşekkürler," dedi. "Ben sadece..."
"HARRY! Burda n'aptığını sanıyorsun sen?"
Harry'nin yüreği hopladı. Cadının da kendisi hopladı. Bir dolu tırnak, ayaklarına doğru şelale gibi yağdı. Hogwarts bekçisi Hagrid muazzam cüssesiyle, dimdik kabarmış sakalının üstünde parıldayan böcek karası gözleriyle uzun adımlar atarak onlara doğru gelirken, cadı ona lanet okudu.
Rahatlayan Harry, "Hagrid!" dedi karga gibi bir sesle. "Kayboldum... Uçuç tozu.."
Hagrid, Harry'yi ensesinden yakaladı ve cadıdan uzaklaştırdı, elindeki tepsiyi de savurdu. Çalının çığlıkları, dolambaçlı sokak boyunca, parlak güneş ışığına erişene kadar onları izledi. Harry uzakta aşira, kar beyazı mermer bir bina gördü: Gringotts bankası. Hagrid onu dosdoğru Diagon Yolu'na götürmüştü.
"Üstün başın berbat” dedi boğuk bir sesle, Harry'nin kurumlarını öyle kuvvetle silkeledi ki, az daha onu bir eczanenin dışındaki ejderha gübren variline yapıştırıyordu. "Knockturn Yolu'nda sinsi sinsi dolaşmak, bilmiyorum tekinsiz bir yer, Harry - kimsenin seni orada görmesini istemezsin..."
Harry, "Bunun farkındayım," dedi, Hagrid tekrar üstünü süpürmeye kalkışınca da ona şaşırtmaca verip kurtuldu. "Dedim ya, kayboldum. Peki sen burada ne yapıyordun?"
"Et Yiyen Sümüklüböcek Kovucusu arıyordum," diye homurdandı Hagrid. "Okulun kıvırcık salatalarını mahvediyorlar. Tek başına değilsin ya?"
"Weasley'lerde kalıyordum, ayrı ayrı düştük," diye açıkladı Harry. "Gidip onları bulmam gerek..."
Birlikte sokaktan aşağı doğru yola koyuldular.
Harry yanı sıra koşar gibi yürürken (Hagrid'in o muazzam çizmelerinin her adımı için onun üç adım atması gerekiyordu) Hagrid, "N'oldu da bana cevap vermedin hiç?" diye sordu. Harry, Dobby'yi ve Dursley'lerin yaptıklarını açıkladı.
"Kahrolasıca Muggle'lar!"diye homurdandı Hagrid. "Bilseydim..."
"Harry! Harry! Burdayım!"
Harry kafasını kaldırınca Hermione Granger'ın Gringotts'a çıkan beyaz basamakların tepesinde durduğunu gördü. Gür kestane rengi saçları ardında uçuşarak onların yanına, aşağı koştu.
"Gözlüğüne de ne oldu? Merhaba, Hagrid... Ah, ikinizi yeniden görmek ne harika... Gringotts'a geliyor musun, Harry?"
"Weasley'leri bulur bulmaz, ı odi Harry.
"Fazla beklemeyeceksin," diye sırıttı Hagrid.
Harry ve Hermione etraflarına baktılar. Ron, Fred, George, Percy ve Mr Weasley kalabalık sokaktan doğru son sürat geliyorlardı.
"Harry," dedi Mr Weasley soluk soluğa. "Sadece bir p-vn? öteye gitmiş olsan diye umut ediyorduk..." Kafasının pırıl pırıl parlayan saçsız bölümünü kuruladı. "Molly çok endişelendi - o da şimdi geliyor."

"Nereye çıktın?" diye sordu Ron.
Hagrid, haşin bir edayla, "Knockturn Yolu” dedi.
"Müthiş!" dedi Fred ve George, bir ağızdan.
Kon, hasetle, "Bizim oraya gitmemize asla izin ve-" dedi.
"Herhalde verilmez," diye homurdandı Hagrid.
Mrs Weasley dörtnala göründü, bir elinde deli gibi çantasını sallıyordu, Ginny ise öbür eline ancak tutunabilmişti.
"Ah, Harry - ah, canım - her yere gitmiş olabilirdin..."
Soluk almaya çalışarak çantasından koca bir elbise fırçacı çıkardı ve Hagrid'in temizleyemediği kurumlan süpürmeye koyuldu. Mr Weasley Harry'nin gözlüğünü aldı, anasıyla bir dokundu ve yepyeni halde geri verdi.
"Eh, artık gitmem gerek” dedi Hagrid, Mrs Weasley elini sıkarken
"Knockturn Yolu, ha! Eğer onu bulmuş olmasaydın, Hagrid!"
"Hogwarts'ta görüşürüz!" Sonn da, başı ve omuzlan tıbş tıkış sokağı dolduran he^tsın üstünde, oradan uzaklaştı.
Harry, Gringotts merdivenlerini tırmanırlarken Ron ve Hermione'ye, "Bilin bakalım Borgın ve Burke&'te kimi îr»rdüm?" dedi. "Malfoy ve babası."
Arkalarından gelen Mr Weasley, "Lucius Malfoy bir şey aldı mı7" diye sordu hemen.
"Hayır, satıyordu."
Mr Weasley, ürperten bir memnuniyetle, "Demek kaygılanmış," dedi. "Ah, Lucius Malfoy'u herhangi bir nedenle yakalamayı nasıl isterdim..."
Kapıda reverans yapan bir cincüce onları bankaya buyur ederken, Mrs Weasley, "Dikkat et, Arthur," dedi haşin haşin. "O aile insanın başına dert açar, beceremeyeceğin işin altına girme."
"Demek sen benim Lucius Malfoy'la başa çıkamayacağımı sanıyorsun?" Mr Weasley incinmişti, ama Hermione'nin annesiyle babasını görür görmez dikkati dağıldı. Büyük mermer holü boydan boya dolanan bankonun başında durmuş, Hermione'nin onları tanıştırmasını bekliyorlardı.
Mr Weasley sevinçle, "Ama siz Muggle'sınız!" dedi. "Beraber bir içki içmeliyiz! Neymiş bakalım bu? Ah, Muggle parası değiştiriyorsunuz. Molly, bak!" Heyecanla, Mr Grarnger'ın elindeki on sterlinlik banknota işaret etti.
Weasley'ler ve Harry, başka bir Gringotts cincücesi tarafından yeraltındaki mahzenlere götürülürken, Ron Hermione'ye, "Burada buluşuruz," dedi.
Mahzenlere, cincücelerin sürdüğü ve bankanın altındaki tüneller boyunca uzanan minyatür raylarda hızlı hızlı giden arabalarla ulaşılıyordu. Harry, Weasley'lerin mahzenine kadar olan kelle koltukta yolculuktan pek keyiflendi. Ama mahzen açılınca kendini Knockturn Yolu'nda olduğundan da kötü hissetti. İçerde küçücük bir gümüş Sickle yığını ve sadece bir altın Gaileon vardı. Mrs Weasley önce köşe bucakta kalan olmasın diye yokladı, sonra da hepsini çantasına süpürdü. Harry mahzenine vardığında kendini daha da kötü hissetti. Avuç dolusu madeni parayı çantasına doldururken içerdekileri gözden saklamaya çalıştı.
Dışarı mermer merdivenlere yeniden çıkınca ayrıldılar. Percy yeni bir tüy kaleme ihtiyacı olduğu konusunda belli belirsiz bir şeyler mırıldandı. Fred ve George, Hogwarts'tan arkadaşları Lee Jordan'ı görmüşlerdi. Mrs Weasley ve Ginny, elden düşme elbiseler satan dükkâna gidiyorlardı. Mr Weasley, Granger'lan bir içki için Leaky Cauldron'a götürmekte ısrar edip duruyordu.
Mrs Weasley, Ginny'le yola çıkarken, "Okul kitaplarınızı almak için hepimiz bir saat sonra Flourish ve Blotts'un önünde buluşuruz," dedi. İkizlerin arkasından da bağırdı: "Knockturn Yolu'na adım atmak yok, anlaşıldı mı?"
Harry, Ron ve Hermione dolambaçlı, parke taşı döşeli yolda yürümeye başladılar. Harry'nin cebindeki kesede neşeyle şangırdayan altın, gümüş ve bronzlar ille de harcanmak istiyordu. O da çilekli ve fıstıklı üç tane kocaman dondurma aldı, sevinçle yalaya yalaya dolaşmaya koyuldular, bir yandan da dükkânların baştan çıkarıcı vitrinlerine bakıyorlardı. Ron, "Kaliteli Quidditch Malzemeleri" dükkânının vitrinindeki bir tam takım Chudley Cannon giysisine özlemle gözlerini dikti. Derken Hermione onları mürekkep ve parşömen kâğıt almak üzere bitişiğe sürükledi. Gambol ve Japes Büyücülük Şakaları Mağazası'nda Fred, George ve Lee Jordan'la karşılaştılar; "Dr. Filibuster'ın Meşhur Islak Başlamalı, Isısız Maytaplarından stok yapmakla meşguldüler. Kırık asalar, titrek pirinç teraziler ve iksir lekeli eski cüppelerle dolu minicik bir elden düşme eşya dükkânında da Percy'yi buldular. Güç Sahibi Olan Sınıf Başkanları adlı küçük ve son derece sıkıcı bir kitabı derin derin okumaya dalmıştı.
Ron kitabın arka kapağından yüksek sesle okudu: "Hogwarts Sınıf Başkanları ve daha sonraki meslek hayatları üzerine bir çalışma. Büyüleyici, ha..."
"Git surdan," diye tersledi Percy.
Percy'yi kendi haline bırakıp giderlerken, Ron, Harry ile Hermione'ye alçak sesle, 'Tabii, çok hırslı," dedi. "Percy her şeyi önceden planlamış durumda... Sihir Bakanı olmak istiyor..."
Bir saat sonra Flourish ve Blotts'a gittiler. Anlaşılan kitapçıya tek giden onlar değildi. Dükkâna yaklaştıklarında şaşkınlık içinde kapının dışında büyük bir kalabalığın içeri girmek için itiştiğini gördüler. Bunun nedeni de, üst vitrine boydan boya asılmış bir pankartla ilan ediliyordu zaten.
GILDEROY LOCKHART
bugün 12.30 -16.30 arasında özyaşamöyküsü SİHİRLİ BEN'i imzalayacak
Hermione, "Onunla sahiden tanışabileceğiz demek!" diye çığlık attı. "Yani, listedeki kitapların neredeyse hepsini yazmış!"
Kalabalık daha çok Mrs Weasley'nin yaşına yakın cadılardan oluşmuşa benziyordu. Canından bezmişe benzeyen bir büyücü kapıda durmuş, "Sakin olalım, hanımlar..." diyordu. "Lütfen, itmeyin... kitaplara dikkat edin, lütfen..."
Harry, Ron ve Hermione itişe kakışa içeri girdiler. Büyük bir kuyruk, Gilderoy Lockhart'ın oturmuş, kitaplarını izlediği dükkânın arka bölümüne kadar uzanıyordu. Her biri Ölüm Perisini Kovalamaktan birer tane kapıp, sıraya, Weasley'lerin geri kalanının Mr ve Mrs Granger ile birlikte durduğu noktaya sokuldular.
"Ah, buradasınız, iyi," dedi Mrs Weasley. Soluk soluğa kalmış gibiydi, boyuna saçını düzeltiyordu. "Bir dakika sonra onu görebileceğiz..."
Gilderoy Lockhart yavaş yavaş göründü. Kendi yüzünün büyük resimleriyle çevrili bir masaya oturmuştu. Resimlerin hepsi göz kırpıyor ve göz kamaştıracak kadar beyaz dişlerini kalabalığa gösteriyorlardı. Gerçek Lockhart ise, gözlerinin rengine tamı tamına uyan unutmabeni mavisi giysilere bürünmüştü. Ucu sivri büyücü şapkası, dalgalı saçlarına şık bir açıyla oturtulmuştu.
Kısa boylu, öfkesi burnunda bir adam dans edercesine koşuşturup, her kör edici çakışıyla birlikte mor dumanlar çıkartan büyük siyah bir fotoğraf makinesiyle fotoğraf çekiyordu.
Daha iyi bir görüntü için geriye çekilirken, Ron'a, "Çekil yolumdan," diye hırladı. "Bu resimler Gelecek Postası için."
Fotoğrafçının üzerine bastığı ayağını ovan Ron, "Aman, ne önemli," dedi.
Gilderoy Lockhart onu duydu. Başını kaldırıp baktı. Ron'u gördü - sonra da Harry'yi gördü. Bakakaldı. Derken ayağa fırladı ve resmen haykırdı: "Bu Harry Potter olamaz, değil mi?"
Kalabalık ikiye ayrılarak heyecanla fısıldaşmaya koyuldu. Lockhart ileri atlayıp Harry'nin kolundan yakaladı ve onu öne çekti. İnsanlar alkışlamaya başladılar. Lockhart, deliler gibi makinesinin düğmesine basıp Weasley'leri kalın bir dumana boğan fotoğrafçı çeksin diye onun elini sıkarken, Harry'nin yüzü alev alev yanıyordu.
"Şöyle güzel, büyük bir tebessüm, Harry," dedi Lockhart, kendi pırıl pırıl dişlerinin arasından. "Sen ve ben birlikte, birinci sayfayı hak ediyoruz."
Sonunda elini bıraktığında, Harry nerdeyse parmaklarını hissedemez hale gelmişti. Gene Weasley'lerin yanına sokulmaya çalıştı, ama Lockhart kolunu omzuna asmış ve onu yanına sıkıca kenetlemişti.
Susmaları için elini sallayarak, "Hanımlar, beyler," dedi yüksek sesle. "Ne kadar olağanüstü bir an bu! Bir süredir yapmaktan kaçındığım küçük bir duyuruyu nihayet yapmam için en uygun an!
"Genç Harry, Flourish ve Blotts'a bugün girdiğinde, sadece benim özyaşamöykümü almak istiyordu, ki ona hemen şimdi memnuniyetle, parasız bir tane vereceğim." kalabalık gene alkışladı, "- ve hiçbir fikri yoktu," diye devam etti Lockhart. Harry'yi biraz sarsaladı, oğlanın gözlüğü sarsılıp burnunun ucuna düştü. "Evet, çok geçmeden benim özyaşamöyküm Sihirli Ben'den çok, çok daha fazlasını elde edeceği konusunda hiçbir fikri yoktu. Aslında o ve okul arkadaşları gerçek 'sihirli ben'e sahip olacaklar. Evet, hanımlar, beyler, bu eylülde Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu'nda Karanlık Sanatlara Karşı Savunma hocalığı görevini üstleneceğimi size bildirmekle büyük zevk ve gurur duyuyorum."
Kalabalık bağırdı ve alkışladı, Harry'ye de Gilderoy Lockhart'ın bütün eserleri sunuldu. Ağırlıkları altında birazcık sendeleyerek, sahne ışıklarından kurtulup odanın kenarına varmayı başardı. Ginny orada yeni kazanının yanında duruyordu.
Harry ona, "Bunlar senin olsun," diye mırıldandı, kitapları kazana yuvarlayarak. "Ben kendiminkileri satın alırım..."
Harry'nın tanımakta hiç güçlük çekmediği bir ses, "Bahse girerim ki buna bayıldın, değil mi, Potter?" diye sordu. Doğruldu ve kendini, yüzünde her zamanki alaycı gülüşü tanıyan Draco Malfoy'la yüz yüze buldu.
"Meşhur Harry Potter," dedi Malfoy. "Birinci sayfaya geçmeden bir kitapçıya bile giremiyor."
Ginny, "Onu rahat bırak!" dedi. "Bütün bunları istemedi ki!" Harry'nın önünde ilk defa konuşmuştu. Malfoy'a ters ters baktı.
"Potter, bir kız arkadaşın olmuş!" dedi Malfoy ağzını yaya yaya. Ron ve Hermione, her ikisi de Lockhart kitapları yığınlarını sıkı sıkıya tutmuş halde boğuşa boğuşa yanlarına gelirken, Ginny kıpkırmızı kesildi.
"Sensin ha," dedi Ron. Malfoy'a sanki ayakkabısının tabanındaki nahoş bir şeymiş gibi bakıyordu. "Harry'yi burda gördüğüne şaşırdın, ha?"
"Seni bir kitapçıda gördüğüme şaşırdığım kadar değil, Weasley. Herhalde annenle baban bunların parasını ödemek için bir ay aç kalmıştır."
Ron, Ginny kadar kızardı. Kitapları kazana bırakıp Malfoy'a doğru hamle etti, ama Harry ile Hermione arkadan onun ceketini yakaladılar.
"Ron!" dedi Mr Weasley, Fred ve George'la birlikte kalabalıkla mücadele ederek gelmişti. "Ne yapıyorsun? Burası çıldırmış, hadi dışarı çıkalım."
"Bak hele sen - Arthur Weasley."
Mr Malfoy'du. Elini Draco'nun omzuna koymuş, tıpkı onun gibi alayla gülüyordu.
Mr Weasley başıyla soğuk bir selam vererek, "Lucius," dedi.
"Bakanlık'ta çok meşgulmüşsün diye duydum," dedi Mr Malfoy. "Bütün bu baskınlar... umarım sana fazla mesai ödüyorlardır?"
Ginny "nin kazanına uzanarak oradaki parıl parıl Lockhart kitaplarının arasından, Yeni Başlayanlar için Biçim Değiştirme Rehberi'nin çok eski, çok yıpranmış bir baskısını çıkardı.
"Besbelli ki ödemiyorlar. Yazıklar olsun, sana iyi para vermiyorlarsa, büyücü adına leke sürmenin ne yararı var?"
Mr Weasley, Ron ve Ginny'den daha da fazla kızardı.
"Büyücü adına neyin leke süreceği konusunda çok farklı fikirlerimiz var, Malfoy."
Mr Malfoy, soluk renkli gözleriyle, onları kaygıyla izleyen Mr ve Mrs Granger'ı süzerek, "Anlaşılıyor," dedi. "Kimlerle dolaşıyorsun, Weasley... oysa ben senin ailenin daha alçalamayacağını düşünüyordum…
Ginny'nin kazanı havada uçarken madeni bir gümbürtü duyuldu. Mr Weasley kendini Mr Malfoy'un üstüne atmış, onu bir kitap rafının üstüne, geriye savurmuştu. Onlarca ağır büyü kitabı, gümbür gümbür hepsinin başına indi. Fred ve George, "İşini bitir, baba!" diye bağırdılar. Mrs Weasley, avaz avaz, "Hayır, Arthur, hayır!" diye haykırıyordu. Kalabalık geriye doğru kaçıştı, sonuçta daha da fazla raf devirdiler. Mağaza görevlisi, "Beyler lütfen... Lütfen!" diye bağırdı. Sonra daha da yüksek sesle bağırdı: "Ayrılın, hadi, beyler, ayrılın..."
Hagrid bir kitap denizi arasından onlara doğru kararlı bir şekilde geliyordu. Bir anda Mr Weasley ile Mr Malfoy'u çekip ayırdı. Mr Weasley'nin dudağı kesilmişti, Mr Malfoy da gözüne bir Zehirli Mantarlar Ansiklopedisi yemişti. Ginny'nin eski biçim değiştirme kitabını hâlâ elinde tutuyordu. Gözleri kötülükle ışıldayarak kitabı kıza fırlattı.
"Al, kız - kitabını al - babanın sana verebileceğinin en iyisi bu..."
Kendini Hagrid'in kıskacından kurtararak Draco işaret etti ve dükkândan hızla çıkıp gitti.
Hagrid, giysilerini düzeltirken Mr Weasley'yi neredeyse havaya kaldırarak, "Ona aldırmamalıydın, Arthur," dedi. "Kokuşmuş onlar, bütün aile, herkes bilir bunu. Hiçbir Malfoy'un söylediğini dinlemeye değmez. Kötü kan, mesele bu. Hadi yürü çıkalım burdan."
Görevli sanki onlara, gitmesini engellemek istermiş gibi görünüyordu, ama boyu Hagrid'in beline bile gelmiyordu, o da bir şey yapmamanın kendisi için hayırlı olacağını düşündü herhalde. Aceleyle sokağa çıktılar, Granger'lar korkudan titriyordu, Mrs Weasley ise çileden çıkmıştı.
"Çocuklarına çok iyi örnek oluyorsun doğrusu, çok... halkın içinde kavga etmek... Gilderoy Lockhart ne düşünmüş olmalı kim bilir..."
"Memnun oldu," dedi Fred. "Biz çıkarken ne sorduğunu duymadın mı? Gelecek Postası'nda çalışan o adama, kavgayı da yazısının içine sokabilir mi diye soruyordu hepsi tanıtıma girermiş."
Ama Leaky Cauldron'da şömine başına geri döndüklerinde, hızı kesilmiş bir gruptular. Harry, Weasley'ler ve aldıkları her şey Kovuk'a, Uçuç tozu kullanarak gidecekti. Meyhaneden öbür yandaki Muggle sokağına gitmek için ayrılan Granger'larla vedalaştılar. Mr Weasley tam onlara otobüs duraklarının nasıl kullanıldığını sormaya başlamıştı ki, Mrs Weasley'nin yüzündeki bakışı görünce hemen sustu.
Harry, Uçuç tozu kullanmadan önce gözlüğünü çıkarıp sağ salim cebine koydu. Bu onun en sevdiği seyahat şekli değildi, orası kesindi

GeCeLeR
12-10-2006, 01:35 AM
BÖLÜM 5 - Şamarcı Söğüt

Yaz tatilinin sonu, Harry'ye göre pek çabuk geldi. Hogwarts'a geri dönmek istiyordu, ama Kovuk'ta geçen bir ayda ömrünün en mutlu günlerini yaşamıştı. Dursley'leri ve Privet Drive'da bir daha göründüğünde nasıl buyur edileceğini düşündükçe, Ron'u kıskanmaktan kendini alamıyordu.
Son akşamlarında Mrs Weasley, sihir marifetiyle, Harry'nin en çok sevdiği şeylerin hepsini içeren ve ağız sulandırıcı cinsten bir melas pudingiyle noktalanan görkemli bir yemek hazırladı. Fred ve George, akşamı bir Filibuster maytaplan gösterisiyle sona erdirdiler. Mutfağı, en azından yarım saat sureyle tavandan duvara zıplayıp duran kırmızı ve mavi yıldızlarla doldurdular. Derken sıra son bir fincan sıcak çikolataya, sonra da yatağa geldi.
Ertesi sabah yola çıkmak çok vakit aldı. Horoz öter ötmez kalkmışlardı, ama nasılsa daha yapacak pek çok iş var gibiydi. Mrs Weasley keyifsiz bir şekilde, yedek çorap ve tüy kalemleri arayarak sağa sola koşturuyordu, insanlar yarı yarıya giyinmiş, ellerinde kızarmış ekmek dilimleriyle merdivenlerde birbirine çarpıyordu. Mr Weasley ise Ginny'nin sandığını arabaya taşırken bahçede serseri bir tavuğa çarpıp düştü, az daha boynu kırılıyordu.
Harry sekiz kişinin, altı büyük sandığın, iki baykuşun ve bir farenin nasıl olup da küçük bir Ford Anglia'ya sığacağını anlamıyordu. Mr Weasley'nin eklediği özellikleri hesaba katmamıştı, tabii.
Bagajı açarak, sandıklar kolayca sığacak şekilde nasıl sihirle genişletilmiş olduğunu Harry'ye gösterirken, "Molly'ye tek kelime etmek yok ha," diye fısıldadı.
Sonunda hepsi arabaya binince, Mrs Weasley, Harry, Ron, Fred, George ve Percy'nin yan yana rahat rahat oturduğu arka koltuğa baktı ve, "Muggle'lar gerçekten de sandığımızdan çok şey biliyor, değil mi?" dedi. O ve Ginny, bir park sırasına benzeyecek şekilde uzatılmış ön koltuğa geçtiler. "Yani, dışardan bakınca bu kadar geniş olduğunu hiç anlamazsınız, değil mi?"
Mr Weasley motoru çalıştırdı. Yuvarlana yuvarlana bahçeden dışarı çıkarlarken, Harry eve son kez bakmak için arkasına döndü. Onu ne zaman yeniden göreceğini merak etmesine fırsat kalmadan geri döndüler: George, Filibuster maytap kutusunu unutmuştu. Ondan beş dakika sonra da bahçede kayarak durdular ki Fred süpürgesini almak için eve girebilsin. Ginny feryat edip güncesini unuttuğunu söylediğinde hemen hemen otoyola çıkmışlardı. O yeniden güçbela arabaya tırmandığında ise çok gecikmişlerdi, herkesin de sinirleri gerilmişti.
Mr Weasley önce saatine, sonra karısına baktı.
"Molly, canım..."
"Hayır, Arthur."
"Kimse görmez. Buradaki küçük düğme, benim koyduğum bir Görünmezlik Motoru. Bizi havalandırır, sonra da bulutların üzerinde uçarız. 10 dakikada orada oluruz, kimsenin de haberi olmaz..."
"Hayır, dedim, Arthur, gün ışığında olucak şey değil."
King's Cross'a on bire çeyrek kala vardılar. Mr Weasley yolu koşarak geçip sandıklar için araba buldu. Sonra da, bir telaş, hepsi istasyona koştu.
Harry bir yıl önce Hogwarts Ekspresi'ne binmişti. İşin zor yanı, Muggle gözlerine görünmeyen Peron Dokuz Üç Çeyrek'e girmekti. Bunu yapmak için dokuz ve on sayılı peronları ikiye bölen katı bir bölmenin içinden geçmeniz gerekiyordu. İnsanın canı acımıyordu, ama Muggle'lardan hiçbiri sizi yok olurken fark etmesin diye dikkat etmek gerekiyordu.
Bölmeden geçip kayıtsız bir edayla yok olmak için sadece beş dakikaları kaldığını gösteren tepedeki saate endişeyle bakan Mrs Weasley, "Önce Percy," dedi.
Percy hızla ilerledi ve yok oldu. Mr Weasley onu izledi, sonra da Fred ve George gitti.
Mrs Weasley, Harry ve Ron'a, "Ben Ginny'yi alıyorum, siz ikiniz de hemen bizim arkamızdan gelin” dedi. Ginny’nin elini sıkı sıkı tutup yürüdü. Göz açıp kapayana kadar gitmişlerdi.
"Beraber gidelim, bir dakikamız kaldı," dedi Harry'ye.
Harry, Hedwig'in kafesinin sandığının üstüne güvenli bir şekilde tutturduğundan emin olduktan sonra, el arabasını bölmeyle karşı karşıya gelecek şekilde sürdü. Kendinden son derece emindi. Bu iş Uçuç tozu kullanmanın yarısı kader bile rahatsız değildi. İkisi de el arabası tutamaklarının üzerine eğildiler ve gittikçe hızlanarak azimle bölmeye doğru yürüdüler. Birkaç metre kala bir koşu kopardılar ve...
KÜÜT.
Her iki el arabası da bölmeye çarpıp geriye savruldu. Ron'un sandığı gümbürtüyle yere düştü. Harry dengesini kaybedip yuvarlandı, Hedwig'in kafesi ise parlak zemine çarptı, Hedwig canhıraş çığlıklar atarak, yuvarlanarak uzaklaştı. Çevrelerindeki herkes onlara baktı, yakındaki bir bekçi de, "Ne halt ettiğinizi sanıyorsunuz siz?" diye bağırdı.
Harry kalkarken kaburgalarını tutarak, "El arabasının kontrolünü kaybettim” dedi soluk soluğa. Ron, Hedwig'i yerden kaldırmaya koştu. Kuş öyle bir kıyamet koparmıştı ki, çevrelerindeki kalabalıktan hayvanlara zalimce davranmakla ilgili mırıltılar yükselmeye başlamıştı.
Harry dişlerinin arasından Ron'a, "Niye geçemiyoruz?" dedi.
"Bilmem..."
Ron çılgın gibi etrafa baka. On kadar meraklı hâlâ onları izliyordu.
"Treni kaçıracağız," diye fısıldadı. "Geçişin niye kendini kapattığını anlamıyorum..."
Harry midesinin tam ortasında tatsız bir duyguyla başını kaldırıp devasa saate baktı. On saniye... dokuz saniye...
El arabasını ihtiyatla öne doğru sürdü, ta ki bölmeyle tam karşı karşıya gelene kadar. Sonra da bütün gücüyle itti. Katı metal yol vermedi.
Üç saniye... iki saniye... bir saniye...
Ron sersemlemiş halde, "Gitti," dedi. 'Tren gitti. Ya annemle babam dönüp yanımıza gelemezse? Yanında hiç Muggle parası var mı?"
Harry acı acı güldü. "Dursley'ler bana altı yıldır harçlık vermedi."
Ron kulağını soğuk bölmeye yapıştırdı.
Gergin bir halde, "Hiçbir şey duyamıyorum," dedi. "Ne yapacağız şimdi? Annemle babamın dönüp yanımıza gelmesi ne kadar vakit alır, bilmiyorum."
Etraflarına baktılar. İnsanlar hâlâ onları gözlüyordu, daha çok da Hedwig'in bitmek tükenmek bilmez feryatları yüzünden.
"Bence en iyisi gidip arabanın yanında beklemek. Çok fazla dikkat çekiy..."
"Harry!" dedi Ron, gözleri parlayarak. "Araba!"
"N'olmuş arabaya?"
"Onunla Hogwarts'a uçabiliriz!"
"Ama ben sanıyordum ki..."
"Burda takıldık kaldık, tamam mı? Ve okula da gitmemiz gerek, ha? Eğer gerçekten acil bir durum varsa, yaşı tutmayan büyücülerin bile sihir kullanmasına izin verilir. Kısıtlama'nın on dokuzuncu bölümü mü ne..."
Harry'nin panik duygusu birden heyecana dönüştü.
"Uçurabilir misin?"
Ron el arabasını çıkışa döndürerek, "Sorun değil," dedi. "Hadi, gidelim. Acele edersek Hogwarts Ekspresi'ni izleyebiliriz."
Meraklı Muggle'lar kalabalığının arasından geçerek istasyondan çıktılar, eski Ford Anglia'nın park edilmiş olduğu yan yola geldiler.
Ron asasının birkaç dokunuşuyla mağarayı andıran bagajı açtı. Sandıklarını gerisin geri içeri koydular, Hedwig'i arka koltuğa yerleştirip kendileri öne oturdular.
Asasının bir başka dokunuşuyla marşı çalıştıran Ron, "Dikkat et, kimse bize bakıyor olmasın," dedi. Harry başım pencereden çıkardı: İlerdeki anayolda trafik gürültüyle akıyordu, ama onların sokağı boş görünüyordu.
"Tamam "
Ron, gösterge tablosundaki minik gümüş bir düğmeye bastı, içinde bulundukları araba gözden kayboldu onlar da. Harry altındaki koltuğun titrediğini hissediyordu, motorun sesini duyuyordu, dizlerindeki elleriyle burnunun üstündeki gözlüğünü de hissediyordu. Ama görebildiği kadarıyla, park edilmiş arabalarla dolu pis bir sokakta yerin biraz yukarısında havada uçan bir çift gözbebeğiydi.
Sağından Ron'un sesi, "Gidelim hadi," dedi.
Yer ile iki yandaki kirli bunlar aşağıda kaldı, araba yükselince gözden uzaklaştı. Birkaç saniye sonra bütün Londra, dumanlı ve ışıl ışıl, altlarında yatıyordu.
Derken patlamayı andıran bir ses duyuldu, arabayla Harry ve Ron yeniden görünür hale geldiler.
"Hey," dedi Ron, Görünmezlik Motoru'nü kurcalayarak. "Bozuk..."
İkisi birden düğmeyi yumruklamaya koyuldular. Araba kayboldu. Sonra bir anda geri döndü.
"Sıkı tutun!" Ron ayağını gaz pedalına bastırdı, dosdoğru alçaktaki pamuk gibi bulutların arasına daldılar. Her şey donuk ve puslu bir hal aldı.
Her yandan üstlerine bastıran kalın bulut kitlesine gözlerini kırpıştırarak bakan Harry, "Şimdi ne yapacağız?" dedi.
"Hangi yönde gittiğimizi anlamak için treni görmemiz gerek."
"Aşağı in öyleyse, çabucak..."
Gene bulutların altına düştüler, koltuklarında dönerek aşağıyı süzdüler...
"Görüyorum!" diye haykırdı Harry. "İleride... orda!"
Hogwarts Ekspresi, kıpkırmızı bir yılan misali, aşağıda ok gibi gidiyordu.
Gösterge tablosundaki pusulayı kontrol eden Ron, "Kuzeye gidiyor," dedi. "Peki, yarım saatte bir kontrol etsek yeter demek ki. Sıkı tutun..." Bir hamlede bulutların içinden yukarı geçtiler. Bir dakika sonra bir güneş ışığı parıltısı içine dalmışlardı.
Bambaşka bir dünyaydı. Arabanın tekerlekleri pamuksu bulut denizinin kenarına değiyordu, gökyüzü kör edici beyazlıktaki güneşin altında parlak, bitmez tükenmez bir maviydi.
"Şimdi tek derdimiz, uçaklar," dedi Ron.
Birbirlerine bakıp gülmeye başladılar, sonra da susamadılar bir türlü.
Sanki akıl almaz bir rüyanın içine atılmıştılar. İnsan ancak böyle yolculuk yapmalı, diye düşündü Harry: Sıcak, parlak güneş ışığıyla dolu, torpido gözünde koca bir karamela paketi olan bir arabayla kar gibi bulut kıvrımları ve kulelerinin yanından geçmek. Hogwarts şatosunun önündeki gepgeniş çimenliğe tereyağından kıl çeker gibi ve pek gösterişli şekilde indiklerinde, Fred ve George'un yüzlerindeki kıskanç ifadeyi görme beklentisi de cabası.
Gittikçe daha kuzeye giderken düzenli olarak treni kontrol ediyorlardı, bulutların altına her indiklerinde başka bir manzarayla karşılaşıyorlardı. Londra kısa sürede gerilerde kalmıştı. Yerini önce derli toplu yeşil tarlalar almış, sonra geniş, morumsu çalılıklar gelmişti. Aşağıda bazen minik, oyuncaktan farksız kiliseleriyle köyler, bazen de rengârenk karıncalan andıran arabalarıyla büyük bir kent görünüyordu.
Ancak olaysız birkaç saatin ardından Harry artık durumun başlangıçtaki kadar eğlenceli olmadığını kabul etmek zorunda kaldı. Karamelalar onları çok susatmıştı ve içecek bir şey yoktu. Ron'la ikisi kazaklarını çıkarmışlardı, ama Harry'nin sırtındaki tişört koltuğunun arkasına yapışmıştı, gözlüğü de terli burnundan aşağı kayıp duruyordu. Artık acayip bulut biçimlerini fark etmeyi bırakmıştı. Özlem içinde binlerce metre aşağıdaki treni düşünüyordu. İnsan orada tombul bir cadının sürdüğü el arabasından buz gibi balkabağı suyu alabilirdi. Neden Peron Dokuz Üç Çeyrek'e geçememislerdi ki sanki?
Saatler sonra, güneş altlarındaki buluttan zemine doğru batmaya başlayıp bulutlan koyu pembe bir renge bururken, Ron karga gibi bir sesle, "Daha da uzakta olamaz, değil mi?" dedi. "Treni kontrol etmeye hazır mısın?"
Tren hâlâ tam altlarındaydı, karla kaplı dağların yanından dolanarak geçiyordu. Bulutların tentesi altında hava daha da karanlıktı.
Ron ayağını gaza bastı ve arabayı yeniden yükseltti ama, tam o bunu yaparken motor inlemeye başladı.
Harry ve Ron birbirlerine endişeli bakışlar attılar.
Ron, "Yoruldu herhalde," dedi. "Daha önce hiç bu kadar uzağa gitmemişti..."
Ve ikisi de, gökyüzü gittikçe kararırken inleme sesinin de gitgide arttığını fark etmiyormuş gibi davrandılar. Yıldızlar karanlıkta tomurcuklanıyordu. Harry kazağını yeniden giydi, cam sileceklerinin sanki durumu protesto ediyormuş gibi daha halsizce hareket etmelerini de görmezlikten gelmeye çalıştı.
"Pek bir şey kalmadı” dedi Ron. Harry'den çok arabayla konuşur gibi bir hali vardı. "Artık pek bir şey kalmadı." Sonra da kaygılı bir edayla gösterge tablosuna okşarcasına vurdu.
Az sonra yeniden bulutların altına indiklerinde, tanıdıkları bir nirengi noktasını karanlıkta görmek için gözlerini kısmaları gerekti.
"işte!" diye haykırdı Harry, Ron'la Hedwig'i de yerlerinden sıçrattı. "Dosdoğru ileride!"
Gölün üzerindeki yarın tepesinde duran Hogwarts şatosunun silueti, birçok kulesiyle karanlık ufka vurmuştu.
Ama araba da titremeye ve yükselti kaybetmeye başlamıştı.
"Hadi," dedi Ron kandırmak istercesine, direksiyonu biraz salladı. "Geldik sayılır, hadi..."
Motor inim inim inledi. Kaportanın altından ince buhar fıskiyeleri fışkırıyordu. Göle doğru uçarlarken Harry kendini koltuğunun kenarlarına sımsıkı yapışmış buldu.
Araba pis bir yalpa vurdu. Camından bakan Harry, suyun düzgün, kara, parlak yüzeyini bir mil aşağıda gördü. Ron'un direksiyondaki parmaklarının boğumları bembeyaz olmuştu. Araba yeniden yalpaladı.
"Hadi," diye mırıldandı Ron.
Gölün üzerindeydiler... şato hemen ilerideydi... Ron ayağını gaza bastı. Bir şeyler gürültüyle şangırdadı, bir cızırtı duyuldu ve motor tamamen sustu.
"Hey," dedi Ron, sessizliğe.
Arabanın burnu düştü. Gittikçe hız alarak düşüyorlardı, dosdoğru kalın şato duvarının üstüne gidiyorlardı.
Ron, direksiyonu tam devir döndürerek, "Haayııır!" diye haykırdı. Araba büyük bir kavis çizerken taş duvara vurmaktan birkaç santimle kurtuldular. Karanlık seraların üzerinde uçtular, sonra sebze tarhını geçtiler, onun ardından da siyah çimenleri. Bu arada boyuna yükselti kaybediyorlardı.
Ron direksiyonu büsbütün bırakıp arka cebinden asasını çıkardı.
"DUR! DUR!" diye bağırdı, bir yandan da gösterge tablosuyla ön cama pat pat vuruyordu. Ama hâlâ aşağı düşüyorlardı, toprak hızla onlara doğru yükseliyordu.
"O AĞACA DİKKAT ET!" diye böğürdü Harry, direksiyona atıldı, ama çok geç...
KÜÜT.
Madenin tahtaya vurmasından çıkan sağır edici patırtıyla koca ağaç gövdesine çarptılar ve yere vurdular. Ezilen kaportanın altından buhar dalgaları çıkıyordu. Hedwig dehşet içinde bağırıyordu. Harry'nin başını ön cama vurduğu yerde golf topu büyüklüğünde bir şiş zonkluyordu. Sağında ise Ron pes perdeden umutsuz bir inilti kopardı.
"İyi misin?" dedi Harry hemen.
Ron, sesi titreyerek, "Asam," dedi. "Asama bak."
Asa kırılmış, nerdeyse ikiye ayrılmıştı. Birkaç kıymığın tuttuğu ucu gevşek gevşek sarkıyordu.
Harry okulda tamir edeceklerinden emin olduğunu söylemek için ağzını açıyordu ama, söze başlayamadı bile. Tam o anda arabanın onun olduğu tarafına bir şey vurdu. Hem de saldıran bir boğanın gücüyle. Bu vuruş onu yana, Ron'a doğru savurdu. Tam o sırada, aynı derecede sağlam bir darbe de arabanın tavanına geldi.
"N'oluyo..."
Ön camdan dışarı bakan Ron soluğunu tuttu, Harry de başını çevirdi ve piton kadar kalın bir dalın ön cama vurduğunu gördü. Çarptıkları ağaç onlara saldırıyordu. Gövdesi neredeyse ortadan ikiye eğilmişti, boğum boğum dallarıyla arabanın erişebildiği her santimetre karesine darbeler indiriyordu.
Bir başka büyük dal kapıda büyük bir göçük meydana getirirken, Ron, "Aaah!" diye bağırdı. Ön cam şimdi yumruk halini almış küçük dalların darbe sağanağı altında titriyordu. Koçbaşı kadar kalın bir başka dal ise, içeri göçüyor gibi olan çatıya kudurmuşçasına vuruyordu...
"Kaç, canını kurtar!" diye bağırdı Ron. Tüm gücüyle kapısına yüklendi, ama bir saniye sonra başka bir dalın acımasız aparkütüyle gerisin geri Harry'nin kucağına düştü.
Tavan çökerken, "İşimiz bitik!" diye sızıldandı. Neyse ki tam o anda arabanın döşemesi titreşmeye başladı - motor yeniden çalışmıştı.
"Geri vites!" diye haykırdı Harry ve araba ok gibi geriye gitti. Ağaç hâlâ onlara vurmaya çalışıyordu. Hızla erişme mesafesinden uzaklaştıkları sırada onları kamçılamaya çalışırken neredeyse topraktan çıkmıştı, köklerinin gıcırdadığını duyabiliyorlardı.
Ron, soluk soluğa, "Ucu ucuna yırttık," dedi. "Aferin, araba."
Ancak araba da artık gücünün son haddine erişmişti. İki şıngırdamayla kapılar açıldı, Harry koltuğunun yan yattığını hissetti. Bir an sonra nemli toprak üzerine serilmişti. Gürültülü pat pat sesleri ona arabanın eşyalarını bagajdan boşalttığını anlattı. Hedwig'in kafesi arabadan uçarak çıktı, havada açıldı. Hedwig de, yüksek öfkeli bir ötüşle, geriye bile bakmadan şatoya doğru hızla uçtu. Sonra göçmüş, çizilmiş halde, buharlar içindeki araba, arka farları öfkeli öfkeli yanarak karanlığın içinde gürleye gürleye uzaklaştı.
Ron arkasından, "Geri dön!" diye bağırdı, kırık asasını sallayarak. "Babam beni öldürecek!"
Ama araba, egzozundan çıkan son bir homurtuyla gözden kaybolmuştu.
Ron, canından bezmiş halde, fare Scabbers'ı almak için eğilerek, "Şansımıza inanabiliyor musun?" dedi. "Çarpabileceğimiz bütün ağaçlar içinde, bize vurarak karşılık verecek bir ağacı seçtik."
Omzunun üstünden geriye, dallarını hâlâ tehdit edici biçimde sallayan ihtiyar ağaca baktı.
Harry, yorgun yorgun, "Hadi," dedi, "yukarı, okula gitsek iyi olacak."
Hiç de hayal ettikleri muzaffer geliş değildi bu. Kaskatı, soğuk ve zedelenmiş halde, sandıklarının ucundan yakaladılar ve onları otlarla kaplı yamaçtan yukarı, okulun meşe ön kapısına doğru çekmeye başladılar.
"Sanırım şölen başlamış bile," dedi Ron. Sandığını ön merdivenin altında bıraktı, ışıklı bir pencereden içeri bakmak için sessizce öte yana geçti. "Hey, Harry, gel de bak Seçme'yi yapıyorlar!"
Harry bir koşu onun yanına gitti, Ron'la ikisi Büyük Salon'u gözlediler. Dört uzun, kalabalık masanın üstünde, havanın ortasında sayısız mum uçuşuyordu, altın tabaklarla kadehleri parlatıyorlardı. Tepede, hep dışarıdaki gökyüzünü yansıtan büyük tavan, yıldızlarla ışıl ısıldı.
Ucu sivri, siyah Hogwarts şapkalarının oluşturduğu ormanın arasından Harry ödü kopmuş gibi görünen birinci sınıfların tek sıra halinde Salon'a girdiğini gördü. Ginny de aralarındaydı, capcanlı Weasley saçları sayesinde rahatça göze çarpıyordu. Bu arada, saçı sımsıkı topuz yapılmış gözlüklü bir cadı olan Profesör McGonagall, meşhur Hogwarts Seçmen Şapkası'nı yeni gelenlerin önündeki bir tabureye yerleştiriyordu.
Her yıl bu eski, yamalı, yıpranmış ve pis şapka, Hogwarts'ın dört binasına (Gryffindor, Hufflepuff, Ravenclaw ve Slytherin) girecek öğrencileri seçerdi. Harry tam bir yıl önce onu başına koyduğunu ve taşlaşmış bir halde kulağına yüksek sesle mırıldandığı kararı beklediğini çok iyi hatırlıyordu. Birkaç dehşet verici saniye boyunca şapkanın onu Slytherin'e, diğerlerinin hepsinden daha fazla karanlık cadı ve büyücü çıkarmış olan binaya vereceğinden korkmuştu. Neyse ki sonunda Ron, Hermione ve geri kalan Weasley'lerle birlikte kendini Gryffindor'da bulmuştu. Geçen yıl Harry ile Ron, Gryffindor'un yedi yıldır Slytherin'i ilk kez yenip Okul Şampiyonluğu'nu kazanmasına yardımcı olmuşlardı.
Küçücük, saçları kurşuni renkli bir oğlan şapkayı başına koymaya çağrılmıştı. Harry'nin bakışları onun üzerinden Okul Müdürü Profesör Dumbledore'un öğretmenler masasından seçimi izlediği yere kaydı.
Dumbledore'un uzun gümüş rengi sakalı ve yarım ay gözlüğü mumların ışığında pırıl pırıl parlıyordu. Birkaç iskemle ötede Harry, gökzümrüt rengi cüppesiyle Gilderoy Lockhart'ı gördü. En uçta da kocaman, bol saçlı sakallı, kadehinden doya doya içen Hagrid oturuyordu.
Harry, "Dur bakalım..." diye mırıldandı Ron'a. "Öğretmenlerin masasında boş bir iskemle var... Snape nerede?"
Profesör Severus Snape, Harry'nin en az sevdiği öğretmendi. Harry de Snape'in en az sevdiği öğrenci oluyordu. Zalim, alaycı, kendi binası (Slytherin) dışındaki hiçbir öğrencinin sevmediği Snape, iksir dersim okutuyordu.
Ron umutla, "Belki de hastadır!" dedi.
"Belki de ayrılmıştır. Biliyorsun, Karanlık sanatlara Karşı Savunma dersini gene elden k ediyor ve..."
Ron coşkuyla, "Hatta kovulmuş olabilir," dedi. "Yani, herkes ondan nefret
"Ya da," dedi arkalarından gelen buz gibi bir ses, "ikinizin neden okul treniyle gelmediğini duymayı bekliyordur."
Harry hızla arkasına döndü. Orada, kara cüppesi soğuk bir esintiyle dalgalanarak, Severus Snape duruyordu. Sıska, soluk yüzlü, kanca burunlu, omuzlarına kadar inen yağlı saçları olan bir adamdı. Şu anda da, Harry ile Ron'a başlarının adamakıllı dertte olduğunu anlatan bir edayla gülümsüyordu.
"Arkamdan gelin," dedi Snape.
Harry ve Ron, birbirlerine bakmaya bile cesaret edemeyerek onu merdivenlerden yukarı, alev alev yanan meşalelerle aydınlatılmış muazzam, bol yankılı Giriş Salonu'na kadar izlediler. Büyük Salon'dan pek leziz bir yemek kokusu dalga dalga yayılıyordu, ama Snape onları sıcaklık ve ışıktan uzağa, mahzenlere inen dar taş merdivenden aşağı götürdü.
Soğuk geçidin ortasındaki bir kapıyı açıp parmağıyla işaret ederek, "İçeri!" dedi.
Titreyerek Snape'in odasına girdiler. Gölgeli duvarlar boyunca, içlerinde Harry'nin o anda isimlerini bilmeyi pek de istemediği her türlü iğrenç şeyin yüzdüğü büyük cam kavanozlar sıralanmıştı. Şömine karanlık ve boştu. Snape kapıyı kapadı, dönüp onlara baktı.
Yumuşak bir edayla, "Demek," dedi, "tren meşhur Harry Potter ve sadık yardakçısı Weasley için yeterince iyi değil. Gelişimizle bir patırtı koparmak istedik, öyle mi, beyler?'
"Hayır, efendim, King's Cross'taki bölme yüzünden, o..."
"Sus!" dedi Snape soğuk soğuk. "Arabayı ne yaptınız?"
Ron yutkundu. Bu, Shape'in, Harry'de, düşünceleri okuyormuş izlenimini ilk uyandırışı değildi. Ama bir ân sonra Snape bugünün Akşam Postası sayısını açınca,meseleyi anladı.
Onlara manşeti göstererek Görüldünüz," diye tısladı. "UÇAN FORD ANGLIA, MUGGLE'LARI ŞAŞKINA ÇEVİRİYOR". Yüksek sesle okumaya başladı: "Londra'da iki Muggle, Postane kulesi üstünden uçan eski bir araba gördüklerinden eminler... öğleyin Norfolk'ta Mrs Heuy Ehyliss çamaşırlarını asarken... Peebles'lı Mr An-gus Fleet polise bildirdi' ... toplam altı-yedi Muggle. Sanırım baban Muggle Eşyalarının Kötüye Kullanımı Dairesi'nde çalışıyor, değil mi?" dedi, Ron'a bakıp daha da pis pis gülümseyerek. "Vay vay vay... öz oğlu..."
Harry kendini, çılgın ağacın daha büyük dallarından biriyle midesine çok kuvvetli bir darbe yemiş gibi hissetti. Eğer bir tek kişi bile Mr Weasley'nin arabayı büyülediğini anlayacak olursa... bunu hiç düşünmemişti...
"Parkta arama yaparken, çok değerli bir Şamara Söğüt'e hatırı sayılır ölçüde hasar verildiğim fark ettim," diye devam etti Snape.
Ron, "O ağaç bize, bizim ona verdiğimizden daha fazla zarar verdi," diye patladı.
"Sus dedim! Ne yazık ki benim binamda değilsiniz ve sizi okuldan atma kararı bana ait değil. Şimdi gidip bu mutluluk verici yetkiye sahip olan insanları çağıracağım. İkiniz de burada bekleyin."
Harry ve Ron, bembeyaz yüzlerle birbirlerine baktılar. Harry artık karnının açlığının bile farkında değildi. Şu anda kendini son derece hasta hissediyordu. Snape'in masasının arkasındaki rafta yeşil bir sıvıya sarkıtılmış uzun, çamurumsu şeye bakmamak için kendini zorladı. Snape, Gryffindor binasının başında olan Profesör McGonagall'ı almaya bile gitmiş olsa daha iyi durumda sayılmazlardı. Snape'ten daha adil olabilirdi, ama gene de kurallara son derece bağlıydı.
On dakika sonra Snape döndü, elbette ki yanında Profesör McGonagall vardı. Harry daha önce de birkaç kez Profesör McGonagal 'ı kızgın görmüştü ama, ya ağzının ne kadar incelebileceğini unutmuştu ya da onu daha önce hiç bu kadar kızgın görmemişti. Girer girmez asasını kaldırdı. Harry de, Ron da oldukları yere sindiler, ama o asasını sadece boş şömineye doğru tuttu, birden alevler parladı.
"Oturun," dedi, ikiside geri geri şöminenin yanındaki iskemlelere gittiler.
Profesör McGonagall gözlüğü tekinsiz bir şekilde parıldayarak, "Açıklayın” dedi.
Ron istasyonda onların geçmesine izin vermeyen bölmeden alarak, hikâyeye başladı.
"... yani başka şansımız yoktu, Profesör, trene binemiyorduk."
Profesör McGonagall, soğuk bir edayla Harry'ye, "Niye bize baykuşla mektup yollamadınız?" diye sordu. "Senin bir baykuşun olsa gerek."
Harry ağzı açık ona bakakaldı. Besbelli yapmaları gereken buydu, ama ancak o söyleyince anlayabilmişti.
"Ben... ben düşünemedim..."
"Bu," dedi, Profesör McGonagall, "hemen belli oluyor".
Kapı vurulunca, her zamankinden daha da memnun görünen Snape açtı. Müdür Profesör Dumbledore orada duruyordu.
Harry'nin bütün vücudu uyuştu. Dumbledore fevkalade ciddi görünüyordu. Adamakıllı kemerli burnunun üzerinden onlara baktı. Harry birden kendini, keşke Ron'la ikisi hâlâ Şamarcı Söğüt'ten dayak yiyor olsalar diye düşünürken buldu.
Uzun bir sessizlik oldu. Sonra Dumbledore, "Lütfen bunu neden yaptığınızı açıklayın," dedi.
Bağırsa daha iyi olurdu. Harry onun sesindeki hayal kırıklığından nefret etti. Nedense gözlerine bakamadığı için, dizlerine doğru konuştu. Dumbledore'a, büyülü arabanın sahibinin Mr Weasley olduğu dışında her şeyi anlattı, işin o kısmına sanki Ron'la ikisi istasyonun dışında tesadüfen uçan bir araba bulmuşlar süsü verdi. Dumbledore'un işin aslını hemen anlayacağından emindi, ama müdür araba hakkında hiçbir şey sormadı. Harry sözlerini bitirince de, gözlüğünün arkasından onlan süzmeye devam etti.
Ron, umutsuz bir sesle, "Gidip eşyalarımızı toplayalım," dedi.
Profesör McGonagall, "Sen neden söz ediyorsun, Weasley?" dedi yüksek sesle.
"Eh, bizi kovuyorsunuz, değil mi?"
Harry hemen Dumbledore'a baktı.
"Bugün değil, Mr Weasley," dedi Dumbledore. "Ama ikinize de yapmış olduğunuz şeyin ciddiyetini mutlaka anlatmalıyım. Bu akşam ikinizin de ailelerine yazacağım. Ayrıca sizi uyarmak zorundayım, eğer bunun gibi bir şey daha yaparsanız, sizi okuldan atmaktan başka seçeneğim kalmayacak."
Snape'in sanki Noel iptal edilmiş gibi bir hali vardı. Boğazını temizleyerek, "Profesör Dumbledore," dedi,
"bu iki oğlan Genç Yaşta Büyücülüğün Kısıtlanması Kararnamesi'ni hiçe saydı, ihtiyar ve değerli bir ağaca önemli bir hasar verdi... eminim ki bu türden davranışlar..."
Dumbledore, sakin sakin, "Bu çocukların cezalandırılmasına karar vermek Profesör McGonagall'a düşer, Severus," dedi. "Onun binasında, onun sorumluluğu altındalar." Profesör McGonagall'a döndü. "Şölene dönmem gerek, Minerva. Birkaç duyuru yapmak zorundayım. Gel, Severus, tadına bakmam gereken pek lezzetli görünüşlü bir hardallı kek var."
Snape, Harry ve Ron'a zehir dolu bir bakış ata ve kendi odasından çıkartılmasına göz yumdu. Onları, hâlâ intikam peşindeki bir kartal gibi süzen Profesör McGonagall'la yalnız bıraktı.
"Hastane kanadına gitsen iyi olur, Weasley, yaran kanıyor."
"Pek sayılmaz," dedi Ron, gözünün üstündeki kesiği koluyla siliverdi. "Profesör, kardeşimin Seçilmesini görmek istiyordum..."
"Seçme Töreni bitti. Kız kardeşin de Gryffindor da."
"Ah, iyi."
"Hazır Gryffindor'dan laf açılmışken..." dedi Profesör McGonagall, sert sert. Ama Harry hemen onun sözünü kesti: "Profesör, arabayı alırken sömestr başlamamıştı. Yani... yani aslında Gryffindor'dan puan düşülmesine gerek yok, değil mi?" Sözünü bitirip kaygıyla onu süzdü.
Profesör McGonagall ona delici bir bakış attı, ama Harry onun neredeyse gülümsediğinden emindi. Hiç değilse, ağzı o kadar ince görünmüyordu.
"Gryffindor'dan puan düşmeyeceğim," deyince, Harry'nin yüreği ferahladı. "Ama ikiniz de paydos saatinde çalışarak cezalandırılacaksınız."
Bu, Harry'nin istediğinden daha iyiydi. Dumbledore'un Dursley'lere yazmasına gelince umurunda bile değildi. Harry onların Şamarcı Söğüt kendisini dümdüz etmedi diye hayal kırıklığına uğrayacaklarını gayet iyi biliyordu.
Profesör McGonagall yeniden asasını kaldırdı ve Snape'in masasına tuttu. İki büyük tabak sandviç, iki gümüş kadeh ve bir sürahi buzlu balkabağı suyu bir pop sesiyle ortaya çıktı.
"Burada yiyip sonra dosdoğru yatakhanenize gideceksiniz," dedi. "Ben de şölene dönmeliyim."
Kapı arkasından kapanınca, Ron uzun, alçak bir ıslık çaldı.
Bir sandviç kaparak, "İşimiz bitti sanmıştım," dedi.
"Ben de," dedi Harry. O da bir sandviç eldi.
Ron, bir ağız dolusu tavuk ve jambonun abasından, "Ama şansımıza inanabiliyor musun?" diye sordu. "Fred ve George o arabayla beş ya da altı kere uçmuş olmalı ve onları hiçbir Muggle görmedi." Yutarak koca bir ısırık daha aldı. "Neden bölmeden geçemedik?"
Harry omuzlarını silkti. "Ama bundan sonra attığımız adıma dikkat etmemiz gerek," dedi, hayatından memnun halde büyük bir yudum balkabağı suyu içti. "Keşke şölene katılabilseydik..."
Ron, bilgiç bilgiç, "Gösteriş yapmamızı istemedi," dedi. "İnsanların bunun akıllıca bir şey olduğunu düşünmesini istemiyor, uçan arabayla gelmenin..."
Yiyebildikleri kadar sandviç yedikten sonra (tabak bittikçe kendini yeniden dolduruyordu) kalkıp odadan çıktılar, Gryffindor Kulesi'ne giden bildik yolu tuttular. Şato sessizdi; şölen bitmişti galiba. Mırıldanan portrelerle gıcırdayan zırhların yanından geçip dar taş merdivenleri tırmandılar. Sonunda Gryffindor Kulesi'nin gizli girişinin, pembe ipek elbiseli çok şişman bir kadının yağlıboya portresi arkasında saklı olduğu geçide vardılar.
Onlar yaklaşırken kadın, "Parola?" dedi.
"Şey..." dedi Harry.
Yeni yılın parolasını bilmiyorlardı, henüz bir Gryffindor Sınıf Başkanı'yla karşılaşmamışlardı. Ama biri hemen imdatlarına yetişti. Arkalarında acele acele gelen birinm ayak seslerini duydular, dönünce de Her-mione'nin onlara doğru koşa koşa geldiğini gördüler.
"Bardasınız demek! Nerelerdeydiniz peki? Saçma sapan söylentiler çıkmıştı., sözde uçan bir arabayla kaza yaptığınız için okuldan atılmışsınız."
Harry, "Eh, atılmadık," diye rahatlattı onu.
"Bana buraya uçtuğunuzu söylemeyeceksiniz ya?" dedi Hermione. Sesi Profesör McGonagall'ınki kadar sertti.
Ron, "Nutku boş ver de," diye sabırsızlandı, "bize parolayı söyle.
Bu sefer Hermione sabırsızlandı. "Parola, hotozlu kuş, ^trıa mesele o değil ki..."
Ancak, şişman hanımın portresi açılıp aniden bir alkış fırtınası duyulunca sözleri yarıda kaldı. Gryffindor binasındakilerin hepsi hâlâ ayaktaydı sanki. Daire şeklindeki ortak salona doluşmuşlar, eğri masalarla pelte yumuşaklığındaki koltukların üzerine çıkmış, onların i bekliyorlardı. Kollar uzanarak, portre deli-Harry ve Ron'u içeri çekti, Hermione de onların ardından tek başına tırmanmak zorunda kaldı.
"Çok zekice!" diye bağırdı Lee Jordan. "Nefis buluş! Ne gelişti ama! Bir arabayla dosdoğru Şamarcı Söğüt'e çarpmak, insanlar yıllarca bunu anlatacak!"
Harry'nin daha önce hiç konuşmamış olduğu, beşinci sınıftan bir çocuk, "Aferin sana!" dedi. Birisi, sanki az önce bir maraton kazanmış gibi, sırtını sıvazlıyordu. Fred ve George ite kaka kalabalığın önüne gelip bir ağızdan, "Bizi niye geri çağırmadınız, ha?" diye sordular. Ron'un yüzü kıpkırmızı olmuştu, utangaç utangaç sırıtıyordu. Ama Harry hiç de memnun olmuşa benzemeyen birini görebiliyordu. Percy, heyecanlanmış birtakım birinci sınıfların başlarının tepesinden bakıyordu. Sanki yakına gelip onları azarlamaya çalışır gibiydi. Harry Ron'un kaburgalarını dürtüp Percy'nin yönünde başını salladı. Ron hemen mesajı aldı.
"Yukarı çıkmam gerek," dedi, "biraz yorgunuz." İkisi insanları iterek odanın öbür ucundaki kapıya doğru gittiler. Bu kapı döne döne yukarı çıkan bir merdivene açılyor, merdiven de yatakhaneye çıkıyordu.
Harry, tıpkı Percy gibi suratını beş karış asmış olan Hermione'ye, "İyi geceler," diye seslendi.
Gene sırtları sıvazlanarak ortak odanın öbür yanına geçmeyi başardılar, merdivenin sakinliğine kavuştular. Hızla dosdoğru yukarı çıktılar ve sonunda, üzerinde artık "ikinci sınıflar" yazan yatakhanelerinin kapısına vardılar. O bildik, daire şeklindeki odaya girdiler: Dört yanma koyu kırmızı kadifeden perdeler asılmış dört direkli beş karyola ve yüksek, dar pencereler. Sandıkları yukarı çıkarılıp yataklarının ayakucuna konmuştu.
Ron suçlu suçlu Harry'ye sırıttı.
"Biliyorum, bundan hoşlanmamış olmam falan gerekiyordu ama..."
Yatakhanenin kapısı ardına kadar açıldı ve diğer ikinci sınıf Gryffindor öğrencileri içeri girdiler: Seamus Finnigan, Dean Thomas ve Neville Longbottom.
Seamus, ağzı kulaklarında, "inanılmaz!" dedi.
"Kıyak," dedi Dean.
Neville, nutku tutulmuş, "Şaşırtıcı," diyebildi.
Harry dayanamadı. O da sırıttı.

GeCeLeR
12-10-2006, 01:36 AM
BÖLÜM 6 - Gilderoy Lockhart

Ancak ertesi gün Harry bir kere bile şöyle ağız tadıyla sırıtamadı. Her şey Büyük Salon'daki kahvaltının ardından tepe aşağı gitmeye başladı sihirli tavan altındaki (bugün kasvetli, bulutlu bir kurşuni), dört binanın öğrencilerine ait uzun masaların üstü, kapaklı büyük kâseler içindeki yulaf lapaları, balığı tabakları, kızarmış ekmek tepeleri ve pastırmayla doluydu. Harry ve Ron, Gryffindor masasında, Vampirlerle Seyahatler kitabını bir süt sürahisine dayamış olan Hermione'nin yanına oturdular. "Günaydın," derken sesinde hafif bir sertlik vardı. Harry onun, okula geliş biçimlerini hâlâ onaylamadığını anladı. Öte yandan Neville Longbottom onları neşeyle karşıladı. Neville yuvarlak yüzlü ve kaza yapmaya eğilimli bir çocuktu,Harry'nin tanıdığı kişiler içinde hafızası en zayıf insandı.
"Birazdan posta gelir, sanırım büyükannem unuttuğum birkaç şeyi yolluyor."
Harry tam yulaf lapasını yemeye başlamıştı ki, tepede bir hışırtı duyuldu ve yüz kadar baykuş içeri daldı. Salon'un tepesinde daireler çizerek gevezelik eden kalabalığın arasına mektuplar ve paketler bıraktılar. Büyük, yamru yumru bir paket Neville'in başına çarpıp zıpladı, bir saniye sonra ise kocaman, kurşuni renkte bir şey hepsinin üstüne süt ve tüy saçarak Hermione'nin sürahisinin içine düştü.
"Errol!" dedi Ron, ıslanmış pejmürde baykuşu ayaklarından tutup çekerek. Errol baygın halde masaya yığıldı, bacakları havadaydı, gagasında da ıslak, kırmızı bir zarf vardı.
Ron'un nefesi kesildi. "Ah, hayır..."
Hermione, parmağının ucuyla yavaşçacık Errol'ı dürttü, "Tamam, tamam, yaşıyor."
"O değil... bu!"
Ron parmağıyla kırmızı zarfı işaret ediyordu. Zarf Harry'ye hayli sıradan görünüyordu ama, Ron ve Neville ona sanki patlamasını bekliyormuş gibi bakıyorlardı.
"Neler oluyor?" dedi Harry.
Ron ancak, "Bana... bana bir Çığırtkan göndermiş" diyebildi.
Neville ürkekçe fısıldadı: "Açsan iyi olur, Ron. Açmamak daha kötü. Büyükannem bir seferinde bana bir tane göndermişti, ben de yok saydım ve..." Yutkundu. "Korkunçtu."
Harry önce onların taşlaşmış yüzlerine, sonra da kırmızı zarfa baktı.
"Bir Çığırtkan nedir?" diye sordu.
Ama Ron'un bütün dikkati, köşelerinden tütmeye başlayan mektup üzerinde odaklanmıştı.
"Aç," diye zorladı Neville. "Birkaç dakikada bitip gider."
Ron titreyen elini uzatıp Errol'ın gagasındaki zarfı aldı ve açtı. Neville parmaklarını kulaklarına tıkadı. Bir saniye bile geçmeden Harry onun niye böyle yaptığım anladı. Bir an için zarfın sahiden de patladığını sanmıştı. Koskoca Salon'u bir kükreyiş doldurdu, tavandan tozlar düşürdü.
"... ARABAYI ÇALMAK HA, SENÎ OKULDAN ATSALAR HÎÇ ŞAŞMAM, HELE BENİM ELLERİME GEÇ DE GÖR NELER OLACAK, ARABANIN GİTTİĞİNİ GÖRÜNCE BABANLA BENİM NELER HİSSEDECEĞİMİZİ HÎÇ DÜŞÜNMEDİN SANIRIM..."
Mrs Weasley'nin normaldekinden yüz kere daha gürültülü olan feryatları, masalardaki tabaklarla kaşıkları takırdattı ve taş duvarlardan sağır edici bir yoğunlukla yankılandı. Salon'un her yanındaki insanlar, Çığırtkan'ın kime geldiğini görmek için dönüp bakıyorlardı. Ron iskemlesinde o kadar aşağı kaydı ki, sadece vişne çürüğüne dönmüş alnı görülebiliyordu.
"... DÜN AKŞAM DUMBLEDORE'DAN MEKTUP GELDİ, BABAN UTANÇTAN ÖLECEK SANDIM, BİZ SENİ BU ŞEKİLDE DAVRANASIN DİYE YETİŞTİRMEDİK, SEN DE HARRY DE ÖLEBİLİRDİNİZ..."
Harry, adı ne zaman geçecek diye merak ediyordu. Sanki kulak zarlarını zonklatan sesi duymuyormuş gibi görünmek için elinden geleni yaptı.
"... GERÇEKTEN İĞRENÇ, BABANA İŞYERİNDE SORUŞTURMA AÇACAKLAR, TÜMÜYLE SENİN KABAHATİN VE EĞER KÜÇÜK BİR HATA DAHA İŞLERSEN SENİ DOSDOĞRU EVE GETİRECEĞİZ."
Ortalığa çınlayan bir sessizlik çöktü. Ron'un elinden düşen kırmızı zarf alev aldı ve kıvrılarak küle dönüştü. Harry ve Ron, üstlerinden bir deprem dalgası geçmiş gibi, nutku tutulmuş halde oturuyorlardı. Birkaç kişi güldü ve yavaş yavaş yeniden aralarında konuşmaya başladılar.
Hermione, Vampirlerle Seyahatleri kapatıp, aşağı, Ron'un kafasının tepesine baktı.
"Eh, ne beklediğini bilmiyorum, Ron, ama sen de..."
"Bana bunu hak ettin deme!"
Harry yulaf lapasını öteye itti. İçi suçluluk duygusuyla yanıyordu. Mr Weasley işyerinde bir soruşturmayla karşı karşıyaydı. Hem de yaz boyu Mr ve Mrs Weasley'nin onun için yaptıklarından sonra...
Ama bunun üzerinde duracak vakti olmadı. Profesör McGonagall, Gryffindor masasında dolaşarak, ders programı dağıtıyordu. Harry kendisininkini aldı. İlk olarak Hufflepuff’larla Bitkibilim dersleri olduğunu gördü.
Harry, Ron ve Hermione şatodan birlikte ayrılıp sebze tarhını geçtiler ve sihirli bitkilerin bulunduğu seralara doğru gittiler. Çığırtkan hiç değilse bir tek işe yaramıştı: Hermione onların yeterince cezalandırıldığını düşündüğü için şimdi yemden tam anlamıyla dostça davranıyordu.
Seralara yaklaşınca, sınıfın geri kalanının orda durmuş, Profesör Sprout'u beklediğini gördüler. Harry, Ron ve Hermione henüz onlara katılmıştı ki, Profesör, yanında uzun adımlar atarak çimenliği geçen Gilderoy Lockhart'la göründü. Profesör Sprout'un kollan bandajlarla doluydu. Birden vicdan azabına kapılan Harry, uzakta, dallarından birkaç tanesi askıya alınmış olan Şamarcı Söğüt'ü gördü.
Profesör Sprout, tıknaz küçük bir cadıydı, uçuşan saçlarının üstüne yamalı bir şapka takardı. Giysilerinde genellikle bol miktarda toprak bulunurdu, tırnaklan da Petunia Teyze'nin baygınlık geçirmesine yetebilirdi. Ancak Gilderoy Lockhart, fiyakayla yerine oturtulmuş, kenarları altın işlemeli turkuvaz bir şapkanın altındaki saçları ve uçuşan turkuvaz cüppesiyle lekesiz görünüyordu.
"Ah, hepinize merhaba!" diye seslendi, orada toplanmış öğrencilere gülümseyen Lockhart. "Profesör Sprout'a bir Şamarcı Söğüt'ün aslında nasıl tedavi edilmesi gerektiğini gösteriyordum, hepsi bu. Ama benim Bitkibilim'de ondan iyi olduğum fikrine kapılmanızı istemiyorum, elbette. Ben sadece seyahatlerimde bu egzotik bitkiler gibilerini daha sık gördüm, o kadar..."
Her zamanki neşesinden yoksun görünen, belirgin şekilde canı sıkkın olan Profesör Sprout, "Bugün Üç Numaralı Sera'dayız, arkadaşlar," dedi.
Bir ilgi mırıltısı dolaştı. Daha önce sadece Bir Numaralı Sera'da çalışmışlardı. Üç Numaralı Sera'da ise çok daha ilginç ve tehlikeli bitkiler vardı. Profesör Sprout belinden koca bir anahtar çıkartıp kapıyı açtı. Harry'nin burnuna ıslak toprak ve gübre kokusu geldi. Bu koku, tavandan sarkan şemsiye boyundaki birtakım dev çiçeklerin ağır rayihasına karışmıştı. Tam Ron ve Hermione'nin ardından içeri girecekti ki, Lockhart'ın eli uzandı.
"Harry! Seninle konuşmak istiyorum - biraz gecikse bir sakıncası yok, değil mi, Profesör Sprout?"
Profesör Sprout'un yüzünün hemen asılmasına bakılırsa, vardı, ama Lockhart, "Tamam öyleyse," dedi ve sera kapısını onun suratına kapattı.
"Harry," dedi Lockhart, başını sallarken koca beyaz dişleri güneş ışığında parıldıyordu. "Harry, Harry, Harry."
Neye uğradığını şaşıran Harry bir şey demedi.
"Duyduğum zaman... eh, tabii ki benim kabahatim. Kendi kendimi tekmeleyebilirdim."
Harry'nin onun neden söz ettiği konusunda en ufak bir fikri yoktu. Tam bunu söyleyecekti ki, Lockhart devam etti. "Daha büyük bir şok geçirdiğimi hatırlamıyorum. Hugwarts'a bir arabayla uçarak gelmek! Tabii bunu niye yaptığını hemen anladım. Öyle belli oluyor ki. Harry, Harry, Harry."
Konuşmazken bile nasıl yapıyorsa becerip de o parlak dişlerin her birisini teker teker gösterebilmesi hayret verici bir şeydi.
"Sana şöhreti tattırdım, değil mi?" dedi Lockhart. "Virüs bulaştı. Benimle birlikte gazetenin birinci sayfasına çıktın ve bir kere daha olsun diye sabırsızlandın."
"Ah - hayır, Profesör, bakın..."
"Harry, Harry, Harry," dedi Lockhart, uzanıp onun omzunu tutarak. "Anlıyorum ben. İlk kez tattıktan sonra biraz daha istemen doğal - sana onu tattırdığım için de kendime kusur buluyorum, çünkü başına vuracağı belliydi. Ama anlıyorsun ya, delikanlı, seni fark etsinler diye arabaları uçuramazsın. Biraz sakinleş, tamam mı? Büyüdüğün zaman bunları yapmak için çok vaktin olacak. Evet, evet, ne düşündüğünü biliyorum. Onan için söylemesi kolay, o zaten uluslararası şöhrete sahip bir büyücü!' diyeceksin. Ama ben on iki yaşındayken bir hiçtim, senin şimdi olduğun gibi. Hatta senden bile daha az tanındığımı söyleyebilirim! Yani, senin adım duymuş birkaç kişi vardı, değil mi? Adı Anılmaması Gereken Kişi'yle olanlar falan!" Harry'nin alnındaki şimşek izine baktı. "Biliyorum, biliyorum, bunlar beş kere üst üste Cadı Gündemi'nin En Büyüleyici Tebessüm Ödülü'nü almak kadar iyi değil - yani benim gibi. Ama bir başlangıç, Harry, bir başlangıç."
Hany'ye candan bir edayla göz kırptı ve uzaklaştı. Harry şaşkınlıktan birkaç dakika olduğu yerde kalakaldı, sonra serada dersi olduğunu hatırlayarak, kapıyı açıp içeri süzüldü.
Profesör Sprout seranın ortasındaki ayaklıklı bir sıranın arkasında duruyordu. Sıranın üstünde farklı renklerde yirmi çift kulaklık vardı. Harry, Ron ile Hermione arasında yerini alınca, "Bugün Adamotları'nı yeniden saksılara ekiyoruz," dedi. "Kim bana Adamotları'nın özelliklerini söyleyebilir, bakalım?"
Elini ilk kaldıranın Hermione olmasına kimse şaşmadı.
"Adamotu, ya da Adamkökü, şifalı bir bitkidir," dedi Hermione. Her zamanki gibi, ders kitabını yutmutşa benziyordu. "Biçimleri değiştirilmiş ya da lanete uğramış kişileri eski hallerine döndürmede kullanılır."
"Mükemmel. Gryffindor'a on puan. Adamotu, birçok panzehirin önemli bir parçasını oluşturur. Ancak, aynı zamanda zararlıdır. Niye olduğunu kim söyleyebilir?"
Hermione elini gene ok gibi kaldırırken az daha Harry'nin gözlüğüne çarpıyordu.
Hemen, "Adamotu'nun çığlığı, duyan kişi için ölümcüldür," dedi.
"Aynen. On puan daha al. Şimdi, elimizdeki Adamotları henüz çok genç."
Konuşurken, bir sıra derin tepsiye işaret etti, herkes daha iyi görmek için ayaklarım sürüyerek öne geldi. İçinde morumsu yeşil renkte yüz kadar püsküllü küçük bitki, sıra sıra duruyordu. Hermione'nin, Adamotu "çığlığı"yla neyi kastettiği konusunda en ufak bir fikri olmayan Harry'ye hayli sıradan göründüler.
Profesör Sprout, "Herkes bir çift kulaklık alsın," dedi. Herkes pembe ve yumuşak tüylü olmayan bir kulaklık bulmaya çalışırken, bir itiş kakış oldu.
"Size takın dediğim zaman, kulaklarınızın tamamen tıkalı olduğundan emin olun. Tehlike geçip te çıkarma vakti gelince ben size tamam işareti vereceğim. Hadi bakalım - takın kulaklıkları."
Harry kulaklığını kulağına taktı. Sesi tamamen kestiler. Profesör Sprout kendi kulaklarına pembe yumuşacık tüylü kulaklık taktıktan sonra, cüppesinin kollarını sıvadı, püsküllü bitkilerden birini sıkıca yakaladı ve iyice çekti.
Harry kimsenin duyamayacağı bir şaşkınlık soluğu koyuverdi.
Topraktan kök yerine küçük, çamurlu ve son derece çirkin bir bebek çıkmıştı. Yapraklar hemen kafasından çıkıyordu. Açık yeşil, benekli bir cildi vardı ve besbelli ki ciğerlerinin tüm gücüyle haykırıyordu.
Profesör Sprout, masanın altından koca bir saksı alarak Adamotu'nu içine daldırdı. Sadece püsküllü yaprakları görünür kalana kadar onu koyu renk, nemli doğal gübrenin içine gömdü. Ellerinin tozunu silkeledi, başparmağını kaldırıp tamam işareti verdi ve kendi kulaklığını çıkardı.
"Adamotlarımız henüz sadece fide oldukları için çığlıkları da şimdilik öldürmez," dedi sakin sakin. Bir begonyaya su vermekten daha heyecan verici bir şey yapmamış gibiydi, "Gene de birkaç saat baygın kalmanıza yol açarlar. Geri döndükten sonraki ilk gününüzü kanırmak istemeyeceğinizden emin olduğum için, çalı strkep kulaklıklarınızın sıkı sıkı yerinde olduğundan emin olun diyorum. Toparlanma vakti gelince ben dikkatinizi çekerim."
"Her tepsiye dört kişi - burada çok saksı var - doğal gübre oradaki çuvallarda. Zehirli Tentacula'ya da dikkat edin, dişleri çıkıyor."
Konuşurken dikenli, koyu kırmızı bir bitkiye sağlam bir tokat attı. Böylece, sinsi sinsi onun omzunda ilerleyen uzun antenlerini geri çekmesini sağladı.
Harry, Ron ve Hermione'ye, Harry'nin yüzünü bildiği ama daha önce hiç konuşmamış olduğu kıvırcık saçlı, Hufflepuff lu bir oğlan katılmıştı.
Çocuk neşeyle, "Justin Finch-Fletchley" dedi, Harry'nin elini sıkarak. "Kim olduğunu biliyorum, tabii, meşhur Harry Potter... sen de Hermione Granger'sın, her şeyin birincisi..." (Hermione kendi eli de sıkılırken gülümsedi) "ve Ron Weasley. Uçan araba senindi, değil mi?"
Ron gülümsemedi. Besbelli Çığırtkan henüz aklından çıkmamıştı.
Justin, saksılarını ejderha pisliği gübresiyle doldurmaya başlarlarken, "O Lockhart da çok esaslı, değil mi?" dedi. "Ne kadar cesur adam. Kitaplarını okudunuz mu? Beni telefon kulübesinde bir ******** kıstırmış olsa korkudan ölürdüm, ama o sakin kalmış ve -pat - muhteşem yani.
"Ben Eton'a yazılmıştım, biliyor musunuz, onun yerine buraya geldiğim için ne kadar sevindiğimi size anlatamam. Tabii annem biraz hayal kırıklığına uğradı ama, sanırım ona Lockhart'ın kitaplarını okuttuğundan beri ailede tam eğitim görmüş bir büyücü bulunmasının ne kadar işe yarayacağını anlamaya başladı..." Ondan sonra pek konuşma şansları olmadı. Kulaklıklarını yeniden takmışlardı ve Adamotlan üzerinde yoğunlaşmaları gerekiyordu. Profesör Sprout çok kolay bir iş yapıyor gibi davranmıştı, ama değildi. Adamotları topraktan çıkmaktan hoşlanmıyorlardı, ama tekrar içeri girmekten de hoşlanmıyorlardı. Kıvranıyorlar, tekme atıyorlar, sağlam küçük yumruklarını savuruyorlar ve dişlerini gıcırdatıyorlardı. Harry pek şişman bir tanesini bir saksıya sıkıştırmak için tam on dakika uğraştı.
Dersin sonunda herkes gibi Harry de kan ter içinde kalmıştı, her yeri ağrıyordu ve toprağa bulanmıştı. Çabucak bir duş almak için yorgun argın şatoya döndüler, sonra da Gryffindor'lar, Biçim Değiştirme dersine koştu.
Profesör McGonagall'ın dersleri her zaman zordu, ama bugün daha da zorlaşmış gibiydi, Harry'nin geçen yıl öğrendiği her şey yaz sırasında aklından çıkıp gitmişti sanki. Sözde kınkanatlı bir böceği düğmeye dönüştürmesi gerekiyordu, ama bütün yaptığı, asasından kaçarak sıranın üstünde oradan oraya kaçan böceğine iyice egzersiz yaptırmak oldu.
Ron'un daha da ciddi sorunları vardı. Ödünç aldığı Büyülü Seloteyp'le asasını yamamıştı ama, asa tamir edilemeyecek kadar hasar görmüş gibiydi. Çatırdayıp duruyor, olmadık zamanda kıvılcımlar saçıyordu ve Ron böceğine biçim değiştirtmeye kalkışınca, onu çürük yumurta kokan kalın kurşuni bir duman içlide bırakıyordu. Ne yaptığını göremeyen Ron, kazayla böceği dirseğiyle ezdi ve yenisini istemek zoruunda kaldı. Profesör McGonagall bu durumdan hiç memnun kalmadı.
Harry öğle yemeği çanını duyunca rahat bir nefes aldı. Beyni sıkılmış sünger gibiydi. O ve Ron dışında herkes tek sıra olup sınıfı terk etti, ama Ron hâlâ çıldırmış gibi asasını sıraya vurup duruyordu.
"Aptal... işe yaramaz... şey..."
Harry, "Eve yazıp başka bir tane iste," dedi, asa maytap misali bir çat çut bombardımanı çıkartırken.
"Ya, evet, sonra da bir Çığırtkan daha yollasınlar, değil mi?" dedi Ron, şimdi tıslayan asasını çantasına koyarken. "Asanın kırılması senin kabahatin..."
Birlikte yemeğe indiler, Hermione'nin onlara Biçim Değiştirme dersinde yaptığı bir avuç kusursuz palto düğmesini göstermesi, Ron'un moralini düzeltmedi doğrusu.
Harry, telaşla konuyu değiştirerek, "Öğleden sonra ne var?" diye sordu.
Hermione hemen, "Karanlık Sanatlara Karşı Savunma," dedi.
Ron onun ders programını kaparak, "Neden Lockhart in bütün derslerinin etrafına küçük kalpler çizdin?" diye sordu.
Hermione kıpkırmızı kesilerek programını kaptı.
Yemeklerini bitirip dışarı, üstü kapalı avluya çıktılar. Hermione taş bir basamağa oturup burnunu yeniden Vampirlerle Seyahatler'e gömdü. Harry ve Ron birkaç dakika Quidditch üzerine konuştular. Derken Harry çok yakından idendiğini fark etti. Başını kaldırınca, önceki gece Seçmen Şapka'yı başına takarken gördüğü minicik, kurşuni saçlı oğlanın donup kalmış gibi gözlerini dikmiş, kendisine baktığını gördü. Normal bir Muggle fotoğraf makinesini andıran bir şeye sıkı sıkı sarılmıştı. Harry ona baktığı an yüzü parlak kırmızı bir renk aldı.
"Tamam mı, Harry? Ben... ben Colin Creevey'yim," dedi nefes nefese. İleri doğru da ürkek bir adım attı. Kamerayı umutla havaya kaldırarak, "Ben de Gryffindor'dayım," dedi. "Sence - yani sakıncası yoksa - bir resim çekebilir miyim?"
Harry, boş boş, "Resim mi?" diye tekrarladı.
Colin Creevey hevesle daha da öne gelerek, "Seninle tanıştığımı kanıtlamak için," dedi. "Hakkındaki her şeyi biliyorum. Herkes bana anlattı. Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen seni öldürmeye kalkınca nasıl hayatta kaldığını, onun nasıl yok olduğunu falan ve başında hâlâ şimşek şeklinde bir yara izi olduğunu" (bakışları Harry'nin saçlarının başladığı yeri taradı), "ve yatakhanemdeki bir çocuk diyor ki, eğer doğru iksirde banyo edersem, resimler hareket edermiş." Colin büyük, ürpertili bir heyecan soluğu aldı ve, "Burası müthiş ama, değil mi?" dedi. "Hogwarts'tan mektup gelene kadar yapabildiğim o tuhaf şeylerin sihir olduğunu bilmiyordum. Babam sütçüdür, o da inanamadı. Ben de bir sürü fotoğraf çekip eve, ona yolluyorum. Ve senin de bir fotoğrafını çekersem iyi olacak -" yalvarırcasına Harry'ye baktı, "- belki arkadaşın çeker, ben de senin yanında dururum, ha? Ve sonra, imzalayabilir misin?"
"İmzalı fotoğraf mı? İmzalı fotoğraflar mı dağıtıyorsun, Potter?"
Draco Malfoy'un sesi, yüksek ve incitici, avlu boyunca yankılandı. Colin'in tam arkasında durmuştu, iki yanında Hogwarts'tayken hep olduğu gibi iriyarı ve serseri kılıklı yardakçıları Crabbe ve Goyle vardı.
Malfoy, kalabalığa doğru, "Herkes sıraya girsin!" diye bağırdı, "Harry Potter imzalı fotoğraf dağıtıyor!"
Harry öfkeyle, yumruklarım sıkarak, "Hayır, dağıtmıyorum," dedi. "Kes sesini, Malfoy."
Bütün gövdesi aşağı yukarı Crabbe'nin boynu kalınlığındaki Colin, "Kıskanıyorsun, o kadar," dedi, şarkı söyler gibi.
Avludakilerin yarısı dinlediği için artık haykırması gerekmeyen Malfoy, "Kıskanmak mı?" dedi. "Neyi? Ben başımı kaplayan pis bir yara izi istemiyorum, sağ olun. Bana kalırsa, kafayı deldirmek insanı özel yapmaz."
Crabbe ve Goyle aptal aptal kişniyorlardı.
"Sümüklüböcek ye, Malfoy," dedi Ron öfkeyle. Crabbe gülmeyi kesti ve koca yumruklarını tehdit edici bir şekilde birbirine sürtmeye başladı.
"Dikkat et, Weasley," diye dudak büktü Malfoy. "Başına dert açmak istemezsin, değil mi? Yoksa anneciğin gelip seni yaka paça götürür." Tiz, insanın içine işleyen bir sesle, "Eğer küçük bir hata daha işlersen..." diye bağırdı.
Yakınlarda duran bir grup Slytherin beşinci sınıf öğrencisi buna yüksek sesle güldüler.
Malfoy, "Weasley imzalı bir fotoğraf istiyor, Potter," diye aptal aptal gülümsedi. "Ailesinin o evinden daha çok para edebilir."
Ron, tam Büyülü seloteyp'li asasını çekmişti ki, Hermione Vampirlerle Seyahatler'i pat diye kapattı ve fısıldadı: "Dikkat et!"
"Ne oluyor, neler oluyor?" Gilderoy Lockhart, turkuvaz cüppesi arkasında dalgalanarak uzun adımlarla onlara doğru geliyordu. "Kim imzalı fotoğraf dağıtıyor?"
Harry konuşmaya niyetlenirken, Lockhart omzuna kolunu atıverince vazgeçti. Pek neşeli görünen Lockhart gürledi. "Sormamalıydım! Gene karşılaştık, Harry!"
Lockhart'ın yanma yapışmış, küçük düşmenin utancıyla alev alev yanan Harry, Malfoy'un marifet yapmış gibi sırıtarak kalabalığa karıştığını gördü.
"Gel bakalım, Mr Creevey," dedi Lockhart, Colin'e gülümseyerek. "İkili bir portre, bundan âlâsı can sağlığı, hem ikimiz de imzalayacağız."
Colin el yordamıyla fotoğraf makinesini arandı ve arkalarında çalan zil öğleden sonra derslerinin başladığını duyururken, onların resmini çekti.
Lockhart kalabalığa, "Hadi bakalım, yürüyün," diye seslendi ve kendisi de, keşke iyi bir yok olma büyüsü bilseydim diye düşünen Harry yanına yapışmış halde, şatoya yürümeye Koyuldu.
Bir yan kapıdan içeri girerlerken, Lockhart, baba edasıyla, "Bilge olana tek söz yeter, Harry," dedi. "Orada genç Creevey'yle sana siper oldum - benim de fotoğrafımı çekince, okul arkadaşların senin pek fazla ortaya çıktığını düşünmezdi..."
Harry'nin kekelemelerine hiç kulak vermeyen Lockhart, gözlerini dikmiş onlara bakan öğrencilerin sıralandığı bir koridor boyunca ve merdivenlerden yukarı onu sürükledi.
"Sana şunu söyleyeyim ki, meslek hayatının bu aşamasında imzalı fotoğraf dağıtmak akıllıca bir iş değil -doğruyu söylemek gerekirse, biraz kendini beğenmiş görünürsün, Harry. Elbette bir gün benim gibi sen de nereye gitsen el altında bir deste bulundurmak zorunda kalabilirsin ama," bir kıkırtı koyuverdi, "henüz o noktaya gelmedin sanırım."
Lockhart’ın ders vereceği sınıfa gelmişlerdi, o da Harry'yi sonunda bıraktı. Harry cüppesini düzeltip sınıfın en arkasında bir sıraya gitti, orada önüne Lockhart'ın yedi kitabını birden yığın yapıp dizdi ki, gerçek olanına bakmaktan kaçınabilsin.
Sınıfın geri kalanı şamata yaparak içeri girdi. Ron ve Hermione, Harry’nin iki yanına oturdular.
Ron, "Yüzünde yumurta pişirilebilirdi," dedi. "Sen dua et te Creevey ile Ginny karşılaşmasın, yoksa bir Harry Potter Hayranları Kulübü kurarlar."
"Kes sesini," diye onu susturdu Harry. Hayatta en son ihtiyacı olan şey, Lockhart’in, "Harry Potter Hayranları Kulübü" laflarını duymasıydı.
Bütün sınıf oturunca, Lockhart yüksek sesle boğazını temizledi ve odaya sessizlik çöktü. Öne doğru uzandı, Neville Longbottom'ın ifritlerle Geziler kitabını aldı, kapağındaki kendi göz kırpan portresini gösterecek şekilde tuttu.
"Ben” dedi, resmini işaret edip kendisi de göz kırparak, "Gilderloy Lockhart'ım, Merlin Nişanı, Üçüncü Sınıf, Karanlık Sanatlar Savunma Birliği'nin Onur Üyesi ve beş kere üst üste Cadı Gündemi'nin En Büyüleyici Tebessüm Ödülü sahibi - ama bundan söz etmem ben. Ölüm Perisi Bandon'dan ona tebessüm- ederek kurtulmadım!"
Gülmelerini bekledi, birkaç kişi isteksizce gülümsedi.
"Görüyorum ki hepiniz kitaplarımı tam takım almışsınız - aferin. Bugün küçük bir testle başlarız diye düşündüm. Merak edecek bir şey yok - onlan ne kadar okuduğunuzu, ne kadarını hazmettiğinizi görmek için..."
Test kâğıtlarını dağıttıktan sonra yeniden sınıfın ön tarafına döndü ve, "Otuz dakikanız var," dedi. "Başlayın - şimdi"
Harry kâğıdına bakıp sorulan okudu:
ı. Gilderoy Lockhart'ın en sevdiği renk nedir?
2. Gilderoy Lockhart'ın gizli emeli nedir?
3. Sizce Gilderoy Lockhart'ın bugüne kadarki en büyük başarısı nedir?
Böyle devam edip gidiyordu işte, üç sayfadan da fazla sürüyordu. En son soru şuydu:
54. Gilderoy Lockhart'ın doğum günü ne zaman ve ona verilecek ideal armağan ne olabilir?
Yarım saat sonra Lockhart kâğıtları topladı ve sınıfın önünde onlara bir göz gezdirdi.
"Çık ok - hemen hemen hiçbiriniz benim en sevdiğim rengin leylak rengi olduğunu hatırlamamış. Yeti'yle Geçen Yılda öyle söylüyorum. Bazılarınızın da ********larla Yollarda'yı daha dikkatle okuması gerekiyor -on ikinci bölümde ideal doğum günü armağanımın bütün sihir insanları ile sihirden uzak olanlar arasında uyum sağlanması olacağını söylüyorum - ama Ogden'ın Eski Ateş Viskisi'nden büyük bir şişeye de hayır demem doğrusu!"
Onlara yeniden çapkınca göz kırptı. Ron arak Lockhart'a yüzünde bir inanamamazlık ifadesiyle bakmaya başlamıştı. Önde oturan Seamus Finnigan ve Dean Thomas, sessiz kahkahalarla sarsılıyorlardı. Öte yandan Hermione, Lockhart'ı kendinden geçmiş gibi dinliyordu, adı söylenince irkildi.
"... ama Miss Hermione Granger gizli emelimin dünyayı kötülükten kurtarmak ve kendi saç bakımı iksirleri setimi pazarlamak olduğunu biliyor - iyi kız! Aslında -" onun sınav kâğıtlarına baka, "tam not! Miss Hermione Granger nerede?"
Hermione titreyen elini kaldırdı,
"Mükemmel!" diye ağzı kulaklarında tebessüm etti Lockhart. "Adeta mükemmel! Gryffindor için on puan! Ve şimdi, işimize dönelim..."
Masasının arkasına eğildi ve büyük, kapaklı bir kafesi alarak üstüne koydu.
"Şimdi - sizi uyarıyorum! Sizi büyücü takımına malum en berbat yaratıklara karşı uyarmak benim görevim. Kendinizi bu odada en pis korkularınızla karşı karşıya bulabilirsiniz. Bilin ki ben buradayken size hiçbir zarar gelmez. Sizden sadece sakin kalmanızı istiyorum."
Harry her şeye rağmen kafese daha iyi bakmak için kitap yığınının yanından eğildi. Lockhart elini kapağın üstüne koydu. Dean ve Seamus artık gülmeyi kesmişti. Neville ise ön sıradaki yerinde sinmiş, oturuyordu.
Lockhart, alçak sesle, "Sizden çığlık atmamanızı istemeliyim," dedi. "Onları tahrik edebilir."
Ve bütün sınıf nefesini tutarken, Lockhart tek hamlede kapağı açtı.
"Evet," dedi dramatik biçimde. "Taze yakalanmış Cormuall cinperileri."
Seamus Finnigan kendini tutamadı. Lockhart’ın in bile dehşet çığlığı sayamayacağı bir kahkaha patlattı.
"Evet?" diye gülümsedi Lockhart ona.
"Eh, yani - pek de... tehlikeli sayılmazlar, değil mi?" diye kıkırdadı Seamus.
Lockhart parmağını sinir bozucu bir şekilde sallayarak, "O kadar emin olma!" dedi. "Küçük keratalar şeytan gibi numaracı olabilir!"
Cinperiler elektrik mavişiydi, boyları da yirmi santim kadardı. Sivri yüzleri vardı, sesleri ise öyle tizdi ki, insan bir sürü yarasanın tartışmasını dinler gibi oluyordu. Kapak kalkar kalkmaz anlaşılmaz bir şeyler konuşarak kendilerini oradan oraya atmaya başladılar. Parmaklıkları zıngırdatıp, en yakınlarındakilere bakarak yüzlerini acayip şekillere soktular.
"Peki öyleyse," dedi Lockhart, yüksek sesle. "Bakalım onlarla nasıl başa çıkacaksınız!" Sonra da kafesi açtı.
Pandomimden farksızdı. Cinperiler roket gibi her yöne fırladı gitti. İkisi Neville'i kulaklarından yakalayıp havaya kaldırdı. Birkaçı dosdoğru pencereden dışarı fırlayıp arka sırayı kırık cam parçalarına buladı. Geri kalanı da, saldıran bir gergedandan daha etkin biçimde sınıfı dağıtmaya koyuldu. Mürekkep şişelerini alıp sınıfın her yanına püskürttüler, kitaplarla kâğıtları parçaladılar, duvardaki resimleri yırttılar, çöp tenekesini tersyüz çevirdiler, çantalarla kitapları yakalayıp kırık camdan dışarı attılar. Birkaç dakika sonra öğrencilerin yansı sıralarının altına saklanmıştı, Neville de tavandaki kollu avizeden sarkıyordu.
"Hadi bakalım, toplayın onları, toplayın, sadece cinperi bunlar..." diye bağırdı Lockhart.
Kollarım sıvadı, asasını çıkardı ve böğürdü: "Peski-piksi Pesternomi!"
Hiç mi hiç faydası olmadı. Cinperilerden biri Lockhart'in asasını alıp onu da camdan dışan attı. Lockhart yutkundu ve kendi masasının altına girdi. Bir saniye sonra da kollu şamdan bel verince düşen Neville'in altında ezilmekten güç bela kurtuldu.Zil çaldı, herkes deli gibi çıkışa koştu. Bunu izleyen görece sakinlikte Lockhart doğruldu, hemen hemen kapıya varmış olan Harry, Ron ve Hermione'yi gördü ve, "Eh, onları yeniden kafese koymanızı siz üçünüzden isteyeyim," dedi. Yanlarından geçti, kapıyı arkasından çeki verdi.
Geri kalan cinperilerden biri kulağından ısırıp canını acıtınca, Ron, "Olup bitenlere inanabiliyor musunuz?" diye gürledi.
Hermione, "Bize birinci elden deneyim kazandırmak istiyor," dedi. Bir yandan da akıllıca bir Dondurma Büyüsü ile aynı anda iki ciperiyi hareketsiz hale getirip kafeslerine tıkmıştı.
"Birinci elden mi?" dedi Harry, ona dilini çıkaran ve ulaşamayacağı bir yere dans ederek kaçan bir cinperiyi tutmaya çalışırken. "Hermione, ne yaptığı konusunda zerrece fikri yoktu."
"Saçma," dedi Hermione. "Kitaplarını okudunuz -yaptığı bütün o şaşırtıcı şeylere baksanıza..."
"Yaptığım söylediği," diye mırıldandı Ron.

GeCeLeR
12-10-2006, 01:36 AM
BÖLÜM 7 - Bulanık'lar ve Mırıltılar

Harry ondan sonraki birkaç günün pek çok dakikasını, Gilderoy Lockhart'ın bir koridordan geldiğini görünce sıvışarak geçirdi. Colin Creevey'den kaçmak daha zordu, çünkü Harry'nin ders programını ezberlemişe benziyordu. Anlaşılan hayatta hiçbir şey Colin'e günde altı yedi kere, "Tamam mı, Harry?" deyip de, "Selam, Colin," cevabını almak kadar heyecan vermiyordu. Harry bu cevabı verdiğinde sesi ne kadar öfkeli çıkarsa çıksın...
Hedwig, o felaket araba kazası yüzünden Harry'ye hâlâ kızgındı, Ron'un asası da hâlâ doğru dürüst çalışmıyordu. Hatta cuma sabahı Muska dersinde Ron'un elinden fırlamış ve minicik yaşlı Profesör Flitwick'i tam iki gözünün ortasından vurmuştu. Vurduğu yerde de büyük, nabız gibi atan yeşil bir çıban meydana getirmişti. Yani şöyle ya da böyle, Harry hafta sonuna ulaşmış olmaktan memnundu. O, Ron ve Hermione cumartesi sabahı Hagrid'i ziyaret etmeyi tasarlıyorlardı. Ama Harry, uyanmak istediği saatten birkaç saat önce,
Gryffindor Quidditch takımının kaptanı Oliver Wood tarafından sarsılarak uyandırıldı.
Harry, uyku sersemi, "N'oluyo yav?" dedi.
"Quidditch antrenmanı. Yürü hadi!"
Harry gözlerini kısarak pencereye baktı. Pembe ve altın rengi gökyüzünde ince bir sis asılı kalmıştı. Artık uyandığı için, kuşların şamatası sırasında nasıl olup da uyuduğunu anlayamıyordu.
"Oliver," dedi Harry, çatlak bir sesle, "gün henüz doğuyor."
"Aynen öyle." Wood uzun boylu, sağlam yapılı bir altıncı sınıf öğrencisiydi. O anda da gözleri çılgın bir coşkuyla yanıyordu. Canı gönülden, Yeni antrenman programımızın parçası," dedi. "Hadi, süpürgeni yakala da gidelim. Öbür takımların hiçbiri antrenmana başlamadı, bu yıla ilk başlayan biz olar
Harry esneyerek ve hafiften, bir gayret, yataktan kalktı, Quidditch cüppesini bulmaya çalıştı.
"Afferin sana," dedi Wood. "On beş dakika sonra sahada buluşuruz."
Vişne çürüğü rengi takım cüppesini bulup üşümemek için de pelerinini sırtına alınca, Harry, Ron'a bir not yazıp nereye gittiğini açıkladı. Sonra da Nimbus İki Bin'i omzunda, döne döne inen merdivenden aşağı, ortak salona indi. Portre deliğine tam gelmişti ki, arkasında bir tıkırtı duyuldu ve Colin Creevey telaş içinde merdivenlerden indi. Fotoğraf makinesi boynunda çılgın gibi sallanıyordu, elinde sımsıkı bir şey tutuyordu.
"Merdivende birinin senin adını söylediğini duydum, Harıy! Bak burda ne var! Banyo ettirdim, sana göstermek istedim..."
Harry, Colin'in burnunun ucunda salladığı fotoğrafa şaşkın şaşkın baktı.
Hareket eden, siyah beyaz bir Lockhart, Harry'nin kendi kolu olduğunu anladığı bir kolu çekiştirip duruyordu. Fotoğraf benliğinin iyi mücadele ettiğini ve görüntüye girmek istemediğini memnuniyetle fark etti. Harry bakarken Lockhart pes etti ve soluk soluğa kendini koyverip resmin beyaz kenarına dayandı. Colin hevesle, "İmzalayacak mısın?" dedi.
Harry kararlı şekilde, "Hayır," diye cevap verdi. Bir yandan da oda sahiden boş mu diye kontrol ediyordu. "Kusura bakma, Colin, acelem var - Quidditch antrenmanı."
Portre deliğine tırmanıp çıktı. "Vay canına! Beni de bekle! Daha önce hiç Quidditch maçı izlemedim!"
Colin de onan arkasından delikten geçti. Harry hemen, "Gerçekten sıkıcı olur," diye atıldı ama, Colin onu dinlemedi bile. Yüzü heyecandan parlıyordu.
Yanı sıra koşturarak, "Sen yüz yıldır bir bina takınanda oynayan en genç oyuncusun, değil mi, Harry? değil mi? Harika olmalısın. Ben hiç uçmadım. Kolay in • . ,<in kendi süpürgen mi? En iyi cinsten mi?"
Harry bundan nasıl kurtulacağını bilemiyordu. Gölgeli vardı sanki.
Collin soluk soluğa, "Quıdditch'i tam olarak anlamıyorum," dedi. "Dört top olduğu doğru mu? İki tanesi uçup insanları süpürgelerinden düşürmeye mi çalışıyor?"
Harry, canı sıkkın, "Evet," dedi. Kadere rıza göstermiş, Quidditch'in zor kurallarını anlatmaya razı olmuştu. "Onlara Bludger denir. İki takımda da ikişer Vurucu vardır, Bludger'lan takımlarından uzak tutmak için sopalar taşırlar. Gryffindor Vurucu'ları Fred ve George Weasley."
"Peki, öbür toplar neye yarar?" Colin, ağzı açık, Harry'ye baktığı için merdivende birkaç basamak tekerlendi.
"Ee, Quaffle, yani büyük kırmızı top, sayı yapan toptur. Her takımdaki üç Kovalayıcı Quaffle'ı birbirine atarak, sahanın ucundaki çemberlere sokmaya çakşırlar - sahanın ucunda, uzun direklerin ucuna takılı çemberlere." "Peki, ya dördüncü top -"
"İşte o Altın Snitch. Çok küçüktür, çok hızlıdır, yakalaması da zordur. Ama Arayıcı'mn işi de budur zaten, çünkü Snitch yakalanmadan Quidditch maçı bitmez. Ve hangi takımın Arayıcısı Snitch'i tutarsa, takımına fazladan yüz elli puan kazandırır."
Colin saygıyla, 'Ve Gryffindor Arayıcısı sensin, öyle mi?" diye sordu.
"Evet," dedi Harry, şatodan çıkıp çiğlere bulanmış çimenliği geçmeye başlarlarken. "Bir de Tutucu vardır. Çemberleri savunur. Hepsi bu kadar işte."
Ama Colin kaygan çimenleri geçip Quidditch sahasına varana kadar Harry'yi soru yağmuruna tutmaktan vazgeçmedi. Harry onu ancak soyunma odalanna gelince başından atabildi. Colin düdük gibi bir sesle arkasından bağırdı: "Gidip iyi bir yer bulayım, Harry!" Sonra da koşarak tribünlere gitti.
Gryffindor takımının geri kalanı soyunma odasına gelmişti bile. Gerçekten uyanmış görünen tek kişi de Wood'du. Fred ve George Weasley, şişkin gözler ve karmakarışık saçlarla, arkasındaki duvara dayanıp içi geçiveriyormuş gibi görünen dördüncü sınıf öğrencisi Alicia Spinnet'ın yanında oturuyorlardı. Alicia gibi Kovalayıcı olan Katie Bell ve Angelina Johnson da onların karşısında yan yana, esneyin duruyorlardı.
"Şükür geldin, Harry, nerde kaldın?" dedi Wood aceleyle. "Şimdi, sahaya çıkmadan önce sizinle çabucak konuşmak istiyorum, çünkü bütün yazı yeni bir antrenman programı hazırlayarak geçirdim. Sanırım bu program her şeyi değiştirecek."
Wood'un elinde Quidditch sahasının kocaman bir şeması vardı. Üzerine farklı renkte mürekkeplerle birçok çizgi, ok ve çarpı çizilmişti. Asasını çıkardı, tahtaya vurdu, oklar şema üzerinde tırtıl gibi kıvranmaya başladı. Wood yeni taktikleri hakkında konuşmaya başlarken, Fred Weasley’nin başı dosdoğru Alicia Spinner in omzuna düştü ve Fred horlamaya başladı.
İlk tahtanın açıklanması yaklaşık yirmi dakika aldı. Ama onun altında da bir tahta vardı, onun alfanda da bir üçüncüsü. Wood hiç durma ian monoton bir sesle konuşurken Harry iyice sersemlemişti.
En sonunda Wood, "İşte boy1 e," dedi ve Harry tam şu anda şatoda olsa kahvaltıda neler yiyor olacağı şeklindeki özlem dolu bir hayalden çekip aldı. "Anlaşıldı mı? Sorusu olan?"
Zıplayarak uyanan George, "Benim bir sorum var, Oliver," dedi. "Bunları bize dün hepimiz uyanıkken anlatamaz miydin?"
Bu sözler Wood'un hiç hoşuna gitmedi. Gözlerinden şimşekler çakarak hepsine baktı. "Size söylüyorum, beni iyice dinleyin. Quidditch Kupası'nı geçen yıl kazanmalıydık. En iyi takım biziz. Ama ne yazık ki, tamamen kontrolümüz dışındaki olaylar yüzünden..." Harry oturduğu yerde suçlu suçlu kıpırdandı. Geçen yıl son maçın yapıldığı günde baygın halde hastane kanadında yatıyordu. Böylece Gryffindor bir oyuncudan yoksun kalmış ve üç yüz yıllık tarihlerinin en berbat yenilgisine uğramışlardı.
Wood yeniden kendini kontrol edebilir hale gelene kadar bekledi. Besbelli son yenilgileri hâlâ ona ıstırap veriyordu.
"Bu yüzden de bu yıl her zamankinden daha sıkı çalışıyoruz... Hadi bakalım, şimdi gidip yeni kuramlarımızı uygulamaya koyalım!" diye haykırdı. Süpürgesini kavrayıp önleri sıra soyunma odasından çıktı. Takımı, bacaklar kaskatı, esneye esneye onu izledi.
Soyunma odasında o kadar uzun süre kalmışlardı ki, güneş bayağı yükselmişti. Ama sisten geriye kalanlar gene de stadyumdaki çimenlerin üzerinde asılıydı. Harry sahaya yürürken, tribünde oturan Ron ile Hermione'yi gördü.
Ron, inanamayarak, "Antrenman daha bitmedi mi?" diye sordu.
Harry, Ron ile Hermione'nin Büyük Salon'dan getirdikleri kızarmış ekmek ve marmelata hasetle bakarak, "Daha başlamadık ki," diye cevap verdi. "Wood bize yeni taktikler öğretiyor."
Süpürgesine binip ayaklarını hızla yere vurdu, havalandı. Serin sabah havası yüzünü kamçıladı ve onu Wbod'un uzun konuşmasından çok daha etkin biçimde uyandırdı. Yeniden Quidditch sahasında olmak harika bir duyguydu. Fred ve George'la yarışarak stadyumu son hızla fırdolayı döndü.
Köşeden hızla savrulurlarken, Fred, "O garip klik sesi de ne?" diye sordu.
Harry tribüne baktı. Colin en yukarıdaki yerlerden birine oturmuş, fotoğraf makinesini kaldırmış, art arda fotoğraf çekiyordu. Makinenin sesi ıssız stadyumda garip şekilde birkaç katı büyüyordu.
Tiz bir sesle, "Buraya bak, Harry! Buraya bak!" diye feryat etti.
"O da kim?" dedi Fred.
Harry, "Hiçbir fikrim yok," diye yalan söyledi. Ve hızını birden artırarak Colin'den mümkün olduğu kadar uzağa gitti.
Wood onlara doğru havada sıyrılıp gelirken, "Neler oluyor?" dedi. "O birinci sınıf öğrencisi niye fotoğraf çekiyor? Hiç hoşuma gitmedi bu. Yeni antrenman programımız hakkında bilgi almak isteyen bir Slytherin casusu olabilir."
Harry hemen atıldı: "O, Gryffindor'dan."
George da, "Ayrıca Slytherin'lerin casusa ihtiyacı yok, Oliver," dedi.
Wood, huysuz huysuz, "Niye böyle söylüyorsun ki?" diye sordu.
George parmağıyla işaret etti: çünkü bizzat kendileri burdalar da ondan."
Yeşil cüppeli insanlar sahaya doğru yürüyorlardı, ellerinde süpürgeler vardı.
Wood öfkesinden tıslarcasına, "İnanmıyorum!" dedi. "Ben sahayı bugün için ayırtmıştım! Şimdi icabına bakarız!"
Ok gibi aşağı doğruldu, öfkelendiği için gereğinden daha sert indi, birazcık sendeledi. Harry, Fred ve George ardından gittiler.
Wood, Slytherin kaptanına, "Flint!” diye gürledi. "Bu bizim antrenman saatimiz! Özel olarak geldik! Şimdi defolup gidebilirsiniz!"
Marcus Flint, Wood'dan da iriyarıydı. Yüzünde ifritimsi bir kurnazlık ifadesiyle cevap verdi: “Hepimize yetecek kadar yer var, Wood."
Angelina, Alicia ve Katie de gelmişlerdi Yüzleri Gryffindorlara dönük, hepsinin suratında alaycı bir sırıtmayla omuz omuza duran Slytherin takımında ise kız yoktu.
Wood, duyduğu kızgınlık yüzünden ağzından tükürükler saçarak, "Ama sahayı ben ayırttım!' dedi. "Ayırttım diyorum sana!"
"Ah," dedi Flint, "ama benim elimde de Profesör Snape'in özel olarak imzaladığı bir not var. Ben, Profesör S. Snape, yeni Arayıcılarını çalıştırma gereksinimi nedeniyle bugün Slytherin takımını Quidditch sahasında çalışma izni veriyorum."
Aklı dağılan Wood, "Yeni Arayıcı'nız mı var?" diye sordu. "Nerde?"
Ve önlerindeki altı iriyarı kişinin arkasında bir yedinci göründü. Solgun, sivri yüzünü baştan başa kaplayan övüngen gülümseyişle, daha küçük bir oğlan: Draco Malfoy.
Fred, hoşnutsuzlukla Malfoy'u süzerek, "Sen Lucius Malfoy'un oğlu değil misin?" dedi.
Flint, "Draco'nun babasından söz etmen ne garip," dedi. Bu arada, Slytherin takımı elemanlarının yüzündeki sırıtış daha da genişlemişti. "Dur, sana onun Slytherin takımına verdiği cömert armağanı göstereyim."
Yedisi birden süpürgelerinin sopalarım uzattılar. Erken sabah güneşinde Gryffindor oyuncularının burunları dibinde yedi tane pırıl pırıl cilalanmış, yepyeni sap ve yedi takım ince altın yazı belirdi: "Nimbus İki Bin Bir"
Rint kayıtsızca kendi süpürge sopasının ucundan bir toz zerresini süpürerek, "En son model," diye ekledi. "Geçen ay çıktı. Sanırım Nimbus İki Bin dizisinden çok daha iyi. Eski Tertemiz'lere gelince," Tertemiz Beş süpürgelerine sıkı bikıya sarılmış Fred ve George'a pis pis güldü, "onlarla yerleri süpürür."
Gryffindor takımından hiç kimse o anda söylenecek bir şey bulamadı. Malfoy öyle bir tebessüm ediyordu ki, soğuk gözleri birer çizgi halini almıştı.
"Bak sen," dedi Hint, "saha ihlali."
Ron ve Hermione neler olduğunu anlamak için çimenliği geçiyorlardı.
Ron, "Neler oluyor?" diye sordu Harry'ye. "Neden oynanıyorsunuz? Ya o burda ne yapıyor?”
Malfoy'a bakarak, Slytherin Quiddilch cüppesine bir anam vermeye çalışıyordu.
Malfoy, kendinden memnun bir edayla, "Ben yeni Slytherin Arayıcı'sıyım, Weasley," dedi. "Herkes de babamın takımımıza aldığı süpürgelere hayran hayran bakmakla meşguldü."
Ron önündeki yedi müthiş süpürgeye ağzı açık bakakaldı.
Malfoy sakin sakin, "Güzel, değil mi?" dedi. "Ama belki artık Gryffindor takımının da biraz altın bulup yeni süpürge alması gerekebilir. O Tertemiz Beş'leri piyangoya koyabilirsiniz. Müzelerin ilgisini çeker belki."
Slytherin takımı ulur gibi güldü.
Hermione, sert sert, "Hiç değilse," dedi, "Gryffindor takımındakilerin hiçbiri takıma girmek için rüşvet vermek zorunda kalmadı. Onlar, sadece yetenekleriyle takıma seçildi."
MaIfoy'un yüzündeki kendinden memnun ifade bir anda silindi.
ru kürürcesine, "Kimse senin fikrini sormadı, seni pis küçük Bulanık," dedi.
Harry hemen Malfoy'un çok kötü bir şey söylediğini anladı, çünkü bu laf ağzından çıkar çıkmaz bir kıyamettir koptu. Flint, Fred'le George'un onun üstüne atlamamaları için Malfoy'a siper olmak zorunda kaldı. Alicia, "Ne cüretle!" diye haykırdı. Ron, elini cüppesinin içine sokup asasını çıkardı ve, "Bunun hesabını vereceksin, Malfoy!" diye bağırarak Flint'in kolunun altından asasını büyük bir öfkeyle Malfoy'un yüzüne doğru uzattı.
Stadyumda büyük bir patlama sesi duyuldu, Ron'un asasının ters tarafından yeşil bir ışık fışkırdı, midesine vurdu ve onu sııtüstü çimenlere yuvarladı.
Hermione tiz bir sesle, "Ron! Ron! İyisin ya?" diye bağırdı.
Ron konuşmak için ağzını açtı, ama ağzından tek kelime çıkmadı. Onun yerine gürültüyle geğirdi, kucağına birkaç sümüklüböcek düştü.
Slytherin takımına gülmekten felç gelmişti sanki. Hint iki büklüm olmuş, düşmemek için yeni süpürgesine dayanıyordu. Malfoy dört ayak üstü yere kapanmıştı, yumruğuyla toprağı dövüyordu. Gryffindor takımı ise, geğirdikçe kocaman, pırıl pırıl sümüklüböcekler çıkaran Ron'un çevresine toplanmıştı. Kimse ona dokunmak istemiyordu.
Harry, Hermione'ye, "En iyisi onu Hagrid'e götürelim, en yakın orası," dedi. Hermione cesurca başını salladı ve ikisi Ron'u kollarından tutup ayağa kaldırdılar.
"Ne oldu, Harry? Ne oldu? Hasta mı? Ama sen onu iyileştirebilirsin, değil mi?" Colin yerinden kalkıp koşmuştu, şimdi de, sahadan ayrılırlarken yanları sıradans edercesine yürüyordu. Ron derin derin içini çekti, önünden aşağı daha fazla sümüklüböcek yuvarlandı.
Büyülenmiş gibi bakan Colin, "Vaay!" dedi ve fotoğraf makinesini kaldırdı. "Onu kıpırdatmadan tutabilir misin, Harry?"
Harry kızgınlıkla, "Çekil yolumdan, Colin!" dedi. Hermione'yle ikisi Ron'a destek olarak onu stadyumdan çıkardılar, Orman'ın kıyısına doğru okul arazisinden geçtiler.
Bekçinin kulübesi görününce, "Geldik sayılır, Ron," dedi Hermione. "Bir dakikada hiçbir şeyin kalmaz... neredeyse ordayız..."
Hagrid'in evine varmalarına altı yedi metre kalmıştı ki, ön kapı açıldı. Ama dışarı çıkan Hdgrid değildi. Bugün en uçuğundan leylak rengi cüppe giymiş olan Gilderoy Lockhart'tı.
"Çabuk, şuraya saklanın," diye fısıldadı Harry, Ron'u yakınlardaki bir çalının ardına çekerek. Biraz gönülsüz olsa da, Hermione de onları izledi.
Lockhart, Hagrid'e yüksek sesle, "Ne yaptığını bilirsen, çok basit!" diyordu. "Yardım gerekirse, nerede olduğumu biliyorsun! Sana kitabımdan bir tane vereceğim - şimdiye kadar almamış olmana şaşırdım. Bu gece bir tane imzalar, yollarım. Hadi bakalım, hoşça kal!" Ve uzun adımlarıyla şatoya doğru yürüdü.
Harry, o gözden kaybolana kadar bekledi, sonra Ron'u çalılığın arkasından çekip Hagrid'in ön kapısına götürdü. Telaşla kapıyı çaldılar.
Hagrid hemen geldi, pek suratsızdı. Ama kimlerin geldiğini görünce yüzü aydınlandı.
"Ne zaman geleceksiniz diye merak ediyordum -gelin, gelin içeri. Ben de Profesör Lockhart geri döndü sandım."
Harry ve Hermione, Ron'u eşikten içeri, tek odalı kulübeye geçirdiler. Bir köşede kocaman bir yatak vardı, ötekinde bir ateş neşeli neşeli çatırdıyordu. Harry, Ron'u bir iskemleye oturturken durumu çabucak açıkladı, ama Hagrid hiç de kaygılanmış görünmedi.
Güler yüzle, "Gireceğine çıksın daha iyi," dedi, onun önüne büyük bakır bir leğen çekti. "Hepsini çıkar bakalım, Ron."
Hermione, leğenin üzerine eğilen Ron'a endişeyle bakarak, "Sanırım durmasını beklemekten başka çare yok," dedi. "Bu lanetin tutması en iyi koşullarda bile zordur, ama kırık bir asayla olunca..."
Hagrid hamarat hamarat dolaşıp onlara çay yapıyordu. Zağan Fang, Harry'yi salyalara boğmakla meşguldü.
Harry, Fang'in kulaklarını kaşıyarak, "Lockhart senden ne istiyordu, Hagrid?" diye sordu.
"Bana kuyudan varek çıkarma nasihati veriyordu," diye homurdandı Hagrid. İyice fırçalanmış masasının üstündeki yarısı yolunmuş horozu kaldırdı, çaydanlığı koydu. "Sanki bilmezmişim gibi. Kovaladığı bir Ölüm Perisi'ni anlatıp duruyor. Tek kelimesi doğruysa, çaydanlığımı yerim."
Hagrid'in bir Hogwarts hocasını eleştirmesi ondan öyle beklenmez bir şeydi ki, Harry şaşkınlıkla bakakaldı. Ancak Hermione, her zamankinden daha tiz bir sesle, "Bence biraz haksızlık ediyorsun," dedi. "Profesör Dumbledore onun bu iş için en iyi adam olduğunu düşündü besbelli..."
"En iyi değil, tek adam," diye cevap verdi Hagrid. Onlara bir tabak melas şekerlemesi ikram etti. Ron ise leğenine doğru öğürüp duruyordu. "Tek derken ciddiyim. Karanlık Sanatlar dersi için birini bulmak gitgide zorlaşıyor. Anlıyorsunuz ya, insanlar bu işe girmeye pek hevesli değil. Uğursuz olduğunu düşünmeye başladılar. Bir süredir pek fazla dayanan çıkmadı. Söyleyin bakalım," dedi Hagrid, başıyla Ron'u işaret ederek, "kimi lanetlemeye çalışıyordu?"
"Malfoy, Hermione'ye bir şey dedi. Çok kötü bir şey olmalı, çünkü herkesin aklı başından gitti."
Ron, solgun ve ter içinde, masanın üstünden göründü. Boğuk bir sesle, "Kötüydü ama," dedi. "Malfoy ona 'Bulanık' dedi, Hagrid -"
Yeni bir sümüklüböcek dalgası görününce yeniden başını eğip kayboldu. Hagrid fena halde kızmış görünüyordu.
Hermione'ye dönüp hırlarcasına, "Diyemez!" dedi.
"Dedi işte. Ama ben de ne anlama geldiğini bilmiyorum. Çok kaba bir şey olduğunu biliyorum, tabii..."
Ron, yeniden kafasını kaldırıp, "Yapabileceği en büyük hakaretti," diye uludu. "Bulanık, doğuştan Muggle olan -yani sihirle ilgisi olmayan anne babadan biri için kullanılan bir isim, sahiden pis bir şey. Bazı büyücüler -Malfoy'un ailesi gibi- insanların safkan dediği şey oldukları için herkesten iyi olduklarını sanıyorlar." Küçük bir geğirti çıkardı, bir tanecik sümüklüböcek önüne tuttuğu eline düştü. Onu leğene atıp devam etti: "Yani, geri kalanlarımız bunun hiçbir şey ifade etmediğini biliyor. Neville Longbottom'a baksanıza safkan ama bir kazanı yerine oturtmaktan aciz."
Hagrid gururla, "Üstelik de kimse Hermione'mizin yapamayacağı bir büyü icat etmedi daha," dedi. Hermione parlak morumsu kırmızı renge büründü.
Ron, titreyen eliyle ter içindeki alnını sildi. "Birine bunu söylemek, iğrenç. Kirli kan, anlıyorsunuz ya. Sıradan kan. Çılgınlık bu. Zaten bugünlerde büyücülerin çoğu yarım kan. Muggle'larla evlenmesek soyumuz kururdu."
Gene geğirdi ve gözden kayboldu.
Hagrid, leğene çarpan sümüklüböceklerin takırtısını bastıran bir sesle, "Eh, onu lanetlemeye çalıştığın için sana kabahat bulmuyorum, Ron," dedi. "Ama belki de asanın ters teptiği isabet olmuştur. Bence oğlunu lanetlemiş olsan Lucius Malfoy dosdoğru okula gelirdi. Hiç değilse başın belaya girmemiş."
Harry, ağzından sümüklüböcekler boşalmasından daha büyük belanın ne olacağını soracaktı, ama soramadı. Hagrid'in melas şekerlemesi çenelerini birbirine yapıştırmıştı.
Hagrid, birden aklına bir şey gelmiş gibi, "Harry," dedi, "sana da sorulacak hesabım var. Duydum ki, imzalı fotoğraflar dağıtıyormuşsun. Niye bende yok?"
Aklı başından giden Harry, dişlerini zorlayarak açtı.
Hiddetle, "İmzalı fotoğraf falan dağıtmıyorum ben," dedi. "Eğer Lockhart hâlâ bunu söylüyorsa -"
Derken, Hagrid'in güldüğünü gördü.
Hagrid güler yüzle Harry'nin sırtına vurup onu yüzüstü masaya çakarak, "Şaka ediyordum," dedi. "Aslında yapmadığını biliyorum. Lockhart'a buna ihtiyacın olmadığını söyledim. Hiç çaba harcamadan ondan meşhur olduğunu söyledim."
Harry doğrulup çenesini ovuşturarak, "Bahse girerim bundan hiç hoşlanmamıştır," dedi.
Hagrid'in gözleri parladı. "Hoşlandığım sanmam. Sonra da ona kitaplarından hiçbirini okumadığımı söyledim, gitmeye karar verdi. Melas şekerlemesi ister misin, Ron?" diye sordu, yeniden ortaya çıkan Ron'a.
"Yok, sağol," dedi Ron, halsiz halsiz. "Riske girmesem iyi olur."
Harry ile Hermione çaylarını bitirince de Hagrid, "Gelin," dedi, "bakın ne yetiştiriyorum ben."
Hagrid'in evinin arkasındaki küçük sebze tarhında bir düzine balkabağı vardı. Harry'nin o güne kadar gördüğü en büyük balkabakları. Her biri, iri bir kaya boyundaydı.
Hagrid, hayatından memnun bir edayla, "Durumları iyi, değil mi?" dedi. "Cadılar Bayramı şöleni için... o vakte kadar yeterince büyümüş olurlar."
Harry, "Neyle büyüttün onları?" diye sordu.
Hagrid, yalnız olup olmadıklarını kontrol etmek için omzunun üstünden geriye baktı.
"Eh, onlara - anlarsın - birazcık yardım ettim."
Harry, Hagrid'in çiçekli pembe şemsiyesinin kulübenin arka duvarına dayalı olduğunu gördü. Daha önce de bu şemsiyeyi göründüğünden farklı bir şey sanmasına yol açacak şeyler olmuştu. Aslında, Hagrid'in eski okul asasının bunun içinde saklı olduğu yolunda güçlü bir kuşkusu vardı. Hagrid'in sihirden yararlanmaması gerekiyordu. Üçüncü sınıftayken Hogwarts'tan atılmıştı, ama Harry niye olduğunu öğrenememişti bir türlü -bu konu açılır açılmaz Hagrid'in yüksek sesle boğazını temizleyeceği tutar ve konu kapatılana kadar esrarengiz bir şekilde sağır kalırdı.
"Bir Büyütme Büyüsü, sanırım," dedi Hermione. Hem onaylamaz, hem de eğlenir gibi bir hali vardı. "Eh, doğrusu iyi iş yapmışsın."
Hagrid, Ron'a doğru başını sallayarak, "Küçük kız kardeşin de böyle söylüyordu," dedi. "Daha dün gördüm onu." Hagrid, sakalını oynatarak yan yan Harrye baktı. "Okul arazisini dolaşıyormuş, öyle dedi, ama bana kalırsa evimde birine rastlamayı umuyordu." Harry'ye göz kırptı. "Bana sorarsan o da hayır demezdi, yani imzalı bir..."
"Kes sesini," dedi Harry. Ron bir kahkaha patlattı, yer sümüklüböcek içinde kaldı.
Hagrid, "Dikkat et!" diye bağırarak, Ron'u kıymetli balkabaklarının uzağına çekti.
Yemek vakti neredeyse gelmişti, Harry ise şafaktan beri sadece birazcık melas şekerlemesi atmıştı ağzına. Yemek yemek için okula gitmek istiyordu. Hagrid'le vedalaşıp yukarı, şatoya doğru yürüdüler. Ron arada bir hıçkırıyordu, ama sadece iki pek küçük sümüklüböcek çıkarttı.
Serin Giriş Salonu'na henüz adım atmışlardı ki, bir sos duyuldu: "İşte oradasınız, Potter, Weasley." Profesör McGonagall haşin bir edayla onlara doğru yürüyordu. "İkiniz de cezalarınızı bu akşam çekeceksiniz."
Ron endişe içinde geğirmesini engelleyerek, "Ne yapacağız, Profesör?" diye sordu.
"Sen, Mr Filch'le birlikte ödül odasındaki gümüşleri parlatacaksın. Sihir falan istemem, Weasley - alnının teriyle."
Ron yutkundu. Okulun hademesi Argus Filch'ten bütün öğrenciler nefret ederdi.
"Ve sen, Potter, Profesör Lockhart'ın, hayranlarının mektuplarına cevap vermesine yardımcı olacaksın."
Harry umutsuzluk içinde, "Ah hayır!" dedi. "Ben de gidip ödül odasında çalışamaz mıyım?"
Profesör McGonagall kaşlarını kaldırarak, "Elbette hayır," dedi. "Profesör Lockhart özellikle seni istedi. Tam saat sekizde, ikinize de söylüyorum."
Harry ve Ron, derin üzüntüler içinde yorgun argın Büyük Salon'a yürüdüler. Hermione, yüzünde bir eh-siz-de-okulun-kurallarına-karşı-geldiniz-ama. bakışıyla arkalarından geliyordu. Harry etli böreğinden sandığı kadar hoşlanmadı. O da, Ron da, esas zor cezanın kendisininki olduğunu düşünüyordu.
Ron, dertli dertli, "Filch beni bütün gece orada tuta-çak," dedi. "Sihir yok ha! O odada yüz kupa olmalı. Ben Muggle usulü temizlikten anlamam ki."
Harry, acı acı, "İstediğin an değişirim," diye cevap verdi. "Ben Dursley'lerin yanında sık sık antrenman yaptım. Lockhart hayranlarının mektuplarına cevap vermek ha... o adam bir kâbus..."
Cumartesi öğleden sonrası eriyip gitti sanki. Aradan hiç vakit geçmemiş gibiydi ama, birden saat sekize beş var oldu. Harry ikinci kat koridorunda ayaklarım sürüyerek Lockhart'ın odasına doğru yola koyuldu. Dişlerini sıkıp kapıyı çaldı.
Kapı hemen açıldı. Lockhart tebessümler içinde aşağı, ona baktı.
"Ah, işte haylaz geldi," dedi. "İçeri gir, Harry, içeri gir."
Birçok mumun ışığında duvarlarda Lockhart'ın sayısız çerçeveli fotoğrafı pırıl pırıl parlıyordu. Hatta birkaç tanesini imzalamıştı bile. Masasının üzerinde de büyük bir yığın duruyordu.
Lockhart, Harry'ye, sanki bu büyük bir lütufmuş gibi, "O zarfların adreslerini yazabilirsin!" dedi. "Birincisi, Gladys Gudgeon'a, Tanrı onu korusun - muazzam bir hayranımdır."
Dakikalar salyangoz gibi geçti. Harry bıraktı, Lockhart'ın sesi dalga gibi aşıp üstünden geçsin. Arada bir, "Hımmm", "Doğru" ve "Evet" dedi, o kadar. Bazer. de kulağına şöyle cümleler çalınıyordu: "Ün, gelgeç gönüllü bir dosttur, Harry" ya da "Şöhretin sağı solu belli olmaz, unutma bunu."
Mumlar yanıp küçüldü, ışığın, Harry'yi gözleyen hareketli Lockhart yüzleri üzerinde dans etmesine yol açtılar. Harry yorgun elini ona bininci zarfmış gibi gelen zarfın üzerinde gezdirip, Veronica Smethley'nin adresini yazdı. Artık gitme vakti yaklaşmış olmalı, diye düşündü perişan halde, n'olur gitme vakti yaklaşmış olsun...
Ve birden bir şey duydu - ölen mumların damlamasından ve Lockhart'ın hayranları hakkındaki gevezeliğinden farklı bir şey.
Bir sesti, insanın iliğini kemiğini donduran bir ses. Soluk kesici, buz gibi soğuk bir zehir içeren bir ses.
"Gel... gel bana... deşeyim seni... parçalayayım seni... öldüreyim seni..."
Harry havaya kadar sıçradı, Veronica Smethley'nin sokağının adının üstünde leylak rengi büyük bir leke peydahlandı.
"Ne?" dedi yüksek sesle.
"Biliyorum!" dedi Lockhart. "En iyi satanlar listesinin tepesinde tam altı ay! Bütün rekorları kırdı!" Harry çıldırmış gibi, "Hayır," diyebildi. "O ses!" "Efendim?" Lockhart, şaşırmış görünüyordu. "Ne sesi?”
“O ses dedi ki - duymadınız mı?" Lockhart büyük bir hayretle Harry'ye bakıyordu. "Ne diyorsun sen, Harry? Belki de uykun geldi, ha? Vay canına - şu saate bak! Hemen hemen dört saat olmuş! Buna dünyada inanmazdım - zaman uçtu gitti, değil mi?"
Harry cevap vermedi. Sesi yeniden duymak için kulaklarını dört açmıştı, ama Lockhart'ın, her ceza aldığında böyle bir ikram beklememesi gerektiğini söyleyen sesinden başka ses yoktu. Kendini iyice afallamış hisseden Harry odadan çıktı.
Saat o kadar geç olmuştu ki, Gryffindor ortak salonu neredeyse boşalmıştı. Harry dosdoğru yatakhaneye gitti. Ron henüz gelmemişti. Pijamalarını giydi, yatağa yattı ve bekledi. Yarım saat sonra sağ kolunu ovalayan Ron geldi, kararmış odaya ağır bir cila kokusu da taşımıştı.
Yatağa çökerek, "Kaslarımın hepsi tutuldu," diye inledi. "Tatmin olana kadar tam on dört kere o Quidditch Kupası'nı bana parlattırdı. Sonra bir sümüklüböcek saldırısına daha uğradım, hem de Okula Hizmetler Özel Ödülü'nün üstüne boşaldı. Sümüklerini silmek asırlar aldı... Lockhart nasıl gitti?"
Neville, Dean ve Seamus'ı uyandırmak istemeyen Harry, yavaş sesle Ron'a tamı tamına neler duyduğunu söyledi.
Ron, "Ve Lockhart duymadığını söyledi, öyle mi?" diye sordu. Harry ay ışığında onun kaşlarını çattığını görebiliyordu. "Yalan mı söylüyordu dersin? Ama anlamıyorum - görünmez olan biri bile kapıyı açmak zorunda kalırdı."
"Biliyorum," dedi Harry, dört direkli yatağına yaslanıp tepesindeki tenteye bakarak. "Ben de anlamıyorum."

GeCeLeR
12-10-2006, 01:36 AM
BÖLÜM 8 - Ölüm Günü Partisi

Ekim ayı geldi, okul arazisiyle şatonun üzerini nemli bir soğukla örttü. Öğretmenler ve öğrenciler arasındaki ani bir soğuk algınlığı salgını }tızünden Yönetici Madam Pomfrey'in işi başından aş çındı. Yaptığı Biberli İksir hemen etkisini gösteriyordu, ama iksiri içen kişi ondan sonra saatlerce kulaklarından dumanlar çıkarak dolaşıyordu. Percy, halsiz görünen Ginny Weasley'yi bu iksirden almaya zorlamıştı. Capcanlı kızıl saçlarının altından yükselen buhar, bütün kafasının alev aldığı izlenimini uyandırıyordu.
Günlerce şato pencerelerinde kurşun büyüklüğünde yağmur damlaları trampet çaldı. Gölün su dikeyi yükseldi, çiçek tarhları çamurlu derelere döndü, Hagid'in balkabakları şişti, bahçedeki sundurmalarla aynı boya geldiler. Ne var ki Oliver Wood'un düzenli antrenman yapma konusundaki coşkusu azalmamıştı. İşte Harrynin Cadılar Bayramından birkaç gün önceki fırtınalı bir cumartesi öğleden sonrası, sırılsıklam ıslanmış ve her tarafı çamur içinde Gryffindor Kulesi'ne dönmesinin nedeni de buydu.
Yağmur ve rüzgâr hesaba katılmasa bile, mutlu bir antrenman sayılmazdı. Sytherin takımını izleyerek casusluk yapan Fred ve George, yeni Nimbus İki Bin Bir süpürgelerin hızını gözleriyle görmüşlerdi. Slytherin takımının havada jet gibi uçan yedi yeşilimsi lekeden başka bir şey olmadığını söylediler.
Harry ıssız koridorda şap sup yürürken kendisi kadar dalgın görünen birine rastladı. Gryffindor Kulesi'nin hayaleti Neredeyse Kafasız Nick, mutsuzluk içinde bir pencereden dışarı bakarak kendi kendine söyleniyordu. "... istenilen özelliklere uymuyormuş... bir santimcik daha olaydı..."
"Selam, Nick," dedi Harry.
İrkilip geri dönen Nere'deyse Kafasız Nick, "Selam, selam," dedi. Uzun dalgalı saçlarına fiyakalı, tüylü bir şapka takmıştı, sert ve yuvarlak yakası olan bir tunik giymişti. Böylece neredeyle yerinden kopmuş olan boynunu gözlerden uzak tutuyordu. Sis kadar solgundu ve Harry onun içinden öbür tarafı, dışarıdaki karanlık gökyüzünü ve sel halinde boşanan yağmuru görebiliyordu.
"Canın sıkkın görünüyor, genç Potter," dedi Nick, konuşurken şeffaf bir mektubu katlayıp yeleğinin cebine koyarak.
"Senin de."
"Ah," Neredeyse Kafasız Nick zarif bir edayla elini salladı, "önemli bir sorun değil.. Aslında gerçekten katılmayı da istiyor değilim... başvurayım dedim ama, besbelli “İstenilen özelliklere uymuyormuşum."
Aldırmaz havasına rağmen, yüzünde çok acı bir ifade vardı.
Birden, "Ama sanırsın ki..." diye patladı, mektubu yeniden yerinden çıkartarak, "boynuna kör bir baltayla kırk beş kere vurulmasının Kafasızlar Avı'na katılacak bir özellik sağladığını sanırsın, değil mi?"
"Ah - evet," dedi Harry. Besbelli onaylaması gerekiyordu.
"Yani, bu işin çabucak ve tertemiz olmasını kimse benden fazla isteyemez. Keşke öyle olsa, kafam da doğru dürüst kopsaymış. Yani, böylece hem acı çekmekten kurtulurdum, hem de herkesin alayından. Ne var ki..." Neredeyse Kafasız Nick mektubu silkeleyerek açtı ve hiddetle okudu.
"Biz yalnızca kafaları bedenlerinden ayrılmış avcıları kabul edebiliyoruz. Aksi halde üyelerin At Sırtında Kafa Atıp Tutmak ve Kafa Polosu gibi av etkinliklerine katılmalarının imkânsız olacağını siz de takdir edersiniz. Bu yüzden de, büyük bir üzüntüyle, istenilen özelliklere uymadığınızı size bildirmek durumundayım. En iyi dileklerimle, Sir Patrick Delaney Podmore."
Neredeyse Kafasız Nick öfkeden köpürerek mektubu cebine tıkıştırdı.
"Kafamı sadece bir santim deriyle bir parça kas yerinde tutuyor, Harry! Çoğu kişi bunu pekâlâ da kafasız sayar ama hayır, Sir Kafası Usulünce Koparılmış Podmore'a bu yetmiyor."
Neredeyse Kafasız Nick derin derin birkaç kez nefes aldı, sonra daha sakin bir sesle, "Evet," dedi, "seni rahatsız eden şey neymiş bakalım? Elimden bir şey gelir mi?"
"Hayır. Tabii nereden yedi tane bedava Nimbus İki Bin Bir bulacağımızı biliyorsanız, o başka. Slyth..."
Harry'nin cümlesinin geri kalanı, ayak bilekleri hizasından gelen tiz mi tiz bir miyavlamada kayboldu gitti. Gözlerini aşağı çevirince kendini bir çift lamba misali sarı göze bakarken buldu. Mrs Norris'ti, hademe Argus Filch'in, öğrencilere karşı sonu gelmez savaşında vekili olarak kullandığı bir deri bir kemik gri kedi.
Nick hemen, "Burdan gitsen iyi olur, Harry," dedi. "Filch iyi bir gününde değil. Grip olmuş, üçüncü sınıftan birileri de kazayla beş numaralı mahzenin tavanına kurbağa beyni sıvamış. Bütün sabah onu temizledi ve şimdi de seni burada her yana çamur saçarken görürse..."
"Tamam,' dedi Harry, gerileyip Mrs Norris'in suçlayıcı bakıcından uzaklaşmaya çalıştı, ama yeterince hızlı davranamamıştı. Onu iğrenç kedisine bağlıyora benzeyen esrarengiz bir güçle o noktaya çekilen Argus Filch, Harry'nin sağ tarafındaki bir duvar örtüsünün içinden aniden belirdi. Deli gibi, kuralları ihlal eden kişiyi arıyordu. Başına kalın bir ekose eşarp sarmıştı, burnu ise her zamankinden daha da mordu.
"Pislik!" diye haykırdı. Harry'nin Quidditch cüppesinden damlamış çamurlu gölcüğe işaret ederken çenesi titriyordu, gözleri korku verecek şekilde yerinden uğramıştı. "Her yer karman çorman, her yer leş gibi! Artık yeter, yeter diyorum! Arkamdan gel, Potter!"
Harry'cik, Neredeyle Kafasız Nick'e umutsuzca el sallyarak Filch'in ardından aşağı indi. Böylece de yerdeki çamurlu ayak izi sayısını iki katına çıkardı.
Harry daha önce Filch'in odasına hiç girmemişti. Burası, çoğu öğrencinin girmekten kaçındığı bir yerdi. Oda pis ve kasvetliydi, penceresizdi, alçak tavandan sarkan tek bir petrol lambasıyla aydınlanıyordu İçeri hatif bir balık tava kokusu sinmiş gibiydi. Duvarların önünde tahta dosya dolapları vardı. Harry, üstlerindeki etiketlerden, onların Filch'in şimdiye kadar cezalandırmış olduğu her öğrenci hakkındaki ayrıntıları içerdiklerini anladı. Fred ve George'un kendilerine ait koca bir çekmeceleri vardı. Filch'in masasının arkasındaki duvarda iyice parlatılmış bir zincir ve pranga koleksiyonu asılıydı. Onun, öğrencileri bileklerinden tavana asmasına izin versin diye Dumbledore'a hep yalvardığını herkes bilirdi.
Filch, masasındaki tüy kutusundan bir tüy kalem yakaladı ve etrafta parşömen aranmaya başladı.
"Gübre," diye mırıldandı öfkeyle, "dumanı tüten ejderha pisliği... kur Dağa beyni... sıçan bağırsağı... artık yeter... ibret olsun diye... form nerde... evet..."
Masasının çekmecesinden kocaman bir parşömen tomarı çıkardı, koca kara tüy kalemini mürekkep hokkasına batırarak tomarı önünde açtı.
"Adı... Harry Potter. Suçu..."
"Bir parçacık çamur, hepsi o!" dedi Harry.
"Senin için bir parça çamur, beyim, ama benim için fazladan bir saat yerleri ovmak demek!" diye bağırdı
Filch. Şişkin burnunun ucunda bir damla, hiç de hoş olmayan bir şekilde titreşiyordu. "Suçu... şatoyu kirletmek... verilen hüküm..."
Akan burnuna dokunan Filch, soluğunu tutmuş, hükmünün okunmasını bekleyen Harry'ye pis pis baktı.
Ama tam Filch tüy kalemini indirirken, odasının tavanında muazzam bir KÜT! sesi duyuldu, petrol lambası zangırdadı.
"PEEVES!" diye haykırdı Filch, bir öfke kriziyle tüy kalemini savurdu. "Bu sefer yaktım çıranı, elimden kurtulamazsın!"
Ve dönüp Harry'ye bir bakış bile atmadan, Filch odadan paytak paytak koşarak çıktı, Mrs Norris de onun yanı sıra şimşek gibi gidiyordu.
Peeves okulun hortlağıydı, havada dolaşan cinsten sırıtkan bir tehditti. Kargaşa ve mutsuzluğa yol açmak için yaşardı. Harry, Peeves'i pek sevmezdi ama, zamanlaması için ona şükran duymaktan kendini alamadı. Peeves her ne yaptıysa (ki, sese bakılırsa, bu sefer büyük bir şeyin hakkından gelmişti) Filch'in dikkatini Harry'nin üstünden çeker diye umuyordu.
Belki de Filch'in geri dönüşünü beklemesi gerektiğini düşünerek, Harry masanın yanındaki güve yenikli koltuğa çöktü. Masada, onun yarı yarıya tamamlanmış formundan başka tek bir şey vardı: Üzerinde gümüşi yazılar olan kocaman, parlak, mor bir zarf. Filch geri dönüyor mu diye çabucak kapıya bir göz atarak zarfı aldı ve okudu.

ŞÎPŞAK BÜYÜ
Mektupla Kurs
Yeni Başlayanlar İçin
Meraka kapılan Harry zarfı açtı ve içindeki parşömen desteyi çıkardı. Ön tarafında, gene kıvır kıvır gümüşi yazıyla şöyle diyordu:
Modern sihrin dünyasında kendinizi geride kalmış gibi mi hissediyorsunuz? Basit büyüyü bile yapamadığınız için kendinizi mazeret uydururken mi buluyorsunuz? Asanızla yaptığınız keder verici marifetler hiç alay konusu olmanıza yol açtı mı?
Bir çare var!
Şipşak Büyü yepyeni, hata yapmayan, çabuk sonuç alan, kolay öğreten bir kurstur. Yüzlerce cadıyla büyücü, Şipşak Büyü metodundan yararlanmıştır!
Topsham'h Madam Z. Nettles şöyle diyor: "Büyülü sözleri bir türlü hatırlayamıyordum, iksirlerim de bir aile şakası halini almıştı! Şimdi, bir Şipşak Büyü kursunun ardından, partilerde ilgi merkezi ben oluyorum ve dostlar, Kıvılcım Solüsyonumun reçetesini onlara vereyim diye bana yalvarıyorlar!"
Didsbury'den büyücü D. f. Pıcd şöyle diyor: "Eskiden karını benim zayıf büyülerime burun kıvırırdı, ama sizin müthiş Şipşak Büyü kursunuza başladıktan bir ay sonra, onu bir Tibet öküzüne çevirdim! Teşekkürler, Şipşak Büyü!"
Meraka kapılan Harry, zarfın içindekilerin geri kalanını da karıştırdı. Filch neden bir Şipşak Büyü istemiş olsundu ki? Yoksa bu onun gerçek bir büyücü olmadığı anlamına mı geliyordu? Harry tam "Birinci Ders: Asanızı Tutmak (Bazı Faydalı İpuçları’nı okuyordu ki, dışarıdan ayağını sürüyen birinin geldiğini duyunca Filch'in döndüğünü anladı. Parşömenleri zarfın içine tıkan Harry, tam kapı açılırken onu gerisin geri masanın üstüne bıraktı.
Filch zafere ulaşmış görünüyordu.
Mrs Norris'e, ağzı kulaklarında, "O kaybolan dolap son derece değerliydi!" diyordu. "Bu sefer Peeves'i buradan sürdüreceğiz, görürsün, şekerim."
Bakışları Harry'ye takıldı, sonra da Şipşak Büyü zarfına. Harry, zarfın başlangıçtaki yerinden yarım metre kadar uzakta durduğunu fark etti ama, iş işten geçmişti.
Filch'in solgun yüzü tuğla kırmızısına dönüştü. Harry kendini deprem dalgası boyunda bir öfke krizine hazırladı. Filch aksayarak masasının öbür ucuna gitti, zarfı aldı ve bir çekmeceye attı.
"Aldın mı... okudun mu?" diye kekeledi.
"Hayır," diye yalanı kıvırdı Harry hemen.
Filch, boğumları şişmiş ellerini ovuşturuyordu.
"Okuduğunu düşünseydim, benim özel... aslında benim olduğundan değil... bir dostun ricası... böyle olsa bile... ancak..."
Hany dehşete kapılmış, ona bakıyordu. Filch gözüne hiç bu kadar deli görünmemişti. Gözleri yerinden fırlamıştı, gevşek ve sarkık yanaklarından birine bir tik musallat olmuştu, ekose eşarbın da faydasını göremiyordu.
"Madem öyle... git... tek kelime söyleme... o değil ya... ama okumadınsa eğer... git şimdi, Peeves'in raporunu yazmam gerek... git..."
Şansına hayret eden Harry odadan ok gibi fırladı, koridoru geçti ve yukarı çıktı. Filch'in odasından ceza yemeden çıkmak bir tür okul rekoruydu herhalde.
"Harry! Harry! İşe yaradı mı?"
Neredeyse Kafasız Nick, bir sınıftan çıkıp kayarcasına geldi. Harry onun arkasında büyük bir siyah ve altın rengi dolabın enkazını görüyordu. Çok yüksekten düşmüş gibiydi.
Nick hevesle, "Peeves'i tam Filch'in odasının üstünde yere çarpsın diye ikna ettim," dedi. "Dikkatini çeler diye düşündüm..."
Harry şükranla, "Sen miydin o?" diye sordu. "Evet, işe yaradı, ceza bile almadım. Teşekkürler, Nick!"
Birlikte koridorda yürümeye koyuldular. Harry, Neredeyse Kafasız Nick'in, Sir Patrick'in ret mektubunu hâlâ elinde tuttuğunu fark etti.
"Keşke Kafasızlar Avı konusunda senin için yapabileceğim bir şey olsa," dedi.
Neredeyse Kafasız Nick birden olduğu yerde durdu, Harry de dosdoğru onun içinden geçti. Keşke geçmeseydim diye düşündü. Buz gibi bir duşa girmekten farksızdı.
Nick heyecanla, "Ama benim için yapabileceğin bir şey var," dedi. "Harry - çok fazla şey mi istemiş olurum yoksa - ama hayır, istemezdin..."
"Ne ama?"
"Eh işte, bu Cadılar Bayramı benim beş yüzüncü ölüm günüm," dedi Neredeyse Kafasız Nick, dikleşerek ve vakur bir görünüm takınarak.
"Ah," dedi Harry. Üzgün mü, yoksa mutlu mu görünmesi gerektiğinden emin değildi. 'Tamam."
"Geniş zindanlardan birinde parti veriyorum. Ülkenin her yanından dostlar gelecek. Sen katılabilirsen benim için öyle bir şeref olur ki. Mr Weasley ile Miss Granger'ın da başımın üstünde yeri var, tabii - ama siz herhalde şölene gideceksiniz." Endişeyle bekliyordu.
"Hayır," dedi Harry hemen, "gelirim..."
"Aziz dostum! Harry Potter benim Ölüm Günü Parti'mde. Ve," durakladı, çok heyecanlı görünüyordu. "Sir Patrick'e beni ne kadar korkutucu ve etkileyici bulduğundan söz edebilir misin acaba?"
'Ta... tabii," dedi Harry.
Neredeyse Kafasız Nick, ağzı kulaklarında ona baktı.
Harry nihayet üstünü değiştirip ortak salonda onunla Ron'a katılınca, Hermione hevesle, "Bir Ölüm Günü Partisi, ha?" dedi. "Bahse girerim ki böyle bir partiye gittiğini söyleyebilecek çok az kişi vardır - müthiş olacak!"
İksir ev ödevinin yarısında olan Ron, hırçın hırçın, "İnsan niye öldüğü günü kutlamak istesin ki?" diye sordu. "Bana çok iç karartıcı geliyor..."
Yağmur, şimdi mürekkep siyahı olan pencere camlarını hâlâ dövüyordu, ama içeride her şey pırıl pırıldı, neşeliydi. Şöminenin alevleri, insanların oturmuş okuduğu, konuştuğu, ev ödevlerini yaptığı yumuşacık koltuklara yansımıştı. Fred ve George ise, bir Semender’e Filibuster Maytabı yedirilirse ne olacağını anlamaya çalışıyorlardı. Fred, cırtlak turuncu, ateşte yaşayan kertenkeleyi bir Sihirli Yaratıkların Bakımı sınıfından çalmıştı. Semender şimdi, meraklı insanlar yumağıyla çevrilmiş olarak bir masa üzerinde için için yanıyordu.
Harry tam Ron ve Hermione'ye Filch ile Şipşak Büyü kursundan söz edecekti ki, Semender birden havaya vınladı. Deli gibi odanın etrafında dönenirken gürültülü kıvılcımlar ve çat çut sesleri çıkarıyordu. Percy'nin Fred ve George'a sesi kısılana kadar avaz avaz bağırışı, Semender'in ağzından yağmur gibi yağan mandalina rengi yıldızların görkemli gösterisi ve buna eşlik eden patlamalar hem Filch'i, hem de Şipşak Büyü'yü Harry'nin aklından uzaklaştırdı.
Cadılar Bayramı geldiğinde, Harry, Ölüm Günü Partisi'ne gitmek için düşüncesizce söz verdiğine çoktan pişman olmuştu. Okulun geri kalanı mutluluk içinde Cadılar Bayramı şölenini bekliyordu. Büyük Salon hor zamanki gibi canlı yarasalarla donatılmıştı. Hagrid'in muazzam balkabaklarının içleri oyulmuş, üç kişinin ,girip oturabileceği fenerler haline getirilmişlerdi. Dumbledore'un eğlence olsun diye, dans eden bir iskelet topluluğuyla anlaştığı yolunda söylentiler vardı.
Hermione bir patron edasıyla Harry'yi uyardı: "Söz sözdür, Harry ölüm Günü Partisi'ne gideceğim dedin bir kere."
Böylece, saat yedide Harry, Ron ve Hermione ağzına kadar dolu, altın tabaklar ve mumlarla davet edici bir şekilde pırıl pırıl parlayan Büyük Salon'un kapısını es geçtiler ve onun yerine zindanlara doğru yürüdüler.
Neredeyse Kafasız Nick'in partisine giden geçidin iki yanına da mumlar dizilmişti. Ama bunlar şen bir hava yaratmaktan çok uzak, uzun, ince, kapkara mumlardı. Hepsi parlak mavi bir alevle yanıyor ve çocukların yaşayan yüzlerine bile loş, hayaletimsi bir ışık vurduruyordu. Harry titreyip cüppesine sıkıca sarınırken, bin tırnağın muazzam bir karatahtayı tırmalamasından çıkıyora benzeyen bir ses duydu.
Ron, "Buna müzik mi diyorlar yoksa?" diye fısıldadı. Bir köşeyi döndüler ve siyah kadife perdeler asılı bir kapıda duran Neredeyse Kafasız Nick'i gördüler.
"Sevgili dostlarım," dedi yas tutar bir havayla, "hoş geldiniz, hoş geldiniz... gelebilmenize o kadar sevindim ki..."
Tüylü şapkasını çıkarıp reverans yaparak onları içeri aldı.
İnanılmaz bir manzaraydı. Zindan yüzlerce inci beyazı, saydam insanla doluydu. Çoğu, kalabalık dans pistinin etrafında uçuyor ve kara perdeli bir platformdaki orkestranın çaldığı otuz müzikal testereden çıkan korkunç, titrek sesle vals yapıyordu. Tepedeki avizedeki bin kara mumdan gece mavisi bir ışık geliyordu. Solukları önlerinde sis gibi yükseliyordu: Bir buzluğa girmek gibiydi.
Ayaklarını ısıtmak isteyen Harry, "Etrafa bir göz atalım mı?" diye sordu.
Ron kaygılı bir edayla, "Kimsenin içinden geçmemeye dikkat edin," dedi. Dans pistinin etrafından dolaştılar. Bir grup kasvetli rahibenin, zincirlerle bağlı pejmürde bir adamın ve başından ok çıkan bir şövalyeyle konuşan şen şakrak Hufflepuff hayaleti Şişman Keşiş'in yanından geçtiler. Harry hayaletlerin, girişi kan lekeleriyle kaplı, sıska, gözünü dikip bakan Slyterin hayaleti Kanlı Baron'un çok uzağından görünce şaşırmadı.
Hermione birden durarak, "Ah, hayır," dedi. "Geri dönün, geri dönün. Mızmız Myrtle'la konuşmak istemiyorum..."
Çabucak arkaya dönüp giderlerken Harry, "Kim?" dedi.
"Birinci kattaki kızlar tuvaletinin hayaleti, orayı mesken tutmuş."
"Bir tuvaleti mi mesken tutmuş?"
"Evet. Bir süredir bozuk, çünkü ikide bir sinir krizi geçiriyor ve orayı su bastırıyor. Ben oraya elimden geldiğince gitmezdim zaten, o yüzünüze karşı feryat ederken tuvalete girmek acayip zor..."
"Bak, yemek!" dedi Ron.
Zindanın öbür tarafında, gene siyah kadife örtülü uzun bir masa vardı. Hevesle yaklaştılar, ama bir an sonra dehşet içinde oldukları yerde kalakaldılar. Koku hayli iğrençti. Güzel gümüş tabaklara büyük, kokmuş balıklar yerleştirilmiş, kömür karası pastalar tepsilere yığılmıştı; kurtlanmış koca bir tabak sakatat yemeği ile kürkümsü yeşil bir küfle kaplanmış bir dilim peynir de vardı. Şeref mevkiinde ise mezar taşı biçiminde, kurşuni renkte muazzam bir pasta duruyordu. Üzerine katran gibi bir kremayla şunlar yazılmıştı:
Sir Nicholas de Mimsy Porpington 31 Ekim 1492'de öldü
Harry, tostoparlak çömelmiş halde masaya yaklaşan bir hayaleti hayretler içinde gözledi. Hayalet, kokmuş som balıklarından birinin içinden geçecek şekilde ağzını açmıştı.
Harry ora, "İçinden geçerken tadını alabiliyor musunuz?" diye sordu.
Hayalet hüzünlü bir şekilde, "Hemen hemen," dedi ve kayıp gitti.
Hermione, bilmiş bilmiş, "Sanırını daha güçlü bir tadı olsun diye kokmaya bırakmışlar” dedi. Bir yandan da burnunu tutarak çürük saknfat yemeğini görmek için üstüne eğiliyordu.
Ron, "İlerleyelim mi?" dedi. "Midem bulandı."
Ancak tam dönmüşlerdi ki, küçük bir adam bir hamlede masanın altından fırladı ve tam karşılarında havada durdu.
Harry dikkatli bir şekilde, "Selam, Peeves," dedi. Çevrelerindeki hortlakların aksine, Peeves, solgun ve saydamın tam tersi bir kılıktaydı. Parlak turuncu bir parti şapkası takmıştı, yerinde dönen bir papyon kravatı vardı. Geniş, kötücül yüzünde de koca bir tebessüm.
"Kuruyemiş ister misiniz?" diye sordu tatlı tatlı, onlara bir kâse mantarlı fıstık uzatarak.
"Hayır, teşekkürler," dedi Hermione.
Peeves, gözleri fıldır fıldır oynayarak, "Zavallı Myrtle'dan söz ettiğini duydum," dedi. "Zavallı Myrtle için kaba şeyler söyledin." Derin bir nefes alıp böğürdü. "OYY! MYRTLE!"
Hermione, deli gibi, "Ah hayır, Peeves," diye fısıldadı. "Ona neler söylediğimi söyleme, sahiden çok üzülür. Onu kastetmemiştim zaten, ona bir itirazım yok - şey... selam, Myrtle."
Bir kızın tıknaz hayaleti kayıp gelmişti. Harry'nin gördüğü en üzgün yüzü, düz saçlar ve kalın, incili gözlüğün arkasında yarı yarıya saklamıştı.
"Ne?" dedi, somurtkan bir edayla.
Hermione sahte ve tiz bir sesle, "Nasılsın, Myrtle?" dedi. "Seni tuvalet dışında görmek ne güzel."
Myrtle burnunu çekti.
Peeves sinsi sinsi Myrte'ın kulağına, "Miss Granger az önce senden bahsediyordu," dedi.
Hermione gözlerinden ateşler saçarak Peeves'e baktı. "Sadece şey diyordurr... şey... bu gece ne kadar güzel göründüğünü."
Myrtle kuşkuyla Hermione'yi süzdü. Küçük, saydam gözlerine gümüşi yaşlar dolarken, "Benimle alay ediyorsun," dedi.
"Hayır - doğru söyüyorum - az önce Myrtle'ın ne güzel göründüğünü söylemedim mi?" dedi Hermione, Harry ile Ron'un kaburgalarını acıtacak gibi dürterek.
"Ah, evet..." "Dedi ya..."
"Bana yalan söylemeyin," diye hıçkırdı Myrtle, şimdi yaşlar yüzünden aşağı sel gibi akıyor, Peeves de omzunun üstünden bakıp kıkır kıkır gülüyordu. "İnsanların arkamdan benim için neler dediğini bilmiyorum mu sanıyorsunuz? Şişko Myrtie! Çirkin Myrtle! Mutsuz, mızmız, mıymıntı Myrtie!"
Peeves kulağına, "Sivilceli'yi unuttun," dedi. Mızmız Myrtle ıstıraplı hıçkırıklara boğuldu ve zindandan kaçtı. Peeves de ardından fırlayarak onu küflü fıstık yağmuruna tuttu. Bir yandan da bağırıyordu: "Sivilceli! Sivilceli!"
"Hey Tanrım," dedi Hermione hüzünle. Neredeyse Kafasız Nick şimdi kalabalığın içinden onlara doğru kayıyordu. "Eğleniyor musunuz?" "Ah, evet” diye yalan söylediler. "Doğrusu katılım hiç de kötü sayılmaz," dedi Neredeyse Kafasız Nick iftiharla. "Dertli Dul kalkıp ta Kent'ten geldi... Eh, artık konuşmamı yapmanın vakti geldi sanırım. Gideyim de orkestrayı uyarayım..."
Ancak orkestra tam o anda çalmayı kesti. Bir av borusu çalarken onlar ve zindandaki herkes sustu, heyecanla etraflarına bakınmaya koyuldular.
Neredeyse Kafasız Nick, acı acı, "İşte buyrun," dedi.
Zindan duvarından, her birinin sıranda kafasız bir binicinin bulunduğu bir düzine at fırlayıp çıktı. Hazır bulunanlar alkışladı. Harry de tam alkışlamaya başlayacakken, Nick'in yüzündeki ifadeyi görünce hemen kesti.
Atlar dörtnala dans pistinin ortasına gelip durdu, şaha kalkıp öne atıldılar ve sakallı kafası kolunun altında olan öndeki iriyarı bir hayalet boruyu çalarak aşağı atladı. Kalabalığın üzerinden görebilmek için kafasını havaya kaldırdı (herkes güldü) ve yeniden boynunun üstüne bastırarak uzun adımlarla Neredeyse Kafasız Nick'in yanına geldi.
"Nick!" diye gürledi. "Nasılsın? Kafan hâlâ sarkıp duruyor mu orda?"
Hohhoho diye canı yürekten bir kahkaha attı ve Neredeyse Kafasız Nick'in omzuna vurdu.
Nick resmiyetle, "Hoş geldin, Patrick," dedi.
Patrick ise Harry, Ron ve Hermione'yi görmüştü. Çok şaşırmış gibi sahte bir sıçrayışla havaya yükselerek, "Canlı canlı insanlar!" dedi. Öyle sıçradı ki başı yeniden düştü (kalabalık, uluya uluya güldü).Neredeyse Kafasız Nick kapkara bir edayla, "Çok komik," dedi.
Sir Patrick'in başı yerden, "Nick'e aldırmayın!" diye bağırdı. "Ava katılmasına izin vermedik diye hâlâ canı sıkkın! Ama ne diyeyim - adama baksanıza -"
Nick'in anlamlı bir bakış attığı Harry, "Bence," dedi telaşla, "Nick çok korkutucu ve... şey."
"Ha!" diye feryat etti Sir Patrick'in başı. "Bahse girerim senden bunu söylemeni istemiştir!"
Neredeyse Kafasız Nick, "Herkes dikkatini benim üstümde toplarsa," dedi, "konuşma yapma vaktim geldi!" Platforma yürüyüp çıktı, buz mavisi bir projektör ışığının içine girdi.
"Benim müteveffa, matemi tutulmuş lordlarım, leydilerim ve centilmenler, büyük bir üzüntüyle..."
Ama kimse sonrasını duymadı. Sir Patrick ile Kafasızlar Avı'nın geri kalan üyeleri bir Kafa Hokeyi oyunu başlatmışlardı, kalabalık da izlemek için dönüyordu. Neredeyse Kafasız Nick dinleyicilerinin ilgisini yeniden çekmek için boşa çaba harcadı, ama Sir Patrick'in kafası alkışlar arasında yanından geçip gidince vazgeçti.
Harry artık çok üşümüştü, üstelik de acıkmıştı.
Ron, orkestra yeniden çalmaya başlayıp hayaletler yeniden dans pistine çıkınca, "Buna daha fazla dayanamayacağım," diye mırıldandı, dişleri takırdayarak.
Harry ona hak verdi: "Hadi gidelim."
Onlara bakan herkese başlarıyla selam verip gülümseyerek geri geri kapıya doğru gittiler. Bir dakika sonra da kara mumlarla dolu geçitten telaşla geçiyorlardı.
Ron umutla, "Puding bitmemiş olabilir," dedi. Önlerine düşmüş, Giriş Salonu'nün merdivenlerine doğru gidiyordu.
Ve Harry o zaman sesi duydu.
"... deş... parçala... öldür..."
Aynı sesti, Lockhart’ın odasında duyduğu o soğuk,canice ses.
Sendeleyerek durdu, taş duyar? tutunarak var gücüyle dinledi. Çevresine bakındı, loş geçidi boydan boya gözden geçirdi.
"Harry, ne olu...?"
"Gene o ses - susun bir dakika -"
"... öyyyle açım... öyle uzun zamandır.."
Harry ısrarla, "Dinleyin!" dedi. Ron ve Hermione donup kalarak onu gözlediler.
"... öldür... öldürme vakti..."
Ses giderek uzaklaşıyordu. Harry onun hareket edip gittiğinden, yukarı çıktığından emindi. Karanlık tavana bakarken korku ve heyecan karışımı bir duyguya kapıldı: Nasıl olur da yukan çıkardı? Taş tavanların etkilemediği bir hortlak mıydı?
"Buradan," diye bağırdı ve merdivenlerden yukarı, Giriş Salonu'na doğru koşmaya başladı. Burada bir şey duymaya çalışmak umutsuzdu, Büyük Salon'dan Cadılar Bayramı şöleninin uğultusu yansıyordu. Harry mermer merdivenlerden birinci kata koştu, Ron ve Hermione arkasından takırdıyorlardı. "Harry, biz neyin -" "HİŞŞT!" Harry duymaya çalıştı. Uzaklardan, bir üst kattan,gittikçe hafifleyen sesi duydu: "... Kan kokusu alıyorum... KAN KOKUSU ALIYORUM!"
Harry'nin midesi sıkıştı. "Birini öldürecek!" diye bağırdı, Ron ve Hermione'nin şaşkın yüzlerini görmezden gelerek bir sonraki merdivenin basamaklarını üçer üçer çıktı, bir yandan da kendi ayak seslerinin ötesini dinlemeye çalışıyordu.
Harry, peşinde hızlı hızlı soluk alan Ron ve Hermione ile, ikinci katın tamamını hızla dolaştı ve bir köşeyi dönüp son, ıssız geçide gelene kadar durmadı.
Ron, yüzündeki teri silerek, "Harry, neyin nesiydi bu?" diye sordu. "Ben hiçbir şey duymadım..."
Ama Hermione birden hızla içini çekti ve koridorun aşağısını işaret etti.
"Bakın!"
İlerdeki duvarda bir şey parlıyordu. Yavaşça, karanlıkta etrafı kollayarak yaklaştılar. Duvarın iki pencere arasında kalan kısmına, koskoca harflerle, meşalelerin alevinde titreşip duran bir şeyler yazılmıştı.
SIRLAR ODASI AÇILDI. VARİSİN DÜŞMANLARI, KENDİNİZİ KOLLAYIN.
"O da ne öyle - altında asılı olan ne?" dedi Ron, sesi titreyerek.
Daha yakına gelirlerken Harry az daha kayıp düşüyordu. Yerde koca bir su gölcüğü vardı. Ron ve Hermione onu tuttu, mesaja doğru yavaş yavaş ilerledir. Gözlen, mesajın altındaki kara bir gölgeye dikilmişti.
Üçü birden ne olduğunu aynı anda fark etti ve üçü birden bir şapırtıyla geriye sıçradı.
Hademenin kedisi Mrs Norris, meşale halkasına kuyruğundan asılmıştı. Tahta gibi sertti, gözleri faltaşı gibi açılmış bakıyordu.
Birkaç saniye kıpırdamadılar. Sonra Ron, "Gidelim burdan," dedi.
Harry, sıkıntıyla, "Yardım etmeye çalışmamız gerekmez mi?" diye sordu.
"İnan bana," dedi Ron. "Bizi burada bulmalarını istemeyiz."
Ama çok geç kalmışlardı. Uzaklardan gelen ve gök gürültüsünü andıran bir uğultu, onlara şölenin sona erdiğini anlattı. Durdukları koridorun iki tarafından merdivenleri çıkan yüzlerce ayağın sesi ile, doymuş insanların keyifli konuşmaları geliyordu. Bir an sonra ise öğrenciler her iki yanından geçide dalmışlardı.
Bütün o gevezelik, koşuşturma, gürültü, öndekıler asılı kediyi görünce bir anda kesildi. Harry, Ron ve Hermione koridorun ortasında tek başlarına kalakalmışlardı, susan öğrenciler tüyler ürpertici manzarayı görmek için önlerindekileri itiyorlardı.
Derken birisi sessizliğin ortasında haykırdı.
"Varisin düşmanları, kendinizi kollayın! Sıra sizde, Bulanıklar!"
Draco Malfoy'du. İte kaka kalabalığın önüne gelmişlerdi, hareketsiz kedi manzarası karşısında sırıtırken soluk gözleri canlanmış, genelde kansız olan yüzü kızarmıştı.

GeCeLeR
12-10-2006, 01:37 AM
BÖLÜM 9 - Duvardaki Yazı

"Neler oluyor burda? Neler oluyor?"
Besbelli Malfoy'un haykırışı üzerine olay yerine yönelen Argus Filch, kalabalığı yara yara geldi. Derken Mrs Norris'i gördü ve geri çekildi, dehşet içinde ellerini yüzüne kapattı.
"Kedim! Kedim! Mrs Norris'e ne oldu?" diye feryat etti.
Ve faltaşı gibi açılmış gözleri Harry'ye takıldı.
"Sen!" diye acı acı bağırdı. "Sen! Kedimi öldürdün! Onu sen öldürdün! Seni öldüreceğim! Ben..."
"Argus!"
Dumbledore, arkasında öğretmenlerden bazılarıyla olay yerine gelmişti. Hemen Harry, Ron ve Hermione'nin yanından geçerek Mrs Norris'i meşale halkasından çözdü.
"Benimle gel, Argus," dedi Filch'e. "Siz de Mr Potter, Mr Weasley, Miss Granger."
Lockhart hevesle öne çıktı.
"En yakını benim odam, Müdürüm - hemen üst katta - lütfen kendinizi evinizde..."
"Teşekkür ederim, Gilderoy," dedi Dumbledore.
Sessiz kalabalık, geçsinler diye açıldı. Heyecanlanmış görünen ve kendini önemseyen Lockhart, Dumbledore'un arkasından seğirtti. Profesör McGonagall ile Profesör Snape de öyle.
Lockhart'ın karanlık odasına girerlerken duvarlarda pıtır pıtır bir hareket sezildi. Harry, resimlerdeki Lockhart'lardan birkaçının, saçları bigudili halde sıvıştığını gördü. Gerçek Lockhart ise masasındaki mumları yakarak geriye çekildi. Dumbledore, Mrs Norris'i cilalı yüzeye yatırıp muayene etmeye koyuldu. Harry, Ron ve Hermione birbirlerine tedirgin bakışlar atarak, mum ışığı havuzunun dışındaki iskemlelere çöküp izlemeye koyuldular.
Dumbledore'un uzun, kemerli burnunun ucu Mrs Norris'in kürkünden iki santim kesti . Yarım aygözlükleriyle ona yakından bakıyor, parmaklarıyla dürtüyor, yokluyordu. Profesör McGonagall da kedinin aşağı yukarı onun kadar yakınına eğilmiş, gözleri kısık, bakıyordu. Snape, yarısı gölgede kalmış, onların arkasında dikiliyordu, yüzünde çok tuhaf bir ifade vardı: Sanki gülümsememek için kendini zor tutuyor gibiydi. Lockhart ise etraflarında dönüp duruyor, boyuna tavsiyelerde bulunuyordu.
"Onu öldüren kesinlikle bir lanet - herhalde Transmogrifya İşkencesi'dir. Kullanıldığını birkaç kez gördüm, orda olmayışım ne yazık. Tam da onu kurtarabilecek karşılaneti bilirken..."
Lockhart'ın lafları, Filch'in kuru, kederli hıçkırıklarıyla kesiliyordu. Filch masanın yanındaki bir iskemleye yığılmıştı, ellerini yüzüne kapatmıştı, Mrs Norris'e bakamıyordu. Harry ondan o kadar nefret ettiği halde, biraz olsun acımaktan kendini alamadı. Ama kendisine acıdığı kadar değil, çünkü Dumbledore Filch'e inanırsa, onu okuldan atardı, burası kesin.
Şimdi Dumbledore garip sözler mırıldanıyor ve Mrs Norris'e asasıyla vuruyordu, ama hiçbir şey olmuyordu. Kedi, sanki az önce içi doldurulmuş gibi görünmeyi sürdürdü.
"... Buna çok benzer bir şeyin Uagadugu'da olduğunu hatırlıyorum," dedi Lockhart, "bir dizi salgın; hikâyenin tamamı otobiyografimdedir. Kasaba halkına çeşitli tılsımlar dağıttım, bu da meseleyi hemen çözdü..."
O konuşurken duvarlardaki Lockhart fotoğrafları da onaylarcasına kafalarını sallıyorlardı. Birisi saçındaki fileyi çıkarmayı unutmuştu.
Sonunda Dumbledore doğruldu.
Yumuşak bir sesle, "Ölü değil, Argus," dedi.
Engel olduğu cinayetleri sayan Lockhart birden durdu.
"Ölü değil mi?" diye hıçkırdı Filch, parmaklarının arasından Mrs Norris'e bakarak. "Ama niye böyle kasktı ve donmuş?"
"Taş haline getirilmiş," dedi Dumbledore ("Ah! Ben de öyle düşünmüştüm!" dedi Lockhart). "Ama nasıl, bilemiyorum..."
"Ona sor!" diye feryat etti Flich, kızarmış ve yaşlarla ıslanmış yüzünü Harry'ye çevirerek.
Dumbledore kesinlikle, "Hiçbir ikinci sınıf öğrencisi bunu yapamaz," dedi. "Bu en ileri türden Karanlık Büyü..."
Şişkin yüzü mosmor hale gelen Filen, "Yaptı, o yaptı!" diye tükürükler saçtı. "Duvara ne yazdığını gördün! Benim... odamda şey buldu... biliyor... benim şey olduğumu..." Filch'in yüzü korkunç bir şekle girdi. "Benim Kofti olduğumu biliyor."
Harry, duvardaki Lockhart'ta dahil, herkesin ona bakıyor olmasının verdiği rahatsızlık içinde, "Ben Mrs Norris'e elimi bile sürmedim!" dedi yüksek sesle. "Ve Kofti'nin ne olduğunu da bilmiyorum."
"Palavra!" diye hırladı Filch. "Şipşak Büyü mektubumu gördü!"
Snape, gölgelerin içinden, "Konuşmama izin varsa, Müdür Bey," deyince, Harry'nin içindeki kötü bir şeyler olacak duygusu arttı. Snape'in söyleyeceği hiçbir şeyin ona hayrı dokunmayacağından emindi.
Snape, dudağı hafif bir alaycı gülüşle bükülür gibi olurken, "Potter ve arkadaşları sadece yanlış zamanda yanlış yerde bulunmuş olabilirler," dedi. "Ama burda gerçekten de şüphe uyandırıcı koşullarla karşı karşıyayız. Üst kat koridorunda ne işleri vardı? Niye Cadılar Bayramı şöleninde değillerdi?"
Harry, Ron ve Hermione hep birlikte Ölüm Günü Partisi'ni açıklamaya koyuldular: "... yüzlerce hayalet vardı, hepsi size orada olduğumuzu söyler..."
Snape, kara gözleri mum ışığında parıldayarak, "Peki, niye daha sonra şölene katılmadınız?" diye sordu. "Niye o koridora gittiniz?"
Ron ve Hermione, Harry'ye baktı.
"Çünkü... çünkü..." dedi Harry, kalbi gümbür gümbür atarak. İçinden bir şey oraya bedensiz bir ses tarafından götürüldüğünü iddia etmenin kulağa çok abartılı geleceğini söylüyordu. Başka kimsenin değil, bir tek onun duyduğu bir ses. "Çünkü yorgunduk ve yatmak istiyorduk," dedi.
Snape, sıska yüzünde muzaffer bir tebessüm pırpır ederek, "Yemek yemeden mi?" diye sordu. "Hayalet partilerinde canlı insanlara göre yemekler ikram edildiğini sanmazdım".
Ron yüksek sesle, "Aç değildik," dedi, tam o anda karnı guruldadı.
Snape'in pis gülüşü yüzüne yayıldı.
"Müdür Bey, bence Potter gerçeği tam olarak söylemiyor. Bize bütün hikâyeyi anlatana kadar bazı ayrıcalıklardan yoksun bırakılması iyi bir fikir olabilir. Ben şahsen, dürüstçe konuşmaya hazır olana kadar onun Gryffindor Quidditch takımından çıkarılması gerektiğini sanıyorum."
Profesör McGonagall, sert sert, "Yok canım, Severus," dedi. "Çocuğun Quidditch oynamasını engellemek için bir neden göremiyorum. Bu kedinin başına süpürgeyle vurulmamış. Potter'ın yanlış bir şey yaptığı konusunda bir kanıt yok."
Dumbledore, Harry'ye içini okumak istermiş gibibakıyordu. Pırıl pırıl açık mavi bakışı, Harry'de röntgene girmiş duygusu uyandırdı.
Kararlı bir şekilde, "Suçluluğu kanıtlanana kadar masumdur, Severus," dedi.
Snape öfkeden deliye dönmüş gibiydi. Flitch de öyle.
Gözleri yerinden uğrayarak, "Kedimi taşa çevrildi!" diye haykırdı. "Birine ceza verildiğini görmek istiyorum!"
Dumbledore sabırla, "Onu tedavi edebiliriz, Argus," dedi. "Madam Sprout kısa süre önce birtakım Adamotlan elde etti. Onlar normal boylarına varır varmaz, Mrs Norris'i yeniden canlandıracak bir iksir yaptıracağım."
Lockhart, "Ben yaparım," diye atıldı. "En az yüz kere yapmış olmalıyım. Uykumda bile yaparım Adamotu İyileştirme Sıvısı'nı..."
"Pardon," dedi Snape buz gibi bir sesle, "ama sanırım bu okulun İksir hocası benim."
Tuhaf bir sessizlik oldu.
Dumbledore Harry, Ron ve Hermione'ye, "Gidebilirsiniz," dedi.
Koşmadan ne kadar hızlı gidebilirlerse o hızla uzaklaştılar. Lockhart'ın odasının bir kat yukarısına vardıklarında da boş bir sınıfa girip kapıyı yavaşça arkalarından kapadılar. Harry, gözlerini kısarak arkadaşlarının kararmış yüzlerini süzdü.
"Duyduğum sesten söz etse miydim dersiniz?"
Ron hiç tereddüt etmeden, "Hayır," dedi. "Başkahiç kimsenin duymadığı sesler duymak hayra alamet değildir, büyücüler dünyasında bile."
Ron'un sesindeki bir şey Harryi rahatsız etti. "Bana inanıyorsun, değil mi?"
Ron hemen, 'Tabii inanıyorum," dedi. "Ama... kabul et ki garip..."
"Garip olduğunu biliyorum. Baştan aşağı garip. Duvardaki o yazı ne demek istiyordu? Oda açıldı... ne demek bu?"
Ron yavaş yavaş, "Biliyor musun, ben sanki bunu duydum," dedi. "Sanırım birisi bir vakitler Hogwarts'ta bir gizli oda olduğundan söz etmişti... Bill olabilir..."
"Ya Kofti de ne demek oluyor?" diye sordu Harry.
Ron kıs kıs gülmesine zor engel olunca da, şaşırdı.
"Eh... yani aslında komik değil ama, Filch olduğu için... Bir Kofti, büyücü ailesinde doğan, ama sihirli gücü olmayan kişidir. Muggle doğumlu büyücülerin tersi gibi bir şey. Ama Kofti'lere çok az rastlanır. Eğer Filch bir Şipşak Büyü kursundan sihir öğrenmeye çalışıyorsa, evet, Kofti olmalı. Bu da birçok şeyi açıklar. Örneğin, öğrencilerden niye bu kadar nefret ettiğini." Ron kendinden memnun bir şekilde gülümsedi. "Çekemiyor."
Bir yerlerde bir saat çaldı.
"Gece yarısı," dedi Harry. "Snape gelip de bize başka bir suç kondurmaya kalkışmadan yatmaya gitsek iyi olacak."
Birkaç gün okulda herkes sadece Mrs Norris'e yapılan saldırıdan söz etti. Filch, onun saldırıya uğradığı yerde volta vurarak kimsenin olayı unutmamasını sağladı. Sanki saldırganın geri döneceğini düşünür gibiydi. Harry onu duvardaki mesajı "Mrs Skover'ın Her İşe Yarayan Sihirli Kir Çıkartıcısı"yla silerken görmüştü. Ama ne fayda! Kelimeler taşın üzerinde eskicide olduğu gibi parıldayıp duruyordu. Filch suç mahallini gözaltında tutmadığı zaman da kan çanağı gibi gözlerle koridorlarda sinsi sinsi dolaşıyor, hiçbir şeyden kuşkulanmayan öğrencilerin üstüne atlayıp onları "yüksek sesle nefes almak" ve "mutlu görünmek" gibi nedenlerle cezalandırmaya çalışıyordu.
Ginny Weasley, Mrs Norris'in başına gelenlerden çok rahatsız olmuştu. Ron'a bakılırsa, kedileri çok severdi.
Ron ona moral vermek istercesine, "Bahse girerim ki sen Mrs Norris'i aslında pek tanımamıştın," demişti. "Doğru söylüyorum, onsuz hayatı daha iyi." Ginny'nin dudakları titremeye başlamıştı. "Böyle şeyler Hogwarts'ta sık sık olmaz," diye güvence verdi Ron ona. "Bunu yapan kaçığı yakalayacaklar ve hemen buradan uzaklaştıracaklar. Umarım, okuldan atılmadan önce Filch'i de taşlaştıracak vakti olur. Şaka ediyorum..." diye ekledi Ron bir acele, çünkü Ginny'nin beti benzi atmıştı.
Saldırı Hermione'yi de etkilemişti. Gerçi zamanın çoğunu okumakla geçirmek Hermione için alışılmış bir şeydi, ama şimdi başka bir şey yapmaz hale gelmişti neredeyse. Harry ve Ron ona nesi olduğunu sorduklarında da pek bir cevap aiamıyorlardı. Ertesi çarşamba anladılar nesi olduğunu.
Harry İksir dersinden geç çıktı, Snape onu sınıfta tutup sıralardaki tüp solucanlarını kazıtmıştı. Çabucak yemek yedikten sonra kitaplıkta Ron'u bulmaya gitti. O sırada Bitkibilim dersindeki Hufflepuff lı çocuk Justin Finch Fletchiey'nin karşıdan geldiğini gördü. Harry tam selam vermek için ağzını açmıştı ki, Justin onu gördü, anında geri döndü ve hızla ters yönde uzaklaştı.
Harry, Ron'u kitaplığın arka tarafında, Sihir Tarihi ev ödevini ölçerken buldu. Profesör Binns "Avrupalı Büyücülerin Ortaçağ Toplantısı" üzerine bir metrelik bir kompozisyon istemişti.
"İnanmıyorum, hâlâ yirmi santimn kısa..." dedi Ron öfkeyle. Parşömeninin ucunu bıraktı, o da yeniden kıvrılıp tomar oldu. "Ve Hermione tam yüz kırk santim yazdı, üstelik de yazısı küçüktür."
"Nerde o?" dedi Harry, metreyi alıp kendi ev ödevinin tomarını açarak.
Ron raflar arasında bir yere işaret etti. "Oralarda bir yerde. Başka bir kitap arıyor. Bence Noel'den önce bütün kitaplığı bitirmeye niyetli."
Harry ona, Justin Finch Fletchley'nin nasıl kendisinden kaçtığını anlattı.
"Neden aldırıyorsun, bilmem, ben hep onun biraz salak olduğunu düşünmüşümdür." Ron bir yandan da, yazısını mümkün olduğu kadar büyüterek harıl harıl yazıyordu. "Saçmalayıp duruyordu, yok Lockhart harikaymış da, yok bilmem ne..."
Hermione kitap rafları arasından ortaya çıktı. Sinirli görünüyordu, ama neyse ki sonunda onlarla konuşacak hale geldi.
Harry ve Ron'un yanına oturarak, "Hogwarts: Bir Tarih'in bütün kopyaları dışarda," dedi. "İki haftalık da bir kelime listesi var. Keşke benimkini evde bırakmasaydım, ama bütün o Lockhart kitapları varken sandığa sığdıramadım."
"Niye istiyorsun ki?" dedi Harry. "Herkes neden istiyorsa ondan. Sırlar Odası efsanesini okumak için."
Harry hemen, "O da ne?" dedi. Hermione dudağını ısırdı. "İşte mesele de burda ya. Hatırlayamıyorum. Ve hikâyeyi de başka hiçbir yerde bulamıyorum..."
Ron saatine baktı ve çaresiz bir halde, "Hermione," dedi, "n'olur kompozisyonunu okuyayım."
Hermione birden sertleşti. "Hayır, vermem. Bitirmek için tam on günün vardı."
Zil çaldı. Ron ve Hermione atışa çekişe öne geçip Sihir tarihi dersinin yolunu tuttular.
Sihir Tarihi, dersi programlarındaki en ruhsuz dersti. Derse Profesör Binns de hayalet olan tek öğretmen giriyordu. Sınıflarındaki tek heyecanlı şey, sınıfa karatahtada . v^esinden ibaretti. Çoğu kişi çok yaşlı ve buruş buruş Binns'in öldüğünü fark etmediğini söylerdi.
Binns ders vermek için ayağa kalkmış, bedenini öğretmenler odası şöminesinin önündeki koltukta bırakmıştı. Günlük temposu bundan sonra da hiç mi hiç değişmemişti.
Bugün de her zamanki kadar sıkıcıydı. Profesör Binns notlarını açtı ve eski bir elektrikli süpürge gibi yavan, yeknesak bir sesle okumaya başladı. Derken sınıftaki hemen hemen herkes sersemleşti. Bazen bir isim ya da tarihi yazmalarına yetecek kadar bir süreyle kendilerine geliyor ve sonra da yeniden uykuya dalıyorlardı. Profesör yarım saattir konuşuyordu ki, daha önce hiç görülmedik bir şey oldu. Hermione elini kaldırdı.
Profesör Binns, 1289 Uluslararası Büyücüler Konvansiyonu üzerine öldüresiye kasvet verici bir nutkun orta yerinde kafasını kaldırıp ona baktı.
"Miss... şey..."
"Granger, Profesör," dedi Hermione, berrak bir sesle. "Acaba bize Sırlar Odası hakkında bir şeyler anlatabilir misiniz diye merak ediyordum."
Ağzı açık oturmuş, pencereden dışarısını seyreden Dean Thomas zıplayarak branşından kurtuldu. Lavender Brown başını kollarından kaldırdı, Neville'in dirseği sıradan kaydı.
Profesör Binns gözlerini kırpıştırdı.
Kuru, hırıltılı sesiyle, "Benim dersim Sihir Tarihi," dedi. "Ben olgularla uğraşırım, Miss Granger, mitler ve efsanelerle değil." Tebeşir kırılır gibi küçük bir sesle boğazını temizleyip devam etti: "O yılın eylül ayında, Sarclonyalı büyücülerden oluşan bir alt komite..."
Kekeleyerek durdu. Hermione'nin eli gene havada sallanıyordu. "Miss Granger?" "Lütfen, efendim, efsanelerin temeli hep olgulardadeğil midir?"
Profesör Binns ona öyle hayıetle bakıyordu ki, Harry daha önce diri ya da ölü hiçbir öğrencinin onun sözünü kesmediğinden emin oldu.
Profesör Binns ağır ağır, "Şeyy," dedi, "evet sanırım böyle bir iddiada bulunulabilir." Hermione'ye, sanki daha önce hiçbir öğrenciyi doğru dürüst görmemiş gibi baktı. "Ancak, sözünü ettiğiniz efsanî son derece sansasyonel, hatta gülünç bir hikâye..."
Ama şimdi bütün sınıf Profesör Binns'in her kelimesini can kulağıyla dinliyordu. Domuş gözlerle hepsine baktı, hepsinin yüzü ona çevriliydi. Horry onun böylesine sıradışı bir ilgi gösterisi karşısında neye uğradığını şaşırmasını anlayabiliyordu.
Yavaşça, "Ah, evet..." dedi. "Bir bakayım... Sırlar Odası..."
"Tabii, hepiniz Hogwarts'ın bin yılı aşkın süre önce -tam tarihi bilinmiyor- dönemin en büyük cadıları ve büyücüleri tarafından kurulduğunu biliyordunuz. Dört okul binasına onların adı verildi: Godric Gryffindor, Helga Hufflepuff, Rowena Ravenclaw ve Salazar Slytherin. Bu şatoyu birlikte yaptılar, meraklı Muggle gözlerinden uzakta. Çünkü o çağ, sıradan insanlar sihirden korktuğu, cadılarla büyücülerin de fazlasıyla cezalandırıldığı bir çağdı."
Durup, sulanmış göllerini odada gezdirdi ve devam etti: "Kurucular birkaç yıl uyum içinde çalıştılar, sihre yatkınlık gösteren gençler bulup onları eğitmek için şatoya getirdiler. Ama sonra aralarında anlaşmazlık çıktı. Slytherin ile diğerler: arasındaki uçurum büyümeye başladı. Slytherin, Hogwarts'a kabul edilen öğrenciler konusunda daha seçici davranılmasını istiyordu. Sihir öğreniminin sadece özbeöz sihirbaz aileler arasında kalması gerektiğine inanı 'ordu. Muggle anne babası olan çocukları almaktan hoşlanmıyordu, çünkü onların güvenilir olduklarına inanmıyordu. Bir süre sonra bu konu üzerinde Slytherin ile Gryffindor arasında ciddi bir tartışma patlak verdi ve Slytherin okuldan ayrıldı."
Profesör Binns yeniden duraklayarak dudaklarını büzdü, kırışmış yaşlı bir tosbağaya benziyordu.
"Güvenilir tarihsel kaynaklar bu kadarını söylüyor, ama bu dürüst olgular, Sırlar Odası'nın gerçekdışı efsanesinin gölgesinde kaldı. Hikâyeye bakılırsa, Slytherin şatoda gizli bir oda inşa etmişti ve diğerleri bu konuda hiçbir şey bilmiyordu.
"Efsaneye göre, Slytherin, kendi hakiki vârisi okula gelene kadar başka kimse açamasın diye Sırlar Odasını mühürledi. Oda'nın mührünü ancak vâris açabilecek, içerdeki dehşeti o dışarı salıverecek ve bununla, okulu sihir çalışmaya layık olmayanlardan arındıracaktı."
O, hikâyeyi anlatmayı bitirince bir sessizlik oldu, ama bu, Profesör Binns'in sınıflarını dolduran o bildik, uykulu sessizlik değildi. Herkeb bir şeyler daha anlatır diye umarak ona bakmayı sürdürürken, havada tedirginlik seziliyordu. Profesör Binns biraz sinirlenmiş görünüyordu.
"Saçmalığın daniskası, elbette," dedi. "Okul, doğal olarak, böyle bir odanın varlığım kanıtlamak için en bilgin cadılar ve büyücüler tarafından defalarca arandı. Böyle bir oda yok. Kolay aldananları korkutmak için anlatılan bir hikâye."
Hermione'nin eli yeniden havaya kalkmıştı. "Efendim - içerdeki dehşet'le neyi kastediyorsunuz?"
Profesör Binns kuru, ıslık gibi sesiyle, "Onun sadece Slytherin'in vârisinin kontrol edebileceği bir tür canavar olduğuna inanılıyor," dedi.
Sınıftaki öğrenciler birbirlerine kaygılı bakışlar attı. "Söylüyorum size, öyle bir şey yok," dedi Profesör Binns, notlarını karıştırarak. "Oda da yok, canavar da." "Ama efendim," dedi Seamus Finnigan, "eğer Oda sadece Slytherin'in vârisi tarafından açılacaksa, başka hiç kimse de onu bulamayacak demektir, değil mi?"
Profesör Binns kızgın bir tonla, "Saçmalık, O'Fla-herty," dedi. "Eğer onca Hogwarts müdürü ve müdiresi onu bulmayı beceremediyse..."
"Ama Profesör," dedi incecik bir sesle Parvati Patil, "onu açmak için Kara Büyü lazım herhalde..."
"Bir büyücünün Kara Büyü kullanmaması, kullanamadığı anlamına gelmez, Miss Pennyfeather," diye cevabı yapıştırdı Profesör Binns. "Tekrar ediyorum, eğer Dumbledore gibileri..."
"Ama belki de Slytherin'le akraba olmak gerekiyordur," diye başladı Dean Thomas, "bu yüzden de Dumbledore..." Ama artık Profesör Binns'in canına yetmişti.
"Bu kadarı yeter," dedi sert bir edayla. "Bu bir mit! Böyle bir şey yok! Slytherin'in değil oda, gizli bir süpürge dolabı inşa ettiği konusunda bile kanıt yok, hem de hiç! Size böyle aptalca bir hikâye anlattığıma pişman oldum! Mübaadenizle artık tarihe dönelim! Somut, inanılır, doğrulanabilir olgulara."
Beş dakika içinde sınıf her zamanki uyuşukluğuna dalıp gitmişti.
Dersin sonunda hınca hınç koridorlardan geçmeye çalışırlarken, Ron, "Salazar Slytherin'in yaşlı bir kaçık olduğunu biliyordum," dedi Harry ve Hermione'ye. Akşam yemeğinden önce çantalarını bırakacaklardı. "Ama bu safkan işini onun başlattığından haberim yoktu. Bana para verseler onun binasında olmam. Doğru söylüyorum, eğer Seçmen Şapka beni Slytherin'e koymaya çalışsaydı, ilk trenle dosdoğru eve dönerdim."
Hermione hararetle başını salladı, ama Harry bir şey söylemedi. Birden berbat bir durguyla midesi kasılmıştı.
Harry daha önce Ron'a da, Herrmione'ye de Seçmen Şapka'nın ciddi ciddi onu Slytherin'e koymayı düşündüğünü söylememişti. Daha dünmüş gibi, bir yıl önce
Şapka'yı başına koyduğunda kulağına konuşan küçük sesi hatırlıyordu.
"Biliyor musun, büyük usta olabilirsin sen, hepsi kafanın içinde, Slytherin de büyük ustalık yolumla çok şey kazandırabilir sana..."
Ama Slytherin binasının kara büyücüler çıkarma konusundaki şöhretini zaten duymuş olan Harry, umutsuzca şöyle düşünmüştü: "Slytherin olmasın!" Sonra da Şapka demişti ki: "Eh, öyle istiyorsun madem... Gryffindor..."
Kalabalıkla sürüklenirlerken, yanlarından Colin Creevey geçti.
"Merhaba, Harry!"
"Selam, Colin," dedi Harry otomatik olarak.
"Harry, Harry - sınıfımda bir çocuk diyor ki sen..."
Ama Colin öyle küçüktü ki, onu Büyük Salon'a doğru atan insan seline karşı koyamadı. "Görüşürüz, Harry!" diye ciklediğini duydular. Sonra da gitti.
Hermione, "Sınıfındaki çocuk senin hakkında ne diyormuş acaba?" dedi merakla.
"Herhalde Slytherin'in vârisi olduğumu," dedi Harry, midesi daha da beter kasıldı. Justin Finch Fletchley'nin öğle yemeği vaktinde ondan nasıl kaçtığını hatırlamıştı.
Ron tiksintiyle, "Buradakiler de her şeye inanır," dedi.
Kalabalık seyrekleşti, bir sonraki merdiveni rahatça çıktılar.
Ron, "Gerçekten bir Sırlar Odası var mı dersin?" diye sordu Hermione'ye.
Kız kaşlarını çattı. "Bilmiyorum. Dumbledore Mrs Norris'i tedavi edemedi. Bu da aklıma, ona saldıranın şey olmadığını getiriyor... insan..."
O konuşurken bir köşeyi döndüler ve kendilerini saldırının olduğu koridorun sonunda buldular. Durup baktılar. Sahne tıpkı o geceki gibiydi, ama artık meşale halkasından sarkan kaskatı bir kedi yoktu. Üzerinde "Oda açıldı" yazan duvarın önünde boş bir sandalye duruyordu.
Ron, "Filch orada nöbet tutuyor," diye mırıldandı.
Birbirlerine baktılar. Koridor boştu.
Harry, çantasını yere koyarak, "Bir göz atmanın zararı olmaz," dedi. Dizlerinin üstünde sürünerek ipucu aramaya koyuldu.
"Yanık işaretleri!" dedi. "Burda - ve burda..."
"Gel de şuna bak!" dedi Hermione. "Ne tuhaf..."
Harry ayağa kalkıp, duvardaki mesajın yanındaki pencereye gitti. Hermione en üstteki camı işaret ediyordu. Yirmi kadar örümcek, besbelli camdaki küçük bir çatlaktan dışarı çıkmak için koşuşturuyordu. Uzun, gümüşümsü bir bağ, sanki hepsi dışarı çıkma telaşı içinde ona tırmanmış gibi, ip misali sarkmıştı.
Hermione hayretle, "Örümceklerin hiç böyle davrandığını gördün mü?" diye sordu.
"Hayır," dedi Harry. "Ya sen, Ron? Ron?"
Omzunun üstünden geriye baktı. Ron adamakıllı geri çekilmiş duruyordu, koşup kaçma güdüsüne karşı direnir gibiydi.
"N'oldu?" diye sordu Harry.
Ron gergin bir halde cevap verdi: "Örümceklerden... hiç... hoşlanmam."
Hermione şaşkınlıkla Ron'a baktı. "Bundan hiç haberim yoktu. Defalarca iksirlerde örümcek kullandın..."
Ron, pencereden başka her yere bakmaya özen göstererek, "Ölü oldukları zaman aldırmıyorum," dedi. "Hareket ediş şekilleri hoşuma gitmiyor..."
Hermione kıkırdadı.
"Hiç de komik değil," dedi Ron, öfkeyle. "İlle de öğrenmek istiyorsan, ben üç yaşındayken Fred oyuncak... oyuncak ayımı kocaman iğrenç bir örümceğe dönüştürdü. Çünkü oyuncak süpürgesini kırmıştım. Ayına sarılırken birden bir sürü bacağı olsa senin de hoşuna gitmezdi..."
Titreyerek sustu. Hermione belli ki hâlâ gülmemeye çalışıyordu. Konuyu değiştirmekte isabet olacağını hisseden Harry, "Yerdeki suyu hatırlıyor musunuz?" dedi. "O nereden gelmişti? Biri kurulamış."
Kendini toparlayarak birkaç adım atan Ron, "Buradaydı," dedi. Filch'in iskemlesini geçmiş, eliyle işaret ediyordu. "Bu kapıyla aynı hizada."
Pirinç kapı tokmağına uzandı, ama birden yanmış gibi elini geri çekti.
"N'oldu?" dedi Harry.
"Oraya giremeyiz. Kızlar tuvaleti."
Ayağa kalkıp onun yanına gelen Hermione, "Hadi, Ron," dedi. "Orada kimse olmaz ki. Orası Mızmız Myrtle'ın yeri. Hadi gelin, bir bakalım."
Ve "Tuvalet Bozuk" yazısına aldırmadan kapıyı açtı.
Harry'nin görüp göreceği en kasvetli, kederli tuvaletti burası. Büyük, çatlak ve lekeli bir aynanın altında bir sıra çentik çentik taş lavabo vardı. Yerler ıslaktı, şamdanlarında ağır ağır yanan küçücük kalmış birkaç mumdan gelen sönük ışığı yansıtıyorlardı. Tuvaletlere giden tahta kapılar pul pul kalkmıştı, çizilmişti. Bir tanesi menteşelerinden sarkıyordu.
Hermione parmağını dudaklarına götürdü ve sondaki tuvalete doğru yürüdü. Oraya gidince, "Selam, Myrtle," dedi. "Nasılsın?"
Harry ile Ron da bakmaya gittiler. Mızmız Myrtle, tuvaletin sifonu üzerinde uçarak, çenesindeki bir sivilceyle oynuyordu.
Ron ve Harry'ye kuşkuyla bakarak, "Burası kızlar tuvaleti," dedi. "Onlar kız değil."
"Hayır," diye durumu kabul etti Hermione. "Ben onlara sadece burasının... hımm... ne kadar güzel olduğunu göstermek istedim."
Elini belli belirsiz şekilde, pis eski aynayla ıslak yerlere doğru salladı.
Harry "Bir şey görüp görmediğim sor," dedi.
"Ne fısıldıyorsun sen öyle?" dedi Myrtle, ona bakarak.
Harry çabucak, "Hiçbir şey," dedi. "Biz şeyi sormak istemiştik..."
Myrtle, ağladı ağlayacak bir sesle, "Keşke insanlar arkamdan konuşmaktan vazgeçseler!" dedi. "Benim de duygularım var, biliyorsunuz, ölü bile olsam."
"Myrtle, kimse seni üzmek istemiyor” dedi Hermione. "Harry sadece..."
"Kimse beni üzmek istemiyor, ha! Buna bayıldım işte!" diye bağırdı Myrtle. "Burada hayatım tam bir ıstırap içinde geçti ve şimdi de insanlar gelmiş, ölümümü mahvediyor!"
Hermione hemen, "Biz sana son zamanlarda burada tuhaf bir şeyler görüp görmediğini sormak istemiştik," dedi. "Çünkü Cadılar Bayramı'nda bu tuvaletin kapısının önünde bir kedi saldırıya uğramış."
"O gece buralarda birini gördün mü?" dedi Harry.
Myrtle dramatik bir edayla cevap verdi: "Dikkat etmiyordum. Peeves beni öyle üzdü ki, buraya geldim ve kendimi öldürmeye çalıştım. Tabii o zaman da hatırladım ki ben... ben..."
"Zaten ölüsün," dedi Ron, yardımcı olmak isteyen bir edayla.
Myrtle trajik bir hıçkırık koyuverdi, havada yükseldi, döndü ve tepesi üstü tuvalete daldı. Hepsinin üstüne su sıçratarak gözden kayboldu. Bastırmaya çalıştığı hıçkırıkların yönünden, U kıvrımının oralarda bir yerde durduğu anlaşılıyordu.
Harry ve Ron ağızları açık bakakaldılar. Ama Hermione bezgin bezgin omuzlarını silkti. "Doğruyu söylemek gerekirse, bu, Myrtle'ın neşeli anlarından biriydi... Hadi, gelin."
Harry, Myrtle'in suya boğulmuş hıçkırıklarının üstüne kapıyı henüz tam olarak çekmemişti ki, yüksek perdeden bir ses üçünün de yerlerinden sıçramalarına yol açtı.
"RON!"
Percy Weasley, sınıf başkanı rozeti pırıl pırıl, yüzünde gerçekten şoka girmiş bir insanın ifadesiyle, merdivenlerin başında kalakalmıştı.
"Orası kızlar tuvaleti!" dedi soluk soluğa. "Sen orada ne..."
Ron, "Şöyle bir bakıyordum," diye omuzlarını silkti. "Anlarsırı ya, ipuçları..."
Percy, Harry'ye Mrs Weasley'yi fena halde hatırlatan bir şekilde şişti.
"Oradan - hemen - çekil -" dedi, uzun adımlarla onlara doğru geldi. Kollarını sallayarak üçünü önüne katü. "Gören ne der, aldırmıyor musun? Herkes akşam yemeğindeyken dönüp buraya gelmek..."
Olduğu yerde durup gözlerinden şimşekler saçarak Percy'ye bakan Ron hararetle, "Niye burda olmayacakmışız?" dedi. "Dinle, o kediye parmağımı bile dokundurmadım ben!"
Percy öfkeyle, "Ben de Ginny'ye öyle dedim," dedi. "Ama hâlâ senin okuldan atılacağını düşünüyor. Onu hiç bu kadar üzgün görmemiştim, ağla ağla gözleri çıkacak. Onu düşünebilirdin, bütün birinci sınıflar bu iş yüzünden gereğinden fazla heyecanlandı..."
Kulakları kızarmaya başlayan Ron, "Senin Ginny'ye aldırdığın yok," dedi. "Sen sadece Öğrenciler Başkanı olma şansını yitirmekten korkuyorsun."
Percy ters ters, "Gryffindor'dan beş puan!" dedi. Bir yandan da rozetine dokunuyordu. "Umarım bu sana ders olur! Dedektifliği bırak, yoksa anneme yazarım!”
Dönüp gitti, onun ensesi de Ron'un kulakları kadar kırmızıydı.
Harry, Ron ve Hermione o gece ortak salonda Percy den mümkün olduğu kadar uzak koltuklar seçtiler. Ron hâlâ çok sinirliydi, Muska ev ödevinde mürekkep lekeleri bırakıp duruyordu. Onlan çıkarmak için dalgın dalgın elini asasına uzatınca, asa parşömeni alevler içinde bıraktı. Üstünden, neredeyse ev ödevinden çıktığı kadar dumanlar çıkan Ron, Temel Büyüler Kitabı, ikinci Sınıfı pat diye kapattı. Hermione de, Harry'yi şaşırtarak onu izledi.
Yumuşak bir sesle, sanki az önce yapmakta oldukları bir konuşmayı devam ettiriyormuş gibi, "Kim olabilir ama?" dedi. "Kim bütün Kofti'lerle anne babası Muggle olanların Hogwarts'tan çıkarılmasını isteyebilir?"
"Düşünelim bakalım," dedi Ron, yapmacık bir hayretle. "Anne babası Muggle olanlara pislik gözüyle bakan kimi tanıyoruz?"
Hermione'ye baktı. Hermione de ona, ama ikna olmuş görünmüyordu.
"Eğer Malfoy'dan söz ediyorsan..."
"Tabii ki ondan söz ediyorum! Duymadın mı ne dedi? 'Sıra sizde, Bulanıklar!' Hadi canım, o olduğunu anlamak için pis, fare suratına bakmak yeter..."
Hermione kuşkuyla, "Slytherin'in vârisi Malfoy, ha!" dedi.
Harry de kitaplarını kapattı. "Ailesine baksana," dedi. "Hepsi Slytherin'de okumuş, bununla övünüp duruyor. Babası da yeterince kötü."
"Sırlar Odası'nın anahtarı yüzyıllardır onlarda olabilir!" dedi Ron. "Babadan oğula geçiyordur..."
Hermione ihtiyatla, "Eh," dedi. "Sanırım mümkün..."
Harry umutsuzca, "İyi de, nasıl kanıtlayacağız?" diye sordu.
"Bir yolu olabilir." Hermione daha da alçak sesle konuşuyordu, odanın karşı tarafındaki Percy'ye bir göz attı. "Zor, tabii. Ve tehlikeli, çok tehlikeli. Sanırım elli tane falan okul kuralım ihlal etmek gerekecek."
Ron sinirlenmişti. "Eğer bir ay içinde falan açıklama isteği duyarsan, bize de haber verirsin, değil mi?" dedi.
Hermione soğuk bir edayla cevap verdi: "Peki öyleyse. Bize gereken şey, Slytherin ortak salonuna gidip biz olduğumuzu anlamadan Malfoy'a birkaç soru sormak."
Ron gülerken Harry, "Ama bu imkânsız, Hermione," dedi.
"Hayır, değil. Bize sadece biraz Çok Özlü İksir lazım, hepsi bu."
"O da ne?" dedi Ron ve Harry bir ağızdan.
"Snape birkaç hafta önce sınıfta sözünü etti."
"İksir'de Snape'i dinlemekten başka yapacak şeyimiz yok mu sanıyorsun?" diye mırıldandı Ron.
"Seni başka birine dönüştürüyor. Düşünün bir! Üç Slytherin'li öğrenciye dönüşebiliriz. Kimse biz olduğumuzu anlamaz. Malfoy da bize her şeyi söyler herhalde. Orda olup duyabilsek, belki şu anda bile Slytherin ortak salonunda bunları söyleyip övünüyordur."
Ron kaşlarım çattı. "Bence bu Çok Özlü İksir işinde bir bityeniği var," dedi. "Ya sonsuza kadar üç Slytherin'li görünümünde kalırsak?"
Hermione sabırsızlıkla elini salladı. "Bir süre sonra geçiyor. Ama reçeteyi elde etmek zor olacak. Snape bunun Fevkalade Muktedir îksirler diye bir kitapta olduğunu söylemişti. Kitaplığın Kısıtlı Bölümü'nde olması gerekir."
Kısıtlı Bölüm'den kitap almanın tek yolu vardı: Bir öğretmenin yazılı iznini götürmeliydiniz.
Ron, "Aslında kitabı niye isteyeceğimizi anlamak zor," dedi. "Eğer iksirlerden birini yapmaya çalışmaya-caksak..."
"Bence," dedi Hermione, "kendimize sadece teoriyle ilgileniyormuş süsü verirsek, bir şansımız olabilir..."
"Hadi canım, hiçbir öğretmen inanmaz buna," dedi Ron. "Basbayağı kalın kafalı olması gerek..."

GeCeLeR
12-10-2006, 01:37 AM
ONUNCU BÖLÜM
Serseri Bludger

Profesör Lockhart, cinperi felaketinden beri sınıfa canlı şeyler getirmiyordu. Onun yerine onlara kitaplarından bölümler okuyor, bazen de daha dramatik bölümleri oynatıyordu. Bu yeniden canlandırmalar için kendine yardımcı olarak da genellikle Harry'yi seçiyordu. Harry şimdiye kadar, kurbanı olduğu Boşboğaz Lanet'ter Lc Hit-trt sayesinde kurtulan basit bir Transilvanya köylüsünü, kafasını üşütmüş bir Yeti'yi ve Lockhart onu .a 'ikilendiğinden beri kıvırcık salata dışında bir şey yememiş bir vampiri oynamak zorunda kalmıştı.
Bir sonraki Karanlık Sanatlara Karşı Savunma dersinde bu sefer de ******** rolü oynamak için kendini sınıfın önüne çeke çeke çıkarılmış buldu. Lockhart'ın keyifi olmasını istemek için çok geçerli bir nedeni olmasa, bunu yapmayı reddedecekti.
“Yüksek sesle güzel bir uluma, Harry - hah şöyle -ve sonra, inanır mısınız bilmem, üstüne çullandım - işte böyle - yere yapıştırdım -gördüğünüz gibi - tek elle onu yerde tutmayı becerdim - ötekiyle de asamı gırtlağına dayadım - sonra geri kalan kuvvetimi topladım ve acayip karmaşık Homorfus Büyüsü'nü yaptım - açması bir inilti çıkardı - devam et, Harry - daha yüksek - bu - kürkü yok oldu - tırnakları büzüldü - ve yeniden bir adama döndü. Basit ama etkin - ve bir köy daha beni sonsuza kadar, onları her ay ******** saldırılarının dehşetinden kurtaran kişi olarak hatırlayacak."Zil çalınca Lockhart ayağa kalktı.
"Ödev: Wagga Wagga ********ını yenişim üzerine bir şiir yazın! En iyi kompozisyonun sahibine Sihirli Ben'in imzalı kopyaları!"
Öğrenciler çıkmaya başladı. Harry sınıfın arkasına, Ron ve Hermione'nin onu bekledikleri yere döndü.
"Hazır mıyız?" diye mırıldandı.
Hermione sinirli sinirli, "Herkes gidene kadar bekleyin," dedi. "Şimdi."
Elinde bir kâğıt parçasını sıkı sıkı tutarak Lockhart'in masasına yaklaştı. Harry ve Ron hemen arkasındaydı.
"Şey... Profesör Lockhart?" diye kekeledi. "Ben kitaplıktan bu... bu kitabı almak istiyordum. Sadece bilgi edinmek üzere okumak için." Eli hafifçe titreyerek kâğıdı uzattı. "Ama mesele şu ki, kitaplığın Kısıtlı Bölümü'nde. Bir öğretmenin imzasına ihtiyacım var - eminim ki bu kitap sizin Gulyabanilerle Gezip Tozmakta, etkisini ağır ağır gösteren zehirler konusunda dediklerinizi anlamama yardımcı olacak..."
Lockhart, "Gulyabanilerle Gezip Tozmak ha!" dedi,
Hermione'den notu alarak ona ağzı kulaklarında gülümsedi. "Belki de en sevdiğim kitabım. Hoşuna gitti mi?"
"Ah, evet," dedi Hermione hevesle. "Hele sonuncu gulyabaniye çay süzgeciyle kapan kurmanız ne kadar akıllıca..."
"Eh, sanırım kimse benim bu yılki en iyi öğrencime biraz iltimas geçmeme karşı çıkmaz” dedi Lockhart dostça ve devasa bir tavuskuşu tüyü çıkardı. Ron'un yüzündeki tiksinme ifaç esini yanlış yorumlayarak, "Evet," diye devam etti, “Güzel, değil mi? Genellikle kitap imzalamak için sakların ama..."
Kâğıda koskoca, kıvrımlı bir imza atıp Hermione'ye geri verdi.
Hermione beceriksiz parmaklarla notu katlayıp çantasına koyarken de, "Eh, Harry," dedi Lockhart. "Demek yarın sezonun ilk Quidditch maçı var, öyle mi? Gryffindor-Slytherin maçı sanırım. Senin yararlı bir oyuncu olduğunu duydum. Ben de bir Arayıcı'ydım. Milli Takım denemelerine çağırıldım ama, hayatımı Karanlık Güçlerin ortadan kaldırılmasına adamaya karar verdim. Gene de, eğer biraz özel antrenmana ihtiyacın olursa, lütfen çekinmeden söyle. Aynı derecede iyi olmayan oyunculara bildiklerimi aktarmak beni hep memnun eder..."
Harry'nin boğazından ne idüğü belirsiz bir ses yükseldi, sonra da Ron ve Hermione'nin arkasından, bir acele, odadan çıktı.
Ucu nottaki imzayı inceleri rken, "İnanmıyorum”dedi Harry. "Hangi kitabı istediğimize bakmadı bile."
"Beyinsiz bir rezil de ondan," dedi Ron. "Ama kime ne, istediğimizi elde ettik ya."
Kitaplığa doğru koşarcasına giderlerken, Hermione tiz bir sesle, "Beyinsiz bir rezil değil işte," dedi.
"Bu yılki en iyi öğrencisi olduğunu söyledi diye..." Kitaplığın her şeyi saran sükûnetine girince seslerini alçaktılar.
Kitaplık görevlisi Madam Pince zayıf, sinirli bir kadındı, yeterince beslenmemiş bir akbabayı andırırdı.
"Fevkalade Muktedir iksirler mi?" diye tekrarladı kuşkuyla, bir yandan da notu Hermione'nin elinden almaya çalışıyordu. Ama Hermione bırakmıyordu.
Soluk soluğa, "Bende kalabilir diye umuyordum,"dedi.
Ron notu onun elinden kurtarıp Madam Pince'in önüne doğru iterek, "Hadi ama," dedi. "Sana başka bir imza alırız. Lockhart her şeyi imzalar, yeter ki imzalayabileceği kadar bir süre sabit kalsın."
Madam Pince, sanki sahte olduğundan endişe ediyormuş gibi, notu ışığa tuttu. Ama not bu sınavdan geçti. Azametle yürüyüp yüksek raflar arasında kaybolan Madam Pince, birkaç dakika sonra büyük ve küflüymüş gibi görünen bir kitabı taşıyarak geri döndü. Hermione kitabı dikkatle çantasına yerleştirdi. Çok hızlı yürümemeye ya da suçlu görünmemeye özen göstererek kitaplıktan çıktılar.
Beş dakika sonra gene Mızmız Mrytle'ın bozuk tuvaletinde üslenmişlerdi. Hermione, Ron'un itirazlarını,buranın aklı başında bir kimsenin geleceği son yer olduğunu söyleyerek çürütmüştü. Yani, kendi kendilerine kalacakları kesindi. Mızmız Myrtle kendi tuvaletinde gürültüyle ağlıyordu, ama onlar ona aldırmıyordu, o da onlara.
Hermione Fevkalade Muktedir iksirleri dikkatle açtı, üçü de nemli ve benekli sayfaların üstüne eğildiler. Daha ilk bakışta, kitabın neden Kısıtlı Bölüm'de olduğu belliydi. İksirlerden bazıları, düşünmesi bile insanı neredeyse korkutacak cinsten tüyler ürpertici sonuçlara yol açıyordu. Üstelik kitapta pek nahoş çizimler de vardı. İçlerinden biri, içi dışına çıkmışa benzeyen bir adamı, biri de başından birkaç çift fazladan kol bacak çıkmış bir cadıyı gösteriyordu.
Hermione, üzerinde Çok Özlü iksir yazan sayfayı bulunca, heyecanla, "İşte," dedi. Başka bir insana dönüşmenin ortasında olan insanların çizimleriyle süslüydü. Harry ressamın onların yüzündeki büyük acıyı hayal etmiş olmasını gönülden diledi.
Reçeteye bakarlarken, Hermione, "Bu gördüğüm en karmaşık iksir," dedi. Sonra da mırıldanarak parmağını malzeme listesinden aşağı doğru indirdi. "Zarkanatlı sinekler, sülükler, hardalotu ve çobandeğneği. Eh, bunlar yeterince kolay, hepsi öğrenci dolabında var, oradan alabiliriz. Ayy, bakın, iki boynuzlu bir atın boynuzunun tozu - bunu nereden buluruz, bilmiyorum... Yüzülmüş doğranmış kanguru derisi - bu da nazik bir konu - ve tebii kime dönüşmek istiyorsan ondan bir parça."
Ron sertçe, "Pardon?" diye sordu. "Ne demek İstiyorsun yani, kime dönüşmek istiyorsan ondan bir parça diye? İçinde Crabbe'nin ayak tırnakları olan hiçbir şeyi içecek değilim..."
Hermione sanki onu duymamış gibi devam etti. "Ama henüz bu konuda dertlenmemize gerek yok, çünkü onları en son içine atıyoruz."
Ron nutku tutulmuş halde Harry'ye döndü, ama onun da başka sıkıntısı vardı.
"Ne kadar çok şey çalmak zorunda kalacağımızın farkında mısın, Hermione? Yüzülmüş doğranmış kanguru derisi; bu kesinlikle öğrenci dolabında yoktur. Ne yapacağız yani, Snape'in özel stokundan almak için odasına mı gireceğiz? Bilmiyorum, bu iyi bir fikir mi ama..."
Hermione kitabı pat diye kapattı.
"Eh, eğer ikiniz ödleklik edecekseniz, mesele yok," dedi. Yanaklarında pespembe lekeler vardı, gözleri de her zamankinden parlaktı. "Ben kurallara karşı çıkmak istemiyorum, anlıyorsunuz ya. Sadece ana babası Muggle olanları tehdit etmenin, zor bir iksir kaynatmaktan çok daha kötü olduğunu düşünüyorum. Ama eğer siz vâris Malfoy mu, değil mi öğrenmek istemiyorsanız, şimdi dosdoğru Madam Pince'e gider ve kitabı geri.."
Ron, "Senin bizi kurallara karşı gelmeye ikna edeceğin günü göreceğimi hiç sanmazdım," dedi. "Pekâlâ, yapıyoruz. Ama ayak tırnağı yok, tamam mı?"
Daha mutlu görünen Hermione kitabı yeniden açarken, Harry, "Yapmak ne kadar alacak, peki?” diye sordu.
"Eh, hardalotunu dolunayda toplamak gerektiğine, zarkanatlı sineklerin de j irini bir gün ağır ağır pişmesi gerektiğine göre... bir ayda hazır olur sanırım, eğer bütün malzemeleri bulabilirsek."
"Bir ay mı?" dedi Ron. "Bir ayda Malfoy okuldaki Muggle ana babalılanr yarısına saldırabilir!" Hermione'nin gözlerinin yeniden tehlikeli bir şekilde kısıldığını görünce hemen ekledi: "Ama elimizdeki en iyi plan bu, öyleyse tam gaz diyorum."
Ancak, Hermione tuvaletten çıkmaları için yol açıkmı diye kontrol ederken, Ron gene de Harry'ye fısıldadı. "Eğer yarın Malfoyu süpürgesinden düşürebilirsen işi çok daha sorunsuz hallederiz."
Harry cumartesi sabahı erkenden uyandı ve bir süre yatarak o günkü Quidditch maçını düşündü. Sinirliydi, özellikle Gryffindor kaybederse Wood'un ne yapacağı düşüncesi onu rahatsız ediyordu. Ama altının satın alabileceği en hızlı yarış süpürgelerine binmiş bir takımla karşı karsıya gelme fikri de yeterince sinir bozucuydu. Slytherin'i yenmeyi hiç bu kadar istememişti. İçi çalkalanarak yarım saat orada yattıktan sonra kalktı, giyindi ve erkenden kahvaltıya indi. Gryffindor takımının geri kalanını orada buldu, uzun boş bir masada kafa kafaya vermiş oturuyorlardı. Gergin görünüyorlar, pek konuşmuyorlardı.
Saat on bire gelirken, bütün okul Quidditch stadyumuna doğru yola koyuldu. Bunaltıcı bir gündü, havada fırtına kokusu vardı. Harry tam soyunma odasına girerken, Ron ve Hermione koşarak ona şans dilemeye geldiler. Takım, parlak kırmızı Gryffindor cüppelini giydi. Sonra da Wood'un maç öncesi hep yaptığı moral verici konuşmayı dinlemek için oturdular.
Wood, "Siymerin'in bizimkilerden iyi süpürgeleri vAr, diye söze başladı, "bunu inkâra gerek yok. Ama bizin süpürgelerimizin üstünde daha iyi adamlar var. Onlardan iyi çalıştık, her türlü havada uçtuk -" ("Bak bu doğru," diye mırıldandı George Weasley. "Ağustostan beri doğru dürüst kuruyamadım") "- ve onları o küçük sümüklü Malfoy'u parayla takımlarına aldıklarına pişman edeceğiz."
Coşkuyla göğsü kabaran Wood, Harry'ye döndü.
"Arayıcı olmak için sadece zengin bir babanın yetmediğini onlara göstermek sana kalıyor, Harry. Ya o Snitch'i Malfoy'dan önce yakala, ya da denerken öl, Harry, çünkü bugün kazanmamız gerekiyor, kazanmalıyız"
"Yani herhangi bir baskı yok, Harry," dedi Fred, göz kırparak.
Sahaya çıkarlarken büyük bir gürültüyle karşılandılar; daha çok lehte tezahürat, çünkü Ravenclaw ve Hutflppuff da Slytherin'in yenilmesini çok istiyordu. Ne var ki kalabalıktaki Slytherin'ler gene de yuhalan ve ıslıklarının duyulmasını sağladılar. Quidditch hocası Madam Hooch, Flint ve Wood'dan el sıkışmalarını istedi. Onlar da birbirlerine tehdit edici bakışlar atıp, birbirlerinin elini gereğinden biraz daha fazla sıkarak bunu yaptılar.
"Ben düdük çalınca," dedi Madam Hooch, "üç... iki... bir..."
Kalabalığın bağırtısı onlara hız verirken, on dört oyuncu kurşuni gökyüzüne doğru yükseldi. Harry hepsinden yükseğe uçarak Snitch'i bulmak için çevreyi taradı.
Malfoy, süpürgesinin hızını göstermek istermiş gibi ok misali onun altından geçerken, "Keyfin yerinde mi, Yaralı Kafa?" diye haykırdı.
Harry'nin cevap verecek vakti yoktu. Tam o anda ağır, kara bir Bludger hızla üzerine geliyordu. Öyle ucu ucuna kaçtı ki, geçerken saçını sıyırdığını hissetti.
"Ucuz atlattın, Harry!" dedi George, sopası elinde onun yanından şimşek gibi geçerken. Bludger'ı Slytherin'e gerisin geri göndermeye hazırlanıyordu. Harry onun Bludger'a Adrian Pucey yönünde güçlü bir darbe vurduğunu gördü. Ama Bludger havada yön değiştirdi ve gene, dosdoğru Harry'ye geldi.
Harry ondan kaçınmak için hemen aşağı indi, George da Malfoy'a doğru hızla vurmayı başardı. Bludger gene bir bumerang gibi yarı yolda döndü ve Harry'nin başına doğruldu.
Harry hızını artırıp şimşek gibi sahanın öbür ucuna yollandı. Bludger'ın, arkasından ıslık çalarak geldiğini duyabiliyordu. Neler oluyordu? Bludger'lar asla böyle bir oyuncu üzerinde yoğunlaşmazdı. Onların görevi,mümkün olduğu kadar çok kişiyi süpürgesinden düşürmeye çalışmaktı.
Fred Weasley diğer uçta Bludger'ı bekliyordu. O, topa bütün kuvvetiyle vururken, Harry kafasını eğdi, Bludger'ın yönü değişti.
Fred sevinçle, "İşini gördük!" diye bağırdı, ama yanılıyordu. Sanki mıknatısla Harry'y e çekiliy örmüş gibi Bludger bir kez daha onun ardından hamle etti, Harry de son sürat kaçmak zorunda kaldı.
Yağmur başlamıştı. Harry ağır damlaların yüzüne düştüğünü hissediyordu, gözlüğü ıslanıyordu. Oyunun geri kalanında neler olup bittiği konusunda en ufak bir fikri yoktu. Ta ki, maçı anlatan Lee Jordan'ın, "Slytherin sıfıra karşı altmış puanla önde," dediğini duyana kadar.
Slytherin'lerin üstün süpürgeleri görevlerini yerine getiriyordu besbelli. Bu arada çılgın bludger da Harry'yi düşürmek için elinden geleni yapıyordu. Fred ve George şimdi iki yandan onun o kadar yakınından uçuyorlardı ki, Harry harman döver gibi havada savrulan kollardan başka bir şey göremiyordu. Snitch'i de değil yakalama, görme şansı bile elde edememişti.
Fred, "Birisi - bu - Bludgerla - oynamış -" diye homurdanarak, sopasını var gücüyle yeniden Harry'ye bir saldırı düzenleyen Bludger'a savurdu.
George, hem Wood'a işaret etmeye, hem de Bludger'm Harry'nin burnunu kırmasını önlemeye çalışırken, "Mola almamız gerek," dedi.
Anlaşılan Wood mesajı almıştı. Madam Hooch düdük çaldı, Harry, Fred ve George, hâlâ çılgın Bludgerdan kaçınarak balıklama aşağı daldılar.
Gryffindor takımı bir araya toplandı. Seyirciler arasındaki Slytherin'ler takımları lehinde tezahürat yaparken, Wood, "Neler oluyor?" diye sordu. "Bizi yere yapıştırdılar. Fred'le George, Bludger Angelina'nın sayı yapmasını önlerken siz nerelerdeydiniz?"
George öfkeyle, "Yedi metre yukarda, öbür Bludger'ın Harry'yi öldürmesini engellemeye çalışıyorduk, Oliver," dedi. "Biri o Bludger'a bir şeyler yapmış -Harry'yi rahat bırakmıyor, oyun boyunca başka kimseye gitmedi. Slytherin'in bununla bir ilgisi olmalı."
Wood kaygıyla, "Ama Bludger'lar son antrenmanımızdan beri Madam Hooch'un odasında kilitli," dedi. "Antrenmanda da hiçbir şeyleri yoktu."
Madam Hooch onlara doğru geliyordu. Onun omzunun üstünden Harry, Slytherin takımının yuhalayarak onun yönünde işaret ettiklerini görebiliyordu.
Madam Hooch gittikçe yaklaşırken, "Dinleyin" dedi Harry, "ikiniz hep benim çevremde uçtuğunuz sürece Snitch'i ancak kolumdan içeri uçarsa yakalarım. Takımın geri kalanına dönün, bırakın o serseriyle ben ilgileneyim."
"Salaklık etme," dedi Fred. "Kafanı koparacak."
Wood, bir Harry'ye, bir Weasley'lere bakıyordu.
Alicia Spinnet kızgınlıkla, "Oliver, bu çılgınlık," dedi. "Harry'nin kendi başına o şeyle başa çıkmasına izin veremezsin. Bir soruşturma isteye...."
"Eğer şimdi durursak, maçı gözden çıkarmamız gerekir!" dedi Harry. "Ve bir çılgın Bludger yüzünden Slytherin'e maç verecek değiliz! Hadi Oliver, onlara beni rahat bırakmalarını söyle!"
George, Wood'a hiddetle, "Bu senin suçun," dedi. "Ya Snitch'i yakala ya da denerken öl - ona böyle aptalca şey söylenir mi?!"
Madam Hooch yanlarına gelmişti.
"Oyuna devam etmeye hazır mısınız?" diye sordu Wood'a.
Wood, Harry'nin yüzündeki kararlı ifadeye baktı.
"Tamam," dedi. "Fred, George, Harry'yi duydunuz - onu rahat bırakın, Bludger'la kendisi başa çıksın."
Yağmur şimdi daha da hızlı yağıyordu. Madam Hooch'un düdüğü üzerine Harry yere tekmeyi basıp yükseldi ve Bludger'in arkasında olduğunu belli eden hışırtıyı duydu. Harry daha, daha da fazla yükseldi. Kavisler çizdi, helezon çizdi, dimdik daldı, zikzaklar yaptı, yuvarlandı. Başı dönüyordu, ama gene de gözlerini iyice açık tuttu. Bludger'ın vahşi bir başka dalışından kaçınmak için, yağmur gözlük camlarını beneklendirir ve burun deliklerinden içeri girerken tepe üstü döndü. Kalabalığın güldüğünü duyuyordu. Evet, çok aptal görünüyor olmalıydı, ama serseri Bludger ağırdı ve onun kadar hızla yön değiştiremiyordu. Stadyumun kenarlarında lunaparktaki eğlence trenlerini andıran bir tur başlattı. Gümüş yağmur tabakaları arasından, Adrian Pucey'nin Wood'un yanından geçmeye çalıştığı Gryffindor kalesini görmeye çalıştı.
Kulaklarındaki ıslık sesi Harry'ye, Bludger'ın onugene kıl payı kaçırdığını anlattı. Dosdoğru geriye dönüp ters yönde hızlandı.
Harry havanın ortasında Bludger'dan kaçmak için saçma sapan bir topaç dönüşü yapmak zorunda kaldığı sırada, Malfoy, "Bale eğitimi mi yapıyorsun, Potter?" diye haykırdı. Harry uçup gitti, Bludger biraz arkasından onu izliyordu. Harry dönüp nefretle Malfoy'a bakarken, Altın Snitch'i gördü. Malfoy'un sol kulağının birkaç santim yukarısmdaydı - ve Harry'ye gülmekle meşgul olan Malfoy, topu görmemişti.
Harry endişe dolu bir anda, ya Malfoy kafasını kaldırıp da Snitch'i görürse diye son hızla onun yanma gitmeye cesaret edemedi. Havanın ortasında asılı kaldı. BUM!
Gereğinden bir saniye daha fazla hareketsiz kalmıştı. Bludger sonunda onu yakaladı, dirseğine vurdu, Harry kolunun kırıldığını hissetti. Gözleri bulanık, kolundaki kavurucu acıyla sersemlemiş, yağmurdan sırılsıklam süpürgesinde yana doğru kaydı. Bir dizi hâlâ süpürgenin üzerinde kıvrılmış duruyordu, sağ kolu hiçbir işe yaramaz halde yandan aşağı sarkıyordu. Bludger ikinci bir saldırı için süratle geldi, bu sefer yüzünü hedef almıştı. Harry ona şaşırtmaca verdi, uyuşmuş beynine iyice yerleşmiş bir fikir vardı: Malfoy'a git.
Bir yağmur ve ağrı bulutu arasında, aşağısmdaki parıldayan, pis pis gülen yüze doğru daldı ve gözlerinin korkudan büyüdüğünü gördü. Malfoy, Harry'nin ona saldırdığını sanmıştı.
"N'oluy..." diye soluğunu tuttu, Harry'nin yolundan kaçtı.
Harry sağlam elini süpürgeden çekerek delice hamle etti. Parmaklarının soğuk Snitch'i kavradığını hissediyordu, ama şimdi süpürgesini sadece bacaklarıyla tutuyordu. O dosdoğru yere iner, bir yandan da bayılmamaya çalışırken, aşağıdaki kalabalıktan bir haykırış yükseldi.
Pat diye çamura vurdu, süpürgesinden yuvarlandı. Kolunun çok garip bir açısı vardı. Acıyla aklı karışmış halde, sanki çok uzaktan geliyormuş gibi ıslıklar ve haykırışlar duydu. Dikkatini sağlam elindeki Snitch üzerinde topladı.
"Aha," dedi belli belirsiz, "kazandık."
Ve bayıldı.
Kendine geldiğinde yüzüne yağmur vuruyordu, hâlâ sahada yatıyordu ve üzerine birisi eğilmişti. Parıldayan dişler gördü.
"Ah hayır, sen değil," diye inledi.
Lockhart, çevrelerini sarmış kaygılı Gryffindor seyircilerine, "Ne söylediğini bilmiyor," dedi. "Merak etme Harry, kolunu halletmek üzereyim."
"Hayır!" dedi Harry. "Böyle kalsın, daha iyi, mersi..."
Doğrulmaya çalıştı, ama acı müthişti. Yakınlarda aşina bir klik sesi duydu.
Yüksek sesle, "Bunun fotoğrafını istemiyorum, Colin," dedi.
Lockhart onu teskin etti: "Sen uzan bakalım, Harry.
Olup olacağı basit bir büyü. Sayamayacağım kadar çok kullanmışımdır."
Harry, sıkılmış dişler arasından, "Niye hastane kanadına gitmiyorum ki?" diye sordu.
Arayıcısı sakatlandığı halde sırıtmaktan kendini alamayan, çamurlar içindeki Wood, "Gerçekten de gitmesi gerek, Profesör," dedi. "Harika bir yakalayıştı, Harry, cidden müthişti. En iyi yakalayışın diyebilirim."
Harry, çevresindeki bacak ormanı arasından, Fred ve George Weasley'nin serseri Bludger'ı bir kutuya koymaya çalıştıklarını gördü. Hâlâ aslanlar gibi mücadele ediyordu.
Cüppesinin yeşim yeşili kollarını sıvayan Lockhart, "Geri çekilin," dedi.

GeCeLeR
12-10-2006, 01:37 AM
Harry halsiz halsiz, "Hayır - yapmayın -" diyebildi, ama Lockhart asasını fıldır fıldır döndürüyordu bile. Bir saniye sonra da Harry'nin koluna doğrultmuştu.
Harry'nin omzunda garip ve nahoş bir duyum başladı, parmak uçlarına kadar her yere yayıldı. Sanki kolunun havası indirilmiş gibiydi. Neler olduğuna bakmaya cesaret edemiyordu. Gözlerini kapatmış, yüzünü kolundan uzağa çevirmişti. Ama çevresindekiler birden soluklarını tutup, Colin Creevey de deliler gibi makinesinin düğmesine basmaya başlayınca, en berbat korkularının gerçekleştiğini anladı. Kolunda artık acı hissetmiyordu - ama kolu da artık kol hissi vermiyordu zaten.
"Ah," dedi Lockhart. "Evet. Eh, bu bazen olabiliyor. Ama mesele şu ki, kemikler artık kırık değil. Akılda tutmamız gereken bu. Hadi Harry, şimdi hpış tıpış hastane kanadına git bakalım - ah, Mr Weasley, Miss Granger, ona eşlik eder misiniz? - Ve Madam Pomfrey de yapabilir - şey - seni biraz toparlayabilir."
Harry ayağa kalkarken kendini tuhaf şekilde dengesiz hissetti. Derin bir nefes alarak sağ tarafına baktı. Gördükleri az daha yeniden bayılmasına sebep oluyordu.
Cüppesinin kol deliğinden kalın, teri rengi bir kauçuk eldivene benzeyen bir şey sarkıyoıdu. Parmaklarını oynatmaya çalıştı. Hiçbir şey olmadı.
Lockhart, Harry'nin kemiklerini düzeltmemişti. Onları ortadan kaldırmıştı.
Madam Pomfrey, bu durumdan hiç memnun olmadı.
"Dosdoğru bana gelmeliydin!" diye patladı. Bir yandan da, yarım saat önce çalışan bir koldan kalan hüzün verici, gevşek şeyi yukarı kaldırıyordu. "Ben kemikleri bir saniyede düzeltirim - ama onları yeniden büyütmek..."
Harry umutsuzca, "Ama yapabilirsiniz, değil mi?" dedi.
"Yaparım elbette, ama acı verecek," dedi Madam Pomfrey ürkütücü bir tavırla. Sonra da Harry'ye bir pijama attı. "Gece bufda kalman gerek..."
Ron. onun pijamasını giymesine yardım ederken,
Hermione de Harry'nin yatağı etrafına çekilen perdenin arkasında bekledi. Lastik gibi, kemiksiz kolu pijamanın koluna sokmak hiç de kolay değildi.
Ron, Harry'nin gevşek parmaklarını pijamanın manşetinden dışarı çekerken, perdenin ardından seslendi: "Şimdi Lockhart'ı nasıl koruyacaksın bakalım Hermione? Harry kemiklerinin alınmasını istese, bunu söylerdi."
"Herkes hata yapabilir. Hem artık acımıyor, değil mi Harry?"
"Hayır," dedi Harry. "Ama başka bir şey yaptığı da yok."
O kendini yatağa atarken, kolu anlamsız biçimde çırpınıyordu.
Hermione ve Madam Pomfrey, perdenin ardından göründüler. Madam Pomfrey'in elinde, üzerinde "İskeBüy" yazan büyük bir şişe vardı.
"Zor bir gece geçireceksin” dedi. Dumanlan tüten şeyi büyük bir kulpsuz bardağa doldurup ona uzattı. "Kemikleri yeniden büyütmek pis bir iştir."
İskeBüy içmek de öyleydi. Yutarken Harry'nin ağzını ve boğazını yaktı, onu öksürttü, tıksırttı. Hâlâ tehlikeli sporlar ve işinin ehli olmayan hocalar hakkında söylenip duran Madam Pomfrey gitti, Ron ve Hermione'yi, Harry'nin biraz su içmesine yardımcı olsunlar diye bıraktı.
Ron, yüzünde bir sırıtış belirirken, "Kazandık ya, ona bak," dedi. "Ne biçim yakaladın ama. Malfoy’un yüzü... öldürmeye hazır görünüyordu!"
Hermione karanlık bir edayla, "O Bludger'ı nasıl öyle ayarladığını merak ediyorum," dedi.
Harry yastığa kendini bıraktı. "Bunu da Çok Özlü İksir içince ona soracağımız sorular listesine dahil edebilirsin. Umarım tadı bundan iyidir."
"İçinde Slytherin'lerden parçalar olduğu halde mi?" dedi Ron. "Şaka ediyor olmalısın."
Hastane kanadının kapısı o anda ardına kadar açıldı. Leş gibi ve sırılsıklam Gryffindor takımı, Harry'yi ziyarete gelmişti.
"inanılmaz bir uçuştu, Harry," dedi George. "Az önce Marcus Flint'in Malfoy'a avaz avaz bağırdığını duydum. Snitch başının üstündeyken farkına varmamak hakkında bir şeyler işte. Malfoy hiç de hayatından memnun görünmüyordu."
Yanlarında pastalar, tatlılar ve şişeler dolusu balkabağı suyu getirmişlerdi. Harry'nin yatağının etrafında toplandılar ve tam umut verici bir parti başlamak üzereydi ki. Madam Pomfrey fırtına bulutu gibi gelip bağırdı. "Bu çocuğun istirahata ihtiyacı var, otuz üç kemik büyütecek! Dışarı! DIŞARI DEDİM!"
Ve Harry, gevşek kolundaki bıçak saplanmış gibi sancılardan dikkatini çekecek hiçbir şey olmaksızın, tek basma kaldı.
Saatler sonra zifiri karanlıkta birden uyandı ve küçük bir ıstırap çığlığı attı. Kolu şimdi sanki büyük kıymıklarla doluymuş gibiydi. Bir saniye onu uyandıranın bu olduğunu düşündü. Sonra dehşetle, birinin karanlıkta süngerle alnını sildiğini fark etti.
"Çekil surdan!" diye yüksek sesle bağırdı önce. Sonra da "Dobby!" dedi.
Ev cininin yerinden uğramış, tenis topu büyüklüğünde gözleri karanlıkta Harry'ye bakıyordu. Uzun, sivri burnundan aşağı tek bir gözyaşı süzülüyordu.
Bedbaht bir ifadeyle, "Harry Potter okula döndü," diye fısıldadı. "Oysa Dobby, Harry Potter'ı uyardı da uyardı. Ah efendim, niye Dobby'ye kulak asmadınız? Harry Potter neden treni kaçırınca eve dönmedi?"
Harry yastığına yaslanıp doğrularak Dobby'nin süngerini itti.
"Burada ne yapıyorsun?" dedi. 'Treni kaçırdığımı nereden biliyorsun?"
Dobby'nin dudağı titredi, Harry de birden kuşkuya kapıldı.
Yavaş yavaş, "Sendin!" dedi. "Bölümün bizi geçirmesini sen engelledin!"
Başını hızla sallayan, kulakları lap lap vuran Dobby, "Evet efendim, gerçekten öyle," dedi. "Dobby saklanıp Harry Potter'ı gözledi Ve kapıyı mühürledi ve Dobby'nin daha sonra ellerini ürülemesi gerekti -" Harry'ye on uzun, bandajlı parmak gösterdi, "- ama Dobby aldırmadı, efendim, çünkü Harry Potter'ın emniyette olduğunu düşünüyordu. Ve Dobby, Harry Potter'ın okula başka bir şekilde gidebileceğini asla düşünmedi!"
Öne arkaya beşik gibi gidip gelerek, çirkin kafasını sallıyordu.
"Dobby, Harry Potter'ın yeri den Hogwarts'a döndüğünü duyunca öyle altüst oldu ki, efendisinin yemeğini yaktı! Dobby hiç öyle dayak yememiştir, efendim..."
Harry yeniden kendini yastıkların arasına bıraktı.
Büyük bir öfkeyle, "Az daha Ron'la beni okuldan attırıyordun," dedi. "Bu kemikler yerine gelmeden kaybolsan iyi olur, Dobby, yoksa gırtlağını sıkarım."
Dobby halsiz halsiz gülümsedi.
"Dobby ölüm tehditlerine alışkır. efendim. Dobby evde onlardan günde beş tane alıyor."
Burnunu, üzerine giydiği pis yastık kılıfının bir köşesine silerken öyle acınacak bir hali vardı ki, Harry her şeye rağmen hırsının geçtiğini hissetti.
Merakla, "Niye bu şeyi giyiyorsun, Dobby?" diye sordu.
"Bunu mu, efendim?" dedi Dobby, yastık kılıfım çekiştirerek. "Bu, ev cininin köleliğinin işaretidir, efendim. Dobby ancak efendileri ona giyecek şeylar verirse serbest kalır, efendim. Aile Dobby'ye bir çorap bile vermemeye dikkat ediyor, efendim, yoksa evi sonsuza kadar terk etmekte özgür kalır."
Dobby kocaman gözlerini kılıfıyla sildi ve birden, "Harry Potter mutlaka eve gitmeli!" dedi. "Dobby sanmıştı ki, kendi Bludger'ı bu işe yeter..."
"Senin Bludger'ın mı?" dedi Harry, öfkesi gene dalga dalga yükselerek. "Ne demek yani senin Bludgerin? O Bludger'in beni öldürmeye çalışmasını sen mi sağladın?"
Dobby dehşete kapıldı. "Sizi öldürmek değil, efendim, asla sizi öldürmek değil! Dobby, Harry Potter'ın hayatını kurtarmak istiyor! Burada kalacağına ciddi şekilde yaralanmış olarak eve gönderilsin, daha iyi, efendim! Dobby sadece Harry Potter'ın eve gidecek kadar sakatlanmasını istedi!"
Harry kızgın kızgın, "Ya, hepsi bu mu?" dedi. "Benim eve parçalar halinde gönderilmemi neden istediğini söylemeyeceksin herhalde?"
"Ah, Harry Potter bir bilseydi!" Dobby inledi, paramparça yastık kılıfına daha da fazla yaş döktü. "Bizim, ayaktakımının, kölelerin, sihir dünyasının tortularının gözündeki anlamını bir bilse! Dobby, Adı Anılmaması Gereken Kişi gücünün zirvesindeyken durumun nasıl olduğunu hatırlıyor, efendim! Biz ev cinlerine haşarat muamelesi ediliyordu, efendim! Gerçi Dobby'ye gene ediliyor ya, efendim..." diye durumunu kabul etti, yüzünü yastık kılıfıyla kurulayarak. "Ama efendim, benim türümdekilerin çoğunun koşulları, siz Adı Anılmaması Gereken Kişi'ye karşı zafer kazandığınızdan beri iyileşti. Harry Potter hayatta kaldı, Karanlık Lord'un gücü kırıldı ve yeni bir şafak doğdu, efendim; ve Harry Potter karanlık günlerin asla sona ermeyeceğini düşünenlerimiz için bir umut ışığı gibi parladı, efendim... Ve şimdi Hogwarts'ta korkunç şeyler olmak üzere, belki de şimdiden oluyor ve Dobby, Harry Potter'ın burada kalmasına izin veremez, çünkü tarih kendini tekrarlıyor, madem Sırlar Odası bir kez daha açıldı..."
Dobby donup kaldı, korkudan nutku tutulmuştu, sonra Harry'nin yatağının yanındaki komodinde duran su sürahisini yakaladığı gibi kendi kafasına vurdu ve gözden kayboldu. Bir saniye sonra, gözler şaşı, "Kötü Dobby, çok kötü Dobby..." diye mırıldanarak yeniden yatağa doğru süründü.
Harry, "Demek sahiden bir Sırlar Odası var," diye fısıldadı. "Ve - daha önce açıldı mı demiştin? Anlat bana, Dobby!"
Dobby'nin eli su sürahisine doğru yavaş yavaş ilerlerken, cinin kemikli bileğini yakaladı. "Ama ben Muggle ana babadan doğmadım - ben nasıl Oda'nın tehdidi altında olabilirim ki?"
"Ah efendim, zavallı Dobby'ye daha fazlasını sormayın, sormayın," diye inledi cin, gözleri karanlıkta kocaman görünüyordu. "Burada karanlık işler planlanıyor, ama onlar olduğu zaman Harry Potter burada olmamalı. Eve gidin, Harry Potter. Eve gidin. Harry Potter bu işe karışmamalı, efendim, çok tehlikeli..."
Harry, Dobby'nin kendi kendisine gene su sürahisiyle vurmasını engellemek için bileğini sıkı sıkı tutarak, "Kim, Dobby?" diye sordu. "Kim açtı? Geçen sefer kim açmıştı?"
"Dobby söyleyemez, efendim. Dobby söyleyemez, Dobby söylememeli!" diye ciyakladı cin. "Eve gidin, Harry Potter, eve gidin!"
Harry hiddetle, "Hiçbir yere gitmiyorum!" dedi. "En iyi arkadaşlarımdan biri Muggle ana babadan doğma, eğer Oda sahiden açıldıysa ilk sırada o yer alacak..."
Dobby bir tür sefil coşku içinde, "Harry Potter arkadaşları için kendi hayatını tehlikeye atıyor!" diye inledi. "Ne kadar soylu bir şey! Ne kadar yiğitçe! Ama o kendini kurtarmalı, evet, Harry Potter asla..."
Dobby birden donup kaldı, yarasa kulakları titreşiyordu. Harry de duymuştu. Dışarıdaki geçitten aşağı doğru ayak sesleri geliyordu.
Cin, dehşet içinde, "Dobby gitmeli!" diye soludu, sonra gürültülü bir çatlama sesi duyuldu, Harry'nin yumruğu şimdi boş havayı tutuyordu. Ayak sesleri yaklaşırken yatağa yata, gözlerini hastane kanadının karardık kapısına dikti.
Bir an sonra Dumbledore sırtında uzun, yünlü ropdöşambr ve gece takkesiyle geri geri yatakhaneye giriyordu. Heykele benzeyen bir şeyin bir ucunu tutuyordu. Bir saniye sonra, ayaklarını taşıyan Profesör McGonagall da göründü. Birlikte onu bir yatağa attılar.
Dumbledore, "Madam Pomfrey'i bul," diye fısıldadı ve Profesör McGonagall, Harry'nin yatağının ayakucundan hızla geçip gözden kayboldu. Harry kıpırdamadan yatarak, kendine uyur süsü verdi. Telaşlı sesler duyuyordu, derken Profesör McGonagall, hemen arkasında geceliğinin üstüne bir hırka giymiş Madam Pomfreyle birlikte göründü. Harry, onun soluğunu hızla içine çektiğini duydu.
Madam Pomfrey, yataktaki heykelin üzerine eğilerek Dumbledore'a, "Ne oldu?" dedi fısıltıyla.
"Bir saldırı daha. Minerva onu merdivenlerde bulmuş."
Profesör McGonagall, "Yanında bir salkım üzüm vardı," dedi. "Sanırız Harry'yi ziyaret etmek için gizlice buraya girmeye çalışıyordu."
Harry'nin midesi fena halde kasıldı. Ağır ağır ve dikkatle, yataktaki heykele bakabilmek için kendini birkaç santim yükseltti. Heykelin boş boş bakan yüzüne ay ışığı vurdu.
Colin Creevey'ydi. Gözleri faltaşı gibi açılmıştı, elleri fotoğraf makinesini önünde tutarken kasılıp kalmıştı.
"Taşlaşmış mı?" diye fısıldadı Madam Pomfrey.
Profesör McGonagall, "Evet," dedi. "Ama düşündükçe titriyorum... Ya Albus sıcak kakao almak için aşağı inmeseydi, kim bilir neler..."
Üçü de Colin'e baktı. Sonra Dumbledore eğildi ve Colin'in kaskatı ellerinden fotoğraf makinesini aldı.
Profesör McGonagall hevesle, "Sence saldırganının bir resmini çekmeyi başarmış mıdır?" diye sordu.
Dumbledore cevrp vermedi. Fotoğraf makinesinin arkasını açtı.
"Aman Tanrım!" dedi Madam Pomfrey.
Makineden tıslayarak buhar fışkırdı. Yanmış plastiğin keskin kokusu, üç yatak ötedeki Harry'ye kadar geldi.
Madam Pomfrey hayretle, "Erimiş," dedi. "Hepsi erimiş..."
"Bu ne demek oluyor, Albus?" diye sordu Profesör McGonagall telaşla.
"Şu demek oluyor ki," dedi Dumbledore, "Sırlar Odası gerçekten bir kez daha açılmış."
Madam Pomfrey elini ağzına götürdü. Profesör McGonagall ise Dumbledore'a bakakaldı.
"Ama Albus... yani... kim?"
"Mesele kim olduğunda değil," dedi Dumbledore, gözleri Colin'in üstünde. "Mesele, nasıl olduğunda..."
Harry, Profesör McGonagall'ın yüzünü görebildiği kadarıyla, onun da kendisinden fazla bir şey anlamadığını gördü.

GeCeLeR
12-10-2006, 01:37 AM
ON BİRİNCİ BÖLÜM
Düello Kulübü

Pazar sabahı Harry uyandığında yatakhane kış güneşiyle aydınlanmıştı, kolu da yeniden kemiklenmişti. Biraz sertti ama, olsun. Hemen yerinde doğruldu ve Colin'in yatağına baktı, ama yatak yüksek perdelerle gözden uzak tutulmuştu. Madam Pomfrey, elinde bir kahvaltı tepsisi, telaşla geldi, Harry’nin kollarıyla parmaklarını büküp uzatmaya koyuldu.
"Her şey yerli yerinde," dedi, Harry sol eliyle acemi acemi yulaf lapasını yerken. "Kahvaltın bitince gidebilirsin."
Harry mümkün olan hızla giyinip Gryffindor Kulesi'ne, Ron ve Hermione'ye Colin ve Dobbyi anlatmaya koştu. Ama orada değillerdi. Harry çıkıp onları aramaya başladı. Hem nereye gittiklerini merak ediyordu, hem de kemiklerinin yerine gelip gelmediğiyle ilgilenmediler diye birazcık gücenmişti.
Kitaplığın önünden geçerken Percy Weasley dışarı çıktı, geçen sefer karşılaştıklarından çok daha keyifli görünüyordu.
"Ah, selam, Harry" dedi. "Dün mükemmel uçtun, gerçekten mükemmel. Gryffindor biraz önce Okul Kupası liderliğinde öne geçti elli puan kazandın!"
"Ron ya da Hermione'yi görmedin, değil mi?" dedi Harry.
"Hayır görmedim," dedi Percy, gülümsemesi soldu. "Umarım Ron bir başka kızlar tuvaletinde değildir..."
Harry zoraki güldü, Percy'nin gözden kaybolmasını izledi ve sonra dosdoğru Mızmız Myrtle'ın tuvaletine gitti. Ron ve Hermione'nin gene orada olmaları için bir neden göremiyordu, ama çevrede Filch ya da herhangi bir Sınıf Başkanı var mı diye kontrol ettikten sonra kapıyı açtı. Kilitli bir tuvaletten seslerinin geldiğini duydu.
Kapıyı arkasından kapatarak, "Benim," dedi. Tuvaletten önce bir tangırtı, sonra bir şapırtı ve kesik bir soluma duyuldu. Hermione'nin gözünün anahtar deliğinden baktığını gördü.
"Harry!" dedi. "Bizi öyle korkuttun ki. Gel içeri, kolun nasıl?"
"İyi," dedi Harry, tuvalete sığışarak. Klozetin üstüne eski bir kazan oturtulmuştu, kapağın altından gelen çıtırtıdan ateş yaktıklarını anladı. Portatif, suya dayanıklı ateşler yaratmak, Hermione'nin bir özelliğiydi.
"Seninle buluşmaya gelecektik, ama Çok Özlü İksir’e başlamaya karar verdik," diye açıkladı Ron, Harry kapıyı güçbela yeniden kapatırken. "Onu saklamak için en emin yerin burası olduğunu düşündük."
Harry onlara Colin olayım anlatmaya çalıştı, ama Hermione sözünü kesti. "Biliyoruz, Profesör McGonagall bu sabah Profesör Flitwick'e söylerken duyduk. İşte bunun için işe başlasak iyi olur dedik..."
Ron hırlarcasına, "Malfoy'dan ne kadar erken itiraf kopartırsak, o kadar iyi," dedi. "Ne düşünüyorum, biliyor musun? Quidditch maçından sonra öyle sinirlendi ki, hıncını Colin'den aldı."
Harry, çobandeğneği demetlerini koparıp koparıp iksirin içine atan Hermione'yi gözleyerek, "Bir şey daha var," dedi. "Dobby gece yarısı beni ziyarete geldi."
Ron ve Hermione hayret içinde başlarını kaldırıp ona baktılar. Harry onlara Dobby'nin kendine anlattığı -ya da anlatmadığı- her şeyi anlattı. Ron ve Hermione ağızları açık dinlediler.
Hermione, "Sırlar Odası önceden de açılmış mı?" diye sordu.
Ron, zafer kazanmış birinin edasıyla "Şimdi oldu," dedi. "Lucius Malfoy burada okuldayken Oda'yı açmış olmalı, demek şimdi de bizim sevgili Draco'ya bu işin nasıl yapılacağını anlattı. Keşke Dobby sana orada ne tür bir canavar olduğunu söyleseydi. Sinsi sinsi okulda dolaşırken nasıl olup da birinin onun farkına varmadığını bilmek istiyorum."
Hermione, kazanın dibine sülükleri bırakarak, "Belki de kendini görünmez hale getirebiliyordur," dedi. "Ya da kılığını değiştiriyordur - kendine bir zırh ya da başka bir şey süsü veriyordur. Bukalemun Gulyabaniler hakkında bir şeyler okumuştum..."
Ron, sülüklerin üstüne ölü zarkanatlılardan koyarken, "Sen gereğinden fazla okuyorsun, Hermione," dedi. Boş zarkanatlı torbasını buruşturarak dönüp Harrye baktı.
"Demek Dobby trene girmemizi engelledi ve kolunu kırdı..." Başını salladı. "Biliyor musun ne diyeceğim, Harry? Eğer hayatını kurtarmaya çalışmaktan vazgeçmezse, seni öldürecek."
Colin Creevey'nin saldırıya uğradığı ve hastane kanadında ölü gibi yattığı haberi pazartesi sabahı bütün okula yayılmıştı. Hava birden söylentiler ve kuşkularla yoğunlaştı. Birinci sınıflar şimdi şatoda, sanki tek başlarına bir yere giderlerse saldırıya uğramaktan korkuyorlarmış gibi birbirlerinin dibinden ayrılmadan gruplar halinde dolaşıyorlardı.
Muska dersinde Colin Creevey'nin yanında duran Ginny Weasley perişan olmuştu. Harry ise, Fred ve George'un onu neşelendirmek için yanlış bir yöntem izlediklerini düşünüyordu. Sırayla ya kürklere ya çıbanlara bürünüyorlar, heykellerin arkasından onun önüne atlıyorlardı. Ancak hiddetten saralı gibi titreyen Percy, onlara, Mrs Weasley'ye yazıp Ginny'nin kâbus gördüğünü bildireceğini söyleyince durdular.
Bu arada, öğretmenlerden habersiz okulda hararetli bir tılsım, muska ve koruyucu malzeme ticareti alıp yürümüştü. Neville Longbottom, berbat kokan büyük bir yeşil soğan, ucu sivri mor bir kristal ve kokmuş bir sukeleri kuyruğu aldıktan sonra, diğer Gryffindor'lu çocuklar ona tehlikede olmadığından söz ettiler. Safkandı ve saldırıya uğrama ihtimali çok zayıftı.
Neville, "Önce Filch'i hedef aldılar” dedi, tombul yüzü korku içinde. "Ve herkes biliyor ki, ben de nerdeyse bir Kofti'yim."
Aralık ayının ikinci haftasında Profesör McGonagall her zaman olduğu gibi dolaşıp, Noel'de okulda kalacak olanların isimlerini topladı. Harry, Ron ve Hermione listeyi imzaladılar. Malfoy'un kaldığını duymuşlardı, bu da onlara çok kuşkulu görünüyordu. Tatil, Çok Özlü İksir'i deneyip Malfoy'dan bir itiraf almaya çalışmak için en uygun dönemdi.
Ne yazık ki, iksir henüz yarı yarıya bitmişti. Hâla çift boynuzlu atın boynuzu ile kanguru derisine ihtiyaçları vardı ve bunları alabilecekleri tek yer de Snape'in özel stoklarıydı. Harry şahsen, odasını soyarken Snape tarafından yakalanmaktansa, Slytherin'in efsanevi canavarıyla karşı karşıya gelmeyi yeğleyeceğini hissediyordu.
Perşembe öğleden sonrasının iki saatlik İksir dersi gittikçe yaklaşırken, Hermione onları kamçılamak istercesine, "İhtiyacımız olan şey," dedi, "bir an dikkati dağıtmak. O sırada içimizden biri Snape'in odasına girer ve bize ne gerekiyorsa alır."
Harry ve Ron endişe içinde ona baktılar.
Hermione, çok normal bir şey söylüyormuş gibi, "Aslında hırsızlığı ben yapsam daha iyi olacak sanırım," diye devam etti. "Siz ikiniz başınızı bir kere daha belaya sokarsanız okuldan atılırsınız, oysa benim sicilim temiz. Yani sizin yapmanız gereken tek şey, Snape'ı beş dakika kadar meşgul edecek bir karmaşa yaratmak."
Harry dermansız dermansız gülümsedi. Snape'in İksir dersinde kasıtlı olarak karmaşa yaratmak, uyuyan bir ejderhanın gözüne parmak sokmak kadar güvenliydi.
İksir dersleri büyük zindanlardan birinde yapılıyordu. Perşembe gününün dersi de her zamanki gibi devam ediyordu. Tahta sıralar arasında buharlar yükselen yirmi kazan duruyordu. Hepsinin üstünde pirinç teraziler ve malzeme kavanozları vardı. Snape dumanların arasında dolaşıyor, Slytherin'lerin takdir dolu alaylı sırıtışları arasında, Gryffindor'lann yaptıkları işi huysuz huysuz eleştiriyordu. Snape'in gözde öğrencisi Draco Malfoy, Ron ve Harry'ye kirpibalığı gözleri atıp duruyordu. Karşılık verirlerse, "bu haksızlık ama" demeye fırsat bulamadan cezalandırılacaklarını biliyorlardı.
Harry'nin Şişme Solüsyonu pek bir cıvık olmuştu, ama aklında daha önemli şeyler vardı. Hermione'nin işaretini bekliyordu, bu yüzden de Snape yanında durup sulu iksirine burun kıvırırken onu dinlemedi bile. Snape dönüp de Neville'e zorbalık etmeye gidince, Hermione, Harry ile göz göze geldi ve başını salladı. Harry hızla kazanın altına doğru eğildi, Fred'in Fili buster maytaplarından birini cebinden çıkardı ve asasıyla çabucak dürttü. Maytap vızıldayıp fışırdamaya koyuldu. Birkaç saniyesi olduğunu bilen Harry doğruldu, nişan aldı ve onu havaya fırlattı. Maytap tam hedefe vurup, Goyle'un kazanına düştü.
Goyle'un iksiri patladı, yağmur gibi bütün sınıfın üstüne yağdı. Üstüne Şişme Solüsyonu yağanlar çığlık attı. İksirin bir kısmı cepheden Malfoy'un suratına çarptı, burnu balon gibi şişmeye başladı. Goyle, elleri yemek tabağı büyüklüğünü almış gözlerinin üstünde, sendeleyerek dolaşıyordu. Snape ise sınıfı sakinleştirip ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Bu kargaşa sırasında Harry, Hermione'nin sessizce kapıdan çıktığını gördü.
"Susun! SUSUN!" diye kükredi Snape. "Yüzüne iksir gelenler, Şiş İndirme Sıvısı içir buraya gelsin. Bunu kimin yaptığını bulunca..."
Harry, Malfoy'un, küçük bir kavun kadar büyümüş burnunun ağırlığı altında başı yere eğik koşmasını gözlerken gülmemek için kendini zor tuttu. Sınıfın yarısı Snape'in masasına hücum etmişti. Kiminin kollan sopa gibi şişmişti, aşağı çekiyordu, ötekiler dev gibi dudakları yüzünden konuşamıyordu. Harry, cüppesinin önü şişmiş Hermione'nin zindandan içeri süzülüp girdiğini gördü.
Herkes bir doz panzehir aldıktan ve çeşitli şişikler indikten sonra, Snape, Goyle'un kazanına gitti, kepçeyi daldırıp maytabın eğri büğrü, kara kalıntılarını çıkardı. Ani bir sessizlik oldu.
Snape, "Eğer bunu kimin attığını öğrenirsem," diye fısıldadı, "onun atılmasını kesinlikle sağlayacağım."
Harry yüzüne şaşkın olduğunu umut ettiği bir ifade verdi. Snape dosdoğru ona bakıyordu. On dakika sonra çalan zil Harry'yi ancak bu kadar memnun edebilirdi.
Hızlı hızlı Mızmız Myrtle'ın tuvaletine giderlerken, Harry, Ron ve Hermione'ye, "Benim yaptığımı biliyor," dedi. "Bunu anladım."
Hermione yeni malzemeleri kazana atıp hummayla karıştırmaya başladı.
Sevinçle, "On beş günde hazır olur," dedi.
Ron, güvence verircesine, "Snape sen olduğunu kanıtlayamaz," dedi Harry'ye. "Ne yapabilir ki?"
İksir köpüklenir ve kabarcıklar oluştururken, Harry, "Snape'i tanıdığım kadarıyla," dedi, "pis bir şey."
Bir hafta sonra Harry, Ron ve Hermione tam Giriş Salonu'ndan geçiyorlardı ki, duyuru tahtası çevresinde toplanmış küçük bir insan kümesi gördüler. Az önce iğnelenmiş bir parşömeni okuyorlardı. Seamus Finnigan ve Dean Thomas, heyecan içinde, onları yanlarına çağırdılar.
Seamus, "Bir Düello Kulübü kurmuşlar!" dedi. "İlk toplantı bu gece! Doğrusu düello dersine bir itirazım olmaz, bugünlerden birinde işe yarayabilir..."
"Ne, sence Slytherin'in canavarı düello edebilir mi?" diye sordu Ron, ama o da duyuruyu ilgiyle okudu.
Yemeğe giderlerken Harry ve Hermione'ye, "Yararlı olabilir," dedi. "Gidelim mi?"
Harry ve Hermione gitmeye dünden razıydılar. Böylece o akşam saat sekizde hepsi bir telaş Büyük Salon'a döndü. Uzun yemek masaları ortadan kalkmıştı, duvarlardan birinin önüne yukarıda uçan binlerce mumla aydınlatılan altın bir sahne konmuştu. Tavan bir kez daha kadife siyahlığındaydı ve okulun büyük kısmı onun altında toplanmış gibiydi, hepsi ellerinde asalarını taşıyor ve heyecanlı görünüyorlardı.
Gevezelik eden kalabalığa sokulurlarken, Hermione, "Bize kim ders verecek, merak ediyorum," dedi. "Birisi bana Flitwick'in gençliğinde düello şampiyonu olduğunu söylemişti, belki de odur."
"Şey olmasın da..." diye söze başladı Harry, ama sözünü bir iniltiyle noktaladı. Koyu erik rengi bir cüppe içinde göz kamaştırıcı görünen Gilderoy Lockhart sahneye çıkıyordu, yanındaki ise her zamanki gibi kara bir cüppe giymiş oıan Snape'ten başkası değildi.
Lockhart sussunlar diye kolunu salladı ve, "Buraya toplanın!" diye seslendi. "Toplanın! Herkes beni görebiliyor mu? Hepiniz beni duyabiliyor musunuz? Mükemmel!
"Şimdi, Profesör Dumbledore bana bu küçük Düello Kulübü'nü başlatma izni verdi ki, kendinizi savunmanız gerekecek durumlar için sizi eğiteyim - ben de pek çok vesileyle bunu yaptım - tam ayrıntılar için, basılı eserlerime bakın.
"Size asistanım Profesör Snape'i takdim edeyim," dedi Lockhart, koca bir tebessümle. "Bana kendisinin de düellodan birazcık anladığını söyledi ve başlamadan önce kısa bir gösteri yapmamıza sportmence razı geldi. Şimdi, siz gençlerin üzülmenizi istemiyorum - onunla işim bittiği vakit İksir hocanız gene burda olacak, hiç korkmayın!"
Ron, Harry'nin kulağına, "Birbirlerinin işini bitirseler iyi olmaz mı?" diye fısıldadı.
Snape'in üst dudağı kıvrılmıştı. Harry, Lockhart'ın neden hâlâ gülmekte olduğunu merak etti. Eğer Snape ona böyle bakıyor olsaydı, Harry şu anda ters yönde koşabildiği kadar hızla kaçıyor olurdu.
Lockhart ve Snape birbirlerine döndüler ve reverans yaptılar; hiç değilse Lockhart yaptı, hem de ellerini kıvırıp durarak. Snape ise başını öfkeyle şöyle bir sallamakla yetindi. Sonra asalarını tıpkı kılıç gibi kaldırıp önlerinde tuttular.
Lockhart sessiz kalabalığa, "Gördüğünüz gibi," dedi, "asalarımızı kabul edilmiş dövüş pozisyonunda tutuyoruz. Üçe kadar sayınca, ilk büyülerimizi yapacağız. Tabii ikimiz de öldürmeyi amaçlamayacağız."
Snape'in dişlerini göstermesini gözleyen Harry, "Ben olsam bu konuda bahse girmezdim," diye mırıldandı.
"Bir-iki-üç-"
ikisi de asalarını havaya ve omuzlarından arkayasalladılar. Snape, "Expelliarmus!" diye bağırdı. Göz kamaştırıcı bir kırmızı ışık patladı ve Lockhart havaya fırladı, geriye doğru uçarak sahneden uzaklaştı, duvara çarptı ve kayarak yere yayılıp kaldı.
Malfoy ve bazı Slytherin'ler sevinç çığlıkları attılar. Hermione parmaklarının ucuna kalkmıştı. "Sizce iyi midir?" diye sordu parmaklarının arasından, incelmiş bir sesle.
"Kime ne?" dedi Harry ve Ron bir ağızdan. Lockhart sendeleyerek ayağa kalkıyordu. Şapkası düşmüş, dalgalı saçları havaya dikilmişti.
Platforma doğru yıkdacakmış gibi yürürken, "İşte böyle!" dedi. "Bu bir Silahsız Bırakma Büyüsüydü, gördüğünüz gibi, asamı kaybettim - ah, teşekkür ederim, Miss Brown. Evet onlara bunu göstermek harika bir fikir, Profesör Snape, ama müsaadenizle şunu söyleyeyim ki, ne yapacağınız pek aşikârdı. Eğer sizi durdurmak isteseydim, bu fazlasıyla kolay olacaktı. Ne var ki, bunu izlemelerinin öğretici olacağını düşündüm..."
Snape'in yüzünde canice bir ifade vardı. Herhalde Lockhart da bunu fark etti ki, "Gösteri yeter!" dedi. "Şimdi aranıza geleceğim ve hepinizi ikişer ikişer ayıracağım. Profesör Snape, bana yardım etmek isterseniz..." Kalabalığın arasında dolaşıp insanları eşleştirdiler. Lockhart, Neville ile Justin Finch Fletchley'yi eşleştirdi, ama Snape, Harry ile Ron'un yanına ondan önce varmıştı.
"Rüya takımını ayırma vakti geldi sanırım," dedi küçümseyen bir gülüşle. "Weasley, sen Finnigan'la eş ol. Potter -"
Harry otomatik olarak Hermione'ye doğru yürümüştü.
"Sanmıyorum," dedi Snape soğuk soğuk gülümseyerek. "Mr Malfoy, buraya gelir misiniz? Bakalım meşhur Potter'ın hakkından gelebilecek misiniz. Ve siz, Miss Granger - siz de Miss Bulstrode'la eşleşebilirsiniz."
Malfoy, yılışık yılışık sırıtarak cakalı bir yürüyüşle geldi. Onun arkasından, Harry'ye bir zamanlar Cadalozlarla Tatiller'de gördüğü bir resmi hatırlatan Slytherin'li bir kız yürüyordu. İriydi, tıknazdı, koca çenesi saldırgan bir şekilde ileri uzanmıştı. Hermione ona mecalsiz bir gülüşle baktı, kız bana mısın demedi.
Yeniden platforma çıkmış olan Lockhart, "Yüzünüzü eşinize dönün," diye seslendi, "ve reverans yapın!"
Harry ve Malfoy, gözlerini birbirlerinden ayırmayarak başlarını hafifçe eğdiler.
"Asalar hazır!" diye haykırdı Lockhart. "Üçe kadar sayınca, rakibinizi silahsız bırakmak için büyü yapın -sadece silahsız bırakmak için - kaza olsun istemeyiz. Bir... iki... üç..."
Harry asasını omzunun üstünden savurdu, ama Malfoy daha "iki"de başlamıştı. Büyüsü Harry'ye öyle hızla çarptı ki, Harry kendini tavayla kafasına vurulmuş gibi hissetti. Sendeledi, ama her şey yerli yerinde gibiydi ve daha fazla vakit kaybetmeden asasını Malfoy'a doğru tutup bağırdı: "Rictusempra!"
Gümüş bir ışık Malfoy'un karnına çarptı, Malfoy hırıldayarak iki büklüm oldu.
Malfoy dizlerinin üstüne çökerden, Lockhart, itişip kakışan kalabalığın üzerinden, "Sadece silahsız bırakın dedim!" diye dehşet içinde bağırdı. Harry, Malfoya bir Gıdıklanma Büyüsü yapmıştı, o da gülmesini kesemiyordu bir türlü. Harry geriye çekildi, içinde sanki o yerde yatarken Malfoy'u büyülemek sportmence olmazmış gibisinden belli belirsiz bir duygu vardı. Hataydı tabii. Malfoy, soluk almaya çalışarak abasını Harry'nin dizlerine tuttu, soluğu kesilerek, "Tartntallegra!" diye bağırdı. Bir saniye sonra Harry'nin bacakları onun kontrolü dışında bir tür step yaparak dans etmeye koyuldular.
"Durun! Durun!" diye bağırdı Lockhart, ama Snape idareyi ele aldı.
"Finite Incantatem!" diye bağırdı. Harry’nin ayaklan dans etmeyi bıraktı, Malfoy gülmeyi kesti, kafalarını kaldırıp bakabildiler.
Sahnenin üzerinde yeşilimsi bir duman asılıydı. Hem Neville hem de Justin soluk soluğa yerde yatıyorlardı. Ron, yüzü kül rengine dönmüş Seamus'ı tutuyor, kırık asası ne yaptıysa onun için özür diliyordu. Ama Hermione ile Millicent Bulstrode hâlâ hareket halindeydi. Millicent, Hermione'yi kafakola almıştı, Herrnione acıyla inliyordu. Her ikisinin asası da unutulmuş halde yerde duruyordu. Harry ileri atlayıp Millicent’i gtriye çekti. Hiç kolay olmadı, kız Harry'den çok iriydi.
Lockhart kalabalığın arasında kayar gibi ilerleyip düelloların sonuçlarına bakarak, "Vay, vay," dedi. "Kalk ayağa, Macmillan... Dikkat edin, Miss Fawcett... Parmağınla iyice sık, birazdan kanaması geçer, Boot...
Salonun ortasında telaş içinde durarak, "Ben en iyisi size dostça olmayan büyüleri nasıl engelleyeceğinizi öğreteyim," dedi. Kara gözleri parlayan Snape'e baktı, sonra da hemen gözlerini kaçırdı. "Gönüllü bir çift alalım - Longbottom ve Finch-Fletchley, ne dersiniz?"
Büyük ve kötü kalpli bir yarasa gibi uçarcasına gelen Snape, "Kötü bir fikir, Profesör Lockhart," dedi. "Longbottom en basit büyülerde bile felakete yol açar. Finch-Fletchley'den kalanları bir kibrit kurusu içinde hastane kanadına göndeririz." Neville'in yuvarlak, pembe yüzü daha da pembeleşti. Snape çarpık bir gülümseyişle, "Malfoy'la Potter'a ne dersiniz?" diye sordu.
"Harika fikir!" dedi Lockhart, Harry ve Malfoy'a Salon'un ortasına gelsinler diye işaret etti. Kalabalık da onlara yer açmak için geri çekildi.
"Şimdi, Harry," dedi Lockhart, "Draco asasını sana doğrulttuğunda, şöyle yapacaksın."
Kendi asasını kaldırdı, karmaşık bir solucan gibi bükme numarası denedi, asayı düşürdü. Hemen yerden alıp, "Hey - asam biraz fazla heyecanlanmış," deyince, Snape pis pis güldü.
Snape, Malfoy'un yanına geldi, eğildi ve kulağına bir şeyler söyledi. Malfoy da pis pis güldü. Harry kaygıyla Lockhart'a bakarak, "Profesör," dedi, "o engellemeyi bana gene gösterir misiniz?"
"Korktun mu?" diye mırıldandı Malfoy, Lockhart’ın duymayacağı bir şekilde.
"İsterdin değil mi?" dedi Harry, ağzının kenarıyla.
Lockhart neşeyle Harry'nin omzuna bir şaplak attı. "Yaptığımı yap yeter, Harry!"
"Ne, asamı mı düşüreyim yani?"
Ama Lockhart onu dinlemiyordu.
"Üç - iki - bir - başla!" diye bağırdı.
Malfoy asasını hemen kaldırıp böğürdü, "Serpensortia!"
Asasının ucu patladı. Donakalan Harry, ucundan uzun, kara bir yılanın fırlayıp ikisinin arasında küt diye yere düşmesini, sonra da saldırmaya hazırlanmasını izledi. Kalabalık çığlıklar atarak hızla geri çekilip yer açtı. Harry'nin öfkeli yılanla göz göze, hiç kıpırdamadan duruşunun manzarasından çok hoşlandığı belli olan Snape, tembel tembel, "Kıpırdama, Potter," dedi. "Ben onu hallederim..."
"izninizle!" diye bağırdı Lockhart. Asasını yılana salladı. Büyük bir çatırtı duyuldu ve yılan yok olacağına üç metre havaya uçup pat diye yere düştü. Fena hiddetlenmiş halde, vahşice tıslayarak dosdoğru Justin Finch-Fletchley'ye doğru kaydı. Dişleri açıkta, vurmaya hazır, yeniden kafasını kaldırdı.
Harry bunu ona neyin yaptırdığından emin değildi. Hatta bunu yapmaya karar verdiğinin bile farkında değildi. Bütün bildiği, bacaklarının sanki tekerlek üzerindeymiş gibi onu taşıması ve aptal gibi yılana bağırmasıydı: "Rahat bırak onu!" Ve mucize gibi -anlaşılmaz biçimde-, yılan, gözleri şimdi Harry'de, kalın siyah bir bahçe hortumu kadar uysal, yere kıvrıldı. Harry korkunun içinden çıkıp gittiğini hissetti. Yılanın artık kimseye saldırmayacağını biliyordu, ama nasıl olup da bildiğini açıklayamazdı.
Başını kaldırıp sırıtarak Justin'e baktı, Justin'in rahatlamış ya da şaşkın olmasını bekliyordu. Hatta belki de şükran dolu - ama kesinlikle kızgın ve korkmuş değil.
"Sen neyle oynadığını sanıyorsun?" diye haykırdı
Justin ve daha Harry bir şey söyleyemeden dönüp fırtına gibi Salon'dan çıktı.
Snape ilerledi, asasını salladı, yılan küçük bir kara bulut içinde kayboldu. Şimdi Snape bile Harry'ye beklenmedik bir şekilde bakıyordu: Bu, kurnazca ve hesapçı bir bakıştı, Harry bu bakıştan hiç hoşlanmadı. Duvarlar boyunca yayılan uğursuz bir mırıldanmanın hayal meyal farkındaydı. Sonra birinin cüppesini arkadan çekiştirdiğini hissetti.
Ron'un sesi kulağının dibinde, "Hadi," dedi. "Kıpırda - gel hadi..."
Ron onu Salon'dan çıkardı, Hermione de yanlarında bir koşu geliyordu. Onlar kapıdan geçerken iki taraftaki insanlar sanki bir şeyin bulaşmasından korkuyormuş gibi açıldılar. Harry'nin olup bitenler hakkında hiçbir fikri yoktu. Ron ile Hermione de onu boş Gryffindor ortak salonuna sürükleyene kadar bir şey açıklamadılar. Sonra Ron Harry'yi bir koltuğa iterek, "Sen bir Çatalağızsın," dedi. "Niye bize söylemedin?"
"Neyim ne?" dedi Harry.
"Bir Çatalağız!" dedi Ron. "Yılanlarla konuşabiliyorsun!"
"Biliyorum. Yani, bunu sadece ikinci kez yaptım. Bir seferinde hayvanat bahçesinde kuzenim Dudley'nin üzerine bir boa yılanı salmıştım -uzun hikâye- ama bana Brezilya'ya hiç gitmediğini söylüyordu ve ben de böyle bir şeyi yapmaya niyet bile etmeden onu bir tür serbest bıraktım. Büyücü olduğumu öğrenmeden önceydi..."
"Bir boa yılanı sana Brezilya'ya hiç gitmemiş olduğunu mu söyledi?" diye zayıf bir sesle tekrarladı Ron.
"N'olmuş?" dedi Harry. "Bahse girerim ki burada bir sürü kişi bunu yapabilir."
"Ah hayır, yapamazlar. Çok sık rastlanan bir yeti değildir. Harry, bu kötü."
Kendini hayli kızgın hissetmeye başlayan Harry, "Nedir kötü olan?" dedi. "Herkese neler oluyor? Dinle, eğer o yılana Justin'e saldırmamasını söylemesey-dim..."
"Ah, öyle mi dedin?"
"Ne demek istiyorsun? Sen de oradaydın ya... duydun beni."
"Ben senin Çataldili konuştuğunu duydum, hepsi bu," dedi Ron. "Yılan dilinde konuştuğunu. Herhangi bir şey söylüyor olabilirdin. Justin'in paniğe kapılmasına şaşmamalı. Sanki yılanı onun üstüne salıyor gibiydin. Tüyler ürperticiydi, anlıyor musun?"
Harry, ağzı açık, ona bakakaldı.
"Başka bir dil mi konuştum? Ama - fark etmedim -bir dili konuşabildiğimi bilmeden nasıl konuşurum ki?"
Ron başını salladı. O da, Hermione de, birisi ölmüş gibi görünüyorlardı. Harry bu kadar korkunç olanın ne olduğunu anlamıyordu.
"Bana pis, koca bir yılanın Justin'in kafasını koparmasına engel olmanın niye kötü olduğunu söylemek ister misiniz?" dedi. "Nasıl yaptığımın ne önemi var? Justin, Kafasızlar Avı'na katılmak zorunda kalmadıktan sonra?"
"Önemi var," dedi Hermione alçak sesle, "çünkü yılanlarla konuşmak, Salazar Slytherin'in meşhur bir özelliğiydi. Onun için Slytherin binasının simgesi bir yılan."
Harry'nin ağzı açık kaldı.
"Aynen," dedi Ron. "Ve şimdi de bütün okul onun, senin büyük-büyük-büyük-büyük deden falan olduğunu düşünecek."
"Ama değil," dedi Harry, pek açıklayamadığı bir paniğe kapılmıştı.
"Bunu kanıtlaman zor olacak," dedi Hermione. "Bin yıl önce yaşamıştı; nerden bilebiliriz ki, belki de öyledir."
Harry o gece saatlerce uyanık kaldı. Dört direkli yatağının perdelerindeki bir aralıktan kule penceresinin önünde karın yağmaya başlamasını seyretti ve merak etti.
Salazar Slytherin'in soyundan geliyor olabilir miydi? Nerden baksanız, babasının ailesi hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Dursley'ler büyücü akrabalarına ilişkin sorulan hep yasaklamışlardı.
Harry alçak sesle Çataldili'nde bir şey söylemeye çalıştı. Kelimeler gelmedi. Anlaşılan bunu yapmak için bir yılanla karşı karşıya olması gerekiyordu.
"Ama ben Gryffindor'dayım," diye düşündü Harry. "Bende Slytherin kanı olsa, Seçmen Şapka beni buraya koymazdı..."
"Ah," dedi beyninde melun, küçük bir ses, "ama Seçmen Şapka seni Slytherin'e koymak istedi, hatırlamıyor musun?"
Harry öbür yana döndü. Ertesi gün Bitkibilim dersinde Justin'e, yılanı üstüne salmadığını, durdurduğunu açıklayacaktı. Yastığına bir yumruk atarak, öfkeyle, salak olmayan herkes bunu anlardı zaten diye düşündü.
Ne var ki ertesi sabah, gece başlamış olan kar öyle sıkı bir tipiye dönüştü ki, sömestrin son Bitkibilim dersi iptal edildi. Profesör Sprout, Adamotları'na çorap giydirip eşarp takmak istiyordu. Adamotları'nın çabucak büyüyüp Mrs Norris ile Colin Creevey'yi canlandırmaları önem kazandığı için, bu netameli operasyonu kendinden başkasına emanet edemezdi.
Harry, Gryffindor ortak salonundaki şöminenin yanında bunu dert edinirken, Ron ve Hermione de boşderslerini büyücü satrancı oynayarak değerlendiriyorlardı.
Ron'un fillerinden biri, kendi atından şövalyesini düşürüp satranç tahtasının dışına çekerken öfkelenen Hermione, "Tanrı aşkına, Harry," dedi. "Madem senin için bu kadar önemli, git, Justin'i bul öyleyse."
Harry ayağa kalktı ve portre deliğinden çıktı; Justin nerede olabilir diye düşünüyordu.
Her pencerenin ardındaki iri, döne döne yağan kurşuni karlar yüzünden şato, gündüzleri normalde olduğundan daha karanlıktı. Harry titreyerek derslerin yapıldığı sınıfların yanından geçti, içerde neler olduğunu kolladı. Profesör McGonagall, seslerden anlaşıldığına göre, arkadaşını porsuğa dönüştürmüş birine bağırıyordu. Bir göz atma isteğine karşı koyan Harry, Justin bu boş derste belki de eksik bir ödevi tamamlıyordur diye düşünerek, önce kitaplığa bakmaya karar verdi.
Gerçekten de Bitkibilim'de olması gereken bir grup Hufflepuff’lu kitaplığın arkasında oturuyordu, ama çalışıyor gibi bir halleri yoktu. Sıra sıra yüksek kitap rafları arasından geçen Harry, onların kafa kafaya vermiş, besbelli ilginç bir sohbete daldıklarını görüyordu. Justin'in aralarında olup olmadığını göremiyordu. Tam onlara doğru yürüyordu ki, söyledikleri bir şey kulağına çarptı ve Görünmezlik bölümüne gizlenip dinlemeye başladı.
"Her neyse," diyordu topluca bir çocuk, "Justin'e bizim yatakhanede saklanmasını söyledim. Yani eğer Potter onu bir sonraki kurban olarak seçmişse, bir süre ortada görünmese iyi eder. Tabii Justin, Potter’a, Muggle anne babadan doğma olduğunu ağzından kaçırdı kaçıralı böyle bir şeyin olmasını bekliyor. Justin ona düpedüz Eton'a kaydolduğunu söylemiş. Bu, ortalıkta dolaşan Slytherin vârisine söylenecek türden bir şey değil, ha?"
Sarı örgülü bir kız, endişeyle, "Yani kesinlikle Potter'dır diyorsun, öyle mi, Ernie?" dedi.
Topluca çocuk ağır başlı bir şekilde, "Hannah" dedi, "o bir Çatalağız. Herkes bunun kara bir büyücünün işareti olduğunu bilir. Sen hiç yılanlarla konuşabilen doğru dürüst birini duydun mu? Slytherin'in kendisine de Çataldilli derlermiş."
Bunun üzerine epeyce bir mırıldanma oldu ve Ernie devam etti: "Duvarda ne yazdığını hatırlamıyor musunuz? Vârisin Düşmanları, Kendinizi Kollayın. Potter'la Flitch arasında bir kapışma oldu. Hemen ardından bir baktık, Flitch'in kedisine saldırılmış. O birinci sınıf öğrencisi Creevey, Quidditch maçında Potter’i kızdırıyordu, çamurda yatarken fotoğrafını çekiyordu. Hop, bir bakıyoruz, Creevey'ye saldırılmış."
Hannah pek emin olmadan, "Ama hep öyle hoş görünür ki," dedi. "Ve, biliyorsunuz, Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen'i yok eden de o. Yani, o kadar da kötü olamaz, değil mi?"
Ernie sesini esrarengiz bir şekilde alçalth, Hufflepuff lar ona daha fazla yaklaştılar, Harry de Ernie'nin ne dediğini duymak için daha yakına geldi.
"Kimse Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen'in saldırısından nasıl sağ çıktığını bilmiyor. Demek istediğim, bunlar olduğunda o bir bebekmiş. Paramparça olmalıydı. Böyle bir lanetten ancak sahiden güçlü bir Kara Büyücü kurtulabilir." Sesini daha da alçaltıp neredeyse fısıltı düzeyine indirdi. "Belki de Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen onu sırf bu yüzden öldürmek istedi. Onunla rekabet edecek bir başka Karanlık Lord istemiyordu. Merak ediyorum, acaba Potter başka nasıl güçler gizliyor?"
Harry daha fazla dayanamadı. Yüksek sesle boğazını temizleyerek kitap raflarının ardından çıktı. Eğer bu kadar kızgın olmasa, karşısındaki manzarayı komik bulurdu: Hufflepuff ların her biri, sanki onu görür görmez taşlaşmış gibi davranıyordu, Ernie'nin ise yüzünün rengi çekilmişti.
"Selam," dedi Harry. "Justin Finch Fletchley'yi arıyordum."
Hufflepuff lann en çok korktukları şey başlarına gelmişti. Hepsi korkuyla Ernie'ye baktı.
Ernie, titrek bir sesle, "Onu niye arıyorsun?" dedi.
"Düello Kulübü'nde yılanla aslında ne olduğunu ona anlatmak. istiyordum."
Ernie beyaz dudaklarını ısırdı, sonra da derin bir nefes alıp, "Hepimiz ordaydık," dedi. "Ne olduğunu gördük."
"Öyleyse, ben onunla konuştuktan sonra yılanın geri çekildiğini fark ettiniz, değil mi?"
Ernie, konuşurken titrediği halde inatla, "Ben sadece," dedi, "senin Çataldili konuştuğunu ve yılanı Justin'e doğru kovaladığını gördüm."
"Ben yılanı ona doğru kovalamadım!" dedi sesi öfkeyle titreyen Harry. "Ona dokunmadım bile!"
"Kılı kılına kaçtı," dedi Ernie. "Ve aklına garip şeyler geliyorsa eğer," diye telaşla ekledi, "sana dokuz cadı ve büyücü kuşağında geriye doğru ailemin izini sürebileceğini, kanımın herkesinki kadar saf olduğunu söyleyebilirim, yani..."
Harry şiddetle, "Ne tür kanın olduğu umurumda bile değil!" dedi. "Muggle ana babadan doğanlara niye saldıracakmışım ki?"
Ernie hemen, "Duyduğuma göre birlikte yaşadığın Muggle'lardan nefret ediyormuşsun," dedi.
"Dursley'lerle birlikte yaşayıp da onlardan nefret etmemek mümkün değil. Senin denemeni görmek isterdim."
Gerisin geri dönüp hışım gibi kitaplıktan çıktı, böylece de büyük bir büyü kitabının yaldızlı kapağım parlatan Madam Pince'in ona kınayıcı bir bakış atmasına yol açtı.
Harry koridordan yukarı doğru sarsak sarsak yürüdü, nereye gittiğinin bile pek farkında sayılmazdı, öylesine öfkelenmişti. Bunun sonucunda da çok büyük ve sert bir şeye çarpıp sırtüstü yere serildi.
Yukarı bakarak, "Ah, selam, Hagrid," dedi.
Hagrid'in yüzü yünlü, karla kaplı bir yün başlıkla tamamen gizlenmişti, ama gene de ondan başkası olamazdı. Çünkü köstebek kürkü paltosuyla neredeyse bütün koridoru dolduruyordu. Muazzam, eldivenli ellerinin birinden ölü bir horoz sarkıyordu.
Konuşabilmek için başlığını çıkartarak, "İyi misin, Harry?" dedi. "Niye derste değilsin?"
"İptal oldu," dedi Harry, ayağa kalkarak. "Sen burada ne yapıyorsun?"
Hagrid ölü horozu havaya kaldırdı.
"Bu sömestr öldürülen ikinci horoz," diye açıkladı. "Ya tilkiler ya da bir Kan Emen Karaayı. Kümeste büyü kullanmak için Müdürün izni gerek."
Kalın, karla kaplı kaşlarının altından Harry'ye daha dikkatle baktı.
"İyi olduğundan emin misin? Kızmış ve sıkılmış gibi bir halin var."
Harry ona Ernie ile diğer Hufllepuff larm kendisi hakkında söylediklerini tekrarlamaya dayanamadı.
"Hiçbir şey yok," dedi. "Gitsem iyi olur, Hagrid, bundan sonra Biçim Değiştirme dersi var, benim de kitaplarımı almam gerek."
Kafası hâlâ Ernie'nin onun hakkında söylediklerinde, yürüyüp gitti.
"Justin, Potter'a Muggle anne babadan doğma olduğunu ağzından kaçırdı kaçıralı böyle bir şeyin olmasını bekliyor..."
Harry merdivenlerden yukarı ayaklarını vura vura çıktı ve bir başka koridoru döndü, çok karanlıktı. Gevşemiş bir pencere camından içeri giren kuvvetli, buz gibi hava cereyanı meşaleleri söndürmüştü. Geçidin yarısına gelmişti ki, yerde yatan bir şeye takılıp tepe üstü uçtu.
Gözlerini kısıp neye takıldığına bakmak için döndü ve ona sanki midesi eriyip bitmiş gibi geldi.
Justin Finch Fletchley, kaskatı ve soğuk, yerde yatıyordu. Yüzünde bir şok ifadesi donup kalmıştı, gözleri boş boş tavana bakıyordu. Hepsi de bu değildi. Onun yanında başka biri vardı, Harry'nin gördüğü en tuhaf manzara.
Bu, artık inci beyazı ve şeffaf değil, kara ve dumanlı olan Neredeyse Kafasız Nick'ti. Yerin on beş santim yukarısında hareketsiz ve yatay durumda duruyordu. Başı yan yarıya düşmüştü ve yüzünde de Justin'inkinin tıpatıp eşi bir şok ifadesi vardı.
Harry ayağa kalktı, hızlı hızlı nefes alıyordu, kalbi kaburgalarının üstünde trampet çalıyor gibiydi. Çaresizlik içinde ıssız koridorun başına sonuna baktı ve iki bedenden olabildiğince hızla uzaklaşan çizgi halinde örümcekler gördü. Duyulan tek ses, her iki taraftaki sınıflardan gelen alçak perdeden öğretmen sesleriydi.
Koşabilirdi, kimse de onun burada olduğunu bilmezdi. Ama ikisini orda öyle yatarken bırakamazdı... yardım bulmalıydı. Bununla bir ilgisi olmadığına kimse inanır mıydı acaba?
Orada panik halinde dururken, hemen yanında bir kapı gümbürtüyle açıldı, hortlak Preeves ok gibi dışarı fırladı.
"Hey, işte küçük kaçık Potter!" diye gevrek gevrek güldü Peeves, yanından geçerken de Harry'nin gözlüğünü düşürdü. "Potter neyin peşinde? Potter niye sinsi sinsi..."
Peeves, havada attığı taklanın ortasında durdu. Tepe üstüyken, Justin ve Neredeyse Kafasız Nick'i görmüştü. Hop diye doğruldu, ciğerlerini doldurdu ve daha Harry onu durduramadan feryadı bastı: "SALDIRI! SALDIRI! BİR SALDIRI DAHA! ÖLÜMLÜLER DE EMNİYETTE DEĞİL, HAYALETLER DE! KAÇIN, CANINIZI KURTARIN! SALDIRIIII!"
Pat - pat - pat: Koridorda birbiri ardınca kapılar açıldı, insanlar dışarı uğradı. Birkaç uzun dakika boyunca öyle bir karışıklık sahnesi meydana geldi ki, Justin ezilme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı, insanlar da Neredeye Kafasız Nick'in içinde duruyorlardı. Harry, öğretmenler öğrencilere susun diye bağırırken, kendini duvara yapışmış buldu. Profesör McGonagall koşarak geldi, arkasında sınıfı vardı, birinin saçı hâlâ siyah beyaz çubukluydu. Asasını şiddetle çatırdattı, sessizlik sağlandı, o da herkese sınıflarına gitmelerini emretti. Ortalık henüz durulmuştu ki, Hufflepuff lı Ernie soluk soluğa sahneye çıktı.
Parmağını dramatik bir edayla Harry'ye doğru uzatarak, yüzü bembeyaz, haykırdı: "iki elin kızıl kanda yakalandın!"
Profesör McGonagall sertçe, "Bu kadarı yeter, Macmillan!" dedi.
Tepede, şimdi hain bir ifadeyle sırıtan Peeves sağa sola hoplayarak sahneyi inceliyordu. Peeves her zaman kaostan hoşlanırdı. Öğretmenler, Justin ile Neredeyse Kafasız Nick'in üstüne eğilip onları incelerken, Peeves bir şarkıya başladı:
"Ah Potter, seni katır, ah sen neler yaptın?
Öğrencileri öldürdün de bunu marifet sandın..."
Profesör McGonagall, havlarcasına, "Yeter arhk, Peeves!" dedi, Peeves de Harry'ye dilini çıkararak bir anda geriye gitti.
Justin, Profesör Flitwick ve Astronomi bölümünden Profesör Sinistra tarafından hastane kanadına taşındı. Ama kimse Neredeyse Kafasız Nick için ne yapacağını bilemiyor gibiydi. Sonunda Profesör McGonagall havadan koca bir yelpaze yaptı, bunu da Neredeyse Kafasız Nick'i merdivenlerden yukarı sürükleme talimatıyla Ernie'ye verdi. Ernie de bunu yaptı; sessiz, kara bir hoverkraftmış gibi Nick'i yelpazeleyip götürdü. Böylece Harry ile Profesör McGonagall baş başa kaldılar.
"Buradan, Potter."
"Profesör," dedi Harry hemen, "yemin ederim ki ben..."
Profesör McGonagall kısaca, "Mesele benim elimden çıktı, Potter," dedi.
Sessizce bir köşeyi döndüler, Profesör McGonagall büyük ve son derece çirkin bir hayvanı resmeden oluk ağzının önünde durdu.
"Limon şerbeti!" dedi. Besbelli bu bir parolaydı, çünkü hayvan birden canlandı ve arkasındaki duvar yarılırken kenara zıpladı. Harry, neler olacağından korksa bile, şaşmaktan kendini alamadı. Duvarın gerisinde kıvrıla kıvrıla yukarı çıkan ve bir yürüyen merdiven gibi sarsıntısız yükselen basamaklar vardı. O ve Profesör MacGonagall merdivene binerlerken, Harry duvarın arkalarından kapandığım duydu. Daireler halinde gittikçe daha yukarı çıkarak yükseldiler ve sonunda, birazcık başı dönen Harry, ileride pırıl pırıl meşe bir kapı gördü. Üzerinde kartal başlı, kanatlı aslan şeklinde pirinç bir tokmak vardı.
Nereye götürüldüğünü anladı. Burası Dumbledore'un yaşadığı yer olmalıydı

GeCeLeR
12-10-2006, 01:38 AM
ON İKİNCİ BÖLÜM
Çok Özlü iksir

Üstteki taş sahanlıkta merdivenden indiler. Profesör McGonagall kapıya vurdu. Kapı sessizce açıldı, içeri girdiler. Profesör McGonagall, Harry'ye beklemesini söyleyip onu orada yalnız bıraktı.
Harry etrafına baktı. Bir şey kesindi: Harry'nin bu yıl şimdiye kadar ziyaret ettiği bütün öğretmen odaları içinde, Dumbledore'unki kesinlikle en ilginç olanıydı. Eğer biraz sonra okuldan atılacağım diye ödü kopmuş olmasa, buraya bir göz atma şansı bulduğu için çok memnun olurdu.
Daire şeklinde büyük, güzel bir odaydı, garip seslerle doluydu. Cılız bacaklı masalarda birçok tuhaf gümüş alet duruyordu, pırpır ediyor ve küçük duman bulutları çıkarıyorlardı. Duvarlar eski müdürler ve müdirelerin portreleriyle doluydu, hepsi çerçevelerinde tatlı tatlı kestiriyordu. Ayrıca muazzam, pençe ayaklı bir masa da vardı ve onun ardındaki bir rafta eski püskü, yırtık pırtık bir büyücü şapkası duruyordu - Seçmen Şapka.
Harry durakladı. Duvarlardaki uyuyan cadılarla büyücülere ihtiyatla göz attı. Şapka'yı yeniden takıp denemenin ne zararı olabilirdi ki? Anlamak için... kendisini gerçekten doğru binaya koyduğundan emin olmak için.
Sessizce masanın arkasına geçti, Şapka'yı raftan aldı ve başına taktı. Çok büyüktü; kayıyor, gözlerinin üstüne düşüyordu, tıpkı son taktığında olduğu gibi. Harry Şapka'nın siyah astarına bakarak bekledi. Sonra küçük bir ses, "Kulağına kar suyu mu kaçtı, Harry Potter?" dedi.
"Hımm, evet," diye mırıldandı Harry. "Şey... sizi rahatsız ettiğim için özür dilerim - şeyi öğrenmek istiyordum..."
Şapka akıllı akıllı, "Seni doğru binaya koyup koymadığımı merak ediyorsun," dedi. "Evet... seni yerleştirmek özellikle zordu. Ama daha önce dediğimden şaşmam -" Harry'nin kalbi yerinden hopladı "- Slythe-rin'de sahiden de başarılı olurdun."
Harry'nin midesi taş gibi oldu. Şapka'nın sivri yanından tutup başından çıkardı. Şapka gevşek gevşek elinden sarktı, pis ve soluktu. Harry midesinin bulandığını hissederek onu yeniden rafına koydu.
Hareketsiz ve sessiz duran Şapka'ya, "Yanılıyorsun," dedi. Şapka kıpırdamadı. Harry, onu kollayarak geri geri gitti. Derken arkasında garip, boğuk bir ses duydu ve hızla geri döndü.
Meğer odada yalnız değilmiş. Kapının arkasındaki altın tünekte, yarısı yolunmuş bir hindiye benzeyen, tiridi çıkmış bir kuş duruyordu. Harry ona bakakaldı, kuş da yeniden o boğuk sesi çıkartıp nefretle ona baktı. Onun çok hasta göründüğünü düşündü. Gözleri donuk bakıyordu ve Harry ona baktığı sırada kuyruğundan birkaç tüy daha düştü.
Harry ihtiyacı olan tek şeyin, o odasında yalnızken Dumbledore'un sevgili kuşunun ölmesi olduğunu düşünüyordu ki, kuş birden alev alev yanmaya başladı.
Harry şok içinde feryat etti ve geri geri gidip masaya çarptı. Heyecanla etrafına bakınıp bir yerlerde bir bardak su aradı, ama göremedi. Bu arada kuş bir ateş topu halini almıştı. Son bir vahşi çığlık attı, bir saniye sonra yerde dumanları tüten bir kül yığınından ibaret kalmıştı.
Odanın kapısı açıldı. Dumbledore, çok sıkıntılı bir edayla içeri girdi.
"Profesör," diyebildi Harry soluk soluğa, "kuşunuz - ben bir şey yapmadım - kendisi alev aldı..."
Dumbledore gülümseyince de çok şaşırdı.
"Eh, vakti gelmişti doğrusu. Günlerdir berbat görünüyordu. Ben de ona gayret etmesini söylüyordum."
Harry'nin yüzündeki sersemlemiş ifadeyi görüncı de kıkırdadı.
"Fawkes bir Anka kuşudur, Harry. Ankalar ölme vakti gelince alev alırlar, sonra da küllerinden yenide doğarlar. Gözünü üstünden ayırma..."
Harry hızla geri dönünce minicik, buruş buruş, yeni doğmuş bir kuşun kafasını küllerden uzattığını gördü. Küçük kuş, yaşlı olanı kadar çirkindi denilebilir.
Dumbledore masasının arkasına oturarak, "Onu bir Yanma Günü'nde görmen ne yazık," dedi. "Genellikle çok yakışıklıdır: Harikulade kırmızı ve altın rengi tüyleri vardır. Büyüleyici yaratıklar bu Anka kuşları. Çok ağır yükler taşıyabilirler, gözyaşlarının iyileştirici gücü vardır ve çok sadık hayvanlardır."
Fawkes'un alev almasının şoku içinde, Harry oraya niye geldiğini unutmuştu. Ama Dumbledore masanın arkasındaki yüksek arkalıklı sandalyeye oturup insanın içine işleyen açık mavi bakışlarını üzerine dikince, hemen hatırladı.
Ancak, daha Dumbledore ağzını açıp tek kelime edemeden odanın kapısı çok şiddetli bir çatırtıyla arkaya savruldu ve Hagrid içeri daldı. Gözlerinde çılgınca bir bakış vardı, başlığı darmadağınık saçlı siyah kafasının üstüne tünemişti, ölü horoz da hâlâ elinden sarkıyordu.
Hagrid hararetle, "Harry değildir, Profesör Dumbledore!" dedi. "O çocuk bulunmadan birkaç saniye önce Haıry'yle konuşuyordum ben, asla vakti olamaz, efendim..."
Dumbledore bir şeyler söylemeye çalıştı, ama Hagrid söylenip durmayı sürdürdü, heyecan içinde horozu sallayıp duruyor, her tarafa tüyler saçıyordu.
"... O olamaz ki, olamaz, eğer gerekirse Sihir Bakanlığı'nın önünde yemin ederim..."
"Hagrid, ben..."
"... Yanlış çocuğu yakaladınız efendim, ben biliyorum ki Harry asla..."
"Hagrid!" dedi Dumbledore yüksek sesle. "Ben Harry'nin onlara saldırdığım düşünmüyorum ki."
"Ah," dedi Hagrid, horoz gevşek halde aşağı sarkarken. “Tamam, öyleyse dışanda beklerim, Müdürüm."
Ve hayli mahcup halde paldır küldür dışarı çıktı.
Dumbledore masasının üstündeki horoz tüylerini eliyle süpürürken, Harry umutla, "Ben olduğumu düşünmüyor musunuz, Profesör?" diye tekrarladı.
"Hayır, Harry, düşünmüyorum," dedi Dumbledore, yüzüne yeniden sıkıntılı bir ifade geldiği halde. "Ama gene de seninle konuşmak istiyorum."
Dumbledore uzun parmaklarının uçlarını bitiştirmiş onu gözden geçirirken, Harry sinirli bir şekilde bekledi.
Yumuşak bir sesle, "Bana söylemek istediğin bir şey olup olmadığını sana sormalıyım, Harry," dedi. "Herhangi bir şey."
Harry ne söyleyeceğini bilemedi. Malfoy'un, "Sıra sizde, Bulanık'lar!" diye bağırmasını ve Mızmız Myrtle'nin tuvaletinde ağır ağır kaynayan Çok Özlü İksiri düşündü. Sonra iki kez duyduğu bedensiz sesi düşündü ve Ron'un dediğini hatırladı: "Başka hiç kimsenin duymadığı sesler duymak hayra alamet değildir, büyücüler dünyasında bile." Herkesin onun hakkında neler dediğini de düşündü, bir de şu ya da bu şekilde Salazar Slytherin'le ilişkisi olduğuna dair gittikçe artmakta olan korkusunu...
"Hayır," dedi Harry. "Hiçbir şey yok, Profesör."
Justin ve Neredeyse Kafasız Nick'e yapılan çifte saldırı, o ana kadar endişe olan şeyi gerçek bir paniğe dönüştürdü. Tuhaftır, insanları asıl kaygılandıran Neredeyse Kafasız Nick'in kaderi oldu. Bir hayalete bunu kim yapabilir ki, diye sordular birbirlerine, hangi müthiş güç zaten ölmüş birine zarar verebilir? Öğrenciler Noel'de evlerine gidebilsinler diye Hogwarts Ekspresi'nde yer ayırtmak için koşuşturdular.
Ron, Harry ile Hermione'ye, "Bu gidişle sadece biz kalacağız," dedi. "Biz, Malfoy, Crabbe ve Goyle. Ne kadar neşeli bir tatil olacak."
Malfoy ne yaparsa daima onu yapan Crabbe ve Goyle, tatilde de okulda kalmak için adlarını yazdırmışlardı. Ama Harry öğrencilerden çoğunun gitmesinden hoşnuttu. İnsanların, sanki bir anda dişleri uzayacak, ya da zehir tükürecekmiş gibi koridorda yanından geçerken kavis çizmelerinden de, o geçerken herkesin mırıldanmasından, parmağıyla işaret etmesinden ve fısıldamasından da bezmişti.
Ancak Fred ve George bunu çok komik buluyorlardı. Kendi işlerini bırakıp, Harry koridorda yürürken onun önünde uygun adım gidiyor, "Slytherin'in vârisine yol açın, ciddi şekilde melun büyücü geliyooor!" diye bağırıyorlardı.
Percy bu davranışları hiç onaylamıyordu.
Soğuk soğuk, "Bunda gülecek bir şey yok," dedi.
Fred, "Hey, yoldan çekil, Percy," dedi. "Harry'nin acelesi var."
George kahkahasını zor tutarak, "Evet," dedi, "zehirli dişi olan hizmetkânyla bir fincan çay içmek için Sırlar Odası'na uğrayıverecek."
Ginny de bunu hiç komik bulmuyordu.
Fred, Harry'ye yüksek sesle, bundan sonra kime saldırmayı planladığını sorunca ya da George karşılaştıkları zaman Harry'yi koca bir diş sarımsakla uzaklaştırıyormuş gibi yapınca, "Ah, yapmayın," diye feryatediyordu kız.
Harry ise aldırmıyordu. Fred ve George'un, onun Slytherin'in vârisi olması fikrini hiç değilse komik bulmaları, kendini daha iyi hissetmesine yol açıyordu. Ama onların maskaralıkları, yaptıklarına her gördüğünde daha da ekşi bakan Draco Malfoy'u kızdırıyor gibiydi.
Ron bilmiş bilmiş, "Çünkü aslında vârisin kendisi olduğunu söylemek için çatlıyor da ondan," dedi. "Birisinin onu bir şeyde yenmesinden nasıl nefret eder bilirsiniz, onun pis işinin şerefi de sana kalıyor."
Hermione halinden memnun bir ses tonuyla, "Uzun sürmeyecek ama," dedi. "Çok Özlü İksir hemen hemen hazır. Ondan gerçeği öğrenmemiz gün meselesi."
Sonunda sömestr sona erdi ve şatonun üstüne arazideki kar kadar derin bir sessizlik çöktü. Harry bunu kasvetli olmaktan çok huzur verici buluyordu. Gryffindor Kulesi'nin Hermione ve Weasley'lerle ona kalmasından da hoşnuttu. Kimseyi rahatsım etmeden gürültülü bir şekilde Patlamalı Pişti oynayabiliyorlar ve kendi aralarında düello antrenmanı yapıyorlardı. Fred, George ve Ginny, Mr ve Mrs Weasley ile birlikte Mısır'da Bill'i ziyaret etmektense okulda kalmayı tercih etmişlerdi. Onların çocukça bulduğu davranışlarını hiç onaylamayan Percy ise, Gryffindor ortak salonunda pek oturmuyordu. Onlara kendisinin sadece, bir Sınıf Başkanı olarak bu sorunlu dönemde öğretmenleri desteklemek için Noel'de okulda kaldığını kendini beğenmiş bir tavırla söylemişti zaten.
Noel sabahı hava soğuk, her yer beyazdı. Yatakhanelerinde kalan tek öğrenciler olan Harry ve Ron, tam tekmil giyinmiş, elinde ikisine de aldığı hediyelerle paldır küldür içeri dalan Hermione tarafından erkenden uyandırıldılar.
"Kalkın," dedi yüksek sesle, penceredeki perdeleri çekerek.
Ron, gözlerini ışıktan koruyarak, "Hermione," dedi, "buraya girmemen gerekir."
"Sana da mutlu Noeller," dedi Hermione, hediyesini ona atarak. "Bir saattir ayaktayım, İksir'e biraz zarkanatlı sinek daha kattım. Artık hazır."
Harry birden, uykusu açılarak yerinde doğruldu.
"Emin misin?"
"Kesin," dedi Hermione, onun dört direkli yatağının ucuna oturabilmek için fare Scabbers'ı öteye iterek. "Eğer yapacaksak, bu gece olmalı derim." . Tam o anda Hedwig odaya süzüldü, gagasında çok küçük bir paket vardı.
O, yatağına konarken, "Selam," dedi Harry mutlulukla. "Artık benimle konuşuyor musun?"
Hedwig çok muhabbetti bir şekilde onun kulağını kemirdi. Aslında bu hareketi, Dursley'lerden geldiği anlaşılan paketten çok daha iyi bir hediyeydi. Harry'ye bir kürdan yollamışlardı, bir de not vardı ve yaz tatilinde de Hogwarts'ta kalıp kalamayacağını öğrenmesini istiyorlardı.
Harry'nin diğer Noel hediyeleri çok daha memnuniyet vericiydi. Hagrid ona koca bir teneke melas şekerlemesi yollamıştı; Harry yemeden önce onu şöminenin yanında yumuşatmaya karar verdi. Ron, en sevdiği Quidditch takımı hakkında ilginç olgular içeren Cannon'larla Uçmak adlı bir kitap vermişti. Hermione ise ona kartal tüyünden yapılma lüks bir tüy kalem getirmişti. Harry son hediye paketini açınca, Mrs Weasley'den gelen, elde örülmüş yeni bir yelekle, kocaman bir erik pastası buldu. Onun kartını yeni bir suçluluk dalgasıyla yerine yerleştirdi. Mr Weasley'nin, Şamarcı Söğüt'e çarptığından beri bir daha görünmeyen arabasını düşündü ve Ron'la ikisinin birazdan yapmayı planladıkları kurallara karşı gelme harekâtını.
Hiç kimse, hatta daha sqnra Çok Özlü İksir içme korkusuna kapılmış biri bile, Hogwarts'ın Noel yemeğinden hoşlanmamazlık edemezdi.
Büyük Salon muhteşem görünüyordu. Bir düzine buzlanmış Noel ağacı ile tavanda çaprazlamasına uzanan kalın çobanpüskülü ve ökseotu süslemeleri yetmiyormuş gibi, tavandan ılık ve kuru, sihirli kar yağıyordu. Dumbledore, en sevdiği Noel ilahilerinden birini söylerken onların başını çekti. Hagrid içtiği her yumurtalı, sütlü viski kadehiyle birlikte sesini daha da yükseltti. Fred'in sınıf başkanı rozetini büyülediğinin ve şimdi rozetin üstünde "Salak Başı" yazdığının farkında bile olmayan Percy, hepsinin niye kıs kıs güldüklerini sorup durdu. Harry, Slytherin masasındaki Draco Malfoy'un, yeni yeleği için yüksek sesle incitici görüşler ileri sürmesine bile aldırmadı. Biraz şansları olursa Malfoy nasıl olsa birkaç saat içinde hak ettiği cezayı bulacaktı.
Harry ve Ron, Noel pudinglerinin üçüncü tabağını henüz bitirmişlerdi ki, o akşam için yaptıkları planlan sonuca vardırmak için Hermione önlerine düşüp onları dışarı çıkardı.
Alelade bir şey söylüyormuş gibi, "Dönüşeceğimiz insanlara ait bir şeye hâlâ ihtiyacımız var," dedi. Sanki onları deterjan almak için süpermarkete yolluyordu. "Ve elbette, Crabbe ile Goyle'a ait bir şey alabilirsek iyi olur. Onlar Malfoy'un en iyi arkadaşları, onlara her şeyi söyler. Bir de hakiki Crabbe ile Goyle'un, biz Malfoy'u sorgularken pat diye gelmemelerini garantiye almak zorundayız."
Harry ile Ron'un yüzlerindeki afallamış ifadeye aldırmayarak, "Hepsi düşünüldü," diye sakin sakin devam etti. İki tombul, çikolatalı pastayı onlara gösterdi.
"İçlerine çok basit bir Uyku Sıvısı koydum. Sizin bütün yapacağınız Crabbe ile Goyle'un bunları bulmasını sağlamak. Ne kadar açgözlü olduklarını biliyorsunuz, mutlaka yerler. Uykuya daldıkları zaman saçlarından birkaç tel alın ve onları da süpürge dolabına saklayın." Harry ve Ron inanmazcasma birbirlerine baktılar. "Hermione, hiç sanmam..." "İşler fena halde ters gidebilir..." Ama Hermione'nin gözlerinde, zaman zaman Profesör McGonagall'ınkinde olan cinsten çelikimsi bir parıltı vardı.
"Crabbe ve Goyle'un saçları olmazsa İksir hiçbir şeye yaramaz," dedi. "Malfoy hakkında araştırma yapmak istiyorsunuz, değil mi?"
"Ah, tamam, tamam," dedi Harry. "Peki ama sen? Sen kimin saçının tellerini koparıyorsun?"
Hermione, yüzü ışıldayarak, "Benimki bende zaten," dedi, cebinden küçük bir şişe çıkarıp onlara içindeki tek bir saç telini gösterdi. "Mülicent Bulstrode'un Düello Kulübü'nde benimle güreşmesini hatırlıyor musunuz? Beni boğmaya çalışırken cüppemin üstünde bunu bıraktı! Şimdi de Noel tatili için evde - ben Slytherin'lere geri dönmeye karar verdiğimi söyleyeceğim, hepsi bu."
Hermione, Çok Özlü İksir’ini bir daha kontrol etmek için fırlayıp gidince, Ron yüzünde kaçınılmaz kötü kadere boyun eğmiş bir ifadeyle Harry'ye döndü.
"Hayatında hiç işlerin bu kadar ters gidebileceği bir plan duydun mu?"
Ama operasyonun birinci aşaması, Harry ve Ron'u fevkalade şaşırtacak şekilde Hermione'nin dediği kadar rahat geçti. Noel çayından sonra ıssız Giriş Salonu'nda pusuya yatıp, Slytherin masasında tek başlanna kalmış, dördüncü meyveli pandispanyalarını götüren Crabbe ve Goyle'u beklediler. Harry çikolatalı pastaları tırabzanın ucuna koymuştu. İkisinin Büyük Salon'dan çıktıklarını görünce de, hemen ön kapının yanındaki bir zırhın arkasına gizlendiler.
Crabbe pastaları neşeyle Goyle'a gösterip hemen kaparken, Ron heyecanla, "Bu kadar da aptal olunur mu?" diye fısıldadı. Salak salak sırıtarak pastaları tek lokmada koca ağızlarına attılar. Bir an ikisi de yüzlerinde bir zafer ifadesiyle, obur obur çiğnedi. Sonra, en ufak bir ifade değişikliği olmaksızın, ikisi de sırtüstü yere serildi.
En zor tarafı, onları salonun öbür yanındaki dolaba saklamak oldu. Kovalarla tahta bezleri arasına onları güvenli bir şekilde yerleştirdikten sonra, Harry, Goyle'un alnını kaplayan kıllardan bir iki tane aldı. Ron da Crabbe'nin saçından birkaç tel kopardı. Ayakkabılarını da çaldılar, çünkü kendi ayakkabıları Crabbe ve Goyle'unkiler boyunda ayaklar için pek küçüktü. Sonra, az önce yaptıklarına hâlâ şaşarak, Mızmız Myrtle'ın tuvaletine koştular.
Hermione'nin kazanı karıştırdığı bölmeden gelen kalın, kara duman yüzünden içerde nerdeyse göz gözügörmüyordu.Cüppelerini yüzlerinin üstüneçeken Harry ve Ron, yavaşça kapıya vurdu.
"Hermione?"
Sürgünün çekildiğini duydular, Hermione ortaya çıktı, yüzü parlıyordu ve endişeli görünüyordu. Arkasında kaynayan, melas kıvamındaki İksir'in cup cup ettiğini duydular. Klozetin üstünde üç cam su bardağı hazırdı. Hermione soluk soluğa, "Aldınız mı?" diye sordu. Harry, Goyle'un saçını gösterdi. "İyi. Ben de çamaşırhaneden bu cüppeleri yürüttüm," dedi Hermione; elinde küçük bir çuval tutuyordu. "Crabbe ve Goyle olduğunuz zaman size daha büyük cüppeler gerek."
Üçü de gözlerini kazana dikti. Yakından bakınca, İksir, kıvamlı, koyu renk çamura benziyordu, ağır ağır kaynayıp duruyordu.
Hermione, Fevkalade Muktedir îksirler'm beneklenmiş sayfasını kaygıyla tekrar okuyarak, "Her şeyi doğru yaptığımdan eminim," dedi. "Kitapta nasıl görüneceği yazılıysa, öyle görünüyor... İçtikten sonra kendi halimize dönmeden önce tam bir saatimiz olacak." "Şimdi n'apıyoruz?" diye sordu Ron. "Üç bardağa bölüp saçları ekliyoruz." Hermione her bardağa İksiri kepçe kepçe doldurdu. Sonra, eli titreyerek, Millicent Bulstrode'un saçını içinde olduğu şişeden ilk bardağa döktü.
İksir, kaynayan bir çaydanlık misali tısladı ve deli gibi köpürdü. Bir saniye sonra hastalıklı bir sarıya dönmüştü.
Ron, nefretle bakarak, "Öğğğ - Millicent Bulstrode'un özü," dedi. "Eminim tadı da iğrençtir."
"Seninkini ekle” dedi Hermione.
Harry, Goyle'un saçını ortadaki bardağa koydu, Ron da Crabbe'ninkini son bardağa. Her iki bardak da tısladı ve köpürdü. Goyle'unki sümüğün haki rengine dönüştü, Crabbe'ninki de koyu, kasvetli bir kahverengiye.
Ron ve Hermione bardaklarına uzanırken, Harry, "Durun bir dakika," dedi. "Hepsini burada içmesek iyi olur: Crabbe ve Goyle'a dönüşünce buraya sığmayız. Eh, Millicent Bulstrode de pek cinperi takımından sayılmaz."
"İyi fikir” dedi Ron, kapının kilidini açarak. "Ayrı ayrı bölmelere girelim."
Harry, Çok Özlü İksir'in bir damlasını bile ziyan etmemeye özen göstererek ortadaki bölmeye süzüldü.
"Hazır mısınız?" diye seslendi.
Ron ve Hermione'nin sesleri geldi: "Hazırız."
"Bir... iki... üç..."
Harry burnunu tutarak İksir'i iki büyük yudumda içti. Fazla pişmiş lahana tadındaydı.
Birden içi sanki canlı yılanlar yutmuş gibi kıvır kıvır etmeye başladı - iki büklüm oldu, kusacak mıyım diye merak etti - sonra midesinden el ve ayak parmaklarının uçlarına kadar yakıcı bir duygu hızla yayıldı. Onun ardından da korkunç bir erime duygusu geldi, Harry diz üstü yere çöktü, dört ayak üstünde durdu. Vücudunun her yerinde derisi sıcak mum gibi kaynıyordu ve gözlerinin önünde elleri büyümeye başladı, parmaklan kalınlaştı, tırnakları enine gitti, ellerinin boğum yerleri şişip kocaman oldu. Omuzlan acı veren bir şekilde genişledi ve alnındaki karıncalanma, ona saçının aşağı, kaşlarına doğru ilerlediğini haber verdi; göğsü halkalarını kopartan bir varil gibi gelişirken cüppesi yırtıldı, ayakları dört numara küçük pabuçlar içinde işkence çekiyordu.
Her şey başladığı hızla bitti. Harry soğuk taş döşemede yatmış, Myrtle'ın en dipteki tuvalette mutsuzca boğazlanır gibi sesler çıkarışını dinliyordu. Ayakkabılarını güçlükle ayağından atıp kalktı. Demek Goyle olmak insanda böyle bir duygu uyandınyordu. Koca elleri titreyerek, ayak bileklerinden otuz santim yukarda duran eski cüppesini çıkardı, yedek cüppeyi giydi ve Goyle'un kayık gibi pabuçlarının bağcıklarını bağladı. Saçını gözlerinden çekmek için elini kaldırdı. Eline sadece, alnına kadar inen kısa, tel gibi kıllar çarptı. Sonra gözlüğünün gözlerini bulutlandırdığını fark etti, çünkü besbelli Goyle'un onlara ihtiyacı yoktu. Gözlüğünü çıkarıp seslendi: "İkiniz de iyisiniz, değil mi?" Ağzından Goyle'un gıcırtılı, alçak sesi çıktı.
Sağ tarafından Crabbe'nin derin homurdanması geldi:
"Evet."
Harry kapının kilidini açıp çatlak aynanın önüne gitti. Goyle donuk, çökük gözleriyle ona baktı. Harry kulağını kaşıdı. Goyle da öyle.
Ron'un kapısı açıldı. Birbirlerine baktılar. Solgun ve şaşkın görünüşü hariç, Ron'u Crabbe'den ayırmanın imkânı yoktu. Biçimsiz saç tıraşından tutun da uzun, goril kollarına kadar.
Ron aynaya yaklaşıp Crabbe'nin yassı burnuna parmağıyla bastırarak, "İnanılmaz bir şey bu," dedi. "inanılmaz."
Harry, Goyle'un kalın bileğini kesen saatini gevşetti. "Yola koyulsak iyi olur. Daha Slytherin ortak salonunun nerede olduğunu Öğrenmemiz gerek. Umarım, arkasına düşecek birini buluruz..."
Harry'ye bakan Ron, "Goyle'un düşündüğünü görmenin ne kadar acayip olduğunu bilmiyorsun," dedi. Sonra Hermione'nin kapısına vurdu. "Hadi, gitmemiz gerek..."
Tiz bir ses ona cevap verdi: "Ben... ben gelmesem daha iyi olacak gibi. Siz bensiz gidin."
"Hermione, Millicent Bulstrode'un çirkin olduğunu biliyoruz, kimse sen olduğunu anlamayacak."
"Hayır - aslında - geleceğimi sanmıyorum. Siz ikiniz çabuk olun, vakit kaybediyorsunuz."
Harry şaşkın şaşkın Ron'a baktı.
"Bak şimdi Goyle'a benzedin işte," dedi Ron. "Öğretmenlerden biri ona bir soru sorunca hep böyle bakar."
"Hermione, iyi misin?" dedi Harry kapıdan. "İyiyim - ben iyiyim... Gidin hadi..." Harry saatine baktı. Kıymetli altmış dakikalannın beş dakikası geçmişti bile.
"Sonra burada buluşuruz, tamam mı?" dedi. Harry ve Ron tuvaletin kapısını ihtiyatlı bir şekilde çıktılar, etrafta kimsenin olmadığını görünce de dışan çıktılar.
Harry Ron'a, "Kollarını öyle sallama," diye mırıldandı.
"Ne?"
"Crabe onları şöyle bükmeden tutar."
"Bu nasıl?" "Evet, daha iyi."
Mermer merdivenlerden aşağı indiler. Şimdi sadece Slytherin ortak salonuna kadar izleyecekleri bir Slytherin'e ihtiyaçları vardı, ama ortada kimsecikler görünmüyordu.
"Bir fikrin var mı?" diye mırıldandı Harry. Ron, zindanların girişini işaret ederek, "Slytherin'ler kahvaltıya hep oradan çıkıp gelir," dedi. Daha bu kelimeler ağzından yeni çıkmıştı ki, uzun dalgalı saçlı bir kız girişte göründü.
"Kusura bakma," dedi Ron, hızla yanına giderek, "ortak salonumuza nereden gidildiğini unuttuk."
"Pardon, anlayamadım," dedi kız kasılarak. "Salonumuz mu? Ben bir Ravenclaw'ım."
Yürüyüp giderken, kuşkuyla dönüp onlara baktı. Harry ve Ron taş merdivenlerden aşağıdaki karanlığa hızla indiler; Crabbe ve Goyle'un koca ayakları yere vurdukça ayak sesleri özellikle gürültülü bir şekilde yankılanıyordu. Anlaşılan bu iş sandıkları kadar kolay olmayacaktı.
Labirenti andıran geçitler ıssızdı. Okulun altında daha, daha da derinlere doğru yürüdüler, sürekli olarak
saatlerine bakıp ne kadar vakitleri kaldığını kontrol ediyorlardı. Çeyrek saat sonra, tam umutlarını yitirmek üzereyken, ileride ani bir hareket sezdiler.
"Ahha!" dedi Ron heyecanla. "İşte onlardan biri!"
Söz konusu kişi, yan odalardan birinden çıkıyordu. Ancak hızla yakınına gittiklerinde, bütün umutları kırıldı. Bir Slytherin değildi, Percy'ydi.
Ron hayretle, "Sen burada ne yapıyorsun?" dedi.
Percy alınmış göründü.
Resmi bir edayla, "O," dedi, "senin üstüne vazife değil. Crabbe'sin, değil mi?"
"Ne... ah, evet," dedi Ron.
Percy sert sert, "Eh, yatakhanenize gidin," dedi. "Bugünlerde karanlık koridorlarda gezinmek hiç de güvenli değil."
"Sen dolaşıyorsun ama," dedi Ron.
Percy dikleşerek, "Ben," dedi, "bir Sınıf Başkanı'yım. Hiçbir şey bana saldırmaz."
Birden Harry ve Ron'un arkasında bir ses yankılandı. Draco Malfoy onlara doğru geliyordu ve Harry hayatında ilk kez onu görmekten memnuniyet duydu.
Draco, kelimeleri uzata uzata, "İşte burdasınız," dedi onlara bakarak. "Bunca saattir Büyük Salon'da tıkmıyor muydunuz? Sizi arıyordum, size çok komik bir şey göstermek istiyorum."
Sonra onu yerin dibine geçirmek istercesine Percy'ye baktı.
"Ya sen burada ne yapıyorsun, Weasley?" dedi, dudak bükerek.
Percy fena halde öfkelenmiş göründü. "Bir Sınıf Başkanı'na daha fazla saygı göstermen gerekir!" dedi. "Tavrın hiç hoşuma gitmiyor!"
Malfoy gene alaylı alaylı dudak büktü ve Harry ile Ron'a peşinden gelmelerini işaret etti. Harry az daha Percy'den özür dileyecekti, ama tam vaktinde kendine hâkim oldu. Ron'la ikisi Malfoy'un arkasından koşturdular. Bir sonraki geçide dönerlerken, Malfoy, "O Peter Weasley..." dedi.
Ron otomatik olarak, "Percy," diye düzeltti. "Her neyse," dedi Malfoy. "Son zamanlarda hep sinsi sinsi dolaştığını görüyorum. Ve bahse girerim ki, ne yapmak istediğini biliyorum. Tek başına Slytherin'in vârisini yakalamak istiyor."
Kısa, alaylı bir kahkaha attı. Harry ve Ron birbirlerine heyecanlı heyecanlı baktılar.
Malfoy çıplak, nemli bir taş duvann yanında durdu. "Yeni parola neydi?" diye sordu Harry'ye. "Şeyyy..." dedi Harry.
"Ah evet - safkan!" dedi Malfoy, ona kulak bile vermeden. Duvarda gizlenmiş taş bir kapı kayarak açıldı. Malfoy içinden geçti, Harry ve Ron da ardından gittiler. Slytherin ortak salonu, yeraltında uzun, alçak tavanlı bir odaydı. Pürüzlü taş duvarları ve tavanı vardı, bu tavandan zincirlerle yuvarlak, yeşilimsi lambalar sarkıtılmıştı. İleride, rafıyla kenarları özenle oyulmuş bir şöminenin içinde çıtır çıtır bir ateş yanıyordu, oyma koltuklarda şömine önünde oturan birkaç Slytherin'in siluetleri görünüyordu.
Malfoy, Harry ile Ron'a ateşin gerisindeki iki boş koltuğu göstererek, "Burada bekleyin," dedi. "Gidip de getireyim - babam az önce gönderdi..."
Malfoy'un onlara ne göstereceğini merak eden Harry ile Ron oturdular ve kendilerim evlerinde hisse-diyormuş gibi görünmeye çalıştılar.
Bir dakika sonra gelen Malfoy'un elinde gazete kupürüne benzeyen bir şey vardı. Ron'un burnunun dibine soktu.
"Ne biçim güleceksin," dedi.
Harry, Ron'un gözlerinin şokla açıldığını gördü. Ron kupürü çabucak okudu, pek zoraki güldü ve Harry'ye uzattı.
Gelecek Postası'ndan kesilmişti ve şöyle diyordu: SİHİR BAKANLIĞI'NDA SORUŞTURMA
Muggle Eşyalarının Kötüye Kullanımı Dairesi Başkanı Arthur Weasley, bir Muggle arabasını büyülediği için elli Galleon cezaya çarptırıldı.
Sihirli arabanın bu yılın başlarında kaza yaptığı Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulunun yönetim kurulu üyelerinden Mr Lucius Malfoy, bugün Mr Weasley'nin istifa etmesini istedi.
Mr Malfoy, muhabirimize, "Weasley, Bakanlığın adına gölge düşürdü," dedi. "Belli ki bizim yasalarımızı hazırlamaya uygun değil, yaptığı o gülünç Muggle Koruma yasası da derhal iptal edilmeli."
Yorumunu almak için Mr Weasley'ye ulaşılamadı,ama eşi muhabirlere oradan gitmelerini, yoksa aile gulyabanisini üstlerine salacağını söyledi.
Harry kupürü ona geri verirken, "Eee?" dedi Malfoy sabırsızlıkla. "Sence komik değil mi?" Harry ruhsuzca, "Hah ha," dedi. Malfoy küçümseyen bir tavırla, "Arthur Weasley, Muggle'lan öyle çok seviyor ki," dedi, "asasını ortadan kırıp onlara katılması gerekir. Weasley'lerin davranışlarına bakarsan, safkan olduklarını hayatta anlamazsın." Ron'un -ya da Crabbe'nin- yüzü öfkeyle kasılmıştı. Malfoy, "Senin neyin var, Crabbe?" diye tersledi. Ron, "Karnım ağrıyor," diye homurdandı. "Eh, o zaman hastane kanadına git ve ordaki bütün Bulanıklara benim için bir tekme at" dedi Malfoy, alaylı alaylı gülerek. "Biliyor musunuz, Gelecek Postası'nın henüz bu saldırıları yazmayışına şaşıyorum." Düşünceli bir hali vardı. "Sanırım Dumbledore işi hasır altı etmeye çalışıyor. Kısa süre sonra buna son vermezse, kovulacak. Babam Dumbledore'un buranın başına gelen en berbat şey olduğunu söylüyor. Muggle ana babadan doğanlara bayılıyor. Doğru dürüst bir Müdür, asla o Creevey gibi pislikleri buraya almazdı."
Malfoy hayali bir fotoğraf makinesiyle fotoğraf çekmeye başladı ve Colin'in gaddarca ama aslına uygun bir taklidini yaptı: "Potter, fotoğrafını çekeyim mi, Potter? İmzanı alabilir miyim? Pabuçlarını yalayabilir miyim, lütfen, Potter?"
Ellerini aşağı indirip Harry'yle Ron'a baktı.
"Sizin ikinizin neyi var?"
Harry ve Ron iş işten geçtikten sonra kendilerini zorlayıp güldüler, ama Malfoy tatmin olmuş görünüyordu. Belki de Crabbe ve Goyle zaten her şeyi geç anlıyorlardı.
Malfoy yavaş yavaş, "Aziz Potter, Bulanıkların dostu," dedi. "Gerçek büyücü ruhuna sahip olmayanlardan biri de o, yoksa o kakavan Granger Bulanığıyla takılmazdı. Bir de insanlar onu Slytherin'in vârisi sanıyor!"
Harry ve Ron soluklarını tutup beklediler. Malfoy'un onlara vârisin kendisi olduğunu söylemesine birkaç saniye kalmıştı, kesin. Ama sonra...
Malfoy hırçın hırçın, "Keşke kim olduğunu bilseydim," dedi. "Onlara yardımım olurdu."
Ron'un ağzı açılınca, Crabbe'nin yüzü her zamankinden de daha aptalca göründü. Neyse ki Malfoy fark etmedi, kafasını hızla çalıştıran Harry de, "Bütün bunların gerisinde kimin olduğu konusunda bir fikrin olmalı..." diyecek oldu.
Malfoy, "Biliyorsun ki yok, Goyle," diye tersledi onu. "Sana kaç kere söyleyeceğim. Ve babam da bana Oda'nın son açılışı hakkında hiçbir şey söylemiyor. Tabii, elli yıl önceymiş, onun döneminden de önce, ama bu konuda her şeyi biliyor ve her şeyin gizli tutulduğunu, gereğinden fazlasını bilirsem şüphe uyandıracağımı söylüyor. Ama bildiğim bir şey var: Geçen sefer Sırlar Odası açıldığında, bir Bulanık öldü. Bahse girerim ki, bu sefer de onlardan birinin öldürülmesine pek bir şey kalmamıştır. Umarım Granger olur," dedi zevkle.
Ron, Crabbe'nin devasa yumruklarım sıkıyordu. Ron Malfoy'u yumruklarsa kendilerini biraz ele vereceklerini düşünen Harry, ona uyancı bir bakış attıktan sonra, "Geçen sefer Oda'yi açan kişinin yakalanıp yakalanmadığını biliyor musun?" diye sordu.
"Ah, evet... her kimse okuldan atıldı. Sanırım hâlâ Azkaban'dadır."
Harry hayretle, "Azkaban mı?" dedi.
Malfoy ona inanmazlıkla bakarak, "Azkaban - büyücü hapishanesi, Goyle," dedi. "Doğru söylüyorum, hani biraz daha ağır olsan geri geri gideceksin."
Koltuğunda rahatsız rahatsız kıpırdandı. "Babam dikkati üstüme çekmememi, işi halletmeyi Slytherin'in vârisine bırakmamı söylüyor. Okulun bütün Bulanık pisliğinden temizlenmesi gerek diyor, ama karışmak olmazmış. Tabii onun da şu anda başında bir sürü dert var. Sihir Bakanlığı'nın geçen hafta Malikânemize baskın düzenlediğini biliyor musunuz?"
Harry, Goyle'un donuk yüzüne endişeli bir ifade oturtmaya çalıştı.
"Evet..." dedi Malfoy. "Neyse ki pek fazla bir şey bulamadılar. Babamın son derece değerli Karanlık Sanat malzemeleri var. Ama neyse ki, bizim de kendi misafir odamızın döşemesi altında kendi gizli odamız var..."
"Ho!" dedi Ron.
Malfoy ona baktı. Harry de. Ron kızardı. Saçları bile kızıllaşmaya başlamıştı. Burnu da uzuyordu - saatleri dolmuştu. Ron kendi haline geri dönüyordu ve Harry'ye attığı dehşet dolu bakışa bakılırsa, Harry de öyleydi.
İkisi birden ayağa fırladılar.
Ron, "Karnım için ilaç," diye homurdandı. İşi daha fazla uzatmadan Slytherin ortak salonunu boydan boya hızla geçtiler, kendilerini taş duvara attılar, geçit boyunca koştular. Bir yandan da, Malfoy her şeye rağmen bir şey fark etmemiş olsa diye umut ediyorlardı. Harry ayaklarının Goyle'un koskoca ayakkabıları içinde kaydığını hissediyordu ve küçüldükçe de cüppesini havaya kaldırması gerekiyordu. Karanlık Giriş Salonu'nun merdivenlerinden ok gibi yukarı fırladılar, salon Crabbe ile Goyle'u kilitledikleri dolaptan gelen boğuk darbe sesleriyle dolmuştu. Onların ayakkabılarını dolap kapısı önünde bırakarak çoraplarıyla mermer merdivenlerden yukarı, Mızmız Myrtle'ın tuvaletine kadar tabana kuvvet koştular.
Ron, tuvalet kapısını arkalarından kapatarak, soluk soluğa, "Eh, vaktimizi tamamen ziyan ettik denemez," dedi. "Saldırılan kimin yaptığını hâlâ bilmiyoruz, tamam ama, yann babama yazıp ona Malfoy'ların misafir odalarının altını kontrol etmesini söyleyeceğim."
Harry çatlak aynada yüzüne baktı. Normale dönmüştü. Ron Hermione'nin bölmesinin kapısını yumruklarken, o da gözlüğünü taktı.
"Hermione, çık dışarı, sana anlatacak bir sürü şeyimiz var".
"Gidin şurdan!" diye cikledi Hermione. Harry ve Ron birbirlerine baktılar. "N'oluyor?" dedi Ron. "Artık normale dönmüş olmalısın, biz..."
Ama Mızmız Myrtle birden bölme kapısından kayarak çıktı. Harry onu hiç bu kadar mutlu görmemişti. "Aaaaaah, bir görseniz," dedi. "Öyle korkunç ki!" Sürgünün çekildiğini duydular ve Hermione ağlayarak dışarı çıktı, cüppesini başına kapatmıştı.
Ron ne diyeceğini bilemeden, "Ne var?" dedi. "Millicent'in burnu gitmedi mi, nedir?"
Hermione cüppesinin eteklerini bıraktı, Ron gerileyip lavaboya yapıştı.
Kızın yüzü kapkara tüylerle örtülüydü. Gözleri sapsarı olmuştu ve saçının arasından uzun, sivri kulaklar çıkıyordu.
"Bir ke... kedi kılıymış!" diye uludu. "Mi... Millicent Bulstrode'un bir kedisi olmalı! Ve İk... İksir'in de hayvan dönüşümü için kullanılmaması gerekiyor!" "Vay canına!" dedi Ron. Myrtle, hayatından memnun, "Seninle çok fena alay edecekler!" dedi.
Harry hemen, "Tamam, Hermione," dedi. "Seni hastane kanadına götürürüz. Madam Pomfrey asla fazla soru sormaz..."
Hermione'yi tuvaletten çıkmaya ikna etmek epeyce vakit aldı. Mızmız Myrtle onlan içten bir kahkahayla uğurladı.
"Herkes kuyruğun olduğunu anlayana kadar bekle hele!"

GeCeLeR
12-10-2006, 01:39 AM
ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Çok Gizli Günce

Hermione birkaç hafta hastane kanadında kaldı. Okulun geri kalan öğrencileri Noel tatilinden dönünce, onun ortadan kaybolması üzerine bir söylenti dalgasıdır başladı, tabii herkes onun saldırıya uğradığını düşünmüştü. Ona bir göz atabilmek için o kadar çok öğrenci sıralar halinde hastane kanadının önünden geçti ki, Madam Pomfrey perdeleri yeniden yerinden çıkarttı ve tüylü bir yüzle görünme ayıbından onu kurtarmak için Hermione'nin yatağının çevresine astı.
Harry ve Ron her akşam onu ziyarete gidiyorlardı. Yeni sömestr başlayınca da ona her günün ev ödevlerini getirdiler.
Ron, bir akşam Hermione'nin yatağının yanına kitapları yığarak, "Benim bıyığım çıksa, derse elimi bile sürmezdim," dedi.
Hermione hamarat hamarat, "Aptallık etme, Ron," dedi, "geri kalmamam gerek". Yüzündeki bütün tüyler düştüğü, gözleri de yavaş yavaş kahverengiye döndüğü için morali çok düzelmişti. "Yeni ipuçlan yok, ha?" diye fısıldadı, Madam Pomfrey duymasın diye.
"Hiç," dedi Harry sıkıntıyla. Ron, belki yüzüncü kez, "Malfoy olduğundan öyle emindim ki," dedi.
"O da ne?" dedi Harry, Hermione'nin yastığının altından ucu çıkan altın yaldızlı bir şeyi göstererek.
Hermione hemen, "Sadece bir Geçmiş Olsun kartı," dedi; onu ortadan kaldırmaya çalıştı, ama Ron daha çabuk davrandı. Çekip aldı, açtı ve okudu:
"Miss Granger, acil şifalar dilerim, endişeli hocanız Profesör Gilderoy Lockhart'tan, Merlin Nişanı, Üçüncü Sınıf, Karanlık Sanatlar Savunma Birliği'nin Onur Üyesi ve beş kere üst üste Cadı Gündemi'nin En Büyüleyici Tebessüm Ödülü sahibi."
Ron tiksinerek Hermione'y e baktı. "Yastığının altında bununla mı uyuyorsun?" Neyse ki Madam Pomfrey, elinde akşam ilaçlan, telaşla geldi de, Hermione cevap vermekten kurtuldu.
Yatakhaneden ayrılıp Gryffindor Kulesi'ne giden merdivenlerden çıkarlarken, Ron, Harry'ye, "Lockhart tanıdığın en yapmacık herif, değil mi?" dedi. Snape onlara öyle çok ev ödevi vermişti ki, Harry bunlan bitirene kadar altıncı sınıfa geleceğini düşünüyordu. Ron ise, keşke Saçı Havaya Dikme İksiri'ne kaç fare kuyruğu konduğunu Hermione'ye sorsaydım diye hayıflanmaktaydı. Tam o sırada üst kattan kulaklarına, taşkınlık yapan öfkeli birinin gürültüsü geldi.
Merdivenlerden yukan doğru hızlanırlarken Harry,
"Bu, Filtch diye mırıldandı. Görünmeyecek bir mesafede durup can kulağıyla dinlediler.
Ron gergin bir şekilde, "Kimse saldırıya falan uğramamıştır, değil mi?" dedi.
Kıpırdamadan durup başlanru Filch'in pek isterikmiş izlenimi uyandıran sesinin geldiği yöne doğru eğdiler.
"... benim için yapacak daha da çok iş demek bu! Bütün gece yerleri sileceğim, sanki yeterince işim yokmuş gibi! Bu artık bardağı taşıran son damla, Dumbledore’a gidiyorum..." Ayak sesleri uzaklaşıp kayboldu, ileride bir kapının çarpıldığını duydular.
Başlarını köşeden uzattılar. Belli ki Filch her zamanki nöbet yerinde oturuyordu. Bir kez daha, Mrs Norris'in saldırıya uğradığı yerdeydiler. Bir bakışta Filch'in niye bağırdığını anladılar. Sular koridorun yarısını sel gibi kaplamıştı ve Mızmız Myrtle'ın tuvaletinin altından daha hâlâ sızıyor gibiydi. Artık Filch bağırmayı kestiği için, Myrtle'ın feryat figanının tuvalet duvarlarından yankılandığını duyabiliyorlardı. "Şimdi ne oldu buna?" dedi Ron. Harry, "Gidip bakalım," dedi. Cüppelerini bilekleri hizasına kaldınp seller içinden geçtiler, üzerinde "Bozuk" yazan kapıya vardılar, her zamanki gibi yazıya aldırmayıp içeri girdiler.
Mızmız Myrtle, böyle bir şey mümkünse eğer, öncekinden daha da yüksek sesle ve şiddetle ağlıyordu. Her zamanki tuvaletinde saklanıyor gibiydi. Hem duvarları hem de yeri sırılsıklam eden su baskını sırasında mumlar söndüğü için içerisi karanlıktı.
"Ne oldu, Myrtle?" diye sordu Harry.
"O da kim?" diye guruldadı Myrtle, perişan halde. "Bana bir şey atmaya mı geldin?"
Harry suların içinden onun bölmesine doğru yürüyerek sordu: "Sana niye bir şey atayım ki?"
Myrtle, "Bana sorma!" diye bağırdı. Bir su dalgası daha fışkırtarak tuvaletten çıkıp, zaten ıslak olan döşemeyi büsbütün ıslattı. "Ben burada kendi işime bakıyorum ve birisi bana kitap atmanın komik olduğunu düşünüyor..."
Harry, makul bir şekilde, "Ama birinin sana bir şey atması canını yakamaz ki," dedi. "Yani, içinden geçip gider, değil mi?"
Yanlış bir şey söylemişti. Myrtle şişindikçe şişindi ve haykırdı: "Hadi hepimiz Myrtle'a kitaplar atalım, çünkü o bunu hissedemez! Karnından geçirirseniz on puan! Başından geçerse elli puan! Ayy, ha ha ha! Ne hoş oyun, demiyorum!"
Harry, "Kim attı peki?" diye sordu. "Bilmiyorum...Ben U kıvrımında oturuyordum, ölümü düşünüyordum ve dosdoğru kafamın içinden geçti," dedi Myrtle, gözlerinden ateşler saçarak onlara bakıyordu. "Orada duruyor, ıslandı."
Harry ve Ron, Myrtle'in parmağıyla işaret ettiği yere, lavabonun altına baktılar. Orada küçük, ince bir kitap vardı. Kapağı siyahtı, yırtık pırtıktı ve tuvaletteki her şey kadar ıslaktı. Harry onu almak için bir adım attı, ama Ron birden kolunu uzatıp ona engel oldu. "Ne var?" dedi Harry.
"Aklını mı kaçırdın? Tehlikeli olabilir." "Tehlikeli mi?" dedi Harry, gülerek. "Hadi canım, nasıl tehlikeli olabilirmiş?"
Kitaba endişeyle bakan Ron, "Duysan şaşarsın," dedi. "Bakanlığın el koyduğu kitaplar arasında -babam söyledi- insanın gözlerini yakan biri vardı. Ve Bir Büyücünün Soneleri'ni okuyan herkes hayatının geri kalanında kafiyeli konuşuyordu. Ve Bath'taki yaşlı bir cadının asla okumayı bırakamadığmız bir kitabı vardı. Burnun kitabın içinde, her şeyi tek elle yapmaya çalışarak öyle dolaşıp duruyordun. Ve..."
“Tamam, tamam, ne demek istediğini anlıyorum." Küçük kitap, ne idüğü belirsiz ve sırılsıklam, yerde duruyordu.
Harry, "Eh, bakmazsak nasıl bir şey olduğunu bilemeyiz," dedi ve Ron'a şaşırtmaca verip kitabı yerden aldı.
Alır almaz da bir günce olduğunu gördü, kapağındaki soluk tarihten elli yıllık olduğunu anladı. Hevesle açtı. Birinci sayfada mürekkeple yazılmış ve bulaşmış “T. M. Riddle" adı zar zor okunuyordu.
İhtiyatla yaklaşıp Harry’nin omzundan bakan Ron, "Hey, bir dakika," dedi. "Ben bu adı biliyorum... T. M. Riddle elli yıl önce okula yaptığı özel hizmetler için ödül aldı."
Harry şaşkınlıkla, "Nereden biliyorsun?" diye sordu.
"Çünkü cezadayken Flich bana onun şildini elli kez parlattırdı da, onun için biliyorum," dedi Ron, küskün küskün. "Üzerine sümüklüböcek çıkardığım ödül oydu. Eğer sen de bir ismin üzerinden bir saat sümük silmiş olsan, sen de hatırlardın."
Harry ıslak sayfalan birbirinden ayırdı. Tamamen boştular. Hiçbirinde en ufak bir yazı izi yoktu, hatta "Mabel Teyze'nin doğum günü" ya da "üç buçukta dişçi" gibi notlar bile.
Hayal kırıldığına uğrayarak, "Hiç yazmamış," dedi.
Ron merakla, "Acaba niye birisi onu tuvalete attı?" diye sordu.
Harry kitabın arka kapağını çevirince, Vauxhall Yolu, Londra'daki bir gazete bayiinin basılı adını gördü.
Düşünceli düşünceli, "Muggle anu babadan doğmuş olmalı," dedi, "Vauxhall Yolu'ndar. günce satın almış olduğuna göre..."
Ron, "Eh, sana pek faydası yok," dedi. Sesini alçalttı. "Myrtle'ın burnundan geçirebilirsen, elli puan."
Ama Harry günceyi cebine koydu.
Hermione hastane kanadını bıyıklan dökülmüş, kuyruksuz ve tüysüz olarak, şubat başında terk etti. Gryffindor Kulesi'ne döndüğü ilk akşam Harry ona T. M. Riddle'ın güncesini göstererek, nasıl bulduklarını anlattı.
Hermione coşkuyla, "Ah, gizli güçleri olabilir," dedi. Günceyi eline alıp yakından baktı.
Ron, "Eğer varsa, doğrusu iyi saklıyor," dedi.
"Belki de utangaçtır. Niye atmadığını bilmiyorum, Harry."
"Keşke başkasının onu niye atmak istediğini bilseydim. Ayrıca, Riddle'ın nasıl olup da Hogwarts'a özel hizmetleri nedeniyle ödül aldığını da bilmek isterdim." "Her şey olabilir," dedi Ron. "Belki otuz tane S.B.D. almıştır ya da bir hocayı dev mürekkep balığından kurtarmıştır. Belki Myrtie'ı o öldürdü, ki bu da herkese iyilik sayılır..."
Ama Harry, Hermione'nin dikkatli bakışlarından, onun da kendisiyle aynı şeyi düşündüğünü anlamıştı. "Ne?" dedi Ron, bir birine, bir ötekine bakarak. "Eh, Sırlar Odası elli yıl önce açılmış, değil mi?" dedi Harry. "Malfoy öyle dedi..." "Eveet..." dedi Ron yavaşça. Hermione günceye heyecanla vurdu. "Ve bu günce de elli yıllık." "Eee?"
"Of, Ron, uyan artık," diye tersledi Hermione. "Oda'yı son kez açan kişinin elli yıl önce okuldan uzaklaştırıldığını biliyoruz. T. M. Riddle'ın elli yıl önce özel hizmet ödülü aldığını biliyoruz. Eh, ya Riddle ödülünü Slytherin'in vârisini yakaladığı için aldıysa? Güncesi belki de bize her şeyi anlatır: Oda nerde, nasıl açılır ve orada ne tür bir yaratık yaşar gibi. Bu seferki saldırıların arkasında olan kişi de bu güncenin etrafta dolaşmasını istemez, değil mi?"
"Çok parlak bir teori, Hermione” dedi Ron. "Sadece ufacık bir kusuru var. Bu güncede hiçbir şey yazılı değil"
Ama Hermione asasını çantasından çıkartıyordu.
"Görünmez mürekkep olabilir!" diye fısıldadı.
Günceye üç kere vurdu. "Aparecium!"
Hiçbir şey olmadı. Yılmayan Hermione elini çantasına soktu ve parlak kırmızı bir silgiye benzer bir şey çıkardı.
"Bu bir İfşaatçı," dedi. "Diagon Yolu'ndan aldım."
"l Ocak"ın üstüne sıkı sıkı bastırıp sildi. Hiçbir şey olmadı.
"Diyorum size, orda bulunacak bir şey yok," dedi Ron. "Riddle'a Noel'de günce hediye etmişler, ama yazma zahmetine katlanmamış." odasına gitti. Yanında meseleyle ilgilenen Hermione ve hiç ikna olamamış Ron da vardı. Onlara bu ödül odasını ona hayat boyu yetecek kadar gördüğünü söylemişti.
Riddle'ın cilalı altın şildi köşedeki bir camlı dolaba tıkıştırılmıştı. Üzerinde ona niye verildiğinin ayrıntıları yazmıyordu ("İsabet, yoksa daha büyük olurdu, ben de hâlâ onu parlatıyor olurdum," dedi Ron). Gene de, eski bir Sihir Liyakatı'nın üstünde, bir de eski Öğrenciler Başkanları listesinde adını buldular.'
Ron tiksintiyle burnunu buruşturarak, "Percy gibi biri olsa gerek," dedi. "Sınıf Başkanı, Öğrenciler Başkanı - herhalde bütün derslerde birincidir."
Hermione, "Bunu kötü bir şeymiş gibi söylüyorsun, Ron," dedi, biraz incinmiş bir sesle.
Harry kendi kendine bile Riddle'ın güncesini niye atmadığını açıklayamıyordu. Aslında mesele şuydu: Güncenin boş olduğunu bildiği halde, dalgın dalgın eline alıp sayfalarını karıştırıyordu boyuna, sanki bitirmek istediği bir hikâyeymiş gibi. Ve Harry, T. M. Riddle adını daha önce hiç duymadığından emin olduğu halde, ona sanki kendisi için bir anlam taşıyormuş gibi geliyordu. Sanki Riddle çok küçükken sahip olduğu, yarı yarıya unutulmuş bir arkadaşmış gibi. Ne var ki, bu saçmaydı. Hogwarts'tan önce hiç arkadaşı olmamıştı. Dudley bunun çaresine bakmıştı.
Harry gene de Riddle hakkında bir şeyler daha öğrenmeye kararlıydı. Bu yüzden de ertesi gün şafak vakti, Riddle'ın özel ödülünü incelemek için ödül odasına gidecekti.
Güneş artık gene Hogwarts üzerinde hafiften parlamaya başlamıştı. Şatonun içinde de moral yükselmişti. Justin ve Neredeyse Kafasız Nick'e yapılan saldırılan yenileri izlememişti. Madam Pomfrey memnuniyetle, Adamotları'nın daha kaprisli olduklarını, sır sakladıklarını bildirmişti. Bu ise onların hızla çocukluk çağını geride bıraktıklarını gösteriyordu.
Harry bir öğleden sonra onun Filch'e şefkatle, "Ergenlik sivilceleri kaybolur kaybolmaz, yeniden saksıya dikilmeye hazır olacaklar," dediğini duydu. "Ondan sonra da onları kesip kaynatmak için fazla beklemek gerekmez. Göz açıp kapayana kadar Mrs Norris'ine kavuşacaksın."
Harry, belki de Slytherin'in vârisi cesaretini kaybetmiştir diye düşünüyordu. Bütün okul böylesine uyanık ve kuşkucuyken, Sırlar Odası'nı açmak gittikçe daha rizikolu bir hal alıyor olmalıydı. Belki de canavar, her neyse, şimdiden elli yıl daha kış uykusuna yatmaya hazırlanıyordu...
Hufflepuff tan Ernie Macmillan ise, bu neşeli bakış açısını benimsememişti. Hâlâ suçlunun Harry olduğundan, Düello Kulübü'nde "kendini ele verdiğinden" emindi. Peeves'in de pek yardımı olmuyordu doğrusu. Kalabalık koridorlarda birden ortaya çıkıp, "Ah Potter, seni katır..."ı söylüyordu. Şimdi şarkının yanına bir de dans numarası katmıştı.
Gilderoy Lockhart ise, saldırılan durduranın kendisi olduğunu düşünüyor gibiydi. Harry onun, Gryffindorlar Biçim Değiştirme dersi için sıraya girerken, Profesör McGonagall'la konuşmasını duymuştu.
Parmağıyla burnuna bilmiş bilmiş vurup göz kırparak, "Artık herhangi bir sorun çıkacağını sanmıyorum, Minerva," demişti. "Sanırım Oda bu sefer bütün bütün kilitlendi. Suçlu onu yakalamamın an meselesi olduğunu anlamıştır. Ben onlara kendimi iyice göstermeden şimdi durmak akıllıca bir şey.
"Biliyor musun, okulun aslında moral yükseltecek bir şeye ihtiyacı var. Geçen sömestrin anılarını yıkayıp atacak bir şey! Şimdilik başka bir şey söylemiyorum ama, sanırım tam da yapılacak şeyi biliyorum..."
Burnuna bir kez daha dokunup gitmişti. Lockhart’ın moral yükseltici konusundaki fikri, on dört Şubat günü kahvaltıda anlaşıldı. Harry bir önceki gece geç saatlere kadar süren bir Quidditch antrenmanı yüzünden doğru dürüst uyuyamamıştı, Büyük Salon'a telaşla indiğinde biraz gecikmişti. Bir an, yanlış kapıdan girdiğini düşündü.
Duvarlar büyük, cırtlak pembe çiçeklerle kaplıydı. Daha da beteri, açık mavi tavandan kalp biçiminde konfetiler yağıyordu. Harry, Ron'un kusmak üzereymiş gibi oturduğu, Hermione'nin de kıkırdayıp durduğu Gryffindor masasına gitti.
Yerine oturup, pasürmasındaki konfetileri süpürürken, "Neler oluyor?" diye sordu onlara.
Besbelli konuşamayacak kadar iğrenmiş olan Ron, parmağıyla öğretmenler masasını gösterdi. Dekorasyona uygun cırtlak pembe bir cüppe giymiş olan Lockhart eliyle susmalarını işaret etti. İki yanındaki öğretmenlerin yuzleri taş gibiydi. Harry oturduğu yerden Profesör McGonagali'ın yanağında bir kasın seğirdiğini görebiliyordu. Snape'in ise, birisi ona az önce zorla bir koca sürahi İskeBüy içirmiş gibi bir hali vardı.
Lockhart, "Mutlu Sevgililer Günleri!" diye bağırdı. "Ve şimdiye kadar bana kart göndermiş olan kırk altı kişiye teşekkür etmek istiyorum! Evet, hepinize bu küçük sürprizi hazırlayayım dedim - üstelik hepsi bu kadar da değil!"
Lockhart ellerini çırptı, Giriş Salonu'nun kapılarından içeri bir düzine somurtkan cüce girdi. Üstelik de öyle sıradan cüceler değil. Lockhart hepsine altın kanatlar taktırmıştı, ellerinde arplar vardı.
Lockhart, ağzı kulaklarında, "Benim dost canlısı, kart taşıyıcı aşk meleklerim!" dedi. "Bugün okulda dolaşıp Sevgililer Günü mesajlarınızı dağıtacaklar! Eğlence burada da bitmiyor! Eminim ki meslektaşlarım da bu olayın havasına girmek isteyeceklerdir! Neden Profesör Snape'ten size Aşk İksiri yapmayı öğretmesini istemeyesiniz ki? Hem aklımdayken, Profesör Flitwick Gönül Çelen Sihirler konusunda tanıdığım herhangi bir büyücüden fazlasını biliyor, sinsi ihtiyar köpek!"
Profesör Flitwick yüzünü ellerine gömdü. Snape sanki ondan Aşk İksiri isteyecek ilk kişiye zorla zehir yedirecekmiş gibi duruyordu.
İlk dersleri için Büyük Salon'dan çıkarlarken, Ron, "N'olur, Hermione, bana o kırk altı kişiden biri olmadığını söyle," dedi. Hermione birden çantasında harıl harıl ders programını aramaya koyuldu ve Ron'a cevap vermedi.
Cüceler bütün gün boyu sınıflara dalarak, hocaların kızmasına aldırmadan Sevgililer Günü mesajları taşıdılar. Akşamüstüne doğru ise, Gryffindor'lar Muska dersine gitmek için merdiveni çıkarlarken, birisi Harry'ye yetişti.
Özellikle korkunç suratlı bir cüce, Harry’nin yanına gelmek için insanları dirsekleyerek, "Lo, sen! Harry Potter!" diye bağırdı.
Sıra olmuş ve aralarında Ginny Weasley'nin de bulunduğu birinci sınıfların gözü önünde bir Sevgililer Günü mesajı alacağını düşününce her yanını ateş basan Harry kaçmaya çalıştı. Ama cüce, insanların incik kemiklerini tekmeleyerek kalabalığın arasından hızla geçti ve daha iki adım atmadan ona yetişti.
Arpının telini tehditkâr bir şekilde tınlatarak, "Şahsen Harry Potter'a verilecek müzikli bir mesajım var," dedi.
Harry kaçmaya çalışarak, "Burda değil" diye fısıldadı.
"Kıpırdama!" diye homurdandı cüce, Harry'nin çantasından yakalayıp onu geri çekti.
Harry çantasına sarılarak, "Bırak beni!" diye hırladı.
Çantası gürültülü bir yırtılışla ikiye ayrıldı. Kitapları, asası, parşömeni ve tüy kalemi yere döküldü, mürekkep şişesi de hepsinin üstüne.
Cüce şarkı söylemeye başlamadan önce hepsini toplamak isteyen Harry, yerlerde sürünerek koridorda yolun tıkanmasına yol açtı.
Draco Malfoy'un soğuk sesi, kelimeleri uzata uzata, "Neler oluyor burda?" diye sordu. Harry her şeyi hummaya kapılmış gibi yırtık çantasına tıkmaya başladı, Malfoy müzikli Sevgililer Günü mesajını duymadan önce kaçmak için çaresizce çırpınıyordu.
Bir başka aşina ses, "Bu hengâme de neyin nesi?" diye sordu; Percy Weasley gelmişti.
Aklı başından giden Harry bir koşu kopanp gide yim dedi, ama cüce dizlerine yapıştığı gibi onu yere yıktı.
Harry’nin ayak bileklerine oturup, 'Tamam," dedi. "İşte şarkılı Sevgililer Günü mesajın:
"Taze kurbağa turşusu yeşilidir gözleri,
Saçları simsiyah, tıpkı karatahta gibi.
Keşke benim olabilseydi, öyle harika ki,
Ne kahraman, Karanlık Lord'u alt etti."
Harry oracıkta buharlaşabilmek için Gringotts'taki bütün altını bağışlayabilirdi. Herkesle birlikte yiğitçe gülmeye çalışarak ayağa kalktı. Ayakları cücenin ağırlığından uyuşmuştu. Percy Weasley de, bazılarının gülmekten gözlerinden yaşlar geldiği kalabalığı dağıtmak için elinden geleni yaptı.
"Hadi gidin, hadi gidin, zil çalah beş dakika oldu, sınıflarınıza, hadi," dedi, daha küçük öğrencileri kış kış edip uzaklaştırarak. "Ve sen de, Malfoy."
Harry oraya bakınca Malfoy’un eğilip yerden bir şey kaptığını gördü. Malfoy, pis pis sırıtarak aldığı şeyi Crabbe ve Goyle'a gösterdi. Harry onun Riddle'ın güncesini aldığını anladı.
Sakin sakin, "Onu geri ver," dedi.
Kapaktaki yılı fark etmediği anlaşılan ve bunu Harry’nin kendi güncesi sanan Malfoy, "Doğrusu merak ediyorum, acaba Potter buraya ne yazmış?" dedi Bakanlar birden sustu. Ginny dehşet içinde bir günceye, bir Harry’e bakıyordu.
Percy sertçe, "Ver onu, Malfoy," dedi. Malfoy günceyi alay edercesine Harry’e doğru sallayarak, "Bir bakayım da öyle," dedi.
Percy tam, "Sınıf Başkanı olarak..." diye lafa başla-mıştı ki, Harry’nin tepesinin tası attı. Asasını çıkartarak, "Expelliarmus!" diye bağırdı ve tıpkı Snape'in Lockhartı silahsızlandırması gibi Malfoy da güncenin ellerinden havaya fırladığını gördü. Ağzı kulaklarında sırıtan Ron, günceyi yakaladı.
Percy yüksek sesle, "Harry!" dedi. "Koridorlarda sihir yok. Bunu bildirmek zorundayım, biliyorsun!"
Ama Harry aldırmıyordu bile, Malfoy'a haddini bildirmişti, bu da her gün Gryffindor'dan beş puan indirilmesine değerdi. Malfoy fena halde kızmışa benziyordu ve Ginny sınıfına girmek için yanından geçtikten sonra kin dolu bir sesle arkasından bağırdı: "Bence Potter senin Sevgililer Günü mesajını beğenmedi!"
Ginny yüzünü elleriyle kapatıp sınıfa koştu. Ron dişlerini göstererek asasını çıkardı, ama Harry onu uzaklaştırdı. Ron'un Muska dersinin tamamını geğirip sümüklüböcek çıkararak geçirmesi gerekmezdi.
Harry, Riddle'ın güncesinde bir acayiplik olduğunu ancak Profesör Flitwick'in dersine girdikleri zaman fark etti. Bütün diğer kitaplan kıpkırmızı mürekkebe bulanmıştı. Ancak günce, üzerine mürekkep şişesi dökülmeden önce olduğu kadar temizdi. Bunu Ron'a anlatmaya çalışta, ama Ron'un başı yeniden asasıyla derde girmişti. Ucundan büyük mor kabarcıklar çıkıyordu çünkü, bu yüzden de başka bir şeyle ilgilenmiyordu.
Harry o gece yatakhanesindeki herkesten önce yatmaya gitti. Biraz Fred ve George'un bir kez daha "Taze kurbağa turşusu yeşilidir gözleri"m söylemelerine tahammül edebileceğini sanmadığı için, biraz da Riddle'ın güncesini yeniden incelemek istediği için. Oysa Ron'un, vaktini ziyan ettiğini düşüneceğini biliyordu.
Harry dört direkli yatağına oturup, hiçbirinde tek bir kırmızı mürekkep lekesi olmayan boş sayfalan çevirdi. Sonra yatağının yanındaki komodinden yeni bir şişe çıkardı, tüy kalemini içine batırdı ve güncenin birinci sayfasına mürekkep damlattı.
Mürekkep bir saniye kadar kâğıdın üzerinde parladı ve sonra, sanki sayfanın içine emiliyormuş gibi, yok oldu. Heyecanlanan Harry, tüy kalemini yeniden mürekkebe batırdı ve, "Benim adım Harry Potter," diye yazdı.
Kelimeler bir an için sayfada panldayıp, hiçbir iz bırakmadan kayboldular. Sonra, nihayet, bir şeyler oldu.
Sayfanın içinden, Harry'nin kendi mürekkebiyle yazılmış, ama onun asla yazmadığı kelimeler gerisin geri geldi.
"Merhaba, Harry Potter. Benim adım Tom Riddle. Güncemi nasıl ele geçirdin?"
Bu kelimeler de silinip gitti ama, Harry cevabı yazmaya başlamadan önce değil.
"Birisi onu bir tuvalete atıp sifonu çekmeye kalktı."
Merakla Riddle'ın cevabını bekledi.
"Neyse ki anılarımı mürekkepten daha kalıcı bir şekilde kaydetmişim. Ama bu güncenin okunmasını istemeyenler olacağını biliyordum hep."
"Ne demek istiyorsun?" diye karaladı Harry, heyecandan kâğıda mürekkep damlatarak.
"Demek istiyorum ki, bu güncede korkunç şeylerin anıları var. Hasır altı edilen şeyler. Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu'nda olan şeyler."
Harry çabucak, "Şimdi ben de ordayım," diye yazdı. "Hogwarts'tayım ve korkunç şeyler oluyor. Sırlar Odası hakkında bir şey biliyor musun?"
Kalbi gümbür gümbür çarpıyordu. Riddle'ın cevabı hemen geldi ve sanki bütün bildiklerini anlatmak istiyormuş gibi, yazısı daha özensiz bir hal aldı.
"Elbette Sırlar Odası'nı biliyorum. Benim dönemimde bize bunun bir efsane olduğunu, var olmadığını söylerlerdi. Ama bu bir yalandı. Ben beşinci sınıftayken Oda açıldı ve canavar birkaç öğrenciye saldırdı, sonunda birini öldürdü. Oda'yı açan kişiyi yakaladım, okuldan atıldı. Ama Müdür Profesör Dippet, Hogwarts'ta böyle bir şey olmasından utanç duyduğu için, gerçeği söylememi yasakladı. Kızın tuhaf bir kazada öldüğü hikayesi yayıldı. Bana zahmetlerim için güzel, parlak, oymalı bir ödül verdiler ve ağzımı kapalı tutayım diye uyardılar. Ama gene olabileceğini biliyorum. Canavar yaşıyordu ve onu serbest bırakma gücüne sahip olan kişi de hapiste değildi."
Harry cevap yazma telaşıyla az daha mürekkep şişesini deviriyordu.
"Şimdi gene oluyor. Üç saldırı oldu, kimse de arkalarında kimin olduğunu bilmiyor. Geçen seferki kimdi?"
Riddle'ın cevabı geldi: "istersen sana gösterebilirim.
Benim sözüme güvenmek zorunda değilsin. Seni onu yakaladığım geceki hafızamın içine alabilirim."
Harry’nin tüy kalemi güncenin üstünde, havada kalakaldı. Riddle ne demek istiyordu? İnsan nasıl başka birinin hafızasının içine alınabilirdi? Endişeyle, kararmakta olan yatakhanenin kapısına baktı. Geriye, günceye baktığında yeni kelimelerin oluştuğunu gördü. "Sana göstereyim."
Harry bir saniyeden kısa süre durdu, sonra bir kelime yazdı. "Tamam."
Güncenin yapraklan şiddetli bir rüzgâra yakalanmış gibi çevrilmeye başladı, haziran ayının ortasında durdu. Ağzı açık bakan Harry, on üç Haziran'ın küçük karesinin minicik bir televizyon ekranına dönüştüğünü gördü. Elleri hafifçe titreyerek, gözünü küçük pencereye dayamak için kitabı kaldırdı ve daha ne olduğunu anlayamadan, öne doğru eğildi. Pencere genişliyordu, bedeninin yatağını terk ettiğini hissetti. Sayfadaki açıklıktan bir renk ve gölge anaforuna doğru tepe üstü daldı.
Ayaklarının yere vurduğunu hissetti ve çevresindeki flu şekiller birden netleşirken, titreyerek orda durdu. Nerede olduğunu hemen anladı. Uyuyan portrelerin bulunduğu bu daire şeklindeki oda Dumbledore'un odasıydı - ama masada oturan Dumbledore değildi. Birkaç tutam beyaz saç dışında kelleşmiş, porsumuş, zayıf bir büyücü mum ışığında bir mektup okuyordu. Harry bu adamı daha önce hiç görmemişti.
Titrek bir şekilde, "Özür dilerim," dedi. "Böyle içeri dalmak istemezdim, ama...
Ama büyücü bakmadı. Biraz kaşlarını çalarak okumayı sürdürdü. Harry masaya biraz daha yaklaştı ve kekeledi: "Şey - gitsem iyi olur, değil mı?"
Büyücü gene de ona aldırmadı. Hatta onu duymamış gibi görünüyordu. Sağır olabileceğini düşünen Harry sesini yükseltti.
"Sizi rahatsız ettiğim için özür dilerim, şimdi gidiyorum," dedi, yarı yarıya bağırarak.
Büyücü içini çekerek mektubu katladı, ayağa kalktı, Harry'ye hiç bakmaksızın yanından geçti, penceresindeki perdeleri çekmeye gitti.
Pencerenin dışındaki gökyüzü yakut kırmızısıydı; günbatımıydı anlaşılan. Büyücü yeniden masasına döndü, oturdu ve kapıyı kollayarak başparmaklarını döndürdü.
Harry odayı gözden geçirdi. Anka kuşu Fawkes yoktu, pırpır eden gümüş aletler yoktu. T. M. Riddle'in bildiği haliyle Hogwarts'tı, yanı l\ı t .ı ı. Iv.ı ını-yücü de o zamanki Müdür'dü, PUMİ-!•• • -;.'. dişi, Harry ise, bir hortlaktan başka l •• 50 yıl öncesinin insanlarına gorünmüyordu.
Odanın kapısı vuruldu.
Yaşlı büyücü mecalsiz bir sesle, "t. ; 1.1/' dedi.
On altı yaşlarında bir oğlan ic'-rı ",n ip ucu sivri kasım çıkardı. Göğsünde gümür bir sınıf Başkanı rozeti parlıyordu. Harry'den çok daha uzundu, ama r: bi kapkara sat. l ivdi
"Ah, Riddle," dedi Müdür.
"Beni görmek mi istediniz, Profesör Dippet?" dedi Riddle; endişeli görünüyordu.
"Otur," dedi Dippet. "Az önce, bana gönderdiğin mektubu okuyordum."
"Ah," dedi Riddle. Oturdu, ellerini sıkı sıkı birbirine kavuşturdu.
"Sevgili oğlum," dedi Dippet şefkatle. "Yazın senin okulda kalmana izin veremem. Tatilde eve gitmek istersin tabii, değil mi?"
Ridle hemen “Hayır," dedi. Hogwarts’da kalmayı tercih ederim, oraya... o şeye... dönmektense...
Dippet merakla, "Sanırım tatillerde bir Muggle yetimhanesinde kalıyorsun, değil mi?" diye sordu.
"Evet, efendim," dedi Riddle, biraz kızararak.
"Muggle ana babadan mısın?"
"Yarım kan, efendim," dedi Riddle. "Muggle baba,cadı anne."
"Ve annenle babanın ikisi de..."
"Annem ben doğduktan kısa süre sonra ölmüş, efendim. Ancak benim adımı koyacak kadar yaşadığını söylediler yetimhanede: Tom, babamın adı diye, Marvoldo da büyükbabamın."
Dippet halden anlar bir şekilde dilini şaklattı.
"Mesele şu ki, Tom," diye içini çekti, "senin için özel düzenlemeler yapılabilirdi, ama şimdiki durumda..."
"Yani bu saldırılardan sonra mı demek istiyorsunuz, efendim?" diye sordu Riddle. Harry'nin yüreği yerinden oynadı, bir şey kaçırırsam diye daha da sokuldu.
"Tam da onu demek istiyorum," dedi Müdür. "Sevgili oğlum, sömestr sona erince senin şatoda kalmana izin vermemin ne kadar aptalca olduğunu anlamalısın. Hele son trajedinin ışığında... o zavallı kızcağızın ölümü... Yetimhanende çok daha güvencede olursun. Aslında Sihir Bakanlığı şu sıralarda okulu kapatmaktan söz ediyor. Bütün bu nahoş olayların... şey... kaynağını saptamada bir adım atmış değiliz..."
Riddle'ın gözleri bürünmüştü.
"Efendim - ya o kişi yakalanırsa... Her şey sona ererse..."
"Ne demek istiyorsun'" diye sordu Dippet, sesinde bir ciklemeyle, iskemlesinde doğrularak. "Riddle, bu saldırılar konusunda bir şey bildiğini mi ima ediyorsun?"
Riddle hemen, "Hayır efendim," dedi.
Ama Harry bu "hayır"ir. kendisinin Dumbledore'a söylediği "hayır" gibi bir cevap olduğundan emindi...
Dippet, biraz hayal kırıklığına uğramış görünerek gene geriye yaslandı.
"Gidebilirsin, Tom..."
Riddle iskemlesinden kaydı ve sert adımlarla odadan dışarı çıktı. Harry onu izledi.
Döne döne inen hareketli merdivenden indiler, karanlıklaşan koridordaki çirkin hayvanın yanında merdiveni terk ettiler. Riddle durdu, Harry de durup onu gözledi. Harry, Riddle'in ciddi ciddi düşündüğünü görebiliyordu. Dudağını ısırıyordu, alnı kırışmıştı.
Sonra birden bir karara varmış gibi, hızla uzaklaştı. Harry de sessizce onun arkasından gitti. Giriş Salonu'na varana kadar kimseyi görmediler. Orada uzun, kumral saçlarını serbest bırakmış, kumral sakallı, uzun boylu bir büyücü mermer merdivenden Riddle'a seslenene kadar başka kimseye rastlamadılar.
"Bu geç saatte buralarda niye dolaşıyorsun, Tom?" Harry, ağzı açık, büyücüye bakakaldı. Karşısındaki, elli yıl daha genç bir Dumbledore'dan başkası değildi. Riddle, "Müdürü görmem gerekti, efendim," dedi. Dumbledore, Riddle'a, Harry'nin o kadar iyi tanıdığı, insanın içine işleyen bakışla bakarak, "Eh, hadi, yatağa koş bakalım," dedi. "Bugünlerde koridorlarda dolaşmamak en iyisi. Biliyorsun..."
Derin derin içini çekti, Riddle'a iyi geceler diledi ve gitti. Riddle onun gözden uzaklaşmasını izledi ve sonra, peşinde Harry'yle, hızla taş basamaklardan aşağı, zindanlara indi.
Ama Harry, Riddle'ın onu saklı bir geçide ya da gizli bir tünele değil de, Snape'le İksir dersi yaptıkları zindana götürdüğünü görünce hayal kırıklığına uğradı. Meşaleler doğru dürüst yakılmamıştı, Riddle kapıyı iyice itti. Artık Harry sadece kapının yanında hiç kıpırdamadan durup dışardaki geçidi gözleyen Riddle'ı görebiliyordu.
Harry'ye sanki orada bir saat durmuşlar gibi geldi. Bütün görebildiği, kapıda durmuş, aralıktan bakan, heykel gibi bekleyen Riddle'ın siluetiydi. Ve tam Harry'nin artık hiçbir beklentisi kalmayıp gerginliği ortadan kalkmışken ve keşke bugüne dönsem diye düşünürken, kapının arkasında bir şeyin hareket ettiğini duydu.
Birisi geçitte ses çıkarmadan gidiyordu. Her kimse, Riddle ile ikisinin saklandıkları zindanın yanından geçtiğim duydu. Gölge gibi sessiz Riddle, kapıdan dışan süzüldü ve onu izledi. Kendi sesinin duyulmadığını unutan Harry de, parmaklarının ucunda onun arkasından yürüdü.
Belki beş dakika ayak seslerini izlediler. Ta ki Riddle, başı yeni seslerin yönünde eğilmiş, birden durana kadar. Harry bir kapının gıcırdayarak açıldığını, sonra da birisinin boğuk bir fısıltıyla konuştuğunu duydu.
"Gel hadi... seni burdan çıkarmamız gerek... gel bakayım... kutuya..."
Bu sesin aşina bir yanı vardı.
Riddle birden bir zıplayışta köşeyi döndü. Harry de arkası sıra ilerledi. Açık bir kapının önünde, yanında çok büyük bir kutuyla çömelmiş dev gibi bir çocuğun siluetini görebiliyordu.
Riddle sertçe, "İyi akşamlar, Rubeus," dedi.
Çocuk kapıyı çarpıp kapattı ve ayağa kalktı.
"Burda n'apıyorsun, Tom?"
Riddle daha da yaklaştı.
"Her şey bitti," dedi. "Seni ele vermek zorundayım, Rubeus. Saldırılar durmazsa Hogwarts'ı kapatmaktan söz ediyorlar."
"Sen ne diy..."
"Kimseyi öldürmeye niyetin olduğunu sanmıyorum. Ama canavarlardan iyi ev hayvanı olmaz. Sanırım bacakları açılsın diye çıkardın ama..."
İriyarı çocuk, geri geri kapalı kapıya doğru giderek, "O kimseyi öldürmedi, asla!" ded . Harry arkasından doğru garip bir hışırdamayla birlikte, klik klik sesini duyabiliyordu.
Daha da yaklaşan Riddle, "Hadi Rubeus," dedi. "Ölen kızın annesiyle babası yarın buraya gelecek. Hogwarts'ın hiç değilse onları, kızların öldürenin imha edildiği konusunda temin etmesi lazın "
Çocuk, "O değildi!" diye kükredi, sesi karanlık geçitte yankılanıyordu. "O yapmaz! Asla yapmaz!"
Riddle asasını çıkararak, "Kenara çekil," dedi.
Asanın büyüsü, koridoru birden alev li bir ışıkla aydınlattı. İriyarı çocuğun arkasındaki kap1 öyle bir güçle açıldı ki, onu karşıdaki duvara çarptı. Ve içerden Harry'ye kimsenin duymadığı, ama sanki kendisinin duyduğu uzun, acı bir çığlık attıran bir şey çıktı.
Muazzam, alçak, kıllı bir beden ve bir kalın bacaklar karmaşası; birçok gözün pırıltısı ve bir çift ustura gibi keskin kıskaç - Riddle yeniden asasını kaldırdı, ama çok geç kalmıştı. O şey onu çarpıp düşürdü ve koridordan aşağı son hızla uzaklaştı. Riddle zorlukla ayağa kalktı, arkasından baktı, asasını kaldırdı, ama o devasa çocuk Riddle'ın üstüne atladı, asasını aldı ve, "HAAAYIIIR!" diye bağırarak onu yeniden yere yapıştırdı.
Her şey fini fırıl döndü, karanlık mutlak bir hal aldı, Harry düştüğünü hissetti ve şiddetli bir darbe de, kollan bacakları dört bir yana açılmış olarak, Gryffindor yatakhanesindeki dört direkli yatağına indi. Riddle'ın güncesi karnının üstünde duruyordu.
Daha soluğuna kavuşamadan yatakhane kapısı açıldı ve Ron içeri girdi.
"Demek burdasın," dedi.
Harry doğrulup oturdu. Terliyor ve titriyordu.
Ron kaygıyla ona bakarak, "Neyin var?" diye sordu.
"Hagrid'di, Ron. Elli yıl önce Sırlar Odası'nı Hagrid açtı."

GeCeLeR
12-10-2006, 01:39 AM
ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Cornelius Fudge

Harry, Ron ve Hermione, Hagrid'in büyük ve korkunç yaratıklara karşı talihsiz bir sevgi beslediğini zaten biliyorlardı. Onların Hogwarts'taki ilk yılları sırasında, küçük ahşap evinde bir ejderha yetiştirmeye çalışmıştı. "Fluffy" ismini verdiği üç başlı dev köpek de unutulacak cinsten değildi hani. Ve Harry, eğer çocukken şatonun içinde bir yerde bir canavarın saklandığını öğrenmişse, Hagrid'in onu görebilmek için elinden geleni ardına koymayacağından emindi. Büyük olasılıkla canavarın bunca zamandır kapatılmış olmasından utanç duymuş ve onun çok sayıdaki bacaklarını biraz açmaya hakkı olduğunu düşünmüştü; Harry on üç yaşındaki Hagrid'i canavara tasma takmaya çalışırken hayal edebiliyordu. Öte yandan Hagrid'in kimseyi öldürmek istemeyeceğinden de bir o kadar emindi.
Harrv neredeyse keşke Riddle'ın güncesini nasıl çalıştıracağımı keşfetmemiş olsam diyecekti. Ron ve Hermione ona gordüğünü defalarca anlattırmışlardı. Artık anlatmaktan da, bunun ardından gelen uzun ve dolambaçlı konuşmalardan da usanmıştı.
"Riddle yanlış kişiyi yakalamış olabilir," dedi Hermione. "Belki de insanlara saldıran başka bir canavardı..."
"Sence burası kaç canavar barındırabilir ki?" diye sordu Ron ruhsuz ruhsuz.
"Hagrid'in ihraç edildiğini zaten biliyorduk," dedi Harry perişan halde. "Hagrid atıldıktan sonra saldırılar durmuş olmalı. Yoksa Riddle ödülünü alamazdı."
Ron başka bir yaklaşım denedi.
"Riddle gerçekten de Percy'ye benziyor. Kim ona Hagrid'i ispiyonla dedi ki?"
"Ama canavar birini öldürmüştü, Ron," dedi Hermione.
"Ve Hogwarts kapatılırsa, Riddle bir Muggle yetimhanesine dönecekti," dedi Harry. "Burada kalmayı istediği için onu suçlamıyorum..."
Ron dudağını ısırdı ve tereddütle konuştu: "Hagrid'e Knockturn Yolu'nda rastlamıştın, değil mi, Harry?"
"Et Yiyen Sümüklüböcek Kovucusu alıyordu," diye cevap verdi Harry çabucak.
Üçü de sustu. Uzun bir sessizliğin ardından, Hermione tereddütlü bir sesle en zor soruyu dile getirdi: "Sizce gidip Hagrid'e işin aslını sormalı mıyız?"
"İşte bu, şenlikli bir ziyaret olurdu," dedi Ron. "Merhaba, Hagrid, söylesene, son zamanlarda şatoya çılgın ve kıllı bir şey saldın mı?"
Sonunda, bir saldırı daha olana dek Hagrid'e bir şey söylememeye karar verdiler. Günler geçti. Bedensiz sesten gık çıkmayınca, Hagrid’e neden okuldan atıldığı konusunu açmanın hiçbir zaman gerekmeyeceğine dair umutları arttı. Justin ve Neredeyse Kafazıs Nick taşlaşalı beri neredeyse dört ay geçmişti ve hemen hemen herkes, saldırgan her kimse artık sonsuza dek emekliye ayrıldığını düşünüyordu. Peeves nihayet "Ah Potter, seni katır" şarkısından sıkılmıştı. Bir gün Bitkibilim dersinde Ernie Macmillan gayet kibar bir şekilde Harry'den sıçrayan şapkalı mantar kovasını uzatmasını rica etmişti. Marttaysa birçok Adamotu, Üç Numaralı Sera'da gürültülü ve velveleli bir parti yaptı. Profesör Sprout buna çok sevindi.
"Birbirlerinin saksılarına doğru hareket etmeye başladıkları zaman, tamamen olgunlaştılar demektir," dedi Harry'ye. "Ondan sonra hastane kanadındaki o zavallıları iyileştirebiliriz."
İkinci sınıflara Paskalya tatili sırasında kafa yoracak yeni bir şey çıkmıştı. Üçüncü sınıf için derslerini seçme vakti gelmişti ve en azından Hermione bu konuyu çok ciddiye alıyordu.
Ron ve Harry'ye, "Bütün geleceğimizi etkileyebilir bu," dedi. Yeni listeleri inceleyip dersleri işaretliyorlardı.
"Ben İksiri bırakmak istiyorum," dedi Harry.
"Bırakamıyoruz," dedi Ron, içi kararmış bir halde. "Eski derslerimize devam etmek zorundayız, yoksa ben Karanlık Sanatlara Karşı Savunma'dan kurtulurdum."
"Ama o ders çok önemli!" dedi şok geçiren Hermione.
"Lockhart'ın öğrettiği haliyle değil," dedi Ron. "Ondan cinperileri salıvermemem gerektiği dışında hiçbir şey öğrenmedim."
Neville Longbottom'a ailesindeki bütün cadılar ve büyücülerden mektup gelmişti. Hepsi de hangi dersleri seçmesi gerektiği konusunda farklı farklı öğütler veriyordu. Neville'cik kafası karışmış ve endişelenmiş halde oturmuş, dili dışarıda, ders listesini okuyor, insanlara Aritmansi'nin Eski Tılsımlar dersinden daha zor görünüp görünmediğini soruyordu. Tıpkı Harry gibi Muggle'ların yanında büyümüş olan Dean Thomas, sonunda gözlerini kapatıp asasını listenin üstünde gezdirmeye ve asanın ucu hangi derse rast gelirse onu seçmeye başladı. Hermione ise kimseden öğüt almadı, ama sonunda bütün derslere yazıldı.
Harry, Vernon Enişte ve Petunia Teyze'yle büyücülük kariyerini konuşmaya kalksa ona ne söylerlerdi diye düşünüp kendi kendine acı acı gülümsedi. Gerçi kimsenin ona rehberlik etmediği de söylenemezdi: Percy Weasley tecrübesini paylaşmaya can atıyordu.
"Hangi yönde ilerlemek istediğine bağlı, Harry," dedi. "Gelecek üzerine düşünmek için hiçbir zaman çok erken sayılmaz, bu yüzden ben Kehanet'i tavsiye ederim. Herkes Muggle Araştırmaları'nın zayıf bir seçenek olduğunu söylüyor, ama ben şahsen büyücülerin sihirden uzak toplumu iyi kavraması gerektiğini düşünüyorum. Özellikle de onlarla yakın temas halinde çalışıyorsan - babama bak mesela, sürekli Muggle işleriyle uğraşmak zorunda. Ağabeyim Charlie hep açık havayı seven bir tipti, o yüzden Sihirli Yaratıkların Bakımı'nı tercih etti. Güçlü yanlarını öne çıkar, Harry."
Ama Harry'nin iyi yaptığına inandığı tek şey Quidditch oynamaktı. Sonunda Ron'un seçtiği derslerin aynılarını seçti, bu derslerde başarısız olursa en azından yanında ona yardım edecek bir dost olur diye düşünüyordu.
Gryffindor'un bir dahaki Quidditch maçı Hufflepuff laydı. Wood her gece akşam yemeğinden sonra takım halinde antrenman yapmaları konusunda ısrar ediyordu, bu yüzden Harry, Quidditch ve ödevler dışında pek az şeye vakit bulabiliyordu. Gene de antrenmanlar giderek daha iyi, hiç değilse daha kuru hale geliyordu. Harry cumartesi günkü maçtan önceki akşam süpürgesini bırakmak için yatakhaneye gittiğinde, Gryffindor'un Quidditch Kupası şansının çok yüksek olduğuna inanıyordu.
Ne var ki neşesi pek uzun sürmedi. Yatakhaneye çıkan merdivenlerin tepesinde, deliye dönmüş görünen Neville Longbottom'la karşılaştı.
"Harry, kim yaptı bilmiyorum. Ama içeride -"
Harry'yi korku dolu gözlerle izleyen Neville, kapıyı itip açtı.
Harry'nin sandığının içindekiler her tarafa saçılmıştı. Yırtılmış pelerini yerde yatıyordu. Uyku kıyafeti karyolasından çıkarılmış, yatağının yanındaki dolabının çekmeceleri açılıp içindekiler şiltenin üstüne dağıtılmıştı.
Harry, ağzı açık halde, İfritlerle Geziler'den koparılmış sayfaların üzerine basarak yatağa yaklaştı.
O ve Neville battaniyeleri yeniden yatağın üzerine çekerken, Ron, Dean ve Seamus içeri girdi. Dean yüksek sesle küfretti.
"Neler oldu Harry?"
"Hiçbir fikrim yok," dedi Harry. Ama Ron Harry'nin cüppelerini inceliyordu. Bütün cepler tersyüz edilmişti.
"Biri bir şey arıyormuş. Kayıp bir şey var mı?"
Harry bütün eşyalarını alıp sandığının içine atmaya başladı. Lockhart'ın kitaplarının sonuncusunu da koymuştu ki, neyin kayıp olduğunun farkına vardı.
Alçak sesle Ron'a, "Riddle'in güncesi gitmiş," dedi.
"Ne?"
Harry başıyla yatakhane kapısını işaret etti, Ron da peşinden gitti. Telaşla Gryffindor ortak salonuna indiler ve yarı yarıya boş olan salonda tek başına oturmuş, Kolaylaştırılmış Eski Tılsımlar adında bir kitap okuyan Hermione'ye katıldılar.
Hermione haberi duyunca donakaldı.
"Ama - ancak bir Gryffindor çalmış olabilir - başka kimse parolamızı bilmiyor..."
"Kesinlikle," dedi Harry.
Ertesi gün kalktıklarında pasparlak bir gün ışığı ve hafif, taze bir meltem vardı.
"Şartlar Quidditch için mükemmel!" dedi Wood, hevesli bir şekilde. Gryffindor masasında takımın tabaklarını sahanda yumurtayla dolduruyordu. "Harry, canlan bakalım, doğru dürüst bir kahvaltıya ihtiyacın var.
Harry ise kalabalık Gryffindor masasında göz gezdiriyor, Riddle'ın güncesinin yeni sahibinin gözlerinin önünde olup olmadığını merak ediyordu. Hermione hırsızlığı bildirmesi konusunda ısrar etmişti, ama bu fikir Harry'nin hoşuna gitmemişti. Bir öğretmene günce hakkındaki her şeyi anlatması gerekecekti o zaman. Hem kaç kişi Hagrid'in elli yıl önce neden okuldan atıldığını biliyordu ki? Bu konuyu yeniden gündeme getiren kişi olmak istemiyordu.
Gidip Quidditch malzemelerini almak için Ron ve Hermione'yle birlikte Büyük Salon'dan ayrılırken, Harry'nin giderek artan endişelerine bir yenisi eklendi. Tam mermer merdivenlere adım atmıştı ki, sesi gene duydu: "Bu defa ölüm... bırak deşeyim... parçalayayım..."
Harry bağırdı, Ron'la Hermione korku içinde gerilediler.
"Ses!" dedi Harry, omzunun üstünden bakarak. "Gene o sesi duydum - siz duymadınız mı?"
Ron hayır anlamında kafasını salladı, gözleri faltaşı gibi açılmıştı. Hermione ise elini alnına vurdu.
"Harry, anladım galiba! Kitaplığa gitmem gerek!"
Arkasını döndü ve merdivenlerden yukarı doğru koşarak uzaklaştı.
"Neyi anlamış?" dedi Harry, dikkati dağılmış bir şekilde. Hâlâ etrafına bakmıyor, sesin nereden geldiğini anlamaya çalışıyordu.
"Benden daha çok şey anladığı kesin," dedi Ron, kafasını sallayarak.
"İyi de niye kitaplığa gitmesi gerekiyor?"
"Çünkü Hermione hep öyle yapar," dedi Ron, omuz silkerek. "Şüphede olduğunda, kitaplığa git."
Harry kararsız bir halde,ne yakalamaya çalışarak bekledi, ama arkasındaki büyük Salon'dan insanlar çıkmaya başlamıştı. Yüksek sesle konuşuyorlar, ön kapılardan çıkıp Quidditch sahasına doğru ilerliyorlardı.
"Haydi, yürü," dedi Ron. "Saat on bir, maç başlayacak."
Harry, Gryffindor Kulesi'ne fırladı, Nimbus İki Bin'ini aldı ve okul arazisinden geçmekte olan kalabalığa katıldı. Ama aklı hâlâ şatoda, bedensiz sesteydi ve soyunma odasında parlak kırmızı cüppesini giyerken içini rahatlatan tek şey, herkesin maçı seyretmek için dışarıda olmasıydı.
Takımlar sahaya çıktığında büyük bir alkış koptu. Olıver Wood kale direklerinin etrafında bir ısınma uçuşuna çıktı, Madam Hooch topları serbest bıraktı. Kanarya sarısıyla sahaya çıkan Hufflepufflar ise bir yumak olmuş, taktiklerini son kez gözden geçiriyorlardı.
Harry tamsüpürgesine biniyorduki,Profesör McGonagall yarı yürür yarı koşar halde sahaya çıktı. Elinde koca bir megafon vardı. Harry'nin yüreği daraldı.
Profesör McGonagall megafonu ağzına götürüp, tıklım tıklım stadyuma, "Maç iptal edilmiştir," diye seslendi. Yuhlar ve bağırışlar yükseldi. Yıkılmış görünen Oliver Wood, sahaya girdi ve süpürgesinden inmeksizin Profesör McGonagall'in yanına koştu.
"Ama Profesör!" diye bağırdı. "Oynamak zorundayız... Kupa... Gryffindor..."
Profesör McGonagall ona aldırmayarak megafondan seslenmeye devam etti: "Bütün öğrenciler binalarının ortak salonlarına gitsin, orada Bina Sorumluları size gerekli bilgiyi verecek. Elinizi çabuk tutun, lütfen!" Sonra megafonu indirip Harry'yi yanına çağırdı. "Potter, benimle gelsen iyi olur..." Harry bu sefer nasıl olup da Profesör'ün ondan şüphelenmiş olabileceğini merak ederken, Ron'un yakınıp duran kalabalığın arasından sıyrıldığını gördü; onlar şatoya doğru ilerlerken, Ron koşarak yanlarına geldi. Profesör McGonagall, Harry'yi çok şaşırtarak buna itiraz etmedi.
"Evet, belki sen de gelmelisin, Weasley." Etraflarındaki öğrenci yığınının bir kısmı maçın iptal edilmesinden dolayı homurdanıyor, diğerleriyse endişeli görünüyordu. Harry ve Ron, Profesör McGonagall'ın peşi sıra okula döndüler ve mermer merdivenleri çıktılar. Ama bu defa kimsenin odasına götürülmüyorlardı.
Hastane kanadına yaklaşırlarken, Profesör McGonagall şaşırtıcı derecede yumuşak bir sesle, "Bu sizi biraz sarsabilir," dedi. "Yeni bir saldırı gerçekleşti... yeni bir çifte saldırı."
Harry'nin iç organları sanki takla atmıştı. Profesör McGonagall kapıyı açtı, Harry ile Ron içeri girdi.
Madam Pomfrey uzun ve kıvırcık saçlı, beşinci sınıf ödentisi bir kızın üzerine eğilmişti. Harry kızı tanıdı: Yanlışlıkla Slytherin ortak salonuna nasıl gideceklerini sordukları Ravenclaw'du bu. Onun yanındaki yataktaysa...
"Hermione!" diye inledi Ron.
Hermione kıpırtısız bir şekilde yatıyordu. Gözleri açık ve cam gibiydi.
"Kitaplığın yakınında bulundular," dedi Profesör McGonagall. "Sanırım ikiniz de bunun hakkında bir şey söyleyecek durumda değilsiniz? Onların yanında, yerde duruyordu..."
Elinde küçük, yuvarlak bir ayna vardı.
Harry ve Ron başlarını iki yana doğru salladılar. İkisinin de gözleri Hermione'deydi.
"Sizinle Gryffindor Kulesi'ne geleyim," dedi Profesör McGonagall üzüntüyle. "Zaten öğrencilere duyuru yapmam gerekecek."
"Bütün öğrenciler akşam saat altıda binalarının ortak salonlarına dönecek. Hiçbir öğrenci o saatten sonra yatakhaneden ayrılmayacak. Her derse bir öğretmen eşliğinde gideceksiniz. Hiçbir öğrenci yanında bir öğretmen olmadan tuvalete gitmeyecek. Bundan sonraki bütün Quidditch antrenmanları ve maçları ertelenmiştir. Artık akşam etkinlikleri de yapılmayacak."
Ortak salon doluşmuş olan Gryfindorlar Profesör McGonagall'ı sessizce dinledi. Profesör, okuduğu parşömeni katladı ve boğuk bir sesle devam etti: "Nadiren bu kadar üzüntülü olduğumu açıklamama herhalde gerek yok. Bu saldırıların arkasındaki suçlu yakalanana kadar okulun kapatılma ihtimali yüksek. Bu konuda bir şey bildiğini düşünen varsa, hemen öne çıkmasını istiyorum."
Biraz zorlanarak portre deliğinden tırmanıp dışarı çıktı, Gryffindor'lar o çıkar çıkmaz aralarında konuşmaya başladılar.
Weasley ikizlerinin arkadaşı Lee Jordan parmaklarıyla sayarak, "Şimdiye kadar iki Gryffindor -hem de bir Gryffindor hayaletini hesaba katmadan-, bir Ravenclaw ve bir Hufflepuff etti," diye kükredi. "Öğretmenlerden hiçbiri Slytherin'lere bir şey olmadığını fark etmedi mi? Bütün bunların Slytherin'den kaynaklandığı açık değil mi? Slytherin'in vârisi, Slytherin canavarı -niye bütün Slytherin'leri defetmiyorlar?" Sözleri onaylamadır ve alkışlarla karşılandı.
Porcy Weasley, Lee'nin arkasındaki bir sandalyede oturuyordu, ama bir fikir bildirmeye niyeti yok gibiydi. Solgun görünüyordu.
George, "Percy şokta," dedi Harry'ye sessizce. "O Ravenclaw'lu kız, yani Penelope Clearwater... bir Sınıf Başkanı'ydı. Sanırım canavarın bir Sınıf Başkanı'na saldırmaya cüret edeceği hiç aklına gelmemişti."
Ama Harry yarım yamalak dinliyordu. Hastane yatağında taştan yapılmış gibi kaskatı yatan Hermione'nin görüntüsü gözünün önünden gitmiyordu. Üstelik suçlu bir an önce yakalanmazsa, Harry hayatının geri kalanını Dursley'lerin yanında geçireceğe benziyordu. Tom Riddle'ın Hagrid'i ele vermesinin sebebi, okulun kapanması halinde bir Muggle yetimhanesine gidecek olmasıydı. Şimdi Harry onu çok iyi anlıyordu.
"Şimdi ne yapacağız?" diye sordu Ron sessizce. "Sence Hagrid'den şüpheleniyorlar mıdır?"
Harry kararlı bir şekilde, "Gidip onunla konuşmamız lazım," diye cevap verdi. "Bu sefer onun sorumlu olduğuna inanmıyorum, ama geçen sefer canavarı o serbest bıraktıysa, en azından Sırlar Odası'na nasıl girileceğini biliyordur. Bu da bir başlangıç."
"Ama McGonagall sınıfta değilsek kulede kalmamız gerektiğini söylemişti -"
"Sanırım," dedi Harry sessizce, "babamın eski Pelerin'ini çıkarmamızın vakti geldi gene."
Harry'ye babasından bir tek şey miras kalmıştı: uzun ve gümüşi Görünmezlik Pelerini. Bu pelerin kimseye çaktırmadan okuldan dışarı çıkıp Hagrid'i ziyaret etme konusundaki tek şanslarıydı. Her zamanki saatte yataklanna yattılar; Neville, Dean ve Seamus Sırlar Odası hakkındaki konuşmalarını bitirip uyuyana kadar beklediler, sonra da kalkıp Pelerin', üstlerine geçirdiler. Şatonun karanlık ve ıssız koridorlanndaki yolculukları eğlenceli değildi. Daha önce de gece vakti şatoda defalarca dolaşmış olan Harry, koridorları günbatımından sonra hiç bu kadar kalabalık görmemişti. Öğretmenler, Sınıf Başkanlan ve hayaletler sürüler halinde koridorda volta atıyor, alışılmadık bir şey var mı diye etrafı kolluyorlardı. Görünmezlik Pelerini ses çıkarmalarını engellemiyordu, bu yüzden Snape’in nöbet tuttuğu noktanın birkaç metre ötesinde Ron ayak parmağını çarpınca epey gergin bir an yaşadılar. Neyse ki tam da Ron'un lanet okuduğu anda Snape hapşırdı. Meşeden yapılma ön kapılara ulaşıp dışarı çıktıklarında çok rahatladılar.
Açık, bol yıldızlı bir geceydi. Hagrid'in evinin ışıklı pencerelerine doğru hızla yürümeye başladılar, Pelerin'i ancak kapıya gelince çıkardılar.
Vuralı birkaç saniye olmuştu ki, kapı hızla açıldı ve Hagrid karşılarına dikildi. Onlara bir arbalet -Bir sap üstüne oturtulmuş ahşap ya da metal yaydan, zen bir tel yardımıyla ok fırlatan silah. (Ed. n.)- doğrultmuştu, zağar Fang ise arkasında deli gibi havlıyordu.
Silahı indirip gözünü onlara dikerek, "Ha,” dedi. "Ne arıyorsunuz burada?"
İçeri girerlerken Harry arbaleti işaret ederek sordu:
"O niye?"
"Hiç... hiç," diye geveledi Hagrid. "Beni... önemli bir şey değil... Oturun... çay yapayım..."
Eli ayağına dolanmıştı. Çaydanlıktaki suyu ateşin üzerine döktü, neredeyse söndürüyordu. Sonra da koca eliyle sinirli bir şekilde çay demliği kırdı.
"İyi misin, Hagrid?' diye sordu Harry. "Hermione'ye olanları duydun mı?"
"Ha, evet, duydum," dedi Hagrid, biraz çatlak bir sesle.
Gergin bir şekilde pencerelere bakıp duruyordu. İkisine de büyük birer fincan kaynamış su koydu (içine çay poşeti koymayı untmuştu). Sonra tabağa bir dilim meyveli kek koyuy ordu ki, biri kapıya sertçe vurdu.
Hagrid meyveli keki düşürdü. Harry ve Ron panik içinde birbirlerine baktıklar, sonra, üstlerine Görünmezlik Pelerini'ni geçirip bir köşeye çekildiler. Hagrid saklandıklarından emin olduktan sonra arbaletini aldı ve bir kez daha kapısını açtı.
"İyi akşamlar, Hagrid."
Dumbledore'du. İçeri girdi, son derece ciddi görünüyordu. Arkasından çok ciddi görünümlü biri daha içeri girdi.
Yabancı, karmakarışık beyaz saçlan olan, kaygılı bir ifade takınmış, kısa boylu ve tombalak bir adamdı. Tuhaf ve karma bir kıyafeti vardı: ince çizgili bir takım elbise, parlak kırmızı bir kravat, siyah uzun bir pelerin ve uçları sivri mor çizmeler. Koltuk altında limon yeşili bir melon şapka taşıyordu.
"Babamın patronu!" dedi Ron heyecanla. "Cornelius Fudge, Sihir Bakanı!"
Harry sussun diye Ron'a sıkı bir dirsek attı.
Hagrid'in beti benzi atmıştı ve terliyordu. Sandalyelerinden birine yığıldı ve bir Dumbledore'a, bir Cornelius Fudge'a bakmaya başladı.
"Durum kötü, Hagrid," dedi Fudge, hızlı ve sertçe. "Durum çok kötü. Gelmek zorunda kaldım. Muggle çocuklarına yönelik dört saldırı. Bıçak kemiğe dayandı. Bakanlığın harekete geçmesi gerekiyor."
"Ben asla," dedi Hagrid, Dumbledore'a yakarırcasına bakarak, "biliyorsunuz, Profesör Dumbledore, efendim, ben asla..."
Dumbledore, Fudge'a kaşlarını çatarak, "Cornelius, şunun anlaşılmasını istiyorum ki, ben Hagrid'e tüm kalbimle güveniyorum."
"Bak, Albus," dedi Fudge, rahatsız bir şekilde. "Hagrid'in sabıkası var. Bakanlık bir şeyler yapmak zorunda - okul yönetim kurulu temasa geçti."
"Gene de, Cornelius, Hagrid'i götürmenin duruma en ufak bir faydası bile olmayacak," dedi Dumbledore. Gözleri Harry'nin daha önce hiç görmediği bir alevle parlıyordu.
"Meseleye bir de benim açımdan bak," dedi Fudge. Bir taraftan da melon şapkasıyla oynuyordu. "Büyük baskı altındayım. Bir şeyler yaptığımı görmeleri gerekiyor. Eğer sorumlunun Hagrid olmadığı ortaya çıkarsa, geri dönecek ve tek kelime bile edilmeyecek. Ama onu götürmek zorundayım. Zorunluyum buna. Görevim gereği..."
"Beni götürmek mi?" dedi Hagrid. Titriyordu. "Nereye götürmek?"
Fudge, gözlerini Hagrid'inkilerden kaçırarak, "Sadece kısa bir süre için," dedi. "Bu, ceza değil, Hagrid, daha çok bir önlem. Başka biri yakalanırsa salıverileceksin ve senden gereken şekilde özür dilenecek..."
"Azkaban'a değil, değil mi?" diye hırıltılı bir sesle sordu Hagrid.
Daha Fudge cevap veremeden, kapı bir kez daha sertçe çalındı.
Kapıya Dumbledore baktı. Şimdi dirsek yeme sırası Harry'deydi, çünkü duyulabilecek biçimde nefesini tutmuştu.
Hagrid'in kulübesinden içeri Mr Lucius Malfoy girdi. Üzerinde uzun, siyah bir seyahat pelerini, yüzündeyse soğuk ve memnun bir gülümseme vardı. Fang hırlamaya başladı.
"Demek geldin, Fudge," dedi, onaylarcasma başını sallayarak. "Güzel, güzel..."
"Sen burada ne arıyorsun?" dedi Hagrid öfkeyle. "Çık evimden!"
"Azizim, inan ki keyfimden gelmedim evine... Tabii ki buna bir ev diyorsan," dedi Lucius Malfoy, pis pis sj-rıtıp küçük kulübeye göz gezdirirken. "Okula baktım, bana Müdürün burada olduğu söylendi."
"Peki benden tam olarak ne isliyorsun, Lucius?" diye sordu Dumbledore. Kibarca konuşuyordu, ama o alev hâlâ gözlerindeydi.
"Çok üzücü bir durum, Dumbledore," dedi Mr Malfoy ağır acır. Bir parşömen çıkardı. "Ama yönetim kurulu üyeleri artık çekilmen gerektiği görüşünde. Bu bir Uzaklaştırma Emri - üzerinde on iki imzayı da bulacaksın Korkarım senin artık becerini kaybetmeye başladığın görüşündeyiz. Şimdiye kadar kaç saldırı oldu? Tat öğleden sonra iki tane daha oldu, değil mi? Bu gidişle Hogwarts'ta hiç Muggîe çocuğu kalmayacak ve ruhimiz bunun okul nasıl korkunç bir kayıp olacağını biliyoruz."
nn, bak, iv , ' iedi l'. - telaşla "Dumbledore' un uzaklaştırılması... yo, yo... şu an son düşüneceğimiz şey..."
"Müdür'ün göreve atanması ya da görevden uzaklaştırılması yönetim kurulu üyelerimizi ilgilendiren bir mesele, Fudge," dedi Mr. Malfoy yumuşak bir sesle. "Ve Dumbledore bu s; l iınl m durduramadığından..."
"Bak, Lucius, eğer Dumbledore durduramıyorsa -" dedi Fudge. Üst dudağı seyirtmeye başlamıştı. "Yani demek istediğim, o zaman kim durdurabilir ki?"
Mr Malfoy iğrenç bir gülümsemeyle, "Bunu göreceğiz," dedi. "Ama on ikimiz de oyumuzu..."
Hagrid ayağa fırladı, salkım saçak siyah kafası tamamı sıyırmıştı.
"Peki kabul etmeleri için kaçını tehdit ettin, kaçına şantaj yaptın, Malfoy? Ha?" diye kukredi.
"Ah, ah... Biliyor musun, bir gün bu sinirin başını belaya sokacak, Hagrid," dedi Mr Malfoy. "Sana Azkaban gardiyanlarına da böyle bağırmamanı tavsiye ediyorum. Bundan hiç hoşlanmayacaklardır."
"Dumbledore'u uzaklaştıramazsın!" diye bağırdı Hagrid, Fang'in sepetinde sinip inlemesine sebep olarak. "Onu uzaklaştır da Muggle çocuklarının hiçbir şansı kalmasın! Bundan sonra ölümler başlasın!"
"Sakin ol, Hagrid," dedi Dumbledore sert bir sesle. Lucius Malfoy'a baktı.
"Eğer yönetim kurulu üyeleri benim çıkarılmamı istiyorlarsa, Lucius, tabii ki çekilirim."
"Ama -" diye kekeledi Fudge.
"Hayır!" diye gürledi Hagrid.
Dumbledore parlak mavi gözlerini Lucius'un soğuk gri gözlerine dikmişti.
"Gene de," dedi Dumbledore, herkes her sözcüğü duyabilsin diye tane tane konuşarak, "göreceksin ki, ancak burada bana sadık kimse kalmadığında bu okuldan gerçekten ayrılmışım demektir. Ayrıca göreceksin ki, Hogwarts'ta isteyen herkese yardım edilir."
Harry, Dumbledore'un gözlerinin bir anlığına onun ve Ron'un saklandığı köşeye doğru kaydığından neredeyse sezdi.
"Takdire şayan duygular," dedi Malfoy eğilerek. "Hepimiz senin... ee, nasıl desem... oldukça bireysel yönetim üslubunu özleyeceğiz, Albus. Ve arkandan gelen kişinin... ee... 'ölümleri' önleyeceğini umuyoruz."
Kulübenin kapısına doğru yürüdü, kapıyı açtı ve eğilerek Dumbledore'u dışarı davet etti. Elini şapkasında gezdiren Fudge, Hagrid'in ondan önce çıkmasını bekliyordu. Ama Hagrid yerinde kaldı, derin bir soluk aldı ve dikkatli bir şekilde, "Eğer birileri bir şey bulmak istiyorsa, bütün yapmaları gereken örümcekleri takip etmek," dedi. "Örümcekler onları doğru yere götürür! Tek söyleyeceğim bu."
Fudge şaşkınlık içinde ona baktı.
"Tamam, geliyorum," dedi Hagrid, köstebek derisi paltosunu üzerine geçirerek. Ama tam Fudge'ın ardından kapıdan çıkacaktı ki, bir kez daha durup yüksek sesle devam etti: "Bir de birilerinin ben yokken Fang'i beslemesi gerekecek."
Kapı kapanınca Ron Görünmezlik Pelerini'ni çıkardı.
"İşte şimdi başımız dertte," dedi boğuk bir sesle. "Artık Dumbledore yok. Bu gece okulu kapatsalar yeridir. O yokken her gün bir saldırı olur."
Fang ulumaya, kapalı kapıyı tırmalamaya koyuldu.

GeCeLeR
12-10-2006, 01:39 AM
ON BEŞİNCİ BÖLÜM
Aragog

Şatonun çevresindeki topraklara yaz çöküyordu. Hem gök, hem de göl Cezayir menekşesi bir maviye dönmüş, seralarda lahana büyüklüğünde çiçekler açmaya başlamıştı. Ama Harry şatonun penceresinden bakıp da ayaklarının dibinde Fang'le dolaşan Hagrid'i görmedikçe bu manzaradan keyif alamıyordu. Hatta bu haliyle dışarının şatonun içinden daha iyi olmadığı bile söylenebilirdi - ki şatonun içinde de işler yeterince kötüydü.
Harry ve Ron, Hermione'yi ziyaret etmeye çalışmışlardı, ama artık ziyaretçilerin hastane kanadına girmesi yasaklanmıştı.
Madam Pomfrey hastane kapısının aralığından onlara, "Bundan böyle riziko almıyoruz," demişti. "Hayır, kusura bakmayın ama saldırganın her an geri dönüp bu insanların işini bitirmesi mümkün..."
Dumbledore gittikten sonra korku daha önce olmadığınca yaygınlaştı. Öyle ki, şato duvarlarının dışını ısıtan güneş, tirizlerle ayrılmış pencerelerden içeri giremiyor gibiydi. Okulda endişeli ve gergin görünmeyen tek bir surat bile yoktu. Koridorlarda yankılanan her kahkaha kulak tırmalayıcı ve anormal kaçıyor, hemen bastırılıyordu.
Harry kendine sürekli Dumbledore'un son sözlerini tekrar ediyordu. "Ancak burada bana sadık kimse kalmadığında bu okuldan gerçekten ayrılmışım demektir... Hogwarts'ta isteyen herkese yardım edilir." Ama bu sözlerin ne faydası vardı? Herkes onlar kadar şaşkın ve korkmuşken, tam olarak kimden yardım isteyeceklerdi?
Hagrid'in örümcekler hakkındaki ipucunu anlamak çok daha kolaydı. Ancak sorun şuydu ki, şatoda takip edilecek tek bir örümcek bile kalmamıştı. Harry gittiği her yere bakıyor, Ron da (hayli isteksizce) ona yardım ediyordu. Elbette artık şatonun içinde kendi başlarına dolaşmalarına izin verilmemesi ve diğer Gryffindor'larla sürü halinde dolaşmak zorunda kalmaları işlerini epey güçleştiriyordu. Diğer öğrencilerin çoğu öğretmenlerin onları sınıftan sınıfa gütmelerinden memnun görünüyordu, ama Harry bu durumu çok sıkıcı buluyordu.
Ancak birisi, bu dehşet ve kuşku atmosferinden son derece hoşnut gibiydi. Draco Malfoy okulda Öğrenciler Başkam seçilmiş gibi bir havayla dolaşıyordu. Harry onun neden bu kadar memnun olduğunu anlamamıştı. Ta ki, Dumbledore ve Hagrid'in gitmesinden bir gece sonraki İksir dersinde Malfoy'un arkasında oturup, onun keyifli bir ses tonuyla Crabbe ve Göyle'a söylediklerini işitene kadar.
"Dumbledore'dan kurtulma işini babamın başaracağını hep düşünmüştüm zaten," dedi, alçak sesle konuşmaya gerek görmeyerek. "Size de söylemiştim, babam Dumbledore'un bu okula gelmiş en kötü Müdür olduğunu düşünüyor. Belki şimdi doğru dürüst bir Müdürümüz olur. Sırlar Odası'nın kapalı tutulmasını istemeyecek biri. McGonagall fazla dayanmaz, o yalnızca idareten bu görevde..."
Snape, Hermione'nin boş sandalyesi ve kazanı konusunda yorum yapmadan Harry'nin yanından geçti.
"Efendim," dedi Malfoy yüksek sesle. "Efendim, niye Müdürlük için siz başvurmuyorsunuz?"
"Hadi, hadi, Malfoy," dedi Snape, ama yüzüne ufak bir gülümseme yerleşmesine engel olamamıştı. "Yönetim kurulu üyeleri Profesör Dumbledore'u sadece geçici olarak uzaklaştırdı. Sanırım yakında gene bizimle olacağını söylemek yanlış olmaz."
"Ya, tabii," dedi Malfoy, muzaffer bir sırıtışla. "Bence bu iş için başvursanız, babamın oyunu alırdınız. Ben babama buradaki en iyi öğretmen olduğunuzu söylerim, efendim."
Snape pis pis sırıtarak zindanda gezindi, ama neyse ki kazanına kusma taklidi yapan Seamus Finnigan'ı görmedi.
"Şimdiye kadar bütün Bulanık'ların pullarını pırtılarını toplamamış olmasına çok şaşırdım," diye devam etti Malfoy. "Bundan sonrakinin öleceğine beş Galleon'a iddiaya girerim. Ne yazık ki bu, Granger'ın başına gelmedi..."
Tam o anda zil çaldı. Bu şanslı bir durumdu, çünkü Malfoy'un son sözleri üzerine Ron taburesinden fırlamıştı, ama çantalarla kitapları toplama telaşı arasında, onun Malfoy'a erişme çabaları fark edilmedi.
"Bırakın beni," diye hırladı Ron. Harry ve Dean onu kollarından tutuyordu. "Umrumda değil, asaya da ihtiyacım yok, onu ellerimle öldüreceğim -"
Snape sınıfa, "Elinizi çabuk tutun, sizi Bitkibilim'e götürmem gerekiyor," diye bağırdı; timsah dizilişiyle yola koyuldular. Harry, Ron ve Dean en arkadaydı, Ron hâlâ kurtulmaya çalışıyordu. Ancak Snape onları şatonun dışına kadar götürüp ayrıldığında ve sebze tarhını geçerek seraların yolunu tuttuklarında, onu bırakmanın güvenli olduğuna karar verdiler.
Bitkibilim dersi çok durgundu; aralarında iki kişi yoktu: Justin ve Hermione.
Profesör Sprout hepsine Habeşistan Büzüşmüşinciri'ni budatmaya başladı. Harry gübre yığınının üstüne bir kucak dolusu solmuş sap koymaya gittiğinde, kendini Ernie Macmillan'la yüz yüze buldu. Ernie derin bir soluk aldı ve çok resmi bir biçimde konuşmaya başladı: "Harry, senden şüphelendiğim için özür dilemek istiyorum. Senin Hermione Granger'a asla saldırmayacağını biliyorum ve dediklerimin hepsinden dolayı özür diliyorum. Şimdi aynı saftayız ve -"
Tombul elini uzattı, Harry bu eli sıktı. Ernie ve arkadaşı Hannah, Harry ve Ron'un yanına gelip onlarla aynı Büzüşmüşincir üzerinde çalışmaya başladılar.
Ernie ölmüş dalları kopararak, "O Draco Malfoy denen tip," dedi, "bütün bu olanlardan dolayı çok memnun görünüyor, değil mi? Biliyor musunuz, bence Slytherin'in vârisi o olabilir."
"Ne kadar da akıllısın," dedi Ron. Ernie'yi Harry kadar kolay affetmiş görünmüyordu.
"Peki sen onun Malfoy olduğuna inanıyor musun, Harry?" diye sordu Ernie.
"Hayır," dedi Harry. Bunu o kadar kesin bir şekilde söylemişti ki, Ernie ve Hannah ona gözlerini dikip baktılar.
Bir saniye sonra Harry'nin gördüğü şey, budama makasıyla Ron'un eline vurmasına sebep oldu.
"Ah! Ne yap -"
Harry bir iki metre ötesini, yeri işaret ediyordu. Çok sayıda örümcek toprağın üstünde koşuşturuyorlardı.
"Ha, evet," dedi Ron, memnun görünmeye çalışıp beceremeyerek. "Ama onları şu anda takip edemeyiz..."
Ernie ve Hannah merakla kulak kabartmışlardı.
Harry örümceklerin kaçışını izledi.
"Yasak Orman'a gidiyorlar galiba..."
Şimdi Ron daha da mutsuz görünüyordu.
Dersin sonunda Profesör Snape sınıfı Karanlık Sanatlara Karşı Savunma dersine götürdü. Harry ve Ron, kimse kulak misafiri olmadan konuşabilmek için epey arkadan geliyorlardı.
"Gene Görünmezlik Pelerini'ni kullanmak zorundayız," dedi Harry. "Fang'i de yanımıza alabiliriz. Hagrid'le birlikte Orman'a gitmeye alışık, yardımcı olabilir."
"Evet," dedi Ron. Asasını endişeli bu şekilde parmaklarının arasında çeviriyordu. Lockhart'ın sırıtarak her zamanki gibi arka sıralara ilerlerken, ”Orman'da ********lar yok muydu?" diye sordu.
Bu soruyu cevaplamamayı tercih eden Harry, "Orada iyi şeyler de var. Atadamlar iyidir, tek boynuzlu atlar da öyle," dedi.
Ron daha önce hiç Yasak Orman'a gitmemişti. Harry bir kez gitmişti ve bir daha hiç gitmeyeceğini ummuştu.
Lockhart hoplayarak sınıfa girdi ve bütün öğrenciler gözlerini ona dikti. Bütün öğretmenler her zamankinden daha tatsız görünüyordu, ama Lockhart'in neşeli olduğu rahatlıkla söylenebilirdi.
"Haydi ama," diye seslendi etrafına bakarak. "Niye herkesin suratı asık böyle?"
Herkes kızgın gözlerle birbirine baktı, ama kimse cevap vermedi.
"Farkında değil misiniz," dedi Lockhart, sanki hepsi biraz geçi zekâlıymış gibi ağır ağır konuşarak. "Tehlike geçti! Suçlu alınıp götürüldü."
"Kim demiş?" dedi Dean Thomas yüksek sesle.
"Delikanlı, Sihir Bakanı suçluluğundan yüzde yüz emin olmasa, Hagrid'i götürmezdi," dedi Lockhart. Ses tonu, iki kere ikinin dört ettiğini açıklayan birininki gibiydi.
"Hayır, götürürdü," dedi Ron, Dean'inkinden de yüksek sesle.
Lockhart kendinden memnun bir ses tonuyla, "Sanırım Hagrid'in tutuklanması hakkında senden birazcık daha fazla şey biliyorum, Mr Weasley," dedi.
Ron aynı fikirde olmadığını söyleyecekti ki, lafının ortasında Harry ona sıra altından sert bir tekme attı.
"Orada değildik, unutma," diye homurdandı Harry.
Ama Lockhart'ın tiksinti verici neşesi, zaten öteden beri Hagrid'in işe yaramaz biri olduğunu düşündüğüne dair imaları ve artık her şeyin bitmiş olduğu konusundaki güveni Harry'nin o kadar sinirine dokundu ki, Gulyabanilerle Gezip Tozmak'ı Lockhart'ın aptal suratına fırlatmak için yanıp tutuşuyordu. Bunun yerine Ron'a bir mesaj karalamakla yetindi: "Bu gece şu işi yapalım."
Ron mesajı okudu, yutkundu ve yana, normalde Hermione'nin oturduğu boş sıraya baktı. Bu görüntü kararlılığını artırmış gibi göründü ve başını evet anlamında salladı.
Bugünlerde Gryffindor ortak salonu hep çok kalabalıktı, çünkü saat altıdan sonra Gryffindor'ların gidecek başka yerleri yoktu. Dahası, konuşacakları çok şey vardı. Bunun sonucunda da ortak salon gece yarısını geçinceye kadar boş kalmıyordu.
Harry akşam yemeğinden sonra gidip sandığından
Görünmezlik Pelerini'ni aldı ve akşamın geri kalanı boyunca onun üstünde oturarak odanın boşalmasını bekledi. Fred ve George, Harry ve Ron'u birkaç el Patlamalı Pişti oynamaya davet etti, Ginny de çok suskun bir haldi her zaman Hermione'nin oturduğu sandalyeye oturarak onlan izledi. Harry ve Ron maçı çabuk bitirmek için oyunları bilerek kaybediyorlardı, ama gene de Fred, George ve Ginny yatmaya gittiğinde vakit gece yarısını geçmişti.
Harry ve Ron uzaktan iki yatakhane kapısının kapanma sesini duyduktan sonra Pelerin'i aldılar, üzerlerine geçirdiler ve portre deliğinden tırmandılar.
Gene bütün öğretmenleri atlatmaya çalışarak, şato boyunca zor bir yolculuk yaptılar. Sonunda Giriş Salonu'na ulaştılar, meşeden yapılma ön kapıların üstündeki sürgüyü çektiler, çok az araladıkları kapıların arasından gacırdatmamaya çalışarak geçtiler ve ay ışığına çıktılar.
Siyah çimin üstünde yürürken, "Tabii," dedi Ron birdenbire, "Ormana vardığımızda takip edecek bir şey bulamayabiliriz de. O örümcekler oraya gitmemiş olabilir. Biliyorum, genel olarak o yönde hareket ediyor gibiydiler, ama..."
Sesi umut dolu bir şekilde azalarak sessizliğe karıştı.
Hagrid'in evine ulaştılar. Boş pencereleriyle üzücü ve acıklı görünüyordu. Harry ön kapıyı açtığında, Fang onları görüp sevinçten çıldırdı. Ortalığı inleten şiddetli havlamalarıyla şatodaki herkesi uyandıracağı endişesiyle ona çabucak şöminenin üstündeki bir teneke kaptan melas şekerlemesi verdiler, yer yemez Fang'in dişleri birbirine yapıştı.
Harry Görünmezlik Pelerini'ni Hagrid'in masasının üstüne bıraktı. Zifiri karanlık Orman'da ona gerek olmayacaktı.
Harry bacağına vurarak, "Haydi, Fang, yürüyüşe çıkıyoruz," dedi ve Fang onların ardından hoplaya zıplaya evden dışan çıktı, Orman'ın ucuna kadar hızla koştu ve büyük bir çınarın dibine gidip bacağını kaldırdı.
Harry asasını çıkarıp, "Lumos!" diye mırıldandı. Asanın ucunda, patikada örümcek aramak için ancak yeterli olacak, minicik bir ışık belirdi.
"İyi fikir," dedi Ron. "Ben de kendiminkini yakardım, ama biliyorsun,patlar matlar şimdi..."
Harry parmağıyla Ron'un omzuna dokunup çimeni işaret etti. İki örümcek aceleyle asanın ışığından ağaçların gölgesine kaçıyorlardı.
'Tamam," dedi Ron, sanki en kötü ihtimale karşı hazırmış gibi iç çekerek. "Hazırım. Gidelim."
Böylece, yanlarında koşuşturan, ağaç köklerini ve yapraklan koklayan Fang'le birlikte Orman'a girdiler. Harry’nin asasının ışıltısıyla, örümceklerin patika boyunca oluşturduğu kesintisiz çizgiyi izlediler. Konuşmadan, kırılan dallar ve hışırdayan yapraklar dışında bir ses çıkacak mı diye kulak kesilerek, yirmi dakika kadar yürüdüler. Sonra, artık ağaçlar tepelerindeki yıldızları görmelerine izin vermeyecek kadar sıklaşmış ve
Harry'nin asası karanlıklar denizinde tek başına parlamaya başlamıştı ki, örümcek rehberlerinin patikadan ayrıldığını gördüler.
Harry durup örümceklerin nereye gittiğini görmeye çalıştı, ama kendi küçük ışık küresinin dışındaki her yer zifiri karanlıktı. Daha önce Orman'ın hiç bu kadar derinlerine girmemişti. Buraya son geldiğinde Hagrid'in Orman'daki patikadan ayrılmamasını tembih ettiğini net bir biçimde hatırlıyordu. Ama Hagrid şimdi çok uzakta, büyük ihtimalle Azkaban'da bir hücredeydi ve sonuçta örümcekleri izlemesini söyleyen de gene oydu.
Eline ıslak bir şey değdi ve Harry arkaya kaçayım derken Ron'un ayağına bastı. Ama eline değen şey yalnızca Fang'in burnuydu.
Karanlıkta ancak asanın ışığını yansıtan gözlerini seçebildiği Ron'a, "Ne dersin?" diye sordu. "Buraya kadar geldik," dedi Ron. Örümceklerin hızla uzaklaşan gölgelerini izleyerek sık ağaçların arasına girdiler. Artık pek hızlı ilerleyemiyorlardı; önlerine karardıkta hemen hiç görünmeyen ağaç kökleri ve kütükler çıkıyordu. Harry, Fang'in sıcak nefesini elinde hissedebiliyordu. Harry’nin çömelip asa ışığında örümcekleri bulabilmesi için birkaç kez durmak zorunda kaldılar.
Onlara en az yarım saat gelen bir süre boyunca, cüppeleri alçak dallara ve çalılara takılarak yürüdüler. Bir süre sonra yerin aşağı doğru eğim kazandığını gördüler, ama ağaçlar her zamanki kadar sıktı.
Derken Fang ansızın, ormanın içinde yankılanan gür bir havlamayla hem Harry'nin hem de Ron'un ödünü patlattı.
"Ne var?" dedi Ron, Harry'nin dirseğine sıkı sıkı yapışıp zifiri karanlıkta göz gezdirerek.
"Orada hareket eden bir şey var," diye soludu Harry. "Dinle... Büyük bir şey galiba."
Dinlediler. Sağlarında, biraz uzakta büyük şey dallan kırarak ağaçların arasında ilerliyordu.
"Yo hayır," dedi Ron. "Yo hayır, yo hayır, yo -"
"Kes sesini," dedi Harry telaşla. "Seni duyacak,"
"Beni mi duyacak?" dedi Ron, fazlasıyla yüksek bir sesle. "Fang'i çoktan duydu bile!"
Orada korkmuş bir halde durup beklerlerken, sanki karardık göz yuvarlarına bastırıyordu. Tuhaf bir gümbürdeme oldu, sonra her şey sessizleşti.
"Sence ne yapıyor?" dedi Harry.
"Herhalde üstümüze atılmaya hazırlanıyordur."
Tüyleri diken diken, kımıldamaya cesaret edemez halde beklediler.
"Sence gitmiş midir?" diye fısıldadı Harry.
"Bilmiyo -"
Sonra sağ taraflarında ani ve çok güçlü bir ışık belirdi. Karanlıkta öylesine parlıyordu ki, ikisi de gözlerini korumak için ellerini kaldırdılar. Fang ciyakladı ve kaçmaya çalıştı, ama dikenlere gömüldü ve daha da yüksek sesle ciyakladı.
"Harry!" diye bağırdı Ron, rahatlamış bir sesle. "Harry, bu bizim araba!"
"Ne?"
"Gel!"
Harry, Ron'un arkasında, taküa tökezleye ışığa doğruı gitti. Az sonra bir açıklığa geldiler.
Mr Weasley'nin arabası, kalın akaçların ortasında ve sık dalların altında duruyordu. İçinde kimse yoktu ve farları yanıyordu. Ron, ağzı açık halde ona doğru yürüdüğünde, araba da sahibini karşılayan büyük, turkuvaz rengi bir köpek gibi hafif hafif ona doğru ilerledi.
Ron arabanın etrafında dolaşarak, "Bunca süredir buradaymış!" dedi sevinçle. "Şuraya bak. Orman onu vahşileştirmiş..."
Arabanın çamurlukları çizilmiş ve çamura bulanmışta. Besbelli kendi başına Orman'da geziniyordu. Fang bu durumdan pek hoşlanmamıştı. Dibinden ayrılmadığı Harry onun titremesini hissedebiliyordu. Nefesi normale dönen Harry, asasını cüppesinin içine soktu.
"Bir de bize saldıracağını sandık!" dedi Ron, arabaya yaslanıp onu okşayarak. "Ben de nereye gittiğini merak ediyordum!"
Harry örümcek var mı diye parlak ışıkta yerlere bakındı, ama hepsi farların göz kamaştırıcı parıltısından kaçmıştı.
"İzi kaybettik," dedi. "Haydi, gidip onları bulalım." Ron cevap vermedi. Kımıldamadı. Gözleri tam Harry'nin arkasında, Orman zemininin üç metre kadar üstünde bir noktaya sabitlenmişti. Yüzü korkudan faskan kesilmişti.
Harry’nin arkasına dönecek zamanı bile olmadı.
Yüksek bir şaklama sesi duyuldu ve aniden uzun ve kıllı bir şeyin onu bedeninin tam ortasından tutup yerden kaldırdığını hissetti. Baş aşağı duruyordu. Dehşet içinde çırpınırken gene şaklama sesleri duydu. Ron'un bacaklarının da yerden ayrıldığını gördü ve Fang'in inlediğini ve uluduğunu duydu. Hemen ardından, karanlık ormanın içlerine doğru sürüklenmeye başladı.
Harry baş aşağı sallanır halde, onu yakalamış olan şeyin altı adet çok uzun, kıllı bacakla yürüdüğünü gördü. Ön iki bacak ise, onu bir çift parlayan kıskacın hemen altında sıkı sıkı tutuyordu. Arkasında yaratıklardan birinin daha sesini duyuyordu, şüphesiz o yaratık da Ron'u taşıyordu. Orman'ın tam kalbine gidiyorlardı. Harry, Fang'in kendini üçüncü bir canavardan kurtarmaya çalıştığını, yüksek sesle inlediğini duyuyordu. Ama Harry istese de haykıramazdı; sesini o açıklıkta, arabanın yanında bırakmış gibiydi.
Ne kadar süredir yaratığın pençesinde olduğunu bilmiyordu; tek bildiği, bir anda karanlığın biraz çekildiğiydi. Yapraklarla dolu zeminin şimdi örümcek kaynadığım görebiliyordu. Boynunu yana eğince, muazzam bir oyuğun kenarına geldiklerini fark etti. Oyuk ağaçlardan arındırılmıştı ve bu sayede Harry, yıldızların ışıklan altında, ömründe gördüğü en berbat sahneye bakakaldı.
Örümcekler. Ama yerdeki yaprakların üzerinde gezinenler gibi ufacık örümcekler değil. At büyüklüğünde, sekiz gözlü, sekiz bacaklı, siyah, kıllı, devasa örümcekler. Harry'yi taşıyan koca örümcek dik yokuştan aşağı, oyuğun ortasında bulunan, tepesi sisli bir kubbeyle kaplı bir ağa doğru ilerledi. Arkadaşlanysa, taşıdığı yükü görmenin heyecanından kıskaçlarını şaklatarak çevresini sarıyordu.
Örümcek onu bıraktığında Harry dört ayak üstüne yere düştü. Ron ve Fang de sesli bir şekilde hemen yanında yere yapıştılar. Fang artık ulumuyordu, sessizce sinip kalmıştı. Harry kendini nasıl hissediyorsa Ron da aynen öyle görünüyordu. Ağzı sessiz bir çığlık atıyormuşçasına açılmış, gözleri yerinden uğramıştı.
Harry birdenbire onu bırakan örümceğin bir şeyler söylediğini fark etti. Ne dediğini çıkarmak zordu, çünkü konuştuğu her sözcükle birlikte kıskaçlarını şaklatıyordu.
"Aragog!" diye seslendi. "Aragog!" Ve tepesi sislerle kaplı ağın ortasından, küçük bir fil boyunda bir örümcek yavaş yavaş ortaya çıktı. Siyah bedeninde ve bacaklarında gri bölgeler vardı ve çirkin, kıskaçlı kafasındaki gözleri süt beyazıydı. Kördü. "Ne var?" diye sordu kıskaçlarını hızla şaklatarak. "İnsanlar," diye kıskaçlarını şaklattı Harry'yi getiren örümcek.
"Hagrid mi?" diye sordu Aragog. Yaklaştı, süt beyazı rengindeki sekiz gözü belli belirsiz geziniyordu.
"Yabancılar," diye kıskaçlarını şaklattı Ron'u getiren örümcek.
Aragog, "Öldürün onları," diye kıskaçlarım şaklattı
huysuzca. "Uyuyordum..."
"Biz Hagrid'in arkadaşıyız," diye bağırdı Harry.
Sanki kalbi göğüs kafesinden fırlamış, gırtlağının içinde atıyordu.
Oyuğun dört bir yanında örümceklerin kıskaçları şak, şak, şak etmeye başladı.
Aragog duraksadı.
"Hagrid daha önce oyuğumuza hiç insan göndermedi," dedi yavaşça.
"Hagrid'in başı dertte," dedi Harry, hızlı hızlı soluyarak. "O yüzden geldik."
"Dertte mi?" dedi yaşlı örümcek. Harry saklayan kıskaçların altında saklı bir endişe sezdi. "Ama niye sizi gönderdi?"
Harry ayağa kalkmayı düşündü, ama bundan vazgeçti; bacaklarının tutacağını sanmıyordu. O da yerden kalkmadan, elinden geldiğince sakin bir sesle konuştu.
"Okulda Hagrid'in öğrencilerin üstüne bir - bir şey - saldığını sanıyorlar. Onu Azkaban'a gönderdiler."
Aragog öfkeyle kıskaçlarını şaklattı, oyuğun her tarafındaki örümcekler de ona katıldılar. Bu, alkışa benzeyen bir sesti, ama tek farkla: Genellikle alkış, Harry'nin korkudan midesinin düğümlenmesine sebep olmazdı.
"Ama bu yıllar önceydi," dedi Aragog huysuzca. "Uzun yıllar önce. İyi hatırlıyorum. Onu bu yüzden okuldan çıkarmışlardı. Sırlar Odası dedikleri yerdeki yaratığın ben olduğuma inanıyorlardı. Hagrid'in Oda'yı açıp beni serbest bıraktığını düşünmüşlerdi."
"Yani sen... sen Sırlar Odası'ndan gelmedin mi?" dedi Harry. Alnında soğuk ter damlalarını hissedebiliyordu.
"Ben ha!" dedi Aragog, kızgın bir şeküde kıskaçlarını şaklatarak. "Ben şatoda doğmadım. Uzak bir diyardan geliyorum. Ben daha yumurtayken bir gezgin beni Hagrid'e vermiş. Hagrid o zaman küçük bir çocuktu, ama bana baktı, beni şatodaki bir dolapta sakladı, masadaki artıklarla besledi. Hagrid benim iyi arkadaşımdır ve iyi bir insandır. Keşfedilip bir kızın ölümüyle suçlandığımda, beni korudu. O zamandan beri burada, Orman'da yaşıyorum ve Hagrid beni hâlâ ziyaret ediyor. Bana bir eş bile buldu - Mosag. Hagrid'in iyiliği sayesinde ailemizin nasıl genişlediğini görüyorsunuz..."
Harry cesaretinin son damlasını da kullanarak konuştu.
"Yani sen - sen hiç kimseye saldırmadın mı?"
"Asla!" diye gakladı yaşlı örümcek. "İçgüdülerim gereği bunu yapardım, ama Hagrid'e saygımdan dolayı insanlara hiç zarar vermedim. Öldürülen kızın bedeni bir tuvalette bulundu. Ben içinde büyüdüğüm dolabın dışında şatoda hiçbir yeri görmedim. Türümüz karanlığı ve sessizliği sever..."
"Ama o zaman... O kızı öldürenin ne olduğunu biliyor musun?" dedi Harry. "Çünkü neyin nesiyse, geri döndü ve gene insanlara saldırıyor -"
Sözleri, gürültülü şaklamalarla ve kızgın kızgın hareket eden bacaklardan çıkan seslerle kesildi. Her tarafında iri siyah şekiller kıpırdanıyordu.
"Şatoda yaşayan şey," dedi Aragog, "çok eski zamanlardan kalma, biz örümceklerin her şeyden çok korktuğu bir yaratık. Onun varlığını okulda hissettiğimde, beni bırakması için Hagrid'e nasıl yalvardığımı iyi hatırlıyorum."
"Nedir o?" dedi Harry telaşla.
Gene gürültülü şaklamalar, hışırdamalar. Örümcekler çemberi daraltıyor gibi görünüyordu.
"Ondan söz etmeyiz!" dedi Aragog şiddetle. "Onun ismini söylemeyiz! Bana defalarca sormasına karşın, o korkunç yaratığın adını Hagrid'e bile hiç söylemedim."
Harry üstelemek istemiyordu, özellikle de örümcekler dört bir yandan yaklaşırken. Aragog konuşmaktan yorulmuş gibiydi. Yavaş yavaş kubbeli ağına dönüyordu, ama diğer örümcekler adım adım Harry ve Ron'a yaklaşıyorlardı.
Arkasında yaprakların hışırdadığını duyan Harry, Aragog'a ümitsizce, "Biz gidelim o zaman," diye seslendi.
"Gitmek mi?" dedi Aragog yavaşça. "Sanmıyorum..."
"Ama - ama -"
"Oğullarım ve kızlarım emrime uyup Hagrid'e zarar vermiyor. Ama onları taze etten mahrum edemem, hele böyle kendi isteğiyle ayağımıza gelmişken. Hoşça kal, Hagrid'in arkadaşı."
Harry hızla döndü. Birkaç metre ötesinde, örümceklerin oluşturduğu yüksek bir duvar vardı. Kıskaçlarını şaklatıyorlar, çok sayıdaki gözleri çirkin, siyah kafalarında parıldıyordu.
Harry elini asasına götürdü, ama bir faydası olmayacağını biliyordu. Sayıları çok fazlaydı. Ama tam savaşarak ölmeye hazır bir halde ayağa kalkarken, uzun ve yüksek bir ses duyuldu, oyuğu bir ışık kapladı.
Mr Weasley'nin arabası, farlan açık, korna çalarak yokuş aşağı yıldırım gibi iniyor, yoluna çıkan örümcekleri deviriyordu. Devrilen örümceklerin bir kısmı sırtüstü düşüyor, bacakları yukarı dikilmiş halde çırpınıyordu. Araba Harry ve Ron'un önünde tiz bir gıcırtıyla durdu ve kapıları açıldı.
"Fang'i al!" diye seslendi Harry, ön koltuğa doğru dalışa geçerek. Ron zağarı belinden kaptı ve ciyaklar halde arka koltuğa fırlattı. Kapılar hızla kapandı. Ron gaza dokunmadı bile, ama arabanın ona ihtiyacı yoktu; motor gürledi, örümcekleri devirerek yola koyuldular. Yokuş yukarı hızlanarak oyuktan çıktılar; kısa süre sonra Orman'da sağa sola çarparak ilerliyorlardı. Dallar pencereleri kırbaçlarken araba akıllıca en geniş açıklıklardan gidiyor, belli ki bildiği bir yolu takip ediyordu.
Harry başını yana çevirip Ron'a baktı. Ağzı hâlâ sessiz bir çığlık atarmışçasına açıktı, ama artık gözleri yerinden uğramış gibi görünmüyordu. "İyi misin?"
Ron dosdoğru ileri bakıyor, konuşamıyordu. Çalılığın içinden çarpa çarpa ilerlerlerken, Fang arka koltukta uluyup duruyordu. Harry büyük bir meşenin yanından geçerlerken park aynasının kırıldığını gördü. Gürültülü, sallantılı bir on dakikanın ardından ağaçlar seyreldi ve Harry gene arada bir gökyüzünü görebilmeye başladı.
Araba öyle ani bir biçimde durdu ki, az kalsın ön cama yapışıyorlardı. Orman'ın kıyısına ulaşmışlardı. Fang dışarı çıkma telaşıyla cama doğru atıldı ve Harry kapıyı açınca fırlayıp ağaçların arasından, kuyruğu bacaklarının arasında, Hagrid'in evinin yolunu tuttu. Harry de indi. Bir dakika kadar sonra Ron da uzuvlarını yeniden hissetmeye başlamış gibiydi, hâlâ boynu kaskatı ve dalgın halde arabadan indi. Harry arabayı şükranla okşadıktan sonra, araba geri geri Orman'ın içine doğru ilerleyip gözden kayboldu.
Harry Görünmezlik Pelerini'ni almak için Hagrid'in kulübesine döndü. Fang sepetinde, bir battaniyenin altında tir tir titriyordu. Harry yeniden dışarı çıktığında Ron'u balkabağı tarhının içinde, midesi altüst olmuş durumda buldu.
"Örümcekleri izleyin, ha?" dedi Ron güçsüz bir halde. Koluyla ağzını sildi. "Hagrid'i hiç affetmeyeceğim. Hayatta olduğumuz için şanslıyız."
"Eminim Aragog'un onun arkadaşlarına zarar vermeyeceğini düşünmüştü."
"Hagrid'in sorunu da bu ya zaten!" dedi Ron, kulübenin duvarına vurarak. "Hep canavarların sanıldığı kadar kötü olmadığını düşünüyor. Peki, sonuçta bu ona ne kazandırdı? Azkaban'da bir hücre!" Artık engel olunamaz bir şekilde titriyordu. "Bizi oraya göndermenin ne anlamı vardı? Merak ediyorum, ne öğrendik?"
"Hagrid'in Sırlar Odası'nı hiç açmadığını," dedi
Harry. Pelerin'1 Ron'un üstüne çekti ve yürütmek için kolunu dürttü. "O masumdu."
Ron yüksek sesle burnundan soludu. Belli ki dolapta Aragog beslemek ona pek masum bir şey gibi görünmüyordu.
Şatoya yaklaşınca Harry ayaklarını saklasın diye Pelerin'i düzeltti, sonra gacırdayan ön kapılan iterek açtı. Giriş Salonu'nü dikkatle geçip mermer merdivenleri çıktılar, tetikteki gözcülerin yürüdüğü yerlerden geçerken nefeslerini tuttular. Sonunda Gryffindor ortak salonuna ulaşıp rahatladılar. Ateş artık köze dönüşmüştü. Pelerin'i çıkarıp, yatakhanelerine giden dönen merdiveni tırmandılar.
Ron üstündekileri çıkarmaya zahmet bile etmeden kendini yatağa fırlattı. Ancak Harry’nin pek uykusu yoktu. Dört direkli yatağının kenarında oturdu ve Aragog'un söylediklerinin her kelimesi üzerine uzun uzun düşünmeye başladı.
Şatoda bir yerlerde saklanan yaratık, Voldemort'un canavar olanı gibi bir şeye benziyordu - diğer canavarlar bile onun adını söylemek istemiyorlardı. Ama o ve Ron bu yaratığın ne olduğunu ya da kurbanlarını nasıl taşlaştırdığını bulmak konusunda bir arpa boyu yol almış değillerdi. Hagrid bile Sırlar Odası'nın içindeki şeyin ne olduğunu hiçbir zaman öğrenememişti.
Harry bacaklarını yatağına çekti ve yastıklarına yaslanarak kule penceresinden ayın pırıltısını izlemeye başladı.
Başka ne yapabileceğini bilmiyordu. Her yerde bir çıkmaza toslamışlardı. Riddle yanlış kişiyi yakalamıştı, Slytherin'in vârisi kurtulmuştu ve kimse bu kez Sırlar Odası'nı açanın aynı kişi mi yoksa bir başkası mı olduğunu bilemezdi. Soracak başka kimse kalmamıştı. Harry uzanıp gene Aragog'un söylediklerini düşündü.
Tam uyku bastırmıştı ki, son bir umut kapısı fark etti ve birden doğrulup oturdu.
"Ron," diye fısıldadı karanlıkta. "Ron!"
Ron, Fang'inkini andırır bir ciyaklamayla uyanıp çılgın bir halde etrafına bakındı, sonra Harry'yi gördü.
"Ron - o ölen kız. Aragog onun bir tuvalette bulunduğunu söylemişti," dedi Harry, köşede Neville'in burnunu çeke çeke horlamasına aldırmadan. "Ya hiç tuvaletten ayrılmadıysa? Ya hâlâ oradaysa?"
Ron ay ışığında kaşlarını çatarak gözlerini ovuşturdu. Sonra anladı.
"Hayır, o olamaz - Mızmız Myrtle'dan bahsetmiyorsun, değil mi?"

GeCeLeR
12-10-2006, 01:40 AM
ON ALTINCI BÖLÜM
Sırlar Odası

"Tuvalette onca zaman geçirdik, hemen dibimizdeydi," dedi Ron ertesi gün kahvaltıda acı acı. "Ona sorabilirdik, ama şimdi..."
Örümcek aramak yeterince zor olmuştu zaten. Öğretmenleri atlatıp bir kızlar tuvaletine girmek, hele ilk saldırının gerçekleştiği yerin hemen yanı başındaki tuvalete girmek, imkânsıza yakın olacaktı.
Ama o günkü ilk dersleri Biçim Değiştirme sırasında, haftalardır ilk kez Sırlar Odası'nı akıllarından çıkaran bir şey oldu. Ders başlayalı on dakika olmuştu ki, Profesör McGonagall haziranın birinci günü, yani tam bir hafta sonra sınavların başlayacağını söyledi.
"Sınavlar mı?" diye uludu Seamus Finnigan. "Hâlâ sınav mı oluyoruz?"
Harry'nin arkasından bir gümbürtü yükseldi. Neville Longbottom'ın asası elinden kayıp sırasının ayaklarından birini yok etmişti. Profesör McGonagall kendi asasını sallayarak bacağı geri getirdi ve kaşlannı çatarak Seamus'a döndü.
"Şu sıralarda okulu açık tutmamızın tek amacı eğitime devam etmenizi sağlamak," dedi sertçe. "Bu yüzden her zamanki gibi sınav yapılacak, eminim hepiniz öğrendiklerinizi sıkı sıkı tekrar ediyorsunuzdur."
Sıkı sıkı tekrar etmek mi?! Şatoda şartlar böyleyken sınav yapılacağı Harry'nin hiç aklına gelmemişti. Odayı isyankâr homurdanmalar sardı, bu durum da Profesör McGonagall'ın kaşlarını daha da çatmasına neden oldu. "Profesör Dumbledore, okulu mümkün olduğunca normal bir şekilde devam ettirme talimatı vermişti," dedi. "Buna bu yıl ne kadar öğrendiğinizi kontrol etmenin de dahil olduğunu söylememe herhalde gerek yoktur.'
Harry başını eğip, terliğe çevirmesi gereken bir çift tavşana baktı. Bu yıl şimdiye kadar ne öğrenmişti? Bir sınavda işine yarayacak hiçbir şey gelmiyordu aklına.
Ron ise sanki az önce biri ona gidip Yasak Orman'da yaşamasını söylemiş gibi görünüyordu.
Tiz bir ıslık çalmaya başlamış olan asasını kaldırarak, "Bununla sınava girdiğimi düşünebiliyor musun?" diye sordu Harry'ye.
İlk sınavlarından üç gün önce, Profesör McGonagall kahvaltıda bir duyuru daha yaptı.
"Müjdem var," dedi. Bunun üzerine Büyük Salon, sessizleşeceğine gürültüye boğuldu.
"Dumbledore geri dönüyor!" diye neşeyle bağırdı birkaç kişi.
Ravenclaw masasından bir kız, "Slytherin'in vârisini yakaladınız!" diye çığlık attı.
"Quidditch maçlarına devam ediliyor!" diye kükredi Wood heyecanla.
Gürültü dinince, Profesör McGonagall lafına devam etti: "Profesör Sprout sonunda Adamotları'nın kesime hazır olduğunu söyledi bana. Bu gece, taşlaşmış olanları eski hallerine döndürebileceğiz. Herhalde söylememe gerek yoktur: İçlerinden biri bize, onlara kimin ya da neyin saldırdığını söyleyebilir. Ben bu korkunç yılın suçluyu yakalamamızla sona ereceği konusunda umutluyum."
Salonu bir coşku seli kapladı. Harry, Slytherin masasına baktı ve Draco Malfoy'un bu coşkuyu paylaşmadığını görünce şaşırmadı. Ron ise günlerdir olmadığı kadar mutlu görünüyordu.
"Myrtle'a sormuşuz sormamışız, fark etmeyecek o zaman!" dedi Harry'ye. "Herhalde Hermione'yi uyandırdıklarında, merak ettiğimiz her şeyin cevabını verebilecek! Hoş, üç gün sonra sınavların başladığını öğrendiğinde deliye dönecek ya. Dersleri tekrar etmedi çünkü. Belki de sınavlar bitene kadar onu öyle bırakmak daha nazikçe bir hareket olur."
O sırada Ginny Weasley geldi ve Ron'un yanına oturdu. Gergin ve kaygılı görünüyordu, Harry onun ellerini kucağında kıvırıp durduğunu gördü.
“Ne oldu?" dedi Ron, biraz daha lapa alarak. Ginny bir şey söylemedi, ama yüzünde korku dolu bir ifadeyle Gryffindor masasına göz gezdirdi. Yüzündeki ifade Harry'ye birini hatırlatıyordu ama, kimi hatırlattığını çıkaramıyordu.
"Çıkar ağzındaki baklayı," dedi Ron, ona bakarak. Harry birden Ginny'nin kimi andırdığını fark etti. Sandalyesinde hafif hafif ileri geri sallanıyordu. Tıpkı Dobby’nin yasak bilgi vermenin eşiğine geldiğinde sallandığı gibi.
"Bir şey söylememlazım," diyemırıldandı, Harry'ye bakmamaya dikkat ederek. "Nedir?" dedi Harry.
Ginny sanki doğru sözcükleri bulamıyormuş gibi görünüyordu.
"Ne?" dedi Ron.
Ginny ağzını açtı, ama ses çıkmadı. Harry öne doğru eğilip, Ginny ve Ron dışında kimse onları duymasın diye usulca konuştu.
"Sırlar Odası'yla ilgili bir şey mi? Bir şey mi gördün? Tuhaf davranan birini mi?"
Ginny derin bir soluk aldı ve tam o anda Percy Weasley çıkageldi. Yorgun ve solgun görünüyordu.
"Yemeğini bitirdiysen, yerine oturacağım, Ginny. Açlıktan ölüyorum. Devriye görevim yeni bitti."
Ginny sandalyesine elektrik verilmiş gibi fırladı, Percy'ye kaçamak, korku dolu bir bakış fırlattı ve uzaklaştı. Percy oturup masanın ortasından bir fincan kaptı. "Percy!" dedi Ron kızgın bir sesle. "Tam bize önemli bir şey söylemek üzereydi!"
Percy çayını yudumlamaktayken, birden tıkandı. "Ne tür bir şey?" dedi öksürerek.
"Tam ona tuhaf bir şey görüp görmediğini sormuştum, oda-".
"Ha - o mesele - onun Sırlar Odası'yla bir ilgisi yok," dedi Percy hemen.
"Nereden biliyorsun?" dedi Ron Kaşlarını kaldırmıştı.
"Şey, ee, ille de bilmeniz gerekiyor... Ginny, ee, geçen gün ben tam şey, neyse – mesele şu ki beni bir şey yaparken gördü, ben de, ehem, bundan kimseye bahsetmemesini istedim. Doğrusu onun sır tutacağım düşünmüştüm. Önemli bir şey değil, gerçekten, ama ben yine de..."
Hany, Percy’yi hiç bu kadar rahatsız görmemişti.
"Ne yapıyordun, Percy?" dedi Ron sırıtarak. "Haydi, söyle bize, gülmeyeceğiz."
Percy onun gülümsemesine cevap vermedi.
"Şu ekmeği uzatsana, Harry, açlıktan ölüyorum."
Harry ertesi gün bütün esrarın kendilerinin yardımı olmadan da çözülebileceğini biliyordu, ama Myrtle'la konuşma fırsatı çıkarsa bunu es geçecek de değildi. Ve onun şansına, sabahın ortasında Gilderoy Lockhart onları Sihir Tarihi dersine götürürken, o fırsat çıktı.
Lockhart tehlikenin geçtiği konusunda onlara defalarca temin etmiş, her seferinde de yanıldığı hemen ortaya çıkmıştı. Yine de artık koridorda başlarına bir şey gelmesin diye onlara eşlik etmenin boşuna zahmet olduğuna bütün kalbiyle inanıyordu. Saçı her zamanki gibi parlak değildi; gecenin büyük bir bölümünde uyumamış ve dördüncü katta devriye gezmişe benziyordu. "Bunu bir kenara yazın," dedi, onların başında bir köşeyi dönerek, "O zavallı taşlaşmış insanların ağzından çıkacak ilk kelime, "Hagrid'di," olacak. Doğrusu Profesör McGonagall'ın bütün bu güvenlik önlemlerini gerekli bulmasına şaşıyorum."
"Bence haklısınız, efendim," dedi Harry. Ron şaşkınlıktan kitaplarını düşürdü.
"Teşekkür ederim, Harry," dedi Lockhart kibarca. Hufflepufflardan oluşan uzun bir sıranın geçmesini beklediler. "Yani biz öğretmenlerin, öğrencileri sınıflarına götürmek ve bütün gece nöbet tutmak dışında da yeterince işi var zaten..."
"Doğru," dedi Ron, Harry'nin ne yapmak istediğini anlayarak. "Niye bizi burada bırakmıyorsunuz, efendim, sadece bir koridorluk yolumuz kaldı."
"Bir şey diyeyim mi, Weasley, sanırım öyle yapacağım," dedi Lockhart. "Gidip bir sonraki dersime hazırlanmalıyım."
Ve hızla yanlarından ayrıldı.
"Derse hazırlanacakmış,” diye dudak büktü Ron arkasından. "Saçımı tarayacağım desene şuna."
Arkada kalıp diğer Gryfrmdor'lann gitmesini beklediler, sonra da bir yan koridora dalıp hızla Mızmız Myrtle'ın tuvaletine doğru ilerlediler. Ama tam zekice planlarından dolayı birbirleri;kutluyorlardı ki... "Potter! Weasley! Ne yapıyorsunuz?"
Profesör McGonagall'dı bu. Kızgınlıktan dudaklarını öyle sıkmıştı ki, ağzı zar zor seçiliyordu.
"Biz - biz -" diye geveledi Ron. "Biz gidip -" "Hermione'ye bakacaktık," dedi Harry. Ron da, Profesör McGonagall da gözlerini ona diktiler.
"Onu çok uzun süredir görmedik, Profesör," diye aceleyle devam etti Harry, Ron'un ayağına basarak. "Gizlice hastane kanadına girip, ona Adamotları'nın hazır olduğunu ve, şeyy, merak etmemesini söyleyecektik."
Profesör McGonagall hâlâ gözlerini dikmiş ona bakıyordu ve Harry onun ha patladığını ha patlayacağını düşünüyordu. Ama Profesör onun yerine, tuhaf, kısık bir sesle konuştu.
"Tabii," dedi. Harry şaşkınlık içinde, boncuk gibi gözünün kenarında bir damla yaşın parıldadığını gördü. "Tabii, biliyorum bundan en çok etkilenenler, onların arkadaşları... Çok iyi anlıyorum. Evet, Potter, tabii ki Miss Granger’ı ziyaret edebilirsiniz. Ben Profesör Binns'e nereye gittiğinizi söylerim. Madam Pomfrey'e benim izin verdiğimi söyleyin."
Harry ve Ron, bunu ceza almadan atlattıklarına inanmakta güçlük çekerek uzaklaştılar. Köşeyi döndüklerinde, Profesör McGonagall'in burnunu çektiğini açık bir şekilde duydular.
"İşte bu," dedi Ron hararetle, "şimdiye kadar uydurduğun en iyi hikâyeydi."
Şimdi hastane kanadına gidip Madam Pomfrey'e, Hermione'yi ziyaret etmek için Profesör McGonagall'dan izin aldıklarını söylemekten başka çareleri yoktu.
Madam Pomfrey, pek gönülsüzce olsa da, onları gene içeri aldı.
"Taşlaşmış biriyle konuşmanın hiç anlamı yok," dedi. Hermione'nin yanı başındaki sandalyeye oturduklarında ona hak vermek zorunda kaldılar. Hermione'nin yüzündeki ifadeden anlaşıldığına göre, ziyaretçileri olduğundan haberi bile yoktu. Pekâlâ onun yerine yatağının yanındaki dolaba da söyleyebilirlerdi endişelenmemesini.
"Yine de saldırganı gördü mü merak ediyorum," dedi Ron, üzüntüyle Hermione'nin kaskatı suratına bakarak. "Çünkü herkese sinsice yaklaşıp saldırdıysa kimse görmemiş olacak..."
Ama Harry, Hermione'nin yüzüne bakmıyordu. Dikkatini onun sağ eline vermişti. Hermione'nin sağ eli battaniyesinin üstünde sımsıkı kapalı duruyordu ve Harry başını yaklaştırıp baktığında, yumruğunun içinde bir parça kâğıt olduğunu gördü.
Madam Pomfrey'in etrafta olmadığını gördükten sonra, Ron'a bunu gösterdi.
"Çıkarmaya çalış," diye fısıldadı Ron. Sandalyesini Madam Pomfrey'in Harry'yi görmesine engel olacak bir açıya çekti.
Kolay iş değildi. Hermione'nin eli kâğıdı öyle sıkı tutuyordu ki, Harry onu yırtacağından emindi. Ron, Madam Pomfrey'i kollarken, Harry kâğıdı büktü, çekti ve sonunda, gerilimli dakikaların ardından, Hermione'nin elinden kurtarmayı başardı.
Çok eski bir kitaplık kitabından koparılmış bir sayfaydı bu. Harry kâğıdı hevesle düzeltti. Ron da okuyabilmek için eğildi.
Bu topraklarda gezen onca korkunç hayvanın ve canavarın hiçbiri, Basilisk ya da diğer adıyla Yılanların Kralından daha garip, ondan daha ölümcül değildir. Devasa boyutlara ulaşabilen ve yüzyıllarca yaşayabilen bu yılan, bir karakurbağasının altında kırılmış bir tavuk yumurtasından doğar. Öldürme yöntemleri hayret vericidir, çünkü öldürücü ve zehirli dişlerinin dışında, Basilisk'in bir de katil bakışları vardır: Gözlerinden çıkan ışına maruz kalan herkes ani bir şekilde can verir, örümcekler, can düşmanları oları Basilisk geldiğinde kaçar. Basilisk ise sadece horozun ötüşünden kaçar, çünkü horozun ötüşü onun için ölümcüldür.
Bunun hemen altına, Harry'nin Hermione'ye ait olduğunu çıkardığı bir el yazısıyla, tek bir kelime yazılmıştı. Borular.
Sanki biri aniden zihninde bir lamba yakmıştı.
"Ron," diye soludu, "işte bu. İşte cevap bu. Oda'daki canavar bir Basilisk - dev bir yılan! İşte bu yüzden ben her yerde o sesi duyuyordum, ama başka kimse duyamıyordu. Çünkü ben Çataldili anlıyorum..."
Harry etrafındaki yataklara baktı.
"Basilisk insanları, onlara bakarak öldürüyor. Ama kimse ölmedi çünkü kimse onun gözlerine doğrudan bakmadı. Colin onu kamerasından gördü. Basilisk ka- meranın içindeki filmi yaktı, ama Colin sadece taşlaştı. Justin... Justin, Basilisk'i Neredeyse Kafasız Nick'in içinden görmüş olmalı! Bütün darbeyi Nick aldı, ama yine ölemezdi ya... Hermione ve Ravenclaw'lu o Sınıf Başkanı ise yanlarında aynayla bulundular. Hermione canavarın bir Basilisk olduğunu henüz öğrenmişti. Eminim karşısına çıkan ilk kişiyi, köşeyi dönmeden önce aynayla bakması konusunda uyarmıştır! O kız da aynasını çıkardı - ve -"
Ron'un ağzı bir karış açık kalmıştı.
"Peki ya Mrs Norris?" diye sordu merakla.
Harry uzun uzun düşünüp, Cadılar Bayramı gecesindeki sahneyi gözünün önüne getirdi.
"Su..." dedi usulca. "Mızmız Myrtle'ın tuvaletinden sızan su. Eminim Mrs Norris sadece Basilisk'in yansımasını gördü..."
Elindeki kâğıda hevesle göz gezdirdi. Okudukça her şey iyice yerine oturuyordu.
"Horoz ötüşü onun için ölümcüldür!" diye okudu yüksek sesle. "Hagrid'in horozları öldürülmüştü! Slytherin 'n vârisi, Sırlar Odası açıldıktan sonra şatonun yakınlarında bir horoz olsun istemiyordu! Örümcekler ondan kaçar! Her şey uyuyor!"
"Peki ama Basilisk etrafta nasıl dolaşıyordu?" dedi Ron. "İğrenç, koca bir yılan... Biri görürdü..."
Ancak Harry, Hermione'nin sayfanın dibine yazdığı kelimeyi gösterdi.
"Borular," dedi. "Borular... Ron, dolaşmak için tesisatı kullanıyor. O sesi duvarların içinde duyuyordum..."
Ron birdenbire Harry'nin koluna yapıştı.
"Sırlar Odası'nın girişi!" dedi boğuk bir sesle. "Ya bir tuvaletteyse? Ya-"
"- Mızmız Myrtle'ın tuvaletindeyse," dedi Harry.
Öylece kaldılar. Heyecan iliklerine kadar işlemişti. İnanamıyorlardı.
"Bu demektir ki," dedi Harry, "okuldaki tek Çatalağız ben olamam. Slytherin'in vârisi de Çatalağız. Basilisk'i öyle kontrol ediyorlardı."
"Ne yapacağız?" dedi Ron. Gözleri parıldıyordu. "Doğruca McGonagall'a mı gitsek?"
"Öğretmenler odasına gidelim," dedi Harry, ayağa fırlayarak. "On dakika içinde orada olur, teneffüs olmak üzere."
Koşarak aşağı indiler. Başka bir koridorda dolaşırken görülmek istemediklerinden, doğruca bomboş olan öğretmenler odasına girdiler. Koyu renk tahta sandalyeleri olan, büyük, panellerle kaplı bir odaydı bu. Heyecandan oturamayan Harry ve Ron, odanın içinde volta atmaya başladılar.
Ama teneffüs zili asla çalmadı. Onun yerine, koridorlarda Profesör McGonagall'ın sihirle güçlendirilmiş sesi yankılandı.
"Bütün öğrenciler binalanndaki yatakhanelere dönsün. Bütün öğretmenler, öğretmenler odasına. Hemen, lütfen."
Harry dönüp Ron'a baktı.
"Yeni bir saldırı daha olamaz, değil mi? Şimdi mi oldu yani?"
"Ne yapacağız?" dedi Ron, afallamış bir halde. "Yatakhaneye mi döneceğiz?"
"Hayır," dedi Harry. Etrafına bakındı. Sol tarafında, öğretmenlerin pelerinleriyle dolu, çirkin bir gardırop vardı. "Şuraya. Neler olmuş bir duyalım. Sonra onlara öğrendiklerimizi anlatabiliriz."
Gardıroba saklanıp tepelerinde yüzlerce kişinin koşuşturmasını dinlediler. Sonra öğretmenler odasının kapısı hızla açıldı. Küf kokulu pelerin yığınının arasından, öğretmenlerin odaya girişini izlediler. Bazıları şaşkın, diğerleriyse düpedüz korkmuş görünüyordu. Sonra Profesör McGonagall geldi.
"Sonunda olan oldu," dedi sessiz odaya. "Canavar, bir öğrenciyi alıp götürdü. Hem de Oda'nın içine."
Profesör Flitwick bir çığlık kopardı. Profesör Sprout ellerini ağzına kapadı. Snape iskemlesinin arkasını sıkıca kavradı ve, "Bundan nasıl emin olabiliyorsunuz?" dedi.
"Slytherin'in vârisi," dedi Profesör McGonagall. Bembeyaz kesilmişti. "Bir mesaj daha bıraktı. Tam ilkinin altına, iskeleti sonsuza dek Oda'da yatacak."
Profesör Flitwick gözyaşlarına boğuldu.
"Kim?" dedi Madam Hooch. Dizleri güçten düşmüş halde sandalyesine gömülmüştü. "Hangi öğrenci?"
"Ginny Weasley," dedi Profesör McGonagall.
Harry tam yanında Ron'un sessizce gardırop zeminine doğru kaydığını hissetti.
Profesör McGonagall, "Yarın bütün öğrencileri eve göndermemiz gerekecek," dedi. "Hogwarts'ın sonu bu. Dumbledore her zaman derdi ki..."
Öğretmenler odasının kapısı bir kez daha hızla açıldı. Harry bir an girenin Dumbledore olduğunu sandı. Ama Lockhart'tı ve yüzü sevinçle parlıyordu.
"Çok özür dilerim - uyuyakalmışım - ne kaçırdım?"
Diğer öğretmenlerin ona, nefreti son derece andıran bir duyguyla baktığını fark etmemiş gibiydi. Snape öne çıktı.
"Tam da adamı," dedi. "Tam gereken kişi. Bir kız canavar tarafından kaçırıldı, Lockhart. Sırlar Odası'na götürüldü. Sonunda kendini gösterme zamanın geldi."
Lockhart'in beti benzi attı.
"Doğru, Gilderoy," diye katıldı Profesör Sprout. "Tam da dün gece, Sırlar Odası'na girişin nerede olduğunu baştan beri bildiğini söylemiyor muydun sen?"
"Ben - şey, ben -" diye tükürür gibi konuştu Lockhart.
"Evet, bana oranın içinde ne olduğunu kesinlikle bildiğini söylemedin mi?" diye katıldı Profesör Flitwick.
"De-dedim mi öyle bir şey? Hatırlamıyorum..." "Ben şunu kesinlikle hatırlıyorum ki, Hagrid yakalanmadan canavarla şansını deneyemediğine üzüldüğünü söylemiştin," dedi Snape. "Bu işi yüzlerine gözlerine bulaştırdıklarını, daha en başından istediğini yapmakta serbest bırakılman gerektiğini söylememişmiydin?"
Lockhart yüzleri taş gibi kaskatı duran meslektaşlarına baktı.
"Ben... ben hiç... Galiba yanlış anlamışsınız..."
"O halde bu işi sana bırakıyoruz, Gilderoy," dedi Profesör McGonagall. "Bu iş için bu gece çok uygun bir zaman. Kimsenin ayağının altında dolaşmamasını sağlayacağız. Canavarla kendi başına kapışabileceksin. İşte nihayet sana istediğin serbestlik."
Lockhart ümitsizce etrafına bakındı, ama kimse yardımına koşmadı. Artık hiç de yakışıklı görünmüyordu. Dudağı titriyordu ve otuz iki dişini sergileyen gülümsemesi olmadan cılız ve zavallı görünüyordu.
"P-pekâlâ," dedi. "Ben - ben odamda, hazırlanıyor olacağım."
Ve odadan çıktı.
"İşte oldu” dedi Profesör McGonagall. Burun delikleri titriyordu. "Bu sayede asıl o ayak altından çekilir. Bina Sorumluları gidip olanlar hakkında öğrencilerine bilgi vermeli. Hogwarts Ekspresi'nin yarın ilk iş onları eve götüreceğini söyleyin. Diğerleri lütfen yatakhane dışında öğrenci kalıp kalmadığını kontrol etsin."
Öğretmenler kalkıp birer birer çıktılar.
Büyük ihtimalle Harry'nin hayatının en kötü günüydü bu. O, Ron, Fred ve George, Gryffindor ortak salonunun bir köşesinde oturmuşlar, birbirlerine tek kelime bile edemiyorlardı. Percy orada değildi. Mr ve Mrs
Weasley'ye bir baykuş göndermeye gitmiş, sonra da kendini yatakhanesine kapatmıştı.
Hiçbir öğleden sonra o gün olduğu kadar uzun sürmemişti ve Gryffindor Kulesi hiçbir zaman o kadar kalabalık ama o kadar sessiz olmamıştı. Günbatımına doğru, Fred ve George artık orada oturamayıp yatmaya çıktılar.
Ron, öğretmenler odasındaki gardıroba girdiklerinden beri ilk kez konuşarak, "Bir şey biliyordu, Harry," dedi. "O yüzden kaçırıldı. Percy'yle ilgili aptalca bir şey değildi bu. Sırlar Odası'yla ilgili bir şey keşfetmişti. Herhalde o yüzden -"
Ron deli gibi gözlerini ovuşturdu. "Yani, o bir safkandı. Başka bir sebebi olamaz."
Harry güneşin kan kırmızısı bir renkte, ufkun altına gömülmekte olduğunu görebiliyordu. Şimdiye kadar kendini hiç bu kadar kötü hissetmemişti. Keşke elinden bir şey gelseydi. Ne olursa.
"Harry," dedi Ron, "sence ufak bir ihtimal de olsa o hâlâ - yani -"
Harry ne diyeceğini bilemiyordu. Ginny nasıl hâlâ hayatta olabilirdi ki?
"Bir şey diyeyim mi?" dedi Ron. "Bence gidip Lockhart'la konuşalım. Ona bildiklerimizi anlatalım. Oda'ya girmeye çalışacak. Ona Oda'nın nerede olduğunu düşündüğümüzü söyleriz, orada bir Basilisk olduğunu da söyleriz."
Harry'nin aklına başka bir şey gelmediğinden ve bir şeyler yapmak istediğinden, kabul etti. Etraflarındaki Gryffindor'lar o kadar perişandı ve Weasley'ler için o kadar üzülüyorlardı ki, kalkıp salonu geçerek portre deliğinden çıktıklarında kimse onları durdurmaya kalkışmadı.
Lockhart'ın odasına giderlerken karanlık basmak üzereydi. İçeride epey faaliyet var gibiydi. Kulaklarına sürtünme, vurma ve telaşlı ayak sesleri geliyordu.
Harry kapıyı çaldığında içeride ani bir sessizlik oldu. Sonra kapı olabilecek en az şekilde aralandı ve o aralıktan Lockhart'ın gözünün dışarı baktığını gördüler.
"Ah... Mr Potter... Mr Weasley..." dedi, kapıyı biraz daha aralayarak. "Şu anda hayli meşgulüm. Kısa sürecekse..."
"Profesör, elimizde sizin için bazı bilgiler var," dedi Harry. "İşinize yarayacağını düşünüyoruz."
"Ee - şey - aslında pek de -" Lockhart'ın yüzünün görebildikleri tarafı çok rahatsız görünüyordu. "Yani -şey - peki."
Kapıyı açtı ve içeri girdiler.
Odası neredeyse tamamen toparlanmıştı. Yerde iki tane büyük, açık sandık duruyordu. Birine yeşim yeşili, leylak rengi, gece yarısı mavisi cüppeler aceleyle yerleştirilmişti; diğerine de kitaplar tıkılmıştı. Duvarları kaplayan fotoğraflar şimdi masanın üstündeki kutulara konmuştu.
"Bir yere mi gidiyorsunuz?" dedi Harry.
"Ee, şey, evet," dedi Lockhart, konuşurken kapının arkasından kendisinin gerçek boyutlarda bir posterini çıkarıp katlamaya başlayarak. "Ani bir şey çıktı... gitmem gerekiyor..."
"Peki ya kız kardeşime ne olacak?" dedi Ron sarsılarak.
"Şey, ona gelince - ne talihsizlik," dedi Lockhart, gözlerini onlardan kaçırarak. Bir çekmeceyi açıp içindekileri bir çantaya boşaltmaya başlamıştı. "Kimse buna benim kadar üzül..."
"Siz Karanlık Sanatlara Karşı Savunma öğretmenisiniz!" dedi Harry. "Şimdi gidemezsiniz! Tam da ortada bu kadar karanlık şeyler olurken!"
Lockhart şimdi cüppelerinin üstüne çoraplarını yerleştirmeye başlamıştı. "Şey, şunu söylemeliyim ki... bu işi kabul ettiğimde..." diye mırıldandı, "iş tanımında böyle... böyle bir şey.."
"Yani kaçıyor musun?" dedi Harry inanamayarak. "Kitaplarında yaptığın onca şeyden sonra?"
"Kitaplar yanıltıcı olabilir," dedi Lockhart dikkatle.
"Onları sen yazdın!" diye bağırdı Harry.
"Evlat," dedi Lockhart, doğrulup Harry'ye kaşlarını çatarak. "Lütfen sağduyunu kullan. Eğer insanlar o işleri benim yaptığımı düşünmeseler, kitaplarım bunun yarısı kadar satmazdı. Kimse yaşlı ve çirkin bir Ermeni büyücünün yaptıklarını okumak istemiyor, her ne kadar bir köyü ********lardan kurtarmış olsa da. Ön kapakta korkunç görünüyor. Giyinmekten zerre kadar anladığı yok. Bandon Ölüm Perisi'ni kovan cadıysa tavşan dudaklıydı. Yani, hadi ama..."
"Yani diğer insanların yaptığı şeyleri kendine mi mal ediyordun sadece?" dedi Harry inanamayarak.
"Harry, Harry," dedi Lockhart, sabırsızca başını sallayarak. "Hiç de o kadar basit değil. Yoğun çalıştım. Bu insanları bulmam gerekiyordu. Yaptıkları şeyleri tam olarak nasıl yaptıklarını sormam gerekiyordu. Sonra da her şeyi kendilerinin yaptıklarını hatırlamasınlar diye onlara Hafıza Büyüsü yapmam gerekiyordu. Gurur duyduğum bir şey varsa, o da Hafıza Büyü'lerimdir. Hayır, hiç de kolay olmadı, Harry. Sırf kitap imzalamaktan, fotoğraf çektirmekten ibaret değil bu iş. Şöhret istiyorsan, uzun ve zahmetli bir çalışmaya hazırlıklı olmalısın."
Sandıklarının kapaklarını kapattı ve kilitledi.
"Bir bakalım," dedi. "Oldu, sanırım her şey tamam. Evet. Yalnızca bir şey kaldı geriye."
Asasını çekip onlara döndü.
"Çok özür dilerim, çocuklar, ama şimdi size Hafıza Büyüsü yapmak zorundayım. Sırlarımı herkese açıklayarak ortalıkta dolaşmanıza izin veremem. Sonra tek bir kitap bile satamam..."
Harry tam vaktinde asasına uzandı. Lockhart kendininkine ancak ulaşmıştı ki, Harry bağırdı: "Expelliarmus!"
Lockhart arkaya uçup sandığının üstüne düştü. Asası da havaya fırlamıştı; Ron onu yakalayıp pencereden dışarı fırlattı.
Harry öfkeyle, "Profesör Snape'in bize bunu öğretmesine izin vermemeliydin," dedi vye Lockhart'ın sandığını tekmeleyerek kenara itti. Lockhart kafasını kaldırmış ona bakıyordu, yine zavallı görünüyordu. Harry asasını hâlâ ona doğru tutuyordu.
"Ne yapmamı istiyorsunuz?" dedi Lockhart güçsüzce. "Sırlar Odası'nın nerede olduğunu bilmiyorum. Elimden hiçbir şey gelmez."
"Şanslısın," dedi Harry, asasının ucunu Lockhart'dan ayırmadan onu ayağa kalkmaya zorlayarak. "Nerede olduğunu biz biliyoruz galiba. Dahası, içinde ne olduğunu da. Gidelim."
Lockhart'la birlikte odadan çıktılar, en yakın merdivenlerden aşağı indiler, duvarda mesajların parladığı koridoru geçtiler ve Mızmız Myrtle'ın tuvaletinin kapısına geldiler.
Önden Lockhart'ı gönderdiler. Harry onun titrediğini gördüğüne memnun oldu.
Mızmız Myrtle son tuvaletin sifonunun üstünde oturuyordu.
"Ha, sen miydin," dedi Harry'yi görünce. 'Bu defa ne istiyorsun?"
"Sana nasıl öldüğünü sormak istiyorum," dedi Harry.
Birden Myrtle'ın görünümü baştan aşağı değişti. Sanki ona hiç bu kadar gurur verici bir soru sorulmamış gibi görünüyordu.
"Ah, korkunçtu," dedi zevkle. "Tam burada oldu. Bu bölmede öldüm. Çok iyi hatırlıyorum. Olive Hornby gözlüğümle alay edip durduğundan, saklanmıştım. Kapı kilitliydi, ağlıyordum. Sonra birinin içeri girdiğini duydum. Tuhaf bir şey söyledi. Başka bir dildeydi sanırım. Neyse, bana garip gelen, konuşanın bir erkek olabilirdi. Ben de ona gidip kendi tuvaletini kullanmasını söylemek için kapıyı açtım ve -" Myrtle önemli önemli şişindi, yüzü parıldıyordu. "Öldüm."
"Nasıl?" dedi Harry.
"Hiçbir fikrim yok," dedi Myrtle alçak sesle. "Sadece büyük, sarı bir çift göz gördüğümü anımsıyorum. Bütün bedenim zapt edilmişti sanki, sonra uzaklara doğru süzülmeye başladım..." Harry'ye hülyah gözlerle baktı. "Sonra yine geri döndüm. Çünkü Olive Hornby'ye musallat olmaya kararlıydım.. Ah, gözlüğüme güldüğüne nasıl pişman oldu bilemezsin."
"Gözleri tam olarak nerede görmüştün?" dedi Harry.
"Şurada bir yerde." Parmağıyla tuvaletinin önündeki lavabo civarını işaret ediyordu.
Harry ve Ron hemen oraya gittiler. Lockhart yüzünde katıksız bir dehşet ifadesiyle, epey geride duruyordu.
Sıradan bir lavaboya benziyordu. Her santimetresini incelediler, alttaki borular da dahil her rarafına baktılar. Sonra Harry bir şey gördü: Bakır musluk ların birinin kenarına minicik bir yılan kazınmıştı
Harry musluğu çevirmeye çalışırken, Myrtle rieşpv le, "O musluk hiçbir zaman çalışmamıştır," dedi
"Harry" dedi Ron, “bir şey büyle Çataldili'nde bi şey."
"Ama -};Harry ciuaünmev Lı^ıau*b.......
yalnızca karşısında gerçek bir yılan olduğu zaman Çataldili konuşabilmiş ti Minicik aynaya dikkatle onun örnek bir yılan olduğunu düşünerek;
"Açıl," dedi.
Ron'a baktı, ama Ron başım hayır anlamında salladı.
"İngilizce," dedi.
Harry yine yılana bakıp, irade gücüyle kendini onun gerçek olduğuna inandırmaya çalıştı. Başını biraz oynatınca, mum ışığında sanki kıpırdıyor gibi görünüyordu.
"Açıl," dedi.
Ancak kulağına gelen bu değildi; ağzından garip bir tıslama çıkmıştı. Musluk göz alıcı beyaz bir ışıkla parladı ve dönmeye başladı. Az sonra lavabo da hareket etmeye başladı. Lavabo gömülüp gözden kayboldu ve ardında geniş bir boru bıraktı. Bir insanın içine sığabileceği kadar geniş bir boru.
Harry, Ron'un nefesini tuttuğunu duydu ve bir kez daha yukarı baktı. Ne yapacağına karar vermişti. "Ben oraya iniyorum," dedi.
Tam da Oda'ya girişi bulmuşken, Ginny'nin hayatta olduğuna dair ufacık, küçücük bir ihtimal bile olsa, gitmemezlik edemezdi. "Ben de," dedi Ron. Kısa bir sessizlik oldu.
"Eh, bana pek ihtiyacınız yok gibi görünüyor," dedi Lockhart, eski gülümsemesini andıran bir ifadeyle. "Ben ufak ufak -"
Elini kapının kulpuna götürdü, ama Ron ve Harry asalarım ona doğrulttular.
"Önden buyur," diye hırladı Ron.
Lockhart, beti benzi atmış ve asasız halde, açıklığa yaklaştı.
"Çocuklar," dedi zayıf bir sesle. "Çocuklar, bunun ne faydası olacak?"
Harry onu asasıyla sırtından dürttü. Lockhart bacaklarını borunun içine soktu.
"Bence bu hiç -" diyordu ki, Ron onu itti ve Lockhart kayarak gözden kayboldu. Harry de hemen onu izledi. Yavaşça boruya girdi, sonra kendini bıraktı.
Sonsuz, yapış yapış, karanlık bir kaydıraktan aşağı son hızla kaymaya benziyordu bu. Her yöne doğru başka bir sürü boru ayrıldığını görüyordu. Ama hiçbiri onlarınki kadar geniş değildi. İçinde kaydıkları boru kıvrılıyor, dönüp duruyor, çok dik bir eğimle aşağı doğru iniyordu. Harry okulun altında, zindanların da aşağısında bir yere doğru düşmekte olduğunu anlamıştı. Arkasında Ron'un dönemeçlerde sağa sola çarptığını duyabiliyordu.
Tam yere çarptığında ne olacağı konusunda endişelenmeye başlamıştı ki, boru düzleşti ve Harry borunun ucundan fırlayarak, ıslak bir darbe sesiyle yere indi. İçinde ayakta durulabilecek kadar geniş olan karanlık, taştan bir tünele gelmişlerdi. Lockhart biraz ileride ayağa kalkıyordu. Yapış yapış bir şeyle kaplıydı ve korkudan bembeyazdı. Ron da hızla borudan fırlarken Harry kenara çekildi.
"Okulun kilometrelerce altında olmalıyız," dedi Harry. Sesi kapkara tünelde yankılandı.
Ron, karanlık ve yapış yapış duvarlara gözlerini kı- sarak bakıp, "Büyük ihtimalle gölün altında bir yerde," dedi.
Dönüp ileride uzanan karanlığa baktılar.
Harry, "Lumos!" diye mırıldandı ve asası bir kez daha aydınlandı. "Haydi," dedi Ron ve Lockhart'a. Adımları ıslak zeminde gürültüyle şapırdayarak ilerlemeye başladılar.
Tünel öylesine karanlıktı ki, anca. biraz önlerini görebiliyorlardı. Islak duvarlara yansıyan gölgeleri asa ışığında korkunç görünüyordu.
"Unutmayın," dedi Harry sessizce, "en ufak bir hareket görürseniz, hemen gözlerinizi kapatın..."
Ama tünel mezar gibi sessizdi ve duydukları ilk ses, Ron'un bir şeyin üstüne basmasından çıkan çatırtı oldu. Sonra bunun bir fare kafatası olduğu ortaya çıktı. Harry asasını indirip aşağı baktı, yerin Küçük hayvan kemikleriyle kaplı olduğunu gördü. Eğer Ginny'yi bulurlarsa onun neye benziyor olacağını düşünmemeye çalışarak ilerleyip karanlık bir köşeyi döndü.
Ron, Harry'nin omzunu sıkıca tutarak, 'Harry, orada, yukarıda bir şey var..." dedi boğuk bir sesle.
Oldukları yerde donakalıp baktılar. Harry tünel boyunca uzanmış, devasa ve kıvrımlı bir şeyin sadece ana hatlarını görebiliyordu. Gördüğü şey kımıldamıyordu.
"Belki uyuyordur," diye soludu, arkaya dönüp diğer ikisine bakarak. Lockhart elleriyle gözlerini kapatmıştı. Harry o şeye bakmak için yine önüne dördü; kalbi öylesine hızlı çarpıyordu ki, canı yanıyordu.
Asasını havaya kaldırdı ve gözlerini kısabildiğince kısarak ağır ağır ilerledi.
Işık, dev gibi bir yılan derisini aydınlattı. Parlak, zehirli yeşil renkte parlayan deri, tünel zemininde boylu boyunca uzanıyordu. Bu deriyi döken yaratık en az altı metre boyunda olmalıydı.
"Vay be," dedi Ron güçsüzce.
Arkalarında ani bir kıpırtı oldu. Gilderoy Lockhart'ın dizleri çözülmüştü.
Ron asasını Lockhart'a doğrultarak, sert bir sesle, "Kalk ayağa," dedi.
Lockhart ayağa kalktı - ve Ron'un üzerine atılıp onu yere devirdi.
Harry öne fırladı, ama artık çok geçti. Lockhart nefes nefese doğruluyordu, elinde Ron'un asası, yüzünde de yine parıldayan bir gülümseme vardı.
"Macera burada sona eriyor, çocuklar!" dedi. "Bu deriden bir parça alıp okula geri döneceğim ve onlara kızı kurtarmak için çokgeciktiğimi, sizinse onun parçalanmış bedenini gördüğünüzde trajik bir biçimde aklınızı yitirdiğinizi söyleyeceğim. Anılarınızla vedalaşın!" Ron'un Büyülü Seloteyp'le yapıştırılmış asasını başının üstüne kaldırdı ve bağırdı: "Obliviate!"
Asa küçük bir bomba gücüyle patladı. Harry kollarıyla başını kapattı ve çökmeye başlayan tünel tavanının altında kalmamak için, yılan derisinin üstünde kaya kaya kaçtı. Az sonra tek başına, kopmuş kaya parçalarından oluşan sert bir duvarın önünde duruyordu. "Ron!" diye seslendi. "İyi misin? Ron!"
"Buradayım!" diye Ron'un boğuk sesi geldi yıkılmış taşların ardından. "İyiyim. Ama bu rezil iyi değil -asa onu uçurdu."
Tok bir darbe sesi ve yüksek bir "of!" duyuldu. Ron, Lockhart'ı incik kemiğinden tekmelemiş olmalıydı.
"Şimdi ne yapacağız?" dedi Ron'un sesi, ümitsizce. "Buradan geçemeyiz. Çok uzun sürer..."
Harry kafasını kaldırıp tünelin tavanına baktı. Tavanda kocaman çatlaklar belirmişti. Hiç bu kayalar kadar büyük bir şeyi büyüyle kırmaya kalkışmamıştı ve şimdi de bunu denemenin sırasıymış gibi görünmüyordu - tünel çökse ne olurdu sonra?
Kayaların ardından bir darbe sesi ve bir "of!" daha geldi. Vakit kaybediyorlardı. Ginny zaten saatlerdir Sırlar Odası'ndaydı. Harry yapacak tek bir şey olduğunu biliyordu.
"Burada bekle," diye seslendi Ron'a. "Lockhart'la birlikle bekle. Ben devam edeceğim. Bir saat içinde dönmezsem..."
Çok anlamlı bir sessizlik oldu.
"Bu kayaların bir bölümünü yerlerinden oynatmaya çalışacağım," dedi Ron. Sesinin sakin çıkması için çaba gösteriyor gibiydi. "Böylece - böylece döndüğünde buradan geçebilirsin. Ve Harry -"
"Birazdan görüşürüz," dedi Harry, titreyen sesine biraz güven aşılamaya çalışarak.
Ve dev yılan derisini ardında bırakıp yalnız başına devam etti.
Ron'un kayaları oynatmaya çalışmasının gürültüsü az sonra duyulmaz olmuştu. Tünel kıvrıldı da kıvrıldı. Harry'nin bedenindeki bütün sinirler tatsız bir şekilde ürperiyordu. Tünelin sona ermesini istiyor, ama sonunda karşısına çıkacak olan şeyden de korkuyordu. Sonra, nihayet, bir dönemeci daha döndüğünde, karşısına bir duvar çıktı. Duvarın üzerinde birbirlerine dolanmış, gözlerinde iri, parlayan zümrütlerin bulunduğu iki yılan vardı.
Harry duvara yaklaştı. Gırtlağı kurumuştu. Bu taştan yılanların gerçek olduğunu hayal etmesine hiç gerek yoktu, gözleri tuhaf bir şekilde canlı görünüyordu.
Ne yapması gerektiğini tahmin edebiliyordu. Gırtlağını temizledi. Sanki zümrüt gözler yanıp sönmüştü.
"Açıl," dedi Harry, belli belirsiz bir tıslamayla.
Duvar aralanırken yılanlar birbirlerinden ayrıldı. Duvarın iki yarısı sessizce gözden kayboldu ve Harry, baştan aşağı titreyerek, içeri girdi.

GeCeLeR
12-10-2006, 01:40 AM
ON YEDİNCİ BÖLÜM
Slytherin'in Vârisi


Çok uzun, loş bir odanın başında duruyordu. Gene oyma yılanlarla bezenmiş yüksek taş sütunlar karanlığın içinde kaybolan bir tavana yükseliyor ve odayı kaplamış olan garip, yeşilimsi soluk ışığın üzerine uzun siyah gölgeler düşürüyordu.
Kalbi küt küt atan Harry, orada öylece durup ürpertici sessizliği dinledi. Basilisk karanlık bir köşede, bir sütunun arkasında olabilir miydi? Peki ya Ginny neredeydi?
Asasını çıkardı ve yılanlı sütunların arasından ilerledi. Dikkatle attığı adımlar, gölgeli duvarlardan yüksek sesle yankılanıyordu. Gözlerini kısmıştı, en ufak bir hareket belirtisinde kapamaya hazırlanıyordu. Taştan yılanların boş göz yuvarları sanki onu izliyordu. Birkaç kez içlerinden birinin kımıldadığını sanarak midesi kasıldı.
Sonra, son iki sütunun hizasına geldiğinde, arka duvarın önünde Oda'nın kendisi kadar yüksek bir heykel görüntüye girdi.
Harry yukarıdaki dev suratı görmek için başını kaldırmak zorunda kaldı. Çok yaşlı ve maymunsu bir surattı bu. Yerleri süpüren taştan büyücü cüppesinin neredeyse en altına kadar uzanan ince bir sakalı vardı. Kurşuni renkli iki devasa ayağı, odanın zeminine basıyordu. Ayakların arasındaysa, yere yüzüstü uzanmış, küçük, siyah cüppeli ve alev gibi kızıl saçlı bir beden duruyordu.
Harry, "Ginny!" diye mırıldandı ve onun yanına koşarak dizlerinin üzerine çöktü. "Ginny! Ölmüş olma! Lütfen ölmüş olma!" Asasını kenara fırlattı, Ginny'yi omuzlarından tutup çevirdi. Yüzü mermer kadar beyaz ve soğuktu, ama gözleri kapalıydı, yani taşlaşmış değildi. Ama o zaman...
"Ginny, lütfen uyan," dedi Harry ümitsizce, onu sarsarak. Ginny'nin başı kukla gibi iki yana gidip geldi.
"Uyanmayacak," dedi yumuşak bir ses.
Harry irkildi, dizlerinin üstünde arkaya döndü.
Uzun boylu, siyah saçlı bir erkek çocuk en yakın sütuna yaslanmış, onları izliyordu. Hatları tuhaf bir şekilde bulanıktı, Harry onu buğulu bir camın arkasından görür gibiydi. Gene de kim olduğuna şüphe yoktu.
"Tom - Tom Riddle?"
Riddle, gözlerini Harry'nin yüzünden ayırmayarak, başını salladı.
"Nasıl yani, uyanmayacak?" dedi Harry çaresizce. "O sakın - sakın...?"
"Yaşıyor," dedi Riddle. "Ama ölümün eşiğinde."
Harry ona uzun uzun baktı. Tom Riddle elli yıl Önce Hogwarts'ta okumuştu. Ama işte şimdi buradaydı, etrafında tuhaf, puslu bir ışık vardı ve on altısından bir gün bile büyük değildi.
"Sen bir hayalet misin?" dedi Harry, ne düşüneceğini bilemeyerek.
"Bir anı” dedi Riddle sessizce. "Elli yıldır bir güncede saklanmış bir anı."
Heykelin dev ayak parmaklarının civarında bir yeri işaret etti. Orada, yerde, Harry'nin Mızmız Myrtle'ın tuvaletinde bulduğu küçük, siyah günce açık duruyordu. Bir an için Harry güncenin oraya nasıl gelmiş olduğunu merak etti - ama ilgilenilmesi gereken daha acil meseleler vardı.
"Bana yardım etmelisin, Tom," dedi Harry, Ginny'nin başını bir kez daha kaldırarak. "Onu buradan çıkarmak zorundayız. Bir Basilisk var... Nerede olduğunu bilmiyorum, ama her an ortaya çıkabilir. Lütfen bana yardım et..."
Riddle kılını bile kıpırdatmadı. Harry kan ter içinde Ginny'nin yarısını yerden kaldırmayı başardı ve asasını almak için eğildi.
Ama asası gitmişti.
"Asamı gördün mü...?"
Başım kaldırdı. Riddle hâlâ onu izliyordu - bir taraftan da uzun parmaklarının arasında Harry'nin asasını çeviriyordu.
"Sağol," dedi Harry, elini asasına doğru uzatarak.
Riddle'ın dudaklarına bir gülümseme yerleşti. İstifini bozmadan asayı çevirip Harry'ye bakmaya devam etti.
"Dinle," dedi Harry telaşla. Dizleri Ginny'nin ağırlığıyla bükülmüştü, "gitmemiz gerekiyor! Basilisk gelirse..."
"Çağrılana kadar gelmez," dedi Riddle sakin sakin.
Harry artık Ginny'yi taşıyamıyordu, onu gene yere bıraktı.
"Ne demek istiyorsun?" dedi. "Bak, asamı geri ver, ona ihtiyacım olabilir."
Riddle'ın gülümsemesi yüzüne yayıldı.
"İhtiyacın olmayacak," dedi.
Harry ona dikkatle baktı.
"Nasıl yani, ihtiyacım - ?"
"Bu anı çok bekledim, Harry Potter," dedi Riddle. "Seni görme fırsatını. Seninle konuşma fırsatını."
"Bak," dedi Harry, sabrını yitirerek. "Galiba anlamadın. Şu anda Sırlar Odası'ndayız. Daha sonra konuşabiliriz."
"Şimdi konuşacağız," dedi Riddle, yüzünde hâlâ kulaklarına kadar yayılmış bir gülümsemeyle. Harry'nin asasını cebine koydu.
Harry ona bakakaldı. Burada çok tuhaf bir şeyler oluyordu.
"Ginny nasıl bu hale geldi?" diye sordu usulca.
"Bu ilginç bir soru," dedi Riddle, hoşnut bir şekilde. "Epey de uzun bir hikâye. Sanırım Ginny'nin bu hale gelmesinin gerçek sebebi, görünmez bir yabancıya kalbini açıp bütün sırlarını dökmesi."
"Neden bahsediyorsun sen?"
"Günce," dedi Riddle. "Benim güncem. Küçük Ginny aylardır o günceye yazıyor, bana bütün açması endişelerini ve üzüntülerini anlatıyor: Ağabeylerinin onunla nasıl dalga geçtiklerini, okula nasıl elden düşme cüppelerle ve kitaplarla gelmek zorunda kaldığını, nasıl -" Riddle'in gözleri parladı "- ünlü, iyi kalpli, muhteşem Harry Potter’in onu asla sevmeyeceğim..."
Riddle konuşurken gözlerini Harry'nin yüzünden hiç ayırmıyordu. Gözlerinde adeta aç bir bakış vardı.
"On bir yaşındaki bir kızın küçük ve saçma sapan dertlerini dinlemek çok sıkıcı bir şey," diye devam etti. "Ama sabırlıydım. Ona cevap yazdım, anlayış gösterdim, nazik davrandım. Ginny beni çok sevdi. Şimdiye kadar kimse beni senin gibi anlamadı, Tom... iyi ki içimi dökebileceğim bu günce var elimde... Cebimde taşıyabileceğim bir arkadaşım olması gibi bir şey bu..."
Riddle kahkaha attı. Ona uymayan, tiz, soğuk bir kahkahaydı bu. Harry'nin tüylerini ürpertti.
"İtiraf etmek gerekirse, Harry, ben her zaman ihtiyacım olan kişileri etkim altına alabilmişimdir. Ginny de bana ruhunu açtı, ruhu da tam istediğim şeydi zaten. Onun en derindeki korkularıyla, en gizli sırlarıyla beslenerek gittikçe kuvvetlendim. Güçlü hale geldim, küçük Miss Weasley'den çok daha güçlü bir hale geldim. Yeterince güçlenip Miss Weasley'ye ben birkaç sırrımı dökmeye, kendi ruhumun bir parçasını ona aktarmaya başladım..."
"Ne demek istiyorsun?" dedi Harry. Ağzı fena halde kurumuştu.
"Hâlâ anlamadın mı, Harry Potter?" dedi Riddle yumuşak bir sesle. "Sırlar Odası'nı Ginny Weasley açtı. Okulun horozlarını o boğazladı, duvarlara tehditkâr mesajları o yazdı. Slytherin'in yılanını Bulanıkların ve Kofti'nin kedisinin üstüne o saldı." "Hayır," diye fısıldadı Harry.
"Evet," dedi Riddle sakince. "Tabii ki ilk başta ne yaptığının kendi de farkında değildi. Çok eğlenceliydi. Keşke günceye yazdıklarım görebilseydin... Çok daha ilginç bir hale geldiler... Sevgili Tom," diye anlattı, Harry'nin dehşete düşmüş suratını izleyerek, "sanırım hafızamı yitiriyorum. Cüppemin her tarafı horoz tüyü içinde, bunun nasıl olduğunu bilmiyorum. Sevgili Tom, Cadılar Bayramı gecesinde ne yaptığımı hatırlayamıyorum, ama bir kedi saldırıya uğradı ve üstüm başım boya içinde. Sevgili Tom, Percy bana solgun olduğumu ve kendimde olmadığımı söyleyip duruyor. Sanırım benden şüpheleniyor... Bugün bir saldırı daha oldu ve ben gene nerede olduğumu hatırlamıyorum. Tom, ben ne yapacağım? Galiba çıldırıyorıım... Sanırım herkese saldıran kişi benim, Tom!"
Harry yumruklarını sıkmıştı, tırnakları avucuna batıyordu.
"Aptal, küçük Ginny'nin, güncesine güvenmekten vazgeçmesi epey zaman aldı," dedi Riddle. "Ama sonunda şüphelenmeye başladı ve ondan kurtulmaya çalıştı. İşte burada sen devreye girdin, Harry. Onu buldun. Ne kadar sevindim, anlatamam. Onu ele geçirebilecek o kadar kişi varken, kalkıp sen buldun... Yani karşılaşmaya en çok can attığım insan..."
"Peki niye benimle karşılaşmak istiyordun?" dedi
"Harry. Kızgınlık tüm bedenini sardığından, sesini sakin tutmak için çaba sarf etmesi gerekmişti.
"Çünkü Ginny bana senden söz etmişti, Harry," dedi Riddle. "O hayret verici hayat hikâyeni baştan sona anlatmıştı." Gözleri Harry'nin alnındaki şimşek biçimindeki yara izine kaydı ve yüzüne daha da aç bir ifade yerleşti. "Senin hakkında daha çok şey öğrenmem gerektiğini, seninle konuşmam, karşılaşabilirsem de karşılaşmam gerektiğini biliyordum. Ben de güvenini kazanmak için sana koca angut Hagrid'i yakaladığım o ünlü anı göstermeye karar verdim."
"Hagrid benim arkadaşım," dedi Harry. Artık sesi titriyordu. "Ve sen onu suçlu gösterdin, değil mi? Senin bir yanlışlık yaptığını düşünmüştüm, ama -" Riddle gene o tiz kahkahasını attı. "Bana mı inanacaklardı, Hagrid'e mi, Harry? Eh, olay yaşlı Armando Dippet'ın gözüne nasıl göründü tahmin edersin artık. Bir tarafta Tom Riddle. Yoksul ama çok zeki, ailesiz ama çok cesur, Sınıf Başkanı, örnek öğrenci. Diğer taraftaysa iriyan, kaba saba Hagrid. Her hafta başı derde giren, yatağının altında ******** yavrusu yetiştirmeye çalışan, gizlice Yasak Orman'a girip ifritlerle güreşen Hagrid. Ama itiraf etmeliyim, planın böyle tıkır tıkır işlemesine ben bile şaşırdım. Hagrid'in Slytherin'in vârisi olamayacağını birinin fark etmiş olması gerektiğini düşünmüştüm. Sırlar Odası hakkında öğrenebildiğim her şeyi öğrenmek ve odanın girişini keşfetmek benim bile beş yılımı almıştı... Sanki Hagrid'in o kadar aklı ya da o kadar gücü varmış gibi!
"Sadece Biçim Değiştirme öğretmeni Dumbledore, Hagrid'in masum olduğuna inanıyormuş gibiydi. Dippet'ı, Hagrid'i orada tutup bekçi olarak yetiştirmeye ikna etti. Evet, sanırım Dumbledore tahmin etmiş olabilir. Dumbledore beni öbür öğretmenler kadar seviyora benzemiyordu hiç..."
"Eminim Dumbledore senin ruhunu okumuştu," dedi Harry, dişlerini sıkarak.
"Hagrid uzaklaştırıldıktan sonra beni sinir bozucu bir göz hapsine aldığı kesin," dedi Riddle kayıtsızca. "Hâlâ okulda okurken Oda'yı yeniden açmanın güvenli olmadığını biliyordum. Ama onu aramakla geçirdiğim onca yılın boşa gitmesine izin verecek de değildim. Ardımda benim on altı yasmadaki benliğimi barındıran bir günce bırakmaya karar verdim. Böylece, şansım yaver giderse bir gün başka birini kendi izimden götürüp Salazar Slytherin'in soylu çalışmasını sonuca erdirebilecektim."
"Eh, sonuca erdirmiş değilsin," dedi Harry muzaffer bir şekilde. "Bu sefer kimse ölmedi, kedi bile. Birkaç saat içinde Adamotu Sıvısı hazır olacak ve taşlaşmış olan herkes eski haline dönecek."
"Söylememiş miydim?" dedi Riddle sessizce. "Artık Bulanıkları öldürmek umurumda değil. Aylardır yeni hedefim sensin." Harry ona bakakaldı.
"Günce bir dahaki sefer açıldığında nasıl kızdığımı düşün bir. Çünkü bana yazan sen değildin, Ginny'ydi. Anlıyorsun ya, seni günceyle görmüş ve paniğe kapılmıştı. Ya sen güncenin nasıl işlediğini bulduysan, ben de onun bütün sırlarını sana anlattıysam? Daha beteri, ya sana horozlan boğazlayanın kim olduğunu söylediysem? Bu yüzden salak, küçük velet yatakhane boşalana kadar bekledi ve günceyi çalıp gene ele geçirdi. Ama ben ne yapmam gerektiğini biliyordum. Senin Slytherin'in vârisinin peşinde olduğunu anlamıştım. Ginny'nin bana anlattıklarından, senin bu gizemi çözmek için elinden geleni ardına koymayacağını biliyordum, özellikle de en iyi arkadaşlarından biri saldırıya uğrarsa. Ginny de bana bütün okulun senin çataldilini bildiğinden bahsettiğini anlatmıştı...
"Ben de Ginny'nin duvara kendi veda mesajını yazmasını ve buraya, aşağı inip beklemesini sağladım. Debelendi, ağladı ve çok sıkıcılaştı. Ama içinde pek y.\ a m kalmadı artık: Günceye çok fazlasını aktardı. Öyle ki, nihayet sayfaların içinden kurtulabildim. Fakat buraya geldiğimizden beri senin ortaya çıkmanı bekli yordum. Geleceğini biliyordum. Sana soracağım çok şey var, Harry Potter."
"Ne gibi?" dedi Harry öfkeyle. Yumrukları hâla sıkılıydı.
"En başta," dedi Riddle, memnun memnun gülür seyerek, "nasıl oluyor da olağanüstü büyü yeteneği o mayen bir bebek, gelmiş geçmiş en büyük büyücüyü yenmeyi başarıyor? Lord Voldemort'un güçleri yol olurken, nasıl oldu da sen sadece küçük bir yara izi ile atlattın?"
Şimdi aç gözlerinde garip bir kırmızı parıltı vardı.
"Nasıl kurtulduğum niye umrunda ki?" dedi Harry yavaşça. "Voldemort senin döneminden sonraydı."
"Voldemort," dedi Riddle yumuşak bir sesle, "benim geçmişim, bugünüm ve geleceğim, Harry Potter..."
Harry'nin asasını çıkarıp havada çizgiler çekmeye başladı ve ortaya üç ışıyan sözcük çıktı:
TOM MARVOLDO RİDDLE
Sonra asayı bir kez salladı ve adının harfleri yeni bir düzende bir araya geldiler:
ADIM LORD VOLDEMORT
"Gördün mü?" diye fısıldadı. "Zaten Hogwarts'ta kullandığım bir isimdi bu. Tabii ki sadece en samimi arkadaşlarım biliyordu. Sonsuza kadar pis Muggle babamın adını mı kullanacaktım sanıyorsun? Damarlarımda annem tarafından Salaza; Slytherin'in kanı akarken? Sırf karısının bir cadı olduğunu öğrendiği için beni daha doğmadan terk eden, ayaktakımmdan pis bir Muggle'ın adını mı taşıyacaktım? Hayır, Harry. Kendime yeni bir isim buldum. Bir gün ben dünyanın en büyük sihirbazı olduğumda, bütün büyücülerin ağızlarına almaktan korkacağı bir isim!"
Harry'nin beyni sanki tıkanmıştı. Riddle'a, yani daha sonra büyüyüp Harry'nin annesini, babasını ve daha birçok insanı öldüren yetim çocuğa bakakaldı... Sonunda kendini zorlayıp konuştu.
"Aslında değilsin," dedi nefretle dolu, alçak bir sesle.
"Ne değilim?" diye sordu hemon Riddle. "Dünyanın en büyük sihhbazı değilsin," dedi Harry, hızlı hızlı soluyarak. "Hiç kusura bakma, seni hayal kırıklığına uğratıyorum, ama dünyanın en büyük büyücüsü Albus Dumbledore. Herkes öyle diyor. Güçlü olduğun zaman bile cesaret edip Hogwarts'ı ele geçirmeye kalkışmadın. Sen okuldayken Dumbledore senin ruhunu okumuştu ve bugünlerde sakandığın yerde de seni hâlâ korkutuyor."
Riddle'ın yüzünden gülümseme uçup gitmiş, yerini son derece çirkin bir görünüm almıştı.
"Benim anım bile Dumbledore'u okuldan uzaklaştırmaya yetti!" diye tısladı.
"Sandığın kadar da gitmiş değil o!" diye cevabı yapıştırdı Harry. Gelişigüzel konuşuyor, Riddle'ı korkutmaya çalışıyor, söylediklerine kendi de inanmak istiyordu.
Riddle ağzını açtı, ama donakaldı. Bir yerden müzik sesi geliyordu. Riddle hızla arkasına dönüp boş odaya baktı. Müziğin sesi gidecek yükseliyordu. Ürpertici, tüyleri diken diken eden, dünya dışından geliyor gibi bir müzikti; Harry'nin şarlan dikildi ve kalbi sanki şişip iki misline ulaştı. Soma, tam ses iyice yükselip Harry'ye müziğin göğüs kafesinin içinde çaldığını düşündürmeye başlamıştı ki, en yakın sütunun tepesi alevlendi.
Kuğu büyüklüğünde kıpkırmızı bir kuş ortaya çıkmıştı. Kemerli tavana doğru şarkısını söylüyordu. Bir tavuskuşununki kadar uzun, pırıl pırıl bir kuyruğu ve buruşuk bir bohçayı kavramış, altın rengi parlayan, pençeleri vardı.
Hemen sonra, kuş doğruca Harry'nin üstüne uçmaya başladı. Taşıdığı buruşuk şeyi Harry'nin ayaklarına bıraktı ve bütün ağırlığıyla omzuna kondu. Koca kanatlarını katladığında, Harry kafasını kaldırıp onun uzun, keskin gagasını ve boncuk gibi kara gözlerini gördü.
Kuş şakımayı bırakmıştı. Harry'nin yanağının yanında kımıldamadan, sıcacık duruyor, dik dik Riddle'a bakıyordu.
"Bir Anka kuşu..." dedi Riddle, kuşa bilmiş bilmiş bakarak.
"Favkes?" diye soludu Harry. Kuşun altın pençeleri omzunu hafifçe sıktı.
"Ona gelince -" dedi Riddle, Fawkes'un bıraktığı buruşuk şeye bakarak, "o da okulun eski Seçmen Şapka'sı."
Öyleydi. Yamalı, yıpranmış ve tozlu Şapka, Harry'nin ayaklarının dibinde hareketsiz yatıyordu.
Riddle gene kahkahalarla gülmeye koyuldu. Öylesine gülüyordu ki, karanlık oda kahkahalarıyla çınlıyor, sanki aynı anda on Riddle kahkaha atıyormuş hissi veriyordu.
"Dumbledore'un savunucusuna gönderdiklerine bak! Şakıyan bir kuş ve eski bir şapka! Şimdi kendini cesur hissediyor musun, Harry Potter? Şimdi kendini güvende hissediyor musun?"
Harry cevap vermedi. Fawkes'un ya da Seçmen Şapka'nın neye yarayacağını bilmiyordu, ama artık yalnız değildi. Giderek artan bir cesaretle Riddle'ın kahkahasının dinmesini bekledi.
"İşe koyulalım, Harry," dedi Riddle. Hâlâ ağzı kulaklarındaydı. "İki kez -senin geçmişinde, benimse geleceğimde- karşı karşıya geldik. Ve ikisinde de seni öldürmeyi başaramadım. Nasıl kurtuldun? Bana her şeyi anlat. Ne kadar konuşursan," dedi yumuşak bir sesle, "o kadar hayatta kalırsın."
Harry hızla düşünüyor, şansını tartıyordu. Asa Riddle'd aydı. Harry'deyse Fawkes ve Seçmen Şapka vardı ve ikisi de bir düelloda işe yaramazdı. Evet, durum kötü görünüyordu. Ama Riddle orada dururken, yaşam Ginny'yi yavaş yavaş terk ediyordu... Harry bu arada Riddle'ın hatlarının giderek belirginleşip katılaştığının farkına vardı. Eğer Riddle'la arasında mutlaka bir kavga olacaksa, sonra olmasmdansa hemen olması daha iyiydi.
"Bana saldırdığında güçlerini neden yitirdiğini kimse bilmiyor," dedi Harry birden. "Ben kendim de bilmiyorum. Ama beni niye öldüremediğini biliyorum. Çünkü annem beni kurtarmak için can verdi. Ayaktakımı, Muggle çocuğu annem," diye ekledi, bastırılmış bir öfkeyle titreyerek. "Senin beni öldürmene engel oldu. Senin gerçek halini gördüm, geçen yıl gördüm seni. Yıkılmış durumdasın. Yaşıyor musun ölü müsün, belli değil. İşte bütün o gücün seni getirdiği yer. Saklanıyorsun. Çirkinsin, iğrençsin!"
Riddle'ın yüzü çarpıldı. Sonra kendini zorladı ve yüzüne korkunç bir gülümseme yerleşti.
"Demek öyle. Annen seni kurtarmak için öldü. Evet, bu güçlü bir karşı muskadır. Şimdi anlıyorum -senin hiçbir özelliğin yokmuş demek. Merak ediyordum, anlıyorsun ya. Çünkü ikimizin arasında tuhaf benzerlikler var, Harry Potter. Bunun sen bile farkına varmış olmalısın. İkimiz de yarım-kanız, yetimiz, Muggle'lar tarafından büyütüldük. Büyük ihtimalle muhteşem Slytherin'den beri Hogwarts'a bizden başka Çatalağız gelmemiştir. Hatta fizik olarak bile biraz benziyoruz birbirimize... Ama sonuçta, seni benden kurtaran sadece şansmış. Bütün bilmek istediğim buydu."
Harry, gergin gergin, Riddle'ın asasını kaldırmasını bekledi. Ama Riddle'ın suratına gene bir gülümseme yayılmıştı.
"Şimdi, Harry, sana bir ders vereceğim. Haydi, Salazar Slytherin'in vârisi Lord Voldemort'un güçlerini ünlü Harry Potter'a ve Dumbledore'un ona sunabildiği en iyi silahlara karşı deneyelim."
Fawkes'a ve Seçmen Şapka'ya alayla baktı, yürüyerek uzaklaştı. Korkuyu uyuşmuş bacaklarında hissetmeye başlayan Harry, gözlerini ondan ayırmadan izliyordu. Riddle iki sütun arasında durdu ve başını kaldırıp Slytherin'in yukarıda yarı karanlığa gömülmüş taştan yüzüne baktı. Riddle ağzını açıp tısladı - ama Harry onun söylediklerini anladı.
"Konuş benimle, Slytherin, Hogwarts Dörtlüsünün en büyüğü."
Harry, Fawkes'un omzunda yalpalamasına sebep olarak hızla döndü ve kafasını kaldırıp heykele baktı.
Slytherin'in taştan, devasa yüzü kımıldıyordu. Harry, dehşet içinde, ağzın giderek açıldığını ve kocaman bir siyah delik oluşturduğunu gördü.
Ve ağzın içinde bir şey hareket etmeye başladı. Bir şey heykelin derinliklerinden yukarı doğru çıkıyordu.
Harry sırtı Oda'nın karanlık duvarına çarpana kadar geriledi. Gözlerini kapatırken Fawkes'un kanadının yanağını yaladığını ve kuşun havalandığını hissetti. Harry, "Bırakma beni!" diye bağırmak istiyordu, ama bir Anka kuşunun yılanlar kralına karşı ne şansı olabilirdi ki?
Dev gibi bir şey odanın zeminine çarptı, Harry zeminin titrediğini hissetti. Neler olduğunun farkındaydı, hissedebiliyordu. Dev yılanın Slytherin'in ağzından kıvrılarak çıktığını görür gibiydi. Sonra Riddle'ın tıslamasını duydu: "Öldür onu."
Basilisk Harry'ye doğru ilerliyordu, Harry onun ağır gövdesinin tozlu yerde süründüğünü duyabiliyordu. Gözleri hâla sımsıkı kapalı halde, etrafına elleriyle dokunup yolunu bulmaya çalışarak körü körüne yana doğru koşmaya başladı. Riddle kahkahalarla gülüyordu...
Harry takıldı. Taş zemine sert bir şekilde düştü, ağzına kan tadı geldi. Yılan yalnızca birkaç metre ötesindeydi, üzerine geldiğini duyabiliyordu.
Tepesinde gürültülü, patlamayı andıran bir tükürme sesi duydu ve hemen ardından bir şey Harry'ye öyle bir çarptı ki, onu duvara çaldı. Artık her an dişlerin vücuduna saplanmasını bekliyordu ki, gene vahşi tıslamalar duydu, bir şey deli gibi sunanlara çarpıp duruyordu.
Elinde değildi. Gözlerini çok az açıp neler olduğuna baktı.
Parlak, zehir yeşili renkte ve bir meşenin gövdesi kalınlığında olan dev yılan havaya dikilmişti, kocaman küt kafası sütunların arasında sarhoş gibi sallanıyordu. Harry tir tir titreyerek, gene ona doğru dönerse diye gözlerini kapatmaya hazırlanırken, yılanın dikkatini dağıtan şeyin ne olduğunu gördü.
Fawkes yılanın kafasının etrafında uçuyor, Basilisk ise bir kılıç kadar uzun ve keskin dişleriyle çılgınca onu yakalamaya çalışıyordu.
Fawkes dalışa geçti. Altın renkli uzun gagası gözden kayboldu ve aniden yere kapkara kan boşandı. Yılanın kuyruğu savrulup Harry'yi sıyırdı geçti ve Harry daha gözlerini kapatamadan, ona doğru döndü. Harry onun yüzüne baktı ve iki koca yuvarlak sarı gözünün Anka kuşu tarafından deşilmiş olduğunu gördü. Yere kan boşalıyor, yılan acı içinde tükürüp duruyordu.
"Hayır!" diye bağırdığını duydu Riddle'ın. "Kuşu bırak! Kuşu bırak! Çocuk arkanda! Hâlâ onun kokusunu alabilirsin! Öldür onu!"
Ne yapacağını bilemeyen kör yılan sallanıyordu, hâlâ ölümcüldü. Fawkes başının çevresinde tur atıyor, ürpertici şarkısını söylüyor, arada bir Basilisk'in pullu burnuna saldırıyordu. Yılanın harap olmuş gözlerinden hâlâ kan boşalıyordu.
"Yardım edin, yardım edin," diye deli gibi mırıldandı Harry. "Yok mu yardım edecek!"
Yılanın kuyruğu bir kez daha sallandı. Harry eğildi. Suratına yumuşak bir şey çarptı.
Basilisk kuyruğuyla Seçmen Şapka'yı Harry'nin kollarına fırlatmıştı. Harry şapkayı yakaladı. Elinde bir bu kalmıştı, tek şansı buydu. Şapkayı hemen kafasına geçirdi ve Basilisk kuyruğunu yeniden sallarken kendini yere fırlattı.
Başına büyük gelen Şapka'nın gözlerini kapattığı Harry, "Yardım et... yardım et..." diye düşündü. "Lütfen yardım et bana!"
Bir yanıt duyulmadı. Bunun yerine Şapka sanki görünmez bir el onu sıkıyormuş gibi daraldı.
Çok sert ve ağır bir şey Harry'nin kafasının üstüne çarptı, neredeyse onu bayıltacaktı. Gözlerinin önünde yıldızlar uçuşarak Şapka'yı tepesinden yakalayıp çıkardı ve altında uzun ve sert bir şey olduğunu hissetti.
Şapka'nın içinde pırıl pırıl bir gümüş kılıç belirmişti. Kabzasında yumurta büyüklüğünde yakutlar parlıyordu.
"Çocuğu öldür! Kuşu bırak! Çocuk arkanda! Burnunu kullan-kokla onu!"
Harry ayağa kalkmıştı, hazırdı. Basilisk'in kafası alçalıyor, bedeni dolanıyor, Harry'ye dönmek için kıvrılırken sütunlara çarpıyordu. Onun kanla dolmuş, dev gibi göz yuvarlarım görebiliyordu. Ağzını kocaman, onu olduğu gibi yutabilecek kadar açtığını gördü. Ağzının içindeki kılıç gibi, ince, parlayan, zehirli dişleri de...
Körü körüne ileri atıldı yılan. Harry eğildi ve yılan Oda duvarına tosladı. Gene atıldı, çatal dili Harry'nin yan tarafına kırbaç gibi çarptı. Harry gümüş kılıcı iki eliyle kaldırdı.
Basilisk gene atıldı, bu defa doğru nişan almıştı. Harry bütün ağırlığını kılıca verdi ve onu kabzasına kadar yılanın üst damağına sapladı.
Ama ılık kan kollarına boşalırken, Harry dirseğinin hemen üstünde keskin bir acı hissetti. Uzun, zehirli bir diş koluna gittikçe daha çok saplanıyordu. Basilisk yana devrilip çırpınarak yere düştüğünde, diş kırıldı.
Harry yere yığıldı. Bedenine zehir salmakta olan dişi yakaladı ve çekip kolundan çıkardı. Ama artık çok geç olduğunu biliyordu. Yaradan son derece yakıcı bir acı ağır ağır ama inatla bedenine yayılıyordu. Dişi yere bırakıp cüppesinin kendi kanına bulanmasını izlerken, görüşü bulanmaya başladı. Oda donuk bir renk anaforunda yitip gidiyordu.
Aniden yanından bir kırmızılık geçti ve Harry dibinde hafif bir pençe takırdaması duydu.
"Fawkes," dedi Harry kısık sesle. "Müthiştin, Fawkes..." Kuşun güzel başını, yılan dişinin kolunda deştiği yere yasladığını hissetti.
Yankılanan ayak sesleri duyuyordu, sonra kara bir gölge önüne geldi.
"Sen öldün, Harry Potter," dedi Riddle'ın sesi, tepesinde. "Öldün. Dumbledore'un kuşu bile bunun farkında. Ne yapıyor, görüyor musun, Potter? Ağlıyor."
Harry gözlerini kapatıp açtı. Fawkes'un kafası bir netleşti, bir bulanıklaştı. Parlak tüylerden aşağı iri, inci gibi damlalar süzülüyordu.
"Burada oturup senin ölüşünü seyredeceğim, Harry Potter. Hiç acele etme. Vaktim var."
Harry kendini sersemlemiş hissediyordu. Etrafındaki her şey dönüyormuş gibi görünüyordu.
"İşte Harry Potter'in sonu," dedi Riddle'ın uzaklardan gelen sesi. "Sırlar Odası'nda tek başına, arkadaşları tarafından terk edilmiş, akılsızca meydan okuduğu Karanlık Lord'a sonunda yenilmiş. Yakında sevgili Bulanık annene kavuşacaksın, Harry... Sana fazladan on iki yıllık ödünç süre sağladı... ama Lord Voldemort sonunda seni hakladı. Böyle olacağını biliyordun herhalde."
Eğer ölmek buysa, diye düşündü Harry, o kadar da kötü değilmiş. Acısı bile diniyordu...
Ama bu ölmek miydi? Oda iyice kararacağına, gene netleşmeye başlamıştı. Harry kafasını hafifçe salladı. Fawkes hâlâ kafasını Harry'nin koluna yaslamış, orada duruyordu. İnci gibi gözyaşları yaranın etrafında parıldıyordu - ama artık yara yoktu.
"Çekil oradan, kuş," dedi Riddle'ın sesi birden. "Çekil onun yanından. Çekil dedim sana!"
Harry başını kaldırdı. Riddle, Harry'nin asasını Fawkes'a doğrultmuştu; tabanca patlaması gibi bir gümbürtü çıktı ve Fawkes gene altın rengi ve kırmızı bir leke gibi havalandı.
Riddle, Harry'nin koluna bakarak, "Anka kuşu gözyaşları..." dedi sessizce. "Elbette... iyileştirici güç... unutmuştum..."
Harry'nin yüzüne baktı. "Ama bir şey fark etmez. Aslına bakarsan, böyle olmasını tercih ederim. Yalnızca sen ve ben, Harry Potter... sen ve ben..."
Asayı kaldırdı.
Sonra gene kanat çırpma sesleri arasında Fawkes bir kez daha yükseldi ve Harry'nin kucağına bir şey düştü - günce.
Bir an için Harry de, hâlâ asasını ona doğrultmuş olan Riddle da günceye baktılar. Sonra Harry hiç düşünmeden ve kafa yormadan, sanki baştan beri niyeti buymuş gibi, yanında yerde duran Basilisk dişini aldı ve onu kitabın kalbine sapladı.
Upuzun, korkunç, kulak yırtıcı bir çığlık duyuldu. Günceden bir mürekkep seli boşanmaya, Harry'nin ellerine ve yere akmaya başladı. Riddle kıvranıyor, çırpınıyor, çığlık atıyor, sallanıyordu, sonra birden...
Yok olmuştu. Harry'nin asası patırtıyla yere düştü ve sessizlik çöktü. Yani, günceden hâlâ sızmakta olan mürekkebin yere şıp şıp damlaması dışında bir sessizlik... Basilisk zehri güncenin ortasında cızırdayan bir delik açmıştı.
Baştan aşağı titreyen Harry, kendini doğrulttu. Sanki Uçuç tozuyla kilometrelerce seyahat etmiş gibi başı dönüyordu. Ağır ağır asasını ve Seçmen Şapka'yı yerden aldı ve bütün gücüyle asılarak, parlayan kılıcı Basilisk'in üst damağından kurtardı.
Sonra Oda'nın sonundan belli belirsiz bir inilti geldi. Ginny kıpırdıyordu. Harry koşarak yanma giderken, doğrulup oturdu. Şaşkın gözleri ölü Basilisk'in dev bedeninden kanla kaplı cüppesinin içindeki Harry'ye, sonra da elindeki günceye kaydı. Sarsılarak iç çekti ve yüzünden aşağı gözyaşları süzülmeye başladı.
"Harry - ah, Harry - k-kahvalhda sana söylemeye çalıştım, ama Percy'nin önünde s-söyleyemezdim. O bendini, Harry - ama - y-yemin ederim böyle bir şey - R-Riddle yaptırdı bunları, beni e-ele geçirdi - ve - o - o şeyi nasıl öldürdün? Riddle n-nerede? Son h-hatırladı-ğım şey, onun günceden çıktığı -"
"Her şey yolunda," dedi Harry, günceyi kaldırıp Ginny'ye diş deliğini göstererek. "Riddle'ın işi bitti. Bak! Hem onun hem de Basilisk'in işi bitti. Haydi, Ginny, çıkalım buradan -"
Harry onu zar zor ayağa kaldırırken, Ginny, "Okuldan atılacağım!" diye ağlıyordu. "B-Bill buraya geldiğinden beri Hogwarts'a gelmeyi dört gözle bekliyordum, ş-şimdiyse ayrılacağım ve - a-annemle babanı ne diyecek?"
Fawkes, Oda'nm girişinde havada gezinerek onları bekliyordu. Harry Ginny'yi itekleyerek yürüttü; ölü Basilisk'in kıpırtısız kıvrımlarının üstünden geçip karanlığın içinden ilerlediler ve tünele döndüler. Harry arkasında taş kapıların hafif bir tıslamayla kapandığını duydu.
Birkaç dakika karanlık tünelde yol aldıktan sonra, Harry'nin kulağına yerinden oynayan kayaların uzaktan gelen sesi çalındı.
"Ron!" diye seslendi Harry, hızlanarak. "Ginny iyi! Yanımda!"
Ron'un boğuk bir sevinç çığlığı attığını duydu. Bir sonraki dönemeci döndüklerinde, taşların arasında açmayı başardığı büyükçe bir delikten bakan hevesli yüzünü gördüler.
"Ginny!" Ron bir kolunu hemen delikten dışarı uzattı ve önce onu içeri çekti. "Yaşıyorsun! İnanamıyorum! Neler oldu?"
Ona sarılmaya çalıştı, arna gene ağlamaya başlayan Ginny buna izin vermedi.
"Ama sen iyisin, Ginny," dedi Ron, gözleri gülerek. "Hepsi bitti artık, bitti - o kuş nereden çıktı?"
Fawkes, Ginny'nin ardından delikten süzülüp geçmişti.
"Dumbledore'un," dedi Harry, delikten kendi geçerek.
"Ve nasıl oluyor da elinde bir kılıç var?" dedi Ron, Harry'nin elindeki parlayan silaha faltaşı gibi açılmış gözlerle bakarak.
"Buradan çıktığımızda açıklarım," dedi Harry, yan gözle Ginny'ye bakarak. "Ama -"
"Sonra," dedi Harry hemen. Ron'a henüz Oda'yı kimin açtığını söylemenin iyi bir fikir olduğunu düşünmüyordu, en azından Ginny'nin önünde. "Lockhart nerede?" "Arkada," dedi Ron sırıtarak. Başıyla geriyi, boruya doğru bir yeri işaret etti. "Kötü durumda. Gel de bak."
Büyük, al kanatlan karanlıkta yumuşak bir altın parıltısı saçan Fawkes'un öncülüğünde, borunun ağzına doğru yürüdüler. Gilderoy Lockhart orada oturmuş, usul usul bir şarkı mırıldanıyordu.
"Hafızası kayboldu," dedi Ron. "Hafıza Büyüsü geri tepti. Bizim yerimize onu vurdu. Kim olduğu, nerede olduğu ya da bizim kim olduğumuz konusunda en ufak bir fikri yok. Gelip burada beklemesini söyledim. Kendisi için tehlikeli olmaya başlamıştı." Lockhart onlara uslu uslu baktı. "Merhaba," dedi. "Garip bir yer burası, değil mi? Burada mı yaşıyorsunuz?"
"Hayır," dedi Ron, Harry'ye bakıp kaşlarını kaldırarak.
Harry başını eğip uzun, karanlık boruya baktı. "Buradan nasıl geri döneceğiz, düşündün mü?" diye sordu Ron'a.
Ron başım hayır anlamında salladı. O anda Fawkes, Harry'nin yanından uçarak geçti. Şimdi onun önünde kanat çırpıyordu, boncuk gözleri karanlıkta parlıyordu. Uzun, altın rengi kuyruk tüylerini sallıyordu. Harry ona ne yapacağını bilemeden baktı.
Ron şaşırmış bir halde, "Tutunmanı istiyor sanki," dedi. "Ama bir kuş senin ağırlığını oradan nasıl yukarı taşır?"
"Fawkes," dedi Harry, "alelade bir kuş değil." Hızla diğerlerine döndü. "Birbirimize tutunmamız gerekiyor. Ginny, Ron'un elinden tut. Profesör Lockhart-"
"Senden bahsediyor," dedi Ron, Lockhart'a sertçe.
"Ginny'nin öbür elini tut."
Harry kılıcı ve Seçmen Şapka'yı kemerine soktu. Ron, Harry'nin cüppesinin arkasını kavradı ve Harry uzanıp Fawkes'un tuhaf bir şekilde sıcak olan kuyruk tüylerine tutundu.
Bütün bedenini olağanüstü bir hafiflik hissi sarmış gibiydi ve hemen sonra, vıjjt diye havalanıp borudan yukarı çıkmaya başladılar. Harry, Lockhart'ın aşağıda sallandığını ve, "İnanılmaz! İnanılmaz! Bu sihir gibi bir şey!" dediğini duyabiliyordu. Serin hava Harry'nin saçını yalıyordu ve daha tadına doyamadan yolculuk bitti - dördü de Mızmız Myrtle'ın tuvaletinin ıslak zeminine düştüler. Lockhart şapkasını düzeltirken, boruyu saklayan lavabo eski yerine dönmeye başladı.
Myrtle onlara yuvalarından uğramış gözlerle baktı.
"Yaşıyorsun," dedi Harry'ye kayıtsızca.
Harry gözlüklerinden kan izlerini ve yapış yapış sıvıyı temizleyerek, sert sert, "Bu kadar üzülmene gerek yok," diye cevap verdi.
"Yani... düşünüyordum da... ölmüş olsaydın, memnuniyetle tuvaletimi seninle paylaşabilirdim," dedi Myrtle, utançtan gümüşi bir renk alarak.
"Öğğğ!" dedi Ron, tuvaletten çıkıp karanlık, boş koridora adım attıklarında. "Harry! Bence Myrtle senden haşlanmaya başladı! Sana rakip çıktı, Ginny!"
Ama Ginny'nin gözlerinden hâlâ yaşlar süzülüyordu.
"Şimdi nereye?" dedi Ron, Ginny'ye kaygılı gözlerle bakarak. Harry parmağıyla işaret etti.
Fawkes onlara yol gösteriyor, koridorda altın gib; ışıl ışıl parlıyordu. Onun peşinden yürüdüler ve az sonra kendilerini Profesör McGonagall'ın odasının önünde buldular.
Harry kapıyı tıklattı ve açtı.

GeCeLeR
12-10-2006, 01:41 AM
ON SEKİZİNCİ BÖLÜM
Dobby'nin Ödülü

Harry, Ron, Ginny ve Lockhart, pislikle ve yapış yapış bir sıvıyla ve (Harry'nin durumunda) kanla kaplı bir halde kapının önünde beklerlerken kısa bir sessizlik oldu. Sonra bir çığlık koptu.
"Ginny!"
Mrs Weasley'ydi bu. Ateşin önünde oturmuş ağlarken ayağa fırlamıştı. Mr Weasley de onu takip etti ve ikisi koşup kızlarına sarıldılar.
Ancak Harry'nin gözleri onlara değil, daha ileride bir noktaya takılmıştı. Profesör Dumbledore şöminenin orada durmuş onlara gülümsüyor, yanındaysa Profesör McGonagall göğsünü tutarak derin derin nefes alıyordu. Fawkes, Harry'nin kulağının yanından geçip giderek Dumbledore'im omzuna konduğu sırada, Harry ve Ron kendilerini Mrs Weasley'nin kollarında buldular.
"Onu kurtardınız! Onu kurtardınız! Nasıl başardınız bunu?"
"Sanırım bunu öğrenmeyi hepimiz istiyoruz," dedi Profesör McGonagall halsiz halsiz.
Mrs Weasley, Harry'yi bıraktı. Harry bir anlık tereddüdün ardından yürüyüp Seçmen Şapka'yi, yakut kakmalı kılıcı ve Riddle'ın güncesinden arta kalanları masanın üstüne bıraktı.
Sonra da onlara her şeyi anlatmaya başladı. Neredeyse on beş dakika boyunca, çıt çıkarmadan onu dinlediler: bedensiz sesi duyuşunu ve Hermione'nin onun duyduğu şeyin borularda gezinen bir Basilisk olduğunu keşfedişini; Ron'la birlikte örümcekleri takip ederek Orman'a gitmelerini ve Aragog'un onlara Basilisk'in son kurbanının öldüğü yeri söylemesini; söz konusu kurbanın Mızmız Myrtle olduğunu ve Sırlar Odası'nın girişinin onun tuvaletinde bulunduğunu tahmin etmelerini...
"Güzel," diye onu yüreklendirdi Profesör McGonagall, "demek böylece girişin nerede olduğunu buldunuz - ve bu yolda okuldaki yüz kadar kuralı çiğnediniz... ama nasıl oldu da hepiniz oradan sağ çıkmayı başardınız, Potter?"
Ve böylece, artık konuşmaktan sesi kısılmaya başlayan Harry onlara Fawkes'un nasıl tam vaktinde imdadına yetiştiğini ve Seçmen Şapka'nın nasıl ona kılıcı verdiğini anlattı. Ama sonra duraksadı. O ana kadar özenle Riddle'ın güncesinden -ya da Ginny'den- bahsetmemişti. Ginny başını Mrs Weasley'nin omzuna yaslamış duruyor, hâlâ yanaklarından aşağı gözyaşları süzülüyordu. Ya onu atarlarsa diye düşündü Harry panik içinde. Riddle'ın güncesi artık çalışmaz durumdaydı... Ona her şeyi yaptıranın Riddle olduğunu nasıl ispat edebilirlerdi ki?
Harry içgüdüsel bir hareketle Dumbledore'a baktı. Dumbledore hafifçe gülümsüyor, ateşin ışığı yarım ay şeklindeki gözlüğünden yansıyordu.
"Beni en çok ilgilendiren," dedi Dumbledore hafifçe, "Lord Voldemort'un Ginny'yi nasıl etkisi altına alabildiği... Çünkü bütün kaynaklarım onun şu anda Arnavutluk'ta bir ormanda saklandığını söylüyor."
Harry'nin her tarafını sıcak, muhteşem bir rahatlama hissi kapladı.
"N-ne?" dedi Mr Weasley afallamış bir sesle. "Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen, Ginny'yi e-etkisi altına mı aldı? Ama Ginny... o hiç... ha?"
"Bu günce yüzünden oldu," dedi Harry hemen, günceyi alıp Dumbledore'a göstererek. "Riddle on altı yaşındayken yazmış bunu."
Dumbledoıe günceyi Harry'den alıp uzun, kemerli burnunun üzerinden yanmış ve ıslak sayfalara dikkatle baktı.
"Müthiş," dedi yumuşak bir sesle. "Elbette, o belki de Hogwarts'a gelmiş en parlak öğrenciydi." Tam anlamıyla sersemlemiş olan Weasley'lere döndü.
"Çok az kişi Lord Voldemort'un adının bir zamanlar Tom Riddle olduğunu biliyor. Ben onun öğretmeniydim, elli yıl önce, Hogwarts'ta. Okuldan ayrıldıktan sonra ortadan kayboldu... uzaklara gitti, her yeri gezdi... en kötülerimizle düşüp kalktı, Karanlık Sanatlara öylesine gömüldü, o kadar çok sayıda tehlikeli, büyülü dönüşüm geçirdi ki, Lord Voldemort olarak yeniden ortaya çıktığında neredeyse tanınmayacak durumdaydı.
Hemen hemen hiç kimse vaktiyle burada Öğrenciler Başkanı olan akıllı, yakışıklı çocukla Lord Voldemort arasında bir bağlantı kuramadı."
"Peki ya Ginny," dedi Mrs VYeasley, "bizim Ginny' mizin o - onunla ne alâkası olabilir ki?"
"G-güncesi!" dedi Ginny hıçkırarak. "G-güneeye yazıyordum, o da bütün yıl boyunca bana y-yazıyordu -"
"Ginny!" dedi Mr Weasley, dehşete düşmüş halde. "Sana hiçbir şey öğretemedim mi ben? Kaç kere söyledim sana. Kendi kendine düşünebilen bir şeye, beyninin nerede saklı olduğunu göremiyorsan, güvenme. Niye günceyi bana ya da annene göstermedin? Öyle şüpheli bir nesnenin Karanlık Sihir'le dolu olduğu apaçık!"
"B-bilmiyordum," dedi Ginny ağlayarak. "Annemin verdiği kitaplardan birinin içinde buldum onu. B-birinin onu oraya koyduğunu, sonra da unuttuğunu sandım..."
"Miss Weasley'nin hemen hastane kanadına gitmesi gerekiyor," dedi Dumbledore katı bir ses tonuyla. "Bu onun için korkunç bir sınama oldu. Ceza verilmeyecek. Ondan daha yaşlı ve daha bilge büyücüler bile Lord Voldemort tarafından kandırıldı." Gidip kapıyı açtı. "Yatak istirahatı ve belki de büyük bir fincan sıcak çikolata. Benim keyfimi hep yerine getirir bu," diye ekledi, ona gözlerinde müşfik bir ışıkla bakarak. "Madam Pomfrey'i hâlâ ayakta bulacaksınız. Adamotu suyu veriyor - tahminimce Basilisk'in kurbanları kendilerine gelmek üzeredir."
"Yani Hermione iyi durumda!" dedi Ron sevinçle.
"Kalıcı bir hasar yok," dedi Dumbledore.
Mrs Weasley Ginny'yi dışarı çıkardı, Mr Weasley de yüzünde hâlâ epey sarsılmış bir ifadeyle onu izledi.
"Bak ne diyeceğim, Minerva," dedi Dumbledore McGonagall'a, düşünceli bir edayla. Bütün bunlardan sonra bir şölen iyi gider. Gidip mutfaklara haber verir misin?"
Profesör McGonagall hemencecik, "Evet," dedi ve kapıya doğru yürüdü. "Potter ve Weasley ile ilgilenmeyi sana bırakıyorum, olur mu?"
"Kesinlikle," dedi Dumbledore.
Profesör McGonagall çıktı. Harry ve Ron ne yapacaklarını bilemeyerek Dumbledore'a baktılar. Profesör McGonagall ilgilenme ile tam olarak neyi kastetmişti acaba? Herhalde - herhalde cezalandırılacak olamazlardı, değil mi?
"İkinize de bir kez daha okulun kurallar mı çiğnerseniz atılacağınızı söylediğimi hatırlıyorum” dedi Dumbledore.
Ron dehşetle ağzını açtı.
"Bu da şunu gösteriyor ki, en iyilerimiz bile bazen tükürdüğünü yalamak zorunda kalabilir," diye devam etti gülümseyerek. "İkiniz de Okula Hizmet Özel Ödülü alacaksınız ve - bir bakalım - evet, sanırım Gryffindor için iki yüzer puan."
Ron, Lockhart'ın Sevgililer Günü çiçekleri katlar pembe bir renk aldı ve ağzını kapattı.
"Ama içimizden birinin bu tehlikeli maceradaki rolü konusunda ağzını bıçak açmıyor," diye ekledi Dumbledore. "Nedir bu alçakgönüllülük, Gilderoy?"
Harry irkildi. Lockhart'ı tamamen unutmuştu. Dönüp baktığında odanın bir köşesinde, yüzünde hâlâ belli belirsiz bir gülümsemeyle durduğunu gördü. Dumbledore onunla konuştuğunda, kime hitap edildiğini anlamak için omzunun üstünden arkaya baktı.
"Profesör Dumbledore," dedi Ron çabucak, "Sırlar Odası'nda bir kaza oldu. Profesör Lockhart -"
"Ben bir Profesör müyüm?" dedi Lockhart biraz şaşırarak. "Aman Tanrım. Herhalde ümitsiz bir vakaydım, değil mi?"
"Bize Hafıza Büyüsü yapmaya çalıştı ve asa geri tepti," diye açıkladı Ron, Dumbledore'a alçak sesle.
"Bak sen," dedi Dumbledore, başını iki yana sallayarak. Uzun, gümüşi bıyığı titriyordu. "Demek kılıcın kendine saplandı, Gilderoy!"
"Kılıç mı?" dedi Lockhart anlamayarak. "Kılıcım yok. Ama o çocukta var." Harry'yi gösterdi. "Size bir tane ödünç verebilir."
"Profesör Lockhart'ı da hastane kanadına götürür müsün?" dedi Dumbledore Ron'a. "Harry'yle birkaç kelime daha konuşmak istiyorum..."
Lockhart sakin sakin dışarı çıktı. Ron da çıkarken dönüp Dumbledore'a ve Harry'ye meraklı bir bakış fırlattı.
Dumbledore ateşin yanındaki sandalyelerden birine geçti.
"Otur, Harry," dedi. Harry nedensiz bir kaygıyla oturdu.
"En başta, Harry, sana teşekkür etmek istiyorum," dedi Dumbledore, gözleri yeniden parıldayarak. "Oda'da bana gerçek bir sadakat göstermiş olmalısın. Başka hiçbir şey Fawkes'un sana gelmesini sağlayamazdı."
Uçarak dizine konan Anka kuşunu okşadı. Dumbledore ona bakarken, Harry şaşkın şaşkın sırıttı.
"Demek Tom Riddle'la karşılaştın," dedi Dumbledore düşünceli düşünceli. "Sanırım seninle çok ilgilenmiştir..."
Birden, Harry öteden beri dilinin ucunda olan bir şeyi söyledi.
"Profesör Dumbledore... Riddle onun gibi olduğumu söyledi. Tuhaf benzerlikler, dedi..."
"Dedi mi bunu gerçekten?" Kalın, gümüş rengi kaşlarının altından düşünceli düşünceli Harry'ye bakıyordu. "Peki sen ne düşünüyorsun, Harry?"
"Onun gibi olduğumu düşünmüyorum!" dedi Harry, istediğinden daha yüksek bir sesle. "Yani, ben -ben Gryffindor'luyum, ben..."
Ama gene içindeki bir şüphe yüzeye çıktı ve lafı yanda kaldı.
"Profesör," diye yeniden konuştu bir süre sonra. "Seçmen Şapka bana - Slytherin'de başarılı olacağımı söylemişti. Herkes bir süre benim Slytherin'in vârisi olduğumu düşündü... Çataldili konuşabiliyorum diye..."
"Çataldili konuşabiliyorsun, Harry," dedi Dumbledore sakince, "çünkü Lord Voldemort -yani Salazar Slytherin'in soyundan gelen son kişi- Çataldili konuşa- biliyor. Yanılmıyorsam, sendeki o yara izine sebep olduğu gece kendi güçlerinin bir kısmı sana geçti. Eminim bunu isteyerek yapmamıştır..."
"Voldemort kendinden bir parçayı benim içime mi koydu?" dedi Harry, çarpılmış gibi. "Şüphesiz öyle görünüyor."
"O halde Slytherin'de olmam gerekiyor," dedi Harry, Dumbledore'un yüzüne çaresizce bakarak. "Seçmen Şapka benim içimde Slytherin'in gücünü gördü ve -"
"Seni Gryffindor'a koydu," dedi Dumbledore sakince. "Beni dinle, Harry. Sende Salazar Slytherin'in kendi eliyle seçtiği öğrencilerinde aradığı özelliklerden birçoğu var. Kendi çok nadide yeteneği olan Çataldili... sorunlara çözüm bulma yeteneği... kararlılık... kurallara karşı belli bir kayıtsızlık," diye ekledi bıyığı gene titreyerek. "Ama Seçmen Şapka seni Gryffindor'a koydu. Niye böyle olduğunu biliyorsun. Düşün bir."
"Beni Gryffindor'a koymasının tek sebebi," dedi Harry yılgın bir sesle, "çünkü Slytherin'e girmek istemedim..."
"Kesinlikle," dedi Dumbledore, bir kez daha gözleri pırıl pırıl gülümseyerek. "Bu da seni Tom Riddle'dan çok farklı hale getiriyor. Bize aslında kim olduğumuzu gösteren şey, yeteneklerimizden çok seçimlerimizdir, Harry." Harry nutku tutulmuş halde sandalyesinde oturuyordu. "Eğer yerinin Gryffindor olduğuna dair kanıt istiyorsan, Harry, o zaman şuna daha yakından bak."
Dumbledore,ProfesörMcGonagall'mmasasına uzanıp kan lekeli, gümüş kılıcı aldı ve Harry'ye verdi. Harry, yakutları şöminenin ışığında pırıl pırıl parlayan kılıcı, elinde yavaş yavaş çevirdi. Ve kabzanın tam altına oyulmuş ismi gördü. Godric Gryffindor.
Dumbledore, "Yalnızca gerçek bir Gryffindor onu Şapka'dan çıkarabilirdi, Harry," demekle yetindi.
Bir süre ikisi de konuşmadılar. Sonra Dumbledore, Profesör McGonagall'ın masasının çekmecelerinden birini açtı ve bir tüy kalemle bir şişe mürekkep çıkardı.
"Sana gereken şey, biraz yiyecek ve uyku, Harry. Bence aşağı inip şölene katıl, ben de bu arada Azkaban'a yazayım - bekçimize ihtiyacımız var. Ayrıca Gelecek Postası için bir ilan da hazırlamalıyım," diye ekledi, kara kara düşünerek. "Yeni bir Karanlık Sanatlara Karşı Savunma öğretmenine ihtiyacımız olacak. Ah, ne çabuk tüketiyoruz onları, değil mi?"
Harry ayağa kalkıp kapıya yürüdü. Ama tam kulpa uzandığı anda kapı öyle bir hızla içeri doğru savruldu ki, duvara çarpıp geri döndü.
Lucius Malfoy, yüzünde öfkeli bir ifadeyle kapının eşiğinde duruyordu. Ve koltuk altında sinmiş bir şekilde, bandajlara sarılı Dobby vardı.
"İyi akşamlar, Lucius," dedi Dumbledore tatlı tatlı. Mr Malfoy hızla odaya girerken neredeyse Harry'yi deviriyordu. Dobby de yüzünde acınacak bir dehşet ifadesiyle, pelerininin eteğine çömelmiş halde, onun peşinden sürüklendi.
"Demek öyle!" dedi Lucius Malfoy, soğuk gözlerini Dumbledore'dan ayırmadan. "Geri döndün. Yönetim kurulu üyeleri seni uzaklaştırdı, ama gene de Hogwarts'a dönmekten geri durmadın."
"Aslına bakarsan, Lucius," dedi Dumbledore, soğukkanlılıkla gülümseyerek, "diğer on bir yönetim kurulu üyesi bugün benimle irtibat kurdu. Doğrusu bir baykuş fırtınasına yakalanmaktan farkı yoktu. Arthur Weasley'nin kızının öldürüldüğünü duymuşlardı ve benim hemen dönmemi istiyorlardı. Bu iş için en iyi adamın ben olduğumu düşünüyor gibiydiler yani. Ayrıca bana çok garip hikâyeler anlattılar. Bazıları senin onları, uzaklaştırılmamı kabul etmezlerse ailelerini lanetlemekle tehdit ettiğini düşünüyordu."
Mr Malfoy her zamankinden de solgunlaştı, ama gözleri hâlâ öfkeyle kısılmış durumdaydı.
"Öyleyse - saldırıların önüne geçtin mi bari?" diye küçümseyerek güldü. "Suçluyu yakaladınız mı?"
"Yakaladık," dedi Dumbledore, gülümseyerek.
"Ee?" dedi Mr Malfoy sertçe. "Kimmiş?"
"Geçen seferki kişi, Lucius," dedi Dumbledore. "Ama bu defa Lord Voldemort başka birinin aracılığıyla hareket ediyormuş. Bu günce sayesinde."
Mr Malfoy'u dikkatle izleyerek, ortasında büyük bir delik bulunan küçük, siyah kitabı havaya kaldırdı. Harry ise Dobby'yi izliyordu.
Ev cini çok tuhaf bir şey yapıyordu. Koca gözleri anlamlı anlamlı Harry'ye odaklanmış halde, bir günceyi bir Mr Malfoy'u gösteriyor ve sonra da yumruğuyla kendi kafasına sertçe vuruyordu.
"Anlıyorum..." dedi Mr Malfoy Dumbledore'a, yavaşça.
"Akıllıca bir plan," dedi Dumbledore ifadesiz bir sesle. Hâlâ Mr Malfoy'un gözlerinin içine bakıyordu. "Çünkü eğer Harry -" Mr Malfoy, Harry'ye keskin bir bakış fırlattı, "ve arkadaşı Ron bu kitabı keşfetmese, bütün suç Ginny Weasley'nin üstüne kalabilirdi. Kimse onun kendi iradesiyle hareket etmediğini kanıtlayamazdı..."
Mr Malfoy tek kelime bile etmedi. Yüzü aniden bir maske görünümü almıştı.
"Düşünsene bir," diye devam etti Dumbledore, "işte o zaman neler olurdu... Weasley'ler önde gelen safkan ailelerimizden biri. Kendi kızının Muggle'lara saldırdığı ve onları öldürdüğü ortaya çıksa, bunun Arthur Weasley ve Muggle Koruma Yasası üzerindeki etkisi ne olurdu, düşün. Güncenin ele geçmesi ve Riddle'ın anılarının içinden silinmiş olması büyük şans. Yoksa sonuç ne olurdu kim bilir..."
Mr Malfoy kendini zorlayarak konuştu.
"Büyük şans," dedi kaskatı bir edayla.
Ve Dobby, hâlâ onun arkasında, bir günceyi bir Lucius Malfoy'u işaret ediyor, sonra da kendi kafasını yumrukluyordu.
Ve Harry birden anladı. Dobby'ye başını salladı ve Dobby ceza olsun diye kulaklarını bükerek bir köşeye çekildi.
"Güncenin nasıl Ginny'nin eline geçtiğini öğrenmek islemiyor musunuz, Mr Malfoy?" dedi Harry.
Lucius Malfoy hızla ona döndü.
"Nereden bileyim ben küçük, aptal kızın onu eline nasıl geçirdiğini?" dedi.
"Çünkü bunu ona siz verdiniz," dedi Harry. "Flo-urish ve Blotts'ta. Onun eski Biçim Değiştirme kitabını aldınız ve günceyi gizlice içine yerleştirdiniz, değil mi?"
Mr Malfoy'un beyaz ellerini yumruk yapıp açtığını gördü.
"İspatla," diye tısladı.
"Ah, işte bunu kimse başaramaz," dedi Dumbledore, Harry'ye gülümseyerek. "Riddle kitabın içinden çıkıp gittikten sonra imkânsız bu. Öte yandan, Lucius, sana bundan böyle Lord Voldemort'un eski okul eşyalarını başkalarına vermemeni tavsiye ediyorum. Başka eşyalar da masum ellere geçerse, sanırım en azından Arthur Weasley onların izini sürer ve ne yapıp edip sana ait olduklarını bulur..."
Lucius Malfoy bir süre öylece durdu. Harry onun sağ elinin bir an asasına ulaşmak istermiş gibi kıpırdadığını açıkça gördü. Ama Malfoy bunu yapmadı ve ev cinine döndü.
"Gidiyoruz, Dobby!"
Kapıyı sertçe çekip açtı ve cin koşarak yanına geldiğinde onu kapıdan dışarı tekmeledi. Dobby'nin koridor boyunca acı içinde ayakladığım duyabiliyorlardı. Harry durup iyice düşündü. Sonra birden aklına bir fikir geldi.
"Profesör Dumbledore," dedi aceleyle, "şu günceyi
Mr Malfoy'a geri verebilir miyim, lütfen?"
"Elbette, Harry," dedi Dumbledore sakince. "Ama elini çabuk tut. Şölen var, unutma."
Harry günceyi kaptı ve odadan dışarı fırladı. Dobby'nin acı dolu ayaklamalarının köşenin oradan uzaklaştığını duyabiliyordu. Planının yürüyüp yürümeyeceğini düşünerek, bir ayağından yapış yapış, pis çorabını çabucak çıkardı ve günceyi onun içine soktu. Sonra hızla karanlık koridorda koşmaya başladı.
Onları merdivenlerin başında yakaladı.
"Mr Malfoy," dedi soluk soluğa, kayıp durarak. "Size bir şey getirdim."
Ve kokulu çorabı Lucius Malfoy'un eline tutuşturdu.
"Bu da neyin...?"
Mr Malfoy çorabı yırtıp günlüğün üstünden çıkardı, kenara fırlattı ve öfkeyle bir günceye bir Harry'ye baktı.
"Bu gidişle senin sonun da layığını bulan aileninki gibi olacak, Harry Potter," dedi usulca. "Onlar da her işe burnunu sokan aptallardı."
Gitmek için arkasını döndü.
"Gel, Dobby. Gel dedim!"
Ama Dobby kımıldamadı. Elinde Harry'nin iğrenç, yapış yapış çorabını tutuyor, ona sanki paha biçilmez bir hazineymiş gibi bakıyordu.
"Sahip Dobby'ye bir çorap verdi," dedi cin hayretle. "Sahip onu Dobby'ye verdi."
"Ne?" dedi Mr Malfoy sinirle. "Ne dedin sen?"
"Dobby'nin bir çorabı var," dedi Dobby inanamayarak. "Sahip onu attı, Dobby de tuttu ve Dobby -Dobby özgür."
Lucius Malfoy, cine bakar halde, dondu kaldı. Sonra Harry'nin üstüne atıldı.
"Bana bir hizmetkâra mal oldun, çocuk!"
Dobby birden bağırdı: "Harry Potter'a zarar vermeyeceksin!"
Bir gümbürtü duyuldu ve Mr Malfoy arkaya doğru uçtu. Merdivenlerden üçer beşer düşerek alt kattaki zemine yığıldı. Ayağa kalktı, yüzü mosmor kesilmişti. Asasını çıkardı, ama Dobby uzun parmağını tehditkâr bir şekilde ona doğru uzattı.
Mr Malfoy'a işaret ederek, "Şimdi gideceksin," dedi korkutucu bir edayla. "Harry Potter'a dokunmayacaksın. Şimdi gideceksin."
Lucius Malfoy'un başka seçeneği yoktu. İkisine tepesi atmış, son bir bakış fırlattı ve pelerinini omzunun üstünden atarak hızla yürüyüp gözden kayboldu.
"Harry Potter, Dobby'yi özgürlüğüne kavuşturdu!" dedi o. tiz bir sesle, kafasını kaldırıp Harry'ye bakarak. Küre misali gözlerinde en yakın pencereden sızan ay ışığı panldıyordu. "Harry Potter, Dobby'yi serbest bıraktı!"
"En azından bunu yapmalıydım, Dobby," dedi Harry sırıtarak. "Sen bir daha hayatımı kurtarmaya kalkmayacağına söz ver, yeter."
Birden cinin çirkin, kahverengi suratının tam ortasında, bütün dişlerini gösteren kocaman bir gülümseme belirdi.
"Tek bir sorum var, Dobby," dedi Harry, Dobby titreyen ellerle Harry'nin çorabını giyerken. "Bana bütün bunların Adı Anılmaması Gereken Kişi'yle bir ilgisi olmadığını söylemiştin, hatırlıyor musun? Ee -"
"O bir ipucuydu, efendim," dedi Dobby, sanki bariz bir şeyden bahsediyormuş gibi gözleri irileşerek. "Dobby size bir ipucu veriyordu. Adını değiştirmeden önce Kara Lord'un adı söylenebiliyordu, anladınız mı?"
"Evet," dedi Harry bezgin bir halde. "Eh, ben gitsem iyi olur. Bir şölen var, üstelik arkadaşım Hermione de kendine gelmiş olmalı..."
Dobby kollarını Harry'nin beline dolayarak ona sarıldı.
"Harry Potter, Dobby'nin sandığından da daha büyük!" diye ağladı. "Elveda, Harry Potter". Ve büyük bir çatırtıyla, Dobby yok oldu.
Harry birçok Hogwarts şölenine katılmıştı, ama hiçbiri bunun gibi değildi. Herkes pijamalarıylaydı ve kutlamalar gece boyunca sürdü. Harry en iyi bölümün hangisi olduğuna karar veremiyordu. Hermione'nin, "Çözdün! Çözdün!" diye çığlık atarak ona doğru koşması mı; Justin'in Hufflepuff masasından koşarak gelip elini sıkması ve ondan şüphelenmiş olduğu için özür dilemesi mi; Hagrid'in üç buçukta gelip Harry'yle Ron'un omuzlarına, onları meyveli kremalı kek dolu tabaklarının içine düşürecek kadar hızlı şaplak atması mı;
Ron'la onun dört yüz puanının Gryffindor'a ikinci yıl üst üste Bina Kupası'nı kazandırması mı; Profesör McGonagall'ın kalkıp bütün sınavların okulun armağanı olarak iptal edildiğini söylemesi mi ("Yo, hayır!" demişti Hermione); Dumbledore'un, Profesör Lockhart'ın gidip hafızasını geri kazanması gerektiği için maalesef bir dahaki sene geri dönmeyeceğini duyurması mı? Sonuncusunun yol açtığı coşkuya birçok öğretmen de katıldı.
"Yazık," dedi Ron, biraz daha reçelli çörek alarak. "Tam da ona alışmaya başlamıştım."
Yaz döneminin geri kalan bölümü pırıl pırıl güneş ışığıyla geçti. Hogwarts normale dönmüştü, sadece birkaç küçük değişiklik vardı: Karanlık Sanatlara Karşı Savunma dersi iptal edildi ("ama biz nasılsa o konuda yeterince antrenman yaptık," dedi Ron, pek canı sıkkın görünen Hermione'ye) ve Lucius Malfoy yönetim kurulu üyeliğinden çıkarıldı. Draco artık okulda, orası kendine aitmiş gibi bir edayla dolaşmıyordu. Aksine, gücenik ve somurtkan görünüyordu. Diğer taraftan, Ginny Weasley gene son derece mutluydu.
Hogwarts Ekspresi'yle eve dönüş yolculuğu vakti çok çabuk geldi. Harry, Ron, Hermione, Fred, George ve Ginny'nin kendilerine ait bir kompartımanları vardı. Tatilden önce büyü yapabilecekleri son birkaç saatin tadını çıkardılar. Patlamalı Pişti oynadılar, Fred ve George'un Filibuster Maytapları'nın sonuncularını ateşlediler ve büyüyle birbirlerini silahsız bırakmaya çalıştılar. Harry bu konuda çok iyi hale gelmeye başlamıştı.
Neredeyse King's Cross'a varmışlardı ki, Harry'nin aklına bir şey geldi.
"Ginny - Percy'yi ne yaparken gördün de kimseye söylemeni istemedi?"
"Ha, o mu?" dedi Ginny kıkırdayarak. "Şey -
Percy'nin bir kız arkadaşı var."
Fred, George'un kafasına bir kitap bohçası düşürdü.
"Ne?"
"Şu Ravenclaw'lu Sınıf Başkanı, Penelope Clearwater," dedi Ginny. "Yaz boyunca ona mektup yazıyordu. Okulun her yerinde gizli gizli onunla buluşuyordu. Bir gün boş bir sınıfta öpüşürlerken yakaladım onları. Kız o saldırıya uğradığında Percy öyle üzüldü ki. Onunla dalga geçmezsiniz, değil mi?" diye ekledi endişeyle.
"Aklımızın ucundan bile geçmez," dedi Fred. Yüzünde sanki doğum günü erken gelmiş gibi bir ifade vardı.
"Kesinlikle," dedi George, pis pis gülerek.
Hogwarts Ekspresi yavaşladı ve sonunda durdu.
Harry bir tüy kalem ve bir parça parşömen çıkardı ve Ron'la Hermione'ye döndü.
"Buna telefon numarası deniyor," dedi Ron'a ve telefon numarasını iki kez yazarak parşömeni ikiye yırtıp ikisine de birer parça verdi. "Babana geçen yaz telefonun nasıl kullanıldığını anlatmıştım, hatırlayacaktır. Beni Dursley'lerden ara, olur mu? Sadece Dudley'yle konuşarak iki ay daha geçiremem..."
Trenden inip sihirli bölmeye doğru yürüyen kalabalığa katılırlarken, Hermione, “Teyzenle enişten gurur duyacaklar ama, değil mi?" dedi. "Yani bu yıl yaptıklarını duyunca."
"Gurur duymak mı?" dedi Harry. "Aklını mı oynattın sen? Ölmem için o kadar fırsat çıkmışken ve ben bunu başaramamışken mi? Sinirden çılgına dönecekler..." Ve hep birlikte geçitten geçerek Muggle dünyasına doğru yürüdüler.

...............THE END.............

GeCeLeR
12-10-2006, 01:42 AM
Harry Potter & Azkaban Tutsağı ( 3 )


BİRİNCİ BÖLÜM
Baykuş Postası

Harry Potter birçok açıdan son derece sıra dışı bir çocuktu. Her şeyden önce, yaz tatilinden yılın başka herhangi bir zamanından nefret ettiğinden daha fazla nefret ediyordu. Sonra gerçekten ev ödevini yapmak istiyordu, ama gecenin biı*- vaktinde, gizlice yapmak zorundaydı. Ayrıca da bir büyücüydü.
Saat gece yansına yaklaşıyordu ve Harry yüzükoyun yatağında yatıyordu. Battaniyeleri çadır gibi başının üstüne çekmişti, bir elinde bir fener vardı ve deri ciltli büyük bir kitabı (Bathilda Bagshot'un yazdığı Sihir Tarihi'ni) yastığa dayamıştı. Harry, kartal tüyünden kaleminin ucunu sayfadan aşağı doğru indirirken, bir yandan da kaşlarını çattı. "On Dördüncü Yüzyılda Cadüann Yakılması Tamamen Anlamsızdı - tarhsın" konulu kompozisyonu yazmada ona yardımcı olabilecek bir şey arıyordu.
Tüy kalem, işe yarar görünen bir paragrafın tepesinde durakladı. Harry yuvarlak gözlüğünü burnundan yukarı iterek, fenerini kitaba daha da yaklaştırdı ve okudu:
Büyü-dışı insanlar (ki genellikle Mııggle diye bilinirler) ortaçağda büyüden özellikle korkarlardı, ama onu tanımakta pek de başarılı değildiler. Gerçek bir cadı ya da büyücüyü yakaladıkları ender durumlarda, yakmanın hiç mi hiç etkisi olmazdı. Cadı ya da büyücü basit bir Alev Dondurma Büyüsü uygular, sonra da, bir yandan hafif, gıdıklayıcı bir hissin keyfini çıkarırken, bir yandan da acıyla haykırıyor taklidi yapardı. Hatta Acayip VVen-delin yakılmaktan öyle hoşlanırdı ki, çeşitli kılıklara bürünmüş olarak tam kırk yedi kere kendisini yakalamalarına izin vermişti.
Harry tüy kalemini dişlerinin arasına sıkıştırıp, mürekkep şişesiyle bir parşömen tomarı almak için yastığının altına uzandı. Yavaşça ve büyük bir özenle mürekkep şişesinin kapağını açtı, kalemini içine batırdı ve yazmaya başladı. Arada bir durup dinliyordu, çünkü Dursley'lerden biri banyoya giderken tüy kaleminin hışırtısını duyarsa, kendini yazın geri kalan bölümünde merdivenin altındaki dolaba kilitlenmiş bulabilirdi.
Privet Drive 4 numarada oturan Dursley ailesi, Harry'nin yaz tatillerinden hoşlanmayışının nedeniydi. Vernon Enişte, Petunia Teyze ve oğullan Dudley, Harry'nin hayattaki tek akrabalarıydı. Hepsi Muggle'dı ve büyüye karşı pek ortaçağ usulü bir tavır benimsemişlerdi. Harry'nin cadı ve büyücü olan ölmüş annesiyle babasının adı, Dursley'lerin çatısı altında asla anılmazdı. Petunia Teyze ve Vernon Enişte yıllar boyunca Harry'yi mümkün olduğunca ayak altında çiğneyerek içindeki
10
sihri ezebüeceklerini umut etmişlerdi. Ama, hiddetten köpürseler de başarıya erişememişlerdi ve şimdi de ya birisi Harry'nin hayatının son iki yılını Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu'nda geçirdiğim anlarsa diye dehşet içinde yaşıyorlardı. Bugünlerde Dursley'lerin en fazla yapabildiği şey, Harry'nin büyü kitaplarını, asasını, kazanını ve süpürgesini yaz tatilinin başında saklayarak komşularla konuşmasını yasaklamaktı.
Büyü kitaplarından böylece aynlmak Harry için gerçek bir sorun oluşturuyordu, çünkü Hogwarts'taki öğretmenleri tatil için ona bir sürü ev ödevi vermişti. Kompozisyonlardan birini, Ufalma İksiri hakkındaki baş belası kompozisyonu, en sevmediği öğretmeni Profesör Snape için yazması gerekiyordu. Snape, Harry'ye bir ay ceza vermek için herhangi bir bahane bulmaktan pek memnun.kalırdı. Harry de bu yüzden tatilin ilk haftasında eline geçen şansa sıkı sıkıya sarılmıştı. Vernon Enişte, Petunia Teyze ve Dudley, Vernon Enişte'ye şirketin verdiği yeni arabaya hayranlıklarını belirtmek için ön bahçeye gittiklerinde (çok yüksek sesle ki komşular da duyabilsin), Harry usul usul aşağı inmiş, merdivenin altındaki dolabın kilidini açmış, kitaplarından bir kısmını kaptığı gibi yatak odasına getirip saklamıştı. Çarşaflarda mürekkep lekesi bırakmadıkça, Dursley'ler onun geceleri sihir çalıştığını asla anlamazdı.
Harry o anda teyzesi ve eniştesiyle bir sorun çıkmasın diye çok özen gösteriyordu, çünkü zaten aralan li-moniydi. Hem de, tatil başladıktan bir hafta sonra kendisi gibi bir büyücüden telefon geldi diye.
11
Harry'nin Hogvvarts'taki en iyi arkadaşlarından biri olan Ron Weasley, hepsi büyücü olan bir aileden geliyordu. Yani Harry'nin bilmediği birçok şeyi biliyordu, ama daha önce hiç telefon etmemişti. Şu şanssızlığa bakın ki telefona Vernon Enişte cevap vermişti. "Buyrun, ben Vernon Dursley." O sırada tesadüfen odada olan Harry, Ron'un sesinin cevap verdiğini duyunca donup kalmıştı.
"ALO? ALO? BENİ DUYUYOR MUSUNUZ? BEN - HARRY - POTTER'LA GÖRÜŞMEK - İSTİYORUM!" Ron öyle bağırıyordu ki, Vernon Enişte yerinden zıpladı ve ahizeyi kulağından yarım metre uzakta tuttu, ona öfke ve hayret karışımı bir ifadeyle bakıyordu.
Ağızlık yönünde, "KİMİNLE GÖRÜŞÜYORUM?" diye kükredi. "KİMSİNİZ?"
Ron, "RON - WEASLEY!" diye haykırdı ona cevap olarak. Sanki Vernon Enişte ile ikisi bir futbol sahasının iki ucundan konuşuyorlardı. "BEN - HARRY'NİN -OKULDAN- ARKADAŞIYIM -"
Vernon Enişte'nin bakışları bir anda, olduğu yerde kalakalmış Harry'ye döndü.
"BURADA HARRY POTTER FALAN YOK!" diye kükredi. Şimdi, sanki patlamasından korkuyormuş gibi, ahizeyi kol boyu uzaklıkta tutuyordu. "HANGİ OKULDAN SÖZ ETTİĞİNİ BİLMİYORUM! BİR DAHA ASLA BENİ ARAMA! SAKIN AİLEMİN YANINA YAKLAŞMA!"
Ve zehirli bir örümceği atıyormuş gibi, ahizeyi telefonun üstüne fırlattı.
12
Bunu izleyen kavga, o zamana kadarki en berbat kavgalardan biri oldu.
Vernon Enişte, Harry'yi tükürük içinde bırakarak, "SEN BENİM TELEFONUMU NE CESARETLE ŞEY GİBİ - SENİN GİBİ İNSANLARA VERİRSİN!" diye kükredi.
Ron belli ki Harry'nin başını derde soktuğunu fark etmişti, çünkü bir daha aramadı. Hogwarts'taki öbür arkadaşı, Hermione de onunla bağlantı kurmamıştı. Harry, Ron'un aramasın diye onu uyardığından kuşkulanıyordu. Yazık, çünkü Harry'nin sınıfının en akıllı cadısı Hermione, annesiyle babası Muggle olduğu için telefonu nasıl kullanması gerektiğini pek güzel biliyordu ve herhalde Hogwarts'a gittiğini söylemeyecek kadar da aklı selim sahibiydi.
Böylece Harry beş uzun hafta boyunca büyücü arkadaşlarının hiçbirinden haber alamadı, yani bu yaz da neredeyse geçen yaz kadar berbat geçmeye aday görünüyordu. Sadece bir tek, çok küçük iyileşme vardı: Ondan, arkadaşlanna mektup göndermek için yararlanmayacağına yemin ettikten sonra, Harry'nin geceleri baykuşu Hedwig'i dışarı salmasına izin verilmişti. Vernon Enişte, Hedwig'in kafesinde hep kapalı kalınca çıkardığı şamata yüzünden pes etmişti.
Harry, Acayip YYendelin hakkında yazmayı bitirdi, durup yine dinledi. Karanlık evin sessizliği sadece azman kuzeni Dudley'nin uzaktan gelen homurtulu horultusuy-la bozuluyordu. Saat çok geç olmalıydı. Harry'nin gözleri yorgunluktan kaşınıyordu. Belki de bu kompozisyonu ertesi gece bitirirdi...
13
Mürekkep şişesinin kapağını kapattı, yatağının altından eski bir yastık kılıfını çekip aldı, fenerini, Sihir Tarihi'ni, kompozisyonunu, tüy kalemiyle mürekkebi içine koydu, yataktan kalkıp hepsini yatağının altındaki gevşek bir tahtanın dibine gizledi. Sonra ayağa kalktı, gerindi ve yatağının yanındaki komodinin üstünde duran ışıklı çalar saatin kaçı gösterdiğine baktı.
Gecenin biriydi. Harry aniden midesinde tuhaf bir sarsınh hissetti. Farkına bile varmadan tam bir saattir on üç yaşındaydı.
Harr/nin bir başka sıra dışı yanı da, doğum günlerini hiç beklememesiydi. Ömründe hiç doğum günü kartı almamıştı. Dursley'ler onun son iki doğum gününü tamamen bilmezlikten gelmişlerdi, .bu seferkini hatırlayacaklarım sanmak için de hiçbir nedeni yoktu.
Harry karanlık odayı boydan boya yürüdü, Hed-wig'in büyük, boş kafesinin yanından geçip açık pencereye gitti. Pervaza yaslandı, battaniyenin altında onca zaman kaldıktan sonra serin gece havasının yüzüne vuruşu pek hoştu. Hedwig gelmeyeli iki gece olmuştu. Harry onun için kaygılanmıyordu -daha önce de bu kadar süreyle gittiği olmuştu- ama geriye çabuk döneceğini umut ediyordu. Bu evde onu görünce irkilmeyen tek canlı oydu.
Harry, yaşına göre ufak tefek ve zayıf olsa da, son yılda birkaç santim uzamıştı. Ama kuzgun karası saçları her zaman nasılsa öyleydi: Ne yaparsa yapsın inatla dağınık kalıyordu. Gözlüklerinin arkasındaki gözleri parlak yeşildi ve alnında, saçının arasından açıkça görülebilen, şimşek biçiminde ince bir yara izi vardı.
14
Harry'ye ilişkin sıra dışı şeylerin içinde en olağanüstü olanı bu yara iziydi. İz, Dursley'lerin on yıldır söyledikleri gibi, Harry'nin annesiyle babasını öldüren araba kazasından yadigâr kalmamıştı. Çünkü Lily ve James Potter bir araba kazasında ölmemişlerdi. Öldürülmüşlerdi, yüzyılın en fazla korkulan Karanlık Büyücüsü, Lord Voldemort tarafından. Voldemort'un laneti, Harry'yi öldüreceğine kendisine geri dönünce, Harry bu saldırıdan yalnızca alnında bir yara iziyle kurtulmuştu. Canını zor kurtaran Voldemort ise kaçmıştı...
Ne var ki Harry daha sonra onunla Hogvvarts'ta karşı karşıya gelmişti. Karanlık pencerede durmuş son karşılaşmalarını hatırlarken, on üçüncü doğum gününe ulaştığı için bile talihli olduğunu kabul etti.
Hedwig'den bir işaret görmek için yıldızlı gökyüzünü bakışlarıyla taradı. Belki de gagasından sarkan ölü bir fareyle, övgü bekleyerek, ona doğru süzülüyordu Çatıların üzerinden dalgın dalgın bakan Harry'nin ne gördüğünün farkına varması birkaç saniye sürdü.
Altın ^ron üstüne silueti çizilmiş ve her an daha da büyüyen, iri, garip şekilde yan yan giden bir yaratık vardı ve Harry'nin yönünde kanat çırpıyordu. Harry hayli hareketsiz durarak onun gittikçe alçalmasını gözledi. Bir an için, eli pencere mandalında, tereddüt etti, acaba kapasam mı diye düşünüyordu, ama o sırada garip yaratık Privet Drive'ın sokak lambalarından birinin üzerinden süzüldü ve onun ne olduğunu anlayan Harry yana sıçradı.
Üç baykuş süzülerek pencereden içeri girdi, iki ta-
15
nesi baygına benzeyen üçüncüyü taşıyordu. Yumuşak bir pat sesiyle Harry'nin yatağına kondular, büyük ve kurşuni renkte olan ortadaki baykuş dosdoğru yatağa devrildi ve hareketsiz kaldı. Bacaklarına koca bir paket bağlanmıştı.
Harry baygın baykuşu hemen tanıdı - Adı Errol'dı ve VVeasley ailesine aitti. Harry anında yatağa koştu, Er-roî'ın bacaklarmdaki ipleri çözdü, paketi çıkardı ve sonra da onu Hedwig'in kafesine taşıdı. Errol mahmur gözlerinden birini açtı, cılız bir ötüşle teşekkür etti ve lakır lakır su içmeye koyuldu.
Harry diğer iki baykuşun yanına döndü. Bunlardan biri, büyük, kar beyazı dişi baykuş, kendi kuşu Hed-wig'di. O da bir paket taşıyordu ve kendinden pek hoşnut görünüyordu. Onu yükünden kurtaran Harry'ye gagasıyla sevgi dolu bir öpücük verdi, sonra da Errol'ın yanına gitmek için odanın öbür yanına uçtu.
Harry güzel, kahverengi bir kuş olan üçüncü baykuşu tanımadı, ama nereden geldiğini hemen anladı. Çünkü üçüncü pakete ek olarak, Hogwarts armasının bulunduğu bir mektup taşıyordu. Harry bu baykuşu görevinden azat edince, hayvan kendini beğenmiş bir şekilde tüylerini kabarttı, kanatlarını gerdi ve pencereden dışarı uçup geceye karıştı.
Harry yatağına oturdu, Errol'ın paketini kaptı, ambalaj kâğıdını koparıp açtı ve içinde altın yaldızlı kâğıda sarılı bir hediyeyle ilk doğum günü kartını buldu. Parmaklan hafifçe titreyerek zarfı açtı. İki parça kâğıt düştü - bir mektup ve bir gazete kupürü.
16
Kupür belli ki büyücülerin gazetesi Gelecek Posta-sz'ndan kesilmişti, çünkü siyah-beyaz resimdeki insanlar hareket ediyorlardı. Harry kupürü alıp kırışıklarını düzeltti ve okudu.
SİHİR BAKANLIĞI GÖREVLiSi BÜYÜK ÖDÜLÜ KAPTI
Sihir Bakanlığı Muggle Eşyalarının Kötüye Kullanımı Dairesi Başkanı Arthur VVeasley, Gelecek Posta-sı'mn yıllık Büyük ödül Galleon Çekilişini kazandı.
Çok memnun görünen Mr VVeasley, Gelecek Postası 'na, "Altınları Mısır'da bir tatil yaparak harcayacağız," dedi. "En büyük oğlumuz Bili orada, Gringotts Büyücülük Bankasının lanet bozucusu olarak çalışıyor."
VJeasley ailesi Mısır'da bir ay geçirdikten sonra, yeni okul yılının başlangıcı nedeniyle, Weasley çocuklarından beşinin devam ettiği Hogwarts'a geri dönecek.
Harry hareket eden resmi inceledi ve büyük bir piramit önünde duran dokuz VVeasley'nin birden ona coşkuyla el salladığını görünce yüzüne bir tebessüm yayıldı. Tombul küçümen Mrs VVeasley; uzun boylu, saçlan açılmakta olan Mr VVeasley; altı oğul ve bir kız. Siyah-beyaz resimde görünmese bile, hepsi de alev gibi kızıl saçlı. Resmin tam ortasında, uzun boylu ve leylek bacaklı Ron duruyordu, faresi Scabbers omzundaydı, kolunu da küçük kardeşi Ginny'ye dolamıştı.
Harry büyük bir altın yığınını kazanmayı çok iyi huylu ve son derece yoksul olan VVeasley'lerden daha
17
fazla hak edecek birilerim düşünemiyordu. Ron'un mektubunu alıp açtı.
Sevgili Harry,
Mutlu yıllar!
Eak, o telefon için gerçekten üzgünüm. Umarım Muggle'lar burnundan getirmemiştir. Babama sordum, o da herhalde bağırmamam gerektiğini söyledi.
Burada, Mısır'da her şey harika. Bili bize mezarları gezdirdi, bu eski Mısırlı büyücülerin onlara koyduğu lanetlere inanamazsın Annem Ginny'nin sonuncusuna girmesine izin vermedi. Orası, mezara izinsiz dalan ve fazladan başlan falan çıkmış Muggle'İann değişime uğramış iskeletlerimle doluydu.
Babam Gelecek Postası'nın çekilişini kazanınca inanamadım buna. Yedi yüz galleon! Çoğu bu tatile gitti, ama bana önümüzdeki yü için yeni bir asa alacaklar.
Harry, Ron'un eski asasının çatladığı olayı çok iyi hatırlıyordu. Asa, ikisinin binip Hogwarts'a uçtukları araba okul arazisinde bir ağaca çarpınca çatlamıştı.
Yeni sömestr başlamadan bir hafta kadar önce geleceğiz, benim asamı ve yeni kitaplarımızı almak için Londra'ya gideceğiz. Oyada seninle karşılaşma şansı var mı?
Mııggle'larm moralini bozmasına izin verme!
Londra'ya gelmeye çalış,
Ron
18
Not: Percy, Öğrenci Başı oldu. Mektubu geçen hafta aldı.
Harry fotoğrafa bir göz attı. Hogwarts'ta yedinci ve son yılında olan Percy'nin pek kendini beğenmiş bir hali vardı. Öğrenci Başı rozetini, düzenli saçlarının tepesine fütursuzca tünemiş olan fesine iğnelemişti, bağa çerçeveli gözlüğü Mısır güneşinde parıldıyordu.
Harry şimdi de hediyesini alıp açtı. Paketin içinde minyatür bir cam topaca benzeyen bir şey vardı. Altında da Ron'dan bir başka not.
Harry - bu bir Cep Sinsioskopu. Etrafta güvenilmez biri varsa, parlaması ve olduğu yerde dönmesi gerekiyor. Bili bunun büyücü turistler için satılan saçma sapan bir şey olduğunu söylüyor, güvenilir değilmiş. Dün akşam yemeğinde yanıp durdu da ondan. Ama Bili o sırada Fred'le George'un çorbasına böcek koyduklarının farkında değildi.
Eyvallah - Ron
Harry, Cep Sinsioskopu'nu komodinin üstüne koydu, sivri ucunda dengelenen alet kıpırtısız durmuş, Harry'nin saatinin fosforlu akrebiyle yelkovanını yansı-Uyordu. Harry birkaç saniye mutlulukla ona baktı, sonra Hedvvig'in gönderdiği paketi eline aldı.
Bunda da ambalajı içinde bir hediye, bir kart ve bir mektup vardı. Bu seferkiler Hermione'den gelmişti.
19
Sevgili Harry,
Ron bana yazıp Vernon Enışte'ne ettiği telefondan söz ettL Umarım iyisindir.
Şu anda Fransa'da tatildeyim ı ve bunu sana nasıl göndereceğimi bilmiyorum -ya Gümrük'te açarlarsa? -derken Hedwig çıkageldi! Sanırım, bir değişiklik olsun diye doğum gününde bir şey almar>dnn emin olmak istiyordu. Hediyeni baykuş-siparişiyle {»Mrttim; Gelecek Postası'nöa ilanı vardı (Onu da buraya getirtiyorum, büyücülük dünyasında olup bitenin*, izleyebilmek öyle iyi oluyor ki). Ron 'la ailesinin bir hafi 7 önce çıkan resmini gördün mü? Eminim bir sürü şey öğreniyordur, gerçekten kıskanıyorum - eski Mısır büyücüleri muhteşemdi.
Burada da ilginç bir yerel büyücülük tarihi var. öğrendiğim bazı şeyleri eklemek için bütün Sihir Tarihi kompozisyonumu yeniden yazdım. Umarım çok uzun olmamıştır, Profesör Binns'in istediğinden iki parşömen tomarı daha fazla.
Ron tatilin son haftasında Londra'da olacağını söylüyor. Sen de gelebilir misin? Teyzenle enişten gelmene izin verir mi? Keşke gelebilsen. Olmazsa seni Eylül'ün birinde Hogwarts Ekspresi'nde görürüm!
Sevgiler
Hermione
Not: Ron, Percy'nin öğrenci Başı olduğunu söylüyor. Eminim bu sahiden hoşuna gitmiştir. Ron pek memnun kalmışa benzemiyor.
20
Harry, Hermione'nin mektubunu bir kenara koyup hediyesini alırken yine güldü. Paket çok ağırdı. Hermi-one'yi tanıdığı için, hediyenin çok zor büyülerle dolu koca bir kitap olacağından emindi - değildi oysa. Kâğıdı yırtıp da üzerinde simden harflerle Süpürge Bakım Seti yazan parlak siyah deri bir çanta görünce kalbi deli gibi çarptı.
Harry, "Vay canına, Hermione!" diye fısıldadı, çantanın içine bakmak için fermuarını açtı.
İçinde büyük bir kavûnoz Fleetvvood Sap Rötuş Cilası, pırıl pırıl gümüş bir Kuyruk Çalısı Makası, uzun yolculuklarda süpürgenize tutturmak için minik pirinçten bir pusula ve bir Kendi Kendine Süpürge Bakımı Elki-tabı vardı.
Arkadaşlan dışında Harry, Hogvvarts'ı en çok Qu-idditch için özlüyordu: Sihir dünyasının bu en popüler sporu son derece tehlikeliydi, çok heyecanlıydı ve süpürgeler üzerinde oynanıyordu. Harry ise çok iyi bir Quidditch oyuncusuydu, Hogwarts binalarından birinin takımına son yüzyıl içinde seçilen en genç oyuncu olmuştu. En değerli hazinelerinden biri de, yanş süpürgesi Nimbus İki Bin'di.
Harry deri çantayı bir yana bırakıp son paketini eline aldı. Ambalaj kâğıdı üzerindeki eğri büğrü yazıyı hemen tanıdı: Paket, Hogwarts bekçisi Hagrid'den geliyordu. Üstteki kâğıt tabakasını yırtanca gözüne yeşil ve derimsi bir şey çarptı, ama daha onu doğru dürüst açamadan paket garip bir şekilde titredi ve içinde her ne varsa, gürültülü bir takırtı geldi - sanki çenesi varmış gibi.
Harry donup kaldı. Hagrid'in ona kasıtlı olarak as-
21
la tehlikeli bir şey göndermeyeceğini biliyordu, ne var ki Hagrid tehlikeli şeyler konusunda normal bir insan gibi düşünmezdi. Dev örümceklere dostluk gösterdiği, meyhanelerdeki adamlardan hırçın, üç başlı köpekler satın aldığı ve kulübesine gizlice yasadışı ejderha yumurtaları soktuğu görülmüştü.
Harry pakete endişeyle dokundu. Paket yeniden yüksek sesle takırdadı. Harry komodininin üstündeki lambaya uzandı, bir eliyle onu sıkıca yakaladı ve vurmaya hazır şekilde başının üstüne kaldırdı. Sonra öbür eliyle ambalaj kâğıdının geri kalanını yakalayıp çekti.
Ve dışan bir şey düştü - bir kitap. Harry üzerinde altın yaldızlı harflerle Canavar Kitap: Canavarlar yazan güzel, yeşil kapağını şöyle bir görebilmişti ki, kitap yan tarafına atladı ve garip bir yengeç gibi, yatağın üzerinde yan yan seğirtti.
"Ahha!" diye mırıldandı Harry.
Kitap gürültülü bir tıkırtıyla yataktan yuvarlandı ve odanın öbür yanına doğru hızla atıldı. Harry çaktırmadan onu izledi. Kitap çalışma masasının altındaki karanlık boşlukta saklanıyordu. Dursley'lerin hâlâ mışıl mışıl uyuyor olması için dua eden Harry dört ayak üstüne çöküp ona doğru uzandı.
"Ayy!"
Kitap elinin üstüne kapandı, sonra da hâlâ kapakları üzerinde seğirterek onun yanından çırpınıp geçti. Harry fırladı, ileri atıldı ve kitabı yere yapıştırmayı başardı. Yandaki odada uyuyan Vernon Enişte yüksek sesle, uykulu bir homurtu salıverdi.
22
Harry mücadele eden kitabı kollarının arasına iyice kıstırıp şifonyere koştu, bir kemer çıkararak kitabın çevresine sıkıca tutturdu. Bu arada Hedwig ve Errol il-giyie onu izliyorlardı. Canavar Kitap öfkeyle ürperdi, ama artık ne kuş kanadı gibi çırpınıyordu, ne de ısırabi-liyordu. Harry de onu yatağın üstüne atıp Hagrid'in kartına uzandı.
Sevgili Harry, Nice yıllara!
Bu, önümüzdeki yıl sana yararlı olur dedim. Daha fazlasını lıurda söylemem. Seni görünce anlatırım.
Umarım Muggle'lar sana iyi muamele ediyorlardır.
En iyi dileklerimle,
Hagrid
Harry, Hagrid'in ısıran bir kitabın yararlı olacağını düşünmesini tekinsiz buldu, ama Hagrid'in kartını da Ron ve Hermione'ninkinin yanına yerleştirdi. Ağzı kulaklarına varmıştı. Geriye sadece Hogwarts'tan gelen mektup kalmıştı artık.
Bunun her zamankinden kalın olduğunu fark eden Harry, zarfı açtı, içindeki ilk parşömen sayfasını çıkardı ve okudu:
Sevgili Mr Potter,
Yeni okul yılının ı EylüJ'de başlayacağın^ bildirmek isteriz. Hogıvarts Ekspresi, King's Cross Istasyonıı'nda Peron Dokuz Üç Çeyrek'ten saat on birde kalkacak.
23
Üçüncü sınıfların bazı hafta sonlarında Hogsmeade köyünü ziyaret etmelerine izin veriliyor. Lütfen ilişikteki izin belgesini imzalaması için anne-babanıza ya da velinize ver in.
Önümüzdeki yıl için gerekli olan kitapların listesi ilişiktedir.
Saygılarımla,
Profesör M. McGonagall
Müdür Yardımcısı
Harry, Hogsmeade izin belgesini zarftan çekip baktı, artık gülümsemiyordu. Hafta sonlarında Hogsme-ade'i ziyaret etmek harika olurdu; orasının tamamen büyücülere ait bir köy olduğunu biliyordu ve daha adımını bile atmamıştı. İyi de, Vernon Enişte ya da Petunia Teyze'yi bu belgeyi imzalamaya nasıl ikna edecekti?
Çalar saate baktı. Sabahın ikisi olmuştu.
Hogsmeade belgesi hakkında ertesi sabah uyanınca üzülmeye karar veren Harry yeniden yatağına gitti ve kendisi için yaptığı, Hogwarts'a dönene kadar kaç gün kaldığını gösteren çizelgede bir günü daha karalamak için uzandı. Soma gözlüğünü çıkarıp, gözleri açık, yüzü üç doğum günü Vartına dönük, yatağa uzandı.
Ne kadar sıra dışı olursa olsun, Harry Potter o anda herkesin hissettiklerini hissediyordu: Ömründe ilk kez, o gün doğum günü olduğu için mutluydu.

GeCeLeR
12-10-2006, 01:43 AM
İKİNCİ BÖLÜM
Marge Hala'nın Büyük Hatası


Harry ertesi sabah kahvaltıya indiğinde, üç Dursley de kahvalh masasının etrafında oturuyordu. Yepyeni bir televizyonu izliyorlardı, buzdolabı ile salondaki televizyon arasındaki yolun uzunluğundan yüksek sesle şikâyet edip duran Dudley için bir "eve hoş geldin" hediyesi. Dudley yazlan vaktinin çoğunu, küçük domuz gözleri ekrana çivilenmiş, beş gıdısı o yerken sürekli titreyerek, mutfakta geçirirdi.Harry, Dudley ile boynu kısa, bıyığı gür, iriyarı, kalıplı Di adam olan Vernon Enişte'nin arasına oturdu. Harry'ye uvıllu yıllar dilemek bir yana, Dursley'4er onun odaya girdiğini fark ettikleri yolunda bir işaret bile vermediler, ama Harry bu muameleye öyle alışkındı ki aldırmadı. Kendine bir parça kızarmış ekmek aldı, sonra da kaçak bir mahkûm hakkındaki bir haberin orta yerinde olan televizyondaki spikere baktı.
"... halk, Black'in silahlı ve son derece tehlikeli olduğu konusunda uyarılmıştır. Özel bir telefon hattı kurulmuştur, Black'i görenler hemen buraya haber vermelidir."
25
Vernon Enişte, gazetesinin üstünden tutsağa bakarak, "Onun beş para etmediğini bize söylemelerine gerek yok," diye homurdandı "Şu haline bak, pis serseri! Saçına bakın şunun!"
Yan yan Harry'ye pis bir bakış attı, Harry'nin dağınık saçları onun için hep bir kızgınlık kaynağı olmuştu. Ama kupkuru yüzü, dirseğine kadar inen keçeleşmiş, arapsaçı gibi saçlarla çevrili olan televizyondaki adamla karşılaştırınca, Hany kendini gerçekten temiz pak hissetti.
Spiker yeniden ortaya çıkmıştı.
"Tarım ve Balıkçılık Bakanlığı'nın bugün ilan edeceği..."
Vernon Enişte spikere kötü kötü bakarak, "Dur bakalım!" dedi havlarcasına. "Bize manyağın nereden kaçtığını söylemedin! Bunun ne yaran var? Deli herif şu an sokakta buraya doğru geliyor olabilir!"
Kemikli ve at suratlı Petunia Teyze, şimşek gibi dönerek mutfak penceresinden dikkatle dışarı baktı. Harry onun özel telefon hattını arayacak kişi olmaya bayılacağını biliyordu. Petunia Teyze dünyanın en meraklı kadınıydı ve hayatının büyük kısmını sıkıcı, yasalara saygılı komşularını casus gibi gözleyerek geçirmişti.
Vernon Enişte kocaman mor yumruğuyla masaya vurarak, "Ne zaman öğrenecekler?" dedi, "Böyle insanlarla başa çıkmanın tek yolu idam!"
Hâlâ gözlerini kısmış, kapı komşusunun çalı fasulyelerine bakan Petunia Teyze, "Çok doğru," dedi.
26
Vernon Enişte fincamndaki çayı bitirdi, saatine baktı ve ekledi: "Hemen çıksam iyi olur, Petunia, Marge'm treni saat onda geliyor."
Aklı yukarı kattaki Süpürge Bakım Seti'nde olan Harry, bu nahoş darbeyle dünyaya döndü.
"Marge Hala mı?" diye kekeledi. "O - o buraya gelmiyor, değil mi?"
Marge Hala, Vernon Enişte'nin kardeşiydi. Harry ile onun arasında kan bağı olmadığı halde (Harry'nin annesi, Petunia Teyze'in kardeşiydi) ömür boyu ona "hala" demeye zorlanmıştı. Marge Hala kent dışında, buldok yetiştirdiği büyük bahçeli bir evde otururdu. Privet Drive'da pek kalmazdı, çünkü kıymetli köpecik-lerini bırakmaya içi elvermezdi, ama onun ziyaretlerinin her biri Harry'nin aklına korkunç bir canlılıkla kazınmıştı.
Dudle/nin beşinci doğum günü partisinde Marge Hala, Harry'nin, yeğenini müzikli biblolar oyununda yenmesini önlemek için bastonuyla incik kemiklerine vurmuştu. Birkaç yü sonra Noel'de gelmiş, Dudley'ye bilgisayarlı bir robot, Harry'ye de köpek bisküvisi getirmişti. Onun Hogwarts'a başlamasından bir önceki yılda yaptığı son ziyarette Harry kazayla en sevdiği köpeğinin patisine basmıştı. Ripper, Harry'yi bahçeye kadar kovalamış, o da bir ağaca tırmanmıştı ve Marge Hala saat gece yarısını geçene kadar onu çağırmayı reddetmişti. Bu olayın anısı hâlâ Dudley'nin gözlerinin gülmekten yaşarmasına yol açıyordu.
Vernon Enişte, "Marge bir hafta burada kalacak,"
27
diye hırladı, "ve hazır konu açılmışken," dedi, şişman parmağıyla tehdit edici şekilde Harry'yi göstererek, "ben onu almadan önce bazı şeyleri açıklığa kavuşturmamız gerekiyor."
Dudley yılışık yılışık sırıtarak televizyon izlemekten vazgeçti. Vernon Enişte'nin Harry'ye zorbalık etmesini izlemek onu en fazla eğlendiren şeydi.
"Önce," diye hırladı Vernon Enişte, "Marge'la konuşurken terbiyeni takınacaksın."
Harry acı acı, "Tamam," dedi, "o da takınırsa."
"İkinci olarak," dedi Vernon Enişte, Harry'nin cevabını duymamış gibi davranıyordu, "Marge senin anormalliğin haVkında hiçbir şey bilmediği için, o buradayken hiçbir - ama hiçbir acayip şey istemiyorum. Adam gibi davran, anlıyor musun?"
Harry dişlerini sıkarak, "O davranırsa, ben de davranırım," dedi.
"Ve üçüncü olarak," dedi Vernon Enişte, hain küçük gözleri şimdi kocaman mor yüzünde çizik çizik olmuştu, "Marge'a senin St Brutus İflah Olmaz Suçlu Çocuklar Güvenlik Merkezi'ne gittiğini söyledik."
"Ne?" diye feryat etti Harry.
"Ve sen de öyle diyeceksin, yoksa karışmam," dedi Vernon Enişte, tükürürcesine.
Harry, yüzü bembeyaz, küplere binmiş halde oracıkta oturmuş Vernon Enişte'ye bakıyor, duyduklarına inanamıyordu. Marge Hala bir haftalık bir ziyaret için geliyordu - bu, Dursley'lerin ona verdiği en berbat doğum günü hediyesiydi, eniştesinin eski çorapları dahil.
28
Vernon Enişte ağır ağır ayağa kalkarak, "Eh, Petu-nia/' dedi, "öyleyse ben istasyona gidiyorum. Sen de gelmek ister misin, Dudd?"
"Hayır," dedi Dudley, babası Harry'yi tehdit etmeye son verdiği için yine televizyonu izlemeye koyulmuştu.
Petunia Teyze, Dudley'nin kalın telli san saçlarını düzeltti. "Duddy halası için şıkır şıkır giyinecek. Anneciği ona yepyeni, güzel mi güzel bir papyon kravat aldı."
Vernon Enişte, Dudley'nin besili omzuna bir şaplak attı.
"Öyleyse birazdan görüşürüz," dedi ve mutfaktan çıktı.
Dehşetten kendinden geçmiş gibi oturan Harry'nin aklına birden bir fikir geldi. Kızarmış ekmeğini bırakarak hemen ayağa kalktı ve ön kapıya giden Vernon Enişte'nin ardına düştü.
Eniştesi araba ceketini giymekteydi.
Dönüp de Harry'nin ona baktığını görünce, "Seni götürmüyorum," diye hırladı.
Harry soğuk soğuk, "Sanki gelmek isteyen var da," dedi. "Size bir şey sormak istiyorum."
Vernon Enişte kuşkuyla ona baktı.
"Hog - yani okulumdaki üçüncü sınıfların bazen köyü ziyaret etmesine izin veriliyor," dedi Harry.
Vernon Enişte kapının yanındaki bir kancadan araba anahtarlarını alarak, "Ee?" diye lafı ağzına tıkadı.
Harry telaşla, "İzin belgesini imzalamanız gerek," dedi.
29
Eniştesi, "Niye imzalayacakmışım peki?" diye dudak büktü.
"Eh," dedi Harry, kelimelerini dikkatle seçerek, "zor iş olacak çünkü, Marge Hala'ya numara yapmak, o şeye gidiyorum diye, neydi hani St..."
Vernon Enişte, "St Brutus İflah Olmaz Suçlu Çocuklar Güvenlik Merkezi!" diye böğürdü ve Harry sesinde belirgin bir panik tınısı duyarak memnun oldu.
Onun kocaman, mor renkli yüzüne sakin sakin bakarak, "Aynen öyle," dedi. "Uzun uzun ezberlemek gerek. Üstelik de inandırıcı şekilde söylemeliyim, değil mi? Ya kazayla ağzımdan bir şey kaçınrsam?"
"Eşek sudan gelene kadar dayak yersin o zaman, ona göre!" diye kükredi Vernon Enişte, yumruğu havada Harry'nin üstüne yürüyerek. Ama Harry pes etmedi.
Azimle, "Bana eşek sudan gelene kadar dayak atmak Marge Hala'mn söyleyebileceklerimi unutmasını sağlamaz," dedi.
Vernon Enişte durdu, yumruğu hâlâ havadaydı, yüzü çirkin bir patlıcan moruna bürünmüştü.
Harry çabucak, "Ama izin belgemi imzalarsanız," dedi, "yemin ederim ki sözde hangi okula gittiğimi hatırlarım ve davranışlarım da tıpkı bir Mug - yani normal olurum, falan."
Harry, Vernon Enişte'nin meseleyi yeniden düşündüğünü görüyordu, dişleri meydanda olsa ve alnında bir damar atsa bile. '
Sonunda, "Tamam," diye kesip attı. "Marge'ın ziyareti sırasında davranışlarını dikkatle izleyeceğim. Eğer
30
bu ziyaretin sonunda yoldan çıkmaz ve dediklerimi doğrulamış olursan, kahrolası belgeni imzalarım."
Hışımla döndü, ön kapıyı açtı ve öyle hızla çarptı ki, tepedeki küçük renkli camlardan biri yere düştü.
Harry mutfağa dönmedi. Üst kata, kendi yatak odasına çıktı. Gerçek bir Muggle gibi hareket edecekse, işe şimdiden başlaması isabet olurdu. Yavaşça ve üzüntüyle bütün hediyelerini, doğum günü kartlarım topladı, ev ödeviyle birlikte gevşek döşeme tahtasının altına sakladı. Sonra Hedwig'in kafesine gitti. Errol kendine gelmiş görünüyordu, o ve Hedwig, kafaları kanatlarının altında uyuyorlardı. Harry içini çekti, sonra ikisini de dürtüp uyandırdı.
Kederle, "Hedwig," dedi, "bir hafta kadar buralarda görünmemen gerek. Errol'la git, Ron sana göz kulak olur. Ona durumu açıklayan bir not yazarım. Bana da öyle bakma" - Hedwig'in kehribar rengi büyük gözlerinde suçlayıcı bir ifade vardı, "benim kabahatim değil. Ron ve Hermione ile birlikte Hogsmeade'i ziyaret edebilmemin tek yolu bu."
On dakika sonra Errol ve (bacağına Ron için bir not bağlanmış olan) Hedwig, pencereden dışarı süzülüp gözden kayboldular. Şimdi kendini gerçekten berbat hisseden Harry de boş kafesi gardırobuna koyup ortadan kaldırdı.
Ama Harry'nin acı acı düşünecek pek vakti olmadı. Daha ancak kafesi kaldırmıştı ki, Petunia Teyze aşağı inip konuklarını karşılasın diye, yukarı, Harry'ye feryat etmeye koyuldu.

O, hole vanr varmaz da, "Saçma bir şeyler yap!" dedi telaşla.
Harry saçını dümdüz yatırmaya çalışmanın bir anlamını göremiyordu. Marge Hala onu eleştirmeye bayılırdı, yani Harry ne kadar bakımsız görünürse o da o kadar mutlu olacaktı.
Pek az sonra, Vernon Enişte'nin arabasının geri geri park yerine girerken çakılları ezdiği duyuldu, derken araba kapılan vuruldu ve bahçe patikasından ayak sesleri geldi.
Petunia Teyze, "Kapıyı aç!" diye tısladı Harry'ye.
Midesinde büyük bir sıkıntıyla, Harry kapıyı çekip açtı.
Eşikte Marge Hala duruyordu. Vernon Enişte'ye çok benziyordu: İriyan, kalıplı ve mor yüzlüydü, hatta kardeşininki kadar gür olmasa bile bir bıyığı da vardı. Bir elinde muazzam büyüklükte bir bavul tutuyordu, diğer kolunun altına da ihtiyar ve kötü huylu bir buldok sıkıştırmıştı.
Marge Hala, "Benim Dudd'ım nerde?" diye kükre-di. "Nerde benim canımın içi?"
Dudley holden badi badi geldi, san saçları şişman kafasına sımsıkı yapıştırılmıştı, gıdılarının altından bir papyon kravat güçbela görünüyordu. Marge Hala bavulu Harry'nin karnına doğru savurarak onun nefesini kesti, tek koluyla Dudley'yi sıkıca sardı ve yanağına koca bir öpücük kondurdu.
Harry, Dudley'nin Marge Hala'ya, sadece onun sarılmalarına iyi para verdiği için tahammül ettiğini bili-
32
yordu. Ayrıldıklarında Dudley tombu1 eliyıe elbette ki gıcır gıcır bir yirmi sterlinlik banknotu sıkı sıkıya tutmuştu.
Marge Hala, sanki o bir şapka askısıymış gibi Harry'nin yanından hızla geçerek, "Petunia!" diye haykırdı. Marge Hala ile Petunia Teyze Öpüştüler, daha doğrusu, Marge Hala koca çenesini Petunia feyze'nın yanak kemiğine tosladı.
O sırada Vernon Enişte içeri girdi, kapıyı kaparken neşeyle güldü.
"Çay ister misin, Marge?" dedi. "Ya Ripper m ister?"
Harry'yi holde bavulla bir başına bırakarak hep^ı sürü halinde mutfağa giderlerken, Marge Hala, "Ripper benim fincanımdan biraz çay içebilir" dedi. Ama Harry'nin şikâyeti yoktu, Marge Hala'dan kurtulmasını sağlayan her bahane ona uyardı. Bu yüzden bavulu üst kata, yedek yatak odasına taşımaya koyuldu, mümkün olduğu kadar uzun sürede.
Mutfağa döndüğünde, Maıge Hala'ya çay ve meyveli kek ikram edilmiş d, Ripper da bir köşede gürültülü gürül+üh\ bir şeyler yutuyordu. Harry, Petunia Teyze'nin, tertemiz döşemesini kirleten çay ve salya lekele-rini görünce hafifçe irkildiğini fark etü. Hayvanlardan nefret ederdi o.
Vernon Enişte, "Öteki köpeHere kim bakıyor, Marge?" diye sordu.
Marge Hala, "Ah, onları Albay Fubster'a emanet ettim," dî^e gürledi. ''Artık emekli, hiç değilse oyalan-i-
33
çak bir şeyi olur. Ama zavallı ihtiyar Ripper'ı bırakamadım. Benden uzakta kalınca özleyip dertleniyor."
Harry yerine oturunca Ripper yeniden hırlamaya başladı. Bu hırlama da Marge Hala'run ilk kez Harry'ye di ckat etmesine yol açtı.
"Ya!" dedi havlarcasma. "Hâlâ burdasın, öyle mi?"
"Evet" dedi Harry.
"Öyle nankör nankör 'evet' deme bana," diye hyrla-dı Marge Hala. "Vernon ile Petunia'nm sana bakmaları ne nimet. Ben olsam yapmazdım. Benim kapıma bırakılmış olsan, dosdoğru bir yetimhaneye giderdin."
Harr/nin, Dursley'lerle yaşayacağına bir yetimhanede yaşamayı tercih edeceğini söylemek için içi gidiyordu, ama Hogsmeade belgesi düşüncesi onu durdurdu. Yüzüne zorla acılı bir gülümseme yerleştirdi.
"Yılışık yılışık sırıtma öyle!" diye gürledi Marge Hala. "Görüyorum ki, seni son görüşümden beri hiç ıslah olmamışsın. Okul seni biraz adam eder diye ummuştum." Çayından koca bir yudum alıp bıyığını sildi. "Onu nereye yolladım demiştin, Vernon?"
Vernon Enişte hemen, "St Brutus," dedi. "Umutsuz vakalar için birinci smıf bir kurumdur."
"Anlıyorum," dedi Marge Hala. Ve masanın karşı ucundan havladı: "St Brutus'ta sopa var mı, çocuk?"
"Şey..."
Vernon Enişte, Marge Hala'mn ardından başını ters ters aşağı yukarı salladı.
"Evet," dedi Harry. Sonra bir iş yapıyorsa tam yapması iyi olur duygusuna kapılarak ekledi: "Her zaman."
34
"Mükemmel," dedi Marge Hala. "Ben hak eden insanlara vurmamak şeklindeki bu saçma sapan çekingenliği, kaypaklığı kabul etmem. Yüz olaydan doksan dokuzunda gerekli olan iyi bir sopadır. Sen sık sık dayak yedin mi?"
"A, evet," dedi Harry, 'hem de defalarca."
Marge Hala gözlerini kıstı.
"Sesinin tonundan hoşlanmıyorum hiç, çocuk," dedi. "Yediğin dayaktan böyle kayıtsızca söz edebiliyorsan, sana yeterince sopa çekmediler demektir. Petunia, senin yerinde olsam onlara yazarım. Bu çocuğun durumunda aşın şiddet kullanımını onayladığını açıkça belirt."
Vernon Enişte herhalde Hanenin pazarlıklarını unutacağından endişeleniyordu ki, konuyu anında değiştirdi.
"Bu sabahki haberleri dinledin mi, Marge? Kaçak mahkûma ne dersin, ha?"
Marge Hala kendini evinde hissetmeye hazırlanırken, Harry, dört numaralı evde onsuz hayatı özlediğini fark etti. Vernon Enişte ile Petunia Teyze, çoğu kez Harr/yi ayak altından çekilmeye teşvik ederlerdi, doğrusu Harry'nin de cennet canına minnetti. Öte yandan Marge Hala, Harr/yi her an gözünün önünde istiyordu ki, ıslah olması için önerilerini boru sesiyle ilan edebilsin. Harry'yi Dudley ile karşılaştırmaktan pek hoşlanır-
35
di ve Dudley'ye pahalı hediyeler alırken, sanki niye hediye almadığını sorsun diye, gözlerinden ateş saçarak, ona meydan okurcasına Harry'ye bakardı. Harry'yi neyin böyle kifayetsiz yaptığına ilişkin karanlık imalarda da bulunurdu.
Üçüncü gün öğle yemeğinde, "Çocuk böyle oldu diye kendini suçlamamalısın, Vernon," demişti. "Eğer insanın içinde bir çürüme varsa, kimsenin elinden bir şey gelmez."
Harry dikkatim yemeğe vermeye çalıştı, ama elleri titriyordu, yüzü de öfkeden kızarmaya başlamıştı. Kendi kendine, belgeyi unutma, dedi. Hogsmeade'i düşün. Hiçbir şey söyleme. Kalkma -
Marge Hala şarap kadehine uzandı.
"Yetiştirmenin temel kurallarından biridir bu," dedi. "Köpeklerde hep görülür. Eğer dişi köpekte bir bozukluk varsa, yavrusunda da olur -"
Tam o anda Marge Hala'nın şarap kadehi elinde patladı. Cam parçacıkları dört bir yana uçuştu, Marge Hala abuk sabuk sesler çıkardı, gözlerini kırpıştırdı, koca kırmızı yüzü sırılsıklam olmuştu.
Petunia Teyze, "Marge!" diye cikledi. "Marge, iyi misin?"
Marge Hala yüzünü peçetesiyle silerek, "Endişelenecek bir şey yok," dedi. "Fazla sıkmış olmalıyım. Geçenlerde Albay Fubster'm evinde de aynı şeyi yaptım. Yaygaraya gerek yok;. Petunia, sıktım mı sıkarım..."
Ama hem Petunia Teyze, hem de Vernon Enişte şüpheyle Harry'ye bakıyorlardı, o da pudinginden vaz-
36
geçip mümkün olduğu kadar erkenden masadan kaçmaya karar verdi.
Hole çıktığında duvara yaslanıp derin derin nefes aldı. Kontrolünü kaybedip bir şeyi patlatmayalı çok olmuştu. Bir daha böyle bir olayı kaldıramazdı. Tehlikede olan tek şey de Hogsmeade belgesi değildi - eğer bu şekilde devam ederse, Sihir Bakanlığı'yla başı derde girecekti.
Harry hâlâ yaşça küçük bir büyücüydü, büyücülük yasaları onun okul dışında sihre başvurmasını yasaklıyordu. Sicili de pek temiz sayılmazdı. Daha geçen yaz, Privet Drive'de bir daha sihir kullanıldığı Bakanlığın kulağına çalmırsa, Harry'nin Hogwarts'tan atılacağım oldukça açıklıkla bildiren resmi bir uyarı almıştı.
Dursley'lerin masadan kalktığım duydu ve hızla yukarı çıkıp ayak altından çekildi.
Harry sonraki üç günü, Marge Hala onunla uğraşmaya girişince Kendi Kendine Süpürge Bakımı Elkitabı'm düşünmek için kendini zorlaması sayesinde atlattı. Hayli işe yarıyor gibiydi, ama bakışlarının cam gibi ol-T,lasına da yol açıyordu anlaşılan, çünkü Marge Hala Harry'nin akılca normalin altında olduğu yolundaki fİKrini dile getirmeye başlamıştı.
Sonunda, en sonunda, Marge'ın konukluğunun son akçamı geldi. Petunia Teyze göz alıcı ymekler yapmıştı, Vernoıı Enişte de birkaç şişe şarap açmıştı. Harry'nin
37
kusurları hakkında tek laf edilmeden çorbalarını içip somon balıklarım yediler; limon u kremalı pastayı yerlerken, Vernon Enişte matkap yarjım şirketi Grunnings hakkındaki uzun bir nutukla heprini sıkıntıdan patlattı. Derken Petunia Teyze kahve yapl. ve Vernon Enişte bir şişe konyak çıkardı.
"Seni baştan çıkarabilir miyim, Marge?"
Marge Hala zaten yeterince şarap içmişti. Koskoca yüzü kıpkırmızı olmuştu.
"Öyleyse, azıcık," diye kıkır kıVu: güldü. "Ondan biraz daha fazla... birazcık daha... hal. işte."
Dudley dördüncü pasta dilimin] yiyordu. Petunia Teyze, serçe parmağı havada, kahvesv'ni yudumluyor-du. Harry aslında yok olup yatak ocesına gitmek istiyordu, ama Vernon Enişte'nin küçük gözlerinin kızgın bakışıyla karşılaşınca biraz daha dayanması gerektiğini anladı.
Marge Hala dudaklarını şaplatıp boş konyak kadehini yerine koyarken, "Ooh," dedi. "Nefis yemekti, Petunia. On iki köpeğe bakmak zorunda olduğum için normalde akşamlan kızartmayla falan idare ediyorum..." Gürültüyle geğirdi, tüvit örtülü şişkin kainim sıvazladı. "Pardon. Ama sağlıklı cüssede bir çocuk görmek hoşuma gider," diye devam etti, Dudley'ye göz kırparak. "Sen boylu boslu, sağlam bir adam olacaksın, Dudd, baban gibi. Evet, biraz daha konyak alırım, Vernon..."
"Şuna gelince -" >
Başıyla aniden Harr/yi işaret etti, Harry mic1 esinin kasıldığını hissetti. Elkitabı diye düşündü hemer:.
38
"Bunun hain, çelimsiz bir görünüşü var. Köpeklerde de olur. Geçen yıl Albay Fubster'a bir tanesini boğdurdum. Sıçan gibi bir şeydi. Cılız. Cinsi bozuk."
Harry, kitabının on ikinci sayfasını hatırlamaya çalışıyordu: Gönülsüz Geri Çeviricilere Şifa Verme Büyüsü.
"Her şey kanda biter, geçen gün de diyordum ya. Kötü kan kendini belli eder. Şimdi, senin ailen aleyhinde bir şey demiyorum, Petunia" - Petunia Teyze'nin kemikli elini kendi kürek gibi eliyle okşadı, "ama kız kardeşin kötü tohumdu. En iyi ailelerde bile çıkar. Sonra da beş para etmez biriyle kaçtı, işte sonucu karşımızda duruyor."
Harry gözlerini dikmiş tabağına bakıyordu, kulaklarında garip bir çınlama vardı. Süpürgenizi kuyruğundan şifaca yakalayın, diye düşündü. Ama gerisini hatırlamıyordu. Marge Hala'nın sesi, tıpkı Vernon Enişte'nin matkaplarından biri gibi, onu deliyordu sanki.
"Bu Potter," dedi Marge Hala yüksek sesle, bir yandan da konyak şişesini alıp hem bardağına biraz daha koydu, hem de masa örtüsüne biraz daha sıçrattı. "Bana ne iş yaptığını hiç söylememiştiniz, değil mi?"
Vernon Enişte ve Petunia Teyze son derece gergin görünüyorlardı. Hatta Dudley, ağzı açık, annesiyle babasına bakmak için gözlerini pastasından bile ayırdı.
Vernon Enişte, Harry'ye belli belirsiz bir bakış atarak, "O-çalışmazdı," dedi. "İşsizdi."
"Düşündüğüm gibi!" dedi Marge Hala, konyağı bir yudumda kafasına dikti, çenesini kol ağzına sildi. "Aylak, metelik etmez, tembel bir otlakçı -"
•39
' Delildi/' dedi Harry birden. Masaya bir sessizlik çöktü. Harry sapır sapır titriyordu. Hayatında böyle öf-kelenmemişti.
"DAHA KONYAK!" diye haykırdı Vernon Enişte, bembeyaz olmuştu. Şişenin hepsini Marge Hala'nm kadehine boşalttı. "Sen, çocuk," diye hırladı Harry'ye. "Yatağına, hadi -"
"Hayır, Vernon," diye hıçkırdı Marge Hala, elini havaya kaldırdı, minik kanlı gözlen Harry'ye dikilmişti. "Devam et, çocuk, devam et. Anne babanla gurur duyuyorsun, öyle mi? Gidip kendilerini bir araba kazasında öldürtüyorlar (sarhoştular herhalde) -"
Kendini bir anda ayağa dikilmiş bulan Harry, "Araba kazasında ölmediler!" dedi.
"Aıaba kazasında öldüler, seni pis küçük yalancı ve seni bu namuslu, çalışkan insanların başına yük olmaya bıraktılaı" diye feryadı bastı, öfkeyle şişmişti. "Sen küstah, nankör küçük -"
\ na Marge Hala birden konuşmayı kesti. Bir an için söyleyecek söz bulamamıştı sanki. Şişiyor gibiydi, ifade edilemez bir kızgınlıkla - ama şişmesi durmuyordu. Koca kırmızı yüzü genişlemeye başladı, minik gözleri yerinden uğradı, ağ/ı da konuşamayacak kadar gerildi. Bir saniye sonra tüvit ceketinin birkaç düğmesi yerlerinden fırlayıp duvarlardan sekti - dev bir balon gibi sinyordu, göbeği tüvit kemerinden kurtulmuştu, parmaklarının her biri salam rulosu gibi olmuştu...
Onun bedeni iskemlesinden tavana doğaı yükselmeye başlarken, Vernon Enişte ve Petuııia Teyze aynı
40
anda "MARGE!" diye feryadı bastılar. Artık Marge Hala yusyuvarlak olmuştu, domuz gözlü bir cankurtaran şamandırasına benziyordu, havada süzülüp inme inmiş gibi sesler çıkarırken elleriyle ayaklan garip bir şekilde iki yana açılmıştı. Ripper kayarak odaya girdi, deli gibi havladı.
"HAAYIIIIR!"
Vernon Enişte, Marge'm ayaklarından birini yakalayıp onu yeniden aşağı çekmeye çalıştı, az daha o da havalanıyordu. Bir saniye sonra Ripper ileri atlayıp dişlerini Vernon Enişte'nin bacağına geçirmişti.
Harry, kimse onu durduramadan yemek odasından çılgın gibi çıktı, merdivenlerin altındaki dolaba yöneldi. O yaklaşırken, dolap kapısı sihirli bir şekilde açıldı. Birkaç saniyede sandığım, güçlükle de olsa, ön kapıya taşımıştı. Yukarı fırladı ve kendini yatağın altına atarak gevşek tahtayı çıkardı, kitapları ve doğum günü arma-ğanlarıyla dolu yastık kılıfını aldı. Sürünerek çıktı, Hedwig'in boş kafesini kaptı, aşağıya, sandığının yanına koştu. Tam o sırada Vernon Enişte, pantolonunun bir paçası kan içinde ve parçalanmış, yemek odasından dışarı fırladı.
"ÇABUK BURAYA GEL!" diye böğürdü. "BURAYA DÖN, DÜZELT ONU!"
Ama Harry'yi tepeden tırnağa pervasız bir öfke bürümüştü. Sandığını bir tekmede açtı, asasını çıkardı ve Vernon Enişte'ye doğrulttu.
Soluk soluğa, "Hak etti bunu," dedi. "Layığını buldu. Benden uzak dur."
41
El yordamıyla arkasında kapının kilidini aradı. "Ben gidiyorum," dedi. "Artık canıma yetti." Bir an sonra karanlık, sessiz sokaktaydı, kolunun altında Hedwig'in kafesi, ağır sandığını sürüklüyordu.
42

GeCeLeR
12-10-2006, 01:43 AM
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Hızır Otobüs

Harry birkaç sokak uzaklaştıktan sonra Magnolia Crescenf ta alçak bir duvarın dibine yığıldı. Sandığını çekerken harcadığı çabadan dolayı soluk soluğa kalmıştı. Orada öyle, sessizce oturdu. Kanı hâlâ beynindeydi, kalbinin deli gibi çarpışını dinliyordu.
Ama karardık sokakta on dakika kadar tek başına durduktan sonra, içinde yeni bir duygu kabardı: panik. Hangi açıdan bakarsa baksın, daha önce kendini hiç böylesine kötü bir açmazda bulmamıştı. Tek başına karanlık Muggle dünyasında mahsur kalmıştı ve gidecek hiçbir yeri yoktu. Daha da beteri, az önce okkalı bir büyü yapmıştı, bu da kesinlikle Hogvvarts'tan atılacağı anlamına geliyordu. Genç Yaşta Büyücülüğün Kısıtlanması Kararnamesi'ni öyle bir ihlal etmişti ki, şimdi o burada otururken Sihir Bakanlığı temsilcilerinin üzerine çullanmamasına şaşıyordu.
Harry ürperdi ve Magnolia Crescent'ı gözleriyle taradı. Ona ne olacaktı şimdi? Tutuklanacak mıydı, yoksa büyücülük dünyasından bütün bütüne dışlanacak mıy-
43
di? Ron'la Hermione'yi düşündüğünde içi adamakıllı burkuldu. Suçlu olsa da olmasa da Ron'la Hermi-one'nin ona böyle bir durumda yardım etmek isteyeceklerinden emindi. Ama ikisi de yurtdışmdaydı ve Hedwig olmadığından onlarla irtibat kurmak mümkün değildi.
Yanında Muggle parası da yoktu. Sandığının dibindeki para kesesinde biraz büyücü altını vardı, ama annesinin ve babasının ona bıraktığı servetin geri kalanı Londra'daki Gringotts Büyücüler Bankası'nda bir kasadaydı. Sandığını çeke çeke ta Londra'ya götürmesine imkân yoktu. Tabii eğer...
Hâlâ elinde tuttuğu asasına baktı. Eğer zaten okuldan atılmışsa (şimdi kalbi acı verecek kadar hızla çarpıyordu), biraz daha büyü yapmasının bir zararı olmazdı herhalde. Baba yadigârı Görünmezlik Pelerini yanındaydı - sandığa büyü yapıp tüy gibi hafifleştirse, süpürgesine bağlasa ve üzerine Pelerin'i geçirip Londra'ya uçsa ne olurdu sanki? O zaman kasasından parasının geri kalanını alabilir ve... dışlanmış biri olarak hayatına başlayabilirdi. Korkunç bir tablo, ama bu duvarın dibinde de sonsuza kadar oturamazdı ya. Yoksa Muggle polisine gecenin yarısında bir sandık dolusu büyü kitabı ve bir süpürgeyle dışarıda ne işi olduğunu açıklamak zorunda kalabilirdi.
Harry yine sandığının içindekileri karıştırıp Görünmezlik Pelerini'ni aramaya koyuldu - ama daha Pele-lin'i bulamadan, aniden doğruldu ve bir kez daha etrafına bakındı.
44
Ensesindeki tuhaf bir ürperti Harry'de gözetlendiği duygusunu uyandırmıştı. Ne var ki, sokak bomboştu ve büyük, kare biçimindeki evlerin hiçbirinde ışık yanmıyordu.
Yeniden sandığına eğildi, ama neredeyse eğilir eğilmez, eli asasında, tekrar ayağa dikildi. Bir şey duymaktan çok, bir şey hissetmişti: Birisi ya da bir şey arkasındaki çitle garaj arasındaki dar boşlukta duruyordu. Harry gözlerini kısarak karanlık sokağa baktı. O şey bir hareket etse, sokak kedisi mi yoksa başka bir şey mi, anlayacaktı.
Harry, "Lumos," diye fısıldadı ve asasının ucunda gözlerini kamaştıran bir ışık belirdi. Asayı başının üstüne kaldırınca iki numaranın çakıllı çimentodan duvarı birden aydınlandı. Garaj kapısı parlaklaştı ve Harry tam ikisinin ortasında çok büyük bir şeyin heybetli siluetini apaçık gördü. Kocaman, ışıl ışıl gözleri vardı.
Harry irkilip geriledi. Ayakları sandığa çarptı, tökezledi. Düşüşünü kesmek için kolunu savururken asası elinden fırladı ve Harry olanca ağırlığıyla suyoluna yığıldı.
Sağır edici bir GÜM sesi duyuldu ve Harry ansızın ortaya çıkan kör edici ışıktan korunmak için ellerini kaldırıp gözlerine siper ettiT..
Bir çığlık atarak arkasındaki kaldırıma doğru yuvarlandı. Tam zamanında. Bir saniye sonra devasa bir çift tekerlek ve far, kulak tırmalayan bir frenle' Harry'nin az önce yattığı yerde durdu. Harry başını kaldırdığında tekerlek ve farların üç katlı, iflah olmaz
45
derecede mor bir otobüse ait olduğunu gördü. Otobüs adeta orada bitivermişti. Ön camında altın harflerle Hz-zır Otobüs yazıyordu.
Harry bir an için düşüşten dolayı sersemledim mi acaba diye merak etti. Derken otobüsten mor üniformalı bir biletçi çıktı ve yüksek sesle gecenin karanlığına doğru konuşmaya başladı.
"Mahsur kalmış cadıların ve büyücülerin acil durum taşıtı Hızır Otobüs'e hoş- geldiniz. Asanızı tuttuğunuz elinizi uzatın, otobüse atlayın, sizi istediğiniz yere götürelim. Benim adım Stan Shunpike, biletçiniz
//
Biletçi lafını yanda bıraktı. Hâlâ yerde oturmakta olan Harry'yi yeni görmüştü. Hkrry asasını tekrar eline alıp zar zor ayağa kalktı. Yakından bakınca Stan Shun-pike'ın kendinden yalnızca birkaç yaş büyük olduğunu gördü; en fazla on sekizinde ya da on dokuzundaydı. İri, kepçe kulakları ve epeyce sivilcesi vardı.
"Yerde naapıyodun ööle?" dedi Stan, profesyonel tavrını bir kenara bırakarak.
"Düştüm," dedi Harry.
Kıs kıs gülüp, "Ne diye düştün ki?" dedi Stan.
"Bilerek düşmedim," dedi Harry, bozularak. Kotunun bir dizi yırtılmıştı ve düşüşünü kesmek için kullandığı eli kanıyordu. Birden niye düştüğünü hatırladı ve dönüp garajla çit arasındaki dar yola baktı. Hızır Oto-büs'ün farlarıyla apaydınlık olan yol boştu.
"Nereye bakıyosun?" dedi Stan.
"Büyük, siyah bir şey vardı," dedi Harry, kendin-
46
den pek emin olmadan boşluğu işaret ederek. "Köpek gibi bir şey... ama dev gibi..."
Dönüp Stan'e baktı. Stan'in ağzı hafifçe açıktı. Harry tedirginlik içinde, Stan'in gözlerinin alnındaki yara izine kaydığını gördü.
"O başındaki de ne ööle?" dedi birden Stan.
"Hiç," dedi Harry hemen, yara izini saçıyla örterek. Sihir Bakanlığı onu arıyorsa, işlerini kolaylaştırmak istemiyordu.
"Adın ne?" diye üsteledi Stan.
"Neville Longbottom," dedi Harry, aklına gelen ilk ismi söyleyerek. "Ee - bu otobüs," diye devam etti hiç beklemeden, Stan'in dikkatini başka yere çekmeyi umarak, "her yere gider mi demiştin?"
'Tabii," dedi Stan gururla, "nereye istersen. Karada olsun da. Suda beş para etmez. - Baksana," dedi yine şüpheci bir ifadeyle, "bize sinyal gönderdin, di mi? Asam kaldırıp, di mi?"
"Evet," dedi Harry hemen. "Baksana, Londra'ya gitmek ne l ^dar tutar?"
"On bir Sickle," dedi Stan, "ama on üçe sıcak çikolata da veriyoruz, on beşeyse^bi şişe sıcak suyla istediin renk diş fırçası ahyosun."
Harry bir kez daha sandığını karıştırıp para kesesini çıkardı ve Stan'in eline bir miktar gümüş bıraktı. Sonra Stan'le birlikte Harry'nin sandığını ve onun üstünde dengede duran Hedwig'in kafesini kaldırıp otobüsün basamaklarından çıkardılar.
İçeride koltuk yoktu; onun yerine, perdeli pencere-
47
lerin yanında yarım düzine kadar pirinç somya duruyordu. Bütün yatakların \anmdaki mesnetlerde yanan mumlar, ahşap kaplı duvarları aydınlatıyordu. Otobüsün arkasında, gece takkesi giymiş bir büyücü, "Sağ ol, ama şimdi olmaz, sülük turşusu kuruyorum/' dedi ve uykusunda döndü.
"Sen şuraya geç," diye fısıldadı Stan. Harry'nin sandığını, direksiyonun önünde rahat bir koltukta oturan şoförün tam arkasındaki yatağın altına tıktı. "Bu şoförümüz, Ernie Prang. Ern, bu Neville Longbottom."
Çok kalın camlı bir gözlük takmış yaşlı bir büyücü o}an Ernie Prarıg, Harry'yi başıyla selamladı. Harry yine tedirgin tedirgin perçemim düzeltip yatağının üstüne oturdu.
Stan, Ernie'nin yanındaki koltuğa oturup, "Hadi gazla, Ern," dedi.
Yine muazzam bir GÜM sesi çıkh ve Harry kendini yatağa yapışmış buldu, Hızır Otobns'ün hızıyla arkaya doğru fırlamıştı. Doğrularak karanlık pencereden dışarı baktı ve şimdi bambaşka bir caddede gittiklerini gördü. Stan, Harry'nin yüzündeki afallamış ifadeyi büyük bir keyifle izliyordu.
"Sen bize sinyal göndermeden önce burdaydık işte," dedi. "Nerdeyiz, Ern? Galle/de bi yerde mi?"
"Haa," dedi Ernie.
"Nasıl oluyor da Muggle'lar otobüsü duymuyor?" dedi Harry.
"Onlar mı?!" dedi Stan küçümseyen bir tavırla. "Onlar dooru dürüs dinlemezler, di mi? Dooru dürüs
48
bakmazlar da ayrıca. Hiçbişiyin farkına varmaz onlar."
"Gidip Madam Marsh'ı uyandırsan iyi olur, Stan," dedi Ern. "Bir dakika içinde Abergavenny'de olacağız."
Stan, Harry'nin yatağını geçip dar bir tahta merdivenden yukarı çıkarak gözden kayboldu. Harry hâlâ pencereden dışan bakıyor, kendini anbean daha da tedirgin hissediyordu. Ernie direksiyon kullanma konusunda ustalaşmışa benzemiyordu. Hızır Otobüs kaldırıma çıkıp duruyor, ama hiçbir şeye çarpmıyordu; o ge-1 irken sıra sıra sokak lambası, posta kutusu ve çöp bidonu çil yavrusu gibi dağılıyor, o geçtikten sonra yine yerlerine dönüyorlardı.
Stan arkasında seyahat pelerinli, hafiften yeşil bir cadıyla döndü.
"İşte geldik, Madam Marsh," dedi neşeyle. Ern frene asıldı ve yataklar otobüsün içinde yarım metre kadar öne kaydı. Madam Marsh ağzına bir mendil tıkıştırarak basamaklardan düşe kalka indi. Stan arkasından onun çantasını attı ve kapıları çarparak kapadı; yine GÜM diye bir ses çıktı ve dar bir taşra yolunda yıldırım gibi gitmeye başladılar. Ağaçlar hoplayarak yollarından çekiliyordu.
Harry sürekli GÜM'leyen ve yüz millik sıçramalar yapan bir otobüste olmasa da uyuyamazdı. Başına neler geleceğim ve Dursley'lerin Marge Hala'yı tavandan indirmeyi becerip beceremediklerini düşünmekten kendini alıkoyamıyor, midesi bulanıyordu.
Stan bir Gelecek Postası çıkarmış, dili dişlerinin ara-
49
sında, onu okuyordu. Uzun, çitileşmiş saçlı, çökük yüzlü bir adamın fotoğrafı Harry'ye birinci sayfadan yavaşça göz kırptı. Adam Harry'ye tuhaf bir biçimde tanıdık geliyordu.
"O adam!" dedi Harry, dertlerini bir an için unutarak. "Muggle haberlerine çıkmıştı!"
Stanley birinci sayfaya göz atıp kıkırdadı.
"Sirrus Black," dedi, başını evet anlamında sallayarak. "Tabii Muggle haberlerine çıkar, Nevüle. Hiçbişi-den haberin yok galba senin..."
Harry'nin boş boş baktığım görünce üstünlük taslar bir tavırla güldü, birinci sayfayı çıkarıp Harry'ye uzattı.
"Daha çok gaste okuman lazım, Nevilîe."
Harry gazeteyi mum ışığına doğru kaldırıp okumaya başladı:
BLACK HÂLÂ YAKALANAMADI
Sihir Bakanhğı'mn bugün yaptığı açıklamaya göre, muhtemelen şimdiye dek Azkaban kalesine kapatılmış en rezil tutsak olan Sirius Black, hâlâ yakalanamadı.
Sihir-Bakanı Corneliııs Fudge bu sabah yaptığı açıklamada, "Black'i yeniden yakalamak için elimizden geleni yapıyor ve büyücü toplumundan sakin olmalarını rica ediyoruz," dedi.
Yudge, Muggle Başbakanı'nı krizden Mberdar ettiği için Uluslararası Sihirbazlar Federasyonıı'nun bazı üyelerince sert bir şekilde eleştiriliyor.
Fudge sinirli bir tavırla, "Ama bunu yapmak zorundaydım sonuçta," dedi. "Black deli. Is'ter Muggle olsun
50
ister büyü dünyasından biri, karşısına çıkan herkes için büyük bir tehlike oluşturuyor. Başbakan'dan Black'in gerçek kimliği hakkında kimseye tek kelime etmeyeceği konusunda güvence aldım. Zaten söylese de kim inanır ki?"
Muggle'lara Black'in tabanca (Muggle'lann birbi'-lerini öldürmede kullandıkları bir tür metal asa) taşıd ğı söylendi. Büyücü t'oplumuysa, Black'in on iki yıl önce on üç kişiyi tek bir lanetle öldürdüğündeki gibi bir kctli-amın korkusuyla yaşıyor.
Harry, Sirius Black'in çökük yüzünün canlı görünen yegâne bölgesi olan gölgeli gözlerinin içine baktı. Şimdiye kadar hiç vampirle karşılaşmamış, ama Karanlık Sanatlara Karşı Savunma derslerinde resimlerini görmüştü ve Black mum gibi beyaz teniyle tam bir vampire benziyordu.
Harry'nin haberi okumasını izleyen Stan, "Korkunç bişi, di mi?" dedi.
"On üç kişiyi mi öldürmüş?" dedi Harry, sayfayı Stan'e uzatarak. "Tek bir lanetle, ha?"
"Evet," dedi Stan. "Hem de şahitlerin önünde falan. Güpegündüz. Ortalık baya bi karışmıştı, di mi Ern?"
"Haa," dedi Ern kasvetli kasvetli.
Stan, elleri arkasında, Harry'yi daha iyi görebilmek için koltuğunda döndü.
"Black, Kim-Olduunu-Bilirsin-Sen'in önemli des-"ekçilerindendi," dedi.
"Ne, Voldemort'un mu?" dedi Harry düşünmeden.
51
Stan sivilcelerine kadar bembeyaz kesildi; Ern direksiyonu öyle hızlı çevirdi ki, bu defa bir çiftlik evi otobüsün önünden kaçmak için olduğu gibi kenara sıçramak zorunda kaldı.
"Kafana saksı falan mı düştü senin?" diye viyakladı Stan. "Ne diye ismini sölüyosun k\7"
"Affedersiniz," dedi Harry te.kşla. "Affedersiniz, unuttum -"
"Unuttun mu?!" dedi Stan tel »izce. "Üff, kalbim ööle bi atıyo ki..."
"Yani - yani Black, Kim-Oldug unu-Bilirsin-Sen'in destekçisiymiş, öyle mi?" diye özü: dilercesine lafını düzeltti Harry.
"Evet," dedi Stan, hâlâ göğst nü sıvazlayarak. "Evet, doğru. Kim-Olduunu-Bilirsin-£en'le çok yakınmış diyolar... neyse, küçük 'Arry Potter, Kim-Olduunu-Bilirsin-Sen'e gününü gösterince" - o sırada Harry yine tedirgin bir halde perçemini düzeltti - "Kim-Olduunu-Bilirsin-Sen'in bütün müritleri birer birer avlandı, di mi Ern? Çoğu zaten biliyodu işlerinin bittiğini, kuşu kuşu geldiler. Ama Sirius Black ööle yapmadı. Kim-Oldu-unu-Bilirsin-Sen başa geçse, onun saakolu olcaanı dü-şünüyomuş diye duydum.
"Neyse, Black'i Muggle'larla dolu bi caddenin ortasında kıstırıyolar, o da asasını çekip caddenin yansını havaya uçuruyo. Bi büyücü ve o sırada orda olan on iki Muggle hapı yutuyo. Dehşet, di mi? Bi de Black ondan soora naapıyo biliyo musun?" diye dramatik bir adayla fısıldadı Stan.
52
"Ne?"
"Gülüyo," dedi Stan. "Orda ööle durup gülüyo. Sihir Bakanlığı'ndan destek kuvvetleri gelince de kuşu kuşu gidiyo onlarla, bu arada da katıla katıla gülmeye devam ediyo. Deli çünkü, di mi Ern? Deli, di mi?"
"Azkaban'a gittiğinde deli değildiyse de, şimdi olmuştur," dedi Ern sıkıntılı bir sesle. "O yere adım atacağıma kellemi keserim. Gerçi, yanlış anlama... yaptığından sonra, hak etti bunu..."
"Olayın üstünü örtmek için baya bi uğraştılar, di mi Ern?" dedi Stan. "Koca bi cadde havaya uçuyo, o kadar Muggle ölüyo falan. Nooldu demişlerdi, Ern?"
"Gaz patlaması," diye hırıldadı Ernie.
"Şimdi de dışarda," dedi Stan, Black'in gazete fo-toğrafındaki kupkuru suratını inceleyerek. "Daa önce Azkaban'dan kaçan olmamış*! hiç, di mi Ern? Naşı yaptı, hiç kafam basmıyo. Korkutucu, di mi? Gerçi o Azka-ban muhafızlarına karşı pek şansı yok bence, ha Ern?"
Ernie birden ürperdi.
"Başka bir şeyden bahsetsene, Stan, haydi aslanım. O Azkaban muhafızları tüylerimi diken diken ediyor."
Stan gazeteyi isteksizce bir kenara bıraktı. Harry de Hızır Otobüs'ün penceresine yaslandı. Kendini daha da kötü hissediyordu. Stan'in birkaç gece sonra yolcularına neler anlatacağını hayal etmekten de kendini alamıyordu.
"Şu 'Arry Potter'ı duydun, di mi? Halasım uçurmuş havaya yav! Geçende burda bizlt ydi, Hızır Otobüs'te, di mi Ern? Kirişi kırmaya çalışıyodu..."
53
Harry de tıpkı Sirius Black gibi büyücü yasalarını çiğnemişti. Marge Hala'yı şişirmek onu Azkaban'a gönderecek kadar kötü bir suç muydu? Harry büyücü hapishanesi hakkında .hiçbir şey bilmiyordu, ama orası hakkında konuşan herkesin ses tonunda aynı korku vardı. Daha geçen yıl Hogvvarts bekçisi Hagrid orada iki ay geçirmişti. Harry, Hagrid'e nereye gideceğini söylediklerinde yüzüne yerleşen dehşet ifadesini kolay kolay unutamayacaktı. Üstelik Hagrid, Harry'nin tanıdığı en cesur insanlardan biriydi.
Hızır Otobüs karanlığın içinde çalıları ve direkleri, telefon kulübelerini ve ağaçları etrafa saçarak yoluna devam etti, Harry de kuştüyü yatağında sessiz ve perişan bir halde yattı. Bir süre sonra, Harry'nin sıcak çikolata için gereken parayı verdiği Stan'in aklına geldi, ama tam servis yaparken otobüs birdenbire Angle-sea'den Aberdeen'e sıçrayınca çoğunu Harry'nin yastığının üstüne döktü. Arada bir, gecelikli ve terlikli bir büyücü ya da cadı alt kata geliyor, otobüsten iniyordu. Hepsi de inmekten çok memnun görünüyordu.
Sonunda otobüste yolcu olarak bir tek Harry kaldı.
"Pekâlâ, Neville," dedi Stan, ellerini çırparak. "Londra'da nereye?"
"Diagon Yolu," dedi Harry.
'Tamam," dedi Stan, "sıkı tutun o zaman..."
GÜM
Charing Cross Caddesi'nde yıldırım hızıyla ilerli-yorlardı.'Harry doğrulup binaların ve bankların otobüsün önünden kıl payı kaçmalarını izledi. Gökyüzünün
54
rengi açılmaya başlamıştı. Bir iki saat ortalıkta görün-meyecek, açılır açılmaz Gringotts'a gidecek, sonra da yola koyulacaktı - ama nereye, kendi de bilmiyordu.
Ern frenlere asıldı ve Hızır Otobüs küçük ve derme çatma bir meyhanenin önünde durdu. Bu, arkasında Diagon Yolu'na sihirli bir geçiş bulunan Çatlak Kazan'di.
"Teşekkürler," dedi Harry, Ern'e.
Basamaklardan aşağı atlayıp, Stan'e saldığı ve Hedwig'in kafesini kaldırıma indirmesinde yardımcı oldu.
"Eh," dedi Harry, "hoşça kal!"
Ama Stan onunla ilgilenmiyordu. Otobüsün kapısının ağzında durmuş, faltaşı gibi gözlerle Çatlak Kazan'in kafir anlık girişine bakıyordu.
"İşte buradasın, Harry," dedi bir ses,
Harry daha arkasını dönemeden, omzunda bir el hissetti. Aynı anda Stan'in seslendiğini duydu: "Vay canına! Ern, çabuk buraya gel! Çabukl"
Harry omzundaki elin sahibine baktığında başından aşağı kaynar sular boşandı - gidip Sihir Bakanı Corneıius Fudge'ın ta kendisine toslamıştı.
Stan kaldırıma, hemen onların yanına atladı.
"Neville'e naşı hitap ettiniz, Bakanım?"Medi heyecanla.
Uzun, ince çizgili bir pelerin giymiş, tombalak, ufak tefek bir adam olan Fudge, üşümüş ve yorgun görünüyordu. ^
"Neville mi?" dedi. "Bu Harry Potter."
55
"Biliyordum!" diye bağırdı Stan neşeyle. "Ern! Ern! Bil bakalım Neville kimmiş, Ern! 'Arry Potter'mış! Yara izini görebiliyorum!"
"Evet," dedi Fudge, durumu tartarak. "Hızır Oto-büî'ün Harry'yi almasına çok memnun oldum, ama şrndi onunla Çatlak Kazan'a girmemiz gerekiyor..."
Fudge, Harry'nin omzunu daha sıkı tutup onu Çatlak Kazan'a doğru yönlendirdi. Kapı aralığından, barın arkasında elinde bir fener bulunan, kambur duruşlu biri görünüyordu. Mekânın pörsük derili, dişsiz sahibi Tom'du bu.
"Onu bulmuşsunuz, Bakanım!" dedi Tom. "Bir şey arzu eder misiniz? Bira? Brendi?"
"Belki bir demlik çay," dedi Fudge. Hâlâ Harry'nin omzunu bırakmamıştı.
Arkalarından sürtünme ve öfüldeme sesleri geldi ve içeri Stan'le Ern girdi. Harry'nin sandığını ve Hed-wig'in kafesini taşıyorlar, etraflarına heyecanlı heyecanlı bakıyorlardı.
Stan, Harry'ye parlayan gözlerle bakarak, "Ne diye bize kim olduğunu söylemedin, Neville, ha?" dedi. Bu arada Ernie baykuşu andıran suratıyla Stan'in omzunun üstünden sahneyi ilgiyle izliyordu.
"Bir de özel konuk salonu rica edeceğiz, Tom," dedi Fudge anlamlı anlamlı.
Tom, Fudge'ı barın arkasındaki geçide götürürken, Harry de Stan'le Ern'e perişan bir sesle, "Hoşça kalın," dedi.
"Hoşça kal, Neville!" diye seslendi Stan.
56
Fudge, Harry'yi Tom'un fenerinin ışığında dar geçitten yürüttü. Az sonra küçük bir salona girdiler. Tom parmaklarını şıklath ve aniden ızgarada bir ateş yanmaya başladı. Tom eğilip selam vererek odadan çıktı.
Fudge ateşin yanında bir sandalyeyi göstererek, "Otur, Harry/' dedi.
Harry oturdu. Ateşin parlaklığına rağmen tüyleri diken dikendi. Fudge ince çizgili pelerinini çıkarıp bir kenara attı, sonra da şişe yeşili takım elbisesinin pantolonunu çekiştirip Harry'nin karşısına oturdu.
"Benim adım Cornelius Fudge, Harry. Sihir Baka-ru'yım."
Harry bunu zaten biliyordu elbette; Fudge'ı daha önce bir kez görmüştü. Ama o sırada babasının Görün-mezlik Pelerini'ni giymiş olduğu için, Fudge'ın bunu bilmemesi gerekiyordu.
Hancı Tom yeniden içeri girdi. Gece kıyafetinin üstüne bir önlük takmıştı ve bir tepsinin içinde çayla sıcak ekmek taşıyordu. Tepsiyi Fudge'la Harry'nin arasındaki masaya i,~>yup salondan çıktı, kapıyı da arkasından kapattı.
"Evet, Harry," dedi Fudge, bir taraftan çay koyarak. "Hepimizi zor duruma düşürdüğünü söylemeliyim. Teyzenle eniştenin evinden öyle kaçıp gitmek! Sandım ki... ama sağ salim buradasın, önemli olan da bu."
Fudge sıcak bir ekmek üzerine tereyağı sürüp tabağı Harry'nin önüne itti.
"Ye biraz, Harry, yürüyen bir ölüye benzemişsin. Pekâlâ... Miss Marjorie Dursley'nin şişirilmesi olayını
57
hallettiğimizi duymak hoşuna gider herhalde. Büyü Kazalarını Düzeltme Dairesi'rfin iki üyesi birkaç saat önce Privet Drivo'a gönderildi. Miss Dursley'nin havası indirildi ve hafızası değiştirildi. Olayı hiç hatırlamıyor. Böylece mesele kapandı, kimse de zarar görmedi."
Fudge fincanının üzerinden Harry'ye, en sevdiği yeğenini süzen bir amca gibi baktı. Kulaklarına inanamayan Harry konuşmak üzere ağzını açtı, ama aklına söyleyecek hiçbir şey gelmeyince yeniden kapattı.
"Ne o, teyzenle eniştenin tepkisinden mı kaygılanıyorsun?" dedi Fudge. "F-h, ikisinin de son derece kızgın olduğunu inkâr etmeyeceğim, Harry. Ama Noel'i ve Paskalya'yı Hogwarts'ta geçirmen şartıyla gelecek yaz seni almaya hazırlar."
Harry'nin dili çözüldü.
."Ben Noel ve Paskalya tatillerinde hep Hogwarts'ta kalıyorum zaten/' dedi. "Ve bir daha da hiç Privet Dri-ve'a dönmek istemiyorum."
"Yapma ama, eminim biraz sakinleştikten sonra fikrin değişecek," dedi Fudge endişeli bir ses tonuyla. "Ne de olsa onlar ailen, Harry ve eminim birbirinizi çok seviyorsunuz... şeyy, yani çok derinden derine."
Harr/nin aklına Fudge'a işin aslını anlatmak gelmedi. Hâlâ kendisine ne olacağını öğrenmeyi bekliyordu.
"Geriye kalan tek şey," dedi Fudge, kendisine ikinci bir tereyağh ekmek hazırlayarak, "tatilinin son iki haftasını nerede geçireceğine karar vermek. Benim önerim burada, Çatlak Kazan'da bir oda tutup -"
58
"Bir dakika/' diye lafını kesti Harry. "Peki ya cezam?"
Fudge ona gözlerini kırpıştırdı.
"Ceza mı?"
"Yasaları çiğnedim!" dedi Harry. "Genç Yaşta Büyücülüğün Kısıtlanması Kararnamesi!"
"Canım, seni öyle ufacık bir şey için cezalandıracak değiliz ya!" dedi Fudge, elindeki ekmeği sabırsızca sallayarak. "Bir kazaydı! Sırf halalarını şişirdiler diye insanları Azkaban'a göndermeyiz biz!"
Ama bu, Harr/nin geçmişte Sihir Bakanlığı'yla yaşadıklarına pek uyan bir durum değildi.
"Geçen yıl bir ev cini eniştemin evinde bir puding patlattı diye resmi bir ihtar aldım!" dedi Harry kaşlarını çatarak. "Sihir Bakanlığı orada bir kez daha büyü yapılırsa Hogwarts'tan atılacağımı söylemişti!"
Harr/nin gözleri onu yanıltmıyorsa, Fudge birden biraz sarsaklaşmıştı.
"Şartlar değişir, Harry... şunu da dikkate almalıyız ki... şu anki iklimde... e ahlmayı'z'stemiı/orstm herhalde?"
'Tabii ki istemiyorum/' dedi Harry.
"Eh, o zaman neyi tartışıyoruz?" dedi Fudge, şen bir kahkaha atarak. "Şimdi sen bir ekmek al, Harry. Ben de gidip bakayım, Tom'un senin için bir odası var mıymış/' * .
Fudge odadan çıktı ve Harry arkasından bakakaldı. Son derece tuhaf bir şeyler dönüyordu ortada. Fudge madem yaptıkları için Harry'yi cezalandırmayacakh, niye Çatlak Kazan'da onu beklemişti? Hani düşünüyor-
59
du da, herhalde genç yaşta büyü yapma olaylarıyla ilgilenmek Sihir Bakanı'nın kendisine düşmezdi.
Fudge yanında hancı Tom'la geri döndü.
"On bir numaralı oda boş, Harry," dedi Fudge. "Çok rahat edeceğini sanıyorum. Senden bir tek şey istiyorum, Harry, eminim anlayışla karşılayacaksındır: Senin Muggle Londra'sında dolaşmanı istemiyorum, oldu mu? Diagon Yolu'ndan çıkma. Ve her gece karanlık basmadan buraya döneceksin. Eminim anlıyorsun-dur. Tom benim için sana göz kulak olacak."
"Tamam," dedi Harry ağır ağır, "ama niye -?"
,"Seni yeniden kaybetmek istemeyiz, değil mi?" dedi Fudge, candan bir kahkahayla. "Yo, yo... nerede olduğunu bilmemiz daha iyi... yani..."
Fudge yüksek sesle gırtlağını temizledi ve ince çizgili pelerinini aldı.
"Eh, ben artık gideyim, yapacak iş çok."
"Black'le ilgili bir, gelişme var mı?" diye sordu Harry.
Fudge'in parmakları pelerininin gümüşi ipliklerinden kaydı.
"Ne, ne? Ha, duydun demek - şey, şu anda bir şey yok, ama an meselesi. Azkaban muhafızları şimdiye kadar hiç başarısızlığa uğramadılar... ve daha önce onları hiç böyle öfkeli görmemiştim."
Fudge hafifçe omuz silkti.
"Peki, hoşça kal."
Elini uzattı, onun elini sıkarken Harry'nin aklına birden bir fikir geldi.
60
"Şey - Bakanım? Bir şey sorabilir miyim?"
"Elbette," dedi Fudge gülümseyerek.
"Şey, Hogwarts'ta üçüncü sınıfların Hogsmeade'i ziyaret etmesine izin veriliyor, ama teyzemle eniştem izin belgemi imzalamadılar. Siz imzalayabilir misiniz acaba?"
Fudge rahatsız olmuşa benziyordu.
"Ah," dedi. "Hayır, hayır, kusura bakma Harry, ama ben senin ebeveynin ya da velin değilim -"
"Ama siz Sihir Bakanı'siniz," dedi Harry hevesle. "Eğer siz bana izin verirseniz -"
"Hayır, kusura bakma Harry, ama kurallar böyle," dedi Fudge kararlı bir tavırla. "Belki Hogsmeade'e gelecek yıl gidebilirsin. Aslında, bana sorarsan, gitme daha iyi... evet... eh, ben gideyim. İyi tatiller, Harry."
Fudge son bir kez gülümsedikten ve Harry'nin elini sıktıktan sonra odadan çıktı. Tom, Harry'ye gülümseyerek yanına geldi.
"Lütfen beni takip edin, Mr Potter," dedi. "Eşyalarınızı yukarı çıkardım bile..."
Harry, Tom'un peşinden şık bir tahta merdiveni çıktı ve kapısında pirinç rakamlarla on bir yazan bir odaya geldi. Tom kapıyı açtı.
İçeride çok rahat görünen bir yatak, iyi cilalanmış meşeden eşyalar ve coşkuyla çıtırdayan bir ateş vardı. Ve dolabın üstünde de -
"Hedwig!" dedi Harry, heyecandan soluğu kesilerek.
Kar beyaz baykuş gagasını tıkırdattı ve uçup Harry'nin koluna kondu.
61
"Çok akıllı bir baykuşunuz var/' dedi Tom gülerek. "Siz geldikten beş dakika sonra o da geldi. Bir şeye ihtiyacınız olursa, istemekten çekinmeyin, Mr Potter."
Eğilip selam verdi ve odadan çıktı.
Harry uzun süre yatağının üstünde oturup dalgın dalgın Hedwig'i okşadı. Pencereden görünen gökyüzü hızla koyu kadife maviden soğuk çelik grisine, sonra da alfan benekli bir pembeye döndü. Harry yalnızca birkaç saat önce Privet Drive'dan ayrıldığına, okuldan atılmadığına ve şimdi önünde Dursley'lerden uzak iki hafta bulunduğuna inanmakta güçlük çekiyordu.
"Çok garip bir geceydi, Hedwig," dedi esneyerek.
Ve gözlüğünü bile çıkarmadan, yastıklarının üzerine yığılıp uykuya daldı.
62

GeCeLeR
12-10-2006, 01:44 AM
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Çatlak Kazan

Harry'nin bu tuhaf yeni özgürlüğüne alışması birkaç gününü aldı. Daha önce hiç istediği saatte kalkmamış, istediği şeyi yememişti böyle. Şimdi Diagon Yolu'ndan çıkmadığı sürece istediği yere bile gidebiliyor-du. Ve bu uzun, parke taşlı cadde dünyanın en harikulade büyücü dükkânlarıyla dolu olduğundan, Fudge'a verdiği sözü tutmayıp da Muggle dünyasına dönmek Harry'nin aklının ucundan dahi geçmiyordu.
Her sabah Çatlak Kazan'da kahvaltısını ederken diğer konukları izlemek Harry'nin hoşuna gidiyordu: alışverişe gelmiş taşralı ufak tefek, komik cadılar; Biçim Değiştirme Güncesi'nde çıkan son makale üzerine tartışan saygın büyücüler; vahşi görünümlü sihirbazlar, kaba saba cüceler... Hatta bir keresinde, kalın yün başlığının altından bir tabak çiğ böbrek sipariş eden, şüpheli bir şekilde cadaloza benzeyen birini bile görmüştü.
Harry kahvaltıdan sonra arka bahçeye çıkıyor, asa-sıyla çöp tenekesinin üstündeki soldan üçüncü tuğlaya
63
tıklıyor ve geri çekilip duvarın içinde Diagon Yolu'na açılan kemerli geçidin ortaya çıkmasını bekliyordu.
Harry uzun, güneşli günleri dükkânları gezerek ve açıkhava kafelerinde rengârenk şemsiyelerin altında yemek yiyerek geçiriyordu. Kafelerdeki diğer müşteriler birbirlerine aldıkları şeyleri gösteriyor ("bu bir ays-kop, dostum - artık ay çizelgeleriyle debelenmeye paydos, gördün mü?") ya da Sirius Black vakasını tartışıyorlardı ("şahsen ben, o Azkaban'a dönene dek çocukları dışarı bırakmayacağım"). Harry ödevlerini battaniyelerin altında, fener ışığında yapmaktan da kurtulmuştu. Artık Florean Fortescue'nun Dondurma Dük-kânı'nda oturup, ara sıra Florean Fortescue'nun kendisinden de yardım alarak ödevlerini bitirebilirdi. Fortes-cue hem ortaçağ cadıları hakkında çok şey biliyor, hem de Harry'ye her yarım saatte bir bedava sundae veriyordu.
Gringotts'taki kasasına gidip para kesesini altın Galleon'lar, gümüş Sickle'lar ve bronz Knut'larla doldurduktan sonra, hepsini bir çırpıda harcamamak için Harry'nin nefsine epey hâkim olması gerekti. Hog-warts'a daha beş yıl boyunca gideceğini ve büyü kitapları için Dursley'lerden para istemenin nasıl bir his olacağını kendine tekrar tekrar hatırlatarak, som altından, çok şık bir Tükürenbilye takımını almamayı başardı (miskete çok benzeyen bu büyücü oyununda, taşlar sayı kaybeden oyuncunun suratına iğrenç kokulu bir sıvı fışkırtıyordu). Büyük bir cam topun içindeki mükemmel galaksi modeline de epey içi gitti, bu modeli satın
64
alsaydı Astronomi dersinden ömür boyu kurtulurdu. Ama iradesini en çok zorlayan şey, Çatlak Kazan'a geldikten bir hafta sonfa, en sevdiği dükkân olan Kaliteli Quidditch Malzemeleri'nde karşısına çıktı.
Dükkândaki kalabalığın nereye baktığını merak eden Harry güçbela içeri girip heyecanlı cadıların ve büyücülerin arasından itiş kakış ilerlerken, gözüne yeni kurulmuş bir platform ilişti. Platformun üstünde, hayatında gördüğü en muhteşem süpürge duruyordu.
"Yeni çıkmış... prototip..." diyordu köşeli çeneli bir büyücü, yanındaki arkadaşına.
Harry'den daha küçük bir erkek çocuğu babasının koluna yapışmış sallanarak, "Dünyadaki en hızlı süpürge bu, değil mi baba?" diye ayaklıyordu.
"İrlanda Milli Takımı bu bebeklerden daha demin yedi tane sipariş etti!" dedi dükkânın sahibi kalabalığa. "Biliyorsunuz, o takım Dünya Kupası'nm favorisi!"
Önünde duran iriyan cadı çekilince, Harry süpürgenin yanındaki levhayı okuyabildi:
ATEŞOKU
Bu son model sürat süpürgesitıin dişbudak ağacından yapılma, son derece ince işlenmiş ve pürüzsüz sapı, cam gibi bir cilaya ve elle kazınmış kendi kayıt numarasına sahip. Süpürge kuyruğunda bulunan, tek tek özel olarak seçilmiş huş ağacı dallarının aerodinamik açıdan kusursuzluğu, Ateşoku'na benzersiz bir denge kazandırıp hata payını sıfıra indiriyor. Ateşoku saatte sıfır kilo-
65
metreden 250 kilometreye on saniyede çıkıyor. Bozulamaz fren büyüsü de cabası. Talep üzerine fiyat bildirilir.
Talep üzerine fiyat bildirilir... Harry, Ateşoku'nun kaç al tır a mal olacağım düşünmek bile istemiyordu. Hayatında hiçbir şeyi bu kadar çok istememişti - ama şimdiye dek kendi Nimbus İki Bin'iyle de hiç Quid-ditch maçı kaybetmemişti. Zaten iyi bir süpürgesi varken, Ateşoku almak için Gringotts'taki kasasını boşaltmasının ne anlamı vardı? Harry fiyat sormadı, ama o günden sonra hemen her gün Ateşoku'na bakmak için oraya geri döndü.
Öte yandan, Harry'nin gerçekten alması gereken şeyler de vardı. Aktara gidip İksir malzemeleri stoğunu yeniledi. Artık okul cüppeleri kollarına ve bacaklarına kısa gelmeye başladığından, Madam Malkin'in Her Duruma Göre Cüppeleri'ne gidip kendine yeni cüppe aldı. Elbette en önemli işi, yeni dersleri Sihirli Yaratıkların Bakımı ve Kehanet de dahil, yeni okul kitaplarını almaktı.
Harry dükkânın vitrinine baktığında şaşırdı. Camın arkasında her zamanki altın kabartmalı, parke taşı boyunda büyü kitapları yerine büyük bir demir kafes, içinde de yüz tane kadar Canavar Kitap: Canavarlar duruyordu. Hiddetle güreş tutmuş olan kitaplar boğuşuyor, birbirlerini kapmaya çalışıyor, bu arada yırtılan sayfalar da dört bir yana saçılıyordu.
Harry cebinden kitap listesini çıkardı ve ilk kez listede neler olduğuna baktı. Canavar Kitap: Canavarlar, Si-
66
hirli Yaratıkların Bakımı için temel kitap olarak geçiyordu. Harry, Hagrid'in niye kitabın işine yarayacağını söylediğini şimdi anlıyordu. İçi rahatladı; Hagrid yine korkunç bir hayvan edinip yardıma muhtaç mı kaldı acaba diye merak etmişti.
Flourish ve Blotts'a girerken, görevli aceleyle yanına geldi.
"Hogvvarts mı?" dedi hemen. "Yeni kitaplarını mı almaya geldin?"
"Evet," dedi Harry. "Gerekenkitaplar-"
Görevli, Harry'yi kenara itip, "Kaçıl oradan," dedi sabırsızca. Ellerine çok kalın eldivenler geçirdi, büyük, yumrulu bir baston kaptı ve Canavar Kitap'ların kafesine doğru ilerledi.
"Dur," dedi Harry çabucak. "Bende ondan var zaten."
"Var mı?" Adamın yüzünde muazzam bir rahatlama ifadesi belirmişti. "Şükürler olsun, zaten bu sabah beş kez ısırıldım -"
Birden vahşi bir yırtılma sesi havayı yardı; Canavar Kitaplardan ikisi bir üçüncüyü yakalamış, orasından burasından çekiştirip parçalıyordu.
"Kesin! Kesin!" diye bağırdı görevli, elindeki bastonu parmaklıkların arasından uzahp kitapları ayırarak. "Bir daha hayatta bu kitapları satmam! Burası tımarhaneye döndü! Oysa iki yüz tane Görünmez Kitap: Görünmezlik aldığımızda, artık bundan kötüsü o^az diye düşünmüştüm - bir servete mal olmuşlardı ve bir tanesini bile bulamamıştık... Ee, sana başka nasıl yardımcı olabilirim?"
67
T "Evet," dedi Harry, kitap listesine bakarak. "Cas-sandra Vablatsky'den Geleceğin Sis Perdesini Aralamak'1 almam gerekiyor."
"Oo, Kehanet'e başlıyoruz, ha?" dedi adam. Eldivenlerini çıkarıp Harry'yi dükkânın arka tarafına götürdü. Orada fal bakmaya ayrılmış bir köşe vardı. Küçük bir masanın üstü öngörülemezi Öngörmek: Kendinizi Şoklara Karşı Yalıtın ve Kırık Toplar: Fallar Melunlaşınca gibi kitaplarla doluydu.
Küçük bir merdivene tırmanmış olan görevli, "Buyur," diyerek kalın, kara kaplı bir kitap uzattı. "Geleceğin Sis Perdesini Aralamak. Temel fal bakma yöntemleri için çok iyi bir rehber. El falı, kristal küreler, kuş bağırsakları..."
Ama Harry dinlemiyordu. Gözü küçük bir masanın üstündeki bir vitrinde duran başka bir kitaba takılmıştı: ölüm Alametleri: Ecel Kapıya Dayandığında Yapabilecekleriniz.
"Yerinde olsam onu okumazdım," dedi Harry'nin hangi kitaba baktığını gören tezgâhtar nazikçe. "Her tarafta ölüm alametleri görmeye başlarsın, insanı korkudan öldürmek için birebir."
Ama Harry'nin gözü hâlâ kitabın kapağındaydı; ayı büyüklüğünde, gözleri parlayan siyah bir köpek vardı kapakta. Tuhaf bir şekilde tanıdık geliyordu...
Tezgâhtar Geleceğin Sis Perdesini Aralamak'1 Harry'nin eline tutuşturdu.
"Başka bir şey var mı?"
"Evet," dedi Harry, gözlerini köpeğinkilerden ayı-
68
np şaşkın bir halde kitap listesine bakarak. "Şeyy - Orta Sınıflar için Biçim Değiştirme ve Üçüncü Sınıflar için Temel Büyüler Kitabı almam gerekiyor."
Harry on dakika sonra koltuk altında yeni kitaplarıyla Flourish ve Blotts'tan çıktı ve nereye gittiğinin pek farkında olmadan, yürürken birkaç kişiye çarparak Çatlak Kazan'm yolunu tuttu.
Merdivenleri çıkıp odasına girdi ve kitaplarını yatağın üstüne bıraktı. Biri temizliğe gelmişti; pencereler açıktı ve içeri güneş ışığı giriyordu. Harry arka taraftaki gözden uzak Muggle caddesinden otobüslerin geçtiğini duyabiliyordu, aşağıda Diagon Yolu'nda gezen görünmez kalabalığın sesini de. Lavabonun üstündeki aynada kendini gördü.
"Bu bir ölüm alameti olamaz," dedi yansımasına, boyun eğmez bir tavırla. "Magnolia Crescent'ta o şeyi gördüğümde panik içindeydim. Büyük ihtimalle sadece bir sokak köpeğiydi..."
Elini istemsizce kaldırıp saçını düzleştirmeye çalıştı.
"O konuda kazanamayacağın bir mücadeleye giriyorsun, güzelim," dedi aynası muzip bir sesle.
Günler geçtikçe, Harry her gittiği yerde Ron'un ve Hermione'nin izine rastlamak için etrafına bakınır oldu. Okulun açılması yaklaştığından, artık Diagon Yolu'na bir sürü Hogwarts öğrencisi gelmeye başlamıştı. Harry,
69
Kaliteli Quidditch Malzemeleri'nde, Gryffindor'dan arkadaşları Seamus Finnigan ve Df.an Thomas'la karşılaşmıştı. Onlar da Ateşoku'ndan gözlerini alamıyorlardı. Aynca Flourish ve Blotts'un önvnde toparlak suratlı, unutkan bir çocuk olan Neville Longbottom'a da rastladı. Harry durup onunla sohbet etmedi; görünüşe bakılırsa Neville kitap listesini kaybetnuşfi ve çok sert biri gibi görünen ninesi onu haşlıyordu H ırry, Sihir Bakan-hğı'ndan kaçarken Neville'miş gibi yaptığını ninenin hiç öğrenmemesini umdu.
Tatilin son günü uyandığında, Ron ve Hermi-one'yle hiç olmadı ertesi gün Hog\ 'Arts Ekspresi'nde buluşacağını düşünüyordu. Kalktı, g \nndi, Ateşoku'na son bir kez bakmaya gitti. Tam nerede öğle yemeği yiyeceğini düşünürken, biri ona seslendi. Harry dönüp baktı.
"Harry! HARRY!"
İşte ikisi de oradaydılar. Florean Fortescue'nun Dondurma Dükkânı'nın önünde oturuyorlardı. Ron çok çilli, Hermione'yse çok bronz görünüyordu, ikisi de ona çılgınca el sallıyorlardı.
"Nihayet!" dedi Ron, Harry otururken ona sırıtarak. "Çatlak Kazan'a uğradık, ama çıktığını söylediler. Biz de önce Flourish ve Blotts'a gittik, sonra Madam Malkin'e, sonra -"
"Bütün okul malzemelerimi geçen hafta aldım," diye açıkladı Harry. "Hem siz benim Çatlak Kaan'da kaldığımı nereden biliyorsunuz?"
"Babam," dedi Ron kısaca.
70
Sihir Bakanlığı'nda çalışan Mr Weasley elbette Mar-ge Hala'nın başına gelenlerin öyküsünü duymuş olmalıydı.
"Halanı gerçekten de şişirdin mi, Harry?" dedi Her-mione, çok ciddi bir sesle.
"Öyle yapmak istememiştim/' dedi Harry. Ron bir kahkaha patlatmıştı. "Sadece - kontrolümü kaybettim."
"Komik değil, Ron/' dedi Hermione sert bir şekilde. "Cidden, Harry nasıl atılmadı şaşıyorum."
"Ben de," diye itiraf etti Harry. "Bırak atılmayı, tutuklanacağım sandım." Ron'a baktı. "Baban Fudge'ın beni niye bıraktığını bilmiyor, değil mi?"
Ron omuz silkip, "Sensin diyedir herhalde, değil mi?" dedi. Hâlâ kıkırdıyordu. "Ünlü Harry Potter falan. Ben öyle halamı teyzemi şişirmeye kalksam, Bakanlık bana ne yapar, düşünmek bile istemiyorum. Gerçi önce toprağı kazıp çıkarmanız gerekirdi, çünkü annem öldürürdü beni. Neyse, bu akşam bunu babama kendin sorabilirsin. Bu gece biz de Çatlak Kazan'da kalıyoruz! Böylece yarın King's Cross'a bizimle gelebilirsin! Hermione de orada kalıyor!"
Hermione gözleri gülerek evet anlamında başını salladı. "Annemle babam bu sabah bütün Hogwarts eşyalarımla birlikte beni buraya bıraktı."
"Harika!" dedi Harry neşeyle. "Ee, bütün yeni kitaplarınızı, öteberinizi aldınız mı?"
"Şuna bak," dedi Ron, uzun ince bir kutu çıkarıp açarak. "Yepyeni bir asa. Otuz beş santim, söğüt, bir tane tekboynuzlu at kuyruğu tüyü var. Bütün kitapları-
71
mızı da aldık" - iskemlesinin altındaki büyük bir çantayı işaret etti. "Şu Canavar Küap'lara ne diyorsun? İki tane istediğimizi söylediğimizde tezgâhtar az daha ağlayacaktı."
Harry, Hermione'nin yanındaki iskemlenin üstünde duran bir değil üç tane tıka basa dolu çantayı işaret ederek, "Onlar ne, Hermione?" diye sordu.
"Eh, ben sizden daha çok yeni derse kaydoldum, öyle değil mi?" dedi Hermione. "Onlar ders kitaplarım: Aritmansi, Sihirli Yaratıkların Bakımı, Kehanet, Eski Tılsımlar, Muggle Araştırmaları -"
"Niye Muggle Araştırmaları alıyorsun ki?" dedi Ron, Harry'ye bakıp gözlerini devirerek. "Sen Mugg-le'lardan doğmasın! Annenle baban Muggle! Mugg-le'larla ilgili bilinecek her şeyi biliyorsun zaten!"
"Ama onları büyücülerin bakış açısından görmek muhteşem olacak," dedi Hermione ciddi ciddi.
"Bu yıl hiç yemek yemeyi ya da uyumayı düşünüyor jnusun, Hermione?" diye sordu Harry. Ron kıs kıs güldü. Ama Hermione onlara aldırış etmedi.
"Hâlâ'im Galleon'um var," dedi çantasını kontrol ederek. "Doğum günüm eylülde, annemle babam kendime şimdiden bir hediye alayım diye bana biraz para verdiler."
"Şeyle iyi bir kitaba ne dersin?" dedi Ron masum bir ede yla.
"Hayır, sanmıyorum," dedi Hermione istifini bozmadan. "Aslında bir baykuş istiyorum. Harry'nin Hed-wig'i var, seninse Errol'ın -"
72
"Yok," dedi Ron. "Errol bir aile baykuşu. Benim sadece Scabbers'ım var." Cebinden faresini çıkardı. "Ve ona bir baktırtmak istiyorum/' diye ekledi, Scabbers'ı masanın üstüne koyarak. "Sanırım Mısır ona pek uymadı."
Scabbers normalde olduğundan çok daha zayıf görünüyordu, üstelik bıyıklarında da belirgin bir sarkma vardı.
Artık Diagon Yolu'nu çok iyi bilen Harry, 'Tam şurada bir sihirli-hayvan dükkânı var," dedi. "Sen Scabbers için bir şey verebilirler mi bakarsın, Hermione de baykuşunu alır."
Dondurmalarını ödediler ve karşıya geçip Sihirli Hayvanevi'ne gittiler.
İçeride ayakta duracak pek yer yoktu. Kafeslerden bir santim bile duvar görünmüyordu. İçerisi çok kokuyordu, çok da gürültülüydü, çünkü kafeslerin içindekiler ya cikliyor, ya viyaklıyor, ya vıdı vıdı ediyor, ya da tıslıyordu. Kasadaki cadı çift-uçlu su kelerlerinin bakımı hakkında bir büyücüye tavsiyelerde bulunuyordu. Harry, Ron ve Hermione kafesleri inceleyerek beklediler.
İki kocaman, mor kara kurbağası oturmuş, ıslak yutma sesleri çıkarıyor, ölü kurt sinekleriyle kendilerine bir ziyafet çekiyorlardı. Mücevherlerle bezeli dev bir tosbağa pencerenin kenarında ışıl ışıl parlıyordu. Zehirli turuncu salyangozlar cam kaplarının kenarından ağır ağır süzülüyorlardı. Şişman, beyaz bir tavşansa pat diye ipek bir silindir şapkaya dönüşüyor, sonra pat diye
73
normale dönüyordu. Her renkten kedi, bir kafes dolusu gürültücü kuzgun, bir sepet dolusu yüksek sesle vınlayan komik, kaymak rengi yün topağı vardı. Bir tezgâhın üstünde de, uzun tüysüz kuyruklarını kullanarak bir tür ip atlama oyunu oynayan parlak siyah farelerle dolu bir kafes duruyordu.
Çift-uçlu su kelercisi büyücü dükkândan çıkınca, Ron tezgâha yaklaştı.
"Benim farem," dedi cadıya. "Mısır7dan döndüğümüzden beri biraz solgun."
"Tezgâha yatır," dedi cadı, cebinden ağır, siyah bir gözlük çıkararak.
Ron iç cebinden Scabbers'ı çıkarıp diğer farelerin bulunduğu kafesin yanma koydu. Fareler ip atlama numaralarını bırakıp daha iyi görebilmek için tele yaklaştılar.
Ron'un her şeyi gibi fare Scabbers da elden düşmeydi (daha önce ağabeyi Percy'ye aitti) ve biraz hırpalanmış haldeydi. Kafesteki farelerin yanında iyiden iyiye efkârlı görünüyordu.
"Hm," dedi cadı, Scabbers'ı kaldırarak. "Bu fare kaç yaşında?"
"Bilmiyorum," dedi Ron. "Bayağı yaşlı. Eskiden ağabeyimindi."
"Ne tür güçleri var?" dedi cadı, Scabbers'ı yakından inceleyerek.
"Ee -" dedi Ron. İşin aslı, Scabbers en ufak bir güç kırıntısı bile göstermemişti hiç. Cadının gözleri Scab-bers'ın lime lime olmuş sol kulağından bir parmağı eksik ön patisine kaydı. Yüksek sesle cık-cık'ladı.
74
"Bu farenin imam gevremiş."
"Percy onu bana verdiğinde böyleydi zaten," dedi Ron, kendini savunurcasına.
"Böyle sıradan, normal bir bahçe faresinin üç yıldan falan çok yaşaması beklenemez," dedi cadı. "Daha zor yıpranan bir şey arıyorsan, bunlardan biri hoşuna gider belki..."
Hemen yine ip atlamaya başlayan siyah fareleri işaret etti. "Gösterişçiler," diye mırıldandı Ron.
"Eğer yenisini istemiyorsan, bu Fare Toniği'ni deneyebilirsin," dedi cadı, tezgâh altından küçük bir kırmızı şişe çıkararak.
"Tamam," dedi Ron. "Ne kadar - AH!"
Ron'un kafası öne düştü. En üst kafesten kocaman, turuncu bir şey atlayıp kafasına inmiş ve deli gibi tükürük saçarak Scabbers'ın üstüne doğru fırlamıştı.
"HAYIR, CROOKSHANKS, HAYIR!" diye bağırdı cadı. Ama Scabbers ellerinin arasından sabun gibi kayıp yüzükoyun yere yapıştı, sonra da kapı istikametinde sıvıştı.
"Scabbers!" diye bağırdı Ron, onun peşinden dükkândan dışarı fırlayarak. Harry de Ron'u izledi.
Scabbers'ı bulmaları neredeyse on dakika sürdü. Kaliteli Quidditch Malzemeleri'nin önündeki bir kâğıt sepetine sığınmıştı. Ron tir tir titreyen fareyi cebine koydu ve başına masaj yaparak doğruldu.
"O da neydi öyle?"
"Ya çok büyük bir kediydi, ya da küçük bir kaplan," dedi Harry.
75
"Hermione nerede?"
"Herhalde baykuşunu alıyordur."
Kalabalık caddede Sihirli Hayvanevi'ne doğru ilerlediler. Oraya vardıklarında Hermione dükkândan çıktı, ama bir baykuşla değil. Kollarını kocaman sarman kediye sıkı sıkı sarmıştı.
"O canavan satın mı aidini" dedi Ron, şaşkınlıktan bir karış açık ağzıyla.
"Nefis, değil mi?" dedi Hermione. Heyecandan yüzünü al basmıştı.
Bu, görüşe göre değişir, diye düşündü Harry. Kedinin turuncu tüyleri kalın ve kabarıktı, ama biraz çarpık bacaklı olduğu kesindi. Suratıysa somurtkan ve garip bir şekilde ezik görünüyordu, sanki duvara toslamış gibiydi. Ancak şimdi Scabbers ortalıkta olmadığından, kedi Hermione'nin kollarında, halinden memnun, mı-rıldıyordu.
"Hermione, o şey az daha kafa derimi yüzüyordu!" dedi Ron.
"Ama isteyerek yapmadı, değil mi, Crookshanks?"
"Peki ya Scabbers?" dedi Ron, göğüs cebindeki şişkinliği göstererek. "Dinlenmeye ve gevşemeye ihtiyacı var! O şey ortadayken nasıl olacak bu?"
"Aklıma geldi de, Fare Toniği'ni unuttun," dedi Hermione, küçük kırmızı şişeyi Ron'un eline şamar atar gibi bırakarak. "Endişelenmeyi de bırak, Crookshanks benim yatakhanemde'y atacak, Scabbers ise seninkinde. Ne var bunda? Zavallı Crookshanks, cadının söylediğine göre asırlardır oradaymış: Kimse onu istememiş."
76
"Neden acaba!" dedi Ron alaylı alaylı. Çatlak Kazan'in yolunu tuttular.
Oraya vardıklarında Mr Weasley barda oturmuş, Gelecek Postesz'm okuyordu.
"Harry!" dedi başını kaldırıp gülümseyerek. "Nasılsın?"
"İyiyim, sağ olun," dedi Harry, üçü eşyalarıyla birlikte Mr Weasley'ye katılırlarken.
Mr VVeasley gazetesini bıraktı. Harry artık kendisine tanıdık gelen Sirrus Black fotoğrafının gazeteden ona baktığını gördü.
"Onu hâlâ yakalayamadılar öyleyse." dedi.
"Hayır," dedi Mr Weasley. Yüzünde son derece ciddi bir ifade vardı. "Bakanlık'ta hepimizi gündelik işlerimizden çekip onu arama çalışmasına yönlendirdiler, ama şimdiye kadar şansımız yaver gitmedi."
"Onu yakalasak ödül alır mıydık?" diye sordu Ron. "Biraz daha para bulsak iyi olurdu -"
"Saçmalama, Ron," dedi Mr Weasley. İkinci bakışta, çok gergin görünüyordu. "Black on üç yaşında bir çocuğa yakalanmaz. Onu Azkaban muhafızları yakalayacak, şuraya yazıyorum."
O anda Mrs VVeasley bara girdi. Elleri alışveriş tor-balanyla doluydu. Arkasından da Hogwarts'ta beşinci senelerine başlayacak olan ikizler Fred ve George, yeni Öğrenci Başı seçilmiş olan Percy ile VVeasley'lerin en küçük çocuğu ve tek kızı olan Ginny içeri girdi.
Baştan beri Harry'ye zaafı olan Ginny, onu gördüğünde her zamankinden de çok utanmış gibiydi, belki
77
de Harry geçen y ü Hogwarts'ta onun hayatını kurtardığı için. Kıpkırmızı kesilerek, Harry'nin gözlerine bakmadan "merhaba" diye mırıldandı. Percy ise sanki Harry ile tanışmamışlar gibi resmi bir şekilde elini uzattı. "Harry. Seni görmek ne güzel."
"Merhaba, Percy," dedi Harry. Gülmemek için kendini zor tutuyordu.
"Umarım iyisindir," dedi Percy şişinerek. Harry'nin elini sıkmayı da bırakmamıştı. Bu, belediye başkanına takdim edilmek gibi bir şeydi.
"Çok iyiyim, sağ ol -"
"Harry!" dedi Fred, Percy'yi dirseğiyle önünden çekip abartılı bir şekilde eğilerek. "Seni görmek muhteşem, azizim -"
"Harika," dedi George, Fred'i itip Harry'nin elini kaparak. "Kesinlikle fiyakalı."
Percy'nin alnı kırıştı.
"Haydi, yeter," dedi Mrs VVeasley.
"Anne!" dedi Fred, sanki onu yeni görmüş gibi. Annesinin de elini yakaladı. "Seni görmek ne fevkalade -"
"Yeter dedim," dedi Mrs VVeasley, elindekileri boş bir sandalyeye bırakarak. "Merhaba, Hany7çiğim. Herhalde müjdemizi duymuşsundur." Percy'nin göğsündeki yepyeni gümüş rozeti gösterdi. "Ailedeki ikinci Öğrenci Başı!" dedi, göğsü kabararak.
"Ve sonuncu," dedi Fred, usulca.
"Ona ne şüphe," dedi Mrs VVeasley, birden kaşlarını çatarak, "ikinizi Sınıf Başkanı yapmadıklarının farkındayım."
78
"Niye Sınıf Başkanı olmak isteyelim ki?" dedi Geor-ge. Bu fikir ona tiksinti vermiş gibiydi. "Hayatın ne zevki kalır o zaman?"
Ginny kikirdedi.
"Kız kardeşinize daha iyi örnek olmalısınız!" diye çıkıştı Mrs Weasley.
"Ginny'nin örnek alacak başka ağabeyleri var, anne," dedi Percy mağrur bir edayla. "Ben gidip yemek için üstümü değiştireyim..."
Percy gidince George derin bir oh çekti.
"Onu bir piramide kapatmaya çalıştık," dedi Harry'ye. "Ama annem bizi gördü."
O geceki yemek çok keyifli geçti. Hana Tom salondaki üç masayı birleştirdi ve yedi VVeasley, Harry ve Hermione beş leziz yemeği afiyetle yediler.
Enfes çikolatalı pudinglerine sıra gelince, "Yarın King's Cross'a nasıl gidiyoruz, baba?" diye sordu Fred.
"Baka^hk iki araba gönderiyor," dedi Mr VVeasley.
Herkes başım çevirip ona baktı.
"Niye?" diye sordu Percy merakla.
"Senin sayende, Perce," dedi George ciddi bir ses tonuyla. "Kaportalarının üzerinde küçük bayraklar da olacak, onlann üstünde de ÖB yazacak -"
"- Öküz Başlı anlamına," dedi Fred.
Percy ve Mrs VVeasley dışında herkesin gülmekten burnundan puding fışkırdı.
79
Percy vakur bir sesle, "Bakanlık niye araba gönderiyor, baba?" diye sordu yine.
"Şey, bizim artık bir arabamız olmadığından," dedi Mr Weasley, "ve ben orada çalıştığımdan, bana bir iyilikte bulunuyorlar..."
Sesi rahattı, arna Harry onun kulaklarının kızardığını fark etti. Tıpkı baskı altında olduğu zamanlarda Kon'un kulaklarının kızarması gibi.
"İyi de ediyorlar," dedi Mrs VVeasley hemen. "Ne kadar bagajımız var farkında mısınız? Muggle Metro-su'nda çok güzel bir tablo çizerdiniz... Hepiniz eşyalarınızı topladınız, değil mi?"
"Ron yeni eşyalarının hepsini sandığına koymadı daha," dedi Percy, ıstıraplı bir sesle. "Onları benim yatağıma yığdı."
Mrs Weasley masanın öbür ucundan seslendi: "Gidip bütün eşyalarını toplasan iyi olur, Ron. SabaMeyin pek vaktimiz olmayacak." Ron, kaşlarını çatarak Percy'ye baktı.
Yemekten sonra herkesin karnı doymuş ve uykusu gelmişti. Eşyalarını kontrol etmek için birer birer odalarına çıktılar. Ron ve Percy, Harry'nin yanındaki odadaydılar. Harry sandığını yeni kapatıp kilitlemişti ki, duvarın öbür tarafından kızgın sesler duydu ve neler olduğuna bakmaya gitti.
On iki numaranın kapısı aralıktı ve Percy bas bas bağırıyordu.
"Burada, komodinin üstündeydi, cilalamak için çıkarmıştım -"
80
Ron da bağırarak, "Ona dokunmadım bile, tamam mı?" diye karşılık verdi.
"Ne oldu?" dedi Harry.
"Öğrenci Başı rozetim gitmiş," dedi Percy, hızla Harry'ye dönerek.
"Scabbers'ın Fare Toniği de," dedi Ron, sandığını boşaltıp aranarak. "Sanırım barda unuttum -"
"Rozetimi bulana kadar hiçbir yere gitmiyorsun!" diye bağırdı Percy.
Harry, Ron'a, "Scabbers'ın toniğini ben alırım, eşyalarımı topladım nasılsa," dedi ve aşağı indi.
Bara giden geçidin yarısına gelmişti ki, salondan iki kızgın ses daha geldi kulağına. Seslerin Mr ve Mrs We-asley'ye ait olduğunu hemen anladı. Tereddüt etti, onları kavga ederken duyduğunu bilsinler istemiyordu. Ama kendi adını da duyunca durdu ve salonun kapısına yaklaştı.
"... ona söylememenin hiç anlamı yok," diyordu Mr VVeasley hararetle. "Bunu bilmek Harry'nin hakkı. Fud-ge'a anlatmaya çalıştım, ama o Harry'ye çocuk gibi muamele etmekte ısrarlı. O on üç yaşında ve -"
"Arthur, gerçeği söylersen ödü kopar!" dedi Mrs VVeasley tiz bir sesle. "Okula bunu kafasına takmış olarak mı yollamak istiyorsun onu? Tanrı aşkına, bilmediği için mutlu o!"
"Niyetim onu perişan etmek değil, tetikte olmasını sağlamak," diye kendini savundu Mr VVeasley. "Harry ile Ron'un nasıl olduğunu biliyorsun, akıllarına eseni yapıyorlar - şimdiye dek iki kez Yasak Orman'a düştü-
81
ler! Ama Harry bu yıl öyle bir şey yapmamalı! Evden kaçtığı gece başına neler gelebilirdi diye bir düşünüyorum d".! Hızır Otobüs onu almasaydı, her iddiasına varım ki Bakanlık bulmadan ölmüş olurdu."
"Ama ölmedi, gayet iyi, o zaman ne anlamı var -"
"Molly, Sirius Black'in deli olduğunu söylüyorlar. Belki öyledir, ama Azkaban'dan kaçabilecek kadar akıl-lıymış demek, hem de böyle bir şey imkânsız sayıldığı halde. Üç hafta oldu, kimse izine rastlamadı. Fudge'm Gelecek Postasz'na söyleyip durduğu şeyler umurumda değil, Black'i yakalamamız, kendi kendine büyü yapan asalar üretmemiz kadar uzak bir ihtimal gibi görünüyor. Kesin olan tek şey, Black'in neyin peşinde olduğu -"
"Ama Harry, Hogwarts'ta tamamen güvende olacak." .
"Azkaban'ın da tamamen güvenli bir yer olduğunu düşünüyorduk. Black, Azkaban'dan kaçabildiyse, Hog-warts'a da girebilir."
"Ama kimse Black'in Harry'nin peşinde olduğunda •> emin değil -"
Tahtadan tok bir ses çıktı. Harry, Mr VVeasley'nin yumruğunu masaya vurduğuna emindi.
"Molly, sana kaç kere söylemem gerekiyor? Basına anlatmadılar, çünkü Fudge bunun gizli kalmasını istiyordu. Ama Black'in kaçtığı gece, Fudge, Azkaban'a gitti. Muhafızlar Fudge'a Black'in bir süredir uykusunda konuştuğunu söylemişler. Hep aynı şeyi söylüyormuş: "O, Hogwarts'ta... o, Hogvvarts'ta." Black çıldırmış, Molly, Harry'nin ölmesini istiyor. Bana sorarsan
82
Harry'yi öldürmenin Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen'i yeniden güçlü kılacağını sanıyor. Harry'nin Kim-Olduğu-nu-Bilirsin-Sen'i durdurduğu gece Black her şeyini yitirdi, Azkaban'da da bunu saplantı haline getirebileceği on iki yıl geçirdi..."
Bir sessizlik oldu. Gerisini de duymak için yanıp tutuşan Harry, kapıya iyice yanaştı.
"Arthur, tabii ki neyin doğru olduğuna inanıyorsan onu yapmalısın. Ama Albus Dumbledore'u unutuyorsun. Dumbledore Müdür olduğu sürece kimsenin Harry'ye Hogwarts'ta zarar verebileceğini sanmıyorum. Herhalde onun da bütün bunlardan haberi vardır."
"Tabii ki haberi var. Ona Azkaban muhafızlarının okul arazisinde mevzilenmesinin bir mahzuru olup olmadığını sorduk. Hoşuna gitmedi, ama kabul etti."
"Hoşuna gitmedi mi? Black'i yakalayacaklarsa niye hoşuna gitmesin ki?"
"Dumbledore, Azkaban muhafızlarından pek hoşlanmıyor," dedi Mr VVeasley sıkıntıyla. "Aslına bakarsan, ben de... ama Black gibi bir büyücüyle uğraşıyorsan, normalde uzak durmak isteyeceğin kişilerle güç birliği yapman gerekir bazen."
"Eğer Harry'yi kurtanrlarsa -"
"- o zaman bundan sonra onlar hakkında tek bir kötü söz bile söylemem," dedi Mr VVeasley bitkin bir sesle. "Geç oldu, Molly, yukarı çıksak iyi olur..."
Harry iskemlelerin gıcırtısını duydu. Elinden geldiğince sessiz bir şekilde, bara giden geçitten indi ve göz-
83
den kayboldu. Salonun kapısı açıldı. Birkaç saniye sonra kulağına gelen seslerden, Mr ve Mrs Weasley/nin merdivenleri çıktığını anladı.
Fare Toniği şişesi yemekte oturdukları masanın altında duruyordu. Harry, Mr ve Mrs VVeasley'nin odalarının kapısının kapandığını işitene kadar bekledi, sonra elinde şişeyle yukarı çıktı.
Fred ve George gölgelerin içinde eğilmiş, Perc/nin rozetini bulmak için Ron'la birlikte kald;ğı odanın altını üstüne getirmesini dinleyerek kahkahadan kınlıyorlardı.
Fred, "Rozeti biz aldık," diye fniıdadı Harry'ye. "Biraz geliştiriyoruz."
Şimdi rozetin üstünde öğrenci Koa wşı yazıyordu.
Harry kendini zorlayarak güldü, gidip Ron'a Fare Tonigi'ni verdi ve kendini odasına kapayıp yatağına uzandı.
Demek Sirrus Black onun peşindeydi. Bu her şeyi açıklıyordu. Fudge ona yumuşak davranmıştı, çünkü onu sağ salim görünce çok rahatlamıştı. Harry'ye Di-agon Yolu'nda kalma sözü verdirmişti, çünkü oradaki çok sayıda büyücü onu gözaltında tutabilirlerdi. Yann onlan istasyona götürmesi için iki Bakanlık arabası göndermedeki amacı da, VVeasley'lerin trende Harry'ye göz kulak olmalarıydı.
Harry yan odadan gelip duvarda eriyen bağırışları dinleyerek yatağında yatıp, niye daha fazla korkmadığını merak etti. Sinüs Black tek bir lanetle on üç kişiyi öldürmüştü; Mr ve Mrs VVeasley, Harry gerçeği bilirse
84
paniğe kapılır diye düşünüyordu besbelli. Ama Harry Mrs VVeasley'yle tamamen aynı fikirdeydi: Dünyanın en güvenli yeri, Dumbledore'un olduğu yerdi. Herkes sürekli Dumbledore'un hayatta Lord Voldemort'un korktuğu tek insan olduğunu söylemiyor muydu? Herhalde Voldemort'un sağ kolu olan Black de ondan aynı derecede korkardı.
Bir de şu herkesin sözünü ettiği Azkaban muhafızları vardı. Çoğu kişinin korkudan kendini kaybetmesine sebep oluyor gibiydiler. Eğer onlar okulda mevzile-niyorsa, Black'in içeri girme şansı çok küçük görünüyordu.
Hayır, bütün bunların içinde Harr/nin canını en çok sıkan şey, artık Hogsmeade'e gitme şansının sıfıra yakın olmasıydı. Kimse Black yakalanana kadar Harr/nin şatonun güvenli ortamından ayrılmasını istemeyecekti; hatta, tehlike geçene kadar, attığı her adımın dikkatle izleneceğini düşünüyordu.
Karanlık tavana kaşlarını çatarak baktı. Kendi başının çaresine bakamaz mı sanıyorlardı? Lord Volde-mort'dan üç kere kurtulmuştu, hepten işe yaramaz biri değildi...
Durup dururken, MagnoLa Crescent'ta gölgelerin içinde gördüğü yaratığın resmi gözünün önüne geldi. Ecel kapıya dayandığında yapabilecekleriniz...
"öldürülmeyeceğim" dedi Harry yüksek sesle.
"Hah şöyle, güzelim," dedi aynası uykulu bir sesle.
85

GeCeLeR
12-10-2006, 01:44 AM
BEŞİNCİ BÖLÜM
Ruh Emici

Ertesi sabah Tom, her zamanki dişsiz sıntışıyla ve elinde bir fincan kahveyle Harry'yi uyandırdı. Harry giyindi ve tam canı sıkkın bir Hedwig'i kafesine dönmeye ikna ediyordu ki, Ron gürültüyle odaya girdi, kafasından sweatshirt'ünü geçiriyor ve sinirlenmiş görünüyordu.
"Trene ne kadar erken binersek, o kadar iyi," dedi. "Hiç değilse Hogwarts'ta Percy'den uzak kalırım. Şimdi de beni Penelope Clearvvater'ın fotoğrafına çay damlatmakla suçluyor. Biliyorsun," Ron yüzünü buruşturdu, "kız arkadaşı. Yüzünü çerçevenin altına sakladı, çünkü burnunda koca bir leke olmuş..."
Harry, "Sana bir şey söyleyeceğim," diye söze başladı, ama bu sefer de, Percy'yi yeniden kızdırdığı için Ron'u tebrik etmek amacıyla uğrayan Fred'le George yüzünden lafı yarım kaldı.
Kahvaltıya indiler. Mr Weasley, kt.şlan çatık, Gelecek Postası'nın birinci sayfasını okuyordu, Mrs Weasley ise Hermione ile Ginny'ye genç kızken yaptığı bir Aşk İksiri'ni anlatıyordu. Üçü de kıkırdayıp duruyordu.
86
Masaya otururlarken Ron, Harry'ye, "Ne diyordun sen?" diye sordu.
"Sonra konuşuruz," diye mırıldandı Harry, tam o sırada Percy fırtına gibi içeri dalmıştı.
Harry handan ayrılma kargaşası içinde Ron'la da, Hermione'yle de konuşma fırsatı bulamadı. Çatlak Ka-zan'ın dar merdiveninden sandıklarını güçbela aşağı indirip kapının yakınına yığmakla meşguldüler, üstlerine de tepesinde Hedwig ve Hermes'in (Perc/nin cüce baykuşu) tünediği kafesleri koydular. Sandık yığınının yanında, gürültüyle tükürük saçan küçük bir hasır sepet vardı.
Hermione hasırların arasından, "Tamam, Crooks-hanks," diye şakıdı. "Trende seni çıkaracağım."
"Hayır, çıkarmayacaksın," diye cevabı yapıştırdı Ron. "Zavallı Scabbers ne olacak bakalım?"
Göğsüne işaret etti, oradaki büyük yumrudan anlaşıldığı kadarıyla Scabbers cebinde büzülmüştü.
Dışarıda Bakanlık arabalarını bekleyen Mr Weasley, başını içeri uzattı.
"Geldiler," dedi. "Haydi, Harry."
Mr VVeasley, Harry'yi önüne katıp eski moda iki koyu yeşil arabadan ilkine doğru götürdü. Her iki arabayı da, zümrüt yeşili takım elbise giymiş, sinsi görür.dşlü iki büyücü sürüyordu.
Mr VVeasley, kalabalık sokakta aşağı yukarı bakarak, "Bin bakalım, Harry," der11.
Harry arabanın arkasına oturdu, çok geçmeden yanına Hermione, Ron ve son olarak da Percy geldi. Ron bundan hiç hoşlanmadı.
87
King's Cross yolculuğu, Harry'nin Hızır Otobüs'teki yolculuğuyla karşılaştırılınca fevkalade olaysız sayılırdı. Sihir Bakanlığı arabaları neredeyse sıradan görü-nüyorl irdi, ama Harry onların, Vernon Enişte'nin yeni şirket arabasının kesinlikle geçemeyeceği boşluklardan fiiyrılabildiklerini fark etti. King's Cross'a yirmi dakika erken vardılar. Bakanlık sürücüleri onlara bagaj arabaları buldu, sandıklarını çıkardı. Sonra da şapkalarına dokunarak Mr VVeasley'ye selam verdiler ve arabalarına binip gittiler. Nasıl olduysa, trafik ışıklarının önündeki yerinden kıpırdamayan araba kuyruğunun başına geçivermeyi de becerdiler.
Mr VVeasley istasyona kadar Harr/nin burnunun dibinden ayrılmadı.
Çevrelerine bakarak, "Peki öyleyse," dedi, "madem bu kadar kalabalığız, ikişer ikişer geçelim. Önce Harry ile ben gidiyoruz."
Mr Weasley dokuz ve onuncu peronlar arasındaki bölmeye doğru Harry'nin arabasını iterek yürüdü, henüz dokuzuncu perona varmış olan 125 numaralı şehirlerarası trenle çok ilgilenmiş gibi görünüyordu. Harry'ye anlamlı bir bakış atarak, kayıtsızca bölmeye yaslandı. Harry de onu taklit etti.
Bir an sonra katı metalin içinden yanlamasına Peron Dokuz Üç Çeyrek'e geçmişlerdi. Başlarını kaldırınca, çocuklarını trene kadar getirmiş cadılar ve büyücülerle dolu perona dumanlar saçan, kıpkırmızı lokomotifi, yani Hogwarts Ekspresi'ni gördüler.
Percy ve Ginny aniden Harry'nin ardında belirdi.
88
Soluk soluğaydılar, belli ki bölmeyi koşarak geçmişlerdi.
"Ah, işte Penelope!" dedi Percy, saçını düzeltip yeniden pembeleşerek. Uzun ve kıvırcık saçlı bir kıza doğru, kız parlak rozetini ille de görsün diye göğsünü çıkararak yürümeye başladı. Ginny ile Harry göz göze geldi, ikisi de güldüklerini gizlemek için sırtlarını döndüler.
Geri kalan VVeasley'ler ile Hermione de onlara katılınca, Harry ve Mr VVeasley öne düşüp, ağzına kadar dolu kompartımanların yanından geçtiler, trenin sonuna, hayli boş görünen bir vagona kadar gittiler. Sandıkları yüklediler, Hedwig'le Crookshanks'i bagaj rafına koydular, sonra da Mr ve Mrs VVeasley'ye veda etmek için yeniden aşağı indiler.
Mrs Weasley önce çocuklarının hepsini, sonra Her-mione'yi, nihayet de Harry'yi öptü. Harry, o kendisine fazladan bir kez sarılınca utandı, ama aslında pek de memnun oldu.
Mrs V,". asley doğrulurken, garip bir şekilde parlayan gözlerle, "Kendine dikkat edeceksin, değil mi, Harry?" dedi. Sonra kocaman el çantasını açtı ve, "Hepinize sandviç yaptım," diye ekledi. "Al bakalım, Ron... hayır, salamura et değil... Fred? Fred nerede? Al, canım..."
Mr VVeasley yavaşça, "Harry," dedi, "bir dakika buraya gel."
Başıyla bir sütunu işaret etti, Harry de onu izleyerek sütunun arkasına gitti, diğerlerini Mrs VVeasley'nin etrafına toplanmış halde bıraktı.
89
Mr VVeasley, gergin bir sesle, "Gitmeden önce sana söylemem gereken bir şey var," dedi.
"Tamam, Mr VVeasley, biliyorum," dedi Harry.
"Biliyor musun? Nasıl bilebilirsin?"
"Ben... şey... dün gece sizinle Mrs VVeasley'yi konuşurken duydum. İstemeden kulak misafiri oldum," diye ekledi Harry çabucak. "Kusura bakmayın -"
"Bu şekilde öğrenmeni tercih etmezdim," dedi Mr VVeasley, kaygılı görünüyordu.
"Hayır - doğru söylüyorum, mesele yok. Böylece siz Fudge'a verdiğiniz sözü tutmuş oldunuz, ben de neler olduğunu öğrendim."
"Harry, çok korkmuş olmalısın -"
Harry içtenlikle, "Korkmadım," dedi. "Sahiden," diye ekledi, çünkü Mr VVeasley inanmamış gibi bakıyordu. "Kahraman olmaya çalışmıyorum ama, yani cidden, Sirius Black, Voldemort'dan beter olamaz, değil mi?"
Mr VVeasley ismi duyunca irkildi, ama duymazlıktan geldi.
"Harry, i>en senin Fudge'ın düşündüğünden daha sağlam kumaştan olduğunu biliyordum, korkmadığına da elbette memnunum ama -"
Geri kalan çocukları önüne katmış, trene götüren Mrs VVeasley, "Arthur!" diye seslendi. "Arlhur, ne yapıyorsun? Tren kalktı kalkacak!"
"Geliyor, Molly," •• dedi Mr VVeasley, ama sonra Hany^ye döndü ve daha alçak bir sesle, daha hızla konuşmaya devam etti. "Dinle, bana söz vermeni istiyorum -"
90
"- iyi bir çocuk olup şatoda kalacağım konusunda mı?" diye sordu Harry, kederle.
"Tam öyle sayılmaz." Harry, Mr VVeasley'yi tanıdığından beri hiç bu kadar ciddi görmemişti. "Harry, bana Black'i aramayacağın konusunda yemin et."
Harry bakakaldı. "Ne?"
Gürültülü bir düdük sesi duyuldu. Demiryolu görevlileri trenin yanında yürüyor, bütün kapılan çarparak kapatıyorlardı.
Mr VVeasley, daha da hızlı konuşarak, "Bana söz ver, Harry," dedi, "ne olursa olsun -"
Harry şaşkınlıkla, "Beni öldürmek istediğini bildiğim birini niye arayayım?"diye sordu.
"Yemin et, ne duyarsan duy -"
"Arthur, çabuk!" diye bağırdı Mrs VVeasley.
Tren duman salıyordu; hareket etmeye başlamıştı. Harry kompartımanın kapısına koştu, Ron kapıyı açıp o geçsin diye geriye çekildi. Pencereden sarktılar, tren bir köşeyi dönüp onlar gözden kaybolana kadar Mr ve Mrs VVeasley'ye el salladılar.
Tren hızlanırken Harry, Ron ve Hermione'ye, "Sizinle özel olarak konuşmam gerek," dedi.
"Git bakalım, Ginny," dedi Ron.
Ginny, gücenmiş bir edayla, "Aman ne güzel," dedi ve azametle dışarı çıktı.
Harry, Ron ve Hermione koridorda yürümeye başladılar. Boş bir kompartıman arıyorlardı, ama trenin en sonundaki dışında hepsi doluydu.
Bu kompartımanda sadece bir kişi vardı, pencere-
91
nin yanında mışıl mışıl uyuyan bir adam. Hany, Ron ve Hermione, eşikte kaldılar. Hogwarts Ekspresi genellikle öğrencilere mahsustu, yemek arabasını iten cadı hariç, bu trende daha önce hiç yetişkin görmemişlerdi.
Yabancı son derece pejmürde, birçok yeri yamalı bir büyücü cüppesi giymişti. Hasta ve bitkin görünüyordu. Hayli genç olsa da, açık kestane rengi saçlan yer yer kırlaşmıştı.
Pencereden en uzakta olan yerlere oturup kapıyı çekerek kapatırlarken, "Kim dersiniz?" dedi Ron fısıltıyla.
Hermione hemen, "Profesör R. J. Lupin," diye fısıldadı.
"Nereden biliyorsun?"
Hermione, adamın üstündeki bagaj rafını işaret ederek, "Bavulunda yazıyor," dedi. Bagajda özenle düğümlenmiş bol miktarda sicimin bir arada tuttuğu, küçük, hırpalanmış bir bavul vardı. Bir köşesine yansı soyulmuş harflerle "Profesör R. J. Lupin" adı yapıştırılmıştı.
Ron, profesörün solgun profiline bakıp kaşlannı çatarak, "Ne dersi okutuyor acaba?" dedi.
"Orası belli," diye fısıldadı Hermione. "Bir tek boş ders var, değil mi? Karanlık Sanatlara Karşı Savunma."
Harry, Ron ve Hermione'nin daha önce iki tane Karanlık Sanatlara Karşı Savunma hocalan olmuştu, ikisi de ancak birer yıl dayanabilmişti. İşin tekinsiz olduğuna ilişkin söylentiler vardı.
"Eh, umanm üstesinden gelir," dedi Ron kuşkuyla. "Sanki sağlam bir nazar değse işi bitecekmiş gibi bir ha-
92
li var, değil mi? Neyse..." Harry'ye döndü, "sen bize ne anlatacaktın?"
Harry onlara Mr ve Mrs VVeasley'nin tartışmasını ve az önce Mr VVeasley'nin ona uyanda bulunduğunu' anlattı. Sözlerini bitirdiği zaman Ron yıldırım çarpmış gibi görünüyordu, Hermione ise ellerini ağzına kapatmıştı. Sonunda onları indirip, "Sirius Black seni bulmak için mi kaçmış?" diye sordu. "Ah, Harry... çok, çok dikkatli olman gerek. Bela arama, Harry..."
Sinirlenen Harry, "Ben bela aramıyorum," dedi. "Bela genellikle beni buluyor."
Ron titreyerek, "Harry o kadar aptal mı ki, onu öldürmek isteyen bir kaçığın ardına düşsün?" dedi.
İkisi de haberden Harry'nin beklediğinden daha fazla etkilenmişlerdi. Ron da, Hermione de Black'ten onun korktuğundan daha fazla korkuyordu.
Ron sıkıntıyla, "Azkaban'dan nasıl çıktığım kimse bilmiyor," dedi. "Daha önce kimse bunu başaramamıştı. Üstelik de en yüksek güvenlik önlemleriyle korunan bir tutsaktı."
Hermione içtenlikle, "Ama onu yakalarlar, değil mi?" diye sordu. "Yani bütün Muggle'lar da onu arıyor..."
Ron birden, "O ses de ne?" dedi.
Bir yerlerden hafif, teneke gibi bir düdük sesi duyuluyordu. Kompartımanı gözleriyle taradılar.
"Senin sandığından geliyor, Harry," dedi Ron, ayağa kalkıp bagaj rafına uzandı. Biraz sonra Cep Sinsios-kopu'nu Harry'nin cüppelerinin arasından çekip almış-
93
ti. Alet Ron'un avucunda hızla dönüyor ve pırıl pırıl ışık saçıyordu.
Hermione daha iyi görmek için ayağa kalktı, ilgiyle, "O bir Sinsioskop mu?" dedi.
"Evet... Ha, bak, çok ucuz," dedi Ron. "Onu Harry'ye yollamak için Errol'ın bacağına bağlarken çıldırdı sanki."
Hermione kurnazca, "O sırada güvenilmez bir şey yapıyor muydun?" diye sordu.
"Hayır! Şey... Errol'ı kullanmamam gerekiyordu. Biliyorsun, uzun yolculukları kaldıracak halde sayılmaz... İyi ama, Harry'ye hediyesini başka nasıl yollayacaktım?"
Sinsioskop tiz ıslıklar çalarken, Harry, "Yeniden sandığa koy," diye akıl verdi. "Yoksa onu uyandıracak."
Başıyla Profesör Lupin'i işaret etti. Ron, Sinsios-kop'u Vernon Enişte'nin pek korkunç bir çift çorabının içine sakladı, böylece sesini de kesmiş oldu. Sonra da sandık kapağını üzerine kapadı.
Yerine oturarak, "Hogsmeade'de kontrol ettirebiliriz," dedi. "Dervish ve Banges'de böyle şeyler satıyorlar, sihirli aletler falan, Fred'le George söylemişti."
Hermione merakla, "Hogsmeade hakkında fazladan bir şeyler biliyor musun?" diye sordu. "İngiltere'deki tek Muggle'sız yerleşim alanı olduğunu okumuştum -"
"Evet, öyle sanırım," dedi Ron düşünmeden. "Ama gitmek istememin nedeni o değil. Ben sadece Balyum-ruk'a girmek istiyorum!"
94
"O da ne?" diye sordu Hermione.
Ron'un yüzüne hülyalı bir ifade geldi. "Orası, her şeyin bulunduğu bir şekerci dükkânı... Biber Şeytan-cık'lar -ağzından duman çıkarmana yol açıyorlar- ve çilek dondurması ile top top kremadan yapılmış kocaman şişman Şokotop'lar. Sınıfta emerken, az sonra ne yazacağını düşünüyormuş gibi görünmeni sağlayan gerçekten kusursuz şeker tüy kalemler -"
Hermione azimle ısrar etti. "Ama Hogsmeade çok ilginç bir yer, değil mi? Tarihi Büyücülük Mekânları''nda, hanın 1612 cinaice ayaklanmasının karargâhı olduğu yazılı, Bağıran Baraka da ingiltere'deki en perili binaymış -"
"- ve onları emerken seni yerden birkaç santim yükselten koca koca şerbet toplan," dedi Ron. Besbelli, Hermione'nin ağzından çıkan tek kelimeyi bile dinlememişti.
Hermione dönüp Harry'ye baktı.
"Okuldan biraz uzaklaşıp Hogsmeade'de keşfe çıkmak hoş olmaz mı?"
"Sanırım olur," dedi Harry kasvetle. "Siz öğrenince bana söylersiniz."
"Ne demek istiyorsun?" dedi Ron.
"Ben gidemem. Dursley'ler izin belgemi imzalamadı, Fudge da olmaz dedi."
Ron dehşete kapılmıştı.
"Gelmene izin yok mu? Ama - olmaz ki - McGona-gall ya da başka biri sana izin verir -"
Harry sahte sahte güldü. Gryffindor binasının Baş-kan'ı olan Profesör McGonagall çok sert biriydi.
95
"- ya da Fred'le George'a soranz, onlar şatonun dışına çıkan bütün gizli geçitleri bilirler -"
"Ron!" dedi Hermione sertçe. "Black henüz yaka-lanmamışken bence Harry okuldan kaçmamalı -"
Harry acı acı, "Evet, herhalde McGonagall da ondan izin istediğimde böyle diyecek," dedi.
"Ama biz yanında olursak," dedi Ron, Hermione'y e şevkle, "Black cesaret edemez -"
Hermione, "Aman Ron, saçmalama," diye cevabı yapıştırdı. "Black sokağın orta yerinde bir sürü insanı öldürmüş biri, sırf biz ordayız diye Harry'ye saldırmaktan çekinir mi sanıyorsun?"
Konuşurken bir yandan da Crookshanks'in sepetinin bağlarıyla oynuyordu.
"Çıkarma o şeyi dışarı!" dedi Ron, ama çok geç kalmıştı. Crookshanks sepetten kuş gibi sıçradı, gerindi, esnedi ve Ron'un dizlerine atladı. Ron'un cebindeki yumru titredi, o da Crookshanks'i öfkeyle itti.
"Bırak şunu!"
"Ron, yapma!" dedi Hermione öfkeyle.
Ron tam cevap verecekti ki, Profesör Lupin kımıldandı. Yürekleri kalkarak ona baktılar, ama Lupin başını öbür yana çevirip, ağzı biraz açık uyumaya devam etti.
Hogwarts Ekspresi kararlı bir şekilde kuzeye doğru yoluna devam ediyordu, pencerenin dışındaki manzara gitgide daha vahşi ve karanlık bir hal alırken, tepedeki bulutlar da kalınlaşmıştı, insanlar kompartıman kapısının önünde ileri geri koşturuyorlardı. Crookshanks
96
şimdi boş bir koltuğa oturmuştu, ezik yüzü Ron'a dönüktü, san gözleri ise Ron'un üst cebindeydi.
Saat birde yemek arabasını süren tombul cadı kompartıman kapısına geldi.
Ron, başıyla Profesör Lupin'i işaret ederek kararsızlık içinde, "Acaba onu uyandırsak mı?" dedi. "Biraz yemek yese iyi olacakmış gibi görünüyor."
Hermione ihtiyatla Profesör Lupin'e yaklaştı.
"Şey - Profesör?" dedi. "Özür dilerim - Profesör?"
Lupin yerinden kımıldamadı.
Cadı, Harry'ye üst üste dizilmiş koca bir kazan pastası yığını uzatırken, "Üzülme canım," dedi. "Uyanınca karnı acıkmış olursa, ben önde kondüktörün yanında olacağım."
Q»dı kompartımanın kapısını çekip kapatırken, Ron yavaşça, "Gerçekten uyuyor sanırım, ha?" dedi. "Yani, ölmemiştir, değil mi?"
"Hayır, hayır, nefes alıyor," diye fısıldadı Hermione, bir yandan da Harry'nin ona uzattığı kazan pastasını alıyordu.
Belki arkadaşlığı iyi 'sayılmazdı, ama Profesör Lu-pin'in kompartımanlarında olması işe de yaradı. Öğleden sonra bir ara, tam yağmur yağmaya başlayarak pencerenin dışında yuvarlanıp giden tepeleri flulaştır-mışken, koridorda yeniden ayak sesleri duydular. En sevmedikleri üç kişi kapıda belirdi: Draco Malfoy ve iki yanında iki yardakçısı, Vincent Crabbe ve Gregory Goyle.
Draco Malfoy'la Harry, Hogwarts'a yaptıkları ilk
97
tren yolculuğundan beri birbirine düşmandı. Solgun, sivri yüzünde hep alaycı bir gülüş bulunan Malfoy, Slytherin binasındaydı; Slytherin Quidditch takımında Arayıcı pozisyonunda oynuyordu, yani Harr/nin Gryffindor takımındaki pozisyonu. Crabbe ve Goyle sanki Malfoy'un emirlerini yerine getirmek için doğmuşlardı. İkisi de enine gelişmiş ve kaslıydılar. Saçı kaklarına kadar inen ve çok kalın bir boynu olan Crabbe daha uzun boyluydu. Goyle'un kısa, kabarık saçları ve uzun, goril kollan vardı.
Malfoy her zamanki tembel konuşmasıyla kompartıman kapısını açarak, "Bak hele, kimler var burda," dedi. "Porur-la Vızır."
Crabbe ve Goyle ifrit gibi kıkırdadılar.
"Babanın bu yaz sonunda biraz altın edindiğini duydum, VVeasley," dedi Malfoy. "Annen şoktan öldü mü?"
Ron yerinden öyle bir fırladı ki, Crookshanks'in sepetine çarpıp yere düşürdü. Profesör Lupin horladı.
"O da kim?" dedi Malfoy. Lupin'i fark edince oto-matikman bir adım geri çekilmişti.
Ron'u tutmak gerekirse diye her ihtimale karşı ayağa kalkmış olan Harry, "Yeni hoca," dedi. "Ne diyordun, Malfoy?"
Malfoy'un soluk gözleri kısıldı; bir öğretmenin burnunun dibinde kavga çıkaracak kadar budala değildi.
Crabbe ile Göyle'a küskün küskün, "Gelin hadi," diye mırıldandı, yok oldular.
Harry ve Ron yeniden oturdu, Ron yumruklarına masaj yapıyordu.
98
Kızgın kızgın, "Bu yıl Malfoy'un saçmalıklarım dinleyecek değilim," dedi. "Doğru söylüyorum. Eğer ailem hakkında bir şaka daha yapacak olursa, kafasını yakaladığım gibi -"
Ron eliyle havada vahşi bir hareket yaptı.
Hermione tıslar gibi, "Ron/' dedi, bir yandan da Profesör Lupin'i gösteriyordu, "dikkatli ol..."
Ama Profesör Lupin hâlâ mışıl mışıl uyuyordu.
Tren daha da kuzeye doğru yoluna devam ederken yağmur şiddetlendi. Pencereler şimdi yekpare, ışıltılı bir griye dönüşmüştü. Bütan koridorlardaki ve bagaj raflarının üstündeki fenerler yanana kadar gittikçe koyulaşmayı sürdüren bir gri. Tren tıngırdadı, zangırdadı, kükredi, ama Profesör Lupin hâlâ uyuyordu.
Artık tamamen kararmış pencereden bakmak için onun yanından öne eğilen Ron, "Neredeyse varmış olmalıyız," dedi.
Kelimeler ağzından henüz çıkmıştı ki, tren yavaşlamaya başladı.
"Harika," dedi Ron, ayağa kalkıp Profesör Lupin'in yanından ihtiyatla yürüyerek dışarıya bakmaya çalışırken. "Açlıktan ölüyorum, şölene gitmek istiyorum..."
Hermione saatine bakarak, "Varmış olamayız," dedi.
"Öyleyse niye duruyoruz?"
Tren gittikçe yavaşlıyordu. Pistonların sesi kesilince, rüzgâr ve yağmur camları daha da büyük bir gürültüyle dövmeye koyuldu.
Kapıya en yakın olan Harry, koridora bakmak için
99
ayağa kalktı. Vagon boyunca, kafalar merakla kompartımanlardan dışarı uzanıyordu.
Tren bir sarsıntıyla durdu, uzaktan gelen^patırhlar ve gümbürtülerden, bagajların raflardan düş anü anladılar. Sonra hiçbir uyan olmaksızın ışıklar söndü, zifiri karanlığa gömüldüler.
Ron'un sesi, Harr/nin arkasından, "Neler oluyor?" dedi.
"Ayy!" diye soludu Hermione. "Ron, o benim aya-
ğım!"
Harry el yordamıyla yerine döndü.
"Sence tren anza mı yaptı?"
"Bilmem..."
Bir gıcırtı duyuldu, Harry, pencerenin birazını «ilip dışarı bakan Ron'un karanlık siluetini hayal meyal seçti.
"Dışarıda bir hareket var," dedi Ron. "Sanırım birileri trene biniyor..."
Kompartımanın kapısı aniden açıldı ve birisi Harry'nin bacaklarının üstüne çıkıp canını acıttı.
"Pardon! Neler oluyor, biliyor musunuz? Ayy! Pardon-"
"Merhaba, Neville," dedi Harry, karanlıkta el yordamıyla aranıp Neville'i pelerininden çekerek.
"Harry? Sen misin? Neler oluyor?"
"Hiçbir fikrim yok! Otursana -"
Gürültülü bir tıslama ve acı bir ciyaklama sesi yükseldi. Neville, Crookshanks'in üstüne oturmaya kalkmışa.
100
Hermione'nin sesi duyuldu: "Gidip kondüktöre neler oluyor diye soracağım." Harry onun yanından geçtiğini ve kapının kayarak yeniden açıldığını hissetti, sonra bir gümbürtü duyuldu, birileri acıyla viyakladı.
"O da kim?"
"Kim o?"
"Ginny?"
"Hermione?"
"Ne yapıyorsun?"
"Ron'u arıyordum -"
"Gel de otur-"
"Buraya değil!" dedi Harry çabucak. "Burda ben varım!"
"Ayy!" dedi Neville.
"Susun!" dedi boğuk bir ses birden.
Anlaşılan Profesör Lupin nihayet uyanmıştı. Harry onun köşesinde hareket ettiğini duyuyordu. Hiçbiri konuşmadı.
Yumuşak bir çıtırtının ardından titreşen bir ışık kompartımanı doldurdu. Profesör Lupin elinde bir avuç alev tutuyor gibiydi. Bu alevler yorgun gri yüzünü aydınlatıyordu, ama gözlerinde tetikte ve uyanık bir takış vardı.
Aynı boğuk sesle, "Olduğunuz yerde kalın," dedi-, avuç dolusu ateşini önünde tutarak yavaşça ayağa kalktı.
Ama kapı, daha Lupin ona ulaşamadan ağır ağır
Kapıda, Lupin' in elindeki titreşen alevlerle aydın-
101
lanmış olarak, boyu tavana kada:' varan pelerinli bir şekil duruyordu. Yüzü kukuletasının altına tamamen gizlenmişti. Harry'nin gözleri aşağı doğru kaydı ve gördüğü şey midesinin kasılmasına yol açtı. Pelerinden dışarı bir el çıkıyordu. Bu, ıslak ıslak parıldayan, grimsi, yapış yapış görünen, lekeli bir eldi. Suda çuıümüş ölü bir şey gibi...
Ne var ki, görünmesi bir saniye olle sürmedi. Pelerinin altındaki yaratık Harry'nin bak ş nı hissetmiş gibi, el hemen siyah kumaşın katlan ar asır a çekildi.
Sonra da kukuletanın altındaki şt-y. her neyse, uzun uzun, ağır ağır, hırıltıyla nefes aldı. ı^ınki çevresinden havadan da fazla bir şey emmek istiyot gibiydi.
Üzerlerine yoğun bir soğuk çöktü. Harry göğsünde soluğunun sıkışıp kaldığını hissetti. Soğuk, derisinden de daha derinlere indi. Göğsünün içindeydi, kalbinin içinde...
Harry'nin gözleri devrildi. Göremiyordu. Soğukta boğuluyordu. Kulaklarında su sesi gibi bir çağıldama vardı. Aşağı çekiliyordu, kükreme gittikçe aıtıyordu...
Ve sonra uzaklardan feryatlar duydu, korkunç, korkmuş, yalvaran feryatlar. Bağıran her kimse, Harry ona yardım etmek istiyordu. Kollarını oynatmava çalıştı, ama oynatamadı... Kalın, beyaz bir sis çevresinde, içinde anafor gibi dönüyordu -
"Harry! Harry! İyi misin?"
Biri yüzünü tokatlıyordu.
"N-ne?"
Harry gözlerini açtı. Üstünde fenerler vardî, yer
102
sarsılıyordu - Hogwarts Ekspresi yeniden yola koyulmuş, ışıklar yanmıştı. Oturduğu yerden döşemeye kaymıştı anlaşılan. Ron ve Hermione yanında yere diz çökmüşlerdi, tepelerinde onu gözleyen Neville'le Profesör Lupin'i görebiliyordu. Harry kendini çok hasta hissetti. Gözlüğünü iterek yerine oturtmak için elini yüzüne götürünce de, yüzünün soğuk soğuk terlediğini fark etti.
Ron ve Hermione onu kaldırıp yerine oturttular.
Ron kaygıyla, "İyi misin?" diye sordu.
"Evet," dedi Harry, çabucak kapıya doğru baktı. Kukuletalı yaratık yok olmuştu. "Ne oldu? O - o şey nerde? Kim bağırdı?"
"Kimse bağırmadı," dedi Ron, daha da kaygılı.
Harry ışıl ışıl kompartımana baktı. Ginny ve Nevil-le, her ikisi de bembeyaz halde ona baktılar.
"Ama feryatlar duydum -"
Bir çat sesi, hepsinin yerinden fırlamasına yol açtı. Profesör Lupin muazzam büyüklükte bir çikolatayı parçalara ayırıyordu.
"Al," dedi Harry'ye, ona özellikle büyük bir parça uzatarak. "Ye. Faydası olur."
Harry çikolatayı aldı, ama yemedi.
"O şey neydi?" diye sordu Lupin'e.
"Bir Ruh Emici," dedi Lupin, şimdi diğerlerine de çikolata veriyordu. "Azkaban'ın Ruh Emici'lerinden biriydi."
Herkes ona bakakaldı. Profesör Lupin boş çikolata kâğıdını buruşturup cebine soktu.
103
"Ye," diye tekrarladı. "Faydası olur. Benim kondüktörle konuşmam gerek, kusura bakmayın..."
Harr/nin yanından geçti, koridorda gözden kayboldu.
"İyi olduğundan emin misin, Harry?" diye sordu Hermione, ona endişeyle bakarak.
"Anlamıyorum... ne oldu?" dedi Harry, yüzündeki teri biraz daha sildi.
"Eh - o şey - Ruh Emici - oracıkta durdu ve etrafa baktı (yani herhalde, yüzünü göremedim) - ve sen -sen-"
Hâlâ korkmuş görünen Ron, "Kriz falan geçiriyor-sun sandım," dedi. "Sanki kaskatı oldun, yere düştün ve titreyip kasılmaya başladın -"
"Ve Profesör Lupin üzerinden geçti, Ruh Emici'ye doğru yürüdü, asasını çekti," dedi Hermione. "Ve dedi ki 'Hiçbirimiz pelerinlerimizin altında Sirius Black'i saklamıyoruz. Git buradan.' Ama Ruh Emici yerinden kıpırdamadı bile. Lupin bir şeyler mırıldandı, asasının ucundan gümüşümsü bir şey ona doğru fişkırdı, o da döndü ve sanki kayarak uzaklaştı..."
Neville, her zamankinden daha tiz bir sesle, "Korkunçtu," dedi. "O girince içerisi nasıl söğüdü, hissettiniz mi?"
"Kendimi garip hissettim," dedi Ron, rahatsız rahatsız omuzlarını oynattı. "Sanki bir daha hiç neşelene-meyecekmişim gibi...".,
Köşesine büzülmüş ve neredeyse Harry kadar kötü görünen Ginny, usulca hıçkırdı. Hermione yanına
104
gidip onu teselli etmek istercesine kolunu omzuna doladı.
Harry kendini garip hissederek, "Ama hiçbiriniz -yerinizden aşağı düşmediniz mi?"
"Hayır," dedi Ron, yeniden endişeyle Harry'ye baktı. "Ama Ginny deliler gibi titriyordu..."
Harry anlamıyordu. Kendini zayıf ve titrek hissediyordu, sanki ağır bir grip geçirmiş gibi. Yavaş yavaş utanmaya da başlıyordu. Neden başkaları değil de bir tek o darmadağın olmuştu?
Profesör Lupin geri dönmüştü. İçeri girerken durakladı, onlara baktı ve cılız bir tebessümle, "Yani, o çikolataları zehirlemedim..." dedi.
Harry bir parça ısırdı ve hayretle, sıcaklığın el ve ayak parmaklarının uçlarına kadar yayıldığını hissetti.
Profesör Lupin, "On dakika içinde Hogwarts'ta olacağız," dedi. "İyi misin, Harry?"
Harry, Profesör Lupin'e adını nereden bildiğini sormadı.
"İyiyim," diye mırıldandı, utançla.
Yolculuğun geri kalanında pek konuşmadılar. Sonunda tren Hogsmeade istasyonunda durdu, herkes inmek için itişip kakışmaya başladı. Baykuşlar öttü, kediler miyavladı, Nevüle'in kurbağası şapkasının altında gürültüyle vrakladı. Minik peron buz gibiydi, yağmur buzlu tabakalar halinde yağıyordu.
Aşina bir ses, "Birinci sınıflar burdan!" dedi. Harry, Ron ve Hermione dönünce Hagrid'in devasa siluetini peronun öbür yanında gördüler. Çok korkmuş görünen
105
birinci sınıfları göldeki geleneksel yolculuklarına çağırıyordu.
"İyi misiniz, siz üçünüz?" diye kalabalığın başlan üzerinden haykırdı. Ona el salladılar, ama konuşma fırsatı bulamadılar, çünkü çevrelerindeki insan yığını onlan peron boyunca öbür yana sürüklüyordu. Harry, Ron ve Hermione, inişli çıkışlı bir balçık yola çıkan diğer öğrencileri izlediler. Orada birinci sınıflar dışındaki öğrencileri en azından yüz posta arabası bekliyordu. Harr/nin tahminine göre her biri görünmez birer at tarafından çekiliyordu, çünkü içeri girip kapıyı kapatınca araba kendiliğinden yola koyuluyor, kâh sarsılıyor, kâh yalpalıyordu.
Araba hafiften hafife humus ve saman kokuyordu. Harry çikolatayı yediğinden beri kendini daha iyi hissediyordu, ama hâlâ zayıftı. Ron ve Hermione, sanki yeniden yığılmasından korkuyorlarmış gibi, yan yan ona bakıyorlardı.
Araba, tepesinde kanatlı yaban domuzlan bulunan taş sütunların arasındaki bir çift muhteşem dövme demir kapıya doğru yuvarlana yuvarlana giderken, Harry kapının iki yanında nöbet tutan heyula gibi, kukuletalı iki Ruh Emici daha gördü. Bir soğuk hastalık dalgası onu yeniden içine almakla tehdit etti; Harry, yamru yumru koltuğunda arkaya yaslanıp, kapılardan geçene kadar gözlerini yumdu. Araba, şatoya çıkan, uzun, eğimli yolda hızlandı. Hermione minik pencerelerden birinden dışan sarkmış, çok sayıdaki taretin ve kulenin yaklaşmasını seyrediyordu. Sonunda araba sallanarak durdu ve Hermione ile Ron indi.
106
Harry de aşağı inerken, tembel ama keyifli bir ses kulağına çarptı.
"Bayıldın ha, Potter? Longbottom doğru mu söylüyor? Sahiden bayıldın mı?"
Malfoy, Hermione'ye bir dirsek atıp geçerek şatoya çıkan taş merdivenlerde Harry'nin yolunu kesti. Yüzü neşeliydi, soluk gözleri melun melun parlıyordu.
Dişleri sıkılmış Ron, "Çek git, Malfoy," dedi.
Malfoy yüksek sesle, "Sen de bayıldın mı, VVeasley? O korkunç ihtiyar Ruh Emici senin de ödünü patlattı mı yoksa?" dedi.
Sakin bir ses, "Bir sorun mu var?" dedi. Profesör Lupin o anda bir sonraki arabadan çıkmıştı.
Malfoy, Profesör Lupin'e küstah bir bakış attı. Bu, onun cüppesindeki yamaları ve eski püskü bavulunu da kapsayan bir bakıştı. Sesinde minicik bir alay ima-sıyla, "Ah, hayır - şey - Profesör," dedi. Sonra da Crab-be ve Goyle'a pis pis sırıttı, önlerine düşüp merdivenlerden şatoya çıktı.
Hermione acele etsin diye Ron'un sırtını dürttü, üçü merdivenlerde kaynaşan kalabalığa katıldı. Devasa meşe ön kapılardan geçip mağara gibi Giriş Salonu'na girdiler. Salon alev alev meşalelerle aydınlatılmıştı ve üst katlara giden görkemli mermer bir merdiveni barındırıyordu.
Büyük Salon'un kapısı sağ tarafta açıktı. Harry kalabalığı oraya doğru izledi, ama daha gecenin karanlık ve bulutlu göğünü yansıtan sihirli tavana doğru dürüst bir göz atmadan, bir ses, "Potter! Granger!" diye seslendi. "İkinizi de görmek istiyorum!"
107
Harry ve Hermione şaşkınlıkla döndüler. Biçim Değiştirme hocalan ve Gryffindiff binasının Başkan'ı Profesör McGonagall, kalabalığın Daşları üzerinden sesleniyordu. Saçlarını sımsıkı arkada toplayan sert" görünüşlü bir cadıydı. Keskin gözleri, kare biçiminde gözlükle çerçevelenmişti. Harry, içinde kötü bir şey olacağı hissiyle, itişe kakışa zorlukla onun yanına vardı. Profesör McGonagall, içinde hep yanlış bir şey yaptığı duygusunu uyandırırdı.
Profesör, "Öyle kaygılı görünmenize gereK yok -sadece odamda bir şeyler söyleyeceğim," dedi onlara. "Hadi işine, Weasley."
Profesör McGonagall, Harry ile Hermione'yi gevezelik eden kalabalıktan uzaklaştırırken, Ron bakakaldı. Harry ve Hermione, Giriş Salonu, mermer merdiven ve bir koridor boyunca Profesör'e eşlik ettiler.
Kocaman, hoş geldin diyen bir ateşin yandığı küçük odasına geldiklerinde, Profesör McGonagall eliyle onlara oturmalarım işaret etti. Kendisi de masasının başına geçerek îıemen, "Profesör Lupin önden bir baykuş yollayarak trende hastalandığım söyledi, Potter," dedi.
Daha Harry cevap veremeden kapı hafifçe vuruldu ve revir görevlisi Madam Pomfrey paldır küldür içeri girdi.
Harry yüzünün kızardığını hissetti. Bayılması yeterdi zaten, ya da her ne yaptıysa... herkesin böyle gürültü koparmasına gerek yoktu.
"İyiyim," dedi, "bir şeye ihtiyacım yok -"
"Ah, sensin, öyle mi?" dedi Madam Pomfrey.
108
Harry'nin dediklerine aldırmayarak ona yakından bakmak için eğildi. "Sanırım yine tehlikeli bir şeyler yaptın."
"Bir Ruh Emici'ydi, Poppy," dedi Profesör McGo-nagall.
Birbirlerine karanlık bir bakış attılar ve Madam Pomfrey hoşnutsuzluk içinde "çık çık" dedi.
"Bir okula Ruh Emici'leri yerleştirmek," diye mırıldandı, Harry'nin saçını geriye itip alnına elini koyarak. "İlk bayılan o olmayacak. Evet, alnı yapış yapış olmuş. Dehşet verici şeylerdir onlar ve zaten narin olan insanlar üzerindeki etkileri -"
Harry kızgın kızgın, "Ben narin değilim!" dedi.
O anda nabzına bakmakta olan Madam Pomfrey dalgın dalgın, "Elbette değilsin," dedi.
Profesör McGonagall çabucak, "Neye*ihtiyacı var?" diye sordu. "Yatak istirahatı mı? Belki de geceyi hastane kanadında geçirmeli, ne dersin?"
"Ben iyiyim!" dedi Harry, yerinden sıçrayarak. Revire giderse Draco Malfoy'un neler söyleyeceği düşüncesi, işkenceden farksızdı.
Şimdi Harry'nin gözlerinin içine bakmaya çalışan Madam Pomfrey, "Eh, hiç değilse biraz çikolata yemeli," dedi.
"Yedim zaten," dedi Harry. "Profesör Lupin bana çikolata verdi. Hepimize verdi."
Madam Pomfrey, onayladığını belli eden bir^dayla, "Verdi, öyle mi?" dedi. "Demek ki sonunda neyin neye deva olduğunu bilen bir Karanlık Sanatlara Karşı Savunma hocamız olmuş."
109
Profesör McGonagall, sert bir sesle, "Kendini iyi hissettiğinden emin misin, Potter?" dedi.
"Evet."
"Peki öyleyse. Ben Miss Granger'la ders programı üzerinde kısa bir konuşma yaparken dışarıda bekler misin lütfen? Sonra da birlikte şölene ineriz."
Harry, kendi kendine mırıldanarak hastane kanadına yönelen Madam Pomfrey'le birlikte koridora çıktı. Birkaç dakika beklemesi gerekti, sonra bir şeye pek sevinmiş görünen Hermione, arkasında Profesör McGonagall ile kapıda göründü ve üçü mermer merdivenden aşağı, Büyük Salon'a indi.
Salon, bir sivri uçlu siyah büyücü şapkalan denizinden farksızdı. Uzun bina masalarının hapsine, ortada masalann üstünde uçuşan binlerce mumun ışığında yüzleri parlayan öğrenciler dizilmişti. Bir tutam beyaz saçlı, minicik bir büyücü olan Profesör Flitvvick eski bir şapkayla üç bacaklı bir tabureyi Salon'un dışına taşıyordu.
Hermione yavaşça, "Ah," dedi, "Seçme'yi kaçırdık."
Hogwarts'ın yeni öğrencileri binalanna Seçmen Şapka'yı başlarına takarak seçilirdi, şapka onların en uygun olduğu binayı (Gryffindor, Ravenclaw/ Huffle-puff ya da Slytherin) bağırarak duyururdu. Profesör McGonagall uzun adımlarla öğretmenler masasındaki boş iskemlesine doğru yürüdü. Harry ile Hermione ise olabildiğince sessiz adımlarla ters yöne, Gryffindor masasına gittiler. Salon'un arkasından geçerlerken insanlar
110
dönüp onlara baktı, birkaç tanesi de parmağıyla Harry'yi gösterdi. Yoksa Ruh Emici'nin önünde yere yığılmasının hikâyesi bu kadar çabuk mu duyulmuştu?
Harry ve Hermione, onlara yer ayırmış olan Ron'un iki yanına oturdular.
Ron, "Neymiş mesele?" diye mırıldandı Harry'ye.
Harry fısıldayarak açıklamaya koyuldu ama, tam o sırada Müdür ayağa kalkıp konuşmaya başlayınca, lafını yarıda kesti.
Profesör Dumbledore çok yaşlı olmasına rağmen insanda hep büyük enerjiye sahipmiş izlenimi uyandırırdı. Çok uzun gümüşi renkte saçları ve sakalı, dar çerçeveli gözlüğü ve son derece kemerli bir burnu vardı. Genellikle çağının en büyük büyücüsü olarak tanımlanırdı, ama Harry'nin ona saygı duymasının nedeni bu değildi. Albus Dumbledore'a güvenmeden edemezdiniz ve Harry onun öğrencilere gülümseyişini izlerken, Ruh Emici tren kompartımanına girdiğinden beri kendini ilk kez gerçekten sakin hissetti.
Mum ışığı sakalının üstünde ışıldayan Dumbledore, "Hoş geldiniz!" dedi. "Hogvvarts'ta bir başka yıla hoş geldiniz! ^ize söyleyecek birkaç şeyim var ve içlerinden birisi çok ciudi. Mükemmel şölenimiz kafanızı karıştırmadan en iyisi onu aradan çıkarmak herhalde..."
Dumbledore boğazını temizleyerek devam etti: "Hepinizin Hogwarts Ekspresi'ndeki aramalardan sonra farkına varmış olacağı gibi, okulumuz şu anda Sihir Bakanlığı'nm bir işi için burada bulunan birtakım Az-kaban Ruh Emici'lerine ev sahipliği ediyor."
111
O duraklayınca Harry de, Mr VVeasley'nin söylediklerini hatırladı: Dumbledore, Ruh Emici'lerin okulu korumasından memnun değildi.
Dumbledore, "Arazinin bütün girişlerine mevzilen-diler," diye devam etti, "ve bizimle birlikte oldukları sürece, kimsenin okuldan izinsiz ayrılmaya kalkışmaması gerektiğini açıklığa kavuşturmak zorundayım. Ruh Emici'ler numaralara, kılık değiştirmeye kanmaz -hatta Görünmezlik Pelerinleri'ne bile," diye yumuşak başlı bir edayla ekledi. Harry ve Ron birbirlerine baktı. "Rica ya da mazereti anlamak bir Ruh Emici' nin doğasında yoktur. Bunun için her birinizi uyarıyorum, size zarar vermeleri için neden yaratmayın, Ruh Emici'ler söz konusu olunca hiçbir öğrencinin kural dışı davranmaması için Sınıf Başkanları'na ve kız ve erkeklerin iki yeni Öğrenci Başı'na güveniyorum."
Harry'nin birkaç iskemle ötesinde oturan Percy yine göğsünü şişirdi ve hayranlık beklentisiyle etrafa baktı. Dumbledore yeniden durakladı, büyük bir ciddiyetle Salon'u süzdü. Yerinden kıpırdayan ya da ses çıkaran olmadı.
"Mutlu olay ise," dedi, "bu yıl aramıza katılan iki yeni öğretmene hoş geldin dememiz."
"Önce, Karanlık Sanatlara Karşı Savunma öğretmenliği görevini almayı kabul etme lütfunda bulunan Profesör Lupin."
Dağınık, coşkudan hayli uzak alkışlar dıfyuldu. Sadece trende Profesör Lupin'le aynı kompartımanda olanlar şiddetle alkışladı, Harry dahil. Profesör Lupin,
112
en iyi cüppelerini giymiş olan diğer öğretmenlerin yanında daha da pejmürde duruyordu.
Ron, "Snape'e bak," diye fısıldadı Harry'nin kulağına.
İksir hocası Profesör Snape, öğretmen masasının öbür ucundan Profesör Lupin'e bakıyordu. Herkes Sna-pe'in Karanlık Sanatlara Karşı Savunma hocalığını ne kadar istediğini bilirdi, ama Snape'ten nefret eden Harry bile onun ince, sarımsı renkteki yüzünü çarpıtan ifadeye hayret etti. Öfkenin de ötesindeydi: nefretti. Harry bu ifadeyi çok iyi biliyordu. Snape, gözleri ne vakit Harry'ye ilişse hep bu ifadeyi takınırdı.
"İkinci yeni hocamıza gelince," diye devam etti Dumbledore, Profesör Lupin için tutulan isteksiz alkış sona ererken, "Sihirli Yaratıkların Bakımı hocamız Profesör Kettleburn'ün geçen yıl sonunda geri kalan uzuvlarının keyfini daha uzun süre çıkarabilmek için emekliye ayrıldığını söylemekten üzüntü duyuyorum. Öte yandan, onun yerini dolduracak şahsın Rubeus Hagrid olması beni sevindiriyor. Hagrid, bekçilik görevlerine ek olarak bu öğretmenlik işini de yapmayı kabul etti."
Harry, Ron ve Hermione, nutku tutulmuş halde birbirlerine baktılar. Sonra da özellikle Gryffindor masasından gök gürültüsü gibi yükselen alkışa katıldılar. Harry, yüzü yakut kırmızısına dönüşmüş, kocaman tebessümü kara sakalının arapsaçından farksız yığını arkasında saklanmış halde, eğilerek muazzam ellerine bakan Hagrid'i görmek için öne eğildi.
Ron, masayı yumruklayarak, "Bilmeliydik!" diye
113
kükredi. "Başka kim bize ısıran bir kitap gönderirdi ki?"
Herkes durduktan sonra bile alkışlamaya devam eden Harry, Ron ve Hermione/ Profesör Dumbledore yeniden konuşmaya başlarken Hagrid'in gözlerini masa örtüsüne sildiğini gördüler.
"Eh, sanırım önemli şeyler bundan ibaret," dedi Dumbledore. "Şölen başlasın!"
Önlerindeki altın tabaklar ve kadehler birden yiyecek ve içeceklerle doldu. Aniden acayip acıkan Harry, elinin uzanabildiği her şeyden tabağına doldurup yemeye koyuldu.
Çok leziz bir şölendi; Salon konuşmalarla, kahkahalarla ve çatal-bıcak şıngırtılarıyla dolmuştu. Ancak • Harry, Ron ve Hermione şölen bir an önce bitsin istiyorlardı ki, Hagrid'le konuşabilsinler. Öğretmen olmanın onun için ne büyük anlam taşıdığını biliyorlardı. Hag-rid, tam bir büyücü değildi. Öğrenciliğinin üçüncü yılında, işlemediği bir suç yüzünden Hogwarts'tan atılmıştı. Geçen yıl onun adını temize çıkaran, Harry, Ron ve harmione olmuştu.
En sonunda, son balkabağı turtası lokmaları altın tabaklarda eriyip bitince, Dumbledore yatağa gitme vakti geldiğini bildirdi ve aradıkları fırsatı ele geçirdiler.
Öğretmenler masasına vardıklarında Hermione, "Tebrikler, Hagrid!" dedi bir sevinç çığlığıyla.
"He*D siz üçünüz sayesinde," dedi Hagrid, başını kaldırıp onlara bakarken parıldayan yüzünü peçetesine
114
silerek. "İnanamıyorum... büyük adam, Dumbledore... Profesör Kettleburn yeter artık dedikten sonra dosdoğru kulübeme geldi... hep istediğim şeydi..."
Duygularına yenilip yüzünü peçetesine gömdü, Profesör McGonagall da onları kovaladı.
Harry, Ron ve Hermione, mermer merdivenden yukarı akın akın çıkan Gryffindor'lara katıldılar. Artık adamakıllı yorulmuşlardı. Birkaç koridordan daha geçtiler, başka merdivenlerden çıkıp durdular ve sonunda Gryffindor Kulesi'nin gizli girişine geldiler. Pembe elbiseli şişman bir hanımın kocaman portresi, "Parola?" diye sordu.
"Geliyorum, geliyorum!" diye seslendi Percy kalabalığın arkasından. "Yeni parola, Fortıına Majorl"
"Ah hayır," dedi Neville Longbottom hüzünle. Parolaları hatırlamakta hep güçlük çekerdi.
Portre deliğinden ve ortak salondan geçen kızlarla oğlanlar ayrılıp kendi yatakhane merdivenlerinden çıktılar. Harry'nin döne döne yükselen merdiveni çıkarken tek düşündüğü şey, buraya döndüğüne ne kadar memnun olduğuydu. İçinde beş tane dört direkli karyola bulunan, bildik, daire biçimindeki yatakhanelerine vardılar ve etrafa bakan Harry, sonunda evinde olduğunu hissetti.
115

GeCeLeR
12-10-2006, 01:45 AM
ALTINCI BOLUM
Pençeler ve Çay yapraklan

Ertesi gün Harry, Ron ve Hermnne Büyük Salon'a kahvaltı etmeye indiklerinde, ilk gcrdükleri şey Draco Malfoy oldu, kalabalık bir Slytherin ^ ııbunu komik bir öyküyle eğlendiriyordu. Malfoy, ta11 onlar yanından geçerlerken gülünç bir baygınlık ge- irme taklidi yaptı ve büyük bir kahkaha koptu.
"Aldırma," dedi Harry'nin tam arkasından yürüyen Hermione. "Hiç aldırma, değmez..."
Buldok suratlı Slytherin'li bir kız olan Pansy Par-kinson, "Hey, Potter!" diye cıyakladı. "Potte-! Ruh Emiciler geliyor, Potter! Bööööö.'"
Harry, Gryffindor masasına gidip Gecrge Weas-ley'nin yanındaki boş iskemleye yığıldı.
"Yeni üçüncü sınıf ders programlan," deoi George, elindekileri uzatarak. "Nen var senin, Harry?"
"Malfoy," dedi Ron. Slytherin masasın? ten. ters ba-.karak George'un öbür yanına oturdu.
George kafasını kaldırıp baktığında, Maifoy yine korkudan bayılma numarası yapıyordu.
116
"Küçük pislik," dedi sakin bir ses tonuyla. "Geçen gece Ruh Emici'ler trende bizim tarafa geldiklerinde bu kadar burnu havada değildi ama. Koşa koşa bizim kompartımana geldi, değil jrü, Fred?"
Fred, Malfoy'a küçümser bir bakış atarak, "Neredeyse altına ediyordu," dedi.
"Benim de pek hoşuma gitmedi, doğrusu," dedi George. "Korkunç şeyler şu Ruh Emici'ler..."
"Sanki insanın içini donduruyorlar, değil mi?" dedi Fred.
"Ama siz kendinizden geçmediniz, değil mi?" dedi Harry alçak sesle.
"Kafana takma, Harry," dedi George yüreklendirir-cesine. "Babam da bir kere Azkaban'a gitmek zorunda kalmıştı, hatırlıyor musun, Fred? Orasının ömründe gittiği en berbat yer olduğunu söylemişti. Geri döndüğünde zayıf fa, titriyordu... Ruh Errici'ler bulundukları yerdeki mutluluğu emip alıyorlar. Oradaki tutsakların çoğu çıldırıyor."
"Neyse, ilk Quidditch maçından sonra görürüz bakalım Malfoy böyle neşeli olacak mı," dedi Fred. "Sezonun ilk maçı Gryffindor'la Sh/tr erin arasında, unutmadın, değil mi?"
Harry ile Malfoy bir Quidditch maçnda ilk kez karşı karşıya geldiklerinde, kaybeden Malfoy olmuştu. Neşesi biraz yerine gelen Harry sosis ve ı ızarmış domates aldı.
Hermione yeni ders programı n inceliyordu.
"Güzel, bugün bazı yeni de-s ere başlıyoruz," dedi mutlu mutlu.
117
Ron, onun omzunun üstünden bakıp kaşlarını çatarak, "Hermione," dedi, "senin programını karman çor-man etmişler. Baksana - günde on ders falan vermişler sana. Hepsine girecek vaktin yok."
"Üstesinden gelirim. Profesör McGonagall'la hallettik onu."
"Ama bak," dedi Ron gülerek, "bu sabahın programını görüyor musun? Saat dokuzda Kehanet, Ve tam altında, saat dokuzda, Muggle Araştırmalan. Ve -" Ron inanamayan gözlerle programa biraz daha yaklaştı, "bak - onun da altında, Aritmansi, saat dokuzda. Yani, iyi olduğunu biliyorum, Hermione, ama kimse o kadar iyi olamaz. Aynı anda nasıl üç ayrı derse girersin kî?"
"Saçmalama," dedi Hermione. "Tabii ki aynı anda üç derste olmayacağım."
"Ee, o zaman -"
"Marmeladı uzat," dedi Hermione.
"Ama-"
"Aman Ron, sana ne programım biraz doluysa?" diye kestirip attı Hermione. "Dedim ya, Profesör McGonagall'la hallettik."
Tam o sırada Büyük Salon'dan içeri Hagrid girdi. Uzun köstebek derisi paltosunu giymişti ve kocaman elinde ölü bir kokarcayı tutmuş, dalgın dalgın sallıyordu.
Öğretmenler masasına doğru giderken durup, "İyisiniz ya?" dedi hevesle. "Hayatta ilk dersime siz giriyorsunuz! Öğle yemeğinden hemen sonra! Sabah beşten beri ayaktayım, hazırlık yapıyorum... umarım sorun çıkmaz... ben öğretmen ha?., vay-be,.."
118
Ağzı kulaklarında, bir eliyle hâlâ kokarcayı sallayarak öğretmenler masasının yolunu tuttu.
Ron biraz kaygılı bir sesle, "Acaba ne hazırlıyor?" dedi.
Salon boşalmaya başladı, insanlar ilk derslerine girmek için yola koyulmuştu. Ron ders programına göz attı.
"Gitsek iyi olacak. Bak, Kehanet, Kuzey Kulesi'nin tepesinde. Oraya varmamız on dakika sürer..."
Çabucak kahvaltılarını bitirdiler, Fred ve George'a hoşça kal dediler ve Salon'un çıkışına doğru ilerlediler. Slytherin masasının yanından geçerlerken, Malfoy bir kez daha baygınlık geçirme taklidi yaptı. Harry, Giriş Salonu'na geçtiğinde hâlâ arkasından gelen kahkahaları duyabiliyordu.
Kuzey Kulesi'ne gitmek, uzun bir yolculuktu. Hog-warts'ta iki yıl geçirdikleri halde şatonun her tarafını öğrenebilmiş değillerdi, üstelik daha önce Kuzey Kule-si'ne hiç girmemişlerdi.
"Kestirme - bir - yol - olmalı," dedi Ron soluk soluğa. Yedinci defa upuzun bir merdiven çıkarak, hiç tanıdık görünmeyen bir sahanlığa gelmişlerdi. Etrafla, taş duvara asılmış boş bir çimenlik ırazi peyzajı dışında hiçbir şey yoktu.
"Sanırım şuradan," ded< Hermione, sağ taraftaki boş koridora bakarak.
'Olamaz," dedi Ron. "O taraf güney. Bak, pencereden gölün bir bölümü görünüyor..."
Harry tabloyu seyrediyordu. Tombul, alaca-kır bir
119
midilli az önce çimenliğe çıkmış, kaygısızca otlanıyordu. Harry, Hogwarts'taki tabloların sakinlerinin oradan oraya gitmesine ve birbirlerini ziyaret etmek için çerçevelerinden ayrılmasına alışkındı, ama yine de onları izlemeyi seviyordu. Az sonra baştan aşağı zırhla kaplı, kısa boylu, tıknaz bir şövalye de epey tangırdayarak midillisinin arkasından tabloya girdi. Metal dizlerindeki izlere bakılırsa, düşmüştü.
"Aha!" diye bağırdı şövalye, Harry, Ron ve Hermi-one'yi görünce. "Bana ait topraklarda gezinen bu caniler de kim? Düşüşümle alay etmek için gelmiş olabilir misiniz acaba? Davranın, düzenbazlar sizi, köftehorlar sizi!"
Hayret içinde izlediler: Küçük şövalye kılıcını kınından çıkardı ve vahşice sallamaya başladı, öfkeyle hoplayıp zıplıyordu. Ama kılıç onun için çok büyüktü; fazlaca hızlı savurduğu bir hamlenin ardından dengesini kaybedip yüzüstü çime yapıştı.
"İyi misin?" dedi Harry, resme yaklaşarak.
"Geri çekil, seni aşağılık küstah! Çekil, seni dalavereci!"
Şövalye kılıcını yemden eline alıp yere dayayarak ayağa kalktı. Ama bunun sonucunda kılıç çimene iyice saplanmıştı, bütün gücüyle çekmesine rağmen çıkaramadı. Sonunda çaresiz kaldı, yin? pat diye çimene düştü ve miğferinin siperliğini kaldırıp yüzündeki teri sildi.
"Dinle," dedi Harry, şövalyenin bitkin halinden faydalanarak. "Kuzey Kulesi'ni arıyoruz. Nerede olduğunu bilmezsin, değil mi?"
120
"Bir macera!" Şövalyenin öfkesi ansızın dinmiş gibiydi. Tangırdayarak ayağa kalktı ve gürledi: "Beni takip edin, dostlar! Ya hep birlikte hedefimize ulaşacağız, ya da bu uğurda yiğitçe can vereceğiz!"
Kılıcın kabzasına bir daha asıldı, ama nafile. Tombul midilliye binmeye çalışıp onda da başarısız olunca, "Yayan gidiyoruz o halde, saygıdeğer baylar ve zarif bayan! İleri! İleri!" diye haykırdı.
Ve gürültülü bir şekilde tangırdayarak çerçevenin sol tarafına doğru koşup gözden kayboldu.
Zırhının tangırtılarını dinleyerek koridor boyunca peşinden koştular. Arada bir onu ileride bir resimde koşarken görebiliyorlardı.
Şövalye, "Yürekli olun, şimdi bizi en beteri bekliyor!" diye bağırdı. Sonra birden, döne döne çıkan dar bir merdivenin duvarında asılı bir resimdeki jüponlu kadınların önünde belirdi. Kadınlar onu görünce telaşlandılar.
Har. y, ^cn ve Hermione oflayıp puflayıp, gözleri gittikçe daiıa ds karararak merdiveni çıktılar. Sonunda yukarıdan bir yerden birtakım mırıltılar duyunca, sınıfa gelmek üzere olduklarını anladılar.
Şövalye kafasını fesat görünüşlü bir grup keşişin bulunduğu bir tabloya sokarak, "Elveda!" diye haykırdı. "Elveda, silah arkadaşlarım! Gün gelir de soylu bir yüreğe ve çelik gibi kaslara tekrar ihtiyacınız olursa, Sir Cadogan'ı çağırın!"
"Oldu, çağırırız," diye mırıldandı Ron, şövalye kaybolurken, "tabii eğer bir çatlağa ihtiyacımız olursa."
121
Son birkaç basamağı çıkıp küçücük bir sahanlığa geldiler. Sınıfın çoğu burada bekliyordu. Bu sahanlıkta kapı yoktu; Ron, Harry'yi dürtüp tavanı gösterdi. Tavanda pirinç levhalı yuvarlak bir kapak vardı.
"Sybill Trelawney, Kehanet öğretmeni," diye levhayı okudu Harry. "İyi de oraya nasıl çıkacağız?"
Kapak ona cevap verirmişçesine birden açıldı ve gümüşi bir merdiven tam Harry'nin ayaklarının dibine indi. Herkes sustu.
Ron sırıtarak, "Önden buyur," dedi ve Harry önden çıktı.
Ömründe gördüğü en garip sınıfa adım attı. Aslında burası sınıfa hiç benzemiyordu; daha çok bir evin çatı katıyla eski tip bir çayhanenin karışımı gibiydi. İçeri en az yirmi tane küçük, yuvarlak masa tıkılmıştı, hepsinin de çevresi kreton koltuklar ve tombik küçük puflarla çevriliydi. Her şey loş, kıpkırmızı bir ışıkla aydınlatılmıştı; pencerelerdeki perdelerin hepsi kapalıydı ve çok sayıdaki lambanın üzeri koyu kırmızı eşarplarla örtülmüştü. İçerisi boğucu sıcaktı ve üstü tıkış tıkış dolu bir şöminenin ateşinde duran büyük bakır çaydanlıktan, iç kaldıran bir koku yayılıyordu. Daire biçimindeki odayı çevreleyen duvarlar boyunca uzanan raflar tozlu kuş tüyleriyle, yanıp tükenmiş mumlarla, destelerce lime lime oyun kağıdıyla, sayısız gümüşi kristal küreyle ve muazzam bir çay fincanı dizisiyle doluydu.
Ron, Harry'nin omzunda belirdi. Sınıf yavaş yavaş içeri doluyor, herkes fısıltıyla konuşuyordu,
"O nerede?" dedi Ron.
122
Birden gölgelerin içinden bir ses yükseldi. Yumuşak, puslu bir sesti bu.
"Hoş geldiniz/' dedi. "Sizi nihayet fiziksel dünyada görmek ne güzel."
Harry ilk başta kocaman, parıl parıl bir böcek gördüğünü sandı. Profesör Trelavvney ateş ışığına yanaşınca, onun çok zayıf olduğunu gördüler; kocaman gözlüğü gözlerim normalin birkaç katı büyüklükte gösteriyordu ve üstüne tüllerle bezeli bir şal dolamıştı. Cılız boynunun etrafından sayısız zincir ve boncuk sarkıyordu, elleri ve kollarıysa bileziklerle ve yüzüklerle kaplıydı.
"Oturun, çocuklarım, oturun," dedi. Tedirgin bir halde, kimi koltuklara yerleşti, kimi de puflara gömüldü. Harry, Ron ve Hermione aynı masanın etrafına oturdular.
Ateşin önündeki kanatlı bir koltuğa oturan Profesör Trelavvney, "Kehanet'e hoş geldiniz," dedi. "Benim adım Profesör Trelawney. Beni daha önce görmemiş olabilirsiniz. Okulun hayhuyuna sıkça katılmak İç Göz'ümü puslandırıyor."
Kimse bu sıra dışı açıklamaya cevaben bir şey söylemedi. Profesör Trelawney şalını zarifçe düzeltip devam etti: "Demek sihir sanatlarının en zoru olan Keha-net'i öğrenmeyi seçtiniz. Sizi baştan uyarmalıyım ki, eğer sizde Görü yoksa, benim size öğretebileceğim pek az şey var demektir. Kitaplar insanı bu alanda ancak bir yere kadar götürüyor..."
Bu sözlerin üzerine hem Harry hem de Ron sırıta-
123
rak Hermione'ye baktılar. Kitapların bu konuda pek faydası olmayacağı haberi onu şaşkına çevirmiş gibi görünüyordu.
"Birçok cadı ve büyücü, gürültülü patlamalar, kokular ve aniden kaybolmalar konusunda her ne kadar yetenekli olsa da, geleceğin üzerini örten peçenin ardındaki gizemleri kavrayamaz," diye devam etti Profesör Trelawney. Kocaman, ışıldayan gözleri bir tedirgin yüzden diğerine geçerek dolaşıyordu. "Bu, pek azına bahşedilmiş bir Lütuf tur. Sen, çocuk," dedi aniden, Neville az daha pufuyla birlikte devriliyordu, "ninen iyi mi?"
"Sanırım," dedi Neville ürkekçe.
"Senin yerinde olsam o kadar emin olmazdım, yavrum," dedi Profesör Trelawney. Ateşin ışığı uzun, zümrüt küpelerine vuruyordu. Neville yutkundu. Profesör Trelawney konuşmasına sakin sakin devam etti: "Bu yıl Kehanet'in temel yöntemlerini işleyeceğiz. Birinci sömestr çay yapraklarını okumaya aynlacak. Sonraki sö-mestrdeyse el falına geçeceğiz. Bu arada, yavrum," dedi birden Parvati Patü'e bakarak, "kızıl saçlı bir adama karşı tetikte ol."
Parvati tam arkasındaki Ron'a baktı ve sandalyesini ondan hafifçe uzaklaştırdı.
"Daha sonra da," diye devam etti Profesör Trelavv-ney, "kristal küreye geçeceğiz - eğer o zamana kadar ateş-alametleri bitirdiysek tabii. Ne yazık ki şubatta derslere feci bir grip salgını sebebiyle ara verilecek. Benim sesim gidecek. Paskalya sıralarındaysa, içimizden biri bizi sonsuza dek terk edecek."
124
Bu beyanını çok gergin bir sessizlik izledi, ama Profesör Trelawney farkında değil gibiydi.
"Yavrum, acaba," dedi Lavender Brown'a ve onun en yakınında oturan Lavender sandalyesinde büzüldü, "bana şu en büyük gümüş çay demliğini uzatabilir misin?"
Lavender yüzünde rahatlamış bir ifadeyle ayağa kalktı, raftan kocaman bir çaydanlık aldı ve Profesör Trelawney'nin önündeki masanın üstüne koydu.
"Teşekkür ederim, yavrum. Şu korktuğun şey var ya - on altı Ekim Cuma günü gerçekleşecek."
Lavender titredi.
"Şimdi hepinizi çiftlere ayırmak istiyorum. Raftan birer çay fincanı alıp bana gelin, ben fincanınızı dolduracağım. Sonra oturun, için; sadece posası kalana kadar. Bunu sol elinizle fincanın içinde üç kere çevirin, sonra fincanı tabağının üstüne baş aşağı koyun. Çayın son damlası da aktıktan sonra fincanınızı eşinize verin, okusun. Şekilleri Geleceğin Sis Perdesini Aralamadın beşinci ve altıncı sayfalarına başvurarak yorumlayacaksınız. Ben de sınıfta dolaşarak size yardım edip yönlendireceğim. Bu arada, yavrum," dedi tam kalkmak üzere olan Neville'i kolundan yakalayarak, "ilk fincanını kırdıktan sonra lütfen mavi desenli olanlardan alır mısın? Pembelere çok bağlıyım da."
Gerçekten de Neville fincan rafına ulaşır ulaşmaz, kınlan porselenin şıngırtısı geldi. Profesör Trelawney elinde bir faraş ve bir fırçayla ona doğru süzülüp, "Mavilerden, yavrum," dedi, "bir mahzuru yoksa... teşekkür ederim..."
125
Harry ve Ron çay fincanlarını doldurup masalarına döndüler ve kaynar çayı çabucak içmeye çalıştılar. Posayı Profesör Trelawney'nin dediği gibi fincanın içinde döndürdüler, sonra da çay damlalarını iyice akıtıp fincanlarını birbirlerine verdiler.
"Peki," dedi Ron, ikisi de kitaplarının beşinci ve altıncı sayfalarını açarken. "Benimkinde ne görüyorsun?"
"Bir sürü ıslak kahverengi şey," dedi Harry. Odadaki ağır kokulu duman kendini uykulu ve sersemlemiş hissetmesine neden oluyordu.
. "Zihinlerinizi genişletin canlarım ve gözlerinizin dünyevi olanın ötesini görmesine izin verin!" diye haykırdı Profesör Trelawney karanlığın içinden.
Harry kendini toplamaya çalıştı.
"Peki, çarpık çurpuk bir haç işareti gibi bir şeyin var..." dedi, Geleceğin Sis Perdesini Aralamaka başvurarak. "Bu, 'sınav ve azap' anlamına geliyor - kusura bakma - ama güneş olabilecek bir şey de var burada. Bekle... anlamı, 'büyük mutluluk'muş... yani azap çekeceksin, ama çok mutlu olacaksın../'
"Bence senin İç Göz'üne bir baktırtman gerekiyor," dedi Ron. Kahkahalarını zar zor bastırdılar, Profesör Trelavvney tam onların bulunduğu yöne bakıyordu.
"Sıra bende..." Ron, Harry'nin çay fincanına bakmaya başladı. Gösterdiği çabadan dolayı alnı kırış kırış olmuştu. "Bir kabarcık var, bir melon şapkaya benziyor," dedi. "Belki de Sihir Bakanlığı için çalışacaksın-dır..."
Fincanı öbür türlü çevirdi.
126
"Ama bu taraftan bakınca daha çok bir meşe palamuduna benziyor... onun anlamı neymiş?" Geleceğin Sis Perdesini Aralamak'ı karıştırdı. " 'Devlet kuşu, beklenmedik altın.' Harika, bana biraz borç verebilirsin. Burada da bir şey var," deyip fincanı yine çevirdi. "Bir hayvana benziyor. Evet, şu kafasıysa... bir suaygırına benziyor... yok, bir koyuna..."
Harry kahkahasını tutamayınca, Profesör Trelavv-ney birden onlara döndü.
"Ben bir bakayım, yavrum," dedi Ron'a, azarlarca-sına. Hemen gelip Ron'dan Harry'nin fincanını kaptı. Burun sınıf sus pus olup izlemeye başladı.
Profesör Trelavvney fincanın içine bakıyor, saatin ters yönünde çeviriyordu.
"Şahin... yavrum, ölümcül bir düşmanın var."
"Ama onu herkes biliyor," dedi Hermione, duyulabilir bir fısıltıyla. Profesör Trelawney ona dik dik baktı.
"Evet, biliyorlar," dedi Hermione. "Herkes Harry ile Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen arasında olanları biliyor."
Harry ve Ron ona yüzlerinde hayret ile takdir karışımı bir ifadeyle baktılar. Daha önce Hermione'nin bir öğretmenle bu şekilde konuştuğunu hiç işitmemişlerdi. Profesör Trelavvney cevap vermemeyi tercih etti. Koca gözlerini tekrar Harry'nin fincanına dikip fincanı çevirmeye devam etti.
"Sopa... bir saldırı. Aman aman, bu pek mutluluk verici bir fincan değil..."
"Ben onun bir melon şapka olduğunu sanmıştım," dedi Ron utanarak.
127
"Kurukafa... yolunun üstünde bir tehlike var, yavrum..."
Herkes kımıldamadan Profesör Trelawney'ye bakıyordu. Fincanı son bir kez çevirdi, hii dedi ve çığlık attı.
Bir kez daha porselen şıngırtısı yükseldi; Neville ikinci fincanını kırmıştı. Profesör Trelawney boş bir koltuğa gömüldü. Ziynetlerden ışıl ışıl olan eli kalbindey-di, gözleriyse kapalıydı.
"Yavrum - zavallı yavrum - hayır - bunu söylememek daha iyi - hayır - sormayın bana..."
"Nedir, Profesör?" dedi Dean Thomas hemen. Herkes ayağa kalkmıştı, yavaş yavaş Harry ile Ron'un masasının etrafında toplanmaya başladılar. Harry'nin fincanına bakmak için Profesör Trelawney'nin koltuğuna yanaşıyorlardı.
"Yavrum." Profesör Trelawney kocaman gözlerini dramatik bir şekilde açtı. "Sende Ecel var."
"Ne var?" dedi Harry.
Tek anlamayanın kendisi olmadığının farkındaydı; Dean Thomas omuz silkti, Lavender Brown ise şaşkın görünüyordu. Ama yine de hemen hemen herkes elini dehşet içinde ağzına götürdü.
"Ecel, yavrum, Ecel!" diye haykırdı Profesör Tre-lawney. Harry'nin anlamamasına çok şaşırmış görünüyordu. "Kilise bahçelerine musallat olan devasa, hayalet köpek! Yavrum, bu bir alamet - hem de en kötüsünden - bir ölüm alameti bu!"
Harry'nin midesine sancı girdi. Flourish ve Blo.tts'taki Ölüm Alametleri kitabının kapağındaki o kö-
128
pek - Magnolia Crescent'ta gölgelerin içindeki o köpek... Lavender Brovvn da elini korkuyla ağzına kapadı. Herkes Harry'ye bakıyordu, bir kişi dışında: Hermione ayağa kalktı ve Profesör Trelawney'nin koltuğunun arkasına yanaştı.
"Bence o bir Ecel'e benzemiyor," dedi kararlı bir sesle.
Profesör Trelavvney, Hermione'}1! giderek artan bir antip iriyle süzdü.
"Kusura bakma, yavrum, ama senin etrafında pek az aura görüyorum. Geleceğin titreşimlerine karşı pek açık değilsin."
Seaınus Finnigan başını bir o yana bir bu yana yatı-rıyordu.
"Buradan bakınca bir Ecel gibi görünüyor," dedi gözlerini neredeyse kapayarak. "Ama buradan daha çok bir eşeğe benziyor," dedi başını sola yatırarak.
"Bir zahmet benim ölüp ölmeyeceğime karar verseniz artık!'" dedi Harry, ağzından çıkanlara kendi de şaşırarak. Kimse ona bakmak bile istemiyordu.
"Sanırım bugün dersi burada bitiriyoruz," dedi Profesör Trelafvney en puslu sesiyle. "Evet... lütfen malzemelerinizi kaldırın..."
Herkes çay fincanlarım sessiz sessiz Profesör Tre-lawney'ye götürdü, kitaplarını kaldırıp çantalannıîka-pattı. Ron bile Harry ile göz göze gelmekten kaçınıyordu.
"Bir dahaki sefere dek," dedi Profesör Trelawney ölgün bir sesle, "kısmetiniz açık olsun. Ha, yavrum, bu
129
arada -" dedi Nevüle'e işaret ederek, "bir dahaki derse geç kalacaksın, o yüzden arayı kapatmak için fazladan çalış."
Harry, Ron ve Hermione, Profesör Trelawney'nin günüşi merdiveninden, ardından da döne döne inen merdivenden hiç konuşmadan indiler ve Profesör McGonagall'm Biçim Değiştirme dersinin yolunu tuttular. Sınıfı bulmaları o kadar uzun sürdü ki, Kehanet'ten erken çıkmış olmalarına rağmen derse ucu ucuna yetiştiler.
Harry sınıfın arkalannda bir yere oturdu. Kendini spot ışığının altındaymış gibi hissediyordu; sınıfın geri kalanı sanki her an düşüp ölecekmiş gibi kaçamak bakışlar atıp duruyordu ona. Profesör McGonagall'm Ani-magus'lar (istedikleri anda hayvana dönüşebilen büyücüler) hakkında anlattıklarını pek duymuyordu. Hatta Profesör McGonagall herkesin önünde, gözlerinin etrafında gözlük izleri bulunan bir tekir kediye dönüştüğünde onu izlemiyordu bile.
"Neniz var bugün sizin?" dedi Profesör McGonagall, puf diye nonnal haline dönüp sınıftakilere bakarak. "Gerçi benim için fark etmez, ama ilk defa bir dönüşümüm sınıftan alkış almıyor."
Yine bütün kafalar Harry'ye döndü, ama kimse konuşmadı. Hermione elini kaldırdı.
"Lütfen, Profesör, az önce ilk Kehanet dersimize girdik, çay yapraklarını okuyorduk ve -"
"Haa, tabii," dedi Profesör McGonagall, birden kaşlarını çatarak. "Başka bir şey söylemene gerek yok,
130
Miss Granger. Söyleyin bakalım, bu yıl hanginiz ölüyor?"
Herkes bakakaldı.
"Ben," dedi Harry en sonunda.
"Anlıyorum," dedi Profesör McGonagall, boncuk gibi gözlerini Harry'ye odaklayarak. "O halde, Potter, Profesör Trelawney'nin bu okula geldiğinden beri her yıl bir öğrencinin ölümünü öngördüğünü bilmelisin. Henüz hiçbiri ölmedi. Ölün alametleri görmek, onun en sevdiği yeni sınıf karşılama merasimi. Meslektaşlarım hakkında hiç kötü konuşmamak gibi bir alışkanlığım olmasa -" Profesör McGonagall lafım yanm bıraktı, burnunun kanatlan bembeyaz kesilmişti. Daha sakin bir sesle devam etti: "Kehanet, sihrin kesinlikten en uzak dallarından biri. Şahsen ben, pek tahammül edemediğimi sizden saklamayacağım. Gerçek Görücüler çok enderdir ve Profesör Trelawney..."
Yeniden durdu ve çok gerçekçi bir ses tonuyla, "Bana sağlığın gayet yerindeymiş gibi görünüyor, Potter," dedi. "Bu yüzden bugün seni ödevden muaf tutmazsam kusura bakmazsın herhalde. Seni temin ediyorum ki, ölürsen ödevini teslim etmek zorunda değilsin."
Hermione güldü. Harry kendini biraz daha iyi hissediyordu. Profesör Trelawney'nin sınıfının loş kırmızı ışığından ve sersemletici kokusundan uzaktayken bir topak çay yaprağından korkmak daha zordu. Ancak herkes ikna olmuş değildi. Ron hâlâ endişeli görünüyordu, Lavender ise, "Peki ama ya Neville'in fincanı?" diye fısıldadı.
131
Biçim Değiştirme dersi bittikten sonra, öğle yemeği için paldır küldür Büyük Salon'a doğru ilerleyen kalabalığa katıldılar.
"Ron, kendine gel," dedi Hermione, onun önüne bir tabak yahni iterek. "Profesör McGonagall'ın söylediklerini duydun."
Ron tabağına biraz yahni koyup çatalını aldı, ama yemeye başlamadı.
"Harry," dedi ciddi bir sesle, usul usul, "bir yerde büyük, siyah bir köpek görmedin, değil mi?"
"Gördüm," dedi Harry. "Dursley'lerden ayrıldığım gece gördüm."
Ron büyük bir şangırtıyla çatalını düşürdü.
"Büyük ihtimalle bir sokak köpeğidir," dedi Hermione sakin sakin.
Ron, Hermione'ye öyle bir bakış baktı ki, aklını kaçırdığını düşünüyormuş gibiydi,
"Hermione, Harry bir Ecel gördüyse, bu - bu çok fena,"dedi. "Amcam - Bilius Amca bir tane görmüştü -yirmi dört saat sonra öldü!"
'Tesadüf," dedi Hermione ciddiye almadan. Kendine biraz daha balkabağı suyu koydu.
"Sen ne dediğini bilmiyorsun!" dedi Ron, kızmaya başlayarak. "Ecel'ler çoğu büyücünün ödünü kopanı!"
"E ondan öyleyse," dedi Hermione üstünlük taslayan bir sesle. "Ecel'i görüp korkudan ölüyorlar demek. Ecel ölümün alameti değil, sebebi yani! Harry'nin hâlâ bizimle birlikte olmasının sebebiyse, öyle bir şey görüp, peki o zaman ben arak nallan dikeyim, diye düşünmemesi!"
132
Ron ağzım açtı, ama bir şey demedi, bu arada Her-mione çantasından Aritmansi kitabını çıkardı ve açıp meyve suyu sürahisine yasladı.
"Bence Kehanet çok belirsiz görünüyor," dedi, sayfasını arayarak. "Bana sorarsan, işin içinde fazlaca tahmin yürütme var."
"O fincandaki Ecel'in belirsiz bir tarafı yoktu!" dedi Ron hararetle.
"Harr/ye onun bir koyun olduğunu söylerken bu kadar emin görünmüyordun ama," dedi Hermione soğukkanlılıkla.
"Profesör Trelawney senin iyi bir aura'n olmadığını söyledi! Bir kerecik olsun bir konuda kötü olmak hoşuna gitmiyor, değil mi?!"
Damarına basmıştı. Hermione Aritmansi kitabını masaya öyle sert vurdu ki, et ve havuç parçalan dört bir yana saçıldı.
"Kehanet'te iyi olmak bir topak çay yaprağında ölüm alametleri görmek anlamına geliyorsa, o derse uzun süre devam edeceğimi sanmıyorum! Aritmansi dersimle karşılaştırıldığında tam bir kepazelikti!"
Çantasını kapıp sinirli sinirli uzaklaştı.
Ron kaşlannı çatarak onun arkasından baktı.
"Neden bahsediyor?" dedi Harry'ye. "Daha Arit-ırvınsi dersine girmedi ki."
Karry öğle yemeğinden sonra şatodan çıkabildiği
133
için memnundu. Önceki günkü yağmur dinmişti; ha-yatlarındaki ilk Sihirli Hayvanların Bakımı derslerine giderlerken gökyüzü açık, soluk bir gri renkte, ayaklarının altındaki çimense esnek ve nemliydi.
Ron'la Hermione birbirleriyle konuşmuyorlardı. Hagrid'in Yasak Orman'in kıyısındaki kulübesine giden meyilli çimlik alandan ilerlerken Harry de onların yanında çıtını çıkarmadan yürüyord'-'. Bu derse Slythe-rin'lerle birlikte giriyor olmaları geı ektiğini, ancak önlerinde çok tanıdık üç sırtı gördüğü zaman anladı. Mal-foy, Crabbe ve Göyle'a heyecanla tir şeyler anlahyor, ikisiyse kıkır kıkır gülüyordu. Harry onların ne hakkında konuştuğundan aşağı yukarı emiroi.
Hagrid sınıfını kulübesinin önünde bekliyordu. Köstebek derisi paltosunun içinde, yanında zağar Fang'le durmuş, ders başlasın diye sabvsızlanıyormuş gibi görünüyordu.
"Hadi, hadi bakalım, yürüyün!" diye seslendi sınıf yaklaşırken. "Bugün size sıkı bir sürprizim var! Çok iyi ders olacak! Herkes burada mı? Tamam, peşimden gelin!"
Harry bir an için Hagrid onları Yasak Orman'a sokacak diye korktu; orada zaten kendisine ömür boyu yetecek kadar kötü tecrübe yaşamıştı. Ar çak Hagrid ağaçlann kıyısından kıyısından yürümeye devam etti ve beş dakika sonra kendilerini bir tür padokun dışında buldular. İçinde hiçbir şey yoktu.
"Herkes buraya, çitin çevresine toplansın, hadi bakalım!" diye seslendi Hagrid. "Tamam - görebüeceği-
134
niz bir yerde durun. Şimdi, önce kitaplarınızı açsanız iyi olur -"
"Nasıl?" dedi Draco Malfo/un soğuk, uyuşuk sesi.
"Ha?" dedi Hagrid.
"Kitaplarımızı nasıl açıyoruz?" diye tekrar etti Mal-foy. Canavar Kitap: Canavarlar'1 çıkardı, kapalı dursun diye uzun bir iple bağlamıştı. Diğerleri de kitaplarını çıkardılar; bazıları kitaplarını Harry gibi kemerle bağlayıp kapatmışlardı; bazıları dar çantalara tıkmışlar, bazı-larıysa eşek ataşlarıyla sıkı sıkı kapatmışlardı.
"Kimse - kimse kitabını açmayı başaramadı mı?" dedi Hagrid, çökmüş bir halde.
Bütün sınıf hayır anlamında başını salladı.
"Onları okşamanız gerekiyor," dedi Hagrid, sanki bu dünyanın en bariz şeyiymiş gibi. "Bakın..."
Hermione'nin kitabını aldı ve onu kapalı tutan Büyülü Seloteyp'i çıkardı. Kitap ısırmaya hamle etti, ama Hagrid dev gibi parmağını sırtından aşağı gezdirince titredi ve açılıp elinde sessizce durmaya başladı.
"Ah, hepimiz ne kadar aptalız!" dedi Malfoy kıs kıs gülerek. "Onları aksamalıydık tabii! Nasıl tahmin edemedik!"
Hagrid tereddütlü bir sesle, "Ben... komik olduklarını düşünmüştüm," dedi Hermione'ye.
"Aman ne kadar komik!" dedi Malfoy. "Bize ellerimizi kopartmaya çalışan kitaplar vermek ne esprili!"
"Kapa çeneni, Malfoy," dedi Harry yavaşça. Hag-rid'in morali bozulmuş görünüyordu ve Harry onun ilk dersinde başarılı olmasını istiyordu.
135
"Pekâlâ/' dedi Hagrid. Ne yapacağını şaşırmış gibi görünüyordu. ''Şimdi... şimdi kitaplarınız hazır ve... ve... geriye bir tek Sihirli Yaratıklar kalıyor. Evet. Gidip onları getireyim. Bekleyin.."
Orman'a doğru uzaklaşıp gözden kayboldu.
"Tanrım, buranın da cılkı çıktı," dedi Malfoy yüksek sesle. ''O angut ders verecek ha, babama söyleyince kriz geçirir herhalde -"
"Kapa çeneni, Malfoy," diye tekrar etti Harry.
"Dikkat et, Potter, arkanda bir Ruh Emici var -"
"Ayyyyy!" diye ciyakiadı Lavender Brown. Pado-kun öbür ucunu gösteriyordu.
Harr/nin hayatında gördüğü en tunaf yaratıklar onlara doğru geliyordu. Bir atın vücuduna, arka ayaklarına ve kuyruğuna sahiptiler; ön ayaklan, kanatlan ve kafala-nysa dev bir kartaimkileri andırıyordu. Haşin, çelik renginde gagalan ve kocaman, pasparlak turuncu gözleri vardı Ön ayaklarının ucundaki yaklaşık on beş santim uzunluğunda pençeleri ölümcül görünüyordu. Hayvan-lann her birinin boynunun etrafında kalın bir deri tasma vardı. Her tasma uzun bir zincire bağlıydı ve bütün bu zincirlerin ucu, yaratıkların arkasından hafifçe koşarak padoka gelen Hagrid'in dev gibi ellerindeydi.
"N aber?" diye kükredi, zincirleri sallayıp yaratıkları sınıf r ı durduğu çite doğru sürerek. Hagrid onların yanına gelip yaratıkları çite bağlarken herkes ufak ufak geriledi.
"Hipogrif ler!" diye kükredi Hagrid neşeyle, onlara el sallayarak. "Çok güzeller, değil mi?"
136
Harry, Hagrid'in neyi kastettiğini az çok anlayabili-yordu. Yarı at, yarı kuş bir şey görmenin ilk şokunu atlattıktan sonra, insan Hipogriflerin yelesinden kanadındaki tüylere yumuşak geçiş yapan pırıl pırıl postuna hayranlıkla bakmaya başlıyordu. Her biri ayrı renktey-di: fırtına grisi, bronz, pembemsi bir alaca, ışıl ışıl kestane rengi ve mürekkep siyahı.
"Pekâlâ," dedi Hagrid, ellerini ovuşturup etrafa gülümseyerek, "bira^ daha yakına gelmek istiyorsanız..."
Görünüşe bakılırsa kimse istemiyordu. Ancak Harry, Ron ve Hermione çite ihtiyatla yaklaştılar.
"Şimdi, Hipogrif ler hakkında ilk bilmeniz gereken, gururludurlar," dedi Hagrid. "Çok kolay nem kapar bu Hipogrif ler. Aman hakaret edeyim demeyin, çünkü bu yapıp yapacağınız son şey olabilir."
Malfoy, Crabbe ve Goyle dinlemiyorlar, aralarında alçak sesle konuşuyorlardı. Harry'nin içine, dersi nasıl bölecekleri konusunda plan yaptıklarına dair kötü bir his doğdu.
"Her zaman ilk hareketin Hipogrif ten gelmesini beklersin," diye devam etti Hagrid. "Kibardır biliyor musunuz? Ona doğru yürürsün, eğilip selam verirsin ve beklersin. O da sana eğilirse, ona dokunabilirsin demektir. Eğilmezse, çabucanak yanından çekilin, çünkü o pençeler adamın canını bayağı yakıyor."
"Pekâlâ, önce kim denemek istiyor?"
Sınıfın büyük bir bölümü bu soruya cevaben daha da geriledi. Harry, Ron ve Hermione'nin bile kuşkuları vardı. Hipogrif ler yırtıcı başlarını sallıyor, güçlü kanat-
137
larını açıyordu; böyle bağlanmaktan hoşlanmış gibi görünmüyorlardı.
"Yok mu kimse?" dedi Hagrid, yalvaran gözlerle.
"Ben denerim," dedi Harry.
Arkasında birisi sesli bir şekilde nefesini tuttu ve hem Lavender hem de Parvati, "Yoo, hayır, Harry, çay yapraklarım hatırla," diye fısıldadılar.
Harry aldırış etmedi. Padok çitine tırmandı.
"Affedin, Harry!" diye kükredi Hagrid. "Pekâlâ -bakalım Şahgaga'yla anlaşabilecek misin?"
Zincirlerden birini çözdü, gri Hipogrif i arkadaşlarından ayırdı ve deri tasmasını çıkardı. Padokun öbür tarafındaki sınıfta herkes nefesini tutmuş gibiydi. Mal-foy'un gözleri melun melun kısıldı.
"Dikkat et, Harry," dedi Hagrid sessizce. "Göz teması kurdun, gözünü kırpmamaya çalış şimdi - öyle gözünü çok kırpışhnrsan Hipogrif ler sana güvenmez..."
Harry'nin gözleri anında sulanmaya başladı, ama onlan kapamadı. Şahgaga kocaman, sivri kafasını çevirip vahşi, turuncu gözünü Harry'ye dikti.
"İşte böyle," dedi Hagrid. "İşte böyle, Harry... şimdi eğil..."
Harry, Şahgaga'ya ensesini açmak fikrinden pek hoşlanmamıştı, ama kendisine söyleneni yaptı. Hafifçe eğildi ve gözlerini kaldırıp yukarı baktı.
Hipogrif hâlâ tepesinde durmuş ona bakıyordu. Kıpırdamıyordu.
"Uf," dedi Hagrid, endişeli bir sesle. "Pekâlâ - şimdi geri çekil Harry, yavaş yavaş -"
138
Ama o anda Harr/yi çok şaşırtan bir şey oldu ve Hipogrif birden pullu ön dizlerini kınp eğildi, şüphesiz selam veriyordu.
"Afferim, Harry!" dedi Hagrid coşkuyla. 'Tamam -şimdi ona dokunabilirsin! Gagasını okşa, hadi durma!"
Aslında dönüp gitmenin kendisinin daha hayrına olacağını düşünen Harry, ağır ağır Hipogrif e yaklaştı ve elini uzattı. Gagasını birkaç kez okşayınca Hipogrif bundan hoşlanıyormuş gibi tembel tembel gözlerini kapadı.
Herkes alkışladı, yani çok büyük düş kırıklığına uğramış görünen Malfoy, Crabbe ve Göyle hariç herkes.
"Pekâlâ, Harry," dedi Hagrid, "sanırım ona binmene izin verebilir!"
Bu iş Harry'nin beklediğinden çok ileri gitmişti. Süpürgeye binmeye alışıktı; ama bir Hipogrif e binmenin aynı şey olacağından pek emin değildi.
"Şuradan tırmanıyorsun, tam kanat ekleminin arkasından," dedi Hagrid. "Dikkat et de tüylerinden birini koparma, hiç hoşuna gitmez..."
Harry ayağını Şahgaga'nın kanadının üstüne koydu ve kendini kaldırıp sırtına bindi. Şahgaga ayağa kalktı. Harry nereye tutunacağını bilemiyordu; önündeki her yer tüyle kaplıydı.
"Haydi bakalım!" diye kükredi Hagrid, Hipogrif in sağrısını tokatlayarak.
Harry'nin her iki yanındaki dört metrelik kanatlar aniden açıldı; Hipogrif havalanmadan önce Harry can havliyle onu boynundan yakaladı. Bunun süpürgeye
139
binmekle hiç alakası yoktu ve Harry hangisini tercih ettiğine karar vermekte hiç zorluk çekmedi; Hipogrif in kanatlan her iki yanında rahatsız edici bir şekilde çırpılıyor, bacaklarının altına sürtünüp düşecekmiş hissine kapılmasına yol açıyordu; parlak tüyler parmaklarının altından kayıyordu, ama onlara daha sıkı tutunmaya cesaret edemiyordu; Nimbus İki Bin'inin yumuşak hareketi yerine şimdi kendini, Hipogrif in kanat çırpışla-nyla birlikte sağnsı alçalıp yükseldikçe bir ileri bir geri sallanır halde bulmuştu.
Şahgaga ona padokun etrafında bir tur attırdıktan sonra inişe geçti; Harry'nin en çok korktuğu kısımdı bu; Hipogrif in yumuşak boynu eğilirken kendini geriye verdi, sanki boynun üstünden kayıp düşecekmiş gibiydi; sonra dört uyumsuz ayak güm diye yere konarken tutunmayı zar zor becererek kendini yine doğrulttu.
"Çok güzel, Harry!" diye kükredi Hagrid. Malfoy, Crabbe ve Goyle hariç herkes bağırıp alkışlıyordu. "Peki, şimdi kim denemek istiyor?"
Sınıftaki diğer öğrenciler Harry'nin başarısından cesaret almıştı, ihtiyatla padokun çitine tırmandılar. Hagrid, Hipogrif leri birer birer çözdü ve az sonra padokun her tarafı gergin bir şekilde eğilip selam veren insanlarla doldu. Neville sürekli kendininkinden kaçıyordu, Hipogrif dizlerini kırmak istemiyor gibiydi. Harry izlerken, Ron ve Hermione kestane rengi olanla deneme yaptılar.
Şahgaga'yı Malfoy, Crabbe ve Goyle devralmışlar-
140
di. Malfoy'un önünde eğilmişti, şimdi Malfoy tepeden bakan bir ifadeyle onun gagasını okşuyordu.
"Çok kolaymış," dedi Malfoy bezgin bezgin. Harry duyabilsin diye yüksek sesle konuşuyordu. "Biliyordum kolay olduğunu, Potter yapabildiğine göre... Eminim sen hiç tehlikeli değilsindir, değil mi?" dedi Hipog-rif e. "Değil mi, seni çirkin, koca havyan?"
Çelik pençeler şimşek gibi çaktı; Malfoy tiz bir çığlık attı, az sonra Hagrid ona ulaşabilmek için Şahgaga'ya tasmasını geçirmeye çalışıyordu. Malfoy yerde kıvrılmış yatıyor, cüppesi yavaş yavaş kana bulanıyordu.
"Ölüyorum!" diye feryat etti Malfoy, sınıf panik içindeydi. "Ölüyorum, şu halime bakın! Beni öldürdü!"
"Ölmüyorsun!" dedi Hagrid. Bembeyaz kesilmişti. "Biri bana yardım etsin - onu buradan çıkarmalıyız -"
Hagrid, Malfoy'u kolayca kaldırırken Hermione kapıyı açmaya koştu. Çıkarlarken Harry, Malfoy'un kolunda uzun ve derin bir kesik olduğunu gördü; akan kan çimin üstüne saçılıyordu ve Hagrid onunla yokuş yukarı, şatoya doğru koşuyordu.
Sihirli Yaratıkların Bakımı sınıfı çok sarsılmış bir şekilde, ağır adımlarla arkadan geliyordu. Slytherin'lerin hepsi Hagrid hakkında atıp tutuyordu
"Onu derhal postalamahlar!" de ü Pansy Parkin-son, gözleri yaşlı bir halde.
"Malfoy'un hatasıydı!" diye çıkıştı Dean Thomas. Crabbe ve Goyle tehdit edercesine kaslarını esnettiler.
Sınıf taş basamakları çıkıp bomboş Giriş Salonu'na girdi.
141
Pansy, "Ben gidip iyi olup olmadığına bakacağım," dedi, mermer merdivenleri koşarak çıkarken hepsi ona baktı. Hâlâ Hagrid hakkında homurdanıp duran Slytherin'ler, zindandaki ortak salonlarının yolunu tuttular; Harry, Ron ve Hermione ise yukarı, Gryffindor Kulesi'ne doğru yola koyuldu.
"İyileşecek mi sence?" dedi Hermione tedirgin tedirgin.
"Tabii, Madam Pomfrey kesikleri bir saniyede tedavi edebilir," dedi Harry. Başhemşire onun bu kesikten çok daha kötü sakatlıklarını tedavi etmişti.
"Ama Hagrid'in ilk dersinde böyle bir şey olması çok kötü, öyle değil mi?" dedi Ron, endişeli bir sesle. "Malfoy'un işleri mahvedeceğinden her zaman emin olabilirsin..."
Akşam yemeği vaktinde Büyük Salon'a ilk inenler arasındaydılar. Hagrid'i görmeyi umuyorlardı, ama orada değildi.
"Onu kovmazlar, değil mi?" dedi Hermione kaygıyla. Etli pudingine hiç dokunmamıştı.
"Kovmasalar iyi ederler/' dedi Ron, o da yemiyor-du.
Harry, Slytherin masasını seyrediyordu. Crabbe ve Goyle'un da dahil olduğu büyük bir grup bir araya gelmiş, hararetle konuşuyordu. Harry onların Malfoy'un nasıl yaralandığının öyküsünü kendilerine göre uyarladıklarından emindi.
"Eh, ilginç bir ilk gün olmadığını söyleyemezsiniz," dedi Ron kasvetle.
142
Yemekten sonra kalabalık Gryffindor ortak salonuna çıktılar ve Profesör McGonagall'm verdiği ödevi yapmaya çalıştılar, ama üçü de sürekli kulenin penceresinden dışarı dalıp dalıp gidiyordu.
"Hagrid'in penceresinde ışık var," dedi Harry birden.
Ron saatine baktı.
"Acele edersek gidip onu görebiliriz, saat hâlâ erken..."
"Bilemiyorum," dedi Hermione tereddütle. Harry onun kendisine baktığını gördü.
"Okul arazisinde yürümeme izin var herhalde," dedi iğneleyici bir şekilde. "Sirrus Black buradaki Ruh Emici'leri geçmedi daha, değil mi?"
Böylece eşyalannı kaldırdılar ve portre deliğinden çıkıp ön kapının yolunu tuttular. Kimseyle karşılaşmadıklarına memnundular, çünkü bu saatte dışarıda olmalarına izin verilip verilmediğinden tam olarak emin değildiler.
Çim '''âlâ ıslaktı ve alacakaranlıkta neredeyse siyah görünüyordu. Hagrid'in kulübesine ulaştıklarında kapıyı çaldılar, içeriden bir ses gürledi: "Geliyorum."
Hagrid, zımparalanmış tahta masasında, sırtında bir gömlekle oturuyordu, zağar Fang başını onun kucağına koymuştu. Tek bakışta Hagrid'in epey içmiş olduğunu anladılar; önünde neredeyse kova büyüklüğünde kurşuni bir maşrapa vardı ve onları odaklamakta zorluk çekiyormuş gibiydi.
Kim olduklarını anlar anlamaz, "Galiba bir rekor
143
bu/' dedi sesi çatlayarak. "Daha önce sadece bir gün dayanan bir öğretmen olduğunu sanmıyorum."
"Atılmadın herhalde, Hagrid!" dedi Hermione, soluğunu tutarak.
"Daha değil/' dedi Hagrid perişan bir halde, artık maşrapasında ne varsa koca bir yudum alarak. "Ama Maiıoy'a olanlardan sonra an meselesi, ha?"
"Durumu nasıl?" dedi Ron, otururlarken. "Ciddi değil, değil mi?"
"Madam Pomfrey onu elinden geldiğince iyileştirdi," dedi Hagrid cansız bir sesle, "ama hâlâ acı çektiğim söylüyor... bandaj sardılar... inliyor..."
"Numara yapıyor," dedi Harry hemen. "Madam Pomfrey her şQyi düzeltebilir. Geçen yıl benim kemiklerimin yarısını yeniden çıkardı. Ama emin olun, Malfoy bu durumun etinden sütünden faydalanacaktır."
"Tabii, okul yönetim kurulu üyelerine söylendi durum," dedi Hagrid perişan bir sesle. "İşi çok büyük tuttuğumu düşünüyorlar. Hipogrif leri sonraya bırakmalıy-mışım... Pıtırkurt'larla falan başlamalıymışım... iyi bir ilk ders olur diye düşündüydüm.. hepsi benim suçum..."
"Hepsi Mfl//oy'un suçu, Hagrid!" dedi Hermione ciddi bir ses tonuyla.
"Biz şahidiz," dedi Harry. "Sen Hipogrif lerin onlara hakaret edilirse saldıracaklarını söyledin. Dinleme-diyse bu Malfo/un sorunu. Biz Dumbledore'a işin aslını anlatırız."
"Evet, üzülme Hagrid, biz seni destekleriz," dedi Ron.
144
Hagrid'in böcek karası gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Harry ile Ron'u sıkı sıkı, kemiklerini kıra-cakmış gibi kucakladı.
"Bence yeterince içmişsin, Hagrid/' dedi Hermione kararlı bir sesle. Maşrapayı masadan aldı ve dışarı çıkıp boşalttı.
"Eh, galiba h'aklı," dedi Hagrid, Harry ile Ron'u bıraktı. Kaburgalarım sıvazlayıp, sendeleyerek gerilediler. Hagrid büyük bir çabayla iskemlesinden kalktı ve Hermione'nin peşinden dışarı çıktı. Büyük bir şapırtı duyuldu.
"O ses neydi?" dedi Harry, tedirgin bir halde. Hermione elinde boş maşrapayla dönmüştü.
"Kafasını su fıçısına soktu," dedi Hermione, maşrapayı ortalıktan kaldırarak.
Hagrid geri geldi. Uzun saçı ve sakalı sırılsıklamdı, gözlerindeki suyu silmekle meşguldü.
"Böyle daha iyi," dedi, kafasını bir köpek gibi sallayıp hepsini ıslatarak. "Bakın, gelip beni görmekle büyük iyilik ettiniz, ben gerçekten -"
Hagrid birden kalakaldı, Harry'ye sanki onun orada olduğunu yeni fark etmiş gibi bakıyordu.
"SEN NE YAPTIĞINI SANIYORSUN, HA?" diye kükredi. O kadar ani olmuştu ki bu, yerlerinden yarım metre sıçradılar. "KARANLIK BASINCA ORTALIKTA DOLAŞMAMAN GEREKİYOR, HARRY! YA SİZ İKİNİZ! NASIL İZİN VERİRSİNİZ ONA!"
Hagrid, Harry'nin üstüne doğru yürüdü, onu kolundan yakaladı ve çekerek kapıya götürdü.
145
"Yürüyün!" dedi kızgın bir sesle. "Hepinizi okula geri götürüyorum, bir daha da karanlık bastıktan sonra ortalıkta dolaştığınızı görmeyeyim, Buna değmem ben!"
146

GeCeLeR
12-10-2006, 01:45 AM
YEDİNCİ BOLUM
Gardıroptaki Böcürt

Malfoy ancak perşembe günü öğleden sonra, Slytherin'ler ve Gryffindor'lar iki saatlik İksir dersinin yansına gelmişken sınıfta göründü. Bandajlı kolu askıda, kasıla kasıla zindana girdi. Harry'ye göre, korkunç bir muharebeden geriye kalmış son kahraman pozu takınıyordu.
Pansy Parkinson, "Nasıl, Draco?" diye sordu. "Çok aayor mu?"
"Evet," dedi Malfoy, yiğitçe yüzünü buruşturarak. Ama Harry onun, Pansy başını çevirince Crabbe ve Goyle'a göz kırptığını gördü.
Profesör Snape tembel tembel, "Otur yerine, otur," dedi.
Harry ve Ron birbirlerine bakıp yüzlerini ekşittiler. Onlar geç kalmış olsa Snape "otur yerine" demez, ceza verirdi. Ama Malfoy, Snape'in derslerinde ne yapsa paçayı sıyırmayı başarmıştı. Snape, Slytherin binasının Saşkanı'ydı ve genellikle kendi öğrencilerini kayınrdı.
Bugün yeni bir iksir yapıyorlardı, bir Ufalma İksiri.
147
-Malfoy kazanını hemencecik Harry ile Ron'un yanına kurdu, malzemelerini aynı masada hazırlıyorlardı.
"Efendim," diye seslendi Malfoy, "efendim, bu papatya köklerini kesmek için yardıma ihtiyacım var, çünkü kolum -"
Snape başını kaldırmadan, ""Afeasley," dedi, "Malfoy'un köklerini onun için keşi ve'."
Ron'un yüzü tuğla kırmızısı bir -onk aldı.
Malfo/a, "Kolunda hiçbir şey /ek," dedi, tıslar gibi.
Malfoy, masanın karşısından ör a marifet yapmış gibi sırıttı.
"Weasley, Profesör Snape'in ne dediğini duydun, kes şu kökleri."
Ron bıçağını kavradı, Malfo/uıı köklerini önüne çekti ve onları rasgele kesmeye başladı Sonunda hepsi farklı boyda oldu.
Malfoy canından bezmiş gibi, "Profesör," dedi, "Weasley köklerimi kullanılmaz hale getiriyor, efendim."
Snape masalarına yaklaştı, kemerli burnunun üstünden köklere baktı, sonra uzun, yağlı siyan saçlarının altından Ron'a pis pis gülümsedi.
"Malfo/la köklerini değiştir, Weasley."
"Ama efendim -!"
Ron son çeyrek saati, kendi köklerini özenle, tamı tamına eşit boyda keserek geçirmişti.
Snape en tehlikeli sesiyle, "Şimdi," dedi.
Ron güzel güzel kesilmiş kendi köklerini masanın
148
öbür yanına, Malfoy'a doğru itti, sonra da bıçağını yeniden eline aldı.
"Efendim, bir de bu Büzüşmüşincir'in soyulması gerek," dedi Malfoy. Sesinde melun bir keyif seziliyordu.
Snape, daima ve sadece ona ayırdığı nefret dolu bakışını Harry'ye çevirerek, "Fotter, Malfoy'un Büzüşmü-şincir'ini sen soyabilirsin," dedi.
Harry, Malfoy'un Büzüşmüşincir'ini aldı. Ron ise şimdi kullanmak zorunda olduğu köklerin uğradığı hasan onarmaya çalışıyordu. Karry, Büzüşmüşincir'i elinden geldiğince çabuk soydu ve hiçbir şey demeden masanın öbür yanına, Malfoy'a attı. Malfoy'un ağzı şimdi iyiden iyiye kulaklarına varmıştı.
Yavaşça, "Dostunuz Hagrid'i son zamanlarda gördünüz mü?" diye sordu.
Ron, kesik kesik, kafasını kaldırmadan, "Senin üstüne vazife değil," dedi.
"Korkarım uzun süre öğretmenlik yapamayacak," dedi Malfoy, sesinde sahte bir üzüntüyle. "Babam yaralanmamdan hiç memnun kalmadı -"
"Konuşmaya devam et de, Malfoy, ben sana sahiden yaralanmak nasıl olurmuş göstereyim," diye hırladı Ron.
"- okul yönetim kuruluna şikâyet etti. Sihir Bakan-lığı'na da. Babamın çok nüfuzu vrrdır, biliyorsunuz. Ve bunun gibi kalıcı bir yaralanma -' abartılı, sahte bir şekilde içini çekti, "kim bilir kolum «rtık eskisi gibi olacak mı hiç?"
149
Eli öfkeyle titrediği için yanlışlıkla ölü bir tırtılın kafasını kesen Harry, "Demek bunun için numara yapıyorsun?" dedi. "Hagrid'i kovdurabümek için."
"Eh," dedi Malfoy, sesini fısıltı düzeyine indirerek, "kısmen, Potter. Ama başka faydaları da olacak. Weas-ley, tırtıllarımı benim için dilimle."
Birkaç kazan ötede, Nevüle'in başı derde girmişti. Neville her İksir dersinde darmadağın olurdu; en kötü dersiydi, Profesör Snape'e duyduğu büyük korku da her şeyi on kat beter hale getiriyordu. Parlak bir asit yeşili olması gereken iksiri sonuçta -
'Turuncu, Longbottom," dedi Snape, iksirin bir kısmını kepçeyle alıp herkes görebilsin diye yeniden kazana dökerek. "Turuncu. Söyle bana, çocuk, o kalın kafana tek bir şey bile girmiyor mu? Hiçbir kuşkuya yer açmayacak şekilde, sadece bir fare dalağı yeterli dediğimi duymadın mı? Bir parça sülük sıvısının yeterli olacağını açıkça belirtmedim mi? Senin anlayabilmeni sağlamak için ne yapmalıyım, Longbottom?"
Neville pespembe olmuştu, titriyordu. Ağladı ağlayacak bir hali vardı.
"Lütfen, efendim," dedi Hermione, "lütfen, Neville'e düzeltmesi için yardımcı olabilirim -"
"Sizden gösteriş yapmanızı istediğimi hatırlamıyorum, Miss Granger," dedi Snape soğuk soğuk. Hermione de Neville gibi pembeleşti. "Longbottom, bu dersin sonunda iksirinin birkaç damlasını kurbağana vereceksin, hep birlikte neler olacağını göreceğiz. Belki de bu durum seni işini doğru dürüst yapmaya teşvik eder."
150
Snape, Neville'i korkudan soluğu kesilmiş halde bırakarak onun yanından ayrıldı.
Neville, Hermione'ye dönüp, "Bana yardım et!" diye inledi.
"Hey, Harry," dedi Seamus Finnigan, Harry'nin pirinç ölçeklerini ödünç almak için eğilirken, "duydun mu? Bu sabahki Gelecek Postası'nda - Sirius Black'in görüldüğünü sanıyorlar."
"Merde?" dedi Harry ve Ron hemen. Masanın öbür yanında Ma] f oy başım kaldırdı, dikkatle dinlemeye koyuldu.
"Buradan çok uzakta değil," dedi Seamus, heyecanlı görünüyordu. "Onu bir Muggle görmüş. Tabii meseleyi pek kavrayamamış. Muggle'lar onu sıradan bir suçlu sanıyor, değil mi? Kadın özel telefon hattını aramış. Sihir Bakanlığı'ndaküer oraya varana kadar Sirius toz olmuş."
Ron, "Buradan çok uzakta değil..." diye tekrarladı, anlamlı anlamlı Harry'ye bakıyordu. Geri dönünce Malfoy'un da can kulağıyla dinlediğini gördü. "N'oldu, Malfoy? Soyulacak başka bir şey mi var?"
Ama Malfoy'un gözleri kötü kötü parlıyordu ve Harry'nin üstüne dikilmişti. Masaya yaslandı.
"Black'i tek başına yakalamayı mı düşünüycvsun, Potter?"
"Evet, öyle," dedi Harry, baştan savarcasına.
Malfoy'un ince ağzı hain bir gülümsemeyle bükülüyordu.
Alçak sesle, "Tabii, ben olsam," dedi, "çoktan bir
151
şeyler yapmış olurdum. İyi bir çocuk gibi okulda kalmazdım, dışarıda, onu arıyor olurdum."
Ron kaba bir tavırla, "Sen ne diyorsun, Malfoy?" diye sordu.
"Bilmiyor musun, Potter?" diye soludu Malfoy, soluk gözleri kısılmıştı.
"Neyi?"
Malfoy alçak sesle, alaylı alaylı güldü.
"Belki de kelleni tehlikeye atmak istemiyorsundur. İşi Ruh Emiciler'e bırakmak istiyorsun, öyle mi? Oysa ben olsam, intikam isterdim. Onu kendim yakalamak isterdim."
Tam Harry öfkeyle, "Ne diyorsun sen?" derken, Sna-pe seslendi: "Şimdi malzemeleri katmayı bitirmiş olmanız gerek. Bu iksirin içilmeden önce kaynaması gerekiyor. O kaynarken ortalığı toplayın, sonra da Longbot-tom'ınkini deneyelim..."
Crabbe ve Goyle, kan ter içindeki Neville'in iksirini telaşla karıştırmasına bakarak açık açık güldüler. Her-mione, Snape görmesip diye ona ağzının kenarıyla talimat veriyordu, harry ve Ron kullanmadıkları malzemeleri kaldırdılar, ellerini ve kepçelerini yıkamak için köşedeki taş lavaboya gittiler.
Harry bir heykelin ağzından akan buz gibi basınçlı suyun altına ellerini tutarken, Ron'a, "Malfoy ne demek istedi?" diye mırıldandı. "Black'ten niye intikam almak isteyeyim ki? Bana hiç bir şey yapmadı— yani şimdilik."
Ron hiddetle, "Uyduruyor," dedi, "sana aptalca bir şeyler yaptırmaya çalışıyor..."
152
Dersin sonu yaklaşmıştı, Snape uzun adımlarla, kazanının başına sinmiş Neville'in yanına gitti.
Kara gözleri parıldayarak, "Herkes buraya toplansın," dedi, "ve Longbottom'ın kurbağasının başına gelenleri izlesin. Eğer bir Ufalma İksiri yapmayı başardıy-sa, kurbağası küçülüp kurbağa yavrusu olacak. Eğer yanlış yaptıysa, ki bundan eminim, zehirlenecek."
Gryffindor'lar korku içinde izlediler. Slytherin'ler heyecanlanmış görünüyorlardı. Snape kurbağa Trevor'ı sol eline aldı, Neville'in artık yeşil bir renge bürünmüş iksirine küçük bir kaşık soktu. Trevor'ın boğazından aşağı birkaç damla damlattı.
Bir an derin bir sessizlik hâkim oldu, bu arada Tre-vor yutkundu. Sonra küçük bir pof sesi duyuldu ve Tre-vor bir kurbağa yavrusu olarak Snape'in avucunda debelenmeye başladı.
Gryffindor'lar alkışlamaya koyuldular. Bozulmuş görünen Snape, cüppesinin cebinden küçük bir şişe çıkardı, kurbağanın tepesine birkaç damla döktü. Trevor birden esk^' <*ibi yetişkin bir kurbağa oldu.
Snape, "Gryffindor'dan beş puan siliyorum," dedi, herkesin yüzündeki tebessüm de silindi. "Size ona yardım etmeyin demiştim, Miss Granger. Ders bitmiştir."
Harry, Ron ve Hermione, Giriş Salonu'na giden merdivenleri tırmandılar. Harry hâlâ Malfo/un söylediklerini düşünürken, Ron da Snape'e kızıp köpürmek-le meşguldü.
"İksir doğru yapılmış diye Gryffindor'dan beş puan
153
silmek, ha! Niye yalan söylemedin, Hermione? Neville tek başına yaptı diyebilirdin."
Hermione cevap vermedi. Ron etrafına bakındı.
"Nerdebu?"
Harry de döndü. Artık merdivenlerin tepesine varmışlardı. Büyük Salon'da yemeğe giden sınıfın geri kalanının yanlarından geçişini izlediler.
Ron kaşlarını çatarak, "Şuracıkta, yanı başımı/day-dı," dedi.
Crabbe ile Goyle'un arasında yürüyen Malfoy yanlarından geçti. Harry'ye pis pis sırıttı ve gözden kayboldu.
"İşte orda," dedi Harry.
Hermione, soluğu biraz kesilmiş halde aceleyle merdivenlerden çıkıyordu. Bir eliyle sıkı sıkı çantasını tutmuştu, diğeriyle cüppesinin içine bir şeyi sokuşturuyor gibiydi.
"Nasıl yaptın bunu?" diye sordu Ron.
"Neyi?" dedi, yanlarına gelen Hermione.
"Bir an .önce hemen arkamızdaydın, bir an sonra ise merdivenlerin altında."
"Ne?" Hermione'nin biraz kafası karışmış gibiydi. "Ah - bir şey almak için geri gitmek zorunda kaldım. Ah, hayır-"
Hermione'nin çantasında bir dikiş patlamıştı. Harry buna şaşmadı. Çantanın on taneden çok, kocaman ve ağır kitapla ağzına kadar dolu olduğunu görebiliyordu.
Ron, "Bunların hepsini niye yanında taşıyorsun ki?" diye sordu.
154
Hermione soluk soluğa, "Kaç ders alıyorum, biliyorsunuz," dedi. "Şunları benim için tutabilir misin?"
"Ama -" Ron eline tutuşturulan kitapları çevirmiş, kapaklarına bakıyordu - "bugün bu derslerin hiçbiri yok ki. Öğleden sonra sadece Karanlık Sanatlara Karşı Savunma'ya gireceğiz."
"Ah, evet," dedi Hermione, aklı başka yerdeymiş gibi, ama yine de kitapları çantasına tıktı. "Umarım yemekte iyi bir şeyler vardır, açlıktan ölüyorum." Sonra da Büyük Salon'a doğru yürüyüp gitti.
Ron, Harr/ye, "Sana da Hermione bizden bir şeyler saklıyormuş gibi geliyor mu?" diye sordu.
İlk Karanlık Sanatlara Karşı Savunma dersine geldiklerinde, Profesör Lupin ortalarda yoktu. Hepsi oturup kitaplarını, tüy kalemlerini, parşömen tomarlarını çıkardı. Sonunda Lupin odaya girdiğinde, aralarında konuşuyorlardı. Lupin belli belirsiz gülümsedi ve eski püskü çantasını öğretmen masasının üstüne koydu. Her zamanki gibi pejmürdeydi, ama trende olduğundan daha sağlıklı görünüyordu. Sanki arada birkaç iyi yemek yemiş gibiydi.
"İyi günler," dedi. "Lütfen kitaplarınızı kaldırıp çantalarınıza koyar mısınız? Bugünkü dersimiz, uygulamalı bir ders olacak. Sadece asalarınıza ihtiyacınız var."
Öğrenciler kitaplarını kaldırırken kimi birbirine
155
merakla baktı. Daha önce hiç uygulamalı bir Karanlık Sanatlara Karşı Savunma dersi yapmamışlardı. Tabii geçen yılki hocalarının sınıfa bir kafes dolusu cinperi getirip ortaya saldığı o unutulmaz dersi saymazsanız.
Herkes hazır olunca, "Peki öyleyse," dedi Profesör Lupin. "Lütfen beni izler misiniz."
Hem şaşıran, hem meraklanan sınıf ayağa kalktı, derslikten çıkan Profesör Lupin'i izlediler. Profesör onların önüne düşüp ıssız bir koridordan geçti Köşeyi dönünce hortlak Peeves'i gördüler. Havada tep üstü uçar gibi durmuş, en yakındaki anahtar deliğini çi. ^tle tıkıyordu.
Peeves, Profesör Lupin yarım metre kadar Stesine gelmeden başını kaldırmadı, sonra kıvrık tırnaklı yağını oynatarak şarkı söylemeye başladı.
"Deli lüleli Lupin," diye şakıdı Peeves. "Deli leli Lupin, deli lüleli Lupin -"
Hemen hemen her zamanki kadar kaba ve başa çıkılmaz görünen Peeves genelde öğretmenlere biraz saygı gösterirdi. Herkes bir anda dönüp Profesör Lupin'e baktı, buna ne tepki göstereceğini merak ediyorlardı. Onun hâlâ gülümsemekte olduğunu görünce şaşırdılar.
Tatlı tatlı, "Ben senin yerinde olsam çikleti o anahtar deliğinden çıkarırdım, Peeves," dedi. "Yoksa Mr Filch süpürgelerini içeri koyamaz."
Filch, Hogwarts'ın hademesiydi. Öğrencilere ve, evet, Peeves'e karşı da sürekli savaş ilan etmiş, kötü huylu, başarısız bir büyücü. Ne var ki, Peeves, Profesör Lupin'in dediklerine aldırmadı. Dilini dudaklarının
156
arasından çıkarıp hızla üfleyerek tükürüklü bir pırrrt sesi çıkarmakla yetindi.
Profesör Lupin hafifçe içini çekti ve asasını çıkardı.
Omzunun üstünden sınıfa, "Bu, yararlı küçük bir büyüdür," dedi. "Lütfen dikkatle bakın."
Asasını omuz hizasına kaldırdı ve, "Waddiwasi!" diyerek Peeves'e doğrulttu.
Çiklet kurşun hızıyla anahtar deliğinden fırlayıp dosdoğru Peeves'in sol burun deliğine daldı. Peeves tepe üstü dönüp düzeldi ve lanet ederek hızla uzaklaştı.
Dean Thomas hayret içinde, "Süperdi, efendim!" dedi.
'Teşekkür ederim, Dean," dedi Profesör Lupin, asasını ortadan kaldırarak. "Devam edelim mi?"
Yeniden yola düştüler, öğrenciler pejmürde Profesör Lupin'i artan bir saygıyla süzüyorlardı. Onlan ikinci bir koridordan geçirdi ve öğretmenler odasının tam önünde durdu.
"İçeri buyurun," dedi kapıyı açıp yana çekilerek.
Eski, dağınık iskemlelerle dolu, uzun, duvarları ahşap kaplamalı bir oda olan öğretmenler odasında, bir öğretmen hariç, kimse yoktu. Profesör Snape alçak bir koltukta oturuyordu, sınıf içeri girerken dönüp baktı. Gözleri pırıl pırıl parlıyordu, ağzının kenannda pis ve alaylı bir gülüş vardı. Profesör Lupin içeri girip kapıyı kapamaya kalkışınca Snape, "Açık bırak, Lupin" dedi. "Buna tanık olmamayı tercih ederim." Ayağa kalktı, kara cüppesi arkasında dalgalanarak sınıfın yanından geçti. Kapıya gelince olduğu yerde döndü ve, "Herhal-
157
de seni uyaran olmamıştır, Lupin" dedi. "Ama bu sınıfta Neville Longbottom var. Ona zor bir şeyi emanet etmemeni tavsiye ederim. Tabii, Miss Granger kulağına talimatlarım fısıldamıyorsa."
Neville kıpkırmızı oldu. Harry ise gözlerinden ateşler saçarak Snape'e baktı. Kendi sınıfında Neville'e zorbalık etmesi bile yeterince kötüyken, şimdi de kalkmış başka öğretmenlerin önünde aynı şeyi yapıyordu.
Profesör Lupin kaşlarını kaldırdı.
"Operasyonun ilk aşamasında bana Neville'in yardımcı olacağını umuyordum," dedi, "ve eminim hayran olunacak bir performans gösterecek."
Neville'in yüzü, böyle bir şey mümkünse eğer, daha da kızardı. Snape dudak büktü, sonra da kapıyı çarparak çıkıp gitti.
Profesör Lupin, eliyle sınıfı odanın ucuna doğru çağırarak, "Şimdi," dedi. Burada öğretmenlerin yedek cüppelerini bulundurdukları eski bir gardıroptan başka bir şey yoktu. Profesör Lupin yanına gidince, gardırop birden yalpalayıp duvara çarptı.
Çocuklardan kimi korkuyla geriye atlarken, Profesör Lupin sükûnetle, "Kaygılanacak bir şey yok," dedi. "Orada bir Böcürt var."
Çoğuna göre bu kaygılanacak bir şeydi, oysa. Neville, Profesör Lupin'e dehşet dolu bir bakış attı, Se-amus Finnigan ise zangırdamaya başlamış kapı topuzunu endişeyle süzdü.
"Böcürt'ler karanlık, kapalı yerleri severler," dedi Profesör Lupin. "Gardıropları, yatakların altındaki boş-
158
lukları, lavaboların altındaki dolapları - bir keresinde birinin sarkaçlı, büyük bir saat içine saklandığını bile görmüştüm. BM Böcürt ise buraya dün öğleden sonra geldi. Ben de, acaba üçüncü sınıflara uygulama yapmam için öğretmenler burayı bana bırakır mı diye Müdür7 e sordum.
"O zaman, kendimize soracağımız ilk soru şu: Böcürt nedir?"
Hermione elini kaldırdı.
"Bir biçim değiştiricidir," dedi. "Bizi en fazla neyin korkutacağını düşünüyorsa onun biçimine bürünür."
Profesör Lupin, "Ben bile daha iyi anlatamazdım," dedi, Hermione ışıldadı. "Öyleyse karanlıkta oturan Böcürt henüz bir biçime bürünmüş değil. Kapının öbür yanındaki kişiyi en fazla neyin korkutacağını bilmiyor. Tek başına olduğu vakit bir Böcürt'ün neye benzediğini kimse bilmez. Ama ben onu dışarı çıkardığım anda, her birimizin en çok korktuğu şey olacak.
"Yani," dedi Profesör Lupin, Neville'in korkudan ağzından biraz tükürük saçmaya başlamasını görmezlikten gelerek, "daha başlamadan Böcürt'e karşı büyük bir avantajımız var. Ne olduğunu fark ettin mi, Harry?"
Elini kaldırmış, ayaklarının üzerinde yaylanan Hermione yanındayken bir soruya cevap vermek çok cesaret kinci bir işti ama, Harry yine de şansını denedi.
"Şey - çok kalabalık olduğumuz için hangi biçime bürüneceğini bilemez de ondan mı?"
"Tam dediğin gibi," dedi Profesör Lupin, Hermione de biraz düş kırıklığına uğramış görünerek elini İndir-159
di. "Bir Böcürt'le başa çıkmak için yanınızda birilerinin olması her zaman en iyisidir. Aklı karışır. Ne olmalı acaba, başsız bir ceset mi, et yiyen bir sümüklüböcek mi? Bir seferinde bir Böcürt'ün tam da bu hatayı işlediğini görmüştüm - aynı anda iki kişiyi birden korkutmaya çalıştı, yan yarıya sümüklüböceğe dönüştü. Doğrusu, hiç de korkutucu değil.
"Bir Böcürt'ü püskürten büyü basittir, ama zihin gücü gerektirir. Anlıyorsunuz ya, Böcürt'lerin işini asıl bitiren şey kahkahadır. Yapmanız gereken, onu eğlenceli bulacağınız bir biçime bürünmeye zorlamaktır.
"Büyüyü önce asasız deneyeceğiz. Arkamdan tekrarlayın, lütfen... riddikulus\"
Sınıf hep bir ağızdan, "Riddikulus!" dedi.
"İyi. Çok iyi. Ama korkanm bu kolay bölümüydü. Çünkü bu kelime tek başına yeterli değil. İşte sen de bu noktada devreye giriyorsun, Neville."
Gardırop yeniden sarsıldı, ama idama gidiyormuş gibi öne çıkan Neville ondan fazla sarsılıyordu.
"Şimdi, Neville," dedi Profesör Lupin. "Önce şunu sorayım: Seni dünyada en çok korkutan şey nedir dersin?"
Neville'in dudakları kıpırdadı, ama ses çıkmadı.
Profesör Lupin neşeyle, "Pardon, Neville, duyamadım," dedi.
Neville, sanki birisi ona yardım etsin diye yalvan-yormuş gibi, çaresizce etrafına bakındı. Sonra da zar zor duyulan bir sesle, adeta fısıldayarak, "Profesör Sna-pe," dedi.
160
Hemen hemen herkes güldü. Hatta Neville bile özür dilercesine sırıttı. Ancak Profesör Lupin düşünceli görünüyordu.
"Demek Profesör Snape... hımmm... Neville, sanırım ninenle birlikte oturuyorsun, değil mi?"
"Şey - evet," dedi Neville, tedirgin bir şekilde. "Ama - Böcürt'ün ona dönüşmesini de istemiyorum."
"Hayır, hayır, beni yanlış anladın," dedi Profesör Lupin. Şimdi gülümsüyordu. "Acaba bize ninenin genelde ne tür şeyler giydiğini söyleyebilir misin?"
Neville şaşırmış göründü, ama cevap da verdi: "Eh... hep aynı şapkayı giyer. Yüksek bir şapka, tepesinde de doldurulmuş bir akbaba var. Ve. uzun bir elbise... normalde, yeşil... bazen de tilki kürkünden bir eşarp."
"Peki ya çanta?" diye tüyo verdi Profesör Lupin.
"Büyük, kırmızı bir çanta," dedi Neville.
"Tamam öyleyse... O giysileri çok canlı bir şekilde gözünün önüne getirebiliyor musun, Neville? Zihninin gözünde onları görebiliyor musun?"
Neville, pek de emin olmadan, "Evet," dedi. Belli ki arkasından ne geleceğini merak ediyordu.
Lupin, "Böcürt bu dolaptan dışan fırlayınca ve seni görünce, Neville," dedi, "Profesör Snape'in biçimine bürünecek. Sen de asanı kaldıracaksın - böyle - ve 'Riddikulus' diye bağıracaksın - ve ninenin giysileri üzerinde var gücünle yoğunlaşacaksın. Her şey yolunda giderse, Profesör Böcürt Snape, o yeşil elbiseyi giyip, o akbabalı şapkayı takmak ve büyük, kırmızı çantayı taşımak zorunda kalacak."
161
Herkes kahkahayı bastı. Gardırop daha da şiddetle yalpaladı.
"Eğer Neville başarılı olursa, Böcürt büyük bir ihtimalle dikkatini sırayla hepimize çevirecek," dedi Profesör Lupin. "Şimdi hepinizin bir dakikanızı ayırıp sizi en fazla korkutan şeyi düşünmenizi ve ne yapıp da onu komik görünmeye zorlayacağınızı hayal etmenizi istiyorum..."
Herkes sustu. Harry düşündü... Dünyada onu en çok korkutan şey neydi?
Aklına önce Lord Voldemort geldi - tüm gücüne kavuşmuş bir Voldemort. Ama daha o bir Böcürt-Volde-mort'a karşı olası bir karşı saldırıyı planlamaya başlamadan, zihninin yüzeyine korkunç bir görüntü süzüldü...
Çürümekte olan, ıslak ıslak ışıldayan bir el, kara bir pelerinin altına kayarca^ma sokulan bir el... görünmeyen bir ağızdan çıkan uzun, hırıltılı bir soluk... sonra insanda boğuluyormuş duygusu uyandıracak kadar içe işleyen bir soğuk...
Harry ürperdi, sonra da kimsenin fark etmediğini umarak çevresine bakındı. Çoğu kişi gözlerini sıkı sıkıya yummuştu. Ron kendi kendine, "Bacaklarını kopar," diyordu. Harry onun neyi kastettiğinden emindi, çünkü Ron en çok örümceklerden korkardı.
Profesör Lupin, "Herkes hazır mı?" diye sordu.
Harry korkuyla sarsıldı. O hazır değildi. İnsan bir Ruh Emici'yi nasıl daha az korkunç hale getirirdi? Ama ek süre istemek de hoşuna gitmiyordu. Başka herkes evet anlamında başını sallıyor ve kollarım sıvıyordu.
162
"Neville, geriye çekileceğiz," dedi Profesör Lupin. "Önünde açık bir alan olsun, tamam mı? Bir sonrakini ben öne çıksın diye çağıracağım... Hadi bakalım, hepiniz geriye çekilin ki, Neville rahat rahat çalışsın -"
Hepsi geriye, duvarların dibine çekilerek Neville'i gardırobun yanında tek başına bıraktı. Neville solgun ve korkmuş görünüyordu, ama cüppesinin kollarını sıvamıştı ve asasını hazır tutuyordu.
Kendi asasını da gardırop kapısının topuzuna yöneltmiş olan Profesör Lupin, "Üçe kadar sayıyorum, Neville," dedi. "Bir - iki - üç - şimdü"
Profesör Lupin'in asasının ucundan kıvılcımlar fışkırarak kapının topuzuna çarptı. Kapı bir hamlede açıldı. Kanca burunlu ve tehdit edici görünen Profesör Sna-pe dışarı çıktı, gözlerinden şimşekler çakarak Neville'e baktı.
Neville geriledi, asasını kaldırdı, ağzını açtı, ama ses çıkmadı. Snape, cüppesinin içine elini atarak, onun üzerine yürüyordu.
"R-r-riddikulus!" diye ciyakladı Neville.
Kırbaç şakırtısı gibi bir ses duyuldu. Snape sendeledi. Sırtında uzun, dantelli bir elbise, başında da tepesinde güve yenikli bir akbabanın bulunduğu yüksek bir şapka vardı şimdi. Elinde koskocaman, kırmızı bir çanta taşıyordu.
Herkes kahkahayı bastı; kafası karışan Böcürt tereddüt etti ve Profesör Lupin bağırdı: "Parvati! Öne çık!"
Parvati, yüzünde kararlı bir ifadeyle, öne yürüdü. Snape ona döndü. Bir şrak sesi daha duyuldu. Şimdi
163
Snape'in yerinde kan lekeleri içinde, sargılı bir mumya duruyordu. Görmeyen yüzü Parvati'ye çevriliydi. Yavaş yavaş, ayaklarını sürüyüp kaskatı kollarını havaya kaldırarak ona doğru yürümeye başlad1. -
"Riddikulus!" diye haykırdı Parvati.
Sargılardan biri mumyanın ayağı dibinde çözüldü, mumyanın ayağı sargıya takıldı, yüzükoyun yere düştü, kafası yuvarlanıp gitti.
"Seamus!" diye bağırdı Profesör Lupin.
Seamus, Parvati'nin yanından ok gibi atıldı.
Şrakl Mumyanın olduğu yerde şimdi siyah saçları yere kadar uzanan, iskelet gibi, yemyeşil suratlı bir kadın vardı - bir ölüm perisi. Ağzını ardına kadar açtı, odayı bu dünyaya ait olmayan bir ses doldurdu; Harry'nin başındaki saçları diken diken eden, uzun, iniltili bir feryat -
"Riddikulus!" diye haykırdı Seamus.
Ölüm perisi boğulur gibi bir ses çıkardı ve boğazını kavradı; sesi gitmişti.
Şrak! Ölüm perisi şimdi döne döne kuyruğunu kovalayan bir fareye dönüşmüştü, sonra - şrak! — kayan ve kıvranan bir çıngıraklı yılan olmuştu ki - şrak! - tek, kanlı bir gözbebeğine dönüştü.
"Aklı karıştı!'' diye bağırdı Lupin. "Başarıyoruz! Dean!"
Dean hızla öne yürüdü.
Şrak! Gözbebeği kopuk bir el oldu; el fırlayıp dönerek döşemede yengeç gibi sürünmeye koyuldu.
"Riddikulus!" diye feryat etti Dean.
164
Bir çat sesi duyuldu, el bir fare kapanma sıkıştı.
"Mükemmel! Sıra sende, Ron!"
Ron öne fırladı.
"Şrak!"
Birçok kişi çığlık attı. İki metre boyunda, baştan aşağı tüylü dev bir örümcek, kıskaçlarını tehdit edici şekilde şaklatarak Ron'un üzerine yürüyordu. Harry bir an Ron'un donup kaldığını sandı. Sonra -
"Riddikulus!" diye böğürdü Ron ve örümceğin bacakları yok oldu. Yuvarlanmaya başladı. Lavender Brown viyaklayarak onun önünden kaçtı ve örümcek Harry'nin ayaklan dibinde durdu. Harry asasını kaldırarak hazırlandı, ama -
"Bırak!" diye bağırdı Profesör Lupin birden, hızla ilerledi.
Şrak!
Bacaksız örümcek yok olmuştu. Bir saniye herkes nerede olduğunu görmek için çılgınca etrafa bakındı. Sonra Lupin'in önünde gümüşi beyaz bir kürenin havada asılı olduğunu gördüler. Lupin, adeta tembelce, "Riddikulus!" dedi.
Şrak!
Böcürt bir karafatma olarak yere inerken, Lupin, "İleri, Neville, bitir işini!" diye bağırdı. Şrak! Snape geri dönmüştü. Bu sefer Neville, çok kararlı görünerek hamle etti.
"Riddikulus!" diye bağırdı ve bir an Snape'i dantelli elbisesiyle görür gibi oldular, sonra Neville gürültüyle, "Ha!" diye güldü ve Böcürt patladı. Binlerce minik duman demetine ayrılıp kayboldu.
165
Sınıf alkışlamaya başlarken, Profesör Lupin, "Mükemmel!" diye bağırdı. "Mükemmel, Neville! Hepinize aferin. Durun bakalım... Böcürt'le uğraşan her kişi için Gryffindor'a beş puan - iki kez yaptığı için Neville'e on puan - Hermione ile Harr/ye de oeşer puan.
"Ama ben hiçbir şey yapmadım ki," dedi Harry.
"Sen ve Hermione dersin başında sorularımı doğru cevapladınız, Harry," dedi Lupin tatlılıkla. "Çok iyi, millet, mükemmel bir dersti. Ev ödevi olarak da, bir zahmet Böcürt bölümünü okuyup benim için özetini çıkartın... ödevler pazartesi günü veriucek. Hepsi bu kadar."
Öğrenciler heyecanla konuşarak c ğretmenler odasını terk ettiler. Ancak Harry kendini hiç de keyifli hissetmiyordu. Profesör Lupin kasıtlı olarak onun Böcürt'le uğraşmasına engel olmuştu. Neden? Voksa Harry'nin trende yığıldığını gördüğü ve onun beceremeyeceğini düşündüğü için mi? Harry'nin yine kendinden geçeceğini mi sanıyordu?
Ama başka kimse olayın farkında değildi.
"O ölüm perisini nasıl hallettiğimi gördünüz mü?" diye bağırdı Seamus.
"Ya eli?" diye bağırdı Dean, kendi elini sallayarak.
"O şapkayla Snape'i?"
"Ya benim mumyamı?"
Lavender düşünceli düşünceli, "Acaba Profesör Lupin neden kristal toplardan korkuyor?" dedi.
Çantalarını almak için sınıfa dönerlerken, Ron heyecanla, "Bu şimdiye kadar yaptığımız en iyi Karanlık
166
Sanatlara Karşı Savunma dersiydi, değil mi?" diye sordu.
Hermione, "Çok iyi bir öğretmene benziyor," dedi onaylayarak. "Ama keşke ben de Böcürt'le karşı karşıya gelseydim -"
"Seninki ne olurdu?" dedi Ron, kıs kıs gülerek. "On üzerinden dokuz aldığın bir ev ödevi mi?"
167

GeCeLeR
12-10-2006, 01:45 AM
SEKİZİNCİ BOLÜM
Şişman Hnmm'ın Kaçışı

Kısa sürede, Karanlık Sanatlara Karşı Savunma çoğu kişinin en sevdiği dershaline gelmişti. Profesör Lu-pin hakkında ileri geri konuşanlar, sadece Draco Mal-foy ile onun Slytherin çetesıydi
Profesör Lupin geçerken Malfoy gürültülü bir fısıltıyla, "Şunun cüppesinin haline bak," diyordu, "eski ev cinimiz gibi giyiniyor."
Ama diğerleri Profesör Lupin'in cüppesinin yamalı ya da yıpranmış olmasına aldırmıyordu bile. Sonraki birkaç dersi de ilki kadar ilginç olmuştu. Böcürt'lerden sonra cincücelere benzeyen pis, küçük yaratıklar olan Kırmızı Kafa'ları incelediler. Kaa dökülen her yerde, şatoların zindanlarında ve terk edilmiş savaş alanlarındaki siperlerde pusuya yatar, kaybolanlara kısa ve kalın sopala "la vurmak için beklerlerdi. Kırmızı Kafa'lardan sonra, pullu maymunları andıran sürüngen su yaratıkları Kappa'lara geçtiler. Perdeli elleri, göllerinde her şeyden habersiz dolaşanları boğsak diye kaşmirdi.
Harry bazı öbür derslerinde de aynı şekilde
168
mutlu olsa, hayatta başka bir şey istemezdi. En kötüsü İksir dersiydi. Snape bugünlerde özellikle kinci davranıyordu, kimsenin de bunun niye olduğundan şüphesi yoktu. Snape'in biçimini alan ve Neville'in, ninesinin giysilerini giydirdiği Böcürr'ün hikâyesi, okula ormnn yangını hızıyla yayılmıştı. Snape bunu komik bulmamıştı anlaşılan. Profesör Lupin'in adı geçince gözlerinde tehditkâr şimşekler çakıyordu, Neville'e eskisinden daha da fazla zorbalık ediyordu.
Harry, Profesör Trelavvney'nın kuledeki boğucu odasında, eğri büğrü şekilleri ve sembolleri çözerek, Profe-sör'ün ona her bakışında yaşlarla dolan kocaman gözlerini görmezlikten gelmeye çalışarak geçirdiği saatleri de korkuyla bekler olmuştu. Profesör Trelavvney'yi sevemi-yordu, oysa sınıfından bazı öğrenciler ona yüceltme sınırlarına varan bir saygı gösteriyorlardı. Parvati Patil ve La-vender Brovvn öğlen saatlerinde Profesör Trelavvney'nin kuledeki odasını ziyareti âdet haline getirmişlerdi. Her seferinde de yüzlerinde, sinir bozacak kadar üstünlük taşıyan bir ifadeyle geri dönüyorlardı, başkalarının bilmedikleri şeyleri biliyorlarmış gibi. Harry'den söz ederken kısık sesle konuşmaya da başlamışlardı, o sanki ölüm döşeğinde yatıyormuş gibi bir halleri vardı.
Hareketli ilk derkten sonra aşırı derecede sıkıcı bir hal alan Sihirli Yaratıkların Bakımı'nı ise aslında kimse sevmiyordu. Hagrid kendine güvenini kaybetmiş gibiydi. Şimdilik birçok dersi, muhtemelen dünyanın en sıkıcı yaratıkları olan Pıtırkurt'lara nasıl bakacaklarını öğrenmekle geçiriyorlardı.
169
Bir saati daha Pıtırkurt'ların yapışkan boğazlarından aşağı ince ince doğranmış yeşil salata tıkmakla geçirdikten sonra Ron, "İnsan neden onlara bakma zahmetine katlansın ki?" diye sormuştu.
Ama ekim ayıyla birlikte Harry kendisini oyalayacak başka bir şey daha buldu. Bu o kadar zevkli bir şeydi ki, sıkıntılı derslerini unutturdu. Quidditch sezonu yaklaşıyordu. Gryffindor takımının kaptanı Oliver Wo-od da, yeni sezondaki taktikleri tartışmak için perşembe akşamı bir toplantı yaptı.
Bir Quidditch takımında yedi kişi vardı: Kırmızı, futbol topu büyüklüğünde bir top olan Quaffle'ı sahanın her iki ucundaki on beş metre yüksekliğinde çemberlerden geçirerek gol atmakla görevli üç Kovalayıcı; hızla oradan oraya seğirtip oyunculara saldırmaya çalışan iki ağır, siyah top olan Bludger'ları kovalamak için ağır sopalarla donanmış iki Vurucu; kaleleri koruyan bir Tutucu ve işi en zor olan Arayıcı. Onun görevi, minik, kanatlı, ceviz büyüklüğünde bir top olan Altın Snitch'i yakalamaktı. Snitch yakalanınca oyun sona erer ve Arayıcı'mfi takımı fazladan yüz elli puan kazanırdı.
Oliver Wood, on yedi yaşında sağlam yapılı bir çocuktu, Hogwarts'ta yedinci sınıfta okuyordu, yani son yılıydı. Karanlığın çökmekte olduğu Quidditch sahasının kenarındaki buz gibi soyunma odasında takımının altı üyesine hitap ederken, sakin sesinde bir umutsuzluk vardı.
"Quidditch Kupası'nı kazanmak için bu son şansımız - benim son şansım," dedi onlara, önlerinde bir aşa-
170
ğı bir yukarı yürüyerek. "Bu yılın sonunda okulu bitiriyorum. Bir daha Kupa'yı alma ihtimalim olmayacak.
"Gryffindor yedi yıldır Kupa'yı kazanamıyor. Tamam, çok talihsizdik, olursa bu kadar olur - sakatlıklar -sonra geçen yıl turnuva iptal oldu..." Wood, sanki bu hatıra hâlâ üzüntüden boğazını hkıyormuş gibi yutkundu. "Oysa biliyoruz ki bizim takımımız okuldaki - en - iyi -kahrolası - takım," dedi, bir yumruğuyla diğer eline vurarak. O eski çılgınca pırıltı yine gözlerine yerleşmişti.
"Muhteşem üç Kovalayıcı'mız var."
Eliyle Alicia Spinnet, Angelina Johnson ve Katie Bell'i gösterdi.
"Yenilmez iki Vurucu'muz var."
Fred ve George Weasley bir ağızdan, "Kes şunu, Oliver, bizi mahcup ediyorsun," dediler, kızarmış numarası yaparak.
Wood, Harry'ye bir tür vahşi gururla ve ateş püsküren gözlerle bakarak, "Ve bize her seferinde maçı kazandıran bir Arayıcı'mız var!" dedi. "Ve ben," diye ekledi, sonradan aklına gelmiş gibi.
"Biz de senin çok iyi olduğunu düşünüyoruz, Oliver," dedi George.
"Panter gibi Tutucu," dedi Fred.
VVood yeniden voltalamaya başlayarak, "Mesele şu ki," dedi, "bu son iki yıl Quidditch Kupası'nın üstüne bizim adımız yazılmış olmalıydı. Harry takıma katıldığından beri ben hep Kupa'nın çantada keklik olduğunu düşündüm. Ama alamadık ve bu yıl o şeyin üzerinde nihayet adımızı görmek için son şansımız..."
171
Wood öyle büyük bir kederle konuşuyordu ki, Fred ve George bile halden anlar bir tavır içine girdiler.
"Oliver, bu yıl bizim yılımız," dedi Fred.
"Başaracağız, Oliver!" dedi Angelina.
"Mutlaka," dedi Harry.
Takım, azimle dolu bir şekilde haftada üç akşam antrenman yapmaya başladı. Hava gittikçe daha soğuk ve yağmurlu oluyordu, geceler de daha karanlıktı, ama çamur, rüzgâr ve yağmur gemi azıya alsa da, Harry'nin muazzam gümüş Quidditch Kupası'nı nihayet kazanmaya yönelik o harika hayalini lekeleyemezdi.
Harry bir akşam antrenmandan sonra üşümüş ve kaskatı olmuş, ama antrenmanın gidişinden hoşnut halde Gryffindor ortak salonuna döndüğünde, oda heyecanla kaynıyordu.
Şöminenin başındaki en iyi iskemlelerden ikisine oturmuş, Astronomi için birtakım yıldız çizelgeleri tamamlayan Ron ve Hermione'ye, "N'oldu?" diye sordu.
Hayli hırpalanmış eski ilan tahtasına konmuş bir duyuruyu gösteren Ron, 'ilk Hogsmeade hafta sonu," dedi. "Ekim sonu, Cadılar Bayramı."
"Mükemmel," dedi, Harry'nin arkasından portre deliğinden geçen Fred. "Zonko'ya bir uğramam gerekiyor, Pis Kokulu Topak'larım bitti bitecek."
Morali inişe geçen Harry, kendini Ron'un yanındaki iskemleye attı. Hermione onun aklından geçenleri okumuş gibiydi.
"Harry, eminim bir dahaki sefere gidebilirsin," de-
172
di. "Black'i yakalamaları yakındır, zaten bir kez ortalarda görüldü bile."
"Black, Hogsmeade'de bir şeyler yapmaya kalkışacak kadar aptal değil," dedi Ron. "McGonagall'a bu sefer gidebilir misin diye sor, Harry, bir daha gidene kadar aradan asırlar geçebilir -"
"Ron!" dedi Hermione. "Harry'nin okulda kalması gerekiyor -"
"Okulda kalan tek üçüncü sınıf öğrencisi de o olamaz ama," dedi Ron. "McGonagall'a sor, haydi, Harry -"
Harry kararını vererek, "Evet, soracağım sanırım," dedi.
Hermione tartışmak için ağzını açtı, ama tam o anda Crookshanks bir tüy hafifliğiyle onun kucağına atladı. Ağzından büyük, ölü bir örümcek sarkıyordu.
Ron, yüzünü buruşturarak, "Bunu önümüzde yemek zorunda mı?" diye sordu.
"Akıllı Crookshanks'im benim, onu tek başına mı yakaladın?" dedi Hermione.
Crookshanks örümceği ağır ağır çiğnedi, sarı gözleri küstahça Ron'a dikilmişti.
"Onu orda tut yeter," dedi Ron sinirli sinirli. Yeniden yıldız çizelgesine döndü. "Scabbers çantamda uyuyor."
Harry esnedi. Aslında gidip yatmak istiyordu, ama kendi yıldız çizelgesini de tamamlaması gerekiyordu. Çantasını kendine doğru çekti, parşömenini, mürekkebini ve tüy kalemini çıkararak çalışmaya başladı.
Ron, son yıldızın adını da gösterişli bir edayla ya-
173
zıp çizelgeyi Harry'nin önüne sürerek, "İstiyorsan benimkinden kopya çekebilirsin," dedi.
Kopyadan hiç haz etmeyen Hermione dudaklarını büzdü, ama bir şey demedi. Crookshanks hâlâ gözlerini kırpmadan Ron'a bakıyor, tüylü kuyruğunun ucunu yavaşça sallıyordu. Sonra, aniden atladı.
"AYY!" diye bağırdı Ron, Crookshanks'in dört pençesini derinlere gömüp vahşice yırtmaya başladığı çantasını kaptı. "DEFOL SURDAN, SENİ APTAL HAYVAN!"
Ron çantasını Crookshanks'in pençelerinden kurtarmaya çalışıyordu, ama Crookshanks yapışıp kalmıştı. Tükürükler saçıyor ve kuyruğunu kamçı gibi vuruyordu.
"Ron, onun canını yakma!" diye bağırdı Hermione, cırtlak bir sesle. Bütün ortak salon onları izliyordu. Ron, Crookshanks'in hâlâ sıkı sıkıya yapışmış olduğu çantayı fırıldak gibi döndürürken, Scabbers uçarcasına çantanın tepesinden fırladı -
Ron, "TUTUN ŞU KEDİYİ!" diye haykırdı. Crookshanks çantanın kalıntılarından kurtulmuş, masanın üstüne atlamıştı, dehşet içindeki Scabbers'in peşinden koşuyordu.
George VVeasley, Crookshanks'in üstüne atladı, ama kaçırdı. Scabbers yirmi çift bacak arasından sıyrılarak eski bir konsolun altına uçtu. Crookshanks kayarak fren yaptı, çizgili bacaklarının üzerinde çömeldi ve ön ayağıyla konsolun altına gözü dönmüşçesine pençe atmaya koyuldu.
174
Ron ve Hermione telaşla geldiler. Hermione, Cro-okshanks'i gövdesinden yakalayıp uzaklaştırdı. Ron kendini karın üstü yere attı ve büyük zorlukla Scab-bers'ı kuyruğundan tutup çıkardı.
Hermione'ye, küplere binmiş halde, "Şunun haline bak!" dedi, Scabbers'ı onun önünde tutup sallayarak. "Bir deri bir kemik kaldı! O kediyi ondan uzak tut!"
Hermione, sesi titreyerek, "Crookshanks için bu çok doğal," dedi. "Bütün kediler fareleri kovalar, Ron!"
Deli gibi çırpınan Scabbers'ı yeniden cebine girsin diye ikna etmeye çalışan Ron, "O hayvanda garip bir şey var!" dedi. "Scabbers'ın çantamda olduğunu söylediğimi duydu!"
Hermione sabırsızlıkla, "Ay, ne saçmalık," dedi. "Crookshanks onun kokusunu alabiliyor, Ron, yoksa nasıl-"
Ron, "O kedi Scabbers'a kafayı takmış!" dedi. Çevresine toplanmış insanların kıkırdamaya başlamasını da görmez J °n geldi. "Scabbers ondan önce geldi, üstelik de hasta!"
Ron ortak salonu uygun adım geçip erkek öğrencilerin yatakhanesine giden merdivenlerde kayboldu.
Ertesi gün Ron hâlâ Hermione'ye kızgındı. Bitkibi-lim dersi boyunca, üçü aynı Pofudukbezelye üzerinde çalıştıkları halde Hermione'yle konuşmadı dense yeridir.
175
Bitkilerin tombul pembe kabuklanın soyup pırıl pırıl içlerini tahta kovaya boşaltırlarken, Hermionc ürkek ürkek, "Scabbers nasıl?" diye sordu.
Rem öfkeyle, "Yatağımın altında saklanmış, titreyip duruyor," dedi* Tanelen kovaya isabet cttiremcyince bezelyeler seranın döşemesine saçıldı.
Bezelyeler gözlerinin önünde tomurcuklanırken, Profesör Sprout, "Dikkat et, Weaslcy, dikkat et'" diye bağırdı.
Bir sonraki dersleri Biçim Değiştirme'y c1 i. Dersten sonra Profesör McGonagall'a diğerleriyle üirlikte Hogs-meadc'e gidip gidemeyeceğini sorma kararı alan Harry, sınıfın dışındaki kuyruğa katıldı. Ne tür bir tartışma yöntemi izleyeceğine karar vermeye çalışıyordu. Ama kuyruğun başındaki karışıklık dikkatini dağıttı.
Lavcnder Brown ağlıyor gibiydi. Parvati kolunu ona sarmıştı ve pek ciddi görünen Seamus Finnigan ile Dean Thomas'a bir şeyler anlatıyordu.
Hcrmione, Harry ve Ron'la birlikte gruba katılırken, endişeyle, "Ne oldu, Lavcnder?" dedi.
Parvati, "Bu sabah evden mektup aldı," diye fısıldadı. "Tavşanı, Binky. Bir tilki tarafından öldürülmüş."
"Ah," dedi l lermione, "Çok üzüldüm, Lavender."
"Bilmem gerekirdi!" dedi Lavender, trajik bir edayla. "Bugün ayın kaçı olduğunu biliyor musunuz?"
"Şey -"
"Ekim'in on altısı! 'Şu korktuğun şey var ya - on altı Ekim'de gerçekleşecek.' Hatırlıyor musunuz? Haklıydı, haklıydı!"
176
Artık bütün sınıf Lavender'ın çevresine toplanmıştı. Scamus ciddi ciddi başını sallıyordu. Mermione bir an durakladı, sonra da, "Sen -" dedi, "Binky'nin bir tilki tarafından öldürüleceğinden mi korkuyordun?"
"İlle de bir tilki değil," dedi Lavender, Hcrmione'ye sel gibi yaşlar akıtan gözlerle bakarak. "Ama öleceğinden korkuyordum elbette, değil mi?"
"Ah," dedi Hermione. Kısa bir tcreddütün ardından sordu: "Binky yaşlı bir tavşan mıydı?"
"Ha - hayır!" diye hıçkırdı Lavender. "O - o daha bcDccikti!"
Parvati arkadaşının omzunu daha da sıkı sardı.
"İyi ama, öleceğinden neden korkuyordun öyleyse?" diye sordu Hermione.
Parvati, ateş saç.ın gözlerini ona dikti.
Hermione, grubun geri kalanına dönerek, "Yani, meseleye mantıkla bakacak olursanız," dedi, "yani, Binky bugün bile ölmedi, değil mi, sadece Lavender haberi bugün aldı -" Lavender yüksek sesle bir hüngürtü kopardı "- ve bundan korkuyor da olamazdı, çünkü onun için gerçek bir şok oldu -"
Ron yüksek sesle, "Hermione'ye aldırma, Lavender," dedi, "o başkalarının hayvanlarına hiç önem vermez."
Profesör McGonagall tam o anda sınıfın kapısını açtı. Belki de iyi oldu, l lermione ile Ron birbirlerine öldü-recekmiş gibi bakıyorlardı. Sınıfa girince Harry'nin iki yanma oturdular ve ders boyunca birbirleriyle konuşmadılar.
177
Ders sonunda zil çaldığında, Harry hâlâ Profesör McGonagall a ne diyeceğine karar vermemişti. Ama l îogsmeade konusunu ilk açan Profesör oldu.
Öğrencuer sınıftan çıkmaya çalışırken, "Bir dakika, UVten!" diye seslendi. "Hepiniz benim binamda olduğunu/a gere, Hogsmeade izin belgelerinizi Cadılar Rayramı'ndan önce bana vermelisiniz. Belgesi olmayan i;ö /ü zivaret edemez, onun için unutmayın!"
Neviîle elini kaldırdı.
"Lütfen, Profesör, ben - ben sanırım kaybettim -"
"Ninen senin iznini doğrudan bana yolladı, Longbot-tom," dedi Profesör McGonagall. "Bunun daha emin bir yol olduğunu düşünmüş. Eh, hepsi bu, gidebilirsiniz."
"Şimdi sor," diye fısıldadı Ron, Harry'ye.
"Evet, ama -" diye başladı Herrnione.
Ron inatla, "Hadi, Harry," dedi.
Harry sınıfın geri kalanının çıkmasını bekledi, sonra da tedirgin bir halde Profesör McGonagall'ın masasına yöneldi.
"Evet, Potter?"
Harry derin bir nefes aldı.
"Profesör, teyzemle eniştem - şey - belgemi imzalamayı \muttular," dedi.
Profesör McGonagall kare biçimindeki gözlüğünün üstünden ona baktı, ama bir şey demedi.
"Onun için - yani - sizce uygun mu - yani uygun olur mu eğer ben - eğer ben Hogsmeade'c gitsem?"
Profesör McGonagall önüne baktı ve masasının üstündeki kâğıtları karıştırmaya koyuldu.
"Korkarım olmaz, Potter," dedi. "Ne dediğimi duydun. Belgesi olmayan köyü ziyaret edemez. Kural böyle."
"Ama - Profesör - teyzemle eniştem - biliyorsun" -, onlar Muggle, pek anlamıyorlar - yani Hogwar* eiyelerini falan," dedi Harry. Bu arada Ron da ..itile başını sallayarak onu yüreklendiriyordu, "r-.;er M/ gidebileceğimi söylerseniz -"
"Ama söylemiyorum." Pıofesör McGonagall ayağa kalktı, kâğıtlarını bir çekmeceye titizce istifledi. "Belgede anne babanın ya da velinin izin vermesi gerektiği açıkça belirtilmiş." Dönüp yüzünde tuhaf bir ifadeyle ona baktı. Acıma mıydı yoksa? "Özür dilerim, Potter, ama son sözüm bu. Acele et, yoksa bir sonraki dersine geç kalacaksın."
Yapacak şey yoktu. Ron, Profesör McGonagall hakkında demediğini bırakmadı, söyledikleri Hermione'yi fena halde öfkelendirdi. Hermione ise, Ron'u daha da kı/dıran bir "onun iyiliği için" ifadesi takınmıştı. Harry, sınıfındaki herkesin, Hogsmeade'e gidince ilk önce ne yapacakları hakkında yüksek sesle ve mutluluk içinde konuşmalarına tahammül etmek zorunda kaldı.
Ron, Harry'yi neşelendirmeye gayret ederek, "Şöle-ri unutma," dedi. "Biliyorsun ya, Cadılar Bayramı şöleni, akşama."
Harry kasvetli kasvetli, "Evet," dedi, "harika."
179
Cadılar Bayramı şöleni her zaman güzel olurdu, ama herkes gibi Harry de şölene Hogsmeade'de geçirilmiş bir günün ardından gelse, (i aha iyi olurdu tabii. Kim ne dese, geride bırakılmış olmasının üzüntüsü silinmedi. Tüy kalemini iyi kullana.ı Dean Thomas, belgede Vernon Enişte' nin imzasını tıklit etmeyi önerdi, ama Harry Profesör McGonagall'a belgesinin imzalı olmadığını söylemişti bir kere. Dolayım 'la işe yaramazdı. Ron yarım ağızla Görünmezlik Pelerini'ni kullanmasını önerse de, Hermione buna şiddetle k: ışı çıktı. Dumble-dore'un, Ruh Emici'lerin bu pelerinle Tİ içini görebildiği yolundaki sözlerini hatırlattı. Percy ise, herhalde onu en az rahatlatan şeyleri söyledi:
"Hogsmeade için çok yaygara koparıyorlar, ama emin ol, Harry, söylendiği kadar da değil," dedi ciddi ciddi. "Tamam, şekerci dükkânları hiç fena sayılmaz, ama Zonko'nun Şaka Dükkânı sahiden tehlikeli. Ve tamam, Bağıran Baraka'yı ziyaret etmeye her zaman değer ama, gerçekten Harry, bunlar bir yana, bir şey kaçırıyor sayılmazsın."
Cadılar Bayramı sabahı, Harry ötekilerle birlikte uyandı ve morali fena halde bozuk, kahvaltıya indi. Yine de normal davranmak için elinden geleni yapu.
Onun için çok üzülmüş görünen Hermione, "Sana Balyumruk'tan bir sürü şeker getiririz," dedi.
"Evet, bir dolu," dedi Ron. O ve Henrione,
180
Harry'nin ne kadar düş kırıklığına uğradığını görünce, Crookshanks yüzünden kavga ettiklerini unutmuşlardı.
Harry, bir şey yokmuş gibi davranmaya çalışarak, "Benim için üzülmeyin," dedi. "Şölende görüşürüz. İyi eğlenceler."
Hademe Füch'in ön kapısında beklediği Giriş Salo-nu'na kadar onlara eşlik etti. Filch kapının iç tarafında durmuş, elindeki uzun bir listeden isimleri kontrol ediyordu. Şüpheyle her yüzü süzerek gitmemesi gereken kişilerin sıvışmamasını gaı mtiye alıyordu.
Crabbe ve Goyle'la birlikte sıraya girmiş olan Mal-foy, "Burada mı kalıyorsun, Potter?" dedi. "Ruh Emi-ci'lerin yanından geçmeye korkuyor musun?"
Harry ona aldırmadı, tek başına mermer merdivenlerden çıktı, ıssız koridorları geçti ve Gryffindor Kulesi'ne vardı.
Şişman Hanım uyuklarken birden sıçrayıp, "Parola?" diye sordu.
"Tortuna Majör," dedi Harry bezgin bezgin.
Portre savrulup açıldı, Harry delikten tırmanarak ortak salona girdi. Salon gevezelik eden birinci ve ikinci sınıflarla ve belli ki Hogsmeade'i biraz fazla ziyaret ettikleri için artık bunu yemlik saymayan birkaç büyük sınıf öğrencisiyle doluydu.
"Harry! Harry! Selam, Harry!"
Seslenen, Harry'ye pek hayranlık duyan ikinci sınıf öğrencisi Colin Creevey'ydi. Colın onunla konuşmak için hiçbir fırsatı kaçırmazdı.
"Hogsmeade'e gitmiyor mcsun, Harry? Neden?
181
Hey -" Colin hevesle çevresindeki arkadaşlarına baktı, "istersen gelip bizimle oturabilirsin, Harry!"
"Şey - hayır, sağ ol, Colin," dedi Harry. Bir sürü insanın, alnındaki yara izine gözünü dikip bakmasını kaldıracak halde değildi. "Ben - benim kütüphaneye gitmem gerek, ödevim var."
Bunu söyledikten sonra, gerisingeri dönüp portre deliğinden çıkmaktan başka seçeneği kalmamıştı.
O giderken Şişman Hanım aksi bir sesle arkasından seslendi: "Beni uyandırmanın ne âlemi vardı sanki?"
Harry ruhsuz ruhsuz kütüphaneye doğru yürüdü, ama yarı yolda fikir değiştirdi. Canı ders çalışmak istemiyordu. Geri dönünce, Filch'le burun buruna geldi. Belli ki Füch, Hogsmeade ziyaretçilerinin sonuncusunu da yolcu etmişti.
"Sen ne yapıyorsun burda?" diye hırladı kuşkuyla.
Harry doğruyu söyledi: "Hiçbir şey."
"Hiçbir şeymiş!" dedi Filch tükürürcesine, çenesi se-' vimsiz bir şekilde titredi. "Ben de inandım! Burada sinsi sinsi tek başına dolaşıyorsun. Niye öbür mikrop arkadaşlarınla birlikte Pis Kokulu Topaklar, Geğirme Tozu ve Vızvız Kurtlar almak için Hogsmeade'de değilsin?"
Harry omuzlarını silkti.
"Eh, hadi bakalım ortak salonuna, ait olduğun yere!" diye kesip attı Filch. Harry gözden kaybolana kadar da olduğu yerde durup gözlerinden ateş saçarak arkasından baktı.
Ama Harry ortak salona dönmedi, bir merdivenden çıktı. Kararsız bir halde, Hedvvig'i görmeye Baykuşha-
182
ne'ye mi gitsem acaba diye düşünüyor \ e b.ışka bir koridorda yürüyordu ki, odaların birinden bir ses, "Harry?" dedi.
Harry kimin seslendiğini duymak için hemen yreri döndü ve odasının kapısından dışarı bakan l'rote>-ör Lupin'i gördü.
"Ne yapıyorsun?" dedi Lupin. Ama bunu Fi'ch'in-kinden çok daha farklı bir tonla sormuştu. "R^n'la ! ler-rnione nerde?"
"Hogsmeade'de," dedi Harry, aldr^.n. u.;.' c/.bi davranarak.
"Ah," dedi Lupin. Bir an Harn-'ye bıktı. "Niye içeri f ğ.rmivorsun? Bir sonraki dersimi/İÇİP -, önce bir C »r- § kene/ getirdiler."
"Bir ne?" dedi Harry.
Ljpin'ır arkasından odaya girdi. Bir kölede çok ba-yük bir akvavum vardı. Küçük, sivri boynu/ları olan pis yeşil renkli bir <'aralık cama yapıştırdığı suratını şekilden şekle <okuvor, ince u?un parmaklarını açıp kapıyordu.
Lupin, Cîarkenez'i düşünceli düşünceli su7erek, "Su iblisi/ dedi. "Bi/e pek /.orluk çıkarmaz herr.aldo, hele Kappa'lardan sonra. Bütün iş kavrayışından kurtulmakta Anormal U7imluktaki parmaklr.rını görüyor ıntı^un? Kuv\relli, ama kolayca kırıhvor "
Garkenez yeşil dişlerini gösterdi ve sonra da \ ^udini köşedeki arapsaçı gibi otların içine gömdü.
Lupin, çaydanlığına bakınajak, "Bir fincan çay u.er misin?" dedi. "Ben de tam kendime çay yapmayı düşünüyordum."
"Tamam," dedi Harry, elini ayağını nereye koyacağını şaşırmıştı.
Lupin çaydanlığa asasıyla dokundu, ucundan birden buhar fışkırdı.
Tozlu bir tenekenin kapağını kaldırarak, "Otur," de-c i. "Korkarım, sadece poşet çayım var - ama çay yapraklan canına yetmiştir herhalde."
Harry ona baktı. Lupin'in gözleri parıl parıl parlıyordu.
"Bunu nereden biliyorsunuz?" dedi Harry.
Lupin, Harry'ye kenarından bir parça kopmuş bir çay kupası uzattı. "Profesör McGonagall söyledi. Kaygılanmıyorsun, değil mi?"
"Hayır," dedi Harry.
Bir an Lupin'e, Magnolia Crescent'ta gördüğü köpekten söz etmeyi düşündü, ama sonra vazgeçti. Lupin'in onu ödlek sanmasını istemiyordu, hele bir Bö-cürt'le başa çıkamayacağını düşündükten sonra.
Harry'nin düşündüklerinin bir kısmı yüzüne vurmuş olsa gerek ki, Lupin, "Seni kaygılandıran bir şey mi var, Harry?" diye sordu.
"Hayır," diye yalan söyledi Harry. Biraz çay içti ve Garkenez'in ona yumruk sallayışını seyretti. Birden, "Evet," dedi, çayını Lupin'in masasına koyarak. "Bö-cürt'le boy ölçüştüğümüz gün var ya?"
"Evet?" dedi Lupin yavaşça.
Harry ansızın, "Niye benim boy ölçüşmeme izin vermediniz?" dedi.
Lupin kaşlarını kaldırdı.
184
"Bunun apaçık ortada olduğunu sanıyordum, Harry," dedi, biraz şaşırmış gibiydi.
Harry hayrete düşmüştü. Lupin'in böyle bir şey yapmadığını söyleyip, inkâr edeceğini sanıyordu.
"Niye?" diye sordu yeniden.
Lupin hafifçe kaşlarını çatarak, "Eh," dedi, "Bö-cürt'ün senin karşına çıktığında Lord Voldemort'un biçimine bürüneceğini varsaydım."
Harry bakakaldı. Hem bu beklediği en son cevaptı, hem de Lupin Voldemort'un adını söylemişti. O ana kadar Harry'nin bu adı yüksek sesle söylediğini duyduğu tek kişi (kendisi dışında), Profesör Dumbledore'du.
Lupin, Harry'ye hâlâ kaşları çatık bakarak, "Anlaşılıyor ki yanılmışım," dedi. "Ama Lord Valdemort'un öğretmenler odasında bir anda belirmesinin iyi bir fikir olmadığını düşündüm. İnsanların paniğe kapılacağını tahmin ettim."
Harry dürüstlükle, "Önce Voldemort aklıma geldi," dedi. "Ama sonra - sonra şu Ruh Emici'leri hatırladım."
Lupin düşünceli düşünceli, "Anlıyorum," dedi. "Bak sen... etkilendim doğrusu." Harry'nin yüzündeki şaşkınlık ifadesine hafif bir gülümseyişle baktı. "Bu bize, en fazla korktuğun şeyin - korku olduğunu ima ediyor. Çok akıllıca, Harry."
Harry buna ne diyeceğini bilemiyordu, o da biraz daha çay içti.
Lupin anlayışla, "Demek senin Böcürt'le mücadele edebileceğine inanmadım sandın, öyle mi?" dedi.
185

GeCeLeR
12-10-2006, 01:46 AM
"Eh... evet," dedi Harry. Birden kendini çok daha iyi hissetmeye başlaıru^b. "Profesör Lupin, biliyorsunuz, Ruh Emici'ler..."
Kapı vurulunca sözü kesildi.
"Girin," diye seslendi Lupin.
Kapı açıldı, Snape girdi. Üzerinden dumanlar tüten bir kadeh taşıyordu. Harry'yi görünce durdu, gözleri kısıldı.
"Ah, Severus," dedi Lupin gülümseyerek. "Çok teşekkür ederim. Buraya, masanın üstüne b', akabilir misin?"
Snape dumanlar tüten kadehi bıraktı, gözleri Harry ile Lupin arasında gidip geliyordu.
Lupin, akvaryumu göstererek, tatlı tatlı, "Ben de tam Harry'ye Garkenez'imi gösteriyordum," dedi.
"Büyüleyici," dedi Snape, Garkenez'e bakmadan. "Onu hemen içmelisin, Lupin."
"Evet, evet, içeceğim," dedi Lupin.
"Bir kazan dolusu yaptım," diye devam etti Snape. "Yine ihtiyacın olursa diye."
"Sanırım yarın da içerim. Çok tefekkürler, Severus."
"Bir şey değil," dedi Snape, ama g(vı n d > Harry'nin hoşlanmadığı bir bakış vardı, Gülüm?*'inek sizin ve ihtiyatla, geri geri odadan dışarı çıktı.
Harry merakla kadehe baktı. Lupin gülümsedi
"Profesör Snape lütfedip bana bir iL.ir ha/ıriadı Ben bu işlerde pek iyi değilim, bu iksir de çok karmaşık." Kadehi eline alıp kokladı. "Ne ya/ >. ki, -,eker atın-
186
ca yararsız hale geliyor," diye ekledi. Bir yudum alıp ürperdi.
"Neden -?" diye başladı Harry. Lupin ona baktı ve yarım kalmış soruyu cevapladı.
"Kendimi pek iyi hissetmiyorum. İyi gelen tek şey, bu iksir. Profesör Snape'le birlikte çalıştığım için çok şanslıyım. Bu iksiri yapabilecek büyücü azdır."
Profesör Lupin bir yudum daha aldı, llarry birden kadehi vurup onun elinden düşürmek ıcın yılgın bir dürtü hissetti.
"Profesör Snape, Karanlık Sanatlarla çok ilgileniyor," dedi kendine engel olamadan.
"Sahi mi?" diye sordu Lupin. İksirden bir yudum daha aldı, fazla ilgilenmiş görünmüyordu.
"Bazıları diyor ki -" Harry durakladı, sonra pervasızca ağzından baklayı çıkardı. "Bazıları onun Karanlık Sanatlara Karşı Savunma öğretmeni olmak için her şeyi yapacağını düşünüyor."
Lupin kadehtekini bitirdi ve yüzünü buruşturdu.
"İğrenç," dedi. "Eh, Harry, artık benim işime dönmem gerek. Daha sonra şölende görüşürüz."
"Tamam," dedi Harry, boş kupasını bıraktı.
Boş kadehten hâlâ dumanlar çıkıyordu.
"Al bakalım," dedi Ron. "Tanıyabildiğimiz kadarını getirdik."
Bir renkli şekerler şelalesi Harry'nin kucağına aktı.
187
Alacakaranlık çökmüştü, Ron ile Hermione az önce ortak salona gelmişlerdi. Soğuk rüzgâr yüzlerini pembe-leştirmişti, hayatlarının en hoş gününü geçirmiş gibi görünüyorlardı.
"Sağ olun/' dedi Harry, bir paket minik, kara Biber Şeytancık'ı aldı. "Hogsmeade nasıl bir yer? Nerelere gittiniz?"
Anlaşıldığı kadarıyla - her yere gitmişlerdi. Büyücülük donanımı dükkânı Dervish ve Banges'e, Zon-ko'nun Şaka Dükkâm'na, birer kupa köpüklenen sıcak Kaymakbirası içmek için Üç Süpürge'ye ve daha bir sürü yere.
"Postane, Harry! İki yüz kadar baykuş, hepsi raflarda oturuyorlar, mektubunun ne kadar hızlı gitmesini istediğine göre renk kodları var!"
"Balyumruk'a yeni bir şekerleme gelmiş, bedava numune veriyorlardı, surda biraz var, bak -"
"Galiba insan yiyen bir dev gördük, sahiden, Üç Süpürge'de her türlüsü var -"
"Keşke sana biraz Kaymakbirası getirebilseydik, insanı gerçekten ısıtıyor -"
"Sen ne yaptın?" dedi Hermione, endişeli görünüyordu. "Çalıştan mı?"
"Hayır," dedi Harry. "Lupin bana odasında bir fincan çay ikram etti. Sonra Snape geldi..."
Onlara kadeh meselesini anlattı, Ron'un ağzı açık kaldı.
"Lupin içti mi yani?" diye yutkundu. "Deli mi o?"
Hermione saatine baktı.
188
"Biliyor musunuz, aşağı insek iyi olacak, şölen beş dakika içinde başlıyor..." Telaşla portre deliğinden geçtiler ve hâlâ Snape'i tartışarak kalabalığın arasına karıştılar.
"Ama eğer o - anlıyorsunuz ya -" Hermione sesini alçaltarak, tedirgin tedirgin etrafına bakındı, "eğer gerçekten şey yapmaya çalışıyorsa - Lupin'i zehirlemeye -Harry'nin önünde yapmazdı."
"Evet, belki," dedi Harry, Giriş Salonu'na varıp Büyük Salon'a geçerlerken. Salon, içine mumlar konmuş yüzlerce balkabağıyla, kanat çırpan bir canlı yarasalar bulutuyla ve alev saçan pek çok turuncu flamayla süslenmişti. Flamalar, parlak renkli su yılanları gibi fırtınalı tavan boyunca yavaş yavaş yüzüyorlardı.
Yiyecekler çok lezzetliydi; Balyumruk şekerleriyle patlayacak hale gelmiş Hermione ve Ron bile, her şeyden ikinci kez almayı becerdiler. Harry ikide bir öğretmenler masasına bakıyordu. Profesör Lupin neşeli görünüyordu, ne kadar olabiliyorsa o kadar iyiydi. Muska hocası mini mini Profesör Flitvvick'le heyecanlı heyecanlı konuşuyordu. Harry masada gözlerini gezdirerek, Snape'in oturduğu yere baktı. O mu hayal ediyordu, yoksa Snape'in gözleri Lupin'e doğal olandan daha fazla bir sıklıkla mı kayıyordu?
Şölen, Hogvvarts hayaletlerinin sunduğu eğlence ile sona erdi. Duvarlarla masalardan bir anda belirivererek, kayarak resmi geçit yaptılar. Gryffindor'un hayaleti Neredeyse Kafasız Nick, kendi kafasının koparılması olayının beceriksizce bir temsiliyle büyük başarı kazandı.
189
Öyle güzel bir akşamdı ki, herkes Salon'dan çıkarken kalabalığın arasından, "Ruh Emici'ler sevgilerini yolluyor, Potter!" diye bağıran Malfoy bile Harry'nin keyfini bozamadı.
Harry, Ron ve Hermione, Gıyffindor Kulesi'ne giden normal yolda diğer Gryffindorları izlediler. Ama sonunda Şişman Hamm'ın portresinin durduğu koridora geldiklerinde, buraya doluşmuş öğrencilerin yolu tıkadığını gördüler
Ron merakla, "Neden kimse içeri girmiyor?" diye sordu.
Harr,- önüudt'k! kafaların üstünden ileri bir göz atlı. Portre k »panraış gibiydi.
Pcrcy'nin sesi, "^oi verin, lütfen," dedi ve kendisi de kalabalığın arasından azametle yol açarak göründü. "Yol niye tıkandı7 Hepiniz birden parolayı unutmuş olamazsınız - pardon, ben Öğrenci Başı'yım -"
Derken kalabalığın üstüne, önce ön taraftan başlayan bir sessizlik çöktü. Sanki koridora bir soğuk dalgası yayıldı. Percy'nin, aniden sertleşen bir sesle, "Biri Profesör Dumbredore'u çağırsın," dediğini duydular. "Çabuk."
İnsanlar kafalarını çevirdi; arkadakiler parmaklarının ucunda duruyordu.
Henü/ gelen Ginny, "Neler oluyor?" dedi.
Bir an sonra Profesör Dumbledore gelmiş, hızla portreye doğru yürüyordu. Gryffindor'lar o göçebilsin diye sıkıştılar. Harry, Ron ve Hermione de meselenin ne olduğunu görmek için daha yakına sokuldu.
190
"Olamaz -" diye bağırdı Hermione, Harry'nin koluna sıkı sıkı yapıştı.
Şişman Hanım portreden kaybolmuştu. Portrenin kendisi ise öyle vahşice doğranmıştı ki, tuvnl şeritleri yeri kaplamıştı. Portreden büyük parçalar tamamen kesilip kopartılmıştı.
Dumbledore mahvolmuş tabloya şöyle bir baktı, döndü, Profesör McGcnagall, Lupin ve Snape'in telaşla ona yaklaşmalarını sıkıntılı gözlerle izledi.
"Onu bulmamız gerek," dedi Dumbledon;. "Profesör MeGonagall, lütfen derhal Mr Filch'e gidin ^ (> ona şatodaki her tabloda Şişman Hanım'ı aramasını v>\ leyin."
"Şansa ihtiyacınız olacak!" dedi gıdaklar gibi bir ses.
Hortlak Peeves'di bu, kalabalığın üstünde hav.vh hareket ediyor ve yıkım ya da keder gördüğü her zamanki gibi, hayatından memnun görünüyordu.
Dumbledore sükûnetle, "Ne demek istiyorsun, Pe-eves?" diye sordu. Peevcs'in sırıtması biraz azaldı. Dumbledore'a sataşmaya cesaret edemiyordu. Bunun yerine, gıdaklamasından daha iyi olmayan yağlı bir sesle konuşmaya başladı:
"Utanıyor, Müdür Hazretleri, efendim. Görünmek istemiyor. Berbat durumda. Onun dördüncü kattaki pey/ajda koştuğunu gördüm, efendim, ağaçların arasına girip çıkıyordu. Fena halde ağlıyordu," dedi mutlulukla. Sonra da, hiç ikna edici olmayan bir biçimde, "Zavallıcık," diye ekledi.
191
Dumbledore yavaşça, "Kimin yaptığım söyledi mi?" dedi.
"Ah, evet, Profesör Hazretleri," dedi Peeves. Kollarında koca bir bomba tutan birinin havasını takınmıştı. "Anlıyorsunuz ya, onu içeri sokmayınca adam çok kızmış." Peeves tepe üstü döndü, kendi bacaklarının arasından Dumbledore'a bakıp sırıttı. "Çok öfkeli bir adam, bu Sirius Black."
192

GeCeLeR
12-10-2006, 01:46 AM
DOKUZUNCU BOLUM
Acı Yenilgi

Profesör Dumbledore bütün Gryffindor'ları Bu-, \lk Salon'a geri gönderdi. Hufflepuff, Ravenclav,' ve Slyuı'_-rin'icr de on dakika sonra onlara katıldı, hepsi de sor, derece şaşırmış görünüyordu.
Profesör McGonaşall ve Flıtv.'ick, SaJon'un bütün kapılarını kapatırlarken, Dumbledore, "Öğretmenlerle şalo-^'u baştan aşağı tanmamız jrerekiycr," dedi öğrenciler^.. "Korkanın ki kendi güvenliğiniz acısından geceyi burada geçirmeniz gerekecek Sınıf Başkanlarının Salon girişinde aöbet tutmasını istiyorum, başınızda da kız ve f rkek Öğrenci Başlan'nı brakı yorum. Herhangi bir sorun derhal Dana bildirilecek," dedi, gururlu bir edayla caka sa'an Psrcy'ye. "Hayaletlerden biriyle haber yollarsınız.''
Profesör Dumbleiore tam Salon'dan çıkaca'Jcen durdu. "Az daha unutuyordum...'"
Elini şöyle bir salladı. Uzun masalar Salon'un kenarlarına uçup duvarlara dikine yaslandılar. Elin' bir daha salladı ve yerler mor renkte, pofidik uyku rulum-larıyla doldu.
193
"İyi uykular," dedi Profesör Dumbledore, kapıyı arkasından kapatarak.
Salon'u aniden heyecanlı mırıltılar kapladı; Gryffin-dor'lar okulun geri kalanına neler olup bittiğini anlatıyordu
"Herkes uyku tulumuna!" diye bağırdı Percy. 'Haydi, konuşmayı kesin artık! Işıklar on dakika sonra sönüyor!"
Ron, "Hadi," dedi Harry ve Hermione'ye; üç uyku tulumu alıp bir köşeye sürüklediler.
Hermione kaygıyla, "Sence Black hâlâ şatoda mıdır?" diye fısıldadı.
"Besbelli Dumbledore öyle olabileceğini düşünüyor," dedi Ron.
Giyinik bir şekilde uyku tulumlarının içine girip, konuşmak için başlarını dirseklerine yasladılar. "Bu geceyi seçtiği için çok şanslıyız, biliyorsunuz, değil mi?" dedi Hermione. "Kule'de olmadığımız tek gece..."
"Sanırım kaçak olduğundan, zamanın farkında değil," dedi Ron. "Cadılar Bayramı olduğunun farkına varmadı. Yoksa buradan içeri dalmazdı böyle."
Hermione korkudan titredi.
Etraflarındaki herkes birbirine aynı soruyu soruyordu: "İçeri nasıl girdi?"
"Belki Cisimlenme'y i biliyordur," dedi birkaç metre ötedeki bir Ravenclaw. "Öyle yoktan var oluyordur yani."
"Kılık değiştirmiştir büyük ihtimalle," dedi Huffle-puff lardan bir beşinci sınıf öğrencisi.
194
"Uçarak girmiş olabilir," dedi Dean Thomas.
Hermione, "Cidden, zahmet edip de Hogıvarts: Bir Tarih'i okuyan bir ben mı varım?" dedi Harry ile Ron'a, ters ters.
"Büyük ihtimalle," dediRon. "Neden?"
"Bu şato sadece duvarlarla korunmuyor da ondan," dedi Hermione. "İnsanlann içeri gizlice girmesini önlemek için her türden büyüyle donatılmış. Burada öylece-ne Cisimlenemezsin. Aynca nasıl bir kılık değiştirme yöntemi Ruh Emici'leri ıcandıracakmış, merak ediyorum. Tek tek bütün girişleri tutmuş durumdalar. Uçarak gelse de görürlerdi. Üstelik Filch bütün gizli geçitleri biliyor, onları da kapatmışlardır."
"Işıklar sönüyor!" diye bağırdı Percy. "Herkes uyku tulumuna girsin, daha fazla konuşma da istemiyorum!"
Birden bütün mumlar söndü. Artık sadece, oradan oraya süzülüp Sınıf Başkanlan'yla büyük ciddiyetle konuşan gümüşi hayaletlerden ve tıpkı dışarıdaki gökyüzü gibi yıldızlarla kaplı olan tavandan ışık geliyordu. Tavandan ve Salon'u kaplayan fısıltılardan dolayı, Harry kendini dışarıda, hafif rüzgârlı bir havada uyuyormuş gibi hissetti.
Her saat başında bir öğretmen Salon'da beliriyor, asayiş berkemal mi diye kontrol ediyordu. Sabah saat üçe doğru, artık öğrencilerin çoğu uykuya dalmışken, Profesör Dumbledore içeri girdi. Harry onun, uyku tulumları arasında gezinip insanlara konuşmayı bırakmalarını söyleyen Percy'yi aramasını izledi. Dumbledore'un ayak seslerini duyar duymaz uyuyormuş gibi ya-
195
pan Harry, Ron ve Hermione'nin yattığı yerin çok yakı-mndaydı Percy.
"İzine rastladınız mı, Profesör?" diye sordu Percy fısıltıyla.
"Hayır. Burada her şey yolunda mı?"
"Her şey kontrol altında, efendim."
"Güzel. Şimdi hepsini kaldırmanın anlamı yok. Gryffindor portre deliği için geçici bir koruyucu buldum. Yarın onları geri götürebilirsin "
"Peki ya Şişman Hanım, efendim?"
"İkinci katta bir Argyllshire haritasında saklanıyor. Belli ki Black'i parolasız içeri almayı reddetti, o da saldırdı. Sinirleri çok bozuk, ama bir yatışsın, Filch'e onu tamir ettireceğim."
Harry, Salon'un kapısının bir kez daha gıcırtıyla açıldığını ve ayak seslerinin geldiğini duydu.
"Müdür Bey?" Snape'ti bu. Harry iyice kulak kesilip hiç kıpırdamadan dinledi. "Üçüncü katın tamamı arandı. Orada değil. Filch de zindanlara baktı; orada da yok."
"Peki ya Astronomi Kulesi? Profesör Trelawney'nin odası? Baykuşhane?"
"Hepsi arandı..."
"Pekala, Severus. Black'in burada uzun uzun kalacağını beklemiyordum zaten."
"İçeri nasıl girdiği konusunda bir teoriniz var mı, Profesör?" diye sordu Snape.
Harry öbür kulağını serbest bırakmak için başını kolundan hafifçe kaldırdı.
196
"Bir sürü var, Severus, hepsi de birbirinden küçük ihtimaller."
Harry gözlerini biraz aralayıp onların durduğu yere baktı; Dumbledore'un sırtı ona dönüktü, ama Percy'nin pür dikkat kesilmiş yüzünü ve Snape'in kızgın profilini görebiliyordu.
"Yaptığımız konuşmayı hatırlıyor musunuz, Müdür Bey, hani okulun açılışından hemen önce?" dedi Snape. Dudakları çok az kıpırdıyordu, sanki Percy'yi konuşmanın dışında tutmak istermiş gibiydi.
"Hatırlıyorum, Severus," dedi Dumbledore, uyarır gibi bir ses tonuyla.
"Black'in okulun içinden yardım almadan girmesi neredeyse imkânsız görünüyor. Size endişelerimi bildirmiştim, okula aldığınız yeni -"
"Bu şatodaki tek bir kişinin bile Black'in içeri girmesine yardım edeceğine inanmıyorum," dedi Dumbledore. Sesinde öyle bir kararlılık vardı ki, konu kapandı ve Snape cevap vermedi. "Ruh Emici'lerin yanına inmem gerekiyor," dedi Dumbledore. "Taramanız bittiği zaman onlara bilgi vereceğimi söylemiş-am."
"Yardım etmek istemediler mi, efendim?" dedi Percy.
"İstediler tabii," dedi Dumbledore soğuk bir sesle. 'Ama korkarım ben Müdür olduğum sürece hiçbir Ruh Tmıci bu kapının eşiğinden içeri adım atamaz."
Percy kızarır gibi oldu. Dumbledore hızlı adımlarla w sessizce yürüyerek Salon'dan çıktı. Snape bir süre
197
orada öylece durup Müdür'ü yüzünde büyük bir kızgınlıkla izledi, sonra o da çıktı.
Harry gözlerini yana çevirip Lon ve Hermione'ye baktı. İkisinin de gözleri açıktı, gczbebeklerinden yıldızlı tavanın ışığı yansıyordu.
Ron ağzını sessizce oynattı: "Bu i? neydi böyle?"
Sonraki birkaç gün boyunca okuldı Sirius Black'ten başka şey konuşulmadı. Okula nasıl girdiği konusundaki teoriler giderek daha da acayiplemiyordu; Huffle-puff tan Hannah Abbott, Bitkibilim de-.ünin büyük bir bölümünü, dinleyen herkese Black'in çi>;ek açan bir çalıya dönüşmüş olabileceğini anlatarak geçirdi.
Şişman Hanım'ın yırtılmış tuvali duvardan indirilmiş, yerine Sir Cadogan ve kır renkli, tombul midillisinin tablosu konmuştu. Bu durum kimsenin pek hoşuna gitmedi. Sir Cadogan vaktinin yansını insarian düelloya davet ederek, arta kalanını da saçmalık d2recesinde karışık parolalar düşünüp, bu parolaları günde en az iki kez değiştirerek geçiriyordu.
"Zırdeli bu," dedi Seamus Finnigan, Percy'ye kızgın kızgın. "Başkasını bulamaz mıyız?"
"Diğer resimlerden hiçbiri işi istemedi," dedi Percy. "Şişman Hanım'ın başına gelenler onlan kork^thı. İçlerinde bir tek Sir Cadogan gönüllü olma cesaretini gösterdi."
Yine de Sir Cadogan, Harry'yi endişelendiren son
198
şeydi. Harry artık sıkı göz takibindeydi. Öğretmenler koridorda onunla yürümek için çeşitli bahaneler yaratıyordu, Percy VVeasley ise (Harry'nin tahminince annesinden aldığı talimatla) kendini beğenmiş bir bekçi köpeği gibi o nereye gitse kuyruğundan ayrılmıyordu. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, Profesör McGonagall Harry'yi odasına çağırdı. Yüzünde öyle kasvetli bir ifade vardı ki, Harry birinin öldüğünü sandı.
"Artık bunu senden gizlemenin bir anlamı yok, Potter," dedi çok ciddi bir sesle. "Biliyorum, bu senin için bir şok olacak, ama Sirius Black -"
"Biliyorum, benim peşimde," dedi Harry bezgin bir sesle. "Ron'un babası annesine söylerken duydum. Mr VVeasley, Sihir Bakanlığı'nda çalışıyor."
Profesör McGonagall hayrete düşmüş gibiydi. Bir süre Harry'ye baktı, sonra, "Anlıyorum!" dedi. "Eh, o halde, Potter, akşamlan Quidditch antrenmanlarına çıkmanın iyi bir fikir olmadığını söylersem beni anlarsın sanırım. Sahada sadece takım arkadaşlarınla birlikteyken, saldırıya fazlaca açıksın Potter -"
"Cumartesi günü ilk maçımız var!" dedi Harry, çileden çıkmış halde. "Çalışmak zorundayım, Profesör!"
Profesör McGonagall ona dikkatle bakarak uzun uzun düşündü. Harry onun Gryffindor takımının başarısıyla yakından ilgilendiğini biliyordu; sonuçta Harry'yi takıma Arayıcı olarak öneren de oydu. Harry soluğunu tutarak bekledi.
"Hmm..." Profesör McGonagall ayağa kalkıp pencereden dışarı, yağmurda zar zor seçilebilen Quidditch
199
sahasına baktı. "Eh... Tanrı biliyor ya, bu yıl nihayet Kupa'yı kapandığımızı görmeyi çok istiyorum.... ama yine de, Potter... yanında bir öğretmen bulunsa daha memnun oluıum. Madam Hooch'tan antrenmanlarınızı izlemesini rica edeceğim."
İlk Quidditch maçı yaklaşırken hava giderek daha da kötüleşti. Madam Hooch'un denetimindeki Gryffin-dor takımı yılmadan, her zamankinden de sıkı çalışıyordu. Derken, cumartesi günkü maçtan önceki antrenmanlarında, Oliver Wood takımına kötü bir haber verdi.
"Siytherin'le oynamıyoruz!" dedi, çok kızgın görünüyordu. "Flint az önce beni görmeye geldi. Huffle-puff la oynuyoruz."
"Niye?" dedi takımın geri kalanı koro halinde.
' rant'in bahanesi, Arayıcılarının kolunun hâlâ sakat olması/'-dedi Wood, dişlerini öfkeyle gıcırdatarak. "Ama gerçek sebebi belli. Bu havada oynamak istemiyorlar. Şanslarım azaltır diye düşünüyorlar..."
Bütün gün şiddetli rüzgâr ve sağanak yağmur vardı, Wood konuşurken uzaktan bir gök gürültüsü duyuldu.
"Malfoy'un kolunun hiçbir şeyi \jok\" dedi Harry hiddetle. "Numara yapıyor!"
"Biliyorum, ama bunu kanıtlayamayız," dedi VVood acı acı. "Bütün o oyunları Siytherin'le maç yapacağız
200
diye çalışıyorduk. Şimdi onun yerine Hufflepuff la oynuyoruz ve onların tarzı oldukça farklı. Yeni bir kaptan ve Arayıcı'lan var, Cedric Diggory -"
Angelina, Alicia ve Katie birden kikirdediler.
"Ne var?" dedi Wood, bu havai davranış karşısında kaşlarını çatarak.
"Şu uzun boylu, yakışıklı olan, değil mi?" dedi An-gelina.
"Güçlü ve suskun," dedi Katie. Yine kikirdemeye başladılar.
"Suskun olmasının tek sebebi, iki kelimeyi bir araya getiremeyecek kadar kalın kafalı olması," dedi Fred, sabrı tükenerek. "Niye endişeleniyorsun bilmiyorum, Oliver, Hufflepuff çantada keklik. Onlarla son maçımızda Hany Snitch'i beş dakikada falan yakalamıştı, hatırlamıyor musun?"
"Tamamen farklı şartlarda oynamıştık o maçı!" diye bağırdı Wood, gözleri yerinden uğramıştı. "Diggory çok güçlü bir takım kurdu! Üstelik harika bir Arayıcı! Ben de sizin olaya böyle bakmanızdan korkuyordum! Gevşememeliyiz! Konsantrasyonumuzu yitirmemeli-yiz! Slytherin bizi gafil avlamaya çalışıyor! Kazanmak zorundayızl"
"Oliver, sakin ol!" dedi Fred, ufak ufak kaygılanarak. "Hufflepuff ı çok ciddiye alıyoruz. Cidden."
Maçtan önceki gün rüzgâr iyiden iyiye ulumaya
201
başladı ve sağanak yağmur şiddetini daha da artırdı. Koridorlar o kadar karanlıktı ki, fazladan meşaleler ve fenerler yakıldı. Slytherin takımı oyuncuları hallerinden pek de hoşnut görünüyordu, en çok da Malfoy.
Dışarıda yağan dolu, pencerelerden sekerken, "Ah, kolum birae daha iyi durumda olsaydı!" dedi iç çekerek.
Harry'nin kafasında ertesi günkü maçtan başka şeye yer yoktu. Oliver Wood ders aralarında aceleyle yanma gelip, taktik verip duruyordu. Bu üçüncü kez olduğunda Wood lafı o kadar uzattı ki, Harry birden Karanlık Sanatlara Karşı Savunma'ya on dakika geç kaldığını fark edip koşarak uzaklaştı. Wood hâlâ arkasından bağırıyordu: "Diggory çok hızlı yön değiştiriyor, Harry, etrafında dönmeye çalışsan iyi olur -"
Harry, Karanlık Sanatlara Karşı Savunma sınıfının dışında kayarak durdu, kapıyı açtı ve içeri daldı.
"Geciktiğim için özür dilerim, Profesör Lupin, ben -"
Ama ona öğretmen masasından bakan kişi Profesör Lupin değildi; Snape'ti.
"Bu ders on dakika önce başladı, Potter. Bu yüzden, Gryffindor'dan on puan indiriyorum. Otur."
Ama Harry yerinden kıpırdamadı.
"Profesör Lupin nerede?" dedi.
"Bugün kendini ders veremeyecek kadar rahatsız hissediyormuş," dedi Snape çarpık bir gülümsemeyle. "Yanılmıyorsam sana oturmanı söylemiştim, değil mi?"
Ama Harry olduğu yerde kaldı.
"Nesi var?"
202
Snape'in siyah gözleri ışıldadı.
"Hayati bir tehlike yok," dedi, sanki öyle olsa memnun olurmuş gibi. "Gryffindor'dan beş puan daha indiriyorum ve bir kez daha yerine oturmanı söylemek zorunda kalırsam, elli puan olacak."
Harry ağır ağır yerine gidip oturdu. Snape sınıfa göz gezdirdi.
"Potter lafımı kesmeden önce dediğim gibi, Profesör Lupin şimdiye kadar işlediğiniz konuların listesini bırakmadı -"
"İzninizle, efendim, Böcürt'leri, Kırmızı Kafa'lan, Kappa'lan ve Garkenez'leri gördük," dedi Hermione çabucak. "Sırada da -"
"Sus," dedi Snape soğuk bir sesle. "Bilgi istemedim. Sadece Profesör Lupin'in organizasyon eksikliğinden söz ediyordum."
"Şimdiye kadarki en iyi Karanlık Sanatlara Karşı Savunma öğretmenimiz o," dedi Dean Thomas cesurca. Sınıfın geri kalanından da ona hak veren mırıltılar yükseldi. Snape her zamankinden de tehditkâr görünüyordu.
"Çok kolay tatmin oluyorsunuz. Lupin sizi pek zorlamıyor - Kırmızı Kafa'lar ve Garkenez'lerle birinci sınıfların bile başa çıkmasını beklerdim. Bugünkü konumuz -"
Harry onun kitabın sayfalarını çevirip son bölüme geldiğini gördü, oysa o bölümü işlemediklerini biliyor olmalıydı.
"- ********lar," dedi Snape.
203
"Ama, efendim," dedi Hermione, kendim lutamı-yormuşçasına, "daha ********lara geçmememiz gerekiyor, sırada Hinzıpırlar vardı -"
"Miss Granger," dedi Snape, buz gibi bir sükûnetle. "Bu dersi benim verdiğimi sanıyordum, sizin değil. Ve hepinize üç yüz doksan dördüncü sayfayı açmanızı söylüyorum." Yeniden etrafına baktı. "Hepinizel He-men\"
Nefret dolu yan yan bakışlar ve kızgın mırıldanmalarla kitaplarını açtılar.
"Hanginiz bana bir ********la gerçek bir kurdun nasıl ayırt edileceğini söyleyebilir?"
Herkes hareket etmeden, sessizce durdu; yani hemen elini kaldıran Hermione dışındaki herkes.
"Kimse yok mu?" dedi Snape, Hermione'yi görmezden gelerek. Çarpık gülümsemesi yüzüne geri gelmişti. "Yani Profesör Lupin'in size temel farkları öğretmediğini mi -"
"Size söyledik," dedi Parvati birden, "daha ********lara gelffıedik, biz henüz -"
"Sus!" diye hırladı Snape. "Bak sen, bir ********ı görünce tanımayacak bir üçüncü sınıf öğrencisi göreceğimi hiç tahmin etmezdim. Unutmayayım da Profesör Dumbledore'a ne kadar geride olduğunuzu hatırlatayım..."
"Lütfen, efendim," dedi Hermione, eli hâlâ havadaydı. "********la gerçek bir kurt arasında birkaç küçük fark vardır. ********ın burnu -"
"İkinci defa size söz verilmemişken konuşuyorsu-
204
nuz, Miss Granger," dedi Snape sakin sakin. "İflah olmaz bir ukala olduğunuz için Gryffindor'dan beş puan daha."
Hermione kıpkırmızı oldu, elini indirdi ve gözlerinde yaşlarla başını önüne eğdi. Bütün sınıfın Snape'e ters ters bakması, ondan ne kadar nefret ettiklerinin göstergesiydi, çünkü her biri daha önce en azından bir kez Hermione'ye ukala demişti. Hermione'ye haftada en az iki kez ukala olduğunu söyleyen Ron. yüksek sesle, "Bize bir soru sordunuz, o da cevabını biliyor!" dedi. "Madem cevap istemiyorsunuz, niye soruyorsunuz?"
Sınıftakiler onun fazla ileri gittiğini anında anlamıştı. Snape ağır ağır Ron'un üstüne doğru yürüdü ve bütün sınıf nefesini tuttu.
"Cezaya kalıyorsun, VVeasley," dedi Snape ipeksi bir sesle. Yüzünü Ron'un yüzünün dibine sokmuştu. "Bir daha da ders verme biçimimi eleştirdiğini görürsem, gerçekten çok pişman olursun."
Dersin geri kalanı boyunca kimsenin çıtı çıkmadı. Oturup kitaplarından ********larla ilgili notlar çıkardılar. Snape ise sıralar arasında gezinip Profesör Lu-pin'le işledikleri konuları inceliyordu.
"Çok yetersiz bir açıklama... yanlış, Kappa'ya Moğolistan'da daha sık rastlanır... Profesör Lııpin buna on üzerinden sekiz mi verdi? Ben üç bile vermezdim..."
Sonunda zil çaldığında, Snape kalkmamalarını istedi.
"Hepiniz ********ların nasıl ayırt edildiği ve nasıl öldürüldüğü üzerine bir ödev hazırlayıp bana getireceksiniz. İki parşömen rulosu uzunluğunda olacak, pa-
205
zartesi sabahına kadar da bitecek. Birinin bu dersin ucundan tutmasının vaktidir artık. VVeasley, sen burada kal, cezanı ayarlamamız gerekiyor."
Harry ve Hermione sınıftakilerle birlikte çıktı. Sınıftaki diğer öğrenciler seslerini çıkarmadan biraz uzaklaştılar. Sonra birden Snape üzerine öfkeli bir tirada başladılar.
Harry, "Snape işi istese bile diğer Karanlık Sanatlara Karşı Savunma hocalarımızdan hiçbirine böyle davranmamıştı," dedi Hermione'ye. "Niye Lupin'e taktı böyle? Sence bunlar hep Böcürt'ün yüzünden mi?"
"Bilmiyorum," dedi Hermione düşüncelere dalmış halde. "Ama umarım Profesör Lupin çabucak iyileşir..."
Beş dakika sonra Ron onlara yetişti. Çok öfkeliydi.
"Biliyor musunuz o -" (Snape'e, Hermione'nin "Ron!" demesine yol açan bir sıfat yakıştırdı) "- bana ne yaptırıyor? Hastane kanadındaki yatak lazımlıklarını ovarak temizlemem gerekiyor. Sihir kullanmadan bir de!" Yumruklarını sıkmış, derin derin nefes alıyordu. "Black niye Snape'in odasına saklanmamış sanki? Bize bir iyilik edip onun işini bitirebilirdi!"
Harry ertesi sabah çok erken kalktı; o kadar erkendi ki hava hâlâ karanlıktı. Bir an rüzgârın sesine uyandığını sandı, ama sonra ensesinde soğuk bir esinti hissetti ve hemen doğruldu - hortlak Peeves yanı "başında havada süzülüyor, kulağına hızla üflüyordu.
206
"Niye böyle bir şey yaptın ki?" dedi Harry hiddetle.
Peeves yanaklarını şişirdi, hızla üfledi ve geri geri süzülerek uzaklaştı, bir taraftan da kıkır kıkır gülüyordu.
Harry el yordamıyla çalar saatini buldu ve saatin
kaç olduğuna baktı. Dört buçuktu. Peeves'e lanet okuyup yatağında döndü ve yeniden uyumaya çalıştı, ama bunda çok zorlandı. Artık uyanmıştı bir kere, tepesinden gelen gök gürültüsünü, rüzgârın şato duvarlarına çarpışım ve Yasak Ormandaki ağaçların uzaktan gelen gacırtılarını duymaması çok zordu. Birkaç saat sonra dışarıda Quidditch sahasında, o dolunun içinde mücadele ediyor olacaktı. Sonunda biraz daha uyuma umudunu bir yana bırakıp kalktı, giyindi, Nimbus İki Bin'ini aldı ve yatakhaneden usul usul çıktı.
Kapıyı açtığında bacağına bir şey sürtündü. Tam zamanında eğilip Crookshanks'i kuyruğunun ucundan yakaladı ve sürükleyerek dışarı çıkardı.
"Biliyor musun, sanırım Ron senin hakkında yanılmam:^ icdi Crookshanks'e şüpheyle. "Burada bir sürü fare var, git onları kovala. Hadi yürü," diye ekledi, merdivenlerden insin diye Crookshanks'i ayağıyla dürterek. "Scabbers'ı rahat bırak."
Fırtınanın gürültüsü ortak salonda daha da çok duyuluyordu. Ancak Harry maçın iptal edilmeyeceğini biliyordu, Quidditch maçları fırtına gibi ufak tefek şeylerden dolayı iptal edilmezdi. Yine de içini bir endişe kaplamaya başlamıştı. Wood koridorda ona Cedric Dig-
207
gory'yi göstermişti. Dişgory beşinci sınıftaydı ve Harry'den çok daha iriydi. Arayıcı'lar genellikle hafif ve hızlı olurlardı, ama Diggory'nin kilosu, lüzgârla daha zor savrulacağı için bu havada ona avantaj sağlayacaktı.
Harry şafak şokene kadarki saatleri ateşin önünde geçirdi. Arada bir kalkıp Crookshanks'in sinsice erKek-ier yatakhanesine giden merdivenlerden çıkmasını önlüyordu. En sonunda Harry kahvaltı saati gelmiş olmalı diye düşünüp yalnız başına portre deliğine yöneldi.
"Dur ve dövüş, seni uyuz köpek!' diye haykırdı Sir Cadogan.
"Of, kapa çeneni," dedi Harry esneyerrk.
Büyük bir kap dolusu yulaf lapası onu biraz kendine getirdi. Tostuna başladığında, takımın diğer oyuncuları da gelmişti.
"Zor bir maç olacak," dedi Wood. Hiçbir şey yemi-yordu.
"Merak etme, Oliver," dedi Alicia yatıştırıcı bir sesle. "Biraz yağmur bizi etkilemez."
Arna yağmur "biraz"dan epeyce fazlaydı. Quid-ditch öylesine popülerdi ki, bütün okul her zamanki gibi maçı izlemeye geldi, ama hepsi Quidditch sahasına giden çimenliği başlarını rüzgâra karşı eğip, koşarak geçmek zorunda kaldı. Koşarken şemsiyeleri ellerinden fırlayıp gidiyordu, Harry soyunma odasına girmeden hemen önce, Malfoy, Crabbe ve Goyle'un kocaman bir şemsiyenin altında stadyuma giderken kahkahalarla gülüp parmaklarıyla onu işaret ettiklerini gördü.
208
Takım kırmızı cüppelerini giyip, VVood'un her zamanki maç öncesi motive edici konuşmasını bekledi, ama böyle bir şey olmadı. Wood birkaç kez konuşmaya çalıştı, tuhaf bir yutkunma sesi çıkardı, sonra da başını umutsuzca iki yana sallayıp onlara peşinden gelmelerini işaret etti.
Rüzgâr o kadar şiddetliydi ki, sahaya çıkarken yalpalıyorlardı. Kalabalık tezahürat yapıyorsa da sürekli patlayan gök gürültülerinin arasında onları duyamıyor-lardı. Yağmur Harry'nin gözlüğünü ıslatıyordu. Bu şartlarda Snitch'i nasıl görecekti ki?
Hufflepufflar kanarya sarısı cüppelerinin içinde, sahanın öbür tarafından geliyorlardı. Kaptanlar birbirlerine yaklaşıp el sıkıştılar; Diggory, VVood'a gülümsedi, ama VVood'un sanki çenesi kilitlenmiş gibiydi, başıyla selam vermekle yetindi. Harry, Madam Hooch'un dudaklarının, "Süpürgelerinize binin," dediğini gördü. Sağ ayağını çamurdan şapırtıyla kurtarıp Nimbus İki Bin'in üzerinden attı. Madam Hooch düdüğünü ağzına götürüp üfledi ve onlara zar zor ulaşan bu tiz sesle birlikte, maç başladı.
Harry hızla yükseldi, ama Nimbus'u rüzgârdan hafifçe yön değiştiriyordu. Onu elinden geldiğince sabit tuttu ve dönüp gözlerini kısarak yağmurun içinde aranmaya başladı.
Beş dakika içinde Harry iliklerine kadar ıslanmış ve donmuştu. Bırakın küçücük Snitch'i, takım arkadaşlarını bile güçbela görebiliyordu. Sahada bir oraya bir buraya uçuyor, kırmızı ve sarı renkte flu şekillerin yanın-
209
dan geçiyordu. Maçın nasıl gittiği hakkında en ufak fikri yoktu. Rüzgârdan, spikeri duyamıyordu. Pelerinlerden ve hırpalanmış şemsiyelerden oluşan bir denizin altındaki seyircileri göremiyordu. Harry iki kez bir Bludger tarafından süpürgesinden düşürülme tehlikesiyle burun buruna geldi; gözlüğünün üstündeki yağmur damlaları görüşünü öyle bulandırıyordu ki, geldiklerini görmemişti.
Zamanın izini yitirdi. Süpürgesini düz tutmak giderek 7-orlaşıyordu. Gökyüzü karardıkça kararıyordu, sanki gece, erken gelmeye karar vermiş gibiydi. Harry iki kez az daha başka bir oyuncuya çarpıyordu, hem de onların takım arkadaş1 mı yoksa rakip takımdan mı olduğunu bilmeden. Artık herkes öyle ıslak, yağmur da öyle şiddetliydi ki, oyuncuları birbirinden ayırt etmekte çok zorlanıyordu...
İlk şimşekle birlikte, Madam Hooch'un düdüğünün sesi duyuldu; Harry sağanak yağmurun içinden, yerdeki Vvood'ujı ona eliyle aşağı inmesini işaret ettiğini zar zor gördü. Bütün takım büyük bir şapırtıyla çamura indi.
Wood, "Mola aldım!" diye gürledi takımına. "Haydi, şuraya -"
Sahanın kenarındaki büyük bir şemsiyenin altına toplandılar; Harry gözlüğünü çıkarıp aceleyle cüppesine sildi.
"Kaç kaç?"
"Elli sayı öndeyiz," dedi Wood, "ama Snitch'i yaka-layamazsak geceye kadar oynarız."
210
Harry gözlüğünü sallayarak, "Gözümde bununla hiç şansım yok," dedi bitkin bitkin.
Tam o anda Hermione arkasında belirdi; üstünde pelerini vardı ve anlaşılmaz bir şekilde gülümsüyordu.
"Aklıma bir fikir geldi, Harry! Gözlüğünü ver, çabuk!"
Harry gözlüğünü uzattı ve takımın şaşkın bakışları arasında Hermione asasıyla gözlüğe tıklayıp, "Impervi-usl" dedi.
"İşte oldu!" dedi, gözlüğü geri vererek. "Suyu savuşturacak artık!"
Wood az daha onu öpecekmiş gibi görünüyordu.
Harmione kalabalığın içine karışırken, arkasından, "Harika!" diye seslendi kısık bir sesle. "Pekâlâ takım, hadi bakalım!"
Hermione'nin büyüsü işi çözmüştü. Harry hâlâ soğuktan uyuşmuş haldeydi, hâlâ hayatında hiç olmadığı kadar sırılsıklamdı, ama görebiliyordu. Yepyeni bir kararlılıkla süpürgesini azgın havada hızla sürmeye, her tarafa bakıp Snitch'i aramaya başladı. Bu arada üstüne gelen bir Bludger'dan, hızla aksi istikamette giden Dig-gory'nin altından geçerek kurtuldu...
Bir gök gürültüsü daha patladı, hemen ardından da çatal biçiminde bir şimşek çaktı. Bu iş giderek daha da tehlikeli hale geliyordu. Harry'nin Snicth'e hemen ulaşması gerekiyordu -
Sahanın ortasına doğru gitmeye niyetlenerek döndü, ama tam o anda çakan bir şimşek tribünleri aydınlattı ve Harry tamamen aklını başından alan bir şey
211
gördü: dev gibi, salkımsaçak tüylü bir siyah köpek silueti. En üst sıradaki boş koltuklardan birinde kıpırdamadan duruyor, fondaki gökyüzür ün önünde açıkça seçiliyordu.
Harry'nin uyuşmuş elleri süpürgesinin sapından kayınca Nimbus aniden birkaç raetre düştü. Islak perçemini sallayarak gözlerinden çeven Harry, bir kez daha tribüne baktı. Köpek ortadan ka/nolmuştu.
"Harry!" diye dehşetle sesler cL Wood, Gryffindor kalesinden. "Harry, tam arkanda!"
Harry deli gibi etrafına bakındı Cedric Diggory sahanın öbür ucundan kaptırmış geliyordu ve yağmurlu havada, tam ortalarında minicik bir altın benek parıldı-yordu...
Harry büyük bir panikle süpürgesinin sapına yapışıp Snitch'e doğru fırladı.
"Hadi!" diye bağırdı Nimbus'una. Rüzgâr suratım dövüyordu. "Daha hızlı!"
Ama tuhaf bir şeyler oluyordu. Stadyum ürpertici bir sessizliğe bürünmüştü. Rüzgâr hâlâ a\Tiı şiddette esiyor, ama uğuldamayı unutuyordu. SanH biri sesi kapatmış gibiydi, sanki Harry birden sağı- olmuştu - neler oluyordu?
Sonra her yanını korkunç bir şekilde tan dik gelen bir soğuk sardı, aşağıdaki sahada hareket eden bir şeylerin farkına varmıştı.
Düşünmeye fırsat kalmadan, Harrx gözlerini Snitch'ten ayırmış, aşağı bakmıştı.
Aşağıda en azından yüz tane Ruh Emici \ ardı, gö-
212
rünmeyen yüzlerini ona çevirmişlerdi. Sanki göğsünü buz gibi sular kaplıyor, içini deşiyordu. Sonra yine bir şey duydu... biri bağırıyordu, kafasının içinde bağırıyordu... bir kadın...
"Harry'yi bırak, Harry'yi bırak, lütfen!" "Kenara çekil, aptal kız... derhal kenara çekil..." "Harry'yi bırak, lütfen, beni al, onun yerine beni öldür -" Harry'nin beynini uyuşturucu, anafor gibi dönen beyaz bir pus kaplıyordu... Ne yapıyordu? Niye uçuyordu? Ona yardım etmesi gerekiyordu... yoksa o ölecekti... öldürülecekti...
Buz gibi pusun içinde düşüyor, düşüyordu. "Harry'yi bırak! Lütfen... merhamet et... merhamet et..." Tiz bir ses kahkahalarla ^gülüyor, kadın çığlık atıyordu. Harry kendindea-g^çti.
"Şanslıymış, yer çok yumuşaktı."
"Kesin öldü dedim."
"Ama gözlüğü bile kırılmamış."
Harry fısıltıları duyabiliyordu, ama hiçbir anlam veremiyordu. Nerede olduğu, oraya nasıl geldiği, ya da oraya gelmeden önce ne yaptığı konusunda en ufak bir fikri yoktu. Tek bildiği, vücudunun her santiminin dayak yemiş gibi ağrıdığıydı.
"Hayatımda gördüğüm en korkunç şeydi bu."
Korkunç... en korkunç şey... kukuletalı siyah siluetler... soğuk... çığlık...
213
Harry'nin gözleri birden açıldı. Hastane kanadında yatıyordu. Baştan aşağı çamura bulanmış olan Gryffin-dor Quidditch takımı yatağının etrafında toplanmıştı. Ron'la Hermione de oradaydı, yüzme havuzundan çıkmış gibi görünüyorlardı.
"Harry!" dedi Fred. Üzerini kaplayan çamurun altında bembeyaz görünüyordu. "Kendini nasıl hissediyorsun?"
Sanki Harry'nin belleği hızlı çekim ileri alındı. Şimşek... Ecel... ve Ruh Emici'ler...
"Neler oldu?" dedi. Yata^jnda o kadar hızlı doğruldu ki, hepsi nefeslerini tuttular.
"Düştün," dedi Fred. "Çok yüksekten - on beş metre var mıydı?"
"Öldün sandık," dedi Alicia titreyerek.
Hermione'den hafif, cikler gibi bir ses çıktı. Gözleri kan çanağı gibiydi.
"Ya maç?" dedi Harry. "Ne oldu? Yeniden oynayacak mıyız?"
Kimse bir şey demedi. Gerçek, Harry'nin bağrına taş gibi oturdu.
"Herhalde - kaybetmedik, değil mi?"
"Diggory, Snitch'i yakaladı," dedi George. "Tam sen düştükten sonra. Neler olduğunun farkına varmamıştı. Dönüp seni yerde görünce, maçı iptal etmeye çalıştı. Yeniden oynanmasını istedi. Ama haklarıyla kazandılar... Wood bile bunu kabul ediyor."
"VVood nerede?" dedi Harry, birden orada olmadığını fark ederek.
214
"Hâlâ duşta," dedi Fred. "Bizce kendini boğmaya çalışıyor."
Harry yüzünü dizlerine yaslayıp, ellerini saçına götürdü. Fred omzunu kavrayıp sertçe sarstı.
"Hadi Harry, daha önce hiç Snitch'i kaçırmamış-tm."
"Yakalayamayacağın bir gün gelecekti elbetle," dedi George.
"Daha her şey bitmedi," dedi Fred. "Yüz sayıyla yenildik, değil mi? Yani HufflepuF, Ravenclavv'a yenilirse, biz de Ravenclav/'u ve Slytherin'i yenersek..."
"Hufflepuff in en az iki yüz sayıyla kaybetmesi gerekecek," dedi George.
"Ama Ravenclaw'u yenerîerse..."
"imkânı yok, Ravenclavv çok iyi. Ama Slytherin, Hufflepuff a yenilirse..."
"Her şey sayılara bağlı - her iki taraftan da yüz puanlık fark -"
Harry orada öylece yattı, tek kelime bile etmedi. Kaybetmişlerdi... ilk ke? bir Quiddıtch maçını kaybetmişti.
On dakika kadar sonra Madam Pomfrey gelip takıma onu rahat bırakmasını söyledi.
"Daha sonra seni görmeye geliriz," dedi Fred. "Kendini hırpalama, Harry, sen hâlâ bizim gelmib geçmiş en iyi Arayıcı'mızsın."
Takım, arkasında bir çamur izi bırakarak dışarı çıktı. Madam Pomfrey yüzünde onaylamaz bir ifadeyle arkalarından kapıyı kapattı. Ron ve Hermionc, Harry'nin yatağına yanaştı.
215
"Dumbledore küplere bindi," dedi Hermione, titrek bir sesle. "Daha önce onu hiç böyle görmemiştim. Sen düşerken koşarak sahaya fırlayıp asasını salladı ve sen yere vurnadan önce adeta yavaşladın. Sonra asasını Ruh Emici'lere doğrulttu. Üzerlerine gümüşi bir şey gön ierdi. Hemen stadyumdan çıktılar... okul sahasına girdikleri için çok kızgındı, dedi ki -"
"Sonra seni büyüyle bir sedyeye yükledi," dedi '^on. "Okula doğru yürüdü, sen de sedyeyle birlikte süzülerek gittin. Herkes sandı ki sen -"
Sustu, ama Harry bunu pek fark etmedi. Ruh Emi-
ci'lerin ona yaptıkları şeyi düşünüyordu.... çığlık atan
s'esi. Kafasını kaldırdığında Ron'la Hermione ona öyle
?ir endişeyle bakıyorlardı ki, hemen söyleyecek pratik
bir şey bulmaya çalıştı.
"Biri Nimbus'umu aldı mı?"
Ron ve Hermione birbirlerine çabuk bir bakış attılar.
"Şeyy-"
"Ne?" dedi Harry, bir birine, bir öbürüne bakarak.
"Şey... sen düştüğünde, o da fırladı," dedi Hermione tereddütlü bir sesle.
"Ve?"
"Ve şeye - şeye - ah, Harry - Şamarcı Söğüt'e çarptı."
Harry'nin içi burkuldu. Şamarcı Söğüt okul arazisinin ortasında duran, çok vahşi bir ağaçtı.
"Sonra?" dedi, gelecek cevaptan ölesiye korkarak.
"Şey, Şamarcı Söğüt'ü bilirsin," dedi Ron. "Da-dar-be almayı sevmez."
216
"Profesör Flitwick sen ayılmadan çok az önce onu getirdi," dedi Hermione neredeyse duyulmaz bir sesle.
Ağır ağır, ayaklarının dibindeki çantaya uzandı, çantayı ters çevirip bir yığın tahta kıymığını ve dal parçasını yatağın üstüne boşalttı. Bunlar Harry'nin sadık, ama sonunda yenilen süpürgesinden arta kalanlardı.
217

GeCeLeR
12-10-2006, 01:46 AM
ONUNCU BOLUM
Çapulcu Haritası

Madam Pomfrey, Harry'yi hafta sonunun geri kalanı boyunca hastane kanadında tutmakta ısrar etti. Hnrry karşı gelmedi, şikâyet etmedi, ama Nimbus İki Bin'inin un ufak artıklarını atmasına da izin vermedi. Aptallık ettiğini biliyordu, Nimbus'un artık onarılamaz halde olduğunu biliyordu, ama Harry'nin elinde değildi; kendini sanki en iyi arkadaşlarından birini kaybetmiş gibi hissediyordu.
Bir ziyaretçi seline boğuldu, hepsi de onu neşelendirmekte kararlıydı. Hagrid sarı lahanaya benzeyen bir demet kulağakaçan çiçeği gönderdi. Ginny VVeasley ise fena halde kızararak, elinde kendi yaptığı bir "geçmiş olsun" kartıyla geldi. Kart, Harry onu meyve çanağında kapalı tutmadığı sürece tiz bir sesle şarkı söylüyordu. Gryffindor takımı pazar sabahı onu yine ziyaret etti, bu defa Wood da yanlarındaydı ve Harry'ye ruhsuz, ölü gibi bir sesle onu hiç suçlamadığını söyledi. Ron ve Hermione, Harry'nin başucundan ancak geceleri ayrılıyorlardı. Ama kim ne derse desin Harry kendini daha
218
iyi hissetmiyordu, çünkü onların bilmediği bir derdi daha vardı.
Kimseye Ecel'den bahsetmemişti, Ron'la Hermi-one'ye bile, çünkü Ron'un paniğe kapılacağım, Hermi-one'ninse alay edeceğini biliyordu. Öte yandan, Ecel'in iki kez göründüğü ve iki seferde de bunu neredeyse ölümcül kazaların izlediği de bir gerçekti; ilk seferinde az daha Hızır Otobüs'ün altında kalıyordu; ikincisin-deyse on beş metre yükseklikteyken süpürgesinden düşmüştü. Ecel, o gerçekten ölene kadar ona musallat mı olacaktı? Hayatının geri kalanını hayvan orada mı diye sürekli omzunun üstünden bakarak mı geçirecekti?
Sonra bir de Ruh Emici'ler vardı. Harry onlar hakkında her düşündüğünde kendini hasta gibi ve aşağılanmış hissediyordu. Herkes Ruh Emici'lerin dehşet verici olduğunu söylüyordu, ama ondan başka kimse bir Ruh Emici yaklaştığında bayılmıyordu... başka kimse kafasının içinde, annesinin ölürken attığı çığlıkları duymuyordu.
Harry artık o çığlık atan sesin kime ait olduğunu biliyordu. Hastane kanadında geceleri uyanık halde yatağında uzanmış, tavandaki ay ışığı huzmelerine bakarken, annesinin ağzından çıkan sözcükleri tekrar tekrar duymuştu. Ruh Emici'ler ona yaklaştığında annesinin yaşamının son anlarını, Harry'yi Lord Voldemort'dan koruma çabalarını ve Voldemort'un annesini öldürmeden hemen önce attığı kahkahayı duyuyordu... Harry tedirgin bir uykuya daldı. Ama ıslak ve çürümüş eller-
219
le, korku içinde yakarışlarla dolu rüyalar görürken sarsılarak uyanıp, yeniden annesinin sesini düşünmeye başladı.
Pazartesi günü okulun gürültüsüne patırtısına dönmek çok rahatlatıcı olmuştu. Her ne kadar Malfoy'un sataşmalarına katlanmak zorunda kalsa da, hiç olmazsa oradayken kafası başka şeylerle meşgul oluyordu. Mal-foy, Gryffindor'un yenilgisinden dolayı adeta sevinçten uçuyordu. Nihayet bandajlarını çıkarmıştı ve her iki kolunun da kullanılabilir hale gelmesini, Harry'nin süpürgesinden düşüşünün coşkulu taklitleriyle kutluyordu. Malfoy bir sonraki İksir dersinin büyük bir bölümünü zindanın öbür ucundan Ruh Emici taklitleri yaparak geçirdi. Sonunda tepesi atan Ron, Malfo/a büyük, kaygan bir timsah kalbi fırlatıp suratına isabet ettirince, Snape Gryffindor'dan elli puan indirdi.
"Karanlık Sanatlara Karşı Savunma'ya yine Snape giriyorsa, ben hastayım deyip izin alıyorum," dedi Ron, öğle yemeğinden sonra Lupin'in sınıfına giderlerken. "Hermione, bir baksana içeride kim var."
Hermione sınıfın kapısından başını uzatıp içeri baktı.
"Her şey yolunda!"
Profesör Lupin yeniden işinin başındaydı. Gerçekten de hastalıktan yeni kalkmış gibi görünüyordu. Eski püskü cüppesi üstünden daha da sarkıyordu ve gözle-
220
rinin altında kara gölgeler vardı, ama yine de öğrenciler yerlerine otururken onlara gülümsedi. Herkes bir ağızdan, Lupin hastayken Snape'in onlara neler yaptığından yakınmaya başladı.
"Haksızlık bu, sizin yerinize gelmişti sadece, niye bize ödev veriyor ki?"
"********lar hakkında hiçbir şey bilmiyoruz -"
"- hem de iki parşömen uzunluğunda!"
"Profesör Snape'e o konuları henüz işlemediğimizi söylediniz mi?" dedi Lupin, kaşlarını hafifçe çatarak.
Yeniden bir uğultu koptu.
"Evet, ama çok geride olduğumuzu söyledi -"
"- ne desek dinlemedi -"
"- hem de iki parşömen uzunluğunda!"
Profesör Lupin, yüzlerdeki kızgınlık ifadesini görünce gülümsedi.
"Merak etmeyin, ben Profesör Snape'le konuşurum. Ödevi yapmanıza gerek yok."
"Olamaz" dedi Hermione, düş kırıklığıyla. "Ben bitirdim bile!"
Çok zevkli bir ders geçirdiler. Profesör Lupin cam bir kabın içinde bir Hinzıpır getirmişti. Bu minik, tek bacaklı ve duman büklümlerinden yapılmış gibi duran yaratığın oldukça çelimsiz ve zararsız bir görünümü vardı.
"Gezginleri bataklıkların içine çeker," dedi Profesör Lupin, herkes not alırken. "Elinden sallanan feneri görüyor musunuz? Önden gider - insanlar da ışığı takip eder - ondan sonra da -"
221
Hinzıpır carna yaslanıp vıcık vıcık, korkunç bir ses çıkardı.
Zil çalınca herkes gibi Harry de eşyalarını toplayıp kapıya doğru ilerledi, ama -
"Bir dakika bekle, Harry," diye seslendi Lupin. "Biraz konuşmak istiyorum."
Harry geri dönüp Profesör Lupin'in Hinzıpır'ın kabını bir bezle örtmesini izledi.
"Maçta olanları duydum," dedi Lupin. Masasına gidip kitaplarını çantasına doldurmaya başladı. "Süpürgene çok üzüldüm. Tamir etme imkânı var mı?"
"Hayır," dedi Harry. "Ağaç onu paramparça etti."
Lupin iç çekti.
"Şamara Söğüt'ü benim Hogvvarts'a geldiğim yıl diktiler. Eskiden bir oyun oynarlardı, gövdesine dokunacak kadar yaklaşmaya çalışırlardı ağaca. Davey Gud-geon adında bir çocuk az kalsın bir gözünden oluyordu, ondan sonra ağacın yakınına gitmemiz yasaklandı. Hangi süpürge olsa o ağaçla başa çıkamazdı."
"Ruh Emicileri de duydunuz mu?" dedi Harry güçlükle.
Lupin gözlerini hemen ona çevirdi.
"Evet, duydum. İçimizde kimse Profesör Dumble-dore'u o kadar kızgın görmemiştir herhalde. Bir süredir sabırsızlanmaya başlamışlardı... Dumbledore'un onları içeri bırakmamasına hiddetleniyorlardı... sanırım düşmenin sebebi onlardı, değil mi?"
"Evet," dedi Harry. Önce bir tereddüt etti, ama dilinin ucuna gelen soru o daha kendine hâkim olamadan
222
y
ağzından çıkmıştı bile: "Neden? Sizce neden beni öyle etkiliyorlar? Ben mi çok -"
"Bunun zayıflıkla hiç ilgisi yok," dedi Profesör Lu-pin sert bir sesle. Sanki Harry'nin zihnini okumuştu. "Ruh Emici'ler seni daha kötü etkiliyor, çünkü senin geçmişinde başkalarınınkinde olmayan korkunç olaylar var."
Sınıftan içeri kış güneşinden gelen bir ışık huzmesi sızıp Lupin'in gri saçlarını ve genç yüzündeki çizgileri aydınlattı.
"Ruh Emici'ler bu dünyadaki en berbat yaratıklardandır. En karanlık, en pis yerlerde barınırlar, çürümeden ve umutsuzluktan zevk alırlar, etraflarındaki huzuru, umudu ve mutluluğu kuntturlar. Muggle'lar bile, her ne kadar onları göremeseler de, varlıklarını hisseder. Bir Ruh Emici'ye fazla yaklaştığında bütün iyi duyguların, bütün mutlu anıların emilip,almır senden. Bir Ruh Emici, eğer başarabilir de seninle uzun süre beslenirse, sonunda seni de kendi gibi bir şey haline getirir -ruhsuz ve kötücül. Elinde hayatındaki en kötü deneyimlerin haricinde hiçbir şey kalmaz. Ve senin başına gelen en kötü şey, Harry, herkesi süpürgesinden düşürmeye yeter. Utanacak hiçbir şeyin yok."
Harry, Lupin'in masasına bakıp, "Bana yaklaştıkları zaman -" dedi boğazı düğümlenerek, "Voldemort'un annemi öldürüşünü duyabiliyorum."
Lupin koluyla ani bir hareket yaptı, sanki Harry'nin omzunu kavramaya niyetlenmişti, ama vazgeçti. Kısa bir sessizlik oldu; sonra -
223
"Niye maça geldiler ki?" dedi Harry acı acı.
"Acıkmaya başladılar/' dedi Lupin sakince. Çantasını kapattı. "Dumbledore onları okulun içine bırakmıyor, bu yüzden avlanacak insan stoklan tükenmeye başladı... Quidditch sahasının etrafındaki büyük kalabalığa karşı koyamadılar sanırım. Bütün o heyecan... coşan duygular... bu onlar için bir ziyafet demekti."
"Azkaban korkunç bir yer olmalı," diye mırıldandı Harry. Lupin yüzünde tatsız bir ifadeyle başını sallayarak onayladı.
"Kale denizin ortasında, küçük bir adada. Aslında tutsakları içeride tutmak için duvarlara ve denize ihtiyaçları yok. Çünkü zaten hepsi kendi kafalarının içinde kısılmış durumdalar, neşeli tek bir şey düşünebilecek durumda değiller. Çoğu birkaç haftada çıldırıyor."
"Ama Sirius Black onlardan kaçtı," dedi Harry ağır ağır. "Ellerinden kurtuldu..."
Lupin'in çantası masadan aşağı kaydı; çabucak yakalayabilmek için eğilmesi gerekti.
"Evet," dedi doğrularak. "Black onlarla savaşmanın bir yolunu bulmuş olmalı. Ben böyle bir şeyin mümkün olabileceğine inanmazdım... Ruh Emici'ler yanlarında uzun süre kalan bir büyücünün bütün güçlerini kurutur diye bilinir..."
"Ama siz trendeki o Ruh Emici'nin geri çekilmesini sağlamıştınız," dedi Harry birden.
"Bazı - savunma yöntemleri var," dedi Lupin. "Ama trende sadece bir tane Ruh Emici vardı. Sayıları ne kadar çok olursa, direnmek o kadar zor oluyor."
224
"Ne tür savunma yöntemleri?" dedi Harry hemen. "Bana öğretebilir misiniz?"
"Ruh Emici'lerle savaşma konusunda bir uzman olduğumu iddia edemeyeceğim, Harry. Tam tersi..."
"Ama Ruh Emici'ler bir maça daha gelirlerse,, onlara karşı koyabilmem gerekiyor -"
Lupin, Harry'nin yüzündeki kararlı ifadeye baktı, bir an tereddüt etti, sonra cevap verdi: "Şey... peki. Yardım etmeye çalışırım. Ama korkarım ki bu işin önümüzdeki sömestre kadar beklemesi gerekiyor. Tatilden önce yapmam gereken çok şey var. Hastalanmak için çok ters bir zaman seçtim."
Lupin'in Ruh Emici-Savuşturma dersleri vaadi, annesinin ölümünü bir daha hiç duymayabileceği düşüncesi ve kasım sonundaki maçta Ravenclaw'un Huffle-puff ı ezip geçmesi sayesinde, Harry'nin ruh hali iyiye doğru büyük bir değişim gösterdi. Gryffindor gerçekten de Kupa şansını yitirmemişti, ama bir maç daha kaybetmek gibi bir lüksleri yoktu. VVood yine çılgın enerjisine kavuştu ve takımını aralık boyunca devam eden yağmurun oluşturduğu soğuk pusun içinde her zamanki kadar sıkı çalıştırmaya devam etti. Harry okulun içinde Ruh Emici'lere dair hiçbir iz görmedi. Görünüşe bakılırsa Dumbledore'un öfkesi onları girişlerdeki mevzilerinde tutuyordu.
Sömestrin sona ermesinden iki hafta önce gökyüzü
225
birden aydınlanıp göz kamaştırıcı bîr opal taşı beyazına dönüştü ve bir sabah kalktıklarında çamurlu yerler kırağı kaplıydı. Şatonun içindeyse, havada bir Noel heyecanı vardı. Muska öğretmeni Profesör Flitwick sınıfını titrek titrek parlayan ışıklarla erkenden süslemiş, sonradan bu ışıkların gerçek, kanat çırpan periler olduğu anlaşılmış ti. Öğrencilerin hepsi mutlu mutlu tatil planlarını tartışıyorlardı. Hem Ron, hem de Hermione Hog-warts'ta kalmaya karar vermişti. Her ne kadar Ron bunu Percy ile iki hafta daha geçirmeye katlanamayaca-ğından yaptığını ileri sürse, Hermione de kütüphaneyi kullanması gerektiği konusunda ısrar etse büe, Harry kanmamıştı; bunu o yalnız kalmasın diye yapıyorlardı ve Harry onlara minnettardı.
Harry dışında herkese mutluluk veren bir durum da, sömestrin son hafta sonunda Hogsmeade'e bir gezi daha yapılacak olmasıydı.
"Bütün Noel alışverişimizi oradan yapabiliriz!" dedi Hermione. "Balyumruk'taki o Diştemizleyici İplikna-ne'ler annemle babamın çok hoşuna giderdi!"
Bir kez daha arkada kalan tek üçüncü sınıf öğrencisinin kendi olacağı gerçeğine boyun eğen Harry, Wo-od'dan Hangi Süpürge adındaki kitabı ajdı ve günün geri kalanını çeşitli markalar hakkında enine boyuna okuyarak geçirdi. Takım antrenmanlarmda okul süpürgelerinden birini, çok eski bir Kayan Yıldız'ı kullanıyordu. O süpürge çok yavaş ve sarsıntılıydı; kesinlikle yeni bir süpürgeye ihtiyacı vardı.
Hogsmeade gezisinin yapılacağı cumartesi sabahı,
226
Harry pelerinlere ve atkılara sarılmış olan Ron'la Her-mione'ye güle güle dedi ve dönüp tek başına mermer merdivenden çıkarak Gr-'ffindor Kulesi'nin yolunu tuttu. Dışarıda kar yağmaya başlamıştı, şato çok sessiz ve sakindi.
"Pşşt-Harry!"
Üçüncü kat koridor anun yarısındayken arkasını döndü. Fred ve George kambur, tek gözlü bir cadı heykelinin arkasından ona bakıyorlardı.
"Ne yapıyorsunuz?" 1edi Harry merakla. "Niye Hogsmeade'e gitmiyorsunuz?"
"Gitmeden önce sana biraz bayram neşesi vermeye geldik," dedi Fred, esrarengiz bir şekilde göz kırparak. "İçeri gel..."
Başıyla tek gözlü heykelin sol tarafındaki boş bir sınıfı gösterdi. Harry, Fred'k George'un peşinden içeri girdi, George kapıyı sessizce kapattı ve dönüp Harry'ye gülümseyerek baktı.
"Erken bir Noel hediyesi; ana, Harry," dedi.
Fred fiyakalı bir hareketle pelerinin içinden bir şey çekip çıkardı, sıralardan birinin üstüne koydu. Büyük, kare biçiminde, epey yıpranmış bir parşömendi bu. Üstünde hiçbir şey yazılı değildi. Harry bunun Fred'le George'un şakalanndan biri ol-nasından şüphelenerek, onlara baktı.
"Bu ne ki böyle?"
"Bu, Harry, bizim basanınızın sırrı," dedi George, parşömeni sevgiyle okşayarak.
"Onu sana vermak içimiz; yakıyor," dedi Fred.
227
"Ama dün gece, senin ihtiyacının bizimkinden daha fazla olduğuna karar verdik."
"Neyse, zaten ezbere biliyoruz," dedi George. "Onu sana miras bırakıyoruz. Artık pek ihtiyacımız yok."
"Peki benim eski bir parşömen parçasına niye ihtiyacım olsun?" dedi Harry.
"Eski bir parşömen parçası ha!" dedi Fred. Sanki Harry ona hakaret etmiş gibi, dişlerini sıkarak gözlerini kapatmıştı. "Açıkla, George."
"Şey... daha biz birinci sınıftayken, Harry, yani genç, tasasız ve masumken -"
Harry gülmemek için kendini zor tuttu. Fred ve Ge-orge'un hayatlarının herhangi bir döneminde masum olduklarından şüpheliydi.
"- şey, en azından şimdikinden daha masumken -Füch'le başımız derde girdi."
"Koridorda bir Tezekbombası patlattık ve nedense bu onu sinirlendirdi -"
"O da bizi odasına götürüp her zamanki tehditlerini savurmaya başladı -"
"- cezaya bırakma -"
"- karın deşme -"
"- biz de dosya dolaplarından birindeki, El Koyulmuş ve Çok Tehlikeli olarak etiketlenmiş bir çekmecenin farkına varmadan edemedik."
"Durun tahmin edeyim -" dedi Harry, sırıtmaya başlayarak.
"Eh, sen olsan ne yapardın?" dedi Fred. "George bir tane daha Tezekbombası bırakarak dikkati başka yöne
228
çekti, ben de çekmeceyi açıp bunu kaptım."
"Sandığın kadar da kötü bir şey değildi yaptığımız," dedi George. "Filch'in onu nasıl çalıştıracağını hiç çözemediğini sanıyoruz. Büyük ihtimalle ne olduğundan şüphelenmiştir ama, yoksa el koymazdı."
"Peki siz nasıl çalıştıracağınızı biliyor musunuz?"
"Tabii," dedi Fred, sırıtarak. "Bu küçük bebek bize okuldaki bütün hocalardan daha çok şey öğretti."
"Beni makaraya sarıyorsunuz," dedi Harry, eski püskü parşömen parçasına bakarak.
"Ya, öyle mi yapıyoruz?" dedi George.
Asasını çıkardı, parşömene hafifçe dokunup, "Bütün ciddiyetimle yemin ederim ki, hayırlı bir şey düşünmüyorum," dedi.
Ve bir anda, George'un asasının dokunduğu noktadan çizgiler çıkmaya, parşömeni bir örümcek ağı gibi sarmaya başladı. Birbirleriyle birleştiler, kesiştiler, parşömenin her bir köşesine yayıldılar. Sonra tepede kelimeler oluşmaya başladı, büyük, kıvrımlı yeşil kelimeler:
Mösyöler Aylak, Kılkuyruk, Patiayak ve Çatalak Sihirli Muziplik Sanatçılarının Yardakçıları
gururla sunar: ÇAPULCU HARİTASI
Hogwarts şatosunun ve okul arazisinin her karışını gösteren bir haritaydı bu. Ama daha da çarpıcı oları, haritada gezinen minicik mürekkep noktalarıydı,
229
her birinin üstünde ufacık harflerle bir isim yazıyordu. Harry şaşkına dönmüş bir h'ilde eğilip daha yakından baktı. Sol üst köşedeki bir nokta, Profesör Dumbledore'un çalışma odasında bir aşağı bir yukarı yürüdüğünü gösteriyordu; haden tenin kedisi Mrs Norris ikinci katta dolanıyordu, horvîak Peeves ise o anda kupa salonunda hoplayıp zıplıyv rdu. Harry gözlerini o tanıdık koridorlarda gezdirirken, bir şey daha dikkatini çekti.
Bu harita daha önce ayak basmadı ip birtakım geçitleri gösteriyordu. Ve görünüşe göre buAİarın birçoğu -
"Doğruca Hogsmeade'e gidiyor," d idi Fred, çizgilerden birini parmağıyla takip ederek. Toplam yedi tane var. Filch şu dördünü biliyor -" dey^p hepsini birer birer gösterdi, "- ama şunları bir tek bizim bildiğimizden eminiz. Dördüncü katta, aynanın arkasında olanla hiç uğraşma. Geçen kışa kadar kullanıyorduk ama çöktü - tamamen kapanmış durumda. Bunu ise kimsenin kullanmadığını sanıyoruz, çünkü girişinin t?rr üstünde Şamarcı Söğüt var. Ama şuradaki doğruca. Balyum-ruk'un kilerine çıkıyor. Defalarca kullandık. Ve fark et-tiysen, girişi bu odanın hemen dışında. Tek j;öilü kocakarının kamburunun içinden."
"Aylak, Kılkuyruk, Patiayak ve Çatalak," cedi Ge-orge, iç geçirerek. Haritanın tepesindeki yazıyı okşadı. "Onlara çok şey borçluyuz."
"Yeni kuşak kural yıkıcılara yardım etmek IrLı yorulmaksızın çalışmış, soylu insanlar," dedi Fred vakur bir edayla.
230
"Pekâlâ," diye toparlandı George, "kullandıktan sonra silmeyi unutma -"
"- yoksa herkes okuyabilir," dedi Fred, uyaran bir ses tonuyla.
"Tek yapman gereken asanla yine tıklayıp, 'Muziplik tamamlandı!' demek. Üstü hemen bomboş olacak."
"Evet, genç Harry," dedi Fred, olağanüstü bir Percy taklidiyle, "terbiyeci takın."
"Balyumruk'ta görüşürüz," dedi George, göz kırparak.
İkisi de tatmin olmuş gibisinden sırıtarak odadan çıktılar.
Harry orada durup, mucizevi haritaya bakakaldı. Minicik mürekkepten Mrs Norris'in sola dönüp yerdeki bir şeyi koklayışını izledi. Filch'in gerçekten de haberi yoksa... Ruh Emici'lerin yanından geçmesi gerekmeyecekti bile...
Ama orada öylece, heyecan içinde dururken, Mr VVeasley'nin bir keresinde söylediği bir şey anılarının arasından süzülüp geldi.
Kendi kendine düşünebilen bir şeye, beyninin nerede saklı olduğunu göremiyorsun, güvenme.
Bu harita Mr VVeasley'nin dikkat edilmesi gerektiğini söylediği o tehlikeli sihirli nesnelerdendi... Sihirli Muziplik Sanatçılarının Yardakçıları... ama sonra Harry, haritayı sadece Hogsmeade'e gitmekte kullanacağını düşündü. Bir şey çalacak ya da birine saldıracak değildi ya... üstelik Fred ve George onu yıllardır kullanıyorlardı, başlarına korkunç bir şey gelmemişti...
231
Harry parmağıyla, Balyumruk'a giden geçidi takip etti.
Sonra haritayı, sanki bir emre uyarmış gibi birdenbire kıvırdı, cüppesinin içine soktu ve hızla sınıfın kapısına doğru ilerledi. Kapıyı birkaç santim araladı. Dışarıda kimse yoktu. Çok temkinli bir şekilde sınıftan yavaşça çıktı ve tek gözlü cadının heykelinin arkasına geçti.
Ne yapması gerekiyordu? Haritayı yeniden çıkardı ve büyük bir hayretle, üzerinde yeni bir mürekkep şekil olduğunu gördü. 'Harry Potter' yazıyordu. Bu şekil, tam Harry'nin durduğu noktada, üçüncü kat koridorunun yarısına yakın bir yerde duruyordu. Harry dikkatle baktı. Kendinin küçük mürekkep temsili, minnacık asa-sıyla cadıya tıklıyor gibiydi. Harry hemen gerçek asasını çıkardı ve heykele tıkladı. Hiçbir şey olmadı. Yine haritaya baktı. Şeklinin üstünde, olabilecek en küçük konvışma balonu belirmişti. İçinde "Dissendium" yazıyordu.
Harry cadıya bir kez daha tıklayarak, "Dissendium!" diye fısıldadı.
Heykelin kamburu hemen, oldukça ince birini içeri alabilecek kadar aralandı. Harry koridora şöyle bir göz attı, sonra haritayı yine ortadan kaldırıp kendini deliğe çekti ve başını içeri sokarak kendini ileri itti.
Ona taştan yapılmış bir kaydırak gibi gelen bir şeyden aç ağı epeyce kaydıktan sonra soğuk, nemli toprağa indi- Ayağa kalkıp etrafına bakındı. Zifiri karanlıktı. Asasını kaldırıp, "Lumos!" diye mırıldanınca, çok dar, alçak, toprak bir tünelde olduğunu gördü. Haritayı kal-
232
dırdı, asasının ucuyla üzerine tıkladı ve, "Muziplik tamamlandı!" diye mırıldandı. Haritanın üstündeki her şey hemen silindi. Onu dikkatli bir şekilde katladı, cüppesinin içine yerleştirdi, sonra da kalbi hem heyecan hem de endişeyle çarpar halde, yola koyuldu.
Yol, dev bir tavşan kovuğuymuşçasına sürekli dönüyor, kıvrılıyordu. Harry asasını önüne tutarak, engebeli zeminde arada bir takılıp tökezleyerek ilerledi.
Çok uzun sürdü, ama Harry Balyumruk düşüncesinden güç aldı. Ona bir saat gibi gelen bir sürenin sonunda, yol yukarı doğru meyletmeye başladı. Harry hızını artırdı. Soluk soluğaydı, yüzü cayır cayır yanıyordu, ayaklanysa buz gibiydi.
On dakika sonra, yukarı doğru devam edip gözden kaybolan yıpranmış taş basamaklara vardı. Gürültü etmemeye dikkat ederek, çıkmaya başladı. Yüz basamak, iki yüz basamak... sayısını unutmuştu, ayaklarına bakarak çıkmaya devam ediyordu... sonra, birdenbire, kafası sert bir şeye çarptı.
Bu bir kapağa benziyordu. Harry orada öylece durup, kafasının tepesini ovarak, etrafı dinledi. Yukarıdan bir ses geldiğini duymuyordu. Yavaşça kapağı iterek açtı ve kenanndan içeri baktı.
Tahta sandıklarla ve kutularla dolu bir kilerdeydi. Yu-kan tırmanıp kapağı yine kapadı - kapak, tozlu yerle o kadar iyi kaynaşıyordu ki, orada olduğunu anlamak imkânsızdı. Harry yukarı çıkan merdivene usul usul yaklaştı. İşte şimdi birilerinin sesini duyuyordu, ayrıca bir zilin çınlamasını ve bir kapının açılıp kapanma sesini de.
233
Ne yapması gerektiğini düşünürken, çok daha yakındaki bir kapının açılma sesini duydu; biri aşağı inmek üzereydi.
"Bir de bir kutu daha Jöle Sümüklüböcek al, hayatım. Neredeyse hepsini bitirdiler -" dedi bir kadın sesi.
Bir çift ayak merdivenden aşağı iniyordu. Harry kendini çok büyük bir sandığın arkasına atarak ayak seslerinin kesilmesini bekledi. Adamın karşı duvarın orada kutuları karıştırdığını duyuyordu. Bir daha fırsat gelmeyebilirdi -
Harry saklandığı yerden hemen çıkıp merdivenleri çabuk çabuk ve sessizce tırmandı, dönüp arkasına baktığında kocaman bir sırt ve bir kutunun içine gömülmüş kel bir kafa gördü. Merdivenlerin sonundaki kapıya ulaştı, aralığından usulca geçti ve kendini Balyum-ruk tezgâhının arkasında buldu -- eğildi, yan yan gitti ve sonra doğrulup ayağa dikildi.
Balyumruk, Hogvvarts öğrencileriyle öylesine doluydu ki, kimse Harry'ye ikinci bir kez dönüp bakmadı bile. Harry etrafını seyrederek, ite kaka aralarından ilerledi. Şimdi nerede olduğunu görse Dudley'nin domuz suratına yayılacak ifadeyi düşündüğünde, gülmemek için kendini zor tuttu.
Akla gelebilecek en ağız sulandırıcı tatlılarla dolu yığınla raf vardı. Kaymak gibi nugat toplan; ışıldayan pembe hindistancevizi buzu küpleri; tombul, bal renkli karamelalar; itinayla dizilmiş yüzlerce çeşit çikolata; koca bir fıçı dolusu Bin Bir Çeşit Fasulye Şekerlemesi vardı; başka bir fıçı ise daha önce Ron'un bahsettiği, Fışır-
234
dayan Vızvız'lar adındaki, ayaklan yerden kesen şerbet toplarıyla tıka basa doluydu. Başka bir duvarda "Özel Efekt" tatlıları duruyordu: Drooble'ın En İyi Balonlu Sakızı (odayı, ne yaparsanız yapın günlerce çıkmayan çan çiçeği mavisi baloncuklarla dolduruyordu); tuhaf, kıymık kıymık Diştemizleyici İpliknane'ler; minicik, siyah Biber Şeytancık'lar ("arkadaşlarınıza alev püskürtme gösterisi yapın!"); Buz Fare'ler ("dişleriniz takırdasm, gıcırdasın!"); kurbağa biçiminde naneli kaymaklar ("midede gerçekçi bir şekilde hoplayıp zıplar!"); şeker kaplı kırılgan tüy kalemler ve patlayan bonbonlar.
Harry altıncı sınıflardan oluşan bir kalabalığın içinden sıyrılınca, dükkânın en uzak köşesinde asılı bir tabela gördü ("Alışılmadık Tatlar"). Ron ve Hermione tabelanın altında durmuş, bir tepsi dolusu kan tadında lolipopu inceliyorlardı. Harry çaktırmadan arkalarına kadar yürüdü.
"Öğk, hayır, Harry bunlardan istemez. Bunlar vampirler için, sanırım," diyordu Hermione.
"Peki ya şunlara ne dersin?" dedi Ron, bir kâse dolusu Karafatma Sürüsjajjjıü Hermione'nin burnunun dibine sokarak. "
"Kesinlikle olmaz," dedi Harry.
Ron neredeyse kâseyi düşürecekti.
"Harry!" diye tiz bir çığlık attı Hermione. "Burada ne işin var? Nasıl - nasıl -?"
"Vay be!" dedi Ron, çok etkilenmiş görünerek. "Ci-simlenme'yi öğrendin ha!"
"Tabii ki öğrenmedim," dedi Harry. Altıncı sınıflar
235
duymasın diye sesini alçalhp onlara Çapulcu Haritası hakkındaki her şeyi anlattı.
"Fred'le George niye bana vermemişler onu?!" dedi Ron öfkeyle. "Ben onların kardeşiyim!"
"Ama Harry onu elinde tutmayacak!" dedi Hermi-one, sanki bu saçma bir fikirmişçesine. "Profesör McGonagall'a verecek, değil mi, Harry?"
"Hayır, vermeyeceğim!" dedi Harry.
Ron, gözlerini iri iri açıp Hermione'ye bakarak, "Deli misin sen?" dedi. "Bu kadar iyi bir şey verilir mi?"
"Verirsem nereden bulduğumu söylemem gerekir! O zaman Filch, Fred'le George'un kendisini işlettiklerini anlar!"
"Ama ya Sirius Black?" diye fısıldadı Hermione. "Şatoya girmek için o geçitlerden birini kullanıyor olabilir! Öğretmenlerin öğrenmesi gerek!"
"Bir geçitten giriyor olamaz," dedi Harry çabucak. "Haritada yedi tane gizli tünel var, değil mi? Fred'le George, Filch'in dördünü zaten bildiğini düşünüyorlar. Diğer üçün? gelince - bir tanesi çökmüş, yani kimse oradan geçemez. Bir tanesinin girişinin üstüne Şamarcı Söğüt dikili, yani oradan çıkamazsın. Benim kullandığım tünelse - şey - aşağıdaki kilerde girişi görmek çok zor - yani zaten orada olduğunu bilmiyorsa -"
Harry durakladı. Ya Black geçidin orada olduğunu biliyorduysa? Ancak Ron yüksek sesle gırtlağını temizleyip, tatlı dükkânı kapısının içine yapıştırılmış duyuruyu işaret etti.
236
SÎHÎR BAKANLIĞI'NIN EMRiYLE ikinci bir emre kadar Ruh Emicilerin her gece Hogs-meade sokaklarında devriye gezeceğini müşterilerimize hatırlatırız. Bu önlem Hogsmeade sakinlerinin güvenliği için alınmıştır ve Sirius Black yeniden yakalanır yakalanmaz kaldırılacaktır. Bu bakımdan alışverişinizi karanlık basmadan önce tamamlamanız önerilir. Mutlu Noel'ler!
"Gördün mü?" dedi Ron alçak sesle. "Köy Ruh Emici kaynarken, Black'in Balyumruk'a gizlice girmeye çalıştığını görmek isterdim doğrusu. Hermione, zaten Balyumruk'un sahipleri de biri içeri izinsiz girse duyarlardı, değil mi? Evleri, dükkânın üst katı!"
"Evet, ama - ama -" Hermione bir sorun daha bulmaya çalışıyor gibiydi. "Bak, Harry yine de Hogsme-ade'e gelmemeli, imzalı bir belgesi yok! Biri öğrenirse başı feci şekilde derde girer! Dahası henüz gece olmadı - ya Sirius Black bugün gelirse? Mesela şimdi?"
"Bu şartlarda Harry'yi tanıması epey güç olur," dedi Ron, tirizli pencerelerden görünen lapa lapa, döne döne yağan kan göstererek. "Yapma, Hermione, Noel'deyiz, Harr/nin biraz eğlenmeye ihtiyaa var."
Hermione dudağını ısırdı, son derece kaygılı görünüyordu.
"Beni ihbar edecek misin?" diye sordu Harry, sırıtarak.
"Ah - tabii ki hayır - ama gerçekten, Harry -"
"Fışırdayan Vızvız'lan gördün mü, Harry?" dedi
237
Ron, Harry'yi çekiştirip fıçının başına götürerek. "Jöle Sümüklüböcekleri? Peki ya Asit Pop'ları? Fred yedi yaşımdayken bunlardan bir tane vermişti bana - dilimde bir delik açmıştı. Annemin onu süpürgesiyle patakladığını hatırlıyorum." Ron dalgın dalgın Asit Pop kutusuna baktı." Sence Fred'e şu Karafatma Sürüsü'nü fıstık diye yutrurabilir miyim?"
Ron ve Hermione aldıkları tatlıların parasını ödedikten sonra, üçü Balyumruk'tan çıkıp dışarıdaki tipiye adım attı.
Hogsmeade bir Noel kartı gibi görünüyordu; küçük, sazdan damlı kulübelerin ve dükkânların hepsi soğuk bir kar katmanıyla örtülüydü; kapıların üzerinde çobanpüskülü yapraklarından çelenkler vardı ve ağaçlardan büyülü mumlar sallanıyordu.
Harry titredi; diğer ikisinin aksine, yanında pelerinini getirmemişti. Başlarını rüzgâra karşı eğerek caddede ilerlediler, Ron ve Hermione atkılarının ardından ba-ğırryorlardı.
"Şurası Postane-"
"Zonko şurada -"
"Bağıran Baraka'ya gidebiliriz -"
"Bakın ne diyeceğim," dedi Ron, dişleri takırdaya-rak. "Üç Süpürge'de Kaymakbirası içmeye gidelim mi?"
Harry dünden razıydı; rüzgâr çok şiddetliydi ve elleri donmuştu. Karşıya geçtiler, birkaç dakika sonra küçücük hanın kapısından giriyorlardı.
İçerisi son derece kalabalık, gürültülü, sıcak ve du-
238
manhydı. Güzel yüzlü, balıketinde bir kadın bardaki bir grup bıçkın sihirbaza servis yapıyordu.
"O, Madam Rosmerta," dedi Ron. "Ben gidip içecekleri alayım, ha?" diye ekledi, hafifçe kızararak.
Harry ve Hermione arka taraf? doğru ilerleyip/ şöminenin yanında duran şık bir Noel ağacıyla pencere arasındaki küçük, boş bir masaya oturdular. Ron beş dakika sonra, elinde üç maşrapa köpüklü, sıcak Kay-makbirası'yla geldi.
"Mutlu Noel'ler!" dedi mutlu mutlu, maşrapasını kaldırarak.
Harry kana kana içti. ömründe tattığı en güzel şeydi, içinin her köşesini ısıtıyordu sanki.
Aniden bir esinti saçını uçuşturdu. Üç Süpürge'nin kapısı yine açılmıştı. Harry maşrapasının üstünden baktığında az daha tıkanıyordu.
Profesör McGonagali ve Profesör Flitwick bir kar taneleri serpintisi içinde bara girmişlerdi. Az sonra arkalarından Hagrid de girdi. Misket limonu yeşili bir melon şapka ve ince çizgili bir pelerin giymiş biriyle konuşu,. ^du: Sihir Bakam Cornelıus Fudge'la.
Ron ve lîermione hemen elleriyle Harry'nin başının üstüne bastırıp onu taburesinden indirerek masanın altına itmişlerdi. Üstünden Kaymakbirası damlayan ve saklanmaya çalışan Harry, boş maşrapasını tutup öğretmenlerin ve Fudge'ın ayaklarını izledi. Bara doğru ilerlediler, durdular, sonra da dönüp tam ona doğru yürüdüler.
Tepesinde bir yerde, Hermione, "Mobiliarbus!" diye' fısıldadı.
239
Masalarının yanındaki Noel ağacı yerden birkaç santim havalandı, yana doğru süzüldü ve hafif bir pat sesiyle masalarının tam önüne inip onları gözden sakladı. Alttaki sık dalların arasından bakan Harry, tam yanlarındaki masada dört takım sandalye bacağının hareket ettiğini gördü, sonra da yerlerine oturan öğretmenlerin ve Bakan'ın oflayıp puflamalarını duydu.
Sonra parlak turkuvaz renkli, yüksek topuklu ayakkabılar giymiş bir çift ayak daha gördü ve bir kadın sesi duydu.
"Küçük boy Solungaçsuyü -"
"Benim," dedi Profesör McGonagall'ın sesi.
"İki litre şekerli içki -"
"Eyvallah, Rosmerta," dedi Hagrid.
"Vişne şurubu ve soda, buzlu ve şemsiyeli -"
"Mmm!" dedi Profesör Flitwick, ağzını şapırdatarak.
"O halde frenküzümü romu sizin, Bakan Bey."
'Teşekkürler, Rosmerta'cığım," dedi Fudge'm sesi. "Seni yeniden "görmek çok güzel. Sen de bir tane al, olur mu? Gel bize katıl..."
"Çok teşekkür ederim, Bakan Bey."
Harry ışıl ışıl topukların uzaklaşmasını, sonra da geri gelmesini izledi. Kalbi gırtlağında rahatsız edici bir şekilde atıyordu. Niye bunun öğretmenler için de son hafta sonu olduğu aklına gelmemişti ki? Ve acaba orada ne kadar oturacaklardı? Gece okula dönecekse, gizlice Balyumruk'a girmek için zamana ihtiyacı vardı... Her-mione'nin bacağı yanı başında sinirle seğirdi.
240
"Ee, sizi buralara getiren nedir, Bakan Bey?" dedi Rosmerta'nm sesi.
Fudge'ın kalın bedeninin alt kısmı, kulak misafiri var mı diye kontrol ediyormuş gibi sandalyesinde kıpırdandı. Sonra Fudge alçak sesle konuştu: "Sirius Black'ten başka ne olabilir, hayatım? Cadılar Bayramı'nda okulda ne olduğunu duymuşsundur herhalde."
"Bir söylenti duydum," diye itiraf etti Madam Ros-merta.
"Bütün meyhaneye anlattın mı, Hagrid?" dedi Profesör McGonagall, öfkeli bir sesle.
"Black'in hâlâ buralarda olduğunu mu düşünüyorsunuz, Bakan Bey?" diye fısıldadı Madam Rosmerta.
"Bundan eminim," dedi Fudge kısaca.
"Ruh Emici'lerin meyhanemi iki kez aradığını biliyor musunuz?" dedi Madam Rosmerta. Sesinde hafif bir kızgınlık vardı. "Bütün müşterilerimi korkutup kaçırdılar... iş için hiç iyi değil bu, Bakan Bey."
"Rosmerta, hayatım, ben de onlara bayılmıyorum," dedi Fudge rahatsız bir sesle. "Gerekli bir tedbir... talihsiz bir tedbir, ama ne yapalım... Az önce birkaç tanesine rastladım. Dumbledore'a çok öfkeliler - onları şatonun arazisinden içeri sokmuyor."
"Bence iyi ediyor," dedi Profesör McGonagall sert bir sesle. "O dehşet yaratıklar ortada gezinirken nasıl ders verebiliriz ki?"
"Doğru!" diye cikledi ufak tefek Profesör Flitwick. Ayakları yerden on beş-yirmi santim yukarıda sallanıyordu.
241
"Yine de," diye itiraz etti Fudge, "sizi çok daha kötü bir şeyden korumak için buradalar... hepimiz Black'in neler yapabileceğini biliyoruz..."
"Biliyor musunuz, hâlâ inanmakta güçlük çekiyorum," dedi Madam Rosmerta düşünceli bir sesle. "Karanlık yana gecenler arasında, Sirius Black en son umacağım... yani, Hogwarts'ta küçük bir çocuk olduğu zamanlardan hatırlıyorum onu. O zaman bana büyüyünce ne olacağını söyleseniz, fazla içki içmişsiniz derdim."
"Asıl önemli bölümünü bilmiyorsun, Rosmerta," dedi Fudge boğuk bir sesle. "Yaptığı en kötü şey pek bilinmez."
"En kötüsü mü?" dedi Madam Rosmerta. Sesi merakla canlanmıştı. "O zavallı insanları öldürmekten daha mı kötü diyorsunuz?'
"Kesinlikle öyle diyorum," dedi Fudge.
"Buna inanamam. Ondan kötü ne olabilir ki?"
"Onu Hogvvarts'ta olduğu zamandan hatırladığını söylüyorsun, Rosmerta," diye mırıldandı Profesör McGonagall. "En iyi arkadaşı kimdi, onu da hatırlıyor musun?"
"Elbette," dedi Madam Rosmerta, hafifçe gülerek. "Onları hiç ayn göremezdiniz, öyle değil mi? Onları kaç kere burada ağırlamıştım - nasıl da güldürürlerdi beni. Tam bir şovmen çiftti, Sirius Black ve James Pot-ter!"
Kerry maşrapasını büyük bir gürültüyle elinden düşürdü. Ron onu tekmeledi.
"Kesinlikle," dedi Profesör McGonagall. "Black ve
242
Potter. Küçük çetelerinin elebaşlanydı. İkisi de çok parlaktı, tabii - hatta ender görülür derecede parlaktılar - ama onlar gibi baş belaları bir daha gelmemiştir herhalde -"
"Bilemiyorum," dedi Hagrid gülerek. "Fred ve Ge-orge VVeasley onlara kök söktürebilir."
"Black ve Potter'ı kardeş sanabilirdiniz!" diye konuşmaya katıldı Profesör Flitwick. "Yapışık ikizler!"
"Elbette öyleydiler," dedi Fudge. "Potter bütün arkadaşlarından çok Black'e güvenirdi. Okulu bitirdikten sonra da bir şey değişmedi. James, Lily ile evlendiğinde, sağdıçları Black'ti. Sonra onu Harry'ye vaftiz babası yaptılar. Harry'nin bundan hiç haberi yok, tabii. Bu fikir onu nasıl mahvederdi, tahmin edersiniz."
"Black, Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen'e katıldığı için mi?" diye fısıldadı Madam Rosmerta.
"Ondan da kötü, hayatım..." Fudge sesini neredeyse duyulmayacak kadar alçaltıp devam etti. "Potter'la-rın, Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen'in peşlerinde olduğunu bildiklerinden çoğu kişinin haberi yoktur. Kim-Ol-duğunu-Bilirsin-Sen'e karşı yorulmaksızın çalışan Dumbledore'un birkaç tane işe yarar casusu vardı. İçlerinden biri ona bunu çıtlatmış, o da James'le Lily'yi hemen uyarmıştı. Onlara saklanmalarını tavsiye etti. Eh, tabii ki Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen'den saklanmak zordu. Dumbledore onlara en büyük şanslarının Fidelius Büyüsü olduğunu söyledi."
"Nasıl bir büyü o?" dedi Madam Rosmerta. Meraktan soluğu kesilmişti. Profesör Flitwick gırtlağını temizledi.
243
"Fevkalade karmaşık bir büyü," dedi cik cik bir sesle. "Bir sırnn yaşayan tek bir kişinin içine büyülü bir şekilde gizlenip mühürlenmesine yarıyor. Bilgi, seçilen kişinin, başka bir deyişle Sır Tutucu'nün içinde saklı kalıyor ve bulunması imkânsız hale geliyor - tabii ki Sır Tutucu onu açığa vurmayı seçmezse. Sır Tutucu konuşmayı reddettiği sürece, Kim-Oldu^unu-Bilirsin-Sen, Lily ve James'in kaldığı köyü yıllarca Vanş karış arasa da bulamazdı, hatta burnunu oturme oaalannın penceresine dayasa bile!"
"Demek Black, PotterTarın Sır Tut aoı'suydu," diye fısıldadı Madam Rosmerta.
"Elbette," dedi Profesör McGonâgelı. "James Potter, Dumbledore'a, Black'in onların nerede clduğunu söyle-mektense ölmeyi tercih edeceğini, Black'in kendinin de saklanmayı planladığını söylemişti... yine de Dumble-dore'un endişesi geçmedi. Potter'lara kendisinin Sır Tutucu olmayı teklif ettiğini hatırlıyorum."
"Black'teîı şüpheleniyor muydu yani?" dedi Madam Rosmerta, soluğunu tutarak.
"Potter'lara yakın birinin Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen'i onların hareketlerinden haberdar ettiğinden emindi," dedi Profesör McGonagall kasvetle. "Aslına bakarsan, bizim tarafımızdaki birinin ihanet edip karşı tarafa geçtiğinden ve Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen'e bir sürü bilgi aktardığından epeydir şüpheleniyordu."
"Ama James Potter, Black'i kullanmakta ısrar mı etti?"
"Etti," dedi Fudge, kederli bir sesle. "Sonra da, Fi-delius Büyüsü yapıldıktan yalnızca bir hafta sonra -"
244
"Black onlara ihanet mi etti?" dedi Madam Rosmer-ta soluksuz halde.
"Evet, ihanet etti. Black ikili ajan rolünden usanmış-tı, Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen'e desteğini açık açık beyan etmeye hazırdı. Görünüşe bakılırsa bunu Potter'la-rın ölüm anına saklamış. Ama, hepimizin bildiği gibi, küçük Harry Potter'la karşılaşmak, Kim-Olduğunu-Bi-lirsin-Sen'in sonu oldu. Güçleri gitti, feci halde zayıfladı ve kaçtı. Bu da Black'i gerçekten çok kötü bir durumda bıraktı. Efendisi, tam da onun, yani Black'in, gerçek rengini gösterip bir hain olduğunu açık ettiğinde yenilmişti. Kaçmaktan başka şansı yoktu -"
"Pis, iğrenç dönek!" dedi Hagrid. Bunu öyle yüksek sesle söylemişti ki, bann yarısı susmuştu.
"Şşt!" dedi Profesör McGonagall.
"Ona rastlamıştım!" diye gürledi Hagrid. "Bütün o insanlan öldürmeden önce son ben görmüşümdür onu herhalde! Lily ve James öldürüldükten sonra Harry'yi o evden kurtaran bendim! Harabenin içinden çektim aldım onu, zavallı küçük şey. Alnında koçça bir kesik vardı, annesi babası ölmüştü... ne oluyor, o uçan motorunun üstünde Sirius Black geliyor. Orada ne aradığı hiç aklıma gelmemişti. Onun, Lily ve James Potter'ın Sır Tutucu'su olduğunu bilmiyordum. Haberlerde Kim-Ol-duğunu-Bilirsin-Sen'in saldırısını duydu da yapabileceği bir şey var mı diye bakmaya geldi sandım. Bembeyaz kesilmişti, tir tir titriyordu. Peki ben ne yaptım, biliyor musunuz? O HAİN KATİLİ TESELLİ ETTİM!" diye kükredi Hagrid.
245
"Hagrid, lütfen!" dedi Profesör McGonagall. "Sesine hâkim ol!"
"Üzüldüğü şeyin Lily ve James Potter olmadığını ne bilecektim ki? Asıl Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen'e önem verdiğini? Sonra bir de kalkıp, 'Harry'yi bana ver, Hagrid, ben onun vaftiz babasıyım, ona bakanm -' diyor. Pöh! Ama ben Dumbledore'dan emir almıştım. Black'e olmaz dedim, Dumbledore, Harry'nin teyzesiy-le eniştesinin evine götürülmesini söylemişti. Black karşı geldi, ama sonunda razı oldu. Motorunu alıp Harry'yi oraya onunla götürmemi istedi. 'Artık ihtiyacım yok/ dedi.
"O zaman işin içinde bir bit yeniği olduğunu çak-malıydım. O motoru çok severdi, ne diye bana veriyordu ki? Niye artık ihtiyacı olmayacaktı? İşin aslı, motorun izini sürmek çok kolaydı. Dumbledore onun Pot-ter'lann Sır Tutucu'su olduğunu biliyordu. Black o gece tüymesi gerektiğini biliyordu, Bakanhk'ın birkaç saat içinde peşine düşeceğini de biliyordu."
"Peki ya Harry'yi ona verseydim, ha? Her iddiasına vanm, denizin ortasında motordan fırlatır atardı onu. En iyi arkadaşının oğlu! Ama bir büyücü karanlık yana geçmeye görsün, artık hiçbir şeyin, hiç kimsenin önemi kalmıyor onun için..."
Hagrid'in öyküsünü uzun bir sessizlik izledi. Sonra Madam Rosmerta az çok tatmin olmuş bir sesle, "Ama ortadan kaybolmayı başaramadı, değil mi?" dedi. "Sihir Bakanlığı ertesi gün onu yakaladı!"
"Heyhat, keşke öyle olsaydı," dedi Fudge acı acı.
246
"Onu bulan biz değildik. Küçük Peter Pettigrew'du -yine Potter'lann dostlanndan biri. Şüphesiz kederden çılgına dönmüş olan ve Black'in Pottef ların Sır Tutu-cu'su olduğunu bilen Pettigrevv, Black'in peşine kendi düştü."
"Pettigrew... Hogwarts'ta onların peşinden ayrılmayan şu küçük, şişman çocuk mu?" dedi Madam Ros-merta.
"Black ve Potter onun kahramanlarıydı, onlara tapıyordu," dedi Profesör McGonagall. "Yetenek açısından hiçbir zaman onlann seviyesinde olmadı. Genellikle ona çok sert davranırdım. Tahmin edersiniz şimdi -şimdi nasıl pişmanım..." Sesi, sanki birden başını üşütmüş gibi çıkıyordu.
"Yapma, Minerva," dedi Fudge nazikçe, "Pettigrevv bir kahraman gibi öldü. Tanıklar - Muggle'lar, tabii ki, daha sonra anılarını sildik - bize Pettigrew'un Black'i nasıl-köşeye sıkıştırdığını anlattılar. Dediklerine göre, ağlıyormuş. 'Lily ve James, Sirius! Nasıl yaparsın!' Sonra asasına hamle etmiş. Tabii ki Black daha çabuk davranmış. Pettigrew'u paramparça etmiş..."
Profesör McGonagall burnunu sümkürüp boğuk bir sesle konuştu: "Aptal çocuk... sersem, çocuk... düelloda hep umutsuz bir vakaydı... bu işi Bakanhk'a bırakmalıydı..."
"Söylüyorum, Black'e küçük Pettigrevv'dan önce ulaşmış olsam asayla falan uğraşmazdım, onun kollarını bacaklarını tek tek koparırdım," diye gürledi Hagrid.
"Sen neden bahsettiğini bilmiyorsun, Hagrid," dedi
247
Fudge sertçe. "Sihirli Kanun Yürütme Timi'nden Keskin Nişancı Büyücüler dışında kimsenin, köşeye kıstırılmış bir Black'e karşı şansı olamazdı. Ben o sırada Sihirli Afetler Dairesi Bakan Yardımcısı'ydım. Black bütün o insanları öldürdükten sonra olay yerine ilk varanlardan biri de bendim. Hiç - hiçbir zaman unutmayacağım. Bazen hâlâ rüyamda görüyorum. Caddenin ortasında bir krater, öyle derin ki, alttaki kanalizasyonu çatlatmış. Her tarafta cesetler. Çığlık çığlığa Mugğle'lar. Ve orada durmuş, kahkahalarla gülen Black, önünde de Pettigrevv'dan arta kalanlar... kanlar içinde bir cüppe ve birkaç - birkaç parça -"
Fudge'in sesi birden kesildi. Beş kişinin burun çek; me sesi duyuldu.
"İşte böyle, Rosmerta," dedi Fudge boğuk bir sesle. "Black, Sihirli Kanun Yürütme Devriyesi tarafından götürüldü ve Pettigrew Birinci Sınıf Merlin Nişanı'na layık görüldü. Sanırım bu, zavallı annesi için küçük de olsa bir teselli olmuştur. Black o zamandan beri Azka-ban'daydı."
Madam Rosmerta derin derin iç geçirdi.
"Deli olduğu doğru mu, Bakan Bey?"
"Keşke öyle diyebilseydim," dedi Fudge ağır ağır. "Efendisinin yenilgisinin ona bir süre için de olsa keçileri kaçırttığına kesinlikle inanıyorum. Pettigrew'u ve bütün o Muggle'lan öldüımek, köşeye kıstırılmış ve çaresiz bir adamın yapacağı bJr şeydi - zalimce... anlamsız. Ama Black'i Azkaban'ı son teftişimde gördüm. Biliyorsun, oradaki çoğu tutsak karanlıkta oturup kendi
248
kendine mırıldanır durur, akılları başlarında değildir... ama Black'in ne kadar normal durduğunu gördüğümde şok geçirmiştim. Benimle oldukça mantıklı konuştu. Sinir bozucuydu. Görseniz, sadece sıkıldı sanırdınız - büyük bir soğukkanlılıkla gazetemi bitirip bitirmediğimi sordu, bulmaca çözmeyi özlediğini söyledi. Evet, Ruh Emici'lerin onun üzerinde ne kadar az etkisi olduğunu gördüğümde afalladım - üstelik orada en sıkı korunanlardan biriydi. Gece gündüz kapısının önünde Ruh Emici'ler vardı."
"Peki sizce niçin kaçmış olabilir?" dedi Madam Rosmerta. "Aman Tannm, Bakan Bey, yeniden Kim-Ol-duğunu-Bilirsin-Sen'e katılmaya çalışmıyordur, değil mi?"
"Sanırım - şey - sonuçta yapmak istediği bu," dedi Fudge kaçamak bir cevapla. "Ama Black'i bundan çok önce yakalamayı umuyoruz. Yani şimdi, tek başına ve dostsuz bir Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen başka bir şey... Anı a en sadık hizmetkân geri dönerse, ne kadar çabuk toparlanacağını düşünmek bile içimi ürpertiyor..."
Tahtayu değen bir cam sesi geldi, biri bardağını masanın üstüne koymuştu.
"Biliyor musun, Cornelius, eğer Müdürle yemek yiyeceksen, şatoya dönsek iyi olur," dedi Profesör McGonagall.
Harry'nin önündeki ayak çiftleri bir kez daha birer birer sahiplerinin ağırlığını yüklendi; pelerin etekleri yeniden göründü ve Madam Rosmerta'nın parıldayan topuklan barın arkasında kayboldu. Üç Süpürge'nin
249
kapısı tekrar açıldı, yine bir kar serpintisi oldu ve öğretmenler gözden kayboldu.
"Harry?"
Ron ve Hermione'nin yüzleri masanın altında gözüktü. İkisi de ne diyeceğini bilemez halde ona bakıyordu.
250

GeCeLeR
12-10-2006, 01:47 AM
ON BİRİNCİ BÖLÜM
Ateşoku

Harry'nin, nasıl olup da gerisingeri Balyumruk kilerine girmeyi başardığı, tünelden geçtiği ve şatoya döndüğü hakkında çok belirgin bir fikri yoktu. Bütün bildiği, dönüş yolculuğunun hemen hemen hiç vakit almamış olduğuydu. Ne yaptığının da pek farkına varmamıştı, çünkü az önce duyduğu konuşma yüzünden başı hâlâ zonkluyordu.
Niye kimse ona söylememişti? Dumbledore, Hag-rid, Mr Weasley, Cornelius Fudge... Neden hiç kimse Harry'nin annesiyle babasının, en iyi arkadaşları onlara ihanet ettiği için öldüğünü söylememişti?
Ron ve Hermione akşam yemeği boyunca Harry'yi tedirgin tedirgin izlediler, ama kulak misafiri oldukları konu hakkında konuşmaya cesaret edemediler, çünkü Percy yakınlarında oturuyordu. Kalabalık ortak salona çıktıkları zaman da, sömestr sonu geldi diye bir neşe krizi geçiren Fred ve George'un beş-altı tane Tezekbom-bası atmış olduğunu gördüler. Fred ve George'un, Hogsmeade'e ulaşıp ulaşmadığını sormalarını İsteme-
251
yen Harry, siz sedasız boş yatakhaneye çıktı. Dosdoğru yatağının başucundaki komodine gitti. Kitaplarını kenara itti, aradığı şeyi çabucak buldu - Hagrid'in ona iki yıl önce verdiği, annesiyle babasının büyücü portreleriyle dolu deri kaplı fotoğraf albümü. Yatağına oturdu, perdeleri etrafına çekti ve sayfalan çevirerek aramaya koyuldu, ta ki...
Annesiyle babasının düğün gününden bir resme gelince durdu. İşte babası orada, gülümseyerek ona el sallıyordu, Harry'ye miras bıraktığı hizaya gelmez siyah saçları dört bir yana dağılmıştı. İşte annesi, mutlulukla ışıldayarak, babasının koluna girmişti. Ve işte... bu o olmalıydı. Sagdıçlan... Harry daha önce ona hiç dikkat etmemişti.
Aynı kişi olduğunu bilmese, bu eski fotoğraftakinin Black olduğunu asla tahmin etmezdi. Yüzü çökmüş ya da mum gibi olmaktan çok uzaktı, yakışıklıydı, gülüyordu. Bu fotoğraf çekildiğinde Voldemort için çalışmaya başlamış mıydı acaba? Yanındaki iki kişinin ölümlerini mi planlıyordu? Azkaban'da onu tanınmaz hale getirecek on iki yıl geçireceğinin farkında mıydı?
Ama Ruh Emici'ler onu etkilemiyor, diye düşündü Harry, yakışıklı, gülen yüze bakarak. Onlar çok yakına geldiklerinde annemin çığlık attığını duymak zorunda değil -
Harry albümü çarpıp kapattı, uzandı ve yeniden komodinine koydu. Cüppesiyle gözlüğünü çıkanp yatağa girdi. Bu arada perdeleri de onu gözden saklayacak şekilde ayarladı.
Yatakhane kapısı açıldı.
252
Ron, endişeli bir sesle, "Harry?" dedi.
Ama Harry hiç kıpırdamadan yatarak, uyuyormuş gibi yaptı. Ron'un çıktığını duydu ve dönüp sırtüstü uzandı. Gözleri f altaşı gibi açıktı.
Daha önce asla bilmediği türden bir nefret, Harry'nin içine zehir gibi doluyordu. Sanki albümdeki resim gözlerinin üstüne yapıştınlmış gibi, Black'in karanlığın içinden ona güldüğünü görebiliyordu. Biri ona film oynatıyormuş gibi, Sirrus Black'in Peter Pettig-rew'u (Neville Longbottom'a benziyordu) uçurup bin parçaya ayırmasını izledi. Birinin alçak sesle, heyecanlı heyecanlı mırıldandığını duyabiliyordu (oysa Black'in sesinin neye benzediği konusunda en ufak bir fikri yoktu). "Tamam, Lord'um... Potteflar beni Sır Tutucu'lan yaptı..." Sonra bir ses daha geldi, gülen tiz bir ses, Ruh Emici'ler yakınına geldiklerinde Harry'nin kafasında duyduğu ses...
"Harry, sen - berbat görünüyorsun."
Harry, gün ağarana kadar uyumamıştı. Uyandığında yatakhaneyi boş bulmuş, giyinmiş ve dönen merdivenlerden aşağı inmişti. Ortak salon, yediği Naneli Kurbağa'dan dolayı karnını ovalayan Ron ve ev ödevlerini üç masaya yaymış Hermione dışında boştu.
"Herkes nerede?" diye sordu Harry.
"Gittiler! Tatilin ilk günü, unuttun mu?" dedi Ron. Bir yandan da Harry'yi dikkatle süzüyordu. "Öğle ye-
253
meği vakti geldi nerdeyse, ben de bir dakika sonra gelip seni uyandıracaktım."
Harry ateşin yanındaki bir iskemleye çöktü. Dışarıda hâlâ kar yağıyordu. Crookshanks kocaman, sarı-tu-runcu bir halı gibi şöminenin önüne yayılmıştı.
Hermione kaygıyla onun yüzüne bakarak, "Gerçekten de iyi görünmüyorsun, biliyor musun?" dedi.
"İyiyim," dedi Harry.
Hermione, Ron'la bakışarak, "Harry, dinle," dedi, "dün duyduklarımız seni sahiden üzmüş olmalı. Ama aptalca bir şey yapmaya kalkışmaman gerek."
"Ne gibi?" dedi Harry.
"Black'in ardına düşmek gibi," dedi Ron sert sert.
Harry o uyurken ikisinin bu konuşmayı prova ettiklerini anlamıştı. Bir şey demedi.
"Yapmayacaksın, değil mi, Harry?" dedi Hermione.
Ron, "Çünkü Black için ölmeye değmez," dedi.
Harry onlara baktı. Hiçbir şey anlamıyor gibiydiler.
"Bir Ruh Emici yanıma her yaklaştığında ne görüp duyduğumu'biliyor musunuz?" Tedirgin olan Ron ve Hermione başlarını hayır anlamında salladılar. "Annemin çığlık attığını ve Voldemort'a yalvardığını duyuyorum. Eğer siz de ölümün eşiğindeki annenizin böyle çığlık attığını duysanız, bunu hemen unutmazdınız. Eğer dostu olduğu sanılan birinin ona ihanet ettiğini ve Voldemort'u peşine taktığını öğrenmiş olsanız -"
"Yapabileceğin hiçbir şey yok!" dedi Hermione, sarsılmış, görünüyordu. "Ruh Emici'ler Black'i yakalayacak ve Azkaban'a geri götürecek - belasını bulacak!"
254
"Fudge'm ne dediğini duydunuz. Black, Azka-ban'dan normal insanların etkilendiği gibi etkilenmiyor. Azkaban'da kalmak onun için diğerleri kadar büyük bir ceza değil."
Çok gergin görünen Ron, "Ne diyorsun yani?" diye sordu. "Sen - Blaek'i öldürmek falan mı istiyorsun?"
Hermione paniğe kapılarak, ''Aptallık etme," dedi. "Harry kimseyi öldürmek istemiyor. Değil mi, Harry?"
Harry yine cevap vermedi. Ne yapmak istediğini bilmiyordu. Tek bildiği, Black özgür dolaşırken kendisinin hiçbir şey yapmadan durması fikrine tahammül edemediğiydi.
Birden, "Malfoy biliyor," dedi. "Bana İksir dersinde ne dediğini hatırlıyor musunuz? 'Ben olsam onu kendim yakalardım... İntikam isterdim.'"
Ron öfkeyle, "Bizim lafımıza değil de Malfoy'unki-ne mi kulak vereceksin yani?" dedi. "Dinle... Black onunla işini bitirdikten sonra Pettigrevv'un annesine ne gönderdiler, biliyor musun? Babam bana söylemişti -Birinci Sınıf Merlin Nişanı ve bir kutuda Pettigrev/nun parmağı. Ondan bulabildikleri en büyük parça bu olmuş. Black delinin biri, Harry ve tehlikeli -"
Harry, ona kulak asmadan, "Malfoy'a babası söylemiş olmalı," dedi. "O, Voldemort'un yakın çevresinden-di-"
Ron, "Kim-Oldıığunu-Bilirsin-Sen de, tamam mı?" diye lafını kesti kızgınlıkla.
"- demek ki, Malfoy'lar, Black'in Voldemort adına çalıştığım biliyorlardı -"
255
"- ve Malfoy da senin tıpkı Pettigrew gibi binlerce parçaya ayrılmana bayılır! Anlaşana şunu, Malfoy sadece, o sana karşı Quidditch oynamadan önce senin kendini öldürtmeni istiyor."
"Harry, lütfen," dedi Hermione, şimdi gözlerinde yaşlar parıldıyordu. "lütfen, aklım başına topla. Black korkunç, korkunç bir şey yaptı, ama ken-kendini tehlikeye atma. Black'in istediği de bu... Ah, Harry, onun ardına düşersen Black'in ekmeğine yağ sürersin. Annenle baban sana zarar gelmesini istemezdi, değil mi? Black'in ardına düşmeni asla istemezlerdi!"
"Black'in sayesinde, ne istediklerini asla bilemeyeceğim," dedi Harry ters ters. "Onlarla hiç konuşmadım ben."
Bir sessizlik oldu. Crookshanks rahat rahat gerindi, pençelerini büktü. Ron'un cebi titredi.
"Bak," dedi Ron, konuyu değiştirmeye çalıştığı belliydi, "tatildeyiz! Noel'e az kaldı! Hadi - hadi gidip Hagrid'i görelim. Ne vakittir onu ziyaret etmiyoruz!"
"Hayır!" 5edi Hermione hemen. "Harry'nin şatodan ayrılmaması gerekiyor, Ron -"
Harry yerinde doğruldu. "Evet, gidelim," dedi. "Ben de ona, annemle babam hakkında her şeyi anlattığı halde nasıl olup da Black'ten hiç söz etmediğini sorarım!"
Anlaşılan Ron bunu Sirius Black gündemde kalmasın diye teklif etmişti aslında.
Telaşla, "Ya da satranç oynarız," dedi, "Ya da Tükü-renbilye. Percy bir takım bırakmıştı -"
256
"Hayır, Hagrid'i ziyaret edelim/' dedi Harry kararlı bir şekilde.
Yatakhaneden pelerinlerini aldılar ve portre deliğinden geçtiler ("Kalkın da dövüşün, sizi ödlek köpekler!"), boş şatoda yürüdüler ve meşe ön kapıdan dışarı çıktılar.
Çimenlikten yavaş yavaş geçtiler. Ayaklan pnrlak, tozumsu karın içinde sığ çukurlar oluşturuyordu. Ço-raplarıyla pelerinlerinin eteği ıslandı, buz gibi oldu. Yasak Orman sanki büyülüymüş gibi duruyordu, her ağaç gümüşe bulanmış gibiydi. Hagrid'in kulübesi cie kıe-malı pastaya benziyordu.
Ron kapı/a vurdu, ama cevap alamadı.
Pelerininin altında tir tir titreveıt Hermione, "Dışarıda değildir herhalde, değil mi?" dedi.
Ron kulağım kapıya dayadı.
"Garip bir ses var," dedi. "Dinlesenize - Fang mi bu?"
Harry ve Hemnione de kulaklarını kapıya yapıştırdılar. Kulübenin içinden boğuk, aralıklı iniltiler geliyordu.
Ron tedirgin tedirgin, "Gidip birini çağırsak rm dersiniz?" diye sordu.
"Hagrid!" diye seslendi Harıy, kapıya vurarak. "Hagrid, içeride misin?"
Ağır ayak sesleri duyuldu, son 'a kapı gıcırdayarak açıldı. Hagrid kıpkırmızı, şiş göklerle orada duruyordu. Deri yeleğinin önüne gözlerinden sel gibi yaş akıyordu.
"Duymuşsunuz!" diye böğürdü ve kendim Harry'nin boynuna attı.
257
Doğrusu, Hagrid normal bir insanın iki katı büyüklükte olduğu için, bu hiç de komik bir şey değildi. Harry, tam Hagrid'in ağırlığı altında ezilecekken, Ron ve Hermione tarafından kurtarıldı. İkisi Hagrid'i birer kolunuu altından tutarak kaldırdılar, Harry'nin de yar-dnnıyla yeniden kulübeye soktular. Hagrid, onların kendisini bir iskemleye oturtmasına izin verdi ve masanın üstüne yığılarak kendini koyverip ağlamaya koyuldu. Yüzü, arapsaçı gibi sakalının içine damlayan yaşlarla parıldıyordu.
Donakalan Hermione, "Hagrid, neler oluyor?" diye sordu.
Harry'nin gözüne, masanın üstünde duran resmi görünüşlü bir mektup çarptı.
"Bu ne, Hagrid?"
Hagrid'in hıçkırıkları iki misli arttı, ama mektubu Harry'ye doğru iteledi. O da alıp yüksek sesle okudu:
Sayın Mr Hagrid,
Sımfınızdaki bir öğrenciye bir Hipogrif'in saldırmasıyla ilgili soruşturmamıza ek olarak bildirmek isteriz ki, Profesör Dumbkdore'un müessif kazada sizin hiçbir sorumluluk taşımadığınız yolundaki teminatını kabul ettik.
Ron, Hagrid'in omzuna bir şaplak atarak, "Eh, tamam öyleyse, Hagrid!" dedi. Ama Hagrid hıçkırmayı sürdürdü ve devasa ellerinden birini sallayarak, Harry'yi devam etmeye davet etti.
258
Ancak, sözü geçen Hipogrife ilişkin kaygılarımızı dile getirmek zorundayız. Mr Lucius Malfoy'ım resmi şikâyetini göz önüne alnaya karar verdik. Bu yüzden de bu konu, Tehlikeli Yaratıkların itlafı Komitesine götürülecektir. 20 Nisan'da Koırite'nin Londra daki bürosunda yapılacak olan duruşmada sizin ve Hipogrif'inizin de hazır bulunmanızı rica edt.-iz. Bu arada, Hipogrifin bağlı tutulması ve tecrit edilmesi gerekmektedir.
Dostane saygılarımızla...
Yazının altında da yönetim kurulu üyelerinin bir listesi vardı.
"Ah," dedi Ron. "Ama sen Şahgaga'nm kötü bir Hi-pogrif olmadığını söylemiştin, Hagrid. Eminim ki sorun çıkmadan -"
Hagrid, "Siz o Tehlikeli Yaratıkların İtlafı Komite-si'ndeki dinozorlan bilmiyorsunuz!" dedi tıkanırcasma. Gözlerini koluna sildi. "Onlar ilginç yaratıklara gıcıktır bir kere!"
Hagrid'in kulübesinin köşesinden aniden yükselen bir ses, Harry, Ron ve Hermlone'nin oldukları yerde hızla dönmelerine yol açtı. Hipogrif Şahgaga, köşede uzanmış, kanlı bir şeyi geveliyordu.
Hagrid heyecandan güçlükle konuşarak, "Onu dışarıda karın altında bağlı bırakamazdım!" dedi. "Tek başına! Noel'de!"
Harry, Ron ve Hermione bakıştılar. Hagrid'in "ilginç yaratıklar", diğer insanlannsa "korkutucu canavarlar" dediği şeylere hiçbir zaman onunla aynı gözle
259
bakmamışlardı. Öte yandan, Şahgaga da pek öyle zararlı görünmüyordu. Hatta Hagrid'in standardına göre basbayağı şirin sayılırdı.
"Sağlam bir savunma hazırlaman gerek, Hagrid," dedi Hermîone. Oturdu ve elini Hagrid'in muazzam büyüklükteki koluna koydu. "Eminim Şahgaga'nın güvenli olduğunu kanıtlayabilirsin."
"Hiç fark etmez!" dedi Hagrid hıçkırarak. "O İtlaf şeytanlan, hepsi Lucius Malfoy'un bir sözüne bakıyor! Ondan korkuyorlar! Ve eğer davayı kaybedersem, Şahgaga -"
Hagrid parmaklarını gırtlak kesermiş gibi boğazından geçirdi, sonra büyük bir hüngürtü kopanp öne atıldı, yüzünü kollarına gömdü.
"Peki ya Dumbledore?" dedi Harry.
"Benim için gerekenden fazlasını yaptı zaten," diye inledi Hagrid. "Hem başında yeterince dert var. O Ruh Emici'leri şatodan uzak tutmaya çalışıyor, Sirius Black de sinsi sinsi ortalarda geziniyor -"
Ron ve-Hermione çabucak Harry'ye baktılar. Ona Black hakkındaki gerçeği anlatmadığı için Hagrid'i azarlamaya başlamasını bekliyor gibiydiler. Ama Harry'nin bunu yapmaya içi elvermedi, Hagrid böylesine perişan ve korkmuşken, olmazdı.
"Dinle, Hagrid," dedi. "Vazgeçemezsin. Hermione haklı, senin sadece iyi bir savunmaya ihtiyacın var. Bizi tanık olarak çağırabilirsin -"
Hermione düşünceli düşünceli, "Ben Hipogrif tacizine ilişkin bir şeyler okuduğumdan eminim," dedi,
260
"Hipogrif kurtulmuştu. Senin için ararım, Hagrid. Tam olarak neyin nesiymiş, görürüz."
Hagrid daha da yüksek sesle ulumaya koyuldu. Harry ve Hermione, onlara yardım etsin diye Ron'a baktılar.
"Şey - çay yapayım mı?" dedi Ron.
Harry hayretle ona baktı.
Ron omuzlarını silkerek, "Birisi üzüldü mü annem hep öyle yapar," diye mırıldandı.
Nihayet, başka bir sürü yardım vaadinde bulunulup, önüne dumanları tüten bir çay kupası koyulduktan sonra, Hagrid burnunu masa örtüsü büyüklüğünde bir mendile sildi. "Haklısınız," dedi. "Darmadağın olmayı kaldıracak halim yok. Kendimi toparlamalıyım..."
Zağar Fang ürkek ürkek masanın altından çıktı ve başını Hagrid'in dizine dayadı.
Hagrid, bir eliyle Fang'i okşayıp öbürüyle yüzünü silerek, "Son günlerde kendimde değildim," dedi. "Şahga-ga için üzülüyordum, kimse de derslerimi sevmiyor -"
Hermione hemen, "Biz seviyoruz!" diye yalan attı.
"Evet, harika!" dedi Ron, masanın altında parmaklarını çapraz tutarak. "Şey - Pıtırkurtlar nasıl?"
"Öldüler," dedi Hagrid kederle. "Fazla yeşil salatadan."
"Ah, hayır!" dedi Ron. Ağzı kulaklarına doğru ha-r°ketlenmeye başlamıştı.
"O Ruh Emici'ler falan da acayip sinirimi bozuyor, ha," dedi Hagrid, ani bir titreyişle. "Ne zaman Üç Su-261
pürge'de bir şey içmek istesem, önlerinden geçiyorum. Azkaban'a geri dönmüş gibi -"
Sustu, çayını yudumladı. Hîrry, Ron ve Hermione soluk almadan onu gözlediler. Hagrid'in Azkaban'da kısa süreli kalışı hakkında daha ence konuştuğunu hiç duymamışlardı. Biraz sonra Hermıone çekinerek, "Orada kalmak korkunç bir şey mi, Hagrd?" diye sordu.
Hagrid alçak sesle, "Bilemezsinii," dedi. "Öyle yer görmedim hayatımda. Deliriyorum sandım. Hep kafamdaki korkunç şeyleri hatırlayır durdum... Hog-warts'tan atıldığım gün... babamın öldüğü gün... Nor-bert'i bıraktığım gün..."
Gözleri yaşlarla doldu. Norbert, jiagrid'in bir vakitler iskambilde kazandığı bebek ejde/haydı.
"Bir süre sonra kim olduğunu da hatırlamıyorsun. Ve yaşamanın anlamı kalmıyor. Ben hep uykumda ölsem diye ümit ederdim... beni bıraktıklarında yeniden doğmuş gibiydim, her şey dalgalar halinde, sel gibi geri geldi, dünyanın en iyi duygusuydu. Gerçi Ruh Emi-ci'ler beni-bırakmak istememişti ya..."
"Ama masumdun!" dedi Hermione.
Hagrid bir hıh sesi çıkarttı.
"Onlar için önemi var mı sanıyorsun? Umurlarında değil. Orada kendileriyle birlikte sıkışıp kalmış iki yüz insan oldukça kim suçluymuş, kim değilmiş aldırmazlar. Birileri olsun ki, bütün mutluluklarını çekip c Isınlar, sülük gibi."
Hagrid bir an suskun kaldı, gözlerini çayına dikti. Sonra alçak sesle, "Şahgaga'yı bıraksam gitse ded;m..."
262
dedi. "Uçsun gitsin diye uğraştım... Ama bir Hipogrif e saklanması gerektiğini nasıl anlatırsın? Hem ben - ben yasaya karşı gelmeye korkuyorum..." Onlara baktı, yine yüzünden aşağı yaşlar süzüldü. "Bir daha Azka-ban'a gitmek istemiyorum, asla."
Hagrid'e gidişleri hiç eğlenceli olmasa bile yine de Ron ve Hermione'nin umdukları etkiyi yaratmıştı. Harry, Black'i unutmaya unutmamıştı ama, Tehlikeli Yaratıkların İtlafı Komitesi'ne karşı davasında Hagrid'e yardımcı olmak istiyorsa, kafasını da hep intikama ta-kamazdı. Ertesi gün o, Ron ve Hermione kütüphaneye gittiler. Şahgaga için bir savunma hazırlamalarına yardımcı olabilecek kitapları yüklenip boş ortak salona döndüler. Üçü gürül gürül yanan ateşin karşısında oturup, ünlü saldırgan hayvan davalarına ilişkin tozlu ciltlerin sayfalarını ağır ağır çevirdiler. Davaya uygun bir şeye rastladıklarında da birbirleriyle konuşuyorlardı.
"Burda bir şey var... 1722'de bir dava varmış... ama Hipogrif mahkûm olmuş - öff, ona yaptıklarına bakın, iğrenç..."
"Bunun yararı olabilir, bakın - 1296'da bir Mantikor birine saldırmış, onlar da Mantikor'u bırakmışlar - yo -hayır, yanına gitmeye kimse cesaret edemiyormuş da ondan..."
Bu arada şatonun geri kalan bölümlerinde her zamanki görkemli Noel süslemeleri hazırlanmıştı. Hem
263
de onların keyfini çıkaracak öğrenci pek olmadığı halde. Koridorlara çobanpüskülü ve ökseotundan kalın şeritler asılmıştı, her zırhın içinde esrarengiz ışıklar yanıyordu ve Büyük Salon her zamanki gibi, altın yüdızla-nyla parıldayan on iki Noel ağacıyla dolmuştu. Güçlü ve leziz bir yiyecek kokusu koridorları sarmıştı. Noel'den bir önceki akşamda ise, bu koku öyle baskın bir hal almıştı ki, Scabbers bile Ron'un cebinin güvenli ortamından burnunu dışarı uzatıp umutla havayı kokla-dı.
Noel sabahı Harry, Ron'un ona yastığını atmasıyla uyandı.
"Hey hey! Hediyeler!"
Harry uzanıp gözlüğünü aldı, taktı. Yarı karanlıkta, ufak bir hediye yığınının belirdiği yatağının ayakucuna gözlerini kısarak baktı. Ron kendi hediyelerinin paketlerini açmaya başlamıştı bile.
"Annemden bir kazak daha... yine açık kahverengi... Bak bakalım, senin de var mı?"
Vardı. Mrs VVeasley ona, önüne Gryffindor aslanı işlenmiş kırmızı bir kazak göndermişti. Ayrıca, on iki tane de evde pişmiş elmalı üzümlü tart, bir Noel pastası \e bir kutu fındıklı tatlı. Harry bütün bunları kenara çekerken, altlarında duran uzun, ince bir paket gördü.
"O da ne?" dedi Ron, elinde paketinden yeni çıkmış bir cif: açık kahverengi çorapla uzanıp bakarak.
"Bilmem..."
Harry paketi parçalarcasına açtı ve görkemli, pırıl pırıl bir süpürge yatak örtüsünün üstüne yuvarlanınca
264
şaşkınlıkla içini çekti. Ron çoraplarını elinden düşürdü, daha yakından bakmak için yatağından zıplayıp kalktı.
Boğuk bir sesle, "İnanamıyorum," dedi.
Bir Ateşoku'ydu, Harry'nin her gün Diagon Yo-lu'nda görmeye gittiği, rüyalarının süpürgesinin tıpkısı. Eline alırken sapı ışıldıyordu. Onun titreştiğini hisseden Harry elinden bıraktı; süpürge, destek gerektirmeden havada asılı kaldı, tam onun binmesine uygun yükseklikteydi. Gözleri sapın tepesindeki alhn kayıt numarasından kuyruğu oluşturan son derece düzgün, aerodinamik huş ağacı dallarına kadar uzandı.
Ron saygılı bir sesle, "Bunu sana kim gönderdi?" diye sordu.
"Bak bakalım bir kart var mı?" dedi Harry.
Ron, Ateşoku'nun ambalaj kâğıdını parçalarcasına karıştırdı.
"Hiçbir şey yok! Vay canına, kim senin için bu kadar para harcar?"
"Eh," dedi, fena halde şaşırmış Harry. "Bahse girerim ki Dursley'ler değildir."
Ateşoku'nun etrafında dolanıp her görkemli santimini içine sindiren Ron, "Bahse girerim Dumbledo-re'dur" dedi. "Görünmezlik Pelerini'ni de sana isimsiz olarak göndermişti."
"Ama o babamındı. Dumbledore sadece babama ait olan bir şeyi bana veriyordu. Benim için yüzlerce Galle-on harcayamaz. Öğrencilere böyle şeyler vermeyi sürdüremez -"
"İşte bunun için de kendisinin gönderdiğini söylemi-
265
yor!" dedi Ron. "Malfoy gibi pislikler, seni kayırıyor demesin diye. Hey, Harry -" Ron keyifli bir kahkaha attı, "Malfoy! Hele seni bunun üstünde görsün! Gıcık olacak! Bu var ya, uluslararası standartlara uygun bir süpürge!"
Harry, bir elini Ateşoku'nun üstünde gezdirerek, "Buna inanamıyorum," dedi. Bu arada Ron, Harry'nin yatağına çökmüş, Malfoy'u düşünerek gülmekten yerlere yuvarlanıyordu. "Kim-?"
"Biliyorum," dedi Ron, kendine hâkim olarak. "Kim olabileceğini biliyorum - Lupin!"
"Ne?" dedi Harry, şimdi de o gülmeye başlamıştı. "Lupin mi? Bak, onun bu kadar altını olsaydı, kendine yeni cüppe alırdı."
"İyi de, seni seviyor," dedi Ron. "Ve senin Nim-bus'un parçalandığında burada değildi. Sonradan duymuş olabilir, Diagon Yolu'nü ziyaret edip sana bunu almaya karar vermiştir belki -"
"Burada değil miydi, ne demek istiyorsun?" dedi Harry. "Ben o maçta oynarken hastaydı."
"Eh, hastane kanadında değildi ama. Ben oradaydım, Snape'in cezası yüzünden yatak lazımlıklarını temizliyordum, unuttun mu?"
Harry ona bakıp kaşlarını çattı.
"Lupin'in böyle bir şeyi alacak parası olduğuna inanamıyorum."
"Siz ikiniz neye gülüyorsunuz?"
Hermione o sırada içeri girmişti, sırtında sabahlığı vardı ve boynuna kurdele bağlanmış, pek somurtkan görünen Crookshanks'i kucağında taşıyordu.
266
"Onu buraya getirme!" dedi Ron. Hemen yatağının derinliklerinden Scabbers'ı kaptı, pijamasının cebine yerleştirdi. Ama Hermione onu dinlemiyordu. Crooks-hanks'i Seamus'ın boş yatağına bırakmış, ağzı açık, Ateşoku'na bakıyordu.
"Ah, Harn/l Kim gönderdi bunu sana?"
"Hiçbir fikrim yok," dedi Harry. "İçinde kart falan yoktu."
Hayret ki Hermione ne heyecanlanmış ne de me-raklanmıştı. Tersine, yüzü asıldı ve dudağını ısırdı.
"Sana da neler oluyor?" dedi Ron.
Hermione yavaş yavaş, "Bilmiyorum," dedi. "Ama biraz garip, değil mi? Yani, bunun iyi bir süpürge olması gerekiyor, değil mi?
Ron kızgın kızgın öf çekti.
"Bu, dünyanın en iyi süpürgesi, Hermione," dedi.
"Öyleyse çok da pahalı olmalı..."
Ron mutlulukla, "Herhalde Slytherin'in bütün süpürgelerinin toplamından daha pahalıdır," dedi.
"Peki... Harry'ye bunca pahalı bir şeyi kim gönderir, hem de adını bile vermeden?" dedi Hermione.
"Kime ne?" dedi Ron sabırsızlanarak. "Baksana, Harry, bir deneyebilir miyim? Ha, deneyebilir miyim?"
"Bence o süpürgeye şimdilik kimse binmemeli!" dedi Hermione tiz bir sesle.
Harry ve Ron ona baktılar.
"Harry onunla ne yapsın peki?" dedi Ron. "Yerleri mi süpürsün?"
Ama daha Hermione cevap veremeden, Crooks-
267
hanks, Seamus'ın yatağından dosdoğru Ron'un göğsüne fırladı.
"ÇIKAR - ŞUNU - BURDAN!" diye böğürdü Ron. Crookshanks'in tırnakları pijamasını parçalarken, Scab-bers da omzundan çılgınca kaçmaya çalışıyordu. Ron, Scabbers'ı kuyruğundan yakaladı ve Crookshanks'e bir tekme savurdu, ama isabet ettiremedi. Ayağı Harry'nin yatağının ucundaki sandığa çarptı, onu devirdi. Ron acıyla uluyarak oracıkta zıplamaya koyuldu.
Birden Crookshanks'in tüyleri dikildi. Odayı tiz, te-nekemsi bir ısbk sesi dolduruyordu. Cep Sinsioskopu, Vernon Enişte'nin eski çoraplarından kurtulmuştu, yerde deli gibi dönüyor ve ışıl ışıl yanıyordu.
"Bunu unutmuştum!" dedi Harry, eğilip Sinsios-kop'u yerden alarak. "Mümkünse o çorapları hiç giymem..."
Sinsioskop avcunda dönüyor ve ıslık çalıyordu. Crookshanks de ona tıslayıp tükürüyordu.
"O kediyi burdan görürsen iyi olur, Hermione," dedi, küplere -binmiş Ron. Harry'nin yatağına oturmuş ayak başparmağını ovuyordu. "Şunu susturamaz mısın?" dedi Harry'ye de. Hermione odadan hızla çıkarken, Crookshanks de san gözleri hâlâ Ron'a dikili, hain hain bakıyordu.
Harry, Sinsioskop'u yeniden çorapların içine yerleştirip sandığının içine attı. Şimdi sadece Ron'un acı ve öfke iniltileri duyuluyordu. Scabbers, Ron'un ellerinde büzülmüştü. Harry onun Ron'un cebinden çıktığını son göreli epey olmuştu. Vaktiyle çok şişman olan Scab-
268
bers'ın şimdi çok zayıfladığını görmek onu şaşırttı, hiç de hoşuna gitmedi. Anlaşılan tüyleri de yer yer dökülmüştü.
"İyi görünmüyor, değil mi?" dedi Harry.
"Stresten!" dedi Ron. "O aptal, koca tüy torbası onu kendi haline bıraksa iyileşir!"
Harry ise, Sihirli Hayvanevi'ndeki kadının, farelerin üç yıl yaşadığını söyleyişini hatırladı. Scabbers şimdiye kadar hiç ortaya koymadığı güçlere sahip değilse, ömrünün sonuna geliyor demektir, diye düşünmekten kendini alıkoyamadı. Ron'un sık sık onun sıkıcı ve yararsız olduğundan yakınmasına rağmen, Scabbers ölürse perişan olacağını da düşündü.
O sabah'Gryffindor ortak salonunda Noel ruhunun hayli zayıf olduğu söylenebilirdi. Hermione, Crooks-hanks'i yatakhaneye kapatmıştı, ama ona tekme attığı için Ron'a da fena halde kızmıştı. Ron ise hâlâ Crooks-hanks'in Scabbers'ı yeme yolundaki son çabasına ateş püskürüyordu. Harry onları birbiriyle barıştırmaya çalışmaktan vazgeçti ve kendini, ortak salona getirdiği Ateşoku'nu incelemeye verdi. Nedense bu da Hermi-one'yi aynı derecede kızdırdı. Bir şey demedi, ama sanki o da kedisini eleştirmiş gibi, süpürgeye karanlık bakışlar atıyordu.
Öğle yemeğinde Büyük Salon'a gittiler. Bina masaları yine duvarların önüne çekilmişti. Salonun ortasında on iki kişilik tek bir masa duruyordu. Profesörlerden Dumbledore, McGonagall, Snape, Sprout ve Flitwick oradaydı. Her zamanki kahverengi ceketini çıkarmış, çok
269
eski ve birazcık küflü görünen bir frak giymiş olan hademe Filch de oradaydı. Masada sadece üç öğrenci vardı: son derece tedirgin görünen iki birinci sınıf öğrencisi ve asık suratlı bir Slytherin beşinci sınıf öğrencisi.
Harry, Ron ve Hermione masaya yaklaşırken, Dumbledore, "Mutlu Noel'ler!" dedi. "Sayımız o kadar az ki, bina masalarını kullanmak bana budalaca göründü - oturun, oturun!"
Harry, Ron ve Hermione masanın ucuna yan yana oturdular.
"Maytap!" dedi Dumbledore coşkuyla, kocaman gümüş rengi bir maytabın ucunu Snape'e uzattı. Snape gönülsüzce alıp çekti. Tabanca atışı gibi bir patlamayla maytap ikiye ayrıldı ve üzerinde içi dolmuş bir akbaba olan büyük, ucu sivri bir cadı şapkası ortaya çıktı.
Böcürt'ü hatırlayan Harry, Ron'la göz göze geldi, ikisi de gülümsediler. Snape'in ağzı kızgınlıktan incecik bir çizgi halini aldı, şapkayı Dumbledore'a doğru itti. O da şapkayı hemen kendi büyücü şapkasıyla değiştirdi.
Herkese" gülümseyerek masaya, "Yumulun!" diye emir verdi.
Harry kendine fırın patates alırken, Büyük Salon'un kapılan yeniden açıldı. İçeri giren Profesör Trelaw-ney'ydi, onlara doğru tekerlekler üzerinde yürüyörmüş gibi kayarak geliyordu. Yemek şerefine payetli yeşil bir elbise giymişti. Bu elbiseyle panl panl, kocaman bir yusufçuğa her zamankinden fazla benzemişti.
Dumbledore ayağa kalkarak, "Sybill, ne hoş sürp-dedi.
rız!
270
Profesör Trelav/ney, en puslu, en uzaklardan gelen sesiyle, "Kristal küreme bakıyordum, Müdür Bey," dedi. "Ve hayretler içinde kendimi tek başıma yediğim yemeği bırakmış, sizin yanınıza gelirken buldum. Ben kimim ki kaderin çağrısını reddedeyim? Aceleyle kulemden çıktım, lütfen beni bağışlayın, geç kaldığım..."
"Tabii, tabii," dedi Dumbledore, gözleri panldaya-rak. "Sana bir iskemle çekeyim -"
Gerçekten de asasıyla havadan bir iskemle çekti. İskemle güm diye Profesöı Snape ve Profesör McGona-gall'ın ortasına düşmeden önce, havada birkaç saniye döndü. Ama Profesör Trelavvney oturmadı; koskocaman gözleri masada dolaşıyordu. Birden küçük bir çığlık attı.
"Cesaret edemem, Müdür Bey! Eğer ben de masaya katılırsam, on üç kişi olacağız! Bundan bahtsız bir şey olamaz! Unutmayın ki on üç kişi birlikte yemek yerse, riasayı ilk terk eden kişi ilk ölen olur!"
Profesör McGonagall sabırsızlıkla, "Bu tehlikeyi göze alacağı/, *>vbill," dedi. "Şimdi otur, hindi buz gibi oldu."
Profesöı Trelawney duraksadı, sonra boş iskemleye oturdu. Gözlerini yummuştu, ağzı da sıkı sıkıya kapalıydı, sanki masaya yıldırım düşmesini bekliyormuş gibi. Profesör McGonagall en yakındaki kâsenin içine büyük bir kaşık soktu.
"İşkembe ister misin, Sybill?"
Profesör Trelawney ona aldırmadı. Gözlerini yemden açarak etrafa bir kez daha baktı ve sordu: "İyi ama, sevgili Profesör Lupin nerede?"
271
"Korkarım zavallı adam yine hasta/' dedi Dumble-dore, bir yandan da herkese tabağınıza yemek alın diye işaret ediyordu "Noel Günü böyle bir şey olması talihsizlik."
"Ama sen mutlaka bunu biliyordun, değil mi, Sybül?" dedi Profesör McGonagall, kaşları havad,
Profesör Trelawney, Profesör McGonagall'a çok soğuk bir bakış attı.
"Elbette biliyordum, Minerva," dedi yavaşça. "Ama insan Her-Şeyi-Bildiği gerçeğiyle gösteri., y apamaz. Ben genelde İç Göz'e sahip değilmiş gibi da% "anırım ki, başkaları tedirgin olmasın."
Profesör McGonagall ekşi bir sesle, "Bak, bu çok şeyi açıklıyor," dedi.
Profesör Trelawney'nin sesi birden çok daha puslu bir hal aldı.
"Eğer bilmen gerekiyorsa, Minerva, o zavallı Profesör Lupin'in uzun süre aramızda kalmayacağını gördüm. Kendisi de vaktinin az olduğunun farkında gibi. Onun için kristal küreye bakmayı teklif ettiğimde kaçtı desem yeridir -"
"Kimin aklına gelir?" dedi Profesör McGonagall, ince bir alayla.
Dumbledore, Profesör McGonagall ile Profesör Tre-lawney'nin konuşmalanna son veren neşeli ama biraz yüksek bir sesle, "Ben," dedi, "Profesör Lupin'in öyle acil bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunu sanmıyorum. Severus, ona yeniden İksir yaptın, değil mi?"
"Evet, Müdür Bey," dedi Snape.
272
"İyi. Öyleyse göz açıp kapayana kadar ayağa kalkacak demektir... Derek, bu parmaksosislerden aldın mı? Mükemmeldirler."
Birinci sınıf öğrencisi Derek, Dumbledore ona doğrudan doğruya hitap edince kıpkırmızı kesildi ve sosis tabağını titreyen ellerle aldı.
Profesör Trelawney, Noel yemeğinin ta sonuna kadar, yani iki saat süreyle adeta normal davrandı. Ama tıka basa doymuş olan ve hâlâ maytap şapkalarını takan Harry ile Ron masadan ilk kalkanlar olunca, acı bir çıtlık attı.
"Yavrularım! Hanginiz önce kalktı yerinden? Hanginiz?"
"Bilmem," dedi Ron, rahatsız rahatsız Harry'ye bakarak.
Profesör McGonagall soğuk bir edayla, "Eğer balta-lı bir deli Giriş Salonu'na ilk girecek olanı kesmek için dışarıda beklemiyorsa, pek fark edeceğini sanmıyorum," dedi.
Ron bile güldü. Profesör Trelawney ise çok alınmış göründü.
"Geliyor musun?" dedi Harr-y, Hermione'ye.
"Hayır," diye mırıldandı Hermione. "Profesör McGonagall'a söylemek istediğim bir şey var."
Hiçbir bal tali delinin bulunmadığı Giriş Salonu'na doğru giderlerken, "Herhalde başka derslere de girebilir mi diye soracak," dedi Ron esneyerek.
Portre deliğine vaıdıklarında, Sir Cadogan'ı iki keşiş, birkaç eski Hogwarts Müdürü ve tombul midillisiy-
273
le bir Noel partisinin keyfini çıkarırken buldular. Sir Cadogan miğfer başlığını yukarı itti ve bir koca şişe dolusu şekerli içkiyi onların şerefine havaya kaldırdı.
"Mutlu - hık - Noel'ler! Parola?"
"Adı köpek/' dedi Ron.
"Size de, efendim!" diye kükredi Sir Cadogau, resim ileri doğru açılıp onları içeri alırken.
Harry dosdoğru yatakhaneye gitti, Ateşoku'nu ve Hermione'nin doğum gününde ona verdiği Süpürge Bakım Seti'ni aldı. Unlan aşağı indirip Ateşoku'nun bakım yapılacak bir yanını aradı. Ancak, kesilecek kıvrık çalı teli lalan yoktu, sapı da öyle bir parlıyordu ki, cilalamak anlamsızdı. Ron'la ikisi oturup ona her açıdan hayran hayran bakmakla y etindiler. Ta ki portre deliği açılıp da yanında Profesör McGonagall'la birlikte Her-mione gelene kadar.
Profesör McGonagalI, Gryffindor binasının Başkan'ı olduğu halde, Harry onu ortak salonda daha önce bir tek kez görmüştü, o da çok vahim bir duyuruda bulunmak içindi. O ve.Ron, her ikisi de Ateşoku'nu ellerinde tutarak, Profesöı'e bakakaldı. Hermione çevrelerinden dolaştı, oturdu, en yakındaki kitabı aldı ve yüzünü içine gömdü.
Profesör McGonagalI şömineye yürüyüp Ateşo-ku'na boncuk gibi gözleriyle bakarak, "Demek bu, öyle mi?" dedi. "Miss Granger az önce sana bir süpürge gönde: ildiğini bildirdi, Potter."
Harry ve Ron dönüp Hermione'ye baktılar. Ters tuttuğu kitabın arkasında alnının kızardığını görebiliyorlardı.
274
"Müsaade eder misiniz?" dedi Profesör McGona-gall, ama Ateşoku'nu ellerinden almadan önce cevap vermelerini de beklemedi. Sapından çalı uçlarına kadar onu inceledi. "Hımmm. Ve herhangi bir not yoktu, öyle mi, Potter? Kart da yoktu? Herhangi bir mesaj da?"
"Hayır," dedi Harry, boş boş bakarak.
"Anlıyorum. Eh, korkarım bunu almak zorundayım, Potter."
"N-ne?" dedi Harry, ayağa fırlayarak. "Niye?"
"Uğursuzluk büyüsü için kontrol edilmesi gerekiyor," dedi Profesör McGonagall. "Tabii ben uzman değilim, ama eminim ki Madam Hooch ile Profesör Flit-wick onu söküp bakacaklardır -"
"Sökmek mi?" diye tekrarladı Ron, Profesör McGonagall aklını kaçırmış gibi.
"Birkaç haftadan fazla sürmez. Zararlı bir büyü olmadığını anladığımız anda geri alırsın."
Harry, sesi hafifçe titreyerek, "Hiçbir şeyi yok!" dedi. "Gerçekten, Profesör -"
"Bunu bilemezsin, Potter," dedi Profesör McGonagall şefkatle. "Yani, onunla uçmadan önce bilemezsin ve korkarım biz ona müdahale edilmediğinden emin olmadan önce uçman da imkânsız. Seni gelişmelerden haberdar ederim."
Profesör McGonagall olduğu yerde döndü ve Ateşoku'nu portre deliğinin ötesine taşıdı, delik arkasın-dın kapandı. Harry onun ardından bakakaldı, Rötuş Cilası kutusunu hâlâ sımsıkı elinde tutuyordu. Ron ise h şunla Hermione'ye döndü.
275
"Niye McGonagall'a yetiştirdin hemen?" Hermione kitabını bir kenara attı. Yüzü hâlâ pembeydi, ama ayağa kalktı ve meydı-n okurcasına Ron'un karşısına dikildi.
"Çünkü düşündüm ki -ve Profesör McGonagall da benimle aynı fikirde- o süpürgeyi Harry'ye büyük ihtimalle Sirius Black göndermiştir!"
276

GeCeLeR
12-10-2006, 01:47 AM
ON İKİNCİ BÖLÜM
Patronus

Harry, Hermione'nin niyetinin iyi olduğunu biliyordu ama, bu ona kızmasına engel değildi. Birkaç saat için dünyanın en iyi süpürgesine sahip olmuştu ve şimdi Hermione'nin işine karışması yüzünden bir daha onu görüp görmeyeceğini bilemiyordu. Ateşoku'nun temiz olduğundan emindi ama, bütün o büyü saptama testlerinden geçtikten sonra ne hale girecekti kim bilir?
Ron da Hermione'ye fena halde kızmıştı. Onun gözünde yepyeni bir Ateşoku'nun sökülmesi cinayetten başka şey değildi. Doğru şeyi yaptığını düşünen Her-mione ise ortak salondan kaçmaya başlamıştı. Harry ve Ron onun kütüphaneye sığındığını varsayıyorlardı, geri gelsin diye ikna etmeye çalışmadılar. Sonuçta, öğrencilerin geri kalanı Yeni Yıl'm hemen ardından dönüp, Gryffindor Kulesi bir kez daha kalabalık ve gürültülü bir hal alınca hoşnut oldular.
Wood, sömestr başlamadan önceki akşam Harry'yi aradı.
"İyi bir Noel geçirdin mi?" diye sordu. Sonra da ce-
277
vabını beklemeden oturdu, sesini alcalttı ve, "Noel'de biraz düşündüm, Harry," dedi. "Son maçtan sonra diyorum, anlıyorsun ya. Eğer Ruh Emici'ler önümüzdeki maça da gelirlerse... yani... senin şey yapmanı göze alamayız - yani -"
Wood sustu, ne diyeceğini bilemeyerek baktı.
Harry hemen, "Üstünde çalışıyorum," dedi. "Profesör Lupin, Ruh Emicileri savuşturmak için beni eğiteceğini söyledi. Bu hafta başlamamız gerekiyor. Noel'den sonra vaktim olur, dedi."
Yüzüne rahat bir ifade yerleşen Wood, "Ah," dedi, "öyleyse - Arayıcı olarak senden yoksun kalmak istemem, Harry. Peki, yeni bir süpürge sipariş ettin mi?"
"Hayır."
"Ne?! Hemen işe girişsen iyi olur, biliyor musun -Ravenclaw maçında o Kayan Yüdız'a binemezsin!"
"Noel'de ona bir Ateşoku yolladılar," dedi Ron.
"Ateşoku mu? Hayır! Cidden? Gerç-gerçek bir Ateşoku mu?"
Harry üzüntüyle, "Heyecanlanma, Oliver," dedi. "Artık bende değil. Gasp edildi." Ve Ateşoku'nün o anda uğursuzluk büyüsü var mı yok mu diye kontrol edildiğini açıkladı.
"Uğursuzluk büyüsü mü? Nasıl büyülenmiş olur ki?"
"Sirius Black," dedi Harry bezgin bezgin. "Benim peşimde olduğu söyleniyor. Bu yüzden de McGonagall süpürgeyi onun göndermiş olabileceğini düşünüyor."
Ünlü bir katilin Arayıcı'sının peşinde olduğu yo-
278
lundaki bilgiyi kulak arkası eden Wood, "Ama," dedi, "Black bir Ateşoku almış olamaz kü Adam kaçak! Bütün ülkede aranıyor! Kaliteli Quidditch Malzemeleri dükkânına dalıp süpürge mi almış yani?"
"Biliyorum," dedi Harry, "ama McGonagall yine de onu sökmek istiyor -"
VVood'un rengi soldu.
"Gidip onunla konuşacağım, Harry," diye söz verdi. "Mantıklı davranmasını sağlarım... Bir Ateşoku.., takımımızda gerçek bir Ateşoku... Gıyffindor'ın kazanmasını o da bizim kadar ister... Mantıklı davranmasını sağlayacağım... bir Ateşoku..."
Ertesi gün dersler yeniden başladı. Buz gibi bir ocak sabahında insanın en az yapmak isteyeceği şey, okul arazisinde iki saat geçirmektir. Ama Hagrid onları eğlendirmek için semenderlerle dolu bir şenlik ateşi yakmıştı Kuru tahtalar ve yapraklar toplayarak ateşi alev alev yanar halde tuttular ve son derece iyi bir ders geçirdiler. Alevlere bayılan kertenkeleler de ufalanan, akkor haline gelmiş kütükler arasında yukarı aşağı Koşuşturup durdu. Dönemin ilk Kehanet dersi ise hi3 de bu kadar eğlenceli değildi. Profesör Trelawney şimdi onlara el falı öğretiyordu ve zerre kadar vakit kaybetmeden Harı y'ye, hayatında gördüğü en kısa ömür çizgisine sahip olduğunu söyledi.
Harry'nin girmek için asıl can attığı ders, Karanlık
279
Sanatlara Karşı Savunma'ydı. VVood'la konuşmasından sonra, Ruh Emici-Savuşturma derslerine mümkün olduğunca çabuk başlamak istiyordu.
Harry dersin sonunda ona vaadini hatırlatınca Lu-pin, "Ah, evet," dedi. "Dur bakayım... Perşembe akşa-TU saat sekiz nasıl? Sihir Tarihi sınıfı yeterince büyük, sanırım... Bunu nasıl yapacağımızı dikkatle düşünmem gerek... üzerinde alıştırma yapmak için şatoya gerçek bir Ruh Emici getiremeyiz..."
Yemeğe gitmek için koridordan geçerlerken, Ron, "Hâlâ hasta görünüyor, değil mi?" dedi. "Sence nesi var?"
Arkalarından gürültülü ve sabırsız bir "hah" sesi yükseldi. Hermione'ydi, bir zırhın ayakları dibinde oturmuş, kitaplarla tıkış tıkış dolu olduğu için kapanmayan çantasını yeniden yerleştiriyordu.
Ron sinirli sinirli, "Ne hahlıyorsun bize öyle?" dedi.
Hermione kibirli bir sesle, "Hiç," dedi, çantasını yeniden omzuna attı.
"Evet, hahladın," dedi Ron. "Lupin'in nesi olduğunu merak ettiğimi söyledim, sen de -"
Hermione insanı çıldırtan bir tepeden bakışla, "Eh, besbelli değil mi?" dîye sordu.
"Bize söylemek istemiyorsan, söyleme," diye cevabı yapıştırdı Ron.
"İyi," dedi Hermione azametle. Yürüyüp gitti.
Onun arkasından gücenik gücenik bakan Ron, "Hiçbir şey bildiği yok," dedi. "Sadece onunla yeniden konuşmamızı sağlamaya çalışıyor."
280
Perşembe akşamı saat sekizde, Harry, Gryffindor Kulesi'nden ayrılarak Sihir Tarihi sınıfına doğru yola koyuldu. Oraya vardığında sınıf karanlık ve boştu, ama o, lambaları asasıyla yaktı. Henüz beş dakika beklemişti ki, Profesör Lupin büyük bir sandıkla çıkageldi. Sandığı Profesör Binns'in masasına koydu.
"O ne?" diye sordu Harry.
Lupin pelerinini çıkartarak, "Yine bir Böcürt," dedi. "Geçen salıdan beri şatoyu tarıyorum, ne şans ki bunu Mr Filch'in dosya dolabına sinmiş halde buldum. Gerçek bir Ruh Emici'ye bundan fazla benzeyenini bulamayız. Böcürt seni görünce Ruh Emici'ye dönüşecek, biz de onun üzerinde alıştırma yapacağız. Kullanmadığımız zaman onu odamda saklayabilirim, masamın altında hoşuna gidecek bir dolap var."
"Tamam," dedi Harry. Hiç korkmuyormuş ve sadece T^upin gerçek bir Ruh Emici'nin yerine geçecek bu kadar i"7i bir vekil bulduğu için hayatından memnunmuş gibi bj- ses tonuyla konuşmaya çalışıyordu.
"Pekâlâ..." Profesör Lupin kendi asasını çıkardı ve Harry'ye de aynı şeyi yapması için işaret etti. "Birazdan deneyeceğim ve sana da öğreteceğim büyü, çok ileri derecede bir sihirdir, Harry - Sıradan Büyücülük Düzeyi'nin çok ötesinde. Buna Patronus Büyüsü denir."
Harry kaygıyla, "Nasıl işler?" dedi.
"Eh, gerektiği gibi işleyince bir Patronus meydana getirir," dedi Lupin. "Bu da bir tür Ruh Emici-savuştu-
281
l
rucudur - seninle Ruh Emici arasında kalkan görevi gören bir koruyucu."
Harry birden kendini, elinde büyük bir sopa tutan Hagrid boyunda bir şeklin arkasına çömelmiş olarak gördü. Profesör Lupin devam etti: "Patronus, bir tür pozitif güçtür; Ruh Emici'ııin beslendiği şevlerin -umat, mutluluk, varlığım sürdürme arzusu—bir ysnsı-masıdır, ama gerçek insanlar gibi umutsuzluk hissetmez, bu yüzden de Ruh Emici'lerin ona z:.arı dokunmaz. Ama seni uyarmalıyım, Harry. Bu b'iyü senin için çok ileri olabilir. Birçok usta büyücü onu yapmakta güçlük çekmiştir."
Harry merakla, "Bir Patronus neye benzer?" diye sordu.
"Onları yaratan büyücüye bağlı, hepsi farklı farklıdır."
'Teki, nasıl yapılıyor?"
"İki sihirli sözle. Ama sadece var gücünle tek ve mutlu bir anı üzerinde konsantre olursan işler."
Harry kafasında mutlu bir anı arandı. Dursley'lerde başına gelen lüçbir şey söz konusu bile olamazdı. Sonunda, bir süpürgeye ilk kez bindiği anda karar kıldı.
"Tamam," dedi, içindeki o harika, şahane duyguyu tam olarak hatırlamaya çalışarak.
"Sihirli sözler şunlar," dedi Lupin, boğazını temizledi. "Expecto patronum!"
"Expecto patronum," diye tekrarladı Harry alçak sesle, "expecto patronum."
"Mutlu anıya var gücünle konsantre oluyor musun?"
282
"Ah - evet," dedi Harry, düşüncelerini hemencecik o ilk süpürge sefasına dönmeye zorladı. "Expecto patrona - hayır, patronum - özür dilerim — ezpecto patronum, expecto patronum -"
Aniden asasının ucundan bir şey vıj diye fırladı; gümüşi renkte bir gaz tutamağına benziyordu.
Harry heyecanla, "Gördünüz mü?" diye sordu. "Bir şey oldu!"
Lupin gülümseyerek, "Çok iyi," dedi. "Peki öyleyse - bir Ruh Emici üzerinde denemeye hazır mısın?"
"Evet," dedi Harry. Asasını sıkı sıkı kavradı ve boş sınıfın ortasına doğru yürüdü. Aklını uçma üzerinde tutmaya çalışıyordu, ama araya giren başka bir şey vardı... Her an, annesini yeniden duyabilirdi... ama bunu düşünmemeliydi, yoksa sahiden de duyardı, oysa bunu istemiyordu - yoksa istiyor muydu?
Lupin sandığın kapağını tuttu ve çekti.
Bir Ruh Emici yavaşça kutudan yükseldi, kukuletalı yüzü Harry'ye döndü. Islak ıslak ışıldayan, lekeli bir el kendi pelerinini kavradı. Sınıftaki lambalar titreşerek söndü. Ruh Emici kutudan çıktı ve derin derin, hırıltılı bir nefes alarak sessizce Harry'ye doğru kaymaya koyuldu. Harry'yi iliklerine işleyen bir soğuk dalgası sardı-
"Expecto patronum!" diye haykırdı Harry. "Expecto patronum! Expecto -"
Ama hem sınıf, hem de Ruh Emici kaybolmaya başlamıştı... Harry yine kalın beyaz bir sisin içine düşüyordu ve annesinin her zamankinden de yüksek sesi, kafa-
283
sının içinde yankılanıyordu - "Harry'yi bırak! Harry'yi bırak! Lütfen - ne istersen yaparım -"
"Kenara çekil - kenara çekil, kızım -"
"Harry!"
Harry sarsılarak kendine geldi. Yerde sırtüstü yatıyordu. Sınıfın lambaları yeniden yanmıştı. Neler oldu diye sormadı.
"Özür dilerim/' diye mırıldandı. Doğrulup oturdu ve gözlüğünün ardından soğuk ter süzuldüğünü hissetti.
"İyi misin?" dedi Lupin.
"Evet..." Harry kendini sıralardan birine çekti ve ona yaslandı.
"Al -" Lupin ona bir Çikolatalı Kurbağa verdi. "Yeniden denemeden önce bunu ye. İlk seferinde yapmanı beklememiştim. Doğrusunu istersen, yapsan şaşırırdım."
Harry, Kurbağa'nın kafasını ısırıp kopararak, "Gittikçe kötüleşiyor," dedi. "Bu sefer annemin sesi daha yüksekti - ve onun - Voldemorf un -"
Lupin her zamankinden daha solgun göründü.
"Harry, eğer devam etmek istemiyorsan, çok iyi anlarım bunu -"
"İstiyorum ama!" dedi Harry hiddetle. Çikolatalı Kurbağa'nın geri kalanını ağzına tikti. "Yapmak zorundayım! Ya Ruh Emiciler Ravenclaw maçımıza da gelirlerse? Yeniden düşmeyi göze alamam. Bu oyunu kaybedersek, Quidditch Kupası'nı da kaybederiz!"
"Peki öyleyse..." dedi Lupin. "Başka bir anı seçmek
284
isteyebilirsin, mutlu bir anı. Yani, üzerinde konsantre olmak için diyorum... Anlaşılan öteki anın yeterince kuvvetli değilmiş..."
Hany düşündü, düşündü ve sonunda, geçen yıl Gryffindor'un Okul Şampiyonası'nı kazandığı sıradaki duygularının kesinlikle çok mutlu sayılabileceğine karar verdi. Asasına yeniden sımsıkı sarıldı ve sınıfın ortasında yerini aldı.
"Hazır mısın?" dedi Lupin, kutunun kapağını kavrayarak.
"Hazırım," dedi Harry. Var gücüyle, kafasını kutu açılınca neler olacağına ilişkin karanlık düşüncelerle değil, Gryffindor'un galibiyetine ilişkin mutlu düşüncelerle doldurmaya çalışıyordu.
"Haydi!" dedi Lupin, kapağı kaldırarak. Oda bir kez daha buz gibi söğüdü, karardı. Ruh Emici öne doğru kayarcasına ilerledi. Çürümekte olan bir elini Harr/ye doğru uzatarak hırıltıyla nefes alıyordu -
"Expecto patronum!" diye haykırdı Harry. "Expecto patronum! Expecto pat -"
Beyaz sis, duyularını sildi... çevresinde kocaman, flulaşrruş şekiller hareket ediyordu... sonra yeni bir ses geldi, bir adamın sesi, haykıran, panik içinde bir ses -
"Lily, Harry'yi al ve git! Bu o! Git! Koş! Ben onu oyalarım-"
Bir odadan sendeleyerek gelen birinin sesleri - hızla açılan bir kapı - tiz sesli, gıdaklar gibi bir kahkaha -
"Harry! Harry... uyan..."
Lupin, Harry'nin yüzüne şiddetli tokatlar atıyordu.
285
Bu sefer Harry neden tozlu bir sınıf döşemesinde yattığını anlayana kadar aradan bir dakika geçti.
"Babamı duydum," diye mırıldandı Harry. "Onun sesini ilk kez duyuyorum - Voldemort'u oyalamaya çalıştı, annem kaçacak vakit bulsun diye..."
Harry birden yüzünde yaşlar olduğunu fark etti, tere karışmışlardı. Lupin görmesin diye yüzünü mümkün olduğunca eğip, ayakkabısının bağını bağlama bahanesiyle, yaşları cüppesine sildi.
Lupin garip bir sesle, "James'i mi duydun?" dedi.
"Evet..." Harry, yüzü kuru, başını kaldırıp baktı. "Niye - babamı tanımıyordunuz, değil mi?"
"Ben - ben tanıyordum aslında," dedi Lupin. "Hog-warts'ta arkadaştık. Dinle, Harry - belki de bu gecelik burada bırakmalıyız. Bu büyü, saçmalık derecesinde ileri bir büyü... Sana bütün bunları yaşatabilecek bir şeyi hiç önermemeliydim -"
"Hayır!" dedi Harry. Yeniden ayağa kalktı. "Bir kez daha deneyeceğim! Yeterince mutluluk verici şeyler düşünmüyorum, mesele bu... bir dakika bekleyin..."
Beynini zorladı. Sahiden, sahiden mutlu bir anı... iyi, güçlü bir Patronus'a dönüştürebileceği bir anı...
Büyücü olduğunu, Dursley'lerden ayrılıp Hog-warts'a gideceğini ilk öğrendiği an! Artık bu da mutlu bir anı değilse, ne mutlu anı sayılırdı, bilmiyordu... Pri-vet Drive'dan ayrılacağını anladığında hissettiklerine var gücüyle konsantre olarak ayağa kalktı ve bir kez daha sandığın karşısına geçti.
"Hazır mısın?" dedi Lupin, bunu, doğru olmadığını
286
bile bile yapıyor gibiydi. "İyice konsantre oldun mu? Peki - haydi!"
Sandığın kapağını üçüncü kez kaldırdı ve Ruh Emici içinden yükseldi; oda soğuk ve karanlığa büründü -
"DCPECTO PATRONUM!" diye haykırdı Harry. "EXPECTO PATRONUM! EXPECTO PATRONUM!"
Harry'nin başının içindeki çığlık yeniden başlamıştı - ama bu kez ayarı iyi yapılmamış bir radyodan gelir gibiydi. Daha alçak, daha yüksek, sonra yine daha ai-çak... Ve hâlâ Ruh Ernici'yi görebiliyordu... duraklamıştı... Sonra Harry'nin asasının ucundan muazzam, gümüş rengi bir gölge fışkırdı. Onunla Ruh Emici arasında havada durdu. Harry'nin bacakları su gibi olsa da, hâlâ ayaklarının üstünde duruyordu... ancak, daha ne kadar duracağım bilemiyordu...
Lupin öne fırlayarak, "Riddikulus!" diye kükredi.
Gürültülü bir çatırtı duyuldu ve Harry'nin bulutlu Patronus'u, Ruh Emici'yle birlikte yok oldu. Harry bir iskemleye çöktü, kendini sanki bir mil koşmuş kadar bitkin hissediyordu, bacakları titriyordu. Gözünün ucuyla Profesör Lupin'in asasıyla Böcürt'ü sandığa dönmeye zorladığını gördü. Böcürt yine gümüşi bir küreye dönüşmüştü.
Lupin hızlı adımlarla Harry'nin oturduğu yere gelerek, "Mükemmel!" dedi. "Mükemmel, Harry! Bu kesinlikle bir başlangıçtı!"
"Bir kez daha deneyebilir miyiz? Bir kerecik daha?"
"Şimdi değil," dedi Lupin kararlı bir şekilde. "Bir gece için yeterince denedin. Al -"
287
Ona Balyumruk'un en iyi çikolatalarının birinden koca bir parça uzattı.
"Hepsini ye, yoksa Madam Pomfrey kanımı içer. Önümüzdeki hafta aynı saat, tamam mı?"
"Tamam," dedi Harry. Çikolatadan bir lokma ısırdı ve Lupin'in, Ruh Emici ortadan kaybolunca yeniden yanmış lambaları söndürmesini izledi. Birden aklına bir şey geldi.
"Profesör Lupin?" dedi. "Madem babamı tanıyordunuz, Sirius Black'i de tanıyor olmalısınız."
Lupin hızla döndü.
Haşin bir sesle, "Bunu da nerden çıkardın?" dedi.
"Hiç - yani, Hogwarts'ta arkadaş olduklarını biliyordum da..."
Lupin'in yüzü gevşedi.
"Evet, tanıyordum," dedi. "Ya da tanıdığımı sanıyordum. Artık gitsen iyi olur, Harry, saat geç oldu."
Harry sınıftan çıktı, bir koridor boyunca yürüdü, bir köşeyi döndü. Sonra bir zırhın arkasından dolanarak kaidesine__oturup çikolatasını bitirdi. Keşke Black'in sözünü etmeseydim diye düşünüyordu, çünkü belli ki Lupin bu konuda hiç hevesli değildi. Sonra Harry'nin düşünceleri yeniden annesiyle babasına gitti...
Boğazına kadar çikolatayla dolu olduğu halde kendini güçsüz ve garip bir şekilde boş hissediyordu. Annesiyle babasının son anlarının kafasının içinde yeniden canlandığını duymak korkunç olsa da, Harry küçücük bir çocuk olduğundan bu yana onlann sesini ilk defa duyuyordu. Ama bir taraftan annesiyle babasının se-
288
sini duymayı istediği müddetçe, asla doğru dürüst bir Patronus yapamazdı...
Kendi kendine sertçe, "Onlar öldü," dedi. "Öldüler ve yankılarını dinlemek de onları geri getirmez. O Qu-idditch Kupasını istiyorsan, kendine hâkim olman gerek."
Ayağa kalktı, son çikolata parçasını ağzına tıktı ve Gryffindor Kulesi'nin yolunu tuttu.
Ravenrlavv sömestrin ilk haftasında Slytherin'le oynadı. Slytherin çok az farkla kazandı. VVbod'a göre, bu sonuç Gryffindor açısından hayırlıydı, onlar da Ra\ enc-law'u venerlerse ikinci olurlardı. Harry bu yüzden antrenman sayısını haftada beşe çıkardı. Lupin'in altı Qu-idditch antrenmanından daha yorucu olan Ruh Emici-
./
Savuşturma derslerini de katınca, Harry'ye ev ödevlerini yapmak için haftada sadece bir gece kalıyordu. Yine de bu zorlamanın izlerim, omuzlarındaki muazzam yükün nihayet etkiliyor gibi göründüğü Hermione kadar göstermiyordu. Hermione'y i hiç sektirmeden her gece ortak salonun bir köşesinde görmek mümkündü Birkaç masaya kitaplarını, Aritmansi çizelgelerini E^ki işaretler sözlüklerini, ağır şeyler kaldırmış Mu^gle'îan gösteren şemaları ve dosyalar dolusu ayrıntılı notlarını yayıyordu. Hemen hemen hiç kimseyle konuşmuyordu, biri çalışmasını yarıda bölünce de tepesi atıyoıdu. Bir akşnm Harry oturmuş, Snape için Fark Edilme-
Ona Balyumruk'un en iyi çikolatalarının birinden koca bir parça uzattı.
"Hepsini ye, yoksa Madam Pomfrey kanımı içer. Önümüzdeki hafta aynı saat, tamam mı?"
"Tamam," dedi Harry. Çikolatadan bir lokma ısırdı ve Lupin'in, Ruh Emici ortadan kaybolunca yeniden yanmış lambaları söndürmesini izledi. Birden aklına bir şey geldi.
"Profesör Lupin?" dedi. "Madem babamı tanıyordunuz, Sirius Black'i de tanıyor olmalısınız."
Lupin hızla döndü.
Haşin bir sesle, "Bunu da nerden çıkardın?" dedi.
"Hiç - yani, Hogvvarts'ta arkadaş olduklarını biliyordum da..."
Lupin'in yüzü gevşedi.
"Evet, tanıyordum," dedi. "Ya da tanıdığımı sanıyordum. Artık gitsen iyi olur, Harry, saat geç oldu."
Harry sınıftan çıktı, bir koridor boyunca yürüdü, bir köşeyi döndü. Sonra bir zırhın arkasından dolanarak kaidesinejoturup çikolatasını bitirdi. Keşke Black'in sözünü etmeseydim diye düşünüyordu, çünkü belli ki Lupin bu konuda hiç hevesli değildi. Sonra Harr/nin düşünceleri yeniden annesiyle babasına gitti...
Boğazına kadar çikolatayla dolu olduğu halde kendini güçsüz ve garip bir şekilde boş hissediyordu. Annesiyle babasının son anlarının kafasının içinde yeniden canlandığını duymak korkunç olsa da, Harry küçücük bir çocuk olduğundan bu yana onların sesini ilk defa duyuyordu. Ama bir taraftan annesiyle babasının se-
288
sini duymayı istediği müddetçe, asla doğru dürüst bir Patronus yapamazdı...
Kendi kendine sertçe, "Onlar öldü," dedi. "Öldüler ve yankılarını dinlemek de onları geri getirmez. O Qu-idditch Kupasını istiyorsan, kendine hâkim olman gerek."
Ayağa kalktı, son çikolata parçacım ağzına tıktı ve Gryffindor Kulesi'nin yolunu tuttu.
Ravenrlaw sömestrin ilk haftasında Slytherin'le oynadı. Slytherin çok az farkla kabandı. Wood'a göre, bu sonuç Gryffındor açısından hayırlıydı, onlar da Ra\ enc-law'u yenerlerse ikinci olurlardı. Harry bu yüzden antrenman sayısını haftada beşe çıkardı. Lupin'in altı Qu-idditch antrenmanından daha yorucu olan Ruh Emici-Savuşturma derslerini de katmca, Harry'ye ev ödevlerini yapmak için haftada sadece bir gece kalıyordu. Yine de bu zorlamanın izlerini, omuzlarındaki muazzam yükün nihayet etkiliyor gibi göründüğü Hermione kadar göstermiyordu. Hermione'y i hiç sektirmeden her gece ortak salonun bir köşesinde görmek mümkündü Birkaç masaya kitaplarını, Aritrnansi çizelgelerini E?ki işaretler sözlüklerini, ağır şeyler kaldırmış Muggle'ları gösteren şemaları ve dosyalar dolusu ayrıntılı notlarını yayıyordu. Hemen hemen hiç kimseyle konuşmuyordu, biri çalışmasını yarıda bölünce de tepesi atıyoıdu.
Bir akşam Harry oturmuş, Snape için Fark Edilme-
yen Zehirler hakkında belalı bir ödevi bitirirken, Ron, "Bunu nasıl yapıyor?" diye sordu. Harry başını kaldıı-dı. Hermione yıkılacakmış gibi duran bir kitap yığınının ardında neredeyse gözden kaybolmuştu.
"Neyi nasıl yapıyor?"
"Bütün derslerine nasıl girebiliyor?" dedi Ron. "Bu saoah onu Aritmansi cadısı Profesör Vector'la konuşurken duydum. Dünkü dersten söz ediyorlardı, ama Hermione o derste olamaz, çünkü Sihirli Yaratıkların Bakımı'nda bizimle birlikteydi! Ve Ernie McMillan bana onun bir tek Muggle Araştırmaları dersini bile kaçırma-dığını söyledi. Oysa bu derslerin yarısı Kehanet'le aynı saatte. Kehanet derslerinin de hiçbirini kaçırmadı."
Harry'nin o an Hermione'nin imkânsız ders programının esrarını çözecek vakti yoktu. Snape'in ödevini yazmaya gerçekten devam etmesi gerekiyordu. Ne var ki, iki saniye sonra yeniden çalışması bölündü. Bu seferki, Wood'du.
"KöKfhaber, Harry. Az önce Ateşoku için Profesör McGonagall'ı görmeye gittim. O - şey - bana biraz kötü davrandı. Bana önceliklerimin yanlış olduğunu söyledi. Senin hayatta kalmandan çok Kupa'yı kazanmaya önem verdiğimi düşündü sanırım. Üstelik de sırf, önce Snitch'i yakalayacak olduktan sonra Ateşoku'nün seni sırtından atmasına aldırmadığımı söyledim diye." Wo-od inanmazlıkla başını salladı. "Gerçekten, ne biçim bağırdı bana... Korkunç bir şey söylemişim sanırsın. Sonra ona süpürgeyi daha ne kadar tutacağını sordum..." Yüzünü buruşturup Profesör McGonagall'ın sert sesini
290
taklit etti: " 'Gerektiği kadar, Wood'... Sanırım yeni bir süpürge sipariş etme vaktin geldi, Harry. Hangi Süpür-ge'nin arkasında bir sipariş formu var... Malfoy gibi sen de bir Nimbus İki Bin Bir akabilirsin."
"Malfoy'un iyi olduğunu düşündüğü hiçbir şeyi alacak değilim," dedi Harry, kararlı bir şekilde.
Ocak çaktırmadan şubata dönüştü, dondurucu soğuk havada değişiklik olmadı. Ravenclaw maçı gittikçe yaklaşıyordu, ama Harry hâlâ yeni bir süpürge ısmarlamamış ti. Artık, her Biçim Dsğiştirme dersinin arkasından, Hermione yüzünü kaçılarak hızla yanlarından geçer, Ron da umutla yanı başında dikilirken, Profesör McGonagall'a Ateşoku'nu soruyordu.
On ikinci seferde, o daha ağzını bile açmadan, Profesör McGonagall, "Hayır, Potter, alamazsın," dedi. "Süpürgeyi bilinen lanetlerin çoğu için kontrol ettik, ama Profesör Flitwick bir Üzerinden Atma Nazarı olabileceğini düşünüyor. Kontrollerimiz sona erdiğinde ben sana söylerim. Lütfen artık başımın etini yemekten vazgeç."
İşin fena tarafı, Harry'nin Ruh Emici-Savuşturma dersleri de umduğu kadar iyi gitmiyordu. Birkaç ders sonra Böcürt-Ruh Emici ona heı yaklaştığında belirsiz, gümüşi bir gölge yaratmayı başa/ır olmuştu. Ama Pat-ronus'u, Ruh Emici'yi uzaklaştıra-nayacak kadar zayıftı. Yarı saydam bir bulut gibi havr da durarak, onu ora-
291
l
da tutmak için çırpınan Harry'nin enerjisini emiyordu. Harry kendine kızıyordu, annesiyle babasının seslerini yeniden duyma yolundaki gizli arzusu, ona suçluluk duygusu veriyordu.
Çalışmaya başladıklarının dördüncü haftasında Profesör Lupin kesin bir ifadeyle, "Kendinden çok fazla şey bekliyorsun," dedi. "On üç yaşında bir büyücü içm, belli belirsiz bir Patronus bile büyük basandır. Artık hiç olmazsa kendinden geçmiyorsun, değil mi?"
Harry, morali bozuk halde, "Bir Patronus - Ruh Emici'leri püskürtür falan diye düşünmüştüm," dedi. "Onları yok eder diye -"
"Gerçek Patronus bunu yapar," dedi Lupin. "Ama sen de çok kısa sürede büyük şeyler basardın. Eğer bir sonraki Quidditch maçında Ruh Emici'ler ortaya çıkarsa, onları yere inecek kadar uzun süre uzakta tutabilirsin."
"Çok sayıda oldukları vakit daha zor olur demiştiniz."
Lupin gülümseyerek, "Sana güvenim tam," dedi. "Al bakalım - bir içkiyi hak ettin. Üç Süpürge'den, daha önce denemediğin bir şey -"
Çantasından iki şişe çıkardı.
Harry düşünmeden, "Kaymakbirası!" dedi. "Evet, çok severim!"
Lupin tek kaşını kaldırdı.
"Şey - Ron ile Hermione, Hogsmeade'den gelirken bana biraz getirmişlerdi," diye palavrayı attı Harry hemen.
292
"Anlıyorum," dedi Lupin, oysa yine de biraz şüp-heleniyormuş gibi bir hali vardı. "Neyse - Gryffin-dor'un Ravenclaw'a karşı zaferine içelim! Tabii benim taraf tutmamam gerekiyor, hoca olarak..." diye ekledi çabucak.
Kaymakbira'lannı sessizce içtiler, derken Harry bir süredir merak ettiği bir şeyi sordu.
"Bir Ruh Emici'nin kukuletasının altında ne var?"
Profesör Lupin düşünceli düşünceli şişesini indirdi.
"Hımmm... eh, bunu gerçekten bilen kişiler artık bize söyleyebilecek durumda değil. Anlıyorsun ya, Ruh Emici kukuletasını ancak son ve en kötü silahını kullanmak için açar."
"Nedir o?"
Lupin, biraz çarpık bir tebessümle, "Ruh Emici Öpücüğü diyorlar," dedi. "Ruh Emici'ler bunu, tamamen yok etmek istedikleri kişilere yapar. Sanırım o kukuletanın altında bir tür ağız var, çünkü çenelerini kurbanlarının ağzına yapıştırıyor ve - ve ruhunu emiyorlar."
Harry boş bulunup birkaç damla Kaymakbirası tü-kürdü.
"Ne - öldürüyorlar mı -?"
"Ah, hayır," dedi Lupin. "Daha da beteri. Biliyorsun, beynin ve kalbin çalışmayı sürdürdükçe ruhsuz da Vcriığını sürdürebilirsin. Ama artık hiçbir benlik duygun, hafızan... hiçbir şeyin olmaz. Düzelme şansın sıfırdır. Sadece - var olursun. Boş bir kabuk gibi. Ve ruhun c'a ebediyen gider... kaybolur."
293
Lupin biraz daha Kaymakb.'rası içti, sonra da, "Bu, Sirius Black'i bekleyen kader," aedi. "Bu sabah Gelecek Postast'nda yazıyordu. Bakanlık onu bulurlarsa böyle yapmalan için Ruh Emici'lere izin vermiş."
Harry bir an, birinin ruhumu ağzından emilip çekilmesi fikriyle nutku tutulmuş halde oturdu. Ama sonra Black'i düşündü.
Birden, "Hak ediyor," dedi.
Lupin kayıtsız bir sesle, "Öyle r-i dersin?" diye sordu. "Herhangi birinin bunu hak ettiğini düşünüyor musun gerçekten?"
"Evet," dedi Harry, meydan okurcasına. "Bazı... bazı şeyler için."
Lupin'e Üç Süpürge'de kulak misafiri olduğu konuşmayı anlatmak isterdi. Black'in annesiyle babasına ihanet edişini de. Ama bunlan anlatınca, Hogsmeade'e izinsiz gittiği de ortaya çıkacaktı ve Lupin'in bundan pek memnun kalmayacağını biliyordu. Omın için Kay-makbirası'm bitirdi, Lupin'e teşekkür etti ve Sihir Tarihi sınıfından çıktı.
Kendi kendine, yoksa bir Ruh Emici'nin kukuletasının alfanda ne olduğunu sormasa mıydım, diye düşündü, cevap o kadar korkunçtu. Tam ruhunun emilip alınmasının nasıl bir duygu olduğu gibi tatsız düşüncelere dalmıştı ki, merdivenlerin orta yerinde Proresör McGo-nagall'a tosladı.
"Önüne bak, Potter!"
"Özür dilerim, Profesör -"
"Ben de şimdi Gryffindor ortak salonunda sana
294
baktım. Eh, burada işte, aklımıza gelen her yönteme başvurduk ve hiçbir şeyi yokmuş gibi görünüyor - bir yerlerde çok iyi bir dostun var, Potter..."
Harry'nin ağzı açık kaldı. Profesör elinde, her zamanki kadar harika görünen Ateşoku'nu tutuyordu.
Cılız bir sesle, "Yani geri alabilir miyim?" diye sordu Harry. "Sahiden?"
"Sahiden," dedi Profesör McGonagall, şimdi resmen gülümsüyordu. "Sanırım cumartesi günkü maçtan önce elin alışsın istersin, değil mi? Ve Potter, lütfen kazanmaya çalış, tamam mı? Yoksa arka arkaya sekizinci yıldır Kupa şansımızı kaybetmiş olacağız. Profesör Sna-pe daha dün gece bana bunu hatırlatmak nezaketini gösterdi..."
Söyleyecek şey bulamayan Harry, Ateşoku'nu yukarı, Gryffindor Kulesi'ne doğru taşıdı. Bir köşeyi dönerken, ağzı kulaklarında ona doğru koşan Ron'u gördü.
"Verdi, ha? Mükemmel! Dinle, hâlâ deneyebilirim, değil mi? Yarın?"
"Evet... nasıl istersen..." dedi Harry, kalbi bir aydır olduğundan daha hafifti. "Bak ne diyeceğim - Hermione ile barışmalıyız. Sadece yardım ermeye çalışıyordu..."
"Tamam," dedi Ron. "Az önce ortak salondaydı -çalışıyordu, değişiklik olsun diye!"
Gryffindor Kulesi'ne giden koridora saptılar ve Sir Cadogan'a yalvaran Neville Longbottom'ı gördüler. Anlaşıldığı kadarıyla Sir Cadogan onu içeri almayı reddediyordu.
295
Neville, gözleri yaşlı, "Onları bir yere yazmıştım," diyordu, "ama düşürmüş olmalıyım!"
"Ben de inandım!" diye kükredi Sir Cadogan. Sonra, Harry ile Ron'u gördü. "İyi akşamlar, genç soylu hizmetkârlarım! Gelin de bu deliyi demire vurun, içeriye zorla girmeye çalışıyordu."
"Öf, kes sesini," dedi Ron, Harry ile ikisi Neville''in yanına geldiklerinde.
Neville, perişan bir halde, "Parolaları kaybettim," dedi. "Bu hafta kullanacağı parolaları ona soylcttiydim, çünkü ikide bir değiştiriyor ve şimdi de onları ne yaptığımı bilemiyorum."
"Elemtereh'ş," dedi Harry. Sir Cadogan büyük bir düş kmklığıyla, ortak salona girmelerine izin vermek için istemeye istemeye öne doğru savruldu. Herkesin başı onlara doğru çevrilirken ani, heyecanlı bir mırıltı ortalığı kapladı. Bir an sonra Harry, Ateşoku hakkında coşkuyla konuşan insanlarla çevrilmişti.
"Nerden buldun, Harry?"
"Denememe izin verir misin?"
"Hiç onunla uçtun mu, Harry?"
"Ravenclaw'un hiç şansı yok, onların hepsinin süpürgeleri Tertemiz Yedi."
"Bir tutayım mı, Harry?"
Ateşoku'nun elden ele geçip her açıdan hayranlıkla izlendiği on dakika kadar bir süreden sonra kalabalık dağıldı. Harry ve Ron, koşarak yanlarına gelmemiş tek kişi olan Herraione'yi şimdi rahatça görebiliyorlardı. Ödevlerinin üzerine eğilmişti ve onlarla göz göze gel-
296
memeye özen gösteriyordu. Harry ve Ron onun masasına yaklaşınca, Hermione nihayet başını kaldırıp baktı.
"Geri aldım/' dedi Harry gülümseyerek ve Ateşo-ku'nu havaya kaldırdı.
"Gördün mü, Hermione? Hiçbir şeyi yokmuş," dedi Ron.
Hermione, "Eh - olabilirdi ama!" dedi. "Yani, hiç değilse şimdi güvenli olduğunu biliyorsun!"
"Evet, sanırım öyle," dedi Harry. "Yukarı koysam iyi olur -"
"Ben götürürüm!" dedi Ron hevesle. "Zaten Scab-bers'a da Fare Toniği'ni vermem gerek."
Ateşoku'nu aldı, sanki camdan yapılmış gibi tutarak, erkeklerin merdivenine doğru taşıdı,
Harry, "Öyleyse oturabilir miyim?" diye sordu Hermione'ye.
"Herhalde," dedi Hermione, iskemledeki bir sürü parşömeni kaldırdı.
Harry tıkış tıkış dolu masaya baktı: Mürekkebi hâlâ parlayan uzun Aritmansi ödevine, daha da uzun Muggle Araştırmaları ödevine ("Muggle'lann Niye Elektriğe İhtiyacı Olduğunu Açıklayın") ve Hermione'nin şimdi üzerinde çalıştığı Eski İşaretler çevirilerine.
"Bunların hepsini nasıl hallediyorsun?" diye sordu Harry ona.
"Eh, işte - bilirsin ya - çok çalışarak," dedi Hermione. Harry yakından bakınca onun da Lupin kadar yorgun göründüğünü fark etti.
297

GeCeLeR
12-10-2006, 01:48 AM
Eski işaretler sözlüğünü bulmak için kitapları karıştırmasını seyrederken de, "Neden birkaç dersi bırakmıyorsun?" diye sordu.
Dehşete kapılmış görünen Hermione, "Bunu yapamam!" dedi.
Harry-çok karmaşık görünen bir sayı çizelgesini eline aldı. "Aritmansi berbat bir şeye benziyor."
Hermione ciddiyetle, "Ah, hayır, harika!" dedi. "Benim en sevdiğim ders! Aritmansi -"
Ama Harry, Aritmansi'nin nesinin harika olduğunu asla öğrenemedi. Tam o anda erkeklerin merdiveninden aşağı doğru boğulurcasma bir çığlık yankılandı. Bütün ortak salon sustu, taşlaşmış gibi hepsi girişe bakakaldı. Telaşlı ayak sesleri duyuldu, gitgide yaklaştı - ve sonra, Ron koşarak göründü. Peşinde bir çarşaf sürüklüyordu.
"BAK!" diye böğürdü, hızlı adımlarla Hermione'nin masasına gelerek. "BAK!" diye haykırdı, çarşafı onun yüzüne doğru sallıyordu.
"Ron, ne -?"
"SCABBERS! BAK! SCABBERS!"
Neye uğradığını anlamayan Hermione, Ron'dan kaçmak için geriye doğru kaykılmıştı. Harry, Ron'un elindeki çarşafa baktı. Üzerinde kırmızı bir şey vardı. Bu sanki fena halde -
"KAN!" diye feryat etti Ron, şaşkın sessizliği bozarak. "GİTMİŞ! VE YERDE NE VARDI, BİLİYOR MUSUN?"
"Ha - hayır," dedi Hermione, titrek bir sesle.
298
Ron, onun Eski İşaretler çevirisinin üzerine bir şey attı. Hermione ve Harry öne doğru eğildi. Garip, çivi yazısı gibi şekillerin üzerinde birkaç tane uzun, sarı kedi tüyü duruyordu.
299Harry, Hermione'nin niyetinin iyi olduğunu biliyordu ama, bu ona kızmasına engel değildi. Birkaç saat için dünyanın en iyi süpürgesine sahip olmuştu ve şimdi Hermione'nin işine karışması yüzünden bir daha onu görüp görmeyeceğini bilemiyordu. Ateşoku'nun temiz olduğundan emindi ama, bütün o büyü saptama testlerinden geçtikten sonra ne hale girecekti kim bilir?
Ron da Hermione'ye fena halde kızmıştı. Onun gözünde yepyeni bir Ateşoku'nun sökülmesi cinayetten başka şey değildi. Doğru şeyi yaptığını düşünen Her-mione ise ortak salondan kaçmaya başlamıştı. Harry ve Ron onun kütüphaneye sığındığını varsayıyorlardı, geri gelsin diye ikna etmeye çalışmadılar. Sonuçta, öğrencilerin geri kalanı Yeni Yıl'm hemen ardından dönüp, Gryffindor Kulesi bir kez daha kalabalık ve gürültülü bir hal alınca hoşnut oldular.
Wood, sömestr başlamadan önceki akşam Harry'yi aradı.
"İyi bir Noel geçirdin mi?" diye sordu. Sonra da ce-
277
vabını beklemeden oturdu, sesini alcalttı ve, "Noel'de biraz düşündüm, Harry," dedi. "Son maçtan sonra diyorum, anlıyorsun ya. Eğer Ruh Emici'ler önümüzdeki maça da gelirlerse... yani... senin şey yapmanı göze alamayız - yani -"
Wood sustu, ne diyeceğini bilemeyerek baktı.
Harry hemen, "Üstünde çalışıyorum," dedi. "Profesör Lupin, Ruh Emicileri savuşturmak için beni eğiteceğini söyledi. Bu hafta başlamamız gerekiyor. Noel'den sonra vaktim olur, dedi."
Yüzüne rahat bir ifade yerleşen Wood, "Ah," dedi, "öyleyse - Arayıcı olarak senden yoksun kalmak istemem, Harry. Peki, yeni bir süpürge sipariş ettin mi?"
"Hayır."
"Ne?! Hemen işe girişsen iyi olur, biliyor musun -Ravenclaw maçında o Kayan Yüdız'a binemezsin!"
"Noel'de ona bir Ateşoku yolladılar," dedi Ron.
"Ateşoku mu? Hayır! Cidden? Gerç-gerçek bir Ateşoku mu?"
Harry üzüntüyle, "Heyecanlanma, Oliver," dedi. "Artık bende değil. Gasp edildi." Ve Ateşoku'nün o anda uğursuzluk büyüsü var mı yok mu diye kontrol edildiğini açıkladı.
"Uğursuzluk büyüsü mü? Nasıl büyülenmiş olur ki?"
"Sirius Black," dedi Harry bezgin bezgin. "Benim peşimde olduğu söyleniyor. Bu yüzden de McGonagall süpürgeyi onun göndermiş olabileceğini düşünüyor."
Ünlü bir katilin Arayıcı'sının peşinde olduğu yo-
278
lundaki bilgiyi kulak arkası eden Wood, "Ama," dedi, "Black bir Ateşoku almış olamaz kü Adam kaçak! Bütün ülkede aranıyor! Kaliteli Quidditch Malzemeleri dükkânına dalıp süpürge mi almış yani?"
"Biliyorum," dedi Harry, "ama McGonagall yine de onu sökmek istiyor -"
VVood'un rengi soldu.
"Gidip onunla konuşacağım, Harry," diye söz verdi. "Mantıklı davranmasını sağlarım... Bir Ateşoku.., takımımızda gerçek bir Ateşoku... Gıyffindor'ın kazanmasını o da bizim kadar ister... Mantıklı davranmasını sağlayacağım... bir Ateşoku..."
Ertesi gün dersler yeniden başladı. Buz gibi bir ocak sabahında insanın en az yapmak isteyeceği şey, okul arazisinde iki saat geçirmektir. Ama Hagrid onları eğlendirmek için semenderlerle dolu bir şenlik ateşi yakmıştı Kuru tahtalar ve yapraklar toplayarak ateşi alev alev yanar halde tuttular ve son derece iyi bir ders geçirdiler. Alevlere bayılan kertenkeleler de ufalanan, akkor haline gelmiş kütükler arasında yukarı aşağı Koşuşturup durdu. Dönemin ilk Kehanet dersi ise hi3 de bu kadar eğlenceli değildi. Profesör Trelawney şimdi onlara el falı öğretiyordu ve zerre kadar vakit kaybetmeden Harı y'ye, hayatında gördüğü en kısa ömür çizgisine sahip olduğunu söyledi.
Harry'nin girmek için asıl can attığı ders, Karanlık
279
Sanatlara Karşı Savunma'ydı. VVood'la konuşmasından sonra, Ruh Emici-Savuşturma derslerine mümkün olduğunca çabuk başlamak istiyordu.
Harry dersin sonunda ona vaadini hatırlatınca Lu-pin, "Ah, evet," dedi. "Dur bakayım... Perşembe akşa-TU saat sekiz nasıl? Sihir Tarihi sınıfı yeterince büyük, sanırım... Bunu nasıl yapacağımızı dikkatle düşünmem gerek... üzerinde alıştırma yapmak için şatoya gerçek bir Ruh Emici getiremeyiz..."
Yemeğe gitmek için koridordan geçerlerken, Ron, "Hâlâ hasta görünüyor, değil mi?" dedi. "Sence nesi var?"
Arkalarından gürültülü ve sabırsız bir "hah" sesi yükseldi. Hermione'ydi, bir zırhın ayakları dibinde oturmuş, kitaplarla tıkış tıkış dolu olduğu için kapanmayan çantasını yeniden yerleştiriyordu.
Ron sinirli sinirli, "Ne hahlıyorsun bize öyle?" dedi.
Hermione kibirli bir sesle, "Hiç," dedi, çantasını yeniden omzuna attı.
"Evet, hahladın," dedi Ron. "Lupin'in nesi olduğunu merak ettiğimi söyledim, sen de -"
Hermione insanı çıldırtan bir tepeden bakışla, "Eh, besbelli değil mi?" dîye sordu.
"Bize söylemek istemiyorsan, söyleme," diye cevabı yapıştırdı Ron.
"İyi," dedi Hermione azametle. Yürüyüp gitti.
Onun arkasından gücenik gücenik bakan Ron, "Hiçbir şey bildiği yok," dedi. "Sadece onunla yeniden konuşmamızı sağlamaya çalışıyor."
280
Perşembe akşamı saat sekizde, Harry, Gryffindor Kulesi'nden ayrılarak Sihir Tarihi sınıfına doğru yola koyuldu. Oraya vardığında sınıf karanlık ve boştu, ama o, lambaları asasıyla yaktı. Henüz beş dakika beklemişti ki, Profesör Lupin büyük bir sandıkla çıkageldi. Sandığı Profesör Binns'in masasına koydu.
"O ne?" diye sordu Harry.
Lupin pelerinini çıkartarak, "Yine bir Böcürt," dedi. "Geçen salıdan beri şatoyu tarıyorum, ne şans ki bunu Mr Filch'in dosya dolabına sinmiş halde buldum. Gerçek bir Ruh Emici'ye bundan fazla benzeyenini bulamayız. Böcürt seni görünce Ruh Emici'ye dönüşecek, biz de onun üzerinde alıştırma yapacağız. Kullanmadığımız zaman onu odamda saklayabilirim, masamın altında hoşuna gidecek bir dolap var."
"Tamam," dedi Harry. Hiç korkmuyormuş ve sadece T^upin gerçek bir Ruh Emici'nin yerine geçecek bu kadar i"7i bir vekil bulduğu için hayatından memnunmuş gibi bj- ses tonuyla konuşmaya çalışıyordu.
"Pekâlâ..." Profesör Lupin kendi asasını çıkardı ve Harry'ye de aynı şeyi yapması için işaret etti. "Birazdan deneyeceğim ve sana da öğreteceğim büyü, çok ileri derecede bir sihirdir, Harry - Sıradan Büyücülük Düzeyi'nin çok ötesinde. Buna Patronus Büyüsü denir."
Harry kaygıyla, "Nasıl işler?" dedi.
"Eh, gerektiği gibi işleyince bir Patronus meydana getirir," dedi Lupin. "Bu da bir tür Ruh Emici-savuştu-
281
l
rucudur - seninle Ruh Emici arasında kalkan görevi gören bir koruyucu."
Harry birden kendini, elinde büyük bir sopa tutan Hagrid boyunda bir şeklin arkasına çömelmiş olarak gördü. Profesör Lupin devam etti: "Patronus, bir tür pozitif güçtür; Ruh Emici'ııin beslendiği şevlerin -umat, mutluluk, varlığım sürdürme arzusu—bir ysnsı-masıdır, ama gerçek insanlar gibi umutsuzluk hissetmez, bu yüzden de Ruh Emici'lerin ona z:.arı dokunmaz. Ama seni uyarmalıyım, Harry. Bu b'iyü senin için çok ileri olabilir. Birçok usta büyücü onu yapmakta güçlük çekmiştir."
Harry merakla, "Bir Patronus neye benzer?" diye sordu.
"Onları yaratan büyücüye bağlı, hepsi farklı farklıdır."
'Teki, nasıl yapılıyor?"
"İki sihirli sözle. Ama sadece var gücünle tek ve mutlu bir anı üzerinde konsantre olursan işler."
Harry kafasında mutlu bir anı arandı. Dursley'lerde başına gelen lüçbir şey söz konusu bile olamazdı. Sonunda, bir süpürgeye ilk kez bindiği anda karar kıldı.
"Tamam," dedi, içindeki o harika, şahane duyguyu tam olarak hatırlamaya çalışarak.
"Sihirli sözler şunlar," dedi Lupin, boğazını temizledi. "Expecto patronum!"
"Expecto patronum," diye tekrarladı Harry alçak sesle, "expecto patronum."
"Mutlu anıya var gücünle konsantre oluyor musun?"
282
"Ah - evet," dedi Harry, düşüncelerini hemencecik o ilk süpürge sefasına dönmeye zorladı. "Expecto patrona - hayır, patronum - özür dilerim — ezpecto patronum, expecto patronum -"
Aniden asasının ucundan bir şey vıj diye fırladı; gümüşi renkte bir gaz tutamağına benziyordu.
Harry heyecanla, "Gördünüz mü?" diye sordu. "Bir şey oldu!"
Lupin gülümseyerek, "Çok iyi," dedi. "Peki öyleyse - bir Ruh Emici üzerinde denemeye hazır mısın?"
"Evet," dedi Harry. Asasını sıkı sıkı kavradı ve boş sınıfın ortasına doğru yürüdü. Aklını uçma üzerinde tutmaya çalışıyordu, ama araya giren başka bir şey vardı... Her an, annesini yeniden duyabilirdi... ama bunu düşünmemeliydi, yoksa sahiden de duyardı, oysa bunu istemiyordu - yoksa istiyor muydu?
Lupin sandığın kapağını tuttu ve çekti.
Bir Ruh Emici yavaşça kutudan yükseldi, kukuletalı yüzü Harry'ye döndü. Islak ıslak ışıldayan, lekeli bir el kendi pelerinini kavradı. Sınıftaki lambalar titreşerek söndü. Ruh Emici kutudan çıktı ve derin derin, hırıltılı bir nefes alarak sessizce Harry'ye doğru kaymaya koyuldu. Harry'yi iliklerine işleyen bir soğuk dalgası sardı-
"Expecto patronum!" diye haykırdı Harry. "Expecto patronum! Expecto -"
Ama hem sınıf, hem de Ruh Emici kaybolmaya başlamıştı... Harry yine kalın beyaz bir sisin içine düşüyordu ve annesinin her zamankinden de yüksek sesi, kafa-
283
sının içinde yankılanıyordu - "Harry'yi bırak! Harry'yi bırak! Lütfen - ne istersen yaparım -"
"Kenara çekil - kenara çekil, kızım -"
"Harry!"
Harry sarsılarak kendine geldi. Yerde sırtüstü yatıyordu. Sınıfın lambaları yeniden yanmıştı. Neler oldu diye sormadı.
"Özür dilerim/' diye mırıldandı. Doğrulup oturdu ve gözlüğünün ardından soğuk ter süzuldüğünü hissetti.
"İyi misin?" dedi Lupin.
"Evet..." Harry kendini sıralardan birine çekti ve ona yaslandı.
"Al -" Lupin ona bir Çikolatalı Kurbağa verdi. "Yeniden denemeden önce bunu ye. İlk seferinde yapmanı beklememiştim. Doğrusunu istersen, yapsan şaşırırdım."
Harry, Kurbağa'nın kafasını ısırıp kopararak, "Gittikçe kötüleşiyor," dedi. "Bu sefer annemin sesi daha yüksekti - ve onun - Voldemorf un -"
Lupin her zamankinden daha solgun göründü.
"Harry, eğer devam etmek istemiyorsan, çok iyi anlarım bunu -"
"İstiyorum ama!" dedi Harry hiddetle. Çikolatalı Kurbağa'nın geri kalanını ağzına tikti. "Yapmak zorundayım! Ya Ruh Emiciler Ravenclaw maçımıza da gelirlerse? Yeniden düşmeyi göze alamam. Bu oyunu kaybedersek, Quidditch Kupası'nı da kaybederiz!"
"Peki öyleyse..." dedi Lupin. "Başka bir anı seçmek
284
isteyebilirsin, mutlu bir anı. Yani, üzerinde konsantre olmak için diyorum... Anlaşılan öteki anın yeterince kuvvetli değilmiş..."
Hany düşündü, düşündü ve sonunda, geçen yıl Gryffindor'un Okul Şampiyonası'nı kazandığı sıradaki duygularının kesinlikle çok mutlu sayılabileceğine karar verdi. Asasına yeniden sımsıkı sarıldı ve sınıfın ortasında yerini aldı.
"Hazır mısın?" dedi Lupin, kutunun kapağını kavrayarak.
"Hazırım," dedi Harry. Var gücüyle, kafasını kutu açılınca neler olacağına ilişkin karanlık düşüncelerle değil, Gryffindor'un galibiyetine ilişkin mutlu düşüncelerle doldurmaya çalışıyordu.
"Haydi!" dedi Lupin, kapağı kaldırarak. Oda bir kez daha buz gibi söğüdü, karardı. Ruh Emici öne doğru kayarcasına ilerledi. Çürümekte olan bir elini Harr/ye doğru uzatarak hırıltıyla nefes alıyordu -
"Expecto patronum!" diye haykırdı Harry. "Expecto patronum! Expecto pat -"
Beyaz sis, duyularını sildi... çevresinde kocaman, flulaşrruş şekiller hareket ediyordu... sonra yeni bir ses geldi, bir adamın sesi, haykıran, panik içinde bir ses -
"Lily, Harry'yi al ve git! Bu o! Git! Koş! Ben onu oyalarım-"
Bir odadan sendeleyerek gelen birinin sesleri - hızla açılan bir kapı - tiz sesli, gıdaklar gibi bir kahkaha -
"Harry! Harry... uyan..."
Lupin, Harry'nin yüzüne şiddetli tokatlar atıyordu.
285
Bu sefer Harry neden tozlu bir sınıf döşemesinde yattığını anlayana kadar aradan bir dakika geçti.
"Babamı duydum," diye mırıldandı Harry. "Onun sesini ilk kez duyuyorum - Voldemort'u oyalamaya çalıştı, annem kaçacak vakit bulsun diye..."
Harry birden yüzünde yaşlar olduğunu fark etti, tere karışmışlardı. Lupin görmesin diye yüzünü mümkün olduğunca eğip, ayakkabısının bağını bağlama bahanesiyle, yaşları cüppesine sildi.
Lupin garip bir sesle, "James'i mi duydun?" dedi.
"Evet..." Harry, yüzü kuru, başını kaldırıp baktı. "Niye - babamı tanımıyordunuz, değil mi?"
"Ben - ben tanıyordum aslında," dedi Lupin. "Hog-warts'ta arkadaştık. Dinle, Harry - belki de bu gecelik burada bırakmalıyız. Bu büyü, saçmalık derecesinde ileri bir büyü... Sana bütün bunları yaşatabilecek bir şeyi hiç önermemeliydim -"
"Hayır!" dedi Harry. Yeniden ayağa kalktı. "Bir kez daha deneyeceğim! Yeterince mutluluk verici şeyler düşünmüyorum, mesele bu... bir dakika bekleyin..."
Beynini zorladı. Sahiden, sahiden mutlu bir anı... iyi, güçlü bir Patronus'a dönüştürebileceği bir anı...
Büyücü olduğunu, Dursley'lerden ayrılıp Hog-warts'a gideceğini ilk öğrendiği an! Artık bu da mutlu bir anı değilse, ne mutlu anı sayılırdı, bilmiyordu... Pri-vet Drive'dan ayrılacağını anladığında hissettiklerine var gücüyle konsantre olarak ayağa kalktı ve bir kez daha sandığın karşısına geçti.
"Hazır mısın?" dedi Lupin, bunu, doğru olmadığını
286
bile bile yapıyor gibiydi. "İyice konsantre oldun mu? Peki - haydi!"
Sandığın kapağını üçüncü kez kaldırdı ve Ruh Emici içinden yükseldi; oda soğuk ve karanlığa büründü -
"DCPECTO PATRONUM!" diye haykırdı Harry. "EXPECTO PATRONUM! EXPECTO PATRONUM!"
Harry'nin başının içindeki çığlık yeniden başlamıştı - ama bu kez ayarı iyi yapılmamış bir radyodan gelir gibiydi. Daha alçak, daha yüksek, sonra yine daha ai-çak... Ve hâlâ Ruh Ernici'yi görebiliyordu... duraklamıştı... Sonra Harry'nin asasının ucundan muazzam, gümüş rengi bir gölge fışkırdı. Onunla Ruh Emici arasında havada durdu. Harry'nin bacakları su gibi olsa da, hâlâ ayaklarının üstünde duruyordu... ancak, daha ne kadar duracağım bilemiyordu...
Lupin öne fırlayarak, "Riddikulus!" diye kükredi.
Gürültülü bir çatırtı duyuldu ve Harry'nin bulutlu Patronus'u, Ruh Emici'yle birlikte yok oldu. Harry bir iskemleye çöktü, kendini sanki bir mil koşmuş kadar bitkin hissediyordu, bacakları titriyordu. Gözünün ucuyla Profesör Lupin'in asasıyla Böcürt'ü sandığa dönmeye zorladığını gördü. Böcürt yine gümüşi bir küreye dönüşmüştü.
Lupin hızlı adımlarla Harry'nin oturduğu yere gelerek, "Mükemmel!" dedi. "Mükemmel, Harry! Bu kesinlikle bir başlangıçtı!"
"Bir kez daha deneyebilir miyiz? Bir kerecik daha?"
"Şimdi değil," dedi Lupin kararlı bir şekilde. "Bir gece için yeterince denedin. Al -"
287
Ona Balyumruk'un en iyi çikolatalarının birinden koca bir parça uzattı.
"Hepsini ye, yoksa Madam Pomfrey kanımı içer. Önümüzdeki hafta aynı saat, tamam mı?"
"Tamam," dedi Harry. Çikolatadan bir lokma ısırdı ve Lupin'in, Ruh Emici ortadan kaybolunca yeniden yanmış lambaları söndürmesini izledi. Birden aklına bir şey geldi.
"Profesör Lupin?" dedi. "Madem babamı tanıyordunuz, Sirius Black'i de tanıyor olmalısınız."
Lupin hızla döndü.
Haşin bir sesle, "Bunu da nerden çıkardın?" dedi.
"Hiç - yani, Hogwarts'ta arkadaş olduklarını biliyordum da..."
Lupin'in yüzü gevşedi.
"Evet, tanıyordum," dedi. "Ya da tanıdığımı sanıyordum. Artık gitsen iyi olur, Harry, saat geç oldu."
Harry sınıftan çıktı, bir koridor boyunca yürüdü, bir köşeyi döndü. Sonra bir zırhın arkasından dolanarak kaidesine__oturup çikolatasını bitirdi. Keşke Black'in sözünü etmeseydim diye düşünüyordu, çünkü belli ki Lupin bu konuda hiç hevesli değildi. Sonra Harry'nin düşünceleri yeniden annesiyle babasına gitti...
Boğazına kadar çikolatayla dolu olduğu halde kendini güçsüz ve garip bir şekilde boş hissediyordu. Annesiyle babasının son anlarının kafasının içinde yeniden canlandığını duymak korkunç olsa da, Harry küçücük bir çocuk olduğundan bu yana onlann sesini ilk defa duyuyordu. Ama bir taraftan annesiyle babasının se-
288
sini duymayı istediği müddetçe, asla doğru dürüst bir Patronus yapamazdı...
Kendi kendine sertçe, "Onlar öldü," dedi. "Öldüler ve yankılarını dinlemek de onları geri getirmez. O Qu-idditch Kupasını istiyorsan, kendine hâkim olman gerek."
Ayağa kalktı, son çikolata parçasını ağzına tıktı ve Gryffindor Kulesi'nin yolunu tuttu.
Ravenrlavv sömestrin ilk haftasında Slytherin'le oynadı. Slytherin çok az farkla kazandı. VVbod'a göre, bu sonuç Gryffindor açısından hayırlıydı, onlar da Ra\ enc-law'u venerlerse ikinci olurlardı. Harry bu yüzden antrenman sayısını haftada beşe çıkardı. Lupin'in altı Qu-idditch antrenmanından daha yorucu olan Ruh Emici-
./
Savuşturma derslerini de katınca, Harry'ye ev ödevlerini yapmak için haftada sadece bir gece kalıyordu. Yine de bu zorlamanın izlerim, omuzlarındaki muazzam yükün nihayet etkiliyor gibi göründüğü Hermione kadar göstermiyordu. Hermione'y i hiç sektirmeden her gece ortak salonun bir köşesinde görmek mümkündü Birkaç masaya kitaplarını, Aritmansi çizelgelerini E^ki işaretler sözlüklerini, ağır şeyler kaldırmış Mu^gle'îan gösteren şemaları ve dosyalar dolusu ayrıntılı notlarını yayıyordu. Hemen hemen hiç kimseyle konuşmuyordu, biri çalışmasını yarıda bölünce de tepesi atıyoıdu. Bir akşnm Harry oturmuş, Snape için Fark Edilme-Ona Balyumruk'un en iyi çikolatalarının birinden koca bir parça uzattı.
"Hepsini ye, yoksa Madam Pomfrey kanımı içer. Önümüzdeki hafta aynı saat, tamam mı?"
"Tamam," dedi Harry. Çikolatadan bir lokma ısırdı ve Lupin'in, Ruh Emici ortadan kaybolunca yeniden yanmış lambaları söndürmesini izledi. Birden aklına bir şey geldi.
"Profesör Lupin?" dedi. "Madem babamı tanıyordunuz, Sirius Black'i de tanıyor olmalısınız."
Lupin hızla döndü.
Haşin bir sesle, "Bunu da nerden çıkardın?" dedi.
"Hiç - yani, Hogvvarts'ta arkadaş olduklarını biliyordum da..."
Lupin'in yüzü gevşedi.
"Evet, tanıyordum," dedi. "Ya da tanıdığımı sanıyordum. Artık gitsen iyi olur, Harry, saat geç oldu."
Harry sınıftan çıktı, bir koridor boyunca yürüdü, bir köşeyi döndü. Sonra bir zırhın arkasından dolanarak kaidesinejoturup çikolatasını bitirdi. Keşke Black'in sözünü etmeseydim diye düşünüyordu, çünkü belli ki Lupin bu konuda hiç hevesli değildi. Sonra Harr/nin düşünceleri yeniden annesiyle babasına gitti...
Boğazına kadar çikolatayla dolu olduğu halde kendini güçsüz ve garip bir şekilde boş hissediyordu. Annesiyle babasının son anlarının kafasının içinde yeniden canlandığını duymak korkunç olsa da, Harry küçücük bir çocuk olduğundan bu yana onların sesini ilk defa duyuyordu. Ama bir taraftan annesiyle babasının se-
288
sini duymayı istediği müddetçe, asla doğru dürüst bir Patronus yapamazdı...
Kendi kendine sertçe, "Onlar öldü," dedi. "Öldüler ve yankılarını dinlemek de onları geri getirmez. O Qu-idditch Kupasını istiyorsan, kendine hâkim olman gerek."
Ayağa kalktı, son çikolata parçacım ağzına tıktı ve Gryffindor Kulesi'nin yolunu tuttu.
Ravenrlaw sömestrin ilk haftasında Slytherin'le oynadı. Slytherin çok az farkla kabandı. Wood'a göre, bu sonuç Gryffındor açısından hayırlıydı, onlar da Ra\ enc-law'u yenerlerse ikinci olurlardı. Harry bu yüzden antrenman sayısını haftada beşe çıkardı. Lupin'in altı Qu-idditch antrenmanından daha yorucu olan Ruh Emici-Savuşturma derslerini de katmca, Harry'ye ev ödevlerini yapmak için haftada sadece bir gece kalıyordu. Yine de bu zorlamanın izlerini, omuzlarındaki muazzam yükün nihayet etkiliyor gibi göründüğü Hermione kadar göstermiyordu. Hermione'y i hiç sektirmeden her gece ortak salonun bir köşesinde görmek mümkündü Birkaç masaya kitaplarını, Aritrnansi çizelgelerini E?ki işaretler sözlüklerini, ağır şeyler kaldırmış Muggle'ları gösteren şemaları ve dosyalar dolusu ayrıntılı notlarını yayıyordu. Hemen hemen hiç kimseyle konuşmuyordu, biri çalışmasını yarıda bölünce de tepesi atıyoıdu.
Bir akşam Harry oturmuş, Snape için Fark Edilme-
yen Zehirler hakkında belalı bir ödevi bitirirken, Ron, "Bunu nasıl yapıyor?" diye sordu. Harry başını kaldıı-dı. Hermione yıkılacakmış gibi duran bir kitap yığınının ardında neredeyse gözden kaybolmuştu.
"Neyi nasıl yapıyor?"
"Bütün derslerine nasıl girebiliyor?" dedi Ron. "Bu saoah onu Aritmansi cadısı Profesör Vector'la konuşurken duydum. Dünkü dersten söz ediyorlardı, ama Hermione o derste olamaz, çünkü Sihirli Yaratıkların Bakımı'nda bizimle birlikteydi! Ve Ernie McMillan bana onun bir tek Muggle Araştırmaları dersini bile kaçırma-dığını söyledi. Oysa bu derslerin yarısı Kehanet'le aynı saatte. Kehanet derslerinin de hiçbirini kaçırmadı."
Harry'nin o an Hermione'nin imkânsız ders programının esrarını çözecek vakti yoktu. Snape'in ödevini yazmaya gerçekten devam etmesi gerekiyordu. Ne var ki, iki saniye sonra yeniden çalışması bölündü. Bu seferki, Wood'du.
"KöKfhaber, Harry. Az önce Ateşoku için Profesör McGonagall'ı görmeye gittim. O - şey - bana biraz kötü davrandı. Bana önceliklerimin yanlış olduğunu söyledi. Senin hayatta kalmandan çok Kupa'yı kazanmaya önem verdiğimi düşündü sanırım. Üstelik de sırf, önce Snitch'i yakalayacak olduktan sonra Ateşoku'nün seni sırtından atmasına aldırmadığımı söyledim diye." Wo-od inanmazlıkla başını salladı. "Gerçekten, ne biçim bağırdı bana... Korkunç bir şey söylemişim sanırsın. Sonra ona süpürgeyi daha ne kadar tutacağını sordum..." Yüzünü buruşturup Profesör McGonagall'ın sert sesini
290
taklit etti: " 'Gerektiği kadar, Wood'... Sanırım yeni bir süpürge sipariş etme vaktin geldi, Harry. Hangi Süpür-ge'nin arkasında bir sipariş formu var... Malfoy gibi sen de bir Nimbus İki Bin Bir akabilirsin."
"Malfoy'un iyi olduğunu düşündüğü hiçbir şeyi alacak değilim," dedi Harry, kararlı bir şekilde.
Ocak çaktırmadan şubata dönüştü, dondurucu soğuk havada değişiklik olmadı. Ravenclaw maçı gittikçe yaklaşıyordu, ama Harry hâlâ yeni bir süpürge ısmarlamamış ti. Artık, her Biçim Dsğiştirme dersinin arkasından, Hermione yüzünü kaçılarak hızla yanlarından geçer, Ron da umutla yanı başında dikilirken, Profesör McGonagall'a Ateşoku'nu soruyordu.
On ikinci seferde, o daha ağzını bile açmadan, Profesör McGonagall, "Hayır, Potter, alamazsın," dedi. "Süpürgeyi bilinen lanetlerin çoğu için kontrol ettik, ama Profesör Flitwick bir Üzerinden Atma Nazarı olabileceğini düşünüyor. Kontrollerimiz sona erdiğinde ben sana söylerim. Lütfen artık başımın etini yemekten vazgeç."
İşin fena tarafı, Harry'nin Ruh Emici-Savuşturma dersleri de umduğu kadar iyi gitmiyordu. Birkaç ders sonra Böcürt-Ruh Emici ona heı yaklaştığında belirsiz, gümüşi bir gölge yaratmayı başa/ır olmuştu. Ama Pat-ronus'u, Ruh Emici'yi uzaklaştıra-nayacak kadar zayıftı. Yarı saydam bir bulut gibi havr da durarak, onu ora-
291
l
da tutmak için çırpınan Harry'nin enerjisini emiyordu. Harry kendine kızıyordu, annesiyle babasının seslerini yeniden duyma yolundaki gizli arzusu, ona suçluluk duygusu veriyordu.
Çalışmaya başladıklarının dördüncü haftasında Profesör Lupin kesin bir ifadeyle, "Kendinden çok fazla şey bekliyorsun," dedi. "On üç yaşında bir büyücü içm, belli belirsiz bir Patronus bile büyük basandır. Artık hiç olmazsa kendinden geçmiyorsun, değil mi?"
Harry, morali bozuk halde, "Bir Patronus - Ruh Emici'leri püskürtür falan diye düşünmüştüm," dedi. "Onları yok eder diye -"
"Gerçek Patronus bunu yapar," dedi Lupin. "Ama sen de çok kısa sürede büyük şeyler basardın. Eğer bir sonraki Quidditch maçında Ruh Emici'ler ortaya çıkarsa, onları yere inecek kadar uzun süre uzakta tutabilirsin."
"Çok sayıda oldukları vakit daha zor olur demiştiniz."
Lupin gülümseyerek, "Sana güvenim tam," dedi. "Al bakalım - bir içkiyi hak ettin. Üç Süpürge'den, daha önce denemediğin bir şey -"
Çantasından iki şişe çıkardı.
Harry düşünmeden, "Kaymakbirası!" dedi. "Evet, çok severim!"
Lupin tek kaşını kaldırdı.
"Şey - Ron ile Hermione, Hogsmeade'den gelirken bana biraz getirmişlerdi," diye palavrayı attı Harry hemen.
292
"Anlıyorum," dedi Lupin, oysa yine de biraz şüp-heleniyormuş gibi bir hali vardı. "Neyse - Gryffin-dor'un Ravenclaw'a karşı zaferine içelim! Tabii benim taraf tutmamam gerekiyor, hoca olarak..." diye ekledi çabucak.
Kaymakbira'lannı sessizce içtiler, derken Harry bir süredir merak ettiği bir şeyi sordu.
"Bir Ruh Emici'nin kukuletasının altında ne var?"
Profesör Lupin düşünceli düşünceli şişesini indirdi.
"Hımmm... eh, bunu gerçekten bilen kişiler artık bize söyleyebilecek durumda değil. Anlıyorsun ya, Ruh Emici kukuletasını ancak son ve en kötü silahını kullanmak için açar."
"Nedir o?"
Lupin, biraz çarpık bir tebessümle, "Ruh Emici Öpücüğü diyorlar," dedi. "Ruh Emici'ler bunu, tamamen yok etmek istedikleri kişilere yapar. Sanırım o kukuletanın altında bir tür ağız var, çünkü çenelerini kurbanlarının ağzına yapıştırıyor ve - ve ruhunu emiyorlar."
Harry boş bulunup birkaç damla Kaymakbirası tü-kürdü.
"Ne - öldürüyorlar mı -?"
"Ah, hayır," dedi Lupin. "Daha da beteri. Biliyorsun, beynin ve kalbin çalışmayı sürdürdükçe ruhsuz da Vcriığını sürdürebilirsin. Ama artık hiçbir benlik duygun, hafızan... hiçbir şeyin olmaz. Düzelme şansın sıfırdır. Sadece - var olursun. Boş bir kabuk gibi. Ve ruhun c'a ebediyen gider... kaybolur."
293
Lupin biraz daha Kaymakb.'rası içti, sonra da, "Bu, Sirius Black'i bekleyen kader," aedi. "Bu sabah Gelecek Postast'nda yazıyordu. Bakanlık onu bulurlarsa böyle yapmalan için Ruh Emici'lere izin vermiş."
Harry bir an, birinin ruhumu ağzından emilip çekilmesi fikriyle nutku tutulmuş halde oturdu. Ama sonra Black'i düşündü.
Birden, "Hak ediyor," dedi.
Lupin kayıtsız bir sesle, "Öyle r-i dersin?" diye sordu. "Herhangi birinin bunu hak ettiğini düşünüyor musun gerçekten?"
"Evet," dedi Harry, meydan okurcasına. "Bazı... bazı şeyler için."
Lupin'e Üç Süpürge'de kulak misafiri olduğu konuşmayı anlatmak isterdi. Black'in annesiyle babasına ihanet edişini de. Ama bunlan anlatınca, Hogsmeade'e izinsiz gittiği de ortaya çıkacaktı ve Lupin'in bundan pek memnun kalmayacağını biliyordu. Omın için Kay-makbirası'm bitirdi, Lupin'e teşekkür etti ve Sihir Tarihi sınıfından çıktı.
Kendi kendine, yoksa bir Ruh Emici'nin kukuletasının alfanda ne olduğunu sormasa mıydım, diye düşündü, cevap o kadar korkunçtu. Tam ruhunun emilip alınmasının nasıl bir duygu olduğu gibi tatsız düşüncelere dalmıştı ki, merdivenlerin orta yerinde Proresör McGo-nagall'a tosladı.
"Önüne bak, Potter!"
"Özür dilerim, Profesör -"
"Ben de şimdi Gryffindor ortak salonunda sana
294
baktım. Eh, burada işte, aklımıza gelen her yönteme başvurduk ve hiçbir şeyi yokmuş gibi görünüyor - bir yerlerde çok iyi bir dostun var, Potter..."
Harry'nin ağzı açık kaldı. Profesör elinde, her zamanki kadar harika görünen Ateşoku'nu tutuyordu.
Cılız bir sesle, "Yani geri alabilir miyim?" diye sordu Harry. "Sahiden?"
"Sahiden," dedi Profesör McGonagall, şimdi resmen gülümsüyordu. "Sanırım cumartesi günkü maçtan önce elin alışsın istersin, değil mi? Ve Potter, lütfen kazanmaya çalış, tamam mı? Yoksa arka arkaya sekizinci yıldır Kupa şansımızı kaybetmiş olacağız. Profesör Sna-pe daha dün gece bana bunu hatırlatmak nezaketini gösterdi..."
Söyleyecek şey bulamayan Harry, Ateşoku'nu yukarı, Gryffindor Kulesi'ne doğru taşıdı. Bir köşeyi dönerken, ağzı kulaklarında ona doğru koşan Ron'u gördü.
"Verdi, ha? Mükemmel! Dinle, hâlâ deneyebilirim, değil mi? Yarın?"
"Evet... nasıl istersen..." dedi Harry, kalbi bir aydır olduğundan daha hafifti. "Bak ne diyeceğim - Hermione ile barışmalıyız. Sadece yardım ermeye çalışıyordu..."
"Tamam," dedi Ron. "Az önce ortak salondaydı -çalışıyordu, değişiklik olsun diye!"
Gryffindor Kulesi'ne giden koridora saptılar ve Sir Cadogan'a yalvaran Neville Longbottom'ı gördüler. Anlaşıldığı kadarıyla Sir Cadogan onu içeri almayı reddediyordu.
295
Neville, gözleri yaşlı, "Onları bir yere yazmıştım," diyordu, "ama düşürmüş olmalıyım!"
"Ben de inandım!" diye kükredi Sir Cadogan. Sonra, Harry ile Ron'u gördü. "İyi akşamlar, genç soylu hizmetkârlarım! Gelin de bu deliyi demire vurun, içeriye zorla girmeye çalışıyordu."
"Öf, kes sesini," dedi Ron, Harry ile ikisi Neville''in yanına geldiklerinde.
Neville, perişan bir halde, "Parolaları kaybettim," dedi. "Bu hafta kullanacağı parolaları ona soylcttiydim, çünkü ikide bir değiştiriyor ve şimdi de onları ne yaptığımı bilemiyorum."
"Elemtereh'ş," dedi Harry. Sir Cadogan büyük bir düş kmklığıyla, ortak salona girmelerine izin vermek için istemeye istemeye öne doğru savruldu. Herkesin başı onlara doğru çevrilirken ani, heyecanlı bir mırıltı ortalığı kapladı. Bir an sonra Harry, Ateşoku hakkında coşkuyla konuşan insanlarla çevrilmişti.
"Nerden buldun, Harry?"
"Denememe izin verir misin?"
"Hiç onunla uçtun mu, Harry?"
"Ravenclaw'un hiç şansı yok, onların hepsinin süpürgeleri Tertemiz Yedi."
"Bir tutayım mı, Harry?"
Ateşoku'nun elden ele geçip her açıdan hayranlıkla izlendiği on dakika kadar bir süreden sonra kalabalık dağıldı. Harry ve Ron, koşarak yanlarına gelmemiş tek kişi olan Herraione'yi şimdi rahatça görebiliyorlardı. Ödevlerinin üzerine eğilmişti ve onlarla göz göze gel-
296
memeye özen gösteriyordu. Harry ve Ron onun masasına yaklaşınca, Hermione nihayet başını kaldırıp baktı.
"Geri aldım/' dedi Harry gülümseyerek ve Ateşo-ku'nu havaya kaldırdı.
"Gördün mü, Hermione? Hiçbir şeyi yokmuş," dedi Ron.
Hermione, "Eh - olabilirdi ama!" dedi. "Yani, hiç değilse şimdi güvenli olduğunu biliyorsun!"
"Evet, sanırım öyle," dedi Harry. "Yukarı koysam iyi olur -"
"Ben götürürüm!" dedi Ron hevesle. "Zaten Scab-bers'a da Fare Toniği'ni vermem gerek."
Ateşoku'nu aldı, sanki camdan yapılmış gibi tutarak, erkeklerin merdivenine doğru taşıdı,
Harry, "Öyleyse oturabilir miyim?" diye sordu Hermione'ye.
"Herhalde," dedi Hermione, iskemledeki bir sürü parşömeni kaldırdı.
Harry tıkış tıkış dolu masaya baktı: Mürekkebi hâlâ parlayan uzun Aritmansi ödevine, daha da uzun Muggle Araştırmaları ödevine ("Muggle'lann Niye Elektriğe İhtiyacı Olduğunu Açıklayın") ve Hermione'nin şimdi üzerinde çalıştığı Eski İşaretler çevirilerine.
"Bunların hepsini nasıl hallediyorsun?" diye sordu Harry ona.
"Eh, işte - bilirsin ya - çok çalışarak," dedi Hermione. Harry yakından bakınca onun da Lupin kadar yorgun göründüğünü fark etti.
297
Eski işaretler sözlüğünü bulmak için kitapları karıştırmasını seyrederken de, "Neden birkaç dersi bırakmıyorsun?" diye sordu.
Dehşete kapılmış görünen Hermione, "Bunu yapamam!" dedi.
Harry-çok karmaşık görünen bir sayı çizelgesini eline aldı. "Aritmansi berbat bir şeye benziyor."
Hermione ciddiyetle, "Ah, hayır, harika!" dedi. "Benim en sevdiğim ders! Aritmansi -"
Ama Harry, Aritmansi'nin nesinin harika olduğunu asla öğrenemedi. Tam o anda erkeklerin merdiveninden aşağı doğru boğulurcasma bir çığlık yankılandı. Bütün ortak salon sustu, taşlaşmış gibi hepsi girişe bakakaldı. Telaşlı ayak sesleri duyuldu, gitgide yaklaştı - ve sonra, Ron koşarak göründü. Peşinde bir çarşaf sürüklüyordu.
"BAK!" diye böğürdü, hızlı adımlarla Hermione'nin masasına gelerek. "BAK!" diye haykırdı, çarşafı onun yüzüne doğru sallıyordu.
"Ron, ne -?"
"SCABBERS! BAK! SCABBERS!"
Neye uğradığını anlamayan Hermione, Ron'dan kaçmak için geriye doğru kaykılmıştı. Harry, Ron'un elindeki çarşafa baktı. Üzerinde kırmızı bir şey vardı. Bu sanki fena halde -
"KAN!" diye feryat etti Ron, şaşkın sessizliği bozarak. "GİTMİŞ! VE YERDE NE VARDI, BİLİYOR MUSUN?"
"Ha - hayır," dedi Hermione, titrek bir sesle.
298
Ron, onun Eski İşaretler çevirisinin üzerine bir şey attı. Hermione ve Harry öne doğru eğildi. Garip, çivi yazısı gibi şekillerin üzerinde birkaç tane uzun, sarı kedi tüyü duruyordu.
299

GeCeLeR
12-10-2006, 01:48 AM
ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Gryffindor - Ravenclaw

Ron'la Hermione'nin arkadaşlığının sonu gelmiş gibi görünüyordu. İkisi de birbirine öyle kızgındı ki, Harry onların bir daha nasıl olup da barışacağını bilmiyordu.
Ron, Hermione'ye öfkeliydi, çünkü Crookshanks'in Scabbers'ı yeme girişimlerini hiçbir zaman ciddiye almadığını, onu sıkı sıkı göz altında tutmadığını ve daha hâlâ Ron'a Scabbers'ı bütün yatakların altında aramasını önererek Crookshanks masummuş gibi davrandığını düşünüyordu. Öte yandan Hermione, Crookshanks'in Scabbers'ı yediğine dair hiçbir kanıt bulunmadığını, sarı tüylerin Noel'den beri orada duruyor olabileceğini ve Crookshanks Sihirli Hayvanevi'nde kafasına atladığından beri Ron'un kedisine karşı önyargılı olduğunu ileri sürüyordu.
Harry kendi adına Crookshanks'in Scabbers'ı yediğinden emindi ve ona bütün delillerin bu yönde olduğunu söylediğinde, Hermione Harry'ye de sinirlendi.
"Tamam, Ron'un tarafını tut sen! Biliyordum za-
300
ten!" diye yakındı. "Önce Ateşoku, şimdi Scabbers, her şey benim suçum, değil mi?! Beni rahat bırak, Harry, yapacak bir sürü işim var!"
Faresini kaybeden Ron, çökmüş haldeydi.
"Haydi, Ron, hep Scabbers'ın ne kadar sıkıcı olduğunu söylüyordun," dedi Fred, teselli edercesine. "Hem ne zamandır rengi solgundu, gözü toprağa bakıyordu. Böyle çabucak gazlaması daha iyi olmuştur. Bir lokmada gitti - büyük ihtimalle hiçbir şey hissetmemiştir."
"Fred!" dedi Ginny hiddetle.
"Yiyip uyumaktan başka bir şey yapmazdı, Ron, bunu kendin söylemiştin," dedi George.
"Bir keresinde bizim için Goyle'u ısırmıştı!" dedi Ron perişan bir halde. "Hatırlıyor musun, Harry?"
"Evet, bu doğru," dedi Harry.
"Ömrünün gurur ânıydı," dedi Fred, ciddi bir ifade takınmakta çok zorlanarak. "Goyle'un parmağındaki yara izi onun hatırasına bir anıt olarak kalsın. Haydi, Ron, yapma, Hogsmeade'e gidip kendine yeni bir fare al. Sızlanmanın ne anlamı var?"
Harry, Ron'u neşelendirmek adına son bir gayretle onu Gryffindor takımının Ravenclaw maçından önceki son antrenmanına gelmeye ikna etti. Gelirse, antrenman bittikten sonra Ateşoku'na binebileceğini söylemişti. Bu, Ron'un aklını bir süre olsun Scabbers'tan uzaklaştırmasını sağladı ("Süper! Peki onunla birkaç atış da yapabilir miyim?"). Böylece ikisi beraber Quid-ditch sahasına doğru yola koyuldular.
Hâlâ Harry'ye göz kulak olmak için Gryffindor ant-
301
renmanlarmı denetleyen Madam Hooch da Ateşo-ku'ndan herkes kadar etkilenmişti. Antrenman başlamadan önce onu eline alıp oradakilere profesyonel fikrini sunma lütfunda da bulundu.
"Şunun dengesine bakın! Nimbus serisinin bir hatası varsa, o da kuyruk bölümündeki hafif bir yatıklıktır -genellikle birkaç yıl sonra ufak bir hava direncine neden olmaya başlar. Sapı da modernleştirmişler, Tertemizlerden biraz daha ince, bana eski Gümüş Ok'ları hatırlatıyor. Sahi, Gümüş Ok'lann üretimini durdurmaları ne yazık. Uçmayı onlardan biriyle öğrenmiştim, çok da iyi bir süpürgeydi..."
Bir süre daha bu şekilde devam etti, ta ki Wood araya girene dek: "Şeyy - Madam Hooch? Bir mahzuru yoksa Harry Ateşoku'nu geri alabilir mi? Antrenman yapmamız gerekiyor da..."
"Ah - tabii - al bakalım, Potter," dedi Madam Hooch. "Ben VVeasley'yle birlikte şurada oturacağım..."
Ron'la birlikte sahadan çıkıp tribüne oturdular. Gryffindor takımı da ertesi günkü maçla ilgili son talimatları dinlemek için VVood'un etrafında toplandı.
"Harry, Ravenclaw'da kimin Arayıcı oynayacağım öğrendim: Cho Chang. Dördüncü sınıfta ve bayağı iyi... Aslında oynayacak kadar iyi durumda olmamasını umuyordum, bazı sakatlık sorunları yaşamıştı da..." Cho Chang'ın tamamen iyileşmesinden duyduğu hoşnutsuzlukla VVood'un suratı asılmıştı. "Öte yandan, o bir Kuyrukluyıldız İki Yüz Altmış kullanıyor ki Ateşo-ku'nun yanında komik kalır." Harry'nin süpürgesine
302
takdirle dolup taşan gözlerle baktı. "Pekâlâ, millet, başlayalım -"
Ve nihayet Harry Ateşoku'na binip hızla havalandı.
Hayallerinin de ötesinde bir şeydi bu. Ateşoku en ufak dokunuşuyla dönüyordu; tutuşundan çok düşüncelerine itaat ediyor gibiydi. Sahanın üzerinde öyle bir hızla ilerliyordu ki, stadyum yeşil ve gri renkte bulanık bir görüntüye dönüşmüştü; bir ara o kadar hızlı döndü ki, Alicia Spinner çığlık attı. Sonra Harry son derece kontrollü bir dalışa geçti ve sahanın çim zeminini ayaklarıyla yaladıktan sonra yine havaya fırlayıp yükselmeye başladı, on metre, on beş metre, yirmi metre -
"Harry, Snitch'i salıyorum!" diye seslendi Wood.
Harry dönüp kale direklerine doğru bir Bludger'la yarıştı; onu kolayca geçti ve Snitch'in Wood'un arkasından bir yerden fırladığını gördü. On saniye sonra, onu sağ elinde sıkı sıkı tutuyordu.
Takım çılgınca alkışlayıp bağırdı. Harry, Snitch'i bir kez daha bıraktı, bir dakika avans verdi ve diğerlerinin yanından hızla geçerek peşinden gitti. Snitch'i Katie Bell'in diz*. 4n yanında gördü ve kızın etrafından kolayca dolanıp tekrar yakaladı.
O zamana kadarki en iyi antrenmanlarıydı bu; takım, aralarında bir Ateşoku olmasının şevkiyle, en iyi hareketlerini kusursuz bir şekilde gerçekleştirdi. Yine yere indiklerinde VVood'un tek bir eleştirisi bile yoktu ve bu, George VVeasley'nin de belirttiği gibi, ilk kez oluyordu.
"Yarın bizi ne durdurabilir, bilmiyorum!" dedi Wo-
303
od. "Tabii eğer - Harry, Ruh Emici sorununu çözdün, değil mi?"
"Evet," dedi Harry. Cılız Patronus'u aklına geldi ve keşke daha güçlü olsaydı diye düşündü.
"Ruh Emici'ler bir daha boy göstermeyecek, Oliver. Yoks? Dumbledore öfkeden köpürür," dedi Fred kendinden eırün bir tavırla.
"Eh, umarım gelmezler," dedi Wood. "Neyse - çok iyiydi, millet. Kule'ye dönelim, herkes erken yatsın -"
Harry, "Ben biraz kalıyorum, Ron Ateşoku'nu bir denemek istiyor," dedi Wood'a. Diğer oyuncular soyunma odasına giderlerken, Harry Ron'a doğru yürüdü, o da tribünlerle sahanın arasındaki bariyerin üzerinden atlayıp Harry'nin yanına geldi. Madam Hooch koltuğunda uyuyakalmıştı.
"Al bakalım," dedi Harry, Ron'a Ateşoku'nu vererek.
Ron yüzünde büyük bir coşkuyla süpürgeye bindi ve bastırmaya başlayan karanlığın içine doğru fırladı, Harry de sahanın kenarında gezinerek onu izledi. Madam Hooch sıçrayarak uyandığında gece olmuştu. Harry ile Ron'u onu uyandırmadıkları için haşladı ve şatoya dönmeleri konusunda ısrar etti.
Harry Ateşoku'nu omzuna yasladı ve Ron'la birlikte Ateşoku'nun son derece yumuşak hareketlerini, inanılmaz ivmesini ve çok isabetli dönüşlerini tartışarak karanlık stadyumdan çıktılar. Şatoya giden yolun yarısına gelmişlerdi ki, Harry soluna bakıp yüreğini ağzına getiren bir şey gördü - karanlıkta parıldayan bir çift go7.
Harry kalakaldı, kalbi kaburgalarına çarparcasına atıyordu.
"Ne var?" dedi Ron.
Harry parmağıyla işaret etti. Ron asasını çıkarıp, "Lumos!" dedi.
Çime bir ışık huzmesi düştü, bir ağacın dibine vurup dallarını aydınlattı; orada, yeni çıkmakta olan yaprakların arasında çömelmiş halde, Crookshanks duruyordu.
"Defol şuradan!" diye kükredi Ron. Eğilip çimin üstünde duran bir taşı eline aldı, ama o daha bir şey yapamadan Crookshanks uzun san kuyruğunu şöyle bir sallayıp ortadan kaybolmuştu bile.
"Gördün mü?" dedi Ron öfkeyle, taşı yeniden yere atarak. "İstediği gibi dolaşmasına izin veriyor - büyük ihtimalle Scabbers'ın üstüne katık olsun diye bir iki kuş yemiştir..."
Harry hiçbir şey demedi. Derin bir soluk aldı, içi rahatlamıştı; bir an için o gözlerin Ecel'e ait olduğunu sanmıştı. Bir kez daha şatonun yolunu tuttular. Küçük panik anından biraz utanan Harry, Ron'a hiçbir şey söylemedi - ve aydınlık Giriş Salonu'na varıncaya dek bir daha sağma soluna bakmadı.
Harry ertesi sabah kahvaltıya yatakhanesindeki diğer çocuklarla birlikte indi, hepsi de Ateşoku'nun bir tür şeref kıtasını hak ettiğine inanıyordu. Harry Büyük
305
Salon'a girerken bütün kafalar Ateşoku'na döndü ve her tarafta mırıldanmalar başladı. Slvtherin takımının yıldırım çarpmış gibi görünüşü, Harry'de büyük bir tatmin duygusu yaratmıştı.
Ron, dönüp Malfoy'a bakarak, "Suratını gördün mü?" dedi neşeyle. "İnanamıyor! Harika bir şey bu!"
Wood da Ateşoku kendisinin olmadığı halde onun ihtişamının tadını çıkarıyordu.
"Buraya koy, Harry/' dedi. Süpürgeyi masanın ortasına yerleştirip, adı yukarı baksın diye özenle çevirdi. Az sonra Ravencla\\ ve Hufflepuff masalarından insanlar süpürgeye bakmak için gelmeye başlamışlardı. Ced-ric Diggory gelip Nimbus'unun yerini böyle üstün bir süpürgeyle doldurduğu için Harry'yi tebrik etti. Percy'nin Ravenclaw'lu kız arkadaşı Penelope Clearwa-ter ise düpedüz Ateşoku'nü tutmak için izin istedi.
O, Ateşoku'nü yakından incelerken, Percy, "Aman diyeyim, Penny, sabotaj olmasın da!" dedi. "Penelo-pe'yle iddiaya girdik," diye açıkladı takıma. "Maçın sonucu üzerine on Galieon'luk bir iddia!"
Penelope Ateşoku'nu masanın üzerine bıraktı, Harry'ye teşekkür etti ve masasına döndü.
"Harry - lütfen kazanın," dedi Percy telaşlı bir fısıltıyla. "On Gallcon'um yok. Evet, geliyorum, Penny!" Ve tostunu paylaşmak için onun yanına gitti.
"O süpürgeyi idare edebileceğinden emin misin, Potter?" dedi soğuk, uyuşuk bir ses.
Draco Malfoy daha yakından bakmak için gelmişti, Crabbe ve Goyle da hemen arkasmdaydı.
306
"Evet, sanırım," dedi Harry kayıtsızca.
"Bir sürü özelliği var, değil mi?" dedi Malfoy. Gözleri hain hain parıldıyordu. "Yazık, paraşüt koymamışlar - bir Ruh Emici'ye çok yaklaşırsan diye diyorum."
Crabbe ve Goyle kıs kıs güldüler.
"Senin de kendininkine fazladan bir kol bağlaya-maman çok yazık, Malfoy," dedi Harry. "O zaman Snitch'i senin yerine yakalayabilirdi."
Gryffindor takımı kahkahalarla güldü. Malfoy soluk renkli gözlerini kıstı ve uzaklaştı. Gidip Slytherin takımının diğer oyuncularına katıldı. Kafa kafaya vermişler, şüphesiz Malfoy'a Harry'nin süpürgesinin gerçek bir Ateşoku olup olmadığını soruyorlardı.
On bire çeyrek kala, Gryffindor takımı soyunma odasının yolunu tuttu. Hava Hufflepuffla yaptıkları maçtakine hiç benzemiyordu. Berrak, serin bir gündü, çok hafif bir esinti vardı. Bu defa görme zorluğu olmayacaktı ve Harry, her ne kadar gergin olsa da, sadece bir Quidditch maçının getirebileceği heyecanı hissetmeye başlamıştı. Kalabalığın ilerideki stadyuma doğru gittiğini duyabiliyorlardı. Harry siyah okul cüppesini çıkardı ve cebinden asasını alıp Çjuidditch cüppesinin altına giyeceği tişörtün içine soktu. Ona ihtiyacı olmamasını diliyordu. Birden Profesör Lupin'in de kalabalığın içinde olup olmadığını, seyredip seyretmediğini merak ett.
"Ne yapmamız gerektiğini biliyorsunuz," dedi Wo-od, tam soyunma odasından çıkmaya hazırlanırlarken. "B.ı maçı kaybedersek, Kupa şansımız kalmıyor. Siz -
' 307
l
siz dünkü antrenmandaki gibi ı çun yeter, hiçbir sorun yaşamayız!"
Stadyumu inleten bir tezahürat altında sahaya çıktılar. Mavi giymiş Ravenclaw takımı, sahanın ortasında bekliyordu. Arayıcı'ları Chr> Chang, takımlarındaki tek kızdı. Harry'den bir bas kısaydı. Harry, üstündeki bütün gerginliğe rağmen, ^ mm çok çok güzel olduğunun farkına varmadan edunedi. İki takım, kaptanlarının arkasında karşı karşıya dizildiğinde, kız Harry'ye gülümsedi ve Harry n idesi civarında bir yerde maçla hiç ilgisi olmadığını düşündüğü bir sarsıntı hissetti.
"Wood, Davies, el sıkışın," der' Madam Hooch canlı bir sesle. Wood, Ravenclaw kaptanıyla el sıkıştı.
"Süpürgelerinize binin... düdüğümü bekleyin... üç -iki-bir-"
Harry ayağıyla yere vurarak yükseldi. Ateşoku diğer bütün süpürgelerden daha büyük bir hizla fırlamıştı; Harry stadyumun üzerinde uçup Snitch'e bakınmaya başladiv-Bir taraftan da Weasley ikizlerinin arkadaşı Lee Jordan'ın yorumunu dinliyordu.
"Maç başladı ve bu maçın en büyük Heyecan unsuru Gryffindor'dan Harry Potter'ın kullandığı Ateşoku. Hangi Süpürge'y e göre Ateşoku, bu yıl yapılacak Dünya Şampiyonasında çoğu milli takımın tercihi ol K ak -"
"Jordan, senin için bir mahzuru yoksa b;,zo maçta olanları anlatır mısın?" diye araya girdi Profesör McGo-nagall'ın sesi.
"Haklısınız, Profesör - birkaç gerekli bilgi voriyor-
308
dum da. Aklıma gelmişken, Ateşoku'nun kendinden otomatik freni ve -"
"Jordan!"
"Tamam, tamam. Şu anda ' Gryffindor atakta, Gryffindor'dan Katie Bell kaleye doğru gidiyor..."
Harry, Katie'nin tam tersi yönde giderek onun yanından geçti. Etrafına bakrnıp altın bir parıltı ararken, Cho Chang'ın kendisini yakından takip ettiğinin farkına vardı. Cho'nün çok iyi bir uçucu olduğuna şüphe yoktu - bir o tarafından bir bu tarafından yaklaşıyor, onu yön değiştirmeye zorluyordu.
Fred, Alicia'ya doğru g'den bir Bludger'ın peşine düşmüş, hızla geçerken, "Ona sürat neymiş göster, Harry!" diye bağırdı.
Ravenclaw kale direklerinin etrafından dönüyorlardı ki, Harry Ateşoku'nun hızını artırdı ve Cho geride kaldı. Tam Katie maçın ilk golünü atmayı başardığında ve sahanın Gryffindor tarafı sevinçten çılgına döndüğünde, onu gördü - Snitch, zemine yakın bir yerde, ba-riyerlerden birinin yanında uçup duruyordu.
Harry dalışa geçti; Cho da onun ne yaptığını görüp peşinden fırladı. Harry giderek hızlanıyor, heyecan her tarafını kaplıyordu; dalışlar onun uzmanlık alanıydı. Sadece üç metre kalmıştı -
Ansızın, Ravenclavv Vurucu'lanndan birinin vurduğu bir Bludger çıktı ortaya; Harry yolundan sapıp birkaç santimle kurtuldu, ama o bhkaç kritik saniye içinde Snitch ortadan kaybolmuştu.
Gryffindor taraftarlarından düş kınklığıyla dolu
309
koca bir "Aaaaaaaahhh!" sesi çıktı, Ravenclaw tarafm-dansa Vurucu'larma epey alkış geldi. George VVeasley ikinci Bludger7! doğruca sıkınh yaratan Vurucu'nün üstüne yollayarak ferahladı. Vurucu'nun Bludger'dan kaçması için havada baş aşağı dönmesi gerekti.
"Gryffindor seksene sıfır önde ve şu Ateşoku'na bakın! Potter onun bütün marifetlerini sergilemeye başladı şimdi. Nasıl döndüğüne bakın - Chang'ın Kuyruklu-yıldız'ı ona rakip olamaz. Ateşoku'nun ince dengesi gerçekten de kendini göstermeye başlıyor bu uzun -"
"JORDAN! 'ATEŞOKU'NUN REKLAMINI YAPMAN İÇİN PARA MI VERDİLER SANA? YORUMUNA DEVAM ET!"
Ravenclaw yetişmeye başlamıştı; üç gol atmışlardı, bu da Gryffindor sadece elli sayı önde demekti - Cho, Snitch'i ondan önce yakalarsa, Ravenclaw kazanacaktı. Harry alçaldı, bir Ravenclaw Kovalayıcı'sına çarpmaktan kıl payı kurtuldu ve sahayı deli gibi taramaya başladı. Bir altın parıltısı, minicik kanatlar - Snitch, Gryffindor kale direklerinin etrafında dönüyordu.
Harry hızlandı, gözleri ilerideki altın beneğe kilitlenmişti - ama hemen sonra Cho birdenbire ortaya çıkıp önünü kesti -
Harry çarpışmayı engellemek için yön değiştirince, "HARRY, CENTİLMENLİK ETMENİN SIRASI DEĞİL!" diye kükredi Wood. "GEREKİRSE ONU SÜPÜRGESİNDEN DÜŞÜR!"
Harry dönüp Cho'yu gördü; Cho sırıtıyordu. Snitch yine ortadan kaybolmuştu. Harry Ateşoku'nu yukarı
310
doğrulttu, az sonra oyunun yedi metre yukarısındaydı. Gözünün kenarından, Cho'nun onu takip ettiğini gördü... Snitch'i kendi aramaktansa onu marke etmeye karar vermişti. Peki öyleyse... eğer Harry'nin kuyruğuna yapışacaksa, sonuçlarına da katlanması gerekecekti...
Harry yeniden dalışa geçti. Onun Snitch'i gördüğünü sanan Cho, takip etmeye çalıştı. Harry çok keskin bir dönüşle dalıştan çıktı, Cho ise hızla aşağı doğru inmeye devam etti; Harry bir kez daha mermi gibi yukarı fırladı ve Snitch'i üçüncü kez gördü: Ravenclav/ tarafında, sahanın çok üzerinde ışıldıyordu.
Hızlandı; metrelerce altında, Cho da hızlandı. Harry kazanmak üzereydi, arayı açıyor, her geren saniye Snitch'e daha da yaklaşıyordu - derken -
"Aa!" diye çığlık attı Cho, parnuı;j \ la bir yen işaret ederek.
Dikkati dağılan Harry, aşağı baktı.
Üç Ruh Emici, üç uzun boylu, siyahlara bürünmüş, kukuletalı Ruh Emici, kafalarını kaldırmış ona bakıyordu.
Düşünerek vakit kaybetmedi. Elini cüppesinin yakasından sokup asasını çıkardı ve kükredi: "Expecto patronum!"
Asasının ucundan gümüşi beyaz devasa bir şey fırladı. Onun tam Ruh Emicilere doğru gittiğini biliyordu, ama durup seyretmedi. Zihni hâlâ mucizevi bir şekilde berraktı, dönüp önüne baktı - hedefine neredeyse ulaşmışa. Hâlâ asayı tutan eliyle öne doğru uzandı ve parmaklarıyla minik, mücadeleci Snitch'i kavramayı başardı.
311
Madam Hooch'un düdüğü duyuldu. Harry havada arkasına döndü ve kırmızı renkli altı bulanık şeklin hızla ona doğru yaklaştığını gördü. Az sonra bütün takım onu öylesine sıkı kucaklıyordu ki, neredeyse süpürgesinden düşecekti. Aşağıda, kalabalığın içindeki Gryffin-dorlann sevinç naralarını duyabiliyordu.
"İşte böyle oğlum!" diye bağırıp duruyordu Wood. Alicia, Angelina ve Katie üçü de Harry'yi öpmüşlerdi, Fred ise ona öyle sıkı sarılmıştı ki, Harry kafasının kopacağını sandı. Takım tam bir karmaşa içinde yere inmeyi başardı. Harry süpürgesinden indi ve bir sürü Gryffindor taraftannın sahaya fırladığını gördü, en önde de Ron vardı. Daha jne olduğunu anlamadan, coşkuyla bağırıp çağıran kalabalık onu sarmıştı.
"Evet!" diye bağırdı Ron, Harry'nin kolunu havaya kaldırarak. "Evet! Evet!"
"Aferin, Harry!" dedi Percy, çok memnun görünüyordu. "On Galleon kazandım! Penelope'yi bulmam gerek, affedersiniz -"
"Çok iyiydin, Harry!" diye kükredi Seamus Finni-gan.
''Müthişti be!'' diye seslendi Hagrid, oraya üşüşmüş Gryffindor'larrn kafalarının üzerinden.
"Bayağı iyi bir Patronus'tu," dedi bir ses Harry'nin kulağına.
Harry arkası na dönüp Profesör Lupin'i gördü. Lupin hem sarsılmış, hem de memnun kalmış görünüyordu.
"Ruh Emici'ler beni hiç etkilemedi!" dedi Harry heyecanla. "Hiçbir şey hissetmedim!"
312
"Çünkü - ee - onlar Ruh Emici değildi," dedi Profesör Lupin. "Gel de bak -"
Harry'yi kalabalığın içinden çıkanp sahanın kenarını görebileceği bir yere götürdü.
"Mr Malfo/u epey korkuttun," dedi Lupin.
Harry bakakaldı. Malfoy, Crabbe, Goyle ve Slythe-rin takım kaptanı Marcus Rint, yerde darmadağın bir yığın halinde yatıyorlardı. Kendilerini uzun, siyah, kukuletalı cüppelerin içinden çıkarmak için debeleniyorlardı. Görünüşe bakılırsa Malfoy, Goyle'un omuzlarında ayakta durmuştu. Profesör McGonagall yüzünde katıksız bir öfke ifadesiyle tepelerine dikilmişti.
"Alçakça bir hile!" diye bağırıyordu. "Gryffindor Arayıcı'sına yönelik rezil ve ödlekçe bir sabotaj girişimi! Hepiniz cezaya kalıyorsunuz, aynca Slytherin'den elli puan düşürüyorum! Bu konuyu Profesör Dumble-dore'la da görüşeceğim, hiç şüpheniz olmasın! Hah, işte geliyor!"
Gryffindor'un zaferini perçinleyecek bir şey varsa, o da buyd ' ite kaka Harry'nin yanına gelmiş olan Ron, Malfoy'un kendini cüppeden kurtarmak için çabalayışını ve Goyle'un cüppenin içine sıkışmış kafasını izlerken gülmekten iki büklüm oldu.
"Haydi, Harry!" dedi George, ite kaka yanına gelerek. "Parti var! Gryffindor ortak salonunda, hemen şimdi!"
"Tamam," dedi Harry, kendini çok uzun süredir olmadığı kadar mutlu hissediyordu. Hâlâ kırmızı cüppelerinin içindeki takımla birlikte önden giderek stadyumdan çıktılar ve şatoya döndüler.
313
Sanki Quidditch Kupası'm kazanmışlardı; parti bütün gün ve gecenin büyük bir bölümü boyunca sürdü. Fred ve George VVeasley bir iki saatliğine ortadan kaybolup kucak dolusu Kaymakbirası şişesi, balkabağı gazozu ve torba torba Balyumruk tatlılarıyla döndüler.
"Bunu nasıl yaptınız?" diye çığlık attı Angelina Johnson. George kalabalığa Naneli Kurbağalar fırlatmaya başlamıştı.
Fred, Harry'nin kulağına, "Aylak, Kılkuyruk, Pati-ayak ve Çatalak'm da yardımıyla," diye fısıldadı.
Kutlamaya sadece bir kişi katılmamıştı. Hermione inanılmaz bir şekilde bir köşede oturmuş, ingiliz Mugg-le'lannın Ev Hayatı ve Sosyal Alışkanlıkları adında kocaman bir kitap okuyordu. Harry, Fred'le George'un birkaç Kaymakbirası şişesini havaya atıp tuttuğu masadan uzaklaşıp onun yanına gitti.
"Maça da mı gelmedin?" diye sordu.
Hermione ona bakmadan, "Tabii ki geldim," dedi tuhaf, tiz bir sesle. "Ve kazandığımız için çok mutluyum ve senin çok iyi oynadığını düşünüyorum, ama bunu pazartesiye kadar bitirmiş olmalıyım."
"Haydi, Hermione, gel de bir şeyler ye," dedi Harry. Ron'a bakıp onun savaş baltasını gömebilecek kadar neşeli olup olmadığını merak etti.
"Yapamam, Harry, hâlâ okumam gereken dört yüz yirmi iki sayfam var!" dedi Hermione. Sesi hafiften İste-
314
rik bir hal almıştı. "Neyse, zaten..." dedi Ron'a bakarak, "o benim katılmamı istemiyor."
Harry'nin buna diyebileceği bir şey yoktu, çünkü Ron tam o anda dönüp yüksek sesle "Scabbers yenmiş olmasaydı, bu Şeker Sineklerden yiyebilirdi, gerçekten çok severdi onları," dedi.
Hermione gözyaşlarına boğuldu. Harry daha bir şey diyemeden ya da bir şey yapamadan, kocaman kitabı koltuk altına almış ve ağlayarak kızlar yatakhanesine çıkan merdivene doğru koşup gözden kaybolmuştu.
Harry alçak sesle, "Ona biraz daha yumuşak davranamaz mısın?" diye sordu Ron'a.
"Hayır/' dedi Ron kararlı bir sesle. "Eğer pişman olmuş gibi davransaydı - ama yok, asla hatalı olduğunu kabul etmeyecek Hermione. Hâlâ Scabbers tatile çıkmış falan gibi davranıyor."
Gryffindor partisi ancak Profesör McGonagall sabahın birinde ekose sabahlığı ve başında saç filesiyle çıka-gelip hepsinin yatmasında ısrar edince sona erdi. Harry ve Ron yatakhanelerine çıktılar, bir taraftan hâlâ maçı tartışıyorlardı. Sonunda Harry bitkin bir halde yatağına tırmandı, ay ışığı gelmesin diye perdelerini çekti, arkasına yaslandı ve neredeyse anında uykuya daldığım hissetti...
Çok garip bir rüya gördü. Omzunda Ateşoku'yla bir ormanda yürüyor, gümüşi beyaz bir şeyi takip ediyordu. O şey ilerideki ağaçların arasında dolanıyordu, onu sadece yaprakların arasından görebiliyordu. Yakalamak için hızını artırdı, ama o hızlandıkça avı da hızla-
315
myordu. Harry koşmaya başladı ve ileride bir yerde toynakların giderek süratlendiğini duydu. Şimdi son sürat koşuyordu ve ilerisinde dört nala koşma sesi duyuyordu. Sonra bir köşeyi dönüp açıklığa çıktı ve -
"AAAAAAAAAAHHHHHHHHHHHHHHHHH! YOOOOOOOOOOOOOOOOO!"
Harry sanki yüzüne bir şey çarpmış gibi aniden uyandı. Zifiri karanlıkta tamamen yönünü şaşırmış halde, perdelerini çekiştirdi - etrafında birinin hareket ettiğini ve odanın öbür ucundan Seamus Finnigan'ın sesinin geldiğini duyabiliyordu.
"Neler oluyor?"
Harry yatakhane kapısının çarpılarak kapandığın: duydu sanki. Sonunda perdelerin aralığım buldu, açt ve tam o anda Dean Thomas lambasını yaktı.
Ron yatakta oturmuştu. Bir taraftaki perdeleri yırtıktı, yüzündeyse tam bir dehşet ifadesi vardı.
"Black! Sirius Black! Bıçağı vardı!"
"Ne?"
"Buradaydı! Daha şimdi! Perdeleri kesti! Beni uyandırdı!"
"Rüya görmediğinden emin misin, Ron?" dedi Dean.
"Perdelere bakın! Söylüyorum size, buradaydı!"
Hepsi yataklarından çıktılar; yatakhane kapısına önce Harry ulaştı ve merdivenlerden aşağı koşarak indiler. Arkalarından kapılar açılıyor, uykulu sesler yükseliyordu.
"Kim bağırdı?"
316
"Ne yapıyorsunuz?"
Ortak salondaki tek ışık partiden arta kalan süp-rüntülerle dolu, sönmek üzere olan ateşin panltısıydı. İçerisi bomboştu.
"Rüya görmediğinden emin misin, Ron?"
"Söylüyorum size, onu gördüm!"
"Nedir bu gürültü?"
"Profesör McGonagall yatmamızı söylemişti!"
Kızlardan birkaçı üstlerine sabahlıklarını geçirip aşağı inmişti, esniyorlardı. Erkekler de yeniden ortaya çıkmaya başlamışlardı.
"Harika, devam mı ediyoruz?" dedi Fred VVeasley keyifle.
"Herkes yukarı dönsün!" dedi Percy, aceleyle ortak salona girerek. Konuşurken bir yandan da Öğrenci Başı rozetini pijamasına iğneliyordu.
"Perce - Sirius Black!" dedi Ron cılız bir sesle. "Ya-takhanemizdeydi! Bıçağı vardı! Beni uyandırdı!"
Ortak salon sus pus oldu.
"Saçmalama!" dedi Percy, sarsılmış görünüyordu. "Fazla yedin Ron - kâbus gördün -"
"Söylüyorum sana -"
"Haydi ama, yeter artık!"
Profesör McGonagall geri dönmüştü. Ortak salona girerken portreyi çarparak kapatıp kızgın gözlerle etrafına bakmaya başladı.
"Gryffindor'un maçı kazanmasına çok sevindim, ama bu iş saçma bir hal almaya başladı! Percy, senden daha fazlasını beklerdim!"
317
"Ben kesinlikle böyle bir şeye izin vermedim, Profesör!" dedi Percy, kızgın kızgın şişinerek. "Ben de şimdi hepsine yataklarına dönmelerini söylüyordum! Kardeşim Ron kâbus görmüş -"
"KÂBUS DEĞİLDİ!" diye bağırdı Ron. "PROFESÖR, BİR UYANDIM Kİ SIRIUS BLACK ELİNDE BİR BIÇAKLA TEPEMDE DİKİLMİŞ!"
Profesör McGonagall ona bakakaldı.
"Saçmalama, Weasley, portre deliğinden nasıl geçmiş olabilir?"
"Ona sorun!" dedi Ron, bir parmağını Sir Cado-gan'ın resminin arkasına doğru sallayarak. "Sorun bakalım görmüş mü -"
Profesör McGonagall, Ron'a şüpheyle, ters ters bakarak portreyi yeniden itip açtı ve dışarı çıktı. Bütün salon nefesini tutup dinledi.
"Sir Cadogan, az önce bir adamın Gryffindor Kulesi'ne girmesine izin verdiniz mi?"
"Elbette, asil leydim!" diye haykırdı Sir Cadogan.
Ortak salonun hem içinde, hem de dışında hayret 'dolu bir sessizlik oldu.
"Ver-verdiniz mi?" dedi Profesör McGonagall. "Ama - ama ya parola?!"
"Parolaları vardı!" dedi Sir Cadogan gururla. "Bütün haftanın parolaları vardı, leydim! Küçük bir kâğıttan okudu!"
Profesör McGonagall kendini çekerek portre deliğinden geçip, afallamış kalabalığın önüne geldi. Bembeyaz kesilmişti.
318
"Kim," dedi, sesi titreyerek, "hangi su katılmamış salak bütün haftanın parolalarını bir kâğıda yazıp da ortalıkta bıraktı?"
Mutlak bir sessizlik oldu, arada küçücük, korku dolu ciklemeler duyuluyordu. Neville Longbottom, baştan aşağı, ponpon terlikli ayak parmaklarına kadar titreyerek, ağır ağır elini kaldırdı.
319
ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Snape'in Kini
l
O gece Gryffindor Kulesi'nde kimse uyumadı. Şatonun yine arandığını biliyorlardı ve bütün bina ortak salonda, Black'in yakalanıp yakalanmadığını duymayı bekleyerek, uyumadan oturdu. Şafakta Profesör McGo-nagall geldi ve onlara Black'in yine kaçtığını söyledi.
Ertesi gün her gittikleri yerde daha sıkı güvenlik önlemleri gördüler. Profesör Flitvvick ön kapılara Sirius Black'in büyük bir resmini gösterip simasını belletiyordu. Filch birden koridorlarda bir yukarı bir aşağı koşturup duvarlardaki ince çatlaklardan fare deliklerine kadar her şeye tahta çakmaya başlamıştı. Sir Cadogan kovulmuştu. Portresi yedinci kattaki tenha sahanlığa geri götürülmüştü ve Şişman Hanım geri gelmişti. Ustaca onarılmıştı, ama hâlâ son derece tedirgindi. İşine geri dönmeyi ancak ekstra korunma sağlanması koşuluyla kabul etmişti. Onu korumak için bir avuç suratsız güvenlik ifriti tutulmuştu. Tehdit edici bir grup halinde koridoru arşınlıyorlar, homurtularla konuşuyorlar ve sopalarının boyunu karşılaştırıyorlardı.
320

GeCeLeR
12-10-2006, 01:48 AM
Harry üçüncü kattaki tek gözlü cadının heykelinin korumasız olduğunu ve önüne bir şey çakılmadı ğını ister istemez fark etti. Anlaşılan Fred ve George kendilerinin -ve şimdi Harry, Ron ile Hermione'nin- heykelin içindeki gizli geçidi bilen tek kişi olduklarını söylemekte haklıydılar.
Harry, "Birisine söylemeli miyiz sence?" diye sordu Ron'a.
Ron konuyu kapatmak istercesine, "Balyumruk'tan gelmediğini biliyoruz/' dedi. "Dükkâna zorla ^irilse haberimiz olurdu."
Harry, Ron'un böyle düşündüğüne memnun olmuştu. Tek gözlü cadının da önüne tahta çakılsaydı, Hogsmeade'e bir daha asla gideme/ebilirdi çünkü.
Ron birden şöhret olmuştu. Hayatında ilk kez, insanlar ona Harry'ye gösterdiklerinden fa7la ilgi gösteriyorlardı. Ron'un bu deneyimin kevfini çıkardığı da apaçıktı. O gece olanlar yüzünden hâlâ çok sarsılmış olduğu halde, ona soran herkese, zengin ayrıntılarla, neler olduğunu anlatarak onu mutlu ediyordu.
"... Uyuyordum ve bir yırtılma sesi duydum, rüyamda oldii sandım, biliyor musunuz? Ama bir de hava cereyanı vardı... Uyandım, bir baktım ki yatağımın perdelerinin bir tarafı aşağı indirilmiş... öbür 'arafa döndüm... ve onu tepemde ayaktı dururken gördüm... iskelet gibiydi, gür, kirli saçları vardı... elinde koca bir bıçak tutuyordu, 30 santimden fazla olmalı... bana baktı, ben de ona baktım, sonra haykırdım, o da sıvıştı.
"Niye, ama?" diye ekledi Ron, Harry'ye. Kan don-
321
durucu hikâyesini dinleyen bir grup ikinci sınıf öğrencisi kız gitmişti. "Niye sıvıştı?"
Harry de aynı şeyi merak ediyordu. Niye yanlış yatağa giden Black önce Ron'u susturup sonra Harry'ye geçmemişti? Black on iki yıl önce masum insanları öldürmeye aldırmadığını kanıtlamıştı, bu sefer ise dört tanesi uyuyan beş silahsız erkek çocuk vardı karşısında.
"Sen haykırıp da insanları uyandırınca şatodan çıkmasının zor olacağını anlamış olmalı," dedi Harry düşünceli düşünceli. "Portre deliğinden geçmesi için bina-dakilerin hepsini öldürmesi gerekecekti... sonra da karşısına öğretmenler çıkacaktı..."
Neville tam bir yüzkarası haline gelmişti. Profesör McGonagall ona öyle kızmıştı ki, gelecekteki bütün Hogsmeade ziyaretlerini iptal etmiş, ceza vermiş ve başkalarının Neville'e Kule'ye giriş parolasını söylemesini yasaklamıştı. Zavallı Neville her akşam birisi onu içeri soksun diye ortak salonun önünde beklemek zorundaydı. Bu arada güvenlik ifritleri de ona pis pis sırıtarak büsbütün tatsızlık yaratıyorlardı. Ne var ki, bu cezaların hiçbiri ninesinin onun için hazırladığı cezanın yanından bile geçemezdi. Black'in Kule'ye girişinden iki gün sonra, nineri Neville'e bir Hogvvarts öğrencisinin kahvaltıda alabileceği en kötü şeyi yolladı - bir Çığırtkan.
Okul baykuşlan her zamanki gibi postayı taşıyarak Büyük Salon'dan içeri süzüldüler. Büyük bir hüthüt kuşu gagasında kıpkırmızı bir zarfla önüne konunca, Neville az daha tıkanıyordu. Onun karşısında oturan
322
Harry ve Ron mektubun bir Çığırtkan olduğunu hemen anladı - Ron da önceki yıl annesinden bir tane almıştı.
"Vınla, Neville," ded? Ron.
Neville iki kere söyletmedi. Zarfı yakaladı, bomba gibi önünde tutarak Salon'dan dışarı bir koşu fırladı. Bu arada Slytherin masası da onun haline kahkahalarla gülüyordu. Çığırtkan'm Giriş Salonu'nda faaliyete geçtiğini duydular - Neville'm ninesinin sihirle normal vo-lümünün yüz katına yükf.elmiş sesi, nasıl bütün aileyi rezil ettiğini haykırarak anlatıyordu.
Neville için üzülmekle meşgul olan Harry, kendisinin de bir mektubu olduğunu hemen fark etmemişti. Hedwig bileğini şiddetle gagalayarak onun dikkatini çekti.
"Ayy! Şey - teşekkürler, Hedwig..."
Baykuş, Neville'in patlamış mısırlarını afiyetle yerken, Harry de zarfı yırtıp açtı. İçindeki notta şöyle diyordu:
Sevgili Harry ve Ron,
Bu akşam altı sularında benimle çay içmeye ne dersiniz? Sizi ben gelip şatodan alacağım. GÎRlŞ SALO-NU'NDA BENÎ BEKLEYÎN, TEK BAŞINIZA ÇIKMANIZA ÎZÎN YOK.
Selamlar,
Hagrid
"Herhalde Black hikâyesini tüm ayrıntılarıyla dinlemek istiyor!" dedi Ron.
323
Böylece o akşam saat altıda Harry ve Ron, Gryffin-dor Kulesi'nden ayrıldı, koşarak güvenlik ifritlerinin yanından geçti ve aşağı, Giriş Salonu'na indiler.
Hagrid çoktan gelmiş onları bekliyordu.
"Pekâlâ, Hagrid," dedi Ron. "Sanırım cumartesi gecesi olup biten her şeyi dinlemek istiyorsun, ha?"
"Hepsini duydum bile," dedi Hagrid, ön kapılan açıp onlan dışarı çıkarırken.
"Ya," dedi Ron, süngüsü düşmüş görünüyordu.
Hagrid'in kulübesine girince gözlerine çarpan ilk şey, onun yamalı yorganı üstünde oturan Şahgaga oldu. Muazzam kanatlarını sıkıca vücuduna yapıştırmıştı, keyifle bir tabak dolusu ölü gelincik yiyordu. Bu tatsız sahneden gözlerini kaçıran Harry, Hagrid'in gardırobunun kapısında devasa, tüylü bir kahverengi takım elbise ile korkunç bir s arı-turuncu renkli kravatın asılı olduğunu gördü.
"Bunlar da n'oluyor, Hagrid?" diye sordu.
"Şahgaga'nın Tehlikeli Yaratıkların İtlafı Komite-si'ne karşı duruşması," dedi Hagrid. "Bu cuma. Onunla ben birlikte Londra'ya gidiyoruz. Hızır Otobüs'te iki yer ayırttım..."
Harry berbat bir suçluluk duygusuyla sarsıldı. Şahgaga'nın duruşmasının bu kadar yakın olduğunu tamamen unutmuştu. Ron'un yüzündeki huzursuz ifadeye bakılırsa, o da aynı durumdaydı. Şahgaga'nın savunmasını hazırlamasına yardimcı olma konusundaki sözlerini de unutmuşlardı. Ateşoku'nun gelişi, başka her şeyi akıllarından silmişti. ,
324
Hagrid onlara çay koydu, bir tabak Bath çöreği ikram etti, ama kabul etmeyecek kadar akılları vardı. Daha önce Hagrid'in yemekleri konusunda hayli deneyim edinmişlerdi.
Hagrid ortalarına oturup ona yakışmayacak kadar ciddi bir görünüme bürünerek, "İkinizle bir şey konuşacağım," dedi.
"Nedir?" diye sordu Harry.
"Hermione."
"Ona ne olmuş?" dedi Ron.
"Kafasını yiyecek, o olmuş. Noel'den beri sık sık bana geliyor. Kendini yalnız hissediyor. Önce Ateşoku yüzünden onunla konuşmadınız, şimdi de konuşmuyorsunuz çünkü kedisi -"
"- Scabbers'ı yedi!" diye haykırdı Ron öfkeyle.
"Çünkü kedisi bütün kediler gibi davrandı," diye devam etti Hagrid inatla. "Bayağı bir ağladı burda, anlıyorsunuz ya. Kötü günler geçiriyor. Becereceğinden fazlasını yüklendi, bana sorarsanız, onca şeyi yapmaya çalışıyor. Yine de Şahgaga'nın duruşması için bana yardım edecek zaman buldu, ha... bana çok iyi bazı şeyler buldu... sanırım Şahgaga'nın şimdi hayli şansı var..."
"Hagrid, biz de yardım etmeliydik - kusura bakma -" diye kekeledi Harry.
"Sizi suçlamıyorum!" dedi Hagrid, eliyle Harry'nin özrünü bir kenara savurarak. "Tanrı biliyor ya, sizin de yapacak çok işiniz vardı. Gece gündüz Quidditch ant-veaTianı yaptığınızı gördüm - ama size söyleyeyim,
325
bak. Ben ikinizin arkadaşlarınıza süpürgeler ya da farelerden çok değer verdiğinizi sanırdım. Hepsi bu!"
Harry ve Ron birbirlerine rahatsız bakışlar attılar.
"Çok üzüldü, sahiden, Black nz daha seni bıçakla-yacaktı ya, Ron. İyi bir kalbi var H^rmione'nin. Siz ikiniz de onunla konuşmuyorsunuz -'
"O kediden kurtulsa, konuşurum"' dedi Ron öfkeyle. "Oysa hâlâ onu savunuyor! Kedi o'r manyak, ama hakkında tek kötü söz duymak istemvvor!"
Hagrid bilgece, "Eh, öyle, insan'ar hayvanlan konusunda biraz aptallık edebilir," dedi Hagrid. Arkasında Şahgaga, Hagrid'in yastığına birkc c gelincik kemiği tükürdü.
Ziyaretlerinin geri kalanını Gryttindor'un Quid-ditch Kupası'ndaki şansının artması üzerine konuşarak geçirdiler. Saat dokuzda, Hagrid onları yeniden şatoya görürdü.
Ortak salona döndüklerinde duyuru tahtasının önünde bir kalabalık toplanmıştı.
"Hogsmeade, önümüzdeki hafta sonu!" dedi Ron, yeni duyuruyu okumak için insanların başlan üzerinden uzanarak. Bir yere oturmaya giderlerken, Harry'ye alçak sesle, "Ne dersin?" diye sordu.
"Eh, Filch Balyumruk'a giden geçit konulunda bir şey yapmadı," dedi Harry, daha da alçak sesle.
Sağ kulağında bir ses, "Harry!" dedi. Han y zıpladı ve dönüp Hermione'ye baktı. Tam arkalarındaki masaya oturmuştu, arkasına gömüldüğü kiteplau araladı.
326
"Harry, eğer yine Hogsmeade'e gidersen... Profesör McGonagall'a o haritayı söylerim!" dedi Hermione.
"Birinin konuştuğunu duyuyor musun, Harry?" diye hırladı Ron, Hennione'ye bakmadan.
"Ron, nasıl seninle gitmesine izin verirsin? Sirius Black sana az daha ne yapıyordu, düşünsene. Ciddiyim, söylerim -"
Ron küplere binmiş halde, "Demek şimdi de Harr/yi okuldan attırmaya çalışıyorsun!" dedi. "Bu yıl yeterince zarann dokunmadı mı?"
Hermione cevap vermek için ağzını açtı, ama Cro-okshanks hafifçe tıslayarak kucağına sıçradı. Ron'un yüzündeki ifadeyi görünce ona ürkmüş gözlerle bakan Hermione, Crookshanks'i kucakladı ve hızla kızların yatakhanesine doğru gitti.
"Ne dersin, peki?" dedi Ron, konuşmaları hiç bölünmemiş gibi. "Hadi hadi, geçen sefer gittiğinde hiçbir şey görmedin. Daha Zonko'nun dükkânına bile girmedin!"
Harry, Hermione duyamayacak kadar uzakta mı diye etrafına bakındı.
"Tamam," dedi. "Ama bu kez yanıma Görünmezlik Pelerini'ni alıyorum."
Cumartesi sabahı Harry Görünmezlik Pelerini'ni torbasına koydu, Çapulcu Harita sı'm cebine tıktı ve herkesle birlikte kahvaltıya indi. Hermione karşıdan
327
ona kuşkucu bakışlar atıp duruyordu, ama onunla göz göze gelmekten kaçındı ve herkes ön kapılara doğru giderken Hermione onun Giciş Salonu'ndaki mermer merdivene yürüdüğünü görsün diye Özen gösterdi.
Ron'a, "Güle güle!" diye seslendi Harry. "Döndüğünde görüşürüz!"
Ron sırıttı ve R;ÖZ kırptı.
Harry telaşla üçüncü kata çıkarken. Çapulcu Hari-tası'nı da cebinden çıkardı. Tek gözlü cadının yanına çömelerek haritayı düzeltti. Tek bir küçük nokta, ona doğru hareket ediyordu. Harry gözlerini kısıp baktı. Yanındaki küçücük yazıda "Neville Longbottom" diyordu.
Harry hemen asasını çıkaıdı, "Dissendium!" diye mırıldandı ve torbasını heykelin içine tıktı. Ama daha kendisi tırmanamadan Neville köşeyi döndü.
"Harry! Senin de Hogsmeade'e gitmediğini unutmuşum!"
"Selanv-Neville," dedi Harry, hızla heykelden uzaklaşıp haritayı yeniden cebine tıkarak. "Ne yapıyorsun?"
"Hiç," diye omzunu silkti Neville. "Patlamalı Pişti oynamak ister misin?"
"Şey - şimdi değil - ben Lupin'in vampir ödevini yapmak için kütüphaneye gidiyordum -"
Nev;lle sevinçle, "Ben de gelirim!" dedi. "O ödevi ben de yapmadım!"
"Şey - dur bakayım - evet, unutmuşum. Ben dün gece bitirmiştim!"
"Süper, bana yardım edersin!" dedi Neville, topar-
328
lak yüzünde hevesli bir ifadeyle. "Sarımsakla ilgili o meseleyi hiç anlamıyorum - yemeleri mi gerekiyor, yoksa -"
Neville, Harry'nin omzundan geriye bakarak, bir anda soluğunu tuttu.
Snape'ti. Neville hemencecik Harry'nin arkasına geçti.
Durarak bir birine, bir ötekine bakan Snape, "Ya siz ikiniz burada ne yapıyorsunuz?" diye sordu. "Buluşmak için tuhaf bir yer -"
Snape'in kara gözlerinin her iki yandaki kapı aralığına ve sonra da tek gözlü cadıya kaydığını gören Harry, fena halde huzursuz oldu.
"Burada - buluşmadık," dedi. "Sadece - karşılaştık."
"Yok canım?" dedi Snape. "En beklenmedik yerlerde ortaya çıkmak gibi bir huyun var, Potter ve buralara nedensiz gittiğine de pek rastlamadım... Ben şimdi ikinize, ait olduğunuz yere, yani Gryffindor Kulesi'ne gitmenizi öneriyorum."
Harry ve Neville tek kelime etmeden yola koyuldular. Köşeyi dönerlerken Harry arkasına baktı. Snape elini tek gözlü cadının başının üstünde gezdirip onu yakından inceliyordu.
Şişman Hanım'in yanına gelince, Neville'e önce parolayı söyleyip sonra da vampir ödevini kütüphanede unuttuğunu ekleyerek onu atlatmayı başardı. Geri döndü. Güvenlik ifritlerinin görüş sahasından çıkınca da haritayı yine çıkarıp yakından bakmaya başladı.
329
Üçünü kat koridoru boşalmış gibi görünüyordu. Harry haritayı dikkatle taradı ve üzerinde "Severus Snape" yazan minik noktanın artık odasına dönmüş olduğunu görerek rahat bir nefes aldı.
Tabana kuvvet tek gözlü cadıya gitti, kamburunu açtı, kendini içeri attı ve taş oluğun dibinde çantasına kavuşmak üzere aşağı kaydı. Çapulcu Haritası'm silip yeniden boş hale getirdi, sonra da bir koşu kopardı.
Görünmezlik Pelerini'nin altına tamamen saklanan Harry, Balyumruk'tan çıkıp güneşli sokağa adım attı ve Ron'un sırtına dokundu.
"Benim," diye mırıldandı.
"Niye geciktin?" diye fısıldadı Ron.
"Snape oralarda dolanıyordu..."
High Street'ten yukarı doğru yola koyuldular.
Ron ağzının kenarından, "Neredesin?" diye sordu. "Hâlâ orda mısın? Garip bir duygu bu..."
Postaneye gittiler; Harry rahatça etrafına bakabilsin diye, Ron Mısırdaki Bill'e bir baykuş göndermenin fiyatını ögreniyormuş gibi yaptı. Baykuşlar oturmuş ona bakıp alçak sesle ötüyorlardı, hiç değilse üç yüz tane vardı. Büyük Gri baykuşlardan mini mini Ozan baykuşlarına ("Sadece Yerel Teslimat") kadar. Öyle küçüklerdi ki, Harry'nin avucuna oturabilirlerdi.
Sonra Zonko'nun yerini ziyaret ettiler, ağzına kadar öğrenci dolu olduğundan, Harry kimsenin ayağına ba-
330
şıp paniğe yol açmamak için çok dikkat etmek zorunda kaldı. Burada Fred ve George'un en çılgın hayallerini bile gerçekleştirecek şakalar ve numaralar vardı. Harry, Ron'a fısıltıyla talimat verdi ve'Pelerin'inin altından ona biraz altın uzattı. Zonko'nun dükkânını, keseleri hatırı sayılır ölçüde hafiflemiş olarak terk ettiler. Ama cepleri Tezekbombalan, Hıçkırık Şekerleri, Kurbağa Yumurtası Sabunu ve adam başı birer Burun Isıran Çay Fincanı'yla şişmişti.
Berrak ve meltemli bir gündü, ikisi de içeride kalmak istemiyordu. Üç Süpürge'nin önünden geçerek, İngiltere'nin en perili evi olan Bağıran Baraka'yı ziyaret etmek için yokuşu tırmandılar. Bağıran Baraka, köyün geri kalanının biraz, daha yukarısındaydı. Üzerlerine tahta çakılmış pencereleri ve bitkilerle sarılı rutubetli bahçesiyle gün ışığında bile biraz tekinsiz görünüyordu.
Çite dayanıp binaya bakarlarken, Ron, "Hogwarts hayaletleri bile buradan kaçınır," dedi. "Neredeyse Kafasız Nick'e sordum... Burada çok hoyrat yaratıkların yaşadığını söylüyor. Kimse içeri giremiyor. Fred ve Ge-orge denedi elbette, ama bütün girişler kapatılmış..."
Yokuşa tırmandıktan sonra Harry sıcak bastı diye tam birkaç dakikalığına Pelerin'i çıkarmayı düşünüyordu ki, yakında bir yerden sesler duydu. Birileri, tepenin öbür yanından eve doğru tırmanıyordu. Biraz sonra, hemen ardında Crabbe ve Goyle'la, Malfoy göründü. Konuşan oydu.
"... her an babamdan bir baykuş gelebilir. Onlara
331
kolumun durumunu anlatmak için duruşmaya gitmesi gerekti... nasıl üç ay kullanamadığımı falan..."
Crabbe ve Goyle kıs kıs güldü.
"O koca, kıllı moronun kendini savunmasını duymak isterdim, gerçekten... 'Hiç zararlı değil, doğru söylüyorum -'... O Hipogrif e ölmüş gözüyle bakabilirsiniz -"
Mâlfoy birden Ron'u gördü. Solgun yüzü hain bir sırıtışla aydınlandı.
"Ne yapıyorsun, Weasley?"
Mâlfoy, Ron'un arkasındaki yıkık dökük eve baktı.
"Herhalde burada oturmak çok hoşuna giderdi, değil mi, Weasley? Kendi yatak odan olsun diye hayal mi kuruyordun? Duydum ki bütün ailen tek bir odada yatıyormuş - doğru mu?"
Harry, Malfoy'un üzerine atlamasın diye Ron'un cüppesinin arkasına yapıştı.
Kulağına, "Onu bana bırak," diye fısıldadı.
Kaçırılmayacak kadar iyi bir fırsattı. Harry sessizce Malfoy, Crabbe ve Goyle'un arkasına süzüldü, eğilip yoldan bir avuç dolusu çamur aldı.
Malfoy, Ron'a, "Biz de tam dostun Hagrid'den söz ediyorduk," dedi. "Tehlikeli Hayvanların İtlafı Komitesi'ne neler söylediğini hayal etmeye çalışıyorduk. Sence ağlar mı o Hipogrif in boynunu -"
ŞAP!
Çamur ona çarpınca Malfoy'un başı öne doğru savruldu. Gümüşi-sarı saçları bir anda vıcık vıcık olmuştu.
"Neler -?"
Ron öyle bir gülmeye başladı ki, düşmemek için çi-
332
te tutunmak zorunda kaldı. Malfoy, Crabbe ve Goyle aptal aptal oldukları yerde dönüp deli gibi etraflarına baktılar. Malfoy saçını temizlemeye çalışıyordu.
"O da neydi? Kim yaptı?"
Ron, hava durumu hakkında fikir beyan eden birinin havasıyla, "Burası da çok perili, değil mi?" dedi.
Crabbe ve Goyle korkmuş görünüyordu. Gelişmiş adaleleri hayaletlere karşı fayda etmiyordu. Malfoy çılgınca bomboş araziye bakmıyordu.
Harry yol boyunca sinsice ilerledi, orada balçık gibi bir su birikintisinde pis kokulu, yeşil bir çamur vardı.
ŞAPIRT!
Bu sefer Crabbe ve Goyle da nasibini aldı. Goyle olduğu yerde öfkeyle zıplayarak çamuru küçük, cansız gözlerinden çıkarmaya çalıştı.
Malfoy yüzünü silip, Harry'nin olduğu yerin yarım metre kadar soluna bakarak, "Oradan geldi!" dedi.
Crabbe uzun kollarını zombi gibi öne uzatmış, kör-lemesine ileri yürüdü. Harry onun arkasına geçti, bir sopa alıp Crabbe'nin sırtına fırlattı. O kimin attığını görmek için havada bir tür bale dönüşü yaparken de sessiz bir kahkahayla iki büklüm oldu. Crabbe, orada gördüğü tek kişi olan Ron'a doğru hamle etti. Ama Harry bacağını uzattı. Crabbe sendeledi - ve kocaman, düztaban ayağı Harry'nin Pelerin'inin eteğine takıldı. Harry, Pelerin'inin şiddetle çekildiğini hissetti ve Pelerin yüzünden kaydı.
Malfoy bir an ona bakakaldı.
"AAYYY!" diye feryat etti, eliyle Harry'nin başını
333
göstererek. Sonra geri döndü, tepeden aşağı son sürat koştu, Crabbe ve Goyle da onu izledi.
Harry, Pelerin'i tekrar başının üstüne çekti, ama olan olmuştu.
"Harry!" dedi Ron, öne doğru sendeleyerek yürüyüp Harr/nin gözden kaybolduğu noktaya çaresizce bakarak. "Kaçsan iyi olur! Malfoy birilerine söylerse -en iyisi sen şatoya dön, hemen -"
"Sonra görüşürüz," dedi Harry ve başka tek kelime etmeden Hogsmeade'e giden yoldan aşağı koştu.
Malfoy gördüğüne inanacak mıydı? Malfoy'a inanan çıkar mıydı? Hiç kimse Görünmezlik Pelerini'ni bilmiyordu - Dumbledore dışında hiç kimse. Harry'nin midesi altüst oldu - Malfoy bir şey söylerse Dumbledore neler olup bittiğini anlardı -
Gerisingeri Balyumruk'a, mahzen merdivenlerinden aşağı, taş döşemeden ileri, kapaktan dışan - Harry, Pelerin'i çıkardı, kolunun altına sıkıştırdı've geçit boyunca koşmaya başladı... Malfoy ondan önce geri dönerdi... Biröğretmen bulması ne kadar vakit alırdı? Soluk soluğa, böğründe keskin bir sancıyla, taş oluğa gelene kadar yavaşlamadı. Pelerin'i burada bırakmak zorundaydı, eğer Malfoy bir öğretmene ispiyonladıysa, Pelerin onu fena halde ele verirdi. Bir köşede, gölgelerin içine sakladı onu, sonra mümkün olduğu kadar çabuk bir şekilde tırmanmaya koyuldu. Terli elleri oluğun iki yanında kayıyordu. Cadının kamburunun iç tarafına ulaştı, asasıyla dokundu, başını dışan uzattı ve kendini dışarı çekti. Kambur kapandı ve tam Harry heykelin ar-
334
kasından zıplamıştı ki, hızla yaklaşan ayak sesleri duydu.
Gelen Snape'ti. Kara cüppesi dalgalanarak Harr/ye süratle yaklaştı, önünde durdu.
"Demek böyle," dedi.
Snape'te bastırılmış bir zafer havası seziliyordu. Terli yüzü ve çamurlu ellerinin farkında olan Harry masum bir ifade takınmaya çalıştı. Ellerim hemen cebine sokup gizledi.
"Benimle gel, Potter," dedi Snape.
Harry onun ardına düşüp merdivenlerden indi, bir yandan da Snape'e fark ettirmeden ellerini cüppesinin iç tarafına silip temizlemeye çalışıyordu. Merdivenlerden zindana indiler, oradan da Snape'in odasına gittiler.
Harry buraya daha önce bir kez gelmişti, o zaman da başı çok ciddi şekilde beladaydı. Snape o seferden beri kavanozlara korkunç ve yapışkan birkaç şey daha eklemişti. Hepsi masasının arkasındaki raflarda durmuş, alevlerin ışığında parıldıyor ve tehdit edici atmosfere katkıau bulunuyordu.
"Otur," dedi Snape.
Harry oturdu. Ama Snape ayakta kaldı.
"Mr Malfoy bana gelip çok garip bir hikâye anlattı, Potter," dedi Snape.
Harry bir şey söylemedi.
"Diyor ki, Bağıran Baraka'run orada VVeasley'ye rastlamış - yalnız görünüyormuş."
Harry yine konuşmadı.
335
"Mr Malfoy diyor ki, o durmuş VVeasley'yle konuşurken, büyük miktarda çamur başının arka tarafına gelmiş. Sence bu nasıl olmuş olabilir?"
Harry makul ölçüde şaşırmış görünmeye çalıştı.
"Bilmiyorum, Profesör."
Snape'in gözleri deşermişçesine Harry'ninkUere dikilmişti. Bunun bir Hipogrife gözlerim kaçırmadan bakmaktan farkı yoktu. Harry göz kırpmamsy? çal-ştı.
"Sonra Mr Malfoy olağanüstü bir gc ~ ütüye tanık olmuş. Ne olduğunu tahmin edebiliyor r>usun. Potter?"
"Hayır," dedi Harry, şimdi masu-" ve meraklı görünmeye çalışarak.
"Başmmış, Potter. Havada duruyormuş."
Uzun bir sessizlik oldu.
"Belki de Madam Pomfrey'ye gitmesi gerekir," dedi Harry. "Eğer böyle şeyler görüyorsa -"
Snape yumuşak bir sesle, "Başın Hogsmeade'de ne yapıyor olabilir, Potter?" dedi. "Başının Hogsmeade'e gitmesine izin yok. Vücudunun herhangi bir bölümünün Hogsmeade'e gitmesine izin yok."
"Onu bitiyorum," dedi Harry, yüzünü suçluluk ve korkudan arındırmaya çalışarak. "Anlaşılan Malfoy ha-lüsin-"
"Malfoy halüsinasyon görmüyor," diye hırladı Snape. Ellerini Harry'nin koltuğunun iki koluna koyarak eğildi. Şimdi burun burunayddar. "Başın Hogsme-ade'deyse, geri kalanın da oradadır."
"Gryffindor Kulesi'ndeydim," dedi Harry. "Siz dediniz ya -"
336
"Bunu doğrulayacak biri var mı?"
Harry bir şey söylemedi. Snape'in ince dudaklı ağzı korkunç bir tebessümle kıvrıldı.
Yeniden doğrularak, "Demek öyle," dedi. "Sihir Bakanı'ndan başlayarak herkes meşhur Harry Potter'ı Siri-us Black'ten korumaya çalışıyor. Ama meşhur Harry Potter kendi yasalarını kendi koyuyor. Varsın sıradan insanlar onun güvenliği için endişelensin! Meşhur Harry Potter istediği yere gider, sonuçlarına da aldırmaz."
Harry suskun kaldı. Snape onu tahrik ederek gerçeği söyletmeye çalışıyordu. Bunu yapmayacaktı. Snape'in elinde kanıt yoktu - henüz.
Snape birden, gözleri parlayarak, "Babana ne kadar çok benziyorsun, Potter," dedi. "O da fevkalade kendini beğenmişti. Quidditch'e biraz yeteneği olması, hepimizden bir gömlek üstün olduğunu düşünmesine yol açmıştı. Dostları ve hayranlarıyla caka satıp dururdu... aranızdaki benzerlik inanılmaz."
Harry, kendine engel olamadan, "Babam caka satmazdı," dedi. "Ben de satmıyorum."
Snape, yüzünde melun bir ifadeyle, yakaladığı zayıf noktanın üstüne giderek, "Baban da kurallara pek aldırmazdı," dedi. "Kurallar sıradan faniler içindir, Qu-idditch Kupası kazananlar için değil. Burnu öyle büyüktü ki -"
"KES SESİNİ!"
Harry birden ayağa fırladı. Privet Drive'daki son gecesinden beri hissetmediği çılgınca bir hiddet, her ya-
337
nmı kaplamıştı. Snape'in yü/ünün kaskatı kesilmesine, kara gözlerinin tehlikeli bir şekilde parlamasına aldırmıyordu.
"Bana ne dedin, Potter?"
Harry, "Babamı rahat bırakıp sesinizi kesmenizi söyledim!" diye haykırdı. "Gerçeği biliyorum, tamam mı? Sizin hayatınızı kurtardı! Dumbledore bana söyledi! Babam olmasa şu anda burda bile olmayabilirdiniz!"
Snape'in sarımsı teni, ekşi süt rengine dönüşmüştü.
"Peki ya Müdür sana babanın hayatımı hangi koşullar altında kurtardığım da söyledi mi?" diye fısıldadı. "Yoksa bu ayrıntıların, kıymetli Potter'in nazik kulakları için pek nahoş olacağını mı düşündü?"
Harry dudağını ısırdı. Ne olduğunu bilmiyordu, bunu belli etmek de istemiyordu - ama Snape gerçeği tahmin etmişti.
Yüzünde korkunç, çarpık bir gülümsemeyle, "Baban hakkında yanlış bir fikir edinmenden nefret ederdim, Potter," dedi. "Şanlı bir kahramanlık hikâyesi mi hayal ediyordun? Öyleyse ben hemen bunu düzelteyim - azizden farksız baban ve arkadaşları bana çok eğlenceli bir şaka yaptılar. Eğer baban son anda tırsmamış olsaydı, bu şaka benim canıma mal olabilirdi. Yaptığının cesurca bir yanı yok. Benimkini olduğu kadar kendi canım da kurtarıyordu. Şakaları başarıya ulaşsaydı, Hog-warts'tan atılırdı."
Snıpe'in çarpık, sarımsı dişleri ortaya çıkmıştı,
"Ceplerini boşalt, Potter," dedi tükürürcesine.
338
Harry kıpırdamadı. Kulakları zonkluyordu.
"Ceplerini boşalt, yoksa dosdoğru Müdür'e gidiyoruz. Boşalt onlan, Potter!"
Korkudan buz kesmiş olan Harry, yavaşça Zon-ko'nun şakaları torbasıyla Çapulcu Haritası'nı cebinden çıkardı.
Snape, Zonko'nun torbasını aldı.
"Ron verdi onlan bana/' dedi Harry. Bir yandan da o Snape'e rastlamadan önce Ron'u uyarma fırsatı bulmak için dua ediyordu. "O - geçen sefer onları Hogs-meade'den getirdi -"
"Sahi mi? Ve o günden beri yanında taşıyorsun, ha? Ne kadar dokunaklı... peki, ya bu ne?"
Snape haritayı eline almıştı. Harry kayıtsız bir ifade takınmak için var gücüyle çabaladı.
"Yedek parşömen kâğıdı," diye omzunu silkti.
Snape, gözleri Harry'de, haritayı evirip çevirdi.
"Bu kadar eski bir parşömen kâğıdına ihtiyacın olamaz, değil mi?" dedi. "Niye - atmıyorum ki bunu?"
Eli ateşe doğru hareketlendi.
"Hayır!" dedi Harry hemen.
"Demek öyle!" dedi Snape, uzun burnunun kanatları titreyi. - "Bu da Mr Weasley'den gelmiş bir başka değerli hediye mi yoksa? Ya da - başka bir şey? Bir mektup, belki, görünmez mürekkeple yazılmış bir mektup? Ya da - Ruh Emici'lerin yanından geçmeden Hogsmeade'e gitmek için talimat?"
Harry gözlerini kırptı. Snape'in gözleri ışıldadı.
"Bakalım, bakalım..." diye mırıldandı, asasını çıka-
339
np haritayı masasının üstüne düzelterek yaydı. "Sırrını açığa vur!" dedi, asasıyla parşömene dokunarak.
Hiçbir şey olmadı. Harry, ellerinin titremesini önlemek için yumruklanru sıktı.
"Göster kendini!" dedi Snape. haritaya sertçe vurarak.
Harita bomboş duruyordu. Herry derin derin soluk alıp sakin kalmaya çalışıyordu.
"Profesör Severus Snape, bu okulun hocası, sana sakladığın bilgiyi vermeni emrediycı!" dedi Snape, asasıyla haritaya vurarak.
Sanki görünmez bir el üzerinde yazıyormuş gibi, haritanın pürüzsüz yüzeyinde kelimeler belirdi.
"Mr Aylak, Profesör Bnape'e selamlarını sunar ve anormal derecede büyük burnunu başkalarının işine sokmamasını rica eder."
Snape dondu kaldı. Harry nutku tutulmuş halde mesaja bakıyordu. Ama harita bununla kalmadı. İlkinin altında başka yazılar da beliriyordu.
"Mr Çatalak, Mr Aylak'a katılmakla kalmayıp, Profesör Snape'in çirkin bir rezil olduğunu eklemek ister."
Durum o kadar ciddi olmasa, çok komik olurdu aslında. Üstelik dahası da vardı...
"Mr Patiayak böyle bir budalanın Profesör olabilmesine nasıl hayret ettiğini belirtmek ister."
Harry dehşet içinde gözlerini yumdu. Onları yeniden açtığında, harita son sözünü söylemişti.
"Mr Kılkuyruk, Profesör Snape'e iyi günler c'ikr ve saçını yıkamasını salık verir, pis herif."
340
Harry darbenin inmesini bekledi.
"Demek öyle..." dedi Snape yumuşak bir sesle. "Göreceğiz bakalım..."
Hızlı hızlı şöminesine doğru gitti, şöminenin üstündeki bir kavanozdan bir avuç panldayan toz alıp alevlere savurdu.
Snape ateşe doğru, "Lupin!" diye seslendi. "Seninle konuşmak istiyorum!"
Neye uğradığını şaşıran Harry ateşe bakakaldı. İçinde yüksek hızla dönen büyük bir şekil peydahlan-mıştı. Birkaç saniye sonra, eski püskü giysilerindeki külleri süpürerek, Profesör Lupin şömineden dışarı çıkıyordu.
"Beni mi çağırdın, Severus?" dedi nezaketle.
Dönüp masasına giderken yüzü öfkeyle kasılmış olan Snape, "Elbette çağırdım," dedi. "Az önce Pot-ter'dan ceplerini boşaltmasını istedim. Cebinde şu vardı."
Snape, üzerinde Mösyöler Aylak, Kılkuyruk, Pati-ayak ve Çatalak kelimeleri hâlâ panldayan parşömeni parmağıyla gösterdi. Lupin'in yüzünde tuhaf, anlaşılmaz bir ifade belirdi.
"Ee?" dedi Snape.
Lupin haritaya bakmayı sürdürdü. Harr/ye büyük bir hızla düşünüyormuş gibi geldi.
"Ee?" dedi Snape bir kez daha. "Belli ki bu parşömen Kara Büyü dolu. Bu senin uzmanlık alamjı sayılıyor, Lupin. Sence Potter böyle bir şeyi nereden almıştır?"
341
Lupin başını kaldırdı ve müdahale etmemesi için onu uyarırcasına Harry'ye belli belirsiz bir bakış attı.
Nezaketle, "Kara Büyü mü dolu?" diye tekrarladı. "Sahiden böyle mi düşünüyorsun, Severus? Bana sanki onu okumaya çalışan herkese hakaret eden zararsız bir parşömen parçasıymış gibi görünüyor. Çocukça ama kesinlikle tehlikeli değil, ha? Sanırım Harry onu bir şaka dükkânından aldı -"
"Öyle mi dersin?" dedi Snape. Çenesi öfkeden kasılmıştı. "Bir şaka dükkânında böyle bir şey bulunur mu dersin? Doğrudan imalatçısından almış olması daha akla yakın değil mi sence?"
Harry, Snape'in neden söz ettiğini arılamıyordu. Görünüşe bakılırsa, Lupin de anlamıyordu.
"Yani, Mr Kılkuymk'tan ya da bu insanların herhangi birinden mi?" dedi. "Harry, bu adamların herhangi birini tanıyor musun?"
"Hayır," dedi Harry hemen.
"Görüyorsun ya, Severus," dedi Lupin, yine Snape'e dönerekr"Bana bir Zonko ürünü gibi görünüyor -"
Tam o anda, Ron odaya daldı. Neredeyse soluk alamaz haldeydi. Snape'in masasının az önünde durdu ve eli cüppesinin göğsünde, konuşmaya çalıştı.
"Harry'ye - o - şeyi - ben - verdim," dedi boğulur-casına. "Çok - çok - önce - Zonko'dan - almıştım -"
"Eh!" dedi Lupin, ellerini birbirine çarpıp, neşeyle çevresine bakarak. "Böylece mesele açıklığa kavuştu! Severus, bunu geri alayım, değil mi?" Haritayı katladı, cüppesinin içine soktu. "Harry, Ron, benimle gelin,
342
vampir ödevi hakkında sizinle konuşmam gerek. Müsaadenle, Severus!"
Odadan çıkarlarken, Harry, Snape'e bakmaya cesaret edemedi. O, Ron ve Lupin, konuşmaksızm ta Giriş Salonu'na kadar yürüdüler. Sonra Harry, Lupin'e döndü.
"Profesör, ben -"
Lupin, "Açıklama duymak istemiyorum," diye kesti lafını. Boş Giriş Salonu'na baktı ve sesini alcalttı. "Bu haritanın yıllar önce Mr F:lch tarafından gasp edildiğini biliyorum. Evet, bir harita olduğunu biliyorum," dedi, Harry ve Ron şaşkın şaşkın bakınca. "Sizin elinize nasıl düştüğünü bilmiyorum. Ama onu teslim etmeyişinize hayret ediyorum. Özellikle bir öğrencinin şatoda birtakım bilgiler bırakmasından sonra neler olduğunu düşünecek olursanız. Ve bunu sana geri veremem, Harry."
Harry bunu bekliyordu ve bazı açıklamalar duymaya öylesine hevesliydi ki, itiraz etmedi.
"Snape neden bunu imalatçılarından aldığımı sandı?"
"Çünkü..." Lupirı durakladı, "çünkü bu haritayı yapanlar seni kandırıp okul dışına çıkarmayı isterdi. Bunu son derece eğlenceli bulurlardı."
Etkilenen Harry, "Onları tanrjor musunuz?" diye sordu.
"Karşılaşmıştık," dedi Lupin kısaca. Harry'ye eskiden olduğundan çok daha büyük bir ciddiyetle bakıyordu.
343
"Benden bir daha paçanı kurtarmamı bekleme, Harry. Sirius Black'i ciddiye almanı sağlayamadım. Ama Ruh Emiciler yanına yaklaştığında duyduklarının senin üzerinde daha büyük bir etkisi olmasını beklerdim. Annenle baban sen hayatta kalasın diye canlarını verdiler, Harry. Onlara borcunu böyle mi ödüyorsun -bir torba dolusu sihirli şaka uğruna fedakârlıklarını hiçe sayarak mı?"
Uzaklaştı. Harry şimdi kendini Snape'in odasında olduğundan çok daha berbat hissediyordu. Ron'la ikisi yavaş yavaş mermer merdivenleri tırmandı. Harry tek gözlü cadının yanından geçerken Görünmezlik Peleri-ni'ni hatırladı - hâlâ orada, aşağıda duruyordu, ama Harry'nin gidip onu alacak-cesareti yoktu.
Ron birden, "Benim kabahatim," dedi. "Seni gitmeye ben ikna ettim. Lupin hakh, aptalca bir şeydi, yapmamalıydık -"
Ron sustu; güvenlik ifritlerinin devriye gezdiği koridora gelmişlerdi ve Hermione onlara doğru yürüyordu. Harry onun yüzüne bakar bakmaz, Hermione'nin olanları duyduğunu anladı. Yüreği ağzına geldi - Profesör McGonagall'a söylemiş miydi acaba?
Hermione önlerinde durunca, Ron zalim bir sesle, "Söylemiştim size demek için mi geldin?" dedi. "Yoksa az önce bizi ihbar mı ettin?"
"Hayır," dedi Hermione. Elinde bir mektup tutuyordu, dudakları titriyordu. 'Sadece, bilmeniz gerektiğini düşündüm... Hagrid davayı kaybetti. Şahgaga öldürülecek."
344

GeCeLeR
12-10-2006, 01:49 AM
ON BEŞİNCİ BÖLÜM
Quidditch Finali
"Bana - bana bunu gönderdi/' dedi Hermione, mektubu uzatarak.
Harry mektubu aldı. Parşömen nemliydi, iri iri gözyaşları mürekkebi öyle kötü dağıtmıştı ki, bazı yerleri okumak iyice zorlaşmıştı.
Sevgili Hermione,
Kaybettik. Onu Hogwarts'a geri getirmeme izin verdiler, infaz tarihi henüz belli değil. C«?a, Londra'yı çok sevdi. Bize yardımını unutmayacağım. Hagrid
"Bunu yapamazlar," dedi Harry. "Yapamazlar. Şah-gaga tehlikeli değil."
"Malfoy'un babası Komite'yi korkutarak yaptırdı bunu," dedi Hermione, gözlerini silerek. "O nasıl biri, biliyorsunuz. Ötekilerin de hepsi titrek yaşlı ahmaklar, korktular. Gerçi bir temyiz olacak, hep olur. Ama
345
ben umut görmüyorum... hiçbir şey değişmiş olmayacak."
"Hayır, olacak," dedi Ron hiddetle. "Bu defa burur işi tek başına yapman gerekmeyecek, Hermione. Ben yardım edeceğim."
-'Ah, Ron!"
Hermione kollarını Ron'un boynuna doladı ve kendini tamamen koy verdi. Dehşete düşen Ron, onun başını beceriksizce okşamaya koyuldu. Sonuu-ta, Hermione onu bırakıp geri çekildi.
"Ron, Scabbers için çok çok üzgünüm," dedi ağlayarak.
"Ee - şeyy - yaşlıydı zaten," dedi Ron. Hermione'nin onu bırakmış olmasından çok rahatlamış görünüyordu. "Aynca pek bir işe de yaramıyordu. Kim bilir, belki annemle babam şimdi bana bir baykuş alır."
Black'in binaya ikinci kez girişinden sonra öğrencilere dayatılan güvenlik önlemleri, Harry, Ron ve Her-mione'nin akşamları gidip Hagrid'i ziyaret etmelerini imkânsız hale getirmişti. Onunla konuşmak için tek fırsatları, Sihirli Yaratıkların Bakımı dersleriydi.
Hagrid, kararın yarattığı şokla uyuşmuş gibi görünüyordu.
"Hep benim suçum. Dilim tutuldu. Hepsi siyah cüppeleri içinde orada oturuyorlardı, bense ha bire notlarımı düşürüyordum, o benim için baktığın tarihler
346
var ya, Hermione, onları unutuyordum. Sonra Lucius Malfoy ayağa kalkıp söyleyeceklerini söyledi, Komite de o onlara ne dediyse aynen yaptı..."
"Daha temyiz var!" dedi Ron hiddetle. "Henüz pes etme, biz üstünde çalışıyoruz!"
Sınıftaki diğer öğrencilerle birlikte şatoya dönüyorlardı. Az ötede Malfo/u görebiliyorlardı, Crabbe ve Goyle'la yürüyor, ikide bir dönüp arkasına bakıyor ve alaylı alaylı gülüyordu.
"Yaran yok, Ron," dedi Hagrid üzgün üzgün. Şatonun merdivenlerine varmışlardı. "O Komite Malfoy'un avucunun içinde. Ben sadece Gaga'nın kalan vaktinin ömrünün en güzel günleri olmasını sağlayayım diyorum. Bunu ona borçluyum..."
Hagrid arkasını dönüp kulübesine doğru yürümeye başladı. Yüzü mendiline gömülüydü.
"Şuna bakın, nasıl da zırlıyor!"
Malfoy, Crabbe ve Goyle şato kapılarının hemen içinde durmuş, dinliyorlardı.
"Hayatınızda böyle zavallı bir şey gördünüz mü?" dedi Malfoy. "Bir de öğretmenimiz olacak!"
Hem Harry hem de Ron öfkeyle Malfoy'a doğru hamle etti, ama Hermione onlardan çabuk davranmıştı -ŞLAP!
Bütün gücüyle Malfoy'un suratına bir tokat atmıştı. Malfoy sendeledi. Harry, Ron, Crabbe ve Goyle afallayıp kalmışlardı. Hermione yine elini kaldırdı.
"Bir daha sakın Hagrid'e zavallı deme, seni iğrenç -seni kötü kalpli -"
347
"Hermione!" dedi Ron cılız bir sesle. Hermione bir tokat daha atmaya yeltenirken elini yakalamaya çalıştı.
"Bırak, Ron!"
Hermione asasını çıkardı. Malfoy geriledi. Crabbe ve Goyle tamamen şaşkın halde, ona bakarak komut beklediler.
Malfoy, "Yürüyün," diye mırıldandı ve üçü zindana giden geçitte kayboldu.
"Hermione!" dedi Ron yine. Hem afallamış, hem de etkilenmiş bir hali vardı.
"Harry, Quidditch finalinde onları yenseniz iyi olur!" dedi Hermione tiz bir sesle. "Yenin, çünkü Slythe-rin'in kazandığını görmeye dayanamam!"
"Muska dersi başlıyor," dedi Ron. Hâlâ Hermi-one'ye faltaşı gibi açılmış gözlerle bakıyordu. "Gitsek iyi olacak."
Aceleyle mermer merdivenlerden çıkıp Profesör Flitwick'in sınıfının yolunu tuttular.
Harry sınıfın kapısını açtığında, "Geç kaldınız, çocuklar!" dedi Profesör Flihvick paylarcasına. "Haydi, girin, asalarınızı çıkarın, bugün Neşelendirme Büyüleri'ni deniyoruz. Çiftlere ayrıldık bile -"
Harry ve Ron hemen arka taraftaki bir sıraya gittiler ve çantalarını açtılar. Ron dönüp arkasına baktı.
"Hermione nerede?"
Harry de etrafına bakındı. Hermione sınıftan içeri girmemişti, oysa Harry kapıyı açtığında hemen yanı başındaydı.
348
"Garip," dedi Harry, Ron'a bakarak. "Belki - belki tuvalete falan gitmiştir, ha?"
Ama Hermione bütün ders boyunca ortaya çıkmadı.
"Bir Neşelendirme Büyüsü onun da işine yarayabilirdi," dedi Ron. Öğle yemeği için sınıftan çıkmışlardı, hepsinin ağzı kulaklarındaydı - Neşelendirme Büyüleri onlarda büyük bir hoşnutluk duygusu yaratmıştı.
Hermione öğle yemeğinde de yoktu. Elmalı pastalarım bitirdiklerinde Neşelendirme Büyüleri'nin etkisi geçmeye yüz tutmuş, Harry ve Ron yavaş yavaş endişelenmeye başlamışlardı.
"Malfoy ona bir şey yapmış olmasın sakın?" dedi Ron kaygıyla, Gryffindor Kulesi'nin merdivenlerini çıkarlarken.
Güvenlik ifritlerinin yanından geçtiler, Şişman Ha-nım'a parolayı söylediler ("Boşboğaz") ve portre deliğinden geçip ortak salona girdiler.
Hermione masada oturmuş, mışıl mışıl uyuyordu. Başını önünde açık duran Aritmansi kitabına yaslamış-tı. Gidip iki yanına oturdular. Harry onu dürterek uyandırdı.
"N-ne?" dedi Hermione. Sarsılarak uyanıp telaşla etrafına bakınmaya başladı. "Vakit geldi mi? Ha-hangi ders var şimdi?"
"Kehanet, ama daha yirmi dakika var," dedi Harry. "Hermione, niye Muska'ya gelmedin?"
"Ne? Yo, olamaz!" diye cıyakladı Hermione. "Muska'ya girmeyi unuttum!"
349
"Ama nasıl unutursun?" dedi Harry. "Sınıfın kapısına gelene kadar bizimle birlikteydin!"
"İnanamıyorum!" diye sızlandı Hermione. "Profesör Flitwick kızdı mı? Aman, hep Malfoy'un yüzünden. Aklım ondaydı, ipin ucunu kaçırdım!"
"Biliyor musun, Hermione?" dedi Ron, Hermi-one'nin yastık niyetine kullandığı kocaman Aritmansi kitabına bakarak. "Bence sen elden gidiyorsun. Çok fazla şey yapmaya çalışıyorsun."
"Hayır, hiç de değil!" dedi Hermione, saçım gözlerinin önünden çekip çaresizce çantasını arayarak. "Bir yanlışlık yaptım, hepsi bu! Hemen gidip Profesör Flit-wick'i görsem ve özür dilesem iyi olur... Kehanet'te görüşürüz!"
Hermione onlara yirmi dakika sonra, Profesör Tre-lawney'nin sınıfına çıkan merdivenin başında katıldı. Son derece hırpalanmış görünüyordu.
"Neşelendirme Büyüleri'ni kaçırdığıma inanamıyorum! Şimdi kesin sınavda çıkar. Profesör Flitwick öyle bir imada butundu!"
Beraberce merdivenleri çıkıp loş, boğucu kule odasına girdiler. Bütün küçük masaların üzerinde içi inci beyazı sisle dolu birer kristal küre parlıyordu. Harry, Ron ve Hermione sallanan bir masaya beraberce oturdular.
"Kristal kürelere önümüzdeki sömestre kadar başlamıyoruz sanıyordum," diye mırıldandı Ron, Profesör Trelawney oralarda bir yerde mi diye etrafına bakına-rak.
350
"Hiç şikâyet etme, bu demektir ki el falım bitirdik," diye mırıldandı Harry. "Elime her bakışında irkilmesinden usanmıştım."
"İyi günler!" dedi tamdık, puslu bir ses. Profesör Trelavvney her zamanki gibi gölgelerin arasından dramatik bir giriş yaptı. Parvati ve Lavender heyecanla titredi, yüzleri kristal kürelerin ışığında pınl pırıldı.
"Kristal küreye planladığımdan önce başlamaya karar verdim," dedi Profesör Trelavvney, ateşe sırtı dönük oturup etrafına bakarak. "Ama kader tanrıçaları bana hazirandaki sınavınızın Küre hakkında olacağı bilgisini iletti, Hen de size yeteri kadar alıştırma yaptırmak için sabırsızlanıyorum."
Hermione hıh diye güldü.
"Hadi canım... 'kader tanrıçaları ona bilgi vermiş'... sınavı kim hazırlıyor? O! Aman ne kadar hayret verici bir kehanet!" dedi. Sesini alçak tutma zahmetine bile katlanmamıştı.
Profesör Trelavvney'nin onu duyup duymadığı belli olmuyordu, çünkü yüzü gölgelerin içindeydi. Ancak, duymamış gibi devam etti.
"Kristale-bakma son derece ince bir sanattır," dedi hül-yalı bir şekilde. "Küre'nin sonsuz derinliklerine ilk baktığınızda hiçbirinizden Görmenizi beklemiyorum. İşe, bilinçli zihni ve dış gözleri dinlendirme çalışmalarıyla başlayacağı?." - Ron kendine hâkim olamayarak kıs kıs gülmeye başladı, sesi bastırmak için yumruğunu ağzına tıkması gerekti - "böylece İç Göz'ü ve süperbilinci berraklaştıracağız. Belki, eğer şanslıysak, ders bitmeden bazılarınız Görebilir."
351
Başladılar. Kendi adına Harry, kendini salak gibi hissediyordu. Oturmuş kristal küreye boş boş bakıyor, sürekli "bu çok aptalca" gibisinden düşüncelerin üşüştüğü zihnini boş tutmaya çalışıyordu. Ron'un alçak sesle kıkırdayıp durmasının, Hermione'nin ise ikide bir cık-cıklamasmın da duruma pek faydası olmuyordu.
Sessiz sessiz kristale bakmakla geçen on beş dakikanın ardından, "Bir şey gördünüz mü?" diye sordu onlara.
"Evet, bu masada bir yanık var," dedi Ron, parmağıyla göstererek. "Biri mumunu dökmüş."
"Vakit kaybı bu," diye tısladı Hermione. "Faydalı bir şeyler çalışıyor olabilirdim. Mesela Neşelendirme Büyüsü'ndeki eksiklerimi kapatıyor olabilirdim -"
Profesör Trelawney hışırdayarak yanlarından geçti.
"Küre'sindeki gölgeli işaretleri yorumlamada yardımımı isteyeniniz var mı?" diye mırıldandı, bileziklerini şakırdatarak.
"Benim yardıma ihtiyacım yok," diye fısıldadı Ron. "Bunun ne demek olduğu gayet ortada. Bu gece fena sis olacak.""
Hem Harry hem de Hermione kahkahayı patlattı.
"Yapmayın ama!" dedi Profesör Trelawney. Bütün kafalar onlara dönmüştü. Parvati ve Lavender öfkelenmiş görünüyordu. "Durugörü titreşimlerini dağıtıyorsunuz!" Masalarına yaklaşıp kristal kürelerine baktı. Harry'nin içi burkuldu. Olacakları bildiğinden emindi...
"Burada bir şey var!" diye fısıldadı Profesör Tre-lawney. Yüzünü kristal küreye 'yaklaştırmıştı ve küre,
352
kocaman gözlük camlarından yansıyordu. "Hareket eden bir şey... ama ne?"
Harry, Ateşoku da dahil olmak üzere elindeki her şey üzerine iddiaya giıebilirdi ki, gördüğü her neyse, iyi bir şey değildi. Ve tabii ki...
"Yavrum..." Profesör Trelawney gözlerini Harry'ye çevirerek derin bir soluk aldı. "İşte burada, hem de her zamankinden daha berrak... yavrum, sana doğru geliyor, giderek yaklaşıyor... Ec-"
"Öff, Tanrı aşkına!" dedi Hermione yüksek sesle. "Yine mi o Ecel saçmalığı!"
Profesör Trelawney kocaman gözlerini Hermı-orıe'nin suratına dikti. Parvati, Lavender'a fısır fısır bir şeyler söyledi ve ikisi de Hermıone'ye kızgın kızgın baktı. Profesör Trelawney ayağa kalkıp Hermione'yi gözle görülür bir öfkeyle süzmeye başladı.
"Kusura bakına, yavrum, ama ne yazık ki bu sımıa ayak bastığından beri sende soylu Kehanet sanatının gerektirdiği şeylerin bulunmadığı çok belliydi. Hatta, zihni bu kadar iflah olmaz bir şekilde Dünyevi olan bir başka öğrenciye rastladığımı sanmıyorum."
Kısa bir sessizlik oldu. Sonra -
"İyi!" dedi Hermione aniden. Ayağa kalkıp Geleceğin Sis Perdesini Aralamak'^, çantasına tıktı, "iyi!" dedi tekrar, çantasını omzunun üstünden atıp vuı araçta da neredeyse Ron'u devirerek. "Bırakıyorum! Ayrılıyorum!"
Bütün sınıfın hayret dolu bakışları arasında, Htrmi-one gidip kapağı bir tekmede açtı ve merdivenlerden inip gözden kayboldu.
353
Sınıfın normale dönmesi birkaç dakika aldı. Profesör Trelavvney, Ecel konusunu tamamen unutmuş görünüyordu. Birden Harry ve Ron'un masasına arkasını dönüp derin derin nefes aldı ve tüllü şalına sıkı sıkı sarındı.
"Ooooo!" dedi Lavender birden. Herkes yerinden sıçradı. "Oooooo, Profesör Trelawney, şimdi hatırladım! Onun gideceğini görmüştünüz, değil nü? 'Paskalya sıralarında, içimizden biri bizi sonsuza dek terk edecek!' Ta ne zaman söylemiştiniz, Profesör!"
Profesör Trelawney ona nemli gözlerle gülümsedi.
"Evet, yavrum, Miss Granger'ın bizi terk edeceğini gerçekten de görmüştüm. Ama insan yine de İşaretler'i yanlış değerlendirmiş olmayı umuyor... İç Göz bir yük halini alabiliyor, anlıyorsunuz ya..."
Lavender ve Parvati derinden etkilenmiş görünüyordu. Profesör Trelawney onlann masasına oturabilsin diye kenara kaydılar.
Ron yüzünde dehşet dolu bir ifadeyle, "Hermi-one'nin günü bayağı iyi geçiyor, ha?" diye mırıldandı Harry'ye.
"Evet..."
Harry kristal küreye baktı, ama büklüm büklüm beyaz sisten başka bir şey görmedi. Acaba Profesör Tre-lavvney gerçekten de Ecel'i görmüş müydü yine? Ya o görecek miydi? Olabilecek en kötü şey, Quidditch finali yaklaşırken neredeyse ölümcül bir kaza daha geçirme-siydi.
354
Paskalya tatili pek de dinlendirici sayılmazdı. Üçüncü sınıfların hiç bu kadar çok ödevleri olmamıştı. Neville Longbottom sinirden neredeyse baygınlık geçirecekti, üstelik bu konuda yalnız da değildi.
"Buna da tatil mi diyorlar!" diye kükredi Seamus Finnigan bir gün ortak salonda. "Daha sınavlara çok var, ne yapmaya çalışıyorlar?"
Ama kimsenin Hermione kadar çok işi yoktu. Ke-hanef i bırakmış olmasına rağmen, herkesten daha fazla dersi vardı. Genellikle geceleri ortak salondan son çıkan ve ertesi sabah kütüphaneye ilk gelen o oluyordu; gözlerinde Lupin'inkiler gibi gölgeler vardı ve her an ağlayacakmış gibi görünüyordu.
Şahgaga'mn temyizinin sorumluluğunu Ron üstüne almıştı. Ödevini yapmadığı zamanlarda Hipogrif Psikolojisinin El Kitabı ve Kanatlı mı Belalı mı? Hipogrif Vahşetine Dair Bir inceleme gibi isimleri olan koca koca kitaplara gömülüyordu. Kendini o kadar kaptırmıştı ki, Crookshanks'e kötü davranmayı bile unutuyordu.
Bu arada Harry'nin, her günkü Quidditch antrenmanı ve Wood'la sonu gelmez taktik tartışmalarının arasında ödevlerini yapacak vakit bulması gerekiyordu. Gryffindor-Slytherin maçı Paskalya tatilinden sonraki ilk cumartesi yapılacaktı. Slytherin turnuvada tamı tamına iki yüz sayı farkla öndeydi. Bu da (Wood'un takımına hatırlatıp durduğu gibi) Kupa'yı almak için maçı bundan büyük bir farkla kazannalan gerekiyor demek-
355
ti. Aynca yükün çoğunun da Harry'nin omzunda olduğu anlamına geliyordu, çünkü Snitch'i yakalam&k takıma yüz elli sayı kazandınyordu.
Wood sürekli, "Yani Snitch'i, eğer elli sayıdan daha büyük bir farkla öndeysek yakalamalısın," diyordu Harry'ye. "Elli sayıdan daha büyük bir farkla öndeysek yakala, yoksa maçı kazanırız, ama Kupa'yi kaybederiz. Anladın, değil mi? Snitch'i eğer -"
"BİLİYORUM, OLIVER!" diye bağırdı Harry.
Bütün Gryffindor binası kafayı maça takmıştı. Gryffindor, efsanevi Charlie VVeasley'nin (Ron'un ikinci en büyük ağabeyi) Arayıcı olduğu zamandan beri Qu-idditch Kupası'nı kazanamamıştı. Ama Harry kimsenin, hatta Wood'un bile, kazanmayı kendisi kadar istediğini sanmıyordu. Harry ve Malfoy arasındaki düşmanlık doruk noktasına varmıştı. Malfoy hâlâ Hogsme-ade'deki çamur fırlatma olayının acısını unutmamıştı. Harry'nin bir şekilde ceza almadan paçayı kurtarmasına ise daha da çok kızmıştı. Harry de, Ravenclaw maçında Malfo/un onu sabote etme girişimini unutmamıştı, ama Malfoy'u bütün okulun önünde yenme konusundaki kararlılığının en Önemli sebebi Şahgaga me-selesiydi.
Kimse bir maç öncesinde böylesine elektrikli bir atmosfer görmemişti. Tatil bittiğinde iki takım ve bina arasındaki gerginlik neredeyse kopma noktasına gelmişti. Koridorlarda ufak tefek itiş kakışlar oluyordu. En sonunda Gryffindor'dan bir dördüncü sınıf ve Slythe-rin'den bir altıncı sınıf öğrencisi, kendilerini kulaklarm-
356
dan pırasalar fışkırır halde hastane kanadında buldular. Harry'nin işi daha da zordu. Sınıfa giderken Slythe-rin'ler bacaklarım uzatıp çelme takmaya çalışıyorlardı; Crabbe ve Goyle her gittiği yerde karşısına çıkıyor ve etrafındaki insanlan görünce şapşal şapşal yürüyüp gidiyordu. Wood, Slytherin'ler devreden çıkarmaya çalışır korkusuyla, Harry'ye sürekli birilerinin eşlik etmesi talimatım vermişti. Bütün Gryffindor binası bu görevi şevkle benimsemişti, öyle ki Harry etrafındaki büyük, gürültülü kalabalık yüzünden derslere yetişemiyordu. Harry kendi güvenliğinden çok Ateşoku'nun güvenliğiyle ilgileniyordu. Onunla uçmadığı zamanlarda Ate-şoku'nu sandığına kilitliyor ve teneffüslerde sık sık Gryffindor Kulesi'ne fırlayıp hâlâ orada mı diye bakıyordu.
Maçtan önceki gece Gryffindor ortak salonunda her zamanki işler bir kenara bırakıldı. Hermione bile kitaplarım bırakmıştı.
"Çalışamıyorum, konsantre olamıyorum/' diyordu gergin gergin.
Büyük bir gürültü vardı. Fred ve George VVeasley baskının üstesinden gelmek için her zamankinden de çok ses çıkanp daha da fazla şaklabanlık yapıyorlardı. Oliver Wood bir köşede bir Quidditch sahası modelinin üstüne eğilmiş, asasıyla modelin üzerindeki küçük şefleri hareket ettirip kendi kendine mırıldanıyordu.
357
Angelina, Alicia ve Katie, Fred'le George'un esprilerine gülüyorlardı. Harry, Ron ve Herr.ıione'yle birlikte hengâmenin merkezinden uzakta otu: uy ör, ertesi günü dü-şünmemeye çalışıyordu. Çünkü her düşündüğünde mi-desindeki devasa bir şey dışarı çıkmaya çabalıyormuş gibi hissediyordu kendini.
"Hiç merak etme," dedi Hermiovu, ama o da dehşete düşmüş görünüyordu.
"Bir Ateşoku'n var!" dedi Ron.
"Evet..." dedi Harry. Midesine saı-cı girmişti.
VVood birden ayağa kalkıp, 'Takım! Yatağa!" dediğinde, çok rahatladı.
Harry çok rahatsız bir gece geçirdi. Önce rüyasında uyuyakaldığını ve VVood'un, "Neredeydin? Yerine Ne-ville'i kullanmak zorunda kaldık!" diye bağırdığını gördü. Sonra JSlalfoy'la Slytherin takımının diğer oyuncularının maça ejderlerin üstünde geldiklerini gördü. Son hızla uçuyor, Malfoy'un bineğinin ağzından püsküren alevlerden kaçmaya çalışıyordu ki, Ateşoku'nu unuttuğunun farkına vanyordu. Yere doğru düşmeye başlayıp sıçrayarak uyandı.
Harr/nin maçın daha oynanmadığını, yatağında güven içinde yattığını ve Slytherin takımının maça ejderlerle gelmesine kesinlikle izin verilmeyeceğini idrak etmesi için birkaç saniye geçmesi gerekti. Çok susamıştı. Çıt çıkarmamaya çalışarak dört direkli yatayndan
358
çıktı ve pencerenin altındaki gümüş sürahiden kendine biraz su koydu.
Okul arazisi sessiz ve sakindi. Yasak Orman'daki ağaçların tepesinde yaprak kımıldamıyordu; Şamarcı Söğüt hiç kıpırdamadan, masum bir görünüşle orada duruyordu. Maç sırasında koşullar mükemmel olacağa benziyordu.
Harry kadehini bırakmış, tam yatağına dönmek üzereydi ki, gözünün ucuna bir şey ilişti. Gümüşi çimenin üzerinde bir tür hayvan dolanıyordu.
Harry çabucak komodinine gitti, gözlüğünü alıp gözüne taktı ve aceleyle pencere kenarına döndü. Ecel olamazdı herhalde - tam da şimdi, tam da maçtan önce -
Yine araziye bakmaya başladı ve bir dakika kadar arandıktan sonra, onu gördü. Şimdi Orman'ın kenarında geziyordu... Ecel falan değildi... bir kediydi... Harry çizgili kuyruğu tanıyınca, pencere kenarına tutunarak rahat bir nefes aldı. Sadece Crookshanks'ti bu.
Yoksa sadece Crookshanks değil miydi? Harry burnunu cama dayayıp gözlerini kısarak baktı. Görünüşe bakılırsa Crookshanks durmuştu. Harry ağaçların gölgesinde başka bir şeyin daha hareket ettiğini gördüğünden emindi.
Hemen sonra, o şey ortaya çıktı: Dev gibi, salkımsa-çak tüylü, siyah bir köpek, çimin üzerinde sinsi sinsi dolaşıyordu. Crookshanks de onun yanında gidiyordu. Harry bakakaldı. Ne demekti bu? Eğer Crookshanks de köpeği görebiliyorsa, bu nasıl Harry'nin ölümünün alameti olabilirdi ki?
359
"Ron!"' diye fısıldadı. "Ron! Uyan!"
"Ha?"
"Bir baksana, bir şey görebiliyor musun?:"
"Çok karanlık, Harry," diye mırıldandı Rou boğuk bir sesle. "N'apıyorsun sen?"
"Şurada, aşağıda -"
Harry hemen başını çevirip yine pencereden dışarı baktı.
Crookshanks ve köpek ortadan kaybolmuştu. Harry tam aşağı, şatonun gölgesine bakabilmek için pencere pervazına tırmandı, ama orada değildiler. Nereye gitmişlerdi?
Yanından gürültülü bir horlama geliyordu. Ron yine uykuya dalmıştı.
Ertesi gün Harry ve Gryffindor takımının - diğer oyuncuları Büyük Salon'a muazzam bir alkış eşliğinde girdiler. Harry, Ravenclaw ve Hufflepuff masalarının da onları alkışladığını gördüğünde sırıtmadan edemedi. Slytherin masasıysa onlar geçerken yüksek sesle tısladı. Harry, Malfoy'un her zamankinden de solgun göründüğünü fark etti.
Wood bütün kahvaltıyı takımına yemek yemelerini söyleyerek geçirdi, ama kendi bir lokma bile yemedi. Sonra koşullan gözden geçirmek için diğerleri kahvaltılarını bitirmeden kalkıp sahanın yolunu tuttular. Büyük Salon'dan çıkarlarken herkes yine alkışladı.
360
"İyi şanslar, Harry!" diye seslendi Cho Chang. Harry kızardığını hissetti.
"Pekâlâ... rüzgâr yok gibi... güneş biraz parlak, görüşünüzü biraz etkileyebilir, o yüzden dikkat edin... zemin epey sert, iyi, maçın başında hızlı havalanmamızı sağlar..."
Wood sahada gezinip etrafa bakıyor, takını da arkasından yürüyordu. Sonunda uzakta şatonun ön kapıları açıldı ve okulun geri kalanı çimenliğe çıktı.
"Soyunma odası," dedi Wood sadece.
Kırmızı cüppelerini giyerlerken hiç konuşmadılar. Harry diğerlerinin de aynı duygular içinde olup olmadığını merak etti: Sanki kahvaltıda kıvrılıp duran bir şey yemiş gibiydi. Daha ne olduğunu anlamadan, Wo-od, "Tamam, vakit geldi, gidelim..." dedi.
Bir artıp bir azalan gürültü dalgası içinde sahaya çıktılar. Seyircilerin dörtte üçü kırmızı rozetler takmış, üzerinde Gryffindor aslanı bulunan kırmızı bayraklarla "BASTIR GRYFFİNDOR!" ya da "KUPA ASLANLARIN!" gibi sloganlar yazan flamalar sallıyorlardı. Öte yandan Slytherin kale direklerinin arkasında yeşiller giymiş iki yüz kadar seyirci vardı; bayraklarında Slythe-rin'in gümüşi yılanı parlıyordu ve diğerleri gibi yeşil giymiş olan Profesör Snape, yüzünde çok gaddar bir gülümsemeyle en ön sırada oturuyordu.
Her zamanki gibi maçı anlatan Lee Jordan, "İşte Gryffindor'lar sahaya çıkıyor!" diye bağırdı. "Potter, Bell, Johnson, Spinnet, VYeasley, Weasley ve Wood. Çoğuna göre Hogwarts'm senelerdir gördüğü en iyi takım -"
361
Lee'nin yorumlan Slytherin'lerin yuhalamalanyla boğuldu.
"Ve işte Slytherin takımı geliyor, başlarında kaptan Hint var. Takımda birtakım değişiklikler yaptı, beceri yerine boyutu tercih etmiş gibi görünüyor -"
Slytherin taraftarlarından yine yuhalar yükseldi. Ancak Harry, Lee'nin haklı olduğunu düşünüyordu. Malfoy açık arayla Slytherin takımındaki en küçük oyuncuydu; diğerleri çok iriydi.
"Kaptanlar, el sıkışın!" dedi Madam Hooch.
Flint ve Wood birbirlerine yaklaştılar ve birbirlerinin elini sıkı sıkı kavradılar; ikisi de diğerinin parmaklarını kırmaya çalışıyor gibiydi.
"Süpürgelerinize binin!" dedi Madam Hooch. "Üç... iki... bir..."
On dört süpürge havaya fırlarken düdük sesi seyircinin gürlemesi arasında kaynadı gitti. Harry saçlarının alnından geriye uçuştuğunu hissetti. Uçmanın verdiği heyecanla gerginliği geçti; etrafına bakındı, Malfoy'un kuyruğunda- olduğunu gördü ve hızlanıp Snitch'i aramaya başladı.
"Ve Gryffindor atakta, Quaffle, Gryffindor'dan Ali-cia Spinnet'ta, doğruca Slytherin kale direklerine doğru gidiyor, çok iyi, Alicia! Ahh, hayır - VVarrington araya girip Quaffle'ı aldı. Slytherin'den VVarrington sahayı hızla derinlemesine geçiyor - BAM! - George Weas-ley'den çok iyi bir Bludger hamlesi, Warrington Quaif-le'ı düşürüyor ve Quaffle şimdi - Johnson'da. Gryffindor atağa kalkıyor, haydi, Angelina - Montague'nün et-
362
rafından çok iyi dönüyor - eğil, Angelina, Bludger geliyor! - VE SAYI! GRYFFINDOR ON - SIFIR ÖNDE!"
Angelina yumruğunu kaldırıp sahanın bir ucunda daireler çizerek uçtu; aşağıdaki kırmızı deniz, sevinç çığlıkları atıyordu -
"AH!"
Angelina, Marcus Flint'nı ona hızla çarpması yüzünden az daha süpürgesinden düşüyordu.
"Kusura bakmayın!" dedi Flint. Aşağıdaki kalabalık yuh çekiyordu. "Kusura bakmayın, onu görmedim!"
Hemen ardından Fred VVeasley, Vurucu sopasını Flint'in kafasının arkasına çakmıştı. Flint'in burnu süpürgesinin sapına çarpıp kanamaya başladı.
"Yeter artık!" dedi Madam Hooch, hızla aralarına girerek. "Kovalayıcı'larma yönelik kışkırtılmamış saldırıdan dolayı Gryffindor lehine penaltı. Kovalayıcı'lan-na kasti hasardan dolayı Slytherin lehine de bir penaltı!"
"Yapmayın, Miss!" diye uludu Fred. Ama Madam Hooch düdüğünü öttürdü ve Alicia uçup ilk penaltıyı kullanmaya gitti.
"Haydi, Alicia!" diye bağırdı Lee, kalabalığın üstüne çöken sessizliği yırtarcasına. "EVET! TUTUCU'YU MAĞLUP ETTİ! GRYFFINDOR YİRMİ - SIFIR ÖNDE!"
Harry, hâlâ burnu kanayarak Slytherin'in penaltısını kullanmaya giden Flint'i izlemek için Ateşoku'yla keskin bir dönüş yaptı. Wood, Gryffindor kale direklerinin önünde havada süzülüyordu. Dişlerini sıkmıştı.
Flint, Madam Hooch'un düdüğünü beklerken, Lee
363
Jordan seyircilere, "Tabii, Wood süper bir Tutucu!" dedi. "Süper! Geçmesi çok zor - gerçekten çok zor -EVET! İNANAMIYORUM! KURTARDI!"
Harry rahatlamış bir şekilde hızla uzaklaşıp Snitch'i aramaya başladı. Ama bir kulağı Lee'nin yorumunday-dı, söylediklerini kelimesi kelimesine duymaya çalışıyordu. Gryffindor elli sayıdan daha büyük bir farkla öne geçene kadar Malfoy'u Snitch'ten uzak tutması çok önemliydi...
"Gryffindor o takta, hayır, Slytherin atakta - hayır! -yine Gryffindor atakta ve Katie Bell gidiyor, Quaffle, Gryffindor'dan Katie Bell'de, hızla gidiyor - KASTİ HAREKET!"
Slytherin Kovalayıcı'sı Montague, Katie'nin önünden dönmüş ve Quaffle'ı almak yerine Katie'nin kafasını yakalamıştı. Katie havada takla attı, süpürgesinin üstünde kalmayı başardı, ama Quaffle'ı düşürdü.
Madam Hooch'un düdüğü bir kez daha çaldı. Montague'y e doğru uçup bağırmaya başladı. Bir dakika sonra Katie, -Slytherin Tutucu'suna karşı bir penaltıyı daha sayıya çevirmişti.
"OTUZ - SIFIR! ALIN BAKALIM, SİZİ PİS, HİLEBAZ-"
"Jordan, eğer tarafsız bir şekilde anlatamayacaksan -!"
"Olduğu gibi anlatıyorum, Profesör!"
Harry'nin içinde büyük bir heyecan dalgası kabardı. Snitch'i görmüştü - Gryffindor kale direklerinden birinin dibinde parıldıyordu - ama henüz onu yakala-mamalıydı. Ve Malfoy bir görse -
364
Bir şey aniden dikkatini çekmiş gibi yapan Harry, Ateşoku'nu döndürüp sahanın Slytherin tarafına doğru hızlandı. Bu numara işe yaradı. Malfoy alelacele peşine düştü, belli ki Harry'nin orada Snitch'i gördüğünü sanmıştı...
VIJJJT.
Slytherin Vurucumu Derrick'in vurduğu bir Blud-ger, Harry'nin sağ kulağını yalayarak geçti. Hemen sonra -
VIJJJT.
İkinci Bludger, Harry'nin dirseğini sıyırmıştı. Öbür Vurucu, yani Bole, yaklaşıyordu.
Harry bir an Bole'la Derrick'in, sopalan havada, ona yaklaşmakta olduklarını gördü -
Ateşoku'nu son saniyede yukarı doğrulttu ve Bole'la Derrick iç gıcıklayıcı bir çatırtıyla çarpıştı.
Slytherin Vurucu'ları kafalarım tutarak birbirlerinden uzaklaşırken, Lee Jordan, "Ha haa!" diye bağırdı. "Vah vah, çocuklar! Bir Ateşoku'nu alt etmek için bundan çok daha erken kalkmanız gerekiyor! Ve şimdi yine Gryffindor atakta, Johnson Quaffle'ı alıyor - hemen yanında Rint var - sopanı onun gözüne sok, Angelina! -şakaydı Profesör, şakaydı - yo, hayır - Flint Quaffle'ı aldı, Flint Gryffindor kale direklerine doğru uçuyor, haydi, Wood, kurtar -!"
Ama Flint sayı yapmıştı; Slytherin tarafından sevinç naralan yükseldi, Lee ise öyle bir küfür etti ki, Profesör McGonagall sihirli megafonu elinden çekip almaya çalıştı.
365
"Özür dilerim, Profesör, özür dilerim! Bir daha olmayacak! Evet, Gryffindor otuza on önde ve Quaffle Gryffindor'da -"
Maç, Harry'nin o güne kadar oynadığı en pis maça dönüşüyordu. Gryffindor'un bu kadar erken öne geçmesine sinirlenen Slytherin'ler, Quaffle'ı ellerine geçirmek için giderek her yola başvurmaya başlamışlardı. Bole, Alicia'ya sopasıyla vurup onu Bludger sandığını söylemeye kalktı. George VVeasley misilleme yaparak Bole'un suratına dirsek attı. Madam Hooch iki tarafa da penaltı verdi ve Wood bir muhteşem kurtarış daha yaparak skorun Gryffindor lehine kırk - on olmasını sağladı.
Snitch yine ortadan kaybolmuştu. Malfoy hâlâ Harry'ye yakın duruyordu, Harry ise oyunun yukarısında uçuyor, etrafına bakmıyordu - hele Gryffindor elli sayı öne geçsin...
Katie sayı yaptı. Elli - on. Slytherin'ler intikam almaya kalkarsa diye Fred ve George Weasley, sopalan havada, onun etrafında geziyorlardı. Bole ve Derrick, Fred'le George'un yokluğundan yararlanıp iki Blud-ger'ı da VVood'un üzerine fırlattılar; ikisi de üst üste VVood'un karnına çarptı ve Wood soluğu büsbütün kesilmiş halde, süpürgesine tutunarak havada dönmeye başladı.
Madam Hooch deliye dönmüştü. ı
"Quaffle sayı yapma mesafesinde olmadığı sürece Tutu-cu'ya saldıramazsınız!" diye bağırdı Bole ve Derrick'e. "Gryffindor penaltı kullanacak!"
366
Ve Angelina sayı yaptı. Altmış - on. Az sonra Fred VVeasley, VVarrington'a bir Bludger yapıştırıp Quaffle'ı elinden düşürttü; Alicia Quaffle'ı yakaladı ve Slytherin kalesinden geçirdi: yetmiş - on.
Aşağıdaki Gryffindor taraftarlarının bağırmaktan sesi kısılacaktı - Gryffindor altmış sayı öndeydi ve eğer Harry Snitch'i şimdi yakalarsa, Kupa onların olacaktı. Harry oyunun çok yukarısında, kuyruğunda Malfoy'la sahanın üzerinde dönüp dururken, yüzlerce gözün onu izlediğini hissedebiliyordu adeta.
Ve onu gördü. Snitch yedi metre yukarısında ışıldıyordu.
Harry büyük bir süratle fırladı, rüzgâr kulaklarında uğulduyordu; elini uzattı, ama aniden Ateşoku yavaşlamaya başladı -
Dehşete düşmüş bir halde etrafına baktı. Malfoy ileri atılıp Ateşoku'nün kuyruğuna yapışmış, çekiyordu.
"Seni-"
Harry, Malfoy'a vurabilecek kadar kızgındı, ama uzanamıyordu. Malfoy Ateşoku'na tutunmak için gösterdiği v~badan dolayı soluk soluğaydı, ama gözleri hain hain parlıyordu. Amacına ulaşmıştı - Snitch bir kez daha gözden kaybolmuştu.
Malfoy yeniden kendi Nimbus İki Bin Bir7 ine binerken, Madam Hooch hızla oraya gelip, "Penaltı!" diye ciyakladı. "Gryffindor lehine penaltı! Ömrümde böyle taktik görmedim!"
Lee Jordan, Profesör McGonagall'ın erişemeyeceği bir yerde zıplayarak, "SENİ HİLEBAZ PİSLİK!" diye
367
uluyordu megafona. "SENİ PİS, HİLEBAZ Pİ-"
Profesör McGonagall onu azarlamadı bile. Malfoy'a doğru yumruğunu sallıyordu; şapkası başından düşmüştü ve o da öfkeyle bağırıyordu.
Gryffindor penaltısını Alicia kullandı, ama o kadar sinirliydi ki, birkaç metre farkla kaçırdı. Gryffindor takımı konsantrasyonunu yitiriyordu, Malfoy'un Harry'ye yaptığı faulden dolayı zevkten dört köşe olan Slytherin'ler ise bu şevkle daha iyi oynanvjya başlamışlardı.
"Slytherin atakta, Slytherin kaleye doğru gidiyor -Montague sayı yapıyor -" diye inledi Lee. "Yetmiş -yirmi Gryffindor önde..."
Harry şimdi Malfoy'u o kadar yakından marke ediyordu ki, ikisinin dizleri birbirine çarpıp duruyordu. Malfoy'un Snitch'in yakınına gitmesine izin vermeyecekti...
Malfoy, tam dönmeye çalışırken Harry onu engelleyince, "Defol şuradan, Potter!" diye bağırdı çaresizce.
"Gryffindor'dan Angelina Johnson Quaffle'ı alıyor, haydi, Ang~elina, HAYDİ!"
Harry dönüp baktı. Malfoy dışındaki bütün Slytherin oyuncuları, hatta Slytherin Tutucu'su bile, Angelina'ya doğru uçuyordu - hepsi onu engelleyeceklerdi -
Harry Ateşoku'nu çevirdi, süpürgenin üstüne iyice yattı ve ileri fırladı. Bir mermi gibi, Slytherin'lerin üzerine uçtu.
"AHHHHHH!"
368
Ateşoku üstlerine doğru gelirken hepsi dağıldı; An-gelina'nm önü açılmıştı.
"SAYI! SAYI! Gryffindor seksene yirmi önde!"
Az kalsın dümdüz tribünlere yapışacak olan Harry kayarak havada durdu, süpürgesini çevirdi ve hızla sahanın ortasına döndü.
Sonra neredeyse kalbinin durmasına sebep olan bir şey gördü. Malfoy dalışa geçmişti, yüzünde muzaffer bir eda vardı - orada, aşağıdaki çimenin birkaç metre üstünde, minicik, altın bir parıltı duruyordu.
Harry Ateşoku'yla hızla aşağı doğru fırladı, ama Malfoy çok öndeydi.
"Hadi! Hadi! Hadi!" diyordu Harry süpürgesine. Malfoy'a yaklaşıyorlardı... Bole üstüne bir Bludger gönderirken Harry iyice eğilip süpürge sapının üstüne yattı... Malfoy'un hemen topuğundaydı... aynı hizadaydı -
Harry iki elini de süpürgesinden çekerek ileri atıldı. Malfoy'un eline çarpıp aradan çekti ve -
"EVET!"
Eli havada, dalıştan çıktı ve stadyum ayağa kalktı. Harry kalabalığın tepesinde geziniyordu, kulağında tuhaf bir çınlama vardı. Minik altın top yumruğunun içine hapsolmuş, umutsuzca kanat çırpıyordu.
Wood, gözlerindeki yaşlardan yarı yarıya kör olmuş halde, hızla üzerine geliyordu; Harry'nin boynuna dolanıp başını omzuna yaslayarak kendini tutmadan ağlamaya başladı. Harry iki büyük darbe hissetti, Fred'le George onlara çarpmışb r mra Angelina, Alicia ve Katie'nin, "Kupayı kazandık! Kupayı kazandık!" diyen
369
seslerini duydu. Gryffindor takımı sarmaş dolaş halde ve kısılmış seslerle bağırarak yere doğru süzülmeye başladı.
Taraftarlar dalga dalga bariyerlerin üstünden atlayıp sahaya doluyordu. Herkes sırtlarına vuruyordu. Harry sesleri ve üstüne yaslanan vücutların baskısını hayal meyal hissediyordu. Sonra kalabalık onu ve takımın diğer oyuncularını omuzlara aldı. Havaya fırlatıldığında, kırmızı rozetler takmış olan Hagrid'i gördü -"Onları yendin, Harry, onları yendin! Hele bir Şahga-ga'ya söyleyeyim!" Percy manyak gibi zıplayıp duruyordu, saygınlığı falan unutmuştu. Profesör McGona-gall, VVood'dan da çok ağlıyor, gözlerini devasa bir Gryffindor bayrağına siîiyordu; ve Ron'la Hermione de işte orada, itişe kakışa Harry'ye doğru geliyorlardı. Söyleyecek laf bulamadılar ama. Harry, Dumbledo-re'un, elinde muazzam Quidditch Kupası'yla beklediği tribünlere taşınırken, sadece ağızlan kulaklarında tebessüm ettiler.
Etrafta bir Ruh Emici olsaydı keşke... Ağlayan bir Wood'dan Kupa'yı alıp havaya kaldırdığında, Harry dünyanın en iyi Parronus'unu yaratabileceğine inanıyordu.
l
370

GeCeLeR
12-10-2006, 01:49 AM
ON ALTINCI BOLUM
•v-

Profesör Trelazvney'nin Kehaneti
Harry'nin Quidditch Kupası'nı nihayet kazanmış olma sevinci en az bir hafta sürdü. Hava bile kutlama yapıyor gibiydi; haziran yaklaşırken günler bulutsuz, sıcak ve nemli geçmeye başladı. Herkesin tek yapmak istediği, dışarı çıkıp birkaç litre balkabağı suyu eşliğinde çimlerin üstüne serilmek, belki arada bir Tüküren-bilye oynamak ya da dev mürekkep balığının gölün yüzeyinde sakin sakin gezinmesini izlemekti.
Ama bunu yapamadılar. Sınavlar başlamak üzereydi ve öğrenciler dışarıda tembellik etmek yerine şatonun içinde kalıp, pencerelerden içeri yaz havası süzülürken beyinlerini konsantre olmaya zorlamak mecburiyetindeydi. Fred ve George Weasley bile çalışırken görülmüşlerdi; S. B. D/lerini (Standart Büyücülük Düzeyi) almak üzereydiler. Percy, Hogwarts'ın verdiği en yüksek yeterlik derecesi olan F. Y. B. S.'leri-re (Feci Yorucu Büyücülük Sınavı) girmeye hazırlanıyordu. Sihir Bakanlığı'na girmek istediği için, çok yüksek notlar alması gerekiyordu. Sinirleri gün geç-
371
tikçe daha da geriliyor, aksanları ortak salonda sessizliği bozan herkese çok ağır cezalar veriyordu. Aslında, Percy'den daha kaygılı görünen sadece bir kişi vardı: Hermione.
Harry ve Ron ona nasıl olup da aynı anda birçok derse girmeyi başardığını sormal'tan vazgeçmişlerdi, ama çıkardığı sınav çizelgesini gördeklerinde kendilerini tutamadılar. İlk sütun şöyleydi:
PAZARTESi
Saat 9, Aritmansi
Saat 9, Biçim Değiştirme
Öğle yemeği
Saat l, Muska
Saat l, Eski Tılsımlar
"Hermione?" dedi Ron. Bunu temkinli bir sesle söylemişti, çünkü bu aralar Hermione, biri dokunsa patlayacak gibi görünüyordu. "Şeyy - bu saatleri doğru yazdığından emin misin?"
"Ne?" diye çıkıştı Hermione. Hemen e1 in a sınav çizelgesini alıp baktı. "Evet, tabii ki doğru."
"Sana nasıl aynı anda iki sınava birden gireceğini sormamızın bir anlamı var mı?" dedi Harry.
"Hayır," diye kestirip attı Hermione. "Numcroloji ve Gramatika kitabımı gören oldu mu?"
"Evet, uyumadan önce biraz bakarım c'iye almıştım," dedi Ron, çok alçak sesle. Hermione masasındaki parşömen yığınını karıştırarak kitabı aramava oaşla-
372
mıştı. Tam o sırada pencereden bir hışırtı geldi ve gagasında sıkı sıkı tuttuğu bir potla Hedwig içeri girdi.
"Hagrid'den," dedi H trry, notu yırtıp açarak. "Şah-gaga'nın temyizi - alfasında yapılacakmış."
"Tam sınavlarımızı bitirdiğimiz gün," dedi Hermi-one. Hâlâ Aritmansi kitabmı anyordu.
Harry, mektubu okumaya devam ederek, "Buraya gelip yapacaklarmış/' dedi. "Sihir Bakanlığı'ndan biri ve - ve bir cellat."
Hermione kafasını kald'rıp bakfa, altüst olmuştu.
"Temyize cellat mı getiriyorlar?! Öyleyse kararlannı çoktan vermiş gibi görünüyorlar!"
"Evet, öyle," dedi Harry, sıkıntıyla.
"Bunu yapamazlar!" d±ye uludu Ron. "Onun için bir sürü şey okudum, hepsini görmezden gelemezler!"
Ama Harry'nin içinde, Tehlikeli Yaratıkların İtlafı Komitesi'nin Mr Malfo/ur etkisiyle kararını çoktan vermiş olduğuna dair korkunç bir duygu vardı. Gryffindor'un zaferiyle sonuçlanan Quidditch finalinden beri gözle görülür şekilde sessizleşen Draco, son birkaç günde eski kasınhlığına yeniden kavuşmuş görünüyordu. Harry'nin duyduğu alaycı yorumlara bakılırsa, Malfoy, Şahgaga'nın öldürüleceğinden emindi ve bunun kendisi sayesinde olmasından mutluluk duyuyor gibiydi. Böyle durumlarda Harry'nin tek yapabildiği, kendini Hermione'nin yaptığını yapmaktan, yani Malfoy'un suratına bir tane çakmaktan alıkoymaktı. En kötüsü de gidip Hagrid'i görmek için vakitleri ya da fırsatları olmamasıydı, çünkü yeni güvenlik önlemleri
373
henüz kaldırılmamıştı ve Harry tek gözlü cadının altındaki Görünmezlik Pelerini'ni geri almaya cesaret edemiyordu.
Sınav haftası başladığında şatoya olağandışı bir sessizlik çöktü. Üçüncü sınıflar pazartesi öğle yemeği saatinde Biçim Değiştirme'den kül rengi yüzlerle ve güçsüz halde çıktılar. Sonuçlan karşılaştırıp, çaydanlığı tosbağaya çevirmenin de dahil olduğu görevlerinin zorluğundan yakındılar. Hermione tosbağasının daha çok kaplumbağaya benzediğinden şikâyet ederek herkesin sinirim bozdu, çünkü başkalarının dertlerinin yanında, onunki hiç sayılırdı.
"Benimkinde kuyruk yerine hâlâ bir çaydanlık ağzı vardı, tam bir kâbus..."
'Tosbağaların nefesi buhar gibi mi oluyordu?"
"Kabuğunda hâlâ söğütlü porselen deseni vardı, sizce nofHüşer mi oradan?"
Sonra alelacele yemek yiyip, doğruca Muska sınavının yolunu tuttular. Hermione haklı çıktı; Profesör Flit-wick onlara Neşelendirme Büyüleri'ni sordu. Harry heyecandan kendininkini biraz abartınca, eşi Ron isterik kahkaha nöbetlerine tutulmaya başladı. Öyle ki. Büyü'yü kendisinin de deneyebilmesi için önce onu sınıftan çıkarıp bir saatliğine sessiz bir odada tutmak zorunda kaldılar. Akşam yemeğinden sonra öğrenciler aceleyle ortak salonlarına gittiler. Ama dinlenmek için de-
374
ğil, Sihirli Yaratıkların Bakımı, İksir ve Astronomi sınavlarına çalışmak için.
Ertesi sabahki Sihirli Yaratıkların Bakımı sınavında Hagrid'in gerçekten de çok düşünceli bir hali vardı; aklı hiç orada değilmiş gibiydi. Sınıfa büyük bir leğen dolusu Pıtırkurt getirmiş ve sınavı geçmek için bir saatin sonunda Pıtırkurt'larm hâlâ canlı olması gerektiğini söylemişti. Pıtırkurt'lan yaşatmanın en iyi yolu-onları kendi hallerine bırakmak olduğundan, hepsinin girdiği en kolay sınav oldu bu. Böylece Harry, Ron ve Hermione de Hagrid'le konuşma hfsatı buldu.
"Gaga bunalmaya başladı," dedi Hagrid, eğilip Harry'nin Pıtırkurt'unun hâlâ hayatta olup olmadığını kontrol ediyormuş numarası yaparak. "Çok uzun süredir bağlı duruyor. Ama yine de... bir dahaki güne öğreneceğiz - öyle ya da böyle."
Öğleden sonraki İksir sınavları tam bir felaketti. Harry elinden geleni yapmasına rağmen Kafa Karıştıran Karışım'ınm koyulaşmasını sağlayamadı. Tepesinde dikilip onu kin dolu bir zevkle izleyen Snape de notlarının araşma şüpheli bir şekilde sıfıra benzeyen bir şey çiziktirip yanından uzaklaştı.
Gece yar sı en yüksek kulede Astronomi, çarşamba sabahıysa Sihir Tarihi vardı. Harry. Florean Fortes-cue'nun ortaçağ cadı avları konusunda söylediği her şeyi yazarken, boğucu sınıfta Fcrtescue'nun şoko-cevizli sundae'lerinden olsaydı keşke diye iç geçirdi. Çarşamba günü öğleden sonra kızgın güneşin alnındaki serada BitHbüim vardı; sonra güneşten kızarmış enselerle ye-
375
niden ortak salona dönüldü ve ertesi günün o saatlerinin, yani sınavların bitmiş olacağı zamanın hayali kurulmaya başlandı.
Sondan bir önceki sınavları perşembe sabahki Kare nlık Sanatlara Karşı Savunma'ydı. Profesör Lupin o gane kadar girdikleri en alışılmadık sınavı hazırlamıştı; dışarıda güneşin altındaki bir tür engelli yarış pisti gibiydi sınav. Önce içinde bir Garkenez olan derin bir su birikintisinden yürümeleri, sonra Kırmızı Kafa'larla dolu bir dizi çukurdan geçmeleri, Hinzıpır'ın yanıltıcı • yönlendirmelerine aldırmadan küçük bir bataklıktan çıkmaları ve eski bir sandığa girip yeni bir Böcürt'le savaşmaları gerekiyordu.
"Mükemmel, Harry," diye mırıldandı Lupin, Harry sandığın içinden sırıtarak çıkarken. "Tam not."
Başarısının heyecanıyla kıpkırmızı olan Harry, Ron'u ve Hermione'yi izleyebilmek için orada kaldı. Ron, Hinzıpır'a kadar çok iyi gitti, ama Hinzıpır onun kafasını karıştırmayı başarıp beline kadar batağa gömülmesine sebep oldu. Hermione, içinde Böcürt'ün bulunduğu sarîdığr gelene kadar her şeyi kusursuz bir şekilde yaptı. Ama sandığın içinde bir dakika kaldıktan sonra, çığlık çığlığa dışarı fırladı.
"Hermione!" dedi Lupin şaşırarak. "Ne oldu?"
"P-P-Profesör McGonagall!" dedi Hermione, soluk soluğa sandığı işaret ederek. "Bü-bütün derslerden kaldığımı söyledi!"
Hermione'yi sakinleştirmek bayağı vakit aldı. Sonunda kendine gelince, o, Harry ve Ron şatoya döndü-
376
ler. Ron hâlâ Hermione'nin Böcürt'üne gülmeye meyilliydi biraz, ama merdivenlerin başında gördükleri şey, çıkabilecek bir tartışmayı önledi,
Cornelius Fudge, orada durmuş etrafa bakıyordu. İnce çizgili pelerininin içinde hafifçe terlemişti. Harry'yi görünce irkildi.
"Merhaba, Harry!" dedi. "Sınavdan çıktın galiba? Nasıl, bitiyor mu bari?" (
"Evet/' dedi Harry. Sihir Bakanı'yla tanışıklığı olmayan Hermione ve Ron arka planda ne yapacaklarım bilemeden gezinip duruyorlardı.
"Nefis bir gün," dedi Fudge, göle doğru bakarak. "Yazık... yazık..."
Derin derin iç çekip Harry'ye baktı.
"Nahoş bir görevden dolayı buradayım, Harry. Sihirli Yaratıkların İtlafı Komitesi'nin azgın bir Hipog-rifin infazı için bir tanığa ihtiyacı vardı. Benim de Black'in durumu için Hogwarts'ı ziyaret etmem gerektiğinden, benden rica ettiler."
"Yar^ temyiz oldu mu?" diye araya girdi Ron, öne çıkarak.
"Hayır, hayır, bu öğleden sonra yapılacak," dedi Fudge, Ron'a merakla bakarak.
"O halde infaza tanıklık etmeniz hiç gerekmeyebilir!" dedi Ron azimle. "Hipogrif in hâlâ kurtulma şansı var!"
Fudge daha cevap veremeden, arkasındaki şato kapısından iki büyücü çıktı. Biri öyle ihtiyardı ki, sanki gözlerinin önünde eriyip gidiyordu; ikincisi iriyarıydı,
377
ince, siyah bir bıyığı vardı. Harry onların Tehlikeli Yaratıkların İtlafı Komitesi'nin temsilcileri olduklarını tahmin etti, çünkü çok yaşlı büyücü Hagrid'in kulübesine doğru kısık gözlerle bakıp, zayıf bir sesle, "Off, ocf, bu iş için fazla yaşlıyım artık..." dedi. "Saat ikide, değil mi, Fudge?"
Siyah bıyıklı adam kemerindeki bir şeye dokunup duruyordu; Harry daha dikkatli bakınca, ir.' -^parmağını parıldayan bir baltanın keskin tarafında gezdirdiğini fark etti. Ron bir şey söylemek için ^ğzını açtı, ama Hermione onu sert bir şekilde kaburgasından dürtüp başıyla Giriş Salonu'nü işaret etti.
Öğle yemeği için Büyük Salon'a girerlerken, Ron kızgın kızgın, "Niye engel oldun bana?" dedi. "Onları görmedin mi? Baltalan bile hazır! Böyle adalet olmaz!"
"Ron, senin baban Bakanlık'ta çalışıyor. Kalkıp da patronuna öyle şeyler söyleyemezsin!" dedi Hermione. Ama o da çok üzüntülü görünüyordu. "Hagrid bu defa soğukkanlılığını korur ve savını düzgün sunarsa, Şah-gaga'yı infaz edemezler..."
Ancak" Harry, Hermione'nin söylediklerine kendinin de inanmadığını anlamıştı. Etraflarındaki insanlar yemeklerini yerken bir taraftan da heyecanla konuşuyor, öğleden sonranın gelip sınavların bitmesini iple çekiyorlardı. Ama Hagrid ve Şahgaga hakkında endişelenmekle meşgul olan Harry, Ron ve Hermione, onlara katılmadılar.
Harry ve Ron'un son sınavları Kehanet, Hermi-one'ninse Muggle Araştırmalarıydı. Üçü beraberce mermer merdivenleri çıktılar. Hermione birinci katta
378
onlardan ayrıldı, Harry ile Ron ise yedinci kata kadar devam ettiler. Çok sayıda öğrenci Profesör Trelaw-ney'nin sınıfına çıkan dönen merdivenlerde oturmuş, son dakika çalışmaları yapıyordu.
Gidip yanına oturduklarında, Nevüle Longbotlom onlara, "Hepimizi ayn ayrı içeri alıyor," dedi. Geleceğin Sis Perdesini Aralamak'1 kucağına yerleştirmişti, kristale-bakmakla ilgili sayfalar önünde açık duruyordu. "Kristal topta herhangi bir şey göreniniz oldu mu?" ^hye sordu mutsuz mutsuz.
"Çık," dedi Ron dalgın dalgın. Saatine bakıp duruyordu; Harry onun Şahgaga'nın temyizine ne kadar kaldığını kontrol ettiğini biliyordu.
Sınıfın dışındaki kuyruk çok yavaş ilerliyordu. Ne zaman biri gümüşi merdivenden aşağı inse, diğer öğrenciler, "Ne sordu? İyi miydi?" diye fısıldıyorlardı.
Ama hepsi de cevap vermeyi reddediyordu.
"Dedi ki, kristal top ona, söylersem başıma korkunç bir kaza geleceğim iletmiş!" dedi Nevüle ürkek bir sesle. Merdivenden inip, yeni yeni sahanlığa ulaşmış olan Harry ile Ron'a doğru yürüdü.
"Tabii canım," dedi Ron gülerek. "Biliyor musun, Hermione'nin onun hakkında -" (başparmağıyla yukarıdaki kapağı işaret etti) "yanılmadığım düşünmeye başladım. Yaşlı bir sahtekâr o."
"Evet," dedi Harry, kendi de saatine bakarak. İki olmuştu. "Keşke biraz acele etse..."
Parvati merdivenlerden indiğinde yüzü gururla parlıyordu.
379
"Benim gerçek bir Görücü'nün bütün niteliklerine sahip olduğumu düşünüyor," dedi Harry ve Ron'a. "Bir sürü şey gördüm... eh, iyi şanslar."
Hızla merdivenden inip Lavender'ın yanına gitti.
"Ronald VVeasley," dedi tepelerinden o tanıdık, puslu ses. Ron dişlerini sıkıp Harry'ye baktı ve gümüşi merdivenden çıkıp gözden kayboldu. Şimdi sınava girmemiş olan bir tek Harry kalmıştı. Yere oturup sırtını duvara yasladı ve güneşli pencerede vızıldayan sineği dinledi. Aklı arazinin bir ucunda, Hagrid'deydi.
Nihayet yirmi dakika kadar sonra Ron'un büyük ayaklan merdivende belirdi.
"Nasıl gitti?" diye sordu Harry, ayağa kalkarak.
"Hikâye," dedi Ron. "Hiçbir şey göremedim, ben de uydurdum. İkna olmadı, ama galiba..."
Profesör Trelawney, "Harry Potter!" diye seslenince, Harry, "Ortak salonda görüşürüz," diye mırıldandı.
Kule odası normalde olduğundan da sıcaktı; perdeler kapalıydı, ateş yanıyordu. Her zamanki iç kaldırıcı koku Harry'yj öksürttü. İskemlelerin ve masaların arasından geçip, önünde büyük bir kristal topla onu bekleyen Profesör Trelawney'nin yanına gitti.
"İyi günler, yavrum," dedi Profesör usulca. "Lütfen Küre'nin içine bak... acele etme... sonra da içinde ne gördüğünü anlat bana..."
Harry kristal topun üzerine eğilip bakmaya başladı. Bütün konsantrasyonunu toplayıp, onu büklüm büklüm beyaz sisten başka bir şey göstermeye zorladı, ama hiçbir şey olmadı.
380
"Ee?" dedi Profesör Trelawney nezaketle. "Ne görüyorsun?"
Sıcaklık iyice boğucu bir hal almıştı ve hemen yanlarındaki ateşten süzülen koku burun deliklerini yakıyordu. Ron'un az önce söylediklerini düşünüp numara yapmaya karar verdi.
"Şeyy -" dedi Harry, "karanlık bir şekil... eee..."
"Neye benziyor?" diye fısıldadı Profesör Trelawney. "İyi düşün../'
Harry zihnini taradı ve aklına Şahgaga geldi.
"Bir Hipogrif," dedi kendinden emin bir sesle.
"Gerçekten!" diye fısıldadı Profesör Trelawney. Dizlerinin üstünde duran parşömene hararetle bir şeyler yazdı. "Evladım, zavallı Hagrid'in Sihir Bakanlığı'yla sorununun sonucunu görüyor olabilirsin! Daha yakından bak... Hipogrif in... başı hâlâ yerinde mi?"~
"Evet," dedi Harry büyük bir kararlılıkla.
"Emin misin?" dedi Profesör Trelawney ısrarla. "İyice emin misin, yavrum? Hipogrif in yerde kıvrandığını, arkasında da eli baltalı, gölgeli bir figür durduğunu görüyor olmayasın?"
"Hayır!" dedi Harry. Midesi hafif hafif bulanmaya başlamıştı.
"Kan yok mu? Ağlayan bir Hagrid yok mu?"
"Hayır!" dedi Harry yine. Odadan ve sıcaktan hemen kurtulmak istiyordu, "iyi görünüyor - uçup gidiyor..."
Profesör Trelawney iç çekti.
"Pekâlâ, yavrum, burada bırakıyoruz... pek tat-
381
min edici olmadı... ama elinden geleni yaptığına emi-
nim.
Harry rahatlamış halde yerinden kalktı, çantasını aldı. Tam gidiyordu ki, arkasından haşin, kulak tırmalayıcı bir ses konuştu.
"Bu gece olacak."
Harry hızla arkasına döndü. Profesör Trelawney koltuğunda kaskatı kesilmişti, gözleri boş bakıyordu ve ağzı sarkmıştı.
"Pa-pardon?" dedi Harry.
Ama anlaşılan Profesör Trelawney onu duymuyordu. Gözleri dönmeye başladı. Paniğe kapılan Harry orada öylece durdu. Profesör Trelavvney bir tür nöbet geçirmek üzereymiş gibiydi. Harry koşup hastane kanadına gitmeyi düşünerek tereddüt etti - derken Profesör Trelawney yeniden o haşin, kendininkine hiç benzemeyen sesle konuşmaya başladı:
"Karanlık Lord yalnız ve dostsuz, müritleri tarafından terk edilmiş durumda. Uşağı şu son on iki yıldır zincir altında. Bu gece, gece yarısından önce, hizmetkâr serbest kalacak ve yeniden efendisine katılmaya gidecek. Karanlık Lord, uşağının yardımıyla yine güçlenecek, eskisinden de büyük ve korkunç olacak. Bu gece... gece yansından önce... hizmetkâr... efendisine... katılmaya., gidecek..."
Profesör Trelavvney'nin başı göğsüne düştü. Ağzından bir hırıltı çıktı. Sonra birden, yine başını kaldırdı.
"Çok özür dilerim, yavrum," dedi hülyalı bir sesle. "Gündüz sıcağından olmalı... Bir an dalmışım..."
Harry öylece durup bakakaldı.
382
"Bir sorun mu var, yavrum?"
"Az - az önce bana Karanlık Lord'un yeniden güçleneceğini söylediniz... uşağının ona geri döneceğini..."
Profesör Trelavmey altüst olmuş görünüyordu.
"Karanlık Lord mu? Adı Anılmaması Gereken Kişi mi? Evladım, bu şakaya gelecek şey değil... yeniden güçlenecekmiş..."
"Ama az önce siz söylediniz! Dediniz ki, Karanlık Lord -"
"Sanırım sen de sızdın, yavrum!" dedi Profesör Tre-lawney "Kesinlikle bu kadar abartılı bir kehanette bulanacak değilim!"
Harry gümüşi merdivenden inip dönen merdivene' geldi. Kafası meşguldü... az önce Profesör Trelaw-ney'nin gerçek bir kehanette bulunduğuna mı tanık olmuştu? Yoksa Profesör Trelawney, bunu sınava çarpıcı bir final olarak mı yapmıştı?
Beş dakika sonra hızla Gryffindor Kulesi'nin dışındaki güvenlik ifritlerinin yanından geçerken, Profesör Trelawney'nin sözleri hâlâ kulağında yankılanıyordu. Karşıdan gülen ve şakalaşan insanlar gelip geçiyor, dışarıya ve iple çektikleri özgürlüğe doğru ilerliyorlardı; Harry portre deliğine ulaşıp ortak salona girdiğinde, içerisi neredeyse bomboştu. Ancak, Ron'la Hermione orada bir köşede oturuyorlardı.
"Profesör Trelawney," dedi Harry soluk soluğa, "az önce bana -"
Ama yüzlerindeki ifadeyi görünce lafı yarım kaldı.
383
"Şahgaga kaybetmiş/' dedi Ron cılız bir sesle. "Hagrid az önce bunu gönderdi."
Hagrid'in notu bu defa kuruydu, gözyaşları mürekkebi dağılmamıştı, ama görünüşe bakılırsa yazarken eli öyle titremişti ki, not neredeyse okunmayacak haldeydi.
Temyizi kaybettik. Günbatımında infaz edecekler. Yapabileceğiniz bir şey yok. Gelmeyin. Görmenizi istemiyorum.
Hagrid
"Gitmek zorundayız," dedi Harry hiç tereddüt etmeden. "Orada kendi başına oturup celladı bekleyemez!"
"Günbatımında ama," dedi Ron. Donuk gözlerle pencereden dışarı bakıyordu. "Hayatta izin vermezler... özellikle de sana, Harry..."
Harry başını ellerinin arasına gömüp düşünmeye başladı.
"Keşke_Görünmezlik Pelerini olsaydı..."
"Nerede?" dedi Hermione.
Harry ona pelerini tek gözlü cadının altındaki geçitte bıraktığını anlattı.
"... Snape beni bir daha oralarda görürse, başım ciddi derde girer," diye bitirdi lafını.
"Doğru," dedi Hermione, ayağa kalkarak. "Seni görürse... cadının kamburunu nasıl açıyorum demiştin?"
"Tı-tıklayıp 'Dissendium' diyorsun," dedi Harry. "Ama -"
384
Hermione onun cümlesini bitirmesin' beklemedi; odanın öbür ucuna yürüdü, Şişman Hanım'in portresini itip açtı ve gözden kayboldu.
"Almaya gitmedi, değil rni?" dedi Ron, arkasından bakakalarak.
Almaya gitmişti. Hermione on beş dakika sonra, cüppesinin içine sakladîğı gümüşi renkte Pelerin'le döndü.
"Hermione, son zamanlarda sana neler oluyor, bilmiyorum!" dedi Kon, afallamış halde. "Önce Maifoy'a vuruyorsun, sonra Profesör Trelav/ney'nin dersinden çıkıp gidiyorsun -"
Herrnione'nin koltuklan kabarmıştı.
Herkesle birlikte akşam yemeğine indiler, ama yemekten sonra Gryffindor Kulesi'ne dönmediler. Harry, Pelerin'i cüppesinin önüne hkmıştı; şişkinliği saklamak için kollarını kavuşturarak dolaşması gerekiyordu. Giriş Salonu'nun dışında, boş bir odada gizlenerek Sa-lon'un boşalmasını beklediler. Salon'dan son iki kişinin de çıkrığını ve arkalarından kapanın kapandığını duyduktan sonra, Hermione kapıdan kafasını uzattı.
"Tamam," diye fısıldadı. "Kimse yok - Pelevın'i ge-çir-"
Kimse görmesin diyp birbirlerine çok yakın yürüyerek, Salon'u Pelerin'in altında, parmak uçlarında geçtiler, sonra da taş merdivenlerden inip dışarı çıktılar Ya-
385
sak Orman'm üzerinde batan güneş, ağaçların en üstteki yapraklarını ışıl ışıl yapmıştı.
Hagrid'in kulübesine ulaşıp kapıyı çaldılar. Cevap vermesi bir dakika sürdü. Kapıyı açbğmdaysa, solgun biı yüzle ve tir tir titreyerek kim geldi diye etrafına bakındı.
"Biziz," diye fısıldadı Harry. "Üstümüzde Görün-mezlik Pelerini var. Bizi içeri al da çıkaralım."
"Gelmemeliydiniz!" diye fısıldadı Hagrid. Ama geri çekilip, girmelerine izin verdi. Hagrid hemen kapıyı kapattı, Harry de Pelerin'i çekip üzerlerinden çıkardı.
Hagrid ağlamıyordu, onların boynuna da atılmadı. Nerede olduğunu ve ne yapacağını bilmeyen biri gibi davranıyordu. Bu çaresizliği izlemek, gözyaşlarını izlemekten de zordu.
"Çay ister misiniz?" dedi. Çaydanlığa uzanırken kocaman elleri titriyordu.
"Şahgaga nerede, Hagrid?" dedi Hermiorıe tereddütlü bir s"esle.
"Onu - onu dışarı çıkardım," dedi Hagrid. Sürahiyi doldururken sütü bütün masaya döktü. "Balkabağı tarhımda bağlı duruyor. Ağaçları görsün, temiz hava alsın istedim, son -"
Hagrid'in elleri öyle fena titredi ki, süt sürahisi elinden kayıp yere düştü ve paramparça oldu.
"Bana bırak, Hagrid," dedi Hermione hemen. Çabucak gidip temizlemeye başladı.
"Dolapta bir tane daha var," dedi Hagrid, oturup
386
alnını koluna silerek. Harry göz ucuyla Ron'a baktı, Ron da ona çaresiz bakışlarla yanıt verdi.
Harry onun yanma orurarak, "Kimsenin yapabileceği bir şey yok mu, Hagrid?" diye sordu kızgın bir sesle. "Dumbledore -"
"Denedi," dedi Hagrid. "Komite'nin kararını geçersiz kılacak gücü yok. Onlara Şahgaga'nın zararsız olduğunu söyledi, ama hepsi Korkuyor... o Lucius Malfoy nasıl biridir, bilirsin... tehdit etmiştir onları... cellat, yani Macnair, o da Malfoy'un eski bir arkadaşı... ama çabuk ve acısız olacak... ve ben yanında olacağım..."
Hagrid yutkundu. Gözleri çılgınca kulübeyi tarıyordu, sanki bir umut kırıntısı ya da ufacık da olsa bir teselli anyörmüş gibiydi.
"Dumbledore da gelecek - şey yapılırken. Bu sabah yazdı bana. Benimle birlikte - birlikte olmak istiyor. Büyük adam, Dumbledore..."
Yeni bir süt sürahisi bulmak için Hagrid'in dolabını karıştıran Hermione'den hafif bir hıçkırık geldi, ama hemen kendini tuttu. Elinde yeni sürahiyle doğrulur-ken, gözyaşlanna hâkim olmaya çalışıyordu.
"Biz de seninle kalacağız, Hagrid," diye başladı konuşmaya, ama Hagrid salkım? açak kafasını iki yana sallamaya başlamıştı bile.
"Sizin şatoya dönmeniz gerekiyor. Dedim ya, seyretmenizi istemiyorum. Ayrıca burada da olmamanız gerekiyor... Fudge ve Dumbledor? izinsiz çıktığım öğrenirlerse, Harry, senin başına bayanı iş açılır."
Şimdi Hermione'nin yüzünden aşağı sessiz gözyaş-
387
lan süzülüyordu. Ama çayla uğraşarak onları Hag-rid'den sakladı. Sonra, tam sürahiyi doldurmak için eline süt şişesini almıştı ki, küçük bir çığlık attı.
"Ron! İna-inanamıyorum - Scabbers bu!"
Ron'un ağzı şaşkınlıktan açık kalmıştı.
"Neden bahsediyorsun sen?"
Hermione süt sürahisini masaya götürüp baş aşağı çevirdi. Fare Scabbers deli gibi cıyakladı, sürahinin içinde kalmak için epey çırpındı, ama sonunda kayarak masanın üstüne düştü.
"Scabbers!" dedi Ron şaşkın şaşkın. "Scabbers, burada ne arıyorsun?"
Çırpınan fareyi alıp ışığa tuttu. Scabbers berbat durumdaydı. Her zamankinden de zayıftı, epey tüy dökmüş, yer yer kelleşmişti. Ron'un elinden kurtulmak için deli gibi debeleniyordu.
"Tamam, Scabbers!" dedi Ron. "Kedi yok! Burada seni incitecek hiçbir şey yok!"
Hagrid gözlerini pencereye dikerek birden ayağa kalktı. Normalde al al olan yüzü, parşömen rengi kesilmişti.
"Geliyorlar..."
Harry, Ron ve Hermione hızla arkalarına döndüler. Birkaç kişi, uzaktaki şatonun merdivenlerinden iniyordu. En önde Albus Dumbledore vardı, gümüşi sakalı güneşin son ışıklarıyla parlıyordu. Hemen yanında Cornelius Fudge yürüyordu. Arkalarından da takatsiz ve yaşlı Komite üyesiyle cellat Macnair gelH yordu.
388
"Gitmeniz lazım," dedi Hagrid. Sapır sapır titriyordu. "Sizi burada bulmamalılar... gidin, hadi..."
Ron, Scabbers'ı cebine tıktı, Hermione ise Pelerin'i aldı.
"Sizi arkadan çıkarayım," dedi Hagrid.
Onun peşinden gidip arka bahçeye çıktılar. Harry kendini tuhaf bir şekilde rüyadaymış gibi hissediyordu. Birkaç metre ileride, Hagrid'in balkabağı tarhında bir ağaca bağlı Şahgaga'yı görünce bu his daha da güçlendi. Şahgaga bir şeyler olduğunun farkındaydı. Sivri kafasını bir o yana bir bu yana döndürüyor, yeri sinirli sinirli eşeliyordu.
"Bir şey yok, Gaga," dedi Hagrid usulca. "Bir şey yok..." Harry, Ron ve Hermione'ye döndü. "Hadi," dedi. "Gidin."
Ama kıpırdamadılar.
"Hagrid, yapamayız -"
"Onlara gerçekte ne olduğunu anlatırız -"
"Onu öldüremezler -"
"Gidin!" dedi Hagrid hiddetle. "Durum zaten fena, bir de siz başınızı derde sokmayın!"
Hiç seçenekleri yoktu. Hermione, Pelerin'i Ron'la Karry'nin üzerine çekerken, kulübenin ön tarafından insan sesleri geldiğini duydular. Hagrid üçünün az önce gözden kaybolduğu noktaya baktı.
"Çabuk gidin," dedi boğuk bir sesle. "Dinlemeyin .."
Ve kapısı çalınınca, dönüp kulübesine doğru yürüdü.
389
Harry, Ron ve Hermione yavaş yavaş, korkudan kendilerinden geçmiş bir halde Hagrid'in evinin etrafından dolaşmaya koyuldular. Tam evin öbür tarafına ulaşırlarken, ön kapı sertçe kapandı.
"Lütfen, acele edelim," diy."» fısıldadı Hermione. "Dayanamam, katlanamam..."
Çimenden yokuş yukarı, şatoya doğru ilerlemeye başladılar. Güneş şimdi hızla batıyordu; gökyüzü berrak, morumsu bir griye dönmüştü, ama batıya doğru yakut kırmızısı bir parıltı görülüyor '*u.
Ron birden durdu.
"Lütfen, Ron," dedi Hermione.
"Scabbers - rahat - durmuyor -"
Ron iki büklüm olmuş, Scabbers ı cebinde tutmaya çalışıyordu. Ama fare çıldırmıştı; de i gibi ciyakhyor, kıvrılıp çırpınıyor, dişlerini Ron'un eline geçirmeye çalışıyordu.
"Scabbers, seni sersem, benim, Ron," diye tısladı Ron.
Arkalarında bir kapının açıldığını duydv lar. Birileri konuşmaya başladı.
"Ron, lütfen gidelim, yapmak üzereler1" dedi Hermione fısıldayarak.
'Tamam - Scabbers, rahat dur -"
İlerlediler; Harry de Hermione gibi ar «çalarından gelen sesleri dinlememeye çalışıyordu. Ron yi no durdu.
"Tutamıyorum - Scabbers, kes sesini, herLes duyacak-"
Fare deli gibi ciyaklıyordu, ama yine de s^si Hag-
390
rid'in bahçesinden gelen sesleri bastırmıyordu. Belli belirsiz erkek sesleri duyuldu. Sonra bir sessizlik ve ansızın bir baltanın havayı yarmasının ve darbesinin sesi.
Hermione sendeledi...
"Yaptılar!" diye fısıldadı Harry'ye. "Hnanamıyo-rum - yaptılar!"
391

GeCeLeR
12-10-2006, 01:49 AM
ON YEDİNCİ BOLUM
Kedi, Fare ve Köpek

Harry'nin şoktan aklı durmuştu sanki.' Üçü, dehşetten oldukları yere mıhlanmış gibi, Görünmezlik Peleri-ni'nin altında öylece durdular. Batan güneşin son ışınları, uzun gölgelerin düştüğü araziyi r.anlı bir ışıkla boyamıştı. Sonra, arkalarından, vahşi bir uluma duydular.
"Hagrid," diye mırıldandı Harry. Ne yaptığını düşünmeksizin geri döndü, ama hem Ron, hem Hermione kollarından tuttular.
"Yapamayız," dedi Ron, kâğıt gibi bembeyaz olmuştu. "Onu görmeye gittiğimizi öğrenirlerse başı daha da fazla derde girer..."
Hermione'nin soluğu kesik kesik ve düzensizdi.
"Nasıl - yapa-bildiler?" dedi tıkanırcasına. "Nasıl yapabildiler?"
"Hadi gel," dedi Ron. Dişleri zangırdıyor gibiydi.
Geriye, şatoya doğru yola koyuldular. Pelerin'in altında saklı kalabilmek için ağır ağır yürüyorlardı. Işık artık hızla çekiliyordu. Açık araziye geldiklerinde, karanlık, bir büyü gibi etraflarına yerleşmişti.
392
"Scabbers, uslu dur," diye tısladı Ron, elini göğsüne Şaştırdı. Fare deli gibi kıvranıyordu. Ron birden durdu, ?cabbers'ı cebinin dibine itmeye çalıştı. "Nen var senin, iptal fare? Kıpırdama - AHH! Beni ısırdı!"
"Ron, sus!" diye fısıldadı Hermione telaşla. "Fudge ner an buraya gelebilir -"
"Yerinde - durmuyor -"
Scabbers belli ki dehşete kapılmıştı. Bütün gücüyle kıvranıyor, Ron'un elinden kurtulmaya çalışıyordu.
"Nesi var bunun?"
Ama Harry az önce Crookshanks'i görmüştü - vücudu yere yapışmış, koca sarı gözleri karanlıkta tekinsiz bir şekilde panldayarak, onlara doğru sinsi sinsi ilerliyordu. Onları görüyor muydu, yoksa sadece Scab-bers'ın ciklemelerini mi izliyordu, bilemiyordu Harry.
"Crookshanks!" diye inledi Hermione. '"Hayır, git burdan, Crookshanks! Git burdan!"
Ama kedi daha da yaklaşıyordu -
"Scabbers - HAYIR!"
Çok geç - fare Ron'un onu kavrayan parmaklarının arasından kaymış, yere atlamış ve kaçıp gitmişti. Crookshanks tek bir hamleyle onun arkasından sıçradı. Ron da, daha Harry ile Hermione onu durduramadan, Görünmezlik Pelerini'ni üstünden atarak karanlığa doğru fırladı.
"Ron!" diye inledi Hermione.
O ve Harry birbirlerine baktılar, sonra ikisi de koşarak Ron'un peşinden gittiler; Pelerin'in altındayken doğru dürüst koşamadıkları için onu üstlerinden attılar.
393
İkisi Ron'un ardından fırlayınca, pelerin de flama gibi peşlerinden dalgalanmaya başladı. Az ötede Ron'un ayaklarının gümbürdeyişini ve Crookshanks'e bağırışını duyuyorlardı.
"Çekil onun yanından - çekil - Scabbers, gel buraya ~"
Bir gümbürtü duyuldu.
"Yakaladım işte! Defol surdan, seni pis kedi -"
Harry ve Hermione az daha Ron'a takılıp düşüyorlardı; tam önünde kayarak durdular. Ron toprağa yayılmıştı, ama Scabbers yeniden cebindeydi. Kıpırdayıp duran şişkinliği iki eliyle sıkı sıkı tutuyordu.
"Ron - Pelerin'in - altına - gel," diye soludu Hermione. "Dumbledore - Bakan - bir dakika sonra dışarı çıkacaklar -"
Ama daha kendilerini yeniden örtemeden, hatta daha soluklanamadan, devasa pençelerin patırhsını duydular. Birisi karanlıktan onlara doğru hızla geliyordu -muazzam büyüklükte, soluk gözlü, kuzgun karası bir köpek.
Harry asasına doğru uzandı, ama çok geç - köpek hızla ileri aTılmış ve ön ayaklarıyla göğsüne vurmuştu. Harry, bir tüy anaforu içinde geri geri gidip devrildi; onun sıcak nefesini hissetti, upuzun dişlerim gördü -
Ama köpek, sıçrayışının hızıyla biraz fazla ileri sürüklenmişti; Harry'nin üzerinden yuvarlanıp gitti. Kendini sersemlemiş ve kaburgaları kırılmış gibi hisseden Harry, ayağa kalkmaya çalıştı. Kayarak yeni bir saldırı için onlara dönen köpeğin hırladığını duyabiliyordu.
Ron ayağa kalkmıştı. Köpek üzerlerine atlarken,
394
Harry'yi kenara itti; köpeğin çenesi, Harry yerine Ron'un dışarı uzanmış koluna geçti. Harry köpeğin üzerine atladı, bir avuç tüy yakaladı, ama köpek Ron'u sanki bez bir bebekmiş gibi kolayca sürükleyerek uzak-laştınyordu -
Sonra, nereden geldiği anlaşılmayan bir şey Harry'nin yüzüne öyle bir vurdu ki, yeniden yere serildi. Hermione'nin de acıyla feryat ettiğini ve düştüğünü duydu. Harry asasını kavradı, gözlerini kırparak, kafasından süzülen kanı uzaklaştırmaya çalıştı -
"Lumos!" diye fısıldadı.
Asanın ışığı ona kalın bir ağacın gövdesini gösterdi. Scabbers'ı Şamarcı Söğüt'ün gölgesine kadar kovala-mışlardı. Ağacın dallan şiddetli bir rüzgârdaymış gibi çatırdıyor, daha fazla yaklaşmalarını önlemek için kamçı gibi ileri geri savruluyordu.
Ve orada, gövdenin dibinde, köpek Ron'u köklerdeki büyük bir aralıktan geri geri içeri sürüklüyordu -Ron şiddetle mücadele ediyordu, ama başı ve göğsü gözden kaybolmak üzereydi -
"Ron!" diye haykırdı Harry, onları izlemek için hamle etti, ama kalın bir dal havayı öldürücü biçimde kamçılayınca, yeniden geri çekilmek zorunda kaldı.
Tek görebildikleri, Ron'un bir bacağıydı. Köpeğin onu daha da aşağı çekmesini önleme çabasıyla bir köke kanca gibi sarılmıştı. Sonra korkunç bir çatırdama havayı silah sesi gibi yardı. Ron'un bacağı kırılmıştı, bir saniye sonra da ayağı gözden kayboldu.
"Harry - yardım getirmemiz gerek -" diye bağırdı
395
Hermione. Onun üstünde de kan vardı. Söğüt omzunu kesmişti.
"Hayır! O şey onu yiyecek kadar büyük, vaktimiz yok-"
"Yardımsız asla geçemeyiz -"
Yaprakları yumruk gibi sıkılmış bir dal, kamçı gibi onlara doğru savruldu.
"O köpek giriyorsa, biz de girebiliriz," diye soludu Harry. Oraya buraya atılıyor, havada sallanırken ıslık çalan hırçın dalların arasından bir yol bulmaya çalışıyordu, ama ağacın vurma menziline girmeden köklere bir santim olsun yaklaşamıyordu.
"Ah, yardım edin, yardım edin," diye çaresizce fısıldadı Hermione. Oracıkta ne yapacağım bilmeden dört dönüyordu. "Lütfen..."
Crookshanks ileri atıldı. Etrafı döven dalların arasından yılan gibi süzüldü ve ön ayaklarını gövdedeki bir yumru üzerine koydu.
Ağaç sanki mermere dönmüş gibi, bir anda hare-ketsizleşti. Tek yaprak kımıldamıyor, sallanmıyordu.
"Crooksha«ks!" diye fısıldadı Hermione kararsızca. Şimdi Harry'nin kolunu tutmuş, acıtacak gibi sıkıyordu. "Nasıl bildi -"
Harry acı acı, "O köpekle arkadaş," dedi. "İkisini birlikte gördüm. Gel hadi - asam da çıkart -"
Birkaç saniyede ağacın yanına vardılar, ama daha köklerdeki açıklığa gelmeden, Crookshanks çizgili kuyruğunu savurarak içeri kaymıştı bile. Sıra Harry'deydi; başı önde sürünerek girdi, toprak eğimden aşağı kaya-
396
rak çok alçak bir tünelin dibine indi. Crookshanks biraz ilerideydi, gözleri Harry'nin asasının ışığında parıldı-yordu. Birkaç saniye sonra Hermione de kayarak Harry'nin yanına inmişti.
Dehşet dolu bir sesle, "Ron nerede?" diye fısıldadı.
"Buradan gidiyoruz," dedi Harry, mecburen kambur durarak. Crookshanks'in arkasından yola koyuldu.
Hermione arkasından, soluk soluğa, "Bu tünel nereye çıkıyor?" diye sordu.
"Bilmiyorum... Çapulcu Haritası'nda işaretli, ama Fred ve George hiç kimsenin buraya girmediğini söylediler. Haritanın kıyısı boyunca ilerliyor, sanki Hogsme-ade'e çıkıyor gibi..."
İki büklüm halde, gidebileceklerince hızla gittiler. İleride Crookshanks'in kuyruğu yukarı aşağı hareket ederek bir görünüyor, bir kayboluyordu. Tünel bitmek bilmedi, Balyumruk'a çıkan geçit kadar uzun gibiydi. Harry sadece Ron'u ve o koskocaman köpeğin ona neler yapıyor olabileceğini düşünüyordu... Çömelik halde koşuyor, kesik kesik ve acı içinde soluyordu.
Sonra tünel yükselmeye başladı, derken kıvrıldı ve Crookshanks yok oldu. Harry onun yerine küçük bir aralıktan gelen bir demet loş ışık görüyordu.
O ve Hermione durakladılar. Soluklanmaya çalışarak yavaşça ilerlediler. Ötede ne olduğunu görmek için ikisi de asasını kaldırmıştı.
Bir odaydı bu, karmakarışık, tozlu bir oda. Duvarlardaki kâğıtlar soyulmuştu, döşemenin her yerinde lekeler vardı. Bütün mobilyalar, sanki birisi onları bir ye-
397
re çarpıp kırmış gibi parçalanmıştı. Pencerelerin hepsine tahta çakılmıştı.
Harry, Hermione'ye bir bakış attı. O da, çok korkmuş görünse bile, evet anlamında başını salladı.
Harry kendini delikten yukarı çekti, çevreye göz attı. Oda boştu, ama sağ taraflarındaki bir kapı açıktı, gölgeli bir hole gidiyordu. Hermione birden Harry'nin kolunu yeniden kavradı. Kocaman açılmış gözleri, tahta çakılmış pencerelerde dolaşıyordu.
"Harry," diye fısıldadı. "Sanırım Bağıran Bara-ka'dayız."
Harry etrafına bakındı. Gözüne yakınlarındaki tahta bir iskemle çarptı. İskemle paramparçaydı, bacaklarından biri tümüyle koparılmıştı.
Ağır ağır, "Bunu hayaletler yapmış olamaz," dedi.
Tam o anda yukarıda bir çatirtı duyuldu. Bir şey hareket etmişti. İkisi de tavana bakü. Hermione, Harry'nin kolunu öyle sıkıyordu ki, Harr/nin parmaklan uyuşmaya başlamıştı. Ona bakıp kaşlarını kaldırdı; Hermione başını bir kez" daha evet anlamında salladı ve Harr^nin kolunu bıraktı.
Olabildiğince sessiz ve yavaş ilerleyerek hole girdiler ve yıkık dökük merdivenden üst kata çıktılar. Her şey kalın bir toz tabakasıyla örtülüydü, döşeme hariç. Döşemede, üst kata sürüklenen bir şey enli, parlak bir şerit izi bırakmıştı.
Karanlık sahanlığa vardılar. •
"Nox," diye fısıldadı ikisi birden ve asalarının ucundaki ışıklar söndü. Sadece bir kapı açıktı. Oraya
398
doğru usul usul giderlerken, arkasında bir ses duydular. Hafif bir inilti ve derinden gelen, güçlü bir mırıltı. Son kez bakıştılar, son kez başlarını sallayarak anlaştılar.
Asasını önünde sıkı sıkı tutan Harry, bir tekmede kapıyı ardına kadar açtı.
Perdeleri tozlu olan görkemli bir dört direkli karyolada Crookshanks yatıyordu, onları görünce yüksek sesle mırladı. Yanında, yerde Ron durmuş, garip bir açıyla kıvrılmış bacağını tutuyordu.
Harry ve Hermione ona doğru koştular.
"Ron - iyi misin?"
"Köpek nerede?"
"Köpek değil," diye inledi Ron. Dişleri ıstırapla sıkılmıştı. "Harry, bu bir tuzak -"
"Ne-"
"Köpek o... o bir Animagus..."
Ron, Harry'nin omzunun ötesine bakıyordu. Harry hızla döndü. Gölgelerin içindeki adam, bir anda kapıyj arkalarını^ n kapattı.
Kirli ve gür, keçeleşmiş saçları dirseklerine kadar uzanıyordu. Derin, karanlık göz yuvalarının içinde gözleri parlıyor olmasa, rahatlıkla ceset sanılabilirdi. Mum gibi derisi yüzünün kemikleri üzerinde öylesine gerilmişti ki, yüzü kafatasına benziyordu. Sırıttığında, sarı dişleri ortaya çıktı. Bu adam, Sirius Black'ti.
"Expelliarmus!" dedi çatlak bir sesle, Ron'un-asasını onlara tutarak.
Harry ve Hermione'nin asaları ellerinden fırlayıp
399
havaya uçtu ve Black onları yakaladı. Sonra öne bir adım attı. Gözleri Harry'ye dikiliydi.
Boğuk bir sesle, "Gelip arkadaşını kurtaracağım düşündüm," dedi. Sesini kullanma alışkanlığım uz ü-süre önce yitirmiş gibiydi. "Baban da benim için aynı şeyi yapardı. Cesaret gösterdin, hemen bir öğretmene koşmadm. Şükran duyuyorum... bu her şeyi kolaylaştıracak..."
Black'in babasına sataşması, sanki o bV;urmüş gibi Harry'nm kulaklarında çınladı. Göğsür Ue tokurdayan bir nefret patlak verdi, korkuya yer ' u'akmadı. Hayatında ilk kez asasını kendini savun.ı\ak için değil, saldırmak için elinde istiyordu... öldürmek için. Ne yaptığını bilmeden ileri hamle etti, ama aniden iki yanında da bir hareket oldu ve iki çift el onu yakalayıp geriye çekti. "Hayır, Harry!" diye soludu Hermione, aklı başından gitmiş bir fısıltıyla. Ama Ron, Black'e döndü.
"Harry'yi öldürmek istiyorsan, bizi de öldürmeli-sin!" dedi ateşli ateşli. Hem de ayakta durmak için gösterdiği gayretten rengi daha da solduğu ve konuşurken hafifçe sallandığı halde.
Black'in gölgeli gözlerinde bir ışık parlayıp söndü.
"Uzan," dedi alçak sesle Ron'a. "O bacağı daha da beter hale getireceksin."
"Beni duydun mu?" dedi Ron cılız bir sesle. Ayakta durabilmek için, acı içinde, hâlâ Harry'ye tutunuyordu. "Üçümüzü birden öldürmen gerekecek!"
"Bu gece burada tek bir cinayet işlenecek/' dedi Black, sırıtışı bütün yüzüne yayıldı.
400
"Niyeymiş?" dedi Harry tükürürcesine. Bir yandan da kendini Ron ve Hermione'nin ellerinden kurtarmaya çalışıyordu. "Geçen sefer aldırmamıştın, değil mi? Pettigrew'u ortadan kaldırmak için bütün o Muggle'lan da öldürmüştün... Ne oldu, yoksa Azkaban'da yufka yürekli mi oldun?"
"Harry!" diye sızıldandı Hermione. "Sussana!"
"O BENİM ANNEMLE BABAMI ÖLDÜRDÜ!" diye kükredi Harry. Büyük bir çabayla Hermione ve Ron'un ellerinden kurtulup ileri atıldı -
Sihri mihri unutmuştu - kendisinin kısa, sıska ve on üç yaşında, Black'in ise uzun boylu, yetişkin bir adam olduğunu unutmuştu. Harry'nin tek bildiği, Black'in canını elinden geldiği kadar yakmak istediğiydi, bunun karşılığında kendi canının ne kadar yanacağı da umurunda değildi...
Belki de Harry'nin böyle aptalca bir şey yapmasının şokundan, Black asaları vaktinde kaldırmadı. Harry'nin ellerinden biri Black'in sıskacık bileğine sarıldı, onu asaların ucunu bırakmaya zorladı. Harry'nin diğer eli yumruk olup Black'in başının kenarına çarptı, ikisi birden geriye, duvara doğru düştüler -
Hermione çığlık atıyordu; Ron haykırıyordu; Black'in elindeki asalardan, Harry'nin yüzünü birkaç santimle ıskalayan kıvılcım fıskiyeleri fışkırmıştı. Harry parmaklarının altındaki kara kuru kolun çılgınca kıvrandığını hissetti, ama onu tutmaya devam etti. Öbür eliyle Black'in neresini bulsa yumrukluyordu.
Ama Black'in boştaki eli Harry'nin boğazını buldu -
401
"Hayır," diye tısladı. "Haddinden fazla bekledim -"
Parmakları gedldi. Harry tıkandı, gözlüğü çarpılmıştı
Sonra Hermione'nin ayağının yoktan var olmuş gibi savrulduğunu gördü. Black acıyla homurdanarak Harry'yi bıraktı. Ron kendini Black'in asayı tutan eline atmıştı, Harry hafif bir çalırtı duydu -
Birbirine dolaşmış gövdelerden kurtuldu, kendi asasının yerde yuvarlandığım gördü; kendini ona doğru fırlattı ama -
"Ahhh!"
Crookshanks de kavgaya katılmıştı. Ön ayaklarının tırnaklarını Harry'nin koluna iyice batırdı. Harry onu savurdu, ama Crookshanks şimdi de onun asasına doğru koşuyordu -
"SAKIN HA!" diye kükredi Harry. Crookshanks'e nişan alıp bir tekme savurdu, kedi tükürükler saçarak yana doğru uçtu. Harry asasını kapıp döndü -
"Çekilin önümden!" diye bağırdı Ron ve Hermi-one'ye.
İkinci kez söylemesine gerek kalmadı. Soluk soluğa kalmış, dudağı kanayan Hermione, kendisinin ve Ron'un asalarım kaparak ortadan kaçıldı. Ron dört direkli karyolaya kadar sürünerek gitti, üzerine yığıldı. Hızla nefes alıyordu, beyaz yüzü şimdi hafiften yeşermişti, her iki eliyle kırık bacağını kavramıştı.
Black duvarın dibine yığılmış haldeydi. Harry'nin yavaşça yaklaşmasını izlerken, rayıf göğsü hızla yükselip alçalıyordu. Harry asasını dosdoğru Black'in kalbine tutuyordu.
402
"Beni öldürecek misin, Harry?" diye fısıldadı Black.
Harry tepesinde durup ona bakmaya başladı, asası hâlâ kalbine işaret ediyordu. Black'in sol gözünün çevresinde mosmor bir çürük oluşmaktaydı, burnu da kanıyordu,
"Annemle babamı öldürdün," dedi Harry. Sesi biraz titriyordu, ama asasını tutan eli sabit sayılırdı.
Black, o çökmüş gözleriyle ona baktı.
Çok yavaşça, "İnkâr etmiyorum," dedi. "Ama eğer bütün hikâyeyi buseydin -"
"Bütün hikâye mi?" diye tekrarladı Harry, kulaklarında müthiş bir zonklama vardı. "Onları Voldemort'a sattın, bilmem gereken tek şey bu!"
"Beni dinlemelisin," dedi Black, şimdi sesinde bir telaş seziliyordu. "Dinlemezsen pişman olursun... anlamıyorsun..."
"Sandığından çok daha iyi anlıyorum," dedi Harry, şimdi sesi her zamankinden çok titriyordu. "Sen onu hiç duymadın, değil mi? Annemi... Voledmort'un beni öldürmesine engel olmaya çalışırken... ve sen yaptın bunu... sen yaptın..."
Daha ikisi de başka bir şey söyleyemeden, san-tu-nıncu renkte bir şey Harry' nin yanından yıldırım gibi geçti; Crookshanks, Black'in göğsüne sıçradı ve oraya } erleşti, tam kalbinin üstüne. Black gözlerini kırptı ve kr.'diye baktı.
"Git burdan," diye mırıldandı, Crookshanks'i üstünden atmaya çalışarak.
Ama Crookshanks pençelerini Black'in cüppesine
403
geçirdi ve yerinden kımıldamadı. Çirkin, ezik yüzünü Harry'ye çevirdi ve o koca san gözlerle ona baktı. Harry'nin sağındaki Hermione hıçkırdı.
Harry asasını daha da sıkı '-utarak Black ve Crookshanks'e baktı. Ne olmuş yani kediyi de öldürmesi gerekiyorsa? Black'le işbirliği yap Tüy ör muydu?., eğer Black'i korumaya çalışırken ölme /e hazırsa, bu Harry'yi ilgilendirmezdi... Black onu kurla, maya çalışıyorsa, bu da sadece onun Crookshanks'e Heuıv'nin annesiyle babasına verdiğinden daha çok önem verdiğini kanıtlardı...
Harry asasını kaldırdı. Yapacaksa şimdi yapmalıydı. Annesinin ve babasının intikamım alma vakti gelmişti. Black'i öldürecekti. Black'i öldürmek zorundaydı. İşte fırsat gelmişti...
Saniyeler uzadı, Harry hâlâ, asasını dengede tutmuş, donmuş gibi orada duruyordu. Black başını kaldırmış ona bakıyordu, Crookshanks göğsündeydi; yatağın yakınlarından Ron'un düzensiz solukları geliyordu; Hermione suskundu.
Derken yeni bir ses duyuldu -
Yukarı doğru belli belirsiz ayak sesleri yaklaşıyordu -biri merdivenlerden çıkıyordu.
"YUKARIDAYIZ!" diye çığlık attı Heımione birden. "YUKARIDAYIZ - SIRIUS BLACK - CABUKV
Black irkildi, az daha Crookshanks'i yernden ediyordu. Harry asasına kasılmışçasına yapışa - Yap şimdi! diyordu kafasındaki bir ses - ama ayak sesleri merdivenlerden yukarı gümbürdeyerek yükseliyordu ve Harry hâlâ düşündüğü şeyi yapmamıştı.
404
Odanın kapısı bir kınrızı kıvılcımlar sağanağıyla açıldı ve Profesör Lupin paldır küldür içeri girerken Harry hızla döndü. Lupin'in yüzünden kan çekilmişti, asasını kaldırmıştı, hazırdı. Gözleri yerde yatan Ron'un, kapının yanma sinmiş Hermione'nin, Black'e yönelttiği asasıyla orada duran Harry'nin ve sonra Harry'nin ayaklan dibinde örselenmiş, kanlar içinde yatan Black'in üzerinde dolaktı.
"Expelliarmus!" diye bağudı Lupin.
Harry'nin asası bir kez daha elinden uçup gitti. Hermione'nin tuttuğu iki asa da. Lupin hepsini ustaca yakaladı, sonra odanın o/tasına giderek, Crooks-hanks'in korumak ister gibi hâlâ göğsünde yattığı Black'e gözlerini dikip baktı.
Harry oracıkta duruyordu, birden bir boşluk duygusuna kapılmıştı. Yapamamıştı. Cesaret edememişti. Black yine Ruh Emici'lere teslim edilecekti.
Sonra Lupin garip bir sesle, bastırılmış bir duyguyla titreyen bir sesle konuştu: "O nerede, Sirius?"
Harry hemen Lupin'e baktı. Onun ne demek istediğini anlamıyordu. Kimden bahsediyordu Lupin? Yeniden dönüp Black'e baktı.
Black'in yüzü ifadesiz sayılırdı. Birkaç saniye hiç kıpırdamadı. Sonra, boş elini ağır ağır ka'dırdı ve dosdoğru Ron'u gösterdi. Hiçbir şey anlamayan Harry dönüp Ron'a baktı, Ron sersemlemiş görünüyordu,
"İyi ama..." diye mırıldandı Lupin, Black'e sanki zihnini okumak istercesine dikka'Je bakıyordu. "Niye daha önce kendini göstermedi? Yoksa -" Lupin'in göz-
405
leri birden açıldı, Black'te ötekilerin göremediği bir şey görüyormuş gibiydi, "- yoksa o muydu... yoksa yer mi değiştirdiniz... bana söylemeden?"
Black, çökük gözlerini Lupin'in yüzünden ayırmadan, başını evet anlamında ağır ağır salladı.
"Profesör Lupin," diye araya girdi Harry yüksek sesle, "ne oluy -?"
Ama sorusunu bitiremedi, çünkü gördüğü şey sesinin gırtlağında donup kalmasına yol açtı. Lupin, asasını indiriyordu. Bir an sonra Black'in yanına yürümüş, elini tutmuş, onu ayağa kaldırarak Crookshanks'in yere düşmesine yol açmış, sonra da Black'i kardeşiymiş gibi kucaklamıştı.
Harry kendini sanki midesinin dibi düşmüş gibi hissetti.
"İNANAMIYORUM BUNA!" diye bir çığlık attı Hermione.
Lupin, Black'i bırakıp ona döndü. Hermione yerden kalkmış, gözlerinde çılgınca bakışlarla, eliyle Lupin'i işaret ediyordu. "Siz - siz -"
"Hermione -"
"- siz ve o!"
"Hermione, sakin ol -"
"Kimseye söylemedim!" Sesi cırtlak bir ton almıştı. "Sizin hatırınız için hep sakladım -"
"Hermione, dinle beni, lütfen!" diye bağırdı Lupin. "Açıklayabilirim-"
Harry titrediğini hissediyordu, korkuyla değil ama yeni bir hiddet dalgasıyla.
406
"Size güvendim/' diye haykırdı Lupin o, sesi kontrolden çıkmıştı, "oysa siz hep onun dostuydunuz!"
"Yanılıyorsun/' dedi Lupin, "Ben on iki yıldır 5iri-us'un dostu değildim, ama şimdi öyleyim... bırak da açıklayayım..."
"HAYIR1" diye çığlık attı Hermione. "Harry, ona güvenme, Black'in şatoya girmesine yardımcı niuyor-du, senin ölmeni o da istiyor — o bir kıırtadamV
Ortaya gergin bir sessizlik çöktü. Herkesin gözü, şimdi şaşılacak kadar sakin duran, ama rengi solmuş Lupin'dey di.
"Her zamanki standardını tutturamadın, Hermione," dedi. "Korkarım üçten sadece biri doğru. Sıri-us'un şatoya girmesine yardımcı olmuyordum ve elbette ki Harry'nin ölmesini istemiyorum..." Yüzünden garip bir titreyiş geçti, "Ama ******** olduğumu inkâr etmeyeceğim."
Ron ayağa kalkmak için yeniden yiğitçe bir çaba gösterdi, ama acı dolu bir iniltiyle gerisingeri düştü. Lupin endişeyle ona doğru hamle etti, ama hayretten ağzı açık kalan Ron ona, "Benden uzak dur, ********!" dedi.
Lupin birden durdu. Sonra, belirgin bir çabayla Hermione'ye dönüp sordu: ''Ne zamandan beri biliyorsun?"
"Çok uzun zamandır," diys fısıldadı Hermione. "Profesör Srupe'in ödevim yaptığımdan beri..."
Lupin sükûnetle, "Çok memnun olacak," dedi. 'O ödevi, birisi belirtilerimin ne olduğunu anlar umuduyla
407
verdi. Ay çizelgesini kontrol edip dolunayda hep hasta olduğumu mu fark ettin? Yoksa Böcürt'ün beni görünce hep aya dönüştüğünü mü?"
"İkiSi de," dedi Hermione alçak sesle.
Lupin zorla güldü.
"Sen, kendi yaşındakiler içinde gördüğüm en akıllı cadısın, Hermione."
"Değilim," diye fısıldadı Hermione. "Eğer birazcık aklım olsaydı, herkese ne olduğunuzu söylerdim!"
"Ama biliyorlar zaten," dedi Lupin. "Hiç değilse, öğretmenler biliyor."
"Dumbledore seni ******** olduğunu bile bile mi işe aldı yani?" dedi Ron nefes nefese. "Deli mi o?"
"Öğretmenlerden bazıları öyle düşündü," dedi Lupin. "Kimi öğretmenleri güvenilir biri olduğuma ikna etmek için çok uğraşması gerekti -"
"VE HATA ETTİ!" diye feryat etti Harry. "BAŞINDAN BERİ ONA YARDIM EDİYORDUN!" Dört direkli karyolaya geçip yüzünü titreyen eline gömmüş Black'i işaret ediyordu. Crookshanks onun yanına zıpladı ve mırıldayarak kucağına çıktı. Ron, bacağını sürükleyerek ikisinden de uzaklaştı.
"Sirius'a yardım etmiyordum," dedi Lupin. "Bana bir şans tanırsan, açıklarını. Bak -"
Harry, Ron ve Hermione'nin asalarını ayırıp, hepsini sahiplerine doğru attı. Harı y, nutku tutulmuş halde, kendininkini yakaladı.
"İşte," dedi Lupin, kendi asasını kemerine sokarak. "Siz silahlısınız, biz değiliz. Şimdi dinleyecek misin?"
408
Harry ne düşüneceğini bilemiyordu. Bu bir numara mıydı?
"Ona yardım etmiyorduysamz," dedi, Black'e öfke dolu bir bakış atarak, "burada olduğunu nasıl bildiniz?"
"Harita," dedi Lupin. "Çapulcu Haritası. Odamda onu inceliyordum -"
"Nasıl işlediğini biliyor musunuz?" dedi Harry kuşkuyla.
Lupin, elini sabırsızlıkla sallayarak, "Elbette nasıl işlediğini biliyorum," dedi. "Yazanlardan biriyim. Ben Aylak'ım - okulda arkadaşlarımın bana taktığı lakap buydu."
"Yazdınız mı-?"
"Önemli olan şu: Bu akşam haritaya dikkatle bakıyordum, çünkü senin, Ron'un ve Hermione'nin Hipog-rif infaz edilmeden Hagrid'i ziyaret etmek için şatodan gizlice kaçacağınızı düşünüyordum. Haklıymışım da, değil mi?"
Volta ahi aya koyuldu, bir yandan da onlara bakıyordu. Ayaklarının altında küçük toz yığınları yükseliyordu.
"Babanın eski Pelerin'ini giyiyor olabilirsiniz ama, Harry -"
"Pelerin'i nereden biliyorsunuz?"
"James'i onun altında gözden kaybolurken kim bilir kaç kez izlemişimdir..." dedi Lupin, elini yine sabırsızlıkla sallayarak. "Mesele şu ki, bir Görünmezlik Pelerini bile giysen, Çapulcu Haritası'nda görünürsün. Ara-409
ziden geçip Hagrid'in kulübesine girmenizi izledim. Yirmi dakika sonra Hagrid'den ayrıldınız ve şato/a doğru yola koyuldunuz. Ama yanınızda başka biri de vardı."'
"Ne?" dedi Harry. "Hayır, yoktu!"
Hâlâ volta atan Lupin, "Gözlerime inanamadım,'' dedi, Harry'nin araya girmesine aldırmadan "Hari-ta'nın işleyişinde bir bozukluk var sandım. Nasıl sizin yanınızda olabilirdi?"
"Yanımızda kimse yoktu!" dedi Har^-
"Sonra bir nokta daha gördüm, hızla size doğru ilerliyordu, üzerinde Sirius Bîack yazıyordu... Sizinle çarpıştığını gördüm, içinizden ikisini Şamara Söğüt'e çekmesini izledim -"
"Birimizi!" dedi Ron kızgınlıkla.
"Hayır, Ron," dedi Lupin. "İkinizi."
Volta atmaya son vermişti, gözleri Ron'un üzerinde dolaşıyordu.
Temkinli bir edayla, "O fareye bir bakabilir miyim acaba7" diye sordu.
"Ne?" "dedi Ron. "Scabbers'ın bununla ne ilgisi var?"
"Çok ilgisi var," dedi Lupin. "Lütfen görebilir miyim onu?"
Ron tereddüt etti, sonra elini cüppesinin içine soktu. Scabbers dışarı çıktı, çaresizce çırpınıyordu. Ron onun kaçmasını önlemek için uzun, kel kuyruğunu tutmak zorunda kaldı. Crookshanks, Black'in kucağında ayağa kalktı ve hafifçe tısladı.
410
Lupin, Ron'a yaklaştı. Scabbers'a dikkatle bakarken soluğunu tutuyor gibiydi.
"Ne var?" dedi Ron yine, korkmuş bir halde Scab-bers'ı ona yakın tutarak. "Faremin bunlarla ne ilgisi var?"
"O bir fare değil," dedi Sirius Black birden, çatlak bir sesle.
"Ne demek istiyorsun - elbette bir fare -"
"Hayır, değil," dedi Lupin yavaşça. "O bir büyücü."
"Bir Animagus," dedi Black, "adı da Peter Pettigrew."
411

GeCeLeR
12-10-2006, 01:50 AM
ON SEKİZİNCİ BOLUM
Aylak, Kılkuyruk, Patiayak ve Çatalak

Bu cümlenin saçmalığını kavramaları için birkaç saniye geçmesi gerekti. Sonra Ron, Harry'nin düşündüğü şeyi dile getirdi.
"İkiniz de çatlaksınız."
"Gülünç," dedi Hermione zayıf bir sesle.
"Peter Pettigrew öldü!" dedi Harry. "On iki yıl önce o öldürdü!"
Eliyle Black'i işaret etti, Black'in yüzü kasıldı.
"Niyetim buydu," diye homurdandı, san dişleri meydanda, "ama küçük Peter beni alt etti... bu sefer öyle olmayacak!"
Ve Black, Scabbers'ın üzerine atlarken, Crooks-hanks yere savruldu; Black'in ağırlığı kırık bacağının üstüne binince Ron acıyla feryat etti.
"Sirius, HAYIR!" diye haykırdı Lupin, ileri atılıp Black'i Ron'un üstünden çekerek. "BEKLE! Bu şekilde yapamazsın - anlamaları gerek - açıklamalıyız -"
"Sonradan açıklarız!" diye hırladı Black. Lupin'i üstünden atmaya çalışıyordu, bir eli Scabbers'a ulaşmaya
412
çabalarken havayı pençeliyordu. Scabbers ise domuz yavrusu gibi viyaklıyor, kaçmaya çalışırken Ron'un yüzünü ve boynunu tırmalıyordu.
Hâlâ Black'i tutmaya çalışan Lupin, "Her - şeyi -öğrenmeye - haklan - var!" dedi. "Ron yıllarca hayvanı diye baktı ona! Benim bile anlamadığım yanları var bu işin! Ve Harry - Harry'ye hakikati borçlusun, Sirius!"
Black mücadele etmeyi bıraktı, ama derine çökmüş gözleri yine de Ron'un ısırılmış, tırmalanmış ve kanayan elleri arasında sıkıca tuttuğu Scabbers'a dikilmişti.
"Peki öyleyse," dedi Black, gözlerini fareden ayırmadan. "Onlara ne istersen anlat. Ama elini çabuk tut, Remus. Uğruna hapse atıldığım cinayeti işlemek istiyorum..."
"Kafadan kontaksınız, ikiniz de," dedi Ron, destek olsunlar diye Harry ve Hermione'ye bakarak. "Artık canıma yetti. Ben gidiyorum."
Sağlam ayağı üzerinde doğrulmaya çalıştı, ama Lupin yeniden asasını kaldırıp Scabbers'ın üzerine tuttu.
Yavaşça, "Beni sonuna kadar dinleyeceksin, Ron," dedi. "Dinlerken Peter'ı sıkı sıkı tut, yeter."
"O PETER DEĞİL, SCABBERS!" diye feryat etti Ron. Bir yandan da fareyi ön cebine sokmaya çalışıyordu, ama Scabbers sıkı mücadele ediyordu. Ron sallandı, dengesini kaybetti ve Harry onu yakalayıp yeniden yatağın üstüne itti. Sonra, Black'i yok sayarak Lupin'e döndü.
"Pettigrew'un öldüğünü gören tanıklar var," dedi. "Bir sokak dolusu..."
413
"Gördüklerini sandıkları şeyi görmediler!" dedi Black vahşi bir tavırla; Ron'un elinde debelenen Scab-bers'a bakıyordu hâlâ.
"Herkes Sirius'un Peter'ı öldürdüğünü düşündü," dedi Lupin, başını sallayarak. "Ben de öyle sanıyordum
- bu akşam haritayı görene kadar. Çünkü Çapulcu Haritası asto yalan söylemez... Peter yaşıyor. Ron elinde onu tutuyor, Harry."
Harry, Ron'a baktı, bakışları karşılaşınca sessizce anlaştılar: Black de, Lupin de akıllarını kaçırmıştı. Hikâyelerinde zerrece mantık yoktu. Scabbers nasıl Peter Pettigrew olabilirdi? Azkaban sonunda Black'in de aklını oynatmasına yol açmıştı demek - ama neden Lupin de ona uyuyordu?
Sonra Hermione, titrek, sözde sakin bir sesle konuştu. Profesör Lupin'i mantığa davet eder gibiydi.
"Ama Profesör Lupin... Scabbers, Pettigrew olamaz... bu doğru olamaz, biliyorsunuz olamayacağını..."
"Neden doğru olamazmış?" dedi Lupin sakin sakin, sanki sımftaymışlar da Hermione sadece Garke-nez'lere ilişkin bir deneyde bir sorun saptamış gibi.
"Çünkü... çünkü Peter Pettigrew Animagus olsa, insanlar bilirdi. Profesör McGonagall'ın sınıfında Anima-gus'lan okuduk. Ve ev ödevimi yaparken onları araştırdım
- Bakanlık, hayvan olabilen cadılarla büyücüleri takip ediyor. Hangi hayvan haline dönüştüklerini, işaretlerini ve benzer şeyleri gösteren kayıtları var... Gidip kayıtlarda Profesör McGonagall'a baktım, bu yüzyılda sadece yedi Animagus olmuş. Pettigrew'un adı da o listede yok -"
414
Daha Harry'nin, Hermione'nin ev ödevleri için harcadığı çabaya içten içe hayret etmesine fırsat kalmadan, Lupin gülmeye başladı.
"Yine doğru, Hermione!" dedi. "Ama Bakanlık, Hogwarts'ta dolaşan üç tane kaydedilmemiş Animagus olduğunu asla bilmedi."
"Eğer onlara hikâyeyi aniatacaksan, bir an önce başla, Remub," diye hırladı Black. Scabbers'm her umutsuz hareketini gözlüyordu hâlâ. "On iki yıl bekledin-,, daha fazla bekleyecek değilim."
"Pekâlâ... ama senin de bana yardım etmen gerek, Si-rius," dedi Lupin. "Ben yalnızca nasıl başladığım biliyorum..."
Lupin durdu. Arkalarından bir gacırtı gelmişti. Yatak odası kapısı kendi kendine açılmıştı. Beşi birden gözlerini oraya dikti. Sonra Lupin kapıya doğru yürüdü ve dışarı, sahanlığa baktı.
"Kimse yok..."
"Burası perili!" dedi Ron.
"Değil." Lupin hâlâ şaşkın gözlerle kapıya bakıyordu. "Bağıran Baraka hiçbir zaman perili değildi... Köylülerin duyduğu çığlıklar ve ulumalar bana aitti."
Kırlaşmış saçlarını gözlerinden çekti, bir an düşündü, sonra, "Her şey bununla başlıyor zaten -" dedi, "- benim ******** olmamla. Eğer ben ısırılmamış olsaydım, bunların hiçbiri olmazdı... tabii bir de delice cesur olmasaydım..."
Sakin ve yorgun görünüyordu. Ron sözünü kesme-
415
ye kalktı, ama Hermione, "Şışşt!" dedi. Büyük bir dikkatle Lupin'i gözlüyordu.
"Isırıldığımda çok küçük bir çocuktum. Annemle babam her şeyi denedi, ama o günlerde bunun şifası yoktu. Profesör Snape'in benim için yaptığı İksir, çok yeni bir buluş. Beni güvenli hale getiriyor, anlıyorsunuz ya. Dolunaydan önceki hafta onu aldığım sürece, dönüştüğümde aklım başımda oluyor... Ofisimde kıvrılıyorum, zararsız bir kurt suretinde ayın yeniden küçülmesini bekliyorum.
"Ancak Kurtboğan İksiri bulunmadan önce, ayda bir kez tam tekmil bir canavar olurdum. Hogwarts'a gelmem imkânsız görünüyordu. Öbür anne babalar çocuklarının bana karşı korunmasız kalmasını istemezdi herhalde.
"Derken Dumbledore Müdür oldu ve anlayışlı davrandı. Birtakım önlemleri aldığımız sürece okula gelmemem için bir neden olmadığını söyledi..." Lupin içini çekti ve dosdoğru Harry'ye baktı. "Sana aylar önce Şamarcı Söğüt'ün benim Hogwarts'a geldiğim yıl dikildiğini söylemiştim. Gerçek şu ki, Söğüt, ben Hog-warts'a geldiğim için dikildi. Bu ev -" Lupin odaya mutsuz bir bakış attı, "- buraya gelen tünel - ben kullanayım diye yapıldı. Ayda bir şatodan kaçırılırdım, buraya, dönüşmeye getirilirdim. Ağaç, tehlikeli olduğum sırada başka birinin bana rastlamasını önlemek için tünelin ağzına dikilmişti."
Harry bu hikâyenin nereye varacağını anlamıyor-du, ama yine de kendinden geçmiş halde dinliyordu.
416
Lupin'in sesi dışındaki tek ses, Scabbers'ın korkmuş ciklemeleriydi.
"O günlerdeki dönüşümlerim - korkunçtu. Bir kur-tadama dönüşmek çok acı vericidir. kırabileceğim insanlardan uzak tutuluyordum, onun için kendimi ısırıp tırmalıyordum. Köylüler gürültüyü ve çığlıkları duyuyor, vahşi ruhları duyduklarını sanıyorlardı. Dumble-dore da bu söylentileri destekliyordu... Şimdi bile, ev yıllardır suskun kaldığı halde, köylüler buraya yaklaşmaya cesaret edemez...
"Ama, dönüşümlerim dışında, hayatımda olmadığım kadar mutluydum. İlk kez dostlarım olmuştu, üç büyük dost Sirius Black... Peter Pettigrevv... ve tabii baban, Harry - James Potter.
"Bu üç dostun benim ayda bir kaybolduğumu anlamamaları zordu. Türlü türlü hikâye uydurdum. Onlara annem hasta dedim, eve gidip onu görmem gerek dedim... Ne olduğumu öğrendikleri anda beni bırakacaklar diye dehşet içindeydim. Ama elbette, onlar da senin gibi, Hermione, gerçeği anladılar...
"Ve beni terk etmediler. Onun yerine, dönüşümleri-'mi yalnızca daha tahammül edilir hale getirmekle kalmayıp, ömrümün en güzel günleri haline getiren bir şey yaptılar. Animagus oldular."
''Babam da mı?" diye sordu He*ry hayretle.
"Evet, o da," dedi Lupin. "Punu nasıl yapacaklarını anlamaları neredeyse üç yıl süxdü. Baban ve Sirius okulun en zeki öğrencileriydi. İyi ki de ö\1eymiş, çünkü Animagus döıvişümü korkunç bir şekilde ters gidebilir
417
- Bakanlık'in bunu deneyenleri bu kadar yakından gözlemesinin nedenlerinden biri de bu. James ve Sirius'un Pete/a epey yardım etmesi gerekti. Sonunda, beşinci yılımızda, becerdiler. İstedikleri zaman hepsi farklı bir hayvana dönüşebiliyordu."
"İyi ama bunun size ne faydası oldu?" diye sordu r- ermione, şaşırmış bir hali vardı.
"İnsan olarak bana arkadaşlık edemiyorlardı, onlar da hayvan olarak ettiler," dedi Lupin. "Bir ******** sadece insanlar için tehlikelidir. Her ay James'in Görün-mezlik Pelerini'nin altında şatodan kaçarlardı. Dönüşüm geçirirlerdi... Peter, en küçükleri olarak, Söğüt'ün saldırgan dallarının altına sızıp ağacı donduran yumruya dokunabiliyordu. Sonra tünelden geçer ve bana katılırlardı. Onların etkisiyle, daha az tehlikeli bir hal aldım. Bedenim hâlâ kurt bedeniydi, ama onlarla birlikteyken zihnim o kadar kurtlaşmıyordu."
"Çabuk ol, Remus," diye hırladı Black. Yüzünde korkunçjDİr açlık ifadesiyle hâlâ Scabbers'ı gözlüyordu.
"Bitti bitiyor, Sirius, tamam... eh, hepimiz dönüşebildiğimiz için önümüzde son derece heyecan verici olanaklar vardı. Çok geçmeden Bağıran Baraka'dan çıkıp geceleri okul arazisinde ve köyde dolaşmaya başladık. Sirius ve James öyle büyük hayvanlara dönüşmüşlerdi ki, bir ********ı kontrol altında tutabiliyorlardı. Hiçbir Hogvvarts öğrencilinin okul arazisi ve Hogsme-ade hakkında bizim kada.: çok şey öğrendiğini sanmam... İşte Çapulcu Haritası'nı yazmaya böyle başla-
dik, lakaplarımızla da imzaladık. Sirius Fahayak'tı, Pe-ter Kılkuyruk. James ise Çatalak."
"Ne tür hayvan -?" d.;ye başladı Harry, ama Hermi-one onun sözünü kesti.
"Yine de çok tehlikeliymiş! Karanlıkta bir kurta-damla birlikte dolaşmak, ha! Ya ötekileri atlatıp da birilerini ısırsaydımz?"
"Bugün bile aklımdan çıkmayan bir düşünce," dedi Lupin ciddiyetle. "Ve birçok kez de, böyle bir şeyin olmasına ramak kaldı. Sonradan bunları hatırlayıp gülerdik. Gençtik, düşüncesizdik - kendi zekâmızdan başımız dönmüştü.
"Bazen Dumbledore'un güvenine ihanet ettim diye kendimi suçlu hissettiğim olurdu, tabii... Başka hiçbir Müdür'ün yapmayacağı şeyi yapmış ve beni Hog-warts'a kabul etmişti. Benim ve başkalarının güvenliği için koyduğu kuralları yıktığımdan haberi yoktu. Üç öğrenci arkadaşımın yasadışı olarak Animagus olmalarına önayak olduğumu asla bilmedi. Ama bir sonraki ayın macerasını planlamak için her oturduğumuzda, suçluluk duygularımı unutmayı başarırdım. Ve bugün de değişmedim..."
Lupin'in yüzü sertleşti, ses tonundan kendinden iğrendiği anlaşılıyordu. "Bütün bu yıl boyunca kendimle mücadele ettim, Dumbledore'a Sirius'un bir Animagus olduğunu söylesem mi diye düşündüm. Ama söylemedim. Neden? Ödlektim de ondan. Bunu söylemek, bu okulda okurken onun güvenine ihanet ettiğimi kabul etmek, başkalarını da kendimle birlikte sürüklediğimi
419
kabul etmek anlamına gelecekti... ve Dumbledore'un güveni benim için her şey demekti. Beni Hogwarts'a öğrenci olarak aldı, bana iş verdi. Oysa bütün yetişkinlik hayatım boyunca insanlar benden uzak durmuştu, böyle olduğum için ücretli iş bulamamıştım. Ben de Si-rius'un okula Voldemort'dan öğrendiği Karanlık Sanat-lar'dan yararlanarak girdiğine, Animagus olmasının bu işle bir ilgisi olmadığına kendimi ikna ettim... yani, bir anlamda, Snape benim hakkımda başından beri haklıydı."
"Snape mi?" dedi Black sertçe, dakikalardır ilk kez Scabbers'ı gözlemeyi bıraktı ve başını kaldırıp Lupin'e baktı. "Snape'in bununla ne ilgisi var?"
"O burada, Sirius," dedi Lupin ciddi ciddi. "O da burada öğretmenlik yapıyor." Harry, Ron ve Hermi-one'ye baktı.
"Profesör Snape de okulda bizimle birlikteydi. Karanlık Sanatlara Karşı Savunma hocası olarak tayinime bütün gücüyle karşı çıktı. Yıl boyunca Dumbledore'a benim güvenilir biri olmadığımı söyledi durdu. Kendince nedenleri var... anlıyorsunuz ya, Sirius ona bir oyun oynadı, sonunda Snape az daha canından oluyordu, benim de dahil olduğum bir oyun -"
Black'ten alaycı bir nida geldi.
"Layığını buldu," dedi dudak bükerek. "Sinsi sinsi dolaşır, neler yaptığımızı anlamaya çalışırdı... bizi okuldan attırabileceğini umardı..."
Lupin, "Severus benim her ay nereye gittiğimle çok ilgileniyordu," dedi Harry, Ron ve Hermione'ye. "Aynı
420
sınıftaydık, anlıyorsunuz ya ve - şey - birbirimizi pek sevmezdik. Özellikle James'i sevmezdi. Sanırım Ja-mes'in Quidditch sahasındaki becerilerini kıskanırdı... Neyse, Snape bir akşam, beni dönüşüm geçireyim diye Şamarcı Söğüt'e götüren Madam Pomfrey'yle araziden geçtiğimizi gördü. Sirius ise, Snape'e, benim arkamdan içeri girmek için yapması gereken tek şeyin uzun bir sopayla ağacın gövdesindeki yumruya dokunmak olduğunu söylemenin - şey - eğlenceli olacağını düşünmüş. Eh, Snape bunu denedi, tabii - eğer bu eve kadar gelseydi, karşısında dönüşümünü tamamlamış bir kurta-dam bulacaktı - ama baban, Sirius'un ne yaptığını duyunca, Snape'in arkasından gitti ve kendi hayatını hiçe sayarak onu geri çekti... Yine de Snape beni tünelin sonunda şöylesine bir gördü. Dumbledore başkalarına söylemesini yasakladı ama, o andan itibaren ne olduğumu anladı..."
Harry ağır ağır, "Demek Snape bunun için sizi sevmiyor," dedi. "Sizin de bu şakaya dahil olduğunuzu sandığı için."
"Doğru," dedi hor gören, soğuk bir ses. Lupin'in arkasındaki duvardan geliyordu.
Severus Snape, Görünmezlik Pelerini'ni çıkardı. Asası dosdoğru Lupin'e dönüktü.
421

GeCeLeR
12-10-2006, 01:50 AM
ON DOKUZUNCU BOLUM
Lord Voldemort'un Hizmetkarı

Hermione çığlık attı. Black ayağa fırladı. Harry elektrik çarpmış gibi yerinden sıçradı.
"Bunu Şamara Söğüf ün dibinde budum," dedi Sna-pe. Asasını Lupin'in üstünden çekmemeye dikkat ederek, Pelerin'i bir kenara fırlattı. "Çok işe yaradı, Potter, teşekkür ederim..."
Snape'in biraz soluğu kesilmişti, ama yüzünde bastırılmış bir zafer edası vardı. "Belki burada olduğumu nereden bildi diye merak ediyorsundur," dedi, ışıl ışıl gözlerle. "Az önce odana uğradım, Lupin. Bu gece İksiri almayı unuttun, ben de kendim bir kadeh götüre-yim dedim. Şans işte... yani, benim için. Masama üstünde bir harita duruyordu. Bir bakışta gereken r er şeyi anladım. Senin bu tünelden koşarak geçip gözd-m kayboluşunu gördüm."
Lupin, "Severus -" diye lafa başladı, ama Snat>e sözünü kesti.
"Eski dostun Black'in şatoya girmesine yardik: ettiğini Müdür Bey'e defalarca söyledim, Lupin. İşle kanıtı.
422
Senin bu eski yeri mekân tutacak kadar pervasız davranacağın benim bile aklıma gelmezdi -"
"Severus, hata ediyorsun," dedi Lupin aceleyle. "Her şeyi duymadın henüz - açıklayabilirim - Sirius buraya Harry'yi öldürmek için gelmedi -"
"Bu gece Azkaban'a iki yolcu daha," dedi Snape, gözleri deli deli parıldıyordu. "Dumbledore'un buna tepkisi ne olacak, çok merak ediyorum doğrusu... senin zararsız olduğundan emindi, Lupin... nasıl desem, evcil bir ******** olduğundan..."
"Seni ahmak/' dedi Lupin sakin bir ses tonuyla. "Öğrencilik günlerinden kalma bir kin, masum bir adamı Azkaban'a geri göndermeye değer mi?"
BAM! Snape'in asasının ucundan ince, yılanımsı sicimler fırlayıp Lupin'in ağzına, el ve ayak bileklerine dolandı. Lupin dengesini kaybedip yere düştü, kımıl-dayamıyordu. Black öfkeyle kükreyerek Snape'in üstüne atıldı, ama Snape asasını Biack'in iki kaşının tam ortasına doğrulttu.
"Haydi, bir bahane yarat," diye fısıldadı. "Bunu yapmam için bir bahane yarat, yemin ederim yaparım."
Black olduğu yerde kaldı. Hangi yüzde daha büyük bir nefret olduğunu ayırt etmek imkânsızdı.
Harry ne yapacağını, kime inanacağını bilmez halde öylece duruyordu. Ron'la Hermione'ye baktı. Ron'un kafası da onunki kadar karışmışa benziyor, hâlâ debelenen Scabbers'a hâkim olmaya çalışıyordu. Her-mione ise Snape'e doğru tereddütlü bir adım attı ve soluğu kesilmiş halde, "Profesör Snape," dedi. "Ne - ne
423
diyeceklerini dinlemenin bir zararı olmaz, de-değil mi?"
"Miss Granger, zaten okuldan atılma tehlikesiyle karşı karşıyasınız," dedi Snape sert bir sesle. "Siz, Pot-ter ve VVeasiey okul sınırlarının dışında, hüküm giymiş bir katil ve bir ********la birliktesiniz. Hayatınızda bir kez olsun, dilinizi tutun."
"Ama ya - y? bir yanlışlık olmuşsa -"
"KES SESİNİ, APTAL KIZ!" diye bağırdı Snape. Yüzüne aniden manyakça bir ifade yerleşmişti, "ANLAMADIĞIN KONUDA KONUŞMA!" Hâlâ Black'in yüzüne çevrilmiş olan asasından birkaç kıvılcım çıktı. Hermione sustu.
Snape, "İntikam çok tatlı bir şey," diye fısıldadı Black'e. "Seni yakalayan kişi olmayı öyle istiyordum ki..."
"Komik duruma düşen yine sensin, Severus," diye hırladı Black. "Şu çocuk faresini şatoya getirdiği sürece -" başıyla Ron'u işaret etti, "- zorluk çıkarmadan gelirim."
"Şatoya mı?" dedi Snape ipeksi bir sesle. "Oraya kadar gitmemiz gerektiğini sanmıyorum. Tüm yapmam gereken. Söğüt'ten çıktıktan sonra Ruh Emici'leri çağırmak. Seni gördüklerine çok memnun olacaklar, Black... hatta belki bir öpücük verecek kadar..." ' Black'in yüzünün rengi büsbütün attı.
"Be-beni dinlemek zorundasın," dedi çatlak bir sesle. "Fare - fareye bak -"
Ar.ıa Snape'in gözünde Harry'nin daha önce hiç~ görmediği delice bir parıltı vardı. Mantığını yitirmiş görünüyordu.
424
"Yürüyün, hepiniz," dedi. Parmaklarını şaklattı ve Lupin'e sarılı sicimlerin uçları uçup eline kondu. "Kur-tadamı ben sürüklerim. Belki Ruh Emici'ler ona da bir öpücük verir -"
Harry kendi bile ne yaptığının farkına varamadan odayı üç adımda geçmiş ve kapının önünü kapatmıştı.
"Çekil oradan, Potter, zaten başın yeterince belada," diye hırladı Snape. "Eğer buraya senin postunu kurtarmaya gelmiş olmasam -"
"Profesör Lupin istese bu yıl beni yüz kere öldürebilirdi," dedi Harry. "Ruh Emici'lere karşı savunma dersi almak için onunla defalarca yalnız kaldım. Madem Black'e yardım ediyordu, niye beni öldürmedi?"
"Benden bir ********ın kafasının nasıl çalıştığım tahmin etmemi bekleme," diye tısladı Snape. "Önümden çekil, Potter."
"ÇOK ZAVALLISIN!" diye bağırdı Harry. "SIRF OKULDA SENİ SALAK DURUMUNA DÜŞÜRDÜLER DİYE ONLARI DİNLEMİYORSUN BİLE -"
"SUS! KİMSE BENİMLE BÖYLE KONUŞAMAZ!" diye haykırdı Snape, yüzünde daha da delice bir ifadeyle. "Babana çekmişsin, Potter! Demin senin hayatını kurtardım, diz çöküp bana teşekkür etmen gerekirdi! Seni öldürseydi layığını bulmuş olurdun! Aynı baban gibi ölecektin, Black hakkında yanıldığını kabul edemeyecek kadar kibir içinde - şimdi önümden çekil, Potter, yoksa ben çekerim. ÖNÜMDEN ÇEKİL, POTTER!"
Harry göz açıp kapayıncaya kadar kararını verdi.
425
Snape ona doğru bir adım bile atamadan, asasını kaldırdı.
"Expelliarmus!" diye bağırdı - ancak bağıran bir tek o değildi. Çıkan gümbürtü, kapıyı menteşelerinden salladı; Snape havaya fırlayıp duvara yapıştı ve yere kadar kaydı, saçının altından kan süzülüyordu. Baygın düşmüştü.
Harry dönüp etrafına baktı. Ron da Hermione de onunla aynı anda Snape'i silahsız hale getirmeye çalışmıştı. Snape'in asası epey yükselip yatağa, Crooks-hanks'in yanına düştü.
"Bunu yapmamalıydın," dedi Black, Harry'ye bakarak. "Onu bana bırakmalıydın..."
Harry gözlerini Black'inkilerden kaçırdı. Hâlâ doğru olanı yaptığından emin değildi.
Hermione hareketsiz yatan Snape'e korkulu gözlerle bakarak, "Bir öğretmene saldırdık... bir öğretmene saldırdık..." diye inildiyordu. "Off, başımız öyle derde girecek ki -"
Lupin bağlarından kurtulmaya çalışıyordu. Black çabucak eğilip~ onu çözdü. Lupin iplerin yer yer kestiği kollarını ovuşturarak ayağa kalktı.
"Teşekkür ederim, Harry," dedi.
"Sana inanıyorum demedim daha," dedi Harry sertçe.
"O halde artık sana kanıt göstersek iyi olacak," dedi Black. "Sen, çocuk - Peter'ı ver bana. Hemen."
Ron, Scabbers'ı göğsüne iyice bastırdı.
"Hadi canım," dedi cılız bir sesle. "Azkaban'dan
426
sırf Scabbers'ı ele geçirmek için mi çıktığını söylemeye çalışıyorsun? Yani..." destek bulma umuduyla Harry ile Hermîone'ye baktı. "Tamam, diyelim ki Pettigrevv bir fareye dönüşebiliyor - milyonlarca fare var - Azka-ban'a kapatıldıktan sonra peşine düşeceği farenin hanr gisi olduğunu nereden anlamış?"
"Biliyor musun, Sirius, bu mantıklı bir soru," dedi Lupm, Black'e hafifçe çatık kaşlarla bakarak. "Nerede olduğunu nasıl anladın?"
Black pençeye benzeyen ellerinden birini cüppesine sokup buruşuk bir kâğıt parçası çıkardı. Kâğıdı düzeltti \ e onlara uzattı.
Ron'la ailesinin geçen yaz Gelecek Postası'nda çıkan fotoğrafıydı bu. Orada, Ron'un omzunda, Scabbers duruyordu.
Lupin şaşkına dönmüş halde, "Bunu nasıl ele geçirdin?" diye sordu Black'e.
"Fudge," dedi Black. "Geçen yıl Azkaban'ı teftiş etmeye geldiğinde, bana bu gazeteyi verdi. Ve işte Peter oradaydı, birinci sayfada... şu çocuğun omzunda... Onu hemen tanıdım... kaç kere dönüşürken görmüştüm onu. Resmin altında da çocuğun Hogwarts'a döneceği yazılıydı... Harry'nin olduğu yere..."
"Tanrım," dedi Lupin alçak sesle. Resimden Scab-bers'a, sonra yine resme baktı. "Ön patisi..."
"Nesi varmış?" dedi Ron sertçe.
"Bir parmağı eksik," dedi Black.
"Elbette," dedi Lupin usulca. "Çok basit... çok zekice... Kendi mi kesti?"
427
U
"Tam dönüşmeden önce," dedi Black. "Onu köşeye kıstırdığımda, bütün cadde duysun diye haykırarak Lily ve James'e ihanet ettiğimi söyledi. Sonra, ben onu lanetleyemeden, arkasında tuttuğu asayla bütün caddeyi havaya uçurdu, beş altı metre mesafedeki herkesi öldürdü - ve fırlayıp diğer farelerle birlikte kanalizasyona daldı..."
"Hiç duymamış miydin Ron?" dedi Lupin. "Pe-ter'dan arta kalan en büyük parça, parmağıydı."
"Bakın, Scabbers büyük ihtimalle başka bir fareyle falan kavga etmiştir! Yıllardır benim ailemle birlikte o, ta -"
"Aslında, on iki yıldan beri," dedi Lupin. "Niye o kadar uzun yaşadığını hiç merak etmediniz mi?"
"Ona - ona çok iyi bakıyorduk!" ded Ron.
"Ama şimdi o kadar iyi görünmüyor, değil mi?" dedi Lupin. "Sanırım Sirius'un kaçtığım duyduğundan beri zayıflıyordun.."
"O manyak kediden korkuyordu!" dedi Ron, başıyla hâlâ yatakta mırlayan Crookshanks'i göstererek.
Ama bu doğru değil, diye düşündü Harry birden... Crookshanks'le karşılaşmadan önce de hasta bir hali vardı Scabbers'm... Ron Mısır'dân döndüğünden beri... Black kaçtığından beri...
"Bu kedi manyak değil," dedi Black boğuk bir sesle. Kemikli elini uzatıp Crookshanks'in tüylü kafasını okşadı. "Türünün şimdiye kadar rastladığım en zeki örneği. Peter'ın ne olduğunu ilk bakışta anladı. Ve benimle karşılaştığında, bir köpek olmadığımı anladı. Bana gü-
venmesi biraz zaman aldı. Sonunda ona neyin peşinde olduğumu anlatabildim, o zamandan beri de bana yardım ediyor..."
"Nasıl yani?" dedi Hermione fısıltıyla.
"Bana Peter'ı getirmeye çalıştı, ama başaramadı... o da benim için Gryffindor Kulesi'nin parolalarını çaldı... Anladığım kadarıyla, onları bir çocuğun komodininden almış..."
Harry'nin beyni, duyduklarının etkisiyle çökecek-miş gibiydi. Çok saçmaydı... öte yandan...
"Ama Peter neler döndüğünü anladı ve sıvıştı... bu kedi - Crookshanks mi demiştiniz? - bana Peter'ın çarşaflarda kan lekesi bıraktığım söyledi... herhalde kendini ısırmıştır... eh, öldü numarası yapmak daha önce de işine yaramıştı..."
Bu sözcükler Harry'yi sarsıp kendine getirdi.
"Peki niye öldü numarası yaptı?" dedi hiddetle. "Çünkü senin annemle babamı öldürdüğün gibi onu da öldüreceğini biliyordu!"
"Hayır," dedi Lupin. "Harry -"
"Şimdi de onun işini bitirmeye geldin!"
"Evet, öyle," dedi Black, Scabbers'a kötücül bir bakış atarak.
"O halde Snape'in seni götürmesine izin vermeliydim!" diye bağırdı Harry.
"Harry," dedi Lupin telaşla, "anlamıyor musun? Bunca zaman annenle babana ihanet edenin Sirius olduğunu, Peter'ınsa onun peşine düştüğünü sandık -ama tam tersi olmuştu, anlamıyor musun? Petcr annen-
429
le babana ihanet etti - Sirius Peter'ın peşine düştü -"
"DOĞRU DEĞİL BU!" diye haykırdı Harry. "ONLARIN SIR TUTUCU'SUYDU O! SİZ GELMEDEN ÖNCE SÖYLEDİ, ONLARI ÖLDÜRDÜM DEDİ!"
Parmağıyla Black'i işaret ediyordu. Black başını sallıyordu; çökük gözleri birdenbire fazlasıyla parlaklaşmışh.
"Harry... onları ben öldürdüm sayılır," dedi çatlak bir sesle. "Son anda Lily ve James'i, Peter'ı seçmeye, Sır Tutucu olarak benim yerime onu kullanmaya ikna ettim... benim suçum, bunu biliyorum... Öldükleri gece, Peter'ı kontrol edip güvende olduğundan emin olmak istemiştim, ama saklandığı yere vardığımda, gitmişti. Ancak mücadele olduğuna dair bir iz yoktu. Bir gariplik vardı bunda. Korktum. Hemen annenle babanın evine doğru yola çıktım. Harap olmuş evlerini ve cesetlerini gördüğümde - Peter'ın ne yaptığını anladım. Benim ne yaptığımı."
Sustu. Arkasını döndü.
"Bu kadarı yeter," dedi Lupin. Ses tonu Harry'nin daha önce hiç duymadığı kadar sertti. "Olanları kanıtlamanın tek bir yolu var. Ron, şu fareyi ver bana."
"Verirsem ona ne yapacaksınız?" diye sordu Ron, gergin bir sesle.
"Onu kendini göstermeye zorlayacağım," dedi Lupin. "Eğer gerçekten fareyse, hiç zarar görmeyecek."
Ron önce tereddüt etti, ama sonunda Scabbers'ı Lu-pin'e uzattı. Scabbers nefes almaksızın ciklemeye, kıvrılıp dönmeye başladı, minicik siyah gözleri yuvalarından uğrayacak gibiydi.
430
"Hazır mısın, Sirius?" dedi Lupin.
Black, yatağın üzerinden Snape'in asasını almıştı bile. Lupin'e ve çırpman fareye yaklaştı. Islak gözleri alev alevdi.
"Beraber mi?" dedi alçak sesle.
"Sanırım," dedi Lupin. Bir eliyle Scabbers'ı, diğeriyle asasını tutuyordu. "Üçe kadar sayıyorum. Bir - iki - ÜÇ!"
İki asadan da mavi-beyaz ışık püskürdü; Scabbers bir an havada dondu kaldı, küçük siyah bedeni deli gibi kıvranıyordu - Ron çığlık attı - fare yere düştü. Yine göz kamaştırıcı bir ışık parladı ve -
Büyüyen bir ağacın filmini hızla ileri sararak izlemek gibiydi. Yerden bir kafa çıkıyordu; kollar bacaklar çıkıyordu; az sonra, Scabbers'ın yerinde bir adam ayakta durmuş, iki büklüm halde ellerini ovuşturuyordu. Crookshanks yatakta tükürükler saçarak hırlıyordu, tüyleri havaya dikilmişti.
Çok kısa boylu bir adamdı bu, Harry ve Hermi-one'den az kabacaydı. İnce, renksiz saçı dağınıktı, tepesi de tppy açılmıştı. Kısa sürede çok kilo vermiş şişman adamla^, "ikanmış da çekmiş hissi veren görünümüne sahipti. Deûsi pis görünüyordu, neredeyse Scabbers'ın tüyleri gibiydi. Sivri burnu ve çok küçük, ıslak gözleriyle de Scabbers'a biraz benziyordu. Hızlı hızlı, kesik kesik nefes alarak etrafına dönüp hepsine baktı. Harry onun kapıya doğru kaçamak bir bakış attığını fark etti.
Lupin tatlı bir sesle, "Vay vay, merhaba, Peter," dedi, sanki farelerin eski okul arkadaşlarına dönüşmesi
431
sık sık karşılaştığı bir şeymiş gibi. "Ne zamandır görüşmedik."
"S-Sirius... R-Remus..." Pettigrew'un sesi bile cikli-yormuş gibi çıkıyordu. Bir kez daha gözleri kapıya kaydı. "Dostlarım... eski dostlarım..."
Black'in asa tutan eli kalktı, ama Lupin onu bileğinden yakalayıp uyaran gözlerle baktı ve yeniden Pettig-rew'a döndü. Yumuşak ve rahat bir sesle konuşmaya başladı.
"Peter, biz de Lily ile James'in öldüğü gece olanlar hakkında biraz sohbet ediyorduk. Orada, yatakta cikle-yip dururken önemli ayrıntıları kaçırmış olabilirsin -"
"Remus," dedi Pettigrew soluksuz halde. Harry onun solgun yüzünden aşağı terler süzüldüğünü görebiliyordu. "Ona inanmıyorsun, değil mi... Beni öldürmeye çalıştı, Remus..."
"Öyle duyduk," dedi Lupin, soğuk bir sesle. "Seninle konuşup bir iki noktayı aydınlatmak istiyorum, Peter, tabii eğer sana -"
"Yine benî öldürmeye geldi!" diye feryat etti Pettig-rew birden. Black'i işaret ediyordu. Harry onun orta parmağını kullandığını, çünkü işaret parmağının eksik olduğunu gördü. "Lily'yi ve James'i öldürdü, şimdi de beni öldürecek... bana yardım etmek zorundasın, Remus..."
Black, Pettigrew'a dipsiz birer kuyuya benzeyen gözlerle bakıyordu. Yüzü her zamankinden de çok bir kurukafaya benziyordu.
"Ben bazı şeyleri yerine oturtana kadar kimse seni öldürmeyecek," dedi Lupin.
432
"Yerine oturtmak mı?" diye ciyakladı Pettigrew. Yine odaya telaşla göz gezdirmeye başladı, tahtayla kapatılmış pencerelere ve tek kapıya baktı. "Peşimden geleceğini biliyordum! Benim için döneceğini biliyordum! On iki yıldır bekliyordum bunu!"
"Sirius'un Azkaban'dan kaçacağını biliyor muydun?" dedi Lupin, kaşları çatılmıştı. "Hem de şimdiye kadar kimse oradan kaçamamışken?"
Pettigrew tiz bir sesle, "Bizim sadece rüyalar) mızda göreceğimiz Karanlık güçleri var onun!" diye bağırdı. "Başka türlü oradan nasıl çıkmış olsun ki? Herhalde Adı Anılmaması Gereken Kişi ona birkaç numara öğretmiştir!"
Black adeta ağzını açmadan bir kahkaha attı, tüm odayı kaplayan korkunç bir kahkaha.
"Voldemort ha, bana numara öğretecek ha?" dedi.
Pettigrew, sanki Black ona kırbaç savurmuş gibi ir-kildi.
"Ne o, eski efendinin ismini duymaktan korkuyor musun?" dedi Black. "Seni suçlamıyorum, Peter. Onun tayfası da senden pek hoşnut değil, öyle değil mi?"
"Neden bahsediyorsun - bilmiyorum, Sirius -" diye mırıldandı Pettigrew. Daha da hızlı solumaya başlamıştı. Yüzü tamamen ter içinde kalmıştı şimdi.
"On iki yıldır benden saklanmıyorsun," dedi Black. "Voldemort'un eski müritlerinden saklanıyorsun. Az-kaban'da bazı şeyler duydum, Peter... hepsi senin öldüğünü sanıyor, yoksa onlara hesap vermen gerekirdi... Uyurlarken çığlık çığlığa birçok şey söylediklerini duy-
. 433
dum. Hainin onlara ihanet ettiğim düşünüyor gibiydiler. Voldemort, Potter'larm evine senden aldığı bilgiyle gitti... ve orada sonuyla karşılaştı. Voldemort'un bütün müritleri de Azkaban'a düşmedi, değil mi? Birçoğu hâlâ dışarıda, bekliyor, hatalarını kabul etmiş numarası yapıyorlar... Senin hâiâ hayatta olduğunu bir öğrenseler, Peter -"
"Neden bahsediyorsun... bilmiyorum..." dedi yine Pettigrevv, daha da tiz bir sesle. Yüzünü koluna silip Lupin'e baktı. "Buna - bu deli saçmasına inanmıyorsun herhalde, Rernus -"
"İtiraf etmeliyim ki, Peter, masum bir adamın niye on iki yılını bir fare olarak geçirdiğini anlamakta güçlük çekiyorum," dedi Lupin, ifadesiz bir sesle.
"Masumdum, ama korkımıştum!" diye cikledi Pet-tigrew. "Voldemort'un müritleri peşimdeyse, bunun tek sebebi onların en iyi adamını Azkaban'a göndermiş olmam - yani casusu, Sirius Black'i!"
Blacktn yüzü öfkeden çarpılmıştı.
"Bxı ne cüret!" diye gürledi. Sesi birden o ayı büyüklüğündeki köpeğinki gibi çıkmıştı. "Ben Voldemort'un casusu olacağım ha? Ben ne zaman kendimden daha güçlü, daha kudretli insanların etrafında sinsi sinsi dolaştım? Ama sen, Peter - niye casusun sen olduğunu en baştan çıkaramadığımı hiç anlayamayacağım. Hep sana göz kulak olacak güçlü arkadaşların olmasından hoşlanmışsındır, değil mi? Eskiden bizdik... ben ve Remus... ve James..."
Pe ligrew yine yüzünü sildi, soluk alamıyordu adeta.
434
"Ben casusum ha... aklım kaçırmış olmalısın... asla... nasıl böyle bir şey dersin, hiç -"
"Lily ve james'in seni Sır Tutucu yapmalarının tek sebebi, bunu benim Önermiş olmam," dedi Black tıslar-casına. Sesi öyle kin doluydu ki, Pettigrevv bir adım geriledi. "Bunun mükemmel bir plan olduğunu düşünmüştüm... bir blöf... Voldemort kesinlikle benim peşimden gelecekti, senin gibi zayıf, yeteneksiz bir şeyi kullandıkları hayatta aklına gelmeyecekti... Voldemort'a gidip Potter'lan ona verebileceğini söylediğin an, senin o sefil hayatının en önemli anıdır herhalde."
Pettigrew dalgın dalgın mırıldanıyordu. Harry arada "abartılı" ve "delilik" gibi kelimeleri çıkarabildi, ama elinde olmadan bütün dikkati Pettigrevv'un kül rengine dönmüş suratına ve nasıl da kapıya ve pencerelere bakıp durduğuna kayıyordu.
"Profesör Lupin?" dedi Hermione ürkekçe. "Bir -bir şey söyleyebilir miyim?"
"Elbette, Hermione," dedi Lupin kibar bir tavırla.
"Şeyy - Scabbers - yani bu - bu adam - üç yıldır Harry'nin yatakhanesinde yatıyor. Kim-Olduğunu-Bi-lirsin-Sen için çalışıyorsa, niye şimdiye kadar Harry'ye zarar vermeye çalışmadı?"
"İşte!" dedi Pettigrew heyecanla, sakat eliyle Her-mione'yi göstererek. "Teşekkür ederim! Görüyor musun, Remus? Harry'nin kılına bile dokunmadım! Niye dokunayım ki?"
"Ben nedenini söyleyeyim," dedi Black. "Çünkü kendine bir faydası olduğunu görmediğin sürece haya-
435
tında kimse için bir şey yapmadır. Voldemort on iki yıldır saklanıyordu, yan ölü olduğu.ıu söylüyorlardı. Bütün gücünü yitirmiş bir büyüc'i enkazı için Albus Dumbledore'un burnunun dibinde cinayet işleyecek değildin, öyle değil mi? Ona dönmeden önce, onun, oyun sahasındaki en iriyarı kabadayı olduğundan emin olmalıydın, değil mi? Yoksa niye gii.r bir büyücü ailesinin yanma yamanasın? Olan bitenden haberin olsun diye, değil mi, Peter? Eski koruyucu" yine güçlenir de, ona katılmak güvenli hale gelirse diy(..."
Pettigrew defalarca ağzını açıp Ccipattı. Konuşma yeteneğini yitirmiş gibi görünüyordu.
"Eee - Mr Black - Sirius?" dedi Hf ımione ürkek ürkek.
Black birden irkildi ve dönüp Hermione'ye, sanki böyle kibarca hitap edilmek uzun süredir başına gelmeyen bir şeymiş gibi baktı.
"Sormamın bir mahzuru yoksa, acaba - acaba Kara Büyü kullanmadıysanız, Azkaban'dan nasıl kaçtınız?"
"Teşekkür ederim!" dedi Pettigrew, soluğunu bırakarak. Hermione'ye bakıp başım çılgınca sollıyordu. "Kesinlikle! Tam da benim -"
Ama Lupin onu bir bakışta susturdu. Black. Hermi-onie'ye bakıp hafifçe kaşlarını çatmıştı, ama ona kızmış gibi görünmüyordu. Daha çok kafasında cevab düşünüyor gibiydi.
"Nasıl yaptım bilmiyorum," dedi ağır apn "Sanırım aklımı kaçırmamamın sebebi, masum olduğumu bilmemdi. Bu mutlu bir düşünce değildi, o yüzden Ruh
436
Emici'ler bunu benden emip alamadılar... ama aklımın başında kalmasını ve kim olduğumu unutmamamı sağladı... güçlerimi yitirmememi sağladı... her şey katlanılmaz hale gelince de... hücremde dönüşüm geçirebili-yordum... köpek haline gelebiliyordum. Biliyorsunuz, Ruh Emici'ler göremez..." Yutkundu. "İnsanları onların duygularını hissederek bulurlar... köpek olduğumda duygularımın daha az - daha az insani, daha az karmaşık olduğunu fark ediyorlardı... ama elbette, bunun oradaki diğer herkes gibi benim de aklımı kaçırdığımdan olduğunu düşünüyorlar, dert etmiyorlardı. Ama zayıf düştüm, çok zayıf. Elimde bir asa olmadan onları kendimden uzak tutma umudum yoktu...
"Ama sonra o resimde Peter7! gördüm... Harry ile birlikte Hogwarts'ta olduğunun farkına vardım... Karanlık Yan'in yeniden güç topladığına dair en ufak bir işaret gelirse, harekete geçmek için mükemmel bir konumdaydı..."
Pettigrew kafasını iki yana sallıyor, ses çıkarmadan ağzında bir şeyler geveliyor ve burun bunları yaparken Black'e hipnotize olmuş gibi bakıyordu.
"... müttefikleri bulunduğundan emin olduğu anda darbeyi indirmeye hazırdı... onlara Potter'ların sonuncusunu sunmaya hazırdı. Onlara Harry'yi verirse, kim Lord Voldemort'a ihanet ettiğini söylemeye cüret edebilirdi ki? İftiharla geri dönebilirdi...
"Anlayacağınız, bir şeyler yapmak zorundaydım. Peter'm hâlâ hayatta olduğunu bilen tek kişi bendim..."
Harry, Mr VVeasley'nin Mrs VVeasley'ye söyledikle-
437
rini hatırladı: "Muhafızlar Black'in bir süredir uykusunda konuştuğunu söylemişler. Hep aynı şeyi söylüyormuş: 'O Hogwarts'ta'."
"Sanki birisi kafamda bir ateş yakmıştı ve Ruh Emi-ci'ler bunu yok edemiyorlardı.... mutlu bir duygu değildi bu... bir saplantıydı... ama bana güç verdi, zihnimi ber-raklaştırdı. Bir gece yemek getirmek için kapımı açtıklarında, köpek bedeninde yanlarından sıyrılıp geçtim... hayvan duygularını hissetmek onlar için o kadar zor ki, kafaları karıştı... Sıskaydım, çok sıska... parmaklıklar arasından geçebilecek kadar sıska... köpek bedeninde anakaraya kadar yüzdüm... o zamandan beri Orman'da yaşıyorum... Quidditch seyretmeye geldiğim zamanlar hariç, tabii... sen de baban kadar iyi uçuyorsun, Harry..."
Harry'ye baktı. Harry gözlerini kaçırmadı.
"İnan bana," dedi Black çatlak bir sesle. "İnan bana. James ve Lily'ye asla ihanet etmedim. Onlara ihanet etmektense ölürdüm."
Ve nihayet, Harry'ona inandı. Boğazı düğümlenmişti, başını tamam anlamında salladı.
"Hayır!*
Pettigrew, Harry'nin başını sallaması onun idam karanymış gibi dizlerinin üstüne attı kendim. Dizlerinin üstünde ilerliyor, sürünüyordu. Ellerini önünde, dua ediyormuş gibi kavuşturmuştu.
"Sirius-benim... Peter... dostun... yapamazsın..."
Black bir tekme savurdu. Pettigrew geri zıpladı.
"Cüppem yeterince pis, bir de sen dokunma," dedi Black.
438
Pettigrew, "Remus!" diye feryat edip Lupin'e döndü ve bu defa onun önünde yakawrcasına kıvranmaya başladı. "Buna inanıyor olamazsın... Sırius sana planı değiştirdiklerini söylemez miydi?"
"Casusun ben olduğumu düşürtüyorsa söyleme/di, Peter," dedi Lupin. Pettigrew'un başının üstünden, "Sanırım bu yüzden bana söylemedi^, değil mi, Sirius?" dedi kayıtsız bir sesle.
"Beni affet, Remus," dedi Black.
"Önemli değil, eski dostum Patiayak," dedi Lupin. Kollarım sıvıyordu. "Peki ben de seni casus sandığım için beni affedebilir misin?"
"Tabii," dedi Black. Etsiz yüzünde bir an bir gülümseme belirir gibi oldu. O da kollarını sıvamaya başladı. "Onu birlikte mi öldürelim?"
"Evet, öyle," dedi Lupin haşin bir sesle.
"Yapamazsınız... olmaz..." dedi Pettigrevv soluk soluğa. Ron'a doğru emekledi.
"Ron... iyi bir dost değil miydim... iyi bir evcil hayvan değil miydim? Onların beni öldürmesine izin vermeyeceksin, Ron, değil mi... sen benim tarafımdasm, değil mi?"
Ama Ron, Pettigrew'a büyük bir tiksintiyle bakıyordu.
"Yatağımda uyumana izin vevdim!" dedi.
"İyi kalpli çocuk... iyi kaıpli efendi..." Sürünerek Ron'un yanına gitti. "Onlara izin veremezsin... ben senin farendim... iyi bir evcil hayvandım..."
"Fareliğin insanlığından daha iyiy&e, bu pek böbür-
439
lenilecek bir şey değil/ Peter," dedi Black acımasız bir ses tonuylr.. Çektiği acıdan dolayı rengi gittikçe solan Ron, kırık bacağını Pettigrew'un önünden sertçe çekip onun ulaşamayacağı bir yere uzattı. Pettigrew dizlerinin üs .ünde dönüp, Hermione'nin cüppesinin etekleri-re hamle etti.
"Tatlı kız... akıllı kız... sen - sen onlara izin vermezsin... bana yardım et..."
Hermione cüppesini Pettigrew'un ellerinden çekip, yüzünde dehşet ifadesiyle duvara doğru geriledi.
Pettigrew dizlerinin üstünde tir tir titreyerek, başını yavaş yavaş Harry'ye çevirdi.
"Harry... Harry... tıpkı babana benziyorsun... tıpkı ona benziyorsun..."
"NE CÜRETLE HARRY İLE KONUŞURSUN?" diye kükredi Black. "NE CÜRETLE ONUN KARŞISINDA DURURSUN? NE CÜRETLE ONUN ÖNÜNDE JA-MES'DEN BAHSEDERSİN?"
"Harry," diye fısıldadı Pettigrew. Ellerini uzatarak, dizlerininjistünde ona doğru süründü. "Harry, James olsa benim öldürülmemi istemezdi... James olsa anlardı, Harry... bana merhamet gösterirdi..."
Black ve Lupin aynı anda gidip Pettigrew'u omuzlarından yakalayıp iterek arka üstü yere düşürdüler. Yerde oturmuş, korkudan her tarafı seğirerek onlara bakıyordu.
"Lily ve James'i Volden-ort'a sattın," dedi Black. O da titriyordu. "İnkâr ediyor musun?"
Pettigrew'un gözünden yaşlar boşandı. Korkunç bir
440
görüntüydü bu: Sanki fazla gelişmiş, kel bir bebek, yerde iki büklüm yatıyordu.
"Sirius, Sirius, ne yapabilirdim? Karanlık Lord... bilemezsin... hayal bile edemeyeceğin silahları var onun.... Korkmuştum, Sirius, ben hiçbir zaman sen, Re-mus ve James gibi cesur değildim. Bunun olmasını hiçbir zaman istemedim... Adı Anılmaması Gereken Kişi beni zorladı -"
"YALAN SÖYLEME!" diye böğürdü Black. "LILY VE JAMES ÖLMEDEN BİR YIL ÖNCE DE ONA BİLGİ SIZDIRIYORDUN SEN! ONUN CASUSUYDUN!"
"Her - her yeri ele geçirmeye başlamıştı!" dedi Pet-tigrew tek solukta. "O-onu reddetmekle ele ne geçerdi ki?"
"Gelmiş geçmiş en kötücül büyücüyle savaşmakla ele ne mi geçerdi?" dedi Black. Yüzünde korku verici bir hiddet vardı. "Sadece masum hayatlar, Peter!"
"Anlamıyorsun!" diye sızlandı Pettigrevv. "Beni öldürürdü, Sirius!"
"O HALDE ÖLSEYDİN!" diye kükredi Black. "DOS"i L A? DM A İHANET EDECEĞİNE ÖLSEYDİN, BİZ SENİN İÇİN BUNU YAPARDIK!"
Black ve Lupin asalarını kaldırmış, omuz omuza duruyorlardı.
"Şunu anlamalıydın," dedi Lupin sakin bir sesle. "Eğer Voldemort seni öldürmezse, biz öldürürdük. Hoşça kal, Peter."
Hermione ellerini yüzüne kapayıp duvara döndü.
"HAYIR!" diye haykırdı Harry. Koşup Pettigrevv'un
441
önüne, asalarla onun tam arasına geçti. "Onu öldüre-mezsiniz," dedi soluk soluğa. "Yapamazsınız."
Hem Black, hem de Lupin afallamış görünüyordu.
"Harry, bu solucan senin anasız babasız olmanın tek sebebi/' diye hırladı Black. "Yerde kıvranan şu pis-iık senin ölmeni izler, kılım bile kıpırdatmazdı. Onu duydun. Kendi kokuşmuş postu onun için senin bütün ailenden daha önemli."
"Biliyorum," dedi Harry soluk soluğa. "Onu şatoya götürürüz. Ruh Emici'lere teslim ederiz. Azkaban'a gider... yeter ki onu öldürmeyin."
"Harry!" dedi Pettigrew, kollarını Harry'nin dizlerine dolayarak. "Sen - teşekkür ederim - bana hak ettiğimden fazlasını veriyorsun - teşekkür ederim -"
"Çekil başımdan," diye tersledi Harry. Tiksintiyle Pettigrev/'un ellerini üzerinden çekti. "Bunu senin için yapmıyorum. Bence babam en iyi arkadaşlarının sırf senin için katil olmalarını istemezdi, onun için yapıyorum."
Kimse kımıldamıyor, çıt çıkarmıyordu. Pettigrew hariç. Ellerini göğsüne koymuş, hırıltılı hırıltılı nefes alıyordu. Black ve Lupin birbirlerine bakıyorlardı. Sonra aynı anda harekete geçerek, asalarını indirdiler.
"Bu karan vermek bir tek senin hakkın, Harry," dedi Black. "Ama düşün... onun ne yaptığını düşün..."
"Azkaban'a gider," diye tekrarladı Harry. "Eğer orayı hak eden biri varsa, o da bu..."
Pettigrew hâlâ arkasında hırıl hırıl nefes alıyordu.
"Pekâlâ," dedi Lupin. "Kenara çekil, Harry."
442
Harry tereddüt etti.
"Onu bağlayacağım," dedi Lupin. "Sadece bağlayacağım, yemin ederim."
Harry çekildi. Lupin'in asasından bu defa ince sicimler çıktı. Az sonra Pettigrew, kolları, bacakları ve ağzı bağlanmış halde, yerde kıvranıyordu.
Black de asasını Pettigrew'a yönelterek, "Peter, bir dönüşürsen," diye hırladı, "seni gerçekten öldürürüz. Anlaştık mı, Harry?"
Harry yerde yatan açması gövdeye baktı ve Pettig-rew'un onu görebileceği şekilde başıyla onayladı.
"Pekâlâ," dedi Lupin, iş ciddiyetiyle. "Ron, ben kemikleri Madam Pomfrey gibi düzeltemem, o yüzden seni hastane kanadına götürene kadar bacağım sarsak iyi olur."
Hemen Ron'un yanma gitti, eğildi, asasıyla Ron'un bacağına dokundu ve "Feruîa," diye mırıldandı. Ron'un bacağına sargılar dolanmaya, onu bandajlamaya başladı. Lupin onun ayağa kalkmasına yardım etti; Ron ağırlığını hafifçe sakat ayağına verdi ve acıdan yüzü buruşmadı.
"Şimdi daha iyi," dedi. 'Teşekkürler."
"Ya Profesör Snape?" dedi Hermione alçak sesle. Gözleri Snape'in yerde yatan bedenindeydi.
"Ciddi bir şeyi yok," dedi Lupin, eğilip nabzını kontrol ederek. "Biraz - fazla hevesliydiniz, o kadar. Hâlâ baygın. Şeyy - belki emniyet içinde şatoya dönene kadar kendine getirmesek daha iyi. Onu böyle de götürebiliriz..."
443
"Mobilicorpus," diye mırıldandı. Snape sanki bileklerine, boynuna ve dizlerine görünmez ipler bağlanmış-çasma, birden ayağa dikildi. Garip bir kuklaymış gibi, başı çirkin bir şekilde sarkıyordu. Yerden birkaç santim havada duruyor, cansız ayakları sallanıyordu. Lupin, Görünmezlik Pelerini'ni alıp cebine tıktı.
"İçimizden ikisi de şuna zincirlenecek," dedi Black, Pettigrew'u ayağıyla dürterek. "İşi sıkı tutmak için."
"Ben yaparım," dedi Lupin.
"Bir de ben," dedi Ron kızgın bir sesle. Topallaya topallaya ilerledi.
Black yoktan ağır prangalar var etti. Az sonra Pet-tigrew yine ayaktaydı, sol kolu Lupin'in sağ koluna, sağ kolu da Ron'un sol koluna zincirlenmişti. Ron'un yüzünde kararlı bir ifade__yardı. Scabbers'm gerçek'kimliğini şahsına hakaret kabul etmiş gibiydi. Crookshanks yumuşak bir hareketle yataktan atlayıp, öncülük etmek için odadan dışarı çıktı, tüylü kuyruğu keyifle havaya dikilmişti.
444

GeCeLeR
12-10-2006, 01:51 AM
YİRMİNCİ BOLUM
Ruh Emici Öpücüğü

Harry hiç bu kadar tuhaf bir grup içinde bulunmamıştı. Merdivenden aşağı inerken başı Crookshanks çekiyordu; altı bacaklıların katıldığı bir yarışın yarışmacılarına benzeyen Lupin, Pettigrew ve Ron onun arkasından geliyorlardı. Onların arkasında Profesör Snape, kendi asasının etkisiyle havada tekinsiz bir şekilde süzülüyordu. Snape'in asasını Sirius elinde tutmuş, onu yönlendiriyordu. Profesör'ün ayak parmaklan inerlerken her basamağa çarpıyordu. Harry ve Hermione ise en arkadaydı.
Tünele yeniden girmek zor oldu. Lupin, Pettigrew ve Ron geçebilmek için yan döndüler. Lupin hâlâ asasını Pettigrew'un üstünde tutuyordu. Harry onların tek sıra halinde tünel boyunca garip bir şekilde yan yan gittiklerini görebiliyordu. Crookshanks yine baştaydı. Harry, Snape'in önleri sıra havada süzülmesini sağlayan Sirius'un hemen ardından tünele girdi. Snape'in sallanan başı alçak tavana vurup duruyordu. Harry Sirius'un bunu önlemek için hiç çaba göstermediği izlenimine kapıldı.
445
Tünelde yavaş yavaş ilerlerlerken, Sirius birden Harry'ye, "Bu ne anlama geliyor, biliyor musun?" diye sordu. "Pettigrevv'u teslim etmek ne anlama geliyor?"
"Özgürsün," dedi Harry.
"Evet... Ama ben aynı zamanda - bilmiyorum sana söyleyen oldu mu - ben senin vaftiz babanım."
Harry, "Evet, biliyordum," dedi.
"Eh... annenle baban beni senin velin tayin etmişti," dedi Sirius gergin bir tavırla. "Onlara bir şey olursa..."
Harry bekledi. Acaba Sirius onun sandığı şeyi mi kastediyordu?
"Tabii anlarım, yani, teyzen ve eniştenle kalmak istersen," dedi Sirius. "Ama... hani... düşün bakalım. Bir kez adım temize çıkınca... eğer sen... farklı bir ev istersen..."
Harry'nin mide boşluğunda bir patlama oldu adeta.
"Ne - seninle oturmak mı?" dedi, kazayla başını tavandan çıkmış bir kayaya vurarak. "Dursley'lerden ayrılmak mı?~
"Elbette, istemeyeceğini tahmin etmiştim," dedi Sirius hemen. "Anlıyorum. Ben sadece düşünmüştüm ki -"
"Sen deli misin?" dedi Harry. Onun sesi de en az Sirius'unki kadar çatlak çıkmıştı. "Elbette Dursley'lerden ayrılmak istiyorum! Evin var mı? Ne zaman taşınabilirim?"
Sirius ona bakmak için bütün vücuduyla döndü. Snape'in kafası tavanı sıyırıyordu, ama Sirius aldırıyora benzemiyordu.
"İstiyor musun?" diye sordu. "Ciddi misin?"
446
"Evet, ciddiyim," dedi Harry.
Sirius'un kuru yüzü, Harry'nin onda gördüğü ilk gerçek gülümsemeyle aydınlandı. Bu tebessüm, şaşırtıcı bir değişikliğe yol açtı. Sanki o bir deri bir kemik maskenin arkasından, on yıl daha genç biri bakıyormuş gibi. Bir an için, Harry'nin annesiyle babasının düğü-nündeki gülen adama benzemişti.
Tünelin ucuna varana kadar bir daha konuşmadılar. Önce Crookshanks dışarı fırladı, belli ki ağaç göv-desindeki yumruya patisiyle basmıştı. Çünkü Lupin, Pettigrew ve Ron, saldırgan dallardan ses soluk çıkmadan yukarı tırmandılar.
Sirius önce Snape'i delikten geçirdi, sonra Harry ile Hermione geçsinler diye çekildi. Sonunda hepsi dışarı çıkmıştı.
Şimdi arazi çok karanlıktı, tek ışık şatonun uzaktaki pencerelerinden geliyordu. Tek kelime etmeden yola koyuldular. Pettigrevv hâlâ hırıltıyla soluyor, arada bir de sızıldanıyordu. Harry'nin kafası kazan gibiydi. Dursley'lerden ayrılacaktı. Annesiyle babasının en iyi arkadaşı Sirius Black'le birlikte oturacaktı... Ser-semlemişti... Dursley'lere televizyonda gördükleri mahkûmla oturacağını söylediği zaman neler olacaktı acaba?
"Tek bir yanlış hareket bile yapma, Peter," dedi Lupin önlerinde, tehdit edici bir edayla. Asası hâlâ Pettig-revv'un göğsüne dönüktü.
Araziden ağır ağır geçtiler, şato ışıkları gittikçe bü-yüyordu. Snape yine Sirius'un önünde, çenesi göğsüne
447
vurarak garip bir şekilde havada süzülüyordu. Sonra birden -
Bir bulut hareket etti. Yerde donuk gölgeler oluştu. Grup, ay ışığı içinde kalmıştı.
Snape, birden duran Lupin, Pettigrew ve Ron'a çarptı. Sirius donup kaldı. Kolunu uzatıp Harry ve Her-mione'nin önünü kesti.
Harry, Lupin'in siluetini görebiliyordu. Kaskatı kesilmişti. Sonra kolu bacağı titremeye başladı.
"Eyvah -" diye yutkundu Hermione. "Bu gece İk-sir'ini almadı! Güvenli değil!"
"Koşun," diye fısıldadı Sirius. "Koşun! Hemen!"
Ne var ki Harry koşamazdı. Ron zincirle Pettigrew ve Lupin'e bağlıydı. Harry ileri doğru atıldı, ama Sirius onu göğsünden yakalayıp geriye savurdu.
"Bana bırak - KOŞ!"
Korkunç bir hırlama duyuldu. Lupin'in kafası uzuyordu. Vücudu da. Omuzlan kamburlaşıyordu. Yüzünde ve ellerinin çevresinde gözle görülür şekilde kıllar çıkıyordu, elleri bükülerek pençelere dönüşüyordu. Crookshanks'in tüyleri de havaya dikilmişti, geri geri gidiyordu -
******** arka ayakları üzerinde kalkıp uzun çenesini takırdatırken, Sirius Harry'nin yanından yok oldu. Muazzam, ayı gibi bir köpeğe dönüşerek ileri atıldı. ******** kendini onu bağlayan prangalardan kurtarırken, köpek de onu ensesinden yakalayıp geriye, Ron ve Pettigrew'dan uzağa çekti. Çene çeneye kilitlenmişlerdi, pençeleriyle birbirlerini paralıyorlardı -
448
Harry gördüklerinin etkisiyle olduğu yere çakıldı kaldı; onların kavgasına öyle dalmıştı ki, başka hiçbir şeyi fark etmiyordu. Onu kendine getiren, Hermi-Dne'nin çığlığı oldu -
Pettigrevv, Lupin'in düşen asasını almak için yere atlamıştı. Sargılı bacağı üzerinde sağlam duramayan Ron düşmüştü. Bir pat sesi duyuldu, sonra parlak bir ışık görüldü - Ron yerde hareketsiz yatıyordu. Bir pal daha - Crookshanks havaya uçtu, sonra da yere yığıldı
"Expelliarmus!" diye haykırdı Harry, kendi asasını Pettigrew'a tutarak. Lupin'in asası havaya uçtu, gözden kayboldu. "Olduğun yerde kal!" diye bağırdı Harry, ileri doğru koştu.
Çok geç kalmıştı. Pettigrevv da dönüşüm geçirmişti. Harry onun kel kuyruğunun Ron'un ileri uzanmış kolundaki prangadan kamçı gibi savrulup geçtiğini gördü, otların arasından bir hışırtı geldi.
Bir uluma ile gümbür gümbür bir hırlama duyuldu; Harry dönünce ********m kaçtığını gördü; dört nala Orman'a gfdiyordu -
"Sirius, Pettigrew gitti, fareye dönüştü!" diye bağırdı.
Sirius kan içindeydi, burnuyla sırtında derin yaralar vardı, ama Harry'yi duyunca yeniden fırlayıp gitti. Ayak sesleri hızla uzaklaştı ve sessizliğe karıştı.
Harry ve Hermione, Ron'un yanına koştular.
"Ona ne yaptı?" diye fısıldadı Hermione. Ron'un gözleri yarı yarıya kapalıydı, ağzı açık kalmıştı. Kesinlikle canlıydı, soluk aldığını duyuyorlardı, ama onları tanıyora benzemiyordu.
449
"Bilmiyorum."
Harry çaresizce çevresine bakındı. Black de, Lupin de gitmişti... Yanlarında sadece Snape vardı, hâlâ bilinçsiz bir halde, havada asılı duruyordu.
Harry, saçını gözlerinden çekip doğru dürüst düşünmeye çalışarak, "Onları şatoya götürüp birine söyle-s?k iyi olur," dedi. "Gel -"
Ama sonra, karanlığın içinden kesik kesik bir havlama, bir inleme duydular, acı çeken bir köpeğin sesi...
"Sirius," diye mırıldandı Harry, gözlerini dikip karanlığa bakarak.
Bir an kararsız kaldı, ama o sırada Ron için yapabilecekleri bir şey yoktu. Black'in ise başı dertteydi -
Harry koşmaya başladı, Hermione hemen ardın-daydı. Acı havlama gölün yakınından geliyor gibiydi. Ona doğru seğirttiler ve Harry son sürat koşarken soğuğu fark etti, ama ne anlama geldiğini anlamadı -
Havlama birden durdu. Gölün kıyısına vardıklarında neden durduğunu gördüler - Sirius yeniden insana dönüşmüştü. İki büklüm bir halde, ellerini başına gö-türfıüştü.
"Haaayır," diye inledi. "Haaayır... lütfen..."
Ve Harry o anda onları gördü. En az yüz tane Ruh Emici, gölün çevresinden kara bir yığın halinde onlara doğru kayıyordu. HızUı döndü, o aşina, buz gibi soğuk içine nüfuz ediyordu, sis görüşünü bulandırıyordu. Karanlıkta her yandan beliren Ruh Emici'ler onları çember içine alıyordu.
"Hermione, mutlu bir şey düşün!" diye haykırdı
450
Harry. Asasını kaldırdı, görüşünü temizlemek için hızla gözlerini kırptı, zihninde hafif hafif yankılanmaya başlayan çığlıktan kurtulmak için kafasını salladı -
Vaftiz babamla birlikte oturacağım, Dursley'lerden ayrılıyorum.
Sirius'u ve yalnızca Sirius'u düşünmek için kendini zorladı ve büyülü sözleri söylemeye koyuldu: "Expecto patronum! Expecto patronum!"
Black titredi, yuvarlanarak döndü ve ölüm kadar solgun halde, yerde hareketsiz yattı.
iyileşecek. Gidip onunla birlikte oturacağım.
"Expecto patronum! Hermione, yardım et bana! Ex-pecto patronum!"
"Expecto -" diye fısıldadı Hermione, "expecto - ex-pecto -"
Ama yapamadı. Ruh Emici'ler onlara yaklaşıyordu, aralannda bir metre bile kalmamıştı. Harry ve Hermi-one'nin çevresinde kah bir duvar oluşturdular, daha da yakına geldiler...
"EXPECTO PATRONUM!" diye haykırdı Harry, ku-laklarındaki çığlığı silmeye çalışıyordu. "EXPECTO PATRONUM!"
Asasından ince bir gümüş demeti çıktı ve önünde sis gibi havada kaldı. Aynı anda Harry, hemen yanı başında Hermione'nin yığıldığını hissetti. Yalnızdı... tamamen yalnız...
"Expecto - expecto patronum -"
Harry dizlerinin soğuk otlara çarptığını hissetti. Sis gözlerini perdeliyordu. Büyük bir çabayla hatırlamaya
451
çalıştı - Sirius masumdu - masum - iyi olacağız - onunla oturacağım -
"Expecto patronum!" diye soludu.
Biçimsiz Patronus'unun cılız ışığında, bir Ruh Emi-ci'nin çok yakınında durduğunu gördü. Harry'nin yarattığı gümüş sis bulutundan geçemiyordu. Pelerinin altından ölü, yapış yapış bir el dışarı uzandı. Patro-nus'u yana itmek istermiş gibi bir hareket yaptı.
"Hayır - hayır -" diye soludu Harry. "O masum -expecto - expecto patronum -"
Onu gözlediklerini hissedebiliyordu, hırıltılı nefeslerini kötücül bir rüzgâr gibi çevresinde duyuyordu. En yakındaki Ruh Emici onu ölçüp biçiyor gibiydi. Sonra yarı çürümüş ellerini kaldırdı - ve kukuletasını indirdi.
Gözlerin olması gereken yerde sadece ince, gri, lekeli bir deri vardı, boş göz yuvalarının üstüne bomboş gerilmişti. Ama bir ağzı vardı... Açık, biçimsiz bir delik, havayı bir ölüm hırıltısıyla emiyordu.
Harry felç edici bir korkuyla doldu, ne kıpırdayabiliyor, ne de""~konuşabiliyordu. Patronus'u titreşti ve öldü.
Beyaz sis onu körleştiriyordu. Mücadele etmesi gerekiyordu... erpecto patronum... göremiyordu... ve uzakta, o aşina çığlığı duyuyordu... expecto patronum... siste el yordamıyla Sirius'u aradı ve kolunu buldu... onu alamayacaklardı...
Ama bir çift kuvvetli, yapış yapış el birden Harry'nin boynuna dolandı. Yüzünü kaldırması için zorluyordu... Harry onun soluğunu hissediyordu... ön-
452
ce Harry'den kurtulacaktı... Harry onun kokmuş nefesini hissediyordu... annesi kulaklarında bağırıyordu... duyduğu son şey onun sesi olacaktı -
Ve sonra, onu boğan sisin arasından, gittikçe daha da parlak bir hal alan gümüşümsü bir ışık gördüğünü sandı... öne, çimlerin üstüne düştüğünü hissetti -
Harry, yüzükoyun yerde, kımıldayamayacak kadar zayıf ve hasta halde, titreyerek gözlerini açtı. Kör edici ışık, çevresindeki otları aydınlatıyordu... Çığlık durmuştu, soğuk geri çekiliyordu...
Birisi Ruh Emici'leri geri sürüyordu... onun, Siri-us'un ve Hermione'nin çevresinde daireler çiziyordu... Ruh Emici'lerin hırıl hırıl emme sesleri siliniyordu. Gidiyorlardı... hava yeniden ılınmıştı...
Harry geri kalan tüm kuvvetiyle başını birkaç santim kaldırdı ve ışığın içinde, dörtnala gölden geçen bir hayvan gördü. Gözleri terden bulanıklaşmış halde, onun ne olduğunu çıkarmaya çalıştı... bir tek boynuzlu at kadar parlaktı. Bilincini yitirmemek için mücadele eden Harry, karşı kıyıya varınca onun yavaşlayıp durmasını izledi. Bir anda, hayvanın saçtığı ışıkta, onu karşılayan birini gördü... elini kaldırarak onu okşayan birini... garip şekilde aşina gelen birini... ama, olamazdı...
Harry anlamıyordu. Artık düşünemiyordu. Gücünün son damlasının kendisini terk ettiğini hissetti ve bayılırken başı yere vurdu.
453

GeCeLeR
12-10-2006, 01:54 AM
YİRMİ İKİNCİ BÖLÜM
Yine Baykuş Postası

"Harry!"
Hermione saatine bakarak Harry'yi kolundan çekiştiriyordu. "Kimse bizi görmeden hastane kanadına geri dönmek için tam on dakikamız var - Dumbledore on dakika sonra kapıları kilitliyor -"
"Tamam," dedi Harry, gözlerini gökyüzünden alarak. "Gidelim..."
Arkalarındaki kapı aralığından sessizce geçip, dönen dar taş merdivenden indiler. Merdivenin sonuna geldiklerinde birtakım sesler duydular. Duvara yaslanıp kulak kabarttılar. Seslere bakılırsa, gelenler Fudge ve Snape'ti. Merdivenin dibindeki koridorda hızlı hızlı yürüyorlardı.
"... umarım Dumbledore zorluk çıkarmaz," diyordu Snape. "Öpücük hemen uygulanacak mı?"
"Macnair, Ruh Emici'lerle döner dönmez. Bu Black olayı baştan sona hayli utanç verici oldu. Gelecek Postası'r\a onu nihayet yakaladığımız haberini vermeyi nasıl iple çekiyorum bilemezsin... bence seninle de söyleşi
488
yapmak isteyeceklerdir, Snape... aklı başına gelir gelmez, genç Harry Potter da gazeteye kendisini nasıl kurtardığını anlatmak isteyecektir..."
Harry dişlerini sıktı. Fudge'la Snape onun ve Her-mione'nin saklandığı yerin önünden geçerlerken, Sna-pe'in pis pis sırıttığını gördü. Ayak sesleri uzaklaşıp kayboldu. Harry ve Hermione bir süre bekleyip onların gittiğinden emin olduktan sonra, ters yönde koşmaya başladılar. Üst üste iki merdivenden inip yeni bir koridora geldiler - sonra ileriden gelen gevrek kahkahalar duydular.
"Peeves!" diye mırıldandı Harry, Hermione'nin bileğine yapışarak. "Buraya!"
Tam zamanında sol taraflarındaki boş bir sınıfa daldılar. Anlaşılan Peeves coşkulu bir ruh haliyle koridorda hoplaya zıplaya geziniyor, katıla katıla gülüyordu.
"Ay, bu Peeves bir felaket," diye fısıldadı Hermione. Kulağını kapıya yaslamıştı. "Eminim Ruh Emi-ci'ler Sirius'un işini bitirecek diye böyle heyecanlı..." Saatine baktı. "Üç dakika kaldı, Harry!"
Peeves'in haince neşeli sesi uzaklaşıp kaybolana dek beklediler, sonra odadan çıkıp yine koşmaya başladılar.
"Hermione - acaba - Dumbledore kapıyı kilitlemeden - içeri giremezsek - ne olur?" dedi Harry soluk soluğa.
"Düşünmek bile istemiyorum!" diye inledi Hermione. Yeniden saatine baktı. "Bir dakika kaldı!"
Hastane kanadı girişinin bulunduğu koridorun so-
489
nuna vardılar. "Tamam - Dumbledore'un sesini duyuyorum/' dedi Hermione gergin gergin. "Hadi, Harry!"
Koridorda sessizce ilerlediler. Kapı açıldı. Dumbledore'un sırtı göründü.
"Sizi içeri kilitliyorum," dediğini duydular. "Şu anda gece yarısına beş var. Miss Granger, üç devir yaptırsanız yeter sanırım. İyi şanslar."
Dumbledore odadan geri geri çıktı, kapıyı kapattı ve asasını çıkarıp sihirle kilitledi. Paniğe kapılan Harry ve Hermione ona doğru koştular. Dumbledore başını kaldırdı ve uzun, gümüşi bıyığının altında koca bir gülümseme belirdi. "Ee?" dedi usulca.
"Başardık!" dedi Harry nefes nefese. "Sirius gitti, Şahgaga'nın üstünde..."
Dumbledore onlara gülen gözlerle baktı.
"Aferin. Sanırım -" hastane kanadından bir ses geliyor mu diye dikkatle dinledi. "Evet, sanınm siz de gittiniz. İçeri girin - sizi içeri kilitleyeceğim -"
Harry ve Hermione sessizce hastane kanadına girdiler. Hâlâ yatağında hareketsiz yatan Ron haricinde, içerisi boştu. Arkalarından kilidin sesi gelince, Harry ve Hermione yataklarına yattılar. Hermione, Zaman Dön-dürücü'yü cüppesinin içine soktu. Az sonra Madam Pomfrey odasından hızlı adımlarla geldi.
"Yoksa Müdür Bey'in çıktığını mı duydum? Artık hastalarıma bakmama müsaade var mı?"
Kafası çok bozuktu. Harry ve Hermione çikolatalarını sessiz sessiz yemenin en iyisi olacağı kanaatine vardılar. Madam Pomfrey tepelerine dikilmiş, yiyip yemediklerini
490
gözleriyle görmek istiyordu. Ama Harry ağzındaki lokmaları yutmakta zorlanıyordu. Hermione'yle ikisi kulak kabartmış bekliyorlardı, sinirleri çok gergindi... Sonra birden, tam ikisi de Madam Pomfrey'den dördüncü çikolata parçalarını aldıklarında, uzaktan, yukarıdan bir yerden gelen öfkeli bir kükreme duydular...
"Neydi o?" dedi Madam Pomfrey dikkat kesilerek.
Şimdi duyabiliyorlardı, kızgın sesler giderek daha da yükseliyordu. Madam Pomfrey gözlerini kapıya dikmişti.
"Ama cidden - herkesi uyandıracaklar! Ne yaptıklarını sanıyorlar?"
Harry seslerin ne dediğini çıkarmaya çalışıyordu. Giderek yaklaşıyorlardı -
"Buharlaştı herhalde, Severus, odada onunla birlikte birini bırakmalıydık. Bu bir duyulsun -"
"BUHARLAŞMADI!" diye kükredi Snape, sesi şimdi çok yakından geliyordu. "BU ŞATONUN İÇİNDE NE CİSİMLENEBİLİRSİN NE DE BUHARLAŞABİLİR-SİN! BU - İŞTE - POTTERTN - PARMAĞI - VAR!"
"Severus - mantıklı ol - Harry kilit altındaydı -"
BAM.
Hastane kanadının kapısı hızla açıldı.
Fudge, Snape ve Dumbledore koğuşa girdiler. Dumbledore sakindi. Hatta keyfi gayet yerindeymiş gibi bir hali vardı. Fudge kızgın görünüyordu. Snape ise çileden çıkmıştı.
"ÇABUK SÖYLE, POTTER!" diye böğürdü. "NE YAPTIN?"
491
"Profesör Snape!" dedi Madam Pomfrey feryat figan. "Kendinize hâkim olun!"
"Snape, haydi ama, mantıklı ol," dedi Fudge. "Bu kapı kilitliydi, demin gördük -"
"KAÇMASINA YARDIM ETTİLER, BİLİYORUM!" diye uludu Snape, Harry ile Hermione'yi işaret ederek. Yüzü çarpılmıştı, ağzından tükürük saçıyordu.
"Sakin ol, azizim!" diye bağırdı Fudge. "Saçmasa-pan konuşuyorsun!"
"POTTER'I TANIMIYORSUN!" diye haykırdı Snape. "O YAPTI, BİLİYORUM, O YAPTI -"
"Yeter artık, Severus," dedi Dumbledore usulca. "Ağzından çıkanı kulağın duysun. Ben on dakika önce koğuştan ayrılalı beri bu kapı kilitli. Madam Pomfrey, bu öğrenciler yataklarından çıktılar mı?"
"Tabii ki hayır!" dedi Madam Pomfrey hiddetle. "Siz çıktığınızdan beri yanlarındayım!"
"Duydun mu, Severus?" dedi Dumbledore sakin sakin. "Eğer-Harry ve Hermione'nin aynı anda iki yerde birden olabildiklerini ima etmiyorsan, korkarım ki onları daha fazla rahatsız etmenin anlamı yok."
Snape orada öylece durup, öfkeden köpürmüş halde bir Fudge'a, bir Dumbledore'a bakıyordu. Fudge, Snape'in davranışı karşısında tamamen şoka uğramış görünüyordu, Dumbledore'un gözleriyse gözlüğünün ardında ışıldıyordu. Snape cüppesini savurarak döndü ve koğuştan hızla çıktı.
"Hoca bayağı dengesiz görünüyor," dedi Fudge, ar-
492
kasından bakakalarak. "Yerinde olsam gözümü üstünden ayırmazdım, Dumbledore."
"Yok, dengesiz değil," dedi Dumbledore usulca. "Sadece ağır bir düş kırıklığı yaşadı."
"Tek düş kırıklığı yaşayan o değil!" dedi Fudge nefes nefese. "Gelecek Postası bayram edecek! Black'i köşeye kıstırmıştık, ama yine parmaklarımızın arasından kaçtı! Şimdi bir de Hipogrif in kaçış öyküsü duyulursa, alay konusu oldum demektir! Eh... gidip Bakanlık'a haber versem iyi olacak..."
"Ya Ruh Emici'ler?" dedi Dumbledore. "Okuldan çıkarılacaklar diye umuyorum."
"Ha, evet, gitmeleri gerekecek," dedi Fudge, elini dalgın dalgın saçlarına götürerek. "Öpücük'ü masum bir çocuğa uygulamaya kalkacakları hiç aklıma gelmezdi... tamamen kontrolden çıkmışlar... Yo, bu gece toplanıp Azkaban'a dönmelerini sağlayacağım. Belki okul girişi için ejderhaları düşünsek daha iyi olur..."
"İşte bu, Hagrid'in hoşuna giderdi," dedi Dumbledore, bir an Harry ve Hermione'ye bakıp gülümseyerek. O ve Fudge koğuştan çıktıktan sonra, Madam Pomfrey çabucak gidip kapıyı yeniden kilitledi. Kendi kendine kızgın kızgın mırıldanarak odasına girdi.
Koğuşun öbür tarafından hafif bir inilti geliyordu. Ron uyanmıştı. Yatağında doğrulduğunu ve başını sıvazlayarak etrafına bakındığım gördüler.
"Ne - ne oldu?" dedi inleyerek. "Harry? Niye buradayız? Sirius nerede? Lupin nerede? Neler oluyor?"
Harry ve Hermione birbirlerine baktılar.
493
"Sen anlat," dedi Harry, ağzına bir parça daha çikolata atarak.
Harry, Ron ve Hermione ertesi gün öğle vaktinde hastane kanadından ayrıldıklarında, şato neredeyse bomboştu. Sınavlardan sonraki bunaltıcı sıcağın etkisiyle, kimse yeni bir Hogsmeade gezisini kaçırmak istememişti. Ancak ne Ron ne de Hermione gitmek istedi. Böylece ikisi ve Harry kendilerini dışarı atıp önceki gecenin olağanüstü olaylarından bahsetmeye, Sirius'un ve Şahgaga'nm şimdi nerede olabileceği hakkında konuşmaya başladılar. Göl kenarında oturup dev mürekkep balığının kollarını suyun üstünde tembel tembel sallamasını izlerlerken, Harry sohbetten koptu. Gözleri gölün karşı kıyısında, dalıp gitmişti. Önceki gece geyik o taraftan çıkıp ona doğru koşmuştu...
Üstlerine bir gölge düştü. Kafalarını kaldırdıklarında, Hagrid'iTî kızarmış gözlerle tepelerinde dikildiğini gördüler. Masa örtüsü büyüklüğündeki mendillerinden biriyle terli yüzünü siliyor ve gülümseyerek onlara bakıyordu.
"Biliyorum, dün gece olanlardan sonra mutlu olmamam gerekiyor," dedi. "Yani, Black yine kaçtı falan -ama bilin bakalım bir de ne oldu?"
"Ne oldu?" dediler, merak ediyormuş numarası yaparak.
"Gaga! Kaçtı! Hür artık! Bütün gece bayram ettim!"
494
"Bu harika bir şey!" dedi Hermione. Kahkaha attı atacak gibi görünen Ron'a kınayan bir bakış fırlattı.
"Evet... adam gibi bağlamamışım herhalde," dedi Hagrid, araziye mutlulukla göz gezdirerek. "Gerçi bu sabah bayağı endişelendim... sandım ki dışarıda Profesör Lupin'le karşılaşmış olabilir, ama Lupin dün gece hiçbir şey yemediğini söyledi..."
"Ne?" dedi Harry hemen.
"Vay be, duymadınız mı?" dedi Hagrid. Gülümsemesi kaybolur gibi olmuştu. Görünürde kimse olmamasına rağmen sesini alçalttı. "Şeyy - Snape bu sabah bütün Slytherin'lere söylemiş... artık herkes bilmeli demiş... Profesör Lupin bir ********. Yaa. Dün gece de arazide başıboş kalmış. Şimdi eşyalarını topluyor, tabii."
"Eşyalarım mı topluyor?" dedi Harry kaygıyla. "Niye?"
"E gidiyor da ondan," dedi Hagrid. Harry'nin bunu sormaya gerek duymasına şaşırmıştı. "Sabah ilk iş istifa etti. Bir J ^ ha olmasını göze alamam dedi."
Harry ayağa kalktı.
"Gidip onu göreceğim," dedi Ron'la Hermione'ye.
"Ama istifa ettiyse -"
"- yapabileceğimiz bir şey yok gibi görünüyor -"
"Umurumda değil. Yine de onu görmek istiyorum. Sizinle burada buluşuruz."
495
Lupin'in odasının kapısı açıktı. Eşyalarının çoğunu toplamıştı bile. Garkenez'in boş akvaryumunun yanında eski, hırpalanmış bavulu açık duruyordu, doluya yakındı. Lupin masasındaki bir şeyin üzerine eğilmişti. Harry kapıyı çalınca kafasını kaldırıp baktı.
"Geldiğini gördüm," dedi Lupin gülümseyerek. Üzerine eğildiği parşömeni işaret etti. Çapulcu Haritası'ydı bu.
"Az önce Hagrid'le karşılaştım," dedi Harry. "Sizin istifa ettiğinizi söyledi. Doğru değil bu, değil mi?"
"Korkarım doğru," dedi Lupin. Çekmecelerini açıp içindekileri çıkarmaya başladı.
"Neden?" dedi Harry. "Sihir Bakanlığı Sirius'a yardım ettiğinizi düşünmüyor, değil mi?"
Lupin gidip Harry'nin arkasındaki kapıyı kapattı.
"Hayır. Profesör Dumbledore, Fudge'ı, sizin hayatınızı kurtarmaya çalıştığıma ikna etmeyi başarmış." İç çekti. "Bu, Severus için bardağı taşıran son damla olmuş. O da bu sabah kahvaltıda - ee - kazara ağzından benim bir ******** olduğumu kaçırmış."
"Sırf bu yüzden gitmiyorsunuz ya!" dedi Harry.
Lupin acı acı gülümsedi.
"Yarın bu saatlerde ailelerden baykuşlar yağmaya başlayacak - çocuklarına bir ********ın öğretmenlik yapmasını istemeyecekler, Harry. Dün geceyi bir düşünüyorum da, onları anlıyorum, içinizden birini ısırabi-lirdim... bu bir daha asla olmamalı."
"Siz bizim şimdiye kadarki en iyi Karanlık Sanatla-
496
ra Karşı Savunma öğretmenimizsiniz!" dedi Harry. "Gitmeyin!"
Lupin bir şey demedi, başını iki yana salladı. Çekmecelerim boşaltmaya devam etti. Sonra, tam Harry onun kalmasını sağlayacak iyi bir neden bulmaya çalışırken, konuştu: "Müdür Bey'in bu sabah bana anlattiK-larma bakılırsa, dün gece epey hayat kurtarmışsın, Harry. Gurur duyduğum bir şey varsa, o da senin ne kadar çok şey öğrendiğindir. Bana Patronus'unu anlat."
"Onu nereden biliyorsunuz?" dedi Harry şaşkın şaşkın.
"Ruh Emicileri başka ne püskürtebüirdi ki?"
Harry olanları anlattı. Sözünü bitirdiğinde, Lupin yine gülümsüyordu.
"Evet, baban dönüşüm geçirdiğinde hep çatal boynuzlu bir geyik olurdu," dedi. "Doğru tahmin etmişsin... ona bu yüzden Çatalak diyorduk."
Lupin son kitaplarını da bavuluna koydu, çekmeceleri kapadı ve dönüp Harry'ye baktı.
"Al - bunu dün gece Bağıran Baraka'dan getirdim," dedi, Harry'ye Görünmezlik Pelerini'ni vererek. "Bir de..." Önce bir tereddüt etti, ama sonra Çapulcu Haritası'nı da uzattı. "Ar^ık öğretmenin değilim, o yüzden bunu da sana vermekten suçluluk duymuyorum. Benim hiç işime yaramaz, tahmin ederim ki sen, Ron ve Hermione onun nasılsa işe yaramasını sağlarsınız."
Harry haritayı alıp sırıttı.
"Bana Aylak, Kılkuyruk, Patiayak ve Çatalak'm be-
. 497
ni okulun dışına çekmeye çalışacağını söyleniştiniz... bunu eğlenceli bulurlardı demiştiniz."
"Evet, aynen öyle yapardık," dedi Lupin, eğilip bavulunu kapatarak. "Şunu tereddüt etmeden söyleyebilirim ki, James oğlunun şatodaki gizli geçitleri hiçbir zaman keşfetmediğini öğrense büyük düş kırıklığına uğrardı."
Kapı çaldı. Harry çabucak Çapulcu Haritası'nı ve Görünmezlik Pelerini'ni cebine tıktı.
Gelen Profesör Dumbledore'du. Harry'yi orada görünce hiç şaşırmadı.
"Araban kapıda, Remus," dedi.
"Teşekkür ederim, Müdür Bey."
Lupin eski bavulunu ve boş Garkenez akvaryumunu aldı.
"Eh - hoşça kal, Harry," dedi gülümseyerek. "Sana öğretmenlik yapmak benim için büyük bir zevkti. Eminim bir gün yine görüşeceğiz. Müdür Bey, beni kapıya kadar geçirmenize gerek yok, kendim giderim..."
Harry'ye, Lupin mümkün olduğunca çabuk ayrılmak istiyormuş gibi geliyordu.
"O halde, hoşça kal, Remus," dedi Dumbledore ciddi bir sesle. Lupin, Garkenez akvaryumunun yerini hafifçe değiştirip Dumbledore'la el sıkıştı. Sonra, Harry'ye başıyla son bir selam verip bir an gülümseyerek, odadan çü.tı.
Harry onun boş sandalyesine oturdu ve üzgün bakışlarını yere dikti. Kapının kapandığını duyunca kafasını kaldırdı. Dumbledore hâlâ oradaydı.
498
"Niye böyle üzgünsün, Harry?" dedi usulca. "Dün geceden sonra kendinle gurur duymalısın."
"Bir şey fark etmedi," dedi Harry acı acı. "Pettig-rew kaçtı."
"Fark etmedi mi?" dedi Dumbledore usulca. "Dünya kadar fark etti, Harry. Gerçeğin ortaya çıkmasına yardımcı oldun. Masum bir adamı korkunç bir kaderden kurtardın."
Korkunç. Harry'nin hafızasında bir kıvılcım çaktı. Eskisinden de büyük ve korkunç... Profesör Trelawney'nin kehaneti!
"Profesör Dumbledore - dün, Kehanet sınavım sırasında Profesör Trelawney çok - çok tuhaflaştı."
"Öyle mi?" dedi Dumbledore. "Ee - yani her zamankinden de mi tuhaf?"
"Evet... sesi derinleşti, gözleri fıldır fıldır döndü ve dedi ki... dedi ki, Voldemort'un hizmetkârı gece yansından önce ona dönecekmiş... hizmetkâr onun yeniden güçlenmesini sağlayacakmış." Harry, Dumbledore'a baktı. "Sonra birden yine normale döndü, söylediği hiçbir şeyi hatırlamıyordu. Acaba - acaba gerçek bir kehanette mi bulundu?"
Dumbledore hafiften etkilenmişe benziyordu.
"Biliyor musun, Hany, gerçekten de kehanette bulun-TIUŞ olabilir," dedi, yüzünde düşünceli bir ifadeyle. "Kimin aklına gelirdi? Böylece gerçek kehanetlerinin sayısı 'kiye çıkmış oluyor. Maaşına zam mı teklif etsem acaba?.."
"Ama -" Harry ona hayretle baktı. Dumbledore buna nasıl böyle sükûnetle karşılayabilirdi?
499
Tl' r> '
"Ama - Sirius'la Profesör Lup n'in Pettigrew'u öldürmesine ben engel oldum. Yani Voldemort geri dönerse bu benim suçum oluyor!"
"Hayır, olmuyor," dedi Dumbledore yumuşak bir ses tonuyla. "Zaman Döndürücü'yle yaşadığın deneyimden hiçbir şey öğrenmedin mi, Ham? Yaptıklarımızın sonuçları her zaman öyle karmaş" k, öyle değişkendir ki, geleceği tahmin etmek gerçektı-n de çok zor bir iştir... Profesör Trelawney, eksik olmasın, bunun canlı bir kanıtı. Pettigrew'un hayatını kurtarman çok soylu bir hareketti."
"Ama ya Voldemort'un yeniden güçlenmesine yardım ederse -!"
"Pettigrew sana hayatını borçlu. Voldemorf un yanına sana borçlu olan bir yardıma gönderdin. Bir büyücü diğer bir büyücünün hayatını kurtardığında, aralarında belli bir bağ oluşur... ve yanılmıyorsam, Voldemort hizmetkârının Harry Pptter'a borçlu olmasını istemeyecektir."
"Pettigrevv'la aramda bağ istemiyorum!" dedi Harry. "Annemle babama ihanet etti o!"
"Büyünün en derin, en ulaşılamaz köşelerinden söz ediyoruz, Harry. Ama inan bana... gün gelir Pettig-rew'un hayatını kurtardığına çok memnun olabilirsin."
Harry böyle bir şeyin nasıl olup da gerçekleşebileceğini düşünemiyordu bile. Dumbledore, Harry'nin düşüncelerini okumuş gibiydi.
"Babanı çok iyi tanırdım, Harry. Hem Hog-warts'tan, hem de daha sonrasından," dedi şefkatle. "O da olsa Pettigrew'u kurtarırdı, bundan eminim."
500
Harry kafasını kaldırıp Dumbledore'a baktı. Dumb-ledore ona gülmezdi - Dumbledore'a anlatabilirdi...
"Dün gece... Patronus'u yaratanın babam olduğunu sandım. Yani, kendimi gölün karşı kıyısında gördüğümde... onu görüyorum sandım."
"Çok kolay yapılabilecek bir hata," dedi Dumble-dore sevecen bir edayla. "Sanırım bunu duymaktan bıkmışsındır, ama James'e inanılmaz derecede benziyor-sun. Gözlerin hariç... gözlerini annenden almışsın."
Harry kafasını iki yana salladı.
"Aptallık ettim o olduğunu sanmakla," diye mırıldandı. "Yani, onun öldüğünü biliyordum."
"Sanıyor musun ki sevdiklerimiz ölünce bizi gerçekten de terk ederler? Zora düştüğümüzde onları her zamankinden de berrak bir şekilde hatırlamadığımızı mı sanıyorsun? Baban senin içinde yaşıyor Harry ve ona ihtiyacın olduğu zamanlarda kendini açıkça gösteriyor. Başka nasıl gidip de özellikle o Patronus'u yaratabilirdin ki? Çatalak dün gece yine koşuyordu."
Harry'nin Dumbledore'un ne dediğini anlaması birkaç saniye sürdü.
Dumbledore gülümseyerek, "Sirius dün gece bana hepsinin nasıl da Animagus haline geldiğini anlattı," dedi. "Müthiş bir başarı - en zoru da, bunu bana fark ettirmeden yapmış olmaları. Sonra Ravenclaw'la Quid-ditch maçınızda Mr Malfoy'un üzerine atılan Patro-nus'unun aldığı alışılmadık biçimi hatırladım. Yani dün gece gerçekten de babanı gördün, Harry... onu kendi içinde buldun."
501
Ve Dumbledore, arkasında kafası karışmış bir Harry bırakarak, odadan çıktı.
Harry, Ron, Hermione ve Profesör Dumbledore dışında kimse Sirius, Şahgaga ve Pettigrew'un ortadan kaybolduğu o gece gerçekten neler olduğunu bilmiyordu. Sömestr sonu yaklaşırken, Harry'nin kulağına gerçekte neler olduğuna dair birçok teori çalındı, ama hiçbiri gerçeğin yanına bile yaklaşmıyordu.
Malfoy, Şahgaga olayından dolayı çok kızgındı. Hagrid'in Hipogrif i gizlice kaçırmanın bir yolunu bulduğundan emindi. Kendisinin ve babasının bir bekçi tarafından alt edilmesine deliriyordu. Bu arada Percy We-asley'nin, Sirius'un kaçışı konusunda söylemek istediği çok şey vardı.
Onu dinleyen tek kişiye, yani kız arkadaşı Penelo-pe'ye, "Eğer Bakanlık'a girmeyi başarırsam, Sihirli Kanun Yürütme konusunda birçok öneride bulunacağım!" diyordu.
Hava mükemmeldi, atmosfer çok neşeliydi ve Harry, Sirius'un serbest kalmasına yardım etmekle neredeyse imkânsızı başardıklarını biliyordu. Yine de hiçbir yılın sonuna doğru bu kadar keyifsiz olmamıştı.
Profesör Lupin'in gidişine üzülen tek kişinin o olmadığı kesindi. Harr/nin bütün Karanlık Sanatlara Karşı Savunma sınıfı, Lupin'in istifasından dolayı üzgündü.
502
"Acaba gelecek yıl ne getirecekler?" dedi Seamus Finnigan kasvetli kasvetli.
"Belki bir vampir getirirler," dedi Dean Thomas umutla.
Harr/nin kafasını meşgul eden sadece Profesör Lu-pin'in ayrılışı değildi. Kendini Profesör Trelawney'nin kehanetini düşünmekten alıkoyarr.ıyordu. Sürekli Pettıg-rew'un nerede olduğunu, henüz Voidemort'un yanma sığınıp sığınmadığını merak ediyordu. Ama Harry'nin keyfini en çok kaçıran şey, Dursley'lere döneceği düşüncesiydi. Belki yarım saat boyunca, harika bir yarım saat boyunca, artık Sirius'la birlikte yaşayacağına sanmıştı... annesiyle babasının en iyi arkadaşıyla... babasının yeniden yanında olması dışında, başına gelebilecek en iyi şeydi bu. Sirius'tan hiç haber olmaması, onun saklandığı anlamına geliyordu, dolayısıyla da aslında çok iyi haberdi. Öte yandan, Harry az kalsın kavuşacağı yuvayı ve artık böyle bir şeyin mümkün olmadığı gerçeğini düşündükçe kendim berbat hissediyordu.
Sınav sonuçları sömestrin son günü belli oldu. Harry, Ron ve Hermione bütün derslerden geçmişlerdi. Harry, İksir'den geçtiğine çok şaşırmıştı. Kafasında, Dumbledore'un bizzat müdahale edip, Snape'in onu kasten bırakmasını önlediğine dair bir şüphe vardı, 'jön bir hafta boyunca Snape'in Harry'ye davranışları oi-dukça kaygı vericiydi. Harry, Snape'in ona duyduğu nefretin arlamayacağını düşünmüştü hep. Artabiliyor-muş oysa. Harry'ye ne zaman baksa, Snape'in ince ağzının bir köşesi seğirmeye başlıyordu. Ayrıca sürekli
503
parmaklarını esnetiyordu, sanki Harry'nin gırtlağına yapışmak için sabırsızlanıyormuş gibi.
Percy F. Y. B. S.'lerinden en yüksek notlan çekmişti; Fred'le George'un ise her biri bir avuç S. B. D. almıştı. Bu arada Gryffindor, büyük ölçüde Quidditch Kupası'ndaki muhteşem performansı sayesinde, üst üste üç yjl Okul Şampiyonluğu'nü kazanmıştı. Bu nedenle, ders yılı sonu şöleni kırmızı ve altın renkler içinde yapılmış ve şölen boyunca en gürültülü kutlama Gryffindor masasında olmuştu. Harry bile ertesi gün Durs-ley'lere yapacağı yolculuğu unutmayı başarıp herkesle birlikte yemiş, içmiş ve gülmüştü.
Ertesi sabah Hogwarts Ekspresi istasyondan ayrılırken, Hermione, Harry ile Ron'a şaşırtıcı bir haber verdi.
"Bu sabah tam kahvaltıdan önce Profesör McGona-gall'ın odasına uğradım. Muggle Ar aştırmaları'nı bırakmaya karar verdim."
"Ama sınavım yüzde üç yüz yirmiyle geçtin!" dedi Ron.
"Biliyorum," dedi Hermione, içini çekerek. "Ama bu yıl gibi bir y^la daha katlanamam. O Zaman Döndürücü beni delirtiyordu. Geri verdim. Muggle Araştırmaları ve Kehanet çıkınca, yine normal bir ders programına sahip olabileceğim."
"Bize söylemediğine hâlâ inanamıyorum," dedi Ron huysuzca. "Sözde arkadaşınız bir de."
504
"Kimseye söylemeyeceğime söz vermiştim," dedi Her-mione ters ters. Dönüp Harr/ye baktı. Harry pencereden Hogvvarts'ın bir dağın arkasında kayboluşunu izliyordu. Orayı bir daha görene kadar aradan iki ay geçecekti...
"Aman, neşelen biraz, Harry!" dedi Hernâone hüzünle.
"Bir şeyim yok," dedi Harry hemen. "Tatili düşünüyorum, o kadar."
"Evet, o konuyu ben de düşündüm," dedi Ron. "Harry, gelip bizde kalmalısın. Annemle babamdan izin alırım, sonra da seni ararım. Artık feleton kullanmayı biliyorum -"
"Telefon, Ron," dedi Hermione. "Cidden, gelecek yıl asıl senin Muggle Araştırmaları alman lazım..."
Ron duymazdan geldi.
"Bu yaz Quidditch Dünya Kupası var! Ne dersin, Harry? Gel bizde kal, Dünya Kupası'na gideriz. Genellikle babam işyerinden bilet bulabiliyor."
Bu teklif Harry'nin keyfini epey yerine getirdi.
"Evet... eminim Dursley'ler gelmeme seve seve izin verirler... özellikle de Marge Hala'ya yaptıklarımdan soma..."
Ha>l: neşelenen Harry, Ron ve Hermione'yle birlikte Patlamalı Pişti oynamaya başladı. Çay arabasını süren cadı geldiğinde de kendine bir sürü yiyecek aldı, ama içlerinde çikolatalı hiçbir şey yoktu.
Ama onu asıl sevindiren şey öğleden sonra gerçekleşti...
"Harry," dedi Hermione birden, onun omzunun üstünden bakarak. "Şu pencerenin dışındaki şey de n'e?"
505
Harry dönüp dışarı baktı. Camın arkasında çok küçük, gri bir şey bir görünüp bir kayboluyordu. Daha iyi görmek için ayağa kalktığında bunun minicik bir baykuş olduğunu gördü. Baykuş, boyuna göre fazlasıyla büyük bir mektup taşıyordu. Hatta baykuş öyle küçüktü ki, havada takla atıp dunıyor, trenin rüzgârından bir o yana bir bu yana savruluyordu. Harry çabucak pencereyi indirdi ve kolunu çıkarıp baykuşu yakaladı. Çok tüylü bir Snitch'^ rutmdk gibiydi bu. Onu dikkatli bir şekilde içeri aldı. F?/kuş, mektubunu Harry'nin oturduğu yere bırakıp kr tnpartımanîa-rmın içinde oraya buraya uçmaya başladı, besbelli görevini başarıyla tamamladığı için halinden çok memnundu. Hedwig vakur bir küçümseme edasına benzeyen bir tavırla gagasını şaklattı. Crookshanks yattığı yerde doğruldu ve kocaman, sarı gözleriyle baykuşu izlemeye başladı. Bunun farkına varan Ron, baykuşu kapıp kurtardı.
Harry mektubu aldı. Onun adına gönderilmişti. Yırtarak açıp baktı ve bağırdı: "Sirius'tan!"
"Ne?" dedi Roıı ve Hermione heyecanla. "Yüksek sesle oku!"
Sevgili Harry,
Umarım sen teyzenle eniştene ulaşmadan önce bu mektup seni bulur. Onların baykuş postasına alışık olup olmadıklarını bilmiyorum.
Şahgaga ve ben saklanıyoruz. Bu mektup yanlış ellere düşerse diye, yerimizi söylemeyeceğim. Baykuşun güvenilirliği konusunda birtakım şüphelerim var, ama bulabildiklerimin en iyisi buydu ve çok da hevesli görünüyordu.
Sanırım Ruh Emiciler beni hâlâ arıyor, ama burada
506
beni bulmalarına imkân yok. Yakında birkaç Muggle'm beni görmesine izin vereceğim. Hogıvarts'tan uzakta olduğum için, şatodaki güvenlik kaldırılacaktır.
Kısa görüşmemiz boyunca söylemeye fırsat bulamadığım bir şey var. Sana Ateşokıı'nu gönderen bendim -
"Hah!" dedi Hermione zafer kazanmışçasına. "Gördün mü?! Sana demiştim o gönderdi diye!"
"Evet ama, uğursuzluk büyüsü yapmamış, değil mi?" dedi Ron. "Ah!"
Şimdi avcunun içinde mutlu mutlu öten minik baykuş, Ron'un parmaklarından birini ısırmıştı, belli ki bunu bir sevgi gösterisi niyetine yapmıştı.
Siparişi Baykuş Biirosu'na benim için Crookshanks götürdü. Senin adını kullandım, ama onlara altını Grin-gotts'taki yedi yüz on bir numaralı kasadan almalarını söyledim - yani benim kasamdan. Lütfen bunu vaftiz babanın, senin on üç yıllık doğum günlerine karşılık toptan bir hediyesi olarak kabul et.
Eniştenin evini terk ettiğin o gece seni korkuttum sanırım, onun için de ayrıca özür dilerim. Kuzeye yolculuğuma başlamadan önce seni bir kez görebileyim istiyordum, ama sanırım görünümüm seni ürküttü.
ilişikte sana, Hogruarts'ta önümüzdeki yılı daha keyifli geçirmeni sağlayacağını düşündüğüm bir şey gönderiyorum.
Bana ne zaman ihtiyacın olursa, haber gönder. Baykuşun beni bulur.
Yakında tekrar yazarım.
Sirius
507
Harry hevesle zarfın içine baktı. Bir parşömen parçası daha vardı. Çabucak okudu ve içi ısındı, memnuniyetle doldu. Sanki bir şişe sıcak Kaymakbirası'nı bir dikişte içmiş gibiydi.
Ben, Sinüs Black, Harry Potter'ın vaftiz babası sıfa-' tıyla, onun hafta sonlarında Hogsmeade'i ziyaret etmesine izin veriyorum.
"Dumbledore için bu yeterli olur!" dedi Harry sevinçle. Gözlerini yine Sirius'un mektubuna çevirdi. "Bir dakika, bir not var..."
Arkadaşın Ron'un bu baykuşu isteyeceğini düşündüm, ne de olsa artık bir faresi olmaması benim suçum.
Ron'un gözleri irileşti. Minik baykuş hâlâ avucunda heyecanlı heyecanlı ötüyordu.
"İstemek mi?" dedi kararsız bir sesle. Bir süre baykuşu yakındamnceledi, sonra, Harry ile Hermione'yi çok şaşırtarak, onu koklaması için Crookshanks'in önüne uzattı.
"Ne diyorsun?" diye sordu kediye. "Kesin baykuş mu?"
Crookshanks mırladı.
"Bana bu kadan yeter," dedi Ron sevinçle. "Artık o benim."
Harry, King's Cross İstasyonu'na varana kadar Sirius'un mektubunu tekrar tekrar okudu. Ron ve Hermi-one ile birlikte Peron Dokuz Üç Çeyrek'teki bölmenin içinden geçerken, onu hâlâ elinde sıkı sıkı tutuyordu.
508
Harry orada bekleyen Vernon Enişte'yi hemen gördü. Mr ve Mrs VVeasley'den epey ileride durmuş, onlara kuşkulu gözlerle bakıyordu. Mrs VVeasley, Harry'yi kucaklayınca, onlar hakkındaki en kötü kuşkuları onaylanmış gibi bir tavır takındı.
"Dünya Kupası için ararım!" diye seslendi Ron, Harry'nin arkasından. Harry onunla ve Hermione'yle vedalaşmış, sandığını ve Hedwig'in kafesini koyduğu arabayı itiyordu. Vernon Enişte onu her zamanki gibi karşıladı.
"O ne?" diye hırladı, Harry'nin hâlâ elinde tuttuğu zarfa bakarak. "Eğer imzalamam gereken yeni bir bel-geyse, senin -"
"Değil," dedi Harry neşeyle. "Vaftiz babamdan bir mektup."
"Vaftiz baban mı?" dedi Vernon Enişte tükürükler saçarak. "Senin vaftiz baban yok!"
"Var," dedi Harry neşeyle. "Annemle babamın en iyi arkadaşıydı. Kendisi hüküm giymiş bir katil, ama büyücü hapishanesinden kaçtı ve şu anda saklanıyor. Yine de benimle temasta kalmayı seviyor... benden haberdar olmayı... mutlu olup olmadığımı kontrol etmeyi..."
Ve Harry, Vernon Enişte'nin yüzündeki dehşet ifadesine bakıp sırıtarak, önünde Hedvvig'in tangırdayan kafesiyle istasyon çıkışına yöneldi. Bu yaz geçen yılkin-den çok daha iyi olacağa benziyordu.
509
.........THE END........

GeCeLeR
12-10-2006, 01:55 AM
HARRY POTTER & ATEŞ KADEHİ (4)

BİRİNCİ BOLUM
Riddle Evi

Riddle ailesi o evde oturmayalı yıllar olduğu halde, Küçük Hangleton köyü sakinleri ona hâlâ "Riddle Evi" diyordu. Ev köye hâkim bir tepedeydi, bazı pencereleri tahtalarla kapatılmıştı, çatısındaki kiremitler eksikti ve sarmaşıklar dizginlenemez şekilde cephesini kaplamıştı. Bir vakitler güzel bir malikâneymiş, şimdi de kilometrelerce mesafe dahilindeki en büyük ve heybetli bina olduğu rahatlıkla söylenebilirdi. Ne var ki, Riddle Evi artık rutubetliydi, terk edilmişti ve içinde kimse oturmuyordu.
Küçük Hangleton'lılarm hepsi eski evin "ürpertici" olduğu konusunda fikir birliği içindeydi. Yarım yüzyıl önce orada tuhaf ve korkunç bir şey olmuştu, dedikodu konulan azalınca köyün yaşlı sakinlerinin bugün de üzerinde konuşmayı sevdikleri bir şey. Hikâyenin üzerinde öyle çok konuşulmuş ve o kadar çok yeri süslenip püslenmişti ki, artık kimse gerçeğin ne olduğunu pek kestiremiyordu. Ancak, hikâyenin bütün çeşitlemeleri aynı noktadan başlıyordu: Elli yıl önce, Riddle Evi'nin

hâlâ bakımlı ve etkileyici olduğu günlerde, güzel bir yaz sabahı şafak sökerken bir hizmetçi oturma odasına girmiş ve üç Riddle'ın cesetleriyle karşılaşmıştı.
Hizmetçi çığlıklar atarak tepe aşağı köye koşmuş ve herkesi uyandırmıştı.
"Gözleri açık orda öyle yatıyorlar! Buz gibi soğuk! Üstlerinde hâlâ akşam yemeği kılıkları var!"
Polis çağrıldı. Küçük Hangleton, şokla karışık bir merak ve pek saklanamayan bir heyecanla fıkır fıkır kaynıyordu. Kimse kendine Riddle'ların arkasından ağ-larmış süsü vererek nefesini ziyan etmedi, çünkü hiç sevilmezlerdi. Yaşlı Mr ve Mrs Riddle zengin, züppe ve kabaydılar, yetişkin oğulları Tom ise onlardan da beterdi. Köylülerin kafasını kurcalayan tek şey, katilin kim olduğuydu. Sağlıklı görünen üç insan aynı gecede doğal nedenlerle pat diye düşüp ölmezdi ya canım.
Köyün meyhanesi Asılmış Adam, o gece müthiş iş yaptı; cinayetler hakkında konuşmak için bütün köy oraya toplanmıştı. Riddle'lann aşçısı dramatik bir tavırla ortalarında belirip, birden sessizleşen meyhane halkına az önce Frank Bryce diye bir adamın tutuklandığını ilan edince, şöminelerinin başını terk edip oraya gelmenin mükâfatını gördüler.
"Frank!" diye çığlık atta birkaç kişi. "Olamaz!"
Frank Bryce, Riddle'ların bahçıvanıydı. Riddle Evi'nin arazisindeki yıkık dökük kulübede yaşardı. Frank savaştan döndüğünde bacağını bükemiyordu, kalabalığa ve gürültüye de tahammül edemiyordu. O gün bugün Riddle'lann yanında çalışıyordu.
10

Aşçıya içki ısmarlamak ve biraz daha bilgi almak için bir telaştır patlak verdi.
Aşçı, hevesle dinleyen köylülere, dördüncü serisinden sonra, "Hep onun tuhaf biri olduğunu düşünmüştüm zaten," dedi. "Ne bileyim, öyle dost canlısı falan değildi. Yani, ona değil bir, belki yüz kere kahve ikram ettim. Başkalarıyla takılmak istemezdi hiç."
"İyi ama," dedi bardaki bir kadın, "çetin bir savaştan çıktı Frank. Sakin bir hayatı seviyor. Hem bir neden..."
Aşçı, "Peki, başka kimde arka kapı anahtarı var, ha?" diye sordu, kaba bir sesle. "Ben kendimi bildim bileli bahçıvanın kulübesinde yedek bir anahtar asılıdır! Dün gece kimse kapıyı zorlamamış! Pencereler kırılmamış! Tek yapması gereken, hepimiz uyurken büyük eve sinsice girmekti..."
Köylüler birbirlerine karanlık bakışlar attılar.
Bardaki bir adam, "Ben hep onun pisliğin biri olduğunu düşünmüştüm aslında," diye homurdandı.
"Bana sorarsanız, savaş onu bir tuhaf yaptı," dedi patron.
Köşedeki heyecanlı bir kadın, "Ben zaten demiştim, hayatta Frank'in tersine çatmak istemem diye, değil mi, Do t?" diye sordu.
Dot, hararetle başını salladı. "Hemencecik kızıyor. Hatırlıyorum da, o çocukken..."
Ertesi sabah, Küçük Hangleton'da, Riddle'lan Frank Bryce'ın öldürdüğü konusunda kimsenin en ufak şüphesi kalmamıştı.
11

Ama komşu Büyük Hangleton kasabasındaki karanlık, pis ve kasvetli karakolda, Frank tekrar tekrar, inatla masum olduğunu söylüyordu. Bir iddiası da, Riddle'larm öldüğü gün evin civarında gördüğü tek kişinin bir yabancı, siyah saçlı ve solgun, yeniyetme bir oğlan olduğu yolundaydı. Köyde başka kimse böyle bir çocuk görmemişti, polis de Frank'in palavra attığından hemen hemen emindi.
Sonra, tam da işler Frank açısından çok ciddi bir hal almışken, Riddle'larm cesetlerine ilişkin rapor geldi. Bu rapor her şeyi değiştirdi.
Polis bundan daha tuhaf bir rapor görmemişti. Bir doktor ekibi cesetleri incelemiş ve Riddle'lardan hiçbirinin zehirlenmediği, bıçaklanmadığı, vurulmadığı, boğazlanmadığı, boğulmadığı ya da (görebildikleri kadarıyla) zarar görmediği sonucuna varmıştı. Aslında (diye devam ediyordu rapor, şüphe götürmez bir hayret havasıyla), Riddle'lann hepsinin sağlığı pek yerinde görünüyordu - yani, ölmüş olmaları dışında. Doktorlar (sanki ille de cesetlerde bir bozukluk bulmak istermiş gibi) her Riddle'in yüzünde bir dehşet ifadesi olduğundan söz etmişti - ama umduğunu bulamamış olan polisin dediği gibi, üç kişinin korkutularak öldürüldüğü nerede duyulmuş ki?
Riddle'lann öldürüldüğü konusunda hiçbir kanıt olmadığı için polis Frank'i bırakmak zorunda kaldı. Riddle'lar, Küçük Hangleton kilisesinin bahçesine gömüldü, mezarları da bir süre ilgi merkezi olmayı sürdürdü. Frank Bryce ise herkesi şaşırtarak, üzerinde bir
12

şüphe bulutuyla, Riddle Evi arazisindeki kulübesine döndü.
Dot, Asılmış Adam'da, "Bana göre onları o öldürdü," dedi, "polisin ne dediği de umrumda bile değil. Ve eğer biraz utanması varsa buradan gider, çünkü onun yaptığını bildiğimizi biliyor."
Ama Frank gitmedi. Riddle Evi'nde daha sonra oturan ailenin de, ondan sonraki ailenin de bahçeleriyle ilgilendi - ne var ki, iki aile de uzun süre kalmadı. Yeni ev sahiplerinin bu yerin nahoş bir havası olduğunu söylemeleri belki kısmen de Frank yüzündendi. İçinde
oturan kimse kalmayınca, ev de bakımsız bir hal aldı.
*
Riddle Evi'nin şu sıralar sahibi olan zengin adam ne orada oturuyor, ne de evden faydalanıyordu. Köyde onun evi "vergi nedeniyle" elinde tuttuğunu söylüyorlardı, ama kimsenin bu nedenler hakkında net bir fikri yoktu. Ne var ki, zengin ev sahibi bahçeyle ilgilenmesi için Frank'e para vermeyi sürdürdü. Yetmiş yedinci doğum günü yakın olan Frank sağırdı, bir bacağı tutuktu ve bükülmüyordu, ama iyi havada onu tarhlar içinde Çiçek dikerken görebilirdiniz. Yabani otlan bastırma yolundaki bütün çabalarına rağmen onlar her tarafı sarmaya başlamış olsalar bile.
Üstelik Frank'in mücadele etmesi gereken tek şey yabani otlar değildi. Köyün erkek çocukları, Riddle Evi'nin pencerelerinden ona taş atmayı huy edinmişlerdi. Frank'in düzgün tutmak için onca çaba harcadığı çimenlerin üzerinden bisikletleriyle geçerlerdi. Bir iki ke-
13


re, sırf macera olsun diye eski eve de dalmışlardı. Yaşlı Frank'in eve ve araziye bağlılığının neredeyse saplantı derecesine vardığından haberdardılar ve onun sopasını sallayıp çatlak sesiyle bağırarak topal topal bahçede koşturması onlan eğlendiriyordu. Frank'e gelince, çocukların onu, tıpkı anne babalarıyla büyükanne ve büyükbabaları gibi, katil sandıklarına ve bunun için ona işkence ettiklerine inanıyordu. Bu yüzden de bir ağustos gecesi uyanıp eski evde çok tuhaf bir şey görünce, sadece çocukların onu cezalandırmak için yeni bir yol bulduklarını sândı, o kadar.
Frank'i sakat bacağı uyandırmıştı; ileri yaşında ona eskisinden çok daha fazla acı vermeye başlamıştı. Kalktı, dizindeki sertleşmeyi gevşetmek için sıcak su torbasını yeniden doldurmayı düşünerek, topal topal merdivenden alt kata, mutfağa indi. Lavabonun başında durmuş çaydanlığı doldururken yukarı, Riddle Evi'ne baktı. Üst kat pencerelerinde ışıkların parıldadığım gördü. Frank neler olup bittiğini hemen anladı. Çocuklar yine eve dalmışlardı, ışıkların yanıp sönmesine bakılırsa da, yangm^çıkarmışlardı.
Frank'in telefonu yoktu, zaten olsa da Riddle'lann ölümü hakkında onu sorguya çekmek üzere içeri aldıklarından beri polise hiç mi hiç güven duymuyordu. Hemen çaydanlığı bıraktı, sakat bacağının izin verdiğince hızla yukarı çıktı. Az sonra tam tekmil giyinmiş olarak mutfağa dönmüş, kapının yanındaki kancada asılı duran paslı, eski bir anahtarı alıyordu. Duvara dayalı bastonunu kaptı ve kendini gecenin içine attı.

14


Riddle Evi'nin ön kapısında hiç zorlanmış gibi bir hal yoktu, pencerelerinde de. Frank topallaya topallaya evin arka tarafına gitti, sarmaşıkların neredeyse tamamen gözden sakladığı bir kapıya vardı, eski anahtarı çıkardı, kilide soktu, kapıyı sessizce açtı.
Mağaradan farksız mutfağa girdi. Frank yıllardır buraya adım atmamıştı. Ama, çok karanlık olduğu halde, hole giden kapının nerede olduğunu biliyordu. El yordamıyla oraya yöneldi, burun delikleri çürümenin kokusuyla dolmuştu, yukarıdan ayak sesi ya da insan sesi duyabilmek için kulaklarını dört açmıştı. Hole ulaştı, ön kapının iki yanındaki büyük, tirizli pencereler sayesinde burası biraz daha aydınlıktı. Taşlar üzerinde birikmiş tozların ayaklarıyla bastonunun sesini bastırmasına şükrederek merdiveni çıkmaya koyuldu.
Frank sahanlıkta sağa döndü ve davetsiz misafirlerin nerede olduğunu hemen gördü. Koridorun sonunda bir kapı aralık duruyordu, aralıktan gelen titrek ışık kara döşemede altın rengi uzun bir şerit oluşturuyordu. Frank bastonunu sımsıkı yakalayarak daha yakına sokuldu. Girişin bir iki metre ötesindeydi ve odanın dar bir dilimini görebiliyordu.
O anda, şöminedeki ateşin yakılmış olduğunu fark etti. Bu onu şaşırttı. Hareket etmeyi kesti ve kulak kabarttı, çünkü odada bir erkek sesi konuşuyordu. Ürkek ve korkmuş bir hali vardı.
"Şişede biraz daha var, Lordum, eğer hâlâ açsanız."
"Daha sonra," dedi ikinci bir ses. Bu da bir erkek sesiydi - ama hem şaşılacak kadar tizdi, hem de anı bir
15


buzlu rüzgâr esintisi kadar soğuktu. O sesteki bir şey, Frank'in ensesindeki tüylerin diken diken olmasına yol açtı. "Beni ateşe biraz daha yaklaştır, Kılkuyruk."
Frank, daha iyi duymak için, sağ kulağını kapıya verdi. Sert bir yüzeye konan bir şişenin tıngırtısı duyuldu, sonra da döşemede sürüklenen ağır bir koltuğun tok sürtünme sesi. Frank'in gözüne, koltuğu yerine çeken, sırtı kapıya dönük ufak tefek bir adam çarptı. Uzun, siyah bir pelerin giymişti, başının arkası kısmen keldi. Sonra yemden gözden kayboldu.
Soğuk ses, "Nagini nerede?" dedi.
İlk ses, tedirgin bir edayla, "Ben... ben bilmiyorum, Lordum," dedi. "Evi keşfe çıktı, sanırım..."
İkinci ses, "Yatmadan önce onu sağman gerek, Kılkuyruk," dedi. "Gece beslenmeye ihtiyacım olacak. Yolculuk beni çok yordu."
Frank, kaşları çatık, duyan kulağını kapıya biraz daha yaklaştırıp büyük bir dikkatle dinledi. Önce bir duraklama oldu, sonra Kılkuyruk denen adam yine konuştu.
"Lordum, burada ne kadar kalacağımızı sorabilir miyim?"
"Bir hafta," dedi soğuk ses. "Belki daha fazla. Burası nispeten rahat sayılır, planı da henüz uygulamaya koyamayız. Quidditch Dünya Kupası sona ermeden harekete geçmek budalalık olur."
Frank yamru yumru parmağını kulağına sokarak içinde döndürdü. Kir birikmişti herhalde. "Quidditch" diye bir laf duymuştu ki, böyle bir laf yoktu tabii.

16


"Cjuidditch - Dünya Kupası mı, Lordum?" dedi Kılkuyruk. (Frank parmağını daha bir gayretle kulağına soktu.) "Özür dilerim ama - anlamıyorum - niye Dünya Kupası bitene kadar beklememiz gerekiyor?"
"Çünkü, budala, şu anda büyücüler dünyanın dört bir yanından akın akın ülkeye geliyor, üstelik Sihir Ba-kanlığı'mn bütün işgüzar görevlileri orada işbaşında olacak. Sıradışı etkinlik işaretleri gözleyecek, kimlikleri kontrol edecek, sonra bir daha kontrol edecekler. Muggle'lar bir şey fark etmesin diye, kafalarını güvenliğe takmış olacaklar. Bu yüzden bekliyoruz."
Frank kulağını temizlemeye çalışmaktan vazgeçti. "Sihir Bakanlığı", "büyücüler" ve "Muggle'lar" kelimelerini açık seçik duymuştu. Belli ki, bu ifadelerin her birinin gizli bir anlamı vardı ve Frank şifreli konuşan sadece iki tür insan biliyordu: Casuslarla suçlular. Bastonuna daha da sıkı sıkı sanldı ve daha da dikkatle dinledi.
Kılkuyruk alçak sesle, "Lord Hazretleri hâlâ kararlılar demek?" diye sordu.
"Elbette kararlıyım, Kılkuyruk." Şimdi soğuk seste bir tehdit havası vardı.
Kısa bir duraklamanın ardından Kılkuyruk yine konuştu. Kelimeler ağzından aceleleri varmışçasına yuvarlanarak çıkıyordu, sanki cesaretini kaybetmeden önce bunları söylemeye kendini zorluyor gibiydi.
"Harry Potter olmadan da yapılabilir, Lordum."
Bir duraklama daha, bu seferki daha uzun ve sonra -
İkinci ses yavaşça, "Harry Potter olmadan mı?" diye soludu. "Anlıyorum..."
17


Kılkuyruk, sesi ciklercesine tizleşerek, "Lordum, bunu oğlanı düşündüğüm için söylemiyorum!" dedi. "Çocuğun benim için hiç değeri yok, hem de hiç! Sadece, başka bir cadı ya da büyücü kullanacak olsak -herhangi bir büyücü- işimiz o kadar kolaylaşır ki! Sizi kısa bir süre yalnız bırakmama izin verseniz -kılık değiştirmede çok becerikliyimdir, bilirsiniz- iki güncük yeter, uygun biriyle geri dönebilirim -"
Soğuk ses yavaşça, "Başka bir büyücü kullanabilirim," dedi, "bu doğru..."
Kılkuyruk, "Lordum, mantıklı bir şey bu," dedi, tamamen rahatlamış gibiydi. "Harry Potter'ı yakalamak öyle zor olacak ki, öyle iyi korunuyor ki -"
"Ve sen de gidip onun yerine başka birini bulmak için gönüllü oluyorsun demek? Merak ediyorum, bak... Belki de bana bakma işi senin için çok yorucu bir hal aldı, ha, Kılkuyruk? Bu planı bırakma önerisi, acaba sadece beni terk etme yolunda bir çaba olabilir mi?"
"Lordum! Ben... ben sizi bırakmak istemiyorum, hem de hiç -"
İkinci ses, "Bana yalan söyleme!" diye tısladı. "Ben her şeyi anlarım, Kılkuyruk! Bana döndüğüne pişmansın. Seni tiksindiriyorum. Bana bakınca irkildi-ğini görüyorum, bana dokununca titrediğini hissediyorum..."
"Hayır! Lord Hazretleri'ne bağlılığım..." "Senin bağlılığın ödleklikten başka bir şey değil. Gidecek başka yerin olsa şimdi burada olmazdın. Ben

18


sensiz nasıl hayatta kalırım, birkaç saatte bir beslenmem gerekirken? Nagini'yi kim sağacak?"
"Ama çok daha güçlü görünüyorsunuz, Lordum -" "Yalancı," diye soludu ikinci ses. "Daha güçlü değilim ve birkaç gün bile yalnız kalsam, senin beceriksiz bakımınla yeniden edindiğim bir nebze sağlığı da yitirebilirim. Sus!"
Anlaşılmaz laflar eden Kılkuyruk derhal sustu. Frank birkaç dakika ateşin çıtırdamasından başka bir şey duymadı. Sonra ikinci adam tıslamayı andıran bir fısıltıyla yeniden konuştu.
"Çocuğu kullanmak için nedenlerim var - ki zaten sana açıklamıştım. Başka hiç kimseyi de kullanacak değilim. On üç yıl bekledim. Birkaç ay daha fark etmez. Çocuğu kuşatan korumaya gelince, planımın etkili olacağına inanıyorum. Gerekli olan tek şey, senin biraz daha cesaret göstermen, Kılkuyruk - kendinde bulacağın bir cesaret, tabii Lord Voldemort'un gazabını bütün gücüyle hissetmek istemiyorsan -"
Kılkuyruk, "Lordum, söylemem gereken bir şey var!" dedi, artık sesinde panik hissediliyordu. "Yolculuğumuz boyunca planı kafamdan geçirdim - Lordum, Bertha Jor-kins'in ortadan kaybolmasının dikkatleri çekmesi yakındır ve eğer devam edersek, eğer lanetlersem -"
"Eğer mi?" diye fısıldadı ikinci ses. "Eğer, ha? Planı uygularsan, Kılkuyruk, Bakanlık birinin daha ortadan kaybolduğunu asla öğrenemez. Sessizce ve sızlanmadan yapacaksın. Keşke ben yapabilseydim, ama bu durumda... Gel, Kılkuyruk, bir engelin daha ortadan kalk-
19

ması bize Harry Potter'a giden yolu açacak. Sana tek başına yap demiyorum. O vakte kadar sadık hizmetkârım yine bize katılmış olacak -"
"Ben de sadık bir hizmetkârım," dedi Kılkuyruk, sesinde belli belirsiz bir küskünlükle.
"Kılkuyruk, kafası çalışan birine ihtiyacım var, sadakati hiç sarsılmamış birine. Ve ne yazık ki, sen bu şartlann ikisine de uymuyorsun."
"Sizi buldum," dedi Kılkuyruk, bu sefer sesi gerçekten küskündü. "Sizi bulan benim. Size Bertha Jor-kins'i getirdim."
İkinci adam, sesinde eğlendiğini belli eden bir tonla, "Bu doğru," dedi. "Senden beklemediğim bir zekâ pırıltısı, Kılkuyruk - yine de, doğruyu söylemek gerekirse, onu yakaladığında ne kadar işe yarayacağının farkında değildin, değil mi?"
"Ben... ben yararlı olabilir diye düşünmüştüm, Lordum-"
İkinci ses yine, "Yalancı," dedi, sesindeki zalim eğlenme ifadesi şimdi çok daha belirgindi. "Ancak, verdiği bilgiler paha biçilmez cinstendi, bunu inkâr etmiyorum. Bunlar olmasa planımızı kuramazdım. Bunun için ödülünü alacaksın, Kılkuyruk. Benim adıma önemli bir görevi yerine getirmene izin vereceğim, müritlerimden çoğunun yapmak için sağ ellerini vereceği bir görev..."
"Sa-sahi mi, Lordum? Ne -?" Kılkuyruk yeniden dehşete kapılmış gibiydi.
"Ah, Kılkuyruk, sürprizin tadını kaçırmamı istemezsin, değil mi? Senin rolün en sonlara doğru... Ama
20

sana söz veriyorum, sen de en az Bertha Jorkins kadar yararlı olma şerefine erişeceksin."
"Siz... siz..." Kılkuyruk'un sesi birden kulağa boğuk gelmeye başlamıştı, sanki ağzı fena halde kurumuş gibi. "Siz... beni de... öldürecek misiniz?"
Soğuk ses ipeksi bir tınıyla, "Kılkuyruk, Kılkuyruk," dedi, "seni neden öldüreyim ki? Bertha'yı öldürdüm, çünkü öldürmek zorundaydım. Ben onu sorguya çektikten sonra işe yarar hali kalmamıştı, açıkçası beş para etmezdi. Zaten tatilde sana rastladığı haberiyle Ba-kanlık'a dönseydi tuhaf sorular sorulacaktı. Ölmüş olması gereken büyücüler, yol kenarındaki hanlarda Sihir Bakanlığı cadılarına rastlan tasalar isabet ederler..."
Kılkuyruk öyle alçak sesle bir şeyler mırıldandı ki, Frank duyamadı, ama onun söyledikleri ikinci adamı güldürdü - konuşması kadar soğuk, tamamen keyifsiz bir kahkahaydı bu.
"Hafızasını mı değiştirebilirdik? Ama Hafıza Büyüleri, benim onu sorgularken de kanıtladığım gibi, güçlü bir büyücü tarafından bozulabilir. Ondan kopardığım bilgilerden yararlanmamak hafızasına hakaret olurdu, Kılkuyruk."
Dışarıda, koridorda Frank birden, bastonuna sımsıkı sarılan elinin terden kayganlaştığını fark etti. Soğuk sesli adam bir kadını öldürmüştü. Bundan, hiç pişmanlık duymadan - eğlenerek söz ediyordu. Tehlikeliydi -bir deli. Ve başka cinayetler de planlıyordu - şu çocuk, Harry Potter, her kimse - tehlikedeydi -
Frank ne yapması grrektiğiru biliyordu. Polise gidi-
2i

lecekse eğer, vakit bu vakitti. Usulca evden dışan çıkacak, köydeki telefon kulübesine gidecekti... Ama soğuk ses yeniden konuşmaya başlamıştı ve Frank, oracıkta donmuş gibi, kulak kesilerek, kalakaldı.
"Bir lanet daha... Hogvvarts'taki sadık hizmetkârım... Harry Potter benim sayılır, Kılkuyruk. Karar verildi. Artık tartışmak yok. Ama sus... Nagini'yi duyuyorum sanırım..."
Ve ikinci adamın sesi değişti. Frank'in daha önce hiç duymadığı türden sesler çıkarmaya başladı. Tıslıyor ve soluk almadan tükürüyordu. Frank onun bir tür kriz geçirdiğini ya da nöbete tutulduğunu sandı.
Ve sonra arkasında, karanlık koridorda bir hareket duydu. Bakmak için dönünce de kendini korkudan felç olmuş buldu.
Karardık koridorun döşemesinde bir şey ona doğru kayarcasına geliyordu, bu şey ateşten kaynaklanan ışık şeridine yaklaşınca, Frank korkuyla titreyerek, bunun en az dört metrelik devasa bir yılan olduğunu fark etti. Dehşet içindeki, donakalmış Frank, yılanın kıvrılan bedeni yerdeki kalın toz tabakasında geniş, kavisli bir yol çizerek gittikçe daha yakına gelirken, ona bakakaldı - ne yapacaktı şimdi? Tek kaçış yolu, iki adamın oturmuş cinayet kumpasları kurduğu odadan geçiyordu. Öte yandan, olduğu yerde kalırsa yılan mutlaka onu öldürürdü.
Ne var ki, o daha bir karara varamadan yılan yanına gelmişti bile, az sonra da inanılmaz bir şekilde, mucizevi bir şekilde yanından geçip gitti. Kapının ardındaki soğuk sesin tükürme, fısıldama seslerine doğru gidi-
22

yordu ve birkaç saniye içinde elmas desenli kuyruğunun ucu aralıktan geçip gözden kaybolmuştu.
Frank'in alnı ter içinde kalmıştı, bastonun sapını tutan eli titriyordu. Odanın içinde soğuk ses tıslamayı sürdürüyordu. Frank'in aklına tuhaf, imkânsız bir fikir geldi... Bu adam yılanlarla konuşabiliyordu.
Frank neler olup bittiğini anlamamıştı. Sıcak su tor-basıyla birlikte yeniden yatağında olmayı hayatta her şeyden çok istiyordu. Sorun şu ki, bacaklan kımıldamaya yanaşmıyordu. Orada titreyerek ve kendine hâkim olmaya çalışarak dururken, soğuk ses birden normal konuşmaya döndü yine.
"Nagini'nin ilginç haberleri var, Kılkuyruk."
"Ge-gerçekten mi, Lordum?"
"Gerçekten, evet," dedi ses./ "Nagini diyor ki, bu odanın hemen dışında durmuş, konuştuklarımızı kelimesi kelimesine dinleyen yaşlı bir Muggle var."
Frank saklanma fırsatı bulamadı. Ayak sesleri duyuldu, sonra da odanın kapısı ardına kadar açıldı.
Kısa boylu, saçları kırlaşmış ve hafifçe dökülmüş, sivri burunlu ve küçük, sulanmış gözleri olan bir adam Frank'in önünde durdu. Yüzünde şaşkınlıkla korku arası bir ifade vardı.
"Onu içeri davet et, Kılkuyruk. Nezaket kurallarını mı unuttun?"
Soğuk ses ateşin önündeki çok eskiden kalma koltuktan geliyordu, ama Frank konuşan kişiyi görmüyordu Yılana gelince... evcil bir köpeğin korkunç bir taklidi gibi, küflü şömine halısına kıvrılmıştı.
23

Kılkuyruk eliyle Frank'e içeri girmesini işaret etti. Frank, çok sarsılmış olmakla birlikte, bastonuna daha da sıkı sarıldı ve eşiği aksayarak geçti.
Odadaki tek ışık kaynağı ateşti. Duvarlara uzun, örümcek misali gölgeler gönderiyordu. Frank koltuğun arka tarafına baktı. İçindeki adam hizmetkârından da ufak tefek olsa gerekti, çünkü başının arkası görünmüyordu.
Soğuk ses, "Her şeyi duydun mu, Muggle?" dedi.
Frank meydan okuyarak, "Bana ne diyorsun öyle?" diye sordu. Artık odanın içine girdiği ve harekete geçme vakti geldiği için, kendini daha cesur hissediyordu. Savaşta da hep böyle olmuştu.
Ses sakin sakin, "Sana Muggle diyorum," dedi. "Büyücü değilsin demek."
Frank, sesinin titremesi daha da azalarak, "Büyücüyle neyi kastettiğini bilmiyorum," dedi. "Bütün bildiğim şu: Bu gece polisi ilgilendirmeye yetecek kadar şey duydum, evet, öyle. Cinayet işlemişsiniz ve başka cinayetler planlıyorsunuz! Ve şu kadarını da söyleyeyim," diye ekledi, ani bir ilhamla, "karım burada olduğumu biliyor ve eğer geri dönmezsem -"
Soğuk ses yavaşça, "Karın yok," dedi. "Burada olduğunu kimse bilmiyor Buraya geldiğini kimseye söylemedin. Lord Voldemort'a yalan söyleme, Muggle, çünkü o bilir... her şeyi bilir..."
Frank, "Öyle mı?" dedi kaba bir sesle. "Lord, demek? Eh, sizi pek do nazik bulmuyorum, Lordum. Dönüp adam gibi yüzüme baksanıza, niye bakmıyorsunuz?"
24

Soğuk ses, "Ama ben adam değilim, Muggle," dedi, sesi şimdi alevin çıtırtısından zar zor duyuluyordu. "Ben adamdan çok, çok öteyim. Yine de... neden olmasın? Yüzümü sana döneceğim... Kılkuyruk, koltuğumu çevir."
Hizmetkârdan bir inilti yükseldi.
"Beni duydun, Kılkuyruk."
Ufak tefek adam yavaş yavaş, efendisine ve yılanın uzandığı şömine halısına yaklaşmaktansa başka her şeyi yapmayı tercih edermiş gibi, öne yürüyüp koltuğu çevirmeye koyuldu. Yılan çirkin, üçgen başını kaldırdı, koltuğun bacakları halısına çarpınca da hafifçe tısladı.
Artık koltuk Frank'e bakıyordu. Frank koltukta neyin oturduğunu gördü. Bastonu bir takırtıyla yere düştü. Ağzını açtı, bir çığlık koyverdi. Öyle yüksek sesle bağırıyordu ki, koltuktaki şeyin asasını kaldırırken neler dediğini asla duyamadı. Yeşil bir ışık parladı, bir hışırtı duyuldu ve Frank Bryce yere yığıldı. Daha döşemeyi boylamadan ölmüştü.
Üç yüz kilometre uzakta, Harry Potter adlı çocuk sıçrayarak uyandı.
25

GeCeLeR
12-10-2006, 01:55 AM
İKİNCİ BOLUM
Yara izi
Harry yatağında sırtüstü yatmış hızlı hızlı soluyordu, sanki koşup da soluk soluğa kalmıştı. Çok canlı bir rüya görmüş, ellerini yüzüne bastırmış halde uyanmıştı. Alnındaki şimşek biçiminde yara izi, birisi az önce tenine kızgın bir tel bastırmış gibi alev alev yanıyordu.
Doğruldu, bir eli hâlâ alnındayken, diğeriyle karanlıkta, komodinin üzerinde duran gözlüğüne uzandı. Gözlüğü takınca, pencerenin dışındaki sokak lambasının perdelerden süzülen solgun, puslu turuncu ışığıyla aydınlanan yatak odası netleşti.
Harry "parmaklarını yeniden yara izine götürdü. Hâlâ acıyordu. Yanındaki lambayı yaktı, yataktan mahmur mahmur kalktı, odayı geçti, gardırobunu açıp kapısının içindeki aynaya bir göz attı. On dört yaşında zayıf bir oğlan da ona baktı. Kanşık, siyah saçlarının altındaki parlak yeşil gözlerinde şaşkın bir ifade vardı. Yansımasındaki şimşek biçimli yara izini daha yakından inceledi. İz normal görünüyordu, ama yine de acıyordu.
26

Harry uyanmadan önce gördüğü rüyayı hatırlamaya çalıştı. Öyle gerçek gelmişti ki... Tanıdığı iki kişiyle tanımadığı bir kişi vardı... Tüm dikkatini topladı, kaşlarını çatarak hatırlamaya çalıştı...
Gözlerinin önüne karanlık bir odanın loş görüntüsü geldi... Şöminenin önündeki halının üstünde bir yılan vardı.... Peter adlı, lakabı Kılkuyruk olan ufak tefek bir adam... soğuk, tiz bir ses... Lord Voldemort'un sesi. Düşüncesi bile Harry'nin kendini midesinde bir buz kalıbı varmış gibi hissetmesine yetiyordu.
Gözlerini sımsıkı yumarak Voldemort'un neye benzediğini hatırlamaya çalıştı, ama nafile... Harry'nin bütün bildiği, Voldemort'un koltuğunun bir ara döndüğü ve onun, yani Harry'nin, orada ne oturduğunu gördüğüydü. Korkudan kasılıp kalmış, bu kasılma da onu uyandırmıştı... Yoksa onu uyandıran, yara izinin acısı mıydı?
Hem o yaşlı adam kimdi? Çünkü yaşlı bir adam vardı, orası kesin. Harry onun yere düşüşünü görmüştü. Her şey birbirine karışıyordu. Ellerini yüzüne kapadı, yatak odasının görüntüsünü silikleştirerek o loş ışıklı odanın resmini zihninde tutmaya gayret etti. Ama bunun, avcunun içinde su tutmaya çalışmaktan farkı yoktu. Harry ayrıntıları zihninde tutmaya çalıştıkça, onlar da çabucak akıp gidiyorlardı... Voldemort ve Kılkuyruk öldürdükleri birinden söz ediyorlardı, ama Harry adını hatırlayamıyordu... ve başka birisini öldürmeyi planlıyorlardı... kendisini!..
Harry ellerini yüzünden çekti, gözlerini açtı ve san-
27

ki orada sıradışı bir şey görmeyi bekliyormuş gibi yatak odasına baktı. Aslında bu odadaki sıradışı şeylerin sayısı şaşılacak kadar çoktu. Yatağın ayak ucunda, içinde kazan, süpürge, kara cüppe ve çeşitli büyü kitapları olan büyük bir tahta sandık, kapağı açık duruyordu. Masasının üstünde, kar rengi baykuşu Hedvvig'in genellikle içine tünediği büyük, boş kafesten arta kalan yere parşömen ruloları yayılmıştı. Yerde, yatağının yanında açık bir kitap vardı. Harry önceki gece uykuya dalmadan önce onu okuyordu. Kitaptaki bütün resimler hareket ediyordu. Parlak turuncu cüppeli adamlar, süpürgelerin üzerinde uçup kırmızı bir topu birbirlerine atarak, şimşek gibi bir görünüp bir kayboluyorlardı.
Harry gidip kitabı yerden aldı ve büyücülerden birinin topu 15 metreden yüksek bir çemberin içinden geçirerek müthiş bir gol atmasını izledi. Sonra kitabı çarparak kapattı. Dünyanın en iyi sporu saydığı Quidditch bile şu anda aklını çelemezdi. Cannon'larla Uçmak'1 komodinin üstüne koydu, pencereye gitti ve aşağıdaki sokağı gözden geçirmek için perdeyi açtı.
Bir cumartesi sabahının erken saatlerinde saygın bir banliyö sokağının nasıl görünmesi beklenirse, Privet Drive da aynen öyleydi. Bütün perdeler örtülüydü. Harry'nin karanlıkta görebildiği kadarıyla çevrede lek bir canlı varlık yoktu, bir kedi bile.
Buna rağmen... buna rağmen... Harry huzursuzca yatağa dönüp oturdu, parmağını yeniden yara kine götürdü. Onu rahatsız eden şey, acı değildi. Harry acıya ve yaralara yabancı sayılmazdı. Bir seferinde sağ kolu-

nün bütün kemiklerini kaybetmiş ve bir gecede yeniden çıkmalarına ıstırapla katlanmıştı. Aynı kol çok geçmeden zehirli ve 35 santim uzunluğunda bir yılan dişi tarafından delinmişti. Daha geçen yıl da, havada uçan bir süpürgedeyken, on beş metre yükseklikten düşmüştü. Tuhaf kazalara ve yaralanmalara alışıktı. Eğer Hog-warts Cadılık ve Büyücülük Okulu'na devam ediyorsanız ve belaları üstünüze çekme konusunda hünerliyse-niz, bu kaçınılmaz bir durumdu zaten.
Hayır, Harry'yi rahatsız eden şey, yarası bundan önce son kez acıdığında, buna Voldemort'un yakında oluşunun yol açmasıydı... Ama Voldemort şimdi burada olamazdı ya... Onun Privet Drive'da pusuya yattığı fikri saçmaydı, böyle bir şey imkânsızdı.
Harry çevresini saran sessizliği daha dikkatle dinledi. Yoksa bir merdiven gıcırtısı ya da bir pelerin hışırtısı duymayı mı bekliyordu biraz da? Kuzeni Dudley'nin yan odadan muazzam bir horultu koyverdiğini duyunca, yerinden hafifçe sıçradı.
Şöyle bir silkelenip kafasını topladı. Aptallık ediyordu. Evde Vernon Eniştesi, Perunia Teyzesi ve Dud-ley'den başka kimse yoktu. Ve besbelli hepsi, sıkıntısız ve acısız rüyalar görerek, hâlâ uyuyordu.
Harry, Dursley'leri en çok uyudukları zaman seviyordu. Uyanık olduklarında hiçbir hayırlarını görmemişti de ondan. Vernon Enişte, Petunia Teyze ve Dud-ley, Harry'nin hayattaki tek akrabalarıydı. Büyünün her türünden nefret eden ve büyüyü küçük gören Mugg-le'lardı (büyü dışı insanlardı) onlar, yani Harry onların
29

evinde pislik muamelesi görüyordu. Son üç yıldır Hog-vvarts'a giden Harry'nin uzun süre evden uzak kalışını, herkese onun St Brutus İflah Olmaz Suçlu Çocuklar Çü-venlik Merkezi'ne gittiğini söyleyerek açıklamışlardı. Yaşı küçük bir büyücü olarak, Harry'nin Hogwarts dışında büyü kullanmaya izni olmadığının pekâlâ farkındaydılar. Yine de evde yolunda gitmeyen her şey için onu suçlama eğilimi gösteriyorlardı. Harry onlara asla sırlarını açamamış, büyücülük dünyasındaki hayatına ilişkin herhangi bir şey anlatamamıştı. Uyandıklarında onlara gidip yara izinin acıdığından ya da Voldemort'a ilişkin kaygılarından söz etmeyi düşünmesi bile gülünçtü.
Oysa Harry'nin Dursley'lerin evinde yaşamaya başlamasının nedeni de Voldemort'du. O olmasaydı, Harry'nin alnında şimşek biçiminde bir yara izi olmayacaktı. Voldemort olmasaydı, Harry'nin annesiyle babası hâlâ hayatta olacaktı...
Yüzyılın en güçlü Karanlık büyücüsü, on bir yıldır sürekli güç kazanmış bir büyücü olan Voldemort'un evlerine gelip annesiyle babasını öldürdüğü o gece, Harry bir yaşındaydı. Voldemort sonra asasını Harry'ye çevirmişti. İktidara emin adımlarla yükselişi sırasında birçok yetişkin cadının ve büyücünün işini bitirmiş olan laneti uygulamıştı. Ve, inanılmaz bir şey ama, lanet işlememişti. Küçük çocuğu öldüreceğine, Voldemort'a geri dönmüştü. Harry sadece alnında şimşek biçiminde bir kesikle hayatta kalmıştı, Voldemort ise canını zar zor kurtarabilmişti. Güçleri uçup giden, hayatı neredeyse
30

sönen Voldemort kaçmıştı. Cadılarla büyücülerin gizli topluluğunun onca süredir yaşadığı dehşet ortadan kalkmış, Voldemort'un müritleri dağılmış ve Harry Pot-ter ünlü olmuştu.
On birinci doğum gününde bir büyücü olduğunu öğrenmesi Harry için yeterince şaşırtıcı olmuştu zaten. Gizli büyücülük dünyasındaki herkesin onun adını bilmesi ise, daha da can sıkıcıydı. Harry, Hogwarts'a gittiği zaman, her yerde başların ona döndüğünü ve fısıltıların onu izlediğini görmüştü. Ama alışmıştı artık. Bu yazın sonunda Hogvvarts'taki dördüncü yılına başlayacaktı ve şimdiden, şatoya geri dönmeyi iple çekiyordu.
Ama okula gitmesine daha on beş gün vardı. Umutsuzca yeniden odaya bakındı ve gözü temmuz sonunda en iyi iki arkadaşının ona göndermiş oldukları doğum günü tebriklerine takıldı. Harry onlara yazıp yara izinin acıdığından söz etse ne derlerdi acaba?
Birden Hermione Granger'ın tiz ve panik içindeki sesi kafasını doldurdu sanki.
"Yara izin mi acıdı? Harry, bu gerçekten ciddi bir şey... Profesör Dumbledore'a yaz! Ben de gidip Sık Rastlanan Sihirli Hastalıklar ve Rahatsızlıklar 'a bakayım... Belki orada lanetten kalma yara izleri hakkında bir şeyler vardır..."
Evet, Hermione'nin tavsiyesi bu olurdu: Dosdoğru Hogvvarts Müdürü'ne git ve bu arada da bir kitaba danış. Harry pencereden mürekkebi andıran mavi-siyah gökyüzüne baktı. Şu anda ona bir kitabın yardımı dokunabileceğinden şüpheliydi. Bildiği kadarıyla, Volde-mort'unki gibi bir lanetten sağ kurtulan tek kişi kendi-
31

siydi. Bu yüzden de, Sık Rastlanan Sihirli Hastalıklar ve Rahatsızlıklarda belirtilerinin bir listesini bulma ihtimali çok zayıftı. Müdür'e haber vermeye gelince, Dumbledo-re'un yaz tatilinde nereye gittiği konusunda Harry'nin en ufak fikri yoktu. Bir an, uzun, gümüşi renkte sakalı, yerlere kadar uzanan büyücü cüppesi ve ucu sivri şapkasıyla Dumbledore'u bir yerlerdeki bir kumsala uzanmış, uzun, eğri burnuna güneş losyonu sürerken gözünün önüne getirerek hayli keyiflendi. Ancak, Dumble-dore her neredeyse, Hedwig'in onu bulabileceğinden emindi. Harry'nin baykuşu şimdiye -kadar, adresi olmasa bile, bir mektubu yerine ulaştırmada başarısızlığa uğramamıştı. Ne yazacaktı peki?
Sevgili Profesör Dumbledore, sizi rahatsız ettiğim için özür dilerim, ama bu sabah yara izim acıdı. Saygılarımla, Harry Potter.
Bu kelimeler, daha kâğıda bile geçirmeden, ona aptalca geliyordu.
O da öteki en iyi arkadaşı Ron' VVeasley'nin tepkisini hayal etmeye çalıştı. Bir an sonra Ron'un kızıl saçları, uzun burunlu, çilli yüzü şaşkın bir ifadeyle Harry'nin önünde duruyor gibiydi.
"Yara izin mi acıdı? Ama... ama Kim-Olduğunu-Bilir-sin-Sen şu anda senin yakınında olamaz, değil mi? Yani... olsa bilirdin, değil mi? Seni yeniden öldürmeye çalışırdı, değil mi? Bilmiyorum, Harry, belki de lanetten kalma yara izleri hep biraz sancıyordur... Babama sorayım..."
Mr VVeasley, Sihir Bakanlığı'nda Muggle Eşyalarının Kötüye Kullanımı Dairesi'nde çalışan, tam anlamıy-
32

la yetkin bir büyücüydü, ama Harry'nin bildiği kadarıyla lanetler konusunda özel bir uzmanlığı yoktu. Hem Harry bütün VVeasley ailesinin, sırf kendisi birkaç dakika acı çekti diye diken üstünde oturması fikrinden hoşlanmıyordu. Mrs VVeasley, Hermione'den de beter yaygara koparırdı. Ron'un on altı yaşındaki ikiz ağabeyleri Fred ve George ise, Harry'nin dayanma gücünü yitirmekte olduğunu düşünebilirlerdi. VVeasley'ler, Harry'nin dünyada en sevdiği aileydi. Şu sıralarda onu evlerinde kalmaya davet edeceklerini umuyordu (Ron, Quidditch Dünya Kupası hakkında bir şeyler söylemişti) ve yara izi hakkında endişeli sorularla ziyaretinin tadının kaçmasını istemiyordu.
Harry yumruklarıyla-alnına masaj yaptı. Aslında istediği (ve kendi kendine itiraf etmeye neredeyse utandığı) şey - anne ya da baba gibi bir şeydi. Kendini bir aptal gibi hissetmeden akıl danışabileceği yetişkin bir büyücü, onunla ilgilenen biri, Kara Büyü deneyimi olan biri...
Ve sonra çözümü buluverdi. Öyle basit, öyle açıktı ki, bulmasının bunca uzun sürdüğüne inanamıyordu -Sinüs.
Harry yatakta zıplayıp doğruldu, bir telaş odanın öbür tarafına gitti ve yazı masasına oturdu. Bir parşömen aldı, kartal tüyü kalemini mürekkebe batırdı, Sevgili Sirius yazdı, sonra da duraksadı. Hem meseleyi en iyi şekilde nasıl ifade edeceğini düşünüyor, hem de Si-rius'un nasıl olup da hemen aklına gelmediğine şaşıyordu. Öte yandan, aklına gelmemesi belki de o kadar
33

şaşırtıcı sayılmazdı - çünkü Sirius'un vaftiz babası olduğunu ancak iki ay önce öğrenmişti.
Sirius'un o vakte kadar Harr/nin hayatının tamamen dışında oluşunun basit bir nedeni vardı - Sirius, Azkaban'daydı: Kaçtığında onu aramak için Hog-vvarts'a gelen Ruh Emici adlı yaratıkların, gözleri görmeyen, ruh emen zebanilerin muhafızlık ettiği dehşet verici büyücü hapishanesinde. Oysa Sirius masumdu -onun mahkûm olduğu cinayetler, şimdi herkesin ölmüş olduğuna inandığı Voldemort destekçisi Kılkuyruk tarafından işlenmişti. Ne var ki, Harry, Ron ve Hermione onun ölmediğini biliyorlardı; geçen yıl Kılkuyrukla karşı karşıya gelmişlerdi, ama anlattıklarına bir tek Profesör Dumbledore inanmıştı.
Sirius, adı temizlenir temizlenmez Harr/ye kendi evinde kalmasını önerdiği için, Harry, harikulade bir saat boyunca, nihayet Dursley'lerden ayrılacağına inanmıştı. Ama bu fırsat elinden çekilip alınmıştı - Kılkuyruk daha onu Sihir Bakanlığı'na götürmeleri nasip olmadan sıvışmış, bu durumda Sirius da canını kurtarmak için kaçmak zorunda kalmıştı. Harry onun Şahga-ga adlı bir Hipogrif e binip kaçmasına yardım etmişti. Sirius o gün bu gün kaçaktı. Harry, Kılkuyruk kaçmamış olsa sahip olabileceği yuvayı yaz boyunca aklından çıkaramamıştı. Onlardan ebediyen kurtulmasına ramak kaldığını bile bile Dursley'lere dönmek de iki misli zor olmuştu.
Bununla beraber, Sirius, Harry'nin yanında olamasa bile, yine de ona biraz yardımı dokunmuştu. Harry,
34

bütün okul eşyalarının şimdi yatak odasında, yanında olmasını Sirius'a borçluydu. Dursley'ler daha önce buna asla izin vermemişti. Hem Harry'yi mümkün olduğunca perişan etme isteklerinden, hem de onun güçlerine karşı duydukları korkudan dolayı, bundan önceki her yaz okul sandığım merdivenin altındaki dolaba ki-litlemişlerdi. Ama Harry'nin vaftiz babasının tehlikeli bir cani olduğunu öğrendikleri zaman tavırları değişti -Harry onlara Sirius'un masum olduğunu söylemeyi unutuvermiş (!), bu da pek işine yaramıştı.
Harry, Privet Drive'a döndükten sonra Sirius'tan iki mektup almıştı. İkisini de (büyücüler arasında alışıla-geldiğinin aksine) baykuşlar değil, büyük, rengârenk tropik kuşlar getirmişti. Hedvvig bu cakalı, davetsiz misafirlerden hoşlanmamıştı, yeniden uçup gitmelerinden önce kendi su kabından su içmelerine izin verirken bile pek gönülsüzdü. Harry ise onları sevmişti. Aklına palmiye ağaçlarını ve beyaz kumları getiriyorlardı ve Siri-us her neredeyse (mektuplar ele geçerse diye Sirius bunu hiç söylememişti) hoşça vakit geçirdiğini umuyordu. Harry nedense Ruh Emici'lerin parlak güneş ışığına pek fazla dayanacaklarından şüpheliydi. Belki de Sirius bunun için güneye gitmişti. Şimdi Harry'nin odasındaki o son derece yararlı gevşek döşeme tahtası altında saklı duran mektuplarının neşeli bir havası vardı. Her ikisinde de, eğer ihtiyacı olursa onu araması için Harry'yi uyarmıştı. Eh, şimdi ihtiyacı vardı işte...
Güneşin doğmasından önceki o soğuk kurşuni ışık yavaş yavaş odaya süzülürken, Harry'nin lambası daha
35

az ışık verir oldu sanki. Sonunda, güneş doğup da yatak odasının duvarlan altın rengine bürününce ve Ver-non Enişte ile Petunia Teyze'nin odasından sesler gelmeye başlayınca, Harry çalışma masasındaki buruşuk parşömenleri temizledi ve bitmiş mektubunu bir kez daha okudu.
Sevgili Sirius,
Son mektubun için teşekkürler. O kuş feci büyüktü, penceremden içeri zor sığdı.
Burada her şey her zamanki gibi. Dudley'nin rejimi pek iyi gitmiyor. Dün teyzem onu gizlice odasına şekerli çörek sokmaya çalışırken yakaladı. Bunu yapmaya devam ederse harçlığını keseceklerini söylediler, o da gerçekten kızdı ve PlayStation'ını camdan aşağı attı. Oyun oynanabilen bir tür bilgisayar bu. Aslında biraz aptalca bir davranış, çünkü şimdi onu oyalayıp aklını başka şeylerden uzak tutacak bir Mega-Mutilation 3'ü bile yok.
Ben iyiyim, neden dersen, Dursley'lerin sen geri dönersin de ben istersem hepsini yarasaya çevirirsin diye ödleri patlıyor.
Ama bu sabah tuhaf bir şey oldu. Yara izim yeniden acıdı. Geçen sefer Voldemort Hogwarts'ta olduğu için acı-mıştı. Ama yakınlarımda bir yerde olabileceğini sanmıyorum. Olamaz, değil mi? Lanetten kalma yara izlerinin bazen yıllar sonra da acıyıp acımadığını biliyor musun?
Hedwig geri dönsün, bunu onunla yollayacağım. Şu anda dışarıda avlanıyor. Şahgaga'ya benden selam söyle.
Harry
36

Evet, diye düşündü Harry, bu hiç fena görünmüyor. Rüyayı yazmanın âlemi yoktu. Çok kaygılıymış izlenimi uyandırmak istemiyordu. Parşömeni katladı, Hed-wig döndüğünde hazır olsun diye yazı masasında bir kenara koydu. Sonra ayağa kalktı, gerindi ve bir kez daha gardırobunu açtı. Aynadaki yansımasına bakmadan, kahvaltıya inmek için giyinmeye koyuldu.

37

GeCeLeR
12-10-2006, 01:55 AM
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Davet
Harry mutfağa geldiğinde, üç Dursley masaya oturmuşlardı bile. O içeri girerken de, otururken de hiçbiri başını kaldırıp bakmadı. Vernon Enişte'nin kocaman, kırmızı yüzü o sabahki Daily Mail'in arkasına gizlenmişti, Petunia Teyze, dudakları at gibi dişler nin üzerinde büzülmüş, elindeki greypfrutu dörde bölüyordu.
Dudley çok kızgın ve somurtkandı. Ve her nasılsa, her zamankinden fazla yer işgal eder gibiydi... ki bu da az şeysayılmazdı, çünkü daima kare masanın bütün bir yanını kendi başına doldururdu. Petunia Teyze şekersiz greypfrurun dörtte birini, sesi titreye titreye, "Al bakalım, Diddy'çiğim," diyerek onun tabağına koyunca, Dudley annesine dik dik baktı. Karn Tini alıp yaz tatili için eve geldiğinden beri hayat onun için pek tatsız bir hal almıştı.
Vernon Enişte ile Petunia Teyze her zamanki gibi onun kötü notlarına bahane bulmayı başarmışlardı: Petunia Teyze hep Dudley'nin öğretmenleri tarafından
38

anlaşılmayan çok yetenekli bir çocuk olduğunda ısrar ederdi zaten. Vernon Enişte de, "Oğul olarak, inekleyen küçük bir hammevladı istemediğini," iddia ederdi. Karnedeki zorbalık suçlamalarım da es geçerlerdi - "Şamatacı küçük bir oğlan, ama sineği bile incitmez!" demişti Petunia Teyze, gözleri yaşlı.
Ancak karnenin alt tarafında okul hemşiresinin yazdığı birkaç veciz söz vardı ki, Vernon Enişte ile Petunia Teyze bile herhangi bir açıklamayla hakkından gelememişlerdi. Petunia Teyze, "Dudley iri kemikli bir çocuk, kiloları da aslında bebek tombişliğinden, hem büyüme çağında bir erkek çocuk olarak çok yiyeceğe ihtiyacı var," diye ne kadar feryat ederse etsin, bu feryatlar okul formalarını hazırlayanların artık Dudley'nin üstüne olacak büyüklükte pantolon yapmadığı gerçeğini ortadan kaldırmıyordu. Hemşire, Petunia Teyze'nin gözlerinin -kendi pırıl pırıl duvarlarında parmak izi saptama ya da komşuların geliş gidişlerini gözleme konusunda öylesine keskin olan o gözlerin- görmeyi resmen reddettiği şeyi görmüştü: Fazladan beslenmeye ihtiyacı olmak şöyle dursun, Dudley aşağı yukarı genç bir katil balinanın büyüklüğüne ve kilosuna erişmişti.
Böylece -birçok huysuzluk nöbetinden, Harry'nin yatak odasının bulunduğu katı sarsan tartışmalardan ve Petunia Teyze'nin sel olup akan gözyaşlarından sonra- yeni rejim başlamıştı. Buzdolabından Dudley'nin en sevdiği şeylerin hepsi -köpüklü içeceklerle pastalar, çikolata ve burger'ler- çıkarılmış, onların yerine meyvelerle sebzeler ve Vernon Enişte'nin "tavşan yemi" dedi-
, 39

ği türden şeyler konmuştu. Kapısına da Smeltings okulu hemşiresinin gönderdiği rejim listesi yapıştırılmıştı. Dudley kendini daha iyi hissetsin diye, Perunia Teyze bütün ailenin rejime uymasında ısrar etmişti. İşte şimdi de Harry'ye çeyrek greypfrut veriyordu. Harry, bunun Dudley'ninkinden çok daha küçük olduğunu fark etti. Petunia Teyze, Dudley'nin moralini ayakta tutmanın en iyi yolunun, hiç değilse Harry'den fazla yemesini garantiye almak olduğunu düşünüyordu besbelli.
Ama Petunia Teyze, yukarıdaki gevşek döşeme tahtasının altında neler saklı olduğunu bilmiyordu. Aslında Harry'nin rejime uymadığından haberi bile yoktu. Harry, yaz boyu çubuk havuçlarla besleneceği gerçeğini fark eder etmez, bir imdat çağrısıyla Hedwig'i arkadaşlarına yollamıştı. Onlar da durumun gereğini muhteşem bir şekilde yerine getirmişlerdi. Hedvvig, Hermi-one'nin evinden ağzına kadar şekersiz abur cuburla dolu (Hermione'nin annesiyle babası diş hekimiydi) koca bir kuruyla dönmüştü. Hogvvarts'm bekçisi Hagrid, çağrıya kendi eliyle yaptığı taş pastalarla karşılık vermişti (Harry bunlara elini sürmedi, Hagrid'in yemekleri konusunda daha önce hayli deneyimi olmuştu). Mrs VVeasley ise ailenin baykuşu Errol'la muazzam bir meyveli pasta ve çeşit çeşit börek yollamıştı. İhtiyar ve halsiz olan zavallı Errol, bu yolculuğun ardından ancak beş günde kendine gelebilmişti. Sonra Harry'nin doğum gününde (Dursley'ler bu günü tümüyle yok saydılar) Ron, Hermione, Hagrid ve Sirius'tan dört tane muhteşem doğum günü pastası geldi. İki tanesi hâlâ
40

duruyordu, Harry odasına gidince doğru dürüst bir kahvaltı edeceği için greypfrutunu hiç şikâyet etmeden yedi.
Vernon Enişte hoşnutsuzlukla derin derin havayı koklayarak gazetesini kenara koydu ve kendi çeyrek greypfrutuna baktı.
"Hepsi bu mu?" dedi Petunia Teyze'ye, aksi aksi.
Petunia Teyze ona anlamlı ve sert bir bakış fırlattı. Başıyla, kendi greypfrut çeyreğim çoktan bitirmiş ve küçük, domuz gözlerinde çok ekşi bir bakışla Harry'ninkini süzen Dudley'yi işaret etti.
Vernon Enişte büyük, fırça gibi bıyığını kabartarak of çekti. Kaşığını eline aldı.
Az sonra kapı zili çaldı. Vernon Enişte sandalyesinden bir gayret kalkarak holden kapıya doğru yürüdü. Dudley, annesi çaydanlıkla meşgulken, babasının greypfrutundan kalanı şimşek hızıyla yürüttü.
Harry kapıda konuşmalar duydu. Biri güldü, Vernon Enişte kısa bir cevap verdi. Sonra ön kapı kapandı ve holden yırtılan kâğıt sesi geldi.
Petunia Teyze çaydanlığı masaya koyup, Vernon Enişte'nin ne yapmaya gittiğini anlamak için merakla baktı. Fazla meraklanması da gerekmedi, çünkü Vernon Enişte bir dakika sonra geri dönmüştü bile. Üstelik sinirden mosmordu.
"Sen," dedi Harry'ye, havlarcasına. "Oturma odasına. Hemen."
Bu sefer ne kabahat işlediğini bilemeyen Harry, şaşkın şaşkın ayağa kalkıp Vernon Enişte'nin ardından
41

mutfaktan çıktı, sonra bitişik odaya gitti. Adam kapıyı ikisinin ardından hızla kapattı.
"Demek öyle," dedi, şömineye asker adımlarıyla giderek. Sanki Harry'ye tutuklandığım bildirecekmiş gibi, dönüp onun yüzüne baktı. "Demek öyle."
Harry, "Nasıl yani?" demeyi çok isterdi, ama Ver-non Eniştesi'nin öfkeli mizacını sabahın bu erken saatinde uyandırmanın doğru olmadığım hissediyordu. Hele bu mizaç yiyeceksizlikten dolayı ağır bir gerilim altındayken. Onun için de kibar bir şekilde şaşkın görünmeyi seçti.
Vernon Enişte, "Bu az önce geldi," dedi. Mor bir dosya kâğıdını Harry'nin yüzüne doğru salladı. "Bir mektup. Seninle ilgili."
Harry'nin şaşkınlığı arttı. Vernon Enişte'ye onunla ilgili kim yazardı ki? Mektuplarını postacıyla gönderen kimi tanıyordu?
Vernon Enişte, önce Harry'yi yiyecekmiş gibi süzdü, sonra da başını eğip mektuba baktı ve yüksek sesle okumaya koyuldu:
Sayın Mr ve Mrs Dursley,
Hiç tanıştırılmadık, ama eminim ki Harry'den oğlum Ron hakkında bir sürü şey duymuşsunuzdur.
Harry'nin de size sözünü etmiş olabileceği Quid-ditch Dünya Kupası finali önümüzdeki pazartesi gecesi yapılıyor ve kocam Arthıır, Sihirli Oyunlar ve Sporlar Dairesi'ndeki bağlantıları sayesinde en iyi yerden bilet almayı başardı.
42

Umarım Harry'yi de maça götürmemize izin verirsiniz, çünkü bu, hayatta insanın eline bir kez geçecek bir fırsat, ingiltere Kupaya otuz yıldır ev sahipliği etmedi, bilet bulmak da çok zor. Tabii Harry'nin yaz tatilinin geri kalanını burada geçirmesinden ve onu okula dönerken sağ salim trene bindirmekten de memnuniyet duyarız.
Harry'nin bize cevabınızı normal yoldan mümkün olduğu kadar çabuk göndermesi iyi olur, çünkü Muggle postacı bizim evimize şimdiye kadar hiçbir şey getirmedi ve evin nerede olduğunu bildiğinden de emin değilim.
Harry'yi yakında görmeyi umut ediyoruz.
Saygılarımla,
Molly Vfeasley
Not: Umarım yeterince pul yapıştırmışımdır.
Vernon Enişte okumayı bitirdi, elini yeniden göğüs cebine soktu ve başka bir şey çıkardı,
"Şuna bak," diye hırladı.
İçinden Mrs VVeasley'nin mektubunun çıktığı zarfı gösterdi, Harry gülmemek için kendini zor tuttu. Zarfın her santimi pulla kaplıydı, Mrs VVeasley'nin Dursley'le-rin adresini karınca duası gibi bir yazıyla sıkıştırdığı, ön taraftaki 1,5 santimetrekare hariç.
Harry, sesine, Mrs VVeasley'ninki herkesin yapabileceği bir hataymış edası vermeye çalışarak, "Öyleyse, yeterince pul koymuş," dedi. Eniştesinin gözleri alevlendi.
Dişlerini gıcırdatarak, "Postacı fark etti," dedi. "Bu mektubun nereden geldiğiyle çok ilgilendi, evet. Kapı
43

zilini onun için çalmış. Komik olduğunu düşünüyordu."
Harry hiçbir şey söylemedi. Başkaları belki Vernon Enişte'nin çok pul konmuş diye neden böyle yaygara kopardığını anlamazdı ama, Harry, Dursley'lerle yeterince birlikte yaşamıştı. Onların sıradanlığın biraz da olsa dışına çıkan her şey konusunda ne kadar hassas olduklarını biliyordu. En büyük korkuları da, birisinin Mrs VVeasley gibi insanlarla (ne kadar uzaktan da olsa) bir bağlan olduğunu anlamasıydı.
Vernon Enişte, yüzündeki tarafsız ifadeyi korumaya çalışan Harry'ye hâlâ yiyecekmiş gibi bakıyordu. Harry eğer aptalca bir şey yapmaz ya da söylemezse, hayahnm en büyük armağanına kavuşabilirdi. Vernon Enişte'nin bir şey söylemesini bekledi, ama o sadece dik dik bakmaya devam etti. Harry sessizliği bozmaya karar verdi.
"Yani - gidebilir miyim?" diye sordu.
Vernon Enişte'nin kocaman, mor yüzü hafif bir kasılma geçirmiş gibi titredi. Bıyığı diken diken oldu. Harry o Jnyığın ardında olan biteni bildiğini düşünüyordu: Vernon Enişte'nin en temel içgüdülerinden ikisinin birbiriyle çelişmesinden doğan vahşi bir savaş. Harry'nin gitmesine izin vermek Harry'yi mutlu edecekti - ki Vernon Enişte on üç yıldır böyle bir şeyi engellemek için var gücüyle mücadele etmişti. Öte yandan, Harry'nin yazın geri kalanında ayak altından çekilip Weasley'lere gitmesi, ondan, umduklarından iki hafta önce kurtulmaları anlamına geliyordu ve Vernon Enişte, Harry'nin evde olmasından nefret ediyordu.
44

Kendine düşünme payı tanımak için yeniden başını eğip Mrs VVeasley'nin mektubuna baktı.
İmzayı hoşnutsuzlukla süzerek, "Kim bu kadın?" diye sordu.
"Onu gördünüz," dedi Harry. "Arkadaşım Ron'un annesi, onu geçen sömestr sonunda Hog - okul treniyle geldiğinde karşılamıştı."
Az kalsın "Hogwarts Ekspresi" diyecekti, ki bu da eniştesinin öfkeyle köpürmesi için birebirdi. Kimse Dursley'lerin evinde Harry'nin okulunun adını yüksek sesle söylemezdi.
Vernon Enişte muazzam büyüklükteki yüzünü pek nahoş bir şeyi hatırlamaya çalışırmışçasına büzdü.
Sonunda, "Tıknaz bir kadın mı?" diye hırladı. "Kızıl saçlı bir sürü çocuğu olan?"
Harry kaşlarını çattı. Kendi oğlu Dudley üç yaşından beri yatkın göründüğü şeyi nihayet başarıp boyundan çok enine gitmişken, Vernon Enişte'nin herhangi birine "tıknaz" demesi biraz tuhaf kaçıyordu doğrusu.
Vernon Enişte yine mektubu inceliyordu.
Of çeker gibi, "Quidditch," diye mırıldandı. "Qnid-ditch - bu saçmalık da neyin nesi?"
Harry'nin kanı bir kez daha beynine sıçradı.
Lafı uzatmadan, "Bir spor," dedi. "Süpürge üzerinde oynanır -"
Vernon Enişte yüksek sesle, "Tamam, tamam!" dedi. Harry eniştesinin birazcık paniğe kapılmış gibi göründüğünü fark edip memnun oldu. Anlaşılan Vernon Enişte'nin sinirleri kendi oturma odasında "süpürge"
45

sözünü duymaya dayanamıyordu. Yeniden mektubu incelemeye sığındı. Harry onun dudaklarıyla "cevabınızı normal yoldan göndermesi" kelimelerini oluşturduğunu gördü, Eniştesi kaşlarını çattı.
"Normal yoldanmış," dedi tükürür gibi. "Ne demek istiyor?"
"Bizim için normal olan yoldan," dedi Harry ve eniştesinin lafını kesmesine fırsat bırakmadan ekledi: "Biliyorsunuz, baykuş postası. Büyücüler için normal olanı budur."
Vernon Enişte, sanki Harry az önce iğrenç bir küfür etmiş gibi kızmış görünüyordu. Öfkeyle titreyerek pencereden dışarı tedirgin bir bakış attı, komşulardan bazılarını kulakları cama yapışmış halde görmeyi bekliyordu sanki.
"Sana benim çatım altında bu anormalliklerden söz etme diye kaç kez tembih etmem lazım?" diye tısladı. Yüzü canlı bir mor erik rengine bürünmüştü. "Orada, nankör sırtına Petunia ve benim geçirdiğimiz giysilerle durmuş -"
Harry soğuk soğuk, "Ancak Dudley'nin onlarla işi bittikten sonra," dedi. Gerçekten de, sırtında ona öyle büyük gelen bir sweatshirt vardı ki, ellerini kullanabilmek için kol ağızlarını beş kez kıvırmak zorunda kalmıştı, sweatshirt'ün eteği de haddinden bol blucininin dizlerinden aşağı kadar iniyordu.
Vernon Enişte hiddetle titr îyerek, "Benimle bö} le konuşamazsın!" dedi.
Ama Harry buna boyun eğmeyecekti. Dursley'lerin
46

bütün o aptalca kurallarına uymak zorunda olduğu günler artık geride kalmıştı. Dudley'nin rejimini uygulamayacaktı, Vernon Enişte'nin onun Quidditch Dünya Kupası'na gitmesini engellemesine izin vermeyecekti... yani elinden gelirse.
Harry derin bir soluk alıp sakinleşmeye çalıştıktan sonra, "Peki," dedi. "Dünya Kupası'ru göremeyeceğim. Öyleyse, şimdi gidebilir miyim? Sirius'a yazdığım bir mektubu bitirmek istiyorum da. Biliyorsunuz - vaftiz babam."
Yapmıştı işte. Sihirli kelimeleri söylemişti. Durup Vernon Enişte'nin yüzündeki mor rengin leke leke geri çekilişini izledi. Şimdi o yüz, kötü karıştırılmış kara frenküzümü dondurmasına benziyordu.
"Ona - ona yazıyorsun, öyle mi?" dedi Vernon Enişte, sözde sakin bir sesle - ama Harry onun minik gözbebeklerinin ani bir korkuyla kısıldığını gördü.
Kayıtsızca, "Şey - evet," dedi Harry. "Benden haber alalı epey oldu ve, biliyor musunuz, haber almayınca bir şeyler yolunda gitmiyor galiba diye düşünüyor."
Bu sözlerin yarattığı etkinin, keyfini çıkarmak için sustu. Vernon Enişte'nin kalın, siyah, özenle ortadan ayrılmış saçlarının altında dişli çarkların çalışmasını görüyor gibiydi. Eğer Harry'nin Sirius'a yazmasına engel olursa, Sirius, Harry'ye kötü muamele edildiğini düşünecekti. Eğer Harry'ye Quidditch Dünya Kupası'na gidemeyeceğini söylerse, Harry de yazıp durumu Sirius'a anlatacaktı ve böylece Sirius, Harry'ye kötü muamele edildiğini bilecekti. Vernon Enişte'nin yapabileceği tek
47

bir şey vardı. Harry, o büyük, bıyıklı yüz şeffafmışçası-na, sonucun eniştesinin zihninde oluşumunu görebiliyordu. Gülümsememeye, yüzünü mümkün olduğunca ifadesiz tutmaya gayret etti. Ve sonra -
"Eh, madem öyle, peki. Bu kahrolası... bu aptal... bu Dünya Kupası denen şeye gidebilirsin. Sakın şu - şu Weasley'lere yazıp seni almalarını söylemeyi unutma, ha. Seni ülkenin dört bir yanına bırakacak vaktim yok benim. Ve yazın geri kalanını da orada geçirebilirsin. Ve şeyine - vaftiz babana söyleyebilirsin... söyle ona... gideceğini söyle."
Harry neşeyle, "Tamam öyleyse," dedi.
Havaya zıplayıp çığlık atma arzusunu bastırmaya çalışarak, dönüp oturma odası kapısına doğru yürüdü. Gidiyordu, hey! Weasley'lere gidiyordu, Quidditch Dünya Kupası'm izleyecekti!
Dışarıda holde az daha, besbelli Harry'ye haddinin bildirileceğini duyma umuduyla kapının arkasına sinmiş olan Dudley'ye çarpıyordu. Oğlan, Harry'nin yüzündeki koca gülümsemeyi görünce şok geçirdi.
"Mükemmel bir kahvaltıydı, değil mi?" dedi Harry. "Ben tıkabasa doydum, ya sen?"
Dudleynin yüzündeki şaşkın bakışa gülerek merdiveni üçer üçer çıktı ve kendini yeniden yatak odasına attı.
İlk gördüğü şey, Hedwig'in geri dönmüş olduğuydu. Kafesinde oturmuş, koskoca, kehribar rengi gözleriyle Harry'ye bakıyor ve bir şeye kızdığını gösterecek şekilde gagasını tıkırdatıp duruyordu. Onu neyin kızdırdığı hemen belli oldu.
48

"AHH!" dedi Harry.
Küçük, gri, tüylü bir tenis topuna benzeyen bir şey başının yanına çarpmıştı. Hemen başını şiddetle ovmaya başladı, başını kaldırıp kendisine neyin çarptığına baktı. Minyatür bir baykuştu, avcuna sığacak kadar küçüktü. Odada serseri mayın gibi dolanarak heyecanla vızıldıyordu. Derken Harry baykuşun ayağının dibine bir mektup bırakmış olduğunu gördü. Eğildi, Ron'un elyazısını tanıdı, zarfı yırtarak açtı. İçinde aceleyle çi-ziktirilmiş bir not vardı.
Harry - BABAM BlLETLERÎ ALDI - Irlanda-Bul-garistan maçı, pazartesi gecesi. Annem senin burada kalman için Muggle'lara yazıyor. Belki de mektup ellerine geçmiştir bile, Muggle'ların ne süratle postaladıklarını bilmiyorum, Ne olursa olsun, bunu Pig'le göndereyim dedim.
Harry bir "Pig" (domuz) kelimesine baktı, bir de artık tavandaki avizenin çevresinde vınlayan minik baykuşa. Hayatında domuza bu kadar benzemeyen bir şey görmemişti. Belki de Ron'un elyazısını okuyamamıştı. Yeniden mektuba döndü:
Muggle'ların hoşuna gitse de gitmese de seni almaya geliyoruz, Dünya Kupası'nı kaçıramazsın, ama annemle babam önce onların iznini alıyormuş gibi yapmamızın daha iyi olacağını düşünüyorlar. Evet derlerse, mesajını Pig'le hemen yolla, pazar saat beşte gelip sem alırız. Ha-
49

yır derlerse, Pig'i hemen geri yolla ki, seni yine de pazar saat beşte alalım.
Hermione bugün öğleden sonra geliyor. Percy işe başladı - Uluslararası Sihirsel işbirliği Dairesinde. Buradayken yurtdışı hakkında tek laf etme, tabii sıkıntıdan patlamak istemiyorsan.
Yakında görüşürüz - Ron
Başının üstünde alçaktan uçan küçük baykuşa, "Sakin ol!" dedi. Baykuşçuk çılgınca şakıyordu, Harry bunun olsa olsa mektubu doğru insana getirmenin gururu olduğunu düşündü. "Gel buraya. Cevabımı geri götürmen gerek!"
Baykuş kanatlarını çırparak Hedwig'in kafesinin tepesine kondu. Hedvvig, cesaretin varsa daha yakma gel dercesine soğuk soğuk baktı ona.
Harry kartal tüyünden kalemini bir kez daha kapıp önüne boş bir parşömen çekti ve yazmaya koyuldu:
s
Ron, iş tamam, Muggle'lar gidebilirsin diyor. Yarın beşte görüşürüz. Sabırsızlanıyorum. Harry
Bu notu küçücük küçücük katladı, durduğu yerde heyecandan zıplayan minik baykuşun bacağına büyük bir güçlükle bağladı. Not sıkı sıkı bağlandığı anda baykuş havalandı. Pencereden dışarı vınlayıp gözden kayboldu.
Harry, Hedvvig'e döndü.
"Kendini uzun bir seyahate çıkabilecek gibi hissediyor musun?" diye sordu.
50

Hedvvig vakur bir şekilde öttü.
Mektubunu alarak, "Bunu benim için Sirius'a götürebilir misin?" diye sordu Harry. "Dur biraz... Bitireyim de öyle."
Parşömeni açıp telaşla bir not ekledi.
Eğer benimle temasa geçmek istersen, yazın geri kalanında arkadaşım Ron Weasley'nin evinde olacağım. Babası Quiddıtch Dünya Kupası için bize bilet bulmuş!
Mektup bitince onu Hedvvig'in ayağına bağladı. Hedvvig her zamankinden hareketsiz duruyordu, gerçek bir posta baykuşunun nasıl davranması gerektiğini göstermeye kararlı gibiydi.
Harry, "Geri döndüğünde Ron'larda olacağım, tamam mı?" dedi.
Hedwig onun parmağını muhabbetle gagaladı ve sonra muazzam kanatlarını hafif bir ıslık sesiyle açıp pencereden dışarı süzüldü.
Harry o gözden kaybolana kadar ardından baktı, sonra sürünerek yatağının altına girip gevşek döşeme tahtasını kaldırdı. Koca bir parça doğum günü pastası çıkardı. Yerde oturup onu yerken, içinde sel gibi akan mutluluğun tadını çıkardı. Onun pastası vardı, Dud-ley'nin ise greypfruttan başka bir şeyi yoktu. Güzel bir yaz günüydü, yarın Privet Drive'den ayrılıyordu, yara izi yine tamamen normale dönmüştü ve Quidditch Dünya Kupası'm izleyecekti. Şu sırada herhangi bir şey için kaygılanması çok zordu - Lord Voldemort dahil.
51

GeCeLeR
12-10-2006, 01:56 AM
DÖRDÜNCÜ BOLUM
Kavuk'a Dönüş

Ertesi gün saat on iki olduğunda Harry sandığını okul malzemeleriyle ve en kıymetli eşyalarıyla doldurmuştu bile: Babasından miras kalan Görünmezlik Pelerini, Sirius'tan aldığı süpürge, önceki yıl Fred ve Geor-ge VVeasley'nin verdiği sihirli Hogvvarts haritası. Döşemedeki gevşek tahtanın altına sakladığı bütün yiyecekleri almış, unuttuğu büyü kitabı ya da tüy kalem kalmasın diye odasının her köşesine bakmıştı. Eylülün birine, yani Hogwarts'a dönmesine ne kadar kaldığını saymak için her geçen günü işaretlediği çizelgeyi de duvardan indirmişti.
Privet Drive dört numarada hava çok gergindi. Eve bir grup büyücünün gelecek olması, Dursley'leri telaşlandırıp sinirlendirmişti. Harry, VVeasley'lerin ertesi gün saat beşte geleceğini söylediğinde, Vernon Enişte'nin yüzüne düpedüz korku dolu bir ifade yerleşmişti.
"Umarım o insanlara doğru dürüst giyinmelerini söylemişsindir," diye homurdandı. "Sizin tayfanın ne
52

biçim şeyler giydiğini görmüştüm. Üstlerine normal kıyafetler geçirme nezaketini gösterseler iyi olur diyorum."
Harry'nin içinde kötü bir his uyandı. Mr ve Mrs VVeasley'nin, Dursley'lerin "normal" olarak tanımlayacağı bir şey giydiklerini hiç görmemişti. Çocukları tatillerde Muggle kıyafetleri giyiyor olabilirdi, ama Mr ve Mrs VVeasley ya hafiften ya da bütün bütüne pejmürde cüppeler giyerlerdi. Harry'nin canını sıkan, komşuların ne düşüneceği değildi. VVeasley'ler Dursley'lerin kafalarındaki en kötü büyücü tipine uyan bir görünümde gelirlerse, kötü muamele göreceklerinden endişeleniyordu.
Vernon Enişte en iyi takım elbisesini giymişti. Bu, kimilerine nazik bir karşılama ifadesi gibi görünebilirdi, ama Harry asıl nedenin Vernon Enişte'nin etkileyici ve karşısındakini sindirecek bir izlenim uyandırma isteğinde yattığını biliyordu. Öte yandan, Dudley sanki küçülmüş gibiydi. Yaptığı rejim nihayet etkisini gösteriyor olduğundan değil, korkudan. Dudley yetişkin £;- ^ü. yücüyle son karşılaşmasından pantolonunun arka tarafında bir domuz kuyruğuyla çıkmış, Petunia Teyze'yle Vernon Enişte Londra'daki özel bir hastanede kuyruğu aldırmak için para vermek zorunda kalmışlardı. Bu yüzden Dudley'nin ikide bir elini kaygıyla arkasına götürmesi ve düşmana bir kez daha aynı hedefi açmamak için odadan odaya yan yan yürüyerek dolaşması hiç şaşırtıcı değildi.
Öğle yemeklerini neredeyse tamamen sessizlik için-
, 53

de yediler. Hatta Dudley yemeğe itiraz bile etmedi (süzme peynir ve rendelenmiş kereviz vardı). Petunia Teyze hiçbir şey yememişti. Kollarını göğsünde kavuşturmuş, dudaklarını büzmüştü. Görünüşe bakılırsa dilini çiğniyordu. Sanki Harry'ye yöneltmek için yanıp tutuştuğu öfkeli eleştirilerini dilini ısırarak kontrol altında tutuyordu.
Vernon Enişte masanın öbür ucundan, "Arabayla geliyorlardır herhalde?" dedi havlarcasına.
"Şeyy," dedi Harry.
Bunu hiç düşünmemişti. Sahi, Weasley'ler onu neyle alacaklardı? Artık bir arabalan yoktu; eski Ford Ang-lia'ları şu anda ipini koparmış halde, Hogwarts'taki Yasak Orman'da vahşi bir hayat sürüyordu. Ama Mr We-asley geçen sene Sihir Bakanlığı'ndan bir araba ödünç almıştı, bugün de aynı şeyi yapamaz mıydı?
"Sanırım," dedi Harry.
Vernon Enişte bıyığını titreterek burnundan soludu. Normal şartlarda Vernon Enişte Mr VVeasley'nin arabasının modelini sorardı; insanlan arabalarının büyüklüğüne ve pahalılığına göre değerlendirme eğilimi vardı. Ama Mr VVeasley bir Ferrari'yle gelse bile, Harry, Ver- ,jjj non Enişte'nin onu beğeneceğinden şüpheliydi.
Harry öğleden sonranın büyük bir bölümünü oda- | smda geçirdi; Petunia Teyze'nin, sanki hayvanat bahçesinden bir gergedanın kaçtığı duyurulmuş gibi birkaç saniyede bir perdeyi aralayıp dışan bakmasına katlana-< mıyordu. Sonunda, saat beşe çeyrek kala, Harry oturma; odasına indi.
54

Petunia Teyze karşı konulmaz bir isteğe kapılmış-çasma yastıkları düzeltiyordu. Vernon Enişte ise gazete okuyormuş gibi yapıyordu, ama küçücük gözleri hiç hareket etmiyordu ve Harry onun yaklaşan bir araba sesi duyabilmek için kulak kesildiğinden emindi. Dud-ley bir koltuğa büzülmüştü. Tombul elleriyle poposunu sıkı sıkı tutuyordu. Harry gerginliğe dayanamadı. Odadan çıkıp holdeki merdivene oturdu. Gözleri sa-atindeydi, kalbiyse heyecandan ve sinirden güm güm atıyordu.
Ama saat beşe geldi, geçti. Takım elbisesinin içinde hafif hafif terleyen Vernon Enişte ön kapıyı açtı, sokağın iki tarafına göz attı ve başını hemen yine içeri soktu.
"Geciktiler!" diye hırladı Harry'ye.
"Biliyorum," dedi Harry. "Belki... belki trafik sıkışık falandır."
Beşi on geçti... çeyrek geçti... Harry kendi de endişelenmeye başlamıştı şimdi. Beş buçukta, Vernon Eniş-te'yle Petunia Teyze'nin oturma odasında kesik kesik fısıltılarla konuştuklarını duydu.
"Saygı diye bir şey yok."
"Ya işimiz olsaydı?"
"Belki geç gelirlerse onjarı yemeğe davet ederiz sa-nıyorlardır."
"Kesinlikle öyle bir şey olmayacak," dedi Vernon Enişte. Harry onun ayağa kalkıp oturma odasında volta atmaya başladığını duydu. "Çocuğu alıp gidecekler, oyalanmak yok. Tabii, gelirlerse. Muhtemelen günü şaşırmışlardır. Şunu söyleyebilirim ki, onların cinsi dakikliğe pek
55

kıymet vermiyor. Sebep ya budur ya da kullandıkları teneke araba bozulup - AAAAHHHHHHHHH!"
Harry yerinden sıçradı. Oturma odası kapısının arkasından, odada panik içinde koşuşturan Dursley'lerin sesleri geliyordu. Az sonra Dudley hole fırladı. Dehşete kapılmış görünüyordu.
"Ne oldu?" dedi Harry. "Ne var?"
Ama görünüşe bakılırsa Dudley konuşabilecek durumda değildi. Elleri hâlâ poposunda, mutfağa elinden geldiğince hızlı şekilde badi badi yürüdü. Harry hemen oturma odasına girdi.
Dursley'lerin tahtayla kapatılmış, önüne elektrikli, sahte bir kömür ateşi yerleştirilmiş şöminelerinin içinden gümlemeler ve gıcırtılar geliyordu.
"Neler oluyor?" dedi Petunia Teyze, nefesi sıkışarak. Duvara doğru gerilemişti ve dehşet içinde ateşe doğru bakıyordu. "Neler oluyor, Vernon?"
Ama cevap için fazla beklemesi gerekmedi. Önü kapatılmış şöminenin içinden insan sesleri geliyordu.
"Ah! Fred, hayır - geri dön, geri dön, bir yanlışlık oldu - George'a söyle sakın - AH! George, hayır, yer yok, hemen geri dön ve Ron'a söyle -"
"Belki Harry bizi duyabilir, baba - belki bizi dışarı çıkarabilir -"
Elektrikli ateşin arka tarafından tahtalara vuran yumruk sesleri yükseldi.
"Harry? Harry, bizi duyabiliyor musun?"
Dursley'ler kızgın bir çift sansar gibi Harry'nin üstüne yürüdüler.
56

"Bu da ne böyle?" diye hırladı Vernon Enişte. "Neler oluyor?"
"Şey - buraya Uçuç tozuyla gelmeye çalışmışlar," dedi Harry, içinden yükselen çılgınca gülme arzusuna zar zor hâkim olarak. "Ateşle seyahat edebiliyorlar. Ama şömineyi kapattığınızdan - bir dakika -"
Şömineye yaklaşıp tahtaların arasından seslendi.
"Mr Weasley? Beni duyabiliyor musunuz?"
Yumruklama sesleri durdu. Bacanın içinde biri, "Şşt!" dedi.
"Mr Weasley, benim, Harry... Şömine kapanmış durumda. Oradan gelemezsiniz."
"Hay aksi!" dedi Mr VVeasley'nin sesi. "İnsan niye şömineyi kapatır ki?"
"Elektrikli ateşleri var," diye açıkladı Harry.
"Gerçekten mi?" dedi Mr VVeasley'nin sesi heyecanla. "Eklektik, ha? Fişi de var mı yani? Vay vay, mutlaka görmem lazım... Bir düşünelim... ah, Ron!"
Ron'un sesi de diğerlerininkine katılmıştı.
"Burada ne yapıyoruz? Bir terslik mi var?"
"Yo, hayır, Ron/' dedi Fred'in sesi, hayli alaycı bir tonla. "Hayır, tam da buraya gelmek istemiştik zaten."
"Evet, burada harika vakit geçiriyoruz," dedi Geor-ge, sanki biri onu duvara sıkıştırmış gibi boğuk bir sesle.
"Çocuklar, çocuklar..." dedi Mr VVeasley belli belirsiz. "Bir şeyler düşünmeye çalışıyorum... Evet... tek yol bu.... Geri çekil, Harry."
Harry kanepeye kadar geriledi. Vernon Enişte ise şömineye yaklaştı.
57

l
"Durun bir dakika!" diye böğürdü ateşe. "Tam olarak ne yapmak -"
GÜM.
Önü kapatılmış şömine dışan doğru patlayıp elektrikli ateşi odanın karşı duvarına fırlattı. Mr VVeasley, Fred, George ve Ron, molozdan ve un ufak olmuş taşlardan oluşan bir bulutun içinde belirdiler. Petunia Teyze feryat ederek arkasındaki kahve sehpasının üstüne doğru devrildi. Vernon Enişte onu yere düşmeden yakaladı ve ne diyeceğini bilemez halde, hepsi parlak kızıl saçlara sahip olan Weasley'lere ve her bir çiline varıncaya kadar birbirlerinin tıpatıp aynı olan Fred ve Ge-orge'a bakakaldı.
Mr Weasley uzun, yeşil cüppesinin üstündeki tozu silkip gözlüğünü düzelterek, "Böyle daha iyi," dedi soluk soluğa. "Hah - siz Harry'nin teyzesi ve eniştesi olmalısınız!"
Uzun boylu, zayıf ve kelleşmeye başlamış olan Mr VVeasley, Vernon Enişte'ye doğru yürüyüp elini uzattı, ama Vernon Enişte, Petunia Teyze'yi de sürükleyerek birkaç adım geri gitti. Söyleyecek tek bir söz bile bulamıyordu. En iyi takım elbisesi beyaz tozlarla kaplanmıştı. Tozlar aynı zamanda saçına ve bıyığına da yerleşmişti, aniden otuz yıl yaşlanmış gibi görünüyordu.
"Şey - evet - kusura bakmayın," dedi Mr VVeasley, elini indirip omzunun üstünden yıkık şömineye göz atarak. "Hepsi benim suçum. Öbür taraftan dışarı çıkamayacağımız hiç aklıma gelmedi. Şöminenizi Uçuç Şe-bekesi'ne bağlatmıştım da - yani sadece bir akşamlığı-

58


na, Harry'yi alabilelim diye. Doğrusunu söylemek gerekirse, Muggle şöminelerinin bağlı olmaması gerekiyor, ama Uçuç Düzenleme Paneli'nde tanıdığım biri var, o ayarladı. Hemen eski haline döndürebilirim, hiç merak etmeyin. Çocukları geri göndermek için bir ateş yakayım, sonra şöminenizi onarıp Buharlaşırım."
Harry, Dursley'lerin bunun tek kelimesini bile anlamadığından emindi. Hâlâ yıldırım çarpmış gibi, ağızları bir karış açık, Mr VVeasley'ye bakıyorlardı. Petunia Teyze yine ayaklarının üstünde doğruldu ve Vernon Enişte'nin arkasına saklandı.
"Merhaba, Harry!" dedi Mr Weasley neşeyle. "Sandığın hazır mı?"
"Yukarıda," dedi Harry sırıtarak.
"Biz alırız," dedi Fred hemen. George'la ikisi Harry'ye göz kırparak odadan çıktılar. Bir keresinde gece karanlığında Harry'yi kurtardıkları için, odasının nerede olduğunu biliyorlardı. Harry'ye göre Fred ve Ge-orge, Dudley'yi görebilmeyi umuyorlardı; Harry'den Dudley hakkında çok şey duymuşlardı.
"Şey," dedi Mr VVeasley, kollarını hafifçe sallayarak. Tatsız sessizliğe son vermeye çalışıyordu. "Çok - şey -çok güzel bir yeriniz var."
Normalde tek bir leke bile bulunmayan oturma odaları şimdi tozla ve tuğla parçalarıyla kaplı olduğundan, bu laf Dursley'lerin pek hoşuna gitmedi. Vernon Enişte'nin yüzü yine morardı, Petunia Teyze de yine dilini çiğnemeye başladı. Ancak bir şey söyleyemeyecek kadar korkmuş görünüyorlardı.
59

Mr VVeasley çevresine bakmıyordu. Muggle'larla ilgili her şeye bayılıyordu. Harry onun gidip televizyonu ve video cihazını incelemek için yanıp tutuştuğunu görebiliyordu.
"Ekeltrikle çalışıyorlar, değil mi?" dedi bilgiç bir edayla. "A, tabii, fişleri görebiliyorum. Fiş topluyorum da," diye ekledi Vernon Enişte'ye dönerek. "Bir de pil. Çok zengin bir pil koleksiyonum var. Eşim deli olduğumu düşünüyor, ama işte, ne > aparsınız."
Besbelli Vernon Enişte de Mr VVeasley'nin deli olduğunu düşünüyordu. Azıcık sağa giderek Petunia Teyze'nin önünü kapattı, sanki Mr VVeasley'nin her an üstlerine doğru koşup onlara saldırabileceğini düşünüyordu.
Dudley birden yine odada belirdi. Harry sandığının merdivende çıkardığı sesleri duyabiliyor ve Dudley'nin de bu seslerden korkup mutfaktan çıktığını biliyordu. Dudley, Mr VVeasley'ye korku dolu gözlerle bakarak duvar boyunca yan yan yürüdü ve annesiyle babasını siper almaya çalıştı. Ne yazık ki, Vernon Enişte'nin gövdesi Petunia Teyze'nin önünü kaplamaya yetse de, Dudley'yi örtecek kadar geniş değildi.
"Hah, bu senin kuzenin, değil mi, Harry?" dedi Mr VVeasley, sohbet açma konusunda cesur bir adım daha atarak.
"Hı hı," dedi Harry, "Dudley."
Ron'la ikisi birbirlerine baktılar ve hemen başlarını . çevirdiler; kahkaha atmamak için kendilerini zor tutuyorlardı. Dudley'nin elleri hâlâ poposundaydı, düşme-
60

sinden korkar gibi bir hali vardı. Ancak Mr VVeasley, Dudley'nin bu tuhaf davranışından gerçekten kaygılanmış görünüyordu. Hatta az sonra konuştuğunda, Harry, ses tonundan onun Dudley'yi kesinlikle deli sandığını anladı, tıpkı Dursley'lerin onu deli sanmaları gibi. Ama Mr YVeasley'nin sesinde korku değil, ilgi vardı.
"Tatilin iyi geçiyor mu, Dudley?" dedi nazikçe.
Dudley inledi. Harry onun ellerinin kocaman poposunu daha da sıkı kavradığını gördü.
Fred ve George ellerinde Harry'nin okul sandığıyla odaya döndüler. İçeri girerken gözleriyle çevreyi taradılar ve Dudley'yi gördüler. Yüzlerine birbirinin kopyası, melun sırıtışlar yerleşti.
"Hah, tamam," dedi Mr VVeasley. "Gitme vakti geldi o zaman."
Cüppesinin kollarını sıvayıp asasını çıkardı. Harry, Dursley'lerin yekvücut halde duvara doğru gerilediklerini gördü.
Mr VVeasley, asasını arkasındaki duvarda bulunan deliğe doğrultarak, "Incendio!" dedi.
Şömineden alevler yükselip sanki saatlerdir yanı-yormuşçasına keyifli keyifli çatırdamaya başladı. Mr VVeasley cebinden ağzı iple büzülmüş küçük bir kese çıkardı, ipi çözdü, kesenin içinden bir tutam toz aldı ve alevlerin üstüne attı. Alevler zümrüt yeşiline donup adamakıllı parladı.
"Önce sen, Fred," dedi Mr VVeasley.
"Geliyorum," dedi Fred. "A, hayır - bir dakika -"
Fred'in cebinden bir poşet dolusu şeker dokulmüş-
61

tu ve içindekiler her yana saçılmaktaydı - parlak renkli ambalajların içinde büyük, tombul şekerlemeler.
Fred emekleyerek onlan cebine tıktı, sonra Durs-ley'lere neşeyle el salladı ve ateşin içine yürüyüp, "Kovuk!" dedi. Petunia Teyze titreyerek soluğunu bıraktı. Fred ıslık gibi bir sesle yok oldu.
"Sıra sende, George," dedi Mr VVeasley. "Sandığı da al."
Harry, George'un sandığı alevlerin içine taşımasına ve daha iyi tutabilmek için dikine çevirmesine yardım etti. Sonra George da, "Kovuk!" diye haykınp, ikinci bir ıslık sesiyle kayboldu.
"Ron, sıra sende," dedi Mr VVeasley.
Ron, "Görüşürüz," dedi Dursley'lere neşeyle. Harry'ye bakıp ağzı kulaklarına varıncaya dek sırıttı, ateşe adım attı ve, "Kovuk!" diye bağınp yok oldu.
Şimdi sadece Harry ve Mr VVeasley kalmıştı.
"Şey... hoşça kalın," dedi Harry, Dursley'lere.
Hiçbir şey söylemediler. Harry ateşe doğru yürüdü, ama tam ateşin göbeğine gelmişti ki, Mr VVeasley eliyle onu durdurdu. Dursley'lere şaşkınlıkla bakıyordu.
"Harry size hoşça kalın dedi," dedi. "Onu duymadınız mı?"
Harry, "Fark etmez," diye mırıldandı Mr VVeas-ley'ye. "Cidden, umrumda değil."
Mr VVeasley elini Harry'nin omzundan çekmedi.
"Yeğeninizi bir dahaki yaza kadar göremeyeceksiniz," dedi Vernon Enişte'ye, apaçık bir kızgınlıkla. "Herhalde hoşça kal diyeceksiniz, değil mi?"
62

Vernon Enişte'nin yüzü öfkeyle titremeye başlamıştı. Az önce oturma odasının yarısını havaya uçurmuş olan bir adamdan nezaket dersi alma fikri ona derin bir azap veriyormuş gibiydi.
Ama Mr VVeasley'nin asası hâlâ elindeydi ve Vernon Enişte, küçük gözleriyle ona kaçamak bir bakış attıktan sonra, içerlemiş bir sesle, "Hoşça kal," dedi.
Harry, "Görüşürüz," dedi ve hoş, ılık bir nefes gibi gelen yeşil alevlerin içine adım attı. Ancak tam o anda, arkasından korkunç bir öğürtü çıktı ve Petunia Teyze feryat figan bağırmaya başladı.
Harry hızla döndü. Dudley artık annesiyle babasının arkasında değildi. Kahve sehpasının yanına çömel-miş, ağzından sarkan yarım metreye yakın, mor, yapış yapış bir şeyden dolayı boğuluyormuş gibi oğürüp tükürük saçıyordu. Harry kısa süreli bir şaşkınlığın ardından o yarım metrelik şeyin Dudley'nin dili olduğunu anladı. Dudley'nin önünde, yerde parlak bir şekerleme ambalajı duruyordu.
Petunia Teyze kendini Dudley'nin yanına, yere fırlattı, şişmiş dilinin bir ucunu tuttu ve onu ağzından çıkarmaya çalıştı. Pek şaşırtıcı olmayan bir şekilde, Dudley daha da fena feryat etmeye ve tükürük saçmaya başlayarak onu uzaklaştırmaya çalıştı. Vernon Enişte böğürüyor, kollarını sallıyordu. Mr VVeasley ancak bağırarak sesini duyurabildi.
"Endişelenmeyin, ben onu düzeltebilirim!" diye seslendi ve asasını doğrultarak Dudley'ye doğru ilerledi, ama Petunia Teyze daha da fena çığlık atarak kendi-
63

ni Dudley'nin üzerine fırlahp onu Mr VVeasley'ye karşı bir kalkan gibi sardı.
"Yo, gerçekten!" dedi Mr VVeasley çaresizce. "Basit bir işlem bu - şu şekerlemeden - oğlum Fred - çok muziptir - ama bu sadece bir Devleştirme Büyüsü - en azından ben öyle sanıyorum - lütfen, düzeltebilirim -"
Ama rahatlamak şöyle dursun, Dursley'ler iyice paniğe kapıldılar. Petunia Teyze isteri krizi geçiriyormuş gibi ağlıyor, Dudley'nin dilini tutmuş, kopartmaya ka-rarlıymışçasma çekiyordu; Dudley annesinin ve dilinin baskısından boğuluyormuş gibiydi; tamamen kontrolünü kaybetmiş olan Vernon Enişte ise büfenin üstünden bir porselen biblo alarak hızla Mr VVeasley'ye doğru fırlattı. Mr VVeasley eğildi ve biblo, havaya uçmuş şöminenin içinde parçalara ayrıldı.
"Yapmayın ama!" dedi Mr VVeasley kızgın bir şekilde, asasını savurarak. "Yardım etmeye çalışıyorum!"
Vernon Enişte yaralı bir suaygırı gibi böğürerek bir biblo daha kaptı.
"Hârry, git! Git hadi!" diye bağırdı Mr VVeasley, asasını Vernon Enişte'ye doğrultarak. "Bunu ben hallederim!"
Harry eğlenceyi kaçırmak istemiyordu, ama Vernon Enişte'nin ikinci biblosu sol kulağını kıl payı ıskalamıştı. Şöyle bir düşününce, durumu Mr VVeasley'ye bırakmanın en iyisi olduğuna karar verdi. Ateşe adım atıp omzunun üstünden bakarak, "Kovuk!" dedi. Oturma odasında son gördüğü tablo, Mr VVeasley'nin asasıyla Vernon Enişte'nin elindeki üçüncü bir bibloyu havaya
64

uçurduğu, Petunia Teyze'nin Dudley'nin üzerine yatmış çığlık çığlığa bağırdığı ve Dudley'nin dilinin büyük, yapış yapış bir piton gibi sarktığıydı. Ama hemen sonra Harry büyük bir hızla dönmeye başladı ve Durs-ley'lerin oturma odası zümrüt yeşili alevlerin içinde kayboldu.
65

GeCeLeR
12-10-2006, 01:56 AM
BEŞİNCİ BÖLÜM
VJeasley Büyücü ŞakalarıHarry dirseklerini sıkı sıkı iki yanına yapıştırmış, gittikçe daha hızlı dönüyordu. Bulanıklaşmış şömineler yanından hızla geçip gidiyordu, sonunda midesi bulanmaya başlayınca gözlerini kapadı. Nihayet yavaşlamaya başladığını hissettiğinde, ellerini hızla açıp tam zamanında durdu ve böylece VVeasley'lerin mutfağındaki ocaktan dışarı düşüp yüzüstü kapaklanmaktan kurtuldu.
"Yedi mi?" diye sordu Fred heyecanla, Harry'yi ayağa kaldırmak için elini uzatarak.
"Evet," dedi Harry. Ayağa kalktı. "Neydi o?"
"Dolma-Dil Şekerlemesi," dedi Fred coşkuyla. "Ge-orge ve ben icat ettik, bütün yaz üstünde deneyebileceğimiz birini arıyorduk..."
Küçük mutfak kahkahaya boğuldu. Harry çevresine bakh. Ron ve George zımparalanmış tahta masada kızıl saçlı iki kişiyle birlikte oturuyordu. Harry ikisini de daha önce hiç görmemişti, ama kim olduklarını hemen anladı: Bili ve Charlie, VVeasley kardeşlerin en büyükleri.
66

Daha yakın oturanı, "Nasıl gidiyor, Harry?" diye sorup sırıttı ve iri elini uzattı. Harry onun elini sıkınca, parmaklarının altında nasırlar ve kabartılar olduğunu hissetti. Romanya'da ejderhalarla çalışan Charlie olmalıydı bu. Charlie'nin beden yapısı ikizlerinki gibiydi, ince ve uzun olan Percy'yle Ron'a kıyasla kısa ve tıknazdı. Geniş yüzü hava koşullarından yıpranmış olmasına karşın, dost canlısı görünüyordu. O kadar çilliydi ki, güneşten yanmış sanılabilirdi. Kollan kaslıydı ve birinin üzerinde büyük, parlak bir yanık vardı.
Bili de gülümseyerek ayağa kalkıp Harry'nin elini sıkh. Bili onu biraz şaşırtmışh. Harry onun büyücülük bankası Gringotts'ta çalıştığını ve daha önce Hog-warts'ta Öğrenci Başı olduğunu biliyordu. Onu her zaman Percy'nin biraz büyük olanı gibi hayal etmişti: Kuralları çiğneme konusunda mızmız ve herkese patronluk taslamayı seven biri. Ama Bill'in görünümü için söylenebilecek tek şey vardı: sıkı bir tipti. Uzun boyluydu, uzun saçlarını bağlayıp atkuyruğu yapmıştı. Küpesi vardı, ucundan dişe benzer bir şey sallanıyordu. Bill'in giysileri bir rock konserinde tuhaf kaçmayacak giysilerdi, ama Harry ayakkabılarının normal deriden değil, ejderha derisinden yapılma olduğunu gördü.
Daha içlerinden biri bir şey söyleyemeden, hafif bir pat sesi duyuldu ve Mr VVeasley, George'un omzunun arkasında belirdi. Harry'nin şimdiye dek görmediği kadar sinirli bir hali vardı.
"Bu hiç komik değildi, Fred!" diye bağırdı."O Mugg-le çocuğa ne verdin öyle?"
.67

"Ben ona bir şey vermedim," dedi Fred, yine melun bir gülümsemeyle. "Düşürdüm sadece... Gidip yediyse onun sucu, ben ona öyle bir şey demedim."
"Bilerek düşürdün!" diye kükredi Mr Weasley. "Yiyeceğini biliyordun, rejim yaptığını biliyordun -"
"Dili ne kadar büyüdü?" diye sordu George hevesli hevesli.
"Annesiyle babası küçültmeme izin vermeden önce bir metreyi geçmişti!"
Harry ve VVeasley'ler yine kahkahaya boğuldular.
"Komik değil!" diye bağırdı Mr VVeasley. "Bu tür davranışlar büyücü-Muggle ilişkilerini ciddi şekilde zedeliyor! Ben ömrümün yansını Muggle'lann kötü muamele görmesine karşı mücadele ederek geçireyirr. kendi oğullarım kalksın -"
"Muggle olduğu için vermedik onu!" dedi Fred öfkeyle.
"Hayır. Kocaman, pis bir zorba olduğu için verdik," dedi George. "Değil mi, Harry?"
'JEvet, öyle, Mr VVeasley," dedi Harry ciddi ciddi.
"Mesele bu değil!" diye köpürdü Mr VVeasley. "Görürsünüz, annenize bir söyleyeyim -"
"Neyi söyleyecekmissin?" dedi arkalarından bir ses.
Mutfağa Mrs VVeasley girmişti. Kısa boylu, tombul bir kadındı. Nazik bir yüzü vardı, ama gözleri şüpheyle kısılmıştı.
"Merhaba, Harr/ciğim," dedi, onu görüp gülümseyerek. Sonra gözlerini yine kocasına dikti. "Bana neyi söyleyecektin, Arthur?"
68

Mr VVeasley duraksadı. Anlaşılan, Fred ve George'a ne kadar kızgın olursa olsun, aslında Mrs YVeasley'ye neler olduğunu söylemeyi düşünmemişti. Bir sessizlik oldu, Mr VVeasley karısına tedirgin gözlerle bakıyordu. Derken Mrs VVeasley'nin arkasındaki mutfak kapısında iki kız belirdi. Çok gür, kahverengi saçlan ve oldukça büyük ön dişleri olanı, Harry ve Ron'un arkadaşı Her-mione Granger'dı. Ufak tefek ve kızıl saçlı olanıysa, Ron'un küçük kız kardeşi Ginny. İkisi de Harry'ye gülümsediler, Harry de onlara sırıttı. Ginny kıpkırmızı kesildi - Harry Kovuk'a ilk geldiğinden beri ona zaafı vardı.
"Neyi söyleyecektin, Arthur?" diye yineledi Mrs VVeasley, ürkütücü bir sesle.
"Yok bir şey, Molly," diye mırıldandı Mr VVeasley. "Fred ve George - ama onlarla konuştum -"
"Yine ne yaptılar?" dedi Mrs VVeasley. "Eğer VVeasley Büyücü Şakaları'yla ilgili bir şeyse -"
"Niye Harry'ye yatacağı yeri göstermiyorsun, Ron?" dedi Hermione kapının ağzından.
"Nerede yatacağını biliyor," dedi Ron. "Odamda yatacak, geçen sefer de orada -"
"Hem bize de göstermiş olursun," dedi Hermione, imalı bir şekilde,
"Ha," dedi Ron, duruma uyanarak. "Evet."
"Evet, biz de geliyoruz," dedi George.
"Siz yerinizden kıpırdamıyorsunuz!" diye hırladı Mrs VVeasley.
Harry ve Ron yan yan ilerleyerek mutfaktan dışarı
69

çıktılar. Hermione ve Ginny'yle birlikte dar holden geçtiler ve evin her tarafında zikzaklar çizerek üst katlara giden sallantılı merdiveni çıktılar.
"Vteasley Büyücü Şakaları da ne?" diye sordu Harfy, üst kata çıkarlarken.
Ron ve Ginny güldüler, ama Hermione gülmedi.
"Annem Fred ve George'un odasını temizlerken bir dolu sipariş formu buldu," dedi Ron alçak sesle. "İcat ettikleri şeyler için kocaman, uzun fiyat listeleri. Hani, şaka malzemeleri. Sahte asalar, bubi tuzaklı tatlılar, daha bir sürü şey. Harikaydı, o kadar şey icat ettiklerini hiç bilmiyordum..."
"Uzun süredir odalarından patlama sesleri geliyordu, ama bir şeyler icat ettiklerini hiç düşünmemiştik," dedi Ginny. "Sadece gürültü çıkarmayı seviyorlar sanmıştık."
"Ama yaptıkları şeylerin çoğu -şey, aslında, hepsi- biraz tehlikeliydi," dedi Ron. "Ve bunları Hog-vvarts'ta satıp biraz para kazanmayı düşünüyorlardı. Annem deliye döndü. Bunları yapmaya devam etmelerini yasakladı ve sipariş formlarını yaktı... Zaten onlara kafası kızgın. Umduğu kadar S. B. D. alamadılar."
S. B. D., ya da Sıradan Büyücülük Düzeyi, Hog-warts öğrencilerinin on beş yaşında girdiği sınavlardı.
"Sonra büyük bir tartışma çıktı," dedi Ginny. "Annem, 'Babanız gibi Sihir Bakanlığı'na girmenizi istiyorum,' dedi, ama onlar, 'Tek istediğimiz bir şaka dükkânı açmak,' dediler."
70

Tam o anda ikinci katta bir kapı açıldı ve bağa çerçeveli gözlük takmış bir baş uzandı dışarı. Yüzünde çok kızgın bir ifade vardı.
"Merhaba, Percy," dedi Harry.
"A, merhaba, Harry," dedi Percy. "Ben de kim bu kadar gürültü yapıyor diyordum. Burada iş yapmaya çalışıyorum - büro için bitirmem gereken bir raporum var da - insanlar merdivende gümbür gümbür yukarı aşağı dolaşırken konsantre olmak zor oluyor."
"Gümbür gümbür dolaşmıyoruz," dedi Ron sinirle. "Yürüyoruz. Sihir Bakanlığı'nın çok gizli üst düzey çalışmalarını böldüysek özür dileriz."
"Ne üzerinde çalışıyorsun?" dedi Harry.
"Uluslararası Sihirsel İşbirliği Dairesi için bir rapor," dedi Percy böbürlenerek. "Kazan kalınlıkları için bir standart getirmeye çalışıyoruz. Bu ithal malların bazıları biraz fazla ince - sızıntılar senede neredeyse yüzde üç oranında artıyor -"
"O rapor var ya, dünyayı değiştirecek," dedi Ron. "Gelecek Postası'nın birinci sayfasında yer alır herhalde, kazan sızıntıları."
Percy hafiften kızardı.
"Sen istediğin kadar dalga geç, Ron," dedi ateşli bir şekilde, "uluslararası bir yasa getirilmezse, pazarın çürük, sığ dipli ürünlerle dolması ciddi bir tehlike -"
Ron, "Evet, evet, tabii," dedi ve merdiveni çıkmaya başladı. Percy odasının kapısını çarparak kapattı. Harry, Hermione ve Ginny, Ron'un arkasında üç kat daha çıkarlarken, aşağıda mutfaktaki bağrışların yankı-
71

lan onlara kadar geliyordu. Seslere bakılırsa, Mr Weas-ley, Mrs VVeasley'ye şekerlemelerden bahsetmişti.
Ron'un evin en üst katındaki yatak odası, Harry gecen sefer kalmaya geldiğinden beri pek değişmemişti: Ron'un en sevdiği ÇJuidditch takımı Chudley Cannons'ın posterleri yine duvarlarda ve eğimli tavanda dönüp duruyor, dalgalanıyordu. Pencere kenarında duran ve daha önce içinde kurbağa yavruları bulunan akvaryumuysa şimdi sadece bir tane, son derece iri kurbağa mesken tutmuştu. Ron'un eski faresi Scabbers arak yoktu, ama onun yerine Ron'un mektubunu Privet Drive'a, Harry'ye ulaştıran minicik, gri baykuş vardı. Küçük bir kafeste hoplayıp zıplıyor ve deli gibi kanat çırpıyordu.
"Kes şunu, Pig," dedi Ron, yatak odasının içinde sıkış tıkış duran dört yataktan ikisinin arasından geçerek. "Fred ve George da burada bizimle kalıyor, çünkü onların odasında Bili ve Charlie var," dedi Harry'ye. "Percy kendi odasında tek başına kalıyor, çalışması gerekiyormuş."
"Şey - o baykuşa niye Pig diyorsun?"
"Aptal da ondan," dedi Ginny. "Asıl adı Pigwidge-on."
"Ya, sanki o hiç aptal bir isim değil de," dedi Ron alaylı bir şekilde. "Adını Ginny koydu," diye açıkladı Harry'ye. "Şirin bir isim olduğunu düşünüyor. Değiştirmeye çalıştım, ama artık çok geçti, başka hiçbir şeye cevap vermiyordu. O yüzden şimdi adı Pig. Onu burada tutmam gerekiyor, çünkü Erroll ve Hermes'i gıcık ediyor. Aslına bakarsan beni de gıcık ediyor."
72

Pigwidgeon kafesinde mutlu mutlu uçup duruyor, tiz bir sesle ötüyordu. Harry, Ron'u çok iyi tanıdığından ciddiye almadı. Eski faresi Scabbers'dan da sürekli yakınıyordu, ama Hermione'nin kedisi Crookshanks'in onu yediğini sandığında çok üzülmüştü.
Harry, "Crookshanks nerede?" diye sordu Hermi-one'ye.
"Bahçededir herhalde. Yercücelerinin peşinden koşturmak hoşuna gidiyor. Daha önce hiç görmemiş."
"Percy işinden memnun mu bari?" dedi Harry, yataklardan birinin üstüne oturup Chudley Cannons'ın tavandaki posterlere girip çıkmalarım seyrederek.
"Memnun olmak mı?" dedi Ron kasvetle. "Babam onu zorla getirmese eve gelmezdi herhalde. Kafayı işle bozdu. Sakın patronundan laf açayım deme. Mr Cro-uch'a göre... Mr Crouch'a da dediğim gibi... Mr Crouch'un fikri şu ki... Mr Crouch bana diyordu ki... Herhalde bugün yarın, nişanlandık diye açıklama yaparlar."
"İyi bir yaz geçirdin mi, Harry?" dedi Hermione. "Gönderdiğimiz yemek paketlerini falan aldın mı?"
"Evet, çok teşekkürler," dedi Harry. "Hayatımı kurtardı o kekler."
Ron, "Peki hiç haber aldın mı -?" diye lafa başladı, ama Hermione ona bir bakış atınca sustu. Harry, Ron'un Sirius'u soracağını anlamıştı. Ron ve Hermione'nin, Sirius'un Sihir Bakanlığı'ndan kaçmasında o kadar paylan olmuştu ki, vaftiz babasını onlar da Harry kadar merak ediyorlardı. Ancak Ginny'nin yanında ondan bahsetmek iyi bir fikir değildi. Üçü ve
73

Profesör Dumbledore dışında kimse Sirius'un nasıl kaçtığını bilmiyor, masumiyetine de inanmıyordu.
Ginny merakla bir Ron'a bir Harry'ye bakıyordu, Hermione rahatsızlık verici sessizliği sona erdirmek için, "Sanırım tartışmaları bitti," dedi. "Aşağı inip yemek için annene yardım edelim mi?"
'Tamam," dedi Ron. Dördü Ron'un odasından çıkıp aşağı indiler. Mrs Weasley mutfakta yalnızdı. Son derece sinirli görünüyordu.
"Bahçede yiyoruz," dedi onlar içeri girince. "Burada on bir kişiye yer yok çünkü. Tabakları götürür müsünüz, kızlar? Bili ve Charlie masaları kuruyorlar. Siz ikiniz, çatallarla bıçaklar lütfen," dedi Ron ve Harry'ye. Asasını lavabodaki patateslere doğrultup istediğinden biraz daha şiddetle sallayınca, patatesler kabuklarından öyle hızlı sıyrılıp çıktılar ki, duvarlardan ve tavandan sekerek çevreye dağıldılar.
"Aman yani," dedi sinirli sinirli. Asasını bu sefer de bir faraşa doğrulttu ve faraş dolaptan fırlayıp yerde sürüklenmeye, patatesleri toplamaya başladı. Dolaptan kap kaçak çıkarırken, "O ikisi!" diye lafa başladı öfkeyle. Harry onun Fred ve George'dan bahsettiğini anlamıştı. "Halleri ne olacak bilmiyorum, gerçekten bilemiyorum. Hiç azim yok, tabii ki ellerinden geldiğince dert çıkarmayı azimden saymazsanız..."
Mrs Weasley mutfak masasına büyükçe saplı, bakır bir tencere koyup asasını içine-doğru sallamaya başladı. Asasının ucundan kremamsı bir sos kabın içine boşalmaya koyuldu.
74

"Akılsız falan olduklarından değil," diye devam etti kızgın bir ses tonuyla. Bu arada saplı tencereyi ocağın üstüne yerleştirip asasının bir hareketiyle altını yaktı. "Ama harcanıp gidiyorlar. Artık kendilerine çeki düzen vermezlerse başlan belaya girecek. Hogwarts'tan onlar için bir sürü baykuş geliyor, diğerlerininkinin hepsini toplasan o kadar etmez. Böyle devam ederlerse, Sihrin Uygunsuz Kullanımı Dairesi'nin önünde bulacaklar kendilerini."
Mrs VVeasley asasıyla çatal bıçak çekmecesini dürttü, çekmece hızla açıldı. İçinden birçok bıçak fırlayınca Harry ve Ron telaşla kenara kaçtılar. Bıçaklar mutfağın öbür ucuna doğru uçtu ve faraşın yeniden lavaboya doldurduğu patatesleri doğramaya başladı.
"Onları yetiştirirken ne yanlış yaptık bilmiyorum," dedi Mrs VVeasley, asasını kenara koyup dolaptan birkaç tencere daha çıkararak. "Yıllardır böyle bu, marifetlerinin ardı arkası kesilmiyor, üstelik hiç dinlemiyo -YO, YÎNE Ml\"
Masadan aldığı asa, kulak tırmalayan bir ses çıkarıp kocaman, lastik bir fareye dönüşmüştü.
"Yine onların sahte asalarından biri!" diye bağırdı. "Kaç kere söyledim, ortada bırakmayın diye."
Kendi gerçek asasını eline aldı ve dönüp ocakta tüten sosla ilgilenmeye koyuldu.
Ron açık çekmeceden çatal bıçakları alıp, "Hadi," dedi aceleyle Harry'ye. "Gidip Bili ve Charlie'ye yardım edelim."
Mrs VVeasley'nin yanından ayrılıp arka kapıdan bahçeye yöneldiler.
75

Daha birkaç adım gitmişlerdi ki, Hermione'nin çarpık bacaklı, sarman kedisi Crookshanks bahçeden fırlayarak önlerine çıktı. Tüylü kuyruğunu havaya dikmiş, çamura bulanmış bacaklı bir patatese benzeyen bir şeyin peşinden gidiyordu. Har y bunun bir yercüce ;i olduğunu hemen anladı. Anca yirmi beş santim boyundaki yercücesi, nasırlı küçük ayaklarıyla çabuk çabuk adımlar atarak bahçenin öbür ucuna koştu ve yerde duran lastik çizmelerden birinin içine atladı. Crookshanks bir patisini çizmenin içine sokup yercücesine ulaşmaya çalıştığında, Harry yercücesinin çılgınca kıkırdadığını duydu. Bu arada evin diğer tarafından gürültülü çarpışma sesleri geliyordu. Bahçeye girdiklerinde sese neyin neden olduğunu gördüler Bili ve Charlie asalarım çıkarmış, eski püskü iki masayı çimlerin üstünde havada uçuruyor, onları tokuşturarak birbirlerinin masasını yere düşürmeye çalışıyorlardı. Fred ve George tezahürat yapıyor, Ginny gülüyor, Hermione ise besbelli eğlenmekle kaygı duymak arasında kalmış halde, çitin kenarında dolanıp duruyordu.
Bül'in masası Charlie'ninkine büyük bir gürültüyle çarpıp bacaklarından birini kopardı. Yukarıdan bir tangırtı duyuldu. Başlarını kaldırıp baktıklarında, Perc/nin başını ikinci kattaki bir pencereden dışarı uzatmış olduğunu gördüler.
"Biraz sessiz olur musunuz?!" diye bağırdı Percy.
"Kusura bakma, Perce," dedi Bili sırıtarak. "Kazan dipleri nasıl gidiyor?"
Percy huysuz huysuz, "Çok kötü," dedi ve pencere-
76

yi çarparak kapattı. Bili ve Charlie kıs kıs gülerek masaları çimenin üstüne uç uca yerleştirdiler. Bili, asasının küçük bir hareketiyle, kopmuş olan bacağı yeniden masaya yapıştırdı ve masa örtüleri yarath.
Saat yedi olduğunda iki masa da Mrs VVeasley'nin nefis yemekleriyle dolu tabaklann ağırlığının altında gacırdıyor, dokuz Weasley, Harry ve Hermione berrak, lacivert bir gökyüzünün altında sofraya oturuyorlardı. Bütün yaz boyunca yemek niyetine giderek daha da ba-yaüaşan keklerle idare etmiş biri için, cennette olmak gibiydi bu. Harry ilk başta konuşmalara katılmak yerine sadece dinleyerek tavuklu-jambonlu böreğin, haşlanmış patatesin ve salatanın tadını çıkardı.
Masanın öbür ucunda Percy babasına kazan dipleri konusundaki raporundan bahsediyordu.
"Mr Crouch'a raporu salı gününe hazır edeceğimi söyledim," dedi Percy böbürlenerek. "Bu da onun beklediğinden biraz daha erken bitecek demek, ama ben duruma hâkim olmayı seviyorum. Raporu kısa sürede bitirdiğim için müteşekkir olacaktır sanıyorum, çünkü şu aralar Dünya Kupası hazırlıklarından falan bizim bölümde işler çok yoğun. Sihirli Oyunlar ve Sporlar Dairesi'nden istediğimiz desteği alamıyoruz. Ludo Bag-
man-"
"Ludo'yu severim," dedi Mr VVeasley tatlılıkla. "Bize Kupa maçı için biletleri o buldu. Ona küçük bir iyilikte bulundum: Kardeşi Otto başını derde sokmuştu -doğaüstü güçleri olan bir çim biçme makinesi yüzünden-, durumu ben düzelttim."
77

"Tabii ki Bagman oldukça sempatik biri/' diye lafı geçiştirdi Percy. "Ama nasıl Daire Müdürü olmuş şaşıyorum... Onu Mr Crouch'la karşılaştırıyorum da! Bizim bölümde biri ortadan kaybolacak da Mr Crouch onu aramayacak. Bertha Jorkins'in bir ayı aşkın süredir kayıp olduğunun farkında mısın? Arnavutluk'a tatile gidip geri dönmemiş."
"Evet, ben de Ludo'ya sordum bunu," dedi Mr We-asley, kaşlarını çatarak. "Diyor ki, Bertha daha önce de birçok kez kaybolmuş. Ama doğrusu bu benim bölümümden birinin başına gelse, endişelenirdim..."
"Doğru, Bertha umutsuz bir vaka," dedi Percy. "Seneler boyu bir bölümden diğerine aktarılmış durmuş diye duydum, faydasından çok zararı dokunuyormuş... Ama yine de Bagman'm onu bulmaya çalışması gerekir. Durum Mr Crouch'un kişisel olarak ilgisini çekiyor. Biliyorsun, bir süre bizim bölümde çalışmış ve Mr Crouch onu hayli seviyormuş - ama Bagman sadece gülüyor ve büyük ihtimalle haritayı yanlış okuyup kendini Arnavutrak yerine Avustralya'da bulmuştur diyor. Ancak," Percy etkileyici bir edayla iç çekti ve mürverçiçeği şarabından büyük bir yudum aldı, "Uluslararası Sihir-sel İşbirliği Dairesi olarak işimiz zaten başımızdan aşkın, bir de başka bölümlerin kayıp elemanlarını araya-mayız. Bildiğin gibi Dünya Kupası'nm hemen ardından yine büyük bir etkinliğimiz var."
Percy dikkati kendine çekecek şekilde gırtlağını temizleyip masanın öbür ucuna, Harry, Ron ve Hermi-one'nin oturduğu yere doğru baktı. "Neden söz ettiği-
78

mi sen biliyorsun, baba." Sesini hafifçe yükseltti. "Hani şu çok gizli olan."
Ron gözlerini yuvarlayıp Harry ve Hermione'ye fısıldadı: "İşe başladığından beri bize o etkinliğin ne olduğunu sordurmaya çalışıyor. Herhalde kalın dipli kazan sergisi falandır."
Masanın ortasında Mrs VVeasley, Bili'le küpesi hakkında tartışıyordu. Belli ki küpe yeniydi.
"... bir de üstünde kocaman, korkunç bir diş var. Hakikaten, Bili, bankada ne diyorlar?"
"Anne, bir sürü hazine getirdiğim sürece, nasıl giyindiğim bankada kimsenin umrunda bile değil," dedi Bili sabırla.
"Saçın da gülünç bir hal almaya başlamış, hayatım," dedi Mrs VVeasley, parmaklarını asasının üzerinde sevgiyle gezdirerek. "Bıraksan da biraz düzeltsem..."
"Ben bu halini seviyorum," dedi Bill'in yanında oturan Ginny. "Çok eski kafalısın, anne. Hem zaten Profesör Dumbledore'unkinin yanında hiç de uzun sayılmaz..." •
Mrs VVeasley'nin yanında, Fred, George ve Charlie hararetle Dünya Kupası hakkında konuşuyorlardı.
"Kesin İrlanda alır," dedi Charlie, ağzı patatesle dolu bir halde. "Yan finallerde Peru'yu ezip geçtiler."
"Ama Bulgaristan'da Viktor Krum var," dedi Fred.
"Krum iyi bir oyuncu, İrlanda'daysa yedi tane iyi oyuncu var," diye noktayı koydu Charlie. "Keşke İngiltere finale çıkabilseydi. Ne kadar utanç verici bir şeydi o."
79

"Ne oldu?" dedi Harry hevesle. Privet Drive'a tıkıl-dığı zamanlarda büyücülük dünyasından uzak kaldığına her zamankinden de çok üzülüyordu şimdi. Harry, Ouidditch'e çok meraklıydı. Hogwarts'taki ilk senesinden beri Gryffindor binasının Quidditch takımında Arayıcı pozisyonunda oynuyordu ve dünyanın en iyi yanş süpürgelerinden birine, bir Ateşoku'na sahipti.
"Transilvanya'ya üç yüz doksana on yenildiler," dedi Charlie kederli kederli. 'Tam bir fiyaskoydu. Galler Uganda'ya yenildi, İskoçya'ysa Lüksemburg karşısında perişan oldu."
Ev yapımı çilekli dondurmalarını yemeden önce, Mrs Weasley arak karanlık olmaya başlayan bahçeyi aydınlatmak için birkaç mum yarattı. Yemeklerini bitirdiklerinde, pervaneler masanın üzerinde alçak uçuşa geçmiş, ılık havayı çimen ve hanımeli kokusu sarmıştı. Harry, peşlerine Crookshanks'i takmış, deli gibi gülerek güller arasında koşturan yercücelerini izliyor, kendini çok iyi beslenmiş ve dünyayla barışık hissediyordu.
Ron masaya dikkatle göz gezdirip diğerlerinin konuşmakla meşgul olduğunu gördükten sonra, Harry'ye çok sessiz bir şekilde sordu: "Ee - Sirius'tan haber aldın mı son zamanlarda?"
Hermione de başını çevirip kulak kesildi.
"Evet," dedi Harry usulca. "İki kez. İyi görünüyor. Ona dün değil, önceki gün yazdım. Ben buradayken cevabı gelebilir."
Birden aklına Sirius'a yazma nedeni geldi. Ron ile Hermione'ye yarasının yine acıdığını ve onu uyandıran
80

rüyayı anlatmasına ramak kaldı... ama şimdi o kendini bu kadar mutlu ve huzurlu hissederken, onları kaygılandırmayı gerçekten istemiyordu.
"Saate bakın, kaç olmuş," dedi Mrs VVeasley birden, saatine göz atarak. "Yatmanız gerekiyor! Kupa maçına gitmek için sabahın köründe kalkacaksınız. Harry, okul listeni bırakırsan, yarın Diagon Yolu'ndan senin ihtiyaçlarını da alırım. Başka herkesinkileri alıyorum nasıl olsa. Dünya Kupası'ndan sonra vakit kalmayabilir, geçen sefer maç beş gün sürmüştü."
"Vay - umarım bu sefer de o kadar sürer!" dedi Harry hevesle.
"Eh, umarım sürmez," dedi Percy işkolik bir tavırla. "İşten beş gün uzak kalsam dosya tepsimin ne durumda olacağını düşünüyorum da, içim ürperiyor."
"Evet, yine birisi içine ejder pisliği bırakabilir, değil mi, Perce?" dedi Fred.
"O, Norveç'ten gelen bir gübre örneğiydi!" dedi Percy, yüzü bir hayli kızararak. "Kişisel bir şey değildi!"
Fred, "Kişiseldi," diye fısıldadı Harry'ye, masadan kalkarlarken. "Biz gönderdik."
81

GeCeLeR
12-10-2006, 01:56 AM
ALTINCI BOLUM
Anahtar
Mrs VVeasley onu dürterek uyandırdığında, Harry kendini daha yeni uyumuş gibi hissediyordu.
Mrs VVeasley, "Kalkma vakti geldi, Harry'çiğim," diye fısıldayıp Ron'u uyandırmaya gitti.
Harry elleriyle çevresini yoklayıp gözlüğünü buldu, gözüne takh ve doğruldu. Dışarıda hava hâlâ karanlıktı. Ron, annesi onu kaldırırken belli belirsiz bir şeyler mırıldandı. Harry'nin yorganının ayakucunda, saçı başı birbirine karışmış iki iri şekil, battaniyelerin arasından sıyrıldılar.
"Sabah oldu mu yani?" dedi Fred dermansız halde.
Konuşamayacak kadar uykulu olduklarından, suskun suskun giyindiler. Sonra da esneye gerine mutfağa indiler.
Mrs VVeasley ocaktaki büyük bir tencerenin içindekileri karıştırıyor, Mr VVeasley ise masada oturmuş, büyükçe parşömen biletlerden oluşan bir desteyi kontrol ediyordu. Çocuklar içeri girdiğinde kıyafetini daha iyi görebilsinler diye kollarını iki yana açtı. Golf kazağına
82

benzeyen bir şey ve kendisine biraz bol gelen, kalın bir kemerle tutturulmuş çok eski bir kot pantolon giymişti.
"Ne diyorsunuz?" diye sordu heyecanla. "Kılık değiştirmemiz gerekiyor - nasıl, Muggle'a benziyor muyum, Harry?"
"Evet," dedi Harry gülümseyerek, "çok iyi."
"Bili, Charlie ve Per-Per-Percy nerede?" dedi Geor-ge, esnemesini bastıramayarak.
"Eh, ne de olsa onlar Cisimlenerek gidecek," dedi Mrs VVeasley. Büyük tencereyi güçbela kaldırıp masanın üstüne yerleştirerek, kaplara yulaf lapası koymaya başladı. "O yüzden biraz daha keyif yapabilirler."
Harry, Cisimlenme'nin çok zor olduğunu biliyordu. Bir yerden kaybolup neredeyse aynı anda başka bir yerde ortaya çıkmak anlamına geliyordu bu.
"Yani hâlâ uyuyorlar mı?" dedi Fred huysuz huysuz, kendi yulaf lapası kabını önüne çekerek. "Niye biz de Cisimlenemiyoruz?"
"Çünkü henüz o yaşa gelmediniz ve sınavınızı vermediniz/' diye çıkıştı Mrs VVeasley. "Bu kızlar da nerede kaldı?"
Aceleyle mutfaktan fırladı. Merdiveni çıktığını duydular.
"Cisimlenmek için sınav mı vermek gerekiyor?" diye sordu Harry.
"Evet," dedi Mr VVeasley. Biletleri, kaybolmasınlar diye arka cebine koydu. "Büyülü Taşımacılık Dairesi geçen gün iki kişiye ehliyetleri olmadan Cisimlendikle-rı için ceza kesmek zorunda kaldı. Kolay bir şey değil
83

Cisimlenme, doğru yapılmadığında çok kötü sonuçlara yol açabiliyor. Bahsettiğim çift kendilerini septirdi."
Harry dışında masadaki herkes yüzünü buruşturdu.
"Şey - septirdi mi?" dedi Harry.
Mr VVeasley, yulaf lapasının üzerine kaşık kaşık melas koyarak, "Yanları arkada kaldı," dedi. "Ve tabii ki sıkışıp kaldılar. İki tarafa da gidemiyorlardı. Sonra Büyü Kazalannı Düzeltme Ekibi'nin gelip onlan toparla-; ması gerekti. Şunu söyleyebilirim ki, bayağı bir evrak işi gerekti. Hele arkalarında bıraktıkları parçaları gören Muggle'lan da düşünecek olursanız..."
Birden Harr/nin gözlerinin önüne Privet Drive'da kaldırımın üzerine bırakılmış bir çift bacakla bir göz geldi.
"Peki, iyiler mi?" diye sordu, sarsılmış bir halde.
"Evet, tabii," dedi Mr VVeasley, istifini bozmadan. "Ama onlara ağır bir ceza kesildi, bir daha aceleyle böyle bir işe kalkışacaklarını sanmıyorum. Cisimlenme hafife alınacak iş değil. Birçok yetişkin büyücü bile bu zahmete katlanmıyor. Süpürgeyi tercih ediyorlar - daha yavaş, ama daha güvenli."
"Ama Bili, Charlie ve Percy, üçü de yapabiliyorlar, ha?"
"Charlie'nin sınava iki kere girmesi gerekti," dedi Fred sırıtarak. "İlkini veremedi. Gereken yerin sekiz kilometre güneyine, alışverişe çıkmış zavallı bir yaşlı kadının tam tepesine Cisimlenmişti, hatırlıyor musunuz?" l
"Evet ama ikincisinde geçti," dedi Mrs VVeasley, onlar neşeyle kıs kıs gülerlerken mutfağa girerek.
84

"Percy daha iki hafta önce geçti," dedi George. "O zamandan beri her sabah Cisimlenerek iniyor aşağı, sırf yapabildiğini ispatlamak için."
Holde ayak sesleri duyuldu ve Hermione'yle Ginny mutfağa geldiler. İkisi de solgun ve mahmur görünüyordu.
"Niye bu kadar erken kalkmamız gerekiyor?" dedi Ginny, gözlerini ovuşturup sofraya oturarak.
"Biraz yürümemiz gerekiyor," dedi Mr VVeasley.
"Yürümek mi?" dedi Harry. "Ne yani, Dünya Kupası'na yürüyerek mi gidiyoruz?"
"Yo, yo, o çok uzakta," dedi Mr VVeasley gülümseyerek. "Sadece kısa bir mesafeyi yürüyeceğiz. Çok sayıda büyücünün Muggle'ların dikkatini çekmeden toplanması çok zor da... Normalde bile nasıl seyahat ettiğimiz konusunda çok dikkatli olmamız gerekiyor, hele ki şimdi Çjuidditch Dünya Kupası gibi muazzam bir etkinlik var..."
"George!" dedi Mrs VVeasley sertçe. Hepsi yerlerinden sıçradılar.
"Ne var?" dedi George. Ses tonundaki masumiyet kimseyi kandıramamıştı.
"Cebindeki o şey de ne?"
"Hiç!"
"Bana yalan söyleme!"
Mrs VVeasley asasını George'un cebine doğrulttu ve, "<4cao/"dedi.
George'un cebinden birçok küçük, parlak renkli npsne fırladı. George onları yakalamaya çalıştıysa da
85

beceremedi ve nesneler Mrs VVeasley'nin onları beki yen eline doğru uçtu.
Mrs VVeasley bu nesneleri havaya kaldırarak, hiddetle, "Onları yok edin demiştik!" dedi. Şüphesiz yine Dolma-Dil Şekerlemesi'ydi bunlar. "Hepsini ortadan | kaldınn demiştik! Ceplerinizi boşalhn, hadi bakalım, J ikiniz de!"
Pek hoş bir sahne değildi. İkizler belli ki evden» mümkün olduğunca çok sayıda şekerleme kaçırmaya çalışıyorlardı ve Mrs VVeasley'nin hepsini bulabilmesi için Çağırma Büyüsü'nü kullanması gerekti.
O, "Accio! Accio! Accio!" diye bağırdıkça, George'un ceketinin astanyla Fred'in kot pantolonunun paçalan da dahil olmak üzere, en beklenmedik yerlerden şekerlemeler fırlıyordu.
Annesi şekerlemeleri atarken, Fred, "Onları yapmak için altı ay uğraştık!" diye bağırdı.
"Aman, altı ay geçirmek için ne güzel bir yol!" diye bağırdı Mrs VVeasley. "Daha fazla S. B. D. alamamanıza şaşmamalı!"
Sonuçta, evden ayrılırlarken ortada çok hoş bir hava esmivordu. Mrs VVeasley, Mr VVeasley'yi yanağından öperken bü$ hâlâ sinirden kıpkırmızıydı. Ama bu, ikizlerin sinirine kıyasla pek bir şey sayılmazdı: İkisi de sırt çantalarını arkalarına vurup annelerine tek kelime etmeden çıktılar.
"İyi eğlenceler," dedi Mrs VVeasley. "Ayağınızı denk alın!" diye seslendi ikizlerin ardından, ama ikizler ne dönüp baktılar ne de yanıt verdiler. Harry, Ron, Hermi-
86

öne ve Ginny ile birlikte Fred ve George'un arkasından yürüyen Mr VVeasley'ye/ "Bili, Charlie ve Percy'yi öğlene doğru gönderirim," diye seslendi Mrs VVeasley.
Hava ayazdı ve ay hâlâ görünüyordu. Günün doğmak üzere olduğuna dair tek işaret, sağ taraflarındaki ufuk çizgisine yayılmış olan donuk, yeşilimsi renkti. Aklı Quidditch Dünya Kupası'na doğru yola koyulan binlerce büyücüde olan Harry, adımlarım hızlandırıp Mr VVeasley'nin yanına geldi.
"Peki, herkes Muggle'lara fark ettirmeden-nasıl gidiyor oraya?" diye sordu.
"Bu çok büyük bir organizasyon sorunu yarattı zaten," diye iç geçirdi Mr VVeasley. "Mesele şu ki, Dünya Kupası'na gelecek yüz bin kadar büyücünün hepsini ağırlayacak bir büyülü bölgemiz yok. Muggle'lann giremediği yerler var tabii, ama yüz bin büyücüyü Di-agon Yolu'na ya da Platform Dokuz Üç Çeyrek'e tıkıştırmaya çalıştığını düşünsene bir. Bu yüzden bomboş, güzel bir kır bulmamız ve orayı mümkün olduğunca çok Muggle-savuşturucu önlemle donatmamız gerekti. Bütün Bakanlık aylardır bu konu üzerinde çalışıyor. Tabii ki öncelikle gelişleri düzenlememiz gerek. Daha ucuz bileti olanlar iki hafta önceden gelmek zorunda. Kimileri Muggle ulaşım sistemlerini kullanıyor, ama onlann otobüslerini ve trenlerini bir sürü büyücüyle dolduramayız - unutma, dünyanın her yanından büyücüler geliyor. Elbette bazıları Cisimleniyor, ama onlara da belirmeleri için emniyetli, Muggle'lardan iyice uzak yerler ayarlamak zorundayız. Sanırım Cisimlenme nok-
87

tası olarak kullandıkları elverişli bir ağaçlık var. Cisimlenmek istemeyenler ya da yapamayanlar içinse, Anahtardan kullanıyoruz. Bunlar daha önceden belirlenmiş bir vakitte büyücüleri bir noktadan diğerine aktarmakta kullanılan cisimler. Gerekirse tek bir seferde büyük bir grup aktarabiliyorsun. İngiltere'de stratejik noktalara iki yüz Anahtar yerleştirildi. En yakını Stoatshead Tepesi'nde, biz de oraya gidiyoruz."
Mr Weasley parmağıyla ileriyi işaret etti. Gösterdiği yerde, Ottery St Catchpole köyünün ardında büyük, siyah bir kütle yükseliyordu.
"Anahtarlar ne tür cisimler?" dedi Harry merakla.
"Şey... her şey olabilir," dedi Mr VVeasley. "Göze çarpmayan şeyler olmalı tabii ki, Muggle'lar alıp kurcalamasınlar diye... çerçöp olduğunu düşünecekleri şeyler..."
Karanlık, ıslak patikalardan köye doğru ağır ağır ilerlediler. Sessizliği sadece ayak sesleri bozuyordu. Köyden geçerlerken gökyüzü yavaş yavaş aydınlanmaya başladı, mürekkep karası rengi laciverte dönüştü. Harry'nin elleri ve ayaklan soğuktan donuyordu. Mr VVeasley saatine bakıp duruyordu.
Stoatshead Tepesi'ni tırmanmaya başladıktan sonra, konuşmaya harcayacak nefesleri kalmadı. Bazen gizli bir tavşan deliğine takılıyorlar, bazen de siyah çim öbeklerine basıp kayıyorlardı. Harry'nin aldığı her soluk göğsünü yakıyor, bacakları tutulmaya başlıyordu ki, düzlüğe geldiler.
"Oh," dedi Mr VVeasley soluk soluğa. Gözlüğünü
88

çıkarıp kazağına sildi. "Eh, iyi geldik - on dakikamız var..."
Tepede en son Hermione belirdi. Eli böğründeydi.
"Şimdi iş Anahtar'1 bulmaya kaldı/' dedi Mr VVeasley, gözlüğünü yeniden takıp yere bakınarak. "Büyük bir şey değil... Hadi..."
Çevreye dağılıp aramaya başladılar. Henüz bir iki dakika geçmişti ki, sessizlik bir bağırmayla kesildi.
"Burada, Arthur! Burada, oğlum, bulduk!"
Tepenin öbür tarafında, yıldızlı gökyüzünün altında iki karanlık ve uzun siluet duruyordu.
"Amos!" dedi Mr VVeasley. Gülümseyerek, seslenen adama doğru yürümeye başladı. Diğerleri de peşinden gittiler.
Mr VVeasley çalı gibi kahverengi sakallı, kırmızı suratlı bir büyücüyle el sıkışıyordu. Adamın öbür elinde küflü görünüşlü, eski bir çizme vardı.
"Çocuklar, bu Amos Diggory," dedi Mr VVeasley. "Sihirli Yaratıkların Düzenlenmesi ve Denetimi Dairesi'nde çalışıyor. Sanırım oğlu Cedric'i tanıyorsunuz-dur."
Cedric Diggory on yedi yaşlarında, son derece yakışıklı bir çocuktu. Hogwarts'ta Hufflepuff binası Quid-ditch takımının kaptanı ve Arayıcı'sıydı.
Cedric onlara bakıp, "Merhaba," dedi.
Herkes de ona merhaba dedi, başlarıyla selam veren Fred ve George dışında. Cedric'in takımı geçen yılki ilk Çjuidditch maçında Gryffindor'u yendiği için ikisi de onu affetmemişlerdi.
89

"Uzun bir yürüyüş, ha Arthur?" diye sordu Ced-ric'in babası.
"Çok kötü değil," dedi Mr Weasley. "Şuradaki köyün öbür tarafında oturuyoruz. Ya siz?"
"İkide kalkmak zorunda kaldık, değil mi, Ced? Cisimlenme sınavım bir versin, çok sevineceğim. Yine de... şikâyetçi değilim... Quidditch Dünya Kupası, bunu bir çuval dolusu Galleon için bile kaçırmam - gerçi biletler de neredeyse o kadar ediyor. Yine de görünüşe bakılırsa ucuz kurtulmuşum..." Amos Diggory, VVeas-ley'lerin üç oğluna, Harry, Hermione ve Ginny'ye babacan bir edayla göz gezdirdi. "Hepsi senin mi, Arthur?"
"Hayır, sadece kızılkafalar," dedi Mr VVeasley, çocuklarını göstererek. "Bu Hermione, Ron'un arkadaşı -bu da Harry, o da arkadaşı -"
"Merlin'in sakalı," dedi Amos Diggory, gözleri fal-taşı gibi açılarak. "Harry mi? Harry Potter mı?"
"Ee - evet," dedi Harry.
Harry tanıştığı insanların ona merakla bakmalanna alışkındı, gözlerinin hemen alnındaki şimşek biçimindeki yaraya kaymasına da alışkındı, ama yine de her seferinde rahatsız oluyordu.
"Ced senden bahsetti tabii," dedi Amos Diggory. "Geçen sene sana karşı oynadığını anlattı... Ona söyledim, dedim ki - Ced, bu torunlarına anlatacağın bir şey... Harry Potter'ı yendin!"
Harr/nin aklına buna verecek bir cevap gelmediği için, bir şey söylemedi. Fred ve George yine surat asıyorlardı. Cedric biraz utanmış gibiydi.
90

"Harry süpürgesinden düştü, baba," diye mırıldandı. "Söyledim ya sana... bir kazaydı..."
"Evet ama sen düşmedin, değil mi?" diye coşkuyla gürledi Amos, oğlunun sırtına bir şaplak indirerek. "Hep mütevazıdır bizim Ced, hep centilmendir... ama en iyi olan kazanmış, eminim Harry de aynı şeyi söyleyecektir, değil mi? Biri süpürgesinden düşüyor, diğeri süpürgesinin üstünde kalıyor. Hangisinin daha iyi uçtuğunu anlamak için dahi olmaya gerek yok!"
"Vakit gelmiş olmalı," dedi Mr VVeasley hemen, bir kez daha saatine bakarak. "Başka birini bekliyor muyuz, biliyor musun, Amos?"
"Hayır, Lovegood'lar bir haftadır orada, Favvcett'lar da bilet bulamadı," dedi Mr Diggory. "Bu bölgede bizden olan başka biri yok, değil mi?"
"Bildiğim kadarıyla yok," dedi Mr VVeasley. "Evet, bir dakika kaldı... Hazırlansak iyi olur..."
Dönüp Harry ve Hermione'ye baktı. 'Tek yapmanız gereken Anahtar'a dokunmak, parmakla dokunmanız yeter -"
Koca sırt çantalarının çıkardığı zorluğa karşın dokuzu da Amos Diggory'nin elindeki eski çizmenin çevresine toplandılar.
Soğuk bir esinti tepenin üstünü yalarken, orada dar bir çember halinde durdular. Kimse konuşmuyordu. Harry birden, şimdi buraya bir Muggle gelse bu durumun ona ne kadar tuhaf görüneceğini düşündü... İkisi yetişkin dokuz kişi, yarı karanlıkta eski, pespaye bir çizmenin ucundan tutmuş, bekliyor...
91

"Üç..." diye mırıldandı Mr VVeâsley. Bir gözü hâlâ saatindeydi. "İki... bir..."
Birden başladı: Harry sanki göbeğinin gerisindeki bir kanca onu aniden hızla öne çekmiş gibi hissetti kendini. Ayakları yerden kesildi; Ron ve Hermione'nin iki tarafında olduğunu hissediyordu. Omuzları onun omuzlanna çarpıp duruyordu; bir rüzgâr uğultusu ve helezonlar çizen renklerin içinde ileri doğru sürükleniyorlardı; işaret parmağı çizmeye yapışmıştı, sanki çizme onu manyetik bir güçle ileri çekiyormuş gibiydi; derken birden -"
Ayaklan hızla yere vurdu; Ron sendeleyip ona çarptı ve Harry yere düştü; Anahtar da güm diye başının yanına, yere indi.
Harry başını kaldırıp yukarı baktı. Mr VVeasley, Mr Diggory ve Cedric, rüzgârdan saçları başlan dağılmış olsa da, hâlâ ayaktaydılar; başka herkes yerdeydi.
"Stoatshead Tepesi'nden beşi yedi geçe seferi," dedi bir ses.
92

GeCeLeR
12-10-2006, 01:56 AM
YEDİNCİ BOLÜM
Bagman ve Crouch

Harry kendini Ron'dan çözüp ayağa kalktı. Sisli bir kırın ıssız uzantısına benzeyen bir yere gelmişlerdi. Önlerinde yorgun ve somurtkan görünüşlü iki büyücü vardı, biri elinde büyük, altın bir saat, diğeri de kalın bir parşömen rulosuyla bir tüy kalem tutuyordu. İkisi de Muggle gibi giyinmişler, ama pek becerememişlerdi. Saatli adamın ayağında, dizinin üstüne kadar uzanan galoşlar, sırtında da tüvit bir takım vardı. Arkadaşı ise İskoç eteğiyle panço giymişti.
Mr YVeasley, "Günaydın, Basil," diyerek çizmeyi alıp İskoç etekli büyücüye uzattı, adam da onu yanındaki koca bir kutu kullanılmış Anahtar" m arasına attı. Harry, Anahtarlar arasında eski bir gazete, boş bir içecek tenekesi ve delinmiş bir futbol topu görebiliyordu.
Basil yorgun yorgun, "Selam, Arthur," dedi. "Görevli değilsin, ha? Bazıları için mesele yok tabii... Biz bütün gece buradaydık... Yoldan çekilsen iyi olur, beş on beşte Kara Orman'dan kalabalık bir ekibin gelmesini bekliyoruz. Biraz dur da hangi kampta olduğunu bula-
93

yım... Bakalım... VVeasley... VVeasley..." Elindeki parşömen listeye baktı. "Dört yüz metrelik bir yürüyüşten sonra, karşına çıkacak ilk tarla. Kamp yöneticisinin adı Mr Roberts. Diggory... ikinci tarla... Mr Payne'i sor."
Mr VVeasley, "Sağol, Basil," dedi ve diğerlerine kendisini izlemelerini işaret etti.
Issız kırın öbür yanından yola koyuldular, siste pek önlerini seçemiyorlardı. Yirmi dakika kadar sonra bir kapının yanında küçük, taş bir kulübe göründü. Harry onun ardında, büyük bir tarlanın tatlı eğimli yamacında, ufuktaki karanlık ağaçlığa doğru yükselen yüzlerce çadırın hayaleti andıran şekillerini zar zor seçebiliyordu. Dig-gor/lerle vedalaştilar ve kulübenin kapısına yaklaştılar.
Kapıda, çadırlara bakan adam duruyordu. Harry bir bakışta onun, birkaç hektar dahilindeki tek gerçek Muggle olduğunu anladı. Adam ayak seslerini duyunca, onlara bakmak için başını çevirdi.
Mr VVeasley neşeyle, "Günaydın!" dedi.
"Günaydın," dedi Muggle.
"Siz Mr Roberts olmalısınız herhalde?"
"Evet, oyum," dedi Mr Roberts. "Ya siz kimsiniz?"
"VVeasley - iki çadır, iki gün önce ayırtrruştık. Tamam, değil mi?"
"Evet," dedi Mr Roberts, kapıya iliştirilmiş bir listeden kontrol ederek. "Orada, ağaçlığın yanında bir yeriniz var. Sadece bir gece mi?"
"Öyle."
"Şimdi ödeyeceksiniz demek, öyle mi?"
Mr VVeasley, "Ah - evet - tabii -" dedi. Kulübeden
94

az geriye kaçıp Harry'yi eliyle yanına çağırdı. Cebinden bir deste Muggle parası çıkarıp banknotları ayırmaya başlayarak, "Bana yardım et, Harry," diye mırıldandı. "Bu bir... bir... onluk mu? Ah evet, üzerindeki küçük sayıyı şimdi gördüm... Peki bu, beşlik mi?"
Harry, Mr Roberts'm onun ağzından çıkan her kelimeyi yakalamaya çalıştığını fark etmenin tedirginliğiy-le, alçak sesle, "Yirmilik," dedi Mr YVeasley'ye.
"Ah evet, gerçekten de öyle... Bilmiyorum, bu kâğıt parçacıkları..."
Mr Roberts, doğru banknotları seçip ona dönen Mr Weasley'ye, "Yabancı mısınız?" dedi.
Mr VVeasley şaşkınlıkla, "Yabancı mı?" diye tekrarladı.
Mr Roberts onu dikkatle süzerek, "Para konusunda zorluk çeken ilk siz değilsiniz," dedi. "On dakika önce iki kişi bana jant kapağı büyüklüğünde kocaman, altın sikkelerle ödeme yapmaya kalkıştı."
Mr VVeasley tedirgin tedirgin, "Gerçekten mi?" diye sordu.
Mr Roberts, bir tenekeyi karıştırıp bozukluk arandı.
Aniden, tekrar sisli tarlaya bakarak, "Hiç bu kadar kalabalık olmamıştı," dedi. "Yüzlerce kişi önceden yer ayırttı. Oysa insanlar öylesine gelir buraya..."
Mr VVeasley, parasının üstünü almak için elini uzatarak, "Sahi mi?" dedi. Ama Mr Roberts paranın üstünü vermedi.
Düşünceli düşünceli, ?Evet," dedi. "Her yerden kalkıp gelmişler. Bir sürü yabancı. Hem sadece yabancı
. 95

da değil. Kaçıklar, anlıyor musunuz? İskoç eteği ve pançoyla dolaşan bir herif bile var."
Mr VVeasley kaygıyla, "Dolaşmaması mı lazım?" diye sordu.
"Şey gibi yani... bilmiyorum... bir toplantı sanki. Hepsi birbirini tamyora benziyor. Büyük bir parti gibi."*
Tam o anda, golf pantolonlu bir büyücü Mr Ro-berts'ın ön kapısının yanında peydahlanıverdi.
Asasını Mr Roberts'a doğru tutarak, sert bir ses tonuyla, "Unuttur!" dedi.
Mr Roberts'ın gözleri bir anda odak noktasını kaybetti, çatık kaşlan gevşedi ve yüzüne hülyalı bir kayıtsızlık ifadesi yerleşti. Harry, hafızası değiştirilmiş birinin belirtilerini hemen fark etti.
Mr Roberts sakin sakin, "İşte size kampın haritası," dedi Mr VYeasley'ye. "Bu da paranızın üstü."
"Teşekkür ederim," dedi Mr Weasley.
Golf pantolonlu büyücü onlara kampın kapısına kadar eşlik etti. Bitkin görünüyordu. Çenesi hafiften uzamış bir sakalla mavileşmişti, gözlerinin altında koyu mor gölgeler vardı. Mr Roberts'in duyma menzilinden çıkınca, Mr Weasley/ye, "Onunla başımız hayli derde girdi," dedi. "Hayatından memnun olması için günde on kere Hafıza Büyüsü yapmak gerekiyor. Ludo Bagman'ın da hiç faydası olmuyor. Ortalıkta gezinip avazı çıktığı kadar Bludger'lardan, Quaffle'lardan söz edip duruyor. Muggle'lara karşı alınan güvenlik önlemlerine ise aldırdığı bile yok. Of off, bu iş bir bitsin, çok mutlu olacağım. Sonra görüşürüz, Arthur."
96

Buharlaştı.
Ginny, yüzünde şaşkın bir ifadeyle, "Mr Bagman'ın Sihirli Oyunlar ve Sporlar Dairesi Başkanı olduğunu sanıyordum," dedi. "Muggle'ların yakınında Bludger'lar-dan söz edilmeyeceğini bilmesi gerekmez mi?"
Mr VVeasley önlerine düşüp onları kapılardan kamp yerine götürürken, "Gerekir," diye gülümsedi. "Ama Ludo hep... nasıl diyeyim... güvenlik konusunda gevşek olmuştur. Buna karşılıky ondan daha hevesli bir Spor Dairesi Başkanı bulamazsınız. Kendi de İngiltere Milli Takımı'nda Quidditch oynadı, biliyorsunuz. Ve Wimbo-urne VVasps'in gelmiş geçmiş en iyi Vurucu'suydu."
Uzun çadır sıralan arasından sisli tarlayı ağır ağır geçtiler. Çadırların çoğu sıradan görünümlüydü, belli ki sahipleri onlan Muggle çadırlarına benzetmek için ellerinden geleni yapmıştı. Ama baca, çıngırak ya da hava vanası eklemek gibi küçük hatalar işlemişlerdi. Öte yandan, bazı çadırların sihirli olduğu öylesine barizdi ki, Harry, Mr Roberts'ın şüphelenmesine hiç şaşmadı. Tarlanın ortasında, girişinde birkaç canlı tavus-kuşunun ipleri elverdiği ölçüde dolaştığı, çizgili ipekten minyatür bir sarayı andıran, bonbon misali, aşırılık örneği bir çadır duruyordu. Biraz daha ileride üç katlı, birkaç tareti olan bir çadırın yanından geçtiler. Onun biraz ilerisinde de kuş banyolu, güneş saatli ve çeşmeli on bahçesi olan bir tane vardı.
Mr VVeasley gülümseyerek, "Hep aynı," dedi. "Bir araya geldik mi gösteriş yapmadan duramıyoruz. Ah, işte burası, bakın, bu da bizimki."
97

Tarlanın üst tarafında ağaçlığın kıyısına varmışlardı, burada toprağa üzerinde "VVeezly" yazan küçük bir tabelanın çakılmış olduğu boş bir yer vardı.
Mr Weasley memnuniyetle, "Bundan iyisi can sağlığı!" dedi. "Saha hemen orada, ağaçlığın öbür yanında. Olabildiğince yakınız." Sırt çantasını omuzlarından indirdi. Heyecanla, "Tamam," dedi, "sihre izin yok, ciddiyim, Muggle arazisinde bu kadar kalabalıkken olmaz. Bu çadırları kendi elimizle kuracağız! Zor olmasa gerek... Muggle'lar hep kuruyor... Hadi bakalım, Harry, nereden başlasak dersin?"
Harry hayatında kampa gitmemişti; Dursley'ler onu hiçbir tatile götürmemiş, yaşlı bir komşu olan Mrs Figg'le bırakmayı tercih etmişlerdi. Ancak, Hermione ile ikisi sırıklarla küçük kazıkların nereye dikilmesi gerektiğini çözmüşlerdi. İş ağaç tokmağı kullanmaya gelince haddinden fazla heyecanlanan Mr Weasley'nin yararından çok zararı dokunsa da, sonunda iki tane iki kişilik, eski püskü görünüşlü çadır dikmeyi başardılar.
Hepsi geriye çekilip el emeklerinin ürününü hayranlıkla süzdü. Bu çadırlara bakan hiç kimse onların büyücülere ait olduğunu anlamaz, diye düşündü Harry. Ama mesele şuydu ki, Bili, Charlie ve Percy gelince, on kişi olacaklardı. Hermione de bu sorunun farkına varmıştı. Mr VVeasley dört ayak üzerinde ilk çadıra girerken, kız, Harry'ye soran gözlerle baktı.
Mr Weasley, "Biraz sıkışacağız," diye seslendi. "Ama sanırım hepimiz sığarız. Gelin de bakın."
Harry eğildi, çadır kapakçığının altından geçti ve
98

hayretten ağzı açık kaldı. Banyosu ve mutfağı da eksik olmayan, eski moda, üç odalı bir daireye benzeyen bir yere girmişti. Tuhaftır, burası dja tıpkı Mrs Figgs'in evinin üslubunda döşenmişti: Birbirinin eşi olmayan sandalyelerde tığ işi örtüler vardı ve ortalığa ağır bir kedi kokusu sinmişti.
"Eh, uzun süre kalacak değiliz zaten," dedi Mr We-asley, başındaki keli bir mendille silip yatak odasının ortasında duran ranzalı dört yatağa bakarak. "Bunları bürodaki Perkins'ten ödünç aldım. Artık kampa gidemiyor, zavallı adam, lumbagosu var."
Tozlu çaydanlığı alıp içine baktı. "Bize su gerek..."
Harry'nin arkasından çadıra giren ve içerisinin olağanüstü büyüklüğünden hiç mi hiç etkilenmemiş görünen Ron, "Muggle'm bize verdiği haritada bir musluk işaret edilmiş," dedi. "Tarlanın öbür yanında."
"Eh, öyleyse niye sen, Harry ve Hermione gidip bize biraz su getirmiyorsunuz -?" Mr VVeasley çaydanlıkla birlikte birkaç tane saplı tencere uzattı, "- gen kalanlarımız da ateş için odun toplar."
"Ama fırınımız var," dedi Ron, "Niye sadece -"
Yüzü beklentiyle parıldayan Mr VVeasley, "Ron, Muggle'lara karşı güvenlik önlemlerini unutma," dedi "Gerçek Muggle'lar kamp yaptığı zaman, dışarıdaki ateşlerde yemek pişirirler. Gördüm ben, öyle yapıyorlar!"
Harry, Ron ve Hermione, kızların, oğlanlarınkinden biraz daha küçük olan ama kedi kokmayan çadırında hızlı bir tur attıktan sonra, ellerinde çaydanlık ve saplı tencerelerle kamp arazisinde yürümeye koyuldular
99

Şimdi, güneş henüz doğduğu, sis de kalktığı için, her yönde uzanan çadırlar kentini görebiliyorlardı. Hevesle çevrelerine bakarak sıra sıra çadırlar arasından yavaş yavaş geçtiler. Harry dünyada ne kadar çok cadı ve büyücü olduğunu ancak şimdi arılayabiliyordu. Aslında daha önce başka ülkelerdekilere pek kafasını yormamışü.
Alanda kamp yapanlar uyanmaya başlamıştı. Önce küçük çocukları olan aileler hareketlenmişti; Harry daha önce hiç bu kadar çok sayıda küçük cadı ve büyücü görmemişti. İki yaşından büyük olmayan minik bir oğlan piramit biçimli koca bir çadınn dışında diz çökmüştü. Elinde bir asa vardı ve onunla çimenlerin içindeki, yavaş yavaş şişerek salam rulosu büyüklüğüne varan bir salyangozu mutlu bir şekilde dürtüyordu. Onun yakınına geldiklerinde, annesi telaşla çadırdan çıktı.
"Sana kaç kere söyledim, Kevin? Babanın - asasına -el - sürme - ayyyy!"
Dev salyangozun üstüne basmış, salyangoz patlamıştı. Çocuğu azarlayan sesi durgun havada arkalarından gelip küçük oğlanın feryatlarına karıştı - "Salyangozu .patlattın! Salyangozu patlattın!"
Biraz daha ileride, Kevin'den pek büyük olmayan iki küçük cadı gördüler. Oyuncak süpürgelere binmişler ve çok az yükselmişlerdi, ayak parmaklan çiğle kaplı çimenleri sıyınyordu. Bakanlık'tan bir büyücü de onları görmüştü. Harry, Ron ve Hermione'nin yanından geçerken, iyice afallamış halde söyleniyordu: "Hem de güpegündüz! Annelerle babalan yatak keyfi yapıyor herhalde -"
100

Orada burada başka büyücülerle cadılar da çadırlarından çıkıyor ve kahvaltı hazırlamaya başlıyorlardı. Bazıları, çevrelerine sinsi bakışlar atarak, asalarıy-la ateş yakıveriyorlardı; bir kısmı ise, yüzlerinde şüpheci bakışlarla, sanki bunun işe yaramayacağından eminmiş gibi, kibrit çakıyorlardı. Üç Afrikalı büyücü ciddi bir sohbete dalmıştı, hepsi uzun, beyaz cüppeler giymişti ve parlak mor bir ateşte tavşana benzeyen bir şeyi kızartıyorlardı. Bir kısım orta yaşlı Amerikalı büyücü ise, çadırlarının arasına gerilmiş ve üzerinde Salem Büyücü Kurumu yazan parlak bir flamanın altında oturmuş, mutlu mutlu dedikodu ediyorlardı. Harry'nin kulağına, önlerinden geçtikleri çadırların içinden gelen tuhaf dillerdeki konuşmalardan parçacıklar takıldı. Tek kelime anlamasa bile, her sesin heyecanlı bir tonu vardı.
Ron, "Şey," dedi, "benim gözlerimde mi sorun var, yoksa her şey yeşerdi mi?"
Sorun sadece Ron'un gözlerinde değildi. İrlanda'nın ulusal simgesi olan üç yapraklı yoncalann halı gibi kapladığı bir çadır kümesine girmişlerdi, çadırların hepsi topraktan fışkırmış küçük, tuhaf biçimli tepeciklere benziyordu. Kapakçıkları açık olanların altından, sırıtan yüzler görünüyordu. Derken, arkalarından adlarının seslenildiğini duydular.
"Harry! Ron! Hermione!"
Seslenen, Gryffindor dördüncü sınıftan arkadaşları Seamus Finnigan'dı. Yonca kaplı kendi çadırının önünde, herhalde annesi olan sarımsı kahverengi saçlı bir
101

kadınla ve Gryffindor'dan en iyi arkadaşı Dean Tho-mas'la birlikte oturuyordu.
Harry, Ron ve Hermione merhaba demek için oraya yöneldiklerinde, Seamus, "Süslemeler hoşunuza gitti mi?" diye sordu sırıtarak. "Bakanlık pek memnun kalmadı da."
Mrs Finnigan, "Aa, niye renklerimizi göstermeye-cekmişiz ki?" dedi. "Bulgarların kendi çadırlarına boydan boya ne astıklarını görmelisiniz." Boncuk gibi gözleriyle Harry, Ron ve Hermione'ye bakarak, "İrlanda'yı tutacaksınız tabii, öyle değil mi?" dedi.
Onu gerçekten de İrlanda'yı tuttukları konusunda ikna ettikten sonra yeniden yola koyuldular ama, Ron'un da dediği gibi, "O sürüyle sarılıyken başka bir şey söylenebilir miydi sanki?"
"Bulgarların çadırlarına boydan boya ne astıklarını merak ediyorum," dedi Hermione.
Harry, tarlanın üst kısmında, Bulgar bayrağının -beyaz, yeşil ve kırmızı- meltemle dalgalandığı büyük bir çadır kümesine işaret ederek, "Gidip bakalım, hadi," dedi.
Buradaki çadırlar bitkilerle bezenmemişti, ama her birine aynı afiş asılmıştı. Kalın, kara kaşlı, çok somurtkan birinin afişi. Resim elbette hareket ediyordu, ama sadece gözlerini kırpıştırıyor ve kaşlarını çatıyordu.
Ron yavaşça, "Krum/' dedi.
"Kim?" diye sordu Hermione.
"Krum! Viktor Krum, Bulgar Arayıcı'sı!"
Hermione, onlara gözlerini kırpıştırıp kaşlarını ça-
102

tan sayısız Krum'a bakarak, "Pek somurtkan bir hali var," dedi.
" 'Pek somurtkan' mı?" Ron, gözlerini göğe çevirdi. "Neye benzediği kimin umrunda! İnanılmaz biri. Hem de gerçekten genç. Daha on sekiz yaşında falan. O bir dahi, bu geceyi bekle, görürsün."
Tarlanın köşesindeki musluğun önünde şimdiden küçük bir kuyruk vardı. Harry, Ron ve Hermione de, hararetli bir tartışmaya dalmış iki adamın arkasında kuyruğa girdiler. Bir tanesi uzun, çiçekli bir gecelik giymiş çok yaşlı bir büyücüydü. Öteki ise besbelli bir Bakanlık büyücüsüydü. İlk adama çizgili bir pantolon uzatıyordu. Sabrı tükenmişti, neredeyse ağlamaklıydı.
"Hadi, giy şunları, Archie, iyi bir adamsın sen... Böyle dolaşamazsm, zaten kapıdaki Muggle şüphelenmeye -"
İhtiyar büyücü inatla, "Ben bunu bir Muggle dükkânından aldım," dedi. "Muggle'lar bunları giyiyor."
Bakanlık sihirbazı, "Bunları Muggle kadınları giyiyor, Archie, erkekleri değil, onlar bunları giyiyor," deyip, ince çizgili pantolonu ötekinin gözü önünde salladı.
İhtiyar Archie incinmiş bir şekilde, "Ben onu giymem," dedi. "Mahrem yerimde sağlıklı bir esinti olmasından hoşlanıyorum, sağ ol."
Bu noktada Hermione öyle güçlü bir kıkırdama nöbetine tutuldu ki, kuyruktan çıkmak zorunda kaldı ve ancak Archie suyunu alıp gidince geri döndü.
Suyun ağırlığı nedeniyle şimdi daha yavaş yürüye-
103

rek kampa döndüler. Orada burada birkaç aşina çehreye daha rastladılar: Aileleriyle gelmiş olan diğer Hog-vvarts öğrencileri. Okulu kısa süre önce bitirmiş olan Oliver Wood, Harry'nin binasının eski Quidditch kaptanıydı. Harry'yi annesi ve babasıyla tanıştırmak için çadırlarına doğru çekiştirdi, ona heyecanla kısa süre önce Puddlemere United yedek takımıyla anlaşma imzaladığını söyledi. Daha sonra, Hufflepuff ta dördüncü sınıfta olan Ernie Macmillan onlara selam verdi, biraz ileride de Ravenclavv takımında Arayıcı olarak oynayan çok güzel bir kızı, Cho Chang'ı gördüler. Cho, Harry'ye el sallayıp gülümsedi, o da el sallayayım derken önüne hayli su döktü. Harry, daha çok Ron'un alaylı alaylı sırıtmasına engel olmak için, daha önce hiç görmediği büyük bir grup yeniyetmeyi işaret etti hemen.
"Bunlar kim dersin?" diye sordu. "Hogwarts'tan değiller, değil mi?"
"Yabancı okullarda okuyorlar herhalde," dedi Ron. "Başka okullar olduğunu biliyorum. Ama onlardan birine giden kimseyle tanışmadım. Bili, Brezilya'daki bir okulda okuyan biriyle mektuplaşırdı... Yıllar önceydi bu... Bir öğrenci değiş tokuşu yolculuğuna çıkmak istedi ama, annemle babamın parası yetmedi. Bili gitmeyeceğini söyleyince mektup arkadaşı çok kırıldı, ona lanetli bir şapka yolladı. Şapka, kulaklarının çekmesine neden oldu."
Harry güldü ama, başka büyücü okulları olduğunu duyunca hissettiği şaşkınlığı dile getirmedi. Şimdi kamp yerinde onca milliyetin temsilcilerini gördüğü
104

için, nasıl olup da şimdiye kadar Hogvvarts'm tek okul olmadığını anlamamak gibi bir aptallık ettiğini düşünüyordu. Bu bilgiye hiç mi hiç sasırmamış görünen Her-mione'ye bir göz attı. Şüphesiz Hermione şu ya da bu kitapta başka büyücülük okullarına ilişkin haberler görmüştü.
Sonunda VVeasley'lerin çadırlarına vardıklarında, George, "Gelmek bilmediniz bir türlü," dedi.
Ron suyu yere koyarak, "Birkaç kişiye rastladık," dedi. "Ateşi yakmadınız mı daha?"
"Babam kibritlerle hoşça vakit geçiriyor," dedi Fred.
Mr VVeasley ateşi yakmakta herhangi bir başarıya ulaşamamıştı, ama denemediğinden değil. Çevresi kıymık kıymık kibritle doluydu, buna rağmen hayatının en eğlenceli anlannı yaşıyormuş gibi görünüyordu.
Bir kibrit yakmayı becerip anında yere düşürünce, hayretle, "Ayy!" dedi.
Hermione şefkatle, "Gelin, Mr VVeasley," dedi, kutuyu ondan aldı ve bu işin nasıl yapılması gerektiğini gösterdi.
Sonunda ateşi yakabildiler, ama bir şey pişirecek hale gelmesi en azından bir saat daha aldı. Neyse ki beklerken seyredecek çok şey vardı. Çadırları, sahaya giden bir tür işlek caddenin hemen yanına kurulmuştu anlaşılan. Bakanlık üyeleri yoldan bir aşağı bir yukarı telaşla geçiyor, geçerken de Mr VVeasley'ye içtenlikle selam veriyorlardı. Mr VVeasley ise, daha çok Harry ve Hermione için, sürekli bilgi vermekteydi. Kendi çocuk-
105

lan Bakanlık hakkında zaten yeterinden fazla şey bildikleri için pek ilgilenmiyorlardı.
"O, Cuthbert Mockridge'di, Öncüce Bağlantı Dairesi Başkam... İşte Gilbert Wimple geliyor, Deneysel Büyüler Komitesi'nden. Bir süredir böyle boynuzlu... Selam, Arnie... Arnold Peasegood, o bir Unutturucu - Büyü Kazalarını Düzeltme Ekibi, biliyorsunuz... bunlar da Bode ve Croaker... onlar Adı-Ağza-Alınmayan'lar-
dan..."
"Neler neler?"
"Esrar Dairesi'nden, çok çok gizli, ne işler karıştırdıkları hiç bilinmez..."
Sonunda ateş hazır hale geldi, tam yumurtayla sosis pişirmeye başlamışlardı ki, Bili, Charlie ve Percy ağaçlıktan çıkıp onlara doğru yürüyerek geldiler.
Percy iftiharla, "Az önce Cisimlendim, baba," dedi. "Ah, harika, yemek!"
Yumurta ve sosis tabaklarını yarılamışlardı ki, Mr VVeasley bir hoplayışta ayağa kalktı, onlara doğru uzun adımlarla yürüyen bir adama el sallayıp sırıttı. "Hah işte!" dedi. "Günün adamı! Ludo!"
Ludo Bagman kesinlikle Harry'nin o ana kadar gördüğü en göze çarpan adamdı, çiçekli geceliğiyle yaşlı Archie de dahil olmak üzere. Enine, kalın, parlak sarı-siyah çubuklu upuzun bir Cjuidditch cüppesi giymişti. Göğsüne muazzam bir eşekarısı resmi yapıştırılmıştı. Birazcık tohuma kaçmaya başlamış, güçlü kuvvetli bir insan görünüşü vardı onda. Cüppesi, İngiltere Milli Ta-kımı'nda Quidditch oynarken kesinlikle sahip olmadığı
106

koca bir göbeğin üstünde sımsıkı gerilmişti. Burnu ezilmişti (herhalde yolunu şaşırmış bir Bludger tarafından kırılmıştır, diye düşündü Harry) ama yuvarlak, mavi gözleri, kısa, sarı saçları ve pespembe cildi, ona fazlaca büyümüş bir okullu çocuk görünümü veriyordu.
Bagman neşe içinde, "Hey!" diye seslendi. Sanki topuklarına yay takılmış gibi yürüyordu, pek heyecanlı olduğu da her halinden belliydi.
Kamp ateşine varınca, "Arthur, azizim," dedi soluk
soluğa, "ne gün ama, değil mi? Ne gün! Daha mükem
mel bir hava isteyebilir miydik? Bulutsuz bir gece geli
yor... Düzenlemelerde de bir gecikme yok gibi... Bana,
yapacak iş kalmıyor!" (
Onun arkasında, bitkin görünen bir grup Bakanlık büyücüsü, uzakta havaya yedi metrelik menekşe rengi kıvılcımlar sıçratan bir tür sihirli ateşi elleriyle göstererek telaşla yanlarından geçti.
Percy, elini öne uzatmış halde hızla ilerledi. Belli ki, Ludo Bagman'ın kendi bölümünü idare ediş şekline karşı duyduğu hayal kırıklığı, onun üzerinde iyi bir izlenim bırakmaya çalışmasını engellemiyordu.
"Ah - evet," dedi Mr VVeasley gülümseyerek, "bu, oğlum Percy. Kısa süre önce Bakanlık'ta çalışmaya başladı - ve bu da Fred - hayır, George, pardon - ordakı Fred - Bili, Charlie, Ron - kızım Ginny - ve Ron'un arkadaşları, Hermione Granger ve Harry Potter."
Bagman, Harry'nin adını duyunca çok hafifçe irkil-di ve bakışları o aşina hareketle yukarı, Harry'nin alnındaki yara izine kaydı.
107

"Millet," diye devam etti Mr Weasley, "bu, Ludo Bagman, kim olduğunu biliyorsunuz, onun sayesinde böyle iyi biletler aldık -"
Bagman sırıttı ve önemli değil demek istermiş gibi elini salladı.
Sonra da sarı-siyah cüppesinin cebindeki, hayli miktarda olduğu anlaşılan altınları şakırdatarak, "Maç için iddiaya var mısın, Arthur?" diye sordu hevesle. "Roddy Pontner ilk golü Bulgaristan'ın atacağı konusunda benimle iddiaya girdi - ona yüksek bahis oranları önerdim, İrlanda'nın hücum üçlüsünün yıllardır gördüğüm en kuvvetli üçlü olduğunu göz önüne alırsak -küçük Agatha Timms de, yılanbalığı çiftliği hisselerinin yansryla, maç bir hafta sürer diye iddiaya girdi."
"Ah... peki öyleyse," dedi Mr VVeasley. "Bakalım... .İrlanda'nın kazanacağı ihtimaline bir Galleon desek?"
"Bir Galleon mu?" Ludo Bagman biraz hayal kırıklığına uğramış gibi görünüyordu, ama kendini toparladı. "Pekâlâ, pekâlâ... başka iddiaya girmek isteyen var mı?"
"Kumar oynamak için biraz gençler," dedi Mr VVeasley. "Molly bundan hoşlanmaz..."
"Biz otuz yedi Galleon, on beş Sickle ve üç Knut'a iddiaya giriyoruz," dedi Fred. O ve George, bütün ortak paralarını çabucak ortaya döktüler. "İrlanda kazanacak - ama Snitch'i Viktor Krum yakalayacak. Ha, bahse bir de sahte asa katıyoruz."
Percy, "Mr Bagman'a böyle süprüntüler göstermek istemiyorsunuz herhalde," diye tısladı, ama Bagman
108

l
asanın hiç de süprüntü olduğunu düşünmüyordu. Tam tersine, asayı Fred'den alırken, çocuksu ifadeli yüzü heyecanla parladı. Asa gürültülü bir gıdaklamayla lastik bir tavuğa dönüşürken de kahkahalarla güldü.
"Mükemmel! Yıllardır bu kadar inandırıcı olanını görmemiştim! Bunun için beş Galleon veririm!"
Percy, yüzünde hayret dolu, onaylamaz bir ifadeyle dondu kaldı.
Mr VVeasley alçak sesle, "Çocuklar," dedi, "bahse girmenizi istemiyorum... Bu, biriktirdiğiniz paranın tamamı... Anneniz -"
Ludo Bagman ceplerindeki paraları heyecanla şın-gırdatarak, "Mızıkçılık etme, Arthur!" diye gümbürdedi. "Ne istediklerini bilecek kadar büyükler! İrlanda kazanacak, ama Snitch'i Krum alacak diyorsunuz, öyle mi? Hiç şansınız yok, çocuklar, hiç... Bu iddia için size mükemmel oranlar verebilirim... Komik asa için de beş Galleon ekleyelim öyleyse, ha?.."
Ludo Bagman tek hamlede bir defterle tüy kalem çıkarıp ikizlerin adını yazarken, Mr VVeasley çaresizce bakakaldı.
"Sağ olun," dedi George, Bagman'ın ona verdiği parşömen parçasını alıp cüppesinin ön tarafına tıkıştırırken.
Bagman büyük bir neşeyle yine Mr VVeasley'ye döndü. "Bana bir çay yapamazsın sanırım, ha? Dört gözle Barty Crouch'u bekliyorum. Bulgar meslektaşım zorluk çıkarıyor, söylediklerinden tek kelime anlamıyorum. Barty bunu halledebilir. Yüz elli dil falan konuşuyor."
109

"Mr Crouch?!" dedi Percy, kazık gibi durup onaylamaz gözlerle bakmayı birden bırakmış, resmen heyecanla kıvranmaya başlamıştı. "İki yüzden fazla dil konuşuyor! Denizdili, Ecişbücüşçe ve Ifritdili..."
Fred, ciddiye almayan bir edayla, "Herkes İfrit Dili konuşabilir," dedi. "Yapman gereken tek şey, parmağınla gösterip homurdanmak..."
Percy ona fevkalade pis bir bakış attıktan sonra, çaydanlık yeniden kaynama noktasına gelsin diye ateşi büyük bir gayretle besledi.
Bagman onların yanına, çimenlere yerleşirken, Mr Weasley, "Bertha Jorkins'ten haber var mı, Ludo?" diye sordu.
Bagman rahat rahat, "Bebek değil ya," dedi. "Bir yerden çıkar. Zavallı Bertha'cık... hafızası çatlak kazan gibi, yön duygusu da sıfırdır. Kayboldu, inan bana. Ekimde bir gün şaşkın şaşkın büroya girecek ve hâlâ temmuzda olduğumuzu sanıyor olacak."
Percy, Bagman'a çayını verirken, Mr VVeasley tereddütle, "Sence onu aramak için birini yollamanın vakti gelmedi mi?" diye sordu.
Bagman, yuvarlak gözlerini masum masum açarak, "Barty Crouch da bunu söyleyip duruyor," dedi. "Ama şu anda bu iş için kimseyi ayıramayız. Ah - iyi adam lafının üstüne gelir! Barty!"
Ateşin hemen yanında bir büyücü Cisimlenmişti, eşekarısı simgeli eski Wasp cüppesiyle çimenlere yayılmış olan Ludo Bagman'la büyük tezat oluşturan biri. Barty Crouch kaskatı, dimdik, yaşlıca bir adamdı. Ku-
110

sursuz, yepyeni bir takım elbise giymiş, kravat takmıştı. Kısa, gri saçları neredeyse doğal olmayan bir titizlikle ayrılmıştı, diş fırçasını andıran dar bıyığı da cetvelle düzeltilmiş gibi duruyordu. Ayakkabıları pınl pırıldı. Harry onun neden Percy'nin ideali haline geldiğini an-layabiliyordu. Percy kuralları sıkı sıkıya izlemeye tüm kalbiyle inanan biriydi, Mr Crouch da Muggle'lar gibi giyinme kuralına öylesine kılı kırk yararcasına uymuştu ki, rahatlıkla banka müdürü sanılabilirdi. Harry, Ver-non Enişte'nin bile onun aslında ne olduğunu anlayacağından şüpheliydi.
Ludo eliyle hemen yanına, yere neşeyle vurarak, "Gel de biraz ot sök, Barty," dedi.
"Hayır, teşekkür ederim, Ludo," diye cevap verdi Crouch, sesinde bir parça sabırsızlık seziliyordu. "Her yerde seni arıyordum. Bulgarlar, Üst Loca'ya on iki koltuk daha eklememiz için ısrar ediyorlar."
"Bu muymuş istedikleri?" dedi Bagman. "Ben de adam 'o ne ki kaltak' diyor sanmıştım. Ne aksanı varmış!"
Percy soluk soluğa, "Mr Crouch!" dedi, kambura benzemesine yol açan yarım bir reverans yaptı. "Bir fincan çay ister misiniz?"
"Ah," dedi Mr Crouch, Percy'ye hafif bir hayret duygusuyla bakarak. "Evet - teşekkürler, VVeatherby."
Fred ve George çaylarını içerken boğuluyorlardı az daha. Percy, kulakları kıpkırmızı, çaydanlıkla meşgul oldu.
Mr Crouch, keskin bakışlarını Mr VVeasley'ye dike-
111

rek, "Ah, sana da söylemek istediğim bir şey var, Art-hur," dedi. "Ali Beşir savaşın eşiğinde. Seninle uçan halılar ambargon hakkında konuşmak istiyor."
Mr VVeasley derin derin içini çekti. "Ona daha geçen hafta bir baykuş gönderdim. En az yüz kere söyledim: Yasaklanmış Büyülenebilen Nesneler Sicil Dairesi, halıları Muggle Eşyası olarak tanımlıyor. Dinledi mi dersin?"
Mr Crouch, Percy'den fincanını alarak, "Kuşkuluyum," dedi. "Buraya ihracat yapmak için her şeyi göze almış durumda."
"Eh, İngiltere'de asla süpürgelerin yerini alamazlar, değil mi?" diye sordu Bagman.
"Ali pazarda bir aile aracına yer olduğunu düşünüyor," dedi Mr Crouch. "Hatırlıyorum da, büyükbabamın on iki kişilik bir Axminsteı/ı vardı. Ama bu, halılar yasaklanmadan önceydi elbette."
Atalarının da yasalara sıkı sıkıya uyduğu konusunda hiç kimsenin kuşkusu kalmamasını ister gibi konuşuyordu.
Bagman teklifsizce, "Eh, demek meşgulsün, Barty," dedi.
Mr Crouch soğuk bir tavırla, "Oldukça," diye cevap verdi. "Beş kıtada Anahtar ayarlamak hiç de kolay iş değü, Ludo."
"Sanırım bu iş bitince ikiniz de memnun olacaksınız, ha?" dedi Mr Weasley.
Ludo Bagman şoke olmuş göründü. "Memnun mu?! Hiç bu kadar eğlendiğimi hatırlamıyorum... Ama
112

beklediğimiz bir şey de yok sayılmaz, ha, Barty? Ha? Daha örgütleyecek çok şey var, ha?"
Mr Crouch ona bakarak kaşlarım kaldırdı. "Bütün ayrıntılar belli olana kadar duyuru yapmamak konusunda anlaşmaya -"
"Ah, ayrıntılar!" dedi Bagman, kelimeyi bir tatarcık bulutuymuş gibi savurarak. "İmzaladılar, değil mi? Anlaşmaya vardılar, değil mi? Seninle bahse girerim, bu çocuklar zaten çok geçmeden öğrenecek. Yani, olay Hogwarts'ta -"
Mr Crouch, Bagman'ın sözlerini yanda keserek, haşin haşin, "Ludo, Bulgarlarla buluşmamız gerekiyor, biliyorsun," dedi. "Çay için teşekkürler, Weatherby."
İçilmemiş çayını Percy'ye doğru itti ve Ludo'nun yerinden kalkmasını bekledi. Bagman güçlükle ayağa kalktı, kalan çayını bir yudumda içti, ceplerindeki altınlar neşeyle şıngırdadı.
"Hepinizle sonra görüşürüz!" dedi. "Üst Loca'da benimle birlikte olacaksınız - ben maçı anlatıyorum!" O el salladı, Barty Crouch başını sallamakla yetindi ve ikisi de Buharlaştı.
Fred hemen, "Hogwarts'ta ne oluyor, baba?" dedi. "Neden söz ediyorlardı?"
Mr VVeasley, "Çok geçmeden öğrenirsin," dedi gülümseyerek.
Percy resmi bir tavırla, "Gizli bilgiler," dedi. "Bakanlık açıklama karan alana kadar. Mr Crouch açıkla-mamakta haklıydı."
Fred, "Öff, kes sesini, VVeatherby," dedi.
Akşama doğru kampta heyecan duygusu elle tutu-
, 113

lur bir bulut gibi yükseldi. Akşam alacasında durgun yaz havasının kendisi de beklentiyle titreşiyordu sanki. Karanlık, bekleyen binlerce büyücünün üstüne bir perde gibi yayılınca, son aldatmaca kalıntıları da yok oldu. Anlaşılan Bakanlık da kaçınılmaz olana boyun eğmiş ve şimdi her yerde patlak veren pervasız büyücülük işaretleriyle mücadele etmeyi bırakmıştı.
Birkaç adımda bir, sıradışı öteberinin bulunduğu tepsiler taşıyan ya da arabalar ittiren satıcılar Cisimleniyordu. Cikleyen seslerle oyuncuların adlarını söyleyen ışıklı rozetler vardı -İrlanda için yeşil, Bulgaristan için kırmızı-; sonra dans eden yoncalarla süslü, ucu sivri, yeşil şapkalar; gerçekten kükreyen aslanlı Bulgar fularları; her iki ülkenin, sallanırken kendi milli marşlarını söyleyen bayrakları; gerçekten uçan minik Ateşoku modelleri; ünlü oyuncuların, avcunuzda fiyakalı fiyakalı yürüyerek üstlerini başlarını düzelten, koleksiyon yapılacak türden bebekleri vardı.
Harjy, Ron ve Hermione hatıra eşyaları alarak satıcılar arasında gezinirlerken, Ron, "Bütün yaz cep harçlığımı bunun için biriktirdim," dedi Harry'ye. Hem dans eden yoncalı bir şapka ve büyük, yeşil bir rozet, hem de Bulgar Arayıcı Viktor Krum'un küçük bir bebeğini aldı. Minyatür Krum, Ron'un elinde öne arkaya yürüyüp, tepesindeki yeşil rozete kaşlarını çatarak baktı.
Harry, üstleri her türlü tuhaf düğme ve kadranla kaplı pirinç dürbünlere benzeyen şeylerin yığılı olduğu bir arabaya doğru koşarak, "Hey, şunlara bakın!" dedi.
Satıcı büyücü hevesle, "Envaigöz" dedi. "Olanı bi-
114

teni yeniden oynatıp yeniden yaşayabilirsiniz... her şeyi yavaşlatabilirsiniz... ve gerek duyarsanız, teker teker her oyunu kesintili olarak gösterebilir. Kelepir - tanesi on Galleon."
Ron, dans eden yoncalı şapkasına eliyle işaret edip, Envaigöz'e hasretle bakarak, "Keşke az önce bunu al-masaydım," dedi.
"Üç tane," dedi Harry büyücüye, kararlı bir edayla.
Ron kızardı. "Yok, zahmet etme." Annesiyle babasından ufak bir servet kalmış olan Harry'nin, kendisinden çok daha fazla parası oluşu konusunda hep alıngan davranırdı.
"Noel'de benden hediye almayı unut," dedi Harry, Envaigöz'leri onun ve Hermione'nin ellerine sıkıştırarak. "Hem de belki on yıl boyunca, ha."
"Şimdi oldu," dedi Ron sırıtarak.
"Aah, teşekkürler, Harry," dedi Hermione. "Ben de bize program aldım, bak -"
Para keseleri hayli hafiflemiş olarak çadırlara döndüler. Bili, Charlie ve Ginny'de de yeşil rozetler vardı, Mr YVeasley ise bir İrlanda bayrağı taşıyordu. Fred ve George bütün altınlarını Bagman'a verdikleri için onların hiç hatıra eşyası yoktu.
Sonra, ağaçlığın berisinde bir yerden, derinlerden gümbürtüyle gelen bir gong sesi duyuldu ve ağaçlardaki yeşilli-kırmızılı fenerler birden yanarak sahaya giden yolu aydınlattı.
Hepsinden heyecanlı görünen Mr YVeasley, "Vakit geldi!" dedi. "Hadi, gidelim!"
-115

GeCeLeR
12-10-2006, 01:57 AM
SEKİZİNCİ BÖLÜM
Quidditch Dünya Kupası

Satın aldıkları şeyleri yanlarına alıp, Mr Weas-le/nin peşi sıra fenerlerle aydınlatılmış yoldan giderek ağaçlığa daldılar. Çevrelerinde binlerce insanın dolandığını duyabiliyorlardı, kulaklarına bağırtılar, kahkahalar ve şarkılar geliyordu. Bu hararetli heyecan havası hayli bulaşıcıydı; Hanr/nin ağzı kulaklarına varıyordu. Yirmi dakika boyunca ağaçlığın içinde yürüdüler. Yüksek sesle konuşup şakalaşıyorlardı. Sonunda ağaçlığın öbür tarafından çıktılar ve kendilerini muazzam bir stadyumun gölgesinde buldular. Harry sahayı çevreleyen devasa, altın rengi duvarların sadece bir kısmını görebüse de, içeri on tane katedralin rahatlıkla sığacağından emindi.
"Yüz bin kişi alıyor," dedi Mr VVeasley, Harr/nin adeta dilinin tutulduğunun farkına vararak. "Beş yüz kişilik bir Bakardık görev timi bütün yıl üzerinde çalıştı. Her santiminde Muggle-Kovucu Büyüler var. Yıl boyunca buranın yakınına gelen her Muggle birdenbire acil bir randevusunu hatırlayıp hızla uzaklaştı... Çok
116

şükür," diye memnun bir edayla ekledi ve bağrışmakta olan bir yığın cadının ve büyücünün sardığı, en yakın girişe yöneldi.
Girişteki Bakanlık cadısı biletlerini kontrol edip, "Protokol koltuklan!" dedi. "Üst Loca! Dümdüz yukarı, Arthur. En tepeye kadar."
Stadyumun içine giden merdivene canlı mor renkte bir halı döşenmişti. Kalabalıkla birlikte ağır ağır yukarı çıktılar, kalabalıktakiler sağdaki ve soldaki tribünlere açılan kapılardan itiş kakış geçtiler. Mr VVeasley'nin grubu çıkmaya devam etti ve sonunda merdivenin en üstüne ulaşıp kendilerini stadyumun en yüksek noktasında, iki uçtaki altın rengi kale direklerine eşit uzaklıkta kurulmuş küçük bir locada buldular. Burada iki sıra halinde dizilmiş yirmi kadar mor ve yaldızlı sandalye vardı. VVeasley'lerle birlikte ön koltuklara doğru ilerleyen Harry, aşağı baktığında daha önce hayal bile edemeyeceği bir manzarayla karşılaştı.
Yüz bin kadar cadı ve büyücü uzun, oval sahanın çevresinde kat kat yükselen koltuklarda yerlerini alıyorlardı. Her şey sanki stadyumun kendisinden gelen gizemli, altın renginde bir ışıkla yıkanmıştı. Bulundukları yüksek konumdan zemin kadife gibi yumuşak görünüyordu. Sahanın iki ucunda, yerden 17 metre yükseklikte üçer çember dikiliydi; tam karşılarında, neredeyse Harry'nin göz hizasında, çok büyük bir karatahta vardı. Tahtanın üzerinde altın rengi yazılar belirip duruyordu, sanki görünmez bir devin eli durmadan bir şeyler yazıp sonra da siliyormuş gibi. Harry, yazılanları
-117

takip edince, tahtanın bütün sahaya reklam yaptığını anladı.
Mavişişe: Ailenizin Süpürgesi - emniyetli, güvenilir, dahası içinde Hırsız Caydırıcı Alarm var... Mrs Sko-ıver'ın Her Amaca Uygun Sihirli Pislik-Gidericisi: Acıya Son, Lekeye Son!... Bayramlık Büyücügiyim -Londra, Paris ve Hogsmeade'de...
Harry gözlerim tahtadan uzaklaştırdı ve loca} kimlerle paylaştıklarını görebilmek için arkasına baktı. Arkalanndaki sıra, sondan ikinci sandalyede oturan küçücük bir yaratık dışında, şimdilik boştu. Yaratığın bacakları o kadar kısaydı ki, sandalyeden aşağı sarkmıyor, dümdüz öne doğru uzanıyordu. Bir çay peçetesine sannmıştı ve elleriyle yüzünü saklıyordu. Ancak o uzun, yarasanmkine benzer kulaklar Harry'ye tuhaf bir şekilde tanıdık gelmişti...
"Dobby?" dedi Harry, inanamıyormuşçasına. * Küçük yarauk başını kaldırdı ve parmaklarını araladı. Kocaman, kahverengi gözleri, iri bir domates şeklinde ve büyüklüğünde bir burnu vardı. Dobby değildi bu - ama hiç şüphesiz Harry 'nin arkadaşı Dobby gibi bu da bir ev ciniydi. Harry, Dobby'yi eski sahipleri olan Mal-foy ailesinden kurtarıp özgürlüğüne kavuşturmuştu.
"Efendim bana Dobby mi dedi?" diye parmaklarının arasından merakla ciyakladı ev cini. Sesi Dobby'ninkinden bile daha tizdi, minicik, titrek bir cıyaklama gibiydi. Ev cinleri için bu tür tahminlerde bu-
118

lunmak her ne kadar zor olsa da, Harry onun bir dişi olabileceğini düşündü. Ron ve Hermione de arkalarına döndüler. Dobby hakkında Harry'den çok şey duymuşlar, ama onu hiç görmemişlerdi. Mr Weasley bile dönüp ilgiyle baktı.
"Özür dilerim," dedi Harry ev cinine, "tanıdığım birine benzettim."
"Ama Dobby'yi ben de tanıyor, efendim!" diye ci-vakladı ev cini. Sanki ışık gözlerini alıyormuş gibi eliyle yüzünü kapıyordu, oysa Üst Loca öyle fazla aydınlatılmış değildi. "Benim adım VVinky, efendim - ve siz, efendim -" koyu kahverengi gözleri Harry'nin yara izine ilişince genişleyerek birer tabak boyuna ulaştı, "siz mutlaka Harry Potter'sın!"
"Evet, öyle," dedi Harry.
"Ama Dobby sizden hep bahsediyor, efendim!" de-^ di VVinky. Ellerini çok hafifçe indirdi, yüzünde hayret dolu bir ifade vardı.
"Dobby nasıl?" dedi Harry. "Özgürlükle arası iyi mi?"
"Ah, efendim," dedi VVinky, başını iki yana sallayarak, "ah, efendim, ben saygısızlık etmek istemiyor, efendim, ama ben emin değil Dobby'yi kurtannca ona iyilik ettiğinizden, efendim."
"Neden?" dedi Harry şaşırarak. "Nesi var?"
"Özgürlük Dobby'nin aklını başından aldı, efendim," dedi VVinky üzgün üzgün. "Haddi olmayan fikirler, efendim. Başka iş bulamıyor, efendim."
"Niye?" dedi Harry.
119

VVinky sesini yarım perde alçalttı ve fısıldayarak, "iş için ödeme istiyor, efendim/' dedi.
"Ödeme mi?" dedi Harry, ifadesiz bir yüzle. "Ee -niye para ödenmesin ki?"
VVinky bu fikir karşısında dehşete düşmüş gibi görünüyordu, parmaklarını hafifçe kapayarak yine yüzünün yansını sakladı.
"Ev cinlerine ödeme yapılmaz, efendim!" diye cıyakladı parmaklarının arkasından. "Yo, yo, yo. Ben diyor Dobb/ye, git kendine iyi bir aile bul ve yerleş Dobby, diyor. Her tür çılgın eğlenceye bulaşıyor, efendim, bir ev cinine hiç yakışmayan şeyler. Böyle aylaklık ederse sen, Dobby, diyorum ona, haberin gelir Sihirli Yaratıkların Düzenlenmesi ve Denetimi Dairesi'nin kapısında diye. Alelade bir cincüce gibi."
"Eh, biraz eğlenmesinin vakti gelmişti," dedi Harry.
VVinky parmaklarının arasından, "Ev cinlerinin eğlenmemesi gerek, Harry Potter," dedi sertçe. "Ev cinlerine ne denirse ev cinleri onu yapar. Ben yüksekten hiç hoşlanmıyor, Harry Potter -" locanın ucuna doğru baktı ve yutkundu, "- ama efendi beni Üst Loca'ya gönderiyor, ben de geliyor, efendim."
"Yüksekten hoşlanmadığını biliyorsa seni niçin buraya yolluyor?" dedi Harry, kaşlarını çatarak.
"Efendi - efendi ona yer ayırayım istiyor, Harry Potter. O çok meşgul," dedi VVinky, başını hemen yanındaki boş koltuğa doğru eğerek. "VVinky istiyor ki şimdi efendinin çadırında olsun, Harry Potter, ama VVinky'ye ne söylenirse VVinky onu yapar, VVinky iyi bir ev cini."
120

Locanın kenarına doğru korku dolu gözlerle baktı ve yine elleriyle gözlerini kapadı. Harry diğerlerine döndü.
"Ev cini böyle bir şeymiş demek," diye mırıldandı Ron. "Tuhaf yaratıklar, değil mi?"
"Dobby daha da tuhaftı," dedi Harry hararetle.
Ron, Envaigöz'ünü çıkarıp, stadyumun öbür ucundaki kalabalığa doğrultarak denemeye koyuldu.
"Süper!" dedi, yandaki tekrar düğmesiyle oynayarak. "Oradaki ihtiyara burnunu bir daha karıştırtabili-yorum... Sonra bir daha... bir daha..."
Bu arada Hermione kadife kaplı, püsküllü program kitapçığını hevesli hevesli karıştırıyordu.
" 'Maçtan önce takım maskotları bir gösteri sunacak'," diye okudu yüksek sesle.
"Her zaman güzel olur o gösteriler," dedi Mr Weas-ley. "Milli takımlar biraz şov yapmak için kendi topraklarından yaratıklar getirirler."
Sonraki yarım saatte, oturdukları loca yavaş yavaş doldu. Mr VVeasley her hallerinden çok önemli konumlarda bulundukları belli olan büyücülerle el sıkışıp duruyordu. Percy ikide bir ayağa fırlıyordu, sanki bir kirpinin üstünde oturmaya çalışıyormuş gibiydi. Cornelius Fudge, yani Sihir Bakanı'mn ta kendisi geldiğinde Percy öyle bir eğildi ki, gözlüğü yere düşüp kırıldı. Utançtan kıpkırmızı kesilen Percy gözlüğünü asasıyla onardıktan sonra yerine oturdu ve Cornelius Fudge'ın, eski bir dosruymuş gibi selam verdiği Harry'ye kıskanç bakışlar fırlattı. İkisi önceden tanışı-
121

yorlardı, Cornelius Fudge, Harry'nin elini babacan bir tavırla sıkıp hatırını sordu ve onu her iki tarafındaki büyücülere takdim etti.
"Hani şu Harry Potter," dedi yanındaki Bulgar Bakan'a. Bulgar Bakan altın işlemeli muhteşem bir siyah kadife cüppe giymişti ve görünüşe bakılırsa tek kelime bile İngilizce anlamıyordu. "Harry Potter... hadi, yapma, tanımıyor olamazsın... Hani Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen'le karşılaşmasından sağ çıkan çocuk... Kesin tanı-yorsundur onu -"
Bulgar büyücü birden Harry'nin yara izini fark etti ve yüksek sesle bir şeyler geveleyip parmağıyla işaret etmeye başladı.
"Bir şekilde anlaşacağımızı biliyordum," dedi Fudge, yorgun bir şekilde Harry'ye. "Dil konusunda pek iyi değilimdir, bu tür şeyler iç'n Barty Crouch'a ihtiyacım var. Bakıyorum ki ev cini ona yer tutuyor... Güzel, bu Bulgar hergeleleri bütün iyi yerleri kapmaya çalışıyorlar... Hah, işte Lucius da geldi!"
Harry, Ron ve Hermione hızla arkalarına döndüler, ikinci sırada, Mr Weasley'nin tam arkasında hâlâ boş durmakta olan üç koltuğa doğru ilerleyenler, ev cini Dobby'nin eski sahiplerinden başkası değildi: Lucius Malfoy, oğlu Draco ve Harry'nin tahminine göre Dra-co'nun annesi olan bir kadın.
Harry ve Draco Malfoy, Hogvvarts'a ilk yolculuklarından beri birbirlerine düşmandılar. Sivri bir yüzü ve beyazımsı sarı saçları olan Draco, babasına çok benziyordu. Annesi de sarışındı; ince ve uzundu, burnuna
122

berbat bir koku geliyormuş gibi bir ifade takınmamış olsa, hoş bir kadın olacaktı.
"Ah, Fudge," dedi Mr Malfoy, Sihir Bakanı'na elini uzatıp. "Nasılsın? Eşim Narcissa'yla tanışmamıştın sanırım. Oğlumuz Draco'yla da."
Fudge gülümseyip, "Memnun oldum, memnun oldum," dedi ve Mrs Malfoy'a eğilerek selam verdi. "Size Mr Oblansk'ı - Obalonsk'u takdim edeyim, kendisi Bulgaristan Sihir Bakanı ve zaten söylediklerimin bir kelimesini bile anlamıyor ya, neyse. Peki, başkaa?.. Herhalde Arthur VVeasley'yi tanıyorsundur."
Gerilimli bir andı. Mr Weasley ve Mr Malfoy birbirlerine bakarlarken, Harry onların en son karşı karşıya gelişlerini hatırladı. Olay Flourish ve Blotts kitabevinde gerçekleşmişti ve aralarında bir kavga çıkmıştı. Mr Malfoy'un soğuk gri gözleri önce Mr VVeasley'nin, sonra da locanın üzerinde gezindi.
"Hayret doğrusu, Arthur," dedi usulca. "Üst Lo-ca'da yer bulabilmek için ne sattın acaba? Şüphesiz evin bu kadar para getirmezdi."
Onu duymayan Fudge, konuşmaya başladı: "Luci-us kısa süre önce St Mungo Sihirsel Hastalıklar ve Sakatlıklar Hastanesi'ne çok cömert bir bağışta bulundu, Arthur. Burada benim konuğum olarak bulunuyor."
"Ne - ne güzel," dedi Mr VVeasley, zoraki bir gülümsemeyle.
Mr Malfoy'un gözleri Hermione'ye kaydı. Hermi-one hafifçe kızardı, ama gözlerini kaçırmadı. Harry, Mr Malfoy'un niye dudak büktüğünü biliyordu. Malfoy'lar
123

safkan olmaktan gurur duyarlardı; yani Hermione gibi Muggle çocuğu olan herkesi ikinci sınıf görürlerdi. Ancak Mr Malfoy, Sihir Bakanı'nın hemen burnunun dibinde bir şey demeye cesaret edemedi. Hor gören bir ifade takınarak Mr VVeasley'ye başıyla selam verdi ve sıranın ilerisine, oturacakları yere doğru ilerledi. Draco da Harry, Ron ve Hermione'ye küçümseyen bir bakış attıktan sonra annesiyle babasının arasına oturdu.
Ron, Harry ve Hermione'yle birlikte önüne dönerken, "Pislikler," diye mırıldandı. Az sonra Ludo Bag-man telaşla locaya daldı.
"Herkes hazır mı?" dedi. Yüzü kocaman, heyecanlı bir Hollanda peyniri gibi parıldıyordu. "Bakanım - başlamaya hazır mısınız?"
"Sen hazırsan ben de hazırım, Ludo," dedi Fudge rahat bir tavırla.
Ludo asasını çekti, kendi gırtlağına dayayıp "Sono-rus!" dedi ve konuşmaya başladı. Sesi, artık tamamen dolmuş olan gürültülü stadyumda yankılanıyor, her tribünün heı köşesine ulaşıyordu: "Bayanlar, baylar... hoş geldiniz! Dört yüz yirmi ikinci Quidditch Dünya Kupası finaline hoş geldiniz!"
Seyirciler bağrıştılar, alkışladılar. Binlerce bayrak dalgalandı ve herkes kendi akortsuz milli marşıyla şamataya katkıda bulundu. Tam karşılarındaki devasa karatahtadaki son mesaj da silindi (Bertie Botts'un Bin Bir Çeşit Fasulye Şekerlemeleri - Her Avuçta Yeni Bir Risk!). Şimdi, BULGARİSTAN: SIFIR, İRLANDA: SIFIR yazıyordu.
124

"Lafı fazla uzatmayalım. Karşınızda... Bulgaristan Milli Takım Maskotları!"
Sağ taraftaki baştan aşağı morla kaplanmış olan tribünler coşkuyla gürledi.
"Ne getirdiler, merak ediyorum," dedi Mr VVeasley, öne doğru eğilerek. "Aa!" Hemen gözlüğünü çıkardı ve aceleyle cüppesine silerek temizledi. "Veela'lar!"
"Veela da n-?"
Yüz kadar Veela süzülerek sahaya çıktığından, Harry'nin sorusu da hemen cevaplanmış oldu. Veela'lar kadındı... Harry'nin hayatında gördüğü en güzel kadınlar... Ancak insan değillerdi - insan olamazlardı. Bu konu bir an için Harry'nin kafasını meşgul etti, onlann ne olabileceklerini tahmin etmeye çalıştı; tenleri nasıl öyle ay gibi patlayabiliyordu, ya da beyaz-altın rengi saçlan rüzgâr olmadan nasıl öyle dalgalanabiliyordu?.. Ama o sırada" müzik başladı ve Harry onların insan olup olmadıklarını dert etmeyi bıraktı - aslında, hiçbir şeyi dert etmiyordu artık.
Veela'lar dans etmeye başlamış ve Harry'nin zihni tamamen, harikulade bir şekilde boşalmıştı. Dünyada önemi olan tek şey, Veela'ları izlemeye devam etmekti, çünkü dansları sona ererse, korkunç şeyler olacaktı...
Veela'ların dansı giderek hızlandıkça, Harry'nin sersemlemiş zihnine bölük pörçük, çılgınca düşünceler üşüşmeye başladı. Etkileyici bir şey yapmak istiyordu, hemen, şimdi. Locadan stadyuma atlamak iyi bir fikir gibi görünüyordu... ama acaba yeterli olur muydu?
125

"Harry, ne yapıyorsun sen?" dedi Hermione'nin sesi çok uzaklardan.
Müzik durdu. Harry gözlerini kapatıp açtı. Ayaktaydı, bacaklarından biri loca duvarının üzerindeydi. Hemen yanında Ron donakalrnıştı, tramplenden atlamak üzereymiş gibi bir hali vardı.
Stadyumdan kızgın bağırtılar yükseliyordu. Seyirciler Veela'larm gitmesini istemiyordu. Harry de onların hislerini paylaşıyordu; elbette ki Bulgaristan'ı tutacaktı, göğsünün üstüne niye büyük, yeşil bir yonca arması iğnelenmiş olduğuna şaşıyordu. Bu arada Ron, dalgın dalgın şapkasının üstündeki yoncalan silkeliyordu. Hafifçe gülümseyen Mr Weasley uzandı ve şapkayı çekip Ron'un elinden aldı.
"Birazdan onu yine isteyeceksin," dedi. "Bekle de İrlanda son sözünü söylesin."
"Ha?" dedi Ron. Ağzı bir karış açık halde, şimdi sahanın bir kenarına dizilmiş olan Veela'lara bakıyordu.
Hermione yüksek sesle cık-cıkladı. Uzanıp Harry'yi çekti ve yerine oturttu. "Aman yani!" dedi.
"Şimdi de," diye gürledi Ludo Bagman'm sesi, "lütfen asalarınızı havaya kaldırın... Karşınızda İrlanda Milli Takım Maskottan!"
Az sonra, yeşil ve altın renkli, koca bir kuyrukluyıldıza benzeyen bir şey hızla stadyuma daldı. Stadyumu bir kez turladıktan sonra iki küçük kuyrukluyıldıza ayrıldı ve iki koldan kale direklerine yöneldi. Birden sahanın bir ucundan diğer ucuna, iki ışık topunu birbirine bağlayan bir gökkuşağı uzandı. Sanki bir havai fişek gösterisi var-
126

mış gibi, seyircilerden "oooo", "aaaa" nidaları yükseliyordu. Şimdi gökkuşağı yok olmuştu, ışık toplan yeniden birleşti. Göğe doğru yükselen, tribünlerin üstünde uçan, kocaman, titrek titrek parıldayan bir yonca oluşturmuşlardı. Altın yağmuruna benzer bir şey saçıyordu aşağıya...
"Harika!" diye bağırdı Ron, yonca üstlerinden uçarken. Aşağı ağır altın paralar yağıyor, başlarından ve koltuklarından sekip çevreye saçılıyordu. Gözlerini kısarak yoncaya bakan Harry, onun aslında binlerce küçük, sakallı, kırmızı yelekli adamdan oluştuğunu gördü. Hepsi de elinde yeşil veya altın renginde minik birer lamba taşıyordu.
"Ayakkabıcı cinler!" dedi Mr VVeasley, kalabalığın bütün stadyumu inleten tezahüratı altında. Seyircilerin çoğu altınlara ulaşma mücadelesi içinde sandalyelerin altına dalmıştı.
"İşte!" diye bağırdı Ron mutlulukla. Harry'nin eline bir avuç altın koydu. "Envaigöz için! Şimdi bana bir Noel hediyesi alman gerekecek, ha ha!"
Büyük yonca çözüldü, ayakkabıcı cinler aşağı, Ve-ela'ların durduğu çizginin tam karşısına süzüldüler ve bacak bacak üstüne atıp maçın başlamasını beklemeye koyuldular.
"Şimdi de, bayanlar ve baylar, karşınızda... Bulgaristan Quidditch Milli Takımı! İlk olarak, Dimitrov!"
Kırmızılara bürünmüş biri, süpürgesinin üstünde, aşağıdaki girişten çıkıp sahaya fırladı. O kadar hızlı gidiyordu ki, bulanık görünüyordu. Bulgaristan taraftarlarından çılgın bir alkış koptu.
- 127

"Ivanova!"
İkinci bir kırmızılı oyuncu sahaya fırladı.
"Zograf! Levski! Vulkanov! Volkov! Veeeeee -Kruml"
"İşte o, işte o!" diye bağırdı Ron, Envaigöz'üyle Krum'u takip ederek; Harry de hemen kendisininkini odakladı.
Viktor Krum ince, esmer ve soluk tenliydi. Büyük, kanca gibi bir burnu ve kalın, kara kaşları vardı. Fazlaca büyümüş bir yırtıcı kuşa benziyordu. Daha on sekiz yaşında olduğuna inanmak zordu.
"Şimdi de karşınızda... İrlanda Quidditch Milli Takımı!" diye bağırdı Bagman. "Connolly! Ryan! Troy! Mullet! Moran! Quigley! Veeeeee - Lynch\"
Sahaya yedi yeşil, bulanık şekil fırladı; Harry, Enva-igöz'ünün yan tarafındaki bir ayar düğmesini çevirerek oyuncuları yavaşlattı ve hepsinin süpürgelerinin üze- • tindeki "Ateşoku" yazısını ve sırtlarına gümüşle işlenmiş isimlerini gördü.
"Ve, karşınızda ta Mısır* dan gelen hakemimiz, Uluslararası Quidditch Derneği Başbüyücüsü, Hasan Mustafa!"
Ufak tefek ve zayıf bir büyücü çıktı sahaya. Tama- J| men keldi, ama Vernon Enişte'ninkine rakip olacak bir bıyığı vardı. Stadyuma uyan, altın renginde bir cüppe giymişti. Bıyığının altından gümüş bir düdük uzanıyordu, bir koltuğu altında büyük bir tahta sandığı, diğerin-deyse süpürgesini taşıyordu. Harry, Envaigöz'ünün hız jj|j ayarını normale getirip izlemeye devam etti. Mustafa
128

süpürgesine binip sandığı tekmeledi ve havaya dört top fırladı: Kırmızı renkli Quaffle, iki siyah Bludger ve minicik, kanatlı Altın Snitch (Harry, hızla gözden kaybolmasından önce onu bir an için görebildi). Mustafa düdüğünü kuvvetle üfleyerek, topların peşinden havaya yükseldi.
"İşte BAŞLADI!" diye çığlık attı Bagman. "Mul-let'ta! Troy! Moran! Dimitrov! Yine Mullet'a! Troy! Levs-ki! Moran!"
Harry, Quidditch'in böyle oynandığını hiç görmemişti. Envaigöz'ünü gözüne öyle sıkı bastırıyordu ki, gözlüğü burnunun kemerini kesiyordu. Oyuncuların hızı inanılmazdı - Kovalayıcı'lar Quaffle'ı birbirlerine o kadar hızlı atıyorlardı ki, Bagman'ın ancak isimlerini söyleyecek vakti oluyordu. Harry yine Envaigöz'ünün sağ tarafındaki "yavaş" düğmesini çevirdi, üstteki "açıklamalı oyun takibi" düğmesine bastı. Şimdi oyunu ağır çekimde izliyordu. Merceklerde parıltılı, mor yazılar yanıp sönüyor, kalabalığın sesi kulaklarında güm-bürdüyordu.
İrlandalı Kovalayıcı'lar birbirlerine yaklaşıp, Troy ortada, Mullet ve Moran onun biraz arkasında olacak şekilde dizildiler, Bulgarların üstüne üstüne gittiler. En-vaigöz merceğinde "Şahinkafası Hücum Düzeni" yazdı Sonra "Porskoff Manevrası" yazısı belirdi, Troy yukarı doğru fırlayacakmış gibi yapıp Bulgar Kovalayıcı Iva-nova'yı peşine taktıktan sonra Quaffle'ı Moran'a atmıştı. Bulgar Vurucu'lardan Volkov, küçük sopasını hızla sallayıp, yanından geçen bir Bludger'a vurdu ve onu
129

Moran'm tam gidiş yoluna fırlattı. Moran, Bludger'dan kaçmak için eğildi ve Quaffle'ı aşağı bıraktı. Altında uçan Levski, Quaffle'ı yakaladı ve -
"TROY SAYI YAPIYOR!" diye kükredi Bagman. Stadyum büyük bir alkışla ve sevinç naralanyla inledi. "İrlanda on-sıfır önde!"
"Ne?" diye bağırdı Harry, Envaigöz'ünü indirmeden çevreye telaşla bakarak. "Ama Quaffle, Levski'de!"
"Harry, normal hızda seyretmezsen, kaçırırsın tabii!" diye bağırdı Hermione. Troy sahanın çevresinde sevinç turu atarken, Hermione de kollarım sallayarak, hoplayıp zıplayarak dans ediyordu. Harry hemen Envaigöz'ünü indirip sahaya baktı. Maçı kenar çizgilerinden izleyen ayakkabıcı cinler yine havalanmış, kocaman, ışıldayan yoncayı oluşturmuşlardı. Sahanın öbür tarafında Veela'lar onlan asık yüzle izliyordu.
Kendine çok kızan Harry, oyun yeniden başlarken hız ayannı normale getirdi.
Harry, İrlandalı Kovalayıcı'ların müthiş olduğunu anlayacak kadar Quidditch biliyordu. Kusursuz bir takım oyunu oynuyorlardı ve nasıl pozisyon aldıklarına bakılırsa, birbirlerinin zihnini okuyormuş gibiydiler. Harry'nin göğsündeki rozet onların isimlerini söyleyip duruyordu: "Troy - Mullet - Moran!" On dakika içinde İrlanda iki kez daha sayı yaparak skoru otuz-sıfıra taşımış, yemyeşil giyinmiş taraftarlardan yeri göğü inleten bir alkış ve tezahürat yükselmişti.
Maç daha da hızlandı, ama aynı zamanda sertleşti de. Bulgar Vurucular Volkov ve Vulkanov, Bludger'ları
130

ellerinden geldiği kadar şiddetle İrlandalı Kovalayı-cı'lara fırlatıyor ve onlara en iyi hareketlerini yapma fırsatı tanımıyorlardı. İki kez dağılmak zorunda kaldılar ve sonunda Ivanova onlann defansını aşıp, Tutucu Ryan'ı da geçip, Bulgaristan'a ilk golünü kazandırdı.
Mr VVeasley, "Kulaklarınızı tıkayın!" diye bağırdı. Veela'lar kutlama danslarına başlamıştı. Harry gözlerini de yumdu; kafasını oyuna vermek istiyordu. Birkaç saniye sonra cesaret edip sahaya bir göz atfa. Veela'lann dansı sona ermişti ve Quaffle bir kez daha Bulgaristan'daydı.
"Dimitrov! Levski! Dimitrov! Ivanova - o da ne!" diye gürledi Bagman.
Yüz bin büyücü ve cadı soluğunu tuttu. Arayıcılar Krum ve Lynch, Kovalayıcı'ların ortasından öyle bir hızla geçmişlerdi ki, sanki uçaktan paraşütsüz atlamış gibi görünüyorlardı. Harry, Snitch'in nerede olduğunu görebilmek için Envaigöz'üyle onlann inişini takip etti -
"Çakılacaklar!" diye çığlık attı Harry'nin yanında duran Hermione.
Kısmen haklıydı: Viktor Krum son anda dalıştan çıkıp bir helezon çizerek uzaklaştı. Ancak Lynch, stadyumun her tarafından duyulan tok bir çarpma sesiyle yere çakıldı. İrlanda tribünlerinden büyük bir inilti yükseldi.
"Budala!" diye inledi Mr VVeasley. "Krum numara yapıyordu!"
"Mola!" diye gürledi Bagman'in sesi. "Eğitimli sıhhiye büyücüleri hemen sahaya çıkıp Aidan Lynch'i muayene edecek!"
131

Charlie, locanın yanından aşağı sarkmış, dehşet dolu bir ifadeyle bakan Ginny'nin endişesini gidermek için, "Bir şeyi yok, sadece çakıldı!" dedi. "Tabii Krum'ın yapmak istediği de buydu..."
Harry çabucak Envaigöz'ünün "tekrar" ve "açıklamalı oyun takibi" düğmelerine bastı, hız ayarıyla oynadı ve aygıtı gözüne yerleştirdi.
Krum ve Lynch'in dalışlarını yeniden, ağır çekimde izledi. Lenslerde mor bir yazıyla "Wronski Aldatmacası -tehlikeli bir Arayıcı şaşırtmacası" yazdı. Tam zamanında dalıştan çıkarken Krum'un yüzü konsantrasyondan kasılmıştı, Lynch ise yere yapışmıştı. Harry olup biteni anladı: Krum, Snitch'i falan görmemişti, sadece Lynch'in onu takip etmesini sağlıyordu. Harry kimsenin öyle uçtuğunu görmemişti; Krum süpürge kullanı-yormuş gibi bile değildi; havada öyle rahatlıkla geziniyordu ki, sanki bir şeyin üzerinde gitmiyordu, ağırlıksızdı. Harry, Envaigöz'ünün ayarını yine normale getirdi ve Krum'a odakladı. Krum, sıhhiye büyücüleri tarafından birkaç fincan iksirle kendine getirilmekte olan Lynch'in epey yukarısında geziniyordu. Krum'un yüzünü iyice yakınlaştıran Harry, onun gözlerinin otuz metre kadar aşağıdaki sahanın üzerinde gezinip durduğunu gördü. Lynch'in tedavi süresini, dikkati dağılmadan Snitch'i aramak için bir fırsat olarak kullanıyordu.
Sonunda Lynch yeşilli taraftarlann ateşli tezahüratı altında ayağa kalktı, Ateşoku'na bindi ve yeniden havalandı. Onun oyuna dönüşü İrlanda'ya yürek vermiş gibiydi. Mustafa düdüğünü yeniden çaldığında, Kovala-
132

yıcı'lar Harry'nin o güne kadar benzerini görmediği bir beceriyle işe koyuldular.
Çok hızlı ve sert geçen bir on beş dakikanın ardından İrlanda farkı on gol daha açmıştı. Şimdi yüz otuza on öndeydiler ve maç giderek pisleşmeye başlamıştı.
Mullet, Quaffle'ı koltuk altında sıkı sıkı tutarak bir kez daha kale direklerine doğru fırladığında, Bulgar Tutucu Zograf onu karşılamak için üzerine doğru uçtu. Her şey o kadar çabuk oldu ki, Harry hiçbir şey anlamadı, ama İrlandalı seyircilerin öfke dolu bağrışlarma ve Mustafa'nın uzun, tiz düdüğüne bakılırsa, faul yapılmıştı.
Bagman bağırıp çağıran seyircileri, "Mustafa, Bulgar Tutucu'yu darpta bulunduğu, dirseklerini kurala aykırı kullandığı için azarlıyor!" diye bilgilendirdi. "Ve - evet, İrlanda penaltı kullanacak!"
Mullet'a faul yapıldığında, kızgın kızgın parıldayan eşekanları gibi havaya yükselen ayakkabıcı cinler, şimdi birbirlerine yanaşıp havada "HA HA HA" sözcüklerini oluşturmuşlardı. Sahanın öbür tarafındaki Veela'lar ayağa fırladılar, saçlarını öfkeyle arkaya atıp yine dans etmeye başladılar.
VVeasley'ler ve Harry aynı anda kulaklarım parmaklarıyla tıkadılar. Buna gerek görmeyen Hermione ise az sonra Harry'nin kolunu tutmuş çekiştiriyordu. Harry dönüp bakınca, Hermione sabırsızca onun parmaklarını kulaklarından çekti.
"Hakeme bak!" dedi kıkırdayarak.
Harry sahaya baktı. Hasan Mustafa dans eden Ve-
" 133

ela'lann tam önüne inmişti ve gerçekten de çok tuhaf davranıyordu. Heyecanlı bir şekilde kaslarını şişiriyor ve bıyıklarım buruyordu.
"Yo yo, böyle bir şeye izin veremeyiz!" dedi Ludo Bagman, sesine bakılırsa hayli eğlenmiş olmasına rağmen. "Biri hakemi tokatlasın!"
Sahanın öbür tarafından, kulaklarını parmaklarıyla tıkamış olan bir sıhhiye büyücüsü kopup geldi ve Mustafa'nın incik kemiğine okkalı bir tekme savurdu. Mustafa şimdi kendine gelmiş gibiydi; yine Enva-igöz'üyle bakan Harry, onun son derece mahcup göründüğünü ve Veela'lara bağırdığını gördü. Veela'lar artık dans etmeyi bırakmıştı, isyankâr bir halleri vardı.
"Yanılmıyorsam, Mustafa, Bulgar Takım Maskotla-rı'nı saha dışına göndermeye çalışıyor!" dedi Bagman'in sesi. "işte bunu daha önce hiç görmemiştik... Uff, bunun ucu kötüye varabilir..."
Nitekim vardı da: Bulgar Vurucu'lar Volkov ve Vul-kanov, Mustafa'nın her iki yanına inmiş, onunla sert bir tartışmaya girmişlerdi. Şimdi havada neşeyle "Hİ Hİ Hİ" sözcüklerini oluşturmuş olan ayakkabıcı cinleri işaret ediyorlardı. Ancak Mustafa, Bulgarların itirazlarından etkilenmişe benzemiyordu; parmağıyla yukarıyı işaret edip duruyor, belli ki onlara süpürgelerine binip havalanmalarını söylüyordu. İki Vurucu bunu reddedince, iki kısa düdük çaldı.
"İrlanda lehine iki penaltı!" diye bağırdı Bagman. •Bulgar seyirciler öfkeyle uludular. "Volkov ve Vulkanov
134

süpürgelerine dönseler iyi olur... Evet... işte başlıyor... ve Quaffle Troy'da..."
Oyun o ana dek hiç görmedikleri bir vahşete bürünmüştü. İki tarafın Vurucu'lan da acımasızca davranıyordu: Özellikle Volkov ve Vulkanov, havada delice salladıkları sopalarının Bludger'a mı, insana mı denk geldiğini hiç umursamıyormuş gibiydiler. Dimitrov doğrudan, Quaffle'ı kontrolünde bulunduran Moran'ın üstüne fırladı, onu az kalsın süpürgesinden düşürecekti.
İrlanda taraftarları büyük, yeşil bir dalga halinde ayağa fırlayarak, "Faul!" diye kükrediler.
Ludo Bagman'ın sihirli bir şekilde gürleştirilmiş sesi, "Faul!" diye onayladı. "Dimitrov, Moran'ı sıyırıyor, yani kasıtlı bir şekilde çarpmak için üstüne doğru uçuyor. Bir penaltı daha olması lazım... ve, evet, düdük de geldi zaten!"
Ayakkabıcı cinler yine havalanmıştı. Bu kez kocaman bir el oluşturdular. El, sahanın öbür tarafına, Ve-ela'lann bulunduğu noktaya doğru çok kaba bir hareket yapıyordu. Bunun üzerine Veela'lar kontrollerini kaybettiler. Kendilerini sahaya fırlatıp, avuç avuç ateş gibi görünen bir şeyi ayakkabıcı cinlere doğru fırlatmaya başladılar. Envaigöz'ünden olayı izleyen Harry, onların şimdi hiç de güzel görünmediklerini gördü. Yüzleri keskin, sivri gagalı kuş kafalarına dönüşmüştü ve omuzlarından uzun, pullu kanatlar çıkmaya başlamıştı -
"Beyler, işte bu yüzden," diye seslendi Mr VVeasley, gürültünün içinde sesini duyurabilmek için, "hiçbir zaman sadece güzelliğe bakmamalısımz!"
- 135

Bakanlık büyücüleri sahaya akın edip Veela'larla ayakkabıcı cinleri ayırmaya çalıştılar, ama bunda pek de başarılı olamadılar. Bu arada, aşağıdaki mücadele yukarıdakine kıyasla bir hiçti. Quaffle kurşun hızıyla el değiştirdikçe, Harry Envaigöz' ünden bakarak bir o yana bir bu yana dönüyordu -
"Levski - Dimitrov - Moran - Troy - Mullet - Iva-nova - tekrar Moran - Moran - VE MORAN GOLÜ ATIYOR!"
Ama Veela'ların çığlıkları, Bakanlık üyelerinin asalarından çıkan patlamalar ve Bulgarların kızgın bağrış-ları arasında İrlanda taraftarlarının sevinç nidaları zar zor duyuluyordu. Oyun hemen yeniden başladı; şimdi Quaffle Levski'dey di, Dimitrov'a geçti -
İrlanda Vurucu'su Quigley, yanından geçen bir Bludger'a sopasını savurup onu olabildiğince büyük bir hızla Krum'a doğru yolladı. Krum yeterince çabuk eğilemeyince, Bludger yüzüne çok sert bir şekilde çarptı.
Seyircilerden kulakları sağır eden bir inilti yükseldi. Krum'un burnu kırılmış gibi görünüyordu, her yeri kan içindeydi, ama Hasan Mustafa düdüğünü çalmamıştı. Dikkati dağılmıştı ve Harry bu konuda onu suçlayamazdı: Veela'lardan biri bir avuç ateş fırlatıp süpürgesinin kuyruğunu tutuşturmuştu.
Harry birinin Krum'un sakatlandığını fark etmesini istiyordu; o her ne kadar İrlanda'yı tutuyor olsa da, Krum sahadaki en heyecan verici oyuncuydu. Belli ki Ron da aynı şeyleri hissediyordu.
136

"Mola! Haydi, yapmayın, bu şekilde devam edemez ki... Bir baksanıza haline -"
"Lynch'e bak!" diye seslendi Harry.
İrlanda Arayıcı'sı birden dalışa geçmişti ve Harry bunun VVronski Aldatmacası değil, gerçek olduğundan emindi...
"Snitch'i gördü!" diye bağırdı Harry. "Onu gördü! Şu gidişe bak!"
Seyircilerin yarısı neler olup bittiğinin farkına varmıştı. İrlandalı taraftarlar koca bir yeşil dalga halinde ayağa fırlayıp Arayıcılarının adını haykırarak gaz vermeye başladılar... ama Krum onun peşindeydi. Krum'un önünü nasıl görebildiği konusunda Harry'nin en ufak bir fikri yoktu; ardında kan damlalarından oluşan bir iz bırakıyordu. Ama şimdi Lynch'e yetişmeye başlamıştı ve ikisi yine yere doğru gidiyorlardı -
"Çakılacaklar!" diye feryat etti Hermione.
"Hayır, çakılmayacaklar!" diye kükredi Ron.
"Lynch çakılacak!" diye bağırdı Harry.
Haklıydı - Lynch bir kez daha büyük bir hızla yere çarptı ve kızgın Veela sürüsü hemen onun üstüne atıldı.
"Snitch, Snitch nerede?" diye seslendi Charlie, sıranın öbür ucundan.
"Aldı, Krum aldı, maç bitti!" diye bağırdı Harry.
Kırmızı cüppesi burnundan akan kanla parlayan Krum yavaş yavaş havaya yükseliyordu. Yumruğu havadaydı ve avcunun içinde altın renginde bir parıltı görülüyordu.
Neler olduğunu anlamamış olan seyirciler için skor
137

tahtasında BULGARİSTAN: YÜZ ALTMIŞ, İRLANDA: YÜZ YETMİŞ yazısı yanıp sönüyordu. Sonra, yavaş yavaş, sanki büyük bir jumbo jetin motoru çalışmaya başlamış gibi, İrlanda taraftarlarının uğultuları giderek yükseldi ve sevinç çığlıklarına dönüştü.
"İRLANDA KAZANDI!" diye bağırdı Bagman. İrlandalılar gibi o da maçın bir anda sona ermesinden dolayı şaşırmış gibiydi. "KRUM SNITCH'İ ALDI, AMA MAÇI İRLANDA KAZANDI! Aman Tannm, herhalde hiçbirimiz bunu beklemiyorduk!"
"Niye Snitch'i yakaladı ki?" diye bağırdı Ron, hoplayıp zıplayıp, elleri başının üstünde alkışlayarak. "İrlanda yüz altmış sayı öndeyken bitirdi, salak!"
"Onları yakalayamayacaklarım biliyordu," diye bağırdı Harry, gürültünün arasından sesini duyurmaya çalışarak. O da tüm gücüyle alkışlıyordu. "İrlanda'nın Kovalayıcı'ları çok iyiydi... Son sözü kendi söylemek istedi, hepsi bu..."
"Çok cesurdu, değil mi?" dedi Hermione, öne doğru eğilip Krum'un yere inişini seyrederken. Bir yığın sıhhiye büyücüsü, kavga eden ayakkabıcı cinlerle Ve-ela'lann arasından kendilerine yol açıp ona ulaştılar. "Berbat durumda..."
Harry, Envaigöz'ünü yeniden gözlerine götürdü. Aşağıda olanları görebilmek çok zordu, çünkü ayakkabıcı cinler kendilerinden geçmiş halde sahanın üzerinde uçup duruyorlardı, ama Harry çevresi sıhhiye büyücü-leriyle çevrilmiş olan Krum'u güçbela seçti. Her zamankinden de aksi görünüyor, sıhhiye büyücülerinin onu
138

temizlemesine izin vermiyordu. Takım arkadaşları çevresine toplanmış, başlarını sallıyorlardı, yıkılmış görünüyorlardı. Az ötede İrlanda oyuncuları, maskotlarının saçtığı altın yağmurunun altında neşeyle dans ediyorlardı. Stadyumun her yanında bayraklar dalgalanıyor, her taraftan İrlanda milli marşı yükseliyordu. Veela'lar ise eski, güzel hallerine dönüyorlardı, ama şimdi moralleri bozuk ve üzgün bir görünüşleri vardı.
"E, yiğitçe mücadele ettik," dedi Harry'nin arkasından hüzünlü bir ses. Harry arkasına döndü; konuşan, Bulgaristan Sihir Bakam'ydı.
"İngilizce biliyorsun!" dedi Fudge öfkeli bir sesle. "Bütün gün hiç çaktırmayıp el kol hareketleriyle konuşturdun beni!"
"E, gomikti ama deel mi," dedi Bulgar Bakan, omuz silkerek.
"İrlanda milli takımı yanlarında maskotlarıyla şeref turu atarken, Quidditch Dünya Kupası da Üst Loca'ya getiriliyor!" diye gürledi Bagman.
Harry'nin gözleri aniden kör edici, beyaz bir ışıkla kamaştı. Herkes neler olduğunu görebilsin diye Üst Loca sihirli bir ışıkla aydınlatılmıştı. Kısık gözlerle girişe doğru bakan Harry, soluk soluğa kalmış iki büyücünün kocaman bir altın kupayı locaya taşıdığını gördü. İki büyücü kupayı, bütün gün boşu boşuna işaret dili kullanmış olduğu için canı hâlâ sıkkın görünen Cornelius Fudge'a verdiler.
"Centilmen mağluplar için büyük bir alkış lütfen -Bulgaristan!" diye bağırdı Bagman.
139

Ve yedi mağlup Bulgar oyuncu merdiveni çıkıp locaya girdi. Aşağıdaki seyirciler takdirle alkışlıyorlardı; Harry binlerce Envaigöz merceğinin onların bulunduğu yöne doğru kapanıp açıldığını ve yanıp söndüğünü görüyordu.
Bulgarlar birer birer locanın içindeki sıraların arasından geçtiler. Önce kendi Bakanlarıyla, sonra da Fudge'la el sıkışırlarken, Bagman her birinin adını anons ediyordu. Son sırada olan Krum, gerçekten berbat durumda görünüyordu. Kanlı yüzünde iki siyah göz dikkati çekecek şekilde parıldıyordu. Hâlâ bir elinde Snitch'i tutuyordu. Harry onun yerdeyken pek havaya girmemiş göründüğünü fark etti. Biraz paytak yürüyordu ve omuzlan da düşüktü. Ama Krum'un adı anons edildiği zaman bütün stadyumdan kulakları yırtan bir bağırtı yükseldi.
Sonra İrlanda takımı geldi. Aidan Lynch'e Moran ve Connolly destek oluyordu; ikinci çakılma onu sersemletmiş görünüyordu, gözleri de tuhaf bir şekilde boş bakıyordu. Ama Troy ve Quigley kupayı havaya kaldırınca ve seyircilerden tezahürat yükselince, o da mutlu mutlu sırıttı. Harry'nin elleri alkışlamaktan uyuşmuştu.
Sonunda İrlanda takımı süpürgelerinin üstünde bir şeref turu daha atmak üzere locadan ayrıldı (Aidan Lynch, Connolly'nin süpürgesinin arkasına oturmuş, kollarını onun beline dolamıştı ve hâlâ şaşkın şaşkın sırıtıyordu). Bagman asasını gırtlağına götürdü ve "Quie-tus" diye mırıldandı.
140

"Bu maç yıllarca konuşulacak," dedi kısık bir sesle. "Ne büyük sürprizdi, değil mi?.. Keşke maç biraz daha uzun sürseydi... Ha, evet... size borcum var... ne kadardı?"
Fred ve George koltuklarının arkasından tırmanmış, Ludo Bagman'm önünde duruyorlardı. Avuçlarını açmışlardı ve ağızları kulaklarındaydı.
141

GeCeLeR
12-10-2006, 01:57 AM
DOKUZUNCU BOLUM
Karanlık işaret

Mor halı serilmiş merdivenden yavaş yavaş inerlerken, Mr VVeasley, "Annenize kumar oynadığınızı sakın söylemeyin," diye tembih etti Fred ile George'a.
Fred neşeyle, "Merak etme, baba," dedi. "Bu para için büyük planlarımız var. El konmasını istemeyiz."
Mr VVeasley bir an bu planların ne olduğunu soracak gibi oldu, ama anlaşılan biraz düşününce bilmek istemediğine karar verdi.
Şimdi stadyumdan akın akın boşalan ve kampa dönen kalabalığın ortasında kalmışlardı. Fenerlerle aydınlatılmış yoldan gerisingeri dönerlerken, gece havası onlara doğru kulakları tırmalayan şarkı sesleri taşıyordu. Ayakkabıcı cinler de ok gibi uçarak tepelerinden geçip keh keh gülüyor, fenerlerini sallıyorlardı. Sonunda çadırlara vardıklarında kimsenin canı uyumak istemedi. Çevrelerinde gürültü patırtı da iyice arttığı için, Mr VVeasley yatmadan önce son bir fincan kakao içmeleri fikrine evet dedi. Az sonra keyifle maçı tartışıyorlardı. Mr VVeasley darp faulü konusunda Charlie ile anlaşmazlığa
142

düşmüştü. Ancak Ginny oracıkta, minik masada uyuyakalıp döşemeye sıcak çikolata dökünce, Mr VVeasley oyunu sözlü olarak yeniden yaşama faslına son verdi ve herkesin yatması konusunda ısrar etti. Hermione ve Ginny yandaki çadıra gittiler, Harry ile geri kalan VVeasley'ler de pijamalarını giyip kendi ranzalarına tırmandılar. Kamp yerinin öbür yanından şarkılar ve arada bir yankılanan gümbürtüler geliyordu.
Mr VVeasley uykulu uykulu, "Of, görevli olmadığıma öyle memnunum ki," diye mırıldandı. "Kalkıp da İrlandalılara kutlamayı kesmeleri gerektiğini söylemek hiç hoşuma gitmezdi."
Ron'un üstündeki ranzaya yerleşen Harry, yatağına uzanmış, çadırın bez tavanına bakıyordu. Ara sıra tepesinde uçan bir ayakkabıcı cin fenerinin parıltısını gözlüyor, Krum'un en fiyakalı hareketlerini gözünün önüne getiriyordu. Kendi Ateşoku'na binip VVronski Aldatmacası'nı denemek için içi gidiyordu... Oliver VVood, bütün o karmaşık şemalarıyla, bu hareketin aslında nasıl görünmesi gerektiğini anlatmayı becerememişti bir türlü... Harry kendini sırtında adı yazan bir cüppeyle görüyor ve Ludo Bagman'ın stadyumdaki yüz bin kişilik kalabalığa hitap eden sesinin yankılanışını duymanın heyecanını yaşıyordu: "Şimdi huzurunuzda... Potterl"
Harry gerçekten uykuya dalıp dalmadığını asla bilemedi -Krum gibi uçma hayalleri gerçek rüyalara dönüşmüş olabilirdi-, bütün bildiği, Mr VVeasley'nin birden bağırmaya başlamış olduğuydu.
"Kalkın! Ron - Harry - hadi, kalkın, çok acil!"
143

Harry hemen doğruldu ve başını çadır bezine vurdu.
"N'oluyor?"
Bir şeylerin yolunda gitmediğini hayal meyal anlamıştı. Kamp yerindeki gürültüler değişmişti. Şarkılar sona ermişti. Harry çığlıklar duyuyordu, bir de kaçan insanların ayak seslerini.
Ranzadan aşağı kayıp giysilerine uzandı, ama pijamasının üstüne bir blucin geçiren Mr VVeasley, "Vakit yok, Harry," dedi, "bir ceket kap ve dışarı çık - çabuk!"
Harry kendine söyleneni yapıp, hemen ardından gelen Ron'la birlikte telaşla çadırdan çıktı.
Hâlâ yanmakta olan birkaç ateşin ışığında, insanların ağaçlığa koştuğunu, tarla üzerinden onlara doğru gelen bir şeyden kaçtıklarını gördü. Tuhaf ışıltılar ve silah sesleri çıkartan bir şeydi bu. Kulaklarına gür yuhalar, top gibi patlayan kahkahalar ve sarhoş feryatlar geliyordu. Derken bu manzarayı aydınlatan çok parlak bir yeşil ışık patladı.
Birbirine sımsıkı bitişik ve asalan yukarıdaki bir şeyi işaret eden bir büyücü kalabalığı, tarlayı aşarak ağır ağır geliyordu. Harry gözlerini kısarak onlara baktı... Yüzleri yoktu sanki.. Sonra, başlarını kukuletalarla örtmüş, yüzlerine de maske takmış olduklarını fark etti. Yükseklerde bir yerde, havanın ortasında debelenen dört beden acayip biçimlere girmekteydi. Yerdeki maskeli büyücüler kuklaayrmş da, tepelerindeki insanları asalarından havaya yükselen görünmez iplerin ucunda oynatıyorlarmış gibi. Bedenlerden iki tanesi çok küçüktü.
144

Yürüyüş halindeki gruba başka büyücüler de katılıyor, gülerek havada uçan cisimleri gösteriyorlardı. Yürüyen kalabalık büyüdükçe, çadırlar da çöküp yıkılıyordu. Harry bir iki kere, yürüyenlerden birinin yolunun üstündeki bir çadırı asasıyla patlattığını gördü. Çadırlardan birkaçı alev aldı. Feryatlar daha da yükseldi.
Havada uçuşan insanlar yanan bir çadırın üzerinden geçerken birden aydınlandılar. Harry onlardan birini tanıdı: Kamp müdürü Mr Roberts. Öteki üçü de herhalde karısıyla çocukları olmalıydı. Yürüyenlerden biri asasıyla Mrs Roberts'ı tepe üstü çevirdi. Kadının geceliği açıldı, kocaman külotu göründü. O üstünü örtmeye çabalarken, aşağıdaki kalabalık tiz sevinç çığlıkları attı ve yuh çekti.
Muggle çocuklardan küçük olanının yerden beş metre yüksekte topaç gibi dönmeye başlamasını ve başının kukla gibi iki yana sallanmasını izleyen Ron, "İğrenç," diye mırıldandı. "Gerçekten iğrenç..."
Hermione ve Ginny, geceliklerinin üstüne paltolarını giyerek, telaşla onlara doğru geldiler, Mr VVeasley de hemen arkalarındaydı. Aynı anda Bili, Charlie ve Percy tamamen giyinmiş, kollan sıvanmış ve asalannı çekmiş olarak çadırlarından çıktılar.
Mr VVeasley sesiyle gürültüyü bastırarak, "Bakan-lık'a yardım edeceğiz!" diye bağırdı ve kendi kollarını sıvadı. "Sizler - ağaçlığa gidin ve birbirinizden ayrılmayın. Bu işi hallettiğimiz zaman gelip sizi alacağım!"
Bili, Charlie ve Percy, yaklaşmakta olan yürüyüşçülere doğru son sürat koşmaya başlamışlardı bile. Mr
- 145

İ
VVeasley deli gibi arkalanndan koştu. Bakanlık büyücüleri her taraftan huzursuzluk kaynağı yönünde seğirtiyorlardı. Roberts ailesinin altındaki kalabalık ise gittikçe yaklaşıyordu.
Fred, Ginny'nin elini yakalayıp onu ağaçlığa doğru çekiştirerek, "Hadi," dedi. Harry, Ron, Hermione ve George da onu izlediler. Ağaçlara vannca hepsi geri dönüp baktı. Roberts ailesinin altındaki kalabalık daha da büyümüştü. Bakanlık büyücülerinin merkezdeki kukuletalı büyücülere ulaşmaya çalıştıklarını görüyorlardı, ama işleri çok zordu. Anlaşılan, Roberts ailesinin düşmesine yol açar korkusuyla büyü kullanamıyorlardı.
Stadyuma giden yolu aydınlatan renkli fenerler söndürülmüştü. Ağaçların arasında karanlık siluetler sarsak sarsak yürüyor, çocuklar ağlıyordu. Gecenin ayazında çevrelerinde kaygılı çığlıklar ve paniğe kapılmış sesler yankılanıyordu. Harry, yüzlerini görmediği insanlar tarafından itilip kakıldığını hissetti. Sonra Ron'un acıyla bağırdığını duydu.
Hermione kaygıyla, "Ne oldu?" diye sordu. Öyle aniden durdu ki, Harry ona çarptı. "Ron, neredesin? Ah, bu aptalca bir şey - Lumos!"
Aydınlanan asasının dar ışınını patika üzerine yöneltti. Ron sereserpe yerde yatıyordu.
Ayağa kalkarak öfkeyle, "Bir ağaç köküne takıldım," dedi.
Tembel bir ses arkalarından, "O koca ayaklarla takılmamak zor," dedi.
Harry, Ron ve Hermione hemen arkalarına döndü-

146


ler. Pek rahat görünen Draco Malfoy, yakınlarındaki bir ağaca yaslanmış, tek başına duruyordu. Kollarını kavuşturmuştu, ağaçlar arasındaki bir açıklıktan kamptaki sahneyi seyreder gibiydi.
Ron, Malfoy'a öyle bir şey söyledi ki, Harry eğer Mrs Weasley orada olsa onun buna hayatta cesaret edemeyeceğini biliyordu.
Malfoy, soluk renkli gözleri parlayarak, "Sözlerine dikkat et, VVeasley," dedi. "Sence şu anda senin de koşa koşa gitmen gerekmiyor mu? Onu fark etmelerini istemezsin, değil mi?"
Başıyla Hermione'yi işaret etti. O anda kamptan bombayı andıran bir patlama sesi geldi. Yeşil bir ışık bir an için çevrelerindeki ağaçlan aydınlattı.
Hermione, meydan okuyan bir tavırla, "Ne demek yani şimdi bu?" diye sordu.
"Granger, onlar Muggle'lann peşinde," dedi Malfoy. "Havada uçup külotunu göstermek ister misin? İstiyorsan, buralarda takıl, yeter... Buraya doğru geliyorlar, hepimiz bir güzel gülerdik."
Harry, "Hermione bir cadı," dedi hırlar gibi.
Malfoy hain hain güldü. "Nasıl istersen, Potter. Bir Bulanık'ı fark etmezler sanıyorsan, olduğun yerde kal."
Ron, "Ağzından çıkanı kulağın duysun!" diye haykırdı. Oradaki herkes "Bulamk"ın annesi ya da babası Muggle olan bir cadı ya da büyücü için kullanılan büyük bir hakaret olduğunu biliyordu.
Hermione hemen, "Aldırma, Ron," dedi. Malfoy'a
147

doğru bir adım atan Ron'a engel olmak için onun kolunu tuttu.
Ağaçlann öbür yanından şimdiye kadarkilerin hepsinden daha gürültülü bir patlama duyuldu. Yakınlar-dakilerden bir kısmı bağırdı.
Malfoy yavaşça kıkırdadı. "Çabucak korkuyorlar, değil mi?" dedi uyuşuk uyuşuk. "Sanırım baban hepinize saklanmanızı söyledi. Ne yapıyor - Muggle'ları kurtarmaya mı çalışıyor?"
Öfkelenmeye başlayan Harry, "Asıl senin annenle baban nerede?" dedi. "Orda maske takmış duruyorlar, değil mi?"
Malfoy başını Harry'ye çevirdi, hâlâ gülümsüyor-du. "Eh... orda olsalar bile sana söylemem herhalde, değil mi, Potter?"
Hermione, Malfoy'a iğrenen bir bakış atarak, "Öf, hadi," dedi, "gidip diğerlerini bulalım."
Malfoy, "O çalı gibi saçlı koca kafanı aşağıda tut, Granger," diye alaylı alaylı güldü.
Hermione, "Hadi ama," diye tekrarlayıp Harry ile Ron'u patikada ileri doğru sürükledi.
Ron heyecanla, "Her iddiasına varım ki babası gerçekten de o maskeli grup arasında!" dedi.
Hermione ateşli ateşli, "Eh, şansımız varsa Bakanlık onu yakalar!" dedi. "Ah, buna inanamıyorum. Diğerleri nereye gitti?"
Fred, George ve Ginny ortalarda görünmüyordu, ama yol bir sürü başka insanla dolmuştu. Hepsi omuzlarının üzerinden kamptaki kargaşaya bakıyordu.
148

Patikanın biraz ilerisinde pijamah yeniyetmelerden oluşmuş bir kalabalık yüksek sesle tartışıyordu. Harry, Ron ve Hermione'yi gördüklerinde, gür, kıvırcık saçlı bir kız dönüp aceleyle, "Oü est Madame Maxime?" dedi. "Nous l'avons perdue -"
"Şey - ne?" dedi Ron.
"Ah..." Konuşan kız Ron'a sırtını döndü, yürürlerken onun açık seçik bir şekilde " 'Ogvvarts" dediğini duydular.
"Beauxbatons," diye mırıldandı Hermione.
"Pardon?" dedi Harry.
"Beauxbatons öğrencisi olmalılar," dedi Hermione. "Bilirsiniz... Beauxbatons Sihir Akademisi... Avrupa 'da Sihir Eğitimi Üzerine Bir Değerlendirme'de okumuştum."
"Hım... evet... tamam," dedi Harry.
Ron asasını çıkartıp Hermione'ninki gibi ışıklandırarak yolu aydınlatırken, "Fred ile George o kadar uzağa gitmiş olamazlar," dedi. Harry kendi asasını almak için elini cebine soktu - ama asası orada yoktu. Bula bula Envaigöz'ünü buldu.
"Ah, hayır, buna inanamıyorum... Asamı kaybettim!"
"Şaka ediyorsun!"
Ron ile Hermione dar ışınlan daha da ileriye vurdurmak için asalarını havaya kaldırdılar. Harry her yana bakındı, ama asası hiçbir yerde görünmüyordu.
"Belki de çadırda kalmıştır," dedi Ron.
Hermione endişeyle, "Belki de biz koşarken cebinden düşmüştür," dedi.
140

"Evet," dedi Harry, "belki..."
Büyücülük dünyasında asasını genellikle hep yanında taşırdı, böyle bir sahnenin ortasında asasız kalmak kendini çok savunmasız hissetmesine yol açmıştı.
Yakınlardaki bir hışırtı hepsinin havaya sıçramasına neden oldu. Ev cini YVinky oracıktaki bir çalı öbeğinin içinden çıkmaya çabalıyordu. Çok tuhaf bir şekilde, besbelli büyük zorlukla hareket ediyordu; sanki görünmez biri onu tutuyor gibiydi.
İleri uzanıp koşmaya devam etmeye çalışırken, aklı başından gitmiş gibi, "Çevrede kötü büyücüler var!" diye cıyakladı. "İnsanlar tepede - havaya çıkmışlar! VVinky ayak altından çekiliyor!"
Ve onu tutmaya çalışan güçle mücadele ederek, soluyup ciklercesine sesler çıkarta çıkarta, patikanın öbür yanındaki ağaçlar arasında gözden kayboldu.
Ron merakla VVink/nin arkasından bakarak, "N'olmuş buna?" dedi. "Niye doğru dürüst koşamıyor?"
"Bahse girerim, saklanmak için izin almamıştır," dedi Hany. Dobby'yi düşünüyordu. Dobby, Malfoy'la-nn hoşlanmayacağını bildiği bir şeyi her yapışında kendi kendini dövmeye başlardı.
Hermione incinmiş bir edayla, "Biliyor musunuz, ev cinlerinin durumu uygar olmaktan çok uzak," dedi. "Onlarınki kölelikten başka bir şey değil! Mr Crouch onu stadyumun tepesine çıkardı, VVinky'nin ödü koptu. Sonra da onu büyüledi ki çadırları devirmeye başladıkları zaman koşamasın bile! Niye kimse bu konuda bir şey yapmıyor!"
150

"Eh, cinler mutlu ama, değil mi?" dedi Ron. "Bizim VVinky'nin maçta ne dediğini duydun... 'Ev cinlerinin eğlenmemesi gerek'... O bundan hoşlanıyor, ona patronluk taşlanmasından..."
"İşte senin gibiler, Ron," dedi Hermione hararetle, "çürümüş ve adaletsiz sistemleri desteklerler, çünkü çok tembel -"
Ağaçlığın kıyısından gürültülü bir patlama daha yankılandı.
"İlerlemeye devam edelim, tamam mı?" dedi Ron. Harry onun Hermione'ye tedirgin bir bakış attığını gördü. Belki de Malfoy'un dediğinde bir gerçek payı vardı; belki Hermione gerçekten onlardan daha fazla tehlikedeydi. Yeniden yola koyuldular. Harry asasının artık orada olmadığını bile bile hâlâ ceplerinde aranıp duruyordu.
Karanlık patikayı izleyerek ağaçlığın daha da derinlerine gittiler. Bir yandan da Fred, George ve Ginny'yi arıyorlardı. Besbelli maçta bahse girerek kazandıkları bir torba altınla durmuş keh keh gülen ve kamptaki olaydan hiç de etkilenmiş görünmeyen bir grup cincü-cenin yanından geçtiler. Patikanın daha da ötesindeki gümüşi bir ışık demetinin içine yürüdüler. Ağaçların arasından baktıkları zaman, uzun boylu ve güzel üç Ve-ela'nın bir açıklıkta durduğunu gördüler. Çevrelerini bir genç büyücüler sürüsü sarmıştı, çok yüksek sesle konuşuyorlardı.
Birisi, "Yılda yaklaşık yüz çuval Galleon kazanıyorum!" diye haykırdı. "Tehlikeli Yaratıkların İtlafı Komitesi adına çalışırım, ejderha öldürürüm."
151

Arkadaşı, "Hayır, hiç de değil," diye bağırdı. "Çatlak Kazan'da bulaşıkçısın... Ama ben vampir avcısıyım. Şimdiye dek doksan kadarını öldürdüm -"
Veela'ların donuk, gümüşi ışığında bile yüzündeki sivilceleri görülen üçüncü bir genç büyücü onun sözünü kesti: "Ben gelmiş geçmiş en genç Sihir Bakanı olmak üzereyim, evet."
Harry hıh diye güldü. Sivilceli büyücüyü tanımıştı. Adı Stan Shunpike'tı ve aslında üç katlı Hızır Oto-büs'ün biletçisiydi.
Ron'a bunu söylemek için döndü, ama Ron'un yüzü tuhaf bir şekilde gevşemişti. Bir saniye sonra feryat etmeye başladı: "Size Jüpiter'e ulaşacak bir süpürge icat ettiğimi söylemiş miydim?"
"Aman yani!" dedi Hermione. O ve Harry, Ron'u sıkıca kollarından tutup olduğu yerde döndürdüler ve oradan uzaklaştırdılar. Veela'lar ile hayranlarının sesleri tamamen duyulmaz hale geldiğinde, ağaçlığın tam or-tasındaydılar. Şimdi yalnızmış gibi görünüyorlardı, her şey çok daha sessizdi.
Hajry çevreye baktı. "Sanırım burada bekleyebiliriz, ha? Birisi gelecek olursa bir kilometre öteden duyarız."
Daha kelimeler ağzından henüz çıkmıştı ki, tam önlerindeki ağacın ardından aniden Ludo Bagman ortaya çıkh.
İki asanın zayıf ışığında bile, Harry, Bagman'ın çok değiştiğini görebiliyordu. Artık neşeli ve pembe yüzlü değildi, adımlan çevikliğini yitirmişti. Bembeyaz ve gergin bir hali vardı.
152

"Kim o?" dedi. Onlara bakıp gözlerini kırpıştırıyor, yüzlerini seçmeye çalışıyordu. "Burada ne yapıyorsunuz böyle tek başınıza?"
Şaşkınlıkla birbirlerine baktılar.
"Şey," dedi Ron, "bir tür ayaklanma var da."
Bagman ona bakakaldı. "Ne?"
"Kampta... birileri bir Muggle ailesini ele geçirmiş..."
Bagman yüksek sesle küfür etti. "Lanet olsun!" dedi, hayli şaşkın görünerek. Başka da tek kelime etmeden, küçük bir pop se^' aharlaştı.
Hermione kaşlar..n ^attı. "Mr Bagman pek de duruma hâkim gibi görünmüyor, değil mi?"
Ron, "Ama büyük bir Vurucu'ydu," dedi. Onlara yol göstererek patikadan küçük bir açıklığa çıkardı, bir ağacın dibindeki kuru ot öbeğine oturdu. "VVimbourne VVasps'te oynarken, takım arka arkaya üç kez lig şampiyonu oldu."
Cebinden küçük Krum bebeğini çıkardı, yere koydu ve yürümesini seyretti. Gerçek Krum gibi bu model de birazcık paytak ve düşük omuzluydu, taraklı ayaklarının üzerinde süpürgesinde olduğundan çok daha az etkileyiciydi. Harry kamp yerinden gelen gürültüleri dinliyordu. Ortalık sessizleşmiş gibiydi, belki de ayaklanma sona ermişti.
Bir süre sonra Hermione, "Umarım ötekiler iyidir," dedi.
"Onlara bir şey olmaz," dedi Ron.
Harry, Ron'un yanına oturup, küçük Krum bebeğinin dökülmüş yaprakların üstünde kambur kambur
153

yürümesini izleyerek, "Düşün bir," dedi, "baban Lucius Malfoy'u yakalamış olsa. Hep onun böyle bir şeyle ilintisini bulmak istediğini söylerdi."
Ron, "İşte o zaman Draco öyle pis pis sıntamaz, emin ol," dedi.
Hermione endişeyle, "Ama o zavallı Muggle'lar," dedi, "ya onları yere indiremezlerse?"
Ron yatıştırıcı bir edayla "İndirirler," dedi. "Bir yolunu bulurlar."
"Bütün Sihir Bakanlığı bu gece buradayken böyle bir şey yapmak çılgınlık ama!" dedi Hermione. "Yani nasıl olur da bunun yanlarına kalacağını sanırlar? Sizce içiyorlar mıydı, yoksa sadece -"
Ama birden cümlesini yanda bıraktı ve omzunun üstünden geriye baktı. Harry ve Ron da hemen arkalarına döndüler. Sanki bir şey açıklığa doğru sendeleyerek geliyor gibiydi. Karanlık ağaçlann arkasındaki düzensiz ayak seslerini dinleyerek beklediler. Ama sesler aniden durdu.
"Hey!" diye seslendi Harry.
Ses çıkmadı. Harry ayağa kalktı, ağacın yanından gözledi. Çok uzağı göremeyecek kadar karanlıktı, ama birinin tam onun görüş alanının dışında ayakta durduğunu hissedebiliyordu.
"Kim var orda?" dedi.
Ve sonra, hiçbir uyan olmaksızın, çevrelerindeki sessizlik, ağaçlıkta daha önce duyduklarına hiç benzemeyen bir sesle parçalandı. Bir panik çığlığı değildi bu, daha çok bir büyüye benziyordu.
154

"MORSMORDRE/"
Ve Harry'nin gözlerinin nüfuz etmek için çırpındığı karanlığın içinden muazzam, yeşil ve parıldayan bir şey fışkırdı; ağaçların tepelerini aşıp göğe uçtu.
Ron yeniden ayağa fırlarken, "Bu da ne?" diyebildi. Havada belirmiş olan şeye bakıyordu.
Harry bir an için bunu yine bir ayakkabıcı cin oluşumu sandı. Sonra devasa bir kafatası olduğunu fark etti, zümrüt yıldızlara benzeyen şeylerden meydana gelmişti, ağzından dil gibi bir yılan çıkıyordu. Onlar bakarken şekil yükseldikçe yükseldi, yeşilimsi bir duman bulutu içinde parladı. Yeni bir yıldız kümesi gibi kara gökyüzünün üstüne kalıbı çıktı.
Birden çevrelerindeki bütün ağaçlıktan çığlıklar yükseldi. Harry nedenini anlamadı, herhalde kafatası birden ortaya çıktığı içindi. Kafatası şimdi tüyler ürpertici bir neon tabela gibi bütün ağaçlığı aydınlatacak kadar yükselmişti. Harry, onu yaratan kişiyi görebilmek için karanlığı taradı, ama kimseyi göremedi.
"Kim var orda?" diye seslendi yeniden.
"Harry, gel, yürül" Hermione onun ceketinin arkasını yakalamıştı ve Harry'yi geriye doğru çekiyordu.
"Ne oldu?" dedi Harry. Onun yüzünü böylesine solgun ve dehşet içinde görünce şaşırmıştı.
"Karanlık İşaret, Harry!" diye inledi Hermione, onu çekebildiği kadar sertçe çekiyordu. "Kim-Olduğunu-Bi-lirsin-Sen'in işareti!"
"Voldemort mu-?"
"Hadi, Harry!"
155

Harry döndü - Ron telaşla minyatür Krum'u kapmıştı - üçü de açıklığa batandılar - ama daha onlar telaşla birkaç adım atamadan duyulan bir dizi pop sesi, birdenbire belirip çevrelerini saran yirmi büyücünün gelişini ilan etti.
Harry hızla döndü ve hemen bir şeyi fark etti: Büyücülerin hepsi asasını çıkarmıştı ve asaların hepsi ona, Ron'a ve Hermione'ye dönmüştü. Harry duraklayıp düşünmeden haykırdı: "YERE YATIN!" Diğer ikisini yakalayıp yere çekti.
Yirmi ses, "SERSEMLET!" diye bağırdı - göz kamaştırıcı bir dizi ışık çaktı. Harry başındaki saçlann, sanki açıklığı şiddetli bir rüzgâr yalamış gibi dalgalandığını hissetti. Başını bir santim kaldırınca, büyücülerin asalanndan fışkıran ateş kırmızısı ışıkların kendilerine doğru uçtuğunu gördü: Birbirleriyle çarpışıyor, ağaç gövdelerine çarpıp sekiyor, karanlığa doğru sıçrıyorlardı-
"Durun!" diye haykırdı Harry'nin tanıdığı bir ses. "DURUN! O benim oğlum!"
Harry'nin saçını uçuşturan rüzgâr dindi. Harry başını biraz daha yukarı kaldırdı. Önündeki büyücü asasını indirmişti. Harry yerde yuvarlandı ve Mr VVeas-ley'nin, yüzünde dehşet dolu bir ifadeyle, onlara doğru geldiğini gördü.
"Ron - Harry -" sesi titriyordu, "- Hermione - bir şeyiniz yok ya?"
Soğuk, sert bir ses, "Yolumc'an çekil, Arthur," dedi.
Mr Crouch'tu. O ve diğer Bakanlık büyücüleri onla-
156

ra doğru ilerliyorlardı. Harry onlarla yüz yüze gelmek için ayağa kalktı. Mr Crouch'un yüzü öfkeyle gerilmişti.
Öfkeyle, "Hanginiz?" diye sordu, keskin bakışlı gözleri ondan ona gidip geliyordu. "Karanlık İşaret'i hanginiz yaptı?"
"Onu biz yapmadık!" dedi Harry, eliyle kafatasını göstererek.
Dirseğini ovalayıp dargın dargın babasına bakan Ron, "Biz hiçbir şey yapmadık!" dedi. "Bize niye saldırdınız ki?"
"Yalan söylemeyin, efendim!" diye bağırdı Mr Cro-uch. Asası hâlâ Ron'a dönüktü, gözleri de yerinden uğramıştı - hafiften delirmiş gibi görünüyordu. "Suç mahallinde yakalandınız!"
Uzun, yünlü sabahlıklı bir cadı, "Barty" diye fısıldadı, "onlar çocuk, Barty, onlar asla -"
Mr VVeasley çabucak, "Siz üçünüz, işaret nereden geldi?" diye sordu.
Hermione titreyerek, "Oradan," dedi. Sesi duydukları yeri gösteriyordu. "Ağaçların ardında birileri vardı... Bir şeyler haykırdılar - büyülü sözler -"
Mr Crouch yerinden uğramış gözlerim Hermi-one'ye çevirerek, "Ah, orada duruyorlardı, öyle mi?" diye sordu. Yüzünü baştan aşağı bir inanmazlık ifadesi kaplamıştı. "Büyülü sözler, öyle mi? Bu İşaret'in nasıl yapıldığım pek güzel biliyora benziyorsunuz, küçükha-nım -"
Ama Mr Crouch dışındaki Bakanlık büyücüleri
157

Harry, Ron ya da Hermione'nin kafatasını yaratmış olacaklarına hiç mi hiç ihtimal vermiyorlardı. Tam tersine, Hermione'nin sözleri üzerine hepsi yeniden asalannı kaldırıp onun gösterdiği yöne doğrultmuşlardı. Gözlerini kısmış, karanlık ağaçların arasına bakıyorlardı.
Yünlü sabahlıklı cadı, "Çok geç kaldık," diye başını salladı. "Buharlaşmış olmalılar."
Çalı gibi, kahverengi sakallı bir büyücü, "Sanmam," dedi. Amos Diggory'ydi bu, Cedric'in babası. "Sersemletici'lerimiz o ağaçlann arasını tarayarak geçti... Büyük ihtimalle onları yakaladık..."
Mr Diggory omuzlarını dikleştirerek asasını kaldırdı, açıklığı uygun adım geçti. Karanlıkta gözden kaybolurken, birkaç büyücü, "Amos, dikkat et!" diye uyardı. Hermione onun gözden kayboluşunu elleriyle ağzını kapatarak izledi.
Birkaç saniye sonra Mr Diggory'nin haykırdığını duydular.
"Evet! Yakaladık onları! Burada biri var! Baygın! Bu - ama^ vay canına..."
Mr Crouch kulaklarına inanamıyormuş gibi, "Birini mi yakaladın?" diye bağırdı, "Kim? Kimmiş?"
Kulaklarına kırılan dal sesleri, yaprak hışırtıları geldi. Sonra da Mr Diggory yeniden ağaçlann ardından çıkıp görünürken, çatırtılarla karışık adım sesleri duydular. Kollarında minik, bedeni gevşemiş birini taşıyordu. Harry çay peçetesini hemen tanıdı. Bu, VVinky'ydi.
Mr Diggory, Mr Crouch'un ev cinini yere, onun ayaklarının dibine koyarken, Mr Crouch kıpırdamadan,
158

konuşmadan öylece durdu. Diğer Bakanlık büyücülerinin hepsi ona bakıyordu. Crouch birkaç saniye olduğu yere mıhlanmış gibi kaldı. VVinky'ye doğru bakarken beyaz yüzünde gözleri ateş gibi parlıyordu. Sonra yeniden canlandı sanki.
"Bu - olamaz -" dedi kesik kesik. "Hayır -"
Hızla Mr Diggory'nin yanından geçip onun VVinky'yi bulduğu yere doğru yürüdü.
Mr Diggory arkasından, "Hiçbir anlamı yok, Mr Crouch," diye seslendi. "Orda başka kimse yok."
Ama Mr Crouch, Diggory'nin sözüne inanmaya ra^ zı değil gibiydi. Onun ayak seslerini, çevreyi ararken çalıları itince çıkan yaprak hışırtısını duyabiliyorlardı.
Mr Diggory, Winky'nin baygın yüzüne sert sert bakarak, "Eh, biraz utanç verici tabii," dedi. "Barty Cro-uch'un ev cini... Yani, demek istiyorum ki..."
Mr VVeasley sükûnetle, "Kendine gel, Amos," dedi. "Cinin bunu yaptığını ciddi ciddi düşünmüyorsun, değil mi? Karanlık İşaret bir büyücü işaretidir. Asa gerektirir."
"Evet," dedi Mr Diggory, "asası vardı zaten."
"Ne?" dedi Mr VVeasley.
"İşte, bak." Mr Diggory bir asa kaldırıp Mr VVeas-ley'ye gösterdi. "Elindeydi. Yani, her şeyden önce, Asa Kullanımı Yönetmeliği'nin üçüncü maddesi ihlal edilmiş oluyor, insan olmayan yaratıkların asa taşıması da, kullanması da yasaktır."
Tam o sırada bir pop sesi daha duyuldu ve Ludo Bagman hemen Mr Weasley'nin yanı başında Cisimlen-
159

di. Soluğu kesilmiş, nerede olduğunun farkında değilmiş gibi görünüyordu. Olduğu yerde döndü, gözleri fincan gibi yukarı, zümrüt yeşili kafatasına dikildi.
Soluk soluğa, meslektaşlarına soru sorarcasına dönerken, Winky'yi neredeyse çiğniyordu. "Karanlık İşaret!" dedi. "Kim yaptı bunu? Yakaladınız mı? Barty! Neler oluyor?"
Mr Crouch elleri boş dönmüştü. Yüzü hâlâ hortlak gibi beyazdı, elleri de, diş fırçasını andıran bıyığı da oynayıp duruyordu.
"Nerelerdeydin, Barty?" dedi Bagman. "Maçta niye yoktun? Cinin sana bir yer ayırmıştı - Vay canına!" Bagman ayaklarının altında yatan VVinky'yi henüz fark etmişti. "Ona ne oldu?"
"Meşguldüm, Ludo," dedi Mr Crouch. Hâlâ kesik kesik, dudaklarını neredeyse hiç oynatmadan konuşuyordu. "Cinime gelince, Sersemletilmiş durumda."
"Sersemletilmiş mi? Yani siz mi sjersemlettiniz demek istiyorsun? Ama niye -?"
Bagman'm yuvarlak, parlak yüzünde birden bir ışık yandı; yukarı kafatasına, aşağı Winky'ye, sonra Mr Cro-uch'a baktı.
"Hayır!" dedi. "VVinky ha? Karanlık İşaret'i yapacak ha? Nasıl olduğunu bile bilmez ki! Her şeyden önce, bir asaya ihtiyacı var!"
Mr Diggory, "Bir asası vardı," dedi. "Onu elinde bir asayla buldum, Ludo. Eğer sizce bir sakıncası yoksa, Mr Crouch, sanırım kendini nasıl savunacağını dinlememiz gerek."
160

Crouch, Mr Diggory'yi işittiğine dair bir belirti göstermedi, ama Mr Diggory onun sessizliğini onay olarak kabul etmişti anlaşılan. Kendi asasını kaldırıp VVinky'yi işaret etti ve, "Çözül!" dedi.
VVinky hafifçe kımıldandı. Kocaman, kahverengi gözleri açıldı ve aklı karışmış haldeki VVinky onları birkaç kez kırpıştırdı. Suskun büyücülerin bakışları altında, titreyerek doğruldu, oturur duruma geldi. Mr Dig-gory'nin ayaklan gözüne ilişince, yavaşça, titreyerek gözlerini yukarı dikip onun yüzüne baktı; sonra daha da yavaşça gökyüzüne baktı. Harry havada süzülen kafatasının onun muazzam, cam gibi gözlerinin her ikisine de yansıdığını gördü. VVinky yutkundu, kalabalığın ortasında çılgınca çevresine baktı ve sonra da dehşet dolu hıçkırıklara boğuldu.
Mr Diggory sert bir sesle, "Cin!" dedi. "Benim kim olduğumu biliyor musun? Ben Sihirli Yaratıkların Düzenlenmesi ve Denetimi Dairesi'nin bir üyesiyim!"
VVinky yerde öne arkaya sallanmaya koyuldu, hızlı hızlı soluk alıyordu. Harry ister istemez, Dobby'nin dehşete düştüğü itaatsizlik anlarındaki halini hatırladı.
"Görüyorsun ya, cin, Karanlık İşaret kısa süre önce meydana getirildi," dedi Mr Diggory. "Ve sen de hemen sonra, onun tam altında bulundun! Bir açıklamada bulunur musun, zahmet olmazsa!"
"Ben - ben - ben onu yapmıyor, efendim!" diye yutkundu VVinky. "Ben nasıl olduğunu bilmiyor, efendim!"
Mr Diggory elindeki asayı onun önünde sallayarak,
161

"Elinde bir asayla bulundun!" dedi. Yakandaki kafata-sından gelip açıklığı aydınlatan yeşil ışık asaya vurunca, Harry onu tanıdı.
"Hey - o benim!" dedi.
Herkes ona baktı.
Mr Diggory kulaklarına inanamayarak, "Pardon?" dedi.
"O benim asam!" dedi Harry. "Onu düşürdüm!"
"Düşürdün ha?" diye tekrarladı Mr Diggory inanmazlıkla. "Bu bir itiraf mı? İşaret'i meydana getirdikten sonra bir kenara mı attın?"
Mr Weasley büyük bir öfkeyle, "Amos, kiminle ko-; nuştuğunu düşün bir!" dedi. "Harry Potter Karanlık İşaret'i yaratır mı sence?"
"Şey - elbette yaratmaz," diye mırıldandı Mr Diggory. "Kusura bakmayın... havaya girdim..."
Harry parmağını kafatasının altındaki ağaçlara doğru sallayarak, "Zaten orada düşürmedim," dedi. "Kaybettiğimi ağaçlığa girdikten hemen sonra fark ettim.'.:
"Demek," dedi Mr Diggory, ayaklarının dibine sinen VNTınky'ye yeniden bakmak için dönerken bakışları sertleşerek, "bu asayı buldun, öyle mi, cin? Sonra da yerden aldın ve biraz eğleneyim dedin, ha?"
Ezik, koskocaman, yuvarlak burnunun iki yanından gözyaşları akan Winky, "Ben onunla sihir yapmıyor, efendim!" dedi. "Ben... ben... ben sadece onu yerden alıyor, efendim! Ben Karanlık İşaret yapmıyor, efendim, nasıl yapılır bilmiyor!"
162

"O değildi!" dedi Hermione. Bütün bu Bakanlık büyücülerinin önünde konuştuğu için çok tedirgin görünüyordu, ama yine de azimliydi. "VVinky'nin cırtlak, ince bir sesi var, bizim büyülü sözleri söylediğini duyduğumuz ses ise çok daha kalındı!" Onlann desteğini istercesine Harry ile Ron'a baktı. "VVinky'nin sesine hiç benzemiyordu, değil mi?"
"Hayır," dedi Harry, başını sallayarak. "Cin sesine kesinlikle benzemiyordu."
"Evet, insan sesiydi," dedi Ron.
"Göreceğiz bakalım," diye homurdandı Mr Dig-gory, hiç etkilenmiş gibi bir hali yoktu. "Bir asanın yaptığı son büyüyü anlamanın çok basit bir yolu vardır, cin, bunu biliyor muydun?"
VVinky titredi ve Mr Diggory kendi asasını yeniden kaldırıp Harry'ninkiyle uç uca getirirken çılgınca başını sallayınca kulakları lap lap vurdu.
"Prior Incantato!" diye kükredi Mr Diggory.
Harry iki asanın birleştiği noktadan devasa, yılan dilli bir kafatası fışkırırken Hermione'nin dehşetle soluğunu tuttuğunu duydu. Ama bu kafatası, tam tepelerindeki yeşil kafatasının gölgesiydi sadece. Kalın, gri dumandan yapılmışa benziyordu: Bir büyünün gölgesi.
"Deletrius!" diye bağırdı Mr Diggory. Puslu kafatası bir duman bulutçuğu içinde yok oldu.
Mr Diggory hâlâ sarsılarak titreyen VVinky'ye yukardan aşağı bakarak, bir tür vahşi zafer havasıyla, "İşte böyle," dedi.
VVinky, "Ben yapmıyor!" diye cikledi, gözleri kor-
163

kuyla dönüyordu. "Yapmıyor, yapmıyor, yapmak bilmiyor! Ben iyi bir cin, asa kullanmıyor, kullanmak bilmiyor!"
Mr Diggory, "iki elin kızıl kanda yakalandın, cin!" diye kükredi. "Suçlu asa dindeyken yakalandın!"
Mr VVeasley yüksek sesle, "Amos," dedi, "düşün bir... O büyüyü yapmayı bilen büyücü bile çok azdır... O nereden öğrenmiş olacak ki?"
Mr Crouch her hecesinde sezilen soğuk öfkeyle, "Belki de Amos," dedi, "benim hep hizmetkârlarıma Kara İşaref i yapmayı öğrettiğim imasında bulunuyor."
Son derece nahoş bir sessizlik oldu.
Amos Diggory dehşete kapılmıştı. "Mr Crouch... hiç... hiç de değil..."
Mr Crouch havlarcasına, "Senin bu açıklıkta bulunan ve o İşarefi yaratma ihtimali en az olan iki kişiyi suçlamana ramak kaldı!" dedi. "Harry Potter - ve ben! Çocuğun hikâyesini bildiğini sanıyorum, Amos!"
Mr Diggory, fevkalade rahatsız görünerek, "Elbette..." diye mırıldandı, "Herkes bilir -"
"Ve-eminirn ki," diye haykırdı Mr Crouch, gözleri yine yerinden uğramış halde, "uzun meslek hayatım boyunca benim de Karanlık Sanatlar'1 ve onları uygulayanları hor gördüğümü ve onlardan tiksindiğimi defalarca gösterdiğimi unutmamışsmdır!"
"Mr Crouch, ben - ben asla sizin bununla bir ilginiz olduğunu ima etmedim!" diye mırıldandı Amos Diggory, çalı misali kahverengi sakalının ardında kıpkırmızı kesilerek.
164

"Cinimi suçluyorsan beni suçluyorsun demektir, Diggory!" diye haykırdı Mr Crouch. "İşaret'i yapmayı başka nereden öğrenmiş olabilir ki?"
"Asayı başka - başka bir yerden almış olabilir -"
"Tam dediğin gibi, Amos," dedi Mr VVeasley. "Başka bir yerden almış olabilir... Winky?" dedi şefkatle, cine dönerek; ama Winky sanki ona bağrıhyormuş gibi geriye kaçtı. "Harry'nin asasını tam olarak nerede buldun?"
Winky çay peçetesinin kenarını öyle şiddetle kıvırıyordu ki, peçete parmaklarının altında yıpranmıştı.
"Ben - ben onu buldu... orda buldu, efendim..." diye fısıldadı, "orda... ağaçlarda, efendim..."
"Gördün mü, Amos?" dedi Mr VVeasley. "İşaret'i meydana getirenler, bunu yaptıktan hemen sonra Buharlaşmış, Harry'nin asasını da geride bırakmış olabilirler. Kendi asalannı kullanmamaları kurnazca bir şey, çünkü onları ele verebilirdi: Ve VVinky de biraz sonra asaya rastlayıp onu almak talihsizliğinde bulundu."
Mr Diggory sabırsızlıkla, "Ama öyleyse gerçek suçluya bir iki metre mesafedeydi!" dedi. "Cin? Kimseyi gördün mü?"
VVinky daha da beter titremeye başladı. Koskocaman gözleri Mr Diggory'den Ludo Bagman'a, oradan da Mr Crouch'a gidip geldi.
Sonra da yutkunarak, "Ben kimseyi görmedi, efendim..." dedi, "kimseyi..."
Mr Crouch sert sert, "Amos," dedi, "olayların olağan akışında VVinky'yi senin bölümünün sorguya çekmek isteyeceğinin tamamen farkındayım. Ancak yine
- 165

İ
de senden, onunla benim ilgilenmeme izin vermeni istiyorum."
Mr Diggory sanki bu öneriyi hiç de yerinde bulmu-yormuş gibi görünüyordu, ama Hany, Mr Crouch Ba-kanhk'ın çok önemli bir üyesi olduğu için, Mr Dig-goıyrün bu isteği geri çevirmeye cüret edemediğini açıkça gördü.
Mr Crouch soğuk bir edayla, "Cezalandırılacağından emin olabilirsin," diye ekledi.
"Ef-efendi..." diye kekeledi VVinky, gözlerinde yaşlarla başını kaldırıp Mr Crouch'a bakarak. "Ef-efendi, lü-lütfen..."
Mr Crouch da, nasıl oluyorsa yüzü daha katılaşmış, üzerindeki her çizgi daha derinlere kazınmış halde, ona baktı. Bakışında zerre kadar acıma yoktu. Ağır ağır, "VVinky bu gece mümkün olacağını sanmadığım bir şekilde davrandı," dedi. "Ona çadırda kalmasını söylemiştim. Ona ben sorunu çözümlemeye gittiğim sürece orada kalmasını söylemiştim. Ve anhyorum ki bana itaat etmemiş. Bu, giysi demek."
"Hayır!" diye feryat etti VVinky, kendini Mr Crouch'un ayaklarına atarak. "Hayır, efendi! Giysi olmasın, giysi olmasın!"
Harry bir ev cinini özgür bırakmanın tek yolunun ona doğru dürüst giysiler sunmak olduğunu biliyordu. VVinky'nin, gözyaşları Mr Crouch'un ayaklarını ıslatırken çay peçetesine sıkı sıkı sarılması acınacak bir manzaraydı.
Hermione, Mr Crouch'a ateş saçan gözlerle baka-

166


rak, "Ama korkmuştu!" diye patladı öfkeyle. "Cininiz yüksekten korkuyor, o maskeli büyücüler de insanları havaya kaldırıyordu! Ayaklarının altından çekilmek istediği için onu suçlayamazsınız!"
Mr Crouch, ayaklarının dibindeki cine değmemek için, geriye bir adım attı. Winky'yi, haddinden fazla parlatılmış ayakkabılarını kirleten pis ve kokuşmuş bir şeymiş gibi inceliyordu.
Soğuk bir tavırla, "Bana itaatsizlik eden bir ev cinine ihtiyacım yok," dedi, Hermione'ye bakarak. "Efendisine ve efendisinin temiz adına neler borçlu olduğunu unutan bir hizmetkâra ihtiyacım yok."
VVinky öyle şiddetle ağlıyordu ki, hıçkırıkları açıklıkta yankılanıyordu.
Çok nahoş bir sessizlik oldu. Bu sessizliği, yavaşça konuşan Mr VVeasley bozdu. "Kimsenin itirazı yoksa, sanırım kendi grubumu çadıra geri götüreceğim. Amos, o asa bize anlatabileceği her şeyi anlattı - bir mahzuru yoksa Harry onu geri alabilir, değil mi?"
Mr Diggory, Harry'ye asasını verdi, o da cebine koydu.
Mr Weasley yavaşça, "Siz üçünüz, gelin," dedi. Ama Hermione hareket etmek istemiyor gibiydi, gözleri hâlâ ağlayan ev cinindeydi. Mr Weasley ısrarla, "Hermione!" dedi. Kız döndü, açıklıktan çıkan ve ağaçların arasından geçen Harry ile Ron'u izledi.
Açıklıktan çıktıkları anda da, "VVinky'ye ne olacak?" diye sordu.
"Bilmiyorum," dedi Mr VVeasley.
167

Hermione kızgınlıkla, "Ona ne kadar kötü muamele ediyorlar!" dedi. "Mr Diggory ona boyuna 'cin' deyip duruyor... ve Mr Crouch! Bunu yapmadığını biliyor, yine de onu kovuyor! Ne kadar korktuğuna ya da üzüldüğüne aldırmadı bile - sanki insan değilmiş gibi!"
"Eh, değil zaten," dedi Ron.
Hermione hemen ona döndü. "Ama bu, duyguları olmadığı anlamına gelmez, Ron. Bu iğrenç -"
"Hermione, seninle aynı fikirdeyim," dedi Mr We-asley hemencecik, ona yürümesini işaret ederek. "Ama şu an cin haklarını tartışma vakti değil. Olabildiğince hızla çadıra dönmek istiyorum. Ötekilere ne oldu?"
"Onları karanlıkta kaybettik/' dedi Ron. "Baba, niye kafatası yüzünden herkesin sinirleri o kadar gerildi?"
Mr VVeasley gergin bir şekilde, "Her şeyi çadıra dönünce açıklayacağım," dedi.
Ama ağaçlığın kıyısına vardıklarına önleri kesildi.
Cadılardan ve büyücülerden oluşan, korkmuş görünen büyük bir kalabalık orada toplanmıştı. Mr VVeasley'nin onlara doğru geldiğini görünce, çoğu öne doğru atıldı. "Orada neler oluyor?" "Kim yaptı İşaret'i?" "Art-hur - o değil - değil mi?"
Mr VVeasley sabırsızlıkla, "Elbette o değil," dedi. "Kim olduğunu bilmiyoruz; Buharlaşmışlar anlaşılan. Şimdi beni mazur görün lütfen, yatmak istiyorum."
Harry, Ron ve Hermione'nin önüne düşerek onları kalabalığın arasından geçirdi, gerisingeri kamp yerine götürdü. Şimdi çevre sessizdi; bazı yıkılmış çadırlardan
168

hâlâ duman tütmekte olmasına rağmen, maskeli büyücülerden eser yoktu.
Charlie'nin başı oğlanların çadırından dışarı uzanmıştı.
Karanlıkta, "Baba, neler oluyor?" diye seslendi. "Fred, George ve Ginny sağ salim geri döndüler, ama diğerleri -"
Mr VVeasley eğilip çadırdan içeri girerek, "Onları getirdim," dedi. Harry, Ron ve Hermione de onun arkasından içeri girdiler.
Bili küçük mutfak masasında oturmuş, şarıl şarıl kanayan koluna bir çarşaf bastırmıştı. Charlie'nin gömleğinde koca bir yırtık vardı ve Percy kanlı burnunu tutuyordu. Fred, George ve Ginny'nin yaraları bereleri yoktu, ama sarsılmışlardı.
Bili haşin bir edayla, "Onları yakaladınız mı, baba?" diye sordu. "İşaret'i yapanları?"
"Hayır," dedi Mr VVeasley. "Barty Crouch'un cinini elinde Harry'nin asasıyla bulduk, ama İşaret'i yapan kişi hakkında daha fazla bir bildiğimiz yok."
Bili, Charlie ve Percy bir ağızdan, "Ne?" dediler.
"Harry'nin asası mı?" dedi Fred.
"Mr Crouch'un cini mi?" dedi Percy, yıldırım çarpmış gibi.
Mr VVeasley, biraz da Harry, Ron ve Hermione'nin yardımıyla, ağaçlıkta neler olduğunu açıkladı. Hikâyelerini bitirdikleri zaman, Percy bir hataya içerlemiş biri edasıyla şişindi.
"Eh, Mr Crouch böyle bir cinden kurtulmakta epey-
169

ce haklı!" dedi. "Ona gitmemesini tembih ettiği halde gitmesi... bütün Bakanlık'in önünde onu mahcup etmesi... Eğer Sihirli Yaratıkların Düzenlenmesi ve Denetimi Dairesi'nin önüne çıkanlsaydı, bu nasıl bir -"
Hermione, "Hiçbir şey yapmadı - sadece yanlış zamanda yanlış yerdeydi!" diye cevabı yapıştırdı Percy'ye. Percy çok şaşırmış göründü, Hermione hep Percy'yle iyi geçinmişti, hatta ötekilerin hepsinden daha iyi.
Yine de kendini toparladı ve azametle, "Hermione," dedi, "Mr Crouch'un konumunda bir büyücü, elinde bir asayla deli gibi sağa sola koşan bir ev cinini yanında tutamaz!"
"Deli gibi sağa sola koşmuyordu!" diye haykırdı Hermione. "Sadece onu yerden aldı!"
Ron sabırsızlıkla, "Baksanıza, biri bana o kafatasının ne olduğunu açıklayabilir mi?" dedi. "Kimseye bir zaran yoktu ki... Niye bu kadar şamata kopardılar?"
Hermione, başka biri cevap veremeden, "Sana söyledim,^, Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen'in simgesi, Ron," dedi. "Karanlık Sanatların Yükselişi ve Düsüşü'nde okumuştum."
Mr Weasley yavaşça, "Ve on üç yıldır görülmemişti," dedi. "İnsanlar elbette paniğe kapıldı... Kim-Oldu-ğunu-Bilirsin-Sen'in geri döndüğünü görmek gibi bir şeydi."
Ron kaşlarını çatarak, "Anlamıyorum" dedi. "Yani... yine de sadece gökyüzünde bir şekil..."
"Ron, Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen ve müritleri biri-
170

ni öldürünce Karanlık İşaret'i gökyüzüne gönderirlerdi," dedi Mr VVeasley. "Nasıl bir dehşet yaratırdı... bilemezsin sen, çok gençsin. Eve döndüğünü ve evinin üzerinde Karanlık İşaret'i havada süzülürken gördüğünü gözünün önüne getir, bir de içeride seni neyin beklediğini biliyorsun..." Mr VVeasley yüzünü buruşturdu. "Herkesin en berbat korkusu... en berbat..."
Bir an sessizlik oldu.
Sonra Bili, kesiği kontrol etmek için kolundaki çarşafı çekerek, "Eh, bu akşam bize faydası olmadı," dedi, "her kim yarattıysa. Ölüm Yiyen'leri korkuttu, görür görmez çil yavrusu gibi dağıldılar. Biz herhangi birinin maskesini çıkartacak kadar yakınlarına varamadan hepsi Buharlaştı. Neyse ki Roberts ailesini yere çarpmadan yakaladık. Şimdi hafızaları değiştiriliyor."
"Ölüm Yiyenler mi?" dedi Harry. "Ölüm Yiyen'ler de ne?"
Bili, "Kim-Olduğunu-Büirsin-Sen'i destekleyenler kendilerine bu adı takmıştı," diye cevap verdi. "Sanırım bu gece onlardan geriye kalanları gördük - hiç değilse, Azkaban'a düşmemeyi başaranları."
"Onlar olduklarını kanıtlayandayız, Bili," dedi Mr VVeasley. Sonra da çaresizlikle ekledi: "Ama büyük olasılıkla onlardı."
Ron birden, "Evet, bahse girerim onlardır!" dedi. "Baba, ağaçlıkta Draco Malfoy'a rastladık. Bize babasının da o maskeli kaçıklardan olduğunu söyledi gibi bir şey! Ve hepimiz Malfoy'ların Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen'in yanında olduklarını biliyoruz!"
171

"İyi ama Voldemort'un müritleri -" diye başladı Harry. Herkes irkildi - büyücülük dünyasının büyük kısmı gibi, VVeasley'ler de Voldemort'un adını söylemekten hep kaçınırlardı. "Pardon," dedi Harry hemen. "Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen'in müritleri Muggle'lan havalandırarak ne yapıyorlardı ki? Yani, amaçları neydi?"
Mr VVeasley kof bir gülüşle, "Amaç mı?" dedi. "Harry, bu onların eğlence anlayışı. Kim-Olduğunu-Bi-lirsin-Sen iktidardayken işlenen Muggle cinayetlerinin yansı eğlence adına işlendi. Sanırım bu gece birkaç kadeh içtiler ve bize hâlâ çoğunun yakalanamadığı mesajını verme fikrine karşı koyamadılar." İğrenmiş bir edayla, "Küçük ve güzel bir yeniden buluşma partisi," diye bitirdi.
"Ama eğer onlar gerçekten de Ölüm Yiyen'lerse, neden Karanlık İşaret'i görünce Buharlaştılar ki?" diye sordu Ron. "Onu gördüklerine memnun olmalılardı, değil mi?"
"Kafanı çalıştır, Ron," dedi Bili. "Eğer gerçekten Ölüm Yiyen'lerse, Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen iktidardan düşünce Azkaban'ı boylamamak için hayli çaba harcadılar demektir. Onun insanları öldürmek ve işkence etmek için kendilerini zorladığı yolunda her türlü palavrayı attılar. Bahse girerim vi, geri dönüşü bizlerden fazla onları korkutuyor. Gücünü yitirdiği zaman onunla bir ilişkileri olduğunu inkâr ettiler ve gündelik hayatlanna döndüler... Onlara pek hoş gözle bakacağını sanmam, sen ne dersin?"
172

"Öyleyse... Karanlık İşaret'i meydana getirenler kimlerse..." dedi Hermione ağır ağır, "bunu Ölüm Yiyenleri desteklediklerini göstermek için mi yapıyorlardı, yoksa onları korkutup kaçırmak için mi?"
Mr VVeasley, "Senin tahminin de bizimki kadar geçerli, Hermione," dedi. "Ama sana şunu söyleyeyim... Bunu yapmayı bilenler sadece Ölüm Yiyenlerdi. Bunu yapan kişi, şimdi olmasa bile bir vakitler Ölüm Yiyen değilseydi, çok şaşarım... Dinle, çok geç oldu ve eğer anneniz neler olduğunu duyarsa üzüntüden hasta olur. Birkaç saat daha uyuruz ve sonra da erkenden bir Anahtarla buradan ayrılmaya çalışırız."
Harry ranzasına uzandığında başı uğulduyordu. Kendini yorgun hissetmesi gerektiğini biliyordu: Saat neredeyse sabahın üçü olmuştu, ama uykusu yoktu -uykusu yoktu ve kaygılıydı.
Üç gün önce -çok daha fazla gibi geliyordu, ama sadece üç gün olmuştu- yara izinde bir yanmayla uyanmıştı.^ Ve bu gece, on üç yıldır ilk defa, Lord Volde-mort'un İşaret'i gökte belirmişti. Bütün bunlar ne anlama geliyordu?
Privet Drive'dan ayrılmadan önce Sirius'a yazdığı mektubu düşündü. Acaba Sirius'un eline ulaşmış mıydı? Ne zaman cevap verecekti? Harry, gözleri çadır bezinde, yatağına uzanmıştı, ama bu defa onu rahatlatıp uyutacak uçma hayalleri kuramadı. Ve ancak Char-lie'nin horultuları çadırı doldurduktan çok sonra uykuya dalabildi.
173

GeCeLeR
12-10-2006, 01:58 AM
ONUNCU BOLUM
Bakanltk'ta Kargaşa
Henüz b. irkaç saat uyumuşlardı ki, Mr Weasley onlan uyandırdı. Çadırları büyü marifetiyle topladı. Kamptan bir an önce ayrılmaya çalışırlarken, kulübesinin kapısında duran Mr Roberts'ın önünden geçtiler. Mr Roberts'ın tuhaf, afallamış bir hali vardı, onlan belli belirsiz bir "Mutlu Noeller"le uğurladı.
Kırlara doğru yürürlerken, Mr VVeasley alçak sesle, "Düzelecek," dedi. "Bazen birinin hafızası değiştirilince, bir süre nerede olduğunu bilemez... Hem ona unut-turduklan şey de büyük bir şeydi."
Anahtarların olduğu noktaya yaklaşırlarken aceleci sesler duydular. Oraya varınca, çok sayıda cadı ile büyücüyü Anahtar muhafızı Basil'in çevresine toplanmış buldular. Hepsi kamptan mümkün olduğunca çabuk ayrılmak için şamata ediyordu. Mr VVeasley telaş içinde Basil'le tartışmaya koyuldu; kuyruğa girdiler, güneş tam doğmadan da eski, lastik bir tekerlekle Stoatshead Tepesi'ne varmayı başardılar. Şafak ışığında Ottery St Catchpole'dan geçip Kovuk'a doğru yürüdüler. Pek bit-
174

kin oldukları ve özlemle kahvaltılarını düşündükleri için çok az konuşuyorlardı. Köşeyi dönüp de Kovuk karşılarına çıkınca, yolda bir feryat yankılandı.
"Ah, bin şükür, bin şükür!"
Besbelli ön bahçede onları beklemekte olan Mrs VVeasley koşarak geldi. Ayağında hâlâ ev terlikleri vardı, yüzü solgun ve gergindi, elinde de rulo haline getirilmiş bir Gelecek Postası tutuyordu. "Arthur - öyle endişelendim - öyle endişelendim ki -"
Kollarını Mr VVeasley'nin boynuna doladı, Gelecek Postası gevşeyen elinden yere düştü. Gözlerini yere çeviren Harry manşeti gördü: QUIDDITCH DÜNYA KU-PASI'NDA TERÖR SAHNELERİ. Ağaçların üstünde görülen Karanlık İşaret'in parıldayan, siyah-beyaz bir
fotoğrafı da vardı.
Mrs VVeasley, Mr VVeasley'yi bırakıp hepsine kan çanağı gibi gözlerle bakarak, iyice afallamış halde, "İyisiniz," diye mırıldandı. "Hayattasınız... Ah, çocuklar..."
Ve sonra herkesi şaşırtarak Fred'le George'u yakaladı. Öyle sıkı sıkı sarıldı ki, başlan birbirine vurdu.
"Ahh! Anne - bizi boğuyorsun -"
"Gitmeden önce sizi payladım!" dedi Mrs VVeasley, hıçkırarak ağlamaya başlayarak. "Hep bunu düşündüm! Ya Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen sizi yakalasaydı? Ya 'Yeterince S. B. D.'niz yok' lafı size söylediğim son laf olsaydı? Ah, Fred... George..."
"Haydi, Molly, haydi, hepimiz çok iyiyiz," dedi Mr VVeasley, yatıştırıcı bir edayla. Onu ikizlerin üzerinden
175

alıp eve doğru götürdü. "Bili," dedi alçak sesle, "o gazeteyi al, ne yazdığını görmek istiyorum..."
Hepsi minik mutfağa doluştu. Hermione, Mrs We-asley'ye bir fincan koyu çay yaptı, Mr VVeasley de ısrar edip içine Ogdens Eski Ateşviskisi koydu. Sonra Bili babasına gazeteyi uzattı. Percy omzundan bakarken, Mr VVeasley birinci sayfaya göz gezdirdi.
"Biliyordum," dedi sıkıntıyla. "Bakanlık çuvalladı... suçlular yakalanamadı... gevşek güvenlik... Karanlık büyücüler kontrolsüz dolaşıyor... ulusal ayıp... Kim yazmış bunu? Ah... tabii... Rita Skeeter."
Percy hiddetle, "O kadın Sihir Bakanlığı'na düşman!" dedi. "Geçen hafta da, vampirlerle uğraşacağımıza kazan kalınlığı gibi önemsiz şeylerin üzerinde durarak vaktimizi ziyan ettiğimizi söylüyordu! Büyücü-Olmayan Kısmen-lnsanların Tedavisi Rehberi'nin on ikinci paragrafında özellikle belirtilmiş, deniyor ki -"
Bili esneyerek, "Bize bir iyilik et, Perce," dedi, "sesini kes."
Mr VVeasley Gelecek Postas 'ndaki yazının alt sat-rla-rma gelmce, gözleri gözlüğünün ardında büyüyerek, "Benden söz ediliyor," dedi.
"Nerede?" dedi Mrs VVeasley. Viskili çayı boğazına kaçtı. "Görseydim, sağ olduğunu anlardım!"
"İsmen değil," dedi Mr VVeasley. "Şunu dinleyin: 'Eğer ağaçlığın kıyısında soluk soluğa haber bekleyen, dehşete düşmüş cadılarla büyücüler Sihir Bakanlığından medet umdularsa, fena halde hayal kırıklığına uğradılar. Bir Bakanlık görevlisi Karanlık işaret'in ortaya çıkışından epey
176

sonra göründü, hiç kimsenin incinmediğini iddia etti, ama başka herhangi bir bilgi vermeyi reddetti. Bu beyanın, bir saat sonra ağaçlıktan birkaç cesedin çıkartılıp taşındığı doğrultusundaki söylentileri bastırıp bastırmayacağını zaman gösterecek.' " Mr Weasley gazeteyi öfkeyle Percy'ye vererek, "İnsaf yani," dedi. "Gerçekten kimse incinmedi ki- Ne demeliydim yani? Ağaçlıktan birkaç cesedin çıkartılıp taşındığı doğrultusundaki söylentiler... Eh, artık Ske-eter bunu yazdığına göre kesinlikle söylenti çıkacak demektir."
Derin bir soluk aldı. "Molly, büroya gitmeliyim; bu pürüzlerin mutlaka giderilmesi gerek."
Percy önemli biri havasına girerek, "Seninle geleceğim, baba," dedi. "Mr Crouch'un herkese ihtiyacı var. Hem böylece ona kazan raporumu bizzat verebilirim."
Mutfaktan telaşla çıktı.
Mrs VVeasley perişan görünüyordu. "Arthur, sözü-mona tatildesin! Bunun senin büronla ilgisi yok; sen olmadan da idare edebilirler, değil mi?"
Mr VVeasley, "Gitmem gerek, Molly," dedi. "İşleri büsbütün karıştırdım. Cüppemi giyeyim de yola koyulayım..."
Harry kendini daha fazla tutamadı. "Mrs VVeasley," dedi, "Hedvvig benim için bir mektup getirmedi, değil mi?"
"Hedwig mi, canım?" dedi Mrs VVeasley. Aklı başka yerdeydi. "Hayır... hayır, hiç posta gelmedi."
Ron ve Hermione merakla Harry'ye baktılar.
Harry ikisine de anlamlı bir bakış atarak, "Yukarı
_ 177

çıkıp elimdekileri senin odana bıraksam olur mu, Ron?" dedi.
Ron hemen, "Evet... Ben de çıkacağım herhalde," dedi. "Hermione?"
"Evet," dedi o da telaşla ve üçü mutfaktan çıkıp merdiveni tırmandılar.
Tavan arası odasının kapısını arkalarından kapatır kapatmaz, Ron, "Neler oluyor, Harry?" diye sordu.
"Size anlatmadığım bir şey var," dedi Harry. "Pazar sabahı yara izimin acısıyla uyandım yine."
Ron ve Hermione'nin tepkileri tamı tamına Harry'nin Privet Drive'daki yatak odasında hayal ettiği gibi oldu. Hermione yutkundu ve hemen önerilerde bulunmaya başladı. Birkaç başvuru kitabından söz etti, Albus Dumbledore'dan Hogwarts hemşiresi Madam Pomfrey'ye varana kadar herkesin adını saydı.
Ron ise nutku tutulmuş gibi görünüyordu. "Ama -orada değildi, değil mi? Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen? Yani - yara izin geçen sefer acıyıp dururken Hog-warts'taydı, değil mi?"
"Privet Drive'da olmadığından eminim," dedi Harry. "Ama rüyamda o vardı... o ve Peter -biliyorsun, Kılkuyruk. Şimdi hepsini hatırlamıyorum ama... birini öldürmeyi planlıyorlardı."
Bir an "beni" demesine ramak kalmıştı, ama Hermione'nin o an olduğundan daha da fazla dehşete düşmesine yol açmaya içi elvermemişti.
178

Ron cesaret vermek ister gibi, "Sadece bir rüyaydı," dedi. "Bir kâbus."
Harry pencereden dışarı, ağarmakta olan göğe bakarak, "Öyle miydi gerçekten?" dedi. "Tuhaf, değil mi?.. Yara izim acıyor, üç gün sonra Ölüm Yiyen'ler yürüyüşe geçiyor ve gökyüzünde Voldemort'un simgesi beliriyor."
Ron dişlerini sıkarak, "Adını - söyleme!" dedi.
Harry ona aldırmadan, "Hem Profesör Trelavv-ney'nin ne dediğini hatırlıyor musunuz?" dedi. "Geçen yılın sonunda?"
Profesör Trelavvney, Hogwarts'taki Kehanet öğretmeniydi.
Hermione alaylı alaylı "hıh" dedi, yüzündeki dehşet ifadesi silinmişti. "Aman Harry, o yaşlı sahtekârın söylediklerini ciddiye almayacaksın, değil mi?"
"Sen orada değildin," dedi. Harry. "Onu duymadın. Bu sefer farklıydı. Diyorum sana, transa girdi -gerçek bir transa. Ve Karanlık Lord'un yeniden yükseleceğini söyledi... Eskisinden daha büyük ve daha korkunç... Bunu başaracakmış, çünkü hizmetkârı ona geri dönü-yormuş... ve o gece Kılkuyruk kaçtı."
Bir sessizlik oldu, Ron dalgın dalgın Chudley Can-nons çarşafındaki bir delikle oynuyordu.
Hermione, "Niye Hedwig geldi mi diye sordun, Harry?" dedi. "Mektup mu bekliyorsun?"
Harry omuz silkti. "Sirius'a yara izimden bahsettim. Cevabını bekliyorum."
Yüzünün ifadesi düzelen Ron, "İyi fikir!" dedi.
179

"Bahse girerim, Sirius ne yapılacağını biliyordur."
"Bana çabuk cevap vereceğini umuyordum," dedi Harry.
Hermione mantıklı bir şekilde, "İyi ama Sirius'un nerede olduğunu bilmiyoruz ki," dedi. "Afrika'da olabilir, ya da başka bir yerde, değil mi? Hedwig öyle bir yolculuğu birkaç günde tamamlayamaz."
"Evet, biliyorum," dedi Harry, ama pencereden dışarı, Hedvvig'siz bir gökyüzüne bakarken, karnında kurşun gibi bir duygu vardı.
Ron, "Gel, bahçede Quidditch oynayalım, Harry," dedi. "Hadi - üçe üç, Bili, Charlie, Fred ve George da oynar... Wronski Aldatmacası'nı denersin..."
Hermione "çok duyarlı davranmıyorsun bence" imasında bulunan bir ses tonuyla, "Ron," dedi, "Harry şu anda Quidditch oynamak istemiyor... Kaygılı, yır-gun... Hepimizin yatmaya ihtiyacı var..."
Harry birden, "Evet, Quidditch oynamak istiyorum," dedi. "Bekle, Ateşoku'mu alayım."
Hermione "oğlanlar" gibi bir şeyler mırıldanarak
odadan çıktı.
*
Bir sonraki hafta Mr VVeasley de, Percy de evde pek duramadı. Her ikisi de sabahlan ailenin geri kalanı uyanmadan evden çıkıyor ve geceleri de akşam yemeğinden çok sonra dönüyorlardı.
Percy, Hogvvarts'a dönmelerinden önceki pazar akşamı, kasılarak, "Tam bir curcuna," dedi onlara. "Bütün hafta yangın söndürdüm. İnsanlar boyuna Çığırtkan
180

gönderiyordu. Bilirsiniz, bir Çığırtkan'ı hemen açmazsan patlar. Masamın üstü yanıklarla dolu, en iyi tüy kalemim de kül oldu gitti."
Oturma odası şöminesinin önündeki halıda Büyülü Seloteyp'le Bin Sihirli Ot ve Mantar kitabını onaran Ginny, "Niye hepsi Çığırtkan gönderiyor?" dedi.
"Dünya Kupası'ndaki güvenlik önlemlerinden şikâyet ediyorlar," dedi Percy. "Harap olan mülkleri için tazminat istiyorlar. Mundungus Fletcher on iki yatak odalı ve jakuzili çadırı için tazminat talep etti, ama yalanını yakaladım. Aslında sopalara tutturulmuş bir pelerinin altında uyuyormuş."
Mrs VVeasley köşedeki sarkaçlı, büyük saate göz attı. Harry bu saati seviyordu. Zamanı öğrenmek istiyorsan beş para etmezdi, ama onun dışında her türlü bilgiyi verirdi. Dokuz tane altın yelkovanı vardı, her birinin üstüne VVeasley ailesinden birinin adı oyulmuştu. Saatin yüzünde hiç sayı yoktu, öte yandan ailenin her bireyinin nerede olabileceğini gösteriyordu. "Ev", "okul" ve "iş"in yanı sıra, "kayıp", "hastane" ve "hapis" bölümleri vaidl. Nenpal bir saatte on iVJ iayısmın olması gereken yerde ise "hayati tehlike" yazılıydı.
O anda yelkovanlardan sekiz tanesi "ev"i gösteriyordu, ama en uzun olan Mr VVeasley yelkovanı hâlâ "iş"in üstündeydi. Mrs VVeasley içini çekti.
"Babanız, Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen döneminden beri hafta sonu işe gitmek zorunda kalmamıştı," dedi. "Onu çok çalıştırıyorlar. Birazdan eve gelmezse, yemeğinin tadı kaçacak."
181

Percy, "Eh, babam maçtaki hatasını telafi etmek zorunda hissediyor kendini," dedi. "Doğrusunu isterseniz, kendi Daire Başkanı'ndan onay almaksızın halka duyuru yapması pek de akıllıca -"
• Mrs Weasley bir anda parlayarak, "Skeeter denen o rezil kadının yazdıkları için sakın babanı suçlâyayım deme!" dedi.
Ron'la satranç oynayan Bili, "Babam bir şey söylememiş olsaydı, Rita antikası bu sefer de kalkıp Bakanlık'tan kimsenin yorum yapmamasının utanç verici olduğunu söyleyecekti," dedi. "Rita Skeeter kimse için iyi şey yazmaz. Hatırlamıyor musun, bir keresinde Grin-gotts'taki bütün büyü kınalarla söyleşi yapmış ve benim için 'uzun saçlı bir saloz' demişti."
Mrs Weasley tatlılıkla, "Eh, gerçekten de biraz uzun, canım," dedi. "Bana bir izin versen -"
"Hayır, anne."
Yağmur oturma odasının camını dövüyordu. Her-mione, Mrs Weasley'rün Diagon Yolu'ndan ona, Harry'ye ve Ron'a birer tane aldığı 4. Sınıflar için Temel Büyüler Kitatn'na gömülmüştü. Charlie ateş geçirmez bir yün başlığı yamıyordu. Harry, Hermione'nin on üçüncü doğum gününde ona armağan ettiği Süpürge Bakım Seti'ni açıp ayaklarının dibine koymuş, Ateşo-ku'nu cilalıyordu. Fred ve George uzak bir köşede oturmuş, ellerinde tüy kalemleriyle bir parça parşömenin üzerine eğilmiş, fısıldaşıyorlardı.
Mrs VVeasley gözlerini ikizlerin üzerine dikip, sert sert, "Siz ikiniz ne işler çeviriyorsunuz bakayım?" diye sordu.
182

Fred baştan savarcasına, "Ev ödevi," dedi.
"Güldürme beni, hâlâ tatildesiniz," dedi Mrs VVeas-ley.
George, "Evet, biraz geciktirdik de," dedi.
Mrs VVeasley kurnaz kurnaz, "Yani yeni bir sipariş formu dolduruyor olamazsınız, değil mi?" dedi. "VVeasley Büyücü Şakaları'm yeniden başlatmıyorsunuz ya?"
Fred başını kaldırıp yüzünde acılı bir ifadeyle ona bakarak, "Ama anne," dedi, "yarın Hogwarts Ekspresi kaza yapsa da George'la ben ölsek, senden işittiğimiz son şey temelsiz bir suçlama olacak. O zaman kendini nasıl hissedersin bakalım?"
Herkes güldü, Mrs VVeasley bile.
Birden, "Ah, babanız geliyor!" dedi, tekrar saate bakarak.
Mr VVeasley'nin yelkovanı "iş" ten "yol" a geçmişti aniden; bir saniye sonra titreyerek diğerleri gibi "ev"e geldi. Mr VVeasley'nin mutfaktan seslendiğini duydular.
Mrs VVeasley telaşla odadan çıkarak, "Geliyorum, Arthur!" diye seslendi.
Birkaç dakika sonra Mr VVeasley, tepsinin içinde yemeğiyle, sıcacık oturma odasına gelmişti. Çok bitkin bir hali vardı.
Ocağın yakınındaki bir koltuğa oturup, hafiften buruşmuş görünen karnabaharıyla keyifsiz keyifsiz oynayarak, "Eh, işte şimdi olan oldu," dedi Mrs VVeasley'ye. "Rita Skeeter bütün hafta, Bakanlık'in yüzüne gözüne bulaştırdığı başka işler bulup onlar hakkında yazabilmek için ortalığı karıştırdı durdu. Şimdi de zavallı Bert-
183

ha'çığın kayıp olduğunu öğrenmiş, yann Geleceğin manşetinde bu olacak. Ben demiştim Bagman'a, Bert-ha'yı araması için birini göndermiş olman gerekirdi di-ye."
Percy hemen, "Mr Crouch haftalardır bunu söylüyor," dedi.
Mr VVeasley sinirlenerek, "Rita, Wınky olayını öğrenmediği için Crouch çok şanslı," dedi. "Onun ev cininin, elinde Karanlık İşaref i yapan asayla yakalanmış olmasından bir haftalık manşet çıkardı."
Percy hararetle, "Sanırım o cin her ne kadar sorumsuz olsa da, İşaret'i onun meydar.a getirmediği konuşurda hepimiz hemfikirdik," dedi.
Hermione öfkeyle, "Bana sorarsanız," dedi, "Gelecek Postası 'ndakiler onun cinlere ne kadar haince davrandığını bilmedikleri için Mr Crouch çok şanslı!"
Percy, "Bak, Hermione," dedi. "Mr Crouch gibi yüksek mevkideki bir Bakanlık görevlisi, hizmetkârlarının kayıtsız şartsız itaatini hak eder -"
Hermione, "Kölelerinin demek istiyorsun!" dedi tiz bir sesle. "Çünkü VVinky'ye ücret ödemiyordu, değil mi?"
Mrs Weasley tartışmayı keserek, "Bence hepiniz yukarı kata çıkın da eşyalarınızı doğru^ dürüst toplayıp toplamadığınızı kontrol edin," dedi. "Hadi bakalım, hepiniz..."
Harry, Süpürge Bakım Seti'ni toparladı, Ateşoku'nu omzuna vurdu ve Ron'la birlikte yukarı kata çıktı. Evin üst katında, rüzgârın tiz ıslıklarıyla iniltilerinin eşlik ettiği yağmur daha da gürültülüydü sanki. Tavan arasm-
184

da yaşayan gulyabaninin arada bir yükselen ulumalarını da unutmamak gerek. Harry ile Ron içeri girince, Pigwidgeon yine kafesinde ötüşüp uçuşmaya koyuldu. Yan yarıya dolu sandıklar onu bir heyecan humması içine atmış gibiydi.
Ron, Harry'ye bir paket fırlatarak, "Şunun önüne biraz Baykuş İkramı at," dedi. "Belki o zaman sesi kesilir."
Harry, Pigwidgeon'ın kafesinin parmaklıkları arasından içeri birkaç Baykuş İkramı attı, sonra da sandığına döndü. Hedwig'in hâlâ boş olan kafesi sandığın yanında duruyordu.
Harry onun boş tüneğine bakarak, "Bir haftadan fazla oldu," dedi. "Ron, sence Sirius yakalanmamıştır, değil mi?"
"Yok canım, yakalansa Gelecek Postası yazardı," dedi Ron. "Bakanlık birini olsun yakaladığını göstermek ister, değil mi?"
"Evet, herhalde..."
"Bak, bunlar annemin Diagon Yolu'ndan sana aldıkları. Kasandan da senin için biraz altın çekmiş... ve bütün çoraplarını yıkamış."
Harry'nin kamp yatağının üstüne bir sürü paket boşalttı, para kesesi ile bir sürü çorabı da yanlarına koydu. Harry paketleri açmaya koyuldu. Miranda Gos-havvk'ın yazdığı 4. Sınıflar için Temel Büyüler Kitabı'ndan başka, yeni tüy kalemleri, bir düzine parşömen rulosu ve iksir yapma seti için dolgular vardı - aslanbalığı omuriliği ve güzelavratotu özü tükenmeye yüz tutmuş-
185

tu. Tam iç çamaşırlarını kazanma yerleştiriyordu ki, arkasındaki Ron'dan tiksinti dolu bir ses yükseldi.
"Bu da ne böyle?"
Elinde uzun, vişne çürüğü rengi kadife bir elbiseye benzeyen bir şey tutuyordu. Yakasında küflü görünen bir dantel, kollarında da ona uyan dantel manşetler vardı.
Kapı çalındı ve içeri Mrs VVeasley girdi. Kucak dolusu yeni yıkanmış Hogwarts cüppesi taşıyordu.
Onlan iki yığın halinde ayırarak, "Alın bakalım," dedi. "Şimdi, doğru dürüst yerleştirin ki buruşmasınlar."
Ron, "Anne, bana Ginny'nin yeni elbisesini vermişsin," dedi, giysiyi ona uzatarak.
"Yok camm," dedi Mrs VVeasley. "O senin. Resmi cüppe."
"Ne?" dedi Ron, dehşete düşmüş bir bakışla.
"Resmi cüppe!" diye tekrarladı Mrs VVeasley. "Okul listende bu yıl resmi cüppe giymen gerektiği yazılı... resmi durumlar için cüppe."
Roıynanmazlık içinde, "Şaka ediyor olmalısın," dedi. "Hayatta giymem bunu ben."
Mrs VVeasley kızgın kızgın, "Herkes giyiyor ama, Ron!" dedi. "Hepsi böyle! Babanın da şık partiler için böyle bir giysisi var!"
Ron inatla, "Bunu giyeceğime çıplak giderim daha iyi," dedi.
Mrs VVeasley, "Aptallık etme," dedi. "Resmi cüppen olmalı, listende yazılı! Harry için de aldım... Gösterse-ne, Harry..."
186

Harry, biraz endişeyle, kamp yatağının üstünde duran son paketi açtı. Neyse ki, beklediği kadar kötü değildi; onun resmi cüppesinin danteli yoktu - aslında, biraz okul giysisine benziyordu, ama siyah yerine şişe yeşiliydi.
Mrs Weasley muhabbetle, "Gözlerinin rengini ortaya çıkarır diye düşündüm, canım," dedi.
Ron öfkeyle Harry'nin cüppesine bakarak, "Ama o iyi!" dedi. "Neden benim de öyle bir şeyim yok?"
"Çünkü... şey, seninkini elden düşme aldım, pek de seçme şansı yoktu," dedi Mrs Weasley kızararak.
Harry başını çevirdi. Gringotts kasasındaki bütün parayı memnuniyetle Weasley'lerle paylaşabilirdi, ama asla almayacaklarını biliyordu.
Ron inatla, "Onu hayatta giymem," dedi, "hayatta."
"İyi," diye cevabı yapıştırdı Mrs VVeasley. "Çıplak git. Harry, mutlaka onun bir resmini çek. Tanrı biliyor ya, şöyle iyi bir kahkahaya ihtiyacım var."
Kapıyı arkasından çarparak odadan çıktı. Arkalarından tuhaf bir tükürme sesi geldi. Pigwidgeon, gagasına sıkışan haddinden büyük bir Baykuş İkramı yüzünden soluksuz kalmıştı.
Ron onun gagasını açmak için odanın öbür yanına giderken, kızgınlık içinde, "Niye her şeyim uyduruk olmak zorunda sanki?" dedi.
187

GeCeLeR
12-10-2006, 01:58 AM
ON BİRİNCİ BÖLÜM
Hogıvarts Ekspresi'nde

Harry ertesi sabah kalktığında, havaya tatil sonlarına has, belirgin bir kasvet hâkimdi. Yağmur hâlâ pencereleri dövüyordu. Üzerine kot pantolonunu ve sweats-hirt'ünü geçirdi; okul cüppelerini Hogvvarts Ekspresi'nde giyeceklerdi.
O, Ron, Fred ve George kahvaltıya inmek üzere birinci kata gelmişlerdi ki, merdivenin altında karşılarına Mrs VVeasley çıktı. Tedirgin görünüyordu.
"Arthur!" diye seslendi merdivenden yukarı. "Art-hur! Bakanlık'tan acil mesaj var!"
Mr VVeasley ters giydiği cüppesiyle alelacele aşağı inerken, Harry duvara yapışıp ona yol verdi. Harry ve diğerleri mutfağa girdiklerinde, Mrs VVeasley telaşla, "Buralarda bir yerde bir tüy kalem olacaktı!" diyerek giysi çekmecelerini karıştırıyordu. Mr VVeasley ise ateşe doğru eğilmiş, biriyle konuşuyordu.
Harry gözlerinin doğru dürüst gördüğünden emin olmak için onları sıkı sıkı kapatıp açtı.
Amos Diggory'nin başı alevlerin ortasında büyük,
188

sakallı bir yumurta gibi duruyordu. Çok hızlı konuşuyordu, çevresinde uçuşan kıvılcımlardan ve kulağını yalayan alevlerden hiç rahatsız değil gibiydi.
"... Muggle komşular gümbürtüler ve bağrışlar duymuş ve gidip - neydi onların adı - pulise haber vermişler... Arthur, hemen oraya gitmen lazım -"
"Al!" dedi Mrs VVeasley soluk soluğa, Mr VVeas-ley'nin eline bir parça parşömen, bir şişe mürekkep ve yamulmuş bir tüy kalem tutuşturdu.
"- benim duymuş olmam da büyük şans," dedi Mr Diggory'nin başı. "Bir iki baykuş göndermek için büroya erken gelmiştim, bir baktım, Sihrin Uygunsuz Kullanımı tayfası yola çıkıyor. Arthur, Rita Skeeter bunu bir duyarsa -"
"Deli-Göz olanları nasıl anlatıyor peki?" diye sordu Mr VVeasley. Şişeyi açıp tüy kalemini mürekkebe batırarak not almaya hazırlandı.
Mr Diggory'nin başı gözlerini devirdi. "Bahçesinde birilerini duymuş. Gizlice eve yaklaştıklarını, ama çöp bidonlarının onları pusuya düşürdüğünü söylüyor."
"Çöp bidonları ne yapmış peki?" diye sordu Mr VVeasley, telaşla çiziktirerek.
"Anladığım kadarıyla büyük bir gürültü koparıp dört bir yana çöp fırlatmaya başlamışlar," dedi Mr Dig-gory. "Anlaşılan pulis geldiğinde bir tanesi hâlâ çevreyi topa tutuyormuş -"
Mr VVeasley inledi. "Peki bahçeye girenlerden ne haber?"
"Arthur, Deli-Göz'ü bilirsin," dedi Mr Diggory'nin
189

başı, yine gözlerini devirerek. "Gece karanlığında gizlice evine girmeye çalışan biri varmış, ha? Savaştan çıkmış bir kedinin patates kabuklarıyla kaplı halde çevrede dolaşıyor olması daha büyük bir ihtimal. Ama Sihrin Uygunsuz Kullanımı tayfası Deli-Göz'ü bir ele geçirdi ' mi, hapı yuttu demektir. Siciline baksana bir. Onu küçük bir suçlamayla kurtarmak zorundayız, senin bölümünden bir suçlamayla... Patlayan çöp bidonlarına ne veriliyor?"
"Belki ihtar," dedi Mr VVeasley, kaşlan çatılmış halde hızlı hızlı yazmaya devam ederek. "Deli-Göz asasını kullanmamış mı? Kimseye saldırmamış mı?"
"Eminim yatağından fırlayıp pencereden dışarı, önüne gelene uğursuzluk büyüsü yollamıştır," dedi Mr Diggory, "ama bunu ispatlayabilenin alnını kanşlanm, çünkü hiç kayıp yok."
"Peki, ben yola çıkıyorum," dedi Mr Weasley. Üzerine not aldığı parşömeni cebine tıktı ve mutfaktan dışarı fırladı.
Mr Diggory'nin başı dönüp Mrs VVeasley'ye baktı.
"Molly, kusura bakma," dedi sakin bir ses tonuyla, "seni de sabah sabah rahatsız ettik... Ama Deli-Göz'ü kurtarabilecek tek kişi Arthur, üstelik Deli-Göz'ün bugün yeni işine başlaması gerekiyor. Niye dün geceyi seçti..."
"Önemli değil, Amos," dedi Mrs VVeasley. "Gitmeden önce bir parça kızarmış ekmek falan istemediğinden emin misin?"
"Şey, peki," dedi Mr Diggory.
190

Mrs Weasley mutfak masasının üstündeki tereyağlı kızarmış ekmeklerden birini aldı, maşayla tuttu ve Mr Diggory'nin ağzına uzattı.
Mr Diggory dolu ağzıyla, 'Teşekkürler," dedi ve küçük bir pop sesi çıkararak kayboldu.
Harry, Mr VVeasley'nin alelacele Bili, Charlie, Percy ve kızlara hoşça kalın diye seslendiğini duydu. Beş dakika sonra yine mutfaktaydı. Şimdi cüppesini düz giymişti ve saçını tarıyordu.
Mr VVeasley, "Acele etsem iyi olur - iyi sömestrler, çocuklar," dedi Harry, Ron ve ikizlere. Omzuna bir pelerin atıp Buharlaşmaya hazırlandı. "Molly, çocukları King's Cross'a götürmek senin için sorun olmaz ya?"
"Niye olsun ki?" diye cevap verdi kadın. "Sen Deli-Göz'e bak, bize bir şeycik olmaz."
Mr VVeasley ortadan kaybolurken, Bili ve Charlie mutfağa girdiler.
"Biri Deli-Göz mü dedi?" diye sordu Bili. "Yine ne yapmış?"
"Dediğine göre biri dün gece evine girmeye çalışmış," dedi Mrs VVeasley.
George kızarmış ekmeğine marmelat sürerek, "Deli-Göz Moody mi?" dedi düşünceli düşünceli. "Şu çatlak değil miydi o -"
"Babanız Deli-Göz Moody'yi çok takdir ediyor," dedi Mrs VVeasley katı bir ses tonuyla.
Fred alçak sesle, "İyi de, ona bakarsan babam fiş de topluyor, değil mi?" dedi, Mrs VVeasley odadan çıkarken. "Tencere yuvarlanmış..."
191

"Moody zamanında çok iyi bir büyücüydü," dedi Bili.
"Dumbledore'un eski arkadaşı, değil mi?" dedi Charlie.
"Ama Dumbledore'a da tam olarak normal denemez, değil mi?" dedi Fred. "Yani, biliyorum, dahi falan ama..."
"Deli-Göz kim?" diye sordu Harry.
"Emekli, eskiden Bakanlık'ta çalışırdı," dedi Charlie. "Babam bir keresinde beni işe götürdüğünde tanışmıştım onunla. Bir Seherbaz'dı - en iyilerinden biriydi hem de... bir Karanlık-büyücü-avcısı," diye ekledi, Harry'nin boş boş baktığını görünce. "Azkaban'daki hücrelerin yarısını dolduran odur. Ama epey düşman da edindi... genellikle yakaladığı kişilerin aileleri... Yaşlandıkça iyice paranoyaklaşmış diye duydum. Artık kimseye güvenmiyörmüş. Her yerde Karanlık büyücüler görüyormuş."
Biliye Charlie de onlan geçirmek için King's Cross istasyonuna gelmeye karar verdiler. Özür üstüne özür dileyen P.ercy ise, gerçekten işe gitmesi gerektiğini söyledi.
"Şu anda işten daha fazla ayrı kalmak için hiçbir geçerli neden gösteremem," dedi onlara. "Mr Crouch bana gerçekten bel bağlamaya başladı."
"Evet, bak ne diyeceğim, Percy..." dedi George ciddi bir tavırla. "Sanırım yakında adını da öğrenir."
Mrs VVeasley köyün postanesindeki telefonu kullanmayı başararak, onları Londra'ya götürmeleri için üç adet sıradan Muggle taksisi çağırmıştı.
192

"Arthur bizim için Bakanlık'tan araba almaya çalıştı," diye fısıldadı Mrs Weasley, Harry'ye. Su içinde kalmış bahçede durmuşlar, taksi şoförlerinin altı tane ağır Hogwarts sandığını arabalarına yüklemelerini izliyorlardı. "Ama hiç boş araba yokmuş... Vah vah, pek hoşlarına gitmedi galiba, değil mi?"
Harry'nin dili varıp da, taksi şoförlerinin arabalarına böyle fazlaca heyecanlı baykuşları almaya pek alışkın olmadıklarını Mrs VVeasley'ye söyleyemedi. Pig-widgeon kulakları tırmalayan bir patırtı koparıyordu. Fred'in sandığının birdenbire açılması sonucunda Dr Filibuster'm Meşhur Isıtmasız, Islak-Başlamalı Maytap-lan'ndan bir kısmının alev almasının da faydası olmadı. Crookshanks telaşla şoförün bacağına tırmanmaya çalışınca, adam korku ve acıyla çığlık attı.
Taksinin arka koltuğunda sandıklarıyla birlikte sıkış tıkış oturduklarından, yolculuk pek rahat geçmedi. Crookshanks'in maytap şokunu atlatması epey vakit aldı. Londra'ya vardıklarında, hem Harry, hem Ron, hem de Hermione'nin her tarafı tırmık içindeydi. King's Cross'a gelip de arabadan indiklerinde rahat bir soluk aldılar. Hem de, yağmurun daha da şiddetli yağmasına ve yoğun trafikte sandıklarıyla karşıdan karşıya geçip istasyona girene kadar sırılsıklam olmalarına rağmen.
Harry arük Peron Dokuz Üç Çeyrek'e geçmeye alışmıştı. Yapılması gereken şey, dokuz ve on numaralı peronları ayıran görünürde katı bölmenin üstüne dosdoğru yürümekten ibaretti. İşin tek püf noktasıysa, bunu göze çarpmayacak şekilde yapmak ve Muggle'ların
193

dikkatini çekmemekti. Bugün bu işi gruplar halinde yaptılar; önden Harry, Ron ve Hermione gittiler (yanlarında Pigwidgeon ve Crookshanks de bulunduğundan, en gürültülü grup onlarınkiydi); bölmeye rahat bir tavırla yaslanıp bir şey yokmuş gibi laflamaya başladılar ve yana doğru kayıp bölmenin içinde kayboldular... Hemen karşılarında Peron Dokuz Üç Çeyrek belirdi.
Kırmızı renkte, pırıl pırıl bir buharlı tren olan Hog-warts Ekspresi gelmişti bile. Çevreye saçtığı buhar bulutlarının içinde Hogwarts öğrencileri ve aileleri pero- ; nün üstünde birer hayalet gibi görünüyorlardı. Sisin içinde baykuşların ötüşü Pigwidgeon'ın daha da fazla gürültü yapmasına neden oldu. Harry, Ron ve Hermione yer aramaya koyuldular. Kısa süre sonra trenin ortalarında bir kompartımana bagajlarını yerleştirmeye Ij başlamışlardı. Sonra Mrs Weasley, Bul ve Charlie'ye hoşça kalın demek için perona indiler.
Charlie, Ginny'yi kucaklarken, "Sizinle sandığınızdan çok daha önce görüşebiliriz," dedi sırıtarak.
"Neden?" diye sordu Fred merakla.
"Göreceksiniz," dedi Charlie. "Percy'ye bundan bahsettiğimi söylemeyin sakın... ne de olsa 'Bakanlık i açıklanmasını uygun görene kadar gizli bilgi' bu."
"Evet, bu yıl Hogwarts'ta olmayı ben de isterdim aslında," dedi Bili, elleri ceplerinde, trene hasretle bakarak.
"Neden?" dedi George sabırsızlıkla.
"İlginç bir yıl geçireceksiniz," dedi Bili, gözleri ışıl- m dayarak. "Kim bilir, belki izin alıp gelirim de ben de birazını seyrederim..."
194

"Neyin birazını?" dedi Ron.
Ama o anda düdük çaldı ve Mrs VVeasley onları trenin kapısına doğru itekledi.
Trene girip kapıyı kapadılar. Hermione diğerleriyle birlikte pencereden sarkıp, "Bizi misafir ettiğiniz için teşekkürler, Mrs VVeasley," dedi.
"Evet, her şey için teşekkürler, Mrs VVeasley," dedi Harry.
"Benim için zevkti, canlarım," dedi Mrs VVeasley. "Sizi Noel'de de davet ederdim ama... sanırım hepiniz Hogwarts'ta kalmak isteyeceksiniz, ne de olsa... bir şeyler olacak."
"Anne!" dedi Ron sinirlenerek. "Üçünüzün bilip de bizim bilmediğimiz şey ne?"
"Bu akşam öğreneceksiniz sanınm," dedi Mrs VVeasley gülümseyerek. "Çok heyecanlı olacak - bakmayın, kuralları değiştirdiklerine çok memnun oldum -"
"Neyin kurallarını?" dedi Harry, Ron, Fred ve Ge-orge hep bir ağızdan.
"Eminim Profesör Dumbledore size söyleyecektir... Neyse, davranışlarınıza dikkat edin, olur mu? Tamam mı, Fred? George?"
Pistonlar gürültüyle ıslık çaldı ve tren hareket etmeye başladı.
"Hogwarts'ta neler oluyor, söylesenize!" diye seslendi Fred pencereden. Mrs VVeasley, Bili ve Charlie hızla uzaklaşıyorlardı. "Neyin kuralları değişiyor?"
Ama Mrs VVeasley gülümseyip el sallamakla yetindi. Tren virajı almadan, o, Bili ve Charlie Buharlaşmışlardı.
195

Harry, Ron ve Hermione kendi kompartımanlarına döndüler. Pencereye çarpan yağmur damlaları dışarısını görmeyi çok güçleştirmişti. Ron sandığını açtı, vişne çürüğü rengi resmi cüppesini çıkardı ve Pigwidgeon'm yaygarasını bastırmak için onu kafesin üstüne örttü.
Somurtup Harr/nin yanına oturarak, "Bagman, Hogwarts'ta neler olduğunu söylemeye niyetlenmişti," dedi. "Anımsıyor musunuz, Dünya Kupası'nda hani? Ama öz annem bana söylemiyor. Acaba ne -"
"Şşşt!" diye hafifçe fısıldadı Hermione, parmağını dudaklarına götürüp bitişik kompartımanı işaret ederek. Harry ve Ron kulak kesildiler. Tamdık, uyuşuk bir ses açık kapıdan geçip onlara ulaştı.
"... aslında babam beni Hogwarts'a değil de Durmstrang'a yollayacaktı. Müdür'ünü tanıyor çünkü. Eh, onun Dumbledore hakkındaki düşüncelerini biliyorsunuz -adam tam bir Bulanık dostu - Durmstrang ise öyle ayak takımını almıyor. Ama annem benim o kadar uzaktaki bir okula gitmemi istemedi. Babam Durmstrang'ın Karanlık Sanatlar konusunda Hogwarts'tan çok daha duyarlı bir çizgiye sahip olduğunu söylüyor. Durmstrang öğrencileri Karanlık Sanatların kendisini öğreniyor, bizim öğrendiğimiz savunma saçmalığını değil..."
Hermione ayağa kalktı, kompartıman kapısına kadar parmak ucunda yürüdü ve Malfoy'un sesi gelmesin diye kapıyı kapattı.
"Demek Durmstrang'ın ona daha çok uyacağını düşünüyor, ha?" dedi kızgın kızgın. "Keşke gitseymiş, o zaman ona katlanmak zorunda kalmazdık."
196

"Durmstrang da bir büyücülük okulu mu?" dedi Harry.
"Evet," dedi Hermione kibirli kibirli, "ve korkunç bir şöhreti var. Avrupa'da Sihir Eğitimi Üzerine Bir Değer-lendirme'ye göre, Karanlık Sanatlar* a epey ağırlık veriyor."
"Galiba ben de duymuştum," dedi Ron, kendinden emin olmayan bir edayla. "Neredeydi? Hangi ülkede?"
"Eh yani, kimse bilmiyor, öyle değil mi?" dedi Hermione, kaşlannı kaldırarak.
"Şey - neden?" dedi Harry.
"Bütün sihir okulları arasında geleneksel bir rekabet var. Durmstrang ve Beauxbatons, kimse sırlarını ça-lamasın diye nerede olduklarını gizliyorlar," dedi Hermione, bariz bir şeyden bahsediyormuş gibi.
"Haydi, yapma," dedi Ron, gülmeye başlayarak. "Durmstrang da Hogwarts kadar büyük olmalı - koskoca bir şatoyu nasıl gizlersin ki?"
"Ama Hogvvarts zaten gizli," dedi Hermione şaşkınlıkla. "Herkes bilir bunu... şey, en azından Hogıvarts: Bir Tarih'i okuyan herkes."
"Bir tek sen o zaman," dedi Ron. "Ee, devam et -Hogwarts gibi bir yeri nasıl gizlersin?"
"Büyülü," dedi Hermione. "Bir Muggle ona bakarsa, girişinde DİKKAT, GİRMEYİN, GÜVENLİ DEĞİLDİR yazılı bir tabela bulunan, neredeyse çürüyüp gitmiş bir harabe görüyor sadece."
"Yani Durmstrang da yabancılara sadece bir hara-beymiş gibi mi görünüyordur?"
'197

"Belki," dedi Hennione, omuz silkerek. "Ya da belki Dünya Kupası Stadyumu'nda olduğu gibi Muggle-Kovucu Büyüler vardır üstünde. Yabana büyücüler bulmasın diye İşaretlenemez hale de getirmişlerdir -"
"Efendim efendim?"
"Bir binayı, haritada işaret edilemeyecek şekilde büyüleyebiliyorsun ya hani."
"Şey... sen öyle diyorsan öyledir," dedi Harry.
"Ama bence Durmstrang epey kuzeyde bir yerde olmalı," dedi Hennione düşünceli düşünceli. "Çok soğuk bir yerde, çünkü kürk pelerinler üniformalarının bir parçası."
"Neler yapabilirdin, düşünsene," dedi Ron rüya-daymış gibi. "Malta/u bir buzuldan itip olaya kaza süsü vermek ne kolay olurdu... Yazık, annesi de seviyor-muş bak..."
Tren kuzeye giderken yağmur şiddetini daha da artırdı. Gökyüzü o kadar karanlıktı, pencereler de o kadar buğuluydu ki, gün ortasında fenerler yakıldı. Yemek arabası koridorda tıngırdayarak geldi ve Harry paylaşmaları için bir yığın Kazan Pastası aldı.
Öğleden sonra, Seamus Finnigan, Dean Thomas ve Neville Longbottom (çok sert bir cadı olan ninesi tarafından yetiştirilmiş, toparlak yüzlü, son derece unutkan bir çocuk) da dahil, birçok arkadaşları uğradı. Seamus'in İrlanda rozeti hâlâ üstündeydi. Artık sihri biraz zayıflamaya başlamıştı; hâlâ "Troy/ Mullet! Mor ani" diye ayaklıyordu, ama çok alız ve bitap bir şekilde. Ya-nm saat kadar sonra, bitmek bilmez Quidditch sohbe-
198

tinden sıkılan Hermione kendini bir kez daha 4. Sınıflar için Temel Büyüler Kitabı'na verdi ve Çağırma Büyüsü'nü öğrenme denemelerine başladı.
Neville, Kupa maçını yeniden yaşamakta olan arkadaşlarının konuşmalannı imrenerek dinledi.
"Ninem gitmek istemedi," dedi kederle. "Bilet almayı reddetti. Ama harikaymış galiba."
"Öyleydi," dedi Ron. "Şuna bak, Neville..."
Bagaj rahndaki sandığını karıştırıp Viktor Krum'un minyatürünü çıkardı.
"Vay be," dedi Neville kıskanarak, Ron Krum'u onun tombul eline koyarken.
"Onu yakından da gördük," dedi Ron. "Üst Lo-ca'daydık-"
"Hayatında ilk ve son kereliğine, VVeasley."
Kapıda Draco Malfoy belirmişti. Arkasında azman, serseri yardakçıları Crabbe ve Goyle duruyordu, ikisi de yazın en az otuz santim uzamış gibi görünüyorlardı. Belli ki, Dean ve Seamus'ın aralık bıraktığı kompartıman kapısı sayesinde konuşmayı duymuşlardı.
"Bize katılmanı istediğimizi hatırlamıyorum, Malfoy," dedi Harry soğukkanlı bir şekilde.
"VVeasley... o da ne?" dedi Malfoy, Pigvvidgeon'ın kafesini işaret ederek. Ron'un resmi cüppesinin bir kolu kafesten sarkıyor, trenin hareketiyle sağa sola sallanıyordu. Eski moda dantel manşet apaçık görünüyordu.
Ron cüppeyi göz önünden kaldırmak için hamle etti, ama Malfoy çok hızlı davranmıştı; cüppenin kolunu tutup çekti.
199

"Şuna bakın!" dedi Malfoy, zevkten kendinden geçerek. Ron'un cüppesini kaldırıp Crabbe ve Goyle'a gösterdi. "VVeasley, bunu giymeyi düşünmüyordun, değil mi? Yani - 1890'larda falan çok modaydı ama..."
"Tezek ye, Malfoy!" dedi Ron, yüzü resmi cüppesiyle aynı renge bürünerek. Cüppeyi Malfoy'un elinden çekip aldı. Malfoy onunla alay ederek uluya uluya gülmeye başladı; Crabbe ve Goyle da aptal aptal kahkaha attılar.
"Ee... katılacak mısın, VVeasley? Aile adına biraz şan şeref getirmeye çalışacak mısın? İşin içinde para da var, biliyorsun... Kazanırsan kendine doğru dürüst bir cüppe alabilirsin..."
"Neden bahsediyorsun sen?" diye çıkıştı Ron.
"Katılacak mısın?" diye tekrarladı Malfoy. "Herhalde sen katılırsın, Potter. Ne de olsa gösteriş yapmak için hiçbir fırsatı kaçırmazsın, değil mi?"
Hermione 4. Sınıflar için Temel Büyüler Kitabı'nın üzerinden, "Ya neden bahsettiğini açıkla, ya da git, Malfoy," dedi, onu tartarak.
Malfo/un solgun yüzüne keyifli bir gülümseme yayıldı.
"Bilmiyorum deme sakın," dedi zevkle. "Bakanlık'ta çalışan bir baban, bir de ağabeyin var ve daha -bilmiyorsun, ha? Aman Tanrım, benim babam bana taa ne zaman söyledi... Cornelius Fudge'dan duymuş. Ama zaten babam hep Bakanlık'm en üst düzeyindeki kişilerle bağlantılıdır... Belki senin baban bunu bilemeyecek kadar ufak lokmadır, VVeasley... Evet... belki onun önünde önemli işlerden bahsetmiyorlardır..."
200

Malfoy bir kez daha kahkaha atarak Crabbe ve Goy-le'u eliyle işaret edip çağırdı. Üçü ortadan kayboldular.
Ron ayağa kalkıp arkalarından kompartıman kapısını öyle hızlı çarptı ki, cam paramparça oldu.
"Ron!" dedi Hermione azarlarcasma. Asasını çıkarıp, "Reparol" diye mırıldandı ve cam parçaları yerden fırlayıp tekrar bir bütün halini alarak kapıya yerleştiler.
"O her şeyi biliyormuş da biz bilmiyormuşuz gibi göstermeye çalışıyor..." diye hırladı Ron. "Babam hep Bakanhk'ın en üst düzeyindeki kişilerle bağlantılıdır... Benim babam ne zaman istese terfi alabilirdi... Şimdiki işini seviyor, o kadar..."
"Tabii ki öyle," dedi Hermione usulca. "Malfoy'un damarına basmasına izin verme, Ron -"
"O ha?! Damarıma basacak ha?! Ne münasebet!"
dedi Ron, kalan Kazan Pastaları'ndan bir parça alıp av-
cunun içinde püreye çevirerek. «.
Ron'un suratsızlığı yol boyu sürdü. Üstlerini değiştirip okul cüppelerini giyerlerken pek konuşmadı. Hog-vvarts Ekspresi yavaşlayıp, sonunda Hogsmeade istasyonunun göz gözü görmeyen karanlığında durduğunda, hâlâ burnundan soluyordu.
Tren kapıları açılırken, tepelerinden bir gök gürültüsü sesi geldi. Hermione, Crookshanks'i pelerininin içine sakladı, Ron ise resmi cüppesini Pigvvidgeon'ın kafesinin üstünde bıraktı. Başlarını eğip, gözlerini sağanaktan korumak için kısarak trenden indiler. Yağmur o kadar şiddetli yağıyordu ki, sürekli başlarından aşağı bir kova buz gibi su boşaltılıyordu sanki.
201

"Merhaba, Hagrid!" diye seslendi Harry, peronun sonunda devasa bir siluet görerek.
"N'aber, Harry?" diye bağırdı Hagrid, el sallayarak. "Şölende görüşürüz, bogulmazsak tabii!"
Birinci sınıfların Hogwarts şatosuna Hagrid'le birlikte gölün üstünden kayıkla geçerek gitmeleri âdettendi.
Kalabalıkla birlikte karanlık peronda ağır ağır ilerlerlerken, Hermione titreyerek, "Uff, bu havada gölü geçmek istemezdim doğrusu," dedi hararetle. Yüz tane atsız araba istasyonun dışında onlan bekliyordu. Harry, Ron, Hermione ve Neville şükran duygularıyla kendilerini bir tanesinin içine attılar. Kapı hemen kapandı ve az sonra upuzun konvoy aniden hareket edip çevreye sular saçarak Hogwarts şatosuna doğru yola koyuldu.
202

GeCeLeR
12-10-2006, 01:58 AM
ON İKİNCİ BÖLÜM
Ûcbüyücü TurnuvasıArabalar, her iki yanında kanatlı yaban domuzu heykelleri bulunan kapılardan geçip geniş yola çıktılar. Hızla hrtınaya dönen havada tehlikeli bir şekilde sağa sola yalpalayarak ilerliyorlardı. Pencereye yaslanan Harry, Hogwarts'ın giderek yaklaştığını görebiliyordu, şatonun ışıl ışıl pencereleri kalın yağmur perdesinin ardından bulanık görünüyor, titrek titrek parlıyordu. Arabaları taş merdivenin sonundaki kocaman, meşe kapıların önüne gelip durduğunda, gökyüzü şimşeklerle aydınlandı. Öndeki arabalara binmiş olanlar, kendilerini hemen şatonun içine atmak için aceleyle merdiveni çıkmaya başlamışlardı bile. Harry, Ron, Hermione ve Ne-ville de çabucak inip merdivene atıldılar ve görkemli bir mermer merdiveni olan, meşalelerle aydınlatılmış, büyük ve derin Giriş Salonu'nda kendilerini güvende hissedene dek başlannı kaldırmadılar.
"Vay be," dedi Ron, başını sallayıp her tarafa su saçarak. "Bu gidişle göl taşacak. Sırılsıklam ol - AHHH!"
Büyük, kırmızı, içi su dolu bir balon tavandan aşa-
203

ğı düşüp Ron'un başında patlamıştı. Her tarafından su damlayan Ron tükürük saçarak yana, Harry'ye doğru sendelerken, ikinci bir su bombası düştü - Hermi-one'yi az farkla ıskalayan bomba Harry'nin ayaklarında patlayıp ayakkabılarının içini ve çoraplarını buz gibi suyla doldurdu. Çevrelerindeki insanlar feryat figan bağırmaya ve ateş hattından çıkabilmek için birbirlerini iteklemeye başladılar. Harry başını kaldırıp yedi metre kadar yukarılarında süzülen hortlak Peeves'i gördü. Çanlarla süslü bir şapka ve portakal rengi papyon takmış ufak tefek bir tip olan Peeves bir kez daha nişan ahyordu. Geniş ve melun suratı konsantrasyondan kasılmıştı.
"PEEVES!" diye gürledi kızgın bir ses. "Peeves, DERHAL aşağı in!"
Müdür Yardımcısı ve Gryffindor Binası Sorumlusu Profesör McGonagall, Büyük Salon'dan fırlayıp gelmişti; ıslak zeminde kaydı ve yere düşmemek için Hermi-one'niıu. boynuna tutundu. "Ah - özür dilerim, Miss Granger -"
"Ziyanı yok, Profesör!" dedi soluğu kesilen Hermi-one, boynunu ovarak.
Profesör McGonagall, sivri uçlu şapkasını düzeltip kare çerçeveli gözlüğünün ardından yukan bakarak, "Peeves, HEMEN aşağı in!" diye bağırdı.
"Bir şey yapmıyorum ki!" diye kikirdedi Peeves. Beşinci sınıftan birkaç kızın üstüne bir su bombası bıraktı, kızlar çığlık çığlığa Büyük Salon'a daldılar. 'Zaten ıslaklar, öyle değil mi? Veletler sizi! Viyuvvvv!" Ve
204

elindeki bombayla, henüz içeri girmiş olan bir grup ikinci sınıf öğrencisine nişan aldı.
"Müdürü çağırırım!" diye bağırdı Profesör McGo-nagall. "Seni uyarıyorum, Peeves -"
Peeves dil çıkardı, elindeki son su bombasını havaya fırlattı ve mermer merdivenden yukarı süzülüp deli gibi kikirdeyerek gözden kayboldu.
Profesör McGonagall sert bir ses tonuyla, "Haydi bakalım, yürüyün!" dedi, iliklerine kadar ıslanmış kalabalığa. "Büyük Salon'a, haydi!"
Harry, Ron ve Hermione, Giriş Salonu'nda kayarak, patinaj yaparak ilerleyip sağ taraftaki çifte kapıdan girdiler. Ron sırılsıklam saçlarını yüzünden çekerken öfkeli öfkeli mırıldanıyordu.
Ders yılı başlangıcı şöleni için dekore edilmiş olan Büyük Salon her zamanki gibi muhteşemdi. Altın tabaklar ve kadehler, masalann üstünde havada süzülen yüzlerce mumun ışığında parıldıyordu. Upuzun, dört bina masası sohbet eden öğrencilerle doluydu; Salon'un sonundaki beşinci masada ise, yüzleri öğrencilere dönük öğretmenler oturuyordu. Burası çok daha sıcaktı. Harry, Ron ve Hermione, Slytherin'leri, Ravenclaw'lan ve Hufflepuff ları geçip Salon'un en ucundaki Gryffin-dor masasına, Gryffindor hayaleti Neredeyse Kafasız Nick'in yanına oturdular. İnci gibi beyaz ve yarı saydam olan Nick her zamanki yeleğini giymişti, ama bu gece kıyafetine, hem merasim havası versin, hem de yansı kesilmiş olan boynunun üstünde başının fazla sallanmasını engellesin diye, büyük bir yakalık eklenmişti.
205

"İyi akşamlar," dedi, onlara gülümseyerek.
"Kim demiş?" dedi Harry, spor ayakkabılarını çıkarıp içlerindeki suyu boşaltarak. "Umarım Seçme işini çabuk tutarlar. Açlıktan midem kazınıyor."
Yeni öğrencileri binalara ayırmaya yarayan Seçme her okul yılının başında yapılırdı, ama bir talihsiz şartlar silsilesi sonucunda Harry kendininkinden beri hiçbir Seçme'ye katılamamıştı. Başlamasını dört gözle bekliyordu.
Tam o sırada masanın öbür ucundan, heyecandan soluk soluğa bir ses yükseldi: "Selam, Harry!"
Seslenen, üçüncü sınıf öğrencisi Colin Creevey'ydi. Harry onun gözünde bir kahramandı.
"Merhaba, Colin," dedi Harry yorgun bir şekilde.
"Harry, bil bakalım ne oluyor! Bil bakalım, Harry! Kardeşim okula başlıyor! Kardeşim Dennis!"
"Şey - ne güzel," dedi Harry.
"Gerçekten çok heyecanlı!" dedi Colin, adeta yerinde hoplayıp zıplayarak. "Umanm Gryffindor'a seçilir! Dua et, olur mu, Harry?"
"Şey - peki, olur," dedi Harry. Hermione, Ron ve Neredeyse Kafasız Nick'e döndü. "Kardeşler genellikle aynı binaya seçiliyor, değil mi?" dedi. Bunu, yedi Weas-ley kardeşin de Gryffindor'a seçilmiş olmasına dayanarak söylüyordu.
"Yo, ille de öyle olmuyor," dedi Hermione. "Parvati Patü'in ikizi Ravenclaw'da, tek yumurta ikizi üstelik. Normalde aynı binada olmalarım beklerdin, değil mi?"
Harry öğretmenler masasına baktı. Masada her za-
206

mankinden fazla boş sandalye var gibiydi. Elbette Hag-rid hâlâ birinci sınıflarla birlikte gölden geçmeye çalışmakla meşguldü; Profesör McGonagall herhalde Giriş Salonu'nün yerlerinin kurutulmasına nezaret ediyordu, ama bir boş sandalye daha vardı ve Harry başka kimin eksik olduğunu çıkaramıyordu.
Kendi de öğretmenlere bakmakla meşgul olan Her-mione, "Karardık Sanatlara Karşı Savunma dersinin yeni öğretmeni nerede?" dedi.
Şimdiye kadar üç sömestrden fazla dayanan bir Karardık Sanatlara Karşı Savunma Öğretmenleri olmamıştı. Harr/nin favorisi açık arayla Profesör Lupin'di, o da geçen yü istifa etmişti. Harry öğretmenler masasına göz gezdirdi. Masada kesinlikle yeni bir yüz yoktu.
"Belki de birini bulamamışlardır!" dedi Hermione kaygıyla.
Harry masayı daha dikkatlice gözden geçirmeye başladı. Muska öğretmeni ufak tefek Profesör Flitvvick, Bitkibilim öğretmeni Profesör Sprout'un yanında, bir yastdc yığınının üstünde oturuyordu. Yumuşak, gri saçının üstünde şapkası yan yatmış Profesör Sprout, Astronomi bölümünden Profesör Sinistra'yla konuşuyordu. Profesör Sinistra'nın öbür tarafında soluk tenli, kanca burunlu, yağlı saçlı İksir öğretmeni Snape vardı -Harry'nin Hogvvarts'ta en az sevdiği kişi oydu. Harry'nin Snape'e duyduğu tiksintiye denk olabilecek tek şey ise, Snape'in ona duyduğu nefretti. Bu nefret geçen yıl daha da artmışa - tabii böyle bir şey mümkünse. Harry, Sirius'un, Snape'in o koca burnunun dibinden
207

kaçmasına yardım etmişti. Snape'le Sirius öğrencilik günlerinden bu yana birbirlerine düşmandılar.
Snape'in öbür yanında boş bir sandalye vardı, Harry bunun Profesör McGonagall'a ait olduğunu tahmin ediyordu. Onun yanında, masanın tam ortasında Okul Müdürü Profesör Dumbledore oturuyordu. Uzun, gümüş rengi saçıyla sakalı mum ışığında parlıyordu ve muhteşem koyu yeşil cüppesinde çok sayıda yıldız ve ay işlemesi vardı. Dumbledore'un uzun ve ince parmaklarının ucu birbirine dokunuyordu ve çenesini parmaklarının üstüne yaslamış, başını yukarı kaldırmış, dar çerçeveli gözlüğünün ardından, düşüncelere dalıp gitmişçesine tavana bakıyordu. Harry de gözlerini tavana kaydırdı. Dışandaki gökyüzünü gösterecek şekilde büyülenmiş olan tavanı hiç bu kadar fırtınalı görmemişti. Kara ve mor bulutlarla doluydu. Dışarıdan bir gök gürültüsü daha gelirken, tavanda çatal biçiminde bir şimşek parladı.
"Haydi, acele edin," diye inledi Ron, Harry'nin yanında. "O kadar açım ki, bir Hipogrif bile yiyebilirim."
Laflar tam ağzından çıkmıştı ki, Büyük Salon'un kapıları açıldı, ortalığa sessizlik çöktü. Profesör McGo-nagall birinci sınıflardan oluşan uzun bir sırayı Salon'un başına doğru getiriyordu. Harry, Ron ve Hermi-one de ıslaktılar gerçi, ama onlann durumu bu birinci sınıflarınkinin yanında hiç kalırdı. Gölü kayıkla değil de yüzerek geçmiş gibi görünüyorlardı. Öğretmenler masasına doğru ilerleyip yüzlerini öğrencilere döndüklerinde, hepsi de soğuktan ve heyecandan tir tir titri-
208

yordu - biri hariç. Harry grubun en ufak tefeği olan kurşuni saçlı erkek çocuğun, Hagrid'in köstebek derisi paltosunu giymiş olduğunu gördü. Palto ona öyle büyük gelmişti ki, kürklü, siyah bir sirk çadırına sarınmış gibiydi. Paltonun yakasından fırlamış küçük yüzü neredeyse acı verecek derecede heyecanlı görünüyordu. Dehşet içinde görünen arkadaşlarına katıldığında, gözü Colin Creevey'yi buldu, iki baş parmağını havaya kaldırdı ve ses çıkarmadan, dudaklarıyla "Göle düştüm!" dedi. Bundan büyük keyif almış gibi bir hali vardı.
Profesör McGonagall birinci sınıfların önüne üç bacaklı bir tabure koydu ve onun üstüne de son derece eski, kirli ve yamalı bir büyücü şapkası yerleştirdi. Birinci sınıflar şapkaya bakakaldılar. Ötekiler de öyle. Kısa bir sessizlik oldu. Sonra şapkanın kenarına yakın bir yerde, ağza benzeyen uzun bir yarık açıldı ve şapka şarkı söylemeye başladı:
"Bundan bin yıl kadar önce, Henüz diktiklerinde beni, Dört ünlü büyücü vardı, Bugüne dek yaşadı isimleri: Yiğit Gryffindor, vahşi kırlardan, Adil Ravenclaıu, dar kanyondan, Tatlı Hufflepuff, geniş ovadan, Kurnaz Slytherin, bataklıktan. Ortak bir dilek, umut, rüya peşinde Cüretkâr bir plan yoğrııldu
209

Genç büyücüler eğitilsin diye, Böyle kuruldu Hogwarts Okulu. Kendi binalarını kurdu Bu dört kurucunun hepsi de, Çünkü farklı erdemler yeğlerlerdi. Ders verecekleri kişilerde. Gryffindor için, cesurlardı Diğerlerinin hepsinden önemlisi; Hep en akıllı olandı Ravendaıv için en iyisi; Hufflepuff'a ilk seçilenler Çok çalışmayı sevenlerdi; Ve güç peşindeki Slytherin Çok hırslı olanları severdi. Henüz yaşarlarken, eldekilerden-Layık olanı onlar seçerdi. Ama çoktan ölüp gittiler, öyleyse hak edenleri nasıl seçmeli? Çareyi Gryffindor buldu, Beni başından çıkardı pat diye, Kurucular içime beyin doldurdu, Onların yerine seçebileyim diye! Şimdi beni kulaklarınıza kadar geçirin, Hata ettiğim duyulmadı benim, Zihninizin içine bir göz atınca, Nereye ait olduğunuzu söylerim!"
Seçmen Şapka şarkısını bitirdiğinde, Büyük Sal alkışlarla çınladı.
210

Herkesle birlikte alkışlayan Harry, "Biz seçildiğimizde söylediği şarkı bu değildi," dedi.
"Her sene farklı bir şarkı söylüyor," dedi Ron. "Çok sıkıcı bir hayat olmalı, değil mi, yani şapka olmak? Herhalde bütün yılı bir dahaki şarkıyı besteleyerek geçiriyordur."
Profesör McGonagall rulo halindeki büyük bir parşömeni açıyordu.
"İsmi söylenen, Şapka'yi başına geçirsin ve tabureye otursun," dedi birinci sınıflara. "Şapka binanızı açıklayınca, gidip o masaya oturacaksınız."
"Ackerley, Stevvart!"
Bir oğlan çocuğu tepeden tırnağa titreyerek öne çıktı, Seçmen Şapka'yı alıp başına geçirdi ve tabureye oturdu.
"Ravenclaw!" diye bağırdı Şapka.
Stewart Ackerley, Şapka'yı çıkarıp çabucak Ravenc-law masasına gitti, masada herkes onu alkışlıyordu. Harry'nin gözü, masaya oturan Stewart Ackerley'yi alkışlamakla meşgul olan Cho'ya ilişti. Bir an Harry'nin de içinde Ravenclavv masasına katılma isteği kabardı.
"Baddock, Malcolm!"
"Slytherin!"
Salon'un öbür tarafındaki masadan sevinç çığlıkları yükseldi. Harry, Malfoy'un, Slytherin'lere katılmakta olan Baddock'u alkışladığım görebiliyordu. Acaba Baddock, Slytherin'in diğer binaların hepsinden daha çok sayıda Karanlık cadı ve büyücü çıkardığını biliyor muydu? Fred ve George oturmak üzere olan Malcolm Baddock'a tısladılar.
211

"Branstone, Eleanor!"
"Hufflepuff!"
"Cauldwell,Owen!"
"Hufflepuffl"
"Creevey, Dennis!"
Mini minnacık Dennis Creevey sendeleyerek öne çıktı ve Hagrid'in köstebek derisi paltosunun eteğine takıldı. Hagrid de tam o sırada öğretmenler masasının arkasındaki bir kapıdan Salon'a giriyordu. Normal bir insanın iki katı kadar uzunlukta ve en az üç katı genişliğinde olan Hagrid uzun, kabarık ve karmakarışık siyah saç sakalıyla ürkütücü bir görünüme sahipti - ama bu yanıltıcı bir izlenimdi, çünkü Harry, Ron ve Hermi-one onun çok yumuşak kalpli olduğunu biliyorlardı. Hagrid onlara göz kırpıp öğretmenler masasının bir ucuna oturdu ve Dennis Creevey'nin Seçmen Şapka'yı başına geçirmesini izledi. Şapka'mn kenanndaki yarık iyice açıldı -
"Gryffindor!" diye bağırdı Şapka. - Hagrid de Gryffindor'larla birlikte alkışlamaya koyuldu. Dennis Creevey ağzı kulaklarında sırıtarak Şapka'yı çıkardı, taburenin üstüne koydu ve hemen ağabeyinin yanına gitti,
"Colin, göle düştüm!" dedi tiz bir sesle, kendini boş bir sandalyeye atarak. "Harikaydı! Ve sudaki bir şey be ni yakalayıp kayığa itti!"
"Süper!" dedi Colin, onunkine denk bir heyecanla. "Dev mürekkep balığı olmalı o, Dennis!"
"Vay be!" dedi Dennis. Fırtınanın altını üstüne getir-
212

diği, fersahlarca derinlikte bir göle fırlatılıp, dev bir su canavarı tarafından dışarı çekilmekten fazlasını en vahşi rüyalarında bile beklemezmiş gibi bir hali vardı.
"Dennis! Dennis! Oradaki çocuğu görüyor musun? Siyah saçlı, gözlüklü olanı hani? Görüyor musun? Kim o, biliyor musun, Dennis?"
Harry başını öteki tarafa çevirip, gözlerini Emma Dobbs hakkında karar vermek üzere olan Seçmen Şap-ka'ya dikti.
Seçme devam etti; kimi az, kimi çok korkan kızlarla oğlanlar, birer birer üç bacaklı tabureye ilerlediler. Profesör McGonagall "L"leri geçerken sıra yavaş yavaş kı-sahyordu.
"E hadi ama," diye inledi Ron, midesini ovuşturarak.
"Ama Ron, Seçme yemekten çok daha önemli," dedi Neredeyse Kafasız Nick, tam "Madley, Laura!" Huff-lepuff a seçilirken.
'Tabii ki öyle... ölüysen eğer," diye çıkıştı Ron.
"Umarım bu yılki Gryffindor'lar iyi durumdadır," dedi Neredeyse Kafasız Nick, "McDonald, Natalie!" de Gryffindor'lara katılırken alkışlayarak. "Galibiyet serimizi bozmak istemeyiz, değil mi?"
Binalar-Arası Şampiyona'yı son üç yıldır Gryffin-dor kazanmıştı.
"Pritchard, Graham!"
"Slytherin!"
"Ouirke, Orla!"
"Ravenclaw!"
213

Ve sonunda, "Whitby, Kevin!"le ("HufflepuffD birlikte, Seçme sona erdi. Profesör McGonagall, Şapka'yla tabureyi alıp götürdü.
"Vakti gelmişti," dedi Ron, çatalıyla bıçağını eline alıp umutla altın tabağına bakarak.
Profesör Dumbledore ayağa kalkmıştı. Kollarını ku-caklarcasına açmış, öğrencilere gülümsüyordu.
"Size tek bir kelime söyleyeceğim," dedi, sesi Salon'da yankılanarak. "Yumulun."
"Emredersiniz, emredersiniz!" dedi Harry ve Ron yüksek sesle. Boş tabaklar gözlerinin önünde sihirli bir şekilde doldu.
Harry, Ron ve Hermione tabaklarını doldururlarken, Neredeyse Kafasız Nick'in kederli bir hali vardı.
"Ha şööle," dedi Ron, ağzı patates püresiyle dolu bir halde.
"Bu akşam şölen yapılabildiği için şanslısınız," dedi Neredeyse Kafasız Nick. "Mutfakta bir sorun çıkmıştı."
"Niğe? N'olmuş?" dedi Harry, bifteğinden iri bir lokma alarak.
Neredeyse Kafasız NkL. "Peeves tabii ki," dedi ve başını iki vana salladı. Başı tehlikeli bir şekilde sağa sola yattı. Yakalığını boynunun biraz daha yukarısına çekti. "Her zamanki tartışma işte. Şölene katılmak istedi - ki bu olacak iş değil. O nasıldır bilirsiniz, medeniyetle alakası yoKtur. Ne zaman bir yemek tabağı görmüş de tutup fırlatmamış? Bir hayaletler konseyi topladık - Şişman Keşiş ona bir şans tanıma taranışıydı - ama Kanlı Baron, bana &o*-arsanız akıllıca bir tutumla, yumruğunu masaya vurdu."
214

Kanlı Baron, Slytherin hayaletiydi, gümüşi kan lekeleriyle kaplı zayıf ve sessiz bir hayaletti. Hogvvarts'ta, Peeves'i gerçek anlamda kontrol edebilen tek kişiydi.
"Peeves'in kafasının bir şeye bozulduğu belliydi zaten," dedi Ron kasvetle. "Ee, ne yaptı mutfakta?"
"Aman, her zamanki şeyler işte," dedi Neredeyse Kafasız Nick, omuz silkerek. "Çevreyi birbirine kattı, ortalığın altını üstüne getirdi. Tavalar tencereler her tarafa saçıldı. Mutfak çorba içinde yüzmeye başladı. Ev cinleri akıllarını oynatıyorlardı -"
Çlink. Hermione altın kadehini devirmişti. Balkabağı suyu masa örtüsünün üzerine gittikçe daha da yayılıyor, metrelerce beyaz örtüyü turuncuya boyuyordu, ama Hermione'nin buna dikkat ettiği yoktu.
"Burada ev cinleri mi var?" dedi, Neredeyse Kafasız Nick'e dehşet dolu gözlerle bakarak. "Burada, Hog-ıvarts'ta?"
"Elbette," dedi Neredeyse Kafasız Nick, onun tepkisine şaşırarak. "Sanırım İngiltere'de sayılarının en yüksek olduğu yer burası. Yüzden fazlalar."
"Ben bir tane bile görmedim!" dedi Hermione.
"Eh, gündüz vakti mutfaktan pek ayrılmıyorlar ne de olsa, değil mi?" dedi Neredeyse Kafasız Nick. "Geceleyin çıkıp biraz temizlik yapıyorlar... şöminelerle falan ilgileniyorlar... Yani, onları ortalıkta görmemen gerekiyor, ha? İyi bir ev cininin göstergesi de, orada olduğunu bilmemeniz değil midir zaten?"
Hermione ona dik dik baktı.
"Ama onlara para ödeniyor herhalde," dedi. "Tatilleri
215

var, değil mi? Ve - hastalık izinleri, emeklilik haklan falan?"
Neredeyse Kafasız Nick öyle bir güldü ki, yakalığı aşağı kaydı ve başı yana düşüp, onu hâlâ boynuna bağlamakta olan iki santimlik deri ve kasın ucunda sallanmaya başladı.
"Hastalık izni ve emeklilik hakkı mı?" dedi, başını yeniden omuzlarının üstüne yerleştirip bir kez daha ya-kalığıyla destekleyerek. "Ev cinleri hastalık izni ve emeklilik hakkı istemez ki!"
Hermione başını öne eğerek, pek azına dokunduğu yemeğine baktı, sonra çatalıyla bıçağını üstüne koyup tabağı bir kenara itti.
"Haydi ama, 'Er-may-ni," dedi Ron. Ağzından Harry'nin üstüne Yorkshire pudingi parçalan saçıldı yanlışlıkla. "Amman - pardon, 'Arry -" Ağzındaki lokmayı yuttu. "Kendini açlıktan öldürerek onlara hastalık izni aldıramazsın!"
"Köle emeği," dedi Hermione, burnundan soluyarak. "İşte bu yemeği var eden bu. Köle emeği."
Ve ondan sonra tek bir lokma bile yemeyi reddetti.
Yağmur hâlâ yüksek, karardık pencereleri dövüp duruyordu. Pencereler yeni bir gök gürültüsüyle sallandı ve fırtınalı tavan ışıldayıp altın tabaklan aydınlattı. Sıcak yemekler ortadan kaybolmuş, onların yerini anında pudingler almıştı.
"Melas turtası, Hermione!" dedi Ron, kokuyu kasten ona doğru üfürerek. "Kuş üzümlü muhallebi, bak! Çikolatalı kremalı pasta!"
216

Ama Hermione ona Profesör McGonagall'ı öylesine andıran bir bakışla baktı ki, Ron vazgeçti.
Pudinglerin de altından girilip üstünden çıkıldıktan ve son kırıntılar da ortadan kaybolup tabaklar pırıl pırıl olduktan sonra, Albus Dumbledore yine ayağa kalktı. Salon'u dolduranların konuşmalarından kaynaklanan gürültü bir anda kesildi, artık sadece rüzgârın uğultusu ve yağmurun camlan dövmesi duyuluyordu.
"Evet!" dedi Dumbledore, herkese gülümseyerek. "Şimdi hepimiz beslenip sulandığımıza göre," ("Hıh!" dedi Hermione), "bana bir kez daha kulak vermenizi istiyorum, birkaç duyurum olacak.
"Hadememiz Mr Filch, bu yıl şatoda yasak olan nesneler listesinin genişletildiğini ve listeye Çığırtkan Yo-yo'ların, Köpekdişli Frizbi'lerin ve Hep-Vuran Bu-merang'lann da eklendiğini size söylememi rica etti. Tam liste yanılmıyorsam dört yüz otuz yedi nesneyi içeriyor. İsteyen olursa, Mr Filch'in odasına gidip listeye bakabilir."
Dumbledore'un dudaklarının kenarları hafifçe kıvrıldı.
Konuşmasına devam etti: "Her zamanki gibi, hepinize arazimizdeki Orman'in bütün öğrencilere, Hogs-meade köyününse üçüncü sınıflardan küçük öğrencilere yasak olduğunu bir kez daha hatırlatmak istiyorum.
"Ayrıca, bu sene Binalar-Arası Quidditch Kupa-sı'run yapılmayacağım da üzüntüyle açıklamak zorundayım."
"Ne?" dedi Harry, soluğu kesilerek. Dönüp Quid-
217

ditch takımından arkadaşları Fred ve George'a baktı. Gözleri Dumbledore'da, ses çıkarmadan dudaklarını oynatıyorlardı, belli ki konuşamayacak kadar afallamışlardı.
Dumbledore devam etti: "Bunun nedeni, ekimde başlayıp okul yılı boyunca sürecek ve öğretmenlerin vaktinin ve enerjisinin büyük bölümünü alacak olan bir etkinlik - eminim hepiniz bu etkinlikten çok keyif alacaksınız. Size büyük bir zevkle, bu yıl Hogwarts'ta -"
Ama tam o anda kulakları sağır eden bir gök gürültüsü duyuldu ve Büyük Salon'un kapıları gümbürdeye-rek açıldı.
Kapıda bir adam duruyordu. Siyah bir seyahat pelerinine bürünmüş, upuzun bastonuna yaslanmıştı. Büyük Salon'daki bütün başlar, tavanda ışıldayan şimşeğin bir anda aydınlattığı yabancıya çevrildi. Kukuletasını indirdi, uzun, kır düşmüş, koyu gri saçlarını saldı ve öğretmenler masasına doğru yürümeye başladı.
Her iki adımından birinde Salon'da tok bir takırtı yankılanıyordu. En baştaki masaya ulaştı, sağa döndü ve ağır ağır topallayarak Dumb'.edore'a yöneldi. Tav; n-da bir şimşek daha ışıldadı. Hermione soluğunu tuttu.
Şimşek adamın yüz hatlarını ortaya çıkarmıştı. Harry böyle bir yüz görmemişti hiç. Sanki insan yüzünün nasıl olması gerektiği konusunda çok az fikri bulunan, keski kullanmakta da pek yetenekli olmayan biri tarafından, aşınmış tahtadan yapılmıştı. Derisinin her santimi yara izleriyle kaplı gibiydi. Ağız çapraz bir ke- i siğe benziyordu, burnun ise hatırı sayılır bir parçası eksikti. Ama adamı asıl korkutucu kılan, gözleriydi.
218

Bir tanesi küçük, karanlık ve boncuk gibiydi. Diğe-riyse iri, madeni para kadar yuvarlaktı ve canlı bir elektrik mavişiydi. Mavi göz durmadan, hiç kırpılmadan hareket ediyor, normal gözden tamamen bağımsız bir şekilde yukarı, aşağı ve yanlara doğru yuvarlanıyordu - sonra birden tam arkaya doğru yuvarlandı, öyle ki gözün akını görebiliyorlardı.
Yabancı, Dumbledore'un yanına geldi. Yüzü kadar feci şekilde yaralı olan elini uzattı, Dumbledore da Harry'nin duyamadığı bir şeyler mırıldanarak onun elini sıktı. Sanki yabancıya bazı sorular soruyor, o da gülümsemeden başını sallıyor ve alçak sesle cevap veriyordu. Dumbledore başını yukarı aşağı salladı ve eliyle adama sağ yanındaki sandalyeye oturmasını işaret etti.
Yabancı oturdu, yele misali koyu gri saçını yüzünden çekti, bir tabak sosis alıp burnundan arta kalan parçaya kaldırdı ve kokladı. Sonra cebinden küçük bir bıçak çıkardı, ucuna bir sosis geçirdi ve yemeye başladı. Normal gözü sosislerin üzerindeydi, ama mavi gözü yuvasında fıldır fıldır dönüp duruyor, Salon'u ve öğrencileri kontrol ediyordu.
"Yeni Karanlık Sanatlara Karşı Savunma öğretmenimizi takdim edeyim," dedi Dumbledore neşeyle, sessizliğe doğru. "Profesör Moody."
Yeni personelin takdim edilince alkışlanması âdettendi, ama aynı anda ellerini çırpan Dumbledore ve Hagrid dışında Moody'yi kimse alkışlamadı. İkisinin alkışı sessizliğin içinde sönük sönük yankılanıp çabucak kesildi. Diğerlerinin hepsi Moody'nin acayip gö-
219

rüntüsüne o kadar takılmıştı ki, ona bakmaktan başka bir şey yapamıyorlardı.
"Moody mi?" diye fısüdadı Harry, Ron'a. "Deli-Göz Moody mi? Hani babanın bu sabah yardım etmeye gittiği adam?"
"Öyle olmalı," diye fısıldadı Ron, korku ve hayranlık dolu bir sesle.
"Ona ne olmuş?" diye fısıldadı Hermione. "Yüzüne ne olmuş?"
"Bilmiyorum," diye fısıltıyla cevap verdi Ron, Moody'den gözlerini alamayarak.
Moody pek de sıcak olmayan bu karşılamaya karşı tamamen kayıtsız görünüyordu. Önündeki balkabağı suyu sürahisine yüz vermeyip elini yine seyahat pelerinine soktu, içinden bir cep şişesi çıkardı ve büyük bir yudum aldı. İçmek için kolunu kaldırdığında pelerininin eteği yerden birkaç santim havalandı ve Harry ı na-sanın alanda, tahtadan oyulmuş bir bacakla, onun ucunda pençeli bir ayak gördü.
Dumbledore boğazını temizledi.
"Az önce söylediğim gibi," dedi, hepsi hâlâ Deli-Göz Moody'ye bakmakta olan öğrenci kalabalığına gülümseyerek, "önümüzdeki aylarda hayli heyecanlı bir etkinliğe ev sahipliği yapma onuruna erişeceğiz. Bu, yüz yılı aşkın süredir düzenlenmemiş bir etkinlik. Üç-büyücü Turnuvası'nın bu yıl Hogvvarts'ta gerçekleşeceğini açıklamaktan kıvanç duyuyorum."
"ŞAKA ediyorsunuz!" dedi Fred Weasley yüksek sesle.
220

Moody'nin gelişinden beri Salon'u kaplayan gerginlik bir anda çözüldü.
Hemen hemen herkes kahkahalarla güldü, Dumb-ledore da keyifli keyifli kıkırdadı.
"Şaka etmiyorum, Mr Weasley," dedi. "Ama şimdi siz söylediniz de aklıma geldi, yazın çok güzel bir fıkra duymuştum. Bir ifrit, bir cadaloz ve bir ayakkabıcı cin bara gidiyorlar..."
Profesör McGonagall yüksek sesle boğazını temizledi.
"Şey - belki de şimdi sırası değil.., hayır..." dedi Dumbledore. "Nerede kalmıştım? Ha, evet, Üçbüyücü Turnuvası... Kimileriniz bu Turnuva'nın nasıl bir şey olduğunu bilmiyordur, bu yüzden umarım bilenler kısa bir açıklama yapmamı mazur görürler. Bu arada da başka şeylerle ilgilenebilirler.
"Üçbüyücü Turnuvası ilk olarak yedi yüz yıl kadar önce, Avrupa'nın en büyük üç büyücülük okulu arasında dostça bir yarışma olarak başladı. Bu üç okul, Hog-vvarts, Beauxbatons ve Durmstrang'dı. Her okulu temsil etmek üzere birer şampiyon seçilir ve bu üç şampiyon üç sihirli görevi yerine getirmek için yarışırdı. Okullar beş senede bir düzenlenen Turnuva'ya sırayla ev sahipliği yaparlardı. Genellikle bu Turnuva'ya, farklı milliyetlerden genç cadılarla büyücülerin birbirleriyle bağ kurmasının mükemmel bir yöntemi gözüyle bakılırdı - yani, tabii ki, ölüm sayısı artıp Turnuva kaldırılana kadar."
"Ölüm sayısı mı?" diye fısıldadı Hermione, korkmuş
221

görünüyordu. Ama görünüşe bakılırsa Salon'daki öğrencilerin çoğu onun endişesini paylaşmıyordu; heyecan içinde birbirleriyle fısıldaşıyorlardı. Yüzlerce yıl önce meydana gelen ölümlere kafayı takmaktansa, Turnuva hakkında bir şeyler Öğrenmek Harry'nin de daha çok ilgisini çekiyordu.
"Asırlar boyunca, Turnuva'yı yeniden düzenlemek için çeşitli girişimlerde bulunuldu," diye devam etti Dumbledore. "Ama bu girişimlerin hiçbiri başarılı olmadı. Ancak, Uluslararası Sinirsel İşbirliği ile Sihirli Oyunlar ve Sporlar Dairelerimiz yeni bir girişim için uygun vaktin geldiğinde karar kıldılar. Bu defa hiçbir şampiyonun hayatının tehlikeye girmemesi için yaz boyunca çok çalıştık.
"Ekim ayında Beauxbatons ve Durmstrang'ın Müdürleri aday yarışmacılarıyla birlikte gelecekler, üç şampiyonun seçimiyse Cadılar Bayramında yapılacak. Hangi öğrencilerin, okullarına Üçbüyücü Kupası'm kazandırmak ve bin Galleon'luk bireysel ödülü almak için yarışmaya değer olduğuna tarafsız bir hakem karar verecek."
"Ben şansımı deneyeceğim!" diye fısıldadı Fred We-asley masaya doğru. Yüzü böyle bir zafer ve servet ihtimaliyle ışıl ışıl olmuştu. Kendini Hogwarts şampiyonu olarak hayal eden bir tek o değildi. Harry her bina masasında insanların ya kendinden geçmiş halde Dumbledore'a baktığını, ya da yanındakilerle hararetli bir şekilde fısıldaştığını görebiliyordu. Sonra Dumbledore yine konuşmaya başladı ve Salon'da ses yine kesildi.
222

"Hepinizin Üçbüyücü Kupası'nı Hogvvarts'a getirmeye hevesli olacağınızı biliyorum ama," dedi, "katılan okulların Müdürleri ve Sihir Bakanlığı bu yılki yarışmacılara yaş sınırı getirme konusunda ortak bir karara vardılar. Yalnızca yaşı tutan yarışmacılar -yani on yedi yaşında ve daha büyük olanlar- yarışmaya aday olabilecek. Bu" -Dumbledore sesini hafifçe yükseltti, çünkü birçok kişi bu sözlere öfke dolu nidalarla tepki vermişti, VVeasley ikizleriyse çok kızgın görünüyordu- "gerekli olduğuna inandığımız bir önlem, çünkü ne tür tedbirler alırsak alalım, Turnuva görevleri yine de zorlu ve tehlikeli olacak. Altıncı ve yedinci sınıftan küçük öğrencilerin bu görevlerin üstesinden gelmeleri çok zor. Yaşı tutmayan herhangi bir öğrencinin kendisini Hogwarts şampiyonu yapsın diye tarafsız hakemimizi ikna etmemesini bizzat ben sağlayacağım." Açık mavi gözleri Fred ve George'un suskun yüzlerinin üstünde dolaşırken panldadı. "Bu yüzden, on yedi yaşından küçükse-niz, aday olmaya çalışarak vaktinizi boşa harcamamanızı rica ediyorum.
"Beauxbatons ve Durmstrang heyetleri ekim ayında gelecek ve senenin büyük bir bölümü bizimle kalacaklar. Konuklarımıza bizimle birlikte oldukları süre boyunca her tür misafirperverliği göstereceğinizi ve seçilecek Hogwarts şampiyonuna tüm kalbinizle destek olacağınızı biliyorum. Artık geç oldu, yarın sabah derslerinize girerken hepinizin dikkatli ve dinlenmiş olmasının ne kadar önemli olduğunu biliyorum. Uyku vakti! Haydi yatağa!"
223

l
Dumbledore yerine oturdu ve dönüp Deli-Göz Mo-ody ile konuşmaya başladı. Öğrenciler epey gıcırtı ve gümbürtü çıkararak masalarından kalktılar ve Giriş Salonu'na giden çifte kapıya yöneldiler.
"Bunu yapamazlar!" dedi George VVeasley. Kapıya doğru ilerleyen kalabalığa katılmamıştı. Olduğu yerde durmuş, Dumbledore'a bakıyordu. "Nisanda on yedi yaşında olacağız, niye bizim de şansımızı denememize izin verilmiyor?"
"Benim girmemi engelleyemezler," dedi Fred inatla, o da masaya doğru dik dik bakıyordu. "Şampiyonlar normalde izin verilmeyen bir sürü şeyi yapabiliyor. Bir de bin Galleon'luk ödül var!"
"Evet," dedi Ron, yüzünde dalgın bir ifade vardı. "Evet, bin Galleon..."
"Haydi," dedi Hermione, "yürümezseniz burada bir tek biz kalacağız."
Harry, Ron, Hermione, Fred ve George, Giriş Salo-nu'na doğru yürümeye başladılar. Fred ve George, Dumbtedore'un, on yedi yaşından küçüklerin turnuvaya girmesini ne tür yöntemlerle engelleyebileceğini tartışıyorlardı.
"Şampiyonların kim olduğuna karar verecek şu tarafsız hakem kim?" dedi Harry.
"Bilmiyorum," dedi Fred, "ama kandırmamız gereken kişi o. Sanırım bir iki damla Yaşlandırıcı İksir bu işin üstesinden gelir, George..."
"Ama Dumbledore o yaşta olmadığınızı biliyor," dedi Ron.

224


"Evet, ama sonuçta şampiyonun kim olduğuna karar veren o değil, değil mi?" dedi Fred kurnazca. "Bana öyle geliyor ki, hakem kimlerin girmek istediğini öğrendikten sonra, her okuldan en iyi olanı seçecek ve yaşlarının kaç olduğuna da aldırmayacak. Dumbledore isimlerimizi vermemizi engellemeye çalışıyor."
"Ama insanlar ölmüş!" dedi Hermione kaygılı bir sesle. Bir duvar halısının arkasına gizlenmiş kapıdan geçip dar bir merdivenden yukarı çıkmaya koyuldular.
"Evet," dedi Fred ciddiye almayarak, "ama bu yıllar önce olmuş, değil mi? Neyse, zaten birazcık risk olmazsa işin tadı kalmaz. Hey, Ron, de ki Dumbledore'u atlatmanın bir yolunu bulduk... sen de katılmak ister misin?"
"Ne dersin?" dedi Ron, Harry'ye. "Katılmak süper olurdu, değil mi? Ama sanırım daha büyük birini isterler... Yeterince şey öğrendik mi bilmiyorum..."
"Benim öğrenmediğim kesin," dedi Neville Long-bottom'm kasvetli sesi, Fred ve George'un arkasından. "Ama herhalde ninem denememi isterdi. Boyuna aile şerefini ayakta tutmam gerektiği konusunda konuşup duruyor. Ben sadece - ayy..."
Neville'in ayağı merdivenin ortasındaki bir basamağa gömülmüştü. Hogwarts'ta bu tuzaklı merdivenlerden çok vardı; yaşı büyük çoğu öğrenci için bu basamağı atlamak alışkanlık haline gelmişti, ama Neville'in hafızasının çok zayıf olduğunu herkes bilirdi. Harry ve Ron onu koltuk altlarından tutup çekerek kurtardılar. Bu sırada merdivenin tepesindeki bir şövalye zırhı gıcırdayıp tangırdıyor, hırıltıyla kahkaha atıyordu.
225

"Kes sesini," dedi Ron, onun yanından geçerken siperliğini kapatarak.
Gryffindor Kulesi'nin girişine geldiler. Giriş, pembe, ipek bir elbise giymiş şişman bir hanımın büyük portresinin arkasında gizliydi.
"Parola?" diye sordu, yaklaşırlarken.
"Zırva," dedi George. "Alt katta bir Sınıf Başkanı söyledi."
Portre öne doğru savruldu ve arkasında bir delik belirdi, bu delikten yukarı çıktılar. Pofidik koltuklarla ve masalarla dolu, daire biçimindeki ortak salonu çıtır çıtır yanan bir ateş ısıtıyordu. Hermione neşeyle dans eden alevlere karanlık bir bakış attı, Harry onun "köle emeği" diye mırıldandığını açık seçik duydu. Sonra Hermione onlara iyi geceler diledi ve kızların yatakhanesine açılan kapıdan geçip gözden kayboldu.
Harry, Ron ve Neville döne döne yükselen son merdiveni de çıkıp Kule'nin en üst katındaki yatakhanelerine geldiler. Koyu kırmızı perdelerle ayrılmış, dört direkli beş yatak duvarların dibinde duruyordu, her birinin ayakucunda sahibinin sandığı vardı. Dean ve Se-amus yatmak üzereydiler; Seamus, İrlanda rozetini karyola başlığına iğnelemiş, Dean ise başucundaki komodine Viktor Krum'un bir posterini koymuştu. West Ham futbol takımının eski posteriyse onun hemen yanına iğnelenmişti.
"Kafadan kontak," diye içini çekti Ron, tamamen hareketsiz futbolculara bakarak.
Harry, Ron ve Neville pijamalarını giyip yattılar. Bi-
226

ri -şüphesiz bir ev cini- çarşafların arasına sıcacık yatak mangalları yerleştirmişti. Yatakta yatıp dışarıda fırtınanın kükreyişini dinlemek çok rahatlatıcı bir şeydi.
"Ben de katılabilirim aslında/' dedi Ron karanlığın içinden, uykulu bir sesle. "Yani Fred'le George bir yol bulurlarsa... Turnuva'ya girmek için... olur mu olur, bilemeyiz, değil mi?"
"Bilemeyiz herhalde..." Harry yatağında dönüp durdu. Zihninde bir sürü göz kamaştırıcı tablo canlanıyordu... Tarafsız hakemi on yedi yaşında olduğuna inandırmıştı... Hogwarts şampiyonu olmuştu... dışarıda, bütün okulun önünde kollarını muzaffer bir şekilde havaya kaldırmıştı, herkes alkışlıyor, çığlık atıyordu... Üçbüyücü Turnuvası'nı kazanmıştı... Bulamklaşan kalabalığın içinde Cho'nun çehresi öne çıkıyor, hayranlıkla ışıldıyordu...
Harry'nin yastığa yasladığı ağzı kulaklarına vardı. Ron'un kendi gördüklerini göremiyor olmasından son derece memnundu.
227

GeCeLeR
12-10-2006, 01:59 AM
ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Deli-Göz Moody

Ertesi sabah fırtına dinmişti, ama Büyük Salon' un tavam hâlâ kasvetliydi. Harry, Ron ve Hermione kahvaltıda yeni ders programlariM incelerlerken, kurş-ın grisi renkte koca bulutlar tepede dönüp duruyordu. Birkaç sandalye ötede Fred, George ve Lee Jordan kendilerini yaşlandırıp bir blöfle Üçbüyücü Turnuvası'na girmelerini sağlayacak sihir yöntemlerini tartışıyorlardı.
Parmağıyla ders programının pazartesi sütununu izleyen Ron, "Bugün kötü değil," dedi, "bütün sabah d işardayız. Hufflepuff la Bitkibilim dersi ve Sihirli Yara-Hklann Bakımı... aman be, yine Slytherin'le beraberiz..."
Harry de programın altlarına doğru bakarak, "Bugün öğleden sonra arka arkaya iki ders Kehanet var," cbye inledi. Kehanet, İksir'den sonra onun en sevmediği der&ii. Profesör Trelavvney boyuna Harr/nin öleceği kehanetinde bulunuyor, bu da Harry'nin canım fena iraîde •sıkıyordu.
beımione kızarmış ekmeğe yağ sürerek, heyecanla,
228

"Sen de benim gibi o dersi bırakmalıydın, değil mi?" dedi. "O zaman Aritmansi gibi mantıklı bir ders alıyor olabilirdin."
Ron, Hermione'nin tereyağlı ekmeğine bol miktarda reçel sürüşünü izleyerek, "Bakıyorum, yemeye başlamışsın yeniden," dedi.
Hermione ona tepeden bakarak, "Cin haklan konusunda tavır almanın daha iyi yöntemleri olduğuna karar verdim," dedi.
Ron sırıttı. "Öyle... bir de acıkmıştın tabii."
Tepelerinde birden bir hışırtı duyuldu ve yüz baykuş sabah postasını taşıyarak açık pencerelerden içeri uçtu. Harry içgüdüsel olarak yukarı baktı, ama kahverengi ve gri yığın arasında beyaza benzer bir şey yoktu. Baykuşlar, masaların tepesinde dönerek, mektuplarla paketlerin gönderildiği kişileri aradılar. Büyük, kahverengi bir baykuş Neville Longbottom'a doğru süzüldü ve kucağına bir paket bıraktı - Neville hemen hemen her seferinde evde bir şey unuturdu. Salon'un öbür yanında Draco Malfoy'un puhukuşu omzuna konmuştu. Anlaşılan, her zamanki tatlı ve pasta stoğunu getirmişti yine. Harry, midesinin kasılmasına neden olan hayal kırıklığı duygusunu yok saymaya çalışarak, yulaf lapasına döndü. Hedwig'in başına bir şey gelmiş ve Sirius'un onun mektubunu bile almamış olması mümkün müydü acaba?
Sırılsıklam sebze tarhı boyunca, üç numaralı seraya gelene kadar bunları düşünüp durdu. Neyse ki Profesör Sprout sınıfa, Harry'nin görüp göreceği en çirkin
- 229

bitkileri göstererek onun dikkatini dağıttı. Aslında bitkiden çok, topraktan dikey olarak fırlamış kalın, siyah, dev salyangozlara benziyorlardı. Her biri hafifçe kıvrılıp bükülüyordu ve üzerlerinde sıvıyla dolu gibi görünen büyük, parlak şişlikler vardı.
Profesör Sprout cardı bir sesle, "Bezeliyumru'lar," dedi. "Onları sıkmak gerek. İrini toplarsınız -"
İğrendiği sesinden belli olan Seamus Finnigan, "Neyi neyi?" dedi.
"İrini, Finnigan, irini," dedi Profesör Sprout, "hem de son derece değerlidir, ziyan etmeyin. İşte irini bu şişelerde toplayacaksınız. Ejderi a derisi eldivenlerinizi giyin, Bezeliyumru irini sulandırılmamış olduğu zaman cilde tuhaf şeyler yapabilir."
Bezeliyumru'lan sıkmak iğrençti, ama tuhaf bir tatmin duygusu da veriyordu. Her şişi sıkınca, bol miktarda koyu, sarımsı yeşil sıvı fışkırıyor ve fena halde benzin kokuyordu. Profesör Sprout'un söylediği gibi sıvıyı şişelere doldurdular, dersin sonunda birkaç litre toplamışlardı.
Profesör Sprout son şişeye mantar tıpa takarak, "Madam Pomfrey memnun olacak," dedi. "İnatçı akne türleri için mükemmel bir tedavidir Bezeliyumru irini. Öğrencilerin sivilceden kurtulmak için gözükara önlemlere başvurmalarına bir son vermeli."
"Zavallı Eloise Midgen gibi," dedi bir Hufflepuff öğrencisi olan Hannah Abbott, alçak sesle. "O kendi-ninkileri lanetle yok etmeye kalkmıştı."
Profesör Sprout başını salladı. "Aptal kız. Neyse ki
230

Madam Pomfrey sonunda burnunu yerine takabildi yine."
Islak toprakların ötesindeki şatodan, dersin sona erdiğini duyuran tiz bir zil sesi duyuldu ve sınıf ayrıldı. Hufflepuff lar Biçim Değiştirme dersi için taş merdiveni çıktılar, Gryffindorlar ise diğer yöne gittiler. Eğimli çimenlerden, Hagrid'in Yasak Orman'in kıyısında duran küçük, ahşap kulübesine.
Hagrid kulübesinin yanında duruyordu, bir eli muazzam, siyah zağarı Fang'in tasmasındaydı. Yerde, ayaklarının dibinde, açılmış birkaç tahta sandık vardı, Fang ağlar gibi sesler çıkararak tasmasını, zorluyordu. Belli ki sandıkların içindekileri inceleme hevesine kapılmıştı. Daha yakına geldikleri zaman, kulaklarına tuhaf bir takırdama çalındı. Bu ses, arada bir, minik patlamalara benzeyen seslerle noktalanıyordu.
Hagrid, Harry, Ron ve Hermione'ye sırıtarak, "Günaydın!" dedi. "Slytherin'leri beklesek iyi olur, bunu kaçırmak istemezler - Patlar-Uçlu Keleker'ler var!"
"Efendim efendim?" dedi Ron.
Hagrid parmağıyla sandıkların içindekileri gösterdi.
Lavender Brovvn geriye sıçrayarak, "İyykkk!" dedi.
Harry'ye göre, "İyykkk", Patlar-Uçlu Keleker'leri aşağı yukarı özetliyordu. Deforme olmuş, kabuksuz ıstakozlara benziyorlardı, korkunç derecede soluk ve kaygan görünüyorlardı. Olur olmaz yerlerden bacakları çıkmıştı ve görünürde kafaları yoktu. Her sandıkta yaklaşık yüz tane vardı, her biri on beş santim kadardı. Bir-231

birlerinin tepesine tırmanıyor, kutuların kenarlarına kör gibi tosluyorlardı. Çevreye ağır bir çürümüş balık kokusu yayıyorlardı. Arada bir, bir Keleker'in ucundan kıvılcımlar uçuşuyor, küçük bir pıt sesi geliyor ve hayvan birkaç santim ileri fırlıyordu.
Hagrid iftiharla, "Daha yeni çıktılar yumurtadan," dedi, "yani onlan kendiniz yetiştirebileceksiniz! Proje olur dedim!"
"Peki, neden onlan yetiştirmek isteyecekmişiz!" dedi soğuk bir ses.
Slytherin'ler gelmişti. Konuşan, Draco Malfoy'du. Crabbe ve Goyle, onun sözlerini pek beğenmiş, kıkırdayıp duruyorlardı.
Hagrid'in de afallamış bir hali vardı.
"Yani, ne yaparlar?" diye sordu Malfoy. "Bu işin anlamı ne?"
Hagrid ağzını açtı, belli ki var gücüyle düşünüyordu. Birkaç saniyelik bir duraklama oldu, sonra sert sert,\ "O, .bir sonraki derse, Malfoy," dedi. "Bugün bir tek besliyorsunuz. Şimdi, birkaç farklı şey denemeniz gerekecek - ben de daha önce hiç onlardan beslemedim, ne severler bilmiyorum - elimde kannca yumurtasıyla kurbağa karaciğeri, biraz da çayır yılanı var.- hepsin- -den biraz verip deneyin."
"Önce irin, şimdi de bu," diye mırıldandı Seamus.
Harry, Ron ve Hermione'nin, ellerine avuç dolusu* vıcık vıcık kurbağa karaciğeri almalarına ve Patlar-UçlU: Keleker'leri iştahlandırmak için eğilerek onlan sandık- < lara uzatmalarına yol açan tek şey, Hagrid'e duyduklanj
232

derin sevgiydi. Harry ister istemez, bütün çabalarının tamamen anlamsız olduğunu düşünüyordu, çünkü Ke-leker'lerin ağzı yok gibiydi.
On dakika sonra Dean Thomas, "Ayyy!" diye feryat etti. "Beni çarptı!"
Hagrid aceleyle onun yanma gitti, endişeli görünüyordu.
Dean öfkeyle, "Ucu patladı!" dedi, Hagrid'e elindeki yanığı göstererek.
Hagrid başını salladı. "Ah, evet, infilak edince böyle olabiliyor."
"İyykkk!" dedi Lavender Brovvn yine. "İyykk, Hagrid, üstündeki o sivri uç da ne?"
Hagrid coşkuyla, "Haa, bazılarının iğneleri var," dedi (Lavender hemen elini kutudan çekti). "Sanırım onlar erkek... Dişilerin karınlarında emici bir şey var... sanırım kan emmek için."
Malfoy alayla, "Onları neden canlı tutmaya çalıştığımızı çok iyi anlıyorum," dedi. "Aynı anda hem yakan, hem de iğne batırıp ısıran ev hayvanlarını kim istemez?"
Hermione, "Güzel olmamaları, yararsız oldukları anlamına gelmez," diye cevabı yapıştırdı. "Ejderha kanı şaşılacak derecede sihirlidir, ama kendine ev hayvanı olarak bir ejderha istemezdin, değil mi?"
Harry ve Ron, çalı gibi sakalının arasından onlara gizli bir gülümseme yollayan Hagrid'e sırıttılar. Hagrid, dünyada her şeyden çok bir ejderha beslemek isterdi, bunu çok iyi biliyorlardı - onlar birinci sınıftayken,
233

kısa süre bir ejderhası olmuştu, Norbert adlı çok tehlikeli bir Norveç Pütürlüsü. Hagrid canavar cinsinden yaratıkları seviyordu, hepsi bu. Ne kadar ölümcül olursa, o kadar iyi.
Bir saat sonra öğle yemeği için şatoya çıkarlarken, Ron, "Eh, hiç değilse Kelekerler küçük," dedi.
Hermione kızgın bir sesle, "Şimdilik küçük," dedi, "ama Hagrid onların ne yediğini keşfedince, boylan yarım metreye vanr herhalde."
Ron ona bakıp sinsi sinsi gülerek, "Ama deniz tutmasını ya da, ne bileyim, başka bir şeyi tedavi ettikleri anlaşılırsa önemi yok, değil mi?" dedi.
"Onu Malfoy'u susturmak için söylediğimi pekâlâ biliyorsun," dedi Hermione. "Aslında bence haklı. En iyisi, hepimize saldırmaya başlamadan önce hepsinin üstüne basıp ezmek olurdu."
Gryffindor masasına oturdular ve tabaklanna kuzu pirzolasıyla patates doldurdular. Hermione öyle bir hızla yemeye başladı ki, Harry ile Ron ona bakakaldı-lar. *
Ron, "Şey - bu, cin haklan konusundaki yeni tavır mı?" dedi. "Aç kalmaktansa kusmaya mı karar verdin?"
Hermione, ağzı Brüksel lahanası doluyken ne kadar olabilirse o kadar vakarla, "Hayır," dedi, "sadece kütüphaneye gitmek istiyorum."
"Ne?" dedi Ron, kulaklarına inanamayarak. "Hermione - bugün okulun ilk günü! Daha ev ödevimiz bile yok!"
234

Hermione omuzlarım silkip, sanki günlerdir yemek yememişçesine yiyecekleri ağzına kürekle tıkar gibi tıkmayı sürdürdü. Sonunda fırlayıp ayağa kalktı, "Akşam yemeğinde görüşürüz!" dedi ve koşar adım uzaklaştı.
Öğleden sonra derslerinin başladığını ilan eden zil çalınca, Harry ve Ron Kuzey Kulesi'ne doğru yola çıktılar. Burada, dik helezonlar çizen bir merdivenin tepesinde, gümüşi renkte bir ayaklı merdiven tavandaki daire şeklinde kapağa uzanıp, Profesör Trelavvney'nin yaşadığı odaya açılıyordu.
Ateşten yayılan o aşina tatlı parfüm, ayaklı merdiveni çıkıp içeri girer girmez burunlarına çarptı. Perdeler her zamanki gibi sımsıkı kapalıydı; yuvarlak oda, hepsinin üstüne eşarplar ve şallar örtülmüş birçok lambanın verdiği loş, kırmızımsı bir ışıkla yıkanıyordu. Harry ve Ron, odayı dolduran ve üzerinde insanların oturduğu kumaş döşeli sandalye ve puf yığınının arasından geçerek, yuvarlak, küçük masaya oturdular.
Profesör Trelavvney'nin buğulu sesi Harry'nin hemen arkasından, "İyi günler," dedi. Harry yerinden sıçradı.
Gözlerini fazla büyük gösteren koskocaman gözlüklü sıskacık bir kadın olan Profesör Trelavvney, ne zaman Harry'ye baksa yüzüne yerleşen trajik ifadeyle, onu süzüyordu. Her zamanki gibi bol miktarda boncuk, zincir ve bilezik takmıştı, takıları ateşin ışığında parıldıyordu.
Yaslı bir tavırla, "Kafanı bir şeye takmışsın, yavrum," dedi Harry'ye. "İç Gözüm, cesur yüzünün ardın-
235

daki dertli ruha erişiyor. Ve üzülerek söylüyorum, kaygıların temelsiz değil. Senin için ileride zor günler görüyorum, heyhat... çok zor... Çok çekindiğin şey sahiden gerçekleşecek, korkarım... ve belki de sandığından daha çabuk..."
Sesi alçalarak fısıltı halini aldı. Ron gözlerini Harry'ye çevirdi, Harry de ona ifadesiz ifadesiz baktı. Profesör Trelawney yanlarından sıynlırcasına geçti ve ateşin önüne, yüzü sınıfa dönük büyük bir koltuğa oturdu. Ona derinden hayran olan Lavender Brown ile Parvati Patil, çok yakınındaki puflarda oturuyorlardı.
"Yavrularım, yıldızlan ele almamızın vakti geldi," dedi Profesör. "Gezegenlerin hareketlerini ve sadece semavi dansın adımlarını anlayabilenlere açıkladıkları esrarlı mesajları ele alacağız. İnsan kaderi gezegensel ışınlarla çözülebilir, ki bunlar birbirleriyle karışıp..."
Ama Harr/nin aklı başka yerdeydi. Parfümlü ateş hep uykusunu getirir, onu aptallaştırırdı, Profesör Tre-lawney'nin fal konusundaki abuk sabuk laflan da onu hiç büyülememişti doğrusu - yine de kadının ona az önce söylediklerini düşünmekten kendini alamıyordu. "Çok çekindiğin şey sahiden gerçekleşecek, korkarım..."
Ama Hermione haklı, diye düşündü Harry sinirlenerek. Profesör Trelawney gerçekten de yaşlı bir sahtekârdı. Kendisi o anda hiçbir şeyden çekinmiyordu... yani, Sirius'un yakalanmış olacağına ilişkin korkulannı saymazsanız... Hem Profesör Trelawney ne biliyordu ki? Zaten o çok önceden, Profesör'ün fal bakma şeklinin
236

talihli tahminlerden ve korkutucu bir tavırdan ibaret olduğu kanısına varmıştı.
Tabii, geçen sömestrin sonunda, Voldemort'un yeniden yükseldiğine ilişkin kehaneti hariç... Dumbledore bile, Harry olanları anlatınca, o transın hakiki olduğunu sandığını söylemişti...
"Harry!" diye mırıldandı Ron.
"Ne var?"
Harry çevresine baktı; bütün sınıf ona bakıyordu. Oturduğu yerde doğruldu, sıcağın ve düşüncelerinin içinde kaybolarak neredeyse uyuyakalmıştı.
"Diyordum ki, yavrum, sen besbelli Satürn'ün meşum etkisi altında doğmuşsun," dedi Profesör Trelavv-ney. O konuşurken Harry heyecanla ağzının içine bakmadığı için, sesinde hafif bir gücenmişlik hissi vardı.
"Pardon - neyin altında doğmuşum?" dedi Harry.
"Satürn, yavrum, Satürn gezegeni!" dedi Profesör Trelavvney. Harry bu haber karşısında heyecan duymadığı için kesinlikle kızmışa benziyordu. "Diyordum ki, besbelli Satürn senin doğum anında semalarda güçlü bir pozisyondaymış... Siyah saçların... zayıf yapılı oluşun... öylesine genç yaşta trajik kayıplar... Sanırım kış ortasında doğmuşsun dersem yanılmış olmam, değil mi, yavrum?"
"Hayır," dedi Harry, "temmuzda doğdum."
Ron hâkim olamadığı kahkahasını hemen kuru bir öksürüğe çevirdi.
Yarım saat sonra her ikisine de daire şeklinde, karmaşık bir harita verilmişti, ikisi de doğum anlarında ge-
237

zegenlerin pozisyonunu belirlemeye çalışıyorlardı. Sıkıcı bir işti, ikide bir zaman çizelgelerine ve açı hesaplarına bakmaları gerekiyordu.
Harry bir süre sonra, kendi parşömenine bakıp kaşlarını çatarak, "Burada iki Neptün var," dedi. "Doğru olamaz, değil mi?"
"Aaaaah," dedi Ron, Profesör Trelawney'nin mistik fısıltısını taklit ederek, "gökte iki Neptün belirmesi, Harry, gözlüklü bir cücenin doğacağına işarettir, burası kesin..."
Yakınlarında çalışan Seamus ve Dean yüksek sesle, alaylı alaylı güldüler, ama sesleri Lavender Brown'ın heyecanla ayaklamasını bastıramadı - "Ah, Profesör, bakın! Sanırım bakışımsız bir gezegenim var! Aaah, bu hangisi, Profesör?"
Profesör Trelawney haritaya göz atarak, "Uranüs, canım," dedi.
Ron, "Uranüs'e ben de bakabilir miyim, Lavender?" dedi.
Ne, talihsizliktir ki Profesör Trelawney onu duydu, belki de dersin sonunda onlara bunca çok ev ödevini de bu yüzden verdi.
Canı sıkılmış gibi, "Önümüzdeki ayın gezegen hareketlerinin, kişisel haritanıza ilişkin olarak sizi nasıl etkileyeceğinin ayrıntılı bir analizi," dedi çabuk çabuk. O anda her zamanki havalı, perimsi halinden çok, Profesör McGonagall'ı andınyordu. "Pazartesiye hazır olmasını istiyorum, mazeret de kabul etmem!"
Büyük Salon'a yemeğe gitmek için merdiveni inen
238

kalabalığa karışırlarken, Ron acı acı, "Sefil, ihtiyar yarasa," dedi. "Bu, bütün hafta sonunu alır, kesin..."
Onlara yetişen Hermione neşeyle, "Çok mu ev ödeviniz var?" diye sordu. "Profesör Vector bize hiç ödev vermedi!"
Ron üzgün üzgün, "Eh, helal olsun Profesör Vector'a," dedi.
Akşam yemeği için sıraya girmiş insanlarla dolu Giriş Salonu'na varmışlardı. Tam kuyruğun sonuna girmişlerdi ki, arkalarından yüksek bir ses geldi.
"VVeasley! Hey, VVeasley!"
Harry, Ron ve Hermione arkaya döndüler. Malfoy, Crabbe ve Goyle orada duruyorlardı, hepsi de nedense pek memnun görünüyordu.
"Ne?" dedi Ron, kısa kesmek için.
"Baban gazeteye çıkmış, VVeasley!" dedi Malfoy, tı-kabasa dolu olan Giriş Salonu'ndaki herkes duysun diye fazlasıyla yüksek sesle konuşarak. Bir Gelecek Postası çıkardı. "Dinle şunu!"
SlHlR BAKANLIĞI'NDA YENi HATALAR Sihir Bakanhğı'nın dertleri sona ermemiş gibi görünüyor, diye yazıyor Özel Muhabirimiz Rita Skeeter. Geçenlerde Quidditch Dünya Kupası'nda kalabalığı ' kontrol etmede yetersiz kaldığı için yaylım ateşine tutulan ve cadılarından birinin yok olmasını hâlâ açıklaya-mayan Bakanlık, dün Muggle Eşyalarının Kötüye Kullanımı Dairesi'nden Arnold Weasley'nin tuhaf davranışları yüzünden bir kez daha mahcup oldu.
239


Malfoy başını kaldırdı.
"Düşünsene, Weasley, adını bile doğru yazmamışlar," dedi, sesi sevinçten incelerek. "Sanki tam anlamıyla bir biçmiş gibi, değil mi?"
Artık Giriş Salonu'ndaki herkes dinliyordu. Malfoy gazeteyi fiyakalı bir şekilde düzeltti ve okumaya devam etti:
îki yıl önce uçan bir arabaya sahip olmakla suçlanan Arnold Weasley, dün son derece saldırgan birtakım çöp kutuları yüzünden bazı Muggle yasa koruyuculanyla ("polis") kapıştı. Mr VJeasley'nin, artık tokalaşmayla cinayet teşebbüsü arasında ayrım yapamaz hale gelince Bakanlık'tan emekliye ayrılan yaşlı eski-Seherbaz "Deli-Göz" Moody'nin yardımına koştuğu anlaşılıyor. Mr We-asley, Mr Moody'nin son derece iyi korunan evine geldiğinde, hiç de şaşırtıcı olmayan bir şekilde, onun bir kez daha boş yere etrafı telaşa verdiğini gördü. Mr Wea$ley polislerden kaçmadan önce birkaç hafızayı değiştirmek zorunda kaldı ama, Gelecek Postası'mn, böylesine yakışıksız ve potansiyel olarak utandırıcı bir sahneye Bakan-lık'ı niye karıştırdığı konusundaki sorularına cevap vermeyi reddetti.
"Bir de resim var, Weasley!' dedi Malfoy, gazett yi bir hamlede çevirip havaya kaldırarak. "Annenle babanın evinizin önündeki bir resmi - tabii, buna ev diyebi-lirsen! Annen biraz kilo verse fena olmaz, değil mi?"
Ron hiddetle sarsılıyordu. Herkes ona bakıyordu.

240


"Bas git, Malfby," dedi Harry. "Hadi, Ron..."
"Ah evet, sen de bu yaz onlarla kalıyordun, değil mi, Potter?" diye pis pis sırıttı Malfoy. "Söylesene bana, annesi gerçekten bu kadar şişko mu, yoksa resimde mi öyle görünüyor?"
"Senin annen var ya, Malfoy," dedi Harry -o ve Hermione, kendini Malfoy'un üstüne atmasın diye Ron'un cüppesinin arkasını sıkı sıkı kavramışlardı-"Hani o ifadesi var ya, burnunun altında tezek varmış gibi? Eskiden beri mi öyle, yoksa sen yanında olduğun için mi öyle görünüyordu?"
Malfoy'un solgun yüzü biraz pembeleşti. "Ne cüretle anneme hakaret edersin, Potter?"
Harry arkasını dönerek, "Sen de o koca ağzını açma o zaman," dedi.
GÜM!
Birçok kişi çığlık attı - Harry ateş gibi bir şeyin yüzünün yanını yalayıp geçtiğini hissetti - asasını çıkarmak için elini cüppesinin içine attı, ama daha ona do-kunamadan ikinci bir GÜM sesi duydu, bir de Giriş Salonu'ndan yankılanan bir kükreme.
"İŞTE ONU YAPAMAZSIN, EVLAT!"
Harry ok gibi döndü. Profesör Moody mermer merdivenden topallaya topallaya iniyordu. Asasını çıkarmıştı, bu asa taşla kaplı döşemede, tam Malfoy'un durduğu yerde titreyen bembeyaz bir dağ gelinciğine yönelmişti.
Giriş Salonu'nda dehşet dolu bir sessizlik vardı. Moody'den başka kimse yerinden kıpırüavamıyordu.
241

Moody dönüp Harry'ye baktı - en azından, normal gözü Hanr/ye bakıyordu; diğeri başının arka tarafına dönüktü.
Moody, "İsabet ettirdi mi?" diye homurdandı. Pes ve kulak tırmalayıcı bir sesi vardı.
"Hayır," dedi Harry, "ıska geçti."
"BIRAK ONU!" diye haykırdı Moody.
"Neyi bırakayım?" dedi Harry şaşkınlıkla.
"Sen değil - o!" diye homurdandı Moody, onun omzunun üstünden baş parmağını, beyaz dağ gelinciğini yerden almak üzereyken donup kalan Crabbe'ye uzatmıştı.
Moody topallayarak Crabbe, Goyle ve korku dolu bir ciklemeyle fırlayıp şimşek gibi zindanların oraya kaçmaya çalışan gelinciğe doğru yürüdü.
"Hiç sanmıyorum!" diye kükredi Moody, asasını yine hayvana yönelterek - gelincik neredeyse bir metre havaya uçtu, bir şakırtıyla yere çaptı, sonra yeniden havaya fırladı.
Gelincik acıyla cikleyerek gitgide daha yukarı doğru fırlarken, Moody, "Rakiplerinin sırtı dönükken saldıran insanlardan hoşlanmam," diye homurdandı. "Berbat, ödlekçe, pis bir şey..."
Dağ gelinciği, bacaklarıyla kuyruğunu çaresizce sallayarak havada uçuyordu.
Moody gelinciğin her taşa vuruşunda ve yeniden yukarı fırlayışında tek tek konuşarak, "Sakın - bunu -bir - daha - yapma -" dedi.
Şok halinde bir ses, "Profesör Moody!" dedi.
242

Profesör McGonagall, eli kolu kitaplarla do] u, mermer merdivenden iniyordu.
Moody gelinciği daha da yukarı fırlatarak, sakin sakin, "Merhaba, Profesör McGonagall," dedi.
"Ne - ne yapıyorsunuz?" dedi Profesör McGonagall, zıplayan gelinciği gözleriyle bir yukarı bir aşağı izleyerek.
"Ders veriyorum," dedi Moody.
"Ders - Moody, o bir öğrenci mi?" diye çığlığı bastı Profesör McGonagall. Kitaplar kucağından yere saçıldı.
"Evvet," dedi Moody.
Profesör McGonagall, "Hayır!" diye haykırdı, merdivenden koşarak inerken asasını çekip çıkardı; bir dakika sonra Draco Malfoy bir şakırtıyla yeniden belirmişti. Yerde kıvrılmış yatıyordu, düzgün san saçlan şimdi kıpkırmızı olmuş yüzüne dağılmıştı. Yüzünü buruşturarak ayağa kalktı.
Profesör McGonagall dermansız bir sesle, "Moody, biz Biçim Değiştirme'yi asla ceza olarak kullanmayız!" dedi. "Profesör Dumbledore bunu sana mutlaka söylemiştir, değil mi?"
Moody aldırmaz bir tavırla çenesini kaşıyarak, "Evet, sözünü etmişti galiba," dedi, "ama ben şöyle sağlam bir şokun -"
"Biz burada cezaya bırakırız, Moody! Ya da kabahatli kimse onun Bina Sorumlusu'yla konuşuruz!"
Moody, Malfoy'a büyük bir hoşnutsuzlukla bakarak, "Ben de öyle yaparım öyleyse," dedi.
Soluk renkli gözleri hâlâ acı ve küçük düşmüşlükle
243

i
sulanan Malfoy, başını kaldınp hain hain Moody'ye baktı ve içinde "babam" sözünün belli belirsiz geçtiği bir şeyler mırıldandı.
"Ya, öyle mi?" dedi Moody yavaşça, topal topal birkaç adım atarken tahta bacağının hafif takırtısı salonda yankılanarak. "Eh, babanı eski günlerden tanırım, evlat... Ona Moody'nin gözünün oğlunun üstünde olduğunu söyle... Bunu benim adıma ilet ona... Şimdi, Bina Sorumlun Snape olmak, değil mi?"
Malfoy gücenmiş bir edayla, "Evet," dedi.
Moody, "Bir eski dost daha," diye homurdandı. "İhtiyar Snape'le bir sohbet etsem diyordum ben de... Sen, gel buraya..." Malfo/u kolunun üstünden yakaladı ve onunla birlikte zindanlara doğru rap rap yürüdü.
Profesör McGonagall birkaç saniye onların arkasından endişeyle baktı, sonra asasını düşmüş kitaplarına doğru salladı. Kitaplar yeniden havaya, kollarına yükseldiler.
Birkaç dakika sonra Gryffindor masasına oturduklarında, Ron yavaşça, "Bana tek kelime söylemeyin," dedi Harry ve Hermione'ye. Çevrelerindeki herkes heyecanla olup bitenler hakkında konuşuyordu.
Hermione şaşkınlıkla, "Neden?" diye sordu.
Ron, gözleri kapalı ve yüzünde katıksız bir mutluluk ifadesiyle, "Çünkü bu anı ebediyen hafızama kazımak istiyorum," dedi. "Draco Malfoy, hayret verici, zıplayan dağ gelinciği..."
Harry de, Hermione de güldü ve Hermione ikisinin de tabağına tas kebabı koymaya başladı.

244


"Ama Malfoy'un gerçekten de canını yakabilirdi," dedi. "Aslında Profesör McGonagalTın durdunnası iyi oldu-"
"Hermione!" dedi Ron öfkeyle, gözleri bir anda açılarak. "Hayatımın en güzel anını berbat ediyorsun!"
Hermione sabırsızlığını belli eden bir ses çıkarttı ve yine son hızla yemeye koyuldu.
Harry onu izleyerek, "Bana bu akşam kütüphaneye döneceğini söylemeyeceksin, değil mi?" diye sordu.
"Dönmek zorundayım," dedi Hermione boğuk boğuk. "Yapacak dünya kadar iş var."
"Ama demiştin ki, Profesör Vector -"
"Okul işi değil." Hermione beş dakika içinde tabağını temizlemiş ve gitmişti.
O gider gitmez de yerine Fred Weasley oturdu. "Moody!" dedi. "Nasıl kıyak bir tip!"
Fred'in karşısına oturan George, "Kıyaktan da kıyak!" dedi.
İkizlerin en iyi arkadaşı Lee Jordan, George'un yanındaki sandalyeye kayarak, "Acayip kıyak!" dedi. Harry ve Ron'a da, "Bu öğleden sonra bizimle dersi vardı," diye bilgi verdi.
Harry merakla, "Nasıldı?" diye sordu.
Fred, George ve Lee pek anlamlı bir şekilde bakıştılar.
"Hiç böyle bir derse girmemiştim," dedi Fred. "işi biliyor, arkadaş," dedi Lee. Ron öne eğildi. "Neyi biliyor?"
'245

George hayranlıkla, "Dışarıda bunu yapmanın nasıl bir şey olduğunu biliyor," dedi. "Neyi yapmanın?" dedi Harry. "Karanlık Sanatlarla savaşmanın," dedi Fred. "Görülebilecek her şeyi görmüş," dedi George. "Hayret bir şey," dedi Lee.
Ron çantasına elini daldınp ders programını çıkardı. Hayal kırıklığı dolu bir sesle, "Bizim perşembeye kadar onunla dersimiz yok!" dedi.
246

ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Affedilmez Lanetler
Sonraki iki gün olaysız geçti, tabii Neville'in İksir dersinde altıncı kazanını eritmesini saymazsanız. Yazın kindarlık konusunda iyice ilerleme kaydetmiş görünen Profesör Snape, Neville'i cezaya bıraktı. Nevüle cezadan döndüğünde sinirleri harap haldeydi, bir fıçı dolusu boynuzlu karakurbağası ayıklamıştı.
Hermione'nin, tırnak aralarında kalan kurbağa parçalarım çıkarabilsin diye Neville'e bir Fırçalama Büyüsü öğretmesini izlerlerken, Ron, Harry'ye, "Snape'in kafası niye böyle bozuk biliyorsun, değil mi?" diye sordu.
"Evet," dedi Harry. "Moody."
Snape'in aslında Karanlık Sanatlara Karşı Savunma dersini vermek istediği bilinen bir şeydi, ama üst üste dört yıldır bu isteğini gerçekleştiremiyordu işte. Snape daha önceki Karanlık Sanatlara Karşı Savunma öğretmenlerinden hiç hoşlanmaz ve bunu belli ederdi - ama Deli-Göz Moody'ye apaçık düşmanlık göstermekten tuhaf bir şekilde sakınıyor gibiydi. Hatta Harry ne zaman
247

ikisini bir arada görse -yemek sırasında ya da koridorda birbirlerinin yanından geçerlerken- Snape'in Deli-Göz Mocd/yle göz göze gelmekten (sihirli gözüyle de, sinirsiz gözüyle de) kaçındığı yönünde bir izlenim edinmişti.
"Snape ondan biraz korkuyor galiba," dedi Harry dalgın dalgın.
"Moody'nin Snape'i boynuzlu karakurbağasına çevirdiğini düşünsene bir," dedi Ron hülyalı gözlerle. "Sonra da onu zindanında zıplatıp durduğunu..."
Gryffindor'un dördüncü sınıf öğrencileri Moody'nin ilk dersini öylesine sabırsızlıkla bekliyorlardı ki, perşembe günü öğle yemeğinden sonra erkenden gelip daha zil çalmadan sınıfın önünde kuyruk oldular.
Ortalıkta görünmeyen tek kişi Hermione'ydi. Derse son anda geldi.
"Ben-"
"- kütüphanedeydin," diye tamamladı Harry onun cümlesini. "Hadi, çabuk ol, yoksa doğru dürüst bir yer bulamayacağız."
Aceleyle sınıfa girip öğretmen masasının hemen önündeki üç sandalyeye oturdular ve Karanlık Güçler: Kendini Koruma Rehberi kitaplarını çıkanp alışılmadık bir biçimde sessizce beklemeye başladılar. Az sonra koridordan o tanıdık, takırdayan ayak sesleri duyuldu ve Moody sınıftan içeri girdi. Her zamanki kadar tuhaf ve korkutucu görünüyordu. Cüppesinin hemen altından pençeli, tahta ayağını görebiliyorlardı.
"Kaldırabilirsin)/, onları," diye homurdandı, gürül-

i
248


tüyle masasına gidip oturarak. "Kitapları diyorum. Onlara ihtiyacınız olmayacak."
Kitapları çantalarına koydular. Ron çok heyecanlı görünüyordu.
Moody bir yoklama defteri çıkardı, uzun, kır düşmüş gri saçını çarpık ve yaralı yüzünün önünden çekti ve isimleri okumaya başladı. Normal gözü listede düzenli bir şekilde aşağı doğru iniyor, sihirli gözüyse dönüp duruyor, cevap veren öğrencilere odaklanıyordu.
Son öğrenci de orada olduğunu belirttikten sonra, "Pekâlâ," dedi Moody, "bu sınıf hakkında Profesör Lu-pin'den bir mektup aldım. Karanlık yaratıklarla baş etme konusunda bayağı etraflı bir temel eğitim almışsınız - Böcürt'leri, Kırmızı Kafa'ları, Hinzıpır'lan, Garke-nez'leri, Kappa'lan ve ********ları işlemişsiniz, öyle değil mi?"
Sınıftan onaylama niteliğinde bir uğultu yükseldi.
"Ama lanetler konusunda geridesiniz, hem de çok geride," dedi Moody. "Bana da, büyücülerin birbirlerine neler yapabilecekleri konusunda sizi adam etmek düşüyor. Size sadece bir yılda Karanlık -"
"Ne, kalmıyor musunuz?" dedi Ron, kendine hâkim olamayarak.
Moody'nin sihirli gözü dönüp Ron'a dikildi; Ron hayli endişeli görünüyordu, ama az sonra Moody gülümsedi - Harry onun güldüğünü ilk kez görüyordu. Zaten ciddi şekilde yaralı olan yüzü, gülünce daha da çarpılıp kasıldı, ama yine de gülümsemek gibi sıcak bir şey yapabildiğini görmek güzeldi. Ron da rahatlamış gibiydi.
249

"Sen Arthur Weasley'nin oğlusun, ha?" dedi Mo-ody. "Baban birkaç gün önce beni çok zor bir durumdan kurtardı... Evet, sadece bir yd kalıyorum. Dumble-dore'a özel bir iyilik bu... Sadece bir yıl, ondan sonra sakin emekliliğime dönüyorum."
Kaba bir kahkaha attı ve boğum boğum ellerini birbirine çarptı.
"Pekâlâ - hemen başlayalım. Lanetler. Farklı farklı güçlerde, farklı farklı şekillerdedir. Şimdi, Sihir Bakanlığı'na bakılırsa, size karşı-lanetleri öğretip işi orada bırakmam gerekiyor. Altıncı sınıfa kadar size yasadışı Karanlık lanetlerin neye benzediklerini göstermemeliymi-şim. Sözde, o zamana kadar bunlarla başa çıkabilecek kadar büyümüş olmazrruşsınız. Ama Profesör Dumble-dore sizin cesaretinize güveniyor, Karanlık lanetlerin üstesinden gelebileceğinizi düşünüyor. Ben de diyorum ki, neyle karşı karşıya olduğunuzu ne kadar erken öğrenirseniz o kadar iyi. Daha önce hiç görmediğiniz bir şeye karşı kendinizi nasıl savunacaksınız ki? Size yasadışı bir lanet yapmak üzere olan bir büyücü, durup da ne yaptığım söylemez. Yüzünüze bakıp tatlı tatlı, kibar kibar yapmaz. Hazırlıklı olmanız lazım. Tetikte ve dikkatli olmanız lazım. Miss Brown, ben konuşurken onu ortadan kaldırmanız lazım."
Lavender sıçradı ve kıpkırmızı kesildi. Sıranın altından Parvati'ye tamamlanmış yıldız tablosunu gösteriyordu. Belli ki Moody'nin sihirli gözü hem başının arkasından, hem de tahtanın içinden görebiliyordu.
"Pekâlâ... büyücülük kanunlarına göre hangi lanet-
250

lerin en ağır şekilde cezalandırıldığını bileniniz var mı?"
Birkaç tane tereddütlü el kalktı, bunlara Ron'un ve Hermione'nin elleri de dahildi. Moody, Ron'u işaret etti, ama sihirli gözü hâlâ Lavender'ın üzerindeydi.
"Ee," dedi Ron tereddüt ederek, "babam bana bir tanesinden bahsetmişti... Adı Imperius laneti olabilir mi?"
"Ah, evet," dedi Moody takdirle. "Baban o laneti bilir tabii. Zamanında Bakanhk'ın başına epey bela olmuştu Imperius laneti."
Moody birbirleriyle uyumsuz ayaklarının üzerinde ağır ağır doğruldu, masasının çekmecesini açtı ve cam bir kavanoz çıkardı. İçinde üç tane büyük ve siyah örümcek koşuşturuyordu. Harry yanında oturan Ron'un arkaya kaykıldığım hissetti - örümceklerden nefret ederdi o.
Moody elini kavanoza soktu, örümceklerden birini yakaladı ve hepsinin görebileceği şekilde avcunun içinde tuttu.
Sonra asasını ona doğrulttu ve mırıldandı: "Imperio!"
Örümcek Moody'nin elinden atlayıp ince, ipeksi bir ipliğin ucunda öne arkaya, sanki trapezdeymiş gibi sallanmaya başladı. Bacaklannı kasarak açtı, bir ters parende attı ve ipliğini koparıp masanın üstüne indi, sonra da orada daireler çizerek yan yan takla atmaya başladı. Moody asasını şöyle bir silkti, örümcek arka bacaklarından ikisinin üzerine kalktı ve basbayağı step dansı yapmaya başladı.
251

i
Herkes kahkahalarla gülüyordu - yani Moody hariç herkes.
"Komik buluyorsunuz, değil mi?" diye kükredi. "Bunu size yapsam hoşunuza gider mi?"
Kahkahalar hemen o anda kesildi.
"Tam kontrol," dedi Moody alçak sesle. Örümcek kendini top haline getirip yuvarlanmaya başlamıştı. "Onun pencereden dışan atlamasını, kendini boğmasını, içinizden birinin gırtlağına atılmasını sağlayabilirim..."
Ron elinde olmadan ürperdi.
"Yular önce, Imperius lanetiyle kontrol edilen birçok cadı ve büyücü vardı," dedi Moody. Harry onun Voldemort'un gücünün doruğunda olduğu dönemden bahsettiğini anlamıştı. "Bakanlık kime bir şeylerin zorla yaptırıldığını, kimin kendi isteğiyle hareket ettiğini ayırt etmekte epey güçlük çekti.
"Imperius lanetine direnilebilir, ben de size bunun nasıl yapılacağını öğreteceğim. Ama gerçek bir irade gücü gerekiyor ve bu herkeste olmayan bir şey. Mümkünse bu lanete hedef olmaktan kaçının, daha iyi. SÜREKLİ TETİKTE OLUN!" diye gürledi. Herkes yerinden sıçradı.
Moody salto atmakla meşgul olan örümceği yakaladı ve kavanozuna geri koydu. "Başka lanet bilen var mı? Yine yasadışı bir lanet?"
Hermione'nin eli yine kalktı. Şaşırtıcı bir şekilde, Neville'inki de. Oysa onun konuşmaya gönüllü olduğu tek ders, açık arayla en iyi dersi olan Bitkibilim'di. Ne-vülc de kendi cüretine şaşırmış görünüyordu.

252


"Evet?" dedi Moody. Sihirli gözü yuvasında dönüp Neville'e sabidendi.
"Bir de şey var - Cruciatus laneti," dedi Neville, kısık ama anlaşılır bir sesle.
Moody, Neville'e büyük bir dikkatle bakıyor, dahası şimdi bu iş için iki gözünü de kullanıyordu.
"Adın Longbottom mı?" dedi, sihirli gözü aşağı devrilip Üsteyi kontrol ederken.
Neville başıyla tedirgin tedirgin onayladı, ama Moody başka soru sormadı. Sınıfa arkasını dönüp kavanoza elini soktu ve yeni bir örümcek alıp masanın üstüne koydu. Örümcek masanın üstünde kaskatı duruyordu, belli ki hareket edemeyecek kadar korkmuştu.
"Cruciatus laneti," dedi Moody. "Biraz daha büyük olmalı ki anlayabilesiniz." Asasını örümceğe doğrulttu ve, "Engorgio!" dedi.
Örümcek şişti. Şimdi bir tarantuladan daha iriydi. Artık kendine hâkim olma gayretinden tamamen vazgeçen Ron, sandalyesini geri çekip Moody'nin masasından olabildiğince uzaklaştırdı.
Moody yine asasını kaldırdı, örümceğe doğrulttu ve mırıldandı: "Crucio!"
Örümceğin bacaklan birden bedeninin üstüne doğru kıvrıldı. Hayvan dönüp korkunç bir şekilde kasılmaya, sağa sola yuvarlanmaya başlamıştı. Örümcekten hiç ses çıkmıyordu, ama Harry onun ses çıkarabilse çığlık atıyor olacağından emindi. Moody asasını çekmedi, örümcek daha da şiddetle titreyip kasılmaya başladı -
"Yeter!" dedi Hermione tiz bir sesle.
253

Harry dönüp ona baktı. Hermione örümceğe bakmıyordu, Neville'e bakıyordu. Onun bakışlarını takip eden Harry, Nevüle'in ellerinin sıraya sımsıkı yapıştığını, parmaklarından kanın çekildiğini, gözlerininse dehşetle iri iri açılmış olduğunu gördü.
Moody asasını kaldırdı. Örümceğin bacakları gevşedi, ama hâlâ seğiriyordu.
Moody, "Reducio," diye mırıldandı ve örümcek normal boyuna döndü. Moody onu alıp kavanoza koydu.
"Acı," dedi Moody hafifçe. "Cruciatus lanetini biliyorsanız, birine işkence etmek için kerpetene ve bıçağa ihtiyacınız olmaz... Bir ara bu lanet de çok popülerdi.
"Pekâlâ... başka bir lanet bilen?"
Harry çevresine baktı. Herkesin yüzünden, son örümceğin başına neler geleceğini merak ettikleri anlaşılıyordu. Hermione'nin eli biraz titreyerek de olsa üçüncü kez havaya kalktı.
"Evet?" dedi Moody, ona bakarak.
"Avada Kedavra," diye fısıldadı Hermione.
Birkaç kişi dönüp ona tedirgin bakışlar attı, bunlara Ron da dahildi.
"Ah," dedi Moody. Yamuk ağzı yine bir gülümsemeyle çarpıldı. "Evet, sonuncusu, en kötüsü. Avada Ke-davra... öldüren lanet."
Elini cam kavanozun içine soktu. Üçüncü örümcek başına neler geleceğini biliyormuşçasma kavanozun dibinde deli gibi koşuşturmaya başladı, Moody'nin parmaklarından kaçmaya çalışıyordu. Ama Moody onu sıkıştırdı ve masanın üstüne yerleştirdi. Örümcek
254

bu defa da tahta yüzeyin üstünde delice koşuşturmaya başladı.
Moody asasını kaldırdı ve birden Harry'nin içini kötü bir his sardı.
"Avcıda Kedavra!" diye kükredi Moody.
Göz kamaştırıcı bir yeşil ışık çaktı ve bir hışırdama duyuldu, sanki devasa ve görünmez bir şey havayı yararak geliyordu. Örümcek aniden sırtüstü devrildi. Üstünde herhangi bir iz yoktu, ama öldüğü kesindi. Kızların çoğu çığlık atmamak için kendilerine güçlükle hâkim oldular. Örümcek ona doğru kayarken Ron geriye sıçradı, az daha sandalyesiyle birlikte arkaya devrilecekti.
Moody ölü örümceği masanın üstünden süpürüp yere attı.
"Güzel değil," dedi sakin bir ses tonuyla. "Hoş değil. Ve bir karşı-laneti yok. Önlemenin yolu da yok. Şimdiye kadar sadece bir kişi bundan sağ çıkabüdi, o da tam karşımda oturuyor."
Harry yüzünün kızardığını hissetti, Moody'nin gözleri (ikisi birden) ona çevriliydi. Ayrıca bütün sınıfın bakışlarını da üzerinde hissedebiliyordu. Harry ise, boş karatahtaya sanki büyülenmiş gibi bakıyordu, oysa tahtayı görmüyordu bile...
Demek annesi ve babası böyle ölmüştü... tıpkı o örümcek gibi. Onlar da tek bir leke, tek bir iz almadan mı ölmüşlerdi acaba? Yaşam bedenlerinden alınmadan önce, yeşil ışığın çaktığını görmüş ve hızla gelen ölümün sesini mi duymuşlardı?
255

l
Harry üç yıldır annesinin ve babasının ölümünü tekrar tekrar gözünde canlandırıyordu. Öldürüldüklerini öğrendiğinden beri, o gece ne olduğunu öğrendiğinden beri gözünde canlandırıyordu bunu: Kılkuyruk ihanet edip annesinin ve babasının yerini Voldemort'a söylemiş, o da kulübelerine gelip onlan bulmuştu. Voldemorf un önce Harry'nin babasını öldürmesi... James Potter'ın onu engellemeye çalışması ve karısına seslenerek Harry'yi alıp kaçmasını söylemesi... Voldemorfun Lily Potter'ın üstüne gitmesi ve Harry'yi öldürebilmek için ona kenara çekilmesini söylemesi... Annesinin Harry'nin yerine kendisini öldürmesi için yalvarması, oğlunun önünden çekilmeyi reddetmesi... Bunun üzerine Voldemorfun onu da öldürmesi, sonra da asasını Harr/ye doğrultması...
Harry geçen yıl Ruh Emici'lerle mücadele ederken annesiyle babasının seslerini duyduğu için bu ayrıntıları biliyordu - çünkü Ruh Emici'lerin korkunç gücü buydu: Kurbanlarına en kötü anılarını yeniden yaşatmak ve onları kendi umutsuzlukları içinde boğup güçsüz bırakmak...
Moody yine konuşmaya başlamıştı, ama Harry'ye çok uzaktan sesleniyormuş gibi geliyordu. Harry büyük bir gayret göstererek kendini toparlayıp şimdiki zamana döndü ve Moody'nin söylediklerini dinlemeye başladı.
"Avada Kedavra lanetinin arkasında çok güçlü bir büyü olması gerekiyor. Şimdi hepiniz asalarınızı çıkarıp bana doğrultabilir ve gerekli sözcükleri söyleyebilirsiniz, ama bunun sonucunda burnum bile kanasa şaşa-

256


rım. Ama bu önemli değil. Görevim size bu lanetin nasıl yapılacağını göstermek değil.
"Peki, madem bir karşı-laneti yok, size niye gösteriyorum bunu? Çünkü bilmek zorundasınız. Beterin beterinin gücünü görmek zorundasınız ki, karşı karşıya kalmaktan kaçının. SÜREKLİ TETİKTE OLUN!" diye kük-redi ve bütün sınıf yine sıçradı.
"Şimdi... bu üç lanet, yani Avada Kedavra, Imperi-us ve Cruciatus, Affedilmez Lanetler olarak bilinirler. Bunlardan herhangi birinin bir insan üzerinde kullanılması, Azkaban'da ömür boyu yatmak için yeterlidir. İşte karşınızda böyle bir şey var. Size savaşmayı öğretmem gereken şey, böyle bir şey işte. Hazırlanmanız gerekiyor. Silahlanmanız gerekiyor. Ama en önemlisi, sürekli, aralıksız, tetikte olmanız gerekiyor. Tüy kalemlerinizi çıkarın... yazın..."
Dersin geri kalanını Affedilmez Lanetlerin her biri üzerine notlar alarak geçirdiler. Zil çalana dek kimse konuşmadı - ama Moody dersi bitirip de herkes sınıftan çıkınca, bir konuşma seli patlak verdi. Çoğu hayranlık içinde lanetleri tartışıyordu: "Nasıl seğiriyordu, gördün mü?" "- onu nasıl da öldürdü, anında!"
Dersten müthiş bir gösteriymişçesine bahsediyorlardı, ama Harry dersi pek de eğlenceli bulmamıştı. Görünüşe bakılırsa, Hermione de aynı duyguları paylaşıyordu.
"Acele edin," dedi gergin bir sesle Harry ve Ron'a.
"Yine o kahrolası kütüphaneye gitmiyoruz ya?" dedi Ron.
257

GeCeLeR
12-10-2006, 02:01 AM
ON BEŞİNCİ BÖLÜM
Beauxbatons ve Durmstrang

Harry ertesi sabah erkenden uyandığında, aklında eksiksiz bir plan vardı. Sanki uyuyan beyni bütün gece bu plan üstünde çalışmıştı. Kalktı, şafağın solgun ışığında giyindi; Ron'u uyandırmadan yatakhaneden çıkıp boş ortak salona gitti. Kehanet ödevinin hâlâ ürerinde durduğu masadan bir parşömen aldı ve şu mektubu yazdı:
Sevgili Sirius,
Sanırım yara izimin acıdığını sadece hayal ettim. Sana son yazdığımda uyku mahmuruydum. Geri gelmenin anlamı yok, burada her şey iyi. Benim için kaygılanma, başım tamamen normale benziyor.
Harry
Sonra portre deliğinden tırmandı, sessiz şatonun içinden geçti (sadece dördüncü kat koridorunun orta yerinde, üzerine büyük bir vazo yuvarlamaya çalışan Peeves tarafından kısa bir süre yolu kesildi), sonunda da Bati Kulesi'nin tepesindeki Baykuşhane'ye geldi.
270

Baykuşhane yuvarlak, taş bir odaydı, pencerelerden hiçbirinde cam olmadığı için hayli soğuk ve esintiliydi. Döşeme tamamen samanla, baykuş pisliğiyle ve tükürülmüş fare ve tarla sıçanı iskeletleriyle kaplıydı. Akla gelebilecek her türden yüzlerce baykuş burada, kulenin ta tepesine kadar uzanan tüneklere yerleşmişlerdi. Çoğu uyuyordu, ama arada bir yuvarlak, kehribar rengi bir göz Harry'ye ateş saçarak bakıyordu. Hedwig'in bir hüthüt kuşuyla bir kahverengi baykuş arasına kurulmuş olduğunu gördü, pislikle kaplı döşemede birazcık kayarak telaşla onun yanına gitti.
Hedvvig'i uyandırması ve kendine bakmasını sağlamaya ikna etmesi zor oldu, tüneğinde kıpırdanıp duruyor, ona kuyruğunu gösteriyordu. Belli ki Harry bir önceki gece ona şükranlarını sunmadığı için hâlâ kızgındı. Ama Harry ona, belki sen çok yorgunsun, belki Ron'dan Pigwidgeon'ı ödünç istesem daha iyi olur deyince, Hedwig bacağını uzattı. Harry de mektubu onun" bacağına bağladı.
Onu koluna alıp duvardaki deliklerden birine taşırken, sırtını okşayıp, "Sirius'u bul, olur mu?" dedi. "Ruh Emici'ler bulmadan önce."
Hedwig, Harry'nin parmağını her zamankinden daha sertçe gagalasa da, ona güvence verircesine kulağına doğru usul usul ötmeyi ihmal etmedi. Sonra kanatlarını açıp güneşe doğru havalandı. Harry, karnındaki o tanıdık rahatsızlık duygusuyla, Hedwig'in uçarak gözden kaybolmasını izledi. Oysa Sirius'un daha
271


önceki cevabını beklerken, bunun kaygılarını artırmaktan çok azaltacağına öyle güvenmişti ki.
*
Harry kahvaltıda, Hermione ve Ron'a ne yaptığını söylediğinde, "Ama bu yalan, Harry," dedi Hermione. "Yara izinin acıdığını hayal etmedin, bunu da gayet iyi biliyorsun."
"N'olmuş?" dedi Harry. "Benim yüzümden Azka-ban'a dönmeyecek."
Hermione tartışmayı sürdürmek için ağzını açınca, Ron ona sertçe, "Kapat bu konuyu," dedi. Hermione bu seferlik onu dinleyip sustu.
Harry ondan sonraki iki hafta boyunca Sirius'u düşünüp kaygılanmamak için elinden geleni yaptı. Evet, her sabah posta baykuşları geldiğinde endişeyle çevreye bakınmadan duramıyordu, geceleri uyumadan önce karanlık bir Londra sokağında Ruh Emici'ler tarafından kıstırılmış Sirius'a ilişkin korkunç manzaralar görmeyi de en-gelleyemiyordu gerçi. Ama hiç olmazsa sabahla gece arasındaki saatlerde kafasını vaftiz babasına takmamaya çalışıyordu. Keşke Quidditch olsaydı, aklımı bunlardan uzaklaştırırdı; karışık bir kafaya en iyi gelen şey, zorlu bir antrenmandır, diye düşünüyordu. Öte yandan, dersleri de eskisinden çok daha çetin ve zahmetli bir hal almıştı. Özellikle, Karanlık Sanatlara Karşı Savunma dersi.
Profesör Moody, Imperius lanetinin gücünü göstermek ve etkilerine karşı koyup koyamayacaklannı görmek için hepsine sırayla bu laneti uygulayacağını söyleyerek onları şaşırtmıştı.

272


Moody asasının bir hareketiyle sıraları ortadan kaldırıp odanın ortasında kocaman bir boşluk bırakırken, Hermione kararsızca, "Ama - ama yasal olmadığını söylemiştiniz, Profesör," dedi. "Demiştiniz ki - bunu bir başka insana karşı kullanmak -"
Moody, sihirli gözü Hermione'ye dönüp tekinsiz, sabit bir bakışla dikilerek, "Dumbledore bunun nasıl bir duygu olduğunun size öğretilmesini istiyor," dedi. "Belki öğrenmek için zor yolu seçersin - yani başka biri seni tamamen kontrolü altına almak için bu laneti yapınca öğrenirsin - bana göre hava hoş. Dersten affedildin. Git bakalım."
Boğum boğum parmağıyla kapıyı gösterdi. Hermione kıpkırmızı oldu, gitmek istediğini kastetmediği anlamında bir şeyler mırıldandı. Harry ve Ron birbirlerine bakıp sırıttılar. Hermione'nin böyle önemli bir dersi kaçırmaktansa Bezeliyumru irini yemeyi tercih edeceğini biliyorlardı.
Moody öğrencileri sırayla öne çağırıp onlara Impe-rius laneti yapmaya başladı. Harry sınıf arkadaşlarının bu lanetin etkisi altında birer birer en olmadık şeyleri yapmalarını izledi. Dean Thomas milli marşı söyleyerek ve zıplayarak üç kez odanın çevresinde dolaştı. La-vender Brown sincap taklidi yaptı. Neville normal halinde kesinlikle beceremeyeceği bir dizi hayli şaşırtıcı JHttnastik numarası sundu. İçlerinden hiçbiri lanete kar-Şi mücadele edecek güçte değil gibiydi ve hepsi ancak "oody laneti kaldırınca kendine geldi.
"Potter," diye homurdandı Moody, "sıra sende."
,273


Harry öne, sınıfın ortasına Moody'nin sıraları kaldırıp açtığı boşluğa yürüdü. Moody asasını kaldırdı, Harry'ye doğrulttu ve, "Imperio!" dedi.
Harikulade bir duyguydu. Harry, kafasındaki bütün düşüncelerle kaygılar tatlı tatlı temizlenip yerlerinde sadece varlığı ve kaynağı belirsiz bir mutluluk kalırken, uçarcasına bir duyguya kapıldı. Kendini son derece rahatlamış hissediyordu, herkesin onu izlediğinin de hayal meyal farkındaydı.
Derken Deli-Göz Moody'nin sesini duydu, boş beyninin uzaklardaki bir odasında yankılanıyordu: Sıranın üstüne atla... Sıranın üstüne atla...
4
m- l
Harry söz dinler bir şekilde zıplamaya hazırlanarak dizlerini büktü.
Sıranın üstüne atla...
Niye ama?
Beyninin gerisinde bir başka ses uyanmıştı. Aslında, bu aptalca bir şey, dedi ses. _ Sıranın üstüne atla...
Hayır, sanmıyorum, teşekkürler, dedi diğer ses, biraz daha kesin şekilde... Hayır, pek istemiyorum bunu...
Atla.' HEMEN.'
Harry bundan sonra hatırı saydır bir acı hissetti. Hem zıplamış, hem de kendi zıplamasını engellemeye çalışmıştı - sonuçta da kafa üstü sıraya çakılmış, onu yere devirmiş ve, bacaklarının sızlamasına bakılırsa, her iki dizini de kırmıştı.
Moody'nin sesi, "İşte, bu daha iyi!" dedi. Ve Harry birden kafasındaki boşluğun, yankılanma duy-

274


gusunun yok olduğunu hissetti. Neler olduğunu tam olarak hatırladı, dizlerindeki ağrı da iki katına çıkmış gibiydi.
"Şuna bakın, siz... Potter mücadele etti! Onunla mücadele etti ve az daha yeniyordu! Yeniden deneyeceğiz, Potter. Siz, geri kalanlar da dikkat edin - gözlerini kollayın, orada göreceksiniz. Çok iyi, Potter, gerçekten çok iyi! Seni kontrol etmekte güçlük çekecekler!"
Bir saat sonra Harry, Karanlık Sanatlara Karşı Savunma dersinden seke seke çıkarken (Harry lanete tamamen direnebilene kadar Moody tam dört sefer aynı şeyi tekrarlatmıştı), "Öyle bir konuşuyor ki," diye mırıldandı, "sanki hepimiz her an saldırıya uğrayacakmı-şız sanırsın."
Her iki adımda bir sıçrayan Ron, "Evet, biliyorum," dedi. Lanetle başa çıkmakta Hany'den daha çok zorlanmıştı ama, Moody etkilerin öğle yemeği vaktine kadar geçeceği konusunda güvence vermişti. "İş paranoyak olmaya gelince..." Ron omzunun üstünden tedirgin tedirgin geriye baktı, Moody'nin onu işitecek kadar yakında olup olmadığını kontrol etmek istiyordu. "Bakanlık'ta ondan kurtulmak istemelerine şaşmamalı. Nisan Bir günü arkasından "böö" diye bağıran cadıya ne yaptığım Seamus'a söylerken duydun mu? Hem yapacak bunca işimiz varken, Imperius lanetini enine boyuna incelemeye vakit bulabilecek miyiz bakalım?"
Bütün dördüncü sınıflar bu sömestr yapmaları gereken ödevlerin belirgin biçimde arttığının farkındaydı. Profesör McGonagall, onlara verdiği Biçim Değiştirme
. 275


ödevinin miktarı karşısında sınıftan büyük bir inilti yükselince, bunun nedenini açıklamıştı.
Gözleri, kare şeklindeki gözlüğünün arkasında tehlikeli bir şekilde parüdayarak, "Şimdi sihir eğitiminin çok önemli bir evresine giriyorsunuz!" demişti onlara. "Sıradan Büyücülük Düzeyleriniz yaklaşıyor -"
Dean Thomas kızgın kızgın, "Beşinci sınıfa kadar S. B. D. almıyoruz!" dedi.
"Belki almıyorsunuz, Thomas, ama inan bana her türlü hazırlığa ihtiyacınız olacak! Bu sınıfta bir kirpiyi tatmin edici şekilde iğnedenliğe çevirmeyi beceren tek kişi hâlâ Miss Granger. Sana hatırlatayım, Thomas, senin iğnedenliğin, yanına iğneyle yaklaşan birini görünce hâlâ korkuyla büzülüyor!"
Bir kez daha kıpkırmızı olan Hermione, halinden memnunmuş gibi görünmemeye çalıştı.
Harry ve Ron, Profesör Trelawney bir sonraki Kehanet dersinde onlara ödevleriyle en iyi notlan aldıklarını söyleyince çok eğlendiler. Profesör onlann tahminlerinin büyük bölümünü yüksek sesle okumuş, onları bekleyen dehşet verici şeyleri kulan kıpırdamadan kabul ettikleri için ikisini de övmüştü - ama aynı şeyi bir sonraki ay için de yapmalarını söyleyince pek o kadar eğlenmediler; ikisi de artık felaket bulmakta zorlanıyordu.
Bu arada, Sihir Tarihi'ni okutan hayalet, Profesör Binns, onlara on sekizinci yüzyılın Cincüce İsyanları hakkında haftada bir deneme yazdırıyordu. Profesör Snape ise panzehir bulmaya zorluyordu. Bu ödevi ciddiye almışlardı, çünkü panzehirlerinin işe yarayıp yara-

276


madiğini görmek için Noel'den önce içlerinden birini zehirleyebileceğini ima etmişti. Profesör Flitwick ise onlardan, yaklaşan Çağırma Büyüleri derslerine hazırlık olarak üç ek kitap okumalarını istemişti.
Hagrid bile ödev yükünü ağırlaştınyordu. Patlar-Uçlu Kelekerler, hiç kimsenin onların ne yediğini keşfedememiş olmasını da hesaba katacak olursanız, dikkat çekici bir hızla büyüyordu. Hagrid durumdan pek hoşnuttu. "Proje" lerinin bir parçası olarak, Kelekerleri gözlemek ve olağanüstü davranışları hakkında notlar almak amacıyla iki akşamda bir kulübesine gelmelerini söylemişti.
Hagrid torbasından koskocaman bir oyuncak çıkaran Noel Baba tavrıyla bunu önerdiğinde, Draco Mal-foy düpedüz, "Yapmıyorum," dedi. "Dersler sırasında bu pis şeyler zaten canıma yetti, teşekkürler, almayayım."
Hagrid'in yüzündeki gülümseme silindi.
"Sana ne denirse onu yapacaksın," diye homurdandı, "ya da Profesör Moody'den ilham alırım... İyi bir dağ gelinciği olduğun söyleniyor, Malfoy."
Gryffindor'lar kahkahadan kırıldı. Malfoy öfkeyle kızardı, ama belli ki Moody'nin cezasının hatırası Hag-rid'e cevap vermesini önleyecek kadar acılıydı. Harry, Ron ve Hermione dersin sonunda şatoya neşeyle döndüler. Hagrid'in Malfoy'a haddini bildirmesini görmek pek keyifliydi doğrusu. Özellikle de Malfoy'un bir yıl önce Hagrid'in atılması için elinden geleni yaptığını düşünecek olursanız.
277

Giriş Salonu'na vardıklarında, orada toplanmış öğrenci kalabalığı yüzünden daha fazla ilerleyemediler. Öğrencilerin hepsi mermer merdivenin alt tarafına asılmış koca bir duyurunun çevresinde toplanmıştı. Üçünün en uzun boylusu olan Ron, önündekilerin başlarının üstünden görebilmek için parmaklarının ucuna yükseldi ve duyuru metnini diğer ikisine yüksek sesle okudu:
ÜÇBÜYÜCÜ TURNUVASI Beauxbatons ve Durmstrang heyetleri 30 Ekim Cuma günü saat 6'da gelecektir. Dersler bundan yarım saat önce sona erecektir -
"Harika!" dedi Harry. "Cuma son ders İksir! Sna-pe'in bizi zehirlemeye valcti kalmayacak!"
öğrenciler çantalanyla kitaplarını yatakhanelerine götürecek ve Hoş Geldin Şöleni'nden önce ko~ - nuklanmızı karşılamak için şatonun önünde toplanacaktır.
•j
Hufflepuff tan Ernie Macmillan kalabalığın arasından belirerek, "Sadece bir hafta kaldı!" dedi. Gözleri parlıyordu. "Acaba Cedric biliyor mu? Gidip ona söylesem iyi olacak..."
Ernie telaşla uzaklaşırken, Ron boş bakışlarla, "Cedric mi?" dedi.
"Diggory," dedi Harry. "Turnuva'ya katılıyor olmalı."
278

"O salak Hogwarts şampiyonu olacak, ha?" dedi Ron, gevezelik eden kalabalık arasından kendilerine yol açıp merdivene doğru giderlerken.
"Salak değil," dedi Hermione. "Sen ondan sadece takımı Quidditch'te Gryffindor'u yendiği için hoşlanmıyorsun. Çok iyi bir öğrenci olduğunu duydum - ayrıca Sınıf Başkanı."
Konuya son noktayı koymuş gibi bir hali vardı.
Ron iğneli iğneli, "Sen ondan sadece yakışıklı olduğu için hoşlanıyorsun," dedi.
Hermione incinmiş bir edayla, "Kusura bakma ama, ben insanlardan sadece yakışıklı oldukları için hoşlanmam!" dedi.
Ron yüksek sesle, sahte sahte öksürdü; sanki "Lock-hart" der gibiydi.
Giriş Salonu'na asılan duyurunun şato sakinleri üzerinde belirgin bir etkisi oldu. Ondan sonraki hafta boyunca, Harry nereye giderse gitsin, tek sohbet konusu vardı: Üçbüyücü Turnuvası. Söylentiler bulaşıcı mikrop gibi öğrenciden öğrenciye uçuyordu: Kim Hog-vvarts şampiyonu olmaya çalışacakmış, Turnuva'da neler olacakmış, Beauxbatons ve Durmstrang öğrencileri onlardan ne şekilde farklıymış, falan.
Harry şatonun da titiz mi titiz bir temizlik işleminden geçtiğini fark etti. Birtakım kirlenmiş portreler ovulup temizlenmişti, ne var ki portre sakinleri bundan hiç hoşlanmamıştı, çerçeveleri içinde karanlık mırıldanmalarla toplanmış oturuyor ve temizlikten acıyan pembe yüzlerini ellerken yüzlerini buruşturuyorlardı. Zırhlar
279

birden parlamaya başlamıştı, artık hareket edince gıcırdamıyorlardı. Hademe Argus Filch ise ayakkabılarını silmeyi unutan öğrencilere öyle korkunç davranıyordu ki, birinci sınıftan iki kızı korkutup isteri krizi geçirmelerine neden oldu.
Öğretmenler de aynı derecede gergin görünüyorlardı.
Profesör McGonagall, Neville'in kendi kulaklarını yanlışlıkla kaktüse dönüştürdüğü çok zor bir dersin sonunda, "Longbottom!" diye bağırdı ona, havlarcasına. "Lütfen basit bir Değişim Büyüsü'nü bile beceremediğini Durmstrang'dan hiç kimsenin önünde belli etme\"
30 Ekim sabahı kahvaltıya indiklerinde, geceleyin Büyük Salon'un süslenmiş olduğunu gördüler. Duvarlarından, her biri bir Hogwarts binasını temsil eden muazzam, ipek flamalar sarkıyordu: Gryffindor için üzerinde altın bir aslan olan kırmızı bir flama, Ravenc-law için bronz kartallı mavi bir tane, Hufflepuff için siyah porsuklu sarı bir flama ve Slytherin'e de gümüş yı-lank yeşil bir tane. Öğretmenler masasının arkasında asılı en büyük flamada ise Hogvvarts arması vardı: Kocaman bir "H" harfinin çevresinde birleşmiş aslan, kartal, porsuk ve yılan.
Harry, Ron ve Hermione, Gryffindor masasında Fred ve George'u gördüler. İkisi bir kez daha, görülmemiş şekilde herkesten uzakta oturmuş, kendi aralarında alçak sesle konuşuyorlardı. Ron öne düşüp onların yanına gitti.
George umutsuzca, "Tamam, bir baş belası," diyor-
280

du Fred'e. "Ama bizimle şahsen konuşmazsa, biz de ona mektubu yollarız. Ya da eline sıkıştırırız. Sonsuza kadar bizden kaçacak hali yok ya."
Yanlarına oturan Ron, "Sizden kaçan kim?" dedi.
Konuşmalarının kesilmesine kızan Fred, "Keşke sen olsaydın," diye cevap verdi.
Ron, "Baş belası olan da ne?" diye sordu George'a.
"İnsanın senin gibi burnunu her şeye sokan bir kardeşi olması," dedi George.
Harry, "Üçbüyücü Turnuvası hakkında ne düşünüyorsunuz?" dedi. "Katılmak için bir yöntem buldunuz mu?"
George acı acı, "McGonagall'a şampiyonların nasıl seçildiğini sordum, ama söylemedi," dedi. "Bana çenemi tutup, rakunumun Biçimini Değiştirmekle uğraşmamı söyledi."
Ron düşünceli düşünceli, "Acaba görevler ne?" dedi. "Biliyor musun, bence onların üstesinden geliriz, Harry. Daha önce de tehlikeli işler yaptık..."
Fred, "Ama bir hakem heyeti önünde değil," dedi. "McGonagall şampiyonların, görevleri ne kadar iyi yerine getirdiklerine göre puan alacaklarını söylüyor."
"Hakemler kim?" diye sordu Harry.
Hermione, "Eh, katılan okulların Müdürleri hep heyette olur," dedi. Herkes şaşkınlıkla dönüp ona baktı. "Çünkü 1792 Turnuvası'nda, şampiyonların yakalaması gereken kanatlı yılan gemi azıya alınca, üçü yaralanmıştı."
Hepsinin ona baktığını görünce, kendi okuduğu ki-
281

tapları başkasının okumadığım görmenin her zamanki sabırsızlığıyla, "Hepsi Hogıuarts: Bir Tarih'te yazılı," dedi. "Ama tabii tam anlamıyla güvenilir bir kitap değil. 'Gözden Geçirilmiş Hogwarts Tarihi' deseler daha doğru bir ad olurmuş. Ya da 'Okulun Kötü Yanlannı Cilalayan, Son Derece Taraflı ve Seçici Hogwarts Tarihi'."
"Ne demek istiyorsun?" dedi Ron, oysa Harry işin nereye varacağını tahmin etmiş gibiydi.
Hermione yüksek sesle ve Harry'yi haklı çıkararak, "Ev cinleri!" dedi. "Hogıvarts: Bir Tarih'in bini aşkın sayfasında, yüz kölenin baskı altında tutulması hakkında hepimizin fikir birliği halinde olduğundan bir kez bile söz edilmiyor!"
Harry başını salladı ve yeniden yağda pişmiş yu-murtasıyla ilgilenmeye koyuldu. Ondaki ve Ron'daki coşku yoksunluğu, Hermione'nin ev cinlerine adalet arama azmini hiç mi hiç törpülememişti. Evet, gerçi ikisi de birer E. R. İ. T. rozeti için iki Sickle vermişlerdi ama, bunu sadece çenesini tutsun diye yapmışlardı. Ancak-Sickle'lan ziyan olup gitmişti. Olsa olsa, Hermione'nin eskisinden de yüksek sesle konuşmaya başlamasını sağladıkları söylenebilirdi. O gün bugündür de Harry ve Ron'u rahatsız edip duruyordu. Önce rozetleri taksınlar diye ikisine baskı yapmış, sonra başkalarını da rozet takmak için iknaya çalışmıştı. Hatta her akşam Gryffindor ortak salonunda insanlan köşeye sıkıştırıp, burunlarının dibinde para toplama tenekesini sallayıp tangırdatarak dolaştırmaya başlamıştı.
Şiddetle, "Ücret verilmeyen, köle edilmiş bir grup
282

sihirli yaratık tarafından çarşaflarınızın değiştirildiğinin, şöminelerinizin yakıldığının, sınıflarınızın temizlendiğinin ve yemeğinizin pişirildiğinin farkındasınız, değil mi?" deyip duruyordu.
Neville gibi bazıları, sırf Hermione onlara gözlerinden ateşler saçarak bakmayı kessin diye para vermeye razı olmuştu. Birkaç tanesi söylediklerine ılımlı bir ilgi göstermiş, ama kampanyada aktif bir rol alma konusunda gönülsüz davranmıştı. Çoğu ise bu işe şaka gözüyle bakıyordu.
Ron şu anda, hepsini güz güneşiyle yıkayan tavana gözlerini çevirmişti, Fred ise pastırmasıyla birden fena halde ilgilenmeye başlamıştı (ikizlerin ikisi de E. R. İ. T. rozeti almayı reddetmişti). Ama George, Hermione'ye eğildi.
"Dinle, Hermione, sen hiç aşağı, mutfağa indin mi??'
"Elbetjte hayır," diye kısa kesti Hermione. "Sanmıyorum ki öğrenciler -"
George, Fred'i göstererek, "Eh, biz indik," dedi, "defalarca, yiyecek yürütmek için. Ve onları gördüm, onlar mutlu. Dünyanın en iyi işine sahip olduklarını düşünüyorlar -"
"Eğitimsiz oldukları ve beyinleri yıkandığı için!" diye başladı Hermione hararetle, ama sonraki sözcükleri yukarıdan gelen ani hışırtılar içinde boğulup gitti. Bu ses posta baykuşlarının geldiğini haber veriyordu. Harry hemen yukarı baktı ve Hedwig'in ona doğru sü-züldüğünü gördü. Hermione de o anda konuşmayı bı-
283

r aktı. Harry'nin omzuna kanat çırparak inen, indikten sonra da kanatlarını kapatıp bacağını yorgun argın uzatan Hedvvig'i endişeyle izlediler.
Harry, Sirius'un cevabını çekip çıkardı, Hedwig'e kendi pastırma halkalarını ikram etti, o da bunları şükranla yedi. Fred ve George'un Üçbüyücü Turnuvası'na ilişkin başka tartışmalara daldıklarından emin olduktan sonra da, Harry, Sirius'un mektubunu Ron ve Hermi-one'ye fısıldayarak okudu.
iyi denemeydi, Harry.
Ülkeye döndüm ve iyi saklandım. Bana Hogıvarts'ta olup biten her şeyi bildirmeye devam etmeni istiyorum. Hedıvig'i kullanma, sürekli baykuş değiştir ve benim için kaygılanma, sen kendine göz kulak ol, yeter. Yara izin hakkında ne dediğimi unutma.
Sirius
Ron yavaşça, "Neden baykuş değiştirmen gerekiyor?" diye sordu.
Hermione hemen, "Hedwig çok dikkat çeker," dedi. "Farklı bir kuş. Sirius nerede saklanıyorsa oraya dönüp duran karbeyaz bir baykuş... Yani, pek yerel bir kuşa benzemiyor, değil mi?"
Harry mektubu rulo yaptı ve cüppesinin içine yerleştirdi. Bir yandan da, eskisinuen daha mı az, daha mı çok kaygılı olduğunu anlamaya çalışıyordu. Sirius'un yakalanmadan geri dönmeyi becermesi iyi bir şeydi herhalde. Onun çok daha yakında olmasının güven ve-
284

rici olduğunu da inkâr edemezdi; artık hiç değilse her
yazışında cevap almak için bu kadar beklemesi gerek
meyecekti. \
"Sağ ol, Hedwig," dedi, onu okşayarak. Kuş uykulu uykulu öttü, gagasını Harry'nin portakal suyu kadehine sokup çıkardı, sonra yeniden uçup gitti. Besbelli Baykuşhane'de sıkı ve uzun bir uyku çekmeye can atıyordu.
O gün havada hoş bir bekleyiş duygusu vardı. Kimse derslere pek kafasını veremedi, herkesin aklı fikri Be-auxbatons ve Durmstrang'lıların akşam gelecek olma-sındaydı. İksir dersi bile, her zamankinden yarım saat kısa olduğu için, çok daha kolay tahammül edilir nitelikteydi. Zil erken çalınca, Harry, Ron ve Hermione koşa koşa Gryffindor Kulesi'ne gittiler, onlara söylendiği gibi çantalarıyla kitaplarını bıraktılar, pelerinlerini giydiler ve telaşla yeniden aşağı, Giriş Salonu'na indiler.
Bina Sorumluları öğrencilerini sıraya sokuyorlardı.
Profesör McGonagall, "VVeasley, şapkanı düzelt," diye payladı Ron'u. "Miss Patil, o gülünç şeyi saçınızdan çıkarın."
Parvati surat astı ve örgüsünün ucundaki büyük, kelebek süsü çıkardı.
"Lütfen beni izleyin," dedi Profesör McGonagall. "Birinci sınıflar önden... itişip kakışmayın..."
Sıra halinde merdivenden indiler ve şatonun önüne dizildiler. Soğuk, duru bir akşamdı. Akşam alacası çö-küyordu ve solgun, şeffaf görünüşlü bir ay şimdiden Yasak Orman'ın üzerinde parlıyordu. Önden dördüncü
285

sırada Ron ile Hermione'nin arasında duran Harry, Dennis Creevey'nin diğer birinci sınıflar arasında heyecandan resmen titrediğini gördü.
Ron saatine göz atarak, "Neredeyse altı oldu," dedi ve ön kapıya gelen yola doğru baktı. "Sizce nasıl gelecekler? Trenle mi?"
"Sanmam," dedi Hermione.
"Öyleyse nasıl? Süpürgeyle mi?" dedi Harry, yıldızlı gökyüzüne bakarak.
"Sanmam... onca uzaktan süpürgeyle gelemezler..."
"Anahtar olmasın?" diye önerdi Ron. "Ya da Cisimlenebilirler - belki onların geldiği yerde on yedi yaşın altındakilerin de Cisimlenmesine izin veriliyordun"
Hermione sabırsızlıkla, "Hogwarts arazisinde Ci-simlenemezsiniz," dedi. "Bunu size kaç kez söyleyece-ğim?"
Karanlığın indiği araziyi heyecanla taradılar, ama hiç hareket yoktu. Her şey her zamanki gibi kıpırtısız, sessiz ve sakindi. Harry üşümeye başlamıştı. Acele etseler bari, diye düşündü... Belki de yabancı öğrenciler dramatik bir giriş yapmaya hazırlanıyorlardı... Mr We-asley'nin Cjuidditch Dünya Kupası'ndan önce kamp ateşi başında söylediklerini hatırladı: "Hep aynı - bir araya geldik mi gösteriş yapmadan duramıyoruz..."
Derken Dumbledore diğer öğretmenlerle birlikte ayakta durduğu arka sıradan seslendi - "Ahha! Eğer fena halde yanılmıyorsam, Beauxbatons heyeti yaklaşıyor!"
286

Birçok öğrenci hevesle, "Ne; ede?" diye sordu, hepsi farklı yönlere bakıyordu.
"îşte!" diye haykırdı bir altıncı sınıf öğrencisi, Or-man'm üzerinde bir noktayı göstererek.
Büyük bir şey, süpürgeden çok daha büyük bir şey -hatta yüz süpürgeden bile- lacivert gökyüzünden şatoya doğru hızla geliyor, her an daha da büyüyordu.
Birinci sınıflardan biri, tamamen kendinden geçerek, "Ejderha bu!" diye haykırdı.
"Aptallık etme... uçan bir ev!" dedi Dennis Cre-evey.
Dennis'in tahmini gerçeğe daha yakındı... Devasa, kara şekil Yasak Orman'daki ağaçların tepelerini sıyırarak geçerken, şato pencerelerinden parıldayan ışıklar üzerine vurdu. Dev gibi, toz mavisi bir atlı araba gör- * düler. Kocaman bir ev boyundaydı, onlara doğru süzülüyordu, her biri beyaz yeleli ve fil boyunda olan bir düzine kanatlı at tarafından çekiliyordu.
Araba daha da aşağı savrulup muazzam bir hızla inişe geçerken, ilk üç sıradaki öğrenciler geriye doğru çekildi. Sonra, atların yemek tabağından büyük nalları muazzam bir darbeyle yere vurdu. Neville geriye zıplayıp beşinci sınıftan bir Slytherin'in ayağına bastı. Bir saniye sonra araba da inmişti. Koskoca tekerleklerinin üzerinde yalpalarken, altın rengi atlar kocaman kafalarını sallıyor ve büyük, alev kırmızısı gözlerini deviriyorlardı.
Harry, arabanın kapısı açılmadan önce, kapının üstünde bir arma (her birinden üç yıldız çıkan çapraz, altın iki asa) olduğunu görebildi ancak.
287

Cüppesi soluk mavi renkte bir oğlan arabadan atladı, ileri doğru eğildi, arabanın döşemesini bir müddet kurcaladı ve bir dizi altın basamağı açtı. Saygıyla geriye doğru sıçradı. Derken Harry parlak, yüksek topuklu, siyah bir ayakkabının (çocuk kızağı büyüklüğünde bir ayakkabı) arabanın içinden çıktığını gördü. Hemen arkasından da ayakkabıyı, Harry'nin hayatında gördüğü en kocaman kadın izledi. Arabanın ve atlann muazzam boyutlarının nedeni o anda belli olmuştu. Birkaç kişi soluğunu tuttu.
Harry hayatında bu kadın kadar kocaman tek bir kişi görmüştü: Hagrid. Aralarında iki üç santimlik bir boy farkı olduğundan bile şüpheliydi. Ama nasılsa -belki de Hagrid'e alıştığı için- (şimdi basamakların dibinde durmuş, fincan gibi gözlerle bekleşen kalabalığa bakan) bu kadın daha da anormal ölçüde kocaman geldi ona. Kadın Giriş Salonu'ndan vuran ışığa doğru yürüdüğü zaman, güzel, yeşil zeytin rengi bir yüzü olduğu ortaya çıktı; büyük, kara, berrak gözleri ve epeyce hürmetli bir burnu vardı. Saçı arkaya çekilip pırıl pırıl bir topuz halinde ensesinde toplanmıştı. Tepeden tırnağa siyah satene bürünmüştü, boynunda ve kalın parmaklarında birçok harika opal ışıldıyordu.
Dumbledore alkışlamaya başladı; onu örnek alan öğrenciler de ellerini çırpmaya koyuldular. Çoğu bu kadına daha iyi bakabilmek için ayak parmaklarının ucunda yükselmişti.
Kadının yüzü gevşedi, zarif bir gülümsemeye büründü ve parıldayan elini uzatarak öne, Dumbledore'a
288

doğru yürüdü. Kendisi de uzun boylu olan Dumbledo-re'un bu eli öpmek için eğilmesine pek gerek kalmadı.
"Aziz Madam Maxime/' dedi. "Hogvvarts'a hoş geldiniz."
Madam Maxime kalın bir sesle, "Dambli-dor," dedi, "iyisindi' umarım?"
"Fevkalade formdayım, teşekkürler," dedi Dumble-dore.
Madam Maxime, muazzam ellerinden birini kayıtsızca arkaya doğru sallayarak, "Öğrencile'im," dedi.
Dikkati tamamen Madam Maxime'in üzerinde toplanmış olan Harry şimdi de, hepsi yeniyetmeliği geride bırakmak üzereymiş gibi görünen bir düzine kadar kızla oğlanı fark etti. Arabadan inmişler, Madam Maxi-me'in arkasında duruyorlardı. Titriyorlardı da, ama bunda şaşılacak bir şey yoktu, çünkü cüppeleri ince ipekten yapılmışa benziyordu, hiçbirinde de pelerin yoktu. Bazıları başlarına eşarp ve şal sarmıştı. Harry'nin görebildiği kadarıyla (Madam Maxime'in muazzam gölgesindeydiler) yüzlerinde endişeli bakışlarla başlarını kaldırmış Hogvvarts'a bakıyorlardı.
"Karka'off geldi mi?" diye sordu Madam Maxime.
"Her an gelebilir," dedi Dumbledore. "Burada bekleyip onunla selamlaşmak mı istersiniz, yoksa içeri ge-Çip biraz ısınmayı mı tercih edersiniz?"
"Isınmayı, sanı'ım" dedi Madam Maxime. "Ama atlar -"
"Sihirli Yaratıkların Bakımı öğretmenimiz onlara "akmaktan memnun olur," dedi Dumbledore. "Başka -
289

ee - görevlerine ilişkin olarak ortaya çıkan önemsiz bir sorunu halledip döner dönmez."
Ron sırıtarak Harry'ye, "Keleker'ler," diye mırıldandı.
Hogwarts'taki herhangi bir Sihirli Yaratıkların Bakımı öğretmeninin bu işe uygun olduğu konusunda şüphesi varmış gibi görünen Madam Maxime, "Atla'ımı idare etmek için - ee - çok kuvvet ge'ek," dedi. "Çok kuvvetliler..."
Dumbledore, "Sizi temin ederim ki Hagrid tam bu işin adamı," diye gülümsedi.
Madam Maxime hafifçe eğilerek, "Çok iyi," dedi. "Lütfen bu 'Agrid'e, atla'ın sadece malt viski içtiğini söyle'siniz mi?"
Dumbledore da eğildi. "İsteğiniz yerine getirilecek."
Madam Maxime öğrencilerine, "Gelin," diye emretti. Öğrencileriyle taş basamaklara yönelirken, Hog-warts'lılar ikiye ayrılıp yol açtılar.
Seamus Finnigan, Lavender ile Parvati'nin üstün-d*en eğilerek Harry ile Ron'a, "Sizce Durmstrang'm atlan ne büyüklükte olacak?" diye sordu.
"Eh, eğer bunlardan büyüklerse, onlarla Hagrid bile başa çıkamaz," dedi Harry. "Yani, Keleker'lerinin saldırısına uğramadıysa demek istiyorum. N'oldu acaba onlara?"
Ron umutla, "Belki de kaçmışlardır," dedi.
Hermione irkildi. "Aman, ağzından çıkanı kulağın duysun. Bu arazide başıboş dolaştıklarını düşünebiliyor musun?"
290

Artık biraz da titreyerek durup Durmstrang grubunun gelmesini beklediler. Çoğu kişi umutla gökyüzüne bakıyordu. Birkaç dakika boyunca sessizliği sadece Madam Maxime'in kocaman atlarının burunlarından soluk alıp yeri tepmeleri bozdu. Ama sonra -
Ron birden, "Bir şeyler duyuyor musun?" diye sordu.
Harry dinledi; karanlıktan onlara doğru yüksek Ve tuhaf biçimde tekinsiz bir gürültü geliyordu. Boğuk bir gümbürtü ve emme sesi vardı, sanki nehir yatağı boyunca dev bir elektrik süpürgesi ilerliyörmüş gibi...
"Göl!" diye haykırdı Lee Jordan, eliyle işaret ederek. "Göle bakın!"
Çimenlerin üstünde araziye tepeden bakarken, suyun düzgün, kara yüzeyini açık seçik görüyorlardı - ne var ki, birden yüzeyin düzgünlüğü gidiverdi. Merkezde, derinlerde bir hareket olmuş gibiydi; yüzeyde büyük kabarcıklar oluşuyordu, dalgalar çamurlu kıyılara çarpıyordu - ve sonra gölün tam ortasında bir anafor belirdi, sanki gölün zeminindeki dev bir tıpa az önce çekilmiş gibi...
Uzun, kara bir sırığa benzeyen bir şey anaforun kalbinden yavaş yavaş yükseldi... ve Harry yelkenleri tutan kalın halatlar gördü...
"Bir gemi direği!" dedi Ron ve Hermione'ye.
Gemi yavaş yavaş, görkemli bir biçimde sudan çıktı. Mehtapta pırıl pırıl parlıyordu. İskelet gibi, tuhaf bir görünüşü vardı, deniz altından çıkarılmış bir enkazdı sanki. Lombozlarda kırpışan solgun, puslu ışıklar da
291

hayalet gözlerini andırıyordu. Sonunda gemi büyük bir şapırtıyla tamamen ortaya çıktı, çalkantılı sularda sallandı ve kıyıya doğru kayarcasına ilerledi. Birkaç dakika sonra, sığ sulara atılan demirin şıpırtısını ve karaya indirilen kalasın tok sesini duydular.
İnsanlar iniyordu; gemi lombozlarından gelen ışığın önünden geçen siluetlerini görebiliyorlardı. Harry hepsinin Crabbe ve Goyle gibi iri yapılı olduklarını fark etti. Ama daha yakına gelip de Giriş Salonu'ndan süzülen ışıkta çimenlere vardıklarında, cüsselerini aslında giydikleri salkımsaçak, keçeleşmiş kürkten pelerinlere borçlu olduklarını gördü. Ne var ki, önlerine düşmüş onlan şatoya doğru getiren adam farklı türde kürk giymişti: Bakımlı ve gümüşi bir kürktü bu, tıpkı saçı gibi.
Yamaçtan yukarı çıkarken gür bir sesle, "Dumble-dore!" diye seslendi. "Nasılsın, azizim, nasılsın?"
Dumbledore, "Harika, teşekkürler, Profesör Karka-roff," diye cevap verdi.
_Karkaroffun hoş ama riyakâr bir sesi vardı; şatonun ön kapılarından boşalan ışıkta onun da Dumbledore gibi uzun boylu ve zayıf olduğunu gördüler. Ancak beyaz saçı kısaydı ve sivri sakalı (küçük bir bukleyle sona eriyordu) zayıf hatlı çenesini tamamen gizlemiyordu. Dumbledore'un yanına gelince, her iki eliyle onun elini sıktı.
"Sevgili Hogvvarts'ımız," dedi, başını kaldırarak şatoya bakıp gülümserken. Dişleri sarımtıraktı ve Harry onun gülümsemesinin soğuk ve kurnaz bakışlı gözleri-
292

ne yansımadığını fark etti. "Burada olmak ne kadar iyi, ne kadar... Viktor, gel, sıcağa gel... Bir sakıncası yok ya, Dumbledore? Viktor biraz başını üşütmüş de..."
Karkaroff öğrencilerinden birine öne ilerlemesi için işaret etti. Çocuk yanlarından geçerken, Harry'nin gözüne büyük, kemerli bir burunla kalın, siyah kaşlar çarptı. Bu profili tanımak için Ron'un onun koluna vurmasına da, kulağına fısıldamasına da ihtiyacı yoktu.
"Harry - bu Krum!"
293

GeCeLeR
12-10-2006, 02:02 AM
ON ALTINCI BÖLÜM
Ateş Kadehi
Hogvvarts öğrencileri merdivende Durmstrang'lıla-rın arkasında sıra olurlarken, Ron nutku tutulmuş bir edayla, "İnanmıyorum!" dedi. "Krum, Harry! Viktor Krum!"
'Tanrı aşkına, Ron, sadece bir Quidditch oyuncusu," dedi Hermione.
Ron ona kulaklarına inanarruyormuş gibi bakarak, "Sadece bir Quidditch oyuncusu ha?" dedi. "Hermione - o dünyanın en iyi Arayıcılarından biri! Hâlâ öğrenci olduğundan haberim yoktu!"
Büyük Salon'a giden diğer Hogwarts öğrencileriyle beraber tekrar Giriş Salonu'ndan geçtiler. Lee Jordan zıplayıp duruyor, Krum'un başının arkasını daha iyi görmeye çalışıyordu. Altına sınıftan bazı kızlar, yürürken bir yandan da hummalı bir şekilde ceplerinde bir şeyler aranıyorlardı - "Ay, inanamıyorum, üzerimde tek bir tüy kalem yok -" "Şapkama rujla imza atar mı dersin?"
Hermione, ruj hakkında dırdır eden kızların yamn-
294

dan geçerlerken, burnu büyük bir edayla, "Aman yani," dedi.
"Ben imzasını alıyorum," dedi Ron. "Yani, alabilirsem. Yanında tüy kalem yok, değil mi, Harry?"
"Hayır, kalemler yukarıda, çantamda," dedi Harry.
Gryffindor masasına gidip oturdular. Ron kapıya bakan tarafta oturmaya özen gösterdi, çünkü Krum'la diğer Durmstrang'lı öğrenciler hâlâ kapının oradaydılar. Nereye oturacaklarını bilemiyormuş gibiydiler. Be-auxbatons öğrencileri ise Ravenclaw masasını tercih etmişlerdi. Yüzlerinde somurtkan ifadelerle Büyük Sa-lon'u süzüyorlardı. Üç tanesi başlarındaki eşarplarla şallara hâlâ sıkı sıkıya sarılmış haldeydi.
Hermione sinirli bir tavırla, "O kadar da soğuk değil ki," dedi. "Pelerinlerini niye getirmemişler sanki?"
"Buraya! Gelin, buraya oturun!" diye tısladı Ron. "Buraya! Hermione, toparlan, yer aç -"
"Ne?"
"Çok geç," dedi Ron acı acı. ,
Viktor Krum ile Durmstrang'dan arkadaşları Slytherin masasına yerleşmişlerdi. Harry, Malfoy, Crab-be ve Goyle'un onlar geldi diye pek memnun havalara girdiklerini görebiliyordu. O bakarken, Malfoy, Krum'la konuşmak için öne eğildi.
Ron iğneleyici bir sesle, "Evet, işte böyle, yağcılık et, Malfoy" dedi. "Ama bahse girerim Krum onun ruhunu okuyordur... Bahse girerim insanların ona yaltaklanmasına alışkındır... Nerede uyuyacaklar dersiniz? Onlara yatakhanemizde bir yer teklif edebiliriz,
295

Harry... Yatağımı ona veririm, bana göre hava hoş. Portatif bir yatağa kıvrılırım, olur biter."
Hermione onu küçümseyen bir "hıh" sesi çıkardı.
Harry, "Beauxbatons'kılardan çok daha keyifli bir halleri var," dedi.
Durmstrang öğrencileri kalın kürklerini çıkarıyor ve yıldızlı, siyah tavana ilgiyle bakıyorlardı. Bir kısmı ise altın tabaklarla kadehleri ellerine almış inceliyordu, besbelli etkilenmişlerdi.
Bu arada hademe Filch öğretmenlerin masasına sandalye ekliyordu. Bu akşamın şerefine kürklü, eski frakını giymişti. Harry onun Dumbledore'un iki yanına dört sandalye daha koyduğunu görünce şaşırdı.
"Ama fazladan sadece iki kişi var," dedi. "Filch neden dört sandalye koyuyor ki, başka kim gelecek?"
"Efendim?" dedi Ron. Aklı başka yerdeydi. Hâlâ gözlerini dikmiş, hayranlıkla Krum'a bakıyordu.
Bütün öğrenciler Salon'a girip kendi binalarının masasında yerlerini aldıktan sonra, öğretmenler içeri girdi. En uçtaki masaya doğru sıra halinde yürüyüp yerlerini aldılar. Sıranın en sonunda Profesör Dumble-dore, Profesör Karkaroff ve Madam Maxime vardı. Mü-dire'leri görününce Beauxbatons öğrencileri fırlayıp ayağa kalktılar. Hogwarts öğrencilerinden bazıları güldü. Beauxbatons'lular utanmışa benzemiyordu. Madam Maxime, Dumbledore'un sol tarafına yerleşene kadar da yerlerine oturmadılar. Dumbledore oturmadı, Büyük Salon'a bir sessizlik çöktü.
"İyi akşamlar, hanımlar beyler, hayaletler ve -hep-
296

sinden önce- konuklar," dedi Dumbledore, yabancı öğrencilere gülümseyerek. "Hepinize Hogvvarts'a hoş geldiniz demekten büyük memnuniyet duyuyorum. Umarım burada konuğumuzken hem rahat, hem de hoş vakit geçirirsiniz."
Başındaki atkıyı hâlâ sıkı sıkı tutan Beauxbatons'lu bir kız öğrenci hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde alaylı alaylı güldü.
Saçları dikilen Hermione, "Kimse seni burada zorla tutmuyor!" diye fısıldadı.
Dumbledore, "Turnuva şölenin sonunda resmi olarak başlayacak," dedi. "Şimdi hepinizi yemeye içmeye davet ediyorum, evinizdeymiş gibi davranın!"
Yerine oturdu. Harry, Karkaroff un hemen öne eğilerek onunla konuşmaya başladığını gördü.
Önlerindeki tabaklar her zaman olduğu gibi ye
mekle doldu. Mutfaktaki ev cinleri sınır tanımamıştı
anlaşılan; Harry'nin önünde o güne kadar gördüğü en
zengin menü diziliydi. Üstelik aralarında yabancı mut
faklara ait olduğu belli olan yemekler de vardı. ^
Ron büyük bir etli pudingin yanında duran büyük bir tabağı parmağıyla göstererek, "O da ne?" diye sordu. Tabağın içinde bir tür kabuklu deniz hayvanı yahnisi vardı.
"Bouillabaisse," dedi Hermione.
"Ne bezi, ne bezi?" dedi Ron.
"Fransız yemeği," dedi Hermione. "Bir önceki yaz tatilinde yedim. Çok güzeldir."
Ron bu kara pudingden tabağına bol bol koyarken, "Senin sözün bana yeter," dedi.
297

Büyük Salon her zamankinden çok daha kalabalık-mış gibi görünüyordu, oysa fazladan sadece yirmi öğrenci vardı. Belki de farklı renklerdeki üniformalan siyah Hogvvarts cüppelerinin arasında çok dikkati çektiği için daha kalabalık görünüyorlardı. Kürklerini çıkaran Durmstrang öğrencilerinin içlerinde koyu kan kırmızısı cüppeler olduğu anlaşılmıştı.
Hagrid şölen başladıktan yirmi dakika sonra öğretmenler masasının arkasındaki bir kapıdan usulca Sa-lon'a girdi. Masanın ucundaki yerine süzülürcesine oturup, adamakıllı sargılanmış elini Harry, Ron ve Her-mione'ye salladı.
"Keleker'lerin keyfi yerinde mi, Hagrid?" diye seslendi Harry.
Hagrid neşeyle, "Bomba gibiler," diye cevap verdi.
Ron yavaşça, "Ona ne şüphe," dedi. "Sonunda hoşlarına giden bir yiyecek bulmuşa benziyorlar, değil mi? Hagrid'in parmaklan."
Tam o sırada bir ses, "Pardon," dedi, "acaba bouil-labaisse'i isti'ör muydunuz?"
Sesin sahibi, Dumbledore'un konuşması sırasında gülmüş olan Beauxbatons'lu kızdı. Sonunda atkıyı çıkarmıştı. Uzun, gümüşi san saçları dalga dalga, neredeyse beline kadar uzanıyordu. Büyük, lacivert gözleri ve çok beyaz, düzgün dişleri vardı.
Ron morardı. Başını kaldırıp ona baktı, cevap vermek için ağzını açtı, ama ağzından çıka çıka hafif bir guruldama sesi çıktı.
298

"Evet, alabilirsiniz," dedi Harry, tabağı kıza doğru iterek.
"İş'niz bitti mi onla?"
Ron soluk soluğa, "Evet," dedi, "evet, harikaydı."
Kız tabağı aldı ve itinayla Ravenclaw masasına taşıdı. Ron, sanki daha önce hiç kız görmemişçesine, faltaşı gibi açılmış gözlerle hâlâ onun arkasından bakıyordu. Harry gülmeye başladı. Anlaşılan bu ses Ron'u kendine getirmişti.
Ron boğuk bir sesle Harry'ye, "O bir Veelal" dedi.
"Elbette değil," diye cevap verdi Hermione ters ters. "Ağzı açık ayran budalası gibi ona bakan başka hiç kimse görmüyorum!"
Oysa bu konuda hiç de haklı sayılmazdı. Kız Sa-lon'u geçerken, birçok oğlanın başı ona doğru çevrildi. Bazılarının, tıpkı Ron gibi, geçici süreyle nutku tutulmuşa benziyordu.
Ron onu rahatça görebilmek için yana eğilerek, "Si
ze söylüyorum, bu normal bir kız değil!" dedi. "Hog-
warts'tan böyle kızlar çıkmıyor!" /
Harry düşünmeden, "Hogvvarts'tan çıkanlar da hiç fena sayılmaz," dedi. Cho Chang gümüşi saçlı kızdan birkaç sandalye ötede oturuyordu.
Hermione onlan harekete geçirmek istermiş gibi, "Gözleriniz yuvalarına oturduysa," dedi, "kim geldi diye bakarsınız belki."
Anlamlı anlamlı öğretmenler masasını işaret etti. Geri kalan iki boş sandalye az önce dolmuştu. Ludo Bagman şimdi Profesör Karkaroff un öbür yanında oturuyordu.
299

Perc/nin patronu Mr Crouch ise Madam Maxime'in yanına oturmuştu.
Harry şaşkınlıkla, "Onların burada ne işi var?" dedi.
"Üçbüyücü Turnuvası'nı onlar düzenliyor sonuçta, değil mi?" dedi Hermione. "Herhalde başlarken burada olmak istediler."
İkinci yemekler geldiğinde, hiç bilmedikleri birkaç tatlı da olduğunu gördüler. Ron, Fransız usulü, tuhaf ve soluk bir sütlü pelteyi yakından inceledi, sonra onu dikkatle birkaç santim sağına çekti ki, Ravenclavv masasından kolayca görülebilsin. Ancak Veela'ya benzeyen kız yeterince yemiş gibiydi, gelip tatlıyı almadı.
Altın tabaklar temizlendikten sonra, Dumbledore tekrar ayağa kalktı. Şimdi Salon'u hoş bir gerginlik havası sarmış gibiydi. Ne olacağını merak eden Harry de hafif bir heyecan hissediyordu. Onlardan birkaç sandalye ötede Fred ve George öne eğilmiş, gözlerini büyük bir dikkatle Dumbledore'a dikmişlerdi.
Dumbledore kendisine dönük yüzler denizine gülümseyerek, "Beklenen an geldi," dedi. "Üçbüyücü Turnuvası başlamak üzere. Sandığı getirmeden önce birkaç kelimelik bir açıklama yapmak istiyorum -"
"Neyi getirmeden?" diye mırıldandı Harry.
Ron omuzlarını silkti.
"- bu yıl izleyeceğimiz prosedürü açıklığa kavuşturmak için. Ama önce, onları tanımayanlara, Uluslararası Sihirsel İşbirliği Dairesi Başkanı Mr Bartemius Crouch ile" -kibar bir alkış duyuldu- "Sihirli Oyunlar ve
300

Sporlar Dairesi Başkanı Mr Ludo Bagman'ı takdim edeyim."-
Belki Vurucu olarak sahip olduğu ünden, belki de sadece daha cana yakın görünüşünden dolayı, Bagman, Crouch'tan çok daha fazla alkış aldı. Babacan bir el hareketiyle alkışa karşılık verdi. Bartemius Crouch ise adı söylenince ne gülümsedi, ne de el salladı. Onu Quid-ditch Dünya Kupası'ndaki şık takım elbisesiyle hatırlayan Harry, büyücü cüppesiyle tuhaf göründüğünü düşündü. Diş fırçası biçimindeki bıyığı ve kesin bir çizgiyle ikiye ayrılmış saçları, Dumbledore'un uzun, beyaz saçı ve sakalı yanında çok acayip duruyordu.
Dumbledore, "Mr Bagman ve Mr Crouch, Üçbüyü-cü Turnuvası'nm düzenlenmesi için son birkaç ay boyunca yorulmak bilmeden çalıştılar," diye devam etti. "Ve şampiyonlara puan verecek olan jüride, ben, Profesör Karkaroff ve Madam Maxime'le birlikte yer alacaklar."
"Şampiyonlar" kelimesinin telaffuz edilmesi üzerine, dinleyen öğrenciler de büsbütün dikkat kesildiler.
Belki de • Dumbledore onların ani suskunluğunu fark etmişti, çünkü gülümseyerek, "O halde, zahmet olmazsa sandığı alalım, Mr Filch," dedi.
Salon'un uzak bir köşesinde kimsenin gözüne çarpmadan sinmiş bekleyen Filch, mücevherle kaplı büyük, tahta bir sandıkla Dumbledore'a yaklaştı. Sandık son derece eski görünüyordu. İzleyen öğrencilerden heyecanlı, meraklı bir mırıltı yükseldi. Dennis Creevey sandığı doğru dürüst görebilmek için sandalyesinin üstüne
301

l,
çıkmıştı, ama öyle minikti ki başı yine de hemen hemen herkesinkinden aşağıda kalıyordu.
Filch sandığı itinayla masaya, Dumbledore'un önüne koyarken, "Şampiyonların bu yıl karşılaşacakları görevlere ilişkin talimatlar Mr Crouch ve Mr Bagman tarafından incelendi," dedi Ehunbledore. "Her aşama için gereken düzenlemeleri yaptılar. Okul yılı boyunca üç görev yerine getirilecek ve bunlar şampiyonların farklı farklı niteliklerini sınayacak... sihirli güçlerini - cesaretlerini - sonuca varma yetilerini - ve, elbette, tehlikeyle başa çıkma yeteneklerini."
"Tehlike" kelimesi üzerine Salon'a mutlak bir sessizlik çöktü, öyle ki kimse soluk almaya dahi cesaret edemiyordu.
Dumbledore sakin sakin, "Bildiğiniz gibi Turnuva'da üç şampiyon karşı karşıya geliyor," diye devam etti, "katılan okulların her birinden birer şampiyon. Onlara Turnuva görevlerinin her birini ne kadar iyi yerine getirdiklerine göre puan verilecek ve üçüncü görevden sonra e"n yüksek toplam puana sahip şampiyon Üçbü-yücü Kupası'nı kazanacak. Şampiyonlar tarafsız bir seçici tarafından seçilecek: Ateş Kadehi."
Dumbledore asasını çıkardı ve sandığın tepesine üç kere vurdu. Kapak gıcırdayarak yavaşça açıldı. Dumbledore uzanıp sandığın içinden büyük, kabaca yontulmuş tahta bir kadeh çıkardı. Dans eden mavi-beyaz alevlerle ağzına kadar dolu olmasa, hiç de göze çarpmayan bir kadeh olurdu bu.
Dumbledore sandığı kapadı ve Kadeh'i itinayla
302

onun üstüne yerleştirdi. Kadeh, bulunduğu yerde Salon'daki herkes tarafından rahatlıkla görülebiliyordu.
"Şampiyon olarak başvurmak isteyen herkesin, adını ve okulunu bir parşömen parçasına açıkça yazıp Ka-deh'e atması gerekiyor," dedi Dumbledore. "Müstakbel şampiyonların başvuru için yirmi dört saatleri var. Yarın gece, yani Cadılar Bayramı'nda, Kadeh, okullarını temsil etmeye en uygun bulduğu üç kişinin adını verecek. Kadeh bu gece Giriş Salonu'na konacak, böylece yarışmak isteyen herkes ona kolayca erişebilecek."
Dumbledore, "Yaşı küçük öğrencilerin iştahı kabarmasın diye," dedi, "Ateş Kadehi Giriş Salonu'na konunca çevresine bir Yaş Çizgisi çizeceğim. Yaşı on yedinin altında olan kimse bu çizgiyi geçemeyecek.
"Son olarak, içinizden katılmak isteyen herkese, bu Turnuva'run öyle elini kolunu sallaya sallaya girilecek bir şey olmadığını vurgulamak isterim. Ateş Kadehi bir kez bir şampiyonu seçince, o şampiyon Turnuva'yi sonuna kadar götürmek zorunda. Adınızı Kadeh'e atmak bağlayıcı, sihirli bir anlaşma oluşturur. Bir kez şampiyon secilince arük fikrinizi değiştiremezsiniz. Onun için, adınızı Kadeh'e atmadan önce, lütfen yarışmaya katılmaya hazır olduğunuzdan bütün kalbinizle emin olun. Şimdi, sanırım yatma vakti geldi. Hepinize iyi geceler."
Büyük Salon'dan geçip Giriş Salonu'na açılan kapılara giderlerken, Fred Weasley, gözleri parlayarak, "Bir Yaş Çizgisi!" dedi. "Eh, bu çizgiyi bir Yaşlanma İksiri ile kandırabiliriz, değil mi? Ve adımız bir kez Kadeh'e gir-
303

di mi, son gülen biz olacağız demektir - çünkü Kadeh on yedi yaşında olup olmadığımızı anlayamaz!"
"Ama on yedi yaşın altındakilerin pek şansı olacağını sanmıyorum," dedi Hermione. "Yeterince şey öğrenmedik ve..."
George, "Kendi adına konuş," diyerek lafı kısa kesti. "Sen katılmayı deneyeceksin, değil mi, Harry?"
Harry bir an Dumbledore'un, on yedi yaşın altındaki kimsenin adını koymaması yolundaki ısrannı düşündü, derken Üçbüyücü Turnuvası kupasını alırkenki o harika tablo zihnini yeniden doldurdu... Sonra on yedi yaşın altında biri gerçekten de Yaş Çizgisi'ni geçerse Dumbledore'un ne kadar kızacağını merak etti...
"Nerede?" dedi Ron. Konuşmanın tek kelimesini bile dinlemeden, Krum'a ne olduğunu görmek için kalabalığa bakıyordu. "Dumbledore, Durmstrang' idarin nerede uyuduğunu söylemedi, değil mi?"
Ama merakı anında giderildi. Şimdi Slytherin masasının hizasındaydılar ve Karkaroff öğrencilerini apar topar ayağa kaldırmıştı.
"Haydi öyleyse, gemiye dönelim," diyordu. "Vik-tor, kendini nasıl hissediyorsun? Yeterince yedin mi? Mutfaktan biraz tatlı şarap isteteyim mi?"
Harry, Krum'un, kürkünü tekrar giyerken başını iki yana salladığım gördü.
Durmstrang'h diğer çocuklardan biri umutla, "Pro-fesür, ben şarab isterim," dedi.
Karkaroff, sıcak, babacan havası saniyede yok olarak, "Sana teklif etmiyordum, Poliakoff," dedi. "Bakıyo-
304

rum da yine cüppenin önüne boydan boya yemek dökmüşsün, iğrenç çocuk seni -"
Karkaroff döndü ve öğrencilerinin önüne düşüp kapılara doğru yürüdü. Oraya Harry, Ron ve Hermione ile aynı anda vardı. Harry önce o geçsin diye durdu.
Karkaroff ona bakarak kayıtsızca, "Teşekkürler," dedi.
Ve sonra da donup kaldı. Başını yeniden Harry'ye çevirdi, gözlerine inanamıyormuş gibi ona baktı. Müdürlerinin arkasında Durmstrang öğrencileri de durmuştu. Karkaroff un gözleri yavaşça Harry'nin yüzüne odaklandı ve yara izine dikildi. Durmstrang öğrencileri de merakla Harry'ye bakıyorlardı. Harry gözünün ucuyla bazılarının yüzündeki ifadeyi görüp, meseleyi anladıklarını fark etti. Önüne boydan boya yemek döken çocuk yanındaki kızı dürttü ve parmağıyla açıkça Harry'nin alnını gösterdi.
"Evet, o, Harry Potter," dedi arkalarından biri homurtuyla.
Profesör Karkaroff olduğu yerde döndü. Deli-Göz Moody orada duruyordu, bastonuna iyice dayanmıştı, sihirli gözü hiç kırpılmaksızın Durmstrang Müdürü'ne dikilmişti.
Harry bakarken Karkaroff un yüzünden rengin çekildiğini gördü. Yüzüne hiddet ve korku karışımı, dehşet dolu bir ifade yerleşti.
"Sen!" dedi, Moody'ye gözlerini dikerek. Onu gerçekten gördüğünden emin değilmiş gibi bir hali vardı.
"Evet, ben," dedi Moody karanlık bir edayla. "Pot-305

ter7 a söyleyecek bir şeyin yoksa, Karkaroff, yoluna de vam etmek istersin belki. Kapıyı tıkıyorsun."
Doğruydu, Salon'daki öğrencilerin yarısı şimdi ör ların arkasında bekliyor, yolun niye kesildiğini anlamai için birbirlerinin omuzlarının üstünden ileri doğru ba kıyorlardı.
Profesör Karkaroff tek kelime daha etmeden, öğreı çilerini de kendisiyle birlikte sürükleyip götürdü. ody, gözden kaybolana kadar onu bakışlarıyla izledi, sihirli gözü arkası üzerinde sabitleşmişti, şekli bozulmuş
yüzünde yoğun bir hoşnutsuzluk ifadesi vardı. :
*
Ertesi gün cumartesiydi ve normalde öğrencilerin çoğu cumartesi günleri kahvaltıya geç saatte inerdi. Ancak Harry, Ron ve Hermione diğer hafta sonlarına kıyasla erken uyandılar, dahası bu konuda yalnız değildiler. Giriş Salonu'na gittiklerinde, yaklaşık yirmi kişinin salon çevresinde kümeler halinde toplanmış olduğunu gördüler. Kimi kızarmış ekmek yiyor, hepsi Ateş Kade-hi'-m inceliyordu. Kadeh, Salon'un ortasına, üzerine genellikle Seçmen Şapka'nın konduğu taburenin üstüne yerleştirilmişti. Yere, taburenin çevresine ise ince, altın bir çizgiyle yirmi beş santim yarıçapında bir çember çizilmişti.
Ron üçüncü sınıftan bir kıza heyecanla, "Adını koyan oldu mu?" diye sordu.
Kız, "Durmstrang grubunun hepsi," diye cevap verdi. "Ama daha Hogwarts'tan kimseyi görmedim."
Harry, "Bahse girerim bazıları adlarını dün gece,
306

biz yatmaya gittikten sonra koymuştur," dedi. "Ben olsam öyle yapardım... herkes baksın istemezdim. Ya Kadeh seni hemencecik gerisingeri püskürtürse?"
Harry'nin arkasında biri güldü. Harry dönünce Fred, George ve Lee Jordan'ı gördü. Büyük bir heyecanla, telaş içinde merdivenden iniyorlardı.
Fred muzaffer bir fısıltıyla Harry, Ron ve Hermi-one'ye, "Yaptım," dedi. "İçtim."
"Neyi?" dedi Ron.
"Yaşlanma İksiri'ni, kuş beyinliler," dedi Fred.
George neşeyle ellerini ovuşturarak, "Hepimize birer damla," dedi. "Birkaç ay büyük olsak yetiyor."
Lee ağzı kulaklarında sırıtarak, "Birimiz kazanırsa, bin Galleon'u üçümüz paylaşacağız," dedi.
Hermione, "Biliyor musunuz, bunun işe yaracağından emin değilim," diye uyardı onları. "Eminim Dumbledore bunu düşünmüştür."
Fred, George ve Lee ona kulak asmadılar.
Fred heyecanla titreyerek diğer ikisine, "Hazır mıyız?" dedi. "Hadi öyleyse - ilk ben gidiyorum -"
Fred cebinden üzerinde "Fred VVeasley - Hog-vvarts" yazan bir parşömen parçasını çekerken, Harry onu büyülenmişçesine seyretti. Fred çizginin kenarına kadar yürüdü ve orada durup, on beş metreden aşağı atlamaya hazırlanan bir tramplenci gibi ayak parmaklarının üzerinde sallanmaya başladı. Sonra da, Giriş Salo-nu'ndaki herkesin gözü üstündeyken, derin bir soluk alıp çizgiyi geçti.
Harry bir an onun başardığını sandı - George ise
307

kesinlikle öyle düşünmüştü, çünkü bir zafer narası atarak Fred'in ardından zıpladı - ama bir an sonra büyük bir cızırtı duyuldu ve ikizlerin ikisi de, sanki görünmeyen bir gülleci tarafından atılmış gibi, altın çemberin dışına fırlatıldı. Soğuk taş döşemede bir metre öteye küt diye indiler. Üstelik, canlarının acıdığı yetmiyormuş gibi bir de rezil olmuşlardı: Yüksek bir pat sesinin ardından ikisinin de bir anda birbirinin eşi uzun, beyaz sakalları oldu.
Giriş Salonu kahkahalarla çınladı. Fred ve George bile, ayağa kalkıp birbirlerinin sakallarına şöyle iyice bir bakınca, kahkahayı patlattılar.
Kalın bir ses, çok eğleniyormuş gibi bir edayla, "Sizi uyarmıştım," dedi. Herkes arkasına döndü. Profesör Dumbledore'du bu, Büyük Salon'dan çıkıyordu. Gözleri pırıldayarak Fred ve George'u izledi. "Yukarı, Madam Pomfrey'ye gitmenizi tavsiye ederim. Şu anda Ra-venclaw'dan Miss Fawcett ve Hufflepuff tan Mr Sum-mers'la ilgileniyor, onlar da sizin gibi kendilerini biraz yaşlandırmaya karar vermişler. Ama şunu söyleyebilirim: İkisinin sakalları da sizinki kadar güzel değil."
Fred ve George, yanı başlarında gülmekten kınlan Lee ile birlikte hastane kanadına doğru yola koyulurken, Harry, Ron ve Hermione de kıkırdayarak kahvaltıya indiler.
Büyük Salon'daki süslemeler bu sabah değişmişti. Cadılar Bayramı olduğu için, bir canlı yarasalar bulutu sihirli tavanın çevresinde kanatlarını çırparken, yüzlerce oyulmuş balkabağı her köşeden pis pis sırıtıyordu.
308

Harry ötekilerin önüne düşerek, Hogwarts'tan on yedi yaşında ya da üstünde hangi öğrencilerin katılabileceğini tartışan Dean ve Seamus'ın yanına gitti.
Dean, "Bir rivayete göre, VVarrington sabah erkenden kalkıp adını Kadeh'e atmış," dedi Harry'ye. "Hani şu tembel hayvana benzeyen Slytherin'li azman."
Warrington'm karşısında Quidditch oynamış olan Harry tiksintiyle başını salladı. "Slytherin'li bir şampiyonumuz olamaz!"
Seamus küçümsemeyle, "Bütün Hufflepuff lılar da Diggory'yi dillerine dolamış durumda," dedi. "Oysa onun yakışıklılığını tehlikeye atmak isteyeceğini sanmazdım."
HerîTiİûne birden, "Dinleyin!" dedi.
Giriş Salonu'nda insanlar tezahürat yapıyordu. Hepsi sandalyelerinde arkaya döndüler ve Angelina Johnson'ın mahcup mahcup gülümseyerek Salon'a girmekte olduğunu gördüler. Gryffindor Quidditch takımında Kovalayıcı olarak oynayan uzun boylu, kara derili bir kız olan Angelina onların yanına geldi, oturdu ve, "Eh, yaptım işte!" dedi. "Az önce adımı koydum!"
Etkilenmiş görünen Ron, "Şaka ediyorsun!" dedi.
"On yedi yaşında mısın yani?" diye sordu Harry.
Ron, "Elbette öyle, yüzünde sakal görüyor musun?" dedi.
"Geçen hafta doğum günümdü," dedi Angelina.
Hermione, "Eh, Gryffindor'dan birinin katıldığına sevindim," dedi. "Umarım seçilirsin, Angelina!"
Angelina ona gülümsedi. "Sağ ol, Hermione."
, 309

Seamus, "Evet, Güzel-Çocuk Diggory olacağına sen ol, daha iyi," dedi. Masalarının önünden geçen birkaç Hufflepuff ona kaşlarını fena halde çatarak baktı.
Kahvaltıyı bitirip Büyük Salon'dan çıktıkları zaman, Ron, Harry ile Hermione'ye, "Bugün ne yapacağız, peki?" diye sordu.
Harry, "Daha Hagrid'i ziyarete gitmedik," dedi.
"Tamam," dedi Ron, "Keleker'lere birkaç parmak bağışlamamızı istemediği sürece, mesele yok."
Birden Hermione'nin yüzü büyük bir heyecanla ışıldadı.
"Bak şimdi fark ettim - Hagrid'den E. R. İ. T.'e katılmasını istemedim ben!" dedi neşeyle. "Beni bekleyin, t^îTlSîî1 rru. çabucak yukarı çıkıp rozetleri alacağım."
Hermione mermer merdivenden yukarı koşarken, Ron sabrı tükenmiş halde, "Nesi var bunun ya?" diye sordu.
"Hey, Ron," dedi Harry birden. "Arkadaşın..."
Beauxbatons öğrencileri araziye açılan ön kapılardan giriyorlardı, Veela kız da aralarmdaydı. Ateş Kade-hi'nin çevresinde toplanmış olanlar, onlara geçmeleri için yol verip merakla gözlemeye koyuldular.
Madam Maxime, Salon'a öğrencilerinin ardından girdi ve onlan sıraya soktu. Beauxbatons öğrencileri birer birer Yaş Çizgisi'ni geçip parşömen parçalarını ma-vi-beyaz alevlere bıraktılar. Her isim ateşe girerken, ateş bir an kıpkızıl yanıyor ve kıvılcım çıkarıyordu.
Veela kız kendi parşömenini Ateş Kadehi'ne bırakırken, Ron, "Seçilmeyenlere ne olur dersin?" diye fısıl-
310

dadı Harry'ye. "Okullarına mı dönecekler, yoksa Tur-rtuva'yı izlemek için burada mı kalacaklar?"
"Ne bileyim," dedi Harry. "Herhalde burada takılırlar... Madam Maxime hakemlik etmek için kalıyor ya."
Beauxbatons öğrencilerinin hepsi isimlerini atınca, Madam M,axime onları yeniden Salon'dan geçirip bahçeye çıkardı.
Ron ön kapılara doğru hareketlenip onların ardından bakarak, "Peki ya onlar nerede uyuyor?" dedi.
Arkalarından gelen büyük bir tangırtı, onlara Her-mione'nin E. R. İ. T. rozet kutusuyla birlikte döndüğünü duyurdu.
Ron, "Hah, iyi, çabuk olun," dedi ve gözlerini şimdi Madam Maxime'le birlikte çimenlerin yarısına gelmiş olan Veela kızın sırtından ayırmadan, mermer merdiveni atlaya atlaya indi.
Onlar Hagrid'in Yasak Orman'ın kenarındaki kulübesine yaklaşırlarken, Beauxbatons öğrencilerinin nerede uyuduğu esrarı da çözüldü. Geldikleri devasa, toz mavisi atlı araba Hagrid'in ön kapısından iki yüz metre kadar uzağa park edilmişti, öğrenciler de yeniden arabaya giriyordu. Arabayı çeken fil cüsseli uçan atlar ise hemen yandaki geçici padokta otluyordu.
Harry, Hagrid'in kapısına vurunca, Fang'in top sesi gibi havlamaları ona hemen karşılık verdi.
Hagrid kapıyı hızla ardına kadar açıp onları görünce, "Vakti gelmişti!" dedi. "Nerede oturduğumu unuttunuz sandım!"
"Gerçekten çok meşguldük, Hag-" diye başladı
311

Hermione, ama sonra Hagrid'e bakıp kalakaldı, nutku tutulmuş gibiydi.
Hagrid en iyi (ve pek korkunç) tüylü kahverengi takım elbisesini giymiş, ekoseli bir sarı-turuncu kravat takmıştı. Ama en fenası bu değildi; belli ki, makine yağma benzeyen bir şeyden bolca sürerek saçını ehlileştirmeye çalışmıştı. Saçı şimdi yağlı iki hevenk gibiydi -belki de Bill'inki gibi bir atkuyruğu yapmaya çalışmış, ama haddinden fazla saçı olduğunu keşfetmişti. Bu görünüş ona hiç mi hiç uymuyordu. Hermione bir an gözleri faltaşı gibi açılmış halde ona bakakaldı, sonra da besbelli yorumda bulunmamaya karar vererek, "Hımmm -" dedi, "Kelekerler nerede?"
Hagrid mutlu mutlu, "Balkabağı tarhının orda," dedi. "Koskocaman oldular, yirmi beş santim falan. Sorun şu ki, birbirlerini öldürmeye başladılar."
Hermione, Hagrid'in tuhaf saç modeline gözünü dikmiş bakan Ron tam bu konuda bir şey söylemek için ağzını açmışken, ona susturan bir bakış atarak, "Ah, hayır, sahi mi?" dedi.
Hagrid hüzünle, "Evet," dedi. "Yine de tamam yani, şimdi onlan ayrı ayrı kutulara koydum. Hâlâ yirmi tane kadar var."
"Ne şans," dedi Ron. Hagrid onun sesindeki alaycı tonu fark etmedi.
Hagrid'in kulübesi, bir köşesinde yamalı bir yorgan örtülmüş devasa bir yatağın durduğu tek bir odadan oluşuyordu. Tavandan sarkan bolca füme jambon ve ölü kuşun altındaki şöminenin önündeyse, yine muaz-
312

zam büyüklükte bir tahta masa ve sandalyeler duruyordu. Hagrid çay yapmaya koyulurken, onlar masaya oturdular ve yeniden Üçbüyücü Turnuvası tartışmasına daldılar. Hagrid de bu konuda onlar kadar heyecanlı görünüyordu.
Sırıtarak, "Bekleyin," dedi. "Bekleyin bakalım. Daha önce hiç görmediğiniz şeyler göreceksiniz. İlk görev... ama, söylememem gerekiyor."
"Devam et, Hagrid!" Harry, Ron ve Hermione onu yüreklendirdiler, ama Hagrid başını sallayıp sırıtmakla yetindi.
"Tadım kaçırmak istemem. Ama bak söyleyeyim, muhteşem olacak. O şampiyonların başını kaşıyacak vakti olmayacak. Üçbüyücü Turnuvası'nın yeniden yapıldığını göreceğimi hiç sanmazdım doğrusu!"
Sonunda Hagrid'le öğle yemeğine oturdular. Gerçi pek bir şey yemediler - Hagrid güveçte biftek olduğunu iddia ettiği bir şey yapmıştı, ama Hermione kendi-ninkinde büyük bir tırnak bulduktan sonra üçünün de iştahı kaçtı denebilir. Yine de, Hagrid'e Turnuva'daki görevlerin neler olacağını söyletmeye uğraşarak, katılanlardan hangilerinin şampiyon seçileceğini tahmin etmeye çalışarak ve Fred'le George'un sakallarından kurtulup kurtulmadığını merak ederek hoşça vakit geçirdiler.
Öğleden sonra yağmur çiselemeye başlamıştı. Ateşin yanında oturup damlaların penceredeki yumuşak pıtırtısını dinleyerek, Hagrid'in çoraplarını yamamasını ve Hermione ile ev cinleri konusunda tartışmasını İzle-
313

mek insanda bir rahatlık duygusu uyandırıyordu -Hermione ona rozetleri gösterince, Hagrid E. R. I. T.'e katılmayı kesinlikle reddetmişti.
Kocaman bir kemik iğneye kalın, sarı bir iplik geçirerek, ciddi ciddi, "Bu zalimlik olur, Hermione," dedi. "İnsanlara bakmak onların doğasında var, hoşlarına gidiyor, anlıyor musun? İşlerini ellerinden alırsan onları mutsuz edersin, ücret ödemeye çalışmak da hakaret gibi bir şey."
Hermione, "Ama Harry onu serbest bırakınca Dobby havalara uçtu!" dedi. "Ve duyduğumuza göre şimdi ücret talep ediyormuş!"
"Eh, her türün kaçıkları olur. Bazen bir cin çıkıp özgürlük istemez demiyorum, ama çoğunu buna asla ikna edemezsin - hayır, ben bu işte yokum, Hermione."
Çok kızmış görünen Hermione, rozet kutusunu pelerininin cebine tıktı.
Beş buçuk sıralarında hava kararmaya başlamıştı. Ron, Harry ve Hermione, Cadılar Bayramı şöleni için -daha da önemlisi, okul şampiyonlarının ilan edilmesi için- şatoya dönme vakti geldiğine karar verdiler.
Hagrid yamadığı çorapları kaldırarak, "Ben de sizinle geliyorum," dedi. "Bir dakika müsaade edin."
Hagrid kalktı, yatağının yanındaki şifoniyere gidip bir şey aramaya koyuldu. Burunlarına gerçekten berbat bir koku gelene kadar ona pek aldırmadılar.
Ron öksürerek, "Hagrid," dedi, "bu da neyin nesi?"
"Ne?" dedi Hagrid, elinde büyük bir şişeyle dönerek. "Hoşuna gitmedi mi?"
314

Hermione boğuk bir sesle, "Tıraş losyonu mu bu?" diye sordu.
Hagrid, "Şey - kolonya," diye mırıldandı. Yüzü kızarmaya başlamıştı. Boğuk bir sesle, "Belki de fazla kaçırdım," dedi. "Gidip çıkarıyorum, durun biraz..."
Hantal adımlarla kulübeden dışarı çıktı. Pencerenin dışındaki su fıçısında yüzüne bol bol su çarptığını gördüler.
Hermione şaşkınlıkla, "Kolonya mı?" dedi. "Hagrid mi?"
Harry alçak sesle, "Peki ya saçla takım elbiseye ne demeli?" diye sordu.
Ron birden, "Bakın!" dedi. Pencereden dışarıyı işaret ediyordu.
Hagrid az önce doğrulmuş ve arkasına dönmüştü. Az önce de yüzü kızarmıştı ama, şimdikinin yanında hiç kalırdı. Hagrid onları görmesin diye dikkatle doğrulan Harry, Ron ve Hermione pencereden dışarı göz attılar ve Madam Maxime ile Beauxbatons öğrencilerinin o anda arabalarından çıktığını gördüler. Belli ki onlar da şölene gidiyordu. Hagrid'in ne dediğini duymuyorlardı, ama Madam Maxime'le konuşurken yüzünde ve buğulanan gözlerinde, Harry'nin daha önce bir tek kez gördüğü, kendinden geçmiş gibi bir ifade vardı -bebek ejderha Norbert'e bakarken takındığı ifadeydi bu.
Hermione gücenmiş bir edayla, "Onunla şatoya çıkıyor," dedi. "Bizi bekliyor sanmıştım!"
Hagrid kulübesine bir bakış bile atmadan okul ara-
315

zisinde Madam Maxime'le birlikte ağır ağır yürümeye koyuldu. Beauxbatons öğrencileri de onların koca adımlarına ayak uydurmaya çalışıp koşturarak arkalarından gidiyorlardı.
Ron inanamayarak, "Ondan hoşlanıyor!" dedi. "Eh, eğer sonunda çocukları olursa, dünya rekoru kıracaklar demektir - bahse girerim ki onların bebeği bir ton çeker."
Kulübeden çıkıp kapıyı arkalarından kapattılar. Dışarısı şaşılacak kadar karanlıktı. Pelerinlerine daha da sıkı sannıp çimenli yamacı tırmanmaya başladılar.
Hermione, "Aa, bakın, onlar!" diye fısıldadı.
Durmstrang grubu gölden şatoya doğru yürüyordu. Viktor Krum, Karkaroffun yanındaydı. Öteki Durmstrang öğrencileri onlara ayak uydurmaya çalışıyorlardı. Ron heyecanla Krum'u gözledi, ama Krum üçünün biraz önünde ön kapılara varıp içeri girerken onlara bakmadı.
Mumlarla aydınlatılmış Büyük Salon onlar girdiğinde neredeyse tıkabasa doluydu. Ateş Kadehi'nin yeri değiştirilmişti, şimdi Dumbledore'un öğretmenler masasındaki boş sandalyesinin önünde duruyordu. Fred ve George -yeniden sakalsız halde- hayal kırıklıklarını geride bırakmış görünüyorlardı.
Harry, Ron ve Hermione yerlerine otururlarken, Fred, "Umarım Angelina seçilir," dedi.
"Ben de," dedi Hermione soluk soluğa. "Eh, birazdan öğreniriz!"
Cadılar Bayramı şöleni sanki her zamankinden
316

uzun sürdü. Belki de iki günde ikinci şölenleri olduğu için, Harry çeşit çeşit yemeğe her zamanki kadar itibar etmedi. İleri uzanan boyunlara, yüzlerdeki sabırsız ifadelere, kıpırdanmalara ve Dumbledore'un yemeği bitti mi diye bakmak için ikide bir ayağa kalkmalara bakılırsa, Harry gibi Salon'daki herkes de sadece tabakların temize havale edilmesini ve kimlerin şampiyon seçildiğini duymayı istiyordu.
En sonunda altın tabaklar yemeğin başındaki lekesiz hallerine döndüler; Salon'daki gürültü düzeyi bir anda yükseldi, ama Dumbledore ayağa kalkar kalkmaz kesildi. İki yanındaki Profesör Karkaroff ve Madam Maxime de herkes kadar gergin ve beklenti içindeydi. Ludo Bagman gülümsüyor ve bazı öğrencilere göz kırpıyordu. Sadece Mr Crouch hayli ilgisiz, hatta sıkkındı.
Dumbledore, "Evet, Kadeh kararını vermeye hazır sayılır," dedi. "Sanırım bir dakika daha gerekiyor. Şimdi, şampiyonların isimleri ilan edilince, onlardan Sa-lon'un baş tarafına gelmelerini, öğretmenler masası boyunca yürümelerini ve bitişik odaya geçmelerini rica\ ediyorum" -öğretmenler masasının gerisindeki kapıyı gösterdi- "orada ilk talimatlarını alacaklar."
Asasını çıkardı, onunla havada büyük bir dalga çizdi; o anda, oyulmuş balkabaklarmın içindekiler hariç bütün mumlar söndü, Salon loşluğa gömüldü. Ateş Kadehi artık Salon'daki her şeyden daha fazla parlıyordu, alevlerin ışıltılı, parlak mavi-beyazlıgı adeta gözleri acıtıyordu. Herkes gözlüyor, bekliyordu... Birkaç kişi boyuna saatine bakıp duruyordu...
317

Harry'nin iki sandalye ötesindeki Lee Jordan, "Dananın kuyruğu kopuyor," diye fısıldadı.
Kadeh'in içindeki alevler birden tekrar kırmızıya döndü. İçinden kıvılcımlar saçılmaya başladı. Bir an sonra havaya alevden bir dil fırladı, Kadeh'in içinden kavruk bir parşömen parçası çırpınarak çıktı - bütün Salon soluğunu tuttu.
Dumbledore parşömen parçasını yakalayarak, yeniden mavi-beyaza dönüşmüş alevlerin ışığında okuyabilmek için bir kol boyu uzaklıkta tuttu.
Güçlü, berrak bir sesle, "Durmstrang şampiyonu," diye okudu, "Viktor Krum."
Salon'u bir alkış ve tezahürat fırtınası sararken, Ron, "Bunda şaşılacak bir şey yok!" diye haykırdı. Harry, Viktor Krum'un Slytherin masasından kalktığını ve Dumbledore'a doğru kamburunu çıkara çıkara yürüdüğünü gördü. Krum sağa döndü, öğretmenler masası boyunca yürüdü ve kapıdan bitişik odaya geçerek gözden kayboldu.
Karkaroff, "Bravo, Viktor!" diye öyle yüksek sesle bağırdı ki, alkışlara rağmen herkes onu duyabildi. "Buna senin layık olduğunu biliyordum!"
Alkışlar ve konuşmalar duruldu. Şimdi herkesin dikkati, birkaç saniye sonra bir kez daha kırmızıya dönüşen Kadeh üzerinde odaklanmıştı yeniden. Alevlerin ittiği ikinci bir parşömen parçası fırladı.
"Beauxbatons şampiyonu," dedi Dumbledore, "Fle-ur Delacour!"
"Bu o, Ron!" diye haykırdı Harry. Veela'ya çok ben-
318

zeyen kız zarafetle ayağa kalkmış, dalga dalga inen gümüşi san saçlarını savurarak Ravenclaw ve Hufflepuff masaları arasından geçiyordu.
Hermione gürültüyü bastırarak, "Ay, bakın, nasıl hayal kırıklığına uğradılar," dedi. Başıyla Beauxbatons grubundaki geri kalan öğrencileri işaret etti. Aslında "hayal kırıklığı" hafif kalır, diye düşündü Harry. Seçilmeyen kızlardan iki tanesi resmen gözyaşlarına boğulmuştu. Başlarını kollarına dayamış, hıçkırıyorlardı.
Fleur Delacour da yan odaya girip gözden kaybolunca, Salon'a yeniden sessizlik çöktü, ama bu seferki sessizlik öyle heyecan dolu, öylesine somuttu ki, elinizi uzatsanız dokunabilirdiniz neredeyse. Sırada Hogwarts şampiyonu vardı...
Ateş Kadehi bir kez daha kızardı, içinden kıvılcımlar fışkırdı, alevden dil havalara yükseldi ve Dumble-dore üçüncü parşömen parçasını çekip aldı.
"Hogvvarts şampiyonu," diye seslendi, "Cedric Diggory!"
Ron yüksek sesle, "Hayır!" dedi, ama onu Harry'den başka duyan olmadı; yan masadan yükselen tezahürat çok gürültülüydü. Hufflepuffların her biri ayağa fırlamıştı. Cedric, ağzı kulaklarında onların yanından geçip öğretmenler masasının arkasındaki odaya yönelirken, haykırıyor ve ayaklarını yere vuruyorlardı. Hatta Cedric'e tutulan alkış öyle uzadı ki, Dumbledo-re'un sesini duyurabilmesi epeyce vakit aldı.
En son patırtı da dinerken, Dumbledore hayatından memnun bir şekilde, "Mükemmel!" dedi. "Şimdi, üç
319

şampiyonumuz da belli oldu. Beauxbatons ve Durmst-rang'ın geri kalan öğrencileri de dahil olmak üzere hepinize, şampiyonunuza elinizden gelen desteği vereceğiniz konusunda güvenebileceğimden eminim. Şampiyonunuzu destekleyerek gerçek bir katkı -"
Ama Dumbledore birden sustu. Herkes onun dikkatini neyin dağıttığını anlamıştı.
Kadeh'teki ateş yeniden kırmızıya dönmüştü. İçinden kıvılcımlar fışkırıyordu. Birden havaya uzun bir alev fırladı, ucunda bir parşömen parçası daha vardı.
Dumbledore neredeyse otomatikman elini uzatıp parşömeni yakaladı. İleride tutup üzerinde yazılı ada baktı. Dumbledore elindeki kâğıt parçasına bakarken, uzun bir duraklama oldu. Salon'daki herkes gözünü ona dikmişti. Derken Dumbledore boğazını temizleyip adı okudu -
"Harry Potter."
320

GeCeLeR
12-10-2006, 02:02 AM
ON YEDİNCİ BÖLÜM
Dört Şampiyon

Harry öylece kalakaldı. Büyük Salon'daki bütün gözlerin ona çevrilmiş olduğunun farkındaydı. Afalla-mıştı. Her tarafı uyuşmuş gibiydi. Rüya görüyor olmalıydı. Doğru duymuş olamazdı.
Kimse alkışlamadı. Salon'u kızgın anların sesini andıran bir vızıldama kaplamaya başlamıştı; bazı öğrenciler, yerinde donakalmış olan Harry'yi iyice görebilmek için ayağa kalkıyordu.
Baştaki masada Profesör McGonagall da ayağa kalkmış ve Ludo Bagman'la Profesör Karkaroff un yanından hızla geçerek derhal Profesör Dumbledore'un kulağına bir şeyler fısıldamaya başlamıştı. Kulağını ona yaklaştırmış dinleyen Dumbledore'un kaşları hafifçe çatıktı.
Harry, Ron ve Hermione'ye döndü; ikisinin arkasında, bütün Gryffindor masasının ağzı bir karış açık onu izlediğini gördü.
"Adımı koymadım," dedi Harry, boş gözlerle onlara bakarak. "Koymadığımı biliyorsunuz."
321

İ
Ron da, Hermione de ona aynı derecede boş gözlerle baktılar.
Baştaki masada Profesör Dumbledore doğrulmuş, başını sallayarak Profesör McGonagall'ı onaylıyordu.
"Harry Potter!" diye seslendi bir kez daha. "Harry! Buraya, lütfen!"
"Git hadi," diye fısıldadı Hermione, Harry'yi hafifçe iterek.
Harry ayağa kalktı, cüppesinin eteğine bastı ve fifçe tökezledi. Gryffindor ve Hufflepuff masalarını arasındaki boşluktan yürümeye başladı. Yürüyüş bit-1 mek bilmiyordu; baştaki masa bir gıdım bile yakınlaşıyor gibi değildi ve Harry ona bakan yüzlerce gözü, her biri birer projektörmüş gibi, üzerinde hissedebiliyordu. Uğultu gittikçe arttı. Ona bir saat gibi gelen bir sürenin sonunda Dumbledore'un yanına vardı. Bütün öğretmenlerin kendisine baktığını hissedebiliyordu.
"Evet... içeri geç, Harry," dedi Dumbledore. Gülüm-semiyordu.
JHarry öğretmenler masasının kıyısından kıyısından yürümeye başladı. Hagrid masanın en sonunda oturuyordu. Harry'ye her zamanki gibi göz kırpmadı/ el sallamadı, selam vermedi. Tamamen afallamış görünüyordu, Harry yanından geçerken herkes gibi o da bakmakla yetindi. Harry, Büyük Salon'dan çıkınca, cadıların ve büyücülerin resimleriyle bezeli daha küçük bir odada buldu kendini. Odanın öbür ucundaki şöminede alev alev yanan bir ateş vardı.
İçeri girdiğinde portrelerdeki yüzler dönüp ona
322

baktılar. Buruşuk yüzlü bir cadının, resminin çerçevesinden dışan fırlayıp, bitişiğindeki ayı balığı bıyıklı büyücünün resmine girdiğini gördü. Yaşlı cadı büyücünün kulağına bir şeyler fısıldamaya koyuldu.
Viktor Krum, Cedric Diggory ve Fleur Delacour ateşin çevresinde toplanmışlardı. Alevlerin önündeki siluetleri tuhaf bir şekilde etkileyici görünüyordu. Kambur ve düşünceli duran Krum şömineye yaslanmıştı, diğer ikisinden biraz ötedeydi. Cedric ellerini arkasında kavuşturmuş, ateşe bakıyordu. Harry içeri girince Fleur Dleacour dönüp baktı ve uzun, gümüş rengi saçlannı arkaya attı.
"Ne var?" dedi. "Zalona dönmemiz mi istiyo'lar?"
Harry'nin bir haber getirmeye geldiğini sanmıştı. Harry ise az önce olanları nasıl açıklayacağını bilemiyordu. Orada öylece durup üç şampiyona baktı. Birden hepsinin ne kadar uzun boylu olduğunun farkına vardı.
Arkasından telaşlı ayak sesleri geldi ve Ludo Bag-man içeri girdi. Harry'yi kolundan tutup öne çekti.
"Olağanüstü!" diye mırıldandı, Harry'nin kolunu
sıkarak. "Kesinlikle olağanüstü! Baylar... bayan,' diye
ekledi, şömineye yaklaşıp diğer üçüne hitap ederek.
"İnanılmaz gibi görünebilir ama - dördüncü Üçbüyücü
şampiyonunu takdim ederim!" )
Viktor Krum doğruldu. Somurtkan yüzü, Harry'yi süzerken iyice karardı. Cedric hayrete düşmüş görünüyordu. Bagman'ın söylediklerini yanlış anladığından eminmişçesine bir Bagman'a, bir Harry'ye bakıyordu.
323

Fleur Delacour ise saçını arkaya atıp gülümseyerek, "Aman ne komik şaka, Miister Bapnan," dedi.
"Şaka mı?" diye tekrarladı Bdgman şaşkın şaşkın. "Yo, yo, şaka değil! Az önce Ateş Kadehi'nden Harry'nin adı çıktı!"
Krum'un kahn kaşlan birbirine yaklaştı. Cedric'in yüzüne hâlâ kibar bir hayret hâkimdi.
Fleur kaşlarını çattı. "Ama belli ki yanlıjhk olmuş," dedi Bagman'a, küçümser bir edayla. "Ya'ışmaya katılamaz o. Çok küüçük."
"Şeyy... evet, hayret verici," dedi Bagman, tıraşlı çenesini sıvazlayıp Harr/ye gülümseyerek. "Ama biliyorsunuz, yaş sının ilk kez bu yü kondu, ekstra bir güvenlik önlemi olarak. Adı da Kadeh'ten çıktığına göre... arak şu noktada bunun kaçışı yok sanıyorum... kurallar öyle, mecbur... Harry'nin elinden geleni yapması gereke-"
Arkalarındaki kapı yine açıldı ve kalabalık bir grup içeri girdi: Önde Profesör Dumbledore, hemen arkasında da Mr Crouch, Profesör Karkaroff, Madam Maxime, Profesör McGonagall ve Profesör Snape. Profesör McGonagall kapıyı kapatmadan önce, Harry'nin kulağına duvarın öte yanından yüzlerce öğrencinin uğultumu geldi.
"Madam Maxime!" dedi Fleur hemen, Müdür'ünün yanına giderek. "Bu küüçük çocuk da ya'ışmaya katü-cakdiyo'lar!"
Hany her yanını uyuşturan inanamamazlık duygusunun altmdd bir yerlerde bir kızgınlık dalgası hissetti. Kf'cük yccuk, ha!
324

Madam Maxime dimdik duruyordu, boyu bütün haşmetiyle gözler önündeydi. Heybetli başının tepesi, mumlarla donanmış avizeye sürtünüyordu. Siyah satenle kaplı kocaman göğsü şişti.
"Bu ne anlama geliyor, Dambli-dor"? diye sordu buyurgan bir edayla.
"Bunu ben de öğrenmek istiyorum, Dumbledore," dedi Profesör Karkaroff. Yüzünde zoraki bir gülümseme vardı, mavi gözleriyse buz parçalan gibiydi, "iki tane Hogwarts şampiyonu, ha? Ev sahibi okulun iki şampiyon sokmasına izin verildiğini hiç duymamıştım -kuralları yeterince dikkatli okumadım mı acaba?"
Kısa ve pis bir kahkaha attı.
"Cesi impossible," dedi Madam Maxime. Çok sayıda muhteşem opal taşıyla süslediği kocaman elini Fleur'ün omzuna koymuştu. " 'Ogwarts'ın iki jampiyonu olamaz. Fena hakzızhk bu."
"Senin şu Yaş Çizgisi'nin küçük adayların katılmasını önleyeceğini sanıyorduk, Dumbledore," dedi Karkaroff. Zoraki gülümsemesi hâlâ silinmemişti, ama bakışları her zamankinden de soğuktu. "Yoksa tabii ki biz de kendi okullarımızdan daha geniş bir aday kadrosu seçip getirirdik."
"Bu, Potter'ın suçu, başka kimsenin değil, Karkaroff," dedi Snape yumuşak bir sesle. Siyah gözleri kinle alev alevdi. "Potter'ın kuralları yıkma konusundaki kararlılığı yüzünden Dumbledore'u suçlama. Buraya adım attığı günden beri çizgiyi aşıp duruyor -"
"Teşekkür ederim, Severus," dedi Dumbledore kah
325

bir sesle. Snape sustu, ama siyah ve yağlı saçlarının arasından gözleri hâlâ hain hain parlıyordu.
Profesör Dumbledore şimdi Harry'ye bakıyordu. Harry de gözlerini ona çevirmiş, yanm ay biçimindeki gözlüğün arkasından bakan o gözlerdeki ifadeyi anlamaya çalışıyordu.
"Adını Ateş Kadehi'ne koydun mu, Harry?" diye sordu Dumbledore sükûnetle.
"Hayır," dedi Harry. Herkesin onu dikkatle izlediğinin fena halde farkındaydı. Gölgelerin içindeki Snape'ten ona inanmadığını gösteren sabırsız bir öfültü yükseldi.
"Yaşı büyük bir öğrenciden senin adını Ateş Kadehi'ne koymasını istedin mi?" dedi Profesör Dumbledore, Snape'e aldırmayarak.
"Hayır," dedi Harry ateşli bir şekilde.
"Ay, tabiyki yalan söylüyo'!" diye bağırdı Madam Maxime. Snape şimdi dudağını bükmüş, başını iki yana sallıyordu.
"Yaş Çizgisi'ni geçmiş olamaz," dedi Profesör McGo-nagall sertçe. "Sanırım hepimiz bunda hemfikiriz -"
"Dambli-dor çisgide yanlış yaptı demek," dedi Madam Maxime, omuz silkerek.
'Tabii ki bu mümkün," dedi Dumbledore kibarca.
"Dumbledore, yanlış yapmadığını sen de bal gibi biliyorsun!" dedi Profesör McGonagall sinirli bir halde. "Aman, ne saçmalık! Harry çizgiyi kendi geçmiş olamaz, Profesör Dumbledore da onun bu iş için büyük bir öğrenciyi ayarlamadığına inandığına göre, sanırım herkes bu durumu kabul etmeli!"
326

Profesör McGonagall, Profesör Snape'e çok kızgın bir bakış attı.
"Mr Crouch... Mr Bagman," dedi Karkaroff. Sesi yine riyakâr bir tona bürünmüştü. "Siz bizim - ee - tarafsız hakemlerimizsiniz. Bunun kurallara hiç de uygun olmadığını onaylayacaksınız herhalde."
Bagman yuvarlak, çocuksu yüzünü mendiliyle silip, şömine ateşinin aydınlattığı çemberin dışında, yüzü yarı gölgede duran Mr Crouch'a baktı. Mr Crouch'un biraz ürpertici bir hali vardı. Bu yan karanlık ona çok daha yaşlı, neredeyse kurukafa benzeri bir görünüm veriyordu. Ama konuştuğunda, sesi her zamanki sert sesiydi. "Kurallara uymalıyız ve kurallar açık bir şekilde isimleri Ateş Kadehi'nden çıkan kişilerin Turnu-va'da yanşmakla yükümlü olduğunu söylüyor."
"Eh, Barty kural kitabını harfi harfine bilir," dedi Bagman. Sanki mesele sonuçlanmış gibi gülümseyerek arkasındaki Karkaroff la Madam Maxime'e döndü.
"Ben diğer öğrencilerimin isimlerinin bir kez daha konulması konusunda ısrar ediyorum," dedi Karkaroff. Riyakâr ses tonunu ve gülümsemesini bir kenara bırakmıştı artık. "Ateş Kadehi'ni yeniden yerine koyacaksınız ve her okuldan iki şampiyon seçilene dek yeni adlar/ eklemeye devam edeceğiz. Bu, adil bir çözüm olur, Dumbledore."
"Ama Karkaroff, bu iş böyle yürümüyor," dedi Bagman. "Ateş Kadehi söndü - bir dahaki Turnuva'ya kadar da tekrar yanmaz -"
"- ki Durmstrang kesinlikle o Turnuva'ya katılma-
327

yacak!" diye patladı Karkaroff. "Bütün toplantılarımızdan, görüşmelerimizden ve tavizlerimizden sonra böyle bir şeyin olmasını pek beklemiyordum! Şimdi gitsek mi diye düşünüyorum ister istemez!"
"Boş tehdit, Karkaroff," diye hırladı bir ses yakındaki kapıdan. "Artık şampiyonunu bırakamazsın. O yarışmak zorunda. Hepsi yarışmak zorunda. Bağlayıcı sihirli anlaşma, tıpkı Dumbledore'un dediği gibi. Nasıl, çok uygun, ha?"
Moody odaya girmişti. Ateşe doğru topallayarak yürüdü, her sağ adımında bir takırtı duyuluyordu.
"Uygun mu?" dedi Karkaroff. "Korkarım ki seni anlamıyorum, Moody."
Harry, Karkaroff un, hor gören bir tavır takınarak, Moody'nin söyledikleri önemsenmeye değmezmiş numarası yapmaya çalıştığını anlamıştı. Ama Karkaroff un elleri onu ele veriyordu; onlan sıkı sıkı kapamış, yumruk yapmıştı.
"Anlamıyor musun?" dedi Moody sakin sakin. "Çok basit, Karkaroff. Birisi Harry'nin adını Kadeh'e koydu, çünkü adı Kadeh'ten bir kez çıktı mı yanşmak zorunda kalacağını biliyordu."
"Belli ki 'Ogwarts'a elmadan iki ısı'ık vermeyi isteyen bi'isi!" dedi Madam Maxime.
'Tamamen aynı fikirdeyim, Madam Maxime," dedi Karkaroff, eğilip onu selamlayarak. "Hem Sihir Bakan-lığı'na, hem de Uluslararası Büyücüler Konfederasyonu'na şikâyette bulunacağım -"
"Eğer birinin şikâyet etmeye hakkı varsa, o da Pot-
328

ter'dır," diye homurdandı Moody. "Ama... enteresan... onun tek kelime ettiğini bile duymuyorum..."
"Niyçin şikâyet etzin ki?" diye patladı Fleur Dela-cour, ayağını yere vurarak. "Ya'ışma şansı elde etti, di-yil mi? Biz haftala'dır seçilelim ümit ediyo'uz! Okullarımız onurlandı'mak için! Bin Galleon'luk ödüyl - çoğu kişinin uğrunda öleceyi bir fi'sat!"
"Belki birisi Potter'ın hakikaten de bu uğurda öleceğini umuyordur," dedi Moody, çok hafif bir hırıltıyla.
Bu sözlerin ardından son derece gergin bir sessizlik oldu.
Çok kaygılı görünen Ludo Bagman sinirli bir şekilde ayaklarının üstünde sallanıp durarak, "Moody, ihtiyar... o nasıl söz!" dedi.
"Hepimiz Profesör Moody'nin öğle yemeğinden önce kendini öldürmeye yönelik altı tane kadar komplo keşfetmedikçe sabahını ziyan olmuş saydığını biliyoruz," dedi Karkaroff yüksek sesle. "Besbelli şimdi öğrencilerine de suikasttan korkmayı öğretiyor. Bir Karanlık Sanatlara Karşı Savunma öğretmeni için tuhaf bir özellik bu, Dumbledore, ama eminim senin de kendine göre birtakım nedenlerin vardı."
"Demek bunları hayal ediyorum, ha?" diye homurdandı Moody. "Olmayan şeyler görüyorum, öyle mi? Çocuğun adını o Kadeh'e koyan kişi usta bir cadı ya da büyücüydü..."
"Buna dayir ne delil var kiy?" dedi Madam Maxi-me, kocaman ellerini itiraz edercesine havaya kaldırarak.
329

"Çünkü çok güçlü bir sihirli nesneyi kandırdılar!" dedi Moody. "O Kadeh'i kandırıp Turnuva'da yalnızca üç okulun yarışacağını unutturmak için ender rastlanır güçte bir Şaşırtma Büyüsü gerek... Tahminimce Pot-ter'ın kategorisinde tek olmasını sağlamak için, adını dördüncü bir okulun altından soktular..."
"Bu konuda epey kafa yormuşa benziyorsun, Moody," dedi Karkaroff soğuk bir ses tonuyla. "Bu, çok usta işi bir teori - ama duyduğum kadarıyla geçenlerde de doğum günü hediyelerinden birinin içinde kurnazca gizlenmiş bir basilisk yumurtası olduğuna kafanı takmışsın. Ama kutuyu parçalara ayırdıktan sonra aslında içinde bir portatif saat olduğunu anlamışsın. Bu yüzden seni pek ciddiye almazsak anlayışla karşılarsın herhalde..."
Moody gözdağı veren bir sesle, "Masum olayları kendi lehine kullananlar vardır," diye yanıtladı. "Karanlık büyücülerin düşündüğü şekilde düşünmek benim işim, Karkaroff - bunu sen de hatırlarsın elbet..."
"Alastor!" dedi Dumbledore, uyararak. Harry bir an için Dumbledore'un kime hitap ettiğini merak etti, ama sonra "Deli-Göz"ün Moody'nin asıl adı olamayacağını fark etti. Moody sustu, yine de Karkaroff u tatmin olmuş gözlerle süzüyordu hâlâ - Karkaroff un yü-züyse alev alevdi.
"Bu durum nasıl ortaya çıktı, bilmiyoruz," dedi Dumbledore, odada bulunan herkese. "Ancak bana öyle geliyor ki, bunu kabul etmekten başka seçeneğimiz yok. Hem Cedric, hem de Harry Turnuva'da yarışmak üzere seçildiler. Öyleyse, yarışacaklar..."
330

"Ama Dambli-dor -"
"Sevgili Madam Maxime, eğer başka bir fikriniz varsa, duymaktan memnun olurum."
Dumbledore bekledi, ama Madam Maxime konuşmadı, ters ters bakmakla yetindi. Üstelik bunu yapan bir tek o değildi. Snape çok kızgın görünüyordu; Kar-karoff sinirden mosmordu. Bagman ise çok heyecanlı görünüyordu.
"Ee, devam edelim mi öyleyse?" dedi, ellerini ovuşturup odadakilere gülümseyerek. "Şampiyonlarımıza talimatları vermemiz gerekiyor, değil mi? Barty, ev sahipliği yapmak ister misin?"
Mr Crouch derin bir transtan çıkmış gibi oldu.
"Evet," dedi, "talimatlar. Evet... ilk görev..."
Ateşin ışığına adım attı. Harry yakından bakınca onun hasta bir hali olduğunu düşündü. Gözlerinin altında karanlık gölgeler vardı, buruşmuş derisiyse ince, kâğıt gibiydi. Oysa Quidditch Dünya Kupası'nda böyle görünmüyordu.
"İlk görev cesaretinizi sınamak üzere tasarlandı," dedi Harry, Cedric, Fleur ve Krum'a. "Bu yüzden ne olduğunu size söylemeyeceğiz. Bilinmeyenle yüz yüze gelindiğinde gösterilen cesaret bir büyücü için önemli bir özelliktir... çok önemli bir özellik...
"İlk görev yirmi dört Kasım'da, diğer öğrencilerin ve jürinin önünde gerçekleştirilecek.
"Şampiyonların Turnuva'daki görevlerini tamamlamak için öğretmenlerinden yardım istemeleri ya da onların yardım teklifini kabul etmeleri yasak. Şampiyon-331

lar bu ilk aşamaya ellerinde sadece asalanyla girecekler. İkinci görev hakkında bilgi, ilk görev bittiğinde verilecek. Turnuva' nın emek ve zaman isteyen doğası nedeniyle, şampiyonlar yıl sonu sınavlarından muaf tutulacak."
Mr Crouch dönüp Dumbledore'a baktı. "Sanırım bu kadar, değil mi, Albus?"
"Sanırım," dedi Dumbledore. Mr Crouch'a hafif bir endişeyle bakıyordu. "Bu gece Hogwarts'ta kalmak istemediğine emin misin, Barty?"
"Eminim, Dumbledore, Bakanlık'a dönmem gerekiyor," dedi Mr Crouch. "Bu ara işler çok yoğun, çok güç bir dönem geçiriyoruz... İşin başında genç VVeatherby'yi bıraktım... Çok hırslı... biraz fazla hırslı, aslını sorarsan..."
"En azından, gitmeden önce gelip bir içki içmez misin?" dedi Dumbledore.
"Haydi, Barty, ben de kalıyorum!" dedi Bagman neşeyle. "Şimdi her şeyin merkezi Hogwarts, biliyorsun. Burası bürodan çok daha heyecan verici!"
"Sanmıyorum, Ludo," dedi Crouch, eski sabırsızlığını andırır bir sesle.
"Profesör Karkaroff - Madam Maxime - yatmadan önce bir içkiye ne dersiniz?" dedi Dumbledore.
Ama Madam Maxime çoktan kolunu Fleur'ün omzuna dolamış, onunla birlikte odadan çıkıyordu. Harry ikisinin Büyük Salon'a girerken Fransızca hızlı hızlı konuştuklarını duyabiliyordu. Karkaroff, Krum'u eliyle çağırdı ve onlar da çıktılar, ama konuşmadan.
332

"Harry, Cedric, yatmaya gitseniz iyi olur," dedi Dumbledore, ikisine de gülümseyerek. "Eminim Gryffindor ve Hufflepuff sizinle birlikte bu olayı kutlamak için sabırsızlanıyordun Onları, ortalığın altını üstüne getirmek ve patırtı çıkarmak için böyle mükemmel bir bahaneden mahrum bırakırsanız yazık olur."
Harry, Cedric'e baktı. Cedric başıyla onayladı ve odadan çıktılar.
Büyük Salon şimdi bomboştu. Mumların alevi ufal-mıştı, balkabaklannın çentikli gülümsemeleri de bu ışıkta ürpertici ve titrek bir hal almıştı.
"Ee," dedi Cedric, hafifçe gülümseyerek. "Yine birbirimize karşı oynuyoruz!"
"Sanırım," dedi Harry. Aklına gerçekten de söyleyecek başka bir şey gelmemişti. Kafasının içine tam bir karmaşa hâkimdi, sanki beyni yağmalanmış gibiydi.
"Ee... söyle bakalım..." dedi Cedric, Giriş Salonu'na ulaştıklarında. Salon şimdi Ateş Kadehi'njn yokluğunda sadece meşalelerle aydınlatılıyordu. "Nasıl koydun adını?"
"Koymadım," dedi Harry, ona dik dik bakarak. "Adımı koymadım. Doğruyu söylüyordum."
"Haa... peki," dedi Cedric. Harry, Cedric'in ona inanmadığını anlamıştı. "Eh... görüşmek üzere, öyleyse."
Cedric mermer merdivenden yukarı çıkmak yerine sağ taraftaki bir kapıya yöneldi. Harry onun kapının arkasındaki taş basamaklan inmesini dinledi, sonra da ağır ağır mermer basamaklan çıkmaya başladı.
333

l!
Ron'la Hermione dışında kimse ona inanacak mıydı, yoksa Turnuva'ya kendisinin katıldığım mı düşüneceklerdi? Ama ondan üç yıl daha uzun süre büyü eğitimi almış rakiplerle karşı karşıyayken - dahası, yalnızca tehlikeli görünmekle kalmayıp, bir de yüzlerce insanın önünde gerçekleştirilecek görevlerle karşı karşıyayken - nasıl böyle düşünürlerdi ki? Evet, daha önce bunu düşünmüştü... hayalini kurmuştu... ama aslında bir şakaydı o sırada, boş bir hayal gibiydi... gerçekten, cidden katılmayı düşünmemişti hiç...
Ama bir başkası düşünmüştü... bir başkası onun Turnuva'ya girmesini istemiş ve bunu garantiye almıştı. Neden? Ona bir kıyak yapmak için mi? Nedense, öyle olduğunu sanmıyordu hiç...
Onun kendini aptal durumuna düşürmesini sağlamak için mi? Eh, o zaman dilekleri gerçekleşecek gibi görünüyordu...
Ama onu öldürtmek? Yoksa Moody her zamanki gibi paranoyakça mı davranıyordu? Biri Kadeh'e Harry'nin adını oyun olsun, şaka olsun diye koymuş olamaz mıydı? Gerçekten de biri onun ölmesini istiyor muydu?
Hany kafasında bunun cevabını hemen verdi. Evet, biri onun ölmesini istiyordu, bir yaşından beri biri onun ölmesini istemişti hep... Lord Voldemort. Ama Lord Voldemort nasıl olup da Harry'nin adını Ateş Kadehi'ne koydurtmayı başarmıştı? Voldemorfun uzaklarda, ırak bir ülkede, tek başına saklanıyor olması gerekiyordu... cılız, güçsüz...
Ancak yara izinin acısına uyanmadan hemen önce
334

gördüğü rüyada Voldemort yalnız değildi... Kılkuy-ruk'la konuşuyordu... Harry'nin ölümünü planlıyor-
Harry kendini birden Şişman Hanım'm karşısında bulunca çok şaşırdı. Ayaklarının onu nereye götürdüğünü pek fark etmemişti. Başka bir sürpriz de Şişman Hanım'in çerçevenin içinde yalnız olmamasıydı. Harry alt katta şampiyonlara katıldığında komşusunun tablosuna atlayan yaşlı cadı, şimdi Şişman Hanım'in yanında şişine şişine oturuyordu. Buraya Harry'den önce ulaşmak için yedi kat merdivenin kenarındaki bütün resimlerden son sürat geçmiş olmalıydı. Hem o, hem de Şişman Hanım, Harry'ye çok büyük bir ilgiyle bakıyorlardı.
"Aman, aman, aman," dedi Şişman Hanım. "Viplet az önce bana her şeyi anlattı. Kim seçilmiş okul şampiyonu, efendim?"
"Zırva," dedi Harry donuk bir sesle.
"Hiç de değil!" dedi soluk yüzlü cadı, kızarak. —
"Yo, yo, Vi, parola bu," dedi Şişman Hanım, yatıştı-1 ncı bir sesle. Menteşelerinden öne doğru savrulup Hany'yi ortak salona aldı.
Portre açıldığında Harry'nin kulaklarında öyle bir gürültü patladı ki, az daha sırtüstü devriliyordu. Daha neler olup bittiğini anlamadan bir düzine el onu ortak salona çekmişti bile. Gryffindor binasındaki herkes karşısındaydı şimdi, hepsi çığlıklar atıyor, alkışlıyor, ıslık çalıyordu.
"Turnuva'ya girdiğini söylemeliydin bize!" diye
335

böğürdü Fred; yan kızmış, yan etkilenmiş görünüyordu.
"Sakallanmadan nasıl becerdin bunu? Müthiş!" diye kükredi George.
"Becermedim," dedi Harry. "Nasıl oldu bilmi-" Ama şimdi Angelina üstüne çullanmıştı. "Neyse, madem ben olamıyorum, en azından bir Gryffindor -"
Yine Gryffindor Kovalayıcı'larmdan olan Katie Bell, "Diggory'den geçen seferki Quidditch maçının öcünü alabileceksin, Harry!" dedi çığlık çığlığa. "Yemek var, Harry, gel ye biraz -" "Aç değilim, şölende yeterince yedim -" Ama kimse aç olmadığını duymak istemiyordu; kimse adını Kadeh'e koymadığını duymak istemiyordu; tek bir kişi bile Harr/nin pek de kutlama havasında olmadığının farkına varmamıştı... Lee Jordan bir yerden bir Gryffindor flaması bulup çıkarmış, ısrarla onu Harr/nin üstüne bir pelerin gibi sarmıştı. Harry kaçamıyordu; ne zaman yatakhaneye gitmek için merdivene doğru hamle etse, çevresindeki kalabalık saflarını sıklaşnnyor, ona zorla bir tane daha Kaymakbirası içiriyor, avuçlarına gevrek ve fıstık hkışnnyordu... Herkes bunu nasıl başardığını, Dumbledore'un Yaş Çizgisi'ni nasıl atlatıp Kadeh'e adını nasıl koyduğunu öğrenmek istiyordu...
"Yapmadım," dedi defalarca, "nasıl oldu, bilmiyorum."
Ama insanlar onun bu sözlerini hiç dikkate almadığına göre, cevap vermese de bir şey değişmeyecekti herhalde.
336

"Yoruldum!" diye bağırdı en sonunda. Neredeyse yarım saat geçmişti. "Hayır, cidden, George - yatmaya gidiyorum -"
Ron'la Hermione'yi bulmayı, biraz sağduyuya kavuşmayı her şeyden çok istiyordu, ama görünüşe bakılırsa ikisi de ortak salonda değildi. Harry uyuması gerektiği konusunda ısrar edip, merdivenin başında önünü kesmeye çalışan küçük Creevey kardeşleri neredeyse ezdikten sonra, silkinip herkesten kurtulmayı başararak elinden geldiğince hızlı bir şekilde yatakhaneye çıkh.
Boş yatakhanede Ron'u bulduğunda çok rahatladı. Ron hâlâ giyinik halde yatağına uzanmıştı. Harry arkasından kapıyı çarparak kapatınca, başını çevirip baktı.
"Neredeydin?" dedi Harry.
"Ha, merhaba," dedi Ron.
Sırıtıyordu, ama bu çok tuhaf, zoraki bir sırıtmaydı. Harry birden hâlâ Lee'nin üstüne sardığı kırmızı Gryffindor flamasıyla dolaşmakta olduğunu fark etti. Hemen üstünden çıkarmak istedi onu, ama çok sıkı düğümlenmişti. Ron hiç kıpırdamadan yatağında yatıp Harr/nin flamayla boğuşmasını izledi.
"Ee," dedi, nihayet Harry flamayı çıkarıp bir köşeye fırlattıktan sonra. 'Tebrikler."
"Nasıl yani, tebrikler?" dedi Harry, Ron'a dikkatle bakarak. Ron'un gülümsemesinde kesinlikle bir tuhaflık vardı: Daha çok, birinin acıyla dişlerini sıkmasına benziyordu.
"Eh... başka kimse Yaş Çizgisi'ni geçemedi," dedi
- 337

Ron. "Fred'le George bile. Ne kullandın - Görünmezlik Pelerini'ni mi?"
"Görünmezlik Pelerini o çizgiden geçmemi sağlamazdı ki," dedi Harry yavaşça.
"Haa, doğru," dedi Ron. "Pelerin olsa bana söylerdin diye düşündüm... çünkü ikimizi de örterdi, değil mi? Ama sen başka bir yol buldun, değil mi?"
"Dinle," dedi Harry, "ben o Kadeh'e adımı koymadım. Bunu bir başkası yapmış olmalı."
Ron kaşlarını kaldırdı. "Bunu niçin yapsınlar ki?"
"Bilmem," dedi Harry. "Beni öldürmek için" demenin fazlaca melodramatik kaçacağını düşündü.
Ron'un kaşları öylesine yukarı kalkmıştı ki, saçlarının içinde kaybolma tehlikesiyle karşı karşıyaydılar.
"Merak etme, biliyorsun ki bana söyleyebilirsin," dedi. "Diğerlerinin bilmesini istemiyorsan tamam, ama niye zahmet edip yalan söyledin, başın belaya girmedi ki sonuçta. Şişman Hanım'ın arkadaşı, şu Violet, . Dumbledore'un senin katılmana izin verdiğini bize çoktan söylemişti. Bin Galleon'luk ödül, ha? Üstelik yıl sonu sınavlarına da girmen gerekmiyor..."
"O Kadeh'e ismimi koymadım!" dedi Harry, kızmaya başlayarak.
"Peki, tamam," dedi Ron, aynı Cedric'inki gibi şüpheci bir ses tonuyla. "Bu sabah demiştin de, dün gece yapardım, kimse de görmezdi diye... Aptal değilim ben."
"Bayağı iyi taklit yapıyorsun o zaman," diye patladı Harry.
338

"Öyle mi?" dedi Ron. Artık yüzünde zoraki bir sırıtma izi bile yoktu. "Sen en iyisi yat, Harry. Herhalde yarın saban erkenden fotoğraf çekimine falan gitmen gerekiyordur."
Dört direkli yatağının çevresindeki perdeleri örttü. Harry ise, gözleri koyu kırmızı kadife perdelerde, kapıda öylece kalakaldı. Kendisine inanacağından emin olduğu insanlardan biri az önce o perdelerin arkasında kaybolmuştu.
339

GeCeLeR
12-10-2006, 02:02 AM
ON SEKİZİNCİ BÖLÜM
Asalar Tartılıyor


Harry pazar sabahı uyandığında, kendini niye bu kadar berbat, niye bu kadar endişeli hissettiğini hatırlaması biraz vakit aldı. Sonra aniden, önceki gecenin anılan adeta üzerine üşüştü. Harry doğrulup dört direkli yatağının perdelerini araladı. Niyeti Ron'la konuşmak, Ron'u ona inanmaya zorlamaktı - ama Ron'un yatağı boştu; belli ki kahvaltıya inmişti.
Harry giyindi ve dönen merdivenden ortak salona indi«Jçeri girer girmez, kahvaltıyı çoktan bitirmiş olan öğrencilerden yine bir alkış yükseldi. Büyük Salon'a inip de, ona kahraman muamelesi edecek olan diğer Gryffindor'larla karşılaşma fikri Harr/nin pek hoşuna gitmiyordu. Ama ya onu tercih edecek, ya da burada kalıp, kendilerine katılması için çılgınca el kol hareketleri yapan Creevey kardeşlere yakalanacaktı. Kararlı adımlarla portreye doğru yürüdü, itip açtı ve dışarı çıktı. Karşısında Hermione duruyordu.
"Merhaba," dedi Hermione, elinde peçeteye sanlı
340

birkaç tostla. "Bunu sana getirdim... Biraz yürümek ister misin?"
"İyi fikir," dedi Harry, minnetle.
Aşağı indiler ve Büyük Salon'a hiç göz atmadan çabucak Giriş Salonu'ndan geçtiler. Az sonra çimlerin üstünden göle doğru yürüyorlardı. Durmstrang gemisi göle demir atmış, suyun yüzeyinde kara yansımalar oluşturuyordu. Soğuk bir sabahtı, tostlarını yiyerek yürümeye devam ederlerken, Harry önceki gece Gryffin-dor masasından ayrıldıktan sonra olanları en küçük ayrıntısına kadar Hermione'ye anlattı. Hermione hikâyesini sorgusuz sualsiz kabul edince çok rahatladı.
"Eh, kendin katılmadığını biliyordum tabii," dedi kız, Harry odadaki sahneyi anlatmayı bitirdiğinde. "Dumbledore adını okuduğunda yüzündeki ifadeyi bir görebilseydin! Asıl mesele, senin adını kim koydu? Çünkü Moody haklı, Harry... Bunu bir öğrencinin yapmış olabileceğini sanmıyorum... Kadeh'i hayatta kandıramazlardı, ayrıca Dumbledore'un koyduğu engeli de -"
"Ron'u gördün mü?" diye lafını kesti Harry.
Hermione tereddüt etti.
"Şeyy... evet... kahvaltıdaydı."
"Hâlâ kendim katıldığımı mı düşünüyor?"
"Şeyy... hayır, sanmıyorum... aslında hayır," dedi Hermione, ne söyleyeceğini bilemeyerek.
"Aslında hayır da ne demek?"
"Aman, Harry, çok belli değil mi?" dedi Hermione sabırsızca. "Kıskanıyor!"
341

"Kıskanıyor mu?" dedi Harry inanamayarak. "Neyi kıskaruyormuş? Kendini bütün okulun önünde maskara etmek mi istiyormuş?"
"Bak," dedi Hermione sabırla, "ilgiyi toplayan hep sensin, bunu biliyorsun." Harry'nin hiddetle ağzını açtığını görünce, "Biliyorum, bu senin suçun değil," diye ekledi. "Biliyorum, sen istiyorsun diye olmuyor bunlar... ama - şeyy - biliyorsun, Ron'un evde de bir sürü kardeşiyle rekabet etmesi gerekiyor. Sen onun en iyi arkadaşısın ve çok ünlüsün - insanlar seni gördüğünde o hep bir kenara itiliyor, o da buna katlanıyor ve hiç lafını etmiyor, ama sanırım artık bu bardağı taşıran son damla oldu..."
"Harika," dedi Harry sert sert. "Gerçekten harika. Ona söyle, istediği zaman yer değiştirebiliriz. Söyle, ben buna çok memnun olurum... Nereye gitsem, insanlar ağızlan bir kanş açık ahuma bakıyorlar..."
"Ben Ron'a hiçbir şey söylemiyorum," diye kestirip attı Hermione. "Kendin söyle. Bu sorunu çözmenin tek yolu bu."
"O büyüsün diye peşinden koşacak değilim!" dedi Harry. O kadar yüksek sesle konuşmuştu ki, yakındaki bir ağaçta duran baykuşlar ürküp havalandı. "Belki boynum kırılınca halimden hiç de memnun olmadığıma inanır, ya da belki bir tarafım -"
"Komik değil," dedi Hermione usulca. "Hiç komik değil." Son derece kaygılı görünüyordu. "Harry, düşünüyordum da - ne yapmamız lazım, biliyor musun? Derhal, şatoya döner dönmez?"
342

"Evet, Ron'a bir tekme -"
"Sirius'a yazmamız lazım. Olanları ona anlatman gerekiyor. Onu Hogwarts'ta olan biten her şeyden haberdar etmeni istemişti... Böyle bir şeyin olmasını bekliyordu sanki. Yanımda parşömenle tüy kalem getirdim -"
"Yapma," dedi Harry. Biri kulak misafiri olmuş mudur diye çevresine bakındı, ama okul arazisi bomboştu. "Sırf yara izim acıyor diye ülkeye geri döndü. Birinin beni Üçbüyücü Turnuvası'na soktuğunu söylersem herhalde tozu dumana katarak gelir şatoya -"
"Ona söylemeni isterdi," diye ısrar etti Hermione. "Nasılsa bir şekilde öğrenecektir -"
"Nasıl?"
"Harry, bu konu hasıraltı edilmeyecek," dedi Hermione, çok ciddi bir edayla. 'Turnuva ünlü, sen de ünlüsün. Gelecek Postası''nda senin Turnuva'y a katılacağınla ilgili bir şey çıkmazsa çok şaşırırım... Biliyorsun, zaten şimdiden Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen'le ilgili kitapların yarısında adın geçiyor... Üstelik Sirius bu haberi senden duymayı tercih ederdi, eminim buna."
'Tamam, tamam, ona yazacağım," dedi Harry, tostundan arta kalan parçayı göle atarak. Orada öylece durup ekmek parçasının suyun üzerinde yüzmesini seyrederlerken, sudan büyük bir dokunaç uzandı ve onu yüzeyin altına çekti. Sonra ikisi geri dönüp şatoya gittiler.
"Kimin baykuşunu kullanacağım?" dedi Harry, merdiveni çıkarlarken. "Bir daha Hedwig'i kullanma demişti."
"Ron'a sorsana bakalım, onunkini ödünç -"
343

"Ron'dan hiçbir şey istemem," diye noktayı koydu tfarry.
"Eh, okul baykuşlarından birini al o zaman, onları herkes kullanabiliyor," dedi Hermione.
Baykuşhane'ye çıktılar. Hermione, Harr/ye bir parşömen parçası, bir tüy kalem ve bir şişe mürekkep verdi. Sonra da sıra sıra tüneklerin arasında dolaşıp çeşit çeşit baykuşlara baktı, bu arada Harry de bir duvarın dibine oturup mektubunu yazdı.
Sevgili Sirius,
Hogıvarts'ta olan biten her şeyden seni haberdar etmemi söylemiştin, işte ben de ediyorum - duydun mu bilmiyorum, ama bu yıl Üçbüyücü Turnuvası düzenleniyor ve cumartesi gecesi ben dördüncü şampiyon olarak seçildim. Adımı Ateş Kadehi'ne kim koydu bilmiyorum, çünkü ben koymadım, öteki Hogıvarts şampiyonu, Huff-lepuff'tan Cedric Diggory.
O anda durup düşündü. Önceki geceden beri böğrüne yerleşen o devasa kaygı konusunda bir şeyler söylemek istiyordu, ama bu hissi sözcüklere nasıl dökeceğini bilmiyordu. Bu yüzden tüy kalemini mürekkep şişesine bir kez daha banrıp şöyle yazdı:
Umanm iyisindir, Şahgaga da - Harry.
"Bitti," dedi Hermione'ye. Ayağa kalkıp cüppesinin üstündeki samanları temizledi. Bunun üzerine
344

Hedwig uçarak gelip omzuna kondu ve bacağını uzattı.
"Seni kullanamam," dedi Harry. Okul baykuşlarına göz gezdirdi. "Bunlardan birini kullanmak zorundayım..."
Hedvvig kulak tırmalayıcı bir sesle öttü. Sonra öyle ani yükseldi ki, pençeleri Harry'nin omzunu kesti. Harry mektubunu iri bir hüthüt kuşunun bacağına bağlarken, Hedwig sırtı ona dönük oturdu. Hüthüt kuşu uçup gittikten sonra, Harry uzanıp Hedwig'i okşamak istedi, ama o hiddetle gagasını şaklattı ve çatı kirişlerine doğru yükselip gitti.
"Önce Ron, sonra da sen," dedi Harry kızgın kızgın. "Bu benim suçum değil."
*
Harry insanlar onun şampiyon olduğu fikrine alışınca işler biraz düzelir sanmıştı belki, ama ertesi gün ne kadar yanıldığı ortaya çıktı. Artık derslere döndüğü için, okulun geri kalanını görmezden gelemiyordu - ve belli ki okulun geri kalanı da, tıpkı Gryffindor'lar gibi, Harry'nin Kadeh'e adını kendisinin koyduğuna inanıyordu. Ancak Gryffindor'lann aksine, onlar bunu pek hoş karşılamışa benzemiyorlardı.
Genellikle Gryffindor'larla araları çok iyi olan Huff-lepufflar, şimdi hepsine karşı çok soğuk davranıyorlardı. Bu durumun açıkça ortaya çıkması için bir Bitki-bilim dersi yetti. Belli ki Hufflepuff lar, Harry'nin, şampiyonlarının zaferine gölge düşürdüğünü düşünüyorlardı. Hufflepuff binasının tarihinde zaten çok az zafer
345

vardı. Bu az sayıdaki zaferlerden birini onlara yine Cedric'in, Gryffindor'u Quidditch'te yenerek kazandırmış olması, kırgınlıklarını daha da artırıyordu. Normalde Harry'nin çok iyi geçindiği Ernie Macmillan ve Jus-tin Finch-Fletchley, Sıçrayan Soğan'lann saksılannı değiştirirken aynı tepsiyi kullanmalarına rağmen, onunla konuşmadılar - ama Sıçrayan Soğanlardan biri Harry'nin elinden fırlayıp yüzüne çarpınca sevimsiz sevimsiz gülmeyi ihmal etmediler. Ron da Harry'yle konuşmuyordu. Hermione ikisinin ortasında oturuyor, kendini zorlayarak bir sohbet ortamı yaratmaya çalışıyordu. Her ne kadar ikisi de normal cevaplar verseler de, göz göze gelmekten kaçınıyorlardı. Harry, Profesör Sprout'un bile ona mesafeli davrandığını düşünüyordu - ama o da zaten Hufflepuff Bina Sorumlusu'ydu.
Normal koşullar altında Harry, Hagrid'le görüşmeyi iple çekerdi. Ne var ki, Sihirli Yaratıkların Bakımı dersi demek, Slytherin'lerle bir arada olmak demekti -şampiyon seçildiğinden beri onlarla ilk kez yüz yüze gelecekti.
Tahmin edilebileceği üzere, Malfoy, Hagrid'in kulübesine vardığında yine pis pis sırıtıyordu.
Harry'nin işitme menziline girer girmez, "Aa, çocuklar, bakın, şampiyon," dedi Crabbe ve Goyle'a. "imza albümleriniz yanınızda mı? imzasını hemen alsanız iyi olur, çünkü pek uzun süre bizimle kalacağını sanmıyorum... tarihteki Üçbüyücü şampiyonlarının yarısı ölmüştür... sence sen ne kadar dayanacaksın, Potter? İddiaya vanm, ilk görevin onuncu dakikasını çıkaramazsın."
346

Crabbe ve Goyle dalkavukça güldüler. Ama Malfoy daha ileri gidemedi, çünkü Hagrid kucağında sandıklardan oluşan bir kuleyle kulübesinin köşesini dönmüştü. Sandıkların her birinin içinde çok iri bir Patlar-Uçlu Keleker vardı. Hagrid dehşete düşmüş olan sınıfa, Ke-leker'lerin birbirlerini öldürme nedeninin fazladan enerji birikmesi olduğunu, çözümün de her öğrencinin bir Keleker'e tasma takıp kısa bir yürüyüşe çıkarmasında yattığını açıkladı. Bu planın tek iyi yanı, Malfoy'un dikkatini tamamen başka yöne çekmesiydi.
Kutulardan birinin içine bakarak, "Bu şeyi yürüyüşe çıkarmak ha?" dedi tiksinti dolu bir sesle. "Peki ya tasmayı nereye geçireceğiz? İğneye mi, patlar ucuna mı, yoksa vantuzuna mı?"
"Ortaya bir yere," dedi Hagrid, nasıl yapılacağını göstererek. "Şeyy - evet, belki ejderha derisi eldivenlerinizi taksanız iyi olur, hani iyicene güvenli olsun diye. Harry - gel de şu iri olanı bağlamada bana yardım et..."
Ancak Hagrid'in asıl niyeti, Harry'yle sınıftaki diğer öğrencilerden uzak bir yerde konuşmaktı.
Herkes kendi Keleker'iyle uzaklaşana dek bekledi, sonra da Harry'ye dönüp çok ciddi bir sesle, "Ee - katılıyorsun, Harry," dedi. "Turnuva'ya yani. Okul şampiyonu."
"Şampiyonlarından biri," diye düzeltti Harry.
Hagrid'in çalı gibi kaşlarının altındaki böcek karası gözleri çok kaygılı görünüyordu. "Adını Kadeh'e kim koydu, hiçbir fikrin yok mu, Harry?"
"Benim koymadığıma inanıyor musun yani?" dedi
347

?T
Harry. Hagrid'in sözlerinin içinde yarattığı minnettarlık hissinin yüzüne vurmasını zar zor engelledi.
'Tabii inanıyorum," diye homurdandı Hagrid. "Yapmadım diyorsun, ben de sana inanıyorum -Dumbledore falan da inanıyor."
"Keşke kimin yaptığını bilseydim," dedi Harry aa aa.
İkisi öylece durup çimenliğe baktılar; öğrenciler şimdi iyice dağılmıştı, hepsi de çok zor durumdaydı. Boylan bir metreye erişmiş olan Keleker'ler çok güçlüydü. Artık kabuksuz ve renksiz değillerdi, üstlerinde kalın, grimsi, parlak bir zırh çıkmıştı. Dev akreplerle, çekip uzatılmış yengeçlerin karışımına benziyorlardı -ama görünürde hâlâ kafaları ya da gözleri yoktu. Çok kuvvetlenmişlerdi, onlan kontrol alfanda tutmak çok zordu.
"Görünüşe bakılırsa bayağı eğleniyorlar, ne dersin?" dedi Hagrid mutlu mutlu. Harry onun Kele-ker'lerden bahsettiğine karar verdi, çünkü sınıf arkadaşlarının, eğlenmediği kesindi; arada bir endişe verici bir bam sesi çıkıyor, Keleker'lerden birinin ucu patlıyor ve Keleker birkaç metre öteye fırlıyordu. Onun arkasından birkaç kişi karnının üstünde sürükleniyor, çaresizce yeniden ayağa kalkmaya çabalıyordu.
"Off, bilemiyorum, Harry," diye iç geçirdi Hagrid birden. Harry'ye bakan yüzünde kaygılı bir ifade vardı. "Okul şampiyonu... her şey de senin başına geliyor gibi, değü mi?"
Harry yanıt vermedi. Evet, her şey onun başına geliyor gibiydi... Gölün çevresinde yürürlerken Hermione
348

de aşağı yukarı bunu söylemişti. Ve yine Hermione'ye göre, Ron'un Harry'ye küsmesinin nedeni de buydu.
*
Sonraki birkaç gün Haır/nin Hogwarts'ta geçirdiği en kötü günler arasındaydı. Sadece ikinci sınıfta geçirdiği o kötü aylar şimdikiyle kıyaslanabilirdi; o sıralar okulun büyük bir bölümü onun diğer öğrencilere saldırdığından şüphelenmişti. Ancak o zaman Ron onun tarafındaydı. Ron yine arkadaşı olsa bütün okulun davranışlarına katlanabilirdi, ama Ron istemiyorsa Harry de gidip onu kendisiyle barışsın diye ikna etmeye çalışacak değildi. Öte yandan, her taraftan üzerine antipati akarken insan kendini çok yalnız hissediyordu.
Hufflepuffların tavrını beğenmese de arılayabiliyordu; onların destekleyecek kendi şampiyonlan vardı. Slytherin'lerden gelen acımasız hakaretleri de bekliyordu zaten - o binanın öğrencileri arasında hiçbir zaman sevilmezdi, çünkü Gryffindor'un onları hem Quid-ditch'te, hem de Binalar-Arası Şampiyona'da defalarca yenmesinde önemli payı olmuştu. Ama Ravenclavv'la-nn kalplerini dinleyip onu da Cedric kadar destekleyeceklerini ummuştu. Ne var ki, yanılmıştı. Ravenclaw'la-nn çoğu Harr/nin biraz daha şöhrete kavuşabilmek için Kadeh'i kandırıp adını kabul ettirdiğini düşünüyordu.
Bir de Cedric'in şampiyona ondan çok daha fazla benzediği gerçeği vardı. Düzgün burnu, koyu renk saçları ve kurşuni gözleriyle son derece yakışıklı olan Cedric'in de artık Viktor Krum kadar hayranı vardı. Hatta
349

Harry daha önce Krum'un imzasını almak için ellerinden geleni yapan altıncı sınıf öğrencisi kızların, bir öğle yemeği sırasında Cedric'e çantalarını imzalatmak için yalvardıklarını gördü.
Bu arada Sirius'tan cevap gelmemişti, Hedwig yanına gelmeyi reddediyordu, Profesör Trelavmey onun öleceğine dair kehanetine her zamankinden de çok güveniyordu ve Profesör Flitwick'in dersinde Çağırma Büyüsü'nde öyle körüydü ki fazladan ev ödevi aldı -Neville dışında bir tek kendisi fazladan ev ödevi almıştı.
Flitvvick'in dersinden çıkarlarken, Hermione ona cesaret vermek istercesine, "O kadar da zor değil, Harry," dedi. Hermione bütün ders boyunca sınıfın her tarafındaki nesneleri kendisine doğru uçurup durmuştu; tahta silgilerini, çöp sepetlerini ve Ayskop'lan çeken bir mıknatıs gibiydi. "Doğru dürüst konsantre olamı-yordun, o kadar -"
"Neden acaba," dedi Harry sıkıntıyla. Cedric Dig-gory yânlarından geçiyordu, pişmiş kelle gibi sırıtan kızlarla çevriliydi. Kızların hepsi de Harry'ye sanki çok iri bir Patlar-Uçlu Keleker'miş gibi baktı. "Amaan -boşvereyim, değil mi? Nasılsa bu öğleden sonra her zaman iple çektiğim bir şey var: üst üste iki ders İksir..."
Gerçi üst üste iki ders İksir'e girmek her zaman korkunç bir deneyimdi, ama şu sıralar iyiden iyiye işkence halini almıştı. Snape'le ve Slytherin'lerle birlikte bir buçuk saat boyunca bir zindanda kapalı kalmak, Harry'nin aklına gelip gelebilecek en nahoş şeydi.
350

Slytherin'lerin hepsi de Harry'yi, okul şampiyonu olmaya cüret ettiği için ellerinden geldiğince cezalandırmaya kararlı görünüyordu. Zaten koca bir cuma günü boyunca Hermione yanında oturup sürekli "Aldırma onlara, aldırma onlara, aldırma onlara" diye fısıldayıp durmuştu. Bugünün daha iyi geçmesi için de bir neden göremiyordu.
Öğle yemeğinden sonra Hermione'yle birlikte Sna-pe'in zindanına vardıklarında, Slytherin'lerin dışarıda bekleştiğini gördüler. Hepsi de cüppesinin göğsüne büyük bir rozet tutturmuştu. Harry bir an çılgın bir düşünceye kapılarak onlann E. R. İ. T. rozetleri olduğunu sandı - ama sonra hepsinin üstünde, yeraltı geçidinin loşluğunda parlayan ışıl ışıl kırmızı harflerle aynı yazının bulunduğunu gördü:
\
CEDRIC DIGGORY'yi Destekle - j
GERÇEK Hogıvarts Şampiyonunu!
"Hoşuna gitti mi, Potter?" dedi Malfoy yüksek sesle, Harry yaklaşırken. "Tek yapabildikleri de bu değil -bak!"
Rozeti göğsüne bastırınca üstündeki yazı kayboldu ve yerine yeşil yeşil parlayan yeni bir yazı belirdi:
DANDtK POTTER
Slytherin'ler uluya uluya gülmeye başladılar. Hepsi aynım yapıp rozetini göğsüne bastırdı ve Harry'nin
351

çevresi parıldayan DANDÎK POTTER yazılarıyla doldu. Harry yüzünün ve ensesinin kızarmaya başladığını hissediyordu.
Hermione herkesten daha çok gülen Pansy Parkin-son ve Slytherin kız grubuna, "Aman, ne komik," dedi alaya bir ses tonuyla. "Gerçekten çok esprili."
Ron, Dean ve Seamus'la birlikte duvarın yanında duruyordu. Gülmüyordu, ama Harry'ye arka çıkıyor da değildi.
"Sen de bir tane ister misin, Granger?" dedi Malfoy, Hermione'ye bir rozet uzatarak. "Bende bir sürü var. Ama şu anda elime dokunma en iyisi. Daha yeni yıkadım; bir Bulanık'in kirletmesini istemem."
Harry'nin günlerdir duyduğu kızgınlık göğsündeki bir barajı yıkıp dışan püskürmüştü sanki. Daha kendi de ne yaptığının farkına varamadan, eli asasına gitmişti. Çevrelerindeki insanlar önlerinden kaçıp koridorda gerilemeye başladılar.
"Hany!" dedi Hermione, uyaran bir sesle.
"Haydi, Potter," dedi Malfoy sakin sakin. O da kendi asasını çıkardı. "Burada sana göz kulak olacak Mo-ody yok - davran, gözün yiyorsa -"
Bir an için birbirlerinin gözlerinin içine baktılar, sonra aynı anda ikisi de harekete geçti.
"Furnunculus!" diye bağırdı Harry.
"Densaugeo!" diye haykırdı Malfoy.
İki asadan da ışık huzmeleri fırladı, havada birbirlerine çarpıp yön değiştirdiler - Harr/ninki Goyle'un yüzüne, Malfoy'unki de Hermione'ye isabet etti. Goyle
352

böğürüp ellerini burnuna götürdü, burnunda kocaman, iğrenç çıbanlar çıkmaya başlamıştı. Panik içinde inildeyen Hermione ise ağzını eliyle kapatmıştı.
"Hermione!" Ron onun nesi olduğuna bakmak için hızla fırlamıştı.
Harry döndü ve Ron'un Hermione'nin elini ağzından çektiğini gördü. Hiç hoş bir manzara değildi. Hermione'nin zaten normalden daha iri olan ön dişleri şimdi endişe verici bir hızla uzuyordu, kız gitgide bir kunduza benzemeye başlamıştı. Dişleri uzadı, uzadı, alt dudağını geçti, çenesine vardı - panik içindeki Hermione onlara dokununca dehşet dolu bir çığlık koyuverdi.
"Bu tantananın sebebi nedir?" dedi yumuşak, ölümcül bir ses. Snape gelmişti.
Slytherin'ler yaygara koparıp açıklama yarışma giriştiler. Snape uzun, sarı parmağını Malfoy'a doğrultarak, "Açıkla," dedi.
"Potter bana saldırdı, efendim -"
"Birbirimize aynı anda saldırdık!" diye bağırdı Harry.
"- ve Goyle'u vurdu - bakın -"
Snape, Goyle'u inceledi. Goyle'ur yüzünün şu halinin resmi zehirli mantarlarla ilgili bu kitaba konsa kimse yadırgamazdı.
"Hastane kanadına, Goyle," dedi Snape sakin sakin.
"Malfoy da Hermione'yi yurdu!" dedi Ron. "Bakini"
Snape'e dişlerini göstermesi için Hermione'yi zorla-
353

di - Hermione elleriyle onlan saklamak için çırpınıyordu, ama yaka hizasını geçmiş oldukları için bu hayli güç bir işti. Pansy Parkinson ve diğer Slytherin kızları Snape'in arkasında sessiz kahkahalardan iki büklüm olmuş, parmaklarıyla Hermione'yi gösteriyorlardı.
Snape, Hermione'y e soğuk soğuk baktı ve, "Ben bir fark göremiyorum," dedi.
Hermione'den bir inilti çıktı; gözleri yaşla doldu ve arkasını dönüp koşmaya başladı. Koşa koşa koridordan çıkıp gözden kayboldu.
Belki de Harry ile Ron'un Snape'e bağırmaya aynı anda başlamaları bir şanstı; taş koridorda seslerinin o kadar yankılanması da. Bu sayede Snape o şamatanın içinde ona tam olarak ne sıfatlar yakıştırdıklarını duyamadı. Yine de özünü anlamıştı besbelli.
"Bir bakalım," dedi en ipeksi sesiyle. "Gryffin-dor'dan elli puan, aynca Potter'a ve VVeasley'ye birer ceza. Şimdi çabuk içeri girin, yoksa bir haftalık ceza alırsınız."
Harry'nin kulakları çınlıyordu. Durumun adaletsizliğini düşününce, Snape'e bir lanet yollayıp onu bin yıvışık parçaya ayırmak istiyordu. Snape'in yanından geçti, Ron'la birlikte zindanın arka tarafına doğru yürüdü ve çantasını masanın üstüne vurdu. Ron da sinirden tir tir titriyordu - bir an için sanki ikisinin arasında her şey normale dönmüş gibiydi, ama sonra Ron gidip Dean ve Seamus'la birlikte oturdu ve Harry'yi masasında yalnız bıraktı. Zindanın öbür ucunda, Malfoy, Snape'e arkasını döndü ve pis pis sırıtarak rozetini göğsüne
354

bastırdı. Odanın içinde bir kez daha DANDİK POTTER yazısı parladı.
Ders başlarken Harry orada öylece oturup Snape'e bakarak, onun başına korkunç şeyler geldiğini canlandırdı kafasında... ah, Cruciatus lanetini yapmayı bir bilseydi... Snape'i tıpkı o örümcek gibi yerde sırtüstü süründürür, titretir, kasardı...
"Panzehirler!" dedi Snape, nahoş nahoş parıldayan soğuk, kara gözleriyle onlara bakarak. "Şimdiye kadar hepinizin tariflerinizi hazırlamış olmanız gerekiyordu. Hepinizin panzehirini dikkatlice karıştırmasını istiyorum, bir tanesini test etmek içini aranızdan birini seçeceğiz..."
Snape, Harry'yle göz göze geldi ve Harry o anda başına gelecekleri anladı. Snape onu zehirleyecekti. Harry kazanını alıp koşarak sınıfın ön tarafına gittiğini ve kazanın içindekileri Snape'in yağh kafasından sşaği boca ettiğini hayal etti -
Tam o anda birisi zindan kapısını çaldı ve Harry'nin düşünceleri dağıldı.
Gelen Colin Creevey'ydi; Harry'ye gülen gözlerle bakarak usulca içeri girdi ve Snape'in masasına doğru yürüdü.
"Evet?" dedi Snape.
"İzninizle, efendim, Harry Potter'ı yukarı götürmem gerekiyor."
Snape kanca burnunun üzerinden Colin'e dik dik baktı. Colin'in hevesli yüzündeki gülümseme kayboldu.
355

"Potter'ın İksir dersinin bitmesine daha bir saat var," dedi Snape soğuk soğuk. "Ders bitince yukarı gelir."
Colin hafifçe kızardı.
"Efendim - efendim, onu Mr Bagman istiyor," dedi tedirgin bir sesle. "Bütün şampiyonların gitmesi gerekiyor, sanırım fotoğraf çekmek istiyorlar..."
Harry, Colin'in o son birkaç kelimeyi söylememesi için sahip olduğu her şeyi verebilirdi. Cesaret edip göz ucuyla Ron'a baka, ama Ron gözlerini kararlı bir şekilde tavana dikmişti.
"Peki, peki," ded^ Snape sinirle. "Potter, eşyalannı burada bırak, daha sonra panzehirini denemek için buraya dönmeni istiyorum."
"Efendim, lütfen - eşyalarını da alması gerekiyor," dedi Colin cikcik bir sesle. "Bütün şampiyonlar -"
"Peki, temam!" dedi Snape. "Potter - çantanı al da kaybol gözümün önünden!"
Harry çantasını sırtına attı, kalkıp kapıya gitti. Slytherin'lerin sıralarının arasından yürürken, her tarafta VANDÎK POTTER yazdan parlıyordu.
Harry zindan kapısını arkasından kapatır kapatmaz konuşmaya başlayan Colin, "İnanılmaz bir şey, değil mı, Harry?" dedi. "Değil mi ama? Yani şampiyon seçilmen?"
"Evet, gerçekten inanılmaz," dedi Harry ağır ağır, Giriş Salonu'nun basamaklarına doğru yürürlerken. "Niçin fotoğraf istiyorlar, Colin?"
"Sarunm Gelecek Postası için!"
356

"Harika," dedi Harry donuk bir sesle. "Bir bu eksikti. Daha çok reklam."
Gidecekleri odaya vardıklarında, Colin, "İyi şanslar!" dedi. Harry kapıyı çalıp içeri girdi.
Oldukça küçük bir sınıfa gelmişti; sıraların çoğu odanın arka tarafına itilmiş, ortada geniş bir açıklık oluşturulmuşu. Sadece üç sıra, karatahtanın önünde yan yana dizilmiş ve üstlerine uzun bir kadife örtü örtülmüştü. Kadife kaplı sıraların arkasına beş sandalye yerleştirilmişti. Bunlardan birinde Ludo Bagman oturmuş, Harr/nin daha önce hiç görmediği, bordo cüppeli bir cadıyla konuşuyordu.
Viktor Krum her zamanki gibi düşünceli bir halde bir köşede duruyor ve kimseyle konuşmuyordu. Cedric ve Fleur sohbet ediyorlardı. Fleur, Harr/nin o zamana kadar gördüğünden çok daha mutlu görünüyordu; başını arkaya atıp duruyor, böylece uzun, gümüşi saçlan ışıkta panldıyordu. Elinde hafif hafif tüten büyük, siyah bir fotoğraf makinesi tutan şiş göbekli bir adam, gözünün ucuyla Fleur'ü izliyordu.
Bagman birden Harry'yi fark etti ve çabucak ayağa kalkıp ona doğru ilerledi. "Hah, işte geldi! Dördüncü şampiyon! Gel bakalım, Harry, gel bakalım... Endişelenecek bir durum yok, sadece Asa Tartma töreni yapılacak. Diğer jüri üyeleri de birazdan burada olurlar -"
"Asa Tartma mı?" dedi Harry gergin bir halde.
"Asalarınızın tamamen işler durumda olup olmadığını kontrol etmemiz gerekiyor. Bir sorun falan çıkmasın diye, çünkü biliyorsun, önünüzdeki görevlerde kul-
- 357

lanacağmız en önemli araç onlar," dedi Bagman. "Uzman şu anda yukarıda, Dumbledore'la birlikte. Sonra da küçük bir fotoğraf çekimi olacak. Bu, Rita Skeeter," diye ekledi, bordo cüppeli cadıyı işaret ederek. "Gelecek Postası için Turnuva'yla ilgili küçük bir yazı hazırlıyor..."
"Belki o kadar da küçük olmaz, Ludo," dedi Rita Skeeter, Harry'den gözlerini ayırmadan.
Saçının şatafatlı ve tuhaf bir şekilde sert bukleleri, iri çeneli yüzüyle tuhaf bir tezat oluşturuyordu. Gözündeki gözlük mücevherlerle bezeliydi. Timsah derisi el çantasını tutan kalın parmaklarının ucunda beş santimlik, kırmızıya boyanmış tırnaklar vardı.
"Başlamadan önce Harry'yle biraz konuşabilir miyim?" chedi Bagman'a. Gözlerini ısrarla Harry'den ayır-mıyord^. "Biliyorsun, o en küçük şampiyon... Biraz renk katar, ne dersin?"
"Elbette!" diye haykırdı Bagman. "Yani tabii eğer -Harry için bir mahzuru yoksa."
"Şeyy -" dedi Harry.
"Harika," dedi Rita Skeeter. Bir anda kırmızı tırnaklı parmakları Harry'nin kolunu şaşırtıcı bir kuvvetle kavramıştı. Onu odadan dışarı sürükledi ve yakındaki bir kapıyı açtı.
"O gürültünün ortasında olmayı istemeyiz herhal- 1 de," dedi. "Bakayım... evet, burası güzel, samimi bir l yer." •
Orası bir süpürge dolabıydı. Harry gözlerini ona _»
çevirdi. \
358

"Gel, canım - işte böyle - harika," dedi Rita Skeeter. Ters dönmüş bir kovanın üstüne tasasızca tünedi, Harry'yi mukavva bir kutunun üstüne oturttu ve kapıyı kapattı. İçerisi karanlığa büründü. "Şimdi, dur bakayım..."
Timsah derisi çantasını açtı ve içinden bir avuç dolusu mum çıkardı. Asasını şöyle bir sallayıp mumları yaktı, sonra da çevrelerini görebilsinler diye onları sihirli bir şekilde kaldırıp havada asılı durmalarını sağladı.
"Harry, Tez-Tekrar Tüyü kullanmama bir itirazın yoktur herhalde. Bu sayede elim boş kalır ve seninle normal bir şekilde konuşabiliriz..."
"Ne tüyü, ne tüyü?" dedi Harry.
Rita Skeeter'm gülümsemesi bütün yüzünü kapladı. Harry üç tane altın diş saydı. Rita Skeeter elini bir kez daha çantasına sokup asit yeşili, uzun bir tüy kalem ve bir rulo parşömen çıkardı. Parşömeni Mrs Skovver'ın Her Amaca Uygun Sihirli Pislik-Gidericisi'yle dolu bir sandığın üzerine koyup açtı. Yeşil tüy kalemin ucunu ağzına sokup gözle görülür bir hazla bir süre emdikten sonra, parşömenin üzerine dimdik koydu. Tüy kalem hafifçe titreyerek ucunun üstünde dengede durdu.
"Deneme... benim adım Rita Skeeter, Gelecek Postası muhabiri."
Harry hemen tüy kaleme baktı. Rita Skeeter konuşur konuşmaz, yeşil tüy kalem parşömenin üzerinde gezinerek bir şeyler yazmaya başlamıştı.
359

Amansız tüy kalemi nice şöhret balonunu patlatan, kırk üç yaşındaki çekici sarışın Rita Skeeter -
Rita Skeeter yine, "Harika," dedi. Parşömenin üst kısmını yırtıp buruşturdu ve çantasına tıktı. Sonra da Harry'ye doğru eğilip, "Ee, Harry..." dedi, "Üçbüyücü Turnuvası'na girme kararını nasıl verdin?"
"Şeyy -" dedi Harry yine, ama tüy kalem dikkatini dağıtıyordu. Henüz o konuşmaya başlamadığı halde, parşömenin üzerinde son sürat geziniyordu. Hanenin gözü tüy kalemin yazmakta olduğu cümleye gitti:
Trajik bir geçmişin yadigârı olan çirkin bir yara izini saymazsanız, Harry Potter'ın çekici bir yüzü var, gözleriyse -
"Tüy kaleme aldırma, Harry," dedi Rita Skeeter sert bir sesle. Harry isteksizce başını kaldırıp gözlerini ona dikti. "Pekâlâ - niye Turnuva'ya girmeye karar verdin, ? Harry?"
"Vermedim," dedi Harry. "Nasıl oldu da adım Ateş Kadehi'ne girdi, bilmiyorum. Ben koymadım."
Rita Skeeter epey kalem çekilmiş olan kaşlarından birini kaldırdı. "Yapma, Harry, başım belaya girecek diye korkmana gerek yok. Turnuva'ya hiç girmemiş olman gerektiğini hepimiz biliyoruz. Ama bu konuda endişelenme. Okurlarımız asilere bayılır."
"Ama ben adımı koymadım," diye tekrarladı Harry. "Kim yaptı bilmi-"
360

"Seni bekleyen görevler konusunda kendini nasıl hissediyorsun?" dedi Rita Skeeter. "Heyecanlı mısın? Gergin misin?"
"Pek düşünmedim... Evet, gerginim sanırım," dedi Harry. Konuşurken içi rahatsız edici bir şekilde burkuluyordu.
"Geçmişte, ölen şampiyonlar olmuş, değil mi?" dedi Rita Skeeter canlı bir sesle. "Bu konuyu hiç düşündün mü?"
"Şey... bu y ü çok daha güvenli olacak diyorlar," dedi Harry.
Tüy kalem ikisinin arasındaki parşömenin üstünde paten yaparcasına kayıp duruyordu.
"Tabii ki daha önce de ölümün gözlerinin içine bakmıştın, öyle değil mi?" dedi Rita Skeeter, onu dikkatle izleyerek. "Sence bu seni nasıl etkiledi?"
"Şeyy," dedi Harry yine.
"Sence geçmişindeki bu travma sende kendini kanıtlama arzusu yaratmış olabilir mi? Şöhretine layık olma arzusu? Sence Üçbüyücü Turnuvası'na girmek istemenin nedenlerinden biri de -"
"Ben kendim girmedim," dedi Harry. Sinirlenmeye başlamışa.
"Annenle babanı hatırlayabiliyor musun hiç?" dedi Rita Skeeter, Harry'nin tepesinden.
"Hayır," dedi Harry.
"Sence Üçbüyücü Turnuvası'na katıldığını bilseler ne hissederlerdi? Gurur mu? Endişe mi? Kızgınlık mı?"
Harry'nin şimdi iyice canı sıkılmıştı. Annesiyle ba-
361

basının hayatta olsalar neler hissedeceklerini o nereden bilecekti ki? Rita Skeeter'm onu büyük bir dikkatle izlediğini hissedebiliyordu. Kaşlarını çattı, onunla göz göze gelmekten kaçınarak bakışlarını tüy kalemin yeni yazdığı kelimelere dikti.
Konu çok az hatırlayabildiği annesiyle babasına geldiğinde, o müthiş yeşil gözler yaşlarla doluyor.
"Gözümde yaş YOK!" dedi Harry yüksek sesle.
Rita Skeeter bir şey diyemeden, süpürge dolabının kapısı açıldı. Parlak ışıktan kamaşan gözlerini kırpıştıran Harry çevresine baktı. Albus Dumbledore'du bu. Orada durmuş, dolabın içinde sıkış hkış oturan Rita ile Harry'ye bakıyordu.
"Dumbledore!" diye haykırdı Rita Skeeter. Sesinde belirgin bir sevinç vardı, ama Harry tüy kalemle parşömenin Sihirli Pislik-Giderici sandığının üzerinden kaybolduğunu ve Rita'nın pençe gibi ellerinin timsah derisi çantasının ağzını alelacele kapattığını gördü. "Nasılsın?" dedi Rita, ayağa kalkıp Dumbledore'a iri, erkeksi elini uzatarak. "Umarım yazın Uluslararası Büyücüler Konfederasyonu Kongresi hakkındaki yazımı görmüş-sündür."
"Enfes bir nahoşluğu vardı," dedi Dumbledore, gözleri ışıldayarak. "Özellikle beni antika bir kenar süsü olarak betimlemene bayıldım."
Rita Skeeter'm yüzünde en ufak bir mahcubiyet belirtisi yoktu. "Sadece bazı fikirlerinin biraz eski moda
362

olduğunu vurgulamak istemiştim, Dumbledore, sokaktaki büyücü -"
"Kabalığın arkasındaki mantığı duymak çok hoşuma gider, Rita," dedi Dumbledore. Nezaketle eğilip selam verdi ve gülümsedi. "Ama korkarım ki bu meseleyi daha sonraya bırakmamız gerekecek. Asa Tartma töreni başlamak üzere ve şampiyonlarımızdan biri bir süpürge dolabındayken başlaması imkânsız."
Rita Skeeter'dan uzaklaşmaktan çok memnun olan Harry çabucak odaya döndü. Diğer şampiyonlar kapının yakınındaki sandalyelere oturmuşlardı. O da hemen Cedric'in yanına oturdu ve gözlerini kadife kaplı masaya çevirdi. Beş jüri üyesinin dördü masadaydı şimdi - Profesör Karkaroff, Madam Maxime, Mr Cro-uch ve Ludo Bagman. Rita Skeeter gelip köşede bir yere oturdu; Harry onun parşömeni yeniden çantasından çıkarıp dizine yaydığını, Tez-Tekrar Tüyü'nün ucunu emdiğini ve onu bir kez daha parşömenin üzerine yerleştirdiğini gördü.
Dumbledore jüri masasındaki yerini alarak, şampiyonlara dönüp, "Size Mr Ollivander'ı takdim edeyim," dedi. "Asalarınızı kontrol edip Turnuva'dan önce iyi durumda olduklarından emin olmamızı sağlayacak."
Harry çevresine bakındı ve pencerenin yanında sessiz sessiz duran, iri ve solgun gözlü yaşlı büyücüyü görünce bir hayli şaşırdı. Daha önce Mr Ollivander'la karşılaşmıştı - yıllar önce Diagon Yolu'nda asasını aldığı asa yapımcısıydı.
"Matmazel Delacour, önce sizi alabilir miyiz lüt-
363

fen?" dedi Mr Ollivânder, odanın ortasındaki açıklığa gelerek.
Fleur Delacovır, Mr Ollivander'ın yanına doğru azametle yürüdü ve asasını verdi.
"Hmmm..." dedi Mr Ollivânder.
Baston çevirirmiş gibi uzun parmaklarının arasında çevirdiği asadan birtakım pembe ve alan rengi kıvılcımlar çıktı. Sonra Mr Ollivânder onu gözlerine yaklaştırıp dikkatle incelemeye başladı.
"Evet," dedi usulca, "yirmi dört santim... esnemez... gül ağacından yapılma ... ve içinde de... vay vay..."
"Veela kafasından alınmış bi' saç teliy," dedi Fleur. "Büüyükanemin saçından."
Demek Fleur'de gerçekten de biraz Veela'lık var, diye düşündü Harry, bunu Ron'a söylemek için aklının bir kösesine yazarak... Sonra Ron'un ona küs olduğunu hatırladı.
"Evet," dedi Mr Ollivânder, "evet, tabii ki ben kendim hiç Veela saçı kullanmadım. Kanımca asaların hayli asabi olmasına yol açıyorlar... Yine de, herkesin tercihi kendine... madem size uyuyor..."
Mr Ollivânder parmaklarını asanın üzerinde gezdirdi, belli ki çizik ya da çıkıntı var mı diye bakıyordu. Sonra, "Orchideous!" diye mırıldandı ve asanın ucundan bir demet çiçek fışkırdı.
"Güzel, güzel, iyi durumda," dedi Mr Ollivânder, çiçekleri toplayıp asayla birlikte Fleur'e vererek. "Mr Diggory, sıra sizde."
364

Fleur süzülürcesine gidip yerine otururken, yanından geçen Cedric'e gülümsedi.
Cedric asasını uzatırken, "Ah, işte bu benimkilerden biri, öyle değil mi?" dedi Mr Ollivander, Fleur'ün asasına gösterdiğinden çok daha büyük bir şevkle. "Evet, çok iyi hatırlıyorum. Üstünde tek boynuzlu bir erkek atın kuyruğundan alınmış tek bir kıl var... Çok güzel bir yaratıkta... En az 1.70 yükseklikte olmalı; kuyruğundan kılı çektikten sonra neredeyse boynuzuyla beni deşiyordu. Otuz buçuk santim... dişbudak ağacından... hoş bir esnekliğe sahip. İyi durumda... ona düzenli bakım yapıyor musun?"
"Dün gece cilaladım," dedi Cedric sırıtarak.
Harry kendi asasına baktı. Her tarafında parmak izleri görebiliyordu. Cüppesini diz hizasından çekiştirip asasını çaktırmadan silmeye çalıştı. Ucundan altın renginde kıvılcımlar püskürdü. Fleur Delacour dönüp ona hor gören bir bakış atınca, Harry vazgeçti.
Mr Ollivander, Cedric'in asasının ucundan bir dizi gümüşi duman halkası çıkarıp odanın öbür ucuna yolladı, tatmin olduğunu söyledi ve, "Mr Krum, buyrun lütfen," dedi.
Viktor Krum kalkıp düşük omuzlar ve paytak adımlarla Mr Ollivander'a doğru ilerledi. Asasını uzattı ve elleri cüppesinin ceplerinde, somurtarak bekledi.
"Hmm..." dedi Mr Ollivander, "yanılmıyorsam bu bir Gregoroviç eseri, öyle değil mi? İyi bir asa yapımcısı, her ne kadar üslubu benim hiç... ancak..."
Asayı kaldırdı ve gözlerinin önünde defalarca çevirerek, büyük bir dikkatle inceledi.
365

"Evet... gürgen ve ejderha yürek lifi, değil mi?" dedi Krum'a bakarak, Krum da başıyla onayladı. "Genellikle gördüklerimizden oldukça kalın... epey katı... yirmi beş buçuk santim... Avis!"
Gürgen asadan tabanca sesi gibi bir patlama duyuldu. Ucundan bir dizi küçük, cik cik öten kuş çıkıp açık pencereden dışan, puslu gün ışığına uçtu.
"Güzel," dedi Mr Ollivander, Krum'a asasını geri vererek. "Geriye bir kişi kaldı... Mr Potter."
Harry kalktı ve Krum'un yanından geçerek Mr Ollivander'a doğru yürüdü. Asasını verdi.
" Aaah, evet," dedi Mr Ollivander. Solgun gözleri birden panldamıştı. "Evet, evet, evet. Çok iyi hatırlıyorum."
Harry de hatırlıyordu. Sanki dün olmuş gibi hatırlıyordu...
Dört yaz önce, on birinci doğum gününde, kendine bir asa almak için Hagrid'le birlikte Mr Ollivander'ın dükkânına girmişti. Mr Ollivander ölçü almış ve denemesi için eline çeşitli asalar tutuşturmuştu. Haır/ye sanki dükkândaki bütün asaları tek tek alıp sallamış gibi gelmişti, ama sonunda ona uyan bir tane bulmuştu -dikenli defneden yapılma, yirmi sekiz santim uzunluğunda, üstünde bir anka kuşu teleği bulunan, işte bu asa. Mr Ollivander, Harry'nin asasına bu kadar uyum göstermesine çok şaşırmıştı. "Enteresan," demişti, "... çok enteresan." En sonunda Harry ona neyin enteresan olduğunu sorunca, Mr Ollivander, Harry'nin asasında-ki anka kuşu teleğinin Lord Voldemort'un asasındakiy-le aynı kuştan geldiğini açıklamıştı.
366

Harry bu bilgiyi kimseyle paylaşmamışh. Asasını çok seviyordu ve Lord Voldemort'la bağının asanın kabahati olmadığını düşünüyordu - nasıl ki Petunia Teyze'yle kan bağı olması Harry'nin kabahati değilse. Yine de Mr Olli-vander'ın bunu odadakilere söylemeyeceğini umuyordu. Söylerse, Rita Skeeter'm Tez-Tekrar Tüyü'nün heyecandan patlayacağına dair bir his vardı içinde.
Mr Ollivander, Harry'nin asasını diğerlerinden çok daha uzun süre inceledi. Yine de, en sonunda ucundan bir şarap pınarı fışkırttı ve onu Harry'ye geri verip, odadakilere asanın hâlâ mükemmel durumda olduğunu duyurdu.
"Hepinize teşekkürler," dedi Dumbledore, jüri masasında ayağa kalkarak. "Şimdi derslerinize dönebilirsiniz - ya da belki doğruca akşam yemeğine inseniz <iaha iyi, çünkü dersler bitmek üzere -"
Bugün en azından bir şeyin iyi gittiğini düşünen Harry çıkmak için ayağa kalktı, ama siyah fotoğraf makineli adam ortaya fırlayıp boğazını temizledi.
"Fotoğraflar, Dumbledore, fotoğraflar!" diye heyecanla bağırdı Bagman. "Jüri üyeleri ve şampiyonlar birlikte, ne dersin, Rita?"
"Eee - evet, önce onları çekelim," dedi Rita Skeeter. Gözleri yine Harry'nin üstündeydi. "Belki sonra da tek tek çekeriz."
Fotoğraf çekimi çok uzun sürdü. Madam Maxime nerede dursa yanmdakilerin üstüne gölgesi düşüyordu ve fotoğrafçı onu çerçevenin içine alacak kadar geri gidemiyordu. Sonunda, çevresindeki herkes ayakta
367

dururken Madam Maxime oturmak zorunda kaldı. Karkaroff keçi sakalını parmağıyla burup iyice kıvrık-laştırmaya çalışıyordu; Harry'nin bu tür şeylere alışık olacağını sandığı Krum ise grubun arkasında, yarı gizlenmiş halde duruyordu. Fotoğrafçı Fleur'ü en öne çıkarmaya çok hevesli görünüyordu, ama Rita Skeeter ikide bir gelip Harry'yi önlere sürüklüyordu. Sonra da bütün şampiyonların ayrı ayrı fotoğraflarının çekilmesinde ısrar etti. Nihayet, iş bitti ve serbest kaldılar.
Harry yemeğe indi. Hermione orada değildi -Harry onun dişlerini düzelttirmek için hâlâ hastane kanadında olduğunu tahmin etti. Masanın bir ucunda tek başına yemeğini yedi, sonra da yapması gereken Çağırma Büyüsü ödevini düşünerek Gryffindor Kulesi'ne döndü. Yatakhanede Ron'la karşılaştı.
Harry içeri girer girmez, Ron, "Sana bir baykuş geldi," dedi ters ters. Parmağıyla Harry'nin yastığını işaret ediyordu. Okula ait hüthüt kuşu onu orada bekliyordu.
"Ha - tamam," dedi Harry.
"Bir de yarın akşam cezaya kalıyoruz, Snape'in zindanında," dedi Ron.
Sonra da Harry'ye bakmadan odadan çıktı gitti. Bir an için Harry onun peşinden gitmeyi düşündü -onunla konuşmayı mı, yoksa ona bir tane patlatmayı mı istediğinden pek emin değildi, iki seçenek de oldukça cazip görünüyordu- ama Sirius'un yanıtını çok merak ediyordu. Hızla hüthüt kuşunun yanına gitti, mektubu onun bacağından çıkardı ve açtı.
368

Harry-
Söylemek istediklerimin hepsini bir mektupta söyleyemem, baykuşun yakalanması halinde çok riskli olur bu - yüz yüze konuşmamız gerekiyor. 22 Kasım sabahı saat birde Gryffindor Kulesi'ndeki şöminenin orada tek başına olabilir misin?
Kendi başının çaresine bakabileceğini ben herkesten iyi biliyorum, hele Dumbledore ile Moody de oradayken kimsenin sana zarar verebileceğini sanmıyorum. Yine de, anlaşılan birisi bu konuda elinden geleni ardına koymuyor. Seni o Turnuva'ya sokmak çok riskli bir iş olmuş olmalı, özellikle de bunun Dumbledore'un burnunun dibinde yapıldığını düşünürsen.
Tetikte ol, Harry. Alışılmadık şeyler olursa duymak istiyorum hâlâ. 22 Kasım konusunda da beni mümkün olduğunca çabuk haberdar et.
Sirius
369

GeCeLeR
12-10-2006, 02:03 AM
ON DOKUZUNCU BOLUM
Macar Boynuzkuyruk

Ondan sonraki on beş gün boyunca Sirius'la yüz yüze konuşma beklentisi, gittikçe daha da karanlık görünen bir ufuktaki tek parlak nokta haline gelerek Harry'yi ayakta tuttu. Kendini okul şampiyonu olmuş bulmanın yol açtığı şok şimdi birazcık hafiflemişti. Ama neyle karşı karşıya olduğunu düşündükçe yavaş yavaş içinde bir korku kabarmaya başlamıştı. İlk görev gitgide yaklaşıyordu; Harry bu görevin sanki dehşet verici bir canavarmış gibi ileride çömelmiş, yolunu kestiği hissine kapılmıştı. Hiçbir zaman böylesine kaygı-lanmamıştı, Quidditch maçlarında bile. Hatta Quid-ditch Kupası'nı kimin kazanacağını belirleyen Slytherin maçından önce bile böyle büyük bir endişeye kapılmamıştı. Harry geleceği düşünmekte gitgide daha fazla zorluk çekiyordu. Sanki bütün hayatı ilk göreve doğru ilerliyormuş ve onunla birlikte sona erecekmiş gibi geliyordu...
Doğrusu Sirius'un elinden ne geleceğini de bilemiyordu. Yüzlerce kişinin önünde zor ve tehlikeli bir bu-
370

yü yaparken kendini iyi hissetmesini nasıl sağlayacaktı id? Ama o anda dost bir yüz görmek bile iyi gelebilirdi. Harry, Sirius'a cevap yazarak, söylediği saatte ortak salon şöminesinin yanında olacağını bildirdi. Hermione ile birlikte, o saatte salonda bulunabilecek kişileri zorla nasıl dışarı çıkaracaklarım planlayarak hayli vakit geçirdiler. En kötü ihtimalle bir torba Tezekbombası atacaklardı, ama bu çareye başvurmak mecburiyetinde kalmayacaklarını umuyorlardı - Filch canlı canlı derilerini yüzerdi yoksa.
Bu arada, şato sınırlan dahilinde sürdürdüğü hayat da eskisinden beter bir hal almıştı. Çünkü Rıta Skeeter, Üçbüyücü Turnuvası yazısını yayımlamıştı, Yazının Turnuva üzerine bir haberden çok, Harry'nin fevkalade renkli hayat hikâyesi olduğu anlaşılmıştı. Binnci sayfanın büyük kısmı Harry'nin bir resmine ayrılmıştı; ikinci, altıncı ve yedinci sayfalarda devam eden yazı da tümüyle Harry üzerineydi. Beauxbatons ve Durmstrang şampiyonlarının isimleri (yanlış yazılmış olarak) son satıra sıkıştırılmıştı. Cedric'in adından ise eser bile yoktu.
Yazı on gün önce yayımlanmıştı, ama Ham- onu her düşündüğünde hâlâ midesi bulanıyor, her yanı utançla yanıyordu. Rita Skçeter bir sürü korkunç şey yazmıştı. Harry bunları, değil o süpürge dolabında, hayatı boyunca söylediğini hatırlamıyordu.
"Sanırım gücümü annemle babamdan alıyorum. Şiirdi beni görseler çok iftihar edeceklerini biliyorum Evet, bazen geceleri hâlâ onları düşünüp ağlıyorum,
371

bunu hiç utanıp sıkılmadan itiraf edebilirim... Turnuva sırasında hiçbir şeyin bana zarar veremeyeceğini biliyorum, çünkü onlar beni kolluyor..."
Ama Rita Skeeter onun "şeyy..."lerini uzun, mide bulandırıcı cümlelere çevirmenin daha bile ötesine gitmiş, başkalarıyla onun hakkında söyleşi yapmıştı.
Harry sonunda Hogmarts'ta aşkı yakaladı. Yakın arkadaşı Colin Creevey, onun Hermione Granger'sız dolaşmadığını söylüyor. Muggle anne babadan doğma, çarpıcı güzellikte bir kız olan Hermione de tıpkı Harry gibi okulun en iyi öğrencilerinden biri.
Yazı yayımlandığı andan itibaren Harry insanların -daha çok Siytherin'lerin- onun yanından geçerlerken yazıdan bölümler söylemelerine ve alaya yorumlarda bulunmalarına katlanmak zorunda kalmıştı.
"Mendil ister misin, Potter, hani Biçim Değiştirme'de ağlamaya başlarsan diye soruyorum."
"Sen ne zamandan beri okulun en iyi öğrencilerinden biri oldun, Potter? Yoksa bu Longbottom'la ikinizin birlikte kurduğu bir okul mu?"
"Hey-Harry!"
Harry birden kendini koridorda hızla geriye dönmüş, "Evet, doğru!" diye haykırırken buldu. Artık canına yetmişti. "Ölmüş annem için hâlâ gözyaşı döküyorum, zaten şimdi de gidip biraz daha gözyaşı dökeyim diyordum..."
372

"Hayır - sadece - tüy kalemini düşürdün diyecektim."
Cho'ydu bu. Harry yüzünün kıpkırmızı kesildiğini hissetti.
"Ah - evet - pardon," diye mırıldanıp tüy kalemi aldı.
"Şey... salı günü için iyi şanslar," dedi Cho. "Sana gerçekten basanlar diliyorum."
Harry kendini sırılsıklam salakmış gibi hissetti.
Hermione de bu tatsızlıklardan nasibini almıştı, ama o henüz yoluna çıkan masumlara bağırmaya başlama raddesine gelmemişti. Aslında Harry, durumu nasıl iyi idare ettiğine bakınca, ona hayranlık duyuyordu.
"Çarpıcı güzellikte, ha? O mu?" diye feryat etmişti Pansy Parkinson, Rita'nın yazısından sonra Hermi-one'yle ilk karşılaştığında. "Neyle mukayese etmiş acaba - bir kunduzla herhalde."
"Aldırma," dedi Hermione vakur bir sesle. Alaylı alaylı gülen Slytherin kızlarının yanından, sanki onları duymuyormuş gibi, başını dik tutarak geçti. "Onlara aldırma, Harry."
Ama Harry aldırmamazhk edemiyordu. Ron, Sna-pe'in cezasından söz ettiğinden beri onunla konuşma-mıştı. Harry, Snape'in zindanında fare beyinlerini ayıklayarak geçirmek zorunda kaldıkları iki saat boyunca belki barışırlar diye birazcık umuda kapılmıştı. Aksilik bu ya, Rita'nın yazısı da tam o gün çıktı ve anlaşılan Ron, Harry'nin bütün bu ilgiden aslında hoşlandığına daha da çok inanmaya başladı.
373

Hermione ikisine de fena halde kızıyordu. Bir birine bir ötekine gidiyor, ikisini birbiriyle konuşmaya zorlamak için çırpmıyordu, ama Harry zerre kadar taviz vermiyordu. Ron'la ancak, o, Ateş Kadehi'ne Harry'nin kendi adını koymadığını kabul ederse ve ona yalancı dediği için özür dilerse barışacaktı.
Harry inatla, "Bunu ben başlatmadım," dedi. "Onun sorunu."
"Onu özlüyörsün!" dedi Hermione sabırsızlıkla. "Onun da seni özlediğini biliyorum -"
"özlemek mi?" dedi Harry. "Ben onu özlemiyorum..."
Ama bu düpedüz yalandı. Harry, Hermione'yi çok sevse de, Ron başkaydı. Hermione en iyi arkadaşın oldu mu daha az gülerdin, kütüphaneye de daha çok takılırdın. Harry hâlâ Çağırma Büyüsü'nün üstesinden gelememişti, eli Syağ'- bağlanmıştı sanki, Hermione de kuramları öğrenmenin faydası olacağında ısrar etmişti. Bu yüzden de öğle yemeği vaktinde uzun uzun kitap karıştırıyorlardı.
Viktor Krum da kütüphanede saatlerce kalıyordu, Harry onun ne işler çevirdiğini merak ediyordu. Çalışıyor muydu, yoksa ilk görevde ona yardımcı olabilecek bir şeyler mi arıyordu? Hermione sık sık Krum'un orada oluşundan şikâyet ediyordu - onlan rahatsız ettiği için değil; hiç etmiyordu. Ama Krum'u gözlemek için gelen kız grupları kitap raflarının ardında mevzilenip kıkırdıyorlardı. Hermione de onların çıkardığı gürültünün dikkatini dağıttığını söylüyordu.
Krum'un sert profiline ateş saçan gözlerle bakarak,
374

"Yakışıklı bile değil!" diye mırıldandı öfkeyle. "Sadece ünlü olduğu için hoşlanıyorlar ondan! O Vtıransekti At-lamacası'nı yapmasa, dönüp bir daha yüzüne bakma/-lardı bile -"
"VVronski Aldatmacası," dedi Harry, dişlerini sıkarak. Evet, Quidditch deyimlerinin doğru söylenmesinden hoşlanırdı, ama hepsi bu değildi ki. Hermione, Vu-ransekti Atlamacalarf ndan söz edince Ron'un yüzünün nasıl bir ifadeye bürüneceğini hayal etmek de içini acıtıyordu.
*
Tuhaftır, eğer bir şeyden korkuyorsanız ve zamanı yavaşlatmak için her şeyi vetmeye hazırsamz, zaman hızlanmak gibi tatsız bir alışkanlık edinir. Birinci görevden önceki günler, sanki birisi saatleri iki misli hızla çalışmaya ayarlamış gibi akıp gitti. Harry nereye gitse, güçlükle kontrol ettiği panik duygusundan kurtulamı-yordu, tıpkı Gelecek Posfası'ndaki yazıya ilişkin kötü niyetli yorumlardan kurtulamadığı gibi.
İlk görevden önceki cumartesi günü üçüncü ve daha üst sınıflardaki bütün öğrencilerin Hogsmeade köyünü ziyaret etmesine izin verilmişti. Hermione Harry'ye, şatodan biraz uzaklaşmanın ona iyi geleceğini söyledi. Doğrusu Harry de aklının çelinmesine hevesliydi.
"Peki ama, ya Ron?" dedi. "Onunla gitmek istemiyor musun?"
"Ah... şey..." Hermione hafifçe kızardı. "Onunla Üç Süpürge'de karşılaşabiliriz diye düşünmüştüm .."
375

"Hayır," dedi Harry peşinen.
"Öf, Harry, bu öyle aptalca ki -"
"Gelirim, ama Ron'la buluşacak değilim ve Görün-mezlik Pelerini'mi giyeceğim."
"Eh, peki öyleyse," dedi Hermione, "Ama o Pele-rin'i giydiğinde seninle konuşmaktan nefret ediyorum, sana bakıp bakmadığımı asla bilemiyorum çünkü."
Böylece Harry yatakhanede Görünmezlik Pelerini' rü sırtına geçirdi, aşağı kata indi ve Hermione'yle ikisi Hogsmeade'e doğru yola koyuldular.
Harry sırtında Pelerin varken kendini müthiş özgür hissediyordu. Köye girerlerken yanlarından, çoğu CED-RIC DIGGORY'yi Destekle! rozetleri takmış öğrencilerin geçişini izledi. Doğrusu, kimsenin ona berbat laflar etmemesi hoş bir değişildik oldu. Üstelik o aptal gazete yazısından alıntı yapan da yoktu.
Daha sonra koca kremalı çikolatalarını yiyerek Bal-yumruk'tan çıkarlarken, Hermione, "Şimdi de bana bakıp duruyorlar," diye somurttu. "Kendi kendime konuşuyorum sanıyorlar".
"Öyleyse sen de dudaklarını o kadar çok oynatma."
"Hadi, n'olur, Pelerin'ini birazcık olsun çıkar. Burada seni kimse rahatsız etmez."
"Öyle mi diyorsun?" dedi Harry. "Arkana bak."
Rita Skeeterla fotoğrafçı arkadaşı Üç Süpürge'den henüz çıkmışlardı. Alçak sesle konuşarak Hermione'nin yanından geçtiler, onun yüzüne bile bakmadılar. Harn Rita Skeeter timsah derisi çantasıyla ona çarpmasın d ye Balyumruk'un duvarına yapışa.
376

Onlar gidince de, "Köyde kalıyor," dedi. "Bahse girerim ki ilk görevi izlemeye gelecektir."
Bunu söylerken midesi sıcak bir panik dalgasıyla bir kez daha sarsıldı sanki. Söylemedi ama; Hermi-one'yle ikisi ilk görevde neler olacağı hakkında pek ko-nuşmamışlardı. Harry onun bu konuda düşünmek istemediğini seziyordu.
Hermione, gözleri Harry'ye çevrili olduğu halde onu görmeden High Street'in sonuna doğru bakarak, "Gitti," dedi. "Baksana, niye Üç Süpürge'de Kaymak-birası içmiyoruz? Hava biraz soğuk, değil mi?" Sonra onun suskunluğunun ne anlama geldiğini anlayıp telaşla, "Ron'la konuşmak zorunda değilsin!" diye ekledi.
Üç Süpürge ağzına kadar doluydu, içeridekilerin çoğu bu serbest akşamüstünün tadını çıkaran Hog-warts öğrencileriydi, ama Harr/nin başka yerlerde nadiren gördüğü çeşit çeşit sihirli kişiler de vardı. Harry, İngiltere'de halkı büyücülerden ibaret tek köy olan Hogsmeade'in, kendilerini gizlemekte büyücüler kadar usta olmayan cadalozlar gibi yaratıklar için bir tür sığınak olduğunu düşündü.
Görünmezlik Pelerini'yle kalabalık içinde hareket etmek çok zordu, kazayla birisinin ayağına basmak tuhaf sorulara yol açabiliyordu. Hermione içecekleri almaya giderken, Harry de yavaş yavaş, kıyıdan kıyıdan ilerleyerek köşedeki boş bir masaya sokuldu. Meyhanenin içinden geçerken Ron'u gördü. Fred, George ve Lee Jordan'la birlikte oturuyordu. Ron'un başının arkasına
377

sağlam bir yumruk indirme isteğine karşı koyarak, sonunda masaya ulaştı ve oturdu.
Biraz sonra Hermione de ona katıldı ve Pelerin'in altından Harry'ye bir Kaymakbirası uzatıverdi.
"Burada böyle tek başıma otururken tam bir budalaya benziyorum," diye mırıldandı Hermione. "Neyse ki yapacak bir şey getirdim."
E. R. İ. T. üyelerinin kaydını tuttuğu defteri çıkardı. Harry çok kısa listenin en tepesinde Ron'la kendisinin adlarını gördü. İkisinin oturup birlikte kehanetlerde bulunmalarının ve Hermione'nin gelip onları sekreterle mali sorumlu ilan etmesinin üstünden çok uzun zaman geçmiş gibiydi.
Hermione, bakışlarını meyhanede dolaştırarak, düşünceli düşünceli, "Baksana, belki de köylülerden bir kısmını E. R. İ. T.'e kaydetsem iyi olur," dedi.
"Ha, tabii," dedi Harry. Pelerin'inin altında bir yudum Kaymakbirası içti. "Hermione, bu E. R. İ. T. işinden ne zaman vazgeçeceksin?"
Hermione hemen, "Ev cinleri doğru dürüst ücretlere ve çalışma koşullarına kavuştukları zaman!" diye tısladı. "Biliyor musun, düşünüyorum da, daha dolaysız bir eyleme geçmenin vakti geldi artık. Acaba okul mutfağına nasıl giriliyor?"
"En ufak bir fikrim yok," dedi Harry. "Fred'le Geor-ge'a sor."
Hermione daldı gitti, bu arada Harry de Kaymakbirası'm içerek meyhanedeki insanları gözledi. Hepsi neşeli ve rahat görünüyordu. Ernie Macmillan ve Hannah
378

Abbott yakındaki bir masada Çikolatalı Kurbağa değiş tokuş ediyorlardı. Her ikisi de pelerinlerine CEDRIC DlGGOKY'yi Destekle! rozetleri takmıştı. Hemen kapının yanında, Ravenclaw'daki arkadaşlarından oluşan kalabalık bir grubun içinde Cho'yu gördü. Neyse ki hiç değilse o CEDRIC rozeti takmamıştı... Bu, Harrv'yi birazcık keyiflendirdi...
Bu insanlardan biri olmak, ödevlerden başka hiçbir şeyi kafasına takmadan orada oturup gülmek, konuşmak için neler vermezdi? Adı Ateş Kadehi'nden çıkmamış olsa, burada bulunmanın nasıl olacağını hayal etmeye çahşh. Görünmezlik Pelerini'ni giymeyecekti bir kere. Ron yanında oturuyor olacaktı. Büyük bir ihtimalle üçü keyifli keyifli, okul şampiyonlarının salı günü ne kadar tehlikeli hatta ölümcül bir görevle karşılaşacaklarını hayal edeceklerdi. Bu birinci görev her neyse, Harry onu başarmaya çalışmalarını izlemeyi gerçekten de hevesle bekliyor olacaktı... Herkes gibi o da, tribünlerin arkasındaki bir sırada Cedric'e tezahürat yapıyor olacaktı...
Öteki şampiyonların neler hissettiklerini merak etti. Son zamanlarda Cedric'i her gördüğünde hayranlarıyla sarılıydı, tedirgin ama heyecanlı görünüyordu. Fleur Delacour da zaman zaman koridorlarda gözüne çarpıyordu. Her zamankinden farksızdı, kibirli ve telaşsız. Krum ise sadece kütüphanede oturup kitap karıştırıyordu.
Harry, Sirius'u düşündü, böğründeki sımsıkı düğüm biraz gevşer gibi oldu. On iki saatten biraz daha
379

sonra onunla konuşuyor olacaktı. Bu gece ortak salon şöminesinde buluşacakları geceydi - tabii son zamanlardaki her şey gibi bu da ters gitmezse...
"Bak, Hagrid," dedi Hermione.
Hagrid'in salkımsaçak saçlarıyla muazzam büyüklükteki başının arkası -neyse ki saçlarını iki hevenk halinde toplamaktan vazgeçmişti- kalabalığın bir baş üstünde yükseliyordu. Harry neden onu daha önce fark etmediğini merak etti, Hagrid öyle kocamandı ki. Ama Harry ihtiyatla ayağa kalkınca, onun eğilmiş, Profesör Mood/yle konuştuğunu gördü. Hagrid'in önünde her zamanki gibi kendisi kadar muazzam büyüklükte maşrapası vardı, Moody ise cep şişesinden içiyordu. Meyhanenin güzel sahibesi Madam Rosmerta ise bundan pek hoşnut kalmamış görünüyordu. Çevrelerindeki masalardan bardakları toplarken, Mcod/ye yan yan bakıyordu. Belki de bunun kendi tatlı, mayah içkisine hakaret anlamına geldiği fikrindeydi. Oysa Harry işin aslını biliyordu. Moody, son Karanlık Sanatlara Karşı Savunma derslerinde, daima kendi yiyeceğiyle içeceğini hazırlamayı tercih ettiğini söylemişti. Karanlık büyücülerin bir an boş bırakılan bir kaba zehir koymaları öyle kolaydı ki.
Harry gözlerken, Hagrid ve Moody'nin gitmek üzere ayağa kalktıklarını gördü. Elini salladı, sonra Hagrid'in onu göremeyeceğini hatırladı. Ancak Moody durakladı, sihirli gözü Harry'nin ayakta durduğu köşedeydi. Arkadan Hagrid'in beline dokundu (omzuna ye-tişemiyordu), bir şeyler mırıldandı ve ikisi geri dönüp
380

meyhaneyi boydan boya aşarak Harry ile Hermione'nin masasına geldiler.
"İyisin ya, Hermione?" diye sordu Hagrid yüksek sesle.
Hermione ona gülümsedi. "Merhaba."
Moody topallayarak masanın çevresini dolaştı ve eğildi. Harry onun E. R. İ. T. defterini okuduğunu sandı. Derken Moody mırıldandı: "Güzel Pelerin, Potter."
Harry hayretle ona bakakaldı. Mood/nin burnundan büyük bir parçanın eksik olduğu özellikle birkaç santim mesafeden çok belli oluyordu. Moody sırıttı.
"Gözünüz - yani, demek istiyorum ki, siz -?"
Moody alçak sesle, "Evet, Görünmezlik Pelerinle-ri'nin içini görebilir," dedi. "Şu kadarını söyleyeyim, zaman zaman çok faydalı oluyor."
Hagrid de, ağzı kulaklarında, Hany'ye bakıyordu. Harry onun kendisini göremediğini biliyordu, ama belli ki Moody ona Harry'nin orada olduğunu söylemişti.
Hagrid de E. R. İ. T. defterini okuma bahanesiyle eğildi ve ancak Harry'nin duyabileceği bir fısıltıyla, "Harry," dedi, "bu gece yarısı kulübeme gel. O Pelerin'i
giy-"
Sonra doğruldu, yüksek sesle, "Seni gördüğümüze sevindik, Hermione," dedi. Göz kırptı ve gitti. Moody de onu izledi.
Harry, adamakıllı şaşırmış, "Niye onunla gece yarısı buluşmamı istiyor ki?" diye sordu.
"Gece yarısı buluşmanı mı istiyor?" dedi Hermione hayretle. "Ne işler karıştırıyor acaba? Gitmen doğru
381

mu, bilemiyorum, Harry..." Tedirgin tedirgin çevresine bakındı, sonra fısıldadı: "Sirius'a geç kalabilirsin."
Gerçekten de gece yarısı Hagrid'e gitmek Sirius'la randevusunu tehlikeye atabilirdi. Hermione, Hedwig'i yollayarak Hagrid'e ona gelemeyeceğini haber vermesini önerdi -tabii, Hedwig lütfedip de mesajı götürmeyi kabul ederse- ama Harry'ye göre en iyisi, Hagrid onu ne için istemişse o işi kısa kesmekti. Ne istediğini çok merak ediyordu. Hagrid şimdiye kadar Harry'yi gecenin bunca geç bir saatinde evine çağırmamıştı hiç.
*
O akşam erkenden uyumak istiyormuş numarası yapıp yatan Harry saat on bir buçukta kalktı. Sırtına Görünmezlik Pelerini'ni geçirdi ve merdivenden aşağı süzülüp ortak salondan geçti. İçeride hâlâ epey insan vardı. Creevey kardeşler bir kucak dolusu CED-RIC DIGGOKY'yi Destekle! rozeti bulmayı başarmışlardı. Onları büyü yoluyla HARRY POTTER'ı Destek-le/'ye çevirmeye çalışıyorlardı. Ama şimdiye kadar tek yapabildikleri, rozetleri DANDÎK POTTER'da kilitlemek olmuştu. Harry onların yanından usulca geçip portre deliğine geldi ve, gözü saatinde, bir iki dakika bekledi. Sonra Hermione, planladıkları gibi Şişman Hanım'ı dışarıdan onun için açtı. Harry, "Sağ ol!" diye fısıldayarak Hermione'nin yanından geçip şatodan çıktı.
Arazi çok karanlıktı. Harry çimenlerden Hagrid'in kulübesinin ışıklarına doğru yürüdü. Muazzam Beaux-batons arabasında da ışık yanıyordu. Harry, Hagrid'in
382

ön kapısını çalarken, arabada Madam Maxime'in konuştuğunu duydu.
Hagrid kapıyı açıp çevreye bir göz atarak, "Orada mısın, Harry?" diye fısıldadı.
"Evet," dedi Harry, sessizce içeri girdi ve Pelerin'i çıkardı. "Ne oldu?"
"Sana bir şey göstermem gerekiyor," dedi Hagrid.
Çok heyecanlı görünüyordu. Düğme deliğine, a?-man bir enginarı andıran bir çiçek takmıştı. Makine yağı kullanmaktan vazgeçmişti anlaşılan ama, belli ki saçını taramaya çalışmıştı - Harry onun saçma takılmış kırık tarak dişlerini görebiliyordu.
İhtiyatla, "Bana ne göstereceksin?" diye sordu. Bir yandan da, acaba Keleker'ler mi yumurtladı, ya da Hagrid meyhanedeki bir yabancıdan yine üç başlı dev bir köpek mi aldı, diye merak ediyordu.
Hagrid, "Benimle gel, sesini çıkarma, o Pelerin'i de giy," dedi. "Fang'i yanımıza almayacağız, hiç hoşuna gitmez..."
"Dinle, Hagrid, fazla kalamam... Saat birde yukarıda, şatoda olmam gerek -"
Ama Hagrid onu dinlemiyordu bile, kulübenin kapısını açıp dışarı, geceye çıkmıştı. Harry ona yetişmek için arkasından koştu ve şaşkınlık içinde, Hagrid'in öne düşmüş, onu Beauxbatons arabasına doğru götürdüğünü fark etti.
"Hagrid, ne -?"
"Şişşt!" dedi Hagrid. Üzerinde çapraz, altın asaların bulunduğu kapıya üç kez vurdu.
383

Madam Maxime kapıyı açtı. Kocaman omuzlarına ipek bir şal atmıştı. Hagrid'i görünce gülümsedi. "Aa, 'Agrid... gitme vakti geldi?"
Hagrid ona bakıp ağzı kulaklarında gülerek, "Bo-nusu-var," dedi. Sonra da alhn merdivenden aşağı inmesine yardım etmek için elini uzattı.
Madam Maxime kapıyı arkasından kapattı. Hagrid bu sefer ona kolunu takdim etti, Madam Maxime'in devasa, kanatlı atlarının bulunduğu padokun kenarından yürüyerek yola koyuldular. Harry ise, iyice şaşırmış halde, onlara yetişmek için koşuyordu. Acaba Hagrid ona Madam Maxime'i mi göstermek istemişti? Oysa Harry onu ne zaman istese görebilirdi... pek gözden kaçacak bir kadın değildi çünkü...
Ama anlaşılan Madam Maxime de Harry'yle aynı durumdaydı, çünkü bir süre sonra cilveli cilveli, "Beni ne'eye götürüyo'sun, 'Agrid?" diye sordu.
Hagrid boğuk bir sesle, "Hoşuna gidecek," dedi. "Görmeye değer, inan bana. Yalnız - sakın kimseye sana gösterdiğimi söyleme, tamam mı? Senin bilmemen gerekiyor."
"Tabii ki bilmiyo'um," dedi Madam Maxime, uzun, kara kirpiklerini kırpıştırarak.
Yürümeye devam ettiler. Harry arkalanndan koşarken gittikçe daha çok sinirleniyor, ikide bir saatine bakıyordu. Anlaşılan Hagrid'in ! üş beyinli bir planı vardı, bu yüzden de Sirius'u kaçırabilirdi. Eğer oraya bir an önce varmazlarsa, geri dönecek, doğruca şatoya gidecek ve Hagrid, Madam Maxime'le mehtap se-
384

fasının keyfini çıkarsın diye ikisini baş başa bırakacaktı...
Orman'm çevresinde, şatoyla gölü gözden kaybedecek kadar uzun bir mesafeyi katettiklerinde, Harry bir şey duydu. İleride adamlar bağrışıyordu... sonra sağır edici, kulak zarını patlatacak cinsten bir kükreme yükseldi...
Hagrid öne düşüp Madam Maxime'i bir ağaç öbeğinin çevresinden döndürdü, sonra durdu. Harry koşarak yanlarına gelmişti. Bir an için şenlik ateşleri gördüğünü, insanların bu ateşlerin çevresinde .koşturduklarını sandı - sonra da ağzı açık kaldı.
Ejderhalar.
Dört tane yetişkin, muazzam büyüklükte, kötücül görünüşlü ejderha, çevresi kalın kerestelerle çevrilmiş bir bölme içinde arka ayaklarının üzerinde dikilmiş, kükrüyor ve burunlarından soluyorlardı. Yerden on beş metre yüksekliğe kadar uzanan boyunlarının ucundaki ardına kadar açık, sivri dişli ağızlarından karanlık gökyüzüne ateş selleri fışkırıyordu. Bir tanesi gümüşi maviydi, uzun, sivri boynuzları vardı. Koca ağzıyla yerdeki büyücüleri kapmaya çalışıyor, hırlıyordu. Bir tanesi pürüzsüz pullu, yeşil bir ejderhaydı, bütün gücüyle kıvranıp ayaklarıyla yere vuruyordu. Yüzünde ince, altın dikenlerden tuhaf bir saçak olan kırmızı bir ejderha havaya mantar biçimi ateş bulutları salıyordu. En yakınlarındaki ise, kertenkeleye diğerlerinden çok daha fazla benzeyen, devasa bir kara ejderhaydı.
385

Ejderha başına yedi sekiz tane olmak üzere, en az otuz büyücü onları zaptetmeye çalışıyor, boyunlarıyla bacaklanndaki ağır, deri kayışlara bağlı zincirleri çekiyorlardı. Harry ipnotize edilmiş gibi başını kaldırıp baktı ve tepesinde bir yerlerde kara ejderhanın gözlerini gördü. Bir kedininki gibi dikey gözbebekleri vardı, korku ya da öfkeyle -Harry hangisi olduğunu kestire-medi- koskocaman olmuşlardı... Korkunç bir ses çıkarıyordu, uluma gibi, acı bir çığlık...
Parmaklığın yakınındaki bir büyücü, "Geride dur, Hagrid!" diye bağırdı. Elindeki zinciri var gücüyle çekiyordu. "Neredeyse yedi metreye ateş püskürtebiliyorlar, biliyorsun! Bu Boynuzkuyruk'un on üç metrenin ötesine püskürttüğünü gördüm!"
Hagrid yavaşça, "Ne güzel, değil mi?" dedi.
Başka bir büyücü, "Yaran yok!" diye bağırdı. "Üç deyince Sersemletme Büyüsü, hadi!"
Harry ejderha bakıcılarının hepsinin asalannı çıkardıklarını gördü.
"Sersemleş!" diye bağırdılar hep bir ağızdan. Sersemletme Büyüleri ateş saçan füzeler gibi karanlığın içine fırlatıldı, ejdeıhaların pullu derilerinde yıldız sağanaklarına dönüştü -
Harry en yakınlarındaki ejderhanın arka ayaklan ü*/*rnde tehlikeli bir şekilde sendeleyişini gözledi; ağzı sessiz bir ulumayla kocaman açılmıştı; burun delikle-rindeki alevler birden yok olmuştu, ama hâlâ duman çıkıyordu - sonra, ağır ağır düştü - tonlarca ağırlıktaki kaslı, pullu, kara ejderha toprağa öyle bir gümbürtüyle
386

çarptı ki, Harry arkasındaki ağaçların sallandığına yemin edebilirdi.
Ejderha bakıcıları asalarını indirdiler ve yere düşmüş hayvanlara doğru yürüdüler. Ejderhaların her biri küçük birer tepe boyundaydı. Büyücüler hemen zincirleri sıkıp demir kazıklara sıkıca bağladılar, kazıkları da asa marifetiyle toprağa iyice gömdüler.
Hagrid, Madam Maxime'e heyecanla, "Yakından bakmak ister misin?" dedi. İkisi parmaklığa doğru yürüdü, Harry de arkalanndan gitti. Hagrid'i daha yakına gelmemesi için uyaran büyücü geriye döndü. Harry de onun kim olduğunu gördü - Charlie VVeasley.
Konuşmak için yanlarına gelerek, soluk soluğa, "Tamam mı, Hagrid?" dedi. "Artık sorun çıkarmazlar h?rh?_lde - volda onlara Uyku İlacı vermiştik. Karanlıkta, sessizlikte uyanırlarsa daha iyi olur diye duşunduk - ama gördün ya, hiç memnun olmadılar, hem de hiç -"
Hagrid en yakındaki ejderhaya -kara olana- saygıya yakın bir ifadeyle bakarak, "Burada hangi türler var, Charlie?" diye sordu. Ejderhanın gözleri hâlâ açıktı. Harry kırışık, kara gözkapaklarının ardında parıldayan bir san şerit görebiliyordu.
"Bu bir Macar Boynuzkuyruk," dedi Charlie. "Oradaki, daha küçük olan, Sıradan Gal Yeşili - o gri mavi, bir İsveç Kısaburnu - kırmızı olan da Çin Ateştopu."
Charlie çevreye baktı; Madam Maxime bölmenin çevresinde yürüyüp Sersemletilmiş ejderhalara bakıyordu.
Charlie kaşla nnı çatarak, "Onu getireceğini bilmı-
„ 387

yordum, Hagrid," dedi. "Şampiyonların karşılarına ne çıkacağını bilmemeleri gerek - öğrencisine söylemez mi yani? Mutlaka söyler."
Hagrid, "Ben sadece onları görmek ister dedim," diye omuz silkti, hâlâ kendinden geçmiş halde ejderhalara bakıyordu.
Charlie başını salladı. "Gerçekten de romantik bir randevu, ha, Hagrid?"
"Dört..." dedi Hagrid, "yani her şampiyona bir tane, öyle mi? Ne yapacaklar - onlarla savaşacaklar mı?"
"Sanırım sadece yanlarından geçecekler," dedi Charlie. "İşler kötüye giderse diye biz de orada olacağız, söndürme büyülerimiz hazır olacak. Kuluçkaya yatmış anneler istediler, niye bilmem... Ama sana su kadarını söyleyeyim, Boynuzkuyruk'u alanın yerinde olmak istemezdim. Melun bir yaratık. Hem arkası da önüj kadar tehlikeli, bak."
_ Charlie, Boynuzkuyruk'un kuyruğunu işaret etti.| Harry kuyruğun birkaç santim aralıklarla fışkır uzun, bronz renkte dikenlerle dolu olduğunu gördü.
O sırada Charlie'nin bakıcı arkadaşlarından beş ta-| nesi, uçlarından tuttukları bir battaniyeye konmuş granit grisi, muazzam büyüklükte yumurtalar taşıyara sendeleye sendeleye Boynuzkuyruk'un yanına geldile Yumurtaları dikkatle Boynuzkuyruk'un yanına yerle tirdiler. Hagrid'den özlem dolu bir inilti yükseldi.
Charlie sert sert, "Onları saydım, Hagrid, ona göjj re," dedi. Sonra, "Harry nasıl?" diye sordu.
388

"İyi," dedi Hagrid. Gözlerim yumurtalardan alamıyordu.
Charlie ejderhaların bölmesine bakarak, ters ters, "Umarım bunlarla karşılaştıktan sonra da iyi olur," dedi. "Anneme ilk görevin ne olduğunu söylemeye cesaret edemedim, zaten onun için endişelenip duruyor..." Charlie annesinin endişeli sesini taklit etti. " 'Nasıl olur da onun Turnuva'ya katılmasına izin verirler, daha çok genç! Hepsinin güvende olacağını sanıyordum, bir yaş sının olacak sanıyordum!' Onun hakkında Gelecek Postasz'nda çıkan yazıyı okuduktan sonra gözyaşlarına boğuldu. 'Demek hâlâ annesiyle babası için ağlıyor! Ah, zavallı yavrucak, hiç bilmiyordum!'"
Bu kadarı Harry'ye yetmişti. Hagrid'in onun yokluğunu fark etmeyeceğinden emindi. Dört ejderha ile Madam Maxime onun kafasını yeterince meşgul ederdi. Sessizce döndü ve geriye, şatoya doğru yürümeye koyuldu.
Karşısına ne çıkacağını görmekten memnun olup olmadığını bilmiyordu. Belki de böylesi daha iyiydi. Artık ilk şoku atlatmıştı. Belki de ejderhaları ilk kez salı günü görseydi, bütün okulun önünde bayılıp kalırdı... Ama belki yine de bayılıp kalırdı... Tek silahı, asası olacaktı - o da şimdi gözüne sadece ufak bir tahta değnek gibi görünüyordu - hele boyu on beş metreden uzun, pullu, dikenli, ateş üfleyen bir ejderhaya karşı. Bir de yanından geçecekti ha? Üstelik herkes bakarken, iyi de, nasıl?
Harry hızlanarak Orman'ın kıyısından dolaştı. Şö-
389

mineye varıp Sinüs'la konuşmak için on beş dakikası kalmıştı. Hayatında birisiyle konuşmayı şu andaki kadar çok istediğini hatırlamıyordu, hem de hiç. Derken, neye uğradığını anlamadan, çok sert bir şeye çarptı.
Harry-sırtüstü düştü, gözlüğü yerinden uğradı, Pe-lerin'e sımsıkı sarıldı. Yakınlarda bir ses, "Ah!" dedi. "Kim var orada?"
Harry, Pelerin'in onu iyice örtüp örtıaediğini kontrol etti telaşla, yukan doğru bakıp çarptığı büyücünün karanlık siluetini süzdü. Keçi sakalını tanıdı... Karka-rofftubu.
"Kim var orada?" dedi Karkaroff yeniden. Büyük bir şüphe içinde karanlıkta çevresine bakmıyordu. Harry hiç kıpırdamadan ve sesini çıkarmadan olduğu yerde yattı. Bir dakika kadar sonra Karkaroff kendisine çarpanın bir tur hayvan olduğuna karar verdi. Sanki bir köpek görmeyi bekliyormuş gibi bel hizasına bakıyordu zaten. Sonra da ağaçların arasında kayboldu, yavaş yavaş ejderhaların bulunduğu yere sokulmaya başladı. |
Harry çok yavaşça ve ihtiyatla ayağa kalkıp yeni- | den yola koyuldu. Fazla gürültü etmeden gidebüdiğin-ce hızlı gidiyor, karanlığın içinde bir an önce Hog-vvarts'a varmaya çalışıyordu.
Karkaroff un ne tür bir dolap çevirdiği belliydi: İlk görevin ne olduğunu öğrenmeye çalışmak için gizlice İ gemisinden çıkmıştı. Hatta Hagrid'le Madam Maxi-me'in beraberce Orman'a doğru gittiklerini bile görmüş olabilirdi - uzaktan bile olsa, seçilmeyecek gibi değildi-
390

ler çünkü... Ve şimdi de Karkaroffun, kulağına gelen sesleri izlemesi yetecekti. O da Madam Maxime gibi şampiyonları neyin beklediğini anlayacaktı. Görüldüğü kadarıyla, salı günü meçhul bir şeyle karşılaşacak tek şampiyon Cedric olacaktı.
Harry şatoya vardı, ön kapılardan içeri sessizce girdi ve mermer merdiveni tırmanmaya koyuldu. Soluk soluğa kalmıştı, ama yavaşlamadı... Şömineye varmak için üç dakikadan az vakti kalmıştı...
Portre deliğinin önüne gelince, çerçevesinin içinde şekerleme yapan Şişman Hanım'a bir solukta, "Zırya!" dedi.
Şişman Hanım gözlerini açmadan, mahmur, mahmur, "Öyle diyorsan öyledir," diye mırıldandı. Tablo, o içeri girebilsin diye, öne doğru savruldu. Harry delikten tırmandı. Ortak salon boştu. Ortalıkta da anormal bir koku olmadığına göre, Hermione, Sirius'la tek başlarına kalabilsinler diye Tezekbombası atmak zorunda kalmamıştı anlaşılan.
Harry, Görünmezlik Pelerini'ni çıkarıp kendini şö-* minenin önündeki koltuğa attı. Salon adamakıllı loştu, tek ışık kaynağı şöminedeki alevlerdi. Yakındaki bir masanın üstünde, Creevey'lerin düzeltmeye çalıştığı CEDRİC DIGGOKY'yi Destekle! rozetleri ateşin ışığında parıldıyordu. Şimdi üzerlerinde HEPTEN DANDİK POTTER yazıyordu. Harry yeniden alevlere baktı ve yerinden sıçradı.
Sirius'un başı ateşin içinde duruyordu. Eğer Harry,
391

Mr Diggory'nin başının Weasley'lerin mutfağında tıpatıp aynı şeyi yaptığını görmemiş olsaydı, korkudan aklını kaçırırdı herhalde. Şimdiyse tam tersine, yüzüne günlerdir ilk kez bir gülümseme yayıldı. Koltuğundan kalkıp şöminenin yanına çömeldi ve, "Sirius," dedi, "nasılsın?"
Sirius, Harry'nin onu hatırladığından çok farklı görünüyordu. Vedalaştıklarında yüzü çok zayıftı, çöküktü; uzun, kara, keçeleşmiş saçlarla sarılıydı - oysa şimdi saçları kısa ve tertemizdi. Sirius'un yüzü de dolgunlaş-mıştı, üstelik daha genç görünüyordu. Harry'nin elindeki tek fotoğrafına, Potter'lann düğününde çekilmiş fotoğrafa çok daha fazla benziyordu.
Sirius ciddi ciddi, "Beni boşver, sen nasılsın?" dedi.
"Ben -" Harry bir an için "iyiyim" demeyi düşündü. Ama yapamadı. Kendini tutmasına fırsat kalmadan, günlerdir içinde birikenleri dökmeye başladı - Turnu-va'ya kendi özgür iradesiyle katılmadığına nasıl kimsenin inanmadığından, Rita Skeeter'ın Gelecek Postası'nda onun için ne yalanlar uydurduğundan, insanların alaycı gülmelerine hedef olmadan koridorda nasıl tek adım bile atamadığından söz etti - bir de Ron'dan. Ron'un nasıl ona inanmadığından, kıskançlığından...
"... ve az önce de Hagrid bana birinci görevin ne olduğunu gösterdi. Ejderhalar, Sirius, işim bitti," diye noktaladı umutsuzca.
Sirius ona baktı, gözleri endişe doluydu. Bunlar, Azkaban'da yerleşen o bakışı henüz kaybetmemiş olan
392

gözlerdi - o ölgün, ıstırap dolu bakış. Harry'nin konuşmasını, o susana kadar sözünü hiç kesmeden dinledi. Sonunda, "Ejderhalarla başa çıkabiliriz, Harry," dedi, "ama o daha sonraki iş - çok fazla vaktim yok... Şömineyi kullanmak için bir büyücü evine girdim, ancak her an geri dönebilirler. Bazı konularda seni uyarmam gerek."
"Ne?" dedi Harry, morali biraz daha bozulmuştu... Önünde ejderhalardan daha beter bir şey olamazdı, değil mi?
"Karkaroff," dedi Sirius. "Harry, o bir Ölüm Yi-yen'di. Ölüm Yiyen'lerin ne olduğunu biliyorsun, değil mi?"
"Evet - o - ne?"
"Yakalandı, benimle birlikte Azkaban'daydı, ama serbest bırakıldı. Nesine istersen iddiaya girerim ki, Dumbledore bu yıl Hogwarts'ta bir Seherbaz bulunmasını bunun için istedi - onu gözaltında tutmak için. Kar-karoffu Moody yakaladı. Onu Azkaban'a koyan kişi oydu."
Harry ağır ağır, "Karkaroff serbest mi bırakıldı?" dedi - beyni bir sarsıcı bilgiyi daha hazmetmek için mücadele ediyordu sanki. "Niye serbest bıraktılar onu?"
Sirius acı acı, "Sihir Bakanlığı'yla anlaştı," dedi. "Yaptıklarının hatalı olduğunu anladığını söyledi, sonra da isimler verdi... Azkaban'a kendi yerine birçok insan yolladı... Sana şunu söyleyeyim, orada hiç popüler
393

l
değil. Ve anladığım kadarıyla dışarı çıktığından beri okulundan geçen her öğrenciye Karanlık Sanatlar'1 öğretiyor. Yani Durmstrang şampiyonunu da kollasan fena olmaz."
"Tamam," dedi Harry yavaşça. "Yani... sen şimdi benim adımı Ateş Kadehi'ne Karkaroff un koyduğunu mu söylüyorsun? Çünkü, o koyduysa eğer, gerçekten iyi bir aktör demektir. Çok kızmış gibiydi. Benim yarışmamın engellenmesini istiyordu."
"İyi bir aktör olduğunu biliyoruz zaten," dedi Siri-us. "Sonuçta, onu serbest bırakmalan için Sihir Bakanlı-ğı'nı ikna etti, değil mi? Şimdi, gözüm Gelecek Postası'nın üstünde, Harry -"
Harry acı acı, "Senin ve bütün dünyanın gözü," dedi.
"- ve o Skeeter denen kadının geçen ayki yazısının satır aralannda neler olduğuna dikkat ettim de, Moody, Hogwarts'ta işe başlamadan önceki gece saldırıya uğradı. Evet, biliyorum, Skeeter bunun yine yalancı çobanlık olduğunu söylüyor ama," diye ekledi Sirius çabuk çabuk, Harry'nin konuşmaya hazırlandığını görünce, "ben öyle sanmıyorum. Bana öyle geliyor ki, nasıl olduysa birisi onun Hogvvarts'a gelişini engellemeye çalıştı. Sanırım birisi onun ayak altında olmasını istemedi. Kimse de bu meseleyi kurcalamaz, Deli-Göz sık sık evine birilerinin girmeye çalıştığını ileri sürüyor. Ama bu, gerçek olanı ayırt edemeyeceği anlamına gelmez. Moody, Bakanlık'in şimdiye kadarki ı n iyi Seherbaz'ıdır."

394


"Yani... ne diyorsun?" dedi Harry yavaşça. "Kar-karoff beni öldürmeye mi çalışıyor? Peki ama - niye?"
Sirius durakladı.
"Çok tuhaf şeyler duyuyorum," dedi ağır ağır. "Ölüm Yiyen'ler son zamanlarda her zamankinden biraz daha faal görünüyorlar. Quidditch Dünya Kupa-sı'nda ortaya çıktılar, değil mi? Birisi Karanlık Işaret'i gönderdi... hem sonra - kaybolan Sihir Bakanlığı cadısı olayını duydun mu?"
"Bertha Jorkins mi?" dedi Harry.
"Ta kendisi... Arnavutluk'ta ortadan kayboldu, Vol-demort'un en son orada olduğunu söylüyorlardı, burası kesin... Bertha, Üçbüyücü Kupası'nın yapılacağını da biliyordu herhalde, değil mi?"
"Evet, ama... Voldemort'a çatmış olması çok akla yakın değil, ne dersin?" dedi Harry.
"Dinle," dedi Sirius büyük bir ciddiyetle. "Bertha Jorkins'i tanırım. Ben Hogwarts'ta okurken o da buradaydı. Babanla benden birkaç sınıf büyüktü. Ve budalanın tekiydi. Her şeye burnunu sokardı, ama kafası çalışmazdı, hem de hiç. Bu iyi bir bileşim değildir, Harry. Bence onu bir tuzağa çekmek çok kolay olmuştur."
"Yani... yani Voldemort Turnuva'yı mı öğrendi?" dedi Harry. "Bunu mu söylemek istiyorsun? Karkaroff buraya onun emriyle mi gelmiştir diyorsun?"
"Bilmiyorum," dedi Sirius usulca. "Gerçekten bilmi-
395

yorum... Bana kalırsa Karkaroff, Voldemorf un onu koruyacak kadar güçlü olduğunu bilmediği sürece ona dönecek bir tip değil. Ama senin adını Kadeh'e koyan her kimse, bunun için esaslı bir nedeni vardı. Ben de Turnuva'nın sana saldırmak ve buna kaza süsü vermek için iyi bir yöntem olduğunu düşünmeden edemiyorum."
Harry kasvete kapılarak, "Buradan bakınca gerçekten iyi bir plana benziyor," dedi. "Onların tek yapması gereken, geri çekilip ejderhaların işi bitirmesini beklemek."
Sirius, "Evet - ejderhalar," dedi. Artık hızlı hızlı konuşuyordu. "Bir yöntemi var, Harry. Sersemletme Büyüsü kullanmaya kalkışma - ejderhalar hem kuvvetlidir, hem de tek bir Sersemletici tarafından yıkılmayacak kadar sihirlidirler. Bir ejderhayı alt etmek için aynı anda altı büyücü gerek -"
"Evet, biliyorum, az önce gördüm," dedi Harry.
"Ama tek başına da yapabilirsin," dedi Sirius. "Bir yöntemi var. Gereken tek şey, basit bir büyü. Sen sadece -"
Ama Harry onu susturmak için elini kaldırdı, kalbi birden sanki patlayacakmış gibi çarpmaya başlamıştı. Arkasındaki döne döne yükselen merdivenden ayak sesleri geliyordu.
"Git!" diye fısıldadı Sirius'a. "Git! Birisi geliyor!"
Harry yerinden fırlayarak ateşin önüne siper oldu -birisi Hogwarts duvarlan içinde Sirius'un yüzünü görecek olursa, kıyamet kopardı - Bakanlık işin içine girerdi - Harr/yi, Sirius nerede diye sorguya çekebilirlerdi -
396

Harry arkasındaki ateşten minik bir pop sesi duydu, Sirius'un gittiğini anladı - merdivenin altım kolladı -sabahın birinde kim gezinmeye çıkmıştı da, Sirius'un ona bir ejderhanın yanından nasıl geçeceğini söylemesini engellemişti acaba?
Ron'du. Çizgili, açık kahverengi pijamasını giymişti. Ron odanın öbür tarafında Harry'yi görünce olduğu yerde kalakaldı, çevresine baktı.
"Kiminle konuşuyordun?" dedi.
"Sana ne?" diye hırladı Harry. "Gecenin bu vakti burada ne arıyorsun?"
"Ben sadece senin nerede -" Ron durdu, omuz silk-ti. "Hiçbir şey. Yeniden yatmaya gidiyorum."
"Gelip her şeye maydanoz olmak istedin, değil mi?" diye haykırdı Harry. Ron'un neye çattığının farkında olmadığını biliyordu, bunu kasten yapmadığını da biliyordu, ama umrunda değildi - şu anda onun her şeyinden nefret ediyordu; pijamasının altından görünen çıplak ayak bilekleri de dahil olmak üzere.
Ron'un yüzü öfkeden kızardı. "Kusura bakma. Rahatsız edilmek istemeyeceğini bilmeliydim. Seni bırakayım da bir sonraki söyleşinin provasını huzur içinde yap."
Harry masadan, üzerinde HEPTEN DANDÎK POT-TER yazan rozetlerden birini aldı ve var gücüyle odanın öbür yanma fırlattı. Rozet Ron'un alnına vurup geri döndü.
"Al bakalım," dedi Harry. "Salı günü bunu takar-
397

l
sın. Hatta şimdi bir yara izin bile olabilir, şansın varsa... İstediğin de buydu zaten, değil mi?"
Hızla salonu geçip merdivene doğru yürüdü. Ron'un onu durdurmasını bekler gibiydi, hatta ona bir yumruk atmasından memnun bile olabilirdi. Ama Ron, üzerine küçük gelen pijamasıyla orada öylece durdu. Fırtına gibi yukarı çıkan Harry ise daha sonra yatağına uzanıp uzun süre burnundan soluyarak uyanık yattı. Ron'un yatakhaneye çıktığını da duymadı.
398

GeCeLeR
12-10-2006, 02:03 AM
YİRMİNCİ BOLUM
Birinci Görev
Pazar sabahı kalkıp giyinmeye başladığında Harry öylesine dalgındı ki, ayağına çorap niyetine şapkasını geçirmeye çalıştığını fark edebilmesi için epey vakit geçmesi gerekti. Sonunda bütün giysilerini bedeninin doğru yerlerine geçirmeyi başardıktan sonra, hemen gidip Hermione'yi buldu. Hermione, Büyük Salon'daki Gryffindor masasında oturmuş, Ginny'yle kahvaltı ediyordu. Bir şey yiyemeyecek kadar midesi bulanan Harry, Hermione yulaf ezmesinden son lokmayı da yutana kadar bekledi, sonra da onu tutup bir kez daha arazide yürüyüşe çıkardı. Dışarıda, gölün çevresinde yine uzun uzun dolaşırlarken, Hermione'ye ejderhaları ve Sirius'un bütün dediklerini anlattı.
Sirius'un Karkaroff konusundaki uyarılarından dolayı endişelenen Hermione, yine de ejderhaların daha öncelikli bir sorun oluşturduğunu düşünüyordu.
"Seni salı akşamına kadar hayatta tutmaya çalışalım da," dedi çaresizce, "Karkaroff u sonra düşünürüz."
Bir ejderhayı zaptedecek basit bir büyü bulmaya ça-
399

hşarak, gölün çevresini üç kere dolaştılar. Akıllarına hiçbir şey gelmeyince de, elleri mahkûm, kütüphaneye gittiler. Harry ejderhalar hakkında bulabildiği bütün kitapları çıkardı ve ikisi oturup hepsine tek tek bakmaya başladılar.
"Büyü yoluyla tırnak-kesimi... pul çürümesine tedavi... bunlar işe yaramaz, Hagrid gibi onları sağlıklı tutmak isteyen çatlaklar için bunlar..."
"Kalın derilerinin içine işlemiş çok eski sihir nedeniyle, ejderhaların öldürülmesi son derece zordur ve bu sihrin ötesine en güçlü büyüler dışında hiçbir şey geçemez... Ama Siri-us basit bir büyünün işi göreceğini söylemişti..."
"Biraz da basit büyü kitaplarına bakalım o zaman," dedi Harry, Ejderhaları Fazlaca Seven Adamlar'1 bir kenara fırlatarak.
Bir süre sonra kucak dolusu büyü kitabıyla döndü, onlan masaya yığdı ve tek tek hepsine bakmaya başladı. Hermione ise dirseğinin dibinde durmaksızın fısıldıyordu. "Değiştirme Büyüleri var örneğin... ama Değiştirmenin ne anlamı var ki? Tabii dişlerinin yerine şarap sakızı falan koyarsan o başka, böylece daha tehlikesiz hale gelirdi... Sorun şu ki, o kitapta da dediği gibi, bir ejderhanın derisinin arkasına pek az büyü geçebiliyor... Biçim Değiştir derdim ama, o kadar kocaman bir şeyde şansın çok az, Profesör McGonagall'ın bile yapabileceğinden şüpheliyim... Peki ya onun yerine büyüyü kendine yapsan? Ekstra güçler falan versen kendine? Ama işte onu yapan büyüler de basit büyüler değil, yani sınıfta falan görmedik, benim onları bilme-
400

min tek nedeni, bir süredir S. B. D. hazırlık çalışmaları yapıyor olmam..."
"Hermione," dedi Harry dişlerini sıkarak, "biraz sesini keser misin lütfen? Konsantre olmaya çalışıyorum."
Ama Hermione sustuktan sonra da konsantre olamadı, bu sefer de beynini sabit bir uğultu kaplamıştı. Meşgul ve Kızgın Olanlar için Temel Uğursuzluk Büyüle-ri'nin dizinine çaresizce göz gezdiriyordu: anında kafa derisi yüzme... ama ejderhaların saçı yoktu ki... biber nefes... bu, büyük ihtimalle ejderhanın ateş gücünü daha da artırırdı... boynuz dil... işte bir bu eksikti, kalkıp ejderhaya bir silah daha vermiş olurdu...
"Yo, hayır, yine geldi, niye o aptal gemisinde oturup okumuyor sanki?" dedi Hermione sinirli sinirli. İçeri Viktor Krum girmişti. Somurtarak ikisine baktı, sonra da elinde bir yığın kitapla kambur kambur gidip uzakta bir köşeye oturdu. "Hadi, Harry, ortak salona dönüyoruz... Hayran kulübü birazdan burada olur, cik cik ötmeye başlarlar..."
Gerçekten de onlar kütüphaneden çıkarken, bir grup kız parmak uçlarında yürüyerek yanlarından geçip kütüphaneye girdi. Birinin beline bir Bulgaristan
kaşkolü sarılıydı.
*
Harry o gece çok az uyuyabildi. Pazartesi sabahı uyandığında, hayatında ilk defa Hogvvarts'tan kaçmayı ciddi olarak düşündü. Ama kahvaltı sırasında Büyük Salon'da çevresine bakıp da şatodan ayrılmanın ne an-
401

lama geleceğini fark ettiğinde, yapamayacağını anladı. Hayatında mutluluğu yaşadığı tek yerdi burası... Gerçi büyük ihtimalle annesiyle ve babasıylayken de mutluydu, ama onu hatırlayamıyordu.
Privet Drive'da Dudley'yle birlikte olmaktansa, burada olup bir ejderhanın karşısına dikilmeyi yeğlediğini bilmek bir bakıma iyi bir şeydi; az da olsa sakinleşmesini sağladı. Pastırmasını güçlükle bitirdi (yutkunmakta güçlük çekiyordu) ve, tam Hermione'yle birlikte kalkarken, Cedric Diggory'nin de Hufflepuff masasından kalktığını gördü.
Cedric hâlâ ejderhaları bilmiyordu... ve eğer Harry, Maxime ve Karkaroff un Fleur ve Krum'a anlattıklarını düşünmekte haklıysa, bilmeyen tek şampiyon da oydu...
Harry, Cedric'in Salon'dan çıkmasını izlerken kararını verdi ve, "Hermione, seninle seralarda görüşürüz," dedi. "Sen git, ben sana yetişirim."
"Harry, geç kalırsın, zil çalmak üzere -"
"Yetişirim dedim ya."
Harry mermer merdivenin başına vardığında, Cedric merdiveni çıkmıştı bile. Çevresinde altıncı sınıftan bir sürü arkadaşı vardı. Harry, Cedric'le onlann önünde konuşmak istemiyordu; ne zaman civarlanndan geçse, Rita Skeeter'ın yazısından alıntı yapan öğrencilerdi onlar. Cedric'i uzaktan izledi ve onun Muska koridoruna yöneldiğini gördü. Harry'nin aklına bir fikir geldi. Onlardan uzakta durup asasını çıkardı ve dikkatlice nişan aldı.
402

"Diffindo!"
Cedric'in çantası yırtıldı. İçindeki parşömen, tüy kalemler ve kitaplar ortalığa saçıldı. Birkaç tane mürekkep şişesi yere düşüp patladı.
Arkadaşları eğilip yardım etmeye çalışırlarken, Cedric, "Zahmet etmeyin," dedi sıkkın bir sesle. "Flit-vvick'e söyleyin, geliyorum. Haydi..."
Harry'nin umduğu da buydu zaten. Asasını cüppesinin içine soktu, Cedric'in arkadaşlarının sınıfa girmelerini bekledi ve hızla ona doğru yürüdü. Koridorda ikisinden başkası kalmamıştı.
"Merhaba," dedi Cedric, yerden mürekkebe bulanmış bir ileri Düzey Biçim Değiştirme Rehberi kitabını alarak. "Çantam yırtıldı da... yeniydi falan ama..."
"Cedric," dedi Harry. "İlk görev, ejderhalar."
"Ne?" dedi Cedric, başını kaldırıp ona bakarak.
"Ejderhalar," dedi Harry. Profesör Flitvvick'in Cedric nerede kaldı diye bakmak için sınıftan çıkabileceği korkusuyla çabuk çabuk konuşuyordu. "Dört tane var, hepimiz için birer tane. Yanlarından geçmemiz gerekiyor."
Cedric ona bakakaldı. Harry onun gri gözlerinde, kendisinin cumartesi gecesinden beri hissettiği panik duygusunu gördü.
"Emin misin?" dedi Cedric alçak sesle.
"Yüzde yüz eminim," dedi Harry. "Onları gördüm."
"Ama nasıl öğrendin? Bilmememiz gerekiyor..."
"Boşver," dedi Harry hemen - söylerse Hagrid'in
403

başının derde gireceğini biliyordu. "Ama tek bilen ben değilim. Şimdiye kadar Fleur'le Krum da öğrenmiş olmalı - Maxime de, Karkaroff da gördü ejderhaları."
Cedric ayağa kalktı. Kucağı mürekkebe bulanmış tüy kalemler, parşömen ve kitaplarla doluydu, yırtık çantası da bir omzunda sallanıyordu. Harr/ye uzun uzun baktı, yüzünde şaşkın, neredeyse şüpheci bir ifade vardı.
"Niye söyledin bana?" diye sordu. Harry ona inanamayan gözlerle baktı. Şunu biliyordu ki, Cedric ejderhaları bir görse hayatta böyle bir soru sormazdı. Harry en kötü düşmanının bile o canavarların karşısına hazırlıksız çıkmasına izin vermezdi - eh, belki Malfoy ya da Snape...
"Yani böylesi... adil, öyle değil mi?" dedi Cedric'e.
"Şimdi hepimiz biliyoruz... şimdi şanslar eşit, öyle de
ğil mi?" 1
.s
Cedric ona hâlâ hafiften şüphe dolu gözlerle bakıyordu. O anda Harry arkasında tanıdık bir takırtı duy-ş du. Arkasına dönünce, Deli-Göz Moody'nin yakındak bir sınıftan çıktığını gördü.
"Benimle gel, Potter," diye homurdandı Moody.
"Diggory, sen sınıfına." i
Harry, Moody'ye endişeyle baktı. Acaba konuştuk
larını duymuş muydu? "Eee - Profesör, benim Bitkibi-
lim'de olmam gerekiyor -"
"Sen onu kafana takma, Potter. Odama gel, lüfc
fen..." ^
Harry, şimdi başına ne geleceğini kara kara düşüm
404

rek, onun peşi sıra yürüdü. Ya Moody ejderhaları nereden öğrendiğini anlatmasını isterse? Moody gidip Hag-rid'i Dumbledore'a ihbar eder miydi, yoksa Harr/yi bir gelinciğe döndürmekle mi yetinirdi? Eh, gelincik olsam ejderhanın yanından geçmem daha kolay olabilir, diye düşündü Harry sıkıntıyla. O zaman daha küçük olurdu ve on yedi metre yükseklikten görülmesi zorlaşırdı...
Moody'nin arkasından onun odasına girdi. Moody kapıyı kapadı ve dönüp Harry'ye baktı, hem normal gözü hem de sihirli gözü onun üzerindeydi.
"Az önce yaptığın çok düşünceli bir hareketti, Pot-ter," dedi Moody usulca.
Harry ne diyeceğini bilemiyordu; beklediği tepki bu değildi.
"Otur," dedi Moody. Harry oturup çevresine bakmaya başladı.
Bu odaya daha önceki iki sahibinin döneminde de gelmişti. Profesör Lockhart'ın zamanında, duvarlar Lockhart'm kendisinin gülümseyen ve göz kırpan re-simleriyle doluydu. Lupin burada yaşarken ise, derste kullanmak için edindiği yeni ve şaşırtıcı bir Karanlık yaratık türünün örneğiyle karşılaşmanız daha yüksek bir ihtimaldi. Ancak şu anda, oda çok sayıda son derece tuhaf nesneyle doluydu. Harry bunların Moody'nin Se-herbaz'lık zamanından kalma olabileceğini düşündü.
Masasının üstünde büyük, çatlak, camdan bir topaca benzeyen bir şey duruyordu. Harry bunun bir Sinsi-oskop olduğunu hemen anladı, çünkü kendisinde de
405

bundan bir tane vardı, ama o Moody'ninkinden çok daha küçüktü. Köşede, küçük bir masanın üstünde eğri büğrü, altın televizyon antenine benzeyen bir nesne vardı. Hafif hafif vınlıyordu. Harry'nin tam karşısındaki duvarda aynaya benzer bir şey asılıydı, ama odayı yansıtmıyordu. İçinde karanlık şekiller hareket ediyordu, hiçbiri net görünmüyordu.
"Karanlık dedektörlerim hoşuna gitti, ha?" dedi Moody. Harry'yi dikkatle izliyordu.
"O ne?" diye sordu Harry, eğri büğrü, altın anteni işaret ederek.
"Sır Sezici. Gizli kapaklı bir durum ve yalan saptayınca titrer... Burada işe yaramıyor, tabii, çok parazit var - her taraf ödevlerini niye yapmadıkları konusunda yalan söyleyen öğrencilerle dolu. Buraya geldiğimden beri vınlayıp duruyor. Sinsioskop'umu kapatmak zorunda kaldım, çünkü ötmeyi bırakmıyordu. Ekstra hassas, bir kilometre uzaktan büe alabiliyor. Tabii, aslında çocuklarınki dışında da bir şeyler alıyor olabilir," diye ekledi homurtuyla.
"Peki ya o ayna ne işe yarıyor?"
"Haa, o benim Düşman-Camı'm. Görüyor musun onları, orada sinsi sinsi saklananları? Aslında şimdi başım belada değil, ta ki gözlerinin akını görene kadar. İşte o zaman sandığımı açıyorum."
Kısa, sert bir kahkaha patlattı ve pencerenin altındaki iri sandığı gösterdi. Sandığın üzerinde yan yana yedi anahtar deliği vardı. Harry içinde ne olduğunu merak J ediyordu ki, Moody'nin sorusuyla dünyaya döndü.
406

"Ee... demek ejderhaları öğrendin, ha?"
Harry duraksadı. Korktuğu başına gelmişti - ama Hagrid'in kuralları çiğnediğini Cedric'e söylememişti, Moody'ye de kesinlikle söylemeyecekti.
"Merak etme," dedi Moody, oturup tahta bacağını iniltiyle uzatarak. "Hile, Üçbüyücü Turnuvası'nm geleneksel bir parçasıdır, her zaman öyle olmuştur."
"Hile yapmadım," dedi Harry sert bir sesle. "Ben -rastlantı sonucu öğrendim."
Moody sırıttı. "Seni suçlamıyordum, evlat. Dumble-dore'a başından beri söylüyorum, o istediği kadar soyluca davranabilir, ama iddiaya varım ki ihtiyar Karka-roff ve Maxime öyle davranmayacaklar. Şampiyonlarına söyleyebilecekleri her şeyi söylemiş olacaklar. Onlar kazanmak istiyor. Dumbledore'u yenmek istiyorlar. Sonuçta onun da bir insan olduğunu kanıtlamak istiyorlar."
Moody yine sert bir kahkaha attı, sihirli gözü öyle bir fır döndü ki, ona bakan Harry'nin midesi bulandı.
"Ee... ejderhanın yanından nasıl geçeceğin konusunda bir fikrin var mı?" dedi Moody.
"Hayır," dedi Harry.
"Eh, ben de kalkıp sana söyleyecek değilim," dedi Moody boğuk bir sesle. "Taraf tutmam ben. Sana sadece birkaç iyi, genel tavsiyede bulunacağım, ilki şu -güçlü yanına oyna."
"Yok ki," dedi Harry, kendine hâkim olamadan laf ağzından çıkmıştı.
"Kusura bakma," diye homurdandı Moody, "ben
407

güçlü yanın var diyorsam vardır. Şimdi düşün. En iyi olduğun şey ne?"
Harry kafasını toplamaya çalıştı. En iyi olduğu şey neydi sahi? Eh, bunun cevabı kolaydı aslında -
"Quidditch," dedi duygusuz bir sesle, "bunun da pek faydası -"
"Doğru," dedi Moody. Ona büyük bir dikkatle bakıyordu, sihirli gözü neredeyse hiç kıpırdamıyordu. "Duyduğum kadanyla bayağı sıkı uçuyormuşsun."
"Evet de..." Harry gözlerini ona dikti. "Süpürge götürmeme izin verilmiyor, yanımda bir tek asam -"
"İkinci tavsiyem," diye araya girdi Moody, yüksek sesle konuşarak, "ihtiyacın olanı almanı sağlayacak güzel, basit bir büyü kullanman."
Harry ona boş boş baktı. Neye ihtiyacı vardı?
"Hadi, oğlum..." diye fısıldadı Moody. ''Parçalan birleştir... o kadar zor değil..."
Birden jeton düştü. Harr/nin en iyi olduğu konu uçmaktı. Ejderhayı havadan geçmesi gerekiyordu. Bunun için de Ateşoku'na ihtiyacı vardı. Ateşoku için de -
"Hermione," diye fısıldadı Harry. On dakika sonra koşarak üç numaralı seraya girmiş, yanından geçerken Profesör Sprout'tan aceleyle özür dilemişti. "Hermione - yardımına ihtiyacım var."
"Peki benim ne yapmaya çalıştığımı sanıyorsun, I laı ı \ ?" diye fısıldadı Hermione de ona. Budadığı Pır-pn Çalı'run üzerinden görünen gözleri kaygıyla iri iri açılmıştı.
"Hermione, yarın öğleden sonraya kadar doğru
408

dürüst Çağırma Büyüsü yapmayı öğrenmem gerekiyor."
*
Böylece beraber alıştırma yapmaya başladılar. Öğle yemeğine gitmeyip boş bir sınıf buldular ve Harry oradaki çeşitli nesneleri odanın öbür ucundan kendisine uçurmaya çalıştı. Hâlâ zorluk çekiyordu. Kitaplar ve tüy kalemler yarı yolda cesaretlerini yitiriyor, taş gibi düşüyorlardı.
"Konsantre ol, Harry, konsantre ol..."
"Ben ne yapmaya çalışıyorum sanıyorsun?" dedi Harry kızarak. "Nedense zihnimde koca bir edjerha beliriyor ikide bir... Peki, tekrar deneyelim..."
Kehanet'e girmeyip alıştırma yapmaya devam etmek istiyordu, ama Hermione Aritmansi'yi asma fikrini peşinen reddetti. Onsuz devam etmenin de bir anlamı olmadığından, Harry bir saat boyunca Profesör Trelaw-ney'ye katlanmak zorunda kaldı. Profesör dersin yansını sınıftakilere, Mars'ın Satürn'e göre o anki konumu nedeniyle, temmuz ayında doğan kişiler için ani, vahşi 'ölüm tehlikesi bulunduğunu anlatarak geçirdi.
"E iyi bari," dedi sinirlerine hâkim olamayan Harry yüksek sesle. "Uzamasın da. Acı çekmek istemiyorum."
Ron gülecekmiş gibi oldu; günlerdir ilk kez Harry'yle göz göze gelmişti, ama Harry Ron'a öyle içer-lemişti ki umrunda değildi. Dersin geri kalanını sıranın altında asasıyla küçük nesneleri kendine çekmeye çalışarak geçirdi. Bir sineği dümdüz elinin içine doğru sürüklemeyi başardı, ama bunun nedeninin Çağırma Bu-
409

yüsü'ndeki becerisi olduğuna emin değildi - belki de sadece sinek salaktı, o kadar.
Kehanet'ten sonra kendini zorlayarak biraz akşam yemeği yedi, sonra da Hermione'yle birlikte, öğretmenleri atlatmak için üzerlerine Görünmezlik Pelerini'ni geçirerek, yine aynı boş sınıfa gittiler. Vakit gece yarısını geçene kadar çalıştılar. Daha da kalırlardı, ama Peeves çı-kageldi ve "Harry üstüne bir şeyler fırlatılmasını istiyor" diye düşünmüş numarası yaparak, odanın her tarafındaki sandalyeleri ona doğru atmaya başladı. Harry ve Her-mione çıkan gürültünün Filch'i oraya getirmesine fırsat bırakmadan, sınıftan çabucak çıkıp Gryffindor ortak salonuna döndüler. Neyse ki ortak salon şimdi boştu.
Saat sabahın ikisinde, Harry şöminenin yanında, çevresinde sürüyle nesne yığılmış halde duruyordu -kitaplar, tüy kalemler, tersyüz edilmiş birkaç tane sandalye, eski bir Tükürenbilye takımı ve Neville'in kurbağası Trevor. Harry ancak son bir saatte Çağırma Büyüsü'nün kolayını almaya başlamıştı.
"Daha iyi, Harry, çok daha iyi," dedi Hermione. Bitkin âmâ çok memnun görünüyordu.
"Eh, bir daha bir büyüyü beceremediğimde ne yapacağımızı biliyoruz artık," dedi Harry. Elindeki Eski Tılsımlar Sözlüğü'nü gerisingeri Hermione'ye fırlatıp, yeniden denemeye hazırlandı. "Beni bir ejderhayla tehdit edeceğiz. Pekâlâ..." Bir kez daha asasını kaldırdı. "Accio Sözlük!"
Ağır kitap Hermione'nin elinden fırlayıp odanın öbür tarafına uçtu. Harry sözlüğü yakaladı.
410

"Harry, sanırım gerçekten kıvırdın bu işi!" dedi Hermione sevinçle.
"Yarın işe yarasın da," dedi Harry. "Ateşoku buradaki eşyalardan çok daha uzakta olacak. O, şatonun içinde olacak, bense dışarıda, arazide..."
"Bunun önemi yok," dedi Hermione azimle. "Sen çok, çok iyi konsantre ol yeter, o gelir. Harry, biraz uyu-
sak iyi olur... ihtiyacın olacak."
*
Harry o akşam kendini Çağırma Büyüsü'nü öğrenmeye öyle bir vermişti ki, paniğinin bir kısmı geçmişti. Ama ertesi sabah kalktığında, panik duygusu tüm ağırlığıyla geri döndü. Okula büyük bir gerginlik ve heyecan havası hâkimdi. Derslere gün ortasında son verilecek, böylece öğrencilerin ejderhaların olduğu bölmeye gitmek için bol bol vakitleri olacaktı - ama tabii ki orada onları neyin beklediğini daha bilmiyorlardı.
Harry kendim çevresindeki herkesten tuhaf bir şekilde uzak hissediyordu, ister ona şans dilesinler, ister yanından geçerken "Biz bir kutu kâğıt mendili hazır edeceğiz, Potter" diye tıslasınlar. Bu öylesine ileri bir tedirginlik haliydi ki, ejderhanın önüne çıkardıklarında aklımı yitirir de önüme geleni lanetlemeye kalkışır mıyım, diye merak etmeye başlamıştı.
Zaman iyiden iyiye tuhaf davranmaya başlamıştı, koştura koştura geçiyordu, öyle ki Harry hop ilk dersi Sihir Tarihi için sırasına oturuyor, hop kendini öğle yemeğine giderken buluyordu... Sonra hop (sabah nereye gitmişti? Ejderhadan uzak o son saatler nereye gitmiş-
411

ti?) Profesör McGonagall Büyük Salon'da aceleyle ona doğru yürüyordu. Bir suru insan onlara bakıyordu.
"Potter, şampiyonların artık dışan gelmesi gerekiyor... İlk göreviniz için hazırlanmanız lazım."
"Tamam," dedi Harry, ayağa kalkarak. Çatalı tangırtıyla tabağının üstüne düştü.
"İyi şanslar, Harry," diye fısıldadı Hermione. "Merak etme, başaracaksın!"
"Evet," dedi Harry. Sesi sanki başkasının sesi gibi çıkmıştı.
, Profesör McGonagall'la birlikte Büyük Salon'dan çıktı. Profesör de kendinde değilmiş gibiydi; hatta neredeyse Hermione kadar kaygılı görünüyordu. Harry'yle birlikte taş merdivenden inip dışarıdaki soğuk kasım havasına çıkarken, elini onun omzuna koydu.
"Dinle, paniğe kapılma," dedi, "soğukkanlı ol... Durum kontrolden çıkarsa müdahale etmek üzere orada bekleyen büyücülerimiz var... Asıl mesele elinden geleni yapmak, o zaman kimsenin gözünde değerin düşmez. ~ İyi misin?"
Harry kendisinin, "Evet," dediğini duydu. "Evet, iyiyim."
Profesör McGonagall onu ejderhaların olduğu yere, Orman'ın arka tarafına götürüyordu. İlerideki ağaç kümesinin arkasında bölmenin net bir şekilde görülmesi gerekiyordu. Ama kümeye yaklaşırlarken, Harry oraya ejderhaları gözden saklayan dev bir çadır dikilmiş olduğunu gördü. Çadırın girişi onlara bakıyordu.
Profesör McGonagall oldukça titrek bir sesle, "Di-
412

ger şampiyonlarla birlikte buraya girip sıranı bekleyeceksin, Potter," dedi. "Mr Bagman orada... Sana - prosedürü anlatacak... İyi şanslar."
"Teşekkürler," dedi Harry, donuk ve dalgın bir sesle. Profesör çadırın girişinde ondan ayrıldı. Harry içeri girdi.
Fleur Delacour bir köşede alçak bir tahta taburede oturuyordu. Her zamankinin aksine, kendine hâkim değil, hayli solgun ve içine kapanık görünüyordu. Viktor Krum ise her zamankinden de somurtkandı. Harry onun tedirginliğini bu şekilde ifade ettiğini düşündü. Cedric volta atıp duruyordu. Harry içeri girdiğinde Cedric ona hafifçe gülümsedi, Harry de ona gülümseyerek yanıt verdi. Yüzündeki kasların oldukça zorlandığını hissetti, sanki bu işin nasıl yapıldığını unutmuş gibiydiler.
"Harry! Cancağızım!" dedi Bagman neşeyle, çevresine bakarak. "Gel, gel, evindeymişsin gibi davran!"
Solgun yüzlü şampiyonların ortasında, Bagman hafiften şişirilmiş bir çizgi karakter gibi duruyordu. Yine eski Wasp cüppesini giymişti.
"Eveet, madem hepimiz buradayız - size gerekli bilgileri verme vakti geldi!" dedi Bagman coşkuyla. "Seyirciler yerlerini aldıkları zaman, hepinize birer birer bu torbayı vereceğim," - mor ipekten küçük bir torbayı kaldırıp salladı - "hepiniz bunun içinden, karşınıza çıkacak şeyin küçük bir modelini seçeceksiniz! Anlarsınız ya, şeyy - farklı farklı çeşitler var. Bir de bir şey aaha söylemem gerekiyor... ya, evet... göreviniz altın yumurtayı almak\"
413

Harry çevresine göz attı. Cedric, Bagman'ın söylediklerini anladığını belirtmek için başını bir kez sallamıştı, sonra yine bir aşağı bir yukarı yürümeye başladı; hafiften yeşermiş gibi bir hali vardı. Fleur Delacour ve Krum hiçbir tepki vermemişlerdi. Belki ağızlarını açarlarsa midelerinin bulanacağını sanıyorlardı; çünkü Harry kendini tam da böyle hissediyordu. Ama en azından onlar gönüllü olarak katılmışlardı...
Çok az vakit geçmişti ki, yüzlerce çift ayağın çadırın yanından geçişini duydular, ayakların sahipleri heyecanla konuşuyor, gülüyor, şakalaşıyorlardı... Harry kendini kalabalıktan öyle uzak hissediyordu ki, sanki bambaşka bir türdü onlar. Sonra birden -Harry'ye henüz bir saniye geçmiş gibi gelmişti- Bagman mor ipekten torbanın ağzım açmaya koyuldu.
"Önce bayanlar," dedi, torbayı Fleur Delacour'a uzatarak.
Fleur titreyen elini çantanın içine soktu ve minnacık, kusursuz bir ejderha modeli çıkardı - bir Gal Yeşili. Boynunda "iki" sayısı vardı. Fleur'ün şaşırma belirtisi değil de kararlı bir teslimiyet ifadesi takınmasından, Harry haklı olduğunu anladı: Madam Maxime ona şampiyonları neyin beklediğini söylemişti.
Aynısı Krum için de geçerliydi. Kırmızı Çin Ateşto-pu'nu çekmişti. Boynunda "üç" sayısı vardı. Krum gözünü bile kırpmadı, tekrar oturup yere bakmaya başladı.
Cedric elini torbaya soktu ve mavimsi-gri İsveç Kı-saburnu'nu çekti, boynunda "bir" sayısı vardı. Geriye
414

neyin kaldığını bilen Harry, ipek torbaya elini sokup Macar Boynuzkuyruk'u, "dört" numarayı çekti. Harry ona bakarken model kanatlarını açtı ve dişlerini gösterdi.
"Evet, işte oldu!" dedi Bagman. "Hepiniz karşılaşacağınız ejderhanın bir modelini çektiniz, sayüarsa onların karşısına hangi sırada çıkacağınızı gösteriyor, anladınız mı? Birazdan sizden ayrılmak zorundayım, çünkü spikerlik yapıyorum. Mr Diggory, önce siz çıkıyorsunuz, bir düdük sesi duyar duymaz bölmeye geçin, oldu mu? Şimdi... Harry... seninle dışanda biraz konuşabilir miyim?"
"Şeyy... evet," dedi Harry donuk bir sesle. Kalkıp Bagman'la birlikte çadırdan çıktı. Birkaç adım yürüyüp ağaçların arasında girdiklerinde, Bagman yüzünde babacan bir ifadeyle ona döndü.
"Kendini iyi hissediyor musun, Harry? Bir şey ister misin?"
"Ne?" dedi Harry. "Ben - hayır, istemem."
"Bir planın var mı?" dedi Bagman, sesini bir sır veriyormuş gibi alçaltarak. "Çünkü birkaç ipucu vermeye itirazım yok, tabii eğer sen istersen. Yani," diye devam etti Bagman, sesini daha da alçaltarak, "burada şansı az olan sensin, Harry... Yardım etmek için yapabileceğim bir şey varsa..."
"Hayır," dedi Harry. Bunu öyle çabuk söylemişti ki, biraz kabalık gibi olmuştu, farkındaydı. "Hayır - ben -ben ne yapacağımı biliyorum, teşekkür ederim."
"Kimse bilemez, Harry," dedi Bagman, ona göz kırparak.
415

"Yo, iyiyim ben," dedi Harry. Niye herkese bunu söylediğini bilmiyordu, hayatında hiç bundan daha az iyi olmuş muydu, merak ediyordu. "Bir plan yaptım, ben-"
Bir yerde bir düdük çaldı.
"Aman Tanrım, gitmek zorundayım!" dedi Bagman telaşla. Hızla uzaklaştı.
Harry çadıra dönerken Cedric'in dışarı çıktığını gördü, iyice yeşermişti. Harry yanından geçerken ona şans dilemeye çalıştı, ama ağzından boğuk bir inilti çıktı.
Harry içeri, Fleur'le Krum'un yanma döndü. Birkaç saniye sonra seyircinin gürlemesini duydular, bu, Cedric'in bölmeye girdiği ve seçtiği modelin canlısıyla şu anda karşı karşıya olduğu anlamına geliyordu...
Orada oturup dinlemek, Harry'nin tahmin ettiğinden de kötüydü. Cedric, İsveç Kısaburnu'nu geçmek için artık ne yapıyorsa yaparken, seyirciler çığlık atıyorlardı... bağırıyorlardı... çok kafalı tek bir varlıkmışçası-na ayna anda soluklarını tutuyorlardı. Krum hâlâ yere bakıyordu. Fleur ise Cedric'in görevini devralmışçasına çadırda bir aşağı bir yukarı yürüyordu. Bagman'ın anlatımı ise her şeyi çok daha kötvLeştiriyordu... Onu dinlerken Harry'nin zihninde korkunç resimler canlanıyordu: "Ufff, kupayı kurtuldu, kupayı"... "Epey risk alıyor bu yarışmacı!"... "Zekice bir hareketti - yazık ki işe yaramadı!"
Derken, on beş dakika kadar sonra, Harry sağır edici bir tezahürat duydu. Bunun tek bir anlamı olabilirdi:
416

Cedric ejderhasının yanından geçip altın yumurtayı almıştı.
"Çok güzel!" diye bağırıyordu Bagman. "Şimdi jüriden puanları alıyoruz!"
Ama puanları yüksek sesle okumadı; Harry jüri üyelerinin puanları yukarı kaldırıp seyircilere gösterdiklerini varsaydı.
"Biri bitti, üçü kaldı!" diye bağırdı Bagman, düdük yine öterken. "Miss Delacour, buyrun lütfen!"
Fleur tir tir titriyordu; elinde asası, başı dik, çadırdan çıkarken, Harry ona karşı o zamana kadar duyduğundan çok daha büyük bir sıcaklık hissetti. Çadırda Krum'la yalnız kalmışlardı. Tam birbirlerinin karşısında oturuyor, göz göze gelmemeye çalışıyorlardı.
Aynı süreç yeniden başladı... Bagman'ın neşeyle, "Off, bu ne kadar akıllıcaydı bilmiyorum!" diye bağırdığını duydular. "Uff... az daha! Dikkat... aman Tanrım, bir an hapı yuttu sandım!"
On dakika sonra, Harry yine büyük bir alkış koptuğunu duydu... Fleur de başarmış olmalıydı. Fleur'un puanlan gösterilirken bir sessizlik oldu... Yine alkış... sonra da, üçüncü kez, düdük.
"Şimdi de Mr Krum geliyor!" diye haykırdı Bagman ve Krum kambur kambur dışarı çıkarak Harrv'\ ı içeride yalnız bıraktı.
Harry bedenini her zamankinden çok daha fazla hissediyordu; kalbinin hızla çarptığının, parmaklarının korkuyla karıncalandığının fazlasıyla farkındaydı. Ama aynı zamanda da, sanki bedeninin dışrna çıkmış
417

gibiydi. Sanki çadırın duvarlannı uzaktan bir yerden görüyor, kalabalığın sesini uzaktan bir yerden duyuyordu...
"Çok cesurca!" diye bağırıyordu Bagman. Harry, Çin At eş topu'nün korkunç, ortalığı inleten bir çığlık attığım ve seyircinin soluğunu tuttuğunu duydu. "Bayağı sağlam sinirleri varmış - ve - evet, yumurtayı aldı!"
Alkış sesi kış havasım kırılan cam gibi parçaladı; Krum işini bitirmişti - artık sıranın Harry'ye gelmesi an meselesiydi.
Ayağa kalktı. Bacaklarının krema gibi yumuşadığını hayal meyal hissetti. Bekledi. Ve düdüğün öttüğünü duydu. Çadırın girişinden dışarı yürüdü, içindeki panik doruk noktasına yükseliyordu. Şimdi ağaçlann yanından, bölmeyi çeviren çitin arasındaki bir açıklıktan geçiyordu.
Çevresindeki her şeyi, sanki bunlar çok renkli bir rüyanın parçasıymış gibi görüyordu. Geçen gece buraya gelişinden sonra sihir yoluyla dikilmiş olan tribünlerden yüzlerce surat ona bakıyordu. Bölmenin öbür ucundaysa Boynuzkuyruk duruyordu. Yumurtalarının üzerim-, eğilmiş, kanatlan yan açılmış, melun san gözleriyle o • ı bakıyordu. Devasa, pullu, siyah kertenkele dikenli k lyru-ğunu yere vurdukça, sert zeminde birer metrelik yarıklar açıyordu. Kalabalıktan inanılmaz bir gürültü yükseliyordu, ama Harry bu seslerin dostça mı düşmanca mı olduğunu ne biliyor, ne de umursuyordu. Yapması gereken şeyi yapma vakti gelmişti... Bütün zihnini, ona tek şansını verecek şeyin üzerine odaklamalıydı...
418.

Asasını kaldırdı.
"Acciû Ateşoku!" diye bağırdı.
Bekledi, her bir zerresiyle umuyor, dua e Ya işe yaramadıysa... Ya gelmezse... Çevresindeki r.er şeye, parıldayan ve saydam bir tur perdenin, sanki M-caktan oluşmuş bir sisin arkasından bakıyormuş gibiydi. Bu da bölmenin ve çevresindeki yüzlerce suratın yüzüyormuş gibi görünmelerine neden oluyordu...
Sonra bir ses duydu, arkasından hızla yaklaşan bir şeyin sesi; arkasını döndü ve Ateşoku'nün Orman'ın kıyısından kıvrılıp hızla ona doğıaı geldiğini gördü Süpürge uçarak bölmeye girdi ve o binsin diye tam yanında, havada durdu. Kalabalıktan daha da büyük bir tezahürat yükselmeye başladı... Bagman bağırarak bir şeyler söylüyordu... ama Harry'nin kulakları artık duymuyordu... dinlemek önemli değildi...
Bacağını süpürgesinin üzerinden attı ve havalandı Ve bir saniye sonra, mucizevi bir şey oldu...
Yükseliyordu, rüzgâr saçlarını uçuşturuyordu, aşağıdaki seyircilerin yüzleri et renginde birer noktaya dönüşmüş, Boynuzkuyruk ise bir köpek boyutuna inmişti Harry birden sadece zemini değil, korkusunu da ardında bıraktığını fark etti... Yine ait olduğu yerdeydi
Bu sadece bir Quidditch maçıydı, o kadar... sadece bir Quidditch maçıydı ve Boynuzkuyruk da sadece çirkin bir rakip takımdı..
Aşağı, yumurta öbeğine baktı ve altın renkli olanı gördü. Çimento renkli arkadaşlarının ortasında parlıyordu, ejderhanın on ayaklarının arasında güvene ahn-
41°

mıştı "Tamam," dedi Harry kendi kendine, "şaşırtma taktikleri... hadi bakalım..."
Dalışa geçti. Boynuzkuyruk'un kafası onu takip etti; Harry onun ne yapacağını bildiği için tam zamanında dalıştan çıktı; dönmese> ejderhanın püskürttüğü aleve hedef olacaktı... ama Harry'nin umrunda değildi... bunun bir Bludger'dan kaçmaktan farkı yoktu...
"Vay canına, bayağı iyi uçuyor!" diye haykırdı Bag-man, seyirciler çığlık atıp soluklarını tutarlarken. "İzliyor musunuz, Mr Krum?"
Harry çember çizerek daha da yükseldi; Boynuz-kuyruk hâlâ onu takip ediyordu; başı uzun boynunun üzerinde dönüyordu - Harry devam etse onun başını döndürebilirdi - ama en iyisi daha fazla zorlamamaktı, yoksa yine ateş püskürürdü -
Boynuzkuyrûk tam ağzını açarken Harry dalışa geçti, ama bu kez o kadar şanslı değildi - alevler onu ıskaladı, ama onun yerine kuyruk yukarı doğru savru'du ve Harry tam sola saparken uzun dikenlerden biri omzunu sıyırıp cüppesini yırttı -
Omzunun acıdığını hissedebiliyordu, seyircilerden çığlıkların ve iniltilerin yükseldiğini duyabiliyordu, ama kesik pek derine benzemiyordu . Şimdi hızla Boynuzkuyruk'un arkasına dolanmıştı Bir olasılık belirmişti...
Boynuzkuyrûk havalanmak istemiyordu, aklı fikri yumurtalarını korumaktaydı. Her ne kadar kivi ilip V-ı-külse de, kanatlarım kapatıp açsa da, o dehşet \ erıcı - >. rı gözlerini Harry'den ayırmasa da yumurtabrını r

rakmaktan korkuyordu... ama Harry'nır-ayrılmaya ikna etmesi gerekiyordu, yoksa aş,^ \v.rr;;/-talann yakınına gidemeyecekti.. Butun mertle DU -.y. dikkatlice, adım adım yapmaktı...
Bir o yana bir bu yana uçmaya başladı Ejderhalar ateş püskürtmesini ya da ona vurmasını mümkün kılacak kadar yakında değildi, ama yine de yeterli bir tehdit oluşturup Boynuzkuyruk'un gözlerini ona diknusini sağlayacak kadar yakındaydı. Ejderha kar «mı bir r yana bir bu yana sallıyor, dişlerini çıkarmış o dikey gozbebekleriyle onu izliyordu...
Harry daha da yükseldi. Boynuzkuyruk un kafası da onunla yükseldi, boynu şimdi uzanabileceği kadar uzanmıştı ve hâlâ oynatıcısının önündeki bir yılan gibi bir sağa bir sola salınıyordu...
Harry birkaç metre daha yükselince, ejderhadan öfke dolu bir kükreme çıktı. Harry onun için bir sinek gibiydi, ezmek için yanıp tutuştuğu bir sinek; kuyruğu yine savruldu, ama Harry şimdi erişemeyeceği kadar yüksekteydi... Havaya ateş püskürttü, Harry kaçtı Boynuzkuyruk ağzını kocaman açtı...
"Hadi," diye tısladı Harry, tepesinde donup onu g.-cık ederek. "Hadi, gel de beni yakala, kalk ayağa .."
Ve Boynuzkuyruk küçük bir'uçağınkiler kadar geniş olan siyah, kösele gibi kanatlarını açarak arka a\ aklan üzerinde yükseldi - ve Harry dalışa geçti. Ejderha daha onun ne yaptığının ya da nereyt kaybolduğunun farkına varamadan, Harry son surat vere doğru artık ejderhanın pençeli on ayaklarının korumasın ia olma
421


yan yumurtalara doğru gidiyordu - ellerini Ateşo-ku'ndan çekmişti - altın yumurtayı almıştı -
Ve muazzam bir hız patlamasıyla ileri atılarak yeniden havalanmıştı. Yaralanmamış kolunun altında tuttuğu ağır yumurtayla tribünlerin üstünde geziniyordu. Sanki birisi tekrar sesi açmıştı - ilk defa kalabalığın sesinin doğru dürüst farkına vardı, Dünya Kupası'ndakı İrlanda taraftarları kadar yüksek sesle bağırıyor, alkışlıyorlardı -
"Şuna bakın!" diye bağırıyordu Bagman. "Şuna bakar mısınız! En küçük şampiyonumuz yumurtayı en çabuk alan oldu! Eh, bu durum Mr Potter üzerine bahislerin oranını düşürecek!"
Harry ejderha bakıcılarının Boynuzkuyruk'u zaptetmek için yerlerinden fırladıklarını gördü. Bölmenin girişindeyse, Profesör McGonagall, Profesör Moody ve Hagrid onu karşılamak için koşar adım aşağı iniyorlardı. Hepsi el sallıyordu, yüzlerindeki gülümseme uzak- j tan bile seçiliyordu. Harry, kulaklarında kalabalığın i uğultusu, tribünlerin üstünden uçarak geri döndü ve yumuşak bir iniş yaptı. Kendini haftalardır olduğundan, çok daha hafif hissediyordu... Birinci görevi atlatmıştı,-hayatta kalmıştı...
"Mükemmeldi, Potter!" diye haykırdı Profesör! McGonagall, Harry Ateşoku'ndan inerken - ^u, Profesör McGonagall'dan duyulmamış bir övgüydü. Parma- j ğım Harry'nin omzuna doğrulttuğunda, Harry onunl elinin titrediğini fark etti. "Jüri üyeleri puanlarını açık-| lamadan önce Madam Pomfrey'yi görmen gerekiyor...

422


Orada, senden önce de Diggory'yi halletmek zorunda kaldı..."
"Basardın, Harry!" dedi Hagrid boğuk bir sesle. "Basardın! Boynuzkuyruk Moynuzkuyruk dinlemedin, biliyorsun Charlie onun en kötüsü -"
"Teşekkürler, Hagrid," dedi Harry yüksek sesle. Sözünü kesmese Hagrid'in çam devirip Harry'ye daha önce ejderhaları gösterdiğini açık etmesinden çekiniyordu.
Profesör Moody de çok memnun görünüyordu; sihirli gözü yuvasında adeta dans ediyordu.
"İşte böyle hafif hafif, Potter," dedi hırıltılı sesiyle.
"Pekâlâ, Potter, ilkyardım çadırına lütfen..." dedi Profesör McGonagall.
Harry bölmeden çıktı. Hâlâ soluk soluğaydı. Madam Pomfrey'nin ikinci bir çadırın girişinde endişeli endişeli beklediğini gördü.
"Ejderhaymış!" dedi tiksinti dolu bir sesle. Harry'yi içeri soktu. Çadır bölmelere ayrılmıştı; çadır bezinin ardındaki Cedric'in gölgesini görebiliyordu. Cedric çok kötü yaralanmışa benzemiyordu; en azından yatağında doğrulmuş oturuyordu. Madam Pomfrey, bir taraftan çok kızgın bir ses tonuyla kendi kendine konuşarak, Harry'nin omzunu inceledi. "Geçen yıl Ruh Emici'ler, bu yıl ejderhalar, bakalım bir dahaki sefere ne getirecekler bu okula? Çok şanslısın... derin değil... yine de iyileştirmeden önce temizlemek gerekecek..."
Kesiği bir miktar mor sıvıyla temizledi. Sıvı hem tütüyor hem de can yakıyordu, ama az sonra Madam
423

l
Pomfrey omzunu asasıyla dürtünce, Harry kesiğin hemen iyileştiğini hissetti.
"Şimdi, bir dakika burada sessizce bekle - otur! Sonra gidip puanlarına bakabilirsin."
Hızla çadırdan çıktı. Harry onun yan kapıdan girdiğini ve, "Şimdi nasılsın, Diggory?" dediğini duydu.
Harry oturmak istemiyordu: Fazlasıyla adrenalin doluydu. Dışarıda neler olduğunu görmek istiyordu. Ayağa kalktı, ama daha çadınn ağzına ulaşamadan, iki kişi koşarak içeri girmişti - Hermione, hemen arkasında da Ron.
"Harry, müthiştin!" dedi Hermione ciyak ciyak bağırarak. Yüzünde tırnak izleri ^ardı, belli ki korkudan parmaklarını sıkı sıkı yüzüne bastırmıştı. "İnanılmazdın! Gerçekten!"
Ama Harry'nin gözleri Ron'daydı. Ron bembeyaz kesilmişti ve Harry'ye hayalet görmüş gibi bakıyordu.
"Harry," dedi, çok ciddi bir sesle, "o Kadeh'e adını kim koyduysa - bence - bence senin işini bitirmeye çalışıyor!"
Sanki son birkaç hafta hiç yaşanmamıştı - sanki Harry şampiyon seçildikten sonra Ron'la ilk kez karşılaşıyordu,
"Demek kafan bastı sonunda, ha?" dedi Harry soğuk bir ifadeyle. "Bayağı uzun sürdü."
Hermione ikisinin arasında endişeli bir halde duruyor, bir birine bir ötekine bakıyordu. Ron ağzını açtı, ama ne diyeceğini bilemedi. Harry, Ron'un özür dilemek üzere olduğunu hissetti ve birden bunu duymaya ihtiyacı olmadığını anladı.

424


"Önemi yok," dedi, daha Ron bir şey söyleyeme-den. "Boşver."
"Hayır," dedi Ron, "yapmamalıydım -"
"Boşver," dedi Harry.
Ron ona tedirgin tedirgin sırıttı, Harry de ona sırıttı.
Hermione gözyaşlarına boğuldu.
"Ağlayacak bir şey yok!" dedi Harry ona, hayretle.
Hermione, "Siz ikiniz öyle aptalsınız ki!" diye bağırdı, ayağını yere vurarak. Yüzünden aşağı yaşlar akıyordu. Sonra, ikisinden biri onu engelleyemeden, onlan kucakladı ve fırlayıp gitti. Şimdi resmen uluyordu.
"Zır deli," dedi Ron, başını iki yana sallayarak. "Harry, hadi, puanlannı açıklayacaklar..."
Harry altın yumurtayı ve Ateşoku'nu alıp, bir saat önce hiç ihtimal vermeyeceği kadar mutlu bir halde, eğilerek çadırdan dışarı çıktı. Ron yanında hızlı hızlı konuşuyordu.
"En iyisi sendin, biliyor musun, ona hiç şüphe yok. Cedric tuhaf bir şey yaptı, kalkıp yerdeki bir kayaya Biçim Değiştirtti... onu bir köpeğe çevirdi... Ejderhanın onun yerine köpeğin peşinden gitmesini sağlamaya çalışıyordu. Sıkı bir Biçim Değiştirme'y di, üstelik işe de yaradı, çünkü yumurtayı almayı başardı, ama bu arada kendi de yandı - ejderha yarı yolda fikir değiştirip lab-rador yerine ona saldırmayı tercih etti; Cedric kıl payı kurtuldu. O Fleur denen kızsa bir büyü denedi, sanırım ejderhayı transa sokmaya çalışıyordu - eh, o da işe yaradı, ejderha birden uyuklamaya başladı. Ama sonra
425

horlamaya başlayınca öyle bir alev fışkırdı ki, Fleur'ün eteği tutuştu - o da asasından biraz su akıtıp söndürdü. Krum ise - inanmayacaksın ama, uçmayı hiç düşünmedi bile! Yine de galiba senden sonra en iyisi oydu. Bir büyüyle ejderhayı tam gözünden vurdu. Yalnız, ejderha bu sefer de acı içinde sağa sola hamle edip sahici yumurtaların yansını kırdı - bunun için ondan puan düştüler, yumurtalara zarar vermemesi gerekiyordu."
Harry ile birlikte bölmenin ucuna geldiklerinde, Ron soluklandı. Boynuzkuyruk götürülmüştü ve Harry şimdi beş jüri üyesinin nerede oturduğunu görebiliyordu - tam karşı tarafta, altınla süslenmiş ve yükseltilmiş koltuklarda oturuyorlardı.
"Hepsi on üzerinden puan veriyor," dedi Ron. Gözlerini kısarak ileri bakan Harry ilk jüri üyesinin -Madam Maxime'in- asasını havaya kaldırdığını gördü. Asadan uzun, gümüş bir şeride benzeyen bir şey fırladı ve kıvrılıp sekiz rakamının şeklini aldı.
"Fena değil!" dedi Ron, kalabalık alkışlarken. "Sanırım î>mzun yüzünden puan kırdı..."
Sırada Mr Crouch vardı. Havaya büyük bir dokuz fırlattı.
"İyi gidiyor!" diye bağırdı Ron, Harry'nin sırtına bir şaplak indirerek.
Sonra, Dumbledore. O da bir dokuz kaldırdı. Seyirciler her zamankinden de çılgınca haykırıyordu.
Ludo Bagman - on.
"On mu?" dedi Harry inanamayarak. "Ama... yaralandım... Ne yapmaya çalışıyor?"
426

"Harry, hiç şikâyet etme!" diye bağırdı Ron heyecanla.
Şimdi de Karkaroff asasını kaldırmıştı. Bir an du-raksadı, sonra onun da asasından bir rakam fırladı -dört.
"Ne?" diye böğürdü Ron hiddetle. "Dört mü? Seni pis, taraf tutan alçak, Krum'a on vermiştin!"
Ama Harry'nin umrunda değildi, Karkaroff sıfır verse de umrunda olmazdı; Ron'un onun adına sinirlenmiş olması Harry için yüz puan değerindeydi. Bunu Ron'a söylemedi tabii, ama dönüp bölmeden çıkarken kendini tüy gibi hafif hissediyordu. Dahası, bunun nedeni sırf Ron değildi... Alkışlayan seyirciler sadece Gryffindor'lardan ibaret değildi. Dananın kuyruğu kopup da onun neyle karşı karşıya olduğunu gördükleri zaman, okulun büyük bir bölümü sadece Cedric'i değil, onu da desteklemişti... Slytherin'ler umrunda değildi, ona ne yapsalar katlanabilirdi artık.
Okula dönerlerken, Charlie VVeasley aceleyle yanlarına gfcüp, "Krum'la birinciliği paylaşıyorsunuz, Harry!" dedi. "Dinle, gitmem gerekiyor. Gidip anneme bir baykuş göndereceğim, neler olduğunu anlatacağıma yemin ettim - ama inanılmaz bir şeydi bu! Haa, bir de, birkaç dakika daha buralarda takılman gerekiyor... Bag-man bir şeyler söyleyecekmiş, şampiyonlar çadırında."
Ron bekleyeceğini söyledi, Harry de çadıra döndü. Şimdi çadır çok daha farklı görünüyordu: Dostane ve sıcak. Boynuzkuyruk'u atlatmaya çalışırken kendini nasıl hissettiğini duşundu ve bunu ejderhanın karşısına
427

çıkmadan önceki haliyle karşılaştırdı... Kıyas kabul etmezdi; bekleyiş çok daha kötüydü.
Fleur, Cedric ve Krum birlikte içeri girdiler.
Cedric'in yüzünün bir tarafı portakal rengi, kaim bir macunla kaplıydı, büyük ihtimalle yanığını iyileş-tirsin diye. Harry'yi görünce sırıttı. "Çok iyiydin, Harry."
"Sen de," dedi Harry, o da süitti.
"Hepinize aferin!" dedi Ludo Bagman, çadıra adeta hoplaya zıplaya girerek. Yüzünde, sanki az önce ejderhanın yanından geçen kendisiymiş gibi bir memnuniyet vardı. "Şimdi, birkaç şey söyleyeceğim. Önünüzde uzun, güzel bir ara var, ikinci görev şubatın yirmi dördünde, sabah saat dokuz buçukta gerçekleştirilecek. Ama size, o zamana kadar kafanızı meşgul edecek bir şey veriyoruz! Eğer elinizdeki o altın yumurtalara bakarsanız, açılabildiklerini göreceksiniz... oradaki menteşeleri görüyor musunuz? Yumurtanın içindeki ipucunu çözmeniz gerekiyor - çünkü o ipucu size ikinci görevin ne olduğunu söyleyip, görev için hazırlanmanızı mümkün kılacak! Hepsi anlaşıldı mı? Emin misiniz? Tamam, yürüyün bakalım öyleyse!"
Harry çadırdan çıktı, Ron'la ikisi Orman'ın çevresinden yürüyüp soluk almaksızın konuşmaya başladılar; Harry öteki şampiyonların ne yaptığını daha ayrıntılı olarak duymak istiyordu. Sonra, tam Harry'nin ejderhaların kükrediğini ilk kez duyduğu ağaç kümesim döndüklerinde, önlerine bir cadı atladı.
428

Rıta Skeeter'dı bu. Bugün üzerinde asit yeşili bir cüppe vardı; rengi elindeki Tez-Tekrar Tüyü'yle mükemmel kaynaşıyordu.
"Tebrikler, Harry!" dedi, ona gülümseyerek. "Acaba iki kelime bir şey söyleyebilir misin? O ejderhanın karşısına çıktığında kendini nasıl hissettin? Puanlamanın adil olup olmadığı konusunda şimdi ne düşünüyorsun?"
"Evet, iki kelime söyleyebilirim," dedi Harry hiddetle. "Hoşça kal."
Ve Ron'la birlikte şatonun yolunu tuttu.

GeCeLeR
12-10-2006, 02:04 AM
YİRMİ BİRİNCİ BOLUM
Ev Cini Kurtuluş Cephesi

Harry, Ron ve Hermione o akşam Pigwidgeon'ı bulmak için Bay kuşhane'ye gittiler. Harry onunla Sirius'a bir mektup gönderip, ejderhasının yanından sağ salim geçmeyi başardığını haber vermek istiyordu. Harry yolda Ron'a, Sirius'un ona Karkaroff hakkında bütün söylediklerini anlattı. Ron, Karkaroff un bir Ölüm Yiyen olduğunu ilk duyduğunda şok geçirdiği halde, Baykuş-hane'ye girdiklerinde ta en başından beri bundan şüp-helenmeliydik demeye başlamıştı bile.
"Cttk oturuyor, değil mi?" dedi. "Malfoy'un trende ne dediğini hatırlıyor musun, hani babam Karkaroff la arkadaş demişti? Şimdi birbirlerini nereden tanıdıklarını biliyoruz. Herhalde Dünya Kupası'nda yüzlerinde maskelerle yan yana dolaşıyorlardı... Baksana, bir şey diyeceğim, Harry. Eğer adını Kadeh'e atan gerçekten Karkaroff sa, şimdi kendini nasıl salak gibi hissediyordur, değil mi? Tutmadı, değil mi? Sadece bir sıyrığın var! Gel buraya - ben yaparım -"
Pigwidgeon teslimat yapma fikriyle öyle heyecan-

430


lanmıştı ki, Harry'nin başının çevresinde uçarak dönüp duruyor, hiç durmaksızın ötüyordu. Ron, Pigwidgeon'ı havada yakaladı ve Harry mektubu bacağına iliştirirken onu sımsıkı tuttu.
Baykuşu pencereye götürürken de konuşmaya devam etti: "Diğer görevler bu kadar tehlikeli olamaz artık, değil mi? Hem, biliyor musun, bence sen bu Turnu-va'yı kazanabilirsin, Harry, ciddi söylüyorum."
Harry onun son birkaç haftaki davranışını telafi etmek için böyle konuştuğunu biliyordu ama, yine de hoşuna gitti. Hermione ise Bay kuşhane'nin duvarına yaslanıp kollarını kavuşturmuş, Ron'a kaşlan çatık bakıyordu.
Ciddi ciddi, "Harry'nin bu Turnuva'yı tamamlamasına daha çok var," dedi. "Eğer birinci görev buysa, sonrakileri düşünmek bile istemiyorum."
"Sen de bir güneş ışını gibi iyimserlik saçıyorsun yani!" dedi Ron. "Profesör Trelavvney ile bir ara kafa kafaya vermelisiniz."
Pigwidgeon'ı pencereden dışarı salıverdi. Pigvvid-geon önce dört metre kadar düştü, sonra kendini toparlayıp yeniden yükseldi. Bacağına ilişik mektup her zamankinden uzun ve ağırdı - Harry kendini tutamamış ve Sirius'a, Macar Boynuzkuyruk'un çevresinde nasıl fır döndüğünü, nasıl da çevresinde daireler çizip ona şaşırtmaca verdiğini hamle hamle anlatmıştı.
Pigvvidgeon'ın karanlığa karışıp yok olmasını izlediler. Sonra Ron, "Sürpriz partin için aşağı insek iyi olur, Harry," dedi. "Fred ve George şimdiye kadar mutfaktan yeterince yiyecek aşırmış olmalı."
431

Gerçekten de, Gryffindor ortak salonuna girdiklerinde ortalık tezahüratla ve feryatlarla inledi. Her yerde dağ gibi pastalar, sürahi sürahi balkabağı suyu ve Kaymakbi-rası vardı. Lee Jordan birkaç tane Filibuster Maytabı yakmıştı. Hava yıldızlar ve kıvılcımlarla doluydu. Ve çok iyi resim yapan Dean Thomas, etkileyici yeni pankartlar hazırlamıştı. Bunların çoğu, Ateşoku'na binmiş, Boynuzkuy-ruk'un başının çevresinde ok gibi dönen Harry'yi gösteriyordu. Bir iki tanesinde de başı alev almış Cedric vardı.
Harry afiyetle yedi; doğru dürüst acıkmanın nasıl bir şey olduğunu bir süredir unutmuştu; sonra da Ron ve Hermione'nin yanına oturdu. Bu kadar mutlu olduğuna inanamıyordu; Ron yine onun yanındaydı, ilk görevi atlatmıştı, ikincisi ise ta üç ay sonraydı.
Lee Jordan, "Vay canına, amma ağır," dedi. Harry'rün bir masaya bıraktığı altın yumurtayı almış, elinde tartıyordu. "Aç onu, Harry, hadi! Bakalım içinde ne var!"
Hermione hemen, "O ipucunu kendi başına çözmesi gerek," dedi. 'Turnuva'nın kuralları..."
Harry sadece Hermione'nin duyabileceği bir sesle "Ejderhanın yanından nasıl geçeceğimi de kendi başıma çözmem gerekiyordu," dedi. Hermione suçlu suçlu gülümsedi.
Birçok kişi hep bir ağızdan, "Evet, Harry, hadi, aç şunu," dedi.
Lee yumurtayı Harry'ye verdi, Harry de yumurtayı çepeçevre dolanan oluğa tırnaklarını soktu ve kanırtıp açtı.
432

İçi oyuktu ve tamamen boştu - ama daha Harry açtığı anda, odayı en korkunç cinsinden bir ses, gürültülü ve tiz bir çığlık doldurdu. Harry'nin duyduğu sesler arasında buna en yakın olanı, Neredeyse Kafasız Nick'in Olum Günü Partisi'ndeki, hepsi müzikli testere çalan hayalet orkestrasının çıkardığı sesti.
Fred kulaklarını elleriyle örtüp, "Kapat şunu!" diye haykırdı.
Seamus Finnigan, Harry'nin bir hamlede kapattığı yumurtaya bakarak, "O da neydi öyle?" diye sordu. "Ölüm perisine benziyordu... Belki de bir dahaki sefere onlardan birinin yanından geçmen gerekiyordur, Harry!"
"İşkence gören birinin sesiydi!" dedi Neville. Bembeyaz olmuştu, sosis rulolarını yerlere dökmüştü. "Cru-ciatus lanetiyle mücadele etmek zorunda kalacaksın!"
"Aptal aptal konuşma, Neville, o yasadışı bir lanet," dedi George. "Şampiyonlar için Cruciarus lanetini kullanamazlar. Bana biraz Percy'nin şarkı söylemesi gibi geldi... Belki de duştayken ona saldırman gerekecek, Harry."
"Marmeladı turta ister misin, Hermione?" diye sordu Fred.
Hermione onun uzattığı tabağa kuşkuyla baktı. Fred sırıttı.
"Bir şey yok," dedi. "Onlara bir şey yapmadım. Sen asıl hardallı kremalı keklere dikkat et -"
Tam o sırada hardallı kremalı kekten bir ısırık almış olan Neville, tıkanır gibi öksürüp keki tukürdu.
433

Fred güldü. "Küçük bir şaka yaptım, Neville..."
Hermione marmeladı bir turta aldı.
Sonra da, "Bunların hepsini mutfaktan mı getirdiniz, Fred?" diye sordu.
Fred ona sırıtarak, "Evet," dedi. Sonra da tiz bir cik-lemeyle bir ev cinini taklit etti: " 'Elimizden ne gelirse, efendim, ne isterseniz!' Acayip yardımcı oluyorlar... Midem kazınıyor desem, kızarmış öküz getirirler."
Hermione masum ve kayıtsız bir sesle, "Oraya nasıl giriyorsunuz?" diye sordu.
"Kolay," dedi Fred, "bir meyve kâsesi tablosunun arkasında gizli bir kapı var. Armudu gıdıklayınca kıkırdamaya başlıyor, sonra da -" Susup kuşkuyla ona baktı. "Niye sordun?"
Hermione hemen, "Hiç," dedi.
George, "Yoksa şimdi de gidip grev yapsınlar diye ev cinlerine önderlik etmeye mi kalkacaksın?" dedi. "O broşür işlerini bırakıp onları isyana mı teşvik edeceksin?"
Epeyce kıkırdayan oldu. Hermione cevap vermedi.
Fred, "Sakın gidip de onların rahatım bozmaya, giysi ve ücret istemeleri gerektiğini söylemeye kalkma," dedi uyarırcasına. "Yemek yapmalanna engel olursun!"
Tam o sırada Neville koca bir kanaryaya dönüşerek dikkatleri dağıttı.
Fred kahkahaları bastıran bir feryatla, "Ah - kusura bakma, Neville!" dedi. "Unuttum - biz gerçekten de hardallı kremalı keklere biraz büyü yapmıştık -"
434

Ancak Neville bir dakikada tüy dökmüş ve son derece normal görünmeye başlamıştı. Hatta kahkahalara o bile katıldı.
"Kanarya Kreması!" diye bağırdı Fred, heyecanlanmış topluluğa. "George'la ben icat ettik - tanesi yedi Sickle, kelepir!"
Harry sonunda Ron, Neville, Searnus ve Dean'le birlikte yatakhaneye çıktığında, saat gecenin biri olmuştu. Dört direkli karyolasının perdelerini çekmeden önce, küçük Macar Boynuzkuyruk modelini yatağının yanındaki komodinin üstüne koydu. Minik ejderha esnedi, kıvrıldı ve gözlerini yumdu Gerçekten de, diye düşündü Harry, dört direkli karyolasının perdelerini çekerken, Hagrid haklıymış... hiç de fena değiller gerçekten, bu ejderhalar...
*
Aralık ayıyla birlikte Hogwarts'a rüzgâr ve sulu sepken kar geldi. Şato kışın hep rüzgârlı olurdu ama, Harry göldeki Durmstrang gemisinin yanından her geçişinde, şatonun şömineleriyle kalın duvarlarına şükrediyordu. Gemi şiddetli rüzgârda baş kıç vuruyor, kara yelkenleri karanlık gökyüzünün altında şişip duruyordu. Beauxba-tons arabasının da hayli soğuk olacağını düşünüyordu Harry. Hagrid'm Madam Maxime'in malt viskiyi tercih eden atlarına iyi baktığının farkındaydı, Padoklanndaki yalaktan yükselen buharlar bütün Sihirli Yaratıkların Bakımı sırıl-.^.n başını döndürmeye yeterliydi. Bunun da pek faydası olmuyordu, çünkü hâlâ korkunç Kelekerlere bakıyorlardı ve akıllarının başlannda olması gerekiyordu.
435

Hagrid bir sonraki derste rüzgârlı balkabağı tarhında titreyen sınıfa, "Kış uykusuna yatıp yatmadıklarını bilmiyorum," dedi. "Diyorum ki bir deneyelim bakalım, canlan şöyle bir kestirmek istiyor mu... Onları şu kutulara koyuverelim..."
Artık kala kala on Keleker kalmıştı, belli ki birbirle-rini öldürme arzuları henüz dinmemışti. Her birinin boyu iki metreye yaklaşıyordu. Kalın, gri zırhlarıyla; güçlü, hızlı koşan bacaklarıyla; ateş püsküren uçlarıyla; iğneleri ve vantuzlarıyla Keleker'ler, Harry'nin gördüğü en iğrenç şeylerdi. Sınıf Hagrid'in getirdiği kocaman kutulara neşesi kaçmış halde baktı; bütün kurularda yastıklar ve yumuşacık tüylü battaniyeler vardı.
Hagrid, "Onları bunlara sokalım," dedi, "ve kapakları kapatalım. Bakalım ne olacak?"
Ama anlaşıldı ki, Keleker'ler kış uykusuna yatmadıkları gibi, yastıklı kutulara zorla sokulup kapaklarının çivilenmesinden de hiç hoşlanmıyorlardı. Çok geçmeden, kutuların duman tüten enkazıyla dolu balkabağı tarlasında oraya buraya saldırırlarken, Hagrid, "Paniğe kapılmayın, paniğe kapılmayın millet!" diye feryat meye başlamıştı. Sınıfın çoğu -Malfoy, Crabbe ve Goylej başta olmak üzere- arka kapıdan Hagrid'in kulübesine' kaçmıştı. Harry, Ron ve Hermione ise, dışanda kalıp Hagrid'e yardım etmeye çalışanlar arasındaydı. El birliğiyle Keleker'lerin dokuz tanesini zaptetmeyi ve bağla-, mayı başardılar Bu da onlara sayısız yanığa ve kesiğe J mal oldu. Sonunda dışarıda sadece tek bir Keleker kal-ijj mıştı.
436

Ron ve Harry, Keleker'e ateşli kıvılcımlar :ışk.r:.v,.ı-için asalarını kullanırlarken, Hagrid, 'Onu korkutma yın, ha!" diye bağırdı. Bu arada, iğnesi sırırda kerr-r gibi bükülmüş Keleker hem titriyor, hem de tahdit e J;." bir tavırla onlara yanaşıyordu. Hagrid, "Ipı ianesin der geçirin yeter," dedi, "ki ötekilerin canını yakr~ î.-^ın
Ron, "Böyle bir şey ister miyiz hiç1'' dıve bağırdı et keyle. Harry ile ikisi geri geri Hagnd'ın kulübe^.n,P duvarına doğru gidiyorlardı, hâlâ kıvılcımları\ la Kele-ker'i kendilerinden uzakta tutuyorlardı.
"Bak sen... Bu çok eğlenceli bir şeye benziyor
Rita Skeeter, Hagrıd'in bahçe çitine yaslanmış kar şısındaki kargaşayı izliyordu. Bugün yakası mor kn.-k lü, kalın, bordo renkli bir pelerin giymişti. Timsah d^-rı si çantasını da koluna takmıştı.
Hagrid kendini, Harry ve Ron'u köşeye kı=nnn -olan Keleker'in üstüne ath. Keleker'in ucundan bir aie\ çıktı, yakındaki balkabaklarım soldurdu
"Sen de kimsin?" diye sordu Hagrid, bir yandan dj Keleker'in iğnesine bir ip ilmiği atıp sıkıştırırken.
"Rita Skeeter, Gelecek Poslası muhabiri," deaı R.ra ona gulümseyince altın dişleri ışıldadı.
Hagrid, "Dumbledore senin okula girmene artık izin yok dedi sanıyordum." dedi, kaşlarını hafitçe çatarak. Birazcık ezilmiş Keleker'in üstünden kalktı ve ura arkadaşlarının yanına doğru çekiştirmeye koyuldu.
Rita, Hagrid'in dediğini duymamış gibi davrandı
Bu sefer ağzı kulaklarına varan bir gülümsemeyle Bu büyüleyici yaratıkların adı ne7" diye sordu

"Patlar-Uçlu Keleker," diye homurdandı Hagrid.
"Öyle mi?" diye sordu Rita, baştan aşağı ilgi kesilmiş gibi bir hali vardı. "Daha önce hiç adlarını duymamıştım. .. Nereden buldun?"
Harry, Hagrid'in dağınık, kara sakalının üstüne bir kızarıklık yükseldiğim fark etti ve kalbi sıkıştı. Gerçekten de Hagrid nereden almıştı Keleker'leri?
Onunla aynı şeyi düşünüyor gibi görünen Hermi-one hemen, "Çok ilginçler, değil mi?" dedi. "Değil mi, Harry?"
"Ne? Ya, evet... ayy... ilginç," dedi Harry, Hermione ayağına basınca.
Çevresine bakman Rita Skeeter, "Ah, sen de buradasın, Harry!" dedi. "Demek sen de Sihirli Yaratıkların Bakımı dersinden hoşlanıyorsun, öyle mi? En sevdiğin derslerden biri mi?"
"Evet," dedi Harry kararlı bir şekilde. Hagrid ona bakıp sırıttı.
"Harika," dedi Rita. "Cidden harika. Uzun süredir mi ders veriyorsun?" diye sordu Hagrid'e.
Harry onun bakışlarının Dean (bir yanağında berbat bir kesik vardı), Lavender (cüppesi fena halde alaz-lanmıştı) ve Seamus (yanmış birkaç parmağının acısını dindirmeye çalışıyordu) üzerinde dolaştığım, sonra da kulübenin pencerelerine çevrildiğini gördü. Sınıfın çoğu pencereye burnunu yapıştırmış, tehlikenin geçmesini bekliyordu.
"Daha ikinci yılım," dedi Hagrid.
"Harika... Bilmiyorum, söyleşi yapmak ister miv-
438

din? Sihirli yaratıklarla yaşadığın şeylerin bir kısmını paylaşmak için. Her çarşamba Geleceğin bir zooloji sûrunu var, eminim biliyorsundur. Bu - şey - Patpat-Uçlu Kelek'ler hakkında bir yazı yazabiliriz."
Hagrid hevesle, "Patlar-Uçlu Kelekerler," dedi. "Şey - evet, neden olmasın?"
Bu iş Harry'nin hiç hoşuna gitmemişti. Ama Rita Skeeter görmeden Hagrid'i uyarması da imkânsızdı. Hagrid ile Rita Skeeter o hafta içinde Üç Süpurge'de buluşup şöyle upuzun bir söyleşi yapmayı kararlaştırırlarken, orada durup sessizce gözledi. Sonra şatoda zil çaldı ve ders sona erdi.
Rita Skeeter, Ron ve Hermione ile ayrılan Harry'ye neşeyle, "Güle güle, Harry!" diye seslendi. "Öyleyse, cuma gecesi görüşürüz, Hagrid."
Harry, "Hagrid'in söylediği her şeyi çarpıtacak," diye fısıldadı.
Hermione de çaresizce, "O Keleker'leri yasadışı biçimde ithal falan etmemiş olsun da," dedi. Birbirlerine baktılar, bu tam da Hagrid'den beklenecek bir şeydi.
Ron onları teskin etti. "Hagrid'in daha önce de başı çok derde girdi ve Dumbledore onu kovmadı. En kötü ihtimalle Keleker'lerden kurtulmak zorunda kalır. Pardon... en kötü mü dedim? En iyi ihtimal demek istemiştim."
Harry ve Hermione gülüştüler, kendilerini biraz daha iyi hissederek öğle yemeğine gittiler.
Harry o öğleden sonraki iki saatlik Kehanet dersinin iyice tadını çıkardı. Gerçi yine yıldız haritaları çıka-
439

rıp tahminlerde bulunuyorlardı ama, Ron'la yeniden arkadaş oldukları için her şey ona yine komik görünmeye başlamıştı. Kendi korkunç ölümlerine ilişkin tahminlerde bulundukları sırada ikisinden de pek hoşnut kalmış olan Profesör Trelavvney, az sonra Plüton'un gündelik hayatı bozma biçimlerini açıklarken bıyık altından gülüp durdular diye onlara kızdı.
Apaçık kızgınlığını gizlemekten uzak kalan gizemli bir fısıltıyla, "Sanırım ki," dedi, "bazılarımız" -pek anlamlı bir şekilde Harry'ye baktı- "dün gece kristalime bakarken benim görmüş olduklarımı görseler, bu kadar ciddiyetsiz davranmazlardı. Burada oturup kendimi elimdeki nakısa vermiştim ki, karşı konulmaz bir şekilde küreme danışma arzusuna kapıldım. Kalktım, önüne oturdum ve billur derinliklerine baktım... Bana oradan ne bakıyordu dersiniz?"
Ron alçak sesle, "Kocaman gözlüklü, çirkin ve yaşlı bir yarasa mı?" diye sordu.
Harry gülmemek için kendini zor tuttu.
"ölüm, canlarım."
Parvaü de, Lavender da ellerini ağızlarına götürdüler. Dehşete kapılmış görünüyorlardı.
"Evet," dedi Profesör Trelavvney, çok önemli bir şey söylüyormuş edasıyla başını sallayarak. "Gittikçe yaklaşıyor, tepede akbaba gibi daireler çiziyor, gittikçe alçalıyor. .. şatonun üstünde daha da alçalıyor..."
Anlamlı anlamlı Harry'ye baktı. O da hiç saklamadan ağzını ardına kadar açıp esnedi.
Profesör Trelavvney nin odasının altındaki merdi-
440

vende yeniden temiz havaya kavuştuklarında, "Daha önce seksen kez falan aynı şeyi yapmamış olsa, daha etkili olabilirdi," dedi Harry. "Ama bana öleceğimi her söylediğinde ölmüş olsaydım eğer, şimdi tıbbi bir mucize haline gelmiştim."
Kıkır kıkır gülen Ron, fincan gibi gözleri tekinsiz bir edayla bakarak karşıdan gelen Kanlı Baron'un yanından geçerlerken, "Fazlaca yoğunlaşmış bir hayalet olurdun," dedi. "Neyse bari, hiç değilse ödev vermedi. Umarım Profesör Vector, Hermione'ye bir sürü ödev vermiştir. O ders yaparken boş oturmaya bayılıyorum..."
Ama Hermione akşam yemeğine gelmedi, daha sonra onu aramaya gidince kütüphanede de bulamadılar. Oradaki tek kişi Viktor Krum'du. Ron bir süre rafların arkasında dikilerek Krum'u gözledi. Harry'ye fısıldayarak acaba imzasını alsam mı diye sordu - derken bir sonraki raf sırasının oraya sinmiş altı yedi kızın da aynı şeyi tartıştıklarını fark etti ve coşkusunu yitirdi
Harry'yle ikisi Gryffindor Kulesi'ne dönerlerken, "Hermione nereye gitti acaba?" dedi Ron.
"Bilmiyorum... Zırva."
Ama Şişman Hanım henüz ileri savrulup açılmaya başlamıştı ki, arkalarından koşar adım ayak sesleri duydular. Gelen Hermione'ydi.
Yanlarında pat diye durup, soluk soluğa, "Harry!" dedi (Şişman Hanım, kaşlar havada, tepeden ona baktı). "Harry, gelmen gerek - mutlaka gelmelisin. Çok hayret verici bir şey oldu - lütfen -"
441

l
Harry'nin kolunu yakalayıp onu koridorda geriye doğru çekmeye çalıştı.
"Neler oluyor?" dedi Harry.
"Oraya gidince gösteririm sana - gel ama hadi, çabuk-"
Harry dönüp Ron'a baktı. Ron da ona. Neler olduğunu anlamamıştı.
"Peki," dedi Harry. Hermione ile koridorda geri dönüp yürümeye koyuldu. Ron yetişmek için telaşla peşlerinden gitti.
Şişman Hanım öfkeyle arkalanndan seslendi: "Aa, tabii canım, bana aldırmayın hiç! Beni rahatsız ettiğiniz için özür dilemeyin! Ben burada böyle siz gelene dek ardıma kadar açık durup bekleyeyim, öyle mi?"
"Evet, sağ ol!" diye bağırdı Ron omzunun üstünden.
Hermione onlan altı kat aşağı indirip, sonra da Giriş Salonu'na giden mermer merdivenden inmeye başlayınca, Harry, "Hermione, nereye gidiyoruz?" diye sordu.
Hermione heyecanla, "Görürsün," dedi, "şimdi görürsün!"
Merdiveni indikten sonra sola döndü. Ateş Kadehi'nin Cedric Diggory ile Harry'nin adlarını püskürttüğünün ertesi gecesi Cedric'in geçtiği kapıya yöneldi aceleyle. Harry daha önce bu kapıdan hiç geçmemişti. Ron'la ikisi Hermione'nin ardı sıra birkaç basamak taş merdiven indiler. Ama kendilerini Snape'in zindanına giden karanlık yeraltı geçidi gibi bir yerde bulacaklarına, geniş bir taş koridora çıktılar. Meşalelerle pırıl pırıl
442

l
aydınlatılmıştı, daha çok yiyecekleri konu alan neşeli tablolarla süslenmişti.
Harry koridorun ortasında yavaşlayarak, "Ağır ol," dedi. "Dur bir dakika, Hermione..."
"Ne var?" Hermione dönüp ona baktı, yüzünden beklenti akıyordu.
"Niyetini biliyorum," dedi Harry.
Ron'u dürtüp Hermione'nin tam arkasındaki tabloyu gösterdi. Tabloda devasa bir gümüş meyve tabağı vardı.
"Hermione!" dedi neler olup bittiğim kavrayan Ron. "Sen bizi yine o erit işine bulaştıracaksın!"
Hermione hemen, "Hayır, yok öyle bir şey!" dedi. "Ayrıca, onun adı erit değil, Ron -"
Ron ona bakıp kaşlarını çatarak, "Adını değiştirdin, öyle mi?" dedi. "Şimdi ne oldu peki? Ev Cini Kurtuluş Cephesi mi? Ben o mutfağa dalıp onları işlerini bırakmaya falan zorlayacak değilim. Yapmayacağım diyorum sana -"
Hermione sabırsızlıkla, "Senden böyle bir şey isteyen yok!" dedi. "Ben az önce buraya geldim, onlarla konuşmak için. Bir de baktım ki - haydi gel ama, Harry. Sana göstermek istiyorum!"
Yeniden kolunu yakaladı, onu devasa mevve tabağı tablosunun önüne çekti, işaret parmağını u?ahp koskoca yeşil armudu gıdıkladı Armut kıvranıp kıkırdamaya başladı ve birden büyük, yeşil bir kapı koluna dönüştü Hermione kolu tuttu, kapıyı açtı ve Harrv yi sırtından ittir'p onu zorla :„*••' soktu
44'-*

Harry yukarıdaki Büyük Salon'dan aşağı kalmayan, muazzam büyüklükteki, yüksek tavanlı odaya şöyle bir göz attı. Taş duvarların önüne ışıl ışıl pirinç tencerelerle tavalar yığılmıştı, öteki uçta tuğladan yapılmış koca bir şömine vardı. Derken küçük bir şey odanın orta yerinden ona doğru ok gibi fırladı, bir yandan da, "Harry Potter, efendim! Harry Potter!" diye cik cik bağırıyordu.
Bir saniye sonra, ciyaklayan bir cin karnına hızla vurunca Harry'nin soluğu kesildi. Cin ona öyle sıkı sıkı sarıldı ki, Harry kaburgalarının kırılacağını sandı.
Harry, "Do-Dobby?" dedi, soluğu kesilmiş halde.
Ses onun göbeği hizasında bir yerlerden, "Evet, Dobby, efendim, Dobby!" diye cikledi. "Dobby, Harry Potter'ı görmeyi ümit edip duruyordu, efendim. Şu işe bakın, Harry Potter onu görmeye geldi, efendim!"
Dobby onu bırakıp birkaç adım geri çekildi, başını kaldırıp ağzı kulaklarında Harry'ye baktı. Tenis topu gibi, patlak yeşil gözleri mutluluk gözyaşlarıyla dolmuştu Jlıpatıp Harry'nin onu hatırladığı gibiydi. Düğme gibi burun, yarasa gibi kulaklar, uzun parmaklarla ayaklar - giysileri hariç, onlar çok farklıydı çünkü.
Dobby, Malfoy'ların yanında çalışırken, hep aynı eski, pis yastık kılıfını giyerdi. Şimdi ise, sırtında Harry'nin o güne kadar gördüğü en tuhaf giysi çeşitlemesi vardı. Hani, Dünya Kupası'ndaki büyücülerden bile beter giyinmişti. Şapka niyetine başına bir çay peçetesi takmıştı, onun üzerine de birkaç parlak rozet tutturmuştu. Çıplak göğsündeki kravatı at nalı desenleriy-
444

le süslüydü, çocukların futbol şortlarına benzer bir sor: giymişti, çorapları birbirinden farklıydı. Harry bunlardan birinin, kendi ayağından çıkarıp, Mr Malfoy'a numara çekerek Dobby'ye vermesini sağladığı siyah çorap olduğunu gördü. Dobby'yi böyle serbest bırakmıştı. Öteki çorap pembe-turuncu çizgiliydi.
Harry hayretle, "Dobby, sen burada ne arıyorsun?" dedi.
Dobby heyecan içinde, "Dobby, Hogwarts'ta çalışmaya geldi, efendim!" diye cikledi. "Profesör Dumble-dore, Dobby ile VVinky'ye iş verdi, efendim!"
"VVinky mi?" dedi Harry. "O da mı burada?"
"Evet, efendim, evet!" dedi Dobby. Harry'yi elinden tutup, oradaki dört uzun tahta masanın arasından mutfağın içine çekti. Harry yanlarından geçerken, bu masaların yukarıda, Büyük Salon'daki dört bina masasının tam altına yerleştirilmiş olduklarını gördü. O anda üzerlerinde yiyecek yoktu, çünkü akşam yemeği bitmişti. Ama bir saat önce hepsinin tabaklarla dolu olduğundan emindi. Sonra da bu tabaklar tavandan geçerek yukarıda, tam üstlerinde duran masalara gönderiliyordu.
Mutfakta en azından yüz küçük cin duruyordu. Dobby, Harry'yi onların yanından geçirirken gülümsediler, eğilip selam verdiler, reverans yaptılar. Hepsi aynı üniformayı giymişti: Üzerinde Hogvvarts arması olan ve daha önce VVinky'nin sarındığını gördükleri birer çay peçetesi.
Dobby tuğladan yapılmış şöminenin önünde durdu ve parmağıyla işaret etti.
445

"Winky, efendim!"
Winky ateşin yanındaki bir taburede oturuyordu. Dobby'nin aksine, belli ki o giysi peşinde dolanmamış-tı. Derli toplu, küçük bir etekle bluz giymiş, bir de onlara uygun mavi şapka takmıştı. Şapkasında koca kulakları için delikler vardı. Buna karşılık, Dobby'nin tuhaf giysi çeşitlemesi son derece temiz ve bakımlı olduğu için yepyeni görünürken, VVinky giysilerine hiç bakmıyor gibiydi. Bluzunda boydan boya çorba lekeleri, eteğinde de bir yanık vardı.
"Merhaba, VVinky," dedi Harry.
VVinky'nin dudakları titredi. Sonra da gözyaşlarına boğuldu. Yaşlar kocaman, kahverengi gözlerinden süzülüyor ve önünden aşağı akıyordu, tıpkı Quidditch Dünya Kupası'nda olduğu gibi.
"Ah, canım," dedi Hermione. O ve Ron mutfağın ucuna kadar Harry ile Dobby'yi izlemişlerdi. "VVinky, ağlama, lütfen ağlama..."
Ama VVinky daha da beter ağlamaya koyuldu. Dobby ise Harry'ye bakarak sırıttı.
VVinky'nin hıçkırıklarını bastırmak için yüksek sesle, "Harry Potter bir fincan çay ister miydi?" diye ciyak-ladı.
"Şey - evet, olur," dedi Harry.
O anda altı tane ev cini koşturarak arkasından geldi. Ellerindeki kocaman, gümüş tepside bir çaydanlık, Harry, Ron ve Hermione için fincanlar, bir süt sürahisi ve büyük bir bisküvi tabağı vardı.
"Sağlam servis!" dedi Ron, etkilendiği sesinden an-
446

laşıhyordu. Hermione ona kaşlarını çatarak baktı, ama cinlerin hepsi çok sevinçli görünüyordu. Yerlere kadar eğilip selam vererek çekildiler.
Dobby çaylarını verirken, Harry ona, "Ne zamandır buradasın, Dobby?" diye sordu.
Dobby halinden memnun bir şekilde, "Sadece bir hafta, Harry Potter, efendim!" dedi. "Dobby, Profesör Dumbledore'u görmeye geldi, efendim. Görüyorsunuz ya, efendim, sahibinin yol verdiği bir ev cininin yeni bir iş bulması zor, efendim, cidden çok zor -"
YVinky bunu duyunca daha da beter uludu, ezilmiş domates gibi burnu da şırıl şırıl önüne akıyordu. Önüne akıyordu ama, VVinky bunu durdurmak için en ufak bir çaba göstermiyordu.
"Dobby tam iki yıl boyunca iş bulmaya çalışarak bütün ülkeyi dolaştı, efendim!" diye cikledi Dobby. "Ama Dobby iş bulamadı, efendim, niye, çünkü Dobby şimdi ücret istiyor!"
Mutfakta onları ilgiyle dinleyen ve gözleyen bütün ev cinleri, bu kelimeleri duyunca, sanki Dobby kaba ve utandırıcı bir şey söylemiş gibi, başlarını çevirdiler.
Hermione ise, "Aferin sana, Dobby!" dedi.
"Teşekkür ederim, küçükhanım!" dedi Dobby, dişlerini açığa çıkaran bir gülümsemeyle. "Ama çoğu büyücü ücret isteyen bir ev cini istemiyor, küçükhanım. 'Ev cini bu demek değil,' dediler, kapıyı Dobby'nin yüzüne kapattılar! Dobby çalışmayı seviyor, ama giysiler istiyor, ona para versinler istiyor, Harry Potter... Dobby özgür olmayı seviyor!"
447

Hogvvarts ev cinleri, sanki Dobby'de bulaşıcı bir hastalık varmış gibi ondan uzaklaşmaya başlamışlardı şimdi. VVinky'ye gelince, o olduğu yerde kaldı, ama daha da şiddetle ağlamaya koyuldu.
"Ve sonra, Harry Potter, Dobby, Winky'yi ziyarete gitti ve onun da özgür kaldığını öğrendi, efendim!" dedi Dobby keyifle.
VVinky bunu duyunca kendini taburesinden aşağı attı ve taş döşemede yüzü koyun yatıp minik yumruk-lanyla yeri döverek üzüntüden resmen çığlık atmaya başladı. Hermione hemen onun yanına diz çöktü ve teselli etmeye çalıştı. Ama söylediklerinin en ufak bir yaran olmadı.
Dobby, Winky'nin tiz feryatlarını bastırmak için ciyak ciyak haykırarak hikâyesini sürdürdü: "Ve sonra Dobb/nin aklına bir şey geldi, Harry Potter, efendim!" 'Dobby ile VVinky niye birlikte iş bulmuyorlar?' dedi Dobby. 'İki ev cinine de yetecek iş nerede var?' dedi VVinky. Ve Dobby düşündü ve aklına geldi, efendim! Hogıvarts! Böylece Dobby ile VVinky, Profesör Dumble-dore'u görmeye geldiler, efendim, Profesör Dumbledo-re da bizi işe aldı!"
Dobby ağzı kulaklarında sırıttı ve gözlerine yeniden sevinç yaşlan doldu.
"Ve Profesör Dumbledore, Dobby'ye ücret vereceğini söyledi, efendim, eğer Dobby ücret istiyorsa! Ve Dobby özgür bir cin, efendim. Haftada bir Galleon alıyor, ayda bir gün de izin!"
"Bu yeterli değil!" diye isyanla haykırdı Hermione,
448

Winky'nin sürüp giden çığlıklarını ve yumruğuyla yeri dövme sesini bastırarak.
Dobby, "Profesör Dumbledore, Dobby'ye haftada on Galleon, hafta sonlarında da izin önerdi," dedi. Sanki böylesine boş vakit ve servet fikri onu korkuruyor-muş gibi, hafiften titredi. "Ama Dobby pazarlık edip fiyatı indirdi, küçükhamm... Dobby özgürlük seviyor, küçükhanım, ama fazlasını istemiyor, küçükhamm. Dobby çalışmayı daha çok seviyor."
Hermione şefkatle, "Peki, Profesör Dumbledore sana ne kadar ücret veriyor, VVinky?" diye sordu.
Bunun Winky'yi neşelendireceğini düşündüyse eğer, fena halde yanılmıştı. VVinky ağlamayı bıraktı, ama doğrulup oturduğunda muazzam, kahverengi gözlerinden ateşler saçarak Hermione'ye baktı. Bütün yüzü sırılsıklam olmuştu ve birden öfkeli bir ifade ta-^ kınmıştı.
"VVinky onurunu yitirmiş bir cin, ama VVinky daha ücret almıyor!" diye cıyakladı. "VVinky daha o kadar düşmedi! VVinky özgür kalmaktan utanacak kadar edepli!"
"Utanmak mı?" dedi neye uğradığını şaşıran Hermione. "Ama - haydi, VVinky! Utanması gereken sen değilsin, Mr Crouch! Sen yanlış bir şey yapmadın, o sana korkunç davrandı -"
Ama o böyle deyince, VVinky sanki tek kelime daha duymak istemiyormuş gibi ellerini şapkasındaki deliklere kapatıp kulaklarını yassılttı. "Efendime hakaret edemez, küçükhamm! Siz Mr Crouch'a hakaret ede-
449

mez! Mr Crouch iyi büyücü, küçükhanım! Mr Crouch kötü Winky'yi kovmakta haklı!"
Dobby bir sır verir gibi, "Winky yeni durumuna uyum göstermekte zorluk çekiyor, Harry Potter," diye ci-yakladı. "VVinky artık Mr Crouch'a bağlı olmadığını unutuyor. Arak ne istese söyleyebilir, ama bunu yapmıyor."
"Yani ev cinleri efendileri hakkında düşündüklerini söyleyemezler mi?" diye sordu Harry.
"Ah, hayır, efendim, hayır," dedi Dobby. Birden ciddileşmiş görünüyordu. "Bu, ev cinlerinin köleliğinin bir parçasıdır, efendim. Biz efendilerin sırlarım tutarız, suskun kalırız, efendim. Ailenin şerefini her şeyden üstün tutarız, onlar hakkında kötü konuşmayız efendim -ama Profesör Dumbledore bu şart değil dedi. Profesör Dumbledore dedi ki, özgürmüşüz - şeyde -"
Dobby birden tedirginleşti, eliyle Harry'y e yaklaşmasını işaret etti. Harry öne eğildi.
Dobby fısıldadı: "Dedi ki, istersek ona - kaçık bir ihtiyar demekte özgürmüşüz, efendim!"
Dobby ürkmüş gibi kikirdedi.
"Ama Dobby istemiyor,, Harry Potter," dedi. Yeniden normal konuşmaya başlamıştı, başını öyle bir hızla salladı ki, kulakları lap lap etti. "Dobby, Profesör Dumbledore'u çok seviyor, efendim ve onun sırlarını tutmaktan gurur duyuyor."
Harry sırıtarak, "Arna artık Malfoy'lar hakkında is-; tediğini söyleyebilirsin, değil mi?" dedi.
Dobby'nin koskocaman gözlerine biraz korkmuş bir bakış geldi.
450

Kuşkulu bir şekilde, "Dobby - Dobby istese söyleyebilir," dedi. Sonra küçük omuzlarını dikleştirdi. "Dobby, Harry Potter'a diyebilir ki, eski efendileri -efendileri - kötü Kara büyücülerdü"
Dobby bir an durdu, tir tir titriyordu, kendi cüretinden dehşete düşmüştü - sonra en yakın masaya koştu ve başını hızla masaya vurup ciyaklamaya koyuldu: "Kötü Dobby! Kötü Dobby!"
Harry onu kravatının arkasından yakalayıp masadan uzaklaştırdı.
Dobby başını ovuşturarak, soluk soluğa, "Teşekkürler, Harry Potter, teşekkürler," dedi.
Harry, "Biraz alıştırma yapman gerek, hepsi bu," dedi.
"Alıştırma, ha!" diye cikledi VVinky öfke içinde. "Kendinden utanmalısın, Dobby, efendilerin hakkında böyle konuşmak!"
Dobby meydan okurcasına, "Onlar artık benim efendilerim değil, Winky!" dedi. "Dobby artık onların ne düşündüğüne aldırmıyor!"
VVinky, yaşlar yüzünden bir kez daha akmaya başlarken, "Ah, sen kötü bir cin, Dobby!" diye inledi. "Zavallı Mr Crouch'um, VVinky'siz ne yapıyor? Bana ihtiyacı var onun, yardımıma ihtiyacı var! Ben ömür boyu Crouch'lar baktım, benden önce annem baktı, ondan önce ninem... Ah, VVinky özgür kaldı bilseler ne derler? Ah, ne ayıp, ne ayıp!" Yüzünü yeniden eteğine gömdü ve böğürdü.
Hermione kararlı bir şekilde, "VVinky," dedi, "emi-
451


nim Mr Crouch sem.z de pek güzel idare ediyordur. Anlıyorsun ya, onu gördük -"
Winky soluk ^oluğa, "Efendimi görüyor siz?" dedi. Yaşlarla kaplı yüzünü bir kez daha eteğinden kaldırmıştı, gözleri faltaşı gibi açılmış, Hermione'ye bakıyordu. "Onu burada, Hogwarts'ta görüyor?"
"Evet," dedi Hermione. "Mr Bagman'la ikisi Üçbü-yücü Turnuvası'nın jürisindeler."
"Mr Bagman da mı geliyor?" diye cikledi Winky. Ve Harry'yi çok şaşırtarak (yüzlerindeki ifadelere bakılırsa, Ron'la Hermione'yi de) yeniden öfkelendi. "Mr Bagman kötü büyücü! Çok kötü büyücü! Efendim onu sevmiyor, ah hayır, hiç!"
"Bagman - kötü mü?" dedi Harry.
"Ah evet," dedi VVinky, şiddetle başını sallayarak. "Efendim VVinky'ye bir şeyler söylüyor. Ama VVinky kimseye söylemiyor... VVinky - VVinky efendisinin sırrını saklıyor..."
Yeniden gözyaşlarına boğuldu. Başını eteğine gömüp konuşmaya devam etti: "Zavallı efendi, zavallı efendi, ona yardım edecek VVinky'si de yok artık!"
VVinky'den akla yakın tek kelime daha alamadılar. Onu ağlar halde bırakıp çaylannı bitirdiler. Bu arada Dobby de pek keyifli bir şekilde, özgür bir cin olarak sürdüğü hayatı ve parasıyla neler yapacağını anlatıyordu.
"Dobby bundan sonra bir de kazak alacak, Harry Potter!" dedi neşeyle, çıplak göğsünü göstererek.
Cinden çok hoşlanmışa benzeyen Ron, "Bak ne di-

452


yeceğim, Dobby" dedi. "Sana bu Noel'de annemin benim için ördüğü kazağı vereyim. Her Noel bir tane yollar. Açık kahverengiye itirazın yok ya?"
Dobby çok sevindi.
Ron, "Senin için biraz çektirmemiz gerekebilir," dedi. "Ama çay peçetene pek uyar."
Ayrılmaya hazırlanırlarken, çevredeki cinlerin çoğu gelip onlara, yukarı götürmeleri için yiyecek bir şeyler ikram etti. Cinler boyuna eğilip selam verdikleri ve reverans yaptıkları için acılı bir ifade takınan Hermione reddetti ama, Harry ile Ron ceplerini kremalı kekler ve pastalarla doldurdular.
Harry iyi geceler demek için kapı ağzına yığılan cinlere, "Çok teşekkürler!" dedi. "Görüşürüz, Dobby!"
Dobby duraksayarak, "Harry Potter..." dedi, "Dobby bazen gelip sizi görebilir mi, efendim?"
Harry, "Tabii," deyince, Dobby sırıttı.
Ron, Hermione ve Harry mutfağı geride bırakıp merdivenden yine Giriş Salonu'na doğru çıkarlarken, Ron, "Biliyor musunuz?" dedi. "Bunca yıldır Fred ve George'un mutfaktan yiyecek aşırmasından çok etkilenmiştim - eh, pek de zor değilmiş, ha? Vermek için amma hevesliler!"
Hermione öne düşmüş, mermer merdivenden çıkarken, "Bence bu cinlerin başına gelebilecek en hayırlı şey bu," dedi. "Dobby'nin buraya çalışmaya gelmesi yani. Öteki cinler onun özgür olduğu için ne kadar nuıtlu olduğunu görecek ve yavaş yavaş kendilerinin de bunu istediğini anlayacaklar!"
- 453

"Dua et de VVinky'ye pek yakından bakmasınlar," dedi Harry.
Hermione, "Eh, o da yakında kendine gelir," dedi ama, sesinde biraz kuşkucu bir ton vardı. "Şok etkisi geçince ve Hogwarts'a alışınca, o Crouch denen adamdan uzakta kalmanın onun için çok daha iyi olduğunu anlayacaktır."
Ron boğuk bir sesle (bir kremalı kek yemeye başlamıştı), "Onu çok seviyora benziyor," dedi.
Harry, "Ama Bagman için pek iyi şeyler düşünmüyor, değil mi?" dedi. "Crouch evde Bagman için neler diyor acaba?"
Hermione, "Herhalde iyi bir Daire Başkam olmadığım söylüyordur," dedi. "Doğrusu... haksız sayılmaz, değil mi?"
"İhtiyar Crouch'un yanında çalışacağıma onun yanında çalışırım, daha iyi," dedi Ron. "Hiç değilse Bagman'in espri anlayışı var."
"Aman Percy bunu dediğini duymasın," dedi Her-miöne, hafifçe gülümseyerek.
Ron şimdi de bir çikolatalı ekler atıştırmaya başlayarak, "Eh, ama zaten Percy espri anlayışı olan biriyle çalışmak istemez, değil mi?" dedi. "Percy şakadan ne'4 anlar? Espriyi Dobby'nin çay peçetesine sarıp gözünün önünde dans ettirsen, tanımaz."
454

GeCeLeR
12-10-2006, 02:04 AM
YİRMİ İKİNCİ BOLUM
Beklenmedik Görev

"Potter! VVeasley! Dikkatinizi buraya verir misiniz?!"
Perşembe günü Biçim Değiştirme dersinde Profesör McGonagall'ın kızgın sesi bir kırbaç gibi saklamış, Harry ve Ron'u yerlerinden zıplatmıştı. Başlarını kaldırıp Profesör'e baktılar.
Dersin sonuydu; işlerini bitirmişlerdi; Hint domuzuna çevirmekle meşgul oldukları Afrika tavukları Profesör McGonagall'ın masasındaki büyük bir kafese kapatılmıştı (Neville'inki hâlâ kuş tüyleriyle kaplıydı); karatahtada yazılı olan ödevlerini not etmişlerdi ("Türler-Arası Değiştirme yaparken kullanılan Dönüştürme Büyüleri'nin nasıl uyarlanması gerektiğini örneklerle açıklayın"). Zil ha çaldı ha çalacaktı. Harry ve Ron sınıfın arka tarafında Fred'le George'un sahte asalarıyla kılıç tokuşturmaya dalmışlardı. Başlarını kaldırıp baktıklarında, Ron'un elinde bir papağan, Harry'ninkinde ise lastik bir mezgit balığı vardı.
"Nihayet Potter ve VVeasley yaşlarına yakışır bir şekilde davranacak nezaketi gösterdiklerine göre," dedi
455

Profesör McGonagall, ikisine öfkeyle bakarak -bu arada Harry'nin mezgit balığının başı sessizce yere düştü, Ron'un papağanının gagası az önce koparmıştı onu-, "size bir duyuruda bulunacağım.
"Noel Balosu yaklaşıyor. Bu balo Üçbüyücü Turnuvası'mn geleneksel bir parçasıdır, yabancı konuklarımızla kaynaşmamız için de bize bir fırsat verir. Balo sadece dördüncü sınıflara ve daha büyüklere açık olacak - ama isterseniz, daha küçük bir öğrenciyi davet edebilirsiniz -"
Lavender Brown'dan bir kikirti çıktı. Parvati Patil dirseğiyle Lavender'ı böğründen sertçe dürttü, ama o da kikirdememek için zor tutuyordu kendini. İkisi de dönüp Harry'ye baktılar. Profesör McGonagall onları görmezden geldi. Harry bunun büyük bir haksızlık olduğunu düşündü, çünkü Profesör daha biraz önce onu ve Ron'u azarlamıştı.
"Resmi cüppe giyilecek," diye devam etti Profesör McGonagall, "balo Noel Günü saat sekizde Büyük Salon'da başlayacak. Gece yarısı sona erecek. Şimdi -"
Profesör McGonagall sınıfa uzun uzun göz gezdirdi.
"Noel Balosu elbette hepimiz için iyi bir - eee - dağıtma fırsatı oluşturuyor," dedi, onaylamayan bir sesle.
Lavender daha da beter kikirdedi, sesi bastırmak için elini ağzına götürdü. Harry bu defa neyin komik olduğunu anlayabiliyordu. Saçı sıkı sıkı topuz yapılmış olan Profesör McGonagall hayatında hiçbir yerini hiçbir şekilde dağıtmamış gibi görünüyordu - ister kelime anlamında, ister mecazi anlamda.
456

"Ama bu demek DEĞİL ki," diye devam etti Profesör McGonagall, "Hogwarts öğrencilerinden beklediğimiz davranış standartlarından taviz vereceğiz. Bir Gryffindor Öğrencisi okulu herhangi bir şekilde utandı-rırsa şahsen hiç hoşuma gitmez."
Zil çaldı ve her zamanki koşuşturma başladı, öğrenciler çantalarını toplayıp omuzlarına atıyorlardı.
Profesör McGonagall gürültünün içinde sesini duyurabilmek için bağırdı: "Potter - seninle biraz konuşmak istiyorum, bir mahzuru yoksa."
Bunun başsız mezgit balığıyla ilgili bir şey olduğunu sanan Harry sıkkın sıkkın öğretmen masasına doğru yürüdü.
Profesör McGonagall sınıf boşalana kadar bekledi ve sonra, "Potter," dedi, "şampiyonlar ve partnerleri -"
"Ne partneri?" dedi Harry.
Profesör McGonagall ona şüpheyle baktı, Harry'nin komik olmaya çalıştığını düşünüyor gibiydi.
"Noel Balosu için partnerleriniz, Potter," dedi soğuk bir ses tonuyla. "Dans partnerleriniz."
Harry'nin böğrü kıvrılıp büzüşmüştü sanki. "Dans partnerleri mi?"
Kızardığını hissediyordu. "Ben dans etmem ki," dedi çabucak.
"Ah, öyle bir edersin ki," dedi Profesör McGonagall ournundan soluyarak. "Ben de sana bunu söylüyordum. Geleneksel olarak, baloyu şampiyonlar ve partnerleri açar."
Harry'nin zihninde birden bir tablo belirdi: Bir si-
457

î
lindir şapka ve frak giymişti, Vernon Enişte'nin iş partilerine giderken Petunia Teyze'nin giydiği türden fırfırlı elbiseli bir kızla birlikteydi.
"Ben dans etmiyorum," dedi.
"Gelenek böyle," dedi Profesör McGonagall kararlı bir sesle. "Sen bir Hogwarts şampiyonusun ve okulun temsilcisi olarak senden ne bekleniyorsa onu yapacaksın. Bu yüzden mutlaka kendine bir partner bul, Pot-ter."
"Ama-ben-"
"Beni duydun, Potter," dedi Profesör McGonagall,
noktayı koyarcasına.
*
Bir hafta önce sorsalar, Harry, Macar Boynuzkuy-ruk'la kapışmanın yanında dansa partner bulmanın çantada keklik olduğunu söylerdi. Ama şimdi ilkini yapmış ve bir kızı baloya davet etme zorunluluğuyla karşı karşıya kalmış biri olarak, Boynuzkuyruk'la bir kez daha boğuşmayı yeğliyordu.
Harry daha önce hiç bu kadar insanın Noel'de Hog-warts'ta kalmak için adını yazdırdığını görmemişti. Elbette kendi hep yapıyordu bunu, çünkü alternatif genellikle Privet Drive'a dönmek anlamına geliyordu. Ama Harry şimdiye kadar ciddi şekilde azınlıkta kalmıştı. Ancak bu yıl, görünüşe bakılırsa, dördüncü sınıfta ya da daha büyük olan herkes kalıyordu ve hepsi de yaklaşan baloya kafayı takmış gibi geliyordu Harry'ye - ya da en azından kızlar takmıştı. Hogwarts birdenbire hayret verici sayıda kıza sahip gibi görünmeye başla-

458


mıştı; Harry bunu daha önce hiç fark etmemişti. Koridorlarda kikirdeyen ve hsıldaşan kızlar, oğlanlar yanlarından geçerken tiz kahkahalar atan kızlar, Noel gecesi ne giyecekleri konusundaki notlarını birbirlerine gösteren kızlar...
Kikirdeyip Harry'ye bakan on kadar kız yanlarından geçerken, "Sürü halinde mi dolaşmak zorundalar?" diye sordu Harry, Ron'a. "Bu şekilde nasıl yalnız yakalayıp da soracaksın ki?"
"Kement atmaya ne dersin?" dedi Ron. "Kime soracağın hakkında bir fikrin var mı?"
Harry cevap vermedi. Kime sormak istediğini çok iyi biliyordu da, cesaretini toplamak ayrı bir konuydu... Cho ondan bir yaş büyüktü; çok güzeldi; çok iyi bir Qu-idditch oyuncusuydu, ayrıca çok da popülerdi.
Ron, Harry'nin aklından geçenleri okumuş gibiydi.
"Dinle, sana sorun olmaz. Sen bir şampiyonsun. Daha yeni bir Macar Boynuzkuyruk'u yendin. Eminim seninle gitmek için sıraya girerler."
Aralarının yeni düzelmiş olmasının hatırına, Ron sesindeki burukluğu en azda tutmuştu. Dahası, Harry her ne kadar sasırsa da, Ron haklı çıktı.
Daha ertesi gün, Hufflepuff tan, Harry ile hayatında konuşmuşluğu olmayan kıvırcık saçlı bir üçüncü sınıf öğrencisi gelip baloya onunla gitmesini teklif etti. Harry öylesine gafil avlanmıştı ki, daha meseleyi hiç tartmadan "hayır" dedi. Kız epey incinmiş bir halde uzaklaştı ve Harry bütün Sihir Tarihi boyunca Dean, Seamus ve Ron'un sataşmalarına katlanmak zorunda
459

kaldı. Sonraki gün iki kız daha gelip ona teklifte bulundu. Biri ikinci sınıftandı. Öbürüyse Harry'yi dehşete düşürdü: Beşinci sınıftandı ve Harry reddederse onu bir yumrukta devirecekmiş gibi bir hali vardı.
"Bayağı güzeldi," dedi Ron dürüstçe, tabii kahkaha krizi sona erdikten sonra.
"Benden otuz santim falan uzundu," dedi Harry, cesareti kırılmış halde. "Düşünsene bir, onunla dans etmeye çalıştığımda nasıl görünürdüm."
Hermione'nin Krum'la ilgili söyledikleri ikide bir aklına geliyordu: "Sadece ünlü olduğu için hoşlanıyorlar ondan!" Harry, okul şampiyonu olmasa, ona eşlik etmeyi teklif eden kızlardan herhangi birinin onunla baloya gitmeyi isteyeceğinden şüpheliydi. Sonra, Cho gelip teklif etse bu açıdan rahatsız olur muydum, diye düşündü.
Yine de Harry genel tabloya baktığında, yaklaşan balonun sıkıntısına rağmen, ilk görevi bitirdiğinden beri hayatın kesinlikle iyiye doğru gittiğini kabul etmek zorundaydı. Koridorlarda eskisine kıyasla çok daha az tatsızlıkla karşılaşıyordu ve bunda Cedric'in büyük payı olduğunu düşünüyordu. Tahminine göre, ona ejderhalardan bahsetmiş olmasına minnet duyan Cedric, Hufflepufflara Harry'yi rahat bırakmalarını söylemişti. Ortalıktaki CEDRİC DIGGORY'yi Destekle! rozetlerinin sayısı da azalmıştı. Tabii'ki Draco Malfoy her fırsatta ona Rita Skeeter'ın yazısından alıntılar yapıyordu, ama bunlara gülenlerin sayısı da giderek azalmıştı - ve sanki Harry'nin mutluluğu daha da pe-
460

kişsin diye, Gelecek Postası'nda Hagrid'le ilgili bir yazı çıkmamıştı.
Harry, Ron ve Hermione sömestrin son Sihirli Yaratıkların Bakımı dersi sırasında Hagrid'e Rita Skeeter'la söyleşisinin nasıl gittiğini sorduklarında, Hagrid, "Aslına bakarsanız, sihirli yaratıklarla pek ilgileniyormuşa benzemiyordu," dedi. Çok şükür Hagrid artık Kele-ker'lerle doğrudan teması bırakmıştı. Bugün onun kulübesinin arkasına sığınmış, tahta bir masada oturmuş, Keleker'leri ayartacak yeni bir yemek çeşitlemesi hazırlıyorlardı.
"Sadece senden bahsetmemi istedi, Harry," diye devam etti Hagrid alçak sesle. "Ben de ona seni getirmek için Dursley'lere gittiğimden beridir arkadaş olduğumuzu söyledim. 'Yıllardır hiç azarlaman gerekmedi mi?' dedi. 'Derslerde hiç başını ağrıtmadı mı?' dedi. Hayır dedim, hiç hoşuna gitmiş gibi görünmedi. Sanırdın ki senin için korkunçtur dememi istiyor, Harry."
"Tabii ki onu istiyor," dedi Harry, koca koca ejderha ciğerlerini büyük bir metal kaba atıp, biraz daha ciğer kesmek için bıçağını eline alarak. "Sürekli benim nasıl trajik, küçük bir kahraman olduğumu yazamaz. Sıkıcı bir hal alır."
"Yeni bir açı istiyor, Hagrid," dedi Ron bilgiç bir edayla, semender yumurtalarının kabuğunu soyarken. "Harry'nin çılgın bir asi genç olduğunu söylemen gerekiyordu!"
"Ama değil ki!" dedi Hagrid. Gerçekten şok geçirmiş gibi görünüyordu.
461

"Snape'le söyleşi yapmalıymış," dedi Harry acı acı. "Zevkle ipliğimi pazara çıkarırdı. Potter okula adım attığı günden beri çizgiyi aşıp duruyor..."
"Öyle dedi, ha?" dedi Hagrid, Ron'la Hermione gülerken. "Eh, birkaç kuralı zorlamış olabilirsin, Harry, ama iyisin, değil mi?"
"Sağ ol, Hagrid," dedi Harry sırıtarak.
"Noel Günü şu balo zımbırtısına geliyor musun, Hagrid?" dedi Ron.
"Evet, bir bakarım diyordum," dedi Hagrid boğuk bir sesle. "İyi bir şey olacak sanırım. Dansı sen açacaksın, değil mi, Harry? Kimi götürüyorsun?"
"Şimdilik kimseyi," dedi Harry. Yine kızardığını hissediyordu. Hagrid üstelemedi.
Sömestrin son haftası giderek daha da şamatalı bir hal aldı. Her tarafta Noel Balosu'yla ilgili dedikodular uçuşuyordu, ama Harry bunların yansına bile inanmıyordu - örneğin, Dumbledore'un Madam Rosmer-ta'dan sekiz yüz fıçı tatlı içki aldığına. Öte yandan, anlaşılan Acayip Kızkardeşler'i ayarladığı doğruydu. Harry, Acayip Kızkardeşler'in tam olarak kim ya da ne olduklarını bilmiyordu, ama BTA'yı (yani Büyücü Telsiz Ağı'nı) dinleyerek büyümüş olanların delice heyecanından, çok ünlü bir müzik grubu olduklarını çıkardı.
Öğretmenlerden bazısı, akıllan bu kadar açık bir şekilde başka bir yerdeyken onlara bir şey öğretmeye çalışmaktan vazgeçti; örneğin, ufak tefek Profesör Flit-wick çarşamba günkü dersinde oyun oynamalarına izin verdi ve dersin büyük bir bölümünü Harry ile Üçbüyü-
462

cü Turnuvası'nın birinci görevinde kullandığı kusursuz Çağırma Büyüsü hakkında konuşarak geçirdi. Öteki öğretmenlerse aynı derecede cömert değildiler. Örneğin, hiçbir şey Profesör Binns'i elinde cincüce ayaklanmaları üzerine notlarıyla derse devam etmekten alıkoyamazdı - Binns'in kendi ölümü bile ders vermeyi sürdürmesine engel olmadığına göre, Noel gibi ufak bir şey onu yolundan saptıramaz diye düşündüler. Kanlı ve vahşi cincüce ayaklanmalarını bile Percy'nin kazandibi raporu kadar sıkıcı hale getirebilmesi inanılmazdı. Profesör McGonagall ve Profesör Moody de onları derslerinin son saniyesine kadar çalıştırdılar. Snape'in oyun oynamalarına izin verdiğini düşünmek ise, Harry'yi evlat edinmesini düşünmekten farksızdı. Hepsine pis pis bakarak, sömestrin son dersinde onlara panzehirlerden sınav yapacağını söyledi.
"Kötücül o, orası kesin," dedi Ron o gece nefretle, Gryffindor ortak salonunda otururlarken. "Son gün başımıza sınav çıkarıyor. Bize ders çalıştırarak sömestrin sonunu berbat ediyor."
"Hmrnm... ama kendini pek de hırpalıyörmüş gibi bir halin yok, değil mi?" dedi Hermione, İksir notlarının üzerinden ona bakarak. Ron, Patlamak Pişti destesiyle kâğıttan şato yapmakla meşguldü - bu, bütün yapının her an patlayabilecek olmasından dolayı, aynı işi Muggle kartlarıyla yapmaktan çok daha ilginç bir uğraştı.
"Noel geldi, Hermione," dedi Harry tembel tembel; ateşe yakın bir koltuğa kurulmuş, Cannon'larla Uçmak'ı onuncu kez okuyordu.
463

Hermione ona da ters ters baktı. "Panzehirlerim öğrenmek istemiyorsan bile, daha yapıcı bir şeyle meşgul olacağını sanırdım, Harry!"
"Ne gibi?" dedi Harry, Cannon'lardan Joey Jen-kins'in bir Bludger'ı Ballycastle Yarasalan Kovalayıcı-sı'na doğru göndermesini izleyerek.
"Yumurta!" diye tısladı Hermione.
"Yapma, Hermione, 24 Şubaf a kadar vaktim var," dedi Harry.
Altın yumurtayı yukarıdaki sandığına koymuş ve birinci görevden sonraki kutlamadan beri bir kez bile açmamıştı. O gıcırtıya benzeyen çığlığın ne anlama geldiğini bulmak için önünde daha iki buçuk ay vardı ne de olsa.
"Ama çözmesi haftalar alabilir!" dedi Hermione. "Ötekiler bir sonraki görevin ne olduğunu bilir de sen bilmezsen, tam bir budala durumuna düşersin!"
"Onu rahat bırak, Hermione, biraz eğlenmeyi hak etti," dedi Ron. Son iki kartı da şatonun üzerine yerleştirince, bütün deste patlayıp kaşlarım alazladı.
"Yakıştı, Ron... resmi cüppenle çok iyi gidecek."
Fred'le George gelmişlerdi. Ron ne kadar zarar gördüğünü anlamaya çalışırken, Fred'le George onlann masasına oturdu.
"Ron, Pigwidgeon'ı ödünç alabilir miyiz?" diye sordu George.
"Olmaz, şu anda bir mektup götürüyor," dedi Ron. "Niye?"
"Çünkü George onu baloya davet etmek istiyor," dedi Fred alaya bir sesle.
464

"Çünkü biz de bir mektup göndermek istiyoruz, ?e-ni koca sersem," dedi George.
"Siz ikiniz kime yazıp duruyorsunuz öyle, ha7" dedi Ron.
"Burnunu sokma Ron, yoksa onu da ben yakarım " dedi Fred, asasını tehditkâr bir şekilde sallayarak. "Ee balo için eş buldunuz mu?"
"I-ıh," dedi Ron.
"Eh, acele etseniz iyi olur, oğlum, yoksa iyi olanların hepsi kapılmış olacak," dedi Fred.
"Sen kimle gidiyorsun peki?" dedi Ron.
"Angelina," dedi Fred hemen. Sesinde en ufak bir çekinme belirtisi yoktu.
"Ne?" dedi Ron şaşırarak. "Ona sordun mu yani?"
"İyi dedin," dedi Fred. Başını çevirip ortak salonun öbür tarafına seslendi: "Hey! Angelina!"
Ateşin yanı başında Alicia Spinnet'la çene çalmakta olan Angelina ona baktı.
"Ne?" diye seslendi o da.
"Benle baloya gelmek ister misin?"
Angelina, Fred'e ölçüp biçen gözlerle baktı.
"Olur," dedi ve Alicia'ya dönüp, yüzünde hafif bir sırıtmayla, çene çalmaya devam etti.
"İşte bak," dedi Fred, Harry ile Ron'a, "çocuk oyun-cağı."
Esneyerek ayağa kalktı ve, "O halde bir okul baykuşu kullanacağız, George, hadi..." dedi.
Çıktılar. Ron kaşlanna dokunmayı bırakıp, hâlâ tut-mekte olan kâğıttan şatosunun üzerinden Harry'ye baktı
465

"Harekete geçsek iyi olacak artık... yani gidip birine sorsak. Fred haklı. Bir çift ifritle gitmek istemeyiz herhalde."
Hermione sinirden kekelemeye başladı. "Anlayamadım, bir çift... ne?"
"Şeyy - bilirsin," dedi Ron, omuz silkerek. "Yalnız giderim de, Eloise Midgen'la gitmem örneğin."
"Son zamanlarda sivilceleri çok daha iyi durumda -üstelik çok hoş birisi!"
"Burnu yüzünün ortasında değil onun," dedi Ron.
"Haa, anladım," dedi Hermione, sinirli bir halde. "Yani temelde, seni kabul edecek en güzel kızla birlikte gideceksin, isterse tahammül edilmez biri olsun, öyle mi?"
"Şeyy - evet, aşağı yukan öyle," dedi Ron.
"Ben yatmaya gidiyorum," dedi Hermione ters ters. Tek kelime daha etmeden kalkıp, kızlann yatakhanesine giden merdivene doğru hızla uzaklaştı.
*
Beauxbatons ve Durmstrang'dan gelen ziyaretçile- > ri etkilemek için bitmek tükenmek bilmez bir ar gösteren Hogvvarts çalışanları, Noel'de şatoyu mum-! kün olduğunca güzel göstermekte kararlıydılar. O yıl-» ki süslemeler Harry'nin okulda gördüğü en müthiş süslemelerdi. Mermer merdivenin tırabzanlarına erimeyen buz saçakları yapıştırılmıştı; Büyük Salon'un alışıldık on iki Noel ağacı, ışıldayan çobanpüskülü* meyvelerinden gerçek, öten, altın baykuşlara kadar! akla hayale gelebilecek her şeyle donatılmıştı. Zırhlar/
466

yanlarından biri geçtiğinde Noel şarkıları söylemek üzere büyülenmişlerdi. "Bütün İnananlar, Toplanın"ı sözlerin sadece yarısını bilen boş bir miğferden dinlemek tuhaf bir şeydi. Hademe Filch birkaç kez Peeves'i zırhın içinden çıkarmak zorunda kalmıştı. Peeves durmadan oraya saklanıp, şarkı sözlerindeki boşlukları kendi uydurduğu ve hepsi de çok kaba olan sözlerle dolduruyordu.
Ve Harry hâlâ Cho'yu baloya davet etmemişti. Hem Harry hem de Ron artık giderek tedirginleşmeye başlamışlardı, ama Harry'nin de dediği gibi, Ron partnersiz giderse onun kadar aptal durumuna düşmezdi; Harry'nin diğer şampiyonlarla birlikte dansı başlatması gerekiyordu.
"Hiç olmazsa Mızmız Myrtle var," dedi Harry kasvetle, ikinci kattaki kızlar tuvaletine dadanmış olan hayaleti kastederek.
"Harry, dişimizi sıkıp yapmalıyız," dedi Ron cuma sabahı. Sesinde sanki fethedilmez bir kaleye saldırmaktan bahsediyormuş gibi bir ton vardı. "Bu gece ortak salona döndüğümüzde, ikimiz de partner bulmuş olacağız - anlaştık mı?"
"Şeyy... tamam," dedi Harry.
Ama o gün Cho'yu ne zaman görse -önce teneffüste, sonra öğle yemeği sırasında, bir kez de Sihir Tari-hi'ne giderken- kızın çevresi arkadaşlarıyla çevriliydi. Bir yere yalnız gittiği olmaz mıydı hiç? Harry onu tuvalete giderken pusuya düşürebilir miydi acaba? Ama hayır - oraya bile dort-beş kız eşliğinde gidi)»r gibiydi.
467

Ama Harry ona gecikmeden sormazsa, mutlaka başka biri sorardı.
Snape'in Panzehir sınavında konsantre olmakta zorlandı ve bunun sonucunda kilit bileşeni -mide taşını- eklemeyi unutup çok düşük not aldı. Ama umrun-da değildi; yapmaya niyetlendiği şey için cesaretini toplamakla meşguldü. Zil çaldığında çantasını kaptı ve zindan kapısına doğru fırladı.
Ron ve Hermione'ye, "Sizinle akşam yemeğinde görüşürüz," deyip merdivenden koşa koşa çıktı.
Cho'ya gidip bir dakika Özel konuşmalarını isteyecekti, o kadar... Kalabalık koridorlarda telaşla dolaşıp onu aramaya başladı. Onu bulduğunda (beklediğinden çok daha çabuk buldu), Cho, Karanlık Sanatlara Karşı Savunma dersinden çıkıyordu.
"Şeyy - Cho? Seninle biraz konuşabilir miyim?"
Kikirdemek kanunen yasaklanmalı, diye düşündü Harry hiddetle, çünkü Cho'nün çevresindeki kızların hepsi kikirdemeye başlamıştı. Cho hariç. O, "Tamam," dedi ve Harry'yle birlikte sınıf arkadaşlarının duyamayacağı bir köşeye yürüdü.
Harry dönüp ona baktığında, midesinde sanki merdiven inerken bir adımını boşluğa atmış gibi bir düşme hissi duydu.
"Şeyy," dedi.
Soramıyordu. Yapamıyordu. Ama sormak zorundaydı. Cho şaşırmış bir halde orada durmuş, ona bakıyordu.
Harry daha dilini buna tam olarak hazırlamadan, sözcükler ağzından fırlamıştı bile.
468

"Balyabenlegermisin?"
"Pardon?" dedi Cho.
"Balo - baloya benle gitmek ister misin?" dedi Harry. Neden kızarmak zorundaydı ki şimdi? Neden?
"Ah!" dedi Cho ve o da kızardı. "Ah, Harry, çok üzgünüm." Gerçekten de öyle görünüyordu. "Başkasına söz verdim bile."
"Ah," dedi Harry.
Tuhaf bir şeydi; az önce iç organları yılan gibi kıvrım kıvrım kıvranıyordu, şimdiyse birden kendini hiç iç organı yokmuş gibi hissediyordu.
"Ha, tamam," dedi, "sorun değil."
"Gerçekten çok üzgünüm," dedi Cho yine.
"Zararı yok," dedi Harry.
Bir süre orada öylece durup birbirlerine bakakaldı-lar, sonra Cho, "Şeyy -" dedi.
"Evet," dedi Harry.
"Şeyy, hoşça kal," dedi Cho, hâlâ kıpkırmızı haldp Sonra dönüp uzaklaştı.
Harry kendine hâkim olamadan, onun arkasından seslenmişti bile.
"Kiminle gidiyorsun?"
"Ha - Cedric," dedi Cho. "Cedric Diggory."
"Ha, tamam," dedi Harry.
İç organları geri geldi. Yok oldukları sırada kurşunla doldurulmuş gibiydiler.
Akşam yemeğini tamamen unutup, ağır ağır yürüyerek Gryffindor Kulesi'ne döndü. Attığı her adımda Cho'nun sesi kulaklarında yankılanıyordu: "Cedric -
469

Cedric Diggory." Cedric'i epey sevmeye başlamıştı - onu Quidditch'te yendiğini, yakışıklı olduğunu, popüler olduğunu ve neredeyse herkesin en sevdiği şampiyon olduğunu unutmaya hazırdı. Ama şimdi birden Cedric'in aslında bir yumurta kabını dolduracak kadar beyni olmayan, işe yaramaz bir güzel çocuk olduğunun farkına varmıştı.
"Peri ışıkları," dedi Şişman Hanım'a, donuk bir sesle - parola önceki gün değiştirilmişti.
"Gerçekten de öyle, canım!" dedi Şişman Hanım titreyen bir sesle. Bir taraftan da yeni, madeni saç bandım düzeltiyordu. Öne savrulup onu içeri aldı.
Ortak salona giren Harry çevresine bakınca, Ron'un bir köşede kül rengi bir yüzle oturduğunu görüp çok şaşırdı. Ginny yanında oturuyor ve göründüğü kadarıyla onunla usul usul, yatıştırıcı bir sesle konuşuyordu.
"Ne oldu, Ron?" dedi Harry, onlara katılarak.
Ron başını kaldırıp Harry'ye baktı. Yüzünde adeta | bir dehşet ifadesi vardı.
"Niye yaptım ki?" dedi hiddetle. "Beni ne dürttü de böyle bir şey yaptım, bilmiyorum!"
"Neyi?" dedi Harry.
"O - şeyy - Fleur Delacour'u baloya davet etti," dedi Ginny. Gülmemek için kendini zor tutuyor gibiydi, ama bir yandan da Ron'un kolunu şefkatle okşuyordu.
"N'aptın, n'aptın?" dedi Harry.
"Beni ne dürttü de böyle bir şey yaptım, bilmiyorum!" dedi Ron yine bir solukta. "Ne yapmaya çalışı- J| yordum ki? İnsanlar vardı - her tarafta - çıldırmıştım -
470

herkes izliyordu! Giriş Salonu'nda onun önünden geçiyordum sadece - orada durmuş, Diggory'yle konuşuyordu - birden içimi öyle bir istek kapladı - ben de gidip ona teklif ettim!"
Ron inleyip yüzünü ellerinin arasına aldı. Hâlâ konuşuyordu, ama sözcükler zar zor anlaşılıyordu. "Bana bir sülükmüşüm falan gibi baktı. Cevap bile vermedi. Sonra - bilmiyorum - birden kendime geldim ve koşa koşa uzaklaştım."
"Onda Veela'hk var," dedi Harry. "Haklıydın - büyükannesi Veela'ymış. Senin suçun değil. Eminim tam sen oradan geçerken, Fleur, Diggory için o eski cazibe sihrine başvuruyordu, sen de sihre yakalandın - ama zaten Fleur de vaktini boşa harcıyormuş. Cedric, Cho Chang ile gidiyor."
Ron başını kaldırıp baktı.
"Demin Cho'dan benimle gelmesini istedim," dedi Harry duygusuz bir sesle, "o da bana söyledi."
Ginny'nin gülümsemesi birden silinmişti.
"Bu çılgınlık," dedi Ron. "Birini bulmayan bir tek biz kaldık - yani, Neville hariç. Hey - bil bakalım o kime sordu? Hermione!"
"Ne?" dedi Harry. Bu şaşırtıcı haber dikkatini tamamen dağıtmıştı.
"Evet, evet!" dedi Ron. Gülmeye başladı, yüzünün rengi geri gelmişti biraz. "İksirden çıktıktan sonra söyledi Neville bana! Hermione'nın ona hep iyi davrandığını, işlerinde yardım ettiğini falan - ama Hennione ona başkasına söz verdiğini söylemiş. Hah! Sanki doğ-
471

ruymuş gibi! Sadece Neville'le gitmek istemedi, o kadar... Yani, kim ister ki?"
"Gülme!" dedi Ginny, sinirli sinirli. "Gülme -"
Tam o sırada Hermione portre deliğinden içeri tırmandı.
"Siz ikiniz niye yemekte yoktunuz?" dedi, gelip onlara katılarak.
"Çünkü - kessenize gülmeyi - ikisi de baloya davet ettikleri kızlar tarafından reddedildiler!" dedi Ginny.
Harr/nin de, Ron'un da sesi kesildi.
"Çok sağ ol, Ginny," dedi Ron ekşi bir sesle.
"Güzel olanların hepsi kapıldı demek, ha Ron?" dedi Hermione mağrur bir edayla. "Eloise Midgen şimdi gözüne bayağı güzel görünmeye başladı, değil mi? Eh, eminim bir yerlerde seni isteyen birilerini bulursun."
Ama Ron şimdi Hermione'ye, sanki onu yepyeni bir açıdan görüyormuşçasına bakıyordu. "Hermione, Neville haklı - sen gerçekten de bir kızsın..."
"Aa, fark ettin demek," dedi Hermione iğneleyici bir şekilde.
"Ee - ikimizden biriyle gelebilirsin!"
"Hayır, gelemem," diye çıkıştı Hermione.
"Hadi, yapma," dedi Ron sabırsızca, "partnere ihtiyacımız var, yalnız gidersek gerçekten aptal durumuna düşeceğiz, başka herkesin partneri var..."
"Sizinle gelemem," dedi Hermione Şimdi kızarmıştı. "Çünkü zaten başkasıyla gidiyorum."
"Hayır, gitmiyorsun!" dedi Ron. "Onu sadece Ne-1. ville'den kurtulmak için söyledin!"
472

"Aa, öyle mi?" dedi Hermione. Gözleri tehlikeli tehlikeli parlıyordu. "Sırf sen benim bir kız olduğumu üç sene sonra fark ettin diye, Ron, sanma ki başkası fark etmedi!"
Ron ona bakakalmıştı. Sonra yine sırıttı.
"Tamam, tamam, senin bir kız olduğunu biliyoruz," dedi. "Oldu mu? Gelecek misin şimdi?"
"Söyledim ya!" dedi Hermione büyük bir kızgınlıkla. "Başka biriyle gidiyorum!"
Ve hızla kızların yatakhanesine doğru uzaklaştı.
"Yalan söylüyor," dedi Ron kendinden emin bir sesle, onun uzaklaşmasını izleyerek.
"Söylemiyor," dedi Ginny usulca.
"Kimle gidiyor o zaman?" dedi Ron sertçe.
"Ben söylemem, onun kendi bileceği iş," dedi Ginny.
"Tamam," dedi Ron. Şimdi adamakıllı canı sıkılmış gibi görünüyordu. "Bu iş giderek saçmalaşıyor. Ginny, sen Harry ile gidersin, ben de -"
"Gidemem," dedi Ginny. O da kıpkırmızı kesilmişti. "Ben - Neville'le gidiyorum. Hermione hayır deyince bana teklif etti, ben de düşündüm ki... şeyy... nasılsa başka türlü gidemeyeceğim, dördüncü sınıfta değilim." Fena halde üzgün görünüyordu. "Sanırım gidip akşam yemeği yesem iyi olacak," dedi, kalkıp boynu bükük bir halde portre deliğine gitti.
Ron fincan gibi gözlerle Harry'ye baktı.
"Onlara ne oldu böyle?" diye sordu.
Ama Harry tam o anda Parvati'yle Lavender'm portre deliğinden içeri girdiklerini görmüştü Harekete
geçme vakti gelmişti. |
"
473

"Burada bekle/' dedi Ron'a. Kalkıp doğruca Parva-ti'nin yanma gitti ve, "Parvati?" dedi. "Benimle baloya gelir misin?"
Parvati bir kikirdeme nöbetine tutuldu. Harry, elleri cüppesinin ceplerinde, onun kikirdemesinin dinmesini bekledi.
"Evet, olur," dedi kız sonunda ve feci şekilde kızardı.
"Teşekkürler," dedi Harry, rahatlayarak. "Lavender - sen de Ron'la gider misin?"
"O Seamus'la gidiyor," dedi Parvati. İkisi daha da beter kikirdemeye başladılar.
Harry of çekti.
"Ron'la gidecek biri geliyor mu aklına?" dedi, Ron'un duymaması için sesini alçaltarak.
"Peki ya Hermione Granger?" dedi Parvati.
"O başkasıyla gidiyor."
Parvati afalladı kaldı.
"Aaaaa - kimle?" dedi merakla.
Harry omuz silkti. "En ufak fikrim yok," dedi. "Ee, Ron ne olacak?"
"Şeyy<.." dedi Parvati ağır ağır, "sanırım kardeşimi onunla gidebilir... biliyorsun, Padma... Ravenclavv'danj İstersen ona sorarım."
"Evet, çok iyi olur," dedi Harry. "Bana haber ve misin?"
Ve bu balonun fazlaca zahmetli olduğunu düşünüpj Padma Patil'in burnunun yüzünün tam ortasında olma- i smı ümit ederek, Ron'un yanına döndü.
474

GeCeLeR
12-10-2006, 02:05 AM
YİRMİ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Noel Balosu

Dördüncü sınıflara tatil için verilen ödevler çok ağırdı, ama sömestr sonunda Harry'nin canı hiç mi hiç çalışmak istemiyordu. Noel'den bir önceki haftayı diğerleriyle birlikte eğlenebildiğince eğlenerek geçirdi. Gryffindor Kulesi neredeyse sömestrde olduğu kadar kalabalıktı. Sakinleri her zamankinden daha gürültücü oldukları için de sanki biraz küçülmüş gibi görünüyordu. Fred ve George, Kanarya Kremaları'yla büyük başarı kazanmışlardı, tatilin ilk iki gününde dört bir yanda insanlar tüy çıkarıp durdular. Ancak çok geçmeden bütün Gryffindor'lar başka birinin onlara ikram ettiği yiyeceğe, ya ortasında gizlenmiş bir Kanarya Kreması varsa diye büyük bir şüpheyle yaklaşmayı öğrendiler. George da Harry'ye bir sır vererek, Fred'le ikisinin şimdi başka bir şey üzerinde çalıştıklarım söyledi. Harry ileride Fred ile George'dan tek bir cips bile almamayı aklının bir köşesine yazdı. Dudley'yi ve Dolma-Dil Şekerlemesi'ni henüz unutmamıştı.
Artık şatoya ve onu çevreleyen araziye lapa lapa
475

kar yağıyordu. Açık mavi Beauxbatons arabası Hag-rid'in zencefilli çöreğe benzeyen kulübesinin yanında kocaman, soğuk, donmuş bir balkabağma benziyordu. Durmstrang gemisinin lomboz delikleri buzla kaplanmıştı, direk halattan dondan beyazlanmışh. Mutfaktaki ev cinleri besleyici, iç ısıtan yahniler ve lezzetli pudinglerle, kendilerini aşmışlardı. Şikâyet edecek bir şey bulabilen tek kişi Fleur Delacour'du.
Bir akşam onun arkasından Büyük Salon'dan çıkarlarken (Ron, Fleur onu görmesin diye Harry'nin ardına sinmişti), onun aksi aksi, "Çok ağğır, bütün bu 'Og-warts yemekle'i," dediğini duydular. "Resmi cüppemin içine sığğmayacağım!"
Fleur Giriş Salonu'na geçince, Hermione patladı: "Ayy, ne trajedi! Kendini bir şey sanıyor gerçekten, değil mi?"
Ron, "Hermione - baloya kiminle gidiyorsun?" dedi.
Ona bu soruyu ikide bir soruyor, gafil avlayıp cevap alırım diye umuyordu. Oysa Hermione sadece kaşlarını çatmakla yetindi ve, "Söylemiyorum," dedi, "benimle alay edersiniz."
"Şaka ediyorsun, VVeasley," dedi Malfoy arkalarından. "Bana birisinin bunu baloya ılavet ettiğini söylemiyorsun ya? Kazma dişli Bulanık'ı?"
Harry ve Ron anında geri döndüler. Hermione ise Malfoy'un omzu üzerinden birine el sallayarak, yüksek sesle, "Merhaba, Profesör Moody!" dedi.
Malfoy bembeyaz oldu, geriye doğru zıpladı, çılgın
476

gibi etrafta Moody'yi aramaya koyuldu. Oysa Moody hâlâ öğretmenler masasındaydı. Yahnisini bitiriyordu.
Hermione iğneli iğneli, "Seni işkilli, küçük dağ gelinciği," dedi Malfoy'a. O, Harry ve Ron neşeyle gülerek mermer merdiveni çıktılar.
Yan yan ona bakan Ron, birden kaşlarını çatarak, "Hermione," dedi, "dişlerin..."
"N'olmuş dişlerime?"
"Yani, farklılar... Şimdi baktım da..."
"Elbette farklılar - ömür boyu Malfoy'un bana verdiği o köpek dişleriyle mi dolaşacağım sandın?"
"Hayır, yani demek istiyorum ki, o sana büyü yapmadan önce de böyle değillerdi... Hepsi şey... düzgün ve - ve normal boyda."
Hermione birden muzip muzip güldü. Harry de durumu fark etti: Bu, hatırladığından çok daha farklı bir gülümsemeydi.
"Eh... Onları küçültmek için Madam Pomfrey'ye gittiğimde, bir ayna tuttu ve normal boylarına geldikleri zaman ona haber vermemi istedi. Ben de... bıraktım, biraz devam etsin." Gülümsemesi bütün yüzüne yayıldı. "Annemle babamın hiç hoşuna gitmeyecek Ne zamandır onları küçültmeme izin versinler diye razı etmeye çalışıyorum, onlar da tellerini takmaya devam et diyorlar. İkisi de dişçi, biliyorsunuz, dişlerle sihrin - bakın! Pigwidgeon dönmüş!"
Ron'un minik baykuşu, bacağına bağlı bir parşömen rulosuyla, buz tutmuş tırabzanların tepesinde deli gibi cıvıldıyordu. Yanından geçenler onu işaret ediyor ve gü-
477


Ilıyorlardı. Üçüncü sınıftan bir grup kız da durup, "Ah, şu küçümen baykuşa bakın! Ne şeker, değil mi?" dediler.
Ron, "Aptal, küçük, tüylü rezil!" diye tısladı. Merdivenden yukarı koşup Pigvvidgeon'ı yakaladı. "Mektup adresteki kişiye getirilir! Yolda durup gösteriş yapılmaz!"
Pigvvidgeon keyifli keyifli öttü, başı Ron'un yumruğunun içinden çıkmıştı. Üçüncü sınıftan kızlar şok geçirmiş görünüyorlardı.
"Çekilin buradan!" diye tersledi Ron onları. Bir yandan da Pigwidgeon'ı tutan elini havada sallıyordu, Pigwidgeon ise havada süzülürken daha da keyifle ötüyordu. Üçüncü sınıftaki kızlar duyguları incinmiş halde kaçışırlarken, "İşte - al şunu, Harry," dedi Ron alçak sesle. Sirius'un cevabını Pigwidgeon'ın bacağından çekip aldı. Harry mektubu cebine koydu ve üçü onu okumak için telaşla Gryffindor Kulesi'ne döndüler.
Ortak salondaki herkes tatil enerjisini atmakla meşguldü, kimsenin başkasını gözleyecek hali yoktu. Harry,,Ron ve Hermione herkesten uzağa, yavaş yavaş karla dolan karanlık bir pencerenin yanına oturdular. Harry yüksek sesle okudu:
Sevgili Harry,
Boynuzkuyruk'un yanından geçişin için tebrikler. O Kadeh'e adını her kim koyduysa, herhalde şu anda kendini pek mutlu hissetmiyördür! Ben sana bir Conjunctivi-tis laneti önerecektim, çünkü bir ejderhanın gözlen onun en zayıf noktasıdır -

478


"Krum bunu yaptı işte!" diye fısıldadı Hermione.
- ama senin yöntemin daha iyiydi, çok etkilendim.
Ama sakın rehavete kapılma, Harry. Sadece birinci görevi yerine getirdin. Seni Turnuva'ya sokanlar eğer sana zarar vermek istiyorlarsa, daha ellerine çok fırsat geçecek. Gözlerini açık tut -özellikle sözünü ettiğimiz kişi civardayken- ve bütün dikkatini beladan uzak durmak üzerinde yoğunlaştır.
Teması kesme, sıradışı olan her şeyi hâlâ öğrenmek istiyorum.
Sirius
Harry mektubu tekrar cüppesinin içine sokarken, "Moody'den farkı yok," dedi yavaşça. " 'Sürekli tetikte ol!' Sanki gözlerim kapalı, duvarlara çarpa çarpa dolaşıyorum sanırsın..."
"Ama haklı, Harry," dedi Hermione. "Önünde hâlâ iki görev var. O yumurtaya gerçekten bakmalısın, yani, ne anlama geldiğini anlamak için uğraşmalısın..."
Ron, "Yapma, Hermione, dünya kadar vakti var!" diye cevabı yapıştırdı. "Satranç oynamak ister misin, Harry?"
"Evet, tamam," dedi Harry. Sonra Hermione'nin yüzündeki ifadeyi görünce, ekledi: "Hadi ama, çevrede bunca gürültü varken nasıl konsantre olabilirim? Bunların şamatasından yumurtayı duymam bile."
Hermione, "Eh, duymazsın herhalde," diye içini çekti. O da oyunlarını izlemeye oturdu. Oyun, Ron'un,
479

iki pervasızca cesur piyonu ve çok vahşi bir fili içeren heyecanlı bir şah-mahyla sona erdi.
Harry, Noel sabahı birden uyandı. Nasıl olup da bilinç dünyasına bu kadar çabuk döndüğünü merak ederek gözlerini açtı ve karanlıkta ona bakan çok büyük, yuvarlak, yeşil gözlü bir şey gördü. Gözler öyle yakı-nındaydı ki, sanki burun buruna gibiydiler.
Harry, "Dobby!" diye haykırdı. Cinden kaçmak için öyle hızla geriye atıldı ki, az daha yataktan düşüyordu. "Yapma şöyle!"
"Dobby çok üzgün, efendim!" diye cikledi Dobby endişeyle. Uzun parmaklan ağzında, geriye doğru zıpladı. "Dobby sadece Harry Potter'a 'Mutlu Noeller' demek istedi, ona armağan getirmek istedi, efendim! Harry Potter, Dobby'ye, bazen gelip onu görebileceğim söylemişti, efendim!"
"Tamam," dedi Harry, hâlâ normalden hızlı soluk alıyordu, ama kalp atışları normale dönmüştü. "Sen -sen bir dahaki sefere beni dürtükle falan, yeter, öyle üzerime eğilme..."
Harry dört direkli yatağının perdelerini çekti, komodinden gözlüğünü aldı ve taktı. Çığlığı Ron, Se-amus, Dean ve Neville'i de uyandırmıştı. Hepsi, gözler mahmur, saçlar karmakarışık, kendi perdelerindeki aralıktan dışarıyı gözetliyorlardı.
Seamus uykulu uykulu, "Biri sana saldırıyor mu, Harry?" diye sordu.
Harry, "Hayır, sadece Dobby," diye mırıldandı.
480

"Uyumana bak sen."
"Ahha, armağanlar!" dedi Seamus. Yatağının ayakucundaki koca yığını görmüştü. Ron, Dean ve Neville de, nasıl olsa uyandıklarına göre, bir an önce armağan paketlerini açabileceklerini düşündüler. Harry yeniden Dobby'ye döndü. Dobby şimdi Harry'nin yatağının yanında tedirgin tedirgin duruyor, onu huzursuz ettiği için hâlâ üzgün görünüyordu. Çay peçetesinin üstüne bir Noel süsü bağlanmıştı.
Çekinerek, "Dobby, Harry Potter'a armağanını verebilir mi?" diye sordu.
"Elbette verebilirsin," dedi Harry. "Şey... benim de senin için bir armağanım var."
Yalandı bu; Dobby'ye hiçbir şey almamıştı, ama çabucak sandığını açıp pek yamru yumru, katlanmış bir çift çorap çıkardı. Bunlar en eski ve en berbat çoraplarıydı, hardal rengiydiler, bir vakitler Vernon Enişte'ye aittiler. Pek yamru yumru olmalarının nedeniyse, Harry'nin onlan bir yıldan uzun süredir Sinsios-kop'unu korumak için kılıf olarak kullanmasıydı. Sinsi-oskop'u çıkardı ve çorapları Dobby'ye verdi. "Kusura bakma, paket yapmayı unutmuşum..."
Ama Dobby son derece sevinmişti.
"Çoraplar Dobby'nin en çok, en çok sevdiği giysi, efendim!" dedi, birbirinden farklı çoraplarını çıkarıp Vernon Enişte'ninkileri giyerken. "Şimdi yedi çorabım var, efendim... Ama efendim..." dedi, gözleri faltaşı gibi açılarak. İyice çektiği çoraplar şimdi şortunun dibine kadar uzanıyordu. "Dükkânda bir yanlışlık yap-
481


mışlar, Harry Potter, size aynı çoraptan iki tane ver-* misler!"
Ron şimdi ambalaj kağıdıyla kaplı olan kendi yatağından uzanıp sıntarak, "Ay, ama Harry, nasıl fark etmezsin!" dedi. "Bak ne diyeceğim, Dobby - işte - şu ikisini de al, istediğin gibi karıştırırsın. İşte, kazağın da burada."
Dobby'ye az önce açtığı paketten çıkan menekşe rengi bir çift çorabı ve Mrs VVeasley'nin gönderdiği el örgüsü kazağı attı.
Dobby hayli etkilenmiş görünüyordu. "Efendi çok iyi kalpli!" diye ciyakladı, gözlerine yeniden yaşlar dolmuştu. Ron'a yerlere kadar eğilerek selam verdi. "Dobby biliyor, efendi büyük bir büyücü olmalı, çünkü Harry Potter'in en iyi arkadaşı, ama Dobby bilmiyordu ki bu kadar cömert ruhlu, asil, bencillikten uzak -"
Ron, "Sadece çorap, canım," dedi. Kulakları hafiften kızarmıştı, ama yine de pek memnun görünüyordu. "Vay canına, Harry -" o anda Harry'nin hediyesini açmıştı: Bir Chudley Cannon şapkası. "Süper!" Hemen başına geçirdi, şapka saçının rengiyle korkunç bir tezat oluşturdu.
Dobby de şimdi Harry'ye ufak bir paket uzatıyordu. İçinden ne çıksa beğenirsiniz? Çorap.
Cin sevinçle, "Dobby onları kendi yapıyor, efendim!" dedi. "Yünü kendi ücretiyle alıyor, efendim!"
Sol çorap parldk bir kırmızıydı, üzerinde süpürge desenleri vardı. Sağ çorap ise Snitch desenli ve yeşildi.
Harry, "Bunlar... bunlar gerçekten de... teşekkürler,
482

Dobby," dedi ve çorapları giyerek Dobby'nin gözlerinin yine yaşarmasına yol açtı.
"Dobby artık gitmeli, efendim," dedi Dobby, "mutfakta Noel yemeği yapmaya başladık bile!" Sonra da yatakhaneden telaşla çıkıp gitti, yanlarından geçerken Ron'a ve diğerlerine el salladı.
Harry'nin diğer armağanları Dobby'nin birbirinden farklı çoraplarından çok daha tatmin ediciydi - elbette, tek bir kâğıt mendille kendi kötü armağan rekorlarını bile kıran Dursley'lerinki hariç - Harry onların Dolma-Dil Şekerlemesi olayını hâlâ unutmadıklarını tahmin etti. Hermione, Harry'ye ingiltere ve irlanda'nın Quidditch Takımları adlı bir kitap, Ron ise tombul bir paket Tezekbombası vermişti; Sirius'tan, her kilidi açacak ve her düğümü çözecek parçalan olan çok kullanışlı bir çakı gelmişti; Hagrid'den ise Harry'nin en çok sevdiklerini içeren muazzam bir tatlı kutusu: Bertie Botts'un Bin Bir Çeşit Fasulye Şekerlemesi, Çikolatalı Kurbağalar, Droobles En İyi Balonlu Sakız ve Fışırdayan Vızvızlar. Tabii Mrs VVeasley'nin her zamanki paketi de vardı: Yeni bir kazak (yeşildi, •izerinde bir ejderha resmi vardı - Harry, Charlie'nin ona Boynuzkuyruk'u anlattığını düşündü) ve bol miktarda ev yapımı kıymalı börek.
Harry ve Ron ortak salonda Hermione ile buluştular ve kahvaltıya birlikte indiler. Sabahın çoğunu, herkesin armağanlarının keyfini çıkardığı Gryffindor Kule-si'nde geçirdiler. Sonra da nefis bir öğle yemeği için Büyük Salon'a döndüler. Yemekte en az yüz tane hindi ile
483

Noel pudingi ve yığın yığın Cribbages Büyücü Kraker-leri vardı.
Öğleden sonra dışarı çıktılar; yerde, Durmstrang ve Beauxbatons öğrencilerinin şatoya çıkarken açtıkları derin izler dışında el değmemiş bir kar örtüsü vardı. Hermione, Harry ile Weasley'lerin kartopu savaşma katılacağına, onları izlemeyi tercih etti. Saat beşte de, baloya hazırlanmak için yukan çıkacağım söyledi.
"Ne, üç saate mi ihtiyacın var?" dedi Ron, inanamayan gözlerle ona bakarak. Dikkatinin dağılmasının bedelini, George'un attığı kocaman bir kartopunun başının yanına, hızla vurmasıyla ödedi. "Kiminle gidiyorsun?" diye haykırdı Hermione'nin ardından, ama o el sallamakla yetindi, şatoya çıkan merdiveni tırmanarak gözden kayboldu.
Baloya bir de şölen dahil olduğu' için, bugün Noel çayı yoktu. Bu yüzden saat yedide, doğru dürüst nişan almak zorlaşınca, diğerleri de kartopu savaşlarını bırakıp grup halinde ortak salona gittiler. Şişman Hanım alt kattan arkadaşı Violet ile birlikte çerçevesinde oturuyordu. İkisinin de kafası iyiydi, tablonun alt tarafını boş çikolata likörü şişeleri doldurmuştu.
Ona parolayı söyledikleri zaman, "Seri kaşıkları, işte böyle!" diye kıkırdadı ve içeri girsinler diye öne savruldu.
Harry, Ron, Seamus, Dean ve Neville yatakhanede resmi cüppelerini giydiler. Hepsi de hayli rahatsız görünüyordu, hele Ron. Yüzünde yılgın bir bakışla köşedeki uzun aynada kendini gözden geçirdi. Onun cüp-
484

peşinin daha çok kız giysisine benzediği gerçeğini inkâr etmek imkânsızdı. Onu daha erkekçe gösterme yolunda umutsuz bir çabayla, yakasıyla kol ağızlarına bir Koparma Büyüsü uyguladı. İşe de yaradı, hiç değilse şimdi dantelleri kalmamıştı. Ama pek de temiz iş yapmış sayılmazdı. Hepsi birlikte aşağı inerlerken, yakayla kol ağızlarının yerleri moral bozacak şekilde iplik iplik görünüyordu hâlâ.
Dean, "Sizin ikinizin yılın en güzel kızlarını nasıl kaptığınızı anlamış değilim," diye mırıldandı Dean.
Ron kasvetle, "Hayvansı çekicilik," dedi, bir yandan da kol ağızlarından çıkmış iplikleri çekiştiriyordu.
Ortak salon tuhaf görünüyordu, her zamanki simsiyah cüppe denizinin yerini şimdi farklı renklerde giyinmiş insanlar almıştı. Parvati merdivenin altında Harry'yi bekliyordu. Gerçekten de pek güzeldi, çarpıcı pembe bir resmi cüppesi vardı. Uzun, siyah saçları altınla örülmüştü, bileklerinde altın bilezikler parıldıyor-du. Onun kikirdemediğini görünce Harry'nin içi rahatladı.
Sıkıntılı sıkıntılı, "Sen - şey - güzel görünüyorsun," dedi.
"Teşekkürler," dedi Parvati. Ron'a dönerek, "Pad-ma seninle Giriş Salonu'nda buluşacak," diye ekledi.
"Tamam," dedi Ron, çevresine bakarak. "Hermione nerede?"
Parvati omuzlarını silkti. "Öyleyse aşağı inelim mi, Harry?"
"Peki," dedi Harry, bir yandan da keşke ortak sa-
- 485

1
londa kalabüsem diye düşünüyordu. Fred portre deliğinden çıkarken yanından geçti, Harry'ye göz kırptı.
Giriş Salonu, çevrede dolanıp saat sekizde Büyü v Salon'un kapılarının açılmasını bekleyen öğrencilerle ağzına kadar doluydu. Başka binalardan partnerlerle buluşacak olanlar kalabalığın içinden yol açarak birbirlerini bulmaya çalışıyorlardı. Parvati kızkardeşi Pad-ma'yı buldu ve Harry ile Ron'un yanına getirdi.
Parlak turkuazdan giysisi içinde Parvati kadar güzel görünen Padma, "Selam," dedi. Ama Ron'un partneri olmasından pek memnun kalmışa benzemiyordu. Onu baştan aşağı süzerken, kara gözleri Ron'un resmi cüppesinin yıpranmış yakasıyla kol ağızlarına takıldı.
"Selam," dedi Ron, ona bakmayıp çevresindeki kalabalığı süzerek. "Yo, hayır..."
Harry'nin arkasına saklanmak için dizlerini biraz büktü, çünkü gümüş grisi satenden resmi cüppesiyle çok çarpıcı görünen ve Ravenclaw Quidditch kaptanı Roger Davies'in eşlik ettiği Fleur Delacour geçiyordu. Onlar gözden kaybolunca, Ron yeniden doğruldu ve kalabalığın başları üzerinden çevreye baktı.
"İyi ama nerede bu Hermione?" dedi tekrar.
Bir grup Slytherin zindandaki ortak salonlarının merdiveninden çıkıp geldi. Malfoy öndeydi; yüksek yakalı, siyah kadifeden bir resmi cüppe giymişti. Harry'nin fikrine göre, papaza benzemişti. Pansy Par-kinson, açık pembe, bol fırfırlı resmi cüppesiyle, Mal-foy'un kolunu sıkı sıkı tutuyordu. Crabbe de, Goyle da yeşil giymişti; yosun bağlamış kayalara benziyorlardı

486


ve Harry ikisinin de baloya davet edecek birini bulamadığını memnuniyetle gördü.
Meşe ön kapılar açıldı, Durmstrang öğrencileri Profesör Karkaroff la birlikte içeri girerken herkes donup onlara baktı. Grubun en önünde, yanında Harrv'nin tanımadığı mavi cüppeli, güzel bir kızla, Krum vardı. Harry onların başlarının üstünden, şatonun hemen önündeki bir bölüm çimenin peri ışıklarıyla dolu bir tür doğal mağaraya dönüştürülmüş olduğunu gördü - yani yüzlerce canlı perinin bir kısmı oraya sihirle konmuş gül fidanlarına oturmuştu, bir kısmı da Noel Baba ile rengeyiklerine ait olduğu anlaşılan heykeller üzerinde kanat çırpıyordu.
Derken Profesör McGonagall'm sesi, "Şampiyonlar buraya, lütfen!" dedi.
Parvati gülümseyerek bileziklerini düzeltti. O ve Harry, Ron ile Padma'ya "Biraz sonra görüşürüz" diyerek öne doğru yürüdüler. Sohbete dalmış kalabalık ayrılıp^ onlara yol açtı. Kırmızı ekoseden bir resmi cüppe giymiş, şapkasının kenarına da hayli çirkin bir devedikeni çelenk düzenlemesi yapmış olan Profesör McGo-nagall, onlara, herkes içeri girerken kapıların bir yanında beklemelerini söyledi. Diğer öğrenciler yerlerine oturduktan sonra, sıra halinde Büyük Salon'a gireceklerdi. Fleur Delacour ve Roger Davies kapılara en yakın veri tutmuşlardı. Davies baloya Fleur'le gelecek kadar talihli olmasına öyle şaşırmış görünüyordu ki, gözlerini ondan alamıyordu. Cedric ve Cho da Harrv'nin çok ya-kımndaydılar. Harry onlarla konuşmak zorunda kalma-
487

mak için bakışlarını kaçırdı. Gözleri Krum'un yanındaki kıza takıldı. Ağzı açık kaldı.
Bu kız, Hermione'ydi.
Ama Hermione'ye hiç benzemiyordu. Saçına bir şeyler yapmıştı; artık gür değil, düz ve parlaktı. Üstelik de onu başının arkasında büküp şık bir şekilde toplamıştı. Sırtında uçuşan, Cezayir menekşesi renginde bir resmi cüppe vardı. Duruşu da değişmişti sanki - ama belki de çoğu kez sırtında taşıdığı yirmi kadar kitap olmadığı için. Gülümsüyordu da -evet, hayli tedirgin bir şekilde- ama ön dişlerinin boyunun küçüldüğü şimdi her zamankinden daha belliydi. Harry daha önce bunu nasıl olup da fark etmediğini anlayamadı.
"Merhaba, Harry!" dedi Hermione. "Merhaba, Par-vati!"
Parvati hiç de iltifatkâr olmayan bir inanmazlık ifadesiyle Hermione'ye bakakalmıştı. Üstelik bir tek o da değil; Büyük Salon'un kapıları açılınca, Krum'un kütüphanedeki hayran tayfası yanlarından azametle yürüyüp geçerken, Hermione'ye en derin nefretleriyle dolu bakışlar yolladılar. Pansy Parkinson, Malfoy'la birlikte onun yanından geçerken ağzı açık bakakaldı. Hatta Malfoy bile ona edecek hakaret bulamadı. Buna karşılık Ron, yüzüne bile bakmadan Hermione'nin yanından geçip gitti.
Salon'da herkes yerine oturunca, Profesör McGona-gall şampiyonlara ve partnerlerine çift sıra olmalarını ve kendisini izlemelerini söyledi. Öyle yaptılar. Onlar içeri girip de Salon'un başındaki, jürinin oturduğu bü-
488

yük, yuvarlak masaya doğru yürürlerken, Büyük Sa-lon'daki herkes alkışladı.
Salon'un duvarları pırıl pırıl parıldayan gümüş buz saçaklarıyla tamamen örtülüydü, yıldızlı siyah tavan yüzlerce ökseotu ve sarmaşık çelengiyle boydan boya kaplıydı. Bina masaları ortadan kalkmıştı, onlann yerini yüz tane kadar daha küçük, fenerle aydınlanmış masa almıştı, hepsi on ikişer kişi alıyordu.
Harry tökezlememek için tüm dikkatini topladı. Parvati hayatından memnun görünüyordu; herkese gülücükler dağıtıyordu. Harry'yi öyle hızla sürüklüyordu ki, Harry kendisini, ritmini Parvati'nin ayarladığı bir gösteri köpeği gibi hissetti. Salon'un başındaki masaya yaklaşırken, Ron ve Padma gözüne çarptı. Ron kısık gözlerle Hermione'nin geçişini izliyordu. Padma somurtuyordu.
Şampiyonlar baştaki masaya yaklaşırlarken, Dumb-ledore mutlu mutlu gülümsedi. Oysa Krum ve Hermione'nin yaklaşmasını izleyen Karkaroffun yüzünde Ron'unkini çok andıran bir ifade vardı. Bu akşam büyük san yıldızlı, parlak mor bir cüppe giymiş olan Lu-do Bagman bir öğrenci coşkusuyla alkışlıyordu; her zamanki siyah saten üniformasını çıkarıp, dokumlu bir eflatun ipek tuvalet giymiş olan Madam Maxime ise kibarca ellerini çırpıyordu. Harry birden Mr Crouch'un orada olmadığını fark etti. Masadaki beşinci sandalyede Percy VVeasley oturuyordu.
Şampiyonlar ve partnerleri masaya varınca, Percy yanındaki boş sandalyeyi çekip anlamlı anlamlı
489

Harry'ye baktı. Harry onun ne demek istediğini anlayıp, yepyeni, denizci mavisi bir resmi cüppe giymiş olan Percy'nin yanına oturdu. Percy'nin yüzünde son derece kendini beğenmiş bir ifade vardı.
Daha Harry'nin bir şey sormasına fırsat kalmadan, Percy, "Terfi ettim," dedi. Sesinin tonuna bakarsanız, sanki Evrenin Tek Hâkimi seçilmiş sanırdınız. "Artık Mr Crouch'un kişisel yardımcısıyım ve burada onu temsil ediyorum."
"O niye gelmedi?" diye sordu Harry. Akşam yemeği boyunca kazan dipleri hakkında bir konferans dinlemeye hiç de hevesli değildi.
"Korkarım Mr Croüch iyi değil, hiç iyi değil. Dünya Kupası'ndan sonra bir türlü kendine gelemedi. Bunda şaşacak bir şey yok - aşırı çalışma. Eskisi kadar genç değil - ama tabii hâlâ oldukça zeki, beyni eskisi kadar iyi çalışıyor. Ama Dünya Kupası bütün Bakanlık için bir fiyaskoydu. Mr Croüch da o ev cini yüzünden, adı Blinky^ miydi neydi, muazzam bir kişisel şok geçirdi. Tabii hemen ardından ona yol verdi ama - işte, dediğim gibi, yaşı ilerliyor, bakıma ihtiyacı var ve sanırım cin gittikten sonra evde yaşadığı konforda da belirgin bir düşüş oldu. Sonra Turnuva'yı düzenlememiz gerekti, Kupa'dan sonraki dönemle uğraşmak zorunda kaldık -Skeeter denen o iğrenç kadın da çevrede vızır vızır dolanıp duruyordu - hayır, zavallı adam fazlasıyla hak ettiği, sakin bir Noel geçiriyor. Ben sadece, görevini üstlenecek güvenilir birini bulduğu için memnunum, o kadar."
490

"Ne demekmiş bu?"
"Çok belli değil mi? O, Karkaroffun öğrencisi, değil mi? Senin kimlerle takıldığını biliyor... Sadece Harry'ye yaklaşmaya çalışıyor - onun hakkında içerden bilgi almak istiyor - ya da uğursuz büyüler yapacak kadar yakınına gelmek -"
Hermione sanki Ron onu tokatlamış gibi baktı. Konuştuğunda sesi titriyordu. "Belki bilmek istersin, bana Harry hakkında tek bir şey sormadı, tek bir -"
Ron jet hızıyla kulvar değiştirdi. "Belki de yumurtasının ne demek olduğunu anlamasına yardım edersin diye umut ediyor! Herhalde o samimi, küçük kütüphane seanslarında kafa kafaya veriyordunuz -"
Hermione, öfkeden kanı beynine sıçramış halde, "Ben ona yumurtayı çözmesi için asla yardım etmezdim!" dedi. "Asla. Bunu nasıl söylersin - ben Turnuva'yi Harry'nin kazanmasını istiyorum. Harry bunu bi- ; liyor, değil mi, Harry?"
"Bunu tuhaf bir şekilde gösteriyorsun," diye pis pis' güldü Ron.
Hermione hararetle, "Bütün bu Turnuva'nın amacı, < yabancı büyücüleri tanıyıp onlarla dost olmak!" dedi.
"Hayır, değil!" diye haykırdı Ron. "Amacı, kazanmak!"
İnsanlar gözlerini dikip onlara bakmaya başlamışlardı.
"Ron," dedi Harry usulca, "Hermione'nin Krum'la gelmesinin bence hiçbir sakıncası -"
Ama Ron ona da aldırmadı.

498


"Niye gidip Vicky'yi bulmuyorsun, nerede olduğunu merak edecek," dedi.
"Ona Vicky deme!" Hermione fırlayıp ayağa kalktı, dans pistini fırtına gibi geçti, kalabalığın arasında gözden kayboldu.
Ron yüzünde kızgınlık ve memnuniyet karışımı bir ifadeyle onun gidişini izledi.
Padma ona, "Beni dansa kaldıracak mısın sen?*' diye sordu.
Hâlâ gözlerinden ateşler saçarak Hermione'nin ardından bakan Ron, "Hayır," dedi.
"İyi," diye tersledi onu Padma, sonra da gidip Par-vati ile Beauxbatons'lu çocuğa katıldı. Çocuk arkadaşlarından birinin yanlarına gelmesini öyle çabuk sağladı ki, Harry onun bir Çağırma Büyüsü kullandığına yemin edebilirdi.
Bir ses, "Hörm-ovn-nini nerdde?" diye sordu.
İki Kaymakbirası kapmış olan Krum o sırada masalarına gelmişti.
Başını kaldırıp ona bakan Ron, "Hiçbir fikrim yok," dedi inatçı inatçı. "Onu kaybettin, ha?"
Krum yeniden somurtmuştu.
"E, onu görrürsen, de ki içkiller bende," dedi ve kamburunu çıkararak uzaklaştı.
"Viktor Krum'la ahbap oldun, öyle mi, Ron?"
Percy bir anda yanlarında bitmişti, ellerini ovuşturuyor ve pek azametli görünüyordu. "Mükemmel! Bütün mesele bu işte, anlarsın ya - uluslararası sihirsel işbirliği!"
499

l
Harry, Padma'nın boş sandalyesine Percy'nin oturmasından hiç hoşnut kalmadı. Baştaki masa şimdi boşalmıştı; Profesör Dumbledore, Profesör Sprout'la dans ediyordu, Ludo Bagman da Profesör McGonagaU'la; Madam Maxime ile Hagrid ise dans pistinde vals yaparlarken öğrencilerin arasından kendilerine geniş bir yol açıyorlardı. Karkaroff ortalarda yoktu. Bir sonraki şarkı da bitince, herkes yine alkışladı. Harry, Ludo Bagman'in Profesör McGonagall'ın elini öptüğünü ve kalabalığa karıştığını gördü. Tam o anda Fred'le George onun yanına yanaştılar.
"Üst kademe Bakanlık üyelerini sinirlendirerek ne yapaklarını sanıyorlar?" diye tısladı Percy. Fred ve Ge-orge'u şüpheyle süzüyordu. "Saygı diye bir şey yok..."
Ancak Ludo Bagman, Fred ve George'u çabucak başından attı ve Harry'yi görünce el sallayarak masalarına geldi.
"Umarım kardeşlerim sizi rahatsız etmiyorlardı, Mr Bagman?" dedi Percy hemen.
"Ne? Yok canım, ilgisi yok!" dedi Bagman. "Hayır, bana o sahte asalan hakkında bir şeyler daha anlattılar. Pazarlama konusunda tavsiye verir miyim diye merak ediyorlarmış. Onları Zonko'nun Şaka Dükkânı'ndaki bazı tanıdıklarımla temasa geçirmeye söz verdim..."
Percy bundan hiç memnun kalmadı. Harry onun | eve gider gitmez Mrs VVeasley'ye koşup olanları anlatacağı konusunda bahse girebilirdi. İcatlarını halka sat- \ mak istediklerine göre, Fred ve George'un planlan da-» ha da ciddi bir hal almıştı besbelli.

500


Bagman, Harry'ye bir şey sormak için ağzını açtı, ama Percy onun dikkatini çeldi. "Turnuva nasıl gidiyor sizce, Mr Bagman? Bizim dairemiz durumdan hayli memnun - Ateş Kadehi pürüzü" -Harry'ye bir baktı-"biraz talihsizlikti tabii, ama o andan beri her şey yolunda gidiyor, değil mi?"
"Ya, evet," dedi Bagman neşeyle. "Çok eğlenceli. İhtiyar Barty ne yapıyor? Gelememesi ne yazık."
Percy kendini beğenmiş bir tavırla, "Ah, eminim ki Mr Crouch kısa sürede ayağa kalkar," dedi, "ama bu arada ben işleri üstlenmeye hazırım, hem de tam anlamıyla. Sadece balolara gitmek değil tabii -" havai bir edayla güldü - "yo, hayır, onun yokluğunda birikmiş her şeyle ilgilenmek zorunda kaldım. Ali Beşir'in bir parti uçan halıyı ülkeye kaçak olarak sokmaya çalışırken yakalandığını duymuşsunuzdur herhalde. Bir de, Uluslararası Düello Yasağı'ru imzalasınlar diye Transilvanyahlan ikna etmeye çalışıyoruz. Yeni yılda onların Sihirsel İşbirliği Daire Başkanları'yla bir toplantım var -"
Ron, Harry'ye, "Hadi çıkıp yürüyelim," diye mırıldandı, "Percy'den uzaklaşahm..."
Harry ve Ron içki almak istedikleri bahanesiyle masayı terk edip, dans pistinin yanından geçerek Giriş Sa-lonu'na süzüldüler. Ön kapılar açıktı, onlar ön merdivenden inerken, gül bahçesindeki titreşen peri ışıkları göz kırpıp ışıldıyordu. Aşağıda kendilerini çalılar, dolambaçlı, dekoratif patikalar ve büyük, taş heykellerle çevrilmiş buldular. Harry bir su şıpırtısı duydu, fıskiyeye benziyordu. İnsanlar orada burada oyma banklara
501

oturmuşlardı. O ve Ron gül fidanlarının içinden geçen dolambaçlı patikalardan birinde yürümeye koyuldular, ama henüz biraz girmişlerdi ki, tanıdık ve nahoş bir ses duydular.
"... telaşlanacak ne var anlamıyorum, Igor."
"Severus, bunlar olmuyormuş gibi davranamazsın!" Karkaroffun sesi endişeli ve kısıktı, sanki duyulmak istemiyormuş gibi. "Birkaç aydır gitgide daha açık bir hale geliyor. Ben ciddi olarak kaygılanıyorum, bunu inkâr edemem -"
"Kaç öyleyse," dedi Snape'in sesi, ters ters. "Kaç -ben senin yerine mazeret beyan ederim. Ama ben Hog-vvarts'ta kalıyorum."
Snape ve Karkarotf köşeden çıktılar. Snape asasını çıkarmış, onunla gül fidanlarını parçalıyordu, yüzünde çok huysuz bir ifade vardı. Fidanların çoğundan ayaklamalar geliyordu ve aralarından karanlık siluetler fırlıyordu.
"Hufflepufftan on puan, Fawcett!" diye hırladı Snapje, bir kız koşarak yanından geçerken. Kızın arkasından koşan oğlana da, "Ye Ravenclaw'dan da on puan, Stebbins!" dedi. "Ya siz ikiniz ne yapıyorsunuz?"; dedi, ileride yürüyen Harry ve Ron'u görünce. Harry, Karkaroffun onları orada görünce biraz bozulduğunu fark etti. Karkaroffun eli sinirli b:r şekilde keçi sakalına gitti, sakalı parmağına dolay ip bükmeye koyuldu.
Ron kısaca, "Yürüyoruz,' ded; Snape'e. "Yasaya aykırı değil herhalde."
vurümeve di'vam edin!" dive hıı
Snape, "Öyleys

502


ladı. Sonra da kara pelerini arkasında dalgalanarak, sürtünürcesine yanlarından geçti. Karkaroff onun peşi sıra koşturdu. Harry ve Ron patikada yürümeye devam ettiler.
Ron, "Karkaroff niye kaygılanmış öyle?" diye mırıldandı.
Harry ağır ağır, "Ve Snape'le ikisi ne vakittir birbirlerine adlarıyla hitap ediyorlar?" dedi.
Şimdi büyük, taştan bir rengeyiğine varmışlardı, onun üstünden yüksek bir fıskiyenin ışıldayan sularını görebiliyorlardı. Taş bankta, mehtapta suyu izleyen iki muazzam kişinin siluetleri göze çarpıyordu. Ve sonra Harry, Hagrid'in sesini duydu.
"Seni gördüğüm anda anladım," diyordu, tuhaf bir şekilde kısık bir sesle.
Harry ve Ron donakaldılar. Durum paldır küldür yanlarına gitmeye hiç de uygun gibi görünmüyordu... Harry çevreye, gerideki patikaya baktı ve Fleur Delaco-ur ile Roger Davies'in yakındaki bir gül fidanıyla yarı gizlenmiş halde ayakta durduklarını gördü. Ron'un omzuna dokunup başıyla onları işaret etti. Onlar farkına varmadan kolayca oradan sıvışabileceklerini ima ediyordu (Fleur ve Davies, Harry'ye çok meşgul görünmüşlerdi), ama Fleur'ü görünce gözleri dehşetle açılan Ron şiddetle başını salladı, sonra da Harry'yi rengeyiği-nin arkasına, gölgelerin iyice içine doğru çekti.
Madam Maxime, alçak sesinde bir mırlama tmısıy-la, "Neyi anladın, 'Agrid?" diye sordu.
Harry kesinlikle bunları dinlemek istemiyordu.
503

Hagrid'in böyle bir durumda söylediklerinin duyulmasından nefret edeceğini biliyordu (kendisi olsa, kesinlikle ederdi) - mümkün olsa parmaklarını kulaklarına tıkar ve yüksek sesle bir şarkı mırıldanırdı, ama buna imkân yoktu. Bunun yerine, taştan rengeyiğinin sırtında sürünen bir böcekle ilgilenmeye çalıştı, ama ne yazık ki böcek Hagrid'in o anda söylediklerini duymamasını sağlayacak kadar ilginç değildi.
."Anladım işte... benim gibi olduğunu anladım... Annen miydi, baban mı?"
"Ben - ben ne demek istediğini anlamıyo'um, 'Ag-rid..."
Hagrid usulca, "Benim annemdi," dedi. "İngiltere'de en sona kalanlardan biriydi. Tabii, çok hatırlamıyorum onu... Gitti, anlıyorsun ya? Ben üç yaşında falanken. Pek anaç biri değildi. Eh... doğalarında yok, ha? Ona ne oldu, bilmiyorum... Ölmüş de olabilir..."
Madam Maxime bir şey demedi. Ve Harry onca gayretine rağmen gözlerini böcekten ayırdı, rengeyiğinin boynuzlarının üstünden bakarak dinlemeye koyuldu... Daha önce Hagrid'in çocukluğundan söz ettiğini hiç duymamıştı.
"O gidince babamın kalbi kırıldı. Küçücük bir adamdı, babam. Daha ben alta yaşındayken, ne zaman tepemi attırsa onu yakaladığım gibi konsolun üstüne koyuverirdim. Onu güldürürdüm..." Hagrid'in sesi çatlak çatlak oldu. Madam Maxime kıpırdamadan dinliyor, görünürde gümüşi fıskiyeye bakıyordu. "Beni babam büyüttü... ama ben okula başlayınca öldü, tabii.
504

Ondan sonra kendi başımın çaresine baktım işte. Bak, Dumbledore'un da çok yardımı oldu. Bana çok iyi davrandı, o..."
Hagrid koca bir benekli, ipek mendil çıkarıp gürültüyle burnunu sildi. "İşte... neyse... benden konuştuğumuz yeter. Ya sen? Seninki hangi taraftandı?"
Ama Madam Maxime birden ayağa kalktı.
"Hava söğüdü," dedi - ama hava ne kadar soğusa da, onun sesi kadar soğuk olamazdı. "Sanırım içeri gireceğim."
"Ne?" dedi Hagrid afallamış halde. "Hayır, gitme! Ben - ben daha önce başka birine hiç rastlamamıştım!"
Madam Maxime buz gibi bir ses tonuyla, "Başşka ne, tam ola'ak?" dedi.
Harry, Hagrid'e en iyisinin cevap vermemek olduğunu söyleyebilirdi. Orada, gölgede durup dişlerini sıktı ve hiç umut olmadığı halde onun cevap vermemesini diledi - faydası olmadı tabii.
"Başka bir yarı-dev, tabii!" dedi Hagrid.
Madam Maxime, "Ne cü'et!" diye haykırdı. Sesi sakin gecede bir sis borusu gibi patladı. Harry arkalarından, Fleur ve Roger'ın gizlendikleri gül fidanının oradan bir düşme sesi duydu. "Hayatımda kimse bana böyle haka'et etmedi! Ya'ı-dev, ha! Moi? Benim - benim kemikle'im iri!"
Öfkeyle uzaklaşıp gitti. O, çalıları kızgınlıkla iki yana itip geçerken, ardından rengârenk, koca peri kümeleri havalandı. Hagrid hâlâ bankta oturuyor, onun arkasından bakıyordu. Hava, yüzünün ifadesini çıkarama-
505

t
yacakları kadar karanlıktı. Sonra, bir dakika kadar geçince, ayağa kalktı, yürüyüp gitti. Ama şatoya dönmedi, kendi kulübesi yönünde karanlık araziye daldı.
"Hadi," dedi Harry, çok usulca Ron'a. "Gidelim..."
Ama Ron yerinden kıpırdamadı.
Harry ona bakarak, "Ne var?" diye sordu.
Ron, Harry'ye baktı, yüzünde gerçekten çok ciddi bir ifade vardı.
"Sen biliyor muydun?" diye fısıldadı. "Hagrid'in yarı-dev olduğunu?"
"Hayır," dedi Harry, omuz silkerek. "N'olmuş?"
Ron'un ona bakışından, bir kez daha büyücüler dünyası konusundaki cehaletini gösterdiğini anladı hemen. Dursley'ler tarafından yetiştirildiği için, büyücülerin olduğu gibi kabul ettikleri birçok şey Harry'ye şaşırtıcı bir açıklama gibi gelebiliyordu. Gerçi bu sürprizler okuldaki her yılla birlikte daha da azalmıştı, ama şimdi çoğu büyücünün, arkadaşlarının annesinin dev olduğunu öğrenince "N'olmuş?" demeyeceklerini anlıyordu.
"İçeride açıklarım," dedi Ron alçak sesle. "Hadi..."
Reur ve Roger Davies yok olmuşlardı, belki de daha özel bir çalı kümesine girmişlerdi. Harry ve Ron, Büyük Salon'a döndüler. Parvati ve Padma şimdi uzaktaki bir masada Beauxbatons'dan bir sürü oğlanla birlikte oturuyorlardı. Hermione de yine Krum'la dans ediyordu. Harry ve Ron dans pistinden çok uzakta bir masaya oturdular.
Harry, "Ee?" diye sordu Ron'a, "Devlerin nesi varmış?"

506


"Eh, işte, onlar... onlar..." Ron kelime bulmak için çırpındı, "hoş değiller işte," dedi sonunda acemice.
"Kime ne?" dedi Harry. "Hagrid'in bir şeyi yok!"
"Olmadığını biliyorum ama... Vay canına, onun için saklıyormuş," dedi Ron, başını sallayarak. "Ben de hep çocukken falan kötü bir Devleştirme Büyüsü'nün önüne çıktı sanıyordum. Sözünü etmek istemedi..."
"Ee, annesi devse ne olacak?" diye sordu Harry.
"Eh... onu tanıyanlar aldırmaz, çünkü tehlikeli olmadığını bilirler," dedi Ron yavaşça. "Ama... Harry, kötüdür onlar, devler yani. Hagrid'in dediği gibi, doğalarında var, ifritlerden farksızdırlar... öldürmeyi severler işte, herkes bilir bunu. Gerçi ingiltere'de onlardan hiç kalmadı ya."
"N'oldu onlara?"
"Eh, zaten ölüp gidiyorlardı, sonra da Seherbaz'lar bir sürüsünü öldürdü. Ama İngiltere dışında devler varmış diyorlar... Daha çok dağlarda saklanırlar..."
Harry, yüzünde çok karanlık bir ifadeyle jüri masasında tek başına oturan Madam Maxime'e .bakarak, "Maxime kimi kandırdığını sanıyor, bilmem," dedi. "Eğer Hagrid yarı-devse, o da kesinlikle öyle. İn ke-mikmiş... Kemikleri ondan iri olan tek şey dinozordur."
Harry ve Ron balonun geri kalanını kendi köşelerinde oturup devler hakkında konuşarak geçirdiler. İkisinin de canı dans etmek istemiyordu. Harry, Cho'yla Cedric'e fazla bakmamaya çalıştı; yoksa içinden bir şeyleri tekmelemek yolunda kuvvetli bir arzu yükseliyordu.
507

Gece yarısı Acayip Kızkardeşler çalmayı bırakınca, herkes onlan son bir kez gürültüyle alkışladı ve yavaş yavaş Giriş Salonu'na doğru gitmeye koyuldu. Birçok kişi keşke balo daha uzun sürseydl diyordu, ama Harry yatmaya gideceği için son derece memnundu. Ona göre, akşam pek eğlenceli geçmemişti.
Harry ve Ron dışarıda, Giriş Salonu'nda, Krum, Durmstrang gemisine dönmeden önce Hermione'nin ona iyi geceler dilediğini gördüler. Hermione, Ron'a buz gibi bir bakış attı ve konuşmadan onun yanından geçip mermer merdivenden yukarı çıktı. Harry ve Ron onu izlediler ama, Harry merdivenin yarısına gelmişken, birinin ona seslendiğini duydu.
"Hey-Harry!"
Seslenen Cedric Diggöry'ydi. Harry aşağıdaki Giriş Salonu'nda Cho'nun onu beklediğini gördü.
"Evet?" dedi Harry soğuk soğuk, Cedric merdivenden yukarı, ona doğru koşarken.
Cedric, sanki söyleyeceği her neyse, onu Ron'un önünde^ söylemek istemez gibiydi. Aksi bir tavır takınan Ron omuzlarını silkti ve merdivenden yukarı çıkmaya devam etti.
"Dinle..." Ron gözden kaybolurken Cedric sesini al-çalttı. "Bana ejderhaları söylediğin için sana borcum var. Altın yumurta var ya? Seninki de açınca bağınyor mu?'?
"Evet," dedi Harry.
"Şey... banyo yap, tamam mı?"
"Ne?"
508

"Banyo yap ve - ee - yumurtayı da yanına al ve -ee - sıcak suya sok biraz. Sanırım faydası olacak... güven bana."
Harry ona bakakaldı.
"Bak ne diyeceğim," dedi Cedric. "Sınıf Başkanları'nın banyosunu kullan. Beşinci kattaki Bozum Olmuş Boris heykelinin soluna doğru dördüncü kapı. Parolası Çam ferahlığı. Gitmem gerek... iyi geceler demek istiyorum-"
Harry'ye sınttı ve telaşla merdivenden aşağı, Cho'nun yanına indi.
Harry tek başına Gryffindor Kulesi'ne yürüdü. Çok tuhaf bir tavsiyeydi bu. Çığlık atan bir yumurtanın ne dediğini anlamasına bir banyonun ne yararı olacaktı ki? Cedric onunla kafa mı buluyordu? Harry'nin kendini aptal yerine koymasını mı istiyordu? Cho ikisini mukayese edip Cedric'i daha çok beğensin diye?
Şişman Hamm'la arkadaşı Vi portre deliğinin üstündeki tabloda kestiriyorlardı. Harry onlar uyanana kadar "Peri ışıklan!" diye feryat etmek zorunda kaldı, uyanınca da çok kızdılar. Harry ortak salona tırmandığında, Ron ve Hermione'nin fena halde kapıştığını gördü. Birbirlerinden üç metre uzakta durmuşlar, ikisinin de yüzü kıpkırmızı, böğürerek kavga ediyorlardı.
"Eh, madem hoşuna gitmiyor, çözümün ne olduğunu biliyorsun, değil mi?" diye haykırdı Hermione. Saçının şık topuzu dağılmaya başlamıştı, yüzü öfkeyle kasılmıştı.
"Ya, öyle mi?" diye feryat etti Ron. "Neymiş peki?"
509

l
İ
"Bir daha balo olduğunda, beni başkası çağırmadan sen çağır. Son çare gözüyle bakma!"
Hermione hızla dönüp kızların yatakhanesine çıkan merdiveni fırtına gibi tırmanırken, Ron sudan çıkmış bir süs balığı gibi ağzını sessizce açıp kapadı. Sonra da dönüp Harry'ye baktı.
Başına yıldırım düşmüş gibi, "Eh," dedi tükürürce-sine, "eh - bu da gösteriyor ki - meselenin özünü atlıyor-"
Harry hiçbir şey söylemedi. Ron'la barıştığı için öyle memnundu ki, düşündüklerini dile getirmek istemiyordu - ama nedense Hermione'nin meselenin özünü Ron'dan çok daha iyi anladığı fikrindeydi.
510

GeCeLeR
12-10-2006, 02:05 AM
YİRMİ DÖRDÜNCÜ BOLUM
Rüa Skeeter'ın Atlatma Haberi

Noel'in ertesi günü herkes geç kalktı. Gryffindor ortak salonu son zamanlarda olduğundan çok daha sessizdi; odadaki tembel sohbetler sık sık esnemelerle bölünüyordu. Hermione'nin saçı yine gürleşip kıvırcıklaş-mıştı; Harry'ye balo için bol miktarda Şıpşık Saç İksiri kullandığını itiraf etti. "Ama çok zahmetli, her gün uğraşılmaz," dedi kayıtsız bir sesle, mırıl mırıl mırlayan Crookshanks'in kulaklarının arkasını kaşıyarak.
Ron ve Hermione tartışmaları hakkında konuşmamak üzerine gizli bir anlaşmaya varmış gibiydiler. Birbirlerine çok iyi davranıyorlardı, ama tuhaf bir şekilde de resmiydiler. Ron ve Harry, Madam Maxime'le Hag-rid arasında geçen, kulak misafiri oldukları konuşmayı hiç vakit kaybetmeden Hermiöne'ye anlattılar. Ancak Hermione, Ron'un aksine, Hagrid'in bir yarı-dev olduğu haberini hiç şaşırtıcı bulmadı,
"Eh, öyle olmalı diye düşünmüştüm zaten," dedi omuz silkerek. "Safkan dev olamayacağım biliyordum, onlar yedi metre falan oluyorlar çünkü. Ama cidden,
511

nedir bu devler hakkındaki isteri? Hepsi de korkunç olamaz ya... İnsanların ********lara karşı besledikleri önyargıyla hemen hemen aynı bu... Bağnazlık, değil mi?"
Ron buna sert bir cevap vermekten çok hoşlanacak-mış gibi görünüyordu, ama belki de yine çıngar çıkmasını istemiyordu. Hermione'nin bakmadığı bir anda başını inanamıyormuş gibi iki yana sallamakla yetindi.
Tatilin ilk haftası boyunca ihmal ettikleri ödevlerini düşünme vakti gelmişti. Noel geride kaldığı için herkesin oldukça cansız bir hali vardı - yani Harry hariç herkesin. O (bir kez daha) tedirginleşmeye başlamıştı.
Mesele, Noel'in bu tarafından bakınca 24 Şubat'm çok daha yakın görünmesiydi. Altın yumurtadaki ipucunu çözme konusunda hâlâ hiçbir şey yapmamıştı. Bu yüzden, yatakhaneye her gidişinde yumurtayı sandıktan çıkarıp açmaya ve belki bu defa bir şey ifade eder diye dikkatle dinlemeye başlamıştı. Sesin ona otuz tane müzikli testere dışında neyi hatırlattığını bulmak için yanıp tutuşuyordu, ama daha önce hiç böyle bir şey duymamıştı. Yumurtayı kapadı, deli gibi salladı ve yeniden açıp sesin değişip değişmediğine baktı, ama değişmemişti. Yumurtaya sorular sormayı deneyip, çığlığın içinde sesi duyulsun diye haykırdı durdu, ama hiçbir şey olmadı. Hatta yumurtayı odanın karşı duvarına fırlattı - ama bunun pek işe yaramasını beklemiyordu zaten.
Harry, Cedric'in verdiği ipucunu unutmamıştı, ama şimdi Cedric'e karşı pek de sıcak duygular beslemediği
512

için, mümkünse onun yardımını almamaya niyetliydi. Ayrıca, Cedric gerçekten de yardım etmek istese çok daha anlaşılır bir tavsiyede bulunurdu, diye düşünüyordu. O, yani Harry, Cedric'e birinci görevde onları tam olarak neyin beklediğini söylemişti - Cedric'in borcunu hakkıyla ödemekten anladığı ise, Harry'ye gidip banyo yapmasını söylemek olmuştu. Aman, öyle yarım yamalak türden bir yardıma ihtiyacı yoktu - hele koridorlarda sürekli Cho'yla el ele dolaşan birinin yardımına, hiç. Böylece yeni sömestrin ilk günü geldi ve Harry derslere başladı. Ama artık kitaplarının, parşömeninin ve tüy kalemlerinin yanı sıra, midesinde bir yere oturmuş olan yumurta kaygısını da nereye gitse beraberinde götürüyordu.
Arazi hâlâ kalın bir kar tabakasıyla kaplıydı, sera pencereleri öyle buğulanmıştı ki, Bitkibilim'de dışarısını göremiyorlardı. Kimse bu havada Sihirli Yaratıkların Bakımı'nı dört gözle beklemiyordu. Gerçi, Ron'un da dediği gibi, Keleker'ler büyük ihtimalle onları sıcak tutardı - ya onları kovalayarak, ya da büyük bir güçle patlayıp Hagrid'in kulübesini tutuşturarak.
Ancak Hagrid'in kulübesine vardıklarında, kapının önünde kısa kesilmiş gri saçlı ve çok çıkık çeneli, yaşlı bir cadı buldular.
"Haydi, acele edin, zil çalalı beş dakika oldu," diye bağırdı cadı, karın içinde ona doğru ilerlemeye çabalayan öğrencilere.
"Sen kimsin?" dedi Ron, ona bakarak. "Hagrid nerede?"
513

"Adım Profesör Grubbly-Plank," dedi cadı, canlı bir sesle. "Geçici olarak Sihirli Yaratıkların Bakımı dersinin öğretmeniyim."
"Hagrid nerede?" diye yüksek sesle tekrar etti Harry.
"Rahatsız," dedi Profesör Grubbly-Plank kısaca.
Harr/nin kulaklarına yumuşak ve nahoş bir kahkaha geldi. Arkasına döndü; Draco Malfoy ve diğer Slytherin'ler gelmişti. Hepsi neşeli görünüyordu ve hiçbiri de Profesör Grubbly-Plank'i orada bulduğu için şaşırmışa benzemiyordu.
Profesör Grubbly-Plank, "Bu taraftan, lütfen," dedi ve devasa Beauxbatons atlarının tir tir titrediği padokun yanından yürümeye koyuldu. Harry, Ron ve Hermione onun peşinden gittiler, sık sık omuzlanrun üzerinden Hagrid'in kulübesine bakıyorlardı. Bütün perdeler çeki- ;, liydi. Hagrid orada, yalnız ve hasta mıydı acaba?
"Hagrid'in nesi var?" dedi Harry, Profesör Grubbly-Plank'e yetişmek için hızlanarak.
"Merak etme sen," dedi Profesör, Harry'nin burnunu soktuğunu düşünüyormuş gibi bir tavırla.
1
"Ama ediyorum," dedi Harry hararetle. "Ne oldu ona?"
Profesör Grubbly-Plank onu duymamış numarası yaptı. Beauxbatons atlarının soğuğa karşı birbirlerine sokulmuş halde durdukları padoku geçip, Orman'ın kıyısına doğru ilerlediler. Orada bir ağaca bağlanmış halde, büyük ve güzel bir tek boynuzlu at duruyordu.
Tek boynuzlu atı görünce kızların çoğundan "pooo-sesleri yükseldi.
OO!

514


"Ay, ne kadar güzel!" diye fısıldadı Lavender Brown. "Nereden buldu onu acaba? Çok zor yakalanıyorlar diye duymuştum!"
Tek boynuzlu at öyle parlak beyazdı ki, çevresindeki karın gri gibi görünmesine neden oluyordu. Altın toynaklarıyla yeri eşeliyor, boynuzlu kafasını geri atıp duruyordu.
"Erkekler, geri durun!" diye bağırdı Profesör Grubbly-Plank, kolunu Harry'nin önüne uzatıp onu sertçe durdurarak. "Kadın dokunuşunu tercih eder tek boynuzlu atlar. Kızlar öne. Dikkatlice yaklaşın, haydi, yavaş yavaş..."
O ve kızlar tek boynuzlu ata doğru ağır a*ğır ilerlediler, erkeklerse padok çitinin yanında durup izlediler.
Profesör Grubbly-Plank işitme menzilinden çıkar çıkmaz, Harry, Ron'a döndü. "Sence ne oldu Hagrid'e? Sakın bir Keleker falan -?"
"Hayır, Potter, merak ettiğin buysa, saldırıya uğramadı," dedi Malfoy yumuşak bir sesle. "Hayır, sadece o koca, çirkin suratını göstermeye utanıyor."
"Ne demek istiyorsun?" dedi Harry ters ters.
Malfoy elini cüppesinin cebine sokup, katlanmış bir gazete kupürü çıkardı.
O pis pis sırıtadursun, Harry gazete kâğıdını kaptı, açtı ve okudu. Ron, Seamus, Dean ve Neville de omzunun üstünden okuyorlardı. Bu, tepesinde Hagrid'in son derece kuşku verici görünümlü bir fotoğrafı bulunan bir yazıydı.
515

DUMBLEDORE'UN DEV HATASI
Hogıvarts Cadılık ve Büyücülük Okulu'nun egzant-rik Müdürü Albus Dumbledore tartışmalı öğretmenlere iş vermekten hiçbir zaman çekinmemiştir, diye yazıyor Özel Muhabirimiz Rita Skeeter. Geçtiğimiz eylül ayında, asa çekmeye düşkünlüğüyle ünlü eski Seherbaz Alastor "Deli-Göz" Moody'yi, Karanlık Sanatlara Karşı Savunma öğretmeni olarak işe almıştı. Moody'nin civarda ani bir harekette bulunan herkese saldırma huyu çok iyi bilindiğinden, bu karar Sihir Bakanlığı'nda birçok kaşın kalkmasına neden olmuştu. Ancak Deli-Göz Mpody, Dumbledore'un Sihirli Yaratıkların Bakımı dersi için görevlendirdiği kısmi-insanla karşılaştırıldığında, sorumluluk sahibi ve nazik kalıyor.
Üçüncü yılında Hogıvarts'tan atıldığını itiraf eden Rubeus Hagrid, o zamandan beri, Dumbledore'un kendisine verdiği okul bekçiliği görevinin keyfini sürüyordu. Ancak geçen yıl Hagrid, Müdür üzerindeki esrarengiz etkisini kullanarak, bu iş için çok daha uygun adayların önünde, Sihirli Yaratıkların Bakımı dersinin öğretmenliğine yerleşti.
Kaygı verecek derecede iri ve vahşi görünümlü bir adam olan Hagrid, bu yeni yetkisini, soru,mluluğundaki öğrencileri bir dizi dehşet verici yaratıkla korkutmada kullanıyor. Dumbledore olanları görmezden gelirken, Hagrid çoğunun "çok korkutucu" bulduğu derslerde birçok öğrenciyi sakatladı.
"Ben bir Hipogrifin saldırısına uğradım, arkadaşım Vincent Crabbe'yi ise bir Pıtırkurt ısırdı," diyor dördün-
516

cü sınıf öğrencisi Draco Malfoy. "Hepimiz Hagrid'den nefret ediyoruz, ama korktuğumuz için bir şey diyemiyoruz."
öte yandan, Hagrid göz korkutma kampanyasına son vermeye niyetli görünmüyor. Geçen ay bir Gelecek Postası muhabirinin onunla yaptığı söyleşide, "Patlar-Uçlu Keleker'ler" olarak adlandırdığı yeni bir tür ürettiğini itiraf etti. Bu tür, ateş yengeçleriyle insan başlı, aslan gövdeli ve akrep kuyruklu mantikorların tehlikeli bir kırması. Yeni sihirli yaratık türlerinin yaratılması, Sihirli Yaratıkların Düzenlenmesi ve Denetimi Dairesi tarafından sıkı gözetim altında tutulan bir faaliyet, elbette. Ancak Hagrid kendini böyle önemsiz (!) kısıtlamaların üstünde görüyor.
"Sadece biraz eğleniyordum," diyor, alelacele konuyu değiştirmeden önce.
Bu yetmezmiş gibi, Gelecek Postası şimdi de Hag-rid'in -her zaman öyleymiş numarası yapmasına karşın-safkan bir büyücü olmadığına ilişkin deliller ortaya çıkarmış bulunuyor. Hatta Hagrid saf insan bile değil. Herkesten önce duyuruyoruz: Hagrid'in annesi, şu anda nerede olduğu bilinmeyen, Fridıvulfa adındaki devden başkası değil.
Gözünü kan bürümüş, zalim varlıklar olan devler geçen yüzyılda kendi aralarında savaşarak nesillerini tükenme noktasına getirdiler. Arta kalan birkaç dev Adı Anılmaması Gereken Kişiye katıldı ve onun korku dolu saltanatının gelmiş geçmiş en berbat kitlesel Muggle katliamlarından bazılarını gerçekleştirdi.
517

İ
Adı Anılmaması Gereken Kişi'ye hizmet eden devlerin büyük bir bölümü Karanlık yana karşı savaşan Se-herbaz'lar tarafından öldürülse de, Fridıvulfa bunlardan biri değildi. Kaçıp, hâlâ yabancı dağlık alanlarda yaşayan dev toplumlarından birine katılmış olması mümkün. Ancak Sihirli Yaratıkların Bakımı dersindeki tuhaf davranışlarına bakılırsa, Fridwulfa'nın oğlu da annesinin zalim doğasını miras almış gibi görünüyor.
Kaderin tuhaf bir cilvesi sonucu, Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen'in düşüşüne yol açan -ve böylece bütün Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen destekçileri gibi Hagrid'in annesinin, de kaçıp saklanmasına neden olan- çocuk ile Hagrid arasında yakın bir arkadaşlık olduğu söyleniyor. Belki Harry Potter iri arkadaşı hakkındaki bu tatsız gerçekten haberdar değildir, ama Albus Dumbledore'un hem Harry Potter'ı, hem de diğer öğrencileri, kısmi-devlerle ilişkide bulunmanın tehlikeleri konusunda uyarmakla görevli olduğu kesin.
Harry okumayı bitirdi ve başını kaldırıp Ron'a baktı. Ron'un ağzı bir kanş açıktı.
"Nereden öğrenmiş ki?" diye fısıldadı.
Ama Harry'yi rahatsız eden şey bu değildi.
"Ne demek 'Hepimiz Hagrid'den nefret ediyoruz'?" diye çıkışa Malfo/a. "Peki onun" -parmağıyla Crabbe'yi işaret etti- "hakkındaki bu saçmalık da ne, yok Pıtırkurt ısırmış falan? Pıurkurt'ların dişleri bile yok!"
Crabbe kıs kıs gülüyordu, belli ki halinden çok memnundu.

518


"Eh, sanırım bu durum o angutun öğretmenlik kariyerine noktayı koyar," dedi Malfoy, gözleri parıldaya-rak. "Yarı-dev demek... ben de sanıyordum ki küçükken bir şişe İske-Büy falan yuttu... Annelerle babaların hiç hoşuna gitmeyecek bu... Çocuklarım yer diye endişelenecekler, ha, ha..."
"Seni-"
"Oradakiler, buraya dikkat ediyor musunuz?"
Seslenen Profesör Grubbly-Plank'ti; kızlar şimdi tek boynuzlu atın çevresinde toplanmış, onu okşuyorlardı. Harry öyle sinirliydi ki, tek boynuzlu ata bakmak üzere döndüğünde Gelecek Postası yazısı elinde titriyordu. Profesör Grubbly-Plank tek boynuzlu atın çok sayıdaki sihirli özelliğini, oğlanlar da duyabilsinler diye yüksek sesle bir bir anlatıyordu.
"Umarım o kadın burada kalır!" dedi Parvati Patil. Ders bitmiş, öğle yemeği için şatoya dönüyorlardı. "Ben en başta Sihirli Yaratıkların Bakımı'nın böyle bir şey olmasını bekliyordum zaten... tek boynuzlu at gibi düzgün yaratıklar, canavarlar değil..."
"Peki ya Hagrid?" dedi Harry kızgın kızgın, merdiveni çıkarlarken.
"Ne olmuş Hagrid'e?" dedi Parvati sert bir sesle. "Hâlâ bekçi olabilir, değil mi?"
Parvati balodan beri Harr/ye çok soğuk davranıyordu. Harry, belki onunla biraz daha fazla ilgilensem iyi olurdu, diye düşünüyordu, ama göründüğü kadarıyla Parvati yine de iyi vakit geçirmişti. Dinleyen herkese, bir dahaki hafta sonu gezisinde Beauxbatons'lu
519

çocukla Hogsmeade'de buluşma ayarladığını anlatıyordu.
"Çok iyi bir dersti," dedi Hermione, Büyük Salon'a girerlerken. "Profesör Grubbly-Plank'in tek boynuzlu atlar hakkında anlattıklarının yansını bile bilmi-"
"Şuna bak!" diye hırladı Harry, Gelecek Postasz'nda çıkan yazıyı onun burnunun dibine sokarak.
Hermione yazıyı okurken ağzı açık kaldı. Tepkisi Ron'unkinin tıpatıp aynıydı. "Skeeter denen o korkunç kadın nereden öğrenmiş bunu? Hagrid ona söylemiş olamaz, değil mi?"
"Hayır," dedi Harry, Gryffindor masasına gidip kendini öfkeyle bir sandalyeye fırlatarak. "Bize bile söylemedi hiç, öyle değil mi? Herhalde Hagrid benim hakkımda korkunç şeyler söylemiyor diye Skeeter ona öyle kızdı ki, intikam için arayıp taramaya başladı."
"Belki baloda Madam Maxime'e söylerken duymuştur onu," dedi Hermione sessizce.
"Bahçede olsa görürdük!" dedi Ron. "Neyse, Skeeter zaten artık okula giremiyormuş, Hagrid, Dumble-dore'un yasak koyduğunu söyledi..."
"Belki bir Görünmezlik Pelerini vardır," dedi Harry, tabağına tavuk güveç koyarken sinirden her tarafa sıçratarak. "Tam onun yapacağı şey, değil mi, çalıların arasına saklanıp insanları dinlemek."
"Yani Ron'la senin yaptığınız gibi," dedi Hermione.
"Onu dinlemeye çalışmıyorduk ki!" dedi Ron kızarak. "Başka şansımız yoktu! Koca aptal, herkesin duyabileceği bir yerde kalkıp dev annesinden söz ediyor!"
520

"Gidip onu görmeliyiz," dedi Harry. "Bu akşam, Kehanet'ten sonra. Ona onu geri istediğimizi söylemeliyiz... Onu geri istiyorsun, değil mi?" diye çıkıştı Hermione'ye.
"Ben - şeyy, itiraf etmeliyim ki, doğru dürüst bir Sihirli Yaratıkların Bakımı dersine girmek hoş bir değişiklik oldu - ama Hagrid'i geri istiyorum tabii!" diye çabucak ekledi Hermione, Harry'nin hiddet dolu bakışlarının altında sinerek.
Böylece o akşam yemekten sonra, üçü bir kez daha şatodan çıkıp donmuş araziden geçerek Hagrid'in kulübesine gittiler. Kapıyı çaldıklarında, Fang'in ortalığı inleten havlaması duyuldu.
"Hagrid, biziz!" diye bağırdı Harry, kapıya güm güm vurarak. "Aç!"
Hagrid yanıt vermedi. Fang'in kapıyı tırmaladığını, inildediğini duyabiliyorlardı, ama kapı açılmadı. On dakika daha kapıya vurmaya devam ettiler; hatta Ron gidip pencerelerden birine bile vurdu, ama yanıt yoktu.
"Bizi niye görmek istemiyor ki?" dedi Hermione, sonunda vazgeçip okulun yolunu tuttuklarında. "Yan-dev olmasına bizim önem vereceğimizi sanmıyordur herhalde!"
Ama anlaşılan Hagrid önem veriyordu. Bunun hafta ondan ses seda çıkmadı. Yemeklerde öğretmenler masasında yoktu, onu arazide bekçilik görevlerini yerine getirirken görmüyorlardı, Profesör Grubbly-Plank de Sihirli Yaratıkların Bakımı derslerine girmeye devam ediyordu. Malfoy her fırsatta oh çekiyordu.
Ne zaman çevrede bir öğretmen olsa, Harr/nin öç alamayacağını bildiğinden, "Kırma arkadaşınızı mı öz-
521


iviyorsunuz?" diye fısıldıyordu. "Fil adamı mı özlüyor-sunuz?"
Ocak ayının ortalarında bir Hogsmeade gezisi vardı. Hermione, Harry'nin gideceğini duyduğunda çok şaşırdı.
"Ortak salonun sakin olmasından faydalanırsın diye düşünmüştüm/' dedi. "O yumurta üzerinde rahat rahat çalışırsın."
"Haa - sanırım ne olduğunu aşağı yukarı çözmüş durumdayım," diye yalan söyledi Harry.
"Gerçekten mi?" dedi Hermione. Etkilenmişe benziyordu. "Aferin!"
Harry'nin içi suçluluk duygusuyla burkuldu, ama aldırmadı. Yumurtadaki ipucu üzerinde çalışmak için hâlâ beş haftası vardı nasılsa, bu da çok uzun bir süreydi... Öte yandan, Hogsmeade'e giderse Hagrid'e rastlayabilir, onu geri dönmek için ikna edebilirdi.
O, Ron ve Hermione cumartesi günü şatodan birlikte ayrılıp soğuk, ıslak araziden kapılara doğru ilerlediler. Göle demir atmış Durmstrang gemisinin yanından geçerlerken, Viktor Krum'un, üzerinde sadece bir mayoyla, güvertede belirdiğini gördüler. Gerçekten de çok zayıftı, ama belli ki göründüğünden çok daha dayanıklıydı: Geminin yan tarafına tırmandı, kollarını açtı ve gölün içine balıklama atladı.
"Delirmiş bu!" dedi Harry, Krum'un gölün içinde bir görünüp bir kaybolan başına bakarak. "Su dondurucu olmalı, ocak ayındayız!"
"Onun geldiği yer çok daha soğuk," dedi Hermione. "Sanırım ona burası sıcak geliyor."

522


"Evet de, orada dev mürekkep balığı da var," dedi Ron. Kaygılanmış gibi değildi - olsa olsa umutlu denebilirdi. Hermione onun ses tonunun farkına varıp kaşlarını çattı.
"Çok iyi biri, biliyor musun?" dedi. "Durmst-rang'dan olmasına karşın, hiç de sandığınız gibi biri değil. Burayı daha çok sevmiş, bana öyle söyledi."
Ron hiçbir şey söylemedi. Balodan beri Viktor Krum'dan bahsetmemişti, ama - Noel'in ertesi günü Harry onun yatağının altında, Bulgar Quidditch cüppesi giymiş bir modelden koparılmışa çok benzeyen, minyatür bir kol bulmuştu.
Harry, Hagrid'in izine rastlar mıyım diye çamurlu High Street boyunca gözünü açık tuttu. Dükkânlardan hiçbirinde Hagrid'i göremeyince de, Üç Süpürge'ye gitmeyi önerdi.
Meyhane her zamanki gibi kalabalıktı, ama Harry masalara şöyle çabucak bir göz gezdirdiğinde, Hagrid'in orada olmadığını gördü. Umutsuzluğa düşen Harry, Ron ve Hermione'yle birlikte bara gitti, Madam Rosmerta'dan üç Kaymakbirası istedi ve kederli kederli, pekâlâ şatoda kalıp yumurtanın çığlığını dinleyebi-lirmişim, diye ^üşündü.
"Büroya hiç mi gitmiyor?" diye fısıldadı Hermione birden. "Bakın!"
Barın arkasındaki aynayı işaret ediyordu. Harry orada Ludo Bagman'ın yansımasını gördü, bir grup cincüceyle karanlık bir köşede oturmuştu. Bagman cin-cücelerle çok alçak sesle, hızlı hızlı konuşuyordu, cincü-
523

çeler ise kollarım önlerinde kavuşturmuşlardı. Oldukça tehdit edici bir halleri vardı.
Çok tuhaf, diye düşündü Harry. Üçbüyücü etkinliğinin olmadığı, dolayısıyla da jürilik yapılmasının gerekmediği bir hafta sonu Bagman'in burada, Üç Süpürge'de ne işi vardı? Aynada Bagman'ı izledi. Yine çok gergin görünüyordu, o gece ağaçlıkta, Karanlık İşaret'in ortaya çıkmasından önce olduğu gibi. Ama tam o sırada Bagman bara bir göz attı, Harry'yi gördü ve ayağa kalktı.
Harry onun cincücelere ters ters, "Birazdan, birazdan!" dediğini duydu. Bagman meyhanedeki kalabalığın arasından geçerek hızla Harr/ye doğru ilerledi, çocuksu gülümsemesi yine yüzündeydi.
"Harry!" dedi. "Nasılsın? Ben de sana rastlamayı umuyordum! Her şey yolunda mı?"
"İyiyim, teşekkürler," dedi Harry.
"Senle biraz baş başa konuşabilir miyiz, Harry?" dedi Bagman hevesle. "Siz ikiniz bize biraz izin verir misiniz?"
"Şeyy - peki," dedi Ron. Hermione'yle ikisi kendilerine bir masa bulmaya gittiler.
Bagman, Harry'yi, barın Madam Rosmerta'dan en uzak köşesine götürdü.
"Seni o Boynuzkuyruk'a karşı fevkalade performansından dolayı bir kez daha kutlayayım dedim, Harry," dedi Bagman. "Gerçekten müthişti."
"Teşekkürler," dedi Harry, ama Bagman'in asıl söylemek istediğinin bu olmadığını biliyordu, çünkü onu
524

Ron'la Hermione'nin önünde de kutlayabilirdi. Ama Bagman ağzındaki baklayı çıkarmada çok da acelesi varmış gibi görünmüyordu. Harry onun barın arkasındaki aynadan cincücelere göz attığını gördü. Cincücele-rin hepsi sessizlik içinde, karanlık ve çekik gözleriyle Bagman'ı ve Harry'yi izliyorlardı.
Bagman, Harry'nin de cincüceleri izlediğini görünce, "Tam bir kâbus," dedi alçak sesle. "İngilizceleri pek iyi değil... Quidditch Dünya Kupası'nda Bulgarlarla birlikte olmak gibi bir şey bu... ama hiç olmazsa onlar diğer insanların anlayabileceği bir işaret dili kullanıyorlardı. Bunlarsa Ecişbücüşçe bir şeyler geveleyip duruyorlar... ve ben sadece bir kelime Ecişbücüşçe biliyorum. Bladvak. 'Kazma' anlamına geliyor. Ama onu da kullanmak istemiyorum, neme lazım, tehdit sanırlar falan." Kısa ve gürültülü bir kahkaha attı.
"Ne istiyorlar?" dedi Harry, cincücelerin Bagman'ı hâlâ büyük bir dikkatle izlediklerini fark ederek.
"Eee - şeyy..." dedi Bagman, birden tedirginleşerek. "Onlar... eee... Barty Crouch'u arıyorlar."
"Onu niye burada arıyorlar ki?" dedi Harry. "Londra'da Bakanlık'ta o, değil mi?"
"Eee... aslına bakarsan, nerede olduğu konusunda en ufak bir fikrim yok," dedi Bagman. "Yani... iki haftadır falan işe gelmiyor. Genç Percy, yardımcısı, hasta olduğunu söylüyor. Baykuşla talimat gönderiyormuş sadece. Ama bundan kimseye bahsetmemem rica edeceğim, Harry. Çünkü Rita Skeeter hâlâ her yere burnunu sokuyor, eminim ki Barty'nin hastalığını şişirip kötü bir
525

şey çıkarır. Büyük ihtimalle onun da Bertha Jorkins gibi kayıp olduğunu söyler."
"Bertha Jorkins'ten haber var mı?" diye sordu Harry.
"Yok," dedi Bagman, yine gerilmişti. "Birilerine onu aratıyorum tabii..." (Nihayet, diye düşündü Harry) "çok tuhaf bir durum. Arnavutluk'a varmış, orası kesin, çünkü orada kardeşinin torunuyla buluşmuş. Sonra onun evinden ayrılıp, bir teyzesini görmek için güneye doğru yola koyulmuş... ve görünüşe bakılırsa, arkasında hiç iz bırakmadan, yolda kaybolmuş. Nereye kayboldu, anlıyorsam ne olayım... Evlenmek için evden kaçacak bir tip değil örneğin... ama yine de... Amaan, biz de kalkmış cincücelerden ve Bertha Jorkins'ten bahsediyoruz. Sana asıl sormak istediğim şey," sesini alçalttı, "altın yumurta işi nasıl gidiyor?"
"Şeyy... fena değil," dedi Harry, yalan söyleyerek.
Bagman onun doğruyu söylemediğini anlamış gibiydi.
"Dinle, Harry," dedi (hâlâ çok alçak sesle), "bu konuda kendimi çok kötü hissediyorum... Gönüllü olmadığın bu Turnuva'mn içinde buldun kendini birden... ve e.ger" (şimdi sesini öyle alçaltmıştı ki, Harry duyabilmek için öne eğilmek zorunda kaldı) "... eğer herhangi bir yardımım dokunabilecekse... doğru yöne ufak bir itekleme... senden hoşlandım... o ejderhanın yanından geçişin neydi öyle!.. Yani, sen söyle yeter."
Harry başını kaldırıp Bagman'ın yuvarlak, al yüzüne ve iri, bebek mavisi gözlerine baktı.
526

"İpuçlarını kendi başımıza çözmemiz gerekmiyor
mu?" dedi. Rahat bir ses tonuyla konuşmaya ve Sihirli
Oyunlar ve Sporlar Dairesi Başkanı'm kuralları çiğne
mekle suçluyormuş gibi görünmemeye dikkat ediyor
du. •
"Şeyy... şeyy, evet," dedi Bagman sabırsızca, "ama -yapma, Harry - hepimiz bir Hogvvarts zaferi istiyoruz, değil mi?"
"Cedric'e yardım teklif ettiniz mi?" dedi Harry.
Bagman'm pürüzsüz alnı, olabilecek en hafif şekilde kırıştı.
"Hayır, etmedim," dedi. "Ben - şeyy, diyorum ya, senden hoşlandım. Düşündüm de, yardım..."
"Teşekkürler," dedi Harry, "ama sanırım yumurtayı çözmek üzereyim... bir iki gün sonra halletmiş olurum herhalde."
Bagman'in yardım teklifini niye reddettiğinden tam olarak emin değildi. Sadece, Bagman onun için bir yabancıydı ve ondan yardım almak, Ron, Hermione ya da Sirius'a danışmakla aynı şey değildi. Nedense, hile yapmaya çok daha fazla benziyordu.
Bagman ona neredeyse hakarete uğramış gibi baktı, ama tam o anda Fred'le George çıkageldiği için bir şey söyleyemedi.
"Merhaba, Mr Bagman," dedi Fred neşeyle. "Size bir içki ısmarlayabilir miyiz?"
"Şey... hayır," dedi Bagman, Harry'ye hayal kırıklı-ğıyla dolu son bir bakış atarak, "hayır, teşekkürler, çocuklar..."
527

l
Fred'le George da en az Bagman kadar hayal kırıklığına uğramış görünüyorlardı. Bagman ise Harry'yi, beni çok fena yüzüstü bıraktın dercesine süzüyordu.
"Eh, benim gitmem gerekiyor/' dedi. "Hepinizi gördüğüme sevindim. İyi şanslar, Harry."
Aceleyle meyhaneden dışarı çıktı. Cincüceler de sandalyelerinden aşağı kayıp onun peşinden çıktılar. Harry gidip yeniden Ron'la Hermione'ye katıldı.
"Ne istiyormuş?" dedi Ron, Harry oturur oturmaz.
"Bana altın yumurta konusunda yardım etmeyi önerdi," dedi Harry.
"Ama bunu yapmaması gerekiyor!" dedi Hermi-one, sarsılmış bir halde. "O, jüri üyelerinden biri! Neyse, sen zaten çözdün bile - değil mi?"
"Şeyy... hemen hemen," dedi Harry.
"Eh yani, Dumbledore, Bagman'm seni hileye ikna etmeye çalıştığını duysa, pek memnun olmazdı sanırım!" dedi Hermione. Yüzünde onaylamaz bir ifade vardı hâlâ. "Umarım Cedric'e de aynı şekilde yardım etmeye çalışıyordur!"
"Çalışmıyor, sordum," dedi Harry.
"Cedric'in yardım alıp almadığı kimin umrunda?" dedi Ron. Harry içten içe ona hak verdi.
"O cincüceler pek iyi niyetli görünmüyorlardı," dedi Hermione, Kaymakbirası'nı yudumlayarak. "Burada ne işleri varmış?"
"Bagman'a sorarsan, Crouch'u arıyorlarmış," dedi Harry. "Hâlâ hastaymış. İşe gitmiyormuş."
"Belki Percy onu zehirliyordur," dedi Ron. "Büyük

528


ihtimalle, Crouch nalları dikerse Uluslararası Sihirsel İşbirliği Dairesi'nin Başkam olacağını düşünüyor."
Hermione, Ron'a, bu-tür-şeylerin-şakası-olmaz gibisinden bir bakış attı ve, "Cincücelerin Mr Crouch'u aramaları çok tuhaf," dedi. "Normalde işlerini Sihirli Yaratıkların Düzenlenmesi ve Denetimi Dairesi'yle görürler onlar."
"Ama Crouch bir sürü dil konuşabiliyor," dedi Harry. "Belki bir tercümana ihtiyaçları vardır."
"Şimdi de zavallı cincücecikler için endişeleniyorsun, öyle mi?" dedi Ron, Hermione'ye. "Nedir, şimdi de İ. C. K. T. falan mı kuracaksın? İğrenç Cincüceleri Koruma Topluluğu."
"Ha, ha, ha," dedi Hermione alay ederek. "Cincücelerin korunmaya ihtiyaçları yok. Profesör Binns'in cin-cüce ayaklanmaları hakkında anlattıklarını dinlemedin mi?"
"Hayır," dedi Ron ve Harry aynı anda.
"Büyücülerle kendileri baş edebiliyorlar," dedi Hermione, Kaymakbirası'ndan bir yudum daha alarak. "Çok akıllılar. Hiçbir zaman haklarını aramayan ev cinleri gibi değiller."
"Aha," dedi Ron, kapıya bakarak.
İçeri Rita Skeeter girmişti. Bugün muz sarısı bir cüppe giymişti; uzun tırnakları pasparlak pembeye boyalıydı, yanındaysa şişman fotoğrafçısı vardı. İçki aldı ve Harry, Ron ve Hermione kızgın bakışlarla onu izlerlerken, fotoğrafçıyla birlikte kalabalığın içinden yakındaki bir masaya doğru ilerledi. Hızlı hızlı konu-
529

şuyordu ve bir şeyden dolayı pek tatmin olmuş görünüyordu.
"... bizle konuşmaya pek de hevesli bir hali yoktu, değil mi, Bozo? Neden dersin? Ayrıca, beraberinde bir cincüce sürüsüyle ne yapıyordu acaba? Kasabayı gezdi-riyormuş... ne saçmalık... her zaman körü bir yalancı olmuştur zaten. Bir şeyler mi dönüyor dersin? Biraz eşe-lemeli miyiz sence? Sihirli Sporlar'ın itibardan Düşmüş Eski Başkanı, Ludo Bagman... çok fiyakalı bir cümle başlangıcı, Bozo - şimdi geriye bir tek, bunu kullanacağımız bir öykü bulmak kalıyor -"
"Şimdi de başka birinin hayatını mı berbat etmeye çalışıyorsun?" dedi Harry yüksek sesle.
Birkaç kişi dönüp baktı. Konuşanın kim olduğunu görünce, Rita Skeeter'ın gözleri mücevherlerle bezeli gözlüğünün arkasında iri iri açıldı.
"Harry!" dedi gülümseyerek. "Ne harika! Niye gelip bize katıl-"
"Üç metrelik bir süpürgeyle bile yaklaşmam sana," dedi^iarry hiddetle. "Hagrid'e bunu niye yaptın, ha?"
Rita Skeeter epey kalem çekilmiş kaşlannı kaldırdı.
"Okurlarımızın gerçeği öğrenmeye hakkı var, Harry. Ben sadece işimi -"
"Yan-devse kimin umrunda?" diye bağırdı Harry "Kötü biri değil o!"
Bütün meyhane sessizleşti. Madam Rosmerta barın arkasından onlara bakıyordu, belli ki doldurduğu maşrapanın taştığının farkında değildi.
Rita Skeeter'ın gülümsemesi hafifçe titredi, ama he-
530

men kendini toparladı; timsah derisi çantasını açtı, Tez-Tekrar Tüyü'nü çıkardı ve, "Peki, bana senin tanıdığın Hagrid hakkında bir söyleşi vermeye ne dersin, Harry?" dedi. "Kas yığınının arkasındaki adam hakkında? Alışılmadık dostluğunuz ve bunun arkasındaki nedenler. Onu babanın yerine koyduğunu söyleyebilir misin?"
Hermione birden ayağa fırladı. Elindeki Kaymakbi-rası'nı bir el bombasıymış gibi tutuyordu.
"Seni korkunç kadın," dedi dişlerini sıkarak. "Umrunda değil, değil mi? Öykü olsun da, ne olursa, kim olursa olsun, değil mi? Ludo Bagman bile olsa -"
"Otur yerine, seni aptal küçük kız, bilmediğin konularda da konuşma," dedi Rita Skeeter soğuk bir ses tonuyla. Hermione'ye bakan gözleri kısılmıştı. "Ludo Bagman hakkında bildiklerimi anlatsam saçların diken diken olurdu... gerçi pek ihtiyacı yok ya -" diye ekledi, Hermione'nin çalı gibi saçlarına bakarak.
"Gidelim," dedi Hermione. "Hadi, Harry - Ron..."
Kalkıp gittiler; çıkarlarken bir sürü insan onlara bakıyordu. Kapıya vardıklarında, Harry arkasına dönüp baktı. Rita Skeeter'ın Tez-Tekrar Tüyü iş başındaydı; masadaki parşömenin üzerinde bir ileri bir geri kayıyordu.
"Şimdi de seninle uğraşmaya başlayacak, Hermione," dedi Ron usul usul, endişeli bir sesle. Çabucak caddeye çıkıp yürümeye başladılar.
"Bir denesin bakalım!" dedi Hermione, boyun eğmez bir tavırla; öfkeden titriyordu. "Ben ona gösteri-
531

r im! Aptal küçük kız, ha? Ah, bunun acısını çıkaracağım ondan. Önce Harry, sonra Hagrid..."
"Rita Skeçteki kızdırmak istemezsin," dedi Ron tedirgin bir sesle. "Ciddiyim, Hermione, eşeleyip senin hakkında da bir şey çıkarır -"
"Benim annemle babam Gelecek Postası okumuyor. Beni korkutup kaçıramaz!" dedi Hermione. Şimdi öyle hızlı yürüyordu ki, Harry ve Ron ona yetişmekte güçlük çekiyorlardı. Harry onu en son böyle sinirli gördüğünde, Hermione, Draco Malfoy'un suratına bir tane patlatmıştı. "Hagrid de daha fazla saklanmayacak artık! O insan müsveddesinin onu üzmesine hiç izin vermemeliydi! Yürüyün!"
Koşmaya başlayarak bütün yolu önden gitti, kanatlı yaban domuzlarının arasındaki kapılardan geçtiler ve araziyi aşıp Hagrid'in kulübesinin yolunu tuttular.
Perdeler hâlâ çekiliydi ve yaklaşırlarken Fang'in havlamasını duyabiliyorlardı.
"Hagrid!" diye bağırdı Hermione, ön kapıya hızla vurarak. "Hagrid, yeter artık! Orada olduğunu biliyoruz! Annenin bir dev olması kimsenin umrunda değil, Hagrid! Rita Skeeter denen o aşağılık kadının sana bunu yapmasına izin veremezsin! Hagrid, çık artık, bu yaptığın -"
Kapı açıldı. Hermione "E nihaye-!" dedi ve birden sustu, çünkü karşısında Hagrid'i değil, Albus Dumble-dore'u bulmuştu.
"İyi günler," dedi Dumbledore kibarca, onlara ba-1 kıp gülümseyerek.
532

"Biz - eee - biz Hagrid'i görmek istemiştik de," dedi Hermione çok cılız bir sesle.
"Evet, o kadarını tahmin ettim/' dedi Dumbledore, gözleri ışıldayarak. "Niye içeri girmiyorsunuz?"
"Aa... ehem... peki," dedi Hermione.
O, Ron ve Harry kulübeye girdiler; Harry içeri girer girmez, Fang onun üzerine atladı, deli gibi havlıyor, onun kulaklarını yalamaya çalışıyordu. Harry, Fang'i savuşturup çevresine bakındı.
Hagrid masasında oturuyordu. Masanın üstünde iki büyük çay fincanı vardı. Hagrid perişan görünüyordu. Yüzü parça parça kızarmıştı, gözleri şişmişti. Saçına gelince, bu sefer de öbür uca sürüklenmişti; düz durmak şöyle dursun, dikenli tele benziyordu.
"Merhaba, Hagrid," dedi Harry.
Hagrid başını kaldırıp baktı.
"Selam," dedi, çok boğuk bir sesle.
"Biraz daha çay iyi olur sanırım," dedi Dumbledore. Harry, Ron ve Hermione'nin arkasından kapıyı kapattı, asasını çekti ve parmaklarının arasında çevirdi; havada, dönen bir çay tepsisi ve bir tabak kek belirdi. Dumbledore sihir yoluyla tepsiyi masaya indirdi ve herkes oturdu. Kısa bir sessizliğin ardından, Dumbledore konuştu: "Bir ihtimal, Miss Granger'ın ne diye bağırdığını duymuş olabilir misin, Hagrid?"
Hermione hafiften kızardı, ama Dumbledore ona gülümseyip devam etti: "Kapıyı nasıl kırmaya çalıştıklarına bakılırsa, Hermione, Harry ve Ron hâlâ seni görmek istiyorlar."
533

'Tabii ki hâlâ seni görmek istiyoruz!" dedi Harry, gözlerini Hagrid'e dikerek. "Herhalde o Skeeter ineğinin - affedersiniz, Profesör," diye ekledi hemen, Dumb-ledore'a bakarak.
"Geçici olarak sağırlaştım, ne dediğin konusunda en ufak bir fikrim yok, Harry," dedi Dumbledore, başparmaklarını birbirlerinin etrafında çevirip tavana bakarak.
"Şeyy - peki," dedi Harry utangaç bir halde. "De--mek istediğim - Hagrid, o - kadının - senin hakkında; yazdıklarını umursayacağmuzı nasıl düşünürsün?"
Hagrid'in böcek karası gözlerinden iki koca yaş damlası süzülüp yavaşça çalı gibi sakalına aktı.
"İşte benim söylediklerimin canlı kanıtı, Hagrid," dedi Dumbledore, hâlâ dikkatle tavana bakarak. "Seni buradaki günlerinden hatırlayan anne babalardan gelmiş sayısız mektup gösterdim sana. Seni kovarsam, bu konuda bana söyleyecek bir çift lafları olacağını açık bir şekilde belirtiyorlar -"
"Hepsi değil," dedi Hagrid boğuk bir sesle. "Hepsi kalmamı istemiyor."
"Hagrid, kuzum, evrensel popülerlik için ayak diriyorsan, daha uzun süre bu kulübede kalacaksın demektir," dedi Dumbledore, yanm ay biçimindeki gözlüğünün üzerinden sert sert bakarak. "Bu okula Müdür olduğumdan beri, okulu yönetme biçimimle ilgili şikâyet ileten en azından bir baykuş almadığım tek bir hafta bile olmadı. Ben ne yapayım? Kendimi çalışma odama kapatıp herkesle konuşmayı ret mi edeyim?"
534

r
"Siz - siz yarı-dev değilsiniz ama!" dedi Hagrid çatlak bir sesle.
"Hagrid, bir de benim akrabalarıma baksana!" dedi Harry öfkeyle. "Dursley'lere baksana!"
"Çok iyi bir noktaya değindi," dedi Profesör Dumbledore. "Öz kardeşim Aberforth'a, bir keçiye uygunsuz büyüler yaptığı gerekçesiyle dava açıldı. Bütün gazeteler yazdı, ama Aberforth saklandı mı? Hayır, saklanmadı! Başı dik, her zamanki işlerine devam etti! Tabii, onun okuma bildiğinden pek emin değilim, o yüzden onunki cesaret olmayabilir..."
"Öğretmenliğe geri dön, Hagrid," dedi Hermione usulca. "Lütfen geri dön, seni çok özlüyoruz."
Hagrid yutkundu. Yanağından aşağı yine gözyaşları süzülüp çalı gibi sakalına karıştı. Dumbledore ayağa kalktı.
"İstifanı kabul etmiyorum, Hagrid ve pazartesi günü işinin başında olmanı bekliyorum," dedi. "Saat sekiz buçukta Büyük Salon'da birlikte kahvaltı edeceğiz. Mazeret istemem. Hepinize iyi günler."
Dumbledore durup Fang'in kulaklarını kaşıdıktan sonra, kulübeden çıktı. Kapı arkasından kapanır kapanmaz, Hagrid yüzünü çöp bidonu kapağı büyüklüğündeki ellerinin içine alarak ağlamaya başladı. Hermione uzun uzun kolunu okşadı ve sonunda Hagrid başını kaldırdı. Gözleri kan çanağına dönmüştü. "Büyük adam, Dumbledore..." dedi, "büyük adam..."
"Evet, öyle," dedi Ron. "Şu keklerlerden birini alabilir miyim, Hagrid?"
535

"Keyfine bak," dedi Hagrid, elinin tersiyle gözlerini silerek. "Off, haklı tabii - hepiniz haklısınız... aptallık ettim... Babam hayatta olsa, davranışımdan utanırdı..." Gözlerinden yine yaşlar boşandı, ama onları daha da kuvvetle sildi. "Size babamın resmini göstermedim hiç, değil mi?" dedi. "Bi' dakka..."
Hagrid kalkıp şifoniyerine gitti, bir çekmeceyi açtı ve bir resim çıkarıp onlara gösterdi. Hagrid'in kırışmış, siyah gözlerine sahip, kısa boylu bir büyücü onun omzunda oturmuş, gülümsüyordu. Yanındaki elma ağacından, Hagrid'in o zamanlar aşağı yukarı iki buçuk metre boyunda olduğu anlaşılıyordu. Ama yüzü sakalsız, genç, yuvarlak ve pürüzsüzdü - on bir yaşından büyük göstermiyordu.
"Bu resim ben Hogvvarts'a girdikten hemen sonra çekildi," dedi Hagrid çatlak bir sesle. "Babam sevinçten kendinden geçti... benim büyücü olmayabileceğimi düşünüyordu, çünkü annem... şey, neyse. Tabii, sihir işinde hiçbir zaman öyle ahım şahım değildim, gerçekten... ama en azından atıldığımı görmedi. İkinci yılımda öldü çünkü...
"Babam öldükten sonra beni hep Dumbledore korudu. Bana bekçilik işini verdi... insanlara güvenir o. İkinci bir şans verir... onu diğer Müdürlerden ayıran da bu ya. Yeteneği olduğu sürece herkesi alır Hog-warts'a. İnsanın ailesi iyi olmasa da kendisinin iyi olabileceğini bilir... evet... saygı duyulacak şeyler bunlar. Ama bazıları bunu anlamaz. Bazıları her zaman bunu sana karşı kullanır... hatta bazıları iri kemikli-

yim der de çıkıp gerçeği söylemez - ben neysem oyum ve bundan utanmıyorum demez. 'Hiçbir zaman utanma/ derdi babam bana, 'bazıları bunu sana karşı kullanacaktır, ama onları kafana takmana değmez' Haklıydı da. Budalalık ettim. Size söz veriyorum, artık o kadını kafama takmayacağım. İri kemikmiş... ben gösteririm ona iri kemiği."
Harry, Ron ve Hermione tedirgin bir halde birbirlerine baktılar. Harry, Hagrid'e, Madam Maxime'le konuşmasına kulak misafiri olduğunu söylemektense, elli tane Patlar-Uçlu-Keleker'i gezintiye çıkarmayı yeğlerdi Ama Hagrid hâlâ konuşuyordu, belli ki tuhaf bir şey söylediğinin farkında değildi.
"Biliyor musun, Harry?" dedi, parlak gözlerini babasının fotoğrafından kaldırarak. "Seninle ilk karşılaştığımda, bana biraz beni hatırlattın. Annen baban yoktu, Hogvvarts'a uyum sağlayamayacağını hissediyordun, hatırlıyor musun? Becerebileceğinden emin değildin... şimdi kendine bir bak, Harry! Okul şampiyonu!"
Bir süre Harry'ye baktı ve sonra, çok ciddi bir sesle, "Neyi çok isterdim biliyor musun, Harry?" dedi. "Senin kazanmanı çok isterdim, gerçekten. Hepsine gösterirdi bu... başarmak için ille de safkan olman gerekmiyor. Neysen osun, utanman gerekmiyor. Doğrusunun Dumbledore'unki olduğunu, sihir yapabildiği sürece herkesi okula almak olduğunu gösterirdi onlara. Yumurta isi nasıl gidiyor, Harry?"
"Çok iyi," dedi Harry. "Gerçekten çok iyi."
Hagrid'in perişan yüzüne kocaman, ıslak bir gü-
537

lümseme yayıldı. "Afferim be sana... Göster onlara, Harry, göster onlara. Hepsini yen."
Hagrid'e yalan söylemek başka birine yalan söylemeye benzemiyordu hiç. Harry öğleden sonra Ron ve Hermione'yle birlikte şatoya döndüğünde, onun Tur-nuva'yı kazandığım hayal ederken Hagrid'in sakallı yüzünde beliren mutluluk ifadesini aklından çıkaramadı. Anlaşılmaz yumurtanın ağırlığı o akşam Hanenin vicdanında daha da büyük bir yük haline geldi ve yatağına yattığında, kararını vermişti - gururu bir kenara bırakıp, Cedric'in ipucunun işe yarayıp yaramayacağını görmenin vakti gelmişti artık.
538

GeCeLeR
12-10-2006, 02:06 AM
YİRMİ BEŞİNCİ BÖLÜM
Yumurta ve Göz

Altın yumurtanın sırrını çözmek için ne kadar süre banyo yapması gerektiğini bilmeyen Harry bu işi gece halletmeye karar verdi. Çünkü geceleyin istediğince oyalanabilirdi. Cedric'in öteki önerisini de dinleyip kendini ona daha fazla borçlu hissetmek istemediği halde, Sınıf Başkanları'nın banyosunu kullanmaya da karar verdi. Buraya çok daha az sayıda kişinin girmesine izin vardı, yani rahatsız edilme ihtimali de çok daha azdı.
Harry oraya nasıl gideceğini dikkatle planladı, çünkü daha önce bir kez hademe Filch tarafından gece yarısı yatağının dışında, olmaması gereken bir yerde yakalanmıştı; aynı deneyimi yeniden yaşamaya hiç niyeti yoktu. Görünmezlik Pelerini şarttı elbette. Harry, ek bir önlem olarak, Pelerin dışındaki en yararlı kural çiğneme aracı olan Çapulcu Haritası'm da alayım dedi. Harita, birçok kestirme yolu ve gizli geçidi de dahil, Hog-vvarts'ın tamamını gösteriyordu. En önemlisi, şatodaki insanları da, altlarında adlan yazan minnacık noktalar
539


biçiminde koridorlarda dolaşırken gösteriyordu. Böylece, banyoya biri yaklaşırsa Harry önceden uyarılmış olacaktı.
Perşembe gecesi Harry kimseye görünmeden yukarı çıktı, Pelerin'i giydi, merdivenden aşağı süzüldü. Tıpkı Hagrid'in ona ejderhaları gösterdiği gece yaptığı gibi, yine portre deliğinin açılmasını bekledi. Bu sefer dışanda bekleyip Şişman Hanım'a parolayı ("Muzlu börek") veren, Ron'du. Harry yanından sessizce geçerken ortak salona tırmanan Ron, "İyi şanslar," diye mırıldandı.
Harry bu gece Pelerin'in altında acemice hareket ediyordu, çünkü bir kolunun altında ağır yumurtayı taşıyordu, diğeriyle de haritayı burnunun ucunda tutuyordu. Neyse ki, mehtabın aydınlattığı koridorlar boş ve sessizdi. Stratejik aralıklarla haritaya bakarak, kaçınmak istediği kimseye rastlamamayı garanti altına alacak durumdaydı. Eldivenlerini yanlış ellerine takmış, şaşkın ifadeli bir büyücü olan Bozum Olmuş Boris'in heykeline vardığı zaman, doğru kapıyı buldu ve yanına gidip parolayı mırıldandı: "Çam ferahlığı". Tıpkı Ced-ric'in ona söylediği gibi.
Kapı gıcırdayarak açıldı. Harry içeri süzüldü, kapıyı arkasından sürgüledi ve Görünmezlik Pelerini'ni çıkartarak çevreye baktı.
İlk tepkisi, sırf bu banyoyu kullanmak için Sınıf Başkanı olmaya değeceğini düşünmek oldu. Muhteşem bir mumlu avizeden yumuşak bir ışık yayılıyordu, her şey beyaz mermerden yapılmıştı. Hatta zeminin orta
540

yerine gömülü ve dikdörtgen biçiminde, boş bir yüzme havuzunu andıran şey bile. Havuzun çevresinde yüz kadar altın musluk vardı, her birinin sapına farklı renkte bir mücevher konmuştu. Bir de atlama tahtası vardı. Pencerelerde uzun, beyaz keten perdeler asılıydı. Bir köşede yumuşak, beyaz havlulardan oluşan büyük bir yığın duruyordu, duvarda da altın çerçeveli tek bir tablo vardı. Tablo, bir kayada uyuyakalmış, uzun saçı yüzünü kaplamış bir denizkızmı gösteriyordu. Burnundan her soluk verişinde, saçları uçuşuyordu.
Harry, Pelerin'ini, yumurtayı ve haritayı bıraktı ve çevresine bakınarak ilerledi, ayak sesleri duvarlarda yankılanıyordu. Banyo harika olduğu halde -ve o musluklardan bazılarını denemeye çok hevesli olduğu halde- şimdi buraya gelince Cedric'in onu işlettiği duygusunu bashramıyordu. Burası yumurtanın esrarını çözmeye nasıl yardım edecekti ki? Yine de, yumuşak havlulardan birini, Pelerin'i, haritayı ve yumurtayı yüzme havuzu büyüklüğündeki küvetin kenarına koydu. Sonra da eğilip musluklardan bazılarını açtı.
Hepsinden suyla karışık, farklı türlerde banyo köpükleri geldiğini hemen fark etti, ama bunlar Harry'nin bildiği banyo köpüklerine hiç benzemiyordu. Bir musluktan futbol topu büyüklüğünde pembe-mavi kabarcıklar akıyordu; bir başkasından ise öyle yoğun bir buz-beyazı köpük geliyordu ki, Harry, eğer üstüne çıkmayı denesem belki ağırlığımı çeker, diye düşündü. Üçüncüsünden ağır parfümlü, mor bulutlar akıyor, suyun üzerinde asılı kalıyorlardı. Harry bir süre muslukları açıp
541

kapatarak oyalandı. Özelikle bir tanesinden çok hoşlandı: Bu musluğun fışkırttığı su, yüzeye çarpıp geri sıçrayarak havada büyük su kemerleri oluşturuyordu. Derin havuz (büyüklüğüne göre çok kısa sayılacak sürede) sıcak su, köpük ve kabarcıkla dolunca, Harry bütün muslukları kapattı; pijamasını, terliklerini ve sabahlığını çıkarıp suya girdi.
Su öyle derindi ki, ayakları dibe ancak değebiliyor-du. Yeniden kenara yüzüp suda ayaklannı çırparak yumurtaya bakmadan önce, birkaç kulaç atmayı ihmal etmedi. Sıcak ve köpüklü suda, çevresini kaplayan farklı renklerdeki buharlann içinde yüzmek çok keyifli bir şeydi gerçi... ama hâlâ aklına hiçbir parlak fikir gelmiyor, kafasında ampul falan yanmıyordu.
Harry kollarını uzattı, ıslak ellerindeki yumurtayı yukarı kaldırdı ve açtı. Ağlayan, inleyen ses banyoyu doldurdu, mermer duvarlardan yankılandı, ama yine aynı derecede anlaşılmazdı. Hatta bütün o yankıyla daha da anlaşılmaz bir hal almıştı. Harry bu sesin Filch'm dikkatini çekeceğinden endişelenerek yumurtayı yeniden kapatıverdi ve Cedric'in planı bu muydu acaba diye merak etti. O sırada, biri konuştu. Harry yerinden öyle bir zıpladı ki, yumurtayı düşürdü. Yumurta zeminde tıngırdayarak banyonun öbür ucuna gitti.
"Senin yerinde olsam, onu suyun içine koymayı denerdim."
Harry geçirdiği şok yüzünden hatın sayılır miktarda kabarcık yutmuştu. Ağzından sular püskürterek
542

ayağa kalktı. Çok kasvetli görünen bir kızın hayaleti,, bacak bacak üstüne atmış, musluklardan birinin tepesinde oturuyordu. Mızmız Myrtle'dı bu, genellikle üç kat aşağıdaki tuvaletin S borusundan hıçkırıkları duyulan hayalet.
Harry büyük bir öfkeyle, "Myrtle!" dedi. "Üstümde - üstümde hiçbir şey yok!"
Köpük öyle yoğundu ki, aslında bunun önemi yoktu, ama Harry, geldiği andan beri Myrtle'in onu muslukların birinden gözlediği yolunda tatsız bir duyguya kapılmıştı.
Myrtle kalın gözlük camlarının arkasından gözlerini kırpıştırarak, "Sen suya girerken gözlerimi yumdum," dedi. "Ne zamandır beni görmeye geliniyorsun."
"Evet... şey..." dedi Harry, Myrtle gerçekten de başından başka yerini göremesin diye dizlerini hafifçe bükerek. "Senin tuvaletine gelmemem gerek, değil mi7 Orası bir kızlar tuvaleti."
"Eskiden aldırmazdın," dedi Myrtle, üzüntülü üzüntülü. "Hep gelirdin oraya."
Bu doğruydu, ama Harry, Ron ve Hermione, Myrtle'm bozuk tuvaletine, oranın gizlice Çok Özlü İksir kaynatmaya uygun bir yer olduğunu düşündükleri için gitmişlerdi sadece. Bu yasak iksir Harry ve Ron'u bir saatliğine Crabbe ve Goyle'un canlı birer kopyası haline getirmiş, böylece Slytherin ortak salonuna girmelerini sağlamıştı.
"Oraya gittiğim için azar işittim," dedi Harry, ki bu az çok doğruydu; Percy bir keresinde onu Myrtle'm tu-
543

vaktinden çıkarken yakalamıştı. "Ondan sonra gelme-sem daha iyi olur diye düşündüm."
"Ya... anlıyorum..." dedi Myrtle, mutsuz bir şekilde çenesindeki bir sivilceyle oynayarak. "Eh... neyse... Ben olsam o yumurtayı suda denerdim. Cedric Diggory öyle yaptı."
Çok içerleyen Harry, "Onu da mı casus gibi gözle-din?" dedi. "Ne yapıyorsun sen, akşamları buraya süzülüp Sınıf Başkanları'nın banyo yapmasını mı seyrediyorsun?"
"Bazen," dedi Myrtle, sinsi bir şekilde. "Ama daha önce ortaya çıkıp kimseyle konuşmadım."
"Şeref duydum," dedi Harry sıkıntıyla. "Sen gözlerini yumulu tut, anlaşıldı mı?"
Banyodan çıkmadan önce Myrtle'in eliyle gözlüğünü iyice kapattığından emin oldu, havluyu sıkıca beline sardı ve yumurtayı almaya gitti.
Tekrar suya girdiğinde, Myrtle parmaklarının arasından bakarak, "Hadi bakalım... onu suyun içinde aç," dedi. *
Harry yumurtayı köpüklü suyun içine soktu ve açtı... bu sefer yumurtadan çığlıklar yükselmedi. Onun yerine gurultulu bir şarkı yükseliyordu, sudan geçerek gelen bu şarkının sözlerini anlayamadı.
Ona patronluk taslamaktan pek hoşlanıyormuşa benzeyen Myrtle, "Senin de başını suyun içine sokman gerekiyor," dedi. "Hadisene!"
Harry derin bir soluk aldı ve suyun altına kaydı -şimdi, kabarcıklarla dolu küvetin mermer zemininde
544

otururken, elindeki açık yumurtadan yükselen tekinsiz sesler korosunun söylediği şarkıyı duyabiliyordu:
"Gel, bul bizi seslendiğimiz yerde, Şarkı söyleyemeyiz yerin üstünde. Ve ararken sakın unutma şunu: En özleyeceğin neyse aldık onu. Bir saatin var onu aramak için Ve bizdekini geri almak için. Bir saat sonra - iş işten geçecek, Çok geç, gitti, geri dönmeyecek."
Harry yeniden yükseldi, kabarcıklı yüzeyi yarıp çıktı, gözlerinin önündeki saçlarım silkeledi.
"Duydun mu?" dedi Myrtle.
"Evet... 'Gel, bul bizi seslendiğimiz yerde...' Beni buna ikna etmek için de... Dur, bekle, yeniden dinlemem gerek..." Yeniden suyun dibine daldı.
Yumurta şarkısını suyun altında üç kez daha söyledikten sonra, Harry şarkıyı ezberlemişti. Sonra bir süre derin derin düşünerek suda ayaklarını çırptı, Myrtle da oturup onu gözledi.
"Gidip, seslerini yerin üstünde kullanamayan insanları bulmam gerekiyor..." dedi ağır ağır. "Şey... kim olabilir dersin?"
"Kafan ağır çalışıyor biraz galiba, ha?"
Harry, Mızmız Myrtle'ı hiç bu kadar neşeli görmemişti; bir doz Çok Özlü İksir yüzünden Hermione'nin yüzünü kıllar basıp arkasında da bir kedi kuyruğu çıktığı gün hariç.
545

Harry gözlerini banyoda gezdirdi, düşünüyordu... Eğer sesler sadece suyun altında duyuluyorsa, mantığa göre sualtı yaratıklarına ait olmaları gerekirdi. Bu teoriyi Myrtle'a iletti, o da Harry 'ye bakıp yılışık yılışık sırıttı.
"Diggory de böyle düşünmüştü," dedi. "Orada yatıp saatlerce kendi kendine konuştu. Saatlerce... banyoda neredeyse hiç kabarak kalmayıncaya kadar..."
"Suyun alanda..." dedi Harry yavaşça. "Myrtle... gölde dev mürekkep balığı dışında ne yaşıyor?"
"Ah, her tür şey," dedi Myrtle. "Bazen oraya giderim... bazen başka seçeneğim olmaz, beklemediğim anda birisi tuvaletimin sifonunu çekerse..."
Harry, Mızmız Myrtle' in tuvaletin içindekilerle birlikte bir borudan ok gibi göle sürüklenişini düşünme-meye çalıştı. "Ee, orada insan sesi çıkaran var mı? Dur 'bakayım-"
Harry'nin gözleri, duvardaki uyuklayan denizkızı resmine takılmıştı. "Myrtle, orada denizhalkı yok, değil
Myrtle, gözlüğünün kalın camlan parlayarak, "Aaa, çok iyi," dedi. "Diggory bunu çok daha uzun sürede bulmuştu! Üstelik o da uyanık olduğu halde" -asık yüzünde büyük bir hoşnutsuzluk ifadesiyle denizkızını ışa:?t etti- "kikirdiyordu, gösteriş yapıyordu ve yüzgeçlerini ışıldatıyordu..."
"Öyle, değil mi?" dedi Ha -ry heyecanla. "İkinci görev, gidip gölün altında denizhalkım bulmak ve... ve..."
Ama birden dediklerinin ne anlama geldiğini kav-
546

radı, birisi karnında bir tıpayı çekmiş gibi, içindeki bütün heyecanın boşalıp gittiğini hissetti. İyi bir yüzücü değildi, yüzmeye fırsat bulamamıştı pek. Dudley küçükken ders almıştı, ama Petunia Teyze ile Vernon Enişte, kuşkusuz Harry'nin bir gün boğulacağını ümit ettikleri için, ona yüzme dersi aldırma zahmetine katlanmamışlardı. Bu banyoda birkaç kulaç atmak iyiydi, ama göl çok büyüktü, hem de çok derin... üstelik denizhalkı mutlaka dipte yaşıyordu...
Harry ağır ağır, "Myrtle," dedi, "nasıl soluk alacağım?"
Bunu duyunca Myrtle'm birden yine gözleri doldu.
"Ne kadar densizsin!" diye mırıldandı, cüppesinin içinde el yordamıyla bir mendil ararken.
Harry şaşkın şaşkın, "Niye densiz oluyormuşum?" diye sordu.
"Kalkıp benim önümde soluk almaktan söz ediyorsun!", dedi Myrtle tiz bir sesle. Sesi banyoda gümbür gümbür yankılandı, "Ben yapamazken... yapmamışken... yıllardır..." Yüzünü mendiline gömüp yüksek sesle burnunu çekti.
Harry, Myrtle'in ölü olma konusunda nasıl hep hassasiyet gösterdiğini hatırladı. Oysa tanıdığı başka hiçbir hayalet bu konuda böyle yaygara koparmazdı. "Kusura bakma," dedi Harry sabırsızca. "Onu kastetmedim -unutmuştum..."
Şişmiş gözleriyle ona bakıp yutkunan Myrtle, "Ya, tabii, Myrtle'in ölü olduğunu unutmak kolay," dedi. "Beni yaşarken bile kimse özlememişti. Cesedimi bulmaları sa-
547

atler aldı - biliyorum, çünkü orada oturmuş onları bekliyordum. Olive Hornby tuvalete geldi - Tine orada oturmuş somurtuyor musun, Myrtle?' dedi. 'Çünkü Profesör Dippet seni aramamı istedi -' Ve o anda cesedimi gördü... ooooh, öldüğü güne kadar da unutmadı, bunu ben garantiye aldım... peşinden dolaştım, hiç unutturmadım, evet. Hatırlıyorum da, erkek kardeşinin düğününde -"
Ama Harry onu dinlemiyordu. Yeniden denizhalkı-nın şarkısını düşünüyordu. "En özleyeceğin neyse aldık onu." Anlaşılan ona ait bir şeyi çalacaklardı, onun da geri alması gerekecekti. Ne alacaklardı acaba?
"- ve tabii sonra Sihir Bakanlığı' na gitti, peşinden dolaşmama bir son vermek için. Ben de buraya dönüp tuvaletimde yaşamak zorunda kaldım."
"İyi," dedi Harry dalgın dalgın. "Eh, bayağı bir ilerleme kaydettim... Gözlerini yine yum, olur mu? Çıkıyorum."
Yumurtayı küvetin zemininden aldı, dışan çıktı, kurulandı, pijamasıyla sabahlığını giydi.
Jiarry, Görünmezlik Pelerini'ni alırken, Mızmız Myrtle mahzun mahzun, "Bir gün gelip beni tuvaletimde yine ziyaret eder misin?" diye sordu.
"Şeyy... denerim," dedi Harry. Ama içten içe, Myrtle' in tuvaletini ancak şatodaki bütün diğer tuvalet- S ler tıkanırsa ziyaret edeceğini düşünüyordu. "Görüşü- , rüz, Myrtle... Yardımın için teşekkürler."
Myrtle kasvetle, "Hoşça kal," dedi. Harry, Görün-1 mezlik Pelerini'ni giyerken, onun ok gibi musluğa dal-dığını gördü.
548

Dışarıda, karanlık koridorda, Harry yolun hâlâ açık olup olmadığını kontrol etmek için Çapulcu Haritası'm inceledi. Evet, Filch ile kedisi Mrs Norris'e ait noktalar sağ salim odalarındaydı... Peeves'den başka hiçbir şey hareket etmez gibiydi, o ise bir üst kattaki ödül odasında hoplayıp zıplıyordu... Harry, Gryffindor Kulesi'ne dönmek için ilk adımını atmıştı ki, haritadaki başka bir şey gözüne çarptı... kesinlikle tuhaf bir şey.
Hareket eden tek şey Peeves değildi. Tek bir nokta haritanın sol alt köşesindeki bir odada hızla hareket ediyordu - Snape'in odasında. Ama noktanın altında "Severus Snape" yazmıyordu... Bartemius Crouch yazıyordu.
Harry noktaya bakakaldı. Mr Crouch işe gidemeyecek ya da Noel Balosu'na gelemeyecek kadar hastaydı sözde - öyleyse ne demeye gece saat birde sinsi sinsi Hogvvarts'a giriyordu? Harry noktanın odada dolaşmasını, orada burada duraklamasını dikkatle izledi...
Durup düşündü... Sonra merakına yenildi. Dönüp ters yöne, en yakındaki merdivene doğru yürüdü. Cro-uch'un ne dolap çevirdiğini öğrenecekti.
Harry mümkün olduğunca sessiz bir şekilde merdivenden indi. Ama portrelerdeki yüzlerden bazıları döşeme tahtalarının gıcırdaması ve pijamasının hışırdaması üzerine yine de merakla dönüp baktılar Aşağıdaki koridorda çıt çıkarmadan ilerledi, koridorun orta yerindeki duvar halısını itip geçti ve daha dar bir merdivenden inmeye koyuldu. Burası, onu iki kat aşağı indirecek kestirme bir yoldu. Boyuna haritaya bakıyor, me-
549

rak ediyordu... Dürüst, yasalara uyan Mr Crouch'un gecenin bu geç saatinde başka birinin odasına sinsice girmesi hiç de onun karakterine uygun bir şey değildi...
Sonra, merdivenin tam orta yerinde, ne yaptığını düşünmeksizin, Mr Crouch'un tuhaf davranışından başka hiçbir şey üzerinde dikkatini toplamaksızm giderken, Harry'nin bacağı birden, Neville'in hep üzerinden atlamayı unuttuğu tuzaklı basamağa gömüldü. Sakar sakar yalpaladı, hâlâ ıslak olan altın yumurta kolunun altından kaydı - Harry onu yakalamak için ileri fırladı ama, çok geç; yumurta her basamakta davul sesi kadar yüksek birer gümbürtü çıkararak uzun merdivenden aşağı düştü - Görünmezlik Pelerini kaydı -Harry onu kaptı, ama bu defa da Çapulcu Haritası elinden fırladı. Altı basamak aşağı, dizine kadar basamağa gömülü olan Harry'nin ulaşamadığı bir yere gitti.
Altın yumurta merdivenin bittiği yerde asılı duran duvar halısının içinden geçip yere düştü ve çat diye açıldı. Aşağıdaki koridorda feryat figan bağırmaya başladı. Harry asasını çekti ve Çapulcu Haritası'na dokunup onu silmeye çalıştı, ancak harita çok uzaktaydı -
Harry, Pelerin'i tekrar üstüne çekerek doğruldu, gözleri korkuyla kısılmış halde dikkatle dinledi... vt_ neredeyse o anda -
"PEEVES!"
Bu, hademe Füch'in hiçbir yanılmaya meydan vermeyecek av narasıydı. Harry onun hızlı hızlı, ayağını sürüye sürüye yaklaştığını ve hırıltılı sesinin öfkeyle yükseldiğini duyabiliyordu.
550

"Bu yaygara da ne oluyor? Bütün şatoyu uyandıracaksın, öyle mi? Seni elime geçireceğim, Peeves, mutlaka elime geçireceğim ve sen... bu da ne?"
Filch'in ayak sesleri durdu; metalin metale çarpması duyuldu ve tiz çığlık kesildi - Filch yumurtayı almış ve kapatmıştı. Bir ayağı hâlâ sihirli basamakta sıkışık olan Harry hiç hareketsiz durup dinledi. Filch şimdi her an, Peeves'i görmeyi bekleyerek, duvar halısını çekebilirdi... ve orada Peeves olmayacaktı... ama merdivenden çıkarsa, Çapulcu Haritası'nı görecekti... ve Gö-rünmezlik Pelerini olsa da olmasa da, harita "Harry Potter"ı tam da durduğu yerde gösterecekti.
"Yumurta?" dedi Filch usulca, merdivenin en alt basamağında. "Tatlım!" -Mrs Norris de yanındaydı besbelli- "Bu bir Üçbüyücü ipucu! Bu bir okul şampiyonuna ait!"
Harry kendini kötü hissetti; kalbi güm güm atıyordu-
Filch, "PEEVES!" diye kükredi neşeyle. "Hırsızlık etmişsin!"
Aşağıdaki duvar halısını yırtarcasına çekti ve Harry onun, gözlerinin altı torba torba olmuş korkunç yüzünü gördü. Filch patlak, solgun gözleriyle karanlık ve ona göre ıssız merdivene bakıyordu.
"Saklanıyorsun, ha?" dedi tatlı bir sesle. "Seni almaya geliyorum, Peeves... Gidip bir Üçbüyücü ipucu çalmışsın, Peeves... Dumbledore bu yüzden seni buradan atacak, seni pis, soyguncu hortlak..."
Filch merdiveni tırmanmaya başladı; sıska, toz ren-
551

l
gi kedisi de hemen topuklarının dibindeydi. Mrs Nor-ris'in sahibininkilere çok benzeyen ampul misali gözleri dosdoğru Harry'nin üstüne dikilmişti. Harry'nin daha önce de Görünmezlik Pelerini'nin kedileri etkileyip etkilemediğini merak ettiği olmuştu... Korkudan midesi bulanarak, Filch'in eski, pazen sabahlığıyla gitgide yaklaşmasını izledi - tuzağa gömülmüş bacağını umutsuzca kurtarmaya çalıştı, ama bu gayret bacağının birkaç santim daha batmasından başka işe yaramadı - Filch'in haritayı görmesi ya da ona çarpması an meselesiydi.
"Filch? Neler oluyor?"
Filch, Harry'den birkaç basamak aşağıda durup arkasına döndü. Merdivenin dibinde, Harry'nin durumunu daha da berbat hale getirebilecek olan tek kişi duruyordu - Snape. Uzun, gri bir gecelik giymişti ve öfkeden mosmor görünüyordu.
Filch melun bir edayla, "Peeves, Profesör," diye fısıldadı. "Bu yumurtayı merdivenden aşağı attı."
Snape basamakları hızla tırmandı ve Filch'in yanında durdu.. Harry dişlerini sıktı, deli gibi çarpan kalbinin onu her an ele vermesinden korkuyordu.
Snape, Filch'in elindeki yumurtaya bakarak, yumuşak bir sesle, "Peeves mi?" dedi. "Ama Peeves benim odama giremez ki..."
"Bu yumurta odanızda mıydı, Profesör?"
"Elbette hayır," diye tersledi onu Snape. "Gümbürtüler ve feryatlar duydum -"
"Evet, Profesör, onlar yumurtadan çıktı -"
"- Ne var diye bakmaya geliyordum -"
552

"- Peeves attı, Profesör -"
"- ve odamdan geçerken, meşalelerin yandığım, bir dolap kapısının da aralık olduğunu gördüm! Biri odamı karıştırmış!"
"Ama Peeves bunu yapamaz ki -"
Snape, "Yapamayacağını biliyorum, Filch!" diye yine tersledi hademeyi. "Ben odamı yalnızca bir büyücünün açabileceği sihirli bir mühürle kapalı tutarım!" Snape merdivenden yukarı baktı, bakışları dosdoğru Harry'nin içinden geçti, sonra da aşağıdaki koridoru taradı. "Benimle gelmeni ve odama giren davetsiz misafiri bulmama yardım etmeni istiyorum, Filch."
"Ben - evet, Profesör - ama -"
Filch özlemle merdivenden yukarı baktı, onun bakışları da dosdoğru Harry'nin içinden geçti. Harry onun Peeves'i köşeye sıkıştırma fırsatını kaçırmak istemediğini anladı. Git, diye sessizce yalvardı Harry ona, Snape'le git... git hadi... Mrs Norris, Filch'in bacağının arkasından uzanmış bakıyordu... Harry kedinin kesinlikle onun kokusunu alabildiği izlenimini edindi... Niye küveti o kadar çok parfümlü köpükle doldurmuştu ki?
Filch merhamet dilenircesine, "Diyorum ki, Profesör," dedi, "Müdür bu kez beni dinlemek zorunda kalacak. Peeves bir öğrenciden bir şey çalmış. Bu benim onu şatodan temelli attırma şansım olabilir -"
"Filch, o sefil hortlak umrumda bile değil, burada benim odam -"
Takır. Takır. Takır.
Snape birden sustu. O da, Filch de merdivenden aşa-
553

ğı baktılar. Harry, onların başlarının arasındaki dar aralıktan, Deli-Göz Mood/nin topallayarak ortaya çıktığını gördü. Moody geceliğinin üstüne eski seyahat pelerinini giymişti, her zamanki gibi bastonuna dayanıyordu.
"Pijama partisi, öyle mi?" diye homurdandı yukarı doğru.
Filch hemen, "Profesör Snape ve ben birtakım sesler duyduk da, Profesör," dedi. "Hortlak Peeves her zamanki gibi çevreye bir şeyler fırlatmış - sonra da Profesör Snape fark etmiş ki, birisi izinsiz onun -"
Snape, Filch'e, "Kes sesini!" dedi tıslarcasına.
Moody merdivenin ilk basamağına bir adım daha yaklaştı. Harry onun sihirli gözünün Snape'in üzerinde dolaştığını, sonra da, hiçbir yanılgıya meydan vermeyecek şekilde, kendi üzerinde durduğunu gördü.
Harry'nin yüreği ağzına geldi. Moody, Görünmezlik Pelerinlerinin içini görebiliyordu... Sahnenin tuhaflığını tam anlamıyla görebilecek tek kişi oydu: Geceliğiyle Snape, yumurtaya sıkı sıkı sarılmış olan Filch, onların tam arkalarında, merdivende kapana kısılmış Harry. Moody'nin bir kesiğe benzeyen yamuk ağzı hayretle açıldı. Birkaç saniye Harry'yle ikisi birbirlerinin gözlerinin içine baktılar. Sonra Moody ağzını kapadı ve mavi gözünü yine Snape'e çevirdi.
"Doğru mu duydum, Snape?" diye sordu ağır ağır. "Birisi izinsiz odana mı girdi?"
Snape soğuk soğuk, "Önemli değil," dedi.
"Tam tersine," diye homurdandı Moody, "çok önemli. Odana kim izinsiz girmek ister ki?"
554

Snape, "Bir öğrenci herhalde," dedi. Harry onun yağlı şakağında bir damarın fena halde atmaya başladığını görebiliyordu. "Daha önce de olmuştu. Özel depo dolabımdan iksir malzemesi kayboldu... yasadışı karışımlar yapmaya çalışan öğrenciler, kuşkusuz..."
"Onların iksir malzemesi peşinde olduğunu düşünüyorsun, öyle mi?" dedi Moody. "Odanda başka bir şey saklamıyorsun, değil mi?"
Harry, Snape'in solgun yüzünün pis bir tuğla kırmızısına döndüğünü gördü. Şakağındaki damar daha da hızla atmaya başlamıştı. •
Yumuşak ve tehlikeli bir sesle, "Hiçbir şey saklamadığımı biliyorsun, Moody," dedi. "Çünkü odamı sen de titizlikle aradın."
Moody'nin yüzü bir gülümsemeyle çarpıldı. "Se-herbaz ayrıcalığı, Snape. Dumbledore benden göz kulak olmamı istemişti -"
Snape sıkılı dişlerinin arasından, "Dumbledore bana itimat eder," dedi. "Sana benim odamı araman için emir verdiğine inanmayı reddediyorum!"
"Dumbledore elbette sana itimat eder," diye homurdandı Moody. "O itimat sahibi bir adam, değil mi? İkinci şanslara da inanıyor. Ama ben - ben diyorum ki, çıkmayan lekeler vardır, Snape. Hiç çıkmayan lekeler, anlıyor musun?"
Snape birden çok tuhaf bir şey yaptı. Aniden sağ eliyle sol kolunu tuttu, sanki kolu aniden acımış gibi.
Moody güldü. "Yatağına geri dön, Snape."
"Beni hiçbir yere göndermeye yetkin yok!" diye tıs-
555

ladı Snape. Kendine kızmış gibi kolunu bıraktı. "Benim de karanlık bastıktan sonra bu okulu kolaçan etmeye senin kadar hakkım var!"
"Kolaçan et, öyleyse," dedi Moody, ama sesi tehdit doluydu. "Bir ara karanlık bir koridorda seninle karşılaşmayı dört gözle bekliyorum... Bu arada, bir şey düşürmüşsün..."
Harry, içini bıçak gibi yaran bir dehşet hissiyle, Moody'nin hâlâ merdivende, kendisinin altı basamak altında duran Çapulcu Haritası'nı işaret ettiğini gördü. Hem Snape, hem de Filch bakmak için dönerlerken, Harry ihtiyatı elden bıraktı; Pelerin'in altında kollarını kaldırdı, Moody'nin dikkatini çekmek için şiddetle ona doğru salladı. Ağzıyla da sessizce, "Harita benim!" kelimelerini oluşturdu. "Benim!"
Snape, yüzünde korkunç bir kavrayış ifadesiyle, haritaya doğru uzanmıştı -
"Accio parşömen!"
Harita havaya uçtu, Snape'in öne uzanmış parmaklarının .arasından kayıp geçti ve merdivenden aşağı süzülerek Moody'nin eline kondu.
"Benim hatam," dedi Moody sakin sakin. "Benim-miş - daha önce düşürmüş olmalıyım -"
Ama Snape'in kara gözleri Filch'in kollarındaki yumurta ile Moody'nin elindeki harita arasında hızla gidip geliyordu ve Harry onun, ancak Snape'in yapacağı gibi, ikiyle ikiyi topladığım görebiliyordu...
Snape usulca, "Potter," dedi.
"O da ne?" diye sordu Moody sükûnetle. Bir yan-
556

dan da haritayı katlayıp cebine koyuyordu.
Snape, "Potter!"diye hırladı, dahası başını çevirerek tam Harry'nin olduğu yere baktı, sanki birden onu görebilmeye başlamış gibi. "O yumurta Potter'ın yumurtası. O parşömen de ona ait. Daha önce görmüştüm. Onu tanıdım! Potter burada! Görünmezlik Pelerini'ni giymiş!"
Snape kör bir adam gibi ellerini uzattı ve merdivenden yukarı çıkmaya koyuldu. Harry onun haddinden fazla büyük burun deliklerinin, kendisinin kokusunu almak için açılıp kapandığına yemin edebilirdi - kendini kapana kısılmış hissederek, Snape'in parmak uçlarından kaçınmak için geriye doğru yaslandı. Ama artık her an-
"Orda bir şey yok, Snape!" dedi Moody havlarcası-na. "Ama aklına nasıl da hemen Harry Potter'ın geldiğini Müdüre anlatmaktan mutluluk duyacağım!"
"Ne demek istiyorsun?" diye hırlayan Snape, dönüp Moody'ye baktı. Hâlâ ileri uzanmış halde olan elleri Harry'nin göğsünden birkaç santim uzaktaydı.
"Demek istiyorum ki, Dumbledore o çocuğa kimin kafayı taktığını öğrenmeyi çok istiyor!" dedi Moody, to-pallaya topallaya merdivenin dibine daha da yaklaşarak. "Ben de, Snape... çok istiyorum..." Meşale ışıklan yamru yumru yüzüne vurdu, yara izleri ve burnunun eksik kısmı her zamankinden de derin ve karanlık görünüyordu.
Snape aşağı, Moody'ye bakıyordu ve Harry onun yüzündeki ifadeyi göremiyordu. Bir an kimse ne kıpır-
557

dadı, ne konuştu. Sonra Snape ağır ağır ellerini indirdi.
Zorla sakinleştirdiği sesiyle, "Ben sadece," dedi, "Potter yine geç saatlerde çevrede mi dolaşıyor diye düşündüm... yersiz bir alışkanlık... bunu yapmasına son verilmeli. Kendi - kendi güvenliği için."
Moody tatlı tatlı,."Ah, anlıyorum," dedi. "Sadece Potter'ın çıkarlarını koruyordun, ha?"
Bir sessizlik oldu. Snape ve Moody hâlâ birbirlerine bakıyorlardı. Mrs Norris yüksek sesle miyavladı. Filch'in bacaklarının arkasından kafasını uzatmış, Harr/nin banyo köpüğü kokusunun kaynağını arıyordu hâlâ.
Snape ters ters, "Ben yatağıma döneyim," dedi.
"İşte bu, bütün gece boyunca aklına gelen en parlak fikir," dedi Moody. "Şimdi, Filch, o yumurtayı bana verirsen -"
"Hayır!" dedi Filch. Yumurtaya sanki ilk erkek ev-ladıymış gibi sıkı sıkı sarılmıştı, "Profesör Moody, bu yumurta Peeves'in ihanetinin kanıtı!"
Moody, "Çaldığı şampiyonun malı o," dedi, "Ver şunu bana, hemen."
Snape merdivenden rüzgâr gibi inerek, tek kelime etmeden Moody'nin yanından geçti. Filch cıvıldar gibi bir ses çıkararak Mrs Norris'i çağırdı. Kedi dönüp sahibini izlemeden önce birkaç saniye daha boş boş Harr/nin yüzüne baktı. Hâlâ hızlı hızlı soluyan Harry, Snape'in koridordan aşağı doğru yürüdüğünü duydu. Filch yumurtayı Moody'y e uzattı, sonra o da ortadan kayboldu. Bir yandan da Mrs Norris'e mırıldanıyordu:
558

"Aldırma, tatlım... sabah Dumbledore'a çıkacağız... ona Peeves'in ne dolaplar çevirdiğini söyleyeceğiz..."
Bir kapı güm diye kapatıldı. Moody asasını en alttaki basamağa koyup, her basamakta hafifçe tıkırdaya-rak, zahmetle Harry'ye doğru çıkmaya başladı.
"Ucu ucuna yırttın, Potter," diye mırıldandı.
"Evet... ben - şey... teşekkürler," dedi Harry halsizce.
Moody cebinden Çapulcu Haritası'nı çıkarıp katlarını açarak, "Bu nedir?" diye sordu.
Harry, Moody'nin onu vakit geçirmeden basamağın içinden çıkaracağını umut ederek, "Hogvvarts haritası", dedi. Bacağı bayağı acımaya başlamıştı.
Moody, "Merlin'in sakalı," diye fısıldadı. Haritaya bakan sihirli gözü yine zıvanadan çıkmıştı. "Bu... bu bayağı esaslı bir harita, Potter!"
"Evet... hayli yararlı," dedi Harry. Gözleri acıdan yaşarmaya başlamıştı. "Şey - Profesör Moody, bana yardım edebilir miydiniz acaba -?"
"Ne? Ah! Evet... evet, elbette..."
Moddy, Harry'yi kollarından yakalayıp çekti. Harr/nin bacağı tuzaklı basamaktan kurtuldu, Harry de bir üsttekine tırmandı.
Moody hâlâ haritaya bakıyordu. "Potter..." dedi yavaş yavaş, "Snape'in odasına kimin gizlice girdiğini görmüş olma ihtimalin yok, değil mi? Yani, bu haritada demek istiyorum."
"Şey... evet, gördüm..." diye itiraf etti Harry. "Mr Crouch'tu."
559

Moody'nin sihirli gözü bütün haritanın üstünde hızla gezindi. Birden çok telaşlanmıştı.
"Crouch, ha?" dedi. "Bundan - bundan emin misin, Potter?"
"Kesinlikle," dedi Harry.
Moody, gözü hâlâ haritada vızır vızır dolaşarak, "Eh, artık burada değil," dedi. "Crouch demek... bu çok - çok ilginç..."
Moody bir dakika boyunca hiçbir şey demedi, hâlâ haritaya bakıyordu. Harry bu haberin Moody için bir anlam taşıdığım anlamıştı, bu anlamın ne olduğunu öğrenmeyi de çok istiyordu. Sorma cesareti göster-sem mi, diye düşündü. Moody onu biraz korkutuyordu... ama onu bir sürü beladan kurtaran da Moody olmuştu...
"Şey... Profesör Moody... Mr Crouch, Snape'in odasında ne arıyordu dersiniz?"
Moody'nin sihirli gözü haritadan ayrıldı ve titrey> rek Harry üzerinde sabitleşti. Derinlere inen bir bakıştı, HarryJVloody'nin onu ölçüp biçtiği, ona cevap verse mi vermese mi, ya da ne kadarını anlatsa diye tarttığı izlenimine kapıldı.
Sonunda, "Şöyle diyelim, Potter," diye mırıldandı Moody. "İhtiyar Deli-Göz'ün, kafasını Karanlık büyücüleri yakalamakla bozduğunu söylerler... ama ben Barty Crouch'un yanında bir hiçim - bir hiç."
Haritaya bakmayı sürdürdü. Harry'nin daha fazlasını öğrenmek için içi gidiyordu.
"Profesör Moody?" dedi yine. "Sizce..', bunun şeyle
560

bir ilgisi olabilir mi... belki Mr Crouch bir şeyler döndüğünü düşünüyordur..."
"Ne gibi?" dedi Moody sertçe.
Harry, ne kadarını söylemeye cüret edeceğini düşündü. Moody'nin* Hogvvarts dışında bir bilgi kaynağı olduğunu tahmin etmesini istemiyordu. Böyle bir tahmin Sirius hakkında cevabı zor sorulara yol açabilirdi.
"Bilmiyorum," diye mırıldandı Harry. "Son zamanlarda tuhaf şeyler oluyor, değil mi? Gelecek Postası da yazdı... Dünya Kupası'ndaki Karanlık İşaret, Ölüm Yi-yen'ler falan..."
Moody' nin birbirinden farklı gözlerinin ikisi birden faltaşı gibi açıldı.
"Sen uyanık bir çocuksun, Potter," dedi. Sihirli gözü yeniden Çapulcu Haritası'na çevrildi. "Crouch da benzer şeyler düşünmüş olabilir," dedi ağır ağır. "Çok mümkün... Son zamanlarda etrafta tuhaf rivayetler dolaşıyor - Rita Skeeter da bunları körüklüyor, tabii. Bir sürü insanı tedirgin ediyor, farkındayım." Yamuk ağzı amansız bir gülümsemeyle çarpıldı. Sihirli gözü haritanın sol alt köşesinde sabitleşmiş halde ve sanki Harry'den çok kendi kendine konuşuyormuş gibi, "Nefret ettiğim bir şey varsa," dedi, "serbest kalmış bir Ölüm Yiyen'dir..."
Harry ona bakakaldı. Acaba Moody gerçekten de Harry'nin anladığı şeyi söylemiş olabilir miydi?
Moody sadede gelelim dercesine, "Şimdi de ben sana bir soru soracağım, Potter," dedi.
Harry'nin kalbi sıkıştı. Bunu bekliyordu zaten. Mo-
561

ody çok kuşku verici bir sihirli nesne olan bu haritayı nereden aldığını soracaktı ona - bu haritanın Harry'nin eline nasıl geçtiğinin hikâyesi, yalnızca Harry'y i değil, babasını, Fred ile George VVeasley'yi ve son Karanlık Sanatlara Karşı Savunma öğretmenleri Profesör Lupin'i de suçlu duruma düşürecekti. Moody haritayı Harry'nin gözü önünde salladı, Harry kendini olabileceklerin en kötüsüne hazırladı -
"Bunu ödünç alabilir miyim?"
"Oh!" dedi Harry. Bu haritadan çok memnundu, ama öte yandan, Moody onu nereden aldığını sormadığı için çok rahatlamıştı. Aynca, ona bir gönül borcu da vardı şüphesiz. "Evet, tabii."
"Aferin sana," diye homurdandı Moody. "Bu çok işime yarayacak... bu tam da benim istediğim şey... Tamam, yatağa, Potter, hadi bakalım, yürü.:."
Birlikte merdivenin tepesine çıktılar. Moody haritayı, sanki daha önce eşini hiç görmediği bir hazineymiş gibi hâlâ inceliyordu. Sessizce Moody'nin odasının kapısına yürüdüler. Moody orada durup Harry'ye baktı. "Hiç kendine meslek olarak Seherbaz'hğı seçmeyi düşündün mü, Potter?"
"Hayır," dedi Harry, afallamıştı.
"Bir düşünsen iyi olur," dedi Moody, başını sallayıp düşünceli düşünceli Harry'ye bakarak. "Evet, gerçekten... ve aklıma gelmişken... bu gece o yumurtayı sadece gezmeye çıkarmamıştın, değil mi?"
Harry sırıtarak, "Şey - hayır," dedi. "İpucu üzerinde çalışıyordum."
562

Moody ona göz kırptı. Sihirli gözü yeniden sapıt-miştı. "Gece gezmeleri gibisi yoktur, Potter... insanın yeni fikirler bulması için birebirdir... Sabaha görüşürüz..." Yeniden Çapulcu Haritası'na bakarak odasına döndü ve kapıyı arkasından kapattı.
Harry, Snape, Crouch ve bütün bunların ne anlama geldiği hakkında düşüncelere dalmış halde, ağır ağır Gryffindor Kulesi'ne yürüdü... Crouch, eğer istediği zaman Hogwarts'a gelebiliyorsa, neden kendine hasta süsü veriyordu? Snape'in odasında ne sakladığını sanıyordu?
Ve Moody onun, Harry'nin, bir Seherbaz olması gerektiğini düşünüyordu, ha! İlginç bir fikir... ama, diye düşündü Harry, on dakika sonra yumurtayla Pelerin'i emin bir şekilde sandığına yerleştirip dört direkli yatağına sessizce girerken, bu işi meslek olarak seçmeden önce, diğer Seherbaz'larda ne kadar hasar var diye bir kontrol etsem iyi olacak.
563

GeCeLeR
12-10-2006, 02:06 AM
YİRMİ ALTINCI BOLUM
ikinci Görev

Hermione içerlemiş gibi, "Yumurtadaki ipucunu daha önce çözdüğünü söylemiştin!" dedi.
Harry kızgın kızgın, "Alçak sesle konuş!" dedi. "Sadece şey kaldı - bir tür ince ayar, tamam mı?"
O, Ron ve Hermione, Muska sınıfının en gerisinde kendilerine ait bir masada oturuyorlardı. Bugün Çağırma Büyüsü'nün tersini uygulamaları gerekiyordu -Uzaklaştırma Büyüsü. Nesneler odanın bir ucundan bir ucuna uçarken ortaya tehlikeli kazalar çıkmasın diye, Profesör Flitwick alıştırma yapmaları için her öğrenciye bir yığın yastık vermişti. Hedefi şaşırırlarsa, bunların kimsenin canını acıtmayacağı yolunda bir teorisi vardı. İyi bir teoriydi, ama pek iyi işlemiyordu. Neville öyle kötü nişan alıyordu ki, daha ağır şeyleri kazayla odanın öbür yanına gönderip duruyordu - örneğin, Profesör Flitwick'i.
"Bırak şu yumurtayı bir dakika, olur mu?" diye fısıldadı Harry, Profesör Flitwick kadere rıza göstermiş bir halde yanlanndan vınn diye geçip büyük bir dola-
564

bin tepesine düşerken. "Sana Snape'le Moody'yi anlatmaya çalışıyorum..."
Bu ders özel şeyleri rahat rahat konuşmak için idealdi. Herkes o kadar eğleniyordu ki, onlara dikkat bile etmiyordu. Harry son yarım saattir bir önceki gecenin maceralarını fısıltılı bölümler halinde anlatmakla meşguldü.
Ron, "Snape odasını Moody'nin de aradığını söyledi, ha?" diye fısıldadı. Bir yastığı asasının bir savrulu-şuyla Uzaklaştırırken (yastık havada yükseldi ve Parva-ti'nin şapkasını uçurdu), gözleri ilgiden pırıl pırıl parlıyordu. "Ne... yani Moody, Snape'e olduğu gibi Karka-roff a da göz kulak olmak için mi burada dersin?"
"Dumbledore böyle bir şey istedi mi bilmem., ama onun bunu yaptığı kesin," dedi Harry. Pek dikkat etmeden asasını dalgalandırınca, yastığı bir tür göbek atma hareketi yaparak sırasından düştü. "Moody dedi ki, Dumbledore, Snape'in burada kalmasına, sadece ona ikinci bir şans tanıdığı için izin veriyormuş, onun gibi bir şey..."
"Ne?" dedi Ron, gözleri faltaşı gibi açıldı. Bir sonraki yastığı dönerek havaya yükseldi, avizeden sekti ve güm diye Flitvvick'in masasına düştü. "Harry... belki de Moody senin adını Ateş Kadehi'ne Snape'in koyduğunu düşünüyordur!"
Hermione kuşkuyla başını sallayarak, "Ama Ron," dedi, "biz daha önce de Snape'in Harry'y i öldürmeye çalıştığını düşünmüştük, sonradan Harry'nin canını kurtardığı anlaşıldı, hatırladın mı?"
565

O da bir yastığı Uzaklaştırdı, yastık odanın öbür yanına uçup, hepsinin nişan alıyor olması gereken kutuya indi. Harry, Hermione'ye bakıp düşündü... Sna-pe'in bir seferinde onun hayatını kurtardığı doğruydu, ama işin tuhaf yanı, Snape'in kesinlikle ondan nefret etmesiydi. Tıpkı birlikte okulda okurlarken Harry'nin babasından nefret ettiği gibi. Snape, Harry'den puan düşürmeye bayılırdı ve onun cezalandırılması için hiçbir fırsatı kaçırmadığı gibi, okuldan uzaklaştırılmasını bile önermişti.
Hermione, "Moody'nin ne dediği umrumda değil," dedi. "Dumbledore aptal değildir. Hagrid'e ve Profesör Lupin'e güvenmekte haklıydı, oysa bir sürü insan onlara is vermezdi. Öyleyse niye Snape konusunda da haklı olmasın ki, Snape biraz -'"'"
"... kötü olsa da," dedi Ron hemen. "Hadi, Hermione, öyleyse niye bütün bu Kara büyücü avcıları onun odasını arıyorlar?"
Hermione ona aldırış bile etmeden, "Niye Mr Cro-uch kendine hasta süsü veriyor?" dedi. "Biraz tuhaf değil mi, yani Noel Balosu'na katılamayıp da canı isteyince gecenin yansında kalkıp buraya gelebilmesi?"
"Sen o Winky denen cin yüzünden Crouch'u sevmiyorsun," dedi Ron, bir yastığı pencereye doğru uçurarak.
"Sen de Snape'in ille bir işler çeviriyor olmasını istiyorsun," dedi Hermione ve yastığını dosdoğru kutuya kondurdu.
Harry kararlı bir şekilde, "Bense, kendisine ikinci
566

bir şans verildiğine göre, Snape'in ilk şansıyla ne yaptığım bilmek istiyorum," dedi. Yastığı onu çok şaşırtarak 'dosdoğru odanın karşı tarafına uçtu ve tam Hermi-
one'ninkinin üstüne düştü.
*
Sirius'un Hogwarts'taki her sıradışı olayı bilme isteğine boyun eğen Harry, o gece ona kahverengi bir baykuşla mektup göndererek, Mr Crouch'un Snape'in odasına gizlice girişini ve Moody ile Snape'in konuş-rnasmı anlattı. Sonra da bütün dikkatini karşısındaki en acil soruna çevirdi: Şubatın yirmi dördünde bir saat süreyle nasıl suyun altında kalmalı?
Ron yeniden Çağırma Büyüsü kullanma fikrinden yanaydı - Harry ona dalgıçlık aygıtlarından söz etmişti, Ron da neden en yakın Muggle kentinden bir tane Çağırmasın diye düşünüyordu. Hermione bu planı bozdu: Harry'nin, görev süresi olan bir saat içinde bu aygıtı çalıştırmayı öğrenebilse bile, Uluslararası Büyücülük Sırları Yönetmeliği'ne karşı geldiği için kesinlikle diskalifiye edileceğini söyledi - kırların üstünden uçarak son hızla Hogwarts'a giden bir dalgıçlık aygıtını hiçbir Muggle'in görmeyeceğini ummak da biraz fazlaydı doğrusu.
Hermione, "Tabii, ideal çözüm, senin Biçim Değiştirerek bir denizaltıya falan dönüşmen olurdu," dedi. "Keşke insan Biçim Değiştirmelerini işlemiş olsaydık! Ama bunlara altıncı yıldan önce başlamıyoruz ve eğer ne yaptığını bilmiyorsan, sonuçları gerçekten kötü olabilir..."
567

"Evet, başımdan çıkan bir periskopla ortada dolaşmak istemem," dedi Harry. "Tabii, en olmadı, Mo-ody'nin önünde birine saldırabilirim herhalde; benim yerime Biçim Değiştirme işini o halledebilir..."
Hermione ciddi ciddi, "Neye dönüşeceğini seçmene izin vermez bence," dedi. "Hayır, bence senin işine en çok yarayacak şey, bir tür büyü."
Böylece, kütüphanede ona neredeyse ömür boyu yetecek kadar vakit geçirdiğini düşünen Harry, bir kez daha tozlu ciltler arasına gömüldü, insanın oksijensiz hayatta kalmasını sağlayacak bir büyü aradı. Ama o, Ron ve Hermione öğle yemeği saatlerinde, akşamlan ve hafta sonlan hiç durmadan araştırdıkları halde, Harry'nin bir saati sualtında geçirip sonra da yaşadıklarını anlatabilmesini mümkün kılacak hiçbir şey bulamadılar - üstelik de Hany, Profesör McGonagall'dan, Kısıtlı Bölüm'ü kullanmak için yazılı izin aldığı, hatta o çabucak sinirlenen, akbaba kılıklı kütüphaneci Madam Fince'ten yardım istediği halde.
Artık o bildik panik hissi Harry'yi rahatsız etmeye başlamıştı, sınıfta konsantre olmakta yine zorlanıyordu. O güne kadar sadece arazideki yerlerden biri gözüyle baktığı göl, şimdi ne zaman bir sınıf penceresi önüne gelse, gözlerini mıknatıs gibi çekiyordu: Karanlık ve buzlu derinlikleri ona ay kadar uzak görünmeye başlayan büyük, demir grisi bir soğuk su kütlesi.
Tjpkı Boynuzkuyruk'un karşısına çıkmadan önce olduğu gibi, zaman hızla akıp gidiyordu; sanki birisi çok daha büyük bir hızla çalışsınlar diye saatleri büyü-
568

lemisti. 24 Şubat'a bir hafta kalmıştı (hâlâ vakit vardı)... beş gün kalmıştı (çok geçmeden bir şey bulacaktı elbet)... üç gün kalmıştı (n'olur bir şeyler bulayım... n'olur...).
İki gün kalınca, Harry'nin boğazından yine yemek geçmemeye başladı. Pazartesi günkü kahvaltının tek iyi yanı, Sirius'a gönderdiği kahverengi baykuşun geri dönmesiydi. Parşömeni çekip aldı ve açtı. Bu, Sirius'un ona yazdığı en kısa mektuptu.
Bundan sonraki ilk Hogsmeade hafta sonu izninin tarihini bana aynı baykuşla bildir.
Hany parşömeni çevirip, başka bir şeyler bulma umuduyla arkasına baktı, ama boştu.
Notu Harry'nin omzundan okumuş olan Hermione, "Bundan bir sonraki hafta sonu," diye fısıldadı. "İşte -tüy kalemimi al ve bu baykuşu hemen geri gönder."
Harry tarihi Sirius'un mektubunun arkasına yazdı, kahverengi baykuşun bacağına bağladı ve onun yeniden havalanarak gitmesini izledi. Ne bekliyordu ki? Sualtında sağ kalmaya ilişkin bir tavsiye mi? Sirius'a Sna-pe ve Moody'yi anlatmayı kafasına öyle takmıştı ki, yumurtadaki ipucundan söz etmeyi tamamen unutmuştu.
"Bir sonraki Hogsmeade hafta sonu iznini niye öğrenmek istiyor ki?" diye sordu Ron.
Harry keyifsiz bir sesle, "Bilmiyorum," dedi. Baykuşu görünce içinde parlayan anlık mutluluk ölüp gitmişti. "Gel hadi... Sihirli Yaratıkların Bakımı."
569

j:
Artık Patlar-Uçlu Kelekerleri telafi etmeye çalıştığı için mi, zaten kala kala iki Keleker kaldığı için mi, yoksa Profesör Grubbly-Plank'in yaptığı her şeyi kendisinin de yapabileceğini kanıtlama amacıyla mı, bilinmez, Hagrid işine döndüğünden beri 4.ek boynuzlu at derslerini sürdürüyordu. Onun tek boynuzlu atlar hakkında da neredeyse canavarlar hakkında olduğu kadar bilgi sahibi olduğu anlaşıldı, ama zehirli dişleri olmamasına hayal kırıklığı yaratan bir şey gözüyle baktığı her halinden belliydi.
Bugün, nasıl yaptıysa, iki tane tek boynuzlu tay yakalamayı başarmıştı. Yetişkin tek boynuzlu atların aksine, baştan aşağı altındılar. Parvati ve Lavender onları görünce sevinçten kendilerinden geçtiler. Hatta Pansy Parkinson bile onlardan ne kadar hoşlandığını gizlemekte zorluk çekti.
Hagrid sınıfa, "Onları fark etmek, yetişkinleri fark etmekten kolay," dedi. "İki yaşında falanken gümüşe dönüşüyorlar, dört yaş civarında da boynuzlan çıkıyor. Tamamen büyüyünceye kadar bembeyaz olmuyorlar, yani yedi yaşına kadar falan. Bebekken daha fazla güven duyarlar... erkek çocuklara pek aldırmazlar... Hadi, gelin biraz, istiyorsanız okşayın... onlara şu kesme şekerlerden verin biraz...
"Sen iyi misin, Harry?" dedi Hagrid, ötekilerin çoğu bebek tek boynuzlu atların çevresine üşüşmüşken, bir kenara çekilerek.
"Evet," dedi Harry.
"Heyecan var galiba?" dedi Hagrid.

570


"Biraz," dedi Harry.
"Harry," dedi Hagrid. Omzuna muazzam elini koyunca, Harry'nin dizleri taşıdığı ağırlığın altında büküldü. "Senin Boynuzkuyruk'un hakkından gelişini görmeden önce kaygılıydım, ama şimdi kafana koyduğun her şeyi yapabileceğini biliyorum. Hiç mi hiç kaygım yok. Becereceksin. İpucunu çözdün, değil mi?"
Harry evet anlamına başını salladı, ama daha sallarken bile, bir saat gölün dibinde nasıl sağ kalacağı konusunda hiçbir fikri olmadığını itiraf etme yolunda çılgınca bir arzuya kapıldı. Başını kaldırıp Hagrid'e baktı -belki de orada yaşayan canavarlarla ilgilenmek için göle girmesi gerekiyordu bazen. Okul arazisindeki her şeye o bakıyordu nasılsa -
"Kazanacaksın," diye homurdandı Hagrid, Harr/nin omzuna yine bir şaplak atarak. Harry yumuşak toprağa resmen birkaç santim gömüldüğünü hissetti. "Biliyorum. Hissedebiliyorum. Kazanacaksın, Harry."
Hagrid'in yüzündeki o mutlu, güvenli gülümsemeyi silmeye Harry'nin içi elvermedi. Genç tek boynuzlu atlarla ilgileniyormuş gibi yaparak zorla gülümsedi ve diğerleriyle birlikte atlan okşamak için öne doğru yürüdü.
*
İkinci görevden önceki akşam Harry kendini bir kâbusta kısılı kalmış gibi hissediyordu. Bir mucize sonucu uygun bir büyü bulsa bile, bir gecede bu büyüde ustalaşmasının çok çetin bir iş olacağının tamamen farkındaydı. Bunun böyle olmasına nasıl izin vermişti? Nasıl
571

l
olmuştu da yumurtadaki ipucu üzerinde daha önceden çalışmaya başlamamıştı? Derslerde neden dalga geçmişti - ya öğretmenlerden biri sualtında nasıl soluk alınacağından söz ettiyse?
Dışanda güneş batarken, Hermione ve Ron ile kütüphanede oturmuş deliler gibi, sayfa sayfa büyü kitaplarını karıştırıyorlardı. Önlerindeki masalarda duran muazzam kitap yığınlarından birbirlerini göremi-yorlardı. Sayfada "su" kelimesini her gördüğünde Harry'nin kalbi fena halde çarpıyordu, ama bu kelimenin orada bulunuş nedeni çoğu kez şöyle bir şeydi: "Bir litre su alın, 250 gram kıyılmış adamotu yaprağı, bir de keler..."
Ron'un sesi masanın öbür yarandan cansız cansız, "Bence yapılacak iş değil," dedi. "Bu konuda hiçbir şey yok. Hiçbir şey. En yakın olanı, su birikintileriyle gölcükleri kurutmaya yarayan o Kuraklık Büyüsü'ydü, ama o da bir gölün sularını boşaltacak kadar güçlü değil, hem de hiç."
Hermione oradaki bir mumu kendine doğru çekerek, "Bir şey olmalı," diye mırıldandı. Gözleri öyle yorgundu ki, Kadim ve Unutulmuş Sihirler ve Tılsımlar kitabının minicik harfli baskısını, burnu sayfadan iki üç santim mesafede okuyordu. "Asla yerine getirilemeyecek bir görev koymazlar."
"Koymuşlar işte," dedi Ron. "Harry yann göle git, tamam mı, başını içine sok, denizhalkına her ne aşırdı-larsa geri vermelerini bağır, sonra da bak bakalım dışarı fırlatacaklar mı. Elinden ancak bu gelir, oğlum."
572

Hermione ters ters, "Bunu yapmanın bir yolu var!" dedi. "Mutlaka olmalı, o kadar!"
Kütüphanede bu konuda faydalı bir bilgi olmayışını şahsına hakaret olarak kabul ediyordu sanki; daha önce kütüphane onu hiç yaya bırakmamıştı.
Harry, yüzünü Numaracılar için Fiyakalı Numaralar'o. yaslamış halde, "Aslında ne yapmam gerekirdi, biliyorum," dedi. "Sirius gibi bir Animagus olmayı öğrenmeliydim."
"Öyle ya," dedi Ron, "istediğin anda süs balığına dönüşebilirdin!"
"Ya da bir kurbağaya," diye esnedi Harry. Bitkin düşmüştü.
Hermione, "Animagus olmak yıllar alır, sonra da kendini kaydettirmen falan gerekir," diye belli belirsiz mırıldandı. Şimdi de Acayip Büyücülük Çıkmazları ve Çö-züm/en'nin İçindekiler bölümüne şaşı şaşı göz gezdiriyordu. "Hatırlasanıza, Profesör McGonagall anlatmıştı... gidip Sihrin Uygunsuz Kullanımı Dairesi'ne kaydolman gerekiyor... hangi hayvan olacağını, bedenindeki işaretleri yazdıracaksın, yeteneğini kötüye kullanamayasın diye..."
"Hermione, şaka ediyordum," dedi Harry yorgun yorgun. "Yarın sabaha kadar kurbağaya dönüşme şansım olmadığını biliyorum..."
"Öff, bunun hiç faydası yok," dedi Hermione, Acayip Büyücülük Çıkmazları'm pat diye kapatarak. "Burun kıllarının bukle bukle olmasını kim ister ki?"
Fred VVeasley'nin sesi, "Bana göre hava hoş," dedi. "Konuşacak bir şey olurdu, değil mi?"
573

Harry, Ron ve Hermione başlarını kaldırıp baktılar. Fred ve George kitap raflarının ardından belirivermiş-lerdi.
"Siz ikiniz burada ne arıyorsunuz?" diye sordu Ron.
"Sizi arıyorduk," dedi George. "McGonagall seni istiyor, Ron. Seni de, Hermione."
"Niye?" dedi Hermione, şaşkın görünüyordu.
"Bilmem... ama hayli keyifsiz görünüyordu," dedi Fred.
"Sizi onun odasına götürmemiz gerek," dedi Geor-
ge-
Ron ve Hermione, Harry'y e baktılar, Harry içinin
çekildiğini hissetti. Profesör McGonagall, Ron ve Her-mione'yi azarlayacak mıydı? Belki de Harry'nin görevi tek başına çözmesi gerektiği halde ona ne kadar yardım ettiklerini fark etmişti.
Hermione gitmek için Ron'la birlikte kalkarken, Harry'ye, "Ortak salonda buluşuruz," dedi - ikisi de çok endişeli görünüyorlardı. "Getirebildiğin kadar kitap getir, tamam mı?"
Harry tedirgin tedirgin, "Tamam," dedi.
Saat sekizde Madam Fince bütün lambaları söndürmüştü, bir an önce kütüphaneden kışkışlamak için Harry'nin yanına geldi. Taşıyabildiği kadar kitabın ağırlığı altında sendeleye sendeleye yürüyen Harry, Gryffindor ortak salonuna gitti, köşeye bir masa çekti ve araştırmasını sürdürdü. Şaşkın Büyücüler için Delişmen Sihirler''de bir şey yoktu... Ortaçağ Büyücülüğü Reh-
574

beri'nde de... On Sekizinci Yüzyıl Tılsımları Antolojisi, Derinliklerin Dehşet Verici Sakinleri, Sahip Olduğunuzu Asla Bilmediğiniz Güçler ve Artık Öğrendiğinize Göre Onlarla Yapabileceğiniz Şeyler'de de sualtı maceralarından hiç söz edilmiyordu.
Crookshanks, Harry'nin kucağına tırmandı ve kıvrılarak usul usul mırıldandı. Harry orada otururken ortak salon yavaş yavaş boşaldı. İnsanlar ona tıpkı Hag-rid'inki gibi neşeli, güven dolu seslerle ertesi sabah için şans dileyip duruyordu. Belli ki hepsi, ilk görevdeki gibi şaşırtıcı bir performans daha sunacağından emindi. Harry onlara cevap veremedi, başını sallamakla yetindi, boğazına golf topu kaçmış gibi hissediyordu. Gece yarısına on kala, salonda Crookshanks'le yalnızdı. Geri kalan tüm kitapları araştırmıştı, Ron ve Hermione de geri gelmemişlerdi.
Bitti, dedi kendi kendine. Yapamayacaksın. Sabah göle gidip jüriye söylersin, olur biter...
Kendini, görevi yerine getiremeyeceğini açıklarken hayal etti. Bagman'ın gözlerinin faltaşı gibi açılmasını, Karkaroff un halinden memnun, sarı dişli gülümsemesini gözünün önüne getirdi. Fleur Delacour'u duyar gibiydi: "Biliyo'dum... çok küççük o, sadece küççük bir çoğ-cuk." Malfoy'un kalabalığın en önünde DANDÎK POT-TER rozetini gösterişini gördü, Hagrid'in hayal kırıklı-ğıyla, inanmazlıkla dolu yüzünü gördü...
Harry, Crookshanks'in kucağında olduğunu unutarak birden ayağa kalktı. Crookshanks yere düşünce öfkeyle tısladı, Harry'ye tiksintiyle baktı ve tüylü kuyru-
575

ğunu havaya dikerek ondan uzaklaştı. Ama Harry yatakhanesine çıkmak için döner merdivene doğru telaşla gidiyordu bile... Görünmezlik Pelerini'ni alacak, yeniden kütüphaneye gidecekti, gerekiyorsa bütün gece orada kalacaktı.
On beş dakika sonra kütüphane kapısını açarken, "Lumos," diye fısıldadı Harry.
Asasının ucu ışıklı halde, kitap raflarının arasında dolaştı, bir sürü kitap aldı - uğursuz büyülerle tılsımlar hakkında kitaplar, denizhalkı ve su canavarlan hakkında kitaplar, ünlü cadılarla büyücüleri, sihirli icatları anlatan kitaplar, sualtında sağ kalmaya yakından uzaktan değinebilecek her şey. Onları masaya taşıdı. Sonra da asasından süzülen dar ışık huzmesinde, zaman zaman saatine bakarak, çalışmaya koyuldu...
Sabahın biri... sabahın ikisi... devam edebilmesini, kendi kendine defalarca, Diğer kitapta... bir sonrakinde...
işte şu kitapta... demesine borçluydu.
*
Sınıf Başkanlan banyosunda asılı tablodaki denizkızı gülüyordu. Harry onun kayasının yakınındaki kabarcıklı suda şişe mantarı gibi batıp çıkarken, denizkızı Ateşoku'nu Harry'nin başının üstünde tutuyordu.
Hain hain, "Gel de al!" diye kıkırdadı. "Gel hadi, atla!"
Harry soluk soluğa, "Yapamam," dedi, Ateşoku'nu kapmaya çalışü, batmamak için çırpındı. "Ver onu bana!"
Ama o Harry'yi süpürgenin ucuyla böğründen dürtüp canını aartı, bir yandan da gülüyordu.
576

"Acıyor - çekil - ayy -"
"Harry Potter uyanmalı, efendim!"
"Bırak beni dürtmeyi -"
"Dobby, Harry Potter'ı dürtmeli, efendim, uyanması gerek!"
Harry gözlerini açtı. Hâlâ kütüphanedeydi. Uyurken Görünmezlik Pelerini başından kaymıştı, yüzü Asa Varsa Çare de Vardır'm sayfalarına yapışmıştı. Doğruldu, gözlüğünü düzeltti, parlak gün ışığında gözlerini kırpıştırdı.
"Harry Potter acele etmeli!" diye ciyakladı Dobby. "İkinci görev on dakika içinde başlıyor ve Harry Potter -"
"On dakika mı?" dedi Harry çatlak bir sesle. "On -on dakika mı?"
Saatine baktı. Dobby haklıydı. Saat dokuzu yirmi geçiyordu. Harry'nin midesine taş gibi bir ağırlık çökmüştü sanki.
Dobby, Harry'nin kol ağzını tutup çekiştirerek, "Çabuk olun, Harry Potter!" diye cıyakladı. "Diğer şampiyonlarla birlikte gölde olmanız gerekiyor, efendim!"
Harry umutsuzca, "Çok geç, Dobby," dedi. "Görevi yerine getirmiyorum, nasıl yapılacağını bilmiyorum -"
"Harry Potter görevi yapacak!" diye cikledi cin. "Dobby, Harry Potter'ın doğru kitabı bulamadığını biliyordu, onun için de Dobby onun yerine buldu!"
"Ne?" dedi Harry. "Ama sen ikinci görevin ne olduğunu bilmiyorsun ki - "
"Dobby biliyor, efendim! Harry Potter göle inip VVheezy'sini bulacak -"
577

"Neyimi, neyimi?"
"- ve Wheezy'sini denizhalkından geri alacak!"
"VVheezy de ne?"
"Sizin Wheezy'niz, efendim, sizin Wheezy'niz -Dobby'ye kazağını veren VVheezy!"
Dobby şortunun üstüne giydiği, çekip küçülmüş, açık kahverengi kazağı tutup gösterdi.
"Ne?" diye soluğunu tuttu Harry. "Ellerinde ha... Ron ellerinde mi?"
"Harry Potter'ın en özleyeceği şey, efendim!" diye ciyakladı Dobby. "Ama bir saat sonra -"
"- 'iş işten geçecek'," diye ezberden okudu Harry, cine dehşet dolu gözlerle bakarak. " 'Çok geç, gitti, geri dönmeyecek...'Dobby - ne yapacağım?"
"Bunu yemeniz gerek, efendim!" diye cikledi cin. Elini şortunun cebine sokarak top gibi bir şey çıkardı. Yapışkan, grimsi yeşil sıçan kuyrukları gibi bir şeydi bu. "Göle girmeden önce, efendim - Galsamotu!"
"Ne işe yarar?" dedi Harry, gözlerini dikip Galsamotu'na bakarak.
"Harry Potter'a sualtında soluk aldırır, efendim!"
"Dobby," dedi Harry, çılgıncasına bir endişeyle,
"dinle - emin misin bundan?" m
Dobby'nin son kez ona "yardım" etmeye çalışması- « m pek unutamamıştı, sonunda sağ kolu kemiksiz kalmıştı çünkü.
Cin samimiyetle, "Dobby çok emin, efendim!" dedi. l "Dobby'nin kulağı delik, efendim, o bir ev cini, şömineleri yakıp yerleri silerken şatonun her yanını dolaşır.
578

Dobby, Profesör McGonagall ile Profesör Moody'yi öğretmenler odasında duydu, bir sonraki görevi konuşuyorlardı... Dobby, Harry Potter'ın VVheezy'sini kaybetmesine izin veremez!"
Harry'nin bütün kuşkulan silinip gitti. Fırlayıp ayağa kalkarak Görünmezlik Pelerini'ni sırtından çıkardı, çantasına tıktı, Galsamotu'nu kaptığı gibi cebine soktu, sonra da peşinde Dobby'yle kütüphaneden ok gibi çıktı.
Kendilerini koridora atarlarken, Dobby, "Dobby'nin mutfakta olması gerek, efendim!" diye ciyakladı. "Dobby'nin yokluğunu anlarlar - iyi şanslar, Harry Potter, efendim, iyi şanslar!"
Koridorda deli gibi koşup basamakları üçer üçer inerken, "Görüşürüz, Dobby!" diye haykırdı Harry.
Giriş Salonu'nda son dakikaya kalmış birkaç kişi vardı. Hepsi kahvaltısını bitirmiş, Büyük Salon'u terk ediyor ve çifte meşe kapıdan çıkıp ikinci görevi izlemeye gidiyordu. Herkes ona bakıyordu. Harry yanlarından son sürat geçti, taş merdivenden indiği sırada Co-lin ile Dennis Creevey'ye çarparak onları uçurdu ve ışıklı, soğuk araziye çıktı.
Çimenlerde paldır küldür koşarken, kasımda ejderhaların bölmesini çevrelemiş olan oturma yerlerinin şimdi karşı kıyıya dizilmiş olduğunu gördü. Ağzına kadar dolu tribünlerin görüntüsü aşağıdaki göle yansıyordu. Kalabalığın heyecanlı uğultusu tuhaf bir şekilde sudan yansırken, Harry, koşmaktan bitkin düşmüş halde, gölün öbür yanındaki jüriye doğru ilerledi. Jüri üye-
579

leri suyun kenarındaki altın rengi örtülü bir masada oturuyorlardı. Cedric, Fleur ve Krum jüri masasının yanında durmuş, Harr/nin onlara doğru koşturmasını izliyorlardı.
Harry çamurda kayarak durup, kazayla Fleur'ün cüppesine de çamur sıçrattı. "Ben... buradayım..." dedi soluk soluğa.
"Nerede kaldın?" dedi patron edalı, onaylamayan bir ses. "Görev başlamak üzere!"
Hany dönüp baktı. Jüri masasında Percy VVeasley oturuyordu - Mr Crouch yine gelmemişti.
Hany'yi gördüğü için çok rahatlamışa benzeyen Ludo Bagman, "Hadi ama, Percy!" dedi. "Bırak da bir soluk alsın!"
Dumbledore, Harry'ye gülümsedi, ama Karkaroff ile Madam Maxime onu gördüklerine hiç de sevinmişe benzemiyorlardı... Bakışlarından, Harry'nin gelmeyeceğini sanmış oldukları belliydi.
Harry eğildi, elleri dizlerinde soluk almaya çalıştı; böğründe, sanki kaburgalarına bir bıçak sokulmuş hissr veren bir batma vardı, ama bundan kurtulacak vakti yoktu. Ludo Bagman şampiyonların arasında dolaşıyor, onları üç metrelik aralıklarla gölün kıyısına diziyordu. Harry sıranın en sonunda, Krum'un hemen yanındaydı. Krum mayo giymişti, asasını hazır tutuyordu.
Bagman, Hany'yi Krum'un biraz daha uzağına çekerken, 'Tamam mı, Harry?" diye fısıldadı. "Ne yapacağını biliyor musun?"
580

"Evet," diye soludu Harry, kaburgalarına masaj yaparak.
Bagman, Harry' nin omzunu çabucak sıktıktan sonra jüri masasına döndü. Dünya Kupası'nda yaptığı gibi asasını kendi gırtlağına çevirdi, "Sonorus!" dedi ve sesi karanlık suyun öbür yanındaki tribünlerde gürledi.
"Evet, şampiyonlarımız ikinci göreve hazır, görev ben düdük çalınca başlayacak. Onlardan alınanı geri almak için tam bir saatleri var. Öyleyse, üç deyince başlayın. Bir... iki... uf!"
Düdük soğuk ve durgun havada tiz bir yankı yaptı. Tribünler alkış ve tezahüratla canlandı. Harry, diğer şampiyonlann ne yaptığına bakmadan, ayakkabılanyla çoraplarını çıkardı, cebinden bir avuç Galsamotu aldı, ağzına tıktı ve göle girdi.
Göl öyle soğuktu ki, bacaklarının derisinin, sanki bu buzlu su değil de ateşmiş gibi dağlandığını hissetti. Daha derine doğru yürüdükçe, ıslanan cüppesi onu aşağı çekmeye başladı; su şimdi dizlerine kadar gelmişti, hızla uyuşan ayakları balçıkta ve yassı, kaygan taşlarda kayıyordu. Galsamotu'nu çiğneyebildiği hızla, hatır hutur çiğniyordu. Otun pis bir kayganlığı vardı, lastik gibiydi, ahtapot dokunacına benziyordu. Dondurucu su beline geldiğinde Harry durdu, yutkundu ve bir şeylerin olmasını bekledi.
Kalabalıktan kahkahalar duyuyordu ve herhangi bir sihirli güç belirtisi göstermeden göle yürürken aptala benzediğini biliyordu. Bedeninin hâlâ kuru olan kısmı soğuktan diken diken olmuştu. Buz gibi suya yarı
, 581

m
\
İ
yarıya gömülmüştü, acımasız bir rüzgâr saçını uçuşturuyordu. Harry şiddetle titremeye başladı. Tribünlere bakmaktan kaçınıyordu; kahkahalar gittikçe daha gürültülü bir hal alıyordu, Slytherin'lerin tarafından ıslıklar ve yuhalar da gelmeye başlamıştı...
Sonra, adeta bir anda, Harry ağzıyla burnuna görünmez bir yasak bastınhyormuş duygusuna kapıldı. Soluk almaya çalıştı, ama başı döndü. Ciğerleri boşalmıştı, birden boynunun iki yanında yakıcı bir ağrı hissetti -
Harry ellerini boğazına götürdü, kulaklarının hemen altında, soğuk havada çırpınan iki büyük yarık hissetti... solungaçları vardı. Durup düşünmeden, ona mantıklı gelen tek şeyi yaptı - kendini suya attı.
Buz gibi göl suyunun ilk yudumu ona hayat soluğu gibi geldi. Başının dönmesi durmuştu. Büyük bir yudum daha aldı ve suyun solungaçlarından rahatlıkla geçip beynine oksijen gönderdiğini hissetti. Ellerini önüne uzatıp onlara bakh. Suyun altında yeşil görünüyorlardı, hayalet elleri gibiydiler ve perdeli olmuşlardı. Arkasına dönüp çıplak ayaklarına baktı - onlar da uzamışa, ayak parmaklarının arasında da perdeler vardı. Bir balık gibi yüzgeçleri çıkmıştı anlaşılan.
Su artık ona buz gibi gelmiyordu... aksine, hoş bir serinliği vardı ve çok hafifti... Harry bir kez daha ileri atıldı, yüzgeç gibi ayaklarının onu suda ne hızla ne kadar uzağa götürdüğüne hayret etti. Artık net görebildiğini ve gözlerini kırpma ihtiyacı hissetmediğini fark etti. Gölde o kadar açılmıştı ki, artık dibi göremiyordu. Döndü ve dibe daldı.

582

GeCeLeR
12-10-2006, 02:06 AM
Tuhaf, karanlık, sisli bir panoramanın üzerinde yüzerken, kulaklarını mutlak bir sessizlik sardı. Sadece üç metre mesafeyi görebiliyordu, onun için de suda hızla giderken gözüne ilişen her şey, sanki üzerine gelen karanlığın içinden birden fırlar gibiydi: Hafif hafif dalgalanan, arapsaçı gibi siyah otlar, hem mat hem parlak taşlarla dolu geniş çamur düzlükleri. Gitgide daha derinlere yüzdü, gölün ortasına doğru açıldı. Gözlerini açmış, tekinsiz bir gri ışıkla aydınlanmış suyun ötelerine, suyun saydamlığını yitirdiği yerdeki gölgelere bakıyordu.
Küçük balıklar yanından pırpır ederek gümüş birer ok gibi geçiyordu. Bir iki kez ileride daha büyük bir şeyin hareket ettiğini sandı, ama yakına gidince bunun büyük, kararmış bir kütük ya da sık bir ot öbeğinden başka bir şey olmadığını anladı. Diğer şampiyonlardan, denizhalkından, Ron'dan eser yoktu - neyse ki, dev mürekkep balığından da.
Çevresinde, göz alabildiğine, açık yeşil otlar uzanıyordu. Bir metreden az derinlikteydiler, çimleri fazlaca büyümüş bir çayın andırıyorlardı. Harry gözlerini kırpmadan önüne bakarak bu loşluktaki şekilleri ayırt etmeye çalışıyordu... ve sonra, ansızın, bir şey ayak bileğini yakaladı.
Harry gövdesini geri çevirdi ve otların içinden bakan bir Garkenez gördü; küçük, boynuzlu bir su cini. Uzun parmakları Harry'nin bacağını sıkı sıkı yakalamıştı, açık ağzından sivri dişleri görünüyordu - Harry perdeli elini hemen cüppesinin içine soktu ve el yorda-
.583

l
mıyla asasını aradı. O asasını kavrayana kadar iki Gar-kenez daha otlardan çıkmıştı, Harry'nin cüppesine yapışmış, onu aşağı çekmeye çalışıyorlardı.
"Relashio!" diye bağırdı Harry, ama hiç ses çıkmadı... Ağzından büyük bir kabarcık fırladı ve asası Gar-kenez'lere kıvılcımlar göndereceğine, bir şey püskürttü. Herhalde kaynar suydu bu, çünkü Garkenez'lerin neresine değse, yeşil derilerinde kıpkırmızı lekeler meydana getirdi. Harry ayak bileğim Garkenez'den kurtardı ve zaman zaman omzunun üstünden biraz daha sıcak su püskürterek, elinden geldiğince hızlı yüzdü. Arada bir Garkenez'lerden birinin yine ayağını yakaladığını hissediyordu, ama sıkı bir tekme atarak kurtuluyordu. Sonunda ayağı boynuzlu bir kafa-tasına isabet etti. Geri dönünce, aptallaşmış Garke-nez'in, gözler şaşı halde, uzağa sürüklendiğini gördü. Arkadaşları ise Harry'ye yumruklarını salladıktan sonra yeniden otların içine gömüldüler.
Harry biraz yavaşladı, asasını yeniden cüppesine soktu ve çevreye bakınıp dinledi. Suda tam bir daire çizerek geri döndü, sessizlik kulak zarlarını her zamankinden de sıkı sarmıştı. Artık gölün daha da derinliklerinde olması gerektiğini biliyordu, ama dalgalanan otlardan başka hareket eden bir şey yoktu.
"Nasıl gidiyor bakalım?"
Harry kalp krizi geçirdiğini sandı. Hızla dönünce, Mızmız Myrtle'ın puslar içinde önünde yüzdüğünü ve kalın, incili gözlüğünün ardından ona baktığını gördü.
"Myrtle!" diye bağırmaya çalıştı Harry - ama yine

584


ağzından sadece çok büyük bir kabarcık çıktı. Mızmız Myrtle resmen kikirdedi.
Eliyle göstererek, "Bir de orayı dene istersen!" dedi. "Ben seninle gelmiyorum... onları pek sevmem, çok yakına gidince beni hep kovalıyorlar..."
Harry başparmağını havaya kaldırarak ona teşekkürlerim bildirdi ve bir kez daha yola çıktı. Otların içinde sinmiş bekleyen Garkenez'lerden kaçınmak için şimdi biraz daha yüksekten yüzüyordu.
Ona yirmi dakika gibi gelen bir süre boyunca yüzmeye devam etti. O suları yardıkça karanlık anaforlar-ların oluştuğu muazzam, kara çamur alanlarından geçiyordu artık. Nihayet, akıllara durgunluk veren deniz-şarkısından bölümler duydu.
"Bir saatin var onu aramak için Ve bizdekinigeri almak için..."
Harry daha da hızla yüzmeye başladı ve çok geçmeden ileride çamurlu suların içinden yükselen kocaman bir kaya gördü. Üzerinde denizhalkının resimleri vardı; ellerinde mızraklarla dev mürekkep balığına benzeyen bir şeyi kovalıyorlardı. Harry, denizşarkısını izleyerek, kayanın yanından yüzüp geçti.
"... Süren yarıya indi, oyalanma artık Yoksa aradığın burada kalır, çürür, yazık..."
Birden, her yanı saran koyu karanlığın içinden, su
585

yosunlarıyla lekelenmiş kaba taştan bir barınak yığını ortaya çıktı. Harry orada burada, karanlık pencerelerde yüzler gördü... Sınıf Başkanları banyosundaki denizkızı tablosuna hiç mi hiç benzemeyen yüzler...
Denizhalkının grimsi renkte ciltleri ve uzun, dağınık, koyu yeşil saçları vardı. Gözleri de tıpkı kırık dişleri gibi sanydı ve boyunlarına iplere dizili çakıl taşları takmışlardı. Yanlarından geçerken Harry'ye bakıp alaycı alaycı güldüler; bir iki tanesi onu daha iyi görmek için mağaralarından çıktı. Balıklarmkine benzeyen güçlü, gümüş rengi kuyrukları suyu dövüyordu, mızraklarını ellerinde sımsıkı tutmuşlardı.
Harry çevresine bakarak daha da hızlandı, çok geçmeden barınakların sayısı daha da arttı. Bazılarının çevresinde yabani otlardan bahçeler vardı, hatta Harry bir kapının dışındaki kazığa bağlanmış ehli bir Garkenez bile gördü. Denizhalkı artık her yandan ortaya çıkıyordu. Merakla ona bakıyor, parmaklarıyla onun perdeli ellerini ve solungaçlarını gösteriyor, elleriyle ağızlarını örtüp birbirlerine gizlice bir şeyler söylüyorlardı. Harry bir köşeyi döndü ve çok tuhaf bir manzarayla karşılaştı.
Büyük bir denizhalkı kalabalığı, suyun altındaki bir köy meydanını çevreleyen evlerin önünde yüzüyordu. Ortada bir denizhalkı korosu durmuş, şarkı söyleyerek şampiyonlan kendilerine doğru çağırıyordu. Arkalarında ise kabaca yapılmış bir tür heykel vardı. Bir kayadan yontulmuş, dev gibi bir suinsanı. Dört kişi taştan suin-sanının kuyruğuna sıkı sıkıya bağlanmıştı.
Ron, Hermione ile Cho Chang'ın ortasına bağlan-
586

mıştı. Sekiz yaşından büyük görünmeyen bir kız da vardı, Harry onun bulut gibi gümüşi saçlarını görür görmez Fleur Delacour'un kardeşi olduğunu anladı. Dördü de derin derin uyuyormuş gibi görünüyorlardı. Başları omuzlarına düşmüştü ve ağızlarından birbiri ardınca kabarcıklar çıkıyordu.
Harry hızla rehinelere doğru yüzdü. Denizhalkı mızraklarını indirip ona hücum eder mi diye bir endişesi de vardı, ama hiçbir şey yapmadılar. Rehineleri heykele bağlayan ottan ipler kalın, kaygan ve çok sağlamdı. Bir an için aklından Sirius'un ona Noel'de aldığı çakı geçti - dört yüz metre uzakta, şatodaki sandığında kilitliydi, ona hiç faydası yoktu.
Şöyle bir bakındı. Çevresindeki denizhalkının çoğunun ellerinde mızraklar vardı. İki metre boyundaki, uzun, yeşil sakallı, köpekbalığı dişlerinden kolyesi olan bir denizerkeğinin yanına yüzdü hızla, mızrağını almak istediğini işaret etti. Denizerkeği güldü ve başını hayır anlamında iki yana salladı.
Sert bir sesle, vıraklar gibi, "Yardım etmeyiz," dedi.
Harry öfkeyle, "HADİ AMA!" dedi (oysa ağzından sadece kabarcıklar çıktı). Mızrağı denizerkeğinden almaya çalıştıysa da, hâlâ başım sallayan ve gülen deni-zerkeği mızrağı çabucak geri çekti.
Harry hızla dönerek çevresine bakındı. Sivri bir şey.., ne olursa...
Gölün dibinde büyük taşlar vardı. Harry daldı ve en çentikli görünenini kapıp yeniden heykele döndü. Ron'u bağlayan ipleri kesmeye çalıştı. Birkaç dakikalık zahmetli
587

bir çalışmanın ardından, ipler koptu. Ron, bilinçsiz halde, gölün dibinin birkaç santim üstüne yükseldi, suyun gel-gitiyle birlikte ordan oraya sürükleniyordu.
Harry yeniden çevresine bakındı. Öbür şampiyonlardan eser yoktu. Nerede oyalanıyorlardı? Niye acele etmiyorlardı? Hermione'ye döndü, çentikli taşı kaldırıp onun iplerini de kesmeye koyuldu -
Birden birçok kuvvetli, gri el onu yakaladı. Beş altı denizerkeği onu Hermione'den uzaklaştırdı, yeşil saçlı başlarını sallıyor ve gülüyorlardı.
Bir tanesi, "Kendi rehineni alacaksın," dedi. "Diğerlerini bırak..."
Harry kızgın kızgın, "Asla!" dedi - ama ağzından sadece koca bir kabarcık çıktı.
"Görevin kendi arkadaşını geri almak... ötekileri bırak..."
"Ama o da benim arkadaşım!" diye haykırdı Harry, Hermione'yi işaret ederek. Ağzından sessiz, muazzam bir gümüş kabarcık çıktı. "Ben onların da ölmesini istemiyorum!"
Cho'nun başı Hermione'nin omzundaydı; küçük, gümüş saçlı kız bir hayalet gibi yeşil ve solgundu. Harry denizerkeklerini başından atmaya çalıştı, ama daha da fazla gülerek onu geri çektiler. Harry çılgın gibi çevreye bakındı. Diğer şampiyonlar neredeydi? Ron'u yüzeye çıkarıp Hermione ile diğerleri için geri dönmeye vakti olacak mıydı? Onları yeniden bulabilecek miydi? Ne kadar vakti kaldığını görmek için saatine baktı -durmuştu.
588

Derken çevresindeki denizhalkı heyecanla başının üstünde bir şeyi işaret etti. Harry başını kaldırıp bakınca, Cedric'in onlara doğru yüzdüğünü gördü. Başının çevresinde muazzam bir kabarcık vardı, yüz hatlarını haddinden fazla geniş ve yayık gösteriyordu.
Paniğe kapılmış bir halde ağzını oynatarak, "Kayboldum!" dedi. "Fleur ve Krum da geliyorlar!"
Kendim çok rahatlamış hisseden Harry, Cedric'in, cebinden bir bıçak çıkarıp Cho'nun iplerini kesmesini izledi. Cedric kızı yukarı taşıyıp gözden kayboldu.
Harry bakınıp bekledi. Fleur ile Krum neredeydi? Süre kısalıyordu ve şarkıya göre, rehineler bir saat sonra kaybolacaktı...
Denizhalkı heyecana kapılarak bağrışmaya başladı. Harry'yi tutanlar ellerini gevşettiler, dönüp arkalarına baktılar. Harry de döndü ve suda onlara doğru canava-rımsı bir şeyin geldiğini gördü: Köpekbalığı başlı, mayolu bir insan... Krum'du bu. Biçim Değiştirmişe benziyordu - ama başarısız bir şekilde.
Köpekbalığı-adam dosdoğru Hermione'ye yüzdü ve iplerini ısırıp koparmaya çalıştı. Mesele şuydu ki, Krum'un yeni dişlerinin aralıkları yunustan küçük bir şeyi ısırmaya elverişli değildi. Harry, Krum'un, dikkat etmezse Hermione'yi ikiye böleceğini fark etti. İleri atılarak onun omzunu dürttü ve çentikli taşı uzattı. Krum taşı kaptı ve Hermione'nin iplerini kesmeye koyuldu. Birkaç saniyede işini bitirmişti. Hermione'yi belinden yakaladı ve geriye bakmadan onunla birlikte ^ süratle yüzeye doğru yükseldi.
589

İ
Şimdi ne olacak? diye düşündü Harry çaresizlik içinde. Fleur'ün geldiğinden emin olsaydı... ama hâlâ ondan bir iz yoktu. Yapılacak tek şey vardı öyleyse...
Krum'un düşürdüğü taşı kaptı, ama denizerkekleri Ron ve küçük kızın çevresinde toplanarak Harry'ye başlarını salladılar.
Harry asasını çıkardı. "Çekilin yolumdan!"
Ağzından sadece kabarcıklar çıktı, ama denizerkekle-rirün onu anladığını hissetti, çünkü birden gülmeyi kesmişlerdi. Sarımsı gözleri Harry'nin asasına dikiliydi ve korkmuş görünüyorlardı. Sayıca Harry'ye göre çok üstündüler, ama Harry onların yüzlerindeki bakıştan, dev mürekkep balığı gibi onların da sihir bilmediklerini anladı.
Harry, "Üçe kadar sayıyorum!" diye bağırdı; ağzından büyük bir kabarcık seli boşandı. Ne dediğini anlasınlar diye üç parmağını gösterdi. "Bir..." (bir parmağını indirdi) - "iki..." (ikinciyi de indirdi) -
Kaçıştılar. Harry ileri atıldı ve küçük kızı heykele bağlayan ipleri kesmeye koyuldu. Küçük kız sonunda serbest kaldı. Harry onu belinden yakaladı, Ron'un cüppesinin boyun kısmını tuttu ve ayaklarını dibe vurup yükselmeye başladı.
Çok yavaş ilerliyorlardı. Harry artık kendini ileri atmak için perdeli ellerini kullanamıyordu; yüzgeçlerini büyük bir süratle çırpıyordu, ama Ron ile Fleur'ün kız-kardeşi onu aşağı çeken patates çuvallarından farksızdılar... Gözlerini göğe doğru kaldırdı, oysa henüz çok derinlerde olması gerektiğini biliyordu, üstündeki su öyle karanlıktı ki...

590


Denizhalkı da onunla birlikte yükseliyordu. Çevresinde rahat rahat döndüklerini, onun sudaki çırpınmasını izlediklerini görüyordu... Süre dolunca onu derinliklere mi çekeceklerdi? İnsanları yiyorlar mıydı yoksa? Yüzmeye devam etme çabasından Harry'nin bacaklan kasılmıştı. Ron'u ve kızı sürükleme çabasından omuzları fena halde ağrıyordu...
Büyük bir zorlukla soluk alıyordu. Boynunun iki yanının yeniden acımaya başladığını hissediyordu... ağzındaki suyun ne kadar ıslak olduğunu fark etmeye başlamıştı... ama karanlık da kesinlikle seyrelmeye başlamıştı... tepede gün ışığını görebiliyordu...
Yüzgeçleriyle suyu kuvvetlice dövdü ve onların arak yüzgeç değil, ayak olduklarım fark etti... ağzından ciğerlerine su doluyordu... başı dönmeye başlamıştı, ama ışık ve havanın sadece üç metre yukarıda olduğunu biliyordu... oraya varmalıydı... varmalıydı...
Harry ayaklarını öyle kuvvetle ve süratle çırptı ki, kasları protesto çığlıkları attı sanki. Beyni bile suyla dolmuştu adeta, soluk alamıyordu; oksijene ihtiyacı vardı, devam etmesi gerekiyordu, duramazdı -
Ve sonra başının gölün yüzeyinden çıktığını hissetti; harika, soğuk, temiz hava ıslak yüzünü yakıyordu; havayı yutarcasına, sanki daha önce hiç solumamış gibi soludu ve Ron'la küçük kızı da yukarı çekti. Soluk soluğa kalmıştı. Her tarafındaki dağınık, yeşil saçlı başlar da onunla birlikte sudan çıkıyordu, ama ona gülümsü-yorlardı.
Tribünlerdeki kalabalık büyük gürültü çıkarıyordu;
591

bağınp haykınyorlardı, hepsi ayakta gibiydi; Harry onların Ron'la küçük kızın ölmüş olabileceği izlenimine kapıldıklarını düşündü. Ama yanılıyorlardı... ikisi de gözlerini açmıştı; küçük kızın korkmuş ve kafası karışmış bir hali vardı, Ron ise büyük bir su sütunu fışkırtmakla yetindi, parlak ışıkta gözlerini kırpıştırdı, Harry'ye döndü ve, "Islak, değil mi?" dedi. Sonra Fle-ur'ün kızkardeşini gördü. "Onu niye getirdin ki?"
"Fleur görünmedi, onu arkada bırakamazdım," diye soludu Harry.
"Harry, seni salak," dedi Ron, "o şarkıyı ciddiye almadın, değil mi? Dumbledore hiçbirimizin boğulmasına izin vermezdi!"
"Ama şarkıda diyordu ki - "
"O sadece görevi vaktinde tamamlamanı sağlamak içindi!" dedi Ron. "Umanm aşağıda kahramanlık yaparak vakit kaybetmemişsindir!"
Harry kendini aptal gibi hissetti, canı da sıkıldı. Ron'a göre hava hoştu, tabii; o uykuya dalmıştı. Her an cinayet işleyebilecekmiş gibi görünen, eli mızraklı de-nizhalkîyla çevrili haldeyken göl dibinin ne kadar tekinsiz göründüğünün farkına varmamıştı.
Harry, "Gel," dedi kısaca, "yardım et de onu götürelim, iyi yüzdüğünü sanmıyorum."
Fleur'ün kardeşini suda sürükleyerek, jürinin onları gözlediği kıyıya doğru götürdüler. Yirmi denizinsanı, bir şeref kıtası gibi, korkunç gıcırtılı şarkılarını söyleyerek onlara eşlik ediyordu.
Harry, Madam Pomfrey'yi gördü; Hermione, Krum,
592

Cedric ve Cho'nun üzerine titriyor gibiydi. Hepsi kalın battaniyelere sarılmışlardı. Dumbledore ve Ludo Bag-man kıyıda durmuş, yüzerek onlara yaklaşan Harry ve Ron'a gülümsüyorlardı. Bembeyaz kesilmiş ve bir şekilde her zamankinden genç görünen Percy ise, dayanamayıp onları karşılamak için suya daldı. Bu arada Madam Maxime, isteri krizi geçiriyor gibi görünen, suya dönmek için var gücüyle mücadele eden Fleur Delaco-ur'u tutmaya çalışıyordu.
"Gabrielle! Gabridle! Yaşıyoğ mu? Ya'ah mı?"
Harry, "O iyi!" demek istedi, ama öyle yorgundu ki, bağırmak bir yana, konuşmakta bile güçlük çekiyordu.
Percy, Ron'u yakalamış, kıyıya çekiyordu ("Bırrak beni, Percy, bir şeyim yok!"); Dumbledore ve Bagman, Harry'yi ayağa kaldırmaya çalışıyorlardı; Reur, Madam Maxime'in ellerinden kurtulmuş, kardeşine sarılmıştı.
"Ga'kenes'ler... bana saldı'dılar... ah, Gabrielle, sandım ki... sandın; ki..."
"Sen, gel bakayım buraya," dedi Madam Pomfrey. Harry'yi yakaladığı gibi Hermione ile diğerlerinin yanına çekti, elindeki battaniyeyle onu öyle sıkı sardı ki, Harry kendini deli gömleği giymiş gibi hissetti. Madam Pomfrey onun boğazından aşağı çok sıcak bir iksir boşalttı. Harry'nin kulaklarından dumanlar çıktı.
Hermione, "Harry, aferin sana!" diye bağırdı. "Basardın, nasıl başaracağını kendi başına buldun!"
"Doğrusu -" diye başladı Harry. Ona Dobby'yi anlatırdı, ama tam o sırada Karkaroff un kendisini gözle-
593

diğini fark etti. Masadan ayrılmayan tek jüri üyesi oydu. Harry ve Ron'la Fleur'ün kızkardeşi sağ salim geri döndüler diye memnun olmuş ve içi rahatlamış görünmeyen tek jüri üyesi de oydu. Harry, "Evet, öyle," dedi. Sırf Karkaroff onu duysun diye sesini biraz yükseltmişti.
Krum, "Saçında bir su böcceği varr, Hörm-ovn-nin-ni," dedi.
Harry onun Hermione'nin dikkatini yeniden kendi üzerine çekmeye çalıştığını düşündü; belki de onu gölden kurtaranın kendisi olduğunu hatırlatmaya çalışıyordu. Ama Hermione böceği elinin sabırsız bir hareketiyle uzaklaştırdıktan sonra, "Ama zaman sınırım çok aştın, Harry..." dedi. "Bizi bulman çok mu uzun sürdü?"
"Yo, hayır., sizi bulmakta zorluk çekmedim..."
Harry her an kendini daha da aptal hissediyordu. Sudan çıktıktan sonra şunu kesinlikle anlamıştı: Dumb-ledore'un aldığı güvenlik önlemleri, sırf şampiyon gelip kurtarmadı diye bir rehinenin ölüme terk edilmesine meydan vermezdi. Niye Ron'u yakalayıp da gitmemişti sanki? Geriye ilk o dönmüş olurdu... Cedric ve Krum başkası için kaygılanarak vakit kaybetmemişlerdi; de-nizşarkısım ciddiye almamışlardı...
Dumbledore suyun kenarında çömelmiş, denizhal-kının reisiymiş gibi duran biriyle, çok vahşi ve yırtıcı görünen bir kadınla derin bir sohbete dalmıştı. Deniz-halkının su üstünde oldukları zaman çıkardıkları gıcırtılı seslerin aynısını çıkarıyordu. Besbelli Dumbledore
594

Denizdili konuşabiliyordu. Sonunda doğruldu, diğer jüri üyelerine döndü ve, "Puan vermeden önce bir top-lansak iyi olacak, sanırım," dedi.
Jüri üyeleri baş başa verdiler. Madam Pomfrey, Ron'u Perc/nin pençelerinden kurtarmaya gitmişti. Onu Harry'nin yanma getirdi, battaniye ve Biberli İksir7! verdi, sonra da Fleuı'le kardeşini almaya gitti. Fleur'ün yüzünde ve kollarında birçok kesik vardı, cüppesi de yırtılmıştı, ama belli ki hiç aldırmıyordu. Madam Pomfrey'nin kesikleri temizlemesine de izin vermedi.
"Gabrielle'e bakın," dedi ona. Sonra Harry'ye döndü. Soluğu kesilmiş gibi, "Onu kurta'dın," dedi. "Hem de senin rehinen deyildi bile."
O anda, keşke üç kızı da heykele bağlı halde bırak-saydım, diye düşünen Harry, "Evet," dedi.
Fleur eğildi, Harry'yi iki yanağından da ikişer kere öptü (Harry yüzünün alev alev yandığım hissetti, kulaklarından yine duman çıkıyor olsa şaşmazdı), sonra da Ron'a, "Sen de - ya'dım ettin -" dedi.
"Evet," dedi Ron, son derece umutlu görünüyordu, "evet, biraz -"
Fleur üzerine atılıp onu da öptü. Hermione çok kızmış görünüyordu, ama tam o sırada Ludo Bagman'ın sihirle güçlendirilmiş sesi gümledi, hepsini yerinden sıçrattı. Tribünlerdeki kalabalığın da susmasına yol açtı.
"Hanımlar beyler, kararımızı verdik. Denizhalkı Re-isesi Murcus bize gölün dibinde tam olarak neler olduğunu anlattı, biz de şampiyonların her birine 50 puan üzerinden aşağıdaki puanlan verdik...
595

"Miss Fleur Delacour, Kabarcık-Kafa Büyüsü'nü kusursuz biçimde kullandığı halde, hedefine yaklaşırken Garkenez'lerin saldırısına uğradı ve rehinesini kurtarmayı başaramadı. Ona yirmi beş puan veriyoruz."
Tribünlerden alkışlar duyuldu.
Fleur görkemli başını iki yana sallayarak, "Sıfığ hak ettim," dedi boğuk bir sesle.
"Mr Cedric Diggory de Kabarcık-Kafa Büyüsü kullandı ve rehinesiyle geriye dönen ilk kişi oldu. Ama bir saatlik kısıtlı süreyi bir dakika aştı." Kalabalıktaki Huff-lepuff lardan muazzam bir tezahürat yükseldi. Harry, Cho'nun Cedric'e takdir dolu bir bakış attığını gördü. "Bu nedenle ona kırk yedi puan veriyoruz."
Harry'nin yüreğine indi. Eğer Cedric süreyi aştıysa, kendisi de kesinlikle aşmış demekti.
"Mr Viktor Krum her ne kadar eksik bir Biçim Değiştirme gerçekleştirse de, bu yöntemi etkin biçimde kullandı, rehinesiyle ikinci olarak geriye döndü. Ona kırk guan veriyoruz."
Pek tepeden bakan Karkaroff büyük bir coşkuyla alkışladı.
"Mr Harry Potter ise Galsamotu'nu etkin biçimde kullandı," diye devam etti Bagman. "Sonuncu olarak döndü, bir saatlik kısıtlı süreyi çok aştı. Ancak Deniz-halkı Reisesi bize Mr Potter'ın rehinelere ilk ulaşan kişi olduğunu ve dönüşündeki gecikmenin yalnızca kendi-sininkini değil, bütün rehineleri güvenliğe kavuşturmadaki azminden kaynaklandığım söylüyor."
596

Ron ve Hermione, Hany'ye yan kızan, yarı acıyan bakışlar attılar.
"Jüri üyelerinin çoğu," -Bagman burada Karka-roff a çok pis bir bakış attı- "bunun ahlaklı bir karaktere işaret ettiğini ve tam puan hak ettiğini düşünüyor. Ancak... Mr Potter kırk beş puan aldı."
Harry'nin kalbi hopladı - Cedric'le eşit puanla birinci sıradaydı. Bir an şaşıran Ron ve Hermione, Harry'ye bakakaldüar, sonra da güldüler ve kalabalıkla birlikte alkışlamaya başladılar.
Ron gürültünün üstünde duyulsun diye sesini yükselterek, "Buyur bakalım, Harry!" dedi. "Ahmak değil-mişsin - ahlaklı karakterin varmış!"
Fleur de heyecanla alkışlıyordu, ama Krum hiç de sevinmiş görünmüyordu. Yeniden Hermione'vlp hcriu-şarak onun dikkatini çekrn.eyc Çalıştı, oysa Hermione Harry için sevinç naraları atmakla öyle meşguldü ki, onu dinlemedi bile.
Bagman, "Üçüncü ve son görev 24 Haziran akşamı güneş batınca yerine getirilecek," dedi. "Şampiyonlara onları neyin beklediği tam bir ay önce bildirilecek. Şampiyonları desteklediğiniz için hepinize teşekkür ederiz."
Madam Pomfrey şampiyonlarla rehineleri, hepsine kuru giysiler giydirmek için önüne katıp şatoya götürmeye koyulurken, Harry sersemlemiş halde, bitti, diye düşündü... bitmişti, görevi başarmıştı... artık 24 Haziran'a kadar hiçbir şey hakkında kaygılanması gerekmiyordu...
Harry taş merdivenden şatoya çıkarken, bir daha Hogsmeade'e gittiğinde Dobb/ye yılın her günü için bir çift çorap almaya karar verdi.
597

GeCeLeR
12-10-2006, 02:06 AM
YİRMİ YEDİNCİ BOLUM
Patiayak'ın Dönüşü

İkinci görevin sonrasındaki en iyi şeylerden biri, herkesin gölde olup bitenlerin ayrıntılarını dinlemeye pek hevesli olmasıydı: Böylelikle Ron bir kerelik de olsa Harry ile sahne ışıklarını paylaşma fırsatı buldu. Harry, ^n'un olaylan yorumlama şeklinin her anlatışta birazcık değiştiğini tark Cttİ. Önceleri, gerçeği çok andıran şeyler anlatıyordu; en azından, anlattıkları Hermi-one'nin hikâyesine uyuyordu - Dumbledore bütün rehineleri Profesör McGonagall'm odasında büyülü bir uykuya yatırmıştı ve onları uyutmadan önce, hayli emniyette olacakları ve suyun yüzüne çıktıkları anda uyanacakları konusunda güvence vermişti. Oysa bir hafta sonra Ron heyecan verici bir kaçırılma hikâyesi anlatmaya başlamışta. Sözde ağır silahlı, elli denizinsamna karşı tek başına boğuşmuş da, onu bağlamadan önce boyun eğsin diye dayak atmışlar.
Padma Patil'e, "Ama asam cüppemin kolu içinde gizliydi," diye güvence verdi. Ron büyük bir ilgi gördüğü için Padma da artık onunla çok daha fazla ilgileni-
598

yordu ve koridorda yanından her geçişinde Ron'la konuşmayı ihmal etmiyordu. "İstediğim an o deniz-buda-lalarıyla kapışabilirdim."
Hermione, "Ne yapacaktın onlara, horlayacak miydin?" dedi huysuz huysuz. Viktor Krum'un en çok özleyeceği şey olduğu için insanlar ona öyle sataşıyorlardı ki, pek hırçınlaşmıştı.
Ron'un kulakları kıpkırmızı oldu ve ondan sonra da olayların büyülü uyku versiyonuna sadık kaldı.
Mart ayı gelince hava biraz daha kurudu, ama dışarı her çıktıklarında amansız rüzgâr ellerini ve yüzlerini yakıyordu. Postada gecikmeler vardı, çünkü rüzgâr baykuşları rota dışına savuruyordu. Harry'nin Sirrus'a Hogsmeade hafta sonu izni tarihini bildirmek için gönderdiği kahverengi baykuş, tüylerinin yansı ters dönmüş halde, cuma sabahı kahvaltıda göründü. Harry bacağından Sirius'un cevabını alır almaz da derhal uçup gitti. Besbelli, yeniden dışan gönderileceğinden korkmuştu.
Sirius'un bu mektubu da neredeyse bir önceki kadar kısaydı.
Cumartesi öğleden sonra saat ikide, Hogsmeade'ın dışına çıkan yolun sonundaki çitte (Dervish ve Ban-ges'den sonra) ol. Getirebildiğin kadar yiyecek getir.
Ron kulaklarına inanamaz gibi, "Hogsmeade'e dönmüş olamaz herhalde," dedi.
Hermione de, "Dönmüş gibi görünüyor, değil mi?" dedi.
599

Harry gergin bir şekilde, "Ona inanamıyorum," dedi, "bir yakalansa..."
"Ama buraya kadar gelmiş sonuçta," dedi Ron. "Hem artık burası da pek Ruh Emici kaynıyor sayılmaz."
Harry dalgın dalgın mektubu katladı. Kendine karşı dürüst davranması gerekirse, Sirius'u tekrar görmeyi gerçekten istiyordu. Bu yüzden de öğleden sonranın son dersine -iki saat üst üste İksir- girerken, zindanlara giden basamakları inerken genelde olduğundan çok daha neşeliydi.
Malfoy, Crabbe ve Goyle, Pansy Parkinson'ın Slytherin kızları çetesiyle birlikte, sınıf kapısının önünde toplanmışlardı. Hepsi Harr/nin göremediği bir şeye bakıp kıkır kıkır gülüyordu. Harry, Ron ve Hermione yaklaşırlarken, Pansy'nin buldoku andıran yüzü Goy-le'un geniş sırtının arkasından heyecanla onlara bakıyordu.
"Geldiler, geldiler!" diye kıkırdadı ve Slytherin'le-rin düğümü çözüldü. Harry, Pansy'nin elinde bir dergi olduğunu gördü - Cadı Gündemi. Kapaktaki hareket eden resim, dişleri meydanda gülümseyen ve asasıyla büyük bir pandispanyayı işaret eden kıvırcık saçlı bir cadıyı gösteriyordu.
Pansy yüksek sesle, "Burada seni ilgilendirecek bir şey bulabilirsin, Granger!" dedi, sonra da dergiyi Her-mione'ye attı. Şaşıran Hermione dergiyi yakaladı. Tam o anda zindan kapısı açıldı ve Snape hepsine içeri gelmelerini işaret etti.
600

Hermione, Harry ve Ron her zaman olduğu gibi zindanın arkasındaki bir masaya gittiler. Snape bugünün iksirinin malzemelerini tahtaya yazmak için onlara arkasını dönünce de, Hermione sıranın altında telaşla derginin sayfalarını karıştırdı. Sonunda, orta sayfalarda, aradıkları şeyi buldu. Harry ve Ron Hraz daha yakından görmek için eğildiler. Harry'nü. r2r.*ai bir resmi kısa bir haberin tepesinde duruyordu.
HARRY POTTER'IN GiZLi AŞKI Belki de başka kimselere benzemeyen bir çocuk - ama ergenliğin bütün sıradan acılarım çeken bir çocuk, diye yazıyor Rita Skeeter. Annesiyle babasının trajik ölümünden sonra, on dört yaşındaki Harry Potter teselliyi Hogıvarts'taki uzun süreli kız arkadaşı olan, Muggle anne babadan doğma Hermione Granger'da bulduğunu düşünmüştü. Kısa süre sonra, zaten kişisel kayıplarla dolu olan hayatında yeni bir duygusal darbe yiyeceğini bilemezdi, tabii.
Gösterişsiz ama hırslı bir kız olan Miss Granger'ın ünlü büyücülere karşı, Harry'nin tek başına tatmin edemeyeceği bir düşkünlüğü var gibi görünüyor. Bulgaristan Arayıcısı ve son Dünya Quidditch Kupasının kahramanı Viktor Krum'un Hogzvarts'a gelişinden beri, Miss Granger her iki çocuğun da sevgileriyle oynuyor. Entrikacı Miss Granger'a açıkça abayı yakmış olan Krıım, onu yaz tatilinde Bulgaristan'a gelip kendisini ziyaret etmeye davet etti bile. Krum ısrarla "daha önce bir kız hakkında hiç böyle şeyler hissetmediğini" söylüyor.
601

Ancak, bu iki bahtsız çocuğun ilgisini çeken yalnızca Miss Granger'ın şüpheli doğal cazibesi olmayabilir.
Güzel ve hayat dolu bir dördüncü sınıf öğrencisi olan Pansy Parkinson, "O kız gerçekten çirkin," diyor. "Ama bir Aşk iksiri yapıyor olabilir, kafası epeyce çalışır. Bence işi böyle götürüyor."
Aşk iksirleri elbette Hogwarts'ta yasak, Albus Dumbledore'un bu iddiaları soruşturacağına da hiç şüphe yok. Bu arada, Harry Potter'ın iyiliğini dileyenlere, bir dahaki sefere kalbini buna daha fazla layık olan birine vermesini ümit etmek düşüyor.
Hermione yazıya bakarken, Ron, "Demiştim sana!" diye tısladı. "Sana Rita Skeeter'ı kızdırma demiştiml Seni bir tür - kötü kadına çevirmiş işte!"
Hermione şaşkınlığını atıp kahkahayı koyuverdi.
"Kötü kadın mı?" diye tekrarladı, dönüp Ron'a bakarken kıkırdamama çabasıyla sarsılarak.
Ron, kulakları kızararak, "Annem onlara öyle der," dedi.
Hermione hâlâ kıkırdayarak, "Eğer Rita'nın elinden bundan fazlası gelmiyorsa," dedi, "ustalığını kaybediyor demektir." Elinde tuttuğu Cadı Gündemi'ni yanındaki boş sandalyeye attı. "Bir yığın eski moda saçmalık."
Başını kaldırıp, yazıdan rahatsız olup olmadıklarını anlamak için onu ve Harry'yi gözleyen Slytherin'lere baktı. Hermione alaycı bir gülüşle onlara el salladı. O, Harry ve Ron, Zekâ-Bileyici İksir için gerekecek malzemeleri çıkarmaya başladılar.
602

Hermione on dakika sonra, elindeki tokmağı havada, bir kâse dolusu bokböceği ü/erinde tutarken, "Ama bunda bir tuhaflık var," dedi. "Rita Skeeter nasıl bilebilir ki...?"
Ron hemen, "Neyi nasıl bilir?" dedi. "Aşk İksirleri karıştırmıyordun, değil mi?"
Hermione, "Aptallaşma," diye cevabı yapıştırdı, yeniden böceklerini dövmeye başladı. "Hayır, sadece... Viktor'un beni yazın davet ettiğini nereden bildi?"
Hermione bunu söylerken kıpkırmızı kesildi ve gözlerini kararlı bir şekilde Ron'dan kaçırdı.
"Ne?" dedi Ron, tokmağını büyük bir gümbürtüyle düşürerek.
"Beni gölden çıkarır çıkarmaz söyledi," diye mırıldandı Hermione. "Köpekbalığı kafasını çıkardıktan sonra. Madam Pomfrey bize battaniye vermişti, Viktor beni, duymasınlar diye jüriden biraz uzağa çekti ve yazın bir şey yapmıyorsam ona gitmek ister miyim diye sordu -"
"Peki sen ne dedin?" dedi Ron. Tokmağını almıştı ve gözleri Hermione'nin üstünde olduğu için, onu kâsesinden yirmi beş santim kadar uzağa vuruyor, sırayı dövüyordu.
Hermione, "Ve başka kimse için böyle şeyler hissetmediğini gerçekten söyledi," diye devam etti. Artık öyle kızarmıştı ki, çevreye sıcaklık yayıyormuş gibi geldi Harry'ye. "Ama Rita Skeeter onu nasıl duymuş olabilir? Orada değildi... orada mıydı yoksa? Belki gerçekten de bir Görünmezlik Pelerini var; belki de ikinci görevi izlemek için gizlice okul arazisine girdi..."
603

"Peki sen ne dedin?" diye tekrarladı Ron. Tokmağı öyle şiddetle vuruyordu ki, sırayı göçertmişti.
"Şey, aklım fikrim seninle Harry'nin kurtulup kurtulmadığınızda olduğu için -"
Arkalarından gelen buz gibi bir ses, "Sosyal hayatınız mutlaka büyüleyicidir, Miss Granger," dedi, "yine de sizden bunu sınıfımda tartışmamanızı istemek zorundayım. Gryffindor'dan on puan."
Onlar konuşurken Snape sessizce yanlarına gelmişti. Şimdi bütün sınıf dönmüş onlara bakıyordu. Malfoy bu fırsattan faydalanarak zindanın öbür ucundan DAN-DÎK POTTER rozetini Harry'ye gösterdi.
"Ah... demek masa altında dergi de okuyorsunuz?" dedi Snape, Cadı Gündemi'ni kaparak. "Gryffindor'dan on puan daha... ah, ama elbette..." Snape'in kara gözleri Rita Skeeter'ın yazısını görünce parladı. "Potter'm gazete kupürlerini saklaması gerek..."
Zindan Slytherin'lerin kahkahasıyla çınladı, Snape'in ince ağzı da sevimsiz bir gülümsemeyle büküldü. Harry'yi öfkeden kudurtarak, yazıyı yüksek sesle okumaya koyuldu.
"Harry Potter'm Gizli Aşkı... aman aman, Potter, şimdi derdin ne böyle? Belki de başka kimselere benzemeyen bir çocuk..."
Harry yüzünün yandığını hissedebiliyordu. Snape,
Slytherin'ler şöyle gür bir kahkaha atabilsinler diye, her
cümlenin sonunda duruyordu. Yazı, o okuduğu zaman,
gerçekte olduğundan on kat beter geliyordu kulağa.
"... Bu arada, Harry Potter'm iyiliğini dileyenlere, bir
604

dahaki sefere kalbini buna daha fazla layık olan birine vermesini ümit etmek düşüyor. Ne kadar dokunaklı," diye alaycı alaycı güldü Snape. Slytherin'lerin sınıfı çınlatan kahkahaları sürerken, dergiyi katladı. "Eh, sanırım en iyisi üçünüzü ayırmak. Belki de böylece kafanızı karmaşık aşk hayatlarınıza değil, iksirlerinize yorabilirsiniz. We-asley, sen burada kal. Miss Granger, oraya, Miss Parkin-son'ın yanına. Potter - benim masamın önündeki masaya. Hadi. Hemen."
Öfkeden deliye dönen Harry, malzemeleriyle çantasını kazanının içine attı ve kazanı zindanın baş tarafındaki boş masaya sürükledi. Snape arkasından geldi, masasına oturup Harry'nin kazanını boşaltmasını izledi. Snape'e bakmamaya kararlı olan Harry, bokböceklerini ezmeyi sürdürdü. Her birisinin Snape'in yüzü olduğunu hayal ediyordu.
Sınıfın geri kalanı yeniden çalışmaya başlayınca, Snape alçak sesle, "Basının sana olan bu ilgisi, zaten büyümüş olan burnunu daha da büyütmüşe benziyor, Potter," dedi.
Harry cevap vermedi. Snape'in onu kışkırtmaya çalıştığım biliyordu; bunu daha önce de yapmıştı. Hiç kuşkusuz, ders sona ermeden Gryffindor'dan yuvarlak hesap elli puan indirmek için bahane anyordu.
Snape, "Bütün büyücülük dünyasının senden etkilendiği şeklinde bir yanılgıya düşmüş olabilirsin," diye devam etti. Öyle alçak sesle konuşuyordu ki, başka hiç kimse onu duyamıyordu (Harry bokböceklerini ezmeyi sürdürdü, oysa onları çoktan incecik toz haline getir-
605

İ
t
İ
misti bile). "Ama ben resminin gazetelerde kaç kez çıktığına aldırmıyorum. Bana göre, Potter, sen kendini kuralların üstünde gören pis bir küçük çocuktan başka bir şey değilsin."
Harry toz haline gelmiş böcekleri kazanına koyup, zencefil köklerini kesmeye başladı. Elleri sinirden hafifçe titriyordu, ama sanki Snape'in ona söylediklerini du-yamıyormuş gibi, başını kaldırmadı.
Snape daha da yumuşak ve tehlikeli bir sesle, "Bunun için seni adil bir şekilde uyanyorum, Potter," dedi, "minik çaplı bir şöhret olsan da olmasan da - bir kez daha gizlice odama girerken seni yakalarsam -"
Harry sağırlık tasladığını unutarak, öfkeyle, "Ben odanızın yakınına bile gitmedim!" dedi.
"Bana yalan söyleme," diye tısladı Snape. Dipleri görünmeyen kara gözleri Harry'ninkileri burgu gibi de-liyordu sanki. "Kanguru derisi. Galsamotu. Her ikisi de benim özel stoğumdan ve onları kimin çaldığını biliyorum."
Harry dik dik Snape'e baktı, gözlerini kırpmamaya ya da suçlu görünmemeye kararlıydı. Aslında, bunların ikisini de Snape'ten o çalmamıştı. Onlar ikinci sınıftayken, kanguru derisini Hermione almıştı -Çok Özlü İksir için gerekiyordu- ve Snape o sıralar Harry'den şüphelendiği halde, bunu asla kamtlayamamıştı. Galsamotu'nü ise Dobby almıştı, tabii.
Harry soğukkanlılıkla, "Neden söz ettiğinizi bilmiyorum," diye yalan söyledi.
"Odama girildiği gece sen yatağında değildin!" di-
606

ye tısladı Snape. "Biliyorum, Potter! Deli-Göz Moody de senin hayranlar kulübüne katılmış olabilir ama, ben davranışını hoş görmeyeceğim! Bir kere daha gece gezintisine çıkıp odama girersen, Potter, bedelini ödersin!"
"Tamam," dedi Harry sakin bir şekilde, zencefil köklerine dönerek. "Eğer içimden oraya gitmek gelirse, bunu aklımdan çıkarmayacağım."
Snape'in gözleri ateşler saçtı. Bir elini kara cüppesinin içine daldırdı. Harry bir an Snape'in asasını çekip ona bir lanet yapmak üzere olduğunu sandı - sonra Snape'in, içinde tamamen berrak bir iksir olan küçük bir kristal şişe çıkardığını gördü ve bakakaldı.
"Bunun ne olduğunu biliyor musun, Potter?" dedi Snape, gözleri yeniden tehlikeli bir şekilde parıldamaya başlamıştı.
"Hayır," dedi Harry, bu kez doğru söylüyordu.
"Veritaserum - öylesine güçlü bir Hakikat İksiri ki, üç damlası bile en gizli sırlarını bütün sınıfın önünde ortaya dökmene yeter," dedi Snape, kötücül bir edayla. "Şimdi, bu iksirin kullanımı çok sert Bakanlık talimatlarıyla kontrol edilir. Ama eğer sen ayağını denk almazsan, bir bakarsın elim kayıvermış -" kristal şişeyi hafifçe salladı "- hem de tam akşamları içtiğin balkabağı suyunun üstünde. İşte o zaman, Potter... işte p zaman benim odama girip girmediğini anlarız."
Harry hiçbir şey söylemedi. Yeniden zencefil köklerine döndü, bıçağını aldı ve onları bölmeye koyuldu. Bu Hakikat İksiri işinden hiç hoşlanmamıştı, doğrusu
607

Snape'ten de elinin kayıp ona iksir vermesini beklerdi hani. Snape böyle bir şey yaparsa ağzından neler dökü-lebileceğini düşününce, titremesini zorlukla önledi... Bir sürü insanın başına dert açmak bir yana -başta Her-mione ve Dobby olmak üzere- sakladığı bütün o diğer şeyler de vardı... Sirius'la bağlantısı olduğu gerçeği gibi... ve -düşününce içi burkuldu- Cho'ya karşı duygulan gibi... Zencefil köklerini de kazana attı ve acaba Moody'nin izinden gidip sadece özel bir cep şişesinden mi içmeye başlasa diye düşündü.
Zindan kapısı çalındı.
Snape her zamanki sesiyle, "Girin," dedi.
Kapı açılırken sınıf dönüp baktı. Profesör Karkaroff içeri girdi. Snape'ın masasına yürürken herkes onu izledi. Parmağını yine keçi sakalına dolamış, kıvırıp duruyordu ve endişeli görünüyordu.
Snape'in masasına varır varmaz, "Konuşmamız gerek," dedi. Söylediklerini kimsenin duymamasına öyle dikkat ediyordu ki, dudaklarını belli belirsiz oynatıyordu; başarısız bir vantrilok gibiydi. Harry gözlerini zencefil köklerinden ayırmadan kulak kabarttı.
Snape, "Seninle dersimden sonra konuşurum, Karkaroff -" diye mırıldandı. Ama Karkaroff onun sözünü kesti.
"Beni atlatma, Severus, ben şimdi konuşmak istiyorum. Benden kaçıyoısun."
"Dersten sonra," diye tersledi onu Snape.
Harry, yeterince armadülo safrası döküp dökmediğini anlamak için ölçme kabına bir göz atma bahanesiy-
608

le, ikisine yan yan baktı. Karkaroff çok endişeli, Snape de kızgın görünüyordu.
Karkaroff iki saatlik ders sona erene kadar Snape'in masasının başında dikilip durdu. Ders sonunda Sna-pe'in ondan kaçmasını önlemeye azmetmiş görünüyordu. Karkaroff un ne diyeceğini merak eden Harry, zilden iki dakika önce armadillo safrası şişesini bile bile döktü. Böylece de sınıfın geri kalanı gürültüyle kapıya doğru giderken, kazanının arkasına saklanıp yeri silmek için bir bahanesi oldu.
Snape'in Karkaroff a, tıslarmış gibi, "Neymiş bu kadar acele olan?" dediğini duydu.
"Bu," dedi Karkaroff. Kazanının yanından gözetleyen Harry, Karkaroff un, cüppesinin sol kolunun yenini yukarı çekip Snape'e dirseğinin altında, kolun iç tarafında bir şeyi gösterdiğini gördü.
"Ee?" dedi Karkaroff, hâlâ dudaklarını oynatmamak için elinden geleni yapıyordu. "Görüyor musun? Asla bu kadar net olmamıştı, ta o zamandan -"
Kara gözleriyle sınıfı tarayan Snape, "Kapat şunu!" diye hırladı.
"Ama sen de fark etmiş olmalısın -" diye başladı Karkaroff, endişeli bir sesle.
"Daha sonra konuşabiliriz, Karkaroff!" diye tersledi Snape. "Potter! Ne yapıyorsun sen orada?"
Harry masum masum, "Armadillo saframı temizliyorum, Profesör," dedi. Doğrulup Snape'e elindeki sırılsıklam bezi gösterdi.
Karkaroff bir anda geri dönüp zindandan çıktı.
609

Hem kaygılı, hem öfkeli görünüyordu. Fevkalade kızgın bir Snape'le yalnız kalmak istemeyen Harry de kitaplarıyla malzemelerini çantasına attı ve az önce tanık olduğu şeyi Ron ile Hermione'ye anlatmak için son hızla sınıfı terk etti.
*
Ertesi gün öğleyin şatodan ayrıldıklarında, dışanda gümüş renkli zayıf bir güneşin parladığım gördüler. Hava bütün yıl olduğundan daha ılımlıydı ve Hogsme-ade'e geldiklerinde üçü de pelerinlerini çıkartıp omuzlarına atmışlardı. Sirrus'un getirmelerini söylediği yiyecekler Harry'nin çantasındaydı. Öğle yemeğinde masadan bir düzine tavuk budu, bir somun ekmek ve bir sürahi balkabağı suyu yürütmüşlerdi.
Dobby'ye hediye almak için Bayramlık Büyücügi-yim dükkânına girdiler. Orada bulabilecekleri en renkli çoraplan seçerek hoşça vakit geçirdiler. Aralarında, parıldayan altın ve gümüş yıldızlı deseni olan bir çift çorapla, çok koktuğu zaman yüksek sesle bağıran bir çift çorap da vardı. Sonra, saat bir buçukta High Street'ten yukarı doğru yola koyuldular, Dervish ve Banges'i geçtiler ve köyün ucuna doğru yürüdüler.
Harry daha önce hiç bu yönde gitmemişti. Dolambaçlı yol onlan, Hogsmeade'i çevreleyen yabanıl kırlara götürüyordu. Burada az sayıda kulübe vardı, bahçeleri de daha büyüktü; Hogsmeade'in gölgesinde yattığı dağın eteğine doğru yürüyorlardı. Bir köşeyi dönünce, yolun sonunda bir çit gördüler. Çok büyük, salkımsaçak tüylü, kara bir köpek, ön ayaklan en üst tahtada, onlan
610

bekliyordu. Ağzında gazeteler vardı ve pek tanıdık görünüyordu...
Yanma vardıkları zaman Harry, "Merhaba, Sirius/' dedi.
Kara köpek hevesle Harry'nin çantasını kokladı, kuyruğunu bir kez salladı, sonra döndü ve yükselerek dağın kayalık eteğine giden çalılığı geçip yoluna devam etti. Harry, Ron ve Hermione çiti aşıp onun peşinden gittiler.
Sirius önlerine düşüp onları, yerin taşlarla ve kayalarla kaplı olduğu dağın eteğine götürdü. Ona göre hava hoştu tabii, dört ayağı vardı. Ama Harry, Ron ve Hermione'nin çok geçmeden soluğu kesildi. Daha yükseklere, dağın tepesine doğru giden Sirius'u takip ettiler. Yarım saat kadar dik, dolambaçlı ve taşlı bir patikadan tırmandılar, güneş altında terleyerek Sirius'un sallanan kuyruğunu izlediler. Harry'nin çantasının kayışları omzunu kesiyordu.
Nihayet, Sirius birden gözden kayboldu, yok olduğu yere vardıklarında kayada dar bir yarık gördüler. Güçlükle içeri girdiklerinde, kendilerini serin ve loş bir mağarada buldular. Mağaranın bir ucunda, ipinin ucu büyük bir kayaya bağlı, Hipogrif Şahgaga duruyordu. Yan gri at, yan dev kartal olan Şahgaga'nın yırtıa bakışlı, turuncu gözü onlan görünce parladı. Hepsi eğilip ona selam verdiler. Şahgaga üçünü bir an hükmeden bakışlarla süzdükten sonra, pullu ön dizlerini eğdi ve Hermione'nin koşup tüylü boynunu okşamasına izin verdi. Harry ise kara köpeğe bakıyordu. Köpek vaftiz babasına dönüşmüştü.
611

Sirius yırtık pırtık, gri bir cüppe giymişti, Azkaban'dan çıktığında üzerinde olan cüppe. Siyah saçları, şöminenin içinde belirdiği zamankinden daha uzundu, hem karmakarışıktı, hem de keçeleşmişti. Çok zayıf görünüyordu.
Ağzındaki eski Gelecek Postası gazetelerini mağaranın zeminine fırlattıktan sonra, boğuk bir sesle, "Tavuk!" dedi.
Harry çantasını açtı ve tavuk butlarıyla ekmek çıkınını ona verdi.
Sirius çıkını açıp bir but kaparak, "Sağ ol," dedi. Yere oturdu, dişiyle koca bir parça kopardı. "Daha çok fare yiyorum. Hogsmeade'den fazla yiyecek çalamam; dikkati üstüme çekerim."
Harry'ye sırıttı, ama Harry onun sırıtışına gönülsüz bir şekilde karşılık verdi.
"Burada ne işin var, Sirius?" dedi.
Sirius köpeği andıran bir şekilde tavuk kemiğini geveleyerek, "Vaftiz baban olarak görevimi yerine getiriyorum," dedi. "Endişelenme, kendime sevimli bir sokak köpeği süsü veriyorum."
Hâlâ sırıtıyordu, ama Harry'nin yüzündeki kaygıyı görünce daha ciddi bir şekilde, "Olay yerinde olmak istedim," dedi. "Son mektubun... eh, diyelim ki işler daha da karışık bir hal aldı. Birisi gazeteyi attığında hemen çalıyorum ve anlaşıldığı kadarıyla tek kaygılanan da ben değilim."
Başıyla mağara zeminindeki, sayfalan sararmakta olan Gelecek Postası gazetelerini işaret etti, Ron da gazeteleri alıp açtı.
612

Ama Harry hâlâ gözlerini dikmiş, Sirius'a bakıyordu. "Ya seni yakalarlarsa? Ya görünürsen?"
"Burada benim Animagus olduğumu bilen kişiler, yalnızca siz üçünüz ve Dumbledore," dedi Sirius, omuz silkerek. Bir yandan da tavuk budunu kıtlıktan çıkmış gibi yemeyi sürdürüyordu.
Ron, Harry'yi dürttü ve Gelecek Postası gazetelerini ona verdi. İki taneydi. Birinin manşeti Bartemius Cro-uch'un Esrarengiz Hastalığı'y dr, ötekininki de Bakanlık Cadısı Hâlâ Kayıp - Sihir Bakam Şimdi Şahsen ilgileniyor.
Harry, Crouch hakkındaki yazıya bir göz atfa. Cümlecikler gözüne doğru zıplıyordu sanki: Kasımdan beri halk arasında görünmedi... evi terk edilmiş gibi... St Mungo Sihirsel Hastalıklar Hastanesi yorum yapmaktan kaçınıyor... Bakanlık ciddi hastalık rivayetlerini doğrulamayı reddediyor...
Harry yavaş yavaş, "Sanki ölüyormuş gibi bir hava yaratıyorlar," dedi. "Ama eğer buraya gelebildiyse, o kadar hasta olamaz..."
Ron, Sirius'a, "Ağabeyim, Crouch'un özel yardım-cısıdır," dedi. "O, Crouch'un fazla çalışmaktan bitap düştüğünü söylüyor."
Harry ağır ağır, hâlâ yazıyı Okuyarak, "Bak, son kez yakından gördüğümde gerçekten hasta gibiydi," dedi. "Adımın Kadeh'ten çıktığı gece..."
Hermione soğuk bir sesle, "Winky'yi atmanın cezasını çekiyor, değil mi?" dedi. Sirius'un tavuk kemiklerini çatır çutur yiyen Şahgaga'yı okşuyordu. ''Bahse girerim ki, şimdi keşke yapmamış olsam diyordur - VVinky
613

artık yanında değil, artık ona bakmıyor ya, bahse girerim ki şimdi aradaki farkı anlamıştır."
Ron, Hermione'ye karanlık bir bakış atarak, "Her-mione kafayı ev cinleriyle bozdu," diye mırıldandı Siri-us'a.
Ama Sirius ilgilenmiş görünüyordu. "Crouch ev cinini mi kovdu?"
"Evet, Quidditch Dünya Kupası'nda," dedi Harry. Karanlık İşaret'in ortaya çıkışını, VVinky'nin, elinde sıkı sıkı tuttuğu Harry'nin asasıyla bulunuşunu ve Mr Crouch'un korkunç öfkesini anlatmaya koyuldu.
Harry anlatmayı bitirdiğinde, Sirius yeniden ayağa kalkmış, mağarada volta atıp duruyordu. Biraz sonra, yeni bir tavuk kemiğini sallayarak, "Şurasını iyice anla-yayım," dedi. "Cini önce Üst Loca'da gördünüz. Crouch'a yer ayırmıştı, değil mi?"
Harry, Ron ve Hermione bir ağızdan, "Doğru," dediler.
"Ama Crouch maça gelmedi, ha?"
"Hayır," dedi Harry. "Sanırım çok meşgul olduğunu söyledi."
Sirius mağarayı sessizce bir uçtan bir uca adımladı. Sonra da, "Harry," dedi, "Üst Loca'dan çıktıktan sonra asan cebinde mi diye kontrol etmiş miydin?"
"Hımmm..." Harry iyice düşündü. Sonunda, "Hayır," dedi. "Ağaçlığa girmeden önce kullanmam gerekmedi. Elimi cebime soktuğumda da, orada sadece En-vaigöz vardı." Sirius'a baktı. "Yani sen, İşaret'i yapan kimse, Üst Loca'da benim asamı mı çaldı demek istiyorsun?"
614

"Mümkündür," dedi Sirius.
Hermione, "O asayı VVinky çalmadı!" diye ısrar etti.
Sirius, kaşları çatık, mağarayı adımlamaya devam ederken, "O locada sadece cin yoktu," dedi. "Arkanızda başka kim oturuyordu?"
"Bir sürü insan," dedi Harry. "Bulgar bakanlar... Cornelius Fudge... Malfoy'lar..."
Ron birden, "Malfoy'lar!" dedi. Öyle bağırmıştı ki, sesi mağaranın dört bir yanında yankılandı, Şahgaga da sinirli sinirli başını savurdu. "Bahse girerim Lucius Malfoy'dur!"
"Başka kimse yok muydu?" dedi Sirius.
Harry, "Kimse yoktu," dedi.
Hermione, "Vardı, Ludo Bagman, vardı," diye hatırlattı ona.
"Aa, evet..."
Sirius volta atmayı sürdürerek, "Bagman hakkında, eskiden VVimbourne VVasps'in Vurucusu olduğu dışında bir şey bilmiyorum," dedi. "Nasıl biri?"
"İdare eder," dedi Harry. "Bana Üçbüyücü Turnuvası'nda yardım teklif edip duruyor."
Sirius kaşlarını daha da fazla çatarak, "Öyle mi?" dedi. "Niye ediyor acaba?"
"Benden hoşlanmış," dedi Harry.
"Hımm," dedi Sirius, düşünceli görünüyordu.
Hermione, "Karanlık İşaret belirmeden hemen önce ağaçlıkta gördük onu," dedi Sirius'a. "Hatırlıyor musunuz?" dedi Harry ile Ron'a.
Ron, "Evet ama, ağaçlıkta kalmadı, değil mi?" dedi.
615

"Biz ona ayaklanmadan söz eder etmez, kamp yerine1 geri döndü."
"Nereden biliyorsun?" diye cevabı yapıştırdı Her-mione. "Nereye Buharlaştığını nereden biliyorsun?"
Ron kulaklarına inanamayarak, "Hadi canım," dedi, "yani sen şimdi Karanlık İşaret'i Ludo Bagman mı yaptı diyorsun?"
Hermione inatla, "Onun yapmış olması VVinky'nin yapmış olmasından daha akla yakın," dedi.
Ron anlamlı anlamlı Sirius'a baktı. "Demiştim sana. Kafayı ev cinlerine -"
Ama Sirius elini kaldırıp Ron'u susturdu. "Karanlık İşaret yaratıldığında, cin elinde Harry'nin asasıyla yakalanınca, Crouch ne yaptı?"
"Çalılıklara bakmaya gitti," dedi Harry, "ama başka kimse yoktu."
'Tabii," diye mırıldandı Sirius, yukarı aşağı volta atarak, "tabii, bunu kendi cinine kondurmak istemiyordu... sonra da onu kovdu mu?"
"Evet," dedi Hermione hararetle, "onu kovdu, sırf çadırînda kalmadı ve onu ezmelerine -"
"Hermione," dedi Ron, "şu cinden bahsetmeyi keser misin!"
Sirius başını salladı. "O, Crouch'un notunu senden iyi vermiş, Ron. Bir adamın nasıl biri olduğunu anlamak istiyorsan, kendisiyle eşit olanlara değil, astlarına nasıl muamele ettiğine bak."
Elini tıraş olmamış yüzünde gezdirdi, belli ki harıl hani düşünüyordu. "Barty Crouch'un ortadan kaybol-
616

maları... Quidditch Dünya Kupası'nda ev cininin kendisine yer ayırmasını sağlama zahmetine katlanıyor, ama sonra da kalkıp maçı izlemeye gelmiyor. Üçbüyü-cü Turnuvası'nı yeniden başlatmak için çok çalışıyor ve sonra ona da gelmekten vazgeçiyor... Crouch'a yakışmayan şeyler bunlar. Eğer daha önce hastalık yüzünden bir gün olsun izin aldıysa, Şahgaga'yı yerim."
"Crouch'u tanıyor musun yani?" diye sordu Harry.
Sirius'un yüzü karardı. Birden, Harry'nin onunla ilk karşılaştığı geceki kadar tehdit edici göründü. Harry'nin Sirius'u hâlâ katil sandığı geceki kadar.
Sirius alçak sesle, "Haa, Crouch'u tanıyorum tabii," dedi. "Benim Azkaban'a gönderilmem için emir veren oydu - mahkemeye çıkarılmadan."
Ron ve Hermione bir ağızdan, "Ne?" dediler.
"Şaka ediyorsun!" dedi Harry.
Sirius tavuktan büyük bir lokma daha ısırarak, "Hayır, etmiyorum," dedi. "Crouch eskiden Sihirli Yasal Yaptırım Dairesi Başkanı'ydı, bilmiyor muydunuz?"
Harry, Ron ve Hermione hayır anlamında başlarını salladılar.
"Herkes onun Sihir Bakam obuasını bekliyordu," dedi Sirius. "Büyük bir büyücüdür, Barty Crouch, sihir gücü yüksektir - ve iktidar hırsıyla doludur. Yo, asla bir Voldemort destekçisi olmadı," dedi, Harry'nin yüzündeki bakışı okuyarak. "Hayır, Barty Crouch her zaman Karanlık yana ilişkin hislerini yüksek sesle belirtirdi. Ama Karanlık yana karşı olan bir sürü insan... neyse, anlamazsınız... çok gençsiniz..."
617

Ron sesinde sinirli bir tınıyla, "Babam da Dünya Kupası'nda böyle demişti," dedi. "Sen yine de bir denesene, niye denemiyorsun?"
Sirius'un zayıf yüzü bir gülümsemeyle aydınlandı. "Pekâlâ, deneyeyim..."
Mağaranın üst kısmına doğru yürüdü, geri geldi ve, "Voldemort'un şu anda güçlü olduğunu varsayın," dedi. "Kimlerin onu desteklediğini bilmiyorsunuz, kimin onun için çalışıp kimin çalışmadığını bilmiyorsunuz. Ama biliyorsunuz ki, insanları kontrol ediyor, onlara ellerinde olmadan korkunç şeyler yaptırabiliyor. Kendiniz, aileniz ve dostlarınız için korkuyorsunuz. Her hafta daha fazla ölüm, daha fazla kaybolma, daha fazla işkence haberi geliyor... Sihir Bakanlığı karmakarışık, ne yapacaklarını bilmiyorlar, her şeyi Muggle'lar-dan saklamaya çalışıyorlar, ama bu arada Muggle'lar da ölüyor. Her yerde terör var... panik... kargaşa... Böyle günlerdi işte.
"İşte böyle günler bazı insanların en iyi, bazılarının da en kötü taraflarını ortaya çıkarır. Crouch'un ilkeleri başlangıçta iyi olabilir - ben bilemiyorum. Bakanlık'ta hızla yükseldi ve Voldemorf un destekçilerine karşı çok sert önlemler almaya başladı. Seherbaz'lara yeni haklar verildi - örneğin, esir alma yerine öldürme hakkı. Ayrıca, mahkemeye çıkarılmadan dosdoğru Ruh Emici'lere teslim edilen tek kişi de ben değildim. Crouch şiddete şiddetle karşılık verdi ve şüphelilere karşı Affedilmez Lanef lerin kullanılması için yetki verdi. Bana kalırsa, Karanlık yandakilerin çoğu kadar amansız ve acımasız-
618

laştı. Yanlış anlamayın, onu destekleyenler vardı - birçok kişi onun işleri yapma şeklinin doğru olduğunu düşünüyordu ve bir sürü cadıyla büyücü onun Sihir Bakanı olması için yaygara ediyordu. Voldemort kaybolunca, Crouch'un bu üst mevkiye gelmesine an meselesi gözüyle bakılmaya başlandı. Ama sonra hayli talihsiz bir olay meydana geldi..." Sirius acı acı güldü. "Crouch'un kendi oğlu, ikna güçleri sayesinde Azkaban'dan uzak kalmayı beceren bir grup Ölüm Yiyen'le birlikte yakalandı. Besbelli Voldemort'u bulup onu yeniden iktidara getirmeye çalışıyorlardı."
"Crouch'un oğlu mu yakalandı?" dedi, soluğu kesilen Hermione.
"Aynen," dedi Sirius. Tavuk kemiğini Şahgaga'ya attı, kendisi de yere, ekmek somununun yanına sırtüstü uzanarak onu ikiye böldü. "İhtiyar Barty için bayağı kötü bir şoktu sanırım. Ailesiyle evde biraz daha fazla vakit geçirmeliymiş, değil mi? Arada bir bürosundan erken saatte çıkmalıymış... kendi oğlunu tanımalıymış."
Ekmeği koca parçalar halinde yutmaya başlamıştı.
"Oğlu gerçekten bir Ölüm Yiyen miydi?" diye sordu Hany.
"En ufak bir fikrim yok," dedi Sirius, hâlâ ağzına ekmek tıkıyordu. "O getirildiğinde ben de Azka-ban'daydım. Bunların çoğunu çıktıktan sonra öğrendim. Oğlan gerçekten de, Ölüm Yiyen olduklarına hayatım üzerine bahse girebileceğim kişilerle yakalanmıştı - ama o da yanlış zamanda yanlış yerdeydi belki, tıpkı ev cini gibi."
619

Hermione, "Crouch oğlunu oradan çıkarmaya çalıştı mı?" diye fısıldadı.
Sirius havlamaya çok benzeyen bir kahkaha attı. "Crouch oğlunu çıkaracak, ha? Onun notunu verdin sanıyordum, Hermione. İtibannı lekeleme tehdidinde bulunan her şey gitmeliydi; bütün hayatını Sihir Bakanı olmaya adamıştı. Kendisini ona adamış bir ev cinini, yeniden Kara İşaret'le arasında bağlantı kurduğu için kovuşunu gördünüz - bu size onun nasıl biri olduğu hakkında bir fikir vermiyor mu? Crouch'un baba muhabbeti sadece oğlunun mahkemeye çıkmasını sağlamakla sınırlı kaldı ve, anlatılanlara göre, bu mahkeme de Crouch'un oğlandan ne kadar nefret ettiğini göstermesi için bir araçtan öte bir şey değildi... sonra da onu dosdoğru Azkaban'a yolladı."
Harry alçak sesle, "Kendi oğlunu Ruh Emici'lere mi teslim etti?" diye sordu.
"Öyle," dedi Sirius, artık hiç de eğleniyormuş gibi görünmüyordu. "Ben Ruh Emici'lerin onu içeri getirişini gördüm, hücremin kapısındaki parmaklıkların arasından izledim. Taş çatlasa on dokuz yaşından fazla değildi. Onu benimkinin yakınında bir hücreye koydular. Gece olunca, anne, anne, diye bağırmaya başladı. Ama birkaç gün sonra sesi kesildi... sonunda hepsinin sesi kesilir zaten... yani uykularında haykırmadıklan sürece..."
Bir an için, Sirius'un gözlerindeki ölgün bakış her zamankinden daha belirgin hale geldi, sanki üstüne panjur kapanmış gibi.
620

"Yani hâlâ Azkaban'da mı?" dedi Harry.
"Hayır," dedi Sirius donuk bir sesle. "Hayır, artık orada değil. Onu getirmelerinden bir yıl sonra öldü."
"Öldü mü?"
"Tek ölen o değil," dedi Sirius acı acı. "Çoğu orada çıldırır ve sonunda çoğu yemek yemekten vazgeçer. Yaşama arzusunu yitirirler. Bir ölümün yaklaştığını daima anlayabilirdin, çünkü Ruh Emici'ler bunu hissederlerdi ve heyecanlanırlardı. O çocuk geldiğinde de hayli hasta gibiydi. Crouch, Bakanlık'ın önemli bir üyesi olduğu için, karısıyla ikisine oğullarını ölüm döşeğinde ziyaret etme izni verilmişti. Barty Crouch'u en son o zaman gördüm, karısını yarı yarıya taşıyarak hücremin önünden geçti. Anlaşılan kadının kendi de kısa süre sonra öldü. Kederden. Tıpkı çocuğu gibi tükenip gitti. Crouch oğlunun cenazesini almaya gelmedi. Ruh Emici'ler onu kalenin dışına gömdüler. Gömerlerken izledim."
Sirius az önce ağzına götürdüğü ekmeği kenara attı ve onun yerine balkabağı suyu sürahisini alıp başına dikti.
"İşte böyle, ihtiyar Crouch tam başarıya ulaştığını sandığı anda her şeyi kaybetti," diye devam etti, elinin tersiyle ağzını silerek. "Bir an, bir kahraman, Sihir Bakanı olmanın eşiğinde... bir an sonraysa, oğlu ölmüş, karısı ölmüş, aile itibarına leke sürülmüş biri. Kaçtıktan sonra duyduğum kadanyla, eski popülerliğini de kaybetmiş. Oğlu öldükten sonra insanlar çocuğa karşı biraz daha sempati duymaya ve iyi bir aileden genç, hoş bir çocuğun nasıl olup da böyle yoldan çıktığını sormaya
621

i
başladılar. Babasının onunla hiç ilgilenmediği sonucuna vardılar. Böylece en üst kademedeki işi Cornelius Fud-ge aldı, Crouch da Uluslararası Sihirsel İşbirliği Dairesi'ne kaydırıldı."
Uzun bir sessizlik oldu. Harry, Quidditch Dünya Kupası'nda, ağaçlıkta, onun sözünü dinlemeyen ev cinine tepeden bakarken Crouch'un gözlerinin nasıl fincan gibi olduğunu düşünüyordu. Crouch, VVinky'nin Karanlık İşaret'in altında bulunmasına bu yüzden aşırı tepki göstermişti demek. Ona oğlunu ve eski skandali hatırlatmıştı ve Bakanlık'ta gözden düşüşünü...
Harry, "Moody diyor ki, Crouch kafayı Karanlık büyücüleri yakalamakla bozmuş," dedi Sirius'a.
"Evet, ben de bunun onda bir tür manyaklık halini aldığını duydum," dedi Sirius, başını sallayarak. "Bana sorarsan, bir Ölüm Yiyen daha yakalayarak eski popülerliğine kavuşacağını sanıyor hâlâ."
Ron zafer duygusuyla, "Ve şatoya gizlice girip Sna-pe'in odasını karıştırdı!" dedi, Hermione'ye bakarak.
"Evet," dedi Sirius, "ve bu da hiç akla yakın değil."
"Hayır, yakın!" dedi Ron heyecanla.
Ama Sirius başını sallad . "Dinle bak, eğer Cr juch, Snape hakkında araştırma yapmak istediyse, niye Tur-nuva'nın jürisine katılmak için gelmiyor? Hogwarts'ı düzenli olarak ziyaret etmek ve gözünü Snape'in üzerinden ayırmamak için ideal bir bahane olurdu."
"Demek sen Snape'in bir işler karıştırıyor olabileceğini düşünüyorsun?" diye sordu Harry, ama Hermione hemen lafını kesti.

622


"Bak, ne dersen de ben aldırmıyorum, Dumbledore, Snape'e güveniyor -"
"Öf, bırak artık, Hermione," dedi Ron sabırsızca. "Biliyorum, Dumbledore zeki falan ama, bu gerçekten de uyanık bir Karanlık büyücünün onu kandıramayacağı anlamına -"
"Öyleyse birinci sınıftayken Snape niye Harry'nin hayatını kurtardı? Neden bırakmadı ölsün?"
"Bilmiyorum - belki de Dumbledore'un onu kovacağını düşündü -"
"Sen ne dersin, Sirius?" dedi Harry yüksek sesle. Ron ve Hermione de dinleyebilmek için didişmeyi bıraktılar.
Sirius, Ron ile Hermione'ye düşünceli düşünceli bakarak, "Bence ikisinin de haklı olduğu yanlar var," dedi. "Snape'in burada ders verdiğini öğrendiğimden beri, Dumbledore'un onu niye işe aldığını merak ediyorum. Karanlık Sanatlar, Snape'i hep büyülemiştir, okulda da bununla ünlüydü. Pis, kılçık, yağlı saçlı bir çocuktu," diye ekledi Sirius. Harry ve Ron da birbirlerine bakıp sırıttılar. "Snape okula geldiğinde yedinci sınıftaki çocukların yarısından fazla lanet biliyordu ve girdiği Slytherin çetesinin hemen hemen bütün üyeleri sonunda Ölüm Yiyen oldu."
Sirius parmaklarını kaldırdı ve tek tek saymaya başladı. "Rosier ve VVilkes - ikisi de Voldemort'un düşüşünden bir yıl önce Seherbaz'lar tarafından öldürüldüler. Lestrange'lar -evli bir çift- Azkaban'dalar. Avery - duyduğum kadarıyla, yaptıklarını Imperius lanetinin
623

etkisi altında yaptığını söyleyerek başını dertten kurtarmış - hâlâ kaçak. Ama benim bildiğim kadarıyla, Snape asla bir Ölüm Yiyen olmakla suçlanmadı - hoş, bunun da pek anlamı yok ya, neyse. Çünkü çoğu hiç yakalan-mamıştı. Ve Snape de başını derde sokmayacak kadar akıllı ve kurnazdır, burası kesin."
"Snape, Karkaroff u yakından tanıyor, ama bunun duyulmasını pek istemiyor," dedi Ron.
Harry hemen, "Evet, dün Karkaroff İksir dersine geldiğinde Snape'in yüzünü görecektin!" dedi. "Karkaroff onunla konuşmak istiyordu, Snape'in ondan kaçtığını söylüyordu. Karkaroff gerçekten kaygılanmış görünüyordu. Snape'e kolundaki bir şeyi gösterdi, ama ben ne olduğunu göremedim."
Sirius samimi bir hayretle, "Snape'e kolundaki bir şeyi mi gösterdi?" dedi. Parmaklarını dalgın dalgın kirli saçlarından geçirdi, sonra da yine omuz silkti. "Eh, bunun ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yok... ama eğer Karkaroff gerçekten kaygüanmışsa ve derdine çare bulmak için Snape'e gidiyorsa..."
Sirius bakışlarını mağara duvarına dikti ve çaresizlikle dişlerini sıktı. 'Tabii, Dumbledore'un Snape'e güvenme meselesi de var. Dumbledore'un başkalarının güvenmeyeceği kişilere güvendiğini biliyorum ama, Voldemort için çalışmış olsa Snape'in Hogwarts'ta ders vermesine izin vereceğini hiç sanmam."
Ron inatla, "Peki öyleyse Moody ve Crouch niye ille de Snape'in odasına girmek istiyorlar?" diye sordu.
Sirius ağır ağır, "Eh," dedi, "Deli-Göz, Hogvvarts'a
624

geldikten sonra tek tek her öğretmenin odasını aradıysa şaşmam. Moody, Karanlık Sanatlara Karşı Savunma'yı ciddiye alır. Onun pek kimseye güvendiğini sanmıyorum, yaşadıklarından sonra bunda şaşacak bir şey de yok. Ama Moody için şunu söyleyeyim: Mecbur kalmadıkça hiç öldürmedi. Mümkünse eğer, insanları hep sağ olarak teslim etti. Serttir ama, asla Ölüm Yiyen'lerin düzeyine inmemiştir. Crouch'a gelince... o farklı bir konu, bak... Gerçekten hasta mı? Eğer öyleyse, niye sürüne sürüne Snape'in odasına gelme zahmetine katlandı? Değilse... neler karıştırıyor? Dünya Kupası'nda o kadar önemli ne yapıyordu da Üst Loca'ya gelmedi? Turnu-va'nın jürisinde yer alması gerektiği sırada neler yapıyordu?"
Sirius sustu, bakışları hâlâ mağaranın duvannday-dı. Şahgaga kayalık zeminde dolanıyor, gözünden kaçmış olabilecek kemikleri anyordu.
Sonunda Sirius başını kaldırıp Ron'a baktı. "Ağabeyin, Crouch'un özel yardımcısı dedin, değil mi? Ona son zamanlarda Crouch'u görüp görmediğini sorabilir misin acaba?"
Ron kuşkulu bir şekilde, "Deneyebilirim," dedi. "Ama Crouch'un bir şeyler çevirdiği havasını verme-sem iyi olur. Percy, Crouch'u sever."
Sirius, Gelecek Postosı'nın ikinci nüshasını işaret ederek, "Hazır sormuşken, Bertha Jorkins hakkında ellerinde herhangi bir ipucu olup olmadığını da öğrenmeye çalış," dedi.
"Bagman olmadığını söylemişti," dedi Harry.
. 625

Sirius başıyla gazeteyi işaret ederek, "Evet, oradaki yazıda öyle deniyor," dedi. "Bertha'nın hafızasının ne kadar zayıf olduğu konusunda vır vır edip durmuş. Belki ben onu tanıyalı beri değişmiştir ama, benim bildiğim Bertha hiç de unutkan değildi - tam tersi. Biraz ap-talcaydı ama, dedikodu için kusursuz bir hafızası vardı. Bu yüzden başını çok belaya soktu; ne zaman çenesini kapatması gerektiğini bilmezdi çünkü. Düşünüyorum da, Sihir Bakanlığı için bayağı bir sorun olmuştur herhalde... Belki de Bagman bunun için onca uzun süredir Bertha'yı arama zahmetine katlanmadı..."
Sirius derin derin içini çekti ve gölgeli gözlerini ovuşturdu. "Saat kaç?"
Harry saatine baktı, sonra saatin gölde bir saat kaldığından beri çalışmadığını hatırladı.
"Üç buçuk," dedi Hermione.
Sirius ayağa kalkarak, "Okula dönseniz iyi olur," dedi. "Şimdi, dinleyin..." Harry'ye sert sert baktı - "Beni görmek için okuldan sıvışmanızı istemiyorum, ta-maırî mı? Bana buraya mesaj yollayın yeter. Sıradışı bulduğunuz her şeyi bana bildirmenizi hâlâ istiyorum. Ama sen izin almadan Hogwarts'tan ayrılmayacaksın. Bu birisinin sana saldırması için ideal bir fırsat olur."
Harry, "Şimdiye kadar kimse bana saldırmadı," dedi. "Bir ejderhayla iki Garkenez hariç."
Ama Sirius ona kaşlarını çatıp baktı. "Umrumda bile değil... Ben ancak bu Turnuva sona erince rahat bir soluk alacağım, o da ancak haziranda bitiyor. Ve unutmayın, aranızda benden söz ederseniz, bana Fırtik deyin, tamam mı?"
626

Harry'ye boş peçeteyle şişeyi verdi ve vedalaşmak için Şahgaga'nm yanına gidip onu okşadı. "Ben de sizinle köyün kıyısına kadar yürüyeceğim," dedi. "Bakalım bir gazete daha aşırabilecek miyim?"
Mağaradan çıkmadan önce biçim değiştirip yeniden kocaman, kara köpek oldu. Dağdan aşağı, kayalık arazide onunla birlikte yürüyüp yine çite geldiler. Burada her birinin onun kafasını okşamasına izin verdi, sonra da dönüp köyün dışına doğru bir koşu tutturdu.
Harry, Ron ve Hermione, Hogsmeade'e yürüyüp, oradan da Hogwarts'a doğru yola koyuldular.
Şatoya çıkan yoldan yukarı doğru yürürlerken, Ron, "Acaba Percy, Crouch hakkında bütün bunları biliyor mu?" diye sordu. "Ama belki de aldırmıyördür... Belki bunlar onun Crouch'a daha da fazla hayran olmasına yol açıyordur. Evet, Percy kurallara bayılır. O olsa olsa, Crouch kendi oğlu için bile kuralları çiğnemeyi reddediyor, der."
Hermione, "Percy kendi ailesinden birini asla Ruh Emici'lerin önüne atmaz," dedi şiddetle.
"Bilmiyorum," dedi Ron. "Eğer mesleğine engel olduğunu düşünüyorsa... Percy gerçekten hırslıdır yani..."
Taş basamaklardan çıkıp Giriş Salonu'na geldiler, Büyük Salon'dan yükselen nefis yemek kokulan oraya kadar geliyordu.
Ron derin derin soluk alarak, "Zavallı yaşlı Pırtık," dedi. "Seni gerçekten seviyor olmalı, Harry... Düşünsene bir, fareyle besleniyor."
627

GeCeLeR
12-10-2006, 02:07 AM
YİRMİ SEKİZİNCİ BÖLÜM
Mr Crouch'un Deliliği

Harry, Ron ve Hermione pazar günü kahvaltının ardından Baykuşhane'ye gidip Percy'ye mektup yolladılar. Sirius'un önerdiği gibi, ona son zamanlarda Mr Crouch'u görüp görmediğini sordular. Hedwig'i kullandılar, çünkü çok uzun zamandır ona hiç iş verilmemişti. Baykuşhane penceresinden onun uçarak uzaklaşmasını seyrettikten sonra, Dobby'ye yeni çoraplarını vermek için mutfağa indiler.
Ev cinleri onlan neşeyle karşıladılar. Yine eğilerek selam,.verdiler, reverans yaptılar ve çay hazırlamak için etrafta koşuşturup durdular. Dobby hediyesini görünce resmen coştu.
"Harry Potter, Dobby'ye çok iyi davranıyor!" diye ci-yakladı, kocaman gözlerindeki iri iri gözyaşlarını silerek.
"O Galsamotu'yla hayatımı kurtardın, Dobby, gerçekten," dedi Harry.
"Şu eklerlerden biraz daha yoktur herhalde, değil mi?" dedi Ron, gülümseyen ve ısrarla eğilerek selam veren ev cinlerine bakarak.
628

Hermione sinirli bir şekilde, "Daha yeni kahvaltı ettin!" dedi, ama dört cinin taşıdığı koca bir gümüş tepsi dolusu ekler onlara doğru geliyordu bile.
"Fırtık'a göndermek için bir şeyler alsak iyi olur," diye mırıldandı Harry.
"İyi fikir," dedi Ron. "Pig'e yapacak iş çıkar. Bize fazladan biraz yiyecek veremezsiniz herhalde, değil mi?" dedi çevresindeki cinlere. Cinler sevinçle eğilip selam verdiler ve biraz daha yiyecek getirmeye gittiler.
"Dobby, VVinky nerede?" dedi Hermione, çevresine bakarak.
Dobby'nin kulakları hafifçe düştü. "Winky orada, ateşin yanında, küçükhanım," dedi alçak sesle.
"Ah canım," dedi Hermione, VVinky'yi görünce.
Harry de şömineye baktı. VVinky yine aynı taburede oturuyordu. Kendini koyverip öyle pislenmişti ki, arkasındaki isten kararmış tuğlalardan zar zor ayırt edilebiliyordu. Giysileri yıkanmamış ve paçavraya dönmüştü. Gözlerini ateşe dikmiş, elinde bir şişe Kaymakbirası'yla taburesinin üstünde hafifçe sallanıyordu. Onu izlerlerken, şiddetle hıçkırdı.
"VVinky artık günde altı şişeyi düz ediyor," diye fısıldadı Dobby, Harry'ye.
"Eh, çok sert bir şey değil o içki," dedi Harry.
Ama Dobby başını iki yana salladı. "Bir ev cini için sert, efendim."
VVinky yine hıçkırdı. Eklerleri getiren cinler işlerinin başına dönerken, ona suçlayan gözlerle baktılar.
Dobby üzgün üzgün, "VVinky sıla hasreti çekiyor,
, 629

Harry Potter," diye fısıldadı. "Winky eve dönmek istiyor. Winky hâlâ efendisinin Mr Crouch olduğunu sanıyor, efendim ve Dobby ne derse desin, artık efendisinin Profesör Dumbledore olduğunu kabul etmiyor."
Birden Harry'rün aklına bir şey geldi. "Hey, VVinky," dedi, onun yanına gidip eğilerek. "Mr Crouch'un neler yaptığını bilmiyorsundur, değil mi? Üçbü-yücü Turnuvası'na gelmeyi bıraktı da."
VVinky'nin gözlerinde bir ışık yanıp söndü. Kocaman gözbebekleri Harry'ye odaklandı. Yine hafifçe sallandı ve, "E-Efendi gelme mi - hık - bıraktı?" dedi.
"Evet," dedi Harry, "onu birinci görevden beri görmedik. Gelecek Postası hasta olduğunu söylüyor."
VVinky, Harry'ye buğulu gözlerle bakarak biraz daha sallandı. "Efendi - hık - hasta?"
Alt dudağı titremeye başladı.
"Ama bunun doğru olduğundan emin değiliz," dedi Hermione hemen.
"Efendi'nin VVinky'sine - kik - ihtiyacı var!" diye inledi- cin. "Efendi - hık - kendi başına - hık - yapamaz..."
"Diğer insanlar kendi ev işlerini kendileri yapıyorlar, biliyorsun, VVinky," dedi Hermione ciddi bir edayla.
"VVinky - hık - Mr Crouch için - hık - sadece ev işi yapmıyor!" diye kızgın kızgın ciyakladı VVinky. Bu sırada daha da beter sallanıp, zaten her tarafı leke içinde olan bluzuna Kaymakbirası döktü. "Efendi - hık -Winky'ye güveniyor - hık - ve ona en önemli - hık - en gizli -"
630

"Ne?" dedi Harry.
Ama Winky başım şiddetle sallayıp, üstüne biraz daha Kaymakbirası döktü.
"Winky efendisinin - hık - sırlarını saklı tutar," dedi isyankâr bir tavırla. Şimdi fena halde sallanıyor, Harry'ye şaşı gözlerle bakıp kaşlarını çatıyordu. "Sen -hık - burnunu sokuyorsun sen."
"VVinky, Harry Potter'la bu şekilde konuşmamalı!" dedi Dobby kızarak. "Harry Potter cesur ve asil ve Harry Potter burnunu sokmaz!"
"Burnunu sokuyor - hık - efendimin - hık - özel ve gizli işlerine - hık - VVinky iyi bir ev cini - hık - VVinky sessizliğini korur - hık - insanlar - hık - kurcalar durur - hık -" VVinky'nin gözkapaklari düştü. Ansızın taburesinden şömineye kaydı ve orada horul horul horlamaya başladı. Boş Kaymakbirası şişesi taş döşeli zeminin üzerinde yuvarlanarak uzaklaştı.
Beş altı tane ev cini hemen oraya geldi, tiksinmiş görünüyorlardı. Biri şişeyi aldı; diğerleri VVinky'nin üstüne büyük, kareli bir masa örtüsü serip uçlarını altına tıkıştırarak onu tamamen örttüler.
"Bunu görmek zorunda kaldığınız için biz özür diler, beyefendiler ve küçükhamm!" diye ciyakladı yakındaki bir cin. Başını iki yana salladı, çok mahcup bir hali vardı. "Bizi VVinky'ye bakıp da yargılamayacağınızı umuyor biz, beyefendiler ve küçükhamm!"
"O mutsuz!" dedi Hermione, sabrı tükenerek. "Niye onu örtüp saklayacağınıza neşelendirmeye çalışmıyorsunuz?"
631

"Affediyorsunuz, küçükhanım," dedi ev cini, uzun uzun eğilip selam vererek, "ama yapılacak iş ve hizmet edilecek efendiler Varken, ev cinlerinin mutlu olmama hakkı yoklardır."
"Yapmayın ama!" diye feryat etti Hermione. "Hepiniz beni dinleyin! Sizin de büyücüler kadar mutsuz olma hakkınız var! Ücret, tatil ve doğru dürüst giyecek alma hakkınız var, size söylenen her şeyi yapmak zorunda değilsiniz - Dobb/ye bakın bir!"
"Küçükhanım lütfen Dobby'yi bu işe karıştırmasın," diye geveledi Dobby, korkmuş bir halde. Mutfaktaki ev cinlerinin yüzlerindeki neşeli gülümsemeler kaybolmuştu. Hermione'ye sanki deli ve tehlikeli biriymiş gibi bakıyorlardı.
"Fazladan yemeğinizi getirdi biz!" diye cıyakladı Harry'nin yanındaki bir cin. Getirdiği koca bir jambonu, bir yığın keki ve biraz meyveyi Harry'nin eline tu-tuşturuverdi. "Hoşça kalın!"
Ev cinleri Harry, Ron ve Hermione'nin çevresine toplanıp, küçük elleriyle onlan bellerinden itekleye itekleye mutfaktan çıkarmaya koyuldular.
"Çoraplar için teşekkürler, Harry Potter!" diye perişan bir halde bağırdı Dobby. Şöminenin orada, şişkin bir örtüymüş izlenimi veren VVinky'nin yanında duruyordu.
Mutfak kapısı arkalarından güm diye kapanırken, Ron kızgın bir sesle, "Dilini tutamadın, değil mi, Hermione?" dedi. "Artık onları ziyaret etmemizi istemeyecekler! VVinky'den Crouch hakkında daha çok şey öğrenebilirdik!"
632

"Öff, sanki senin de çok umrunda!" diye alay etti Hermione. "Buraya inmeyi sırf yemekler için istiyorsun!"
Sinir bozucu bir gün oldu. Harry, Ron'la Hermi-one'nin ortak salonda ödevlerini yaparken ha bire didişmelerinden öyle usandı ki, o akşam Sirius'un yemeğini Baykuşhane'ye kendi başına götürdü.
Pigwidgeon koca bir jambonu kendi başına dağa götürmek için çok çok küçüktü, bu yüzden Harry okula ait iki hüthüt kuşunu yardımcı olarak kullandı. Baykuşlar günbatımına doğru uzaklaştılar, aralannda taşıdıkları koca paketle çok tuhaf görünüyorlardı. Harry pencere pervazına yaslanıp dışarıya, karanlığa, Yasak Orman'daki ağaçların hışırdayan tepelerine ve Durmst-rang gemisinin dalgalanan yelkenlerine baktı. Bir pu-hukuşu Hagrid'in kulübesinin bacasından yükselen duman halkasının içinden geçti; şatoya doğru uçtu, Bay-kuşhane'nin çevresinde şöyle bir turladı ve uzaklaşıp gözden kayboldu. Harry aşağı doğru baktığında, Hagrid'in, kulübesinin önünde büyük bir enerjiyle yeri kazdığını gördü. Harry onun niye kazdığını merak etti; yeni bir sebze tarhı yapıyor gibiydi. O izlerken, Beauxba-tons arabasından Madam Maxime belirdi ve Hagrid'in yanına gitti. Görünüşe bakılırsa, onunla konuşmaya çalışıyordu. Hagrid küreğine yaslandı, ama anlaşılan konuşmayı uzatmak istemiyordu. Az sonra Madam Maxi-me arabasına döndü.
Gryffindor Kulesi'ne gidip Ron'la Hermione'nin birbirlerine hırlamalarım dinlemeye niyeti olmayan
633

Harry, orada durup Hagrid'in yeri kazısını izledi; ta ki karanlık basıp onu yutana ve Harry'nin çevresindeki baykuşlar uyanmaya başlayıp, yanından hızla geçerek geceye kanşana kadar.
Ertesi sabah kahvaltıya indiklerinde, Ron'la Hermi-one'nin huysuzlukları sona ermişti. Harry, Ron'un karanlık kehanetinin de yanlış çıktığını memnuniyetle gördü: Ron, Hermione onlara kötü davrandı diye ev cinlerinin Gryffindor masasına standardın altında yemekler göndereceklerini söylemişti. Oysa pastırma, yumurtalar ve füme balıklar her zamanki kadar iyiydi.
Posta baykuşlan geldiğinde, Hermione hevesle başını kaldırıp yukan baktı; bir şey bekliyor gibi bir hali vardı.
"Percy bu kadar kısa sürede cevap yollamış olamaz," dedi Ron. "Hedwig'i daha dün gönderdik."
"Yok, o değil," dedi Hermione. "Gelecek Postası'na abone oldum. Her şeyi Slytherin'lerden öğrenmekten bıkmaya^ başlamıştım."
"İyi düşünmüşsün!" dedi Harry. O da baykuşlara bakıyordu. "Hey, Hermione, şansın yerinde -"
Gri bir baykuş Hermione'ye doğru geliyordu.
"Ama yanında gazete yok," dedi Hermione, hayal kırıklığına uğramış bir halde. "Bu -"
Hermione büyük bir şaşkınlıkla, önce gri baykuşun, ardından da dört hüthüt kuşu, bir kahverengi baykuş ve bir esmer baykuşun gelip tabağının önüne konduklarını gördü.
634

"Kaç tane abonelik gönderdin?" dedi Harry. Hamle edip Hermione'nin kadehim kaptı, çünkü kadeh az kalsın devriliyordu. Baykuşlar itişip kakışıyor, hepsi de ilk önce kendi mektubunu vermeye çalışıyordu.
"Bu da neyin -?" dedi Hermione, gri baykuşun getirdiği mektubu alıp açtı ve okudu. "Aman yani!" dedi kekeleyerek, hayli kızarmıştı.
"Ne oldu?" dedi Ron.
"Bu - aman ne saçma yani -" Mektubu Harry'ye attı. Harry mektubun elyazısıyla yazılı olmadığını, Gelecek Postası''ndan kesilmiş harflerden oluştuğunu gördü.
Aşağılık bir kıZSın. HaRRy PottEr çok daha iYisine LayıK. NeREden gEldiYsen oraya dön, mUggle.
"Hepsi böyle!" dedi Hermione ümitsizce, mektupları bir bir açarak. " 'Harry Potter senin gibilerden çok daha iyisini bulabilir...' 'Kurbağa yumurtasının içinde kaynatılmayı hak ediyorsun...' Ayy!"
Açtığı son zarfın içinden çok fena benzin kokan sa-nmsı-yeşil bir sıvı akıp ellerine bulaşmıştı. Ellerinde iri, san çıbanlar oluşmaya başladı.
"Sulandırılmamış Bezeliyumnı irini!" dedi Ron, zarfı dikkatle alıp koklayarak.
"Ah!" dedi Hermione. Gözleri yaşarmaya başlamıştı. Elindeki irini peçeteyle silmeye çalışıyordu, ama parmaklan şimdi acı verici yaralarla öylesine kaplıydı ki, bir çift kalın, yumrulu eldiven takmış gibiydi.
"Hastane kanadına gitsen iyi olur," dedi Harry,
635

Hermione'nin çevresindeki baykuşlar havalanırken. "Biz Profesör Sprout'a nereye gittiğini söyleriz..."
Hermione ellerini birbirine değdirmeden önünde tutarak hızla Büyük Salon'dan çıkarken, Ron, "Onu uyarmıştım!" dedi. "Onu Rita Skeeter'ı sinirlendirmemesi konusunda uyarmıştım! Şuna bak..." Hermione'nin arkasında bıraktığı mektuplardan birini okudu: " 'Harry Potter'a nasıl oyun oynadığım Cadı Gündemi'nde okudum, o çocuk zaten çok çekti, yeterince büyük bir zarf bulur bulmaz bir dahaki postayla sana bir lanet yollayacağım.' Vay be, kendine dikkat etse iyi olur."
Hermione, Bitkibilim'e gelmedi. Harry ve Ron, Sihirli Yaratıkların Bakımı dersine gitmek üzere seradan ayrılırlarken, Malfoy, Crabbe ve Goyle'un şatonun taş merdivenini indiklerini gördüler. Arkalarında Pansy Parkinson, Slytherin'den kızlar çetesiyle fısıldaşıp kıkırdıyordu. Harry'yi gören Pansy, "Potter, yoksa kız arkadaşından ayrıldın mı? Kahvaltıda niye o kadar sinirliydi?" diye seslendi.
Harry onu duymazdan geldi; Cadı Gündemi yazısının ne kadar dert açtığını bilme zevkini tattırmak istemiyordu ona.
Geçen derste tek boynuzlu atlarla işlerinin bittiğini söyleyen Hagrid, onlan kulübesinin dışında, ayağının dibinde yeni bir parti ağzı açık kasayla bekliyordu. Kasaları görünce Harry'nin yüreğine indi - sakın yine Ke-leker yumurtası olmasın? Ama yeterince yaklaşınca, kasaların içinde uzun burunlu, yumuş yumuş tüylü, siyah yaratıklar olduğunu gördü. Ön patileri tuhaf bir şekil-
636

de, kürek gibi düzdü. Bunca ilgiden dolayı biraz şaşırmışa benziyor, öğrencilere bakıp kibar kibar gözlerini kırpıştırıyorlardı.
"Bunlar Burnuk," dedi Hagrid, sınıf çevresine toplandığında. "Onları genellikle madenlerde bulursunuz. Parıltılı şeylerden hoşlanırlar... İşte, bakın."
Burnuk'lardan biri aniden zıplayarak Pansy Parkin-son'ın kol saatini ısırıp koparmaya çalışmıştı. Pansy çığlık çığlığa geri sıçradı.
"Faydalı, küçük hazine saptayıcılarıdır bunlar," dedi Hagrid mutlu mutlu. "Bugün onlarla biraz eğleniriz diye düşündüm. Orayı görüyor musunuz?" Yeni eşilmiş, geniş bir toprak alanı işaret etti, Harry, Baykuşha-ne'nin penceresinden onu izlerken kazdığı yerdi bu. "Biraz altın para gömdüm. Kimin Burnuk'u en çok altını çıkarırsa, ona ödül var. Siz şimdi bütün ziynetlerinizi çıkarın, kendinize bir Burnuk seçin ve onu salıvermeye hazır olun."
Harry saatini çıkardı. Zaten sırf alışkanlıktan takıyordu, saat artık çalışmıyordu. Onu cebine koydu. Sonra bir Burnuk aldı. Burnuk uzun burnunu Harry'nin kulağına dayayıp hevesle kokladı. Gerçekten çok sevimliydi.
"Bi' dakka," dedi Hagrid, kasaya bakarak. "Burada fazladan bir Burnuk var... kim gelmedi? Hermione nerede?"
"Hastane kanadına gitmesi gerekti," dedi Ron.
"Sonra anlatırız," diye mırıldandı Harry; Pansy Parkinson kulak kesilmişti.
637

Bu şimdiye kadar Sihirli Yaratıkların Bakımı'nda en çok eğlendikleri ders oldu. Burnuk'lar toprağa sanki suya dalarmış gibi dalıyor, sonra da her biri onu salıvermiş olan öğrenciye koşuşturup, topladığı altını onun eline tükürüyordu. Ron'unki pek bir verimliydi; az sonra onun kucağını altınla doldurmuştu.
Burnuk'u yine toprağa dalıp, cüppesine toprak sıçratırken, Ron, "Bunları evcil hayvan olarak satın alabiliyor muyuz, Hagrid?" diye sordu heyecanla.
"Annenin pek hoşuna gitmezdi, Ron," dedi Hagrid sırıtarak. "Evleri alan talan ediyor bu Burnuk'lar. Sanırım bitirmek üzereler," diye ekledi, Burnuk'lar dalmaya devam ederken, eşilmiş toprak alanda gezinerek. "Sadece yüz altın gömmüştüm. Hah, işte Hermione de geldi!"
Hermione çimenlikte onlara doğru yürüyordu. Perişan görünüyordu, elleri sıkı sıkı bandajlanmıştı. Pansy Parkinson boncuk gibi gözleriyle onu izliyordu.
"Eveet, bakalım nasıl gitti!" dedi Hagrid. "Paralarınızı sayın! Çalmaya çalışmanın da bir anlamı yok, Goy-le," diye ekledi, böcek karası gözlerini kısarak. "Ayakkabıcı cin altını bu. Birkaç saat sonra yok oluyor."
Goyle son derece somurtkan bir halde ceplerini boşalttı. Sonuçta en başarılı olanın Ron'un Burnuk'u olduğu ortaya çıktı ve Hagrid ödül olarak ona kocaman bir parça Balyumruk çikolatası verdi. Arazinin öte yanında öğle yemeği zili çaldı; sınıfın geri kalanı şatoya doğru yola koyuldu, ama Harry, Ron ve Hermione orada kalıp Hagrid'in Burnuk'ları kutularına koymasına yardım et-
638

tiler. Harry, Madam Maxime'in, arabasının penceresinden onlan gözlediğini fark etti.
"Ellerine ne yaptın öyle, Hermione?" dedi Hagrid endişeyle.
Hermione ona sabahleyin aldığı nefret mektuplarını ve Bezeliyumru irini dolu zarfı anlattı.
"Off, hiç takma kafanı," dedi Hagrid şefkatle, ona bakarak. "Rita Skeeter annem hakkında o yazıyı yazınca ben de öyle mektuplar falan almıştım. 'Sen bir canavarsın, seni öldürmeleri gerekir.' 'Annen masum insanları öldürdü, eğer biraz utanman varsa gidip kendini göle atarsın.' "
"Olamaz!" dedi Hermione, hayretten donakalmış halde.
"Yaa," dedi Hagrid, Burnuk kasalarını kaldırıp kulübe duvarının yanına götürerek. "Çatlak onlar, Hermione. Başka gelirse açma. Doğruca ateşe at."
Şatoya dönerlerken, Harry, "Çok iyi bir dersi kaçırdın," dedi Hermione'ye. "Burnuk'lar bayağı iyi, değil mi Ron?"
Ancak Ron, kaşlarını çatmış, elindeki çikolataya bakarak dalıp gitmişti. Bir şeye çok bozulmuş gibiydi.
"Ne oldu?" dedi Harry. "Sevmediğin türden mi?"
"Hayır," dedi Ron. "Niye bana altını söylemedin?"
"Ne altını?" dedi Harry.
"Sana Quidditch Dünya Kupası'nda verdiğim altını," dedi Ron. "Envaigöz'üm için sana verdiğim ayakkabıcı cin altınını. Üst Loca'da. Niye yok olduğunu söylemedin?"
639

Ron'un neden bahsettiğini anlaması için Harry'nin biraz düşünmesi gerekti.
"Haa..." dedi, sonunda hatırlayınca. "Bilmem... yok olduğunu fark etmedim. O sırada asamı aramakla meşguldüm ya."
Giriş Salonu'na çıkan basamakları tırmandılar ve öğle yemeği için Büyük Salon'a geçtiler.
Oturup tabaklanna rozbif ve Yorkshire puding; koyarlarken, "Güzel şey olmalı," dedi Ron birden. "Yani bir cep dolusu Galleon'un kaybolsa farkına varmayacak kadar çok paran olması."
"Bak, o gece kafam başka şeylerle meşguldü!" dedi Harry sabırsızca. "Hepimizin öyleydi, hatırlamıyor musun?"
"Ayakkabıcı cin alanının yok olduğunu bilmiyordum," diye mırıldandı Ron. "Sana borcumu ödediğimi sanmıştım. Noel'de bana o Chudley Cannon şapkasını vermemeliydin."
"Boşver, tamam mı?" dedi Harry.
Rorx çatalının ucuna bir kızarmış patates geçirip ona öfkeli gözlerle bakmaya başladı. "Fakir olmaktan nefret ediyorum," dedi sonra.
Harry ve Hermione birbirlerine baktılar. İkisi de ne diyeceklerini bilemiyorlardı.
"Berbat bir şey," dedi Ron, hâlâ öfkeli gözleriyle patatesine bakarak. "Fazladan biraz para kazanmak istedikleri için Fred'le George'u suçlamıyorum. Keşke ben de kazanabilseydim. Keşke bir Burnuk'um olsaydı."
"Eh, demek ki artık sana bir dahaki Noel'de ne ala-
640

cağımızı biliyoruz/' dedi Hermione neşeyle. Sonra, Ron'un hâlâ üzgün durduğunu görünce, "Hadi ama, Ron, daha kötü olabilirdi," dedi. "En azından parmakların irin kaplı değil." Hermione'nin parmakları öyle şişmiş, öyle kaskatı kesilmişti ki, çatalıyla bıçağını kullanmakta güçlük çekiyordu. "O Skeeter denen kadından nefret ediyoruml" diye patladı. "Ondan bunun acısını çıkaracağım, hayatta yaptığım son şey bu olsa bile!"
*
Sonraki hafta boyunca Hermione'ye nefret mektupları gelmeye devam etti. Hagrid'in tavsiyesini tutup onları açmaktan vazgeçti. Öte yandan, ona düşman olanların çoğu, Gryffindor masasında patlayıp çığlık çığlığa bağırarak hakaret eden Çığırtkan'lar gönderiyor ve bütün Salon bunları duyuyordu. Cadı Gündemi'ni okumayanlar bile Harry-Krum-Hermione üçgenini biliyordu artık. Hermione'nin kız arkadaşı olmadığını insanlara söylemekten Harry'nin dilinde tüy bitmişti.
"Azalır biter, merak etme," dedi Hermione'y e, "yeter ki biz aldırmayalım... İnsanlar Rita'nm geçen sefer hakkımda yazdığı o şeylerden sıkılmışlardı sonunda -"
"Sözde okul arazisine giremiyorken, özel konuşmaları nasıl dinlediğini bilmek istiyorum!" dedi Hermione hiddetle.
Hermione bir sonraki Karanlık Sanatlara Karşı Savunma dersinin sonunda, Profesör Moody'ye bir şey sormak için sınıfta bekledi. Sınıftaki diğer öğrencilerse çıkmaya can atıyorlardı; Moody uğursuzluk büyüsü savuşturma konusunda onları öyle sert bir sınavdan ge-
641

çirmişti ki, çoğunun ufak sakatlıkları vardı. Harry berbat bir Seğiren Kulak vakasına yakalanmıştı, sınıftan çıkarken ellerini kulaklarının üstüne kapatmak zorunda kaldı.
Hermione beş dakika sonra Harry ile Ron'u Giriş Salonu'nda yakaladı ve Harry duysun diye onun ellerini kıpırdanan kulaklarından çekip, "Şurası kesin, Rita bir Görünmezlik Pelerini kullanmıyor!" dedi. Soluk soluğa kalmıştı. "Moody onu ikinci görev sırasında jüri masasının yakınında ya da gölün civannda görmemiş!"
"Hermione, bundan vazgeçmeni söylememin bir anlamı var mı?" dedi Ron.
"Hayır!" dedi Hermione inatla. "Viktor'la konuşmamı nasıl duyduğunu öğrenmek istiyorum! Ayrıca Hagrid'in annesini nasıl öğrendiğini de!"
"İşin içinde minik antenler olmasın?" dedi Harry.
"Minik antenler mi?" dedi Ron, boş boş bakarak. "Nasıl yani... üstüne böcek falan mı koymuş?"
Harry ona gizli mikrofonları ve kayıt aygıtlarını anlatmaya koyuldu.
Ron hayran hayran dinliyordu ki, Hermione araya girdi. "Siz ikiniz Hogwarts: Bir Tarih'i hiç okumayacak mısınız?"
"Ne gereği var ki?" dedi Ron. "Sen ezbere biliyor--A;n zaten, sana sorabiliriz."
"Muggle'lann bihrin yerine kullandığı bütün o şeyler --elektrik, bilgisayarlar, radar ve diğerleri- Hogwarts yakınına gelindiğinde sapıtıyor, havada çok fazla sihir var. Hayır, Rita dinlemek için sihir kullanıyor, mutlaka
642

öyle olmalı... Ne olduğunu bir öğrensem... ah, bir yasadışı çıksın, elimde demektir..."
"Zaten yeterince derdimiz yok mu?" diye sordu Ron. "Bir de Rita Skeeter'a karşı kan davası başlatmak zorunda mıyız?"
"Yardım isteyen oldu mu!" diye çıkıştı Hermione. "Kendi işimi kendim yaparım!"
Bir kere bile dönüp arkasına bakmadan mermer merdivenden çıktı. Harry onun kütüphaneye gittiğinden emindi.
"İddiaya var mısın, elinde bir kutu dolusu Rita Ske-eter'dan Nefret Ediyorum rozetiyle gen dönecek," dedi Ron.
Ancak Hermione, Rita Skeeter'dan öç alma çabası için Harry ve Ron'dan yardım istemedi. Buna çok memnun oldular, çünkü Paskalya tatilinden önceki günlerde yapmaları gereken işler giderek fazlalaşmıştı. Harry, Hermione'nin bütün o işler dışında bir de sihirli dinleme yöntemlerini araştırabilmesine hayret ediyordu. Onca ödevi bitirmek Harry'nin vaktinin tamamını alıyordu, ama Sirius için dağdaki mağaraya düzenli olarak yiyecek paketleri göndermeyi ihmal etmiyordu; geçen yazdan beri, sürekli aç olmanın nasıl bir şey olduğunu unutmamıştı. Sirius'a notlar da yazıyor, sıradı-şı hiçbir şey olmadığını, hâlâ Percy'den cevap beklediklerim söylüyordu.
Hedwig ancak Paskalya tatilinin sonunda döndü. Percy'nin mektubu Mrs VVeasley'nin gönderdiği Paskalya yumurtalarıyla birlikte bir kutunun içindeydi. Harry
643


ve Ron'un yumurtaları ejderha yumurtası boyundaydı, içlerinde de ev yapımı karamela vardı. Ama Hermi-one'ninki tavuk yumurtasından küçüktü. Hermione onu görünce bozum oldu.
"Annen Cadı Gündemt'ni okuyor olamaz, değil mi, Ron?" diye sordu alçak sesle.
"Okuyor," dedi Ron, ağzı karamelayla dolu. "Yemek tarifleri için alıyor."
Hermione yüzünde üzgün bir ifadeyle minicik yumurtasına baktı.
Hany çabucak, "Perc/nin ne yazdığını görmek istemiyor musun?" diye sordu ona.
Percy'nin mektubu kısaydı, sinirli bir havası vardı.
Gelecek Postası'na da sürekli söylediğim gibi, Mr Crouch sonuna kadar hak ettiği bir istirahata çıkmış durumda. Düzenli olarak baykuşla talimat gönderiyor. Hayır, onu gözümle görmedim, «mü herhslds ksndi üstümün elyazısını tanıyabilirim. Şu anda zaten yeterince işim var, bir de bu saçma sapan dedikoduları bastırmakla uğraşamam. önemli bir şey olmadıkça bir daha beni rahatsız etmeyin lütfen. Mutlu Paskalyalar.
Normalde yaz sömestrinin başlangıcında Harry yılın son Quidditch maçı için sürekli antrenmana çıkıyor olurdu. Bu yıl ise Üçbüyücü Turnuvası'ndaki üçüncü ve son göreve hazırlanması gerekiyordu, ama bunun ne olduğunu hâlâ bilmiyordu. Nihayet, mayısın son hafta-
644

sında, Profesör McGonagall Biçim Değiştirme dersinin ardından ondan sınıfta beklemesini istedi.
"Bu gece saat dokuzda Quidditch sahasına gideceksin, Potter," dedi ona. "Mr Bagman orada olacak ve şampiyonlara üçüncü görevi anlatacak."
Böylece o gece saat sekiz buçukta Harry, Gryffindor Kulesi'nde Ron'la Hermione'den ayrılıp aşağı indi. Giriş Salonu'nu geçerken, Hufflepuff ortak salonundan Cedric Diggory çıktı.
"Ne olacak dersin?" diye sordu Harry'ye, birlikte taş basamakları inip bulutlu geceye çıkarlarken. "Fleur yeraltı tünellerinden bahsedip duruyor; hazine bulmamız gerekecek diye düşünüyor."
"Hiç fena olmazdı," dedi Harry, gidip bu iş içirV Hagrid'den bir Burnuk isteyebileceğini düşünerek.
Karanlık çimenlikten Quidditch stadyumuna doğru yürüdüler ve tribünlerdeki bir aralıktan geçip sahaya çıktılar.
Cedric aniden durarak, "Burayı ne hale getirmişler böyle?" dedi kızgın bir sesle.
Quidditch sahası pürüzsüz ve dümdüz değildi artık. Sanki birisi sahanın üzerine, her tarafa doğru uzayan, dönüp duran ve kesişen alçak duvarlar inşa etmişti.
"Çalı çitler bunlar!" dedi Harry, en yakındakini incelemek için eğilerek.
"Merhabalar!" diye seslendi neşeli bir ses.
Ludo Bagman, yanında Krum ve Fleur'le sahanın ortasında duruyordu. Harry ve Cedric çitlerin Üzerin-645

l
den tırmana turnana onlara doğru ilerlediler. Yaklaşırlarken, Fleur, Harry'ye bakıp gülümsedi. Kızkardeşini gölden kurtardığından beri ona karşı davranışları tamamen değişmişti.
Harry ve Cedric son çalı çitin üzerinden geçtikten sonra, Bagman mutlulukla, "Ee, ne diyorsunuz?" dedi. "Güzel büyüyorlar, değil mi? Hagrid'e bir ay verin, onları altı metre yapsın." Harry ve Cedric'in yüzlerindeki mutsuz ifadeyi fark edince, "Merak etmeyin," diye sırıtarak ekledi, "görev biter bitmez Quidditch sahanız eski haline dönecek! Eveet, sanırım buraya ne yapıldığını tahmin edebiliyorsunuzdur, ha?"
Bir an kimse konuşmadı. Sonra -
"Labirent," diye homurdandı Krum.
"Doğru!" dedi Bagman. "Bir labirent. Üçüncü görev çok açık bir görev. Uçbüyücü Kupası labirentin ortasına yerleştirilecek. Ona dokunan ilk şampiyon tam puan alacak."
"Saadece labi'enti mi tamamlayacağız yağni?" dedi Fleur.
"Engeller olacak," dedi Bagman mutlu mutlu, ayaklarının ucunda hoplayıp zıplayarak. "Hagrid birtakım yaratıklar ayarlıyor... ayrıca kırılması gereken büyüler de o|acak... bu tür şeyler işte. Puan sıralamasında zirvede olanlar labirente önden başlayacaklar." Bagman, Harry ve Cedric'e bakıp sırıttı. "Sonra Mr Krum girecek... sonra da Miss Delacour. Ama engelleri ne kadar iyi aştığınıza bağlı olarak hepinizin kazanma şansı var. Eğlenceli, ha?"

646


Hagrid'in bu tür bir etkinlik için ne tür yaratıklar ayarlayacağını çok iyi bilen Harry bu işin hiç de eğlenceli olmayacağını düşündü. Yine de, nezaketi elden bırakmayıp o da öteki şampiyonlar gibi başıyla onayladı.
"Çok güzel... Eğer başka sorunuz yoksa, şatoya dönelim diyorum, hava biraz soğuk da..."
Büyümekte olan labirentten çıkarlarken, Bagman çabucak Harry'nin yanına geldi. Harry'nin içinden bir ses, Bagman'in ona yine yardım teklif edeceğini söylüyordu. Ama tam o anda Krum, Harry'nin omzuna dokundu.
"Birraz konujabüir miyiz?"
"Evet, olur," dedi Harry, hafiften şaşırarak.
"Yürrüyelim mi?"
"Tamam," dedi Harry merakla.
Bunun üzerine Bagman biraz tedirgin oldu. "Ben seni burada bekleyeyim mi, Harry?"
"Hayır, gerek yok, Mr Bagman," dedi Harry, gülümsememek için kendini zor tutarak. "Şatoyu kendi başıma da bulabilirim, teşekkür ederim."
Harry ve Krum beraberce stadyumdan çıktılar, ama Krum, Durmstrang gemisine yönelmedi. Onun yerine, Orman'a doğru yürümeye başladı.
Hagrid'in kulübesini ve ışıl ışıl Beauxbatons arabasını geçerlerken, Harry, "Niye bu tarafa gidiyoruz?" dedi.
"Kimsennin duymasını işitemiyorum," diye kısaca açıkladı Krum.
Sonunda Beauxbatons atlarının padokundan az Öte-647

deki sakin bir bölgeye vardıklarında, Krum ağaçların gölgesinde durup Harry'ye döndü.
"Billmek isttiyorum," dedi, gözlerinden ateş saçarak, "Hörmi-ovn-ninni'yle arranızda ne var?"
Krum'un esrarengiz tutumu yüzünden bundan çok daha ciddi bir şey beklemiş olan Harry ona hayretle baktı.
"Hiçbir şey," dedi. Ama Krum ona gözlerinden ateş saçarak bakmaya devam etti ve onun ne kadar uzun boylu olduğunu bir kez daha fark eden Harry açıklamaya başladı. "Arkadaşız. O benim kız arkadaşım değil, hiçbir zaman da olmadı. O Skeeter denen kadın uyduruyor bunları."
"Hörmi-ovn-ninni sık sık senden söz eddiyor," dedi Krum, Harry'ye şüpheci bir ifadeyle bakarak.
"Evet," dedi Harry, "çünkü arkadaşız."
Ünlü uluslararası Quidditch oyuncusu Viktor Krum'la böyle bir konuşma yaptığına inanamıyordu. Sanki on sekiz yaşındaki Krum ona, yani Harry'ye, dengiymiş -gerçek bir rakipmiş- gibi davranıyordu.
"Yani siz... siz hiçç..."
"Hayır," dedi Harry, kararlı bir sesle.
Krum biraz daha mutlu gibiydi. Birkaç saniye boyunca Harry'ye hiç konuşmadan baktı, sonra, "Çok iyi uççuyorsun," dedi. "İlk görrevde izleddim."
"Teşekkürler," dedi Harry sırıtarak. Birden Harry'ye kendi de çok uzun boyluymuş gibi gelmeye başladı. "Seni Quidditch Dünya Kupası'nda izledim. VVronski Aldatmacası - gerçekten çok -"
648

Ama tam o anda Krum'un arkasındaki ağaçlarda bir şey kıpırdadı. Orman'da nelerin saklandığı konusunda tecrübeye sahip olan Harry içgüdüsel olarak Krum'u kolundan yakalayıp çekti.
"Ne olddu?"
Harry kıpırtıyı gördüğü noktaya bakarak sus anlamına başını salladı. Elini cüppesinin içinde duran asasına görürdü.
Birden bir adam yalpalayarak yüksek bir meşenin ardından çıktı. Harry bir an onu tanıyamadı... sonra Mr Crouch olduğunu fark etti.
Günlerdir yoldaymış gibiydi. Cüppesinin dizleri yırtık ve kanlıydı, yüzü çizik içindeydi; tıraşsızdı ve bitkinlikten rengi uçmuştu. Normalde çok bakımlı olan saçı ve bıyığının yıkanmaya ve düzeltilmeye ihtiyacı vardı. Ama görünüşünün tuhaflığı davranışının tuhaflığına kıyasla hiç sayılırdı. Mırıldanıp el kol hareketleri yapan Mr Crouch sadece kendisinin görebildiği biriyle konuşuyormuş gibiydi. Harry'ye bir gün Dursley'lerle alışveriş yaparken gördükleri yaşlı berduşu hatırlattı. O adam da havayla hararetli bir şekilde konuşuyordu; Pe-tunia Teyze adamla karşılaşmamak için Dudley'yi elinden yakalayıp yolun karşı tarafına geçirmişti; sonra da Vernon Enişte aileye, ona kalsa dilencilerle serseriler konusunda ne yapacağı hakkında uzun bir nutuk çekmişti.
"O bir jürri üyesi de'il miydi?" dedi Krum, Mr Cro-uch'a bakarak. "Sizin Bakkanlık'tan de'il mi?"
Harry evet anlamında başını salladı. Bir an tereddüt
649

etti, sonra ağır ağır Mr Crouch'a doğru yürüdü. Mr Crouch ona bakmıyor, yakındaki bir ağaçla konuşuyordu: "... o iş de bittikten sonra, VVeatherby, Dumbledo-re'a baykuş gönderip Turnuva'ya katılacak Durmstrang öğrencilerinin sayısını bildir. Karkaroff bize on iki kişinin geleceğini iletti..."
"Mr Crouch?" dedi Harry temkinli bir şekilde. "... sonra bir baykuş da M idam Maxime'e göne er. Karkaroff on iki kişi getireceği için, o da getireceği öğrenci sayısını artırmak isteyebilir... Yapacakların bunlar, oldu mu, VVeatherby? Oldu mu? O1-" Mr Crouch'un gözleri yerinden uğramıştı. Orada durmuş, ağaca bakıyor, ağzını sessizce bir şey söylüyormuşçasına oynatıyordu. Sonra yana doğru sendeledi ve dizlerinin üzerine düştü.
"Mr Crouch?" dedi Harry yüksek sesle. "İyi misiniz?"
Crouch'un gözleri fıldır fıldır dönmeye başlamıştı. Harry dönüp Krum'a baktı. Krum da Harry ile birlikte ağaçların arasına gelmişti ve kaygıyla Crouch'u izliyordu. *
"Nessi var onnun?"
"Hiçbir fikrim yok," diye mırıldandı Harry. "Dinle, gidip birini çağırsan iyi olur -"
"Dumbledore!" dedi Mr Crouch, soluk almakta güçlük çekerek. Uzanıp Harry'nin cüppesinin eteğini yakaladı ve onu kendine doğru çekmeye başladı, ama gözleri Harry'nin başının üstünde bir yere bakıyordu. "Dumbledore'u... görmem... gerek..."
650

"Tamam," dedi Harry. "Mr Crouch, kalkarsanız oraya gidebiliriz -"
"Aptalca... şey... yaptım..." dedi Mr Crouch soluk soluğa. Büsbütün çıldırmış gibiydi. Gözleri hem yuvalarından uğramıştı, hem de fıldır fıldır dönüyordu ve çenesinden aşağı bir damla tükürük süzülüyordu. Ağzından çıkan her kelime için büyük bir çaba harcıyor-muş gibiydi. "Dumbledore'a... söylemeli..."
"Kalkın, Mr Crouch/' dedi Harry yüksek sesle ve tane tane. "Kalkın, ben sizi Dumbledore'a götürürüm!"
Mr Crouch'un gözleri Harry'den tarafa devrildi.
"Sen... kim?" diye fısıldadı.
"Okulda öğrenciyim," dedi Harry, Krum'a bakıp ondan medet umarak. Ama Krum geri duruyordu, çok tedirgin bir hali vardı.
"Sen... ondan değilsin?" diye fısıldadı Crouch, bir dudağı sarkarak.
Harry, "Hayır," dedi, ama Crouch'un neden bahsettiği konusunda en ufak bir fikri yoktu.
"Dumbledore'dan mısın?"
"Evet, öyle/' dedi Harry.
Crouch onu iyice kendine doğru çekti; Harry cüppesine yapışmış eli gevşetmeye çalıştı, ama Crouch çok sıkı tutuyordu.
"Dumbledore'u... uyar..."
"Beni bırakırsanız Dumbledore'u çağırabilirim," dedi Harry. "Beni bırakın, Mr Crouch, bırakın da gidip Dumbledore'u çağırayım..."
"Teşekkür ederim, Weatherby, o işi de hallet, sonra
651

f'
senden bir fincan çay rica edeceğim. Eşim ve oğlum kısa süre sonra geliyorlar, bu gece Mr ve Mrs Fudge'la birlikte bir konsere gidiyoruz." Crouch yine bir ağaca dönmüş, akıcı bir şekilde konuşmaya başlamıştı ve Harry'nin orada olduğunun hiçbir şekilde farkında değilmiş gibi davranıyordu. Bu, Harry'yi öylesine şaşırttı ki, Crouch'un onu bıraktığının farkına varmadı. "Evet, oğlum on iki tane S. B. D. aldı, çok tatmin edici bir durum, evet, teşekkürler, evet, çok gurur verici. Şimdi, Andorra Sihir Bakam'nın gönderdiği o mektubu getirmeni rica ediyorum, sanırım cevap yazdıracak vaktim var..."
"Sen onunla burada kal!" dedi Harry, Krum'a. "Ben gidip Dumbledore'u getireceğim. Ben daha hızlı giderim, odasının nerede olduğunu biliyorum -"
"Deli bu," dedi Krum, kuşku dolu bir sesle. Cro-uch'a bakıyordu. Crouch hâlâ ağaçla laklak ediyordu, belli ki onun Percy olduğuna emindi.
"Sen onunla kal," dedi Harry, ayağa kalkmaya davranarak. Ama onun hareket etmesi Mr Crouch'ta yine ani bir değişikliğe neden olmuş gibiydi: Harry'yi dizlerinden yakalayıp yere çekti.
"Beni... bırakma!" diye fısıldadı, gözleri yine yuvalarından uğramış gibi görünüyordu. "Kaçtım... uyarmalıyım... anlatmalıyım... Dumbledore'u görmeliyim... benim suçum... hepsi benim suçum... Bertha... öldü... hepsi benim suçum... oğlum... benim suçum... Dumble-dore'a söyle... Harry Potter... Karanlık Lord... güçlendi... Harry Potter... "
652

"Beni bırakırsanız Dumbledore'u getireceğim, Mr Crouch!" dedi Harry. Arkasına dönüp Krum'a hiddetle baktı. "Yardım eder misin!"
Son derece endişeli görünen Krum gelip Mr Cro-uch'un yanına çömeldi.
"Onu burada tut, yeter," dedi Harry, kendini Mr Crouch'tan kurtararak. "Ben Dumbledore'u alıp geliyorum."
"Elini çabbuk tut, olur mu?" diye seslendi Krum. Harry koşarak Orman'dan uzaklaşıp karanlık arazide ilerledi. Ortalık ıssızdı; Bagman, Cedric ve Fleur gitmişlerdi. Harry taş basamakları bir solukta aştı, meşe ön kapılardan geçti ve ikinci kata giden mermer merdiveni çıkmaya başladı.
Beş dakika sonra, boş bir koridorun ortasında, büyük ve son derece çirkin bir hayvanı resmeden, taştan bir oluk ağzına gelmişti.
"Lim-limon şerbeti!" dedi soluk soluğa.
Bu, Dumbledore'un odasına giden gizli merdivenin parolasıydı - ya da, en azından, iki sene önce öyleydi. Ancak belli ki parola değişmişti, çünkü taştan oluk ağzı canlanıp kenara çekilmek yerine orada öylece durup Harry'ye kızgın gözlerle, melun melun baktı.
"Kıpırda!" diye bağırdı Harry. "Hadisene!"
Ama Hogwarts'taki hiçbir şey sırf Harry ona bağırdı diye kenara çekilmezdi; bunun işe yaramayacağını biliyordu. Karanlık koridorda göz gezdirdi. Dumbledo-re öğretmenler odasında olabilir miydi acaba? Merdivene doğru son sürat koşmaya başladı -
653

"POTTER!"
Harry kayarak durup çevresine bakındı.
Taştan oluk ağzının arkasındaki gizli merdivende az önce Snape belirmişti. Arkasındaki duvar kayara; kapanırken, eliyle Harry'ye yanına gelmesini işaret etti. "Burada ne arıyorsun, Potter?"
"Profesör Dumbledore'u görmem gerekiyor!" dedi Harry. Koridorda gerisingeri koşup bu sefer de Sna-pe'in önünde kayarak durdu. "Mr Crouch... az önce ortaya çıktı... Orman'da... dedi ki -"
"Ne saçmalıyorsun?" dedi Snape. Kara gözleri ışıldıyordu. "Neden bahsediyorsun?"
"Mr Crouch!" diye bağırdı Harry. "Bakanlık'tan! Hasta falan herhalde - Orman'da, Dumbledore'u görmek istiyor! Bana parolayı verin, yeter -"
"Müdür şu anda meşgul, Potter," dedi Snape. İnce dudakları nahoş bir gülümsemeyle kıvnlmıştı.
"Dumbledore'a söylemem gerekiyor!" diye bağırdı Harry.
"Beni duymadın mı, Potter?"
Harry, Snape'in bundan çok keyif aldığının farkındaydı. Harry böylesine panik içindeyken onun önünü tıkamak hoşuna gitmişti.
"Bakın," dedi Harry kızgın bir halde, "Crouch iyi değil - aklını - aklını kaçırmış - uyarmak istiyormuş -"
Snape'in arkasındaki taş duvar kayarak açıldı. Dumbledore orada duruyordu, üstünde uzun, yeşil bir cüppe, yüzünde de hafiften meraklı bir ifade vardı.
654

"Bir sorun mu var?" dedi, bir Harry'ye bir Snape'e bakarak.
"Profesör!" dedi Harry, Snape daha ağzını açama-ian onun önüne geçerek. "Mr Crouch geldi - aşağıda, Orman'da, sizinle konuşmak istiyor!"
Harry, Dumbledore'un sorular sormasını bekliyordu, ama çok şükür Dumbledore böyle bir şey yapmadı. "Önüme düş," dedi hemen. Ve Snape'i oluk ağzının yanında, oluk ağzından da çirkin bir suratla bırakıp, Harry'nin peşinden koridorda ilerlemeye başladı.
Mermer merdivenden hızla inerlerken, "Mr Crouch ne dedi, Harry?" dedi Dumbledore.
"Sizi uyarması gerekiyormuş... korkunç bir şey yapmış... oğlundan söz etti... bir de Bertha Jorkins'ten... ve - ve Voldemort'dan... Voldemort'un güçlendiğiyle ilgili bir şey söyledi..."
"Demek öyle," dedi Dumbledore ve zifiri karanlığa çıkarlarken adımlarını daha da hızlandırdı.
"Normal davranmıyor,", dedi Harry, Dumbledore'un yanında çabuk çabuk yürüyerek. "Nerede olduğunu bilmiyor galiba. Konuşup duruyor, sanki Percy VVeasley'nin orada olduğunu düşünüyor. Sonra birden değişiyor ve sizi görmesi gerektiğini söylüyor... onu Viktor Krum'la birlikte bıraktım."
Dumbledore sert bir sesle, "Öyle mi?" deyip daha da uzun adımlar atmaya başladı. Harry artık ona yetişebilmek için koşuyordu. "Başka birinin Mr Crouch'u görüp görmediğini biliyor musun?" dedi Dumbledore.
"Hayır," dedi Harry. "Krum'la konuşuyorduk. Mr
655

Bagman üçüncü görevi anlatmıştı, biz onlarla şatoya dönmedik. Sonra bir baktık, Mr Crouch Orman'dan çıkıyor -"
"Neredeler?" dedi Dumbledore, Beauxbatons arabası ileride görününce.
"Şurada," dedi Harry. Dumbledore'un önüne geçip ağaçların arasından yolu gösterdi. Artık Crouch'un sesi gelmiyordu, ama Harry yolu hatırlıyordu; Beauxbatons arabasının çok uzağında değildi... şuralarda bir yerdeydi...
"Viktor?" diye bağırdı Harry.
Cevap gelmedi.
"Buradaydılar," dedi Harry, Dumbledore'a. "Kesinlikle buralarda bir yerdeydiler..."
Dumbledore, "Lumos," dedi. Ucunda ışık yanan asasını havaya kaldırdı.
Asadan çıkan dar ışık huzmesi bir karanlık ağaç gövdesinden diğerine geziniyor, zemini aydınlatıyordu. Sonra birden bir çift ayağı aydınlattı.
Harry ve Dumbledore hemen oraya gittiler. Krum yerde yayılmış yatıyordu. Görünüşe göre bayılmıştı. Mr Crouch'tan eser yoktu. Dumbledore, Krum'un üzerine eğildi ve gözkapaklanndan birini hafifçe kaldırdı.
"Sersemletilmiş," dedi usulca. Çevrelerindeki ağaçlara göz gezdirirken, yarım ay biçimindeki gözlüğü asa ışığında panldıyordu.
"Gidip birini çağırayım mı?" dedi Harry. "Madam Pomfrey'yi?"
"Hayır," dedi Dumbledore hemen. "Burada bekle."
656

Asasını kaldırıp Hagrid'in kulübesine doğru tuttu. Harry asanın ucundan gümüşi bir şeyin fırlayıp ağaçların arasından bir hayalet kuş gibi süzüldüğünü gördü. Sonra Dumbledore yeniden Knım'un üzerine eğildi, asasını ona doğrulttu ve, "Çözül," diye mırıldandı.
Krum gözlerini açtı. Afallamış görünüyordu. Dumbledore'u görünce doğrulup oturmaya çalıştı, ama Dumbledore elini onun omzuna koyarak onu uzanmaya zorladı.
"Bana saldırddı!" diye mırıldandı Krum, elini başına götürerek. "İhtiar deli bana salddırdı! Potter nereye gitti diye etraffa bakıyordum, bana arkkadan saldırdı!"
"Biraz uzan, hareket etme," dedi Dumbledore.
Gök gürültüsü gibi ayak sesleri duydular. Peşinde Fang'le Hagrid göründü. Elinde arbaleti vardı.
"Profesör Dumbledore!" dedi. Gözleri faltaşı gibi açıldı. "Harry - neler olu-?"
"Hagrid, gidip Profesör Karkaroff u getirmeni istiyorum," dedi Dumbledore. "Öğrencisi saldırıya uğradı. Ondan sonra da, lütfen Profesör Moody'ye söyler misin -"
"Gerek yok, Dumbledore," dedi hırıltılı bir ses. "Ben buradayım." Moody asasını ışıklandırmış, bastonuna dayanarak topallaya topallaya onlara doğru geliyordu.
"Lanet olası bacak," dedi hiddetle. "Daha hızlı gelirdim... ne oldu? Snape, Crouch'la ilgili bir şeyler söyledi -"
"Crouch mu?" dedi Hagrid, anlayamadan.
"Hagrid, lütfen Karkaroff u çağır!" dedi Dumbledore sert bir sesle.
657

"Ha, tamam... olur, Profesör..." dedi Hagrid. Dönüp karanlık ağaçların arasında gözden kayboldu, Fang de peşinden gitti.
"Barty Crouch'un nerede olduğunu bilmiyorum," dedi Dumbledore, Moody'ye. "Ama onu bulmamız çok önemli."
"Tamamdır," diye homurdandı Moody. Asasını çekip topallaya topallaya Orman'm içlerine doğru ilerledi.
Hagrid'le Fang'in dönüşünü ilan eden sesleri duyana kadar Dumbledore da, Harry de konuşmadı. Karka-roff da onlarla birlikte, telaşla geliyordu. Gümüş rengi, şık kürkünü giymişti, solgun ve endişeli görünüyordu.
"Bu da ne?" diye feryat etti, Krum'u yerde, Dumb-ledore'la Harry'yi de onun yanında ayakta görünce. "Neler oluyor?"
"Salddırıya u'radım!" dedi Krum. Doğrulup oturdu ve başını sıvazlamaya başladı. "Mr Crouch mudur nedir-"
"Crouch mu saldırdı sana? Crouch mu saldırdı? Üç-büyücü jüri üyesi mi?"
"Igor," diye lafa başladı Dumbledore, ama Karka-roff omuzlarını dikleştirerek kürküne sıkı sıkı sarındı. Sinirden morarmıştı.
"İhanet!" diye böğürdü, parmağını Dumbledore'a doğrultarak. "Bir kumpas bu! Sen ve Sihir Bakanınız beni buraya sahte nedenler göstererek getirdiniz, Dumbledore! Bu eşit bir yarışma değil! Önce yaşı tutmamasına rağmen Potter1! gizlice turnuvaya sokuyor-
658

sun! Şimdi de Bakanlık'tan bir arkadaşın benim şampiyonumu safdışı bırakmaya çalışıyor! Bu işte burnuma sahtekârlık ve yozlaşma kokusu geliyor. Ve sen, Dumb-ledore, bir de kalkıp daha sıkı uluslararası büyücülük ilişkilerinden, eski bağlan yeniden kurmaktan, eski farklılıkları unutmaktan bahsediyorsun - işte senin hakkında bunu düşünüyorum!"
Karkaroff yere, Dumbledore'un ayağının dibine tü-kürdü. Hagrid tek bir harekette Karkaroff u kürkünün önünden yakaladı ve havaya kaldırıp oradaki bir ağaca çarptı.
"Özür dile!" diye hırladı Hagrid. Karkaroff soluk almaya çabaladı. Hagrid'in kocaman eli gırtlağına yapışmıştı, ayaklan havada sallanıyordu.
"Hagrid, hayır!" diye bağırdı Dumbledore, gözlerinde kıvılcımlar çakarak.
Hagrid, Karkaroffu ağaca yapıştırmış olan elini çekti ve Karkaroff ağacın gövdesinden aşağı kayıp kökün üzerine yığıldı; yukarıdan başına birkaç küçük dal ve yaprak döküldü.
"Lütfen Harry'yi şatoya götür, Hagrid," dedi Dumbledore sert bir sesle.
Derin derin soluk alan Hagrid, Karkaroff a dik dik baktı. "Belki burada kalsam daha iyi olur, Müdürüm..."
"Harry'yi okula götüreceksin, Hagrid," diye kararlı bir şekilde tekrarladı Dumbledore. "Onu Gryffindor Kulesi'ne çıkar. Harry - senden de orada kalmanı istiyorum. Yapmak istediğin bir şey varsa -örneğin gön-
659 •

dermek istediğin bir baykuş- sabahı beklemen gerekecek, anladın mı?"
"Şeyy - evet," dedi Harry, ona hayretle bakarak. Dumbledore, Harry'nin tam da o anda Pigvvidgeon'ı doğruca Sirius'a göndermeyi, ona olanları söylemeyi aklından geçirdiğini nasıl anlamıştı?
"Fang'i sizinle bırakacağım, Müdürüm," dedi Hagrid, hâlâ ağacın dibinde kürküne ve ağaç köküne dolanmış duran Karkaroff a tehdit edercesine bakarak. "Burada kal, Fang. Hadi, Harry."
Sessizlik içinde Beauxbatons arabasını geçip şatoya
doğru yürüdüler.
Gölü geçerlerken, Hagrid bir homurtuyla, "Nasıl cüret eder?" dedi. "Ne cüretle Dumbledore'u suçlar? Sanki Dumbledore böyle bir şey yaparmış gibi. Sanki Dumbledore senin Turnuva'ya girmeni istemiş gibi. Kaygılıydı! Dumbledore'u nicedir son zamanlardaki kadar kaygılı görmemiştim. Ya sana ne demeli!" dedi Hagrid birden Harry'ye, kızgın kızgın. Harry başını kaldırıp ona baktı, şaşırmıştı. "Ne işin vardı da, kalkıp o uğursuz Krum'la dolaşıyordun? O, Durmstrang'dan, Harry! Sana oracıkta bir uğursuzluk büyüsü yapabilirdi, değil mi? Moody sana hiçbir şey öğretmedi mi? Düşünsene, seni tek başına öyle bir yere çekip -"
"Krum iyi biri!" dedi Harry, Giriş Salonu'na giden basamakları çıkarlarken. "Bana büyü müyü yapmaya çalışmıyordu, Hermione hakkında konuşmak istedi, o İ
kadar-"
660
"Ona da bir çift lafım olacak," dedi Hagrid kararlı- j

lıkla, merdiveni bam bam çıkarken. "O yabancılarla ne kadar az işiniz olursa, o kadar mutlu olursunuz. Onların hiçbirine güvenemezsiniz."
"Sen Madam Maxime'le iyi geçiniyordun ama," dedi Harry sinirlenerek.
"Bana sakın ondan bahsetme!" dedi Hagrid. Bir an çok korkutucu görünmüştü. "Onun numarasını çaktım artık! Benimle yine iyi geçinmeye çalışıyor, üçüncü görevde neler çıkacağını anlathrmaya çalışıyor. Hah! Hiçbirine güvenemezsin!"
Hagrid'in kafası öyle bozuktu ki, Harry, Şişman Hanım'a gelip de ona hoşça kal demekten memnuniyet duydu. Portre deliğinden içeri tırmanıp ortak salona girdi ve hemen Ron'la Hermione'nin oturduğu köşeye, olanları anlatmaya gitti.
661

GeCeLeR
12-10-2006, 02:08 AM
YİRMİ DOKUZUNCU BÖLÜM
Rüya
Hermione alnını ovuşturarak, "Yani sonuç şu," dedi, "ya Mr Crouch Viktor'a saldırdı, ya da başka biri Viktor bakmazken ikisine birden saldırdı."
Ron hemen, "Crouch olmalı," dedi. "Onun için Harry ile Dumbledore oraya vardığında gitmişti. Sıvışmış demek."
»
Harry başını sallayarak, "Sanmıyorum," dedi. "Çok halsiz görünüyordu - Buharlaşacak ya da başka bir şey yapacak hali olduğunu sanmıyorum."
"Hogvvarts arazisinde Buharlaşamazsın," dedi Hermione. "Size defalarca söylemedim mi bunu?"
"Peki... şu teoriye ne dersiniz?" dedi Ron heyecanla. "Krum, Crouch'a saldırdı - hayır, durun, bekleyin -sonra da kendini Sersemletti!"
"Ve Mr Crouch da buhar olup uçtu, öyle mi?" dedi Hermione soğuk soğuk.
"Haa, evet..."
Gün doğuyordu. Harry, Ron ve Hermione yatakhanelerinden çok erken saatte çıkıp telaşla Baykuşhane'ye
662

gitmişlerdi, Sirius'a bir mesaj göndereceklerdi. Şimdi durmuş, sisli araziye bakıyorlardı. Hepsinin gözleri şiş, yüzleri solgundu, çünkü gece geç saatlere kadar Mr Crouch hakkında konuşmuşlardı.
"Bir kere daha tekrarlasana, Harry," dedi Hermi-one. "Mr Crouch tam olarak ne söyledi?"
"Dedim ya size, pek akla yakın şeyler söylemedi," diye cevap verdi Harry. "Dumbledore'u bir şey hakkında uyarmak istediğini söylüyordu. Bertha Jorkins'ten söz etti, orası kesin, onun öldüğünü düşünüyor gibiydi. Bir şeylerin kendi hatası olduğunu söyleyip durdu... Oğlundan söz etti."
Hermione burun kıvırarak, "Eh, o kendi hatasıydı," dedi.
"Aklını kaçırmıştı," dedi Harry. "Bazen karısıyla oğlunun yaşadığım düşünüyordu, boyuna Percy'yle iş hakkında konuşuyor, ona talimatlar verip duruyordu."
"Ve... Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen için neler demişti, bir hatırlatır mısın?" dedi Ron tereddütle.
"Dedim ya," diye tekrarladı Harry, donuk donuk. "Güçlendiğini söyledi."
Bir duraklama oldu.
Sonra Ron sesinde sahte bir güvenle, "Ama aklını kaçırdığına göre, sen dedin ya, belki de söylediklerinin yansı deli saçmasıdır..." dedi.
"En aklı başında olduğu anlar ondan söz ettiği anlardı," dedi Harry. "Yani Voldemort'dan." Ron adı duyunca ir kildi, Harry ona aldırmadı. "İki kelimeyi bir araya getirmekte bayağı güçlük çekiyordu, ama ondan
663

söz ederken nerede olduğunu, ne yapmak istediğini biliyor gibiydi. Boyuna, Dumbledore'u görmem lazım, deyip duruyordu."
Harry başını pencereden çevirip çatı kirişlerine baktı. Çok sayıdaki tüneğin yansı boştu. Arada bir gece avından gagasında bir fareyle dönen bir baykuş pencereden içeri süzülüyordu.
Harry acı acı, "Snape beni oyalamasaydı," dedi, "oraya vaktinde yetişebilirdik. 'Müdür şu anda meşgul, Potter... ne saçmalıyorsun, Potter?' Niye ayak altından çekilemedi ki sanki?"
Ron hemen, "Belki de senin oraya varmanı istememiştir!" dedi. "Belki de - dur bi' dakka - sence Orman'a ne kadar zamanda gidebilirdi? Servinle Dumble-dore'dan önce varır mıydı dersin?"
"Kendini bir yarasaya falan dönüştüremezse, hayır," dedi Harry.
Ron, "Ondan beklenir," diye mırıldandı.
Hermione, "Profesör Moody'yi görmemiz gerek," dediv "Mr Crouch'u bulup bulmadığını öğrenmeliyiz."
"Çapulcu Haritası yanındaysa kolay olmuştur," dedi Harry.
"Tabii, Crouch arazi dışına çıkmadıysa," dedi Ron, "çankü harita yalnızca arazinin sınırlan içindekileri gösteriyor -"
"Şışşt!" dedi birden Hermione.
Birisi Baykuşhane'nin merdivenini çıkıyordu. Harry tartışan ve gittikçe yakınlaşan iki ses duyuyordu.
664

"- buna şantaj derler, şantaj! Bu yüzden de başımız fena halde derde girebilir -"
"- kibar davranmayı denedik; artık pislik yapma zamanı, onun yaptığı gibi. Sihir Bakanlığı'nın onun neler çevirdiğini bilmesi hoşuna gitmez -"
"Sana söylüyorum, bak, yazılı hale getirirsen, bu düpedüz şantaj olur!"
"Ya, külahıma anlat. Karşılığında iyi para alsak şikâyet etmezsin, değil mi?"
Baykuşhane'nin kapısı güm diye açıldı. Fred ve Ge-orge içeri girdiler; Harry, Ron ve Hermione'yi görünce de donup kaldılar.
"Burada ne yapıyorsunuz?" dedi Ron ve Fred aynı anda.
"Mektup gönderiyoruz," dedi Harry ve George bir ağızdan.
"Ne, bu saatte mi?" dedi Hermione ve Fred.
Fred sırıttı. "İyi - biz size ne yaptığınızı sormayalım, siz de bize sormayın," dedi.
Elinde mühürlü bir zarf vardı. Harry şöyle bir göz ath, ama Fred, ya kazayla ya da bile bile, zarfın üstündeki isim okunmayacak şekilde elinin yerini değiştirdi.
Sonra da eğilip alaylı bir selam vererek eliyle kapıyı gösterdi. "Eh, biz sizi tutmayalım," dedi.
Ron yerinden kıpırdamadı. "Kime şantaj yapıyorsunuz?" diye sordu.
Fred'in yüzündeki sırıtma silindi. Harry, Geor-ge'un, Ron'a gülümsemeden önce Fred'e yan yan baktığını gördü.
665

Rahat bir tavırla, "Aptallaşma, şaka ediyordum sadece," dedi George.
"Şakaya hiç benzemiyordu," dedi Ron.
Fred ve George birbirlerine baktılar.
Sonra Fred birden, "Sana daha önce de söylemiştim, Ron," dedi. "Eğer burnunun şimdiki şeklinden memnunsan, onu bizim işimize sokma. Gerçi bu burundan niye memnun olasın, bilemiyorum ama -"
"Eğer birine şantaj yapıyorsanız, bu benim de işim sayılır," dedi Ron. "George haklı, bu yüzden başınız ciddi şekilde derde girebilir."
"Dedim ya sana, şaka ediyordum," dedi George. Fred'in yanına yürüdü, elindeki mektubu aldı ve onu en yakındaki hüthüt kuşunun bacağına bağlamaya koyuldu. "Sen yavaş yavaş sevgili ağabeyimiz gibi konuşmaya başladın, Ron. Böyle devam edersen Sınıf Başkanı olursun."
"Hayır, hayatta olmam!" dedi Ron hararetle.
George hüthüt kuşunu pencereye götürdü, kuş uçup gitti.
George dönüp Ron'a sırıttı. "Öyleyse insanlara ne yapmaları gerektiğini söylemekten vazgeç. Görüşürüz."
Fred'le ikisi Bay kuşhane'den çıktılar. Harry, Ron ve Hermione birbirlerine baktılar.
Hermione, "Olup bitenler hakkında bir şey bilmi-yorlardır, değil mi?" diye fısıldadı. "Yani Crouch falan?"
"Hayır," dedi Harry. "O kadar ciddi bir şey olsa, birine söylerlerdi. Dumbledore'a söylerlerdi."
666

Ancak Ron rahatsız görünüyordu.
"Ne var?" diye sordu Hermione.
Ron yavaş yavaş, "Eh..." dedi, "söylerler miydi, bilemiyorum. Akıllarını... akıllarım para kazanmayla bozmuşlar. Onlarla takılırken fark ettim bunu - şeyde - biliyorsun işte -"
Harry cümleyi onun için tamamladı: "Biz küsken. Evet, ama şantaj -"
Ron, "Her şey bu şaka dükkânı fikrinden çıkıyor," dedi. "Sadece annemi kızdırmak için söylüyorlar sanıyordum, ama niyetleri ciddi, bir dükkân açmak istiyorlar. Hogvvarts'ta sadece bir yılları kaldı, geleceklerini düşünmek zorunda olduklarını söyleyip duruyorlar. Eh, babam da onlara yardım edemez, başlamak için altına ihtiyaçları var."
Şimdi de Hermione'nin rahatsız bir hali vardı. "Evet, ama... altın elde etmek için kanuna aykırı bir şey yapmazlar. Öyle değil mi?"
"Yapmazlar mı?" dedi Ron şüpheyle. "Bilmiyorum... kurallara pek aldırdıkları yok, değil mi?"
Korkmuş görünen Hermione, "Evet, ama bu kanun," dedi. "Bu aptal bir okul kuralı değil... Şantaj yaparlarsa cezaya bırakılmakla kurtulamazlar! Ron... belki de Percy'ye söylesen iyi olur..."
"Aklını mı kaçırdın sen?" dedi Ron. "Percy'ye söylemek, ha? Crouch'luk edip onları teslim etsin diye mi?" Fred ve George'un kuşlarının çıktığı pencereden dışarı baktı. "Gelin hadi," dedi, "kahvaltı edelim."
Döner merdivenden inerlerken, Hermione, "Gidip
667

Profesör Moody'yi görmek için vakit erken midir dersiniz?" diye sordu.
"Evet," dedi Harry. "Onu sabahın köründe uyan-dırırsak herhalde bizi kapıdan uçurur. Uyurken ona saldırmaya kalkıştık sanır. Teneffüse kadar bekleyelim.'"
Sihir Tarihi dersi hiç bu kadar yavaş geçmemişti. Sonunda kendi saatini takmamaya karar veren Harry, Ron'un saatine bakıp duruyordu, ama o da öyle ağır ilerliyordu ki, onun da durmuş olduğuna yemin edebilirdi. Üçü de öyle yorgundular ki, başlarını sıraya dayayıp uyuyabilseler mutlu olacaklardı. Hatta Hermione bile her zamanki gibi not almıyordu. Başı elinde oturmuş, boş gözlerle Profesör Binns'e bakıyordu.
Sonunda zil çalınca, koridorlardan telaşla Karanlık Sanatlar sınıfına gittiler ve Profesör Moody'yi sınıftan çıkarken buldular. O da onlar kadar yorgun görünüyordu. Normal gözünün kapağı sarkmıştı, yüzü sanki daha da yamulmuştu.
"Profesör Moody?" diye seslendi Harry, kalabalığın arasından ona doğru giderlerken.
"Merhaba, Potter," diye homurdandı Moody. Sihirli gözü yanından geçen iki birinci sınıf öğrencisini izledi. Huzursuz olan öğrenciler hızlandılar. Sihirli göz yuvarlanarak Moody'nin başının arkasına gitti, köşeyi dönen öğrencileri izlemeye devam etti. Sonra Moody yeniden konuştu: "Girin içeri."
Geri çekilerek onlara boş sınıfa girmeleri için yol verdi, topallayarak arkalarından gelip kapıyı kapattı.
668

Harry hemen lafa girerek, "Onu buldunuz mu?" dedi. "Mr Crouch'u?"
"Hayır," dedi Moody. Masasına gitti, oturdu, hafif bir iniltiyle tahta bacağını uzattı ve cep şişesini çıkardı.
Harry, "Haritadan yararlandınız mı?" diye sordu.
Şişesinden bir yudum içen Moody, "Tabii," dedi. "Seni kendime örnek aldım, Potter. Onu odamdan Or-man'a Çağırdım. Crouch oralarda hiçbir yerde yoktu."
"Öyleyse gerçekten Buharlaştı mı yani?" dedi Ron.
"Okul arazisinde Buharlaşamazsın, Ron!" dedi Hermi-one. "Ama başka yöntemlerle yok olmuş olabilir, değil mi, Profesör?"
Moody'nin sihirli gözü titreyerek Hermione üzerinde sabitleşti.
"Sen de kendine meslek olarak Seherbazlığı düşünebilirsin," dedi Moody ona. "Kafan doğru biçimde çalışıyor, Granger."
Hermione sevinçten kıpkırmızı oldu.
"Eh, görünmez değildi," dedi Harry. "Harita görünmez olanları gösterir. Öyleyse okul arazisinden çıkmış olmalı."
"Ama kendi imkânlarıyla mı?" dedi Hermione hevesle. "Yoksa birisi onu gitmeye mecbur ettiği için mi?"
"Evet, biri bunu yapmış olabilir - bir süpürgeye çekip onunla birlikte uçmuş olabilir, değil mi?" dedi Ron hemen. Sonra da umutla Moody'ye baktı, sanki ona da, Seherbaz olmaya yatkınsın, demesini bekliyor gibiydi.
"Kaçırılma olayını gözardı edemeyiz," diye homurdandı Moody.
669

"Öyleyse," dedi Ron, "sizce Hogsmeade'de bir yerlerde midir?"
Moody başını salladı. "Her yerde olabilir. Bildiğimiz tek bir şey var: Burada değil."
Ağzını ardına kadar açarak esneyince yara izleri de yayıldı, yamuk ağzının içinde birkaç eksik diş göründü.
Sonra da, "Şimdi," dedi, "Dumbledore siz üçünüzün soruşturmacılığa meraklı olduğunuzu söyledi, ama Crouch için yapabileceğiniz hiçbir şey yok. Onu artık Bakanlık aramaya başlayacak, Dumbledore onlara durumu bildirdi. Potter, sen aklını üçüncü göreve ver."
"Ne?" dedi Harry. "Ha, evet..."
Bir önceki gece Krum'la oradan ayrıldığından beri labirenti bir kere bile düşünmemişti.
Moody, Harry'ye bakıp yara izli ve hafiften sakallı çenesini kaşıdı. "Bu tam senin kalemin, bu görev. Dumbledore'un söylediğine göre, çoğu kez benzer şeyler yapmışsın. Birinci sınıftayken, Felsefe Taşı'm koruyan bir dizi engeli aştın, değil mi?"
Ron hemen, "Biz de yardım ettik," dedi. "Benle Hermione de yardım ettik."
Moody sırıttı. "Eh, bu sefer de alıştırma yapması için yardım edin, doğrusu kazanmazsa çok şaşırırım," dedi. "Bu arada... sürekli tetikte ol, Potter. Sürekli tetikte ol." Cep şişesinden koca bir yudum daha aldı, sihirli gözü kendi çevresinde dönüp pencereye yöneldi. Pencereden Durmstrang gemisinin en tepedeki yelkeni görünüyordu.
"Siz ikiniz" -Moody'nin normal gözü Ron ve Her-mione'nin üzerindeydi- "Potter'ın yanından ayrılma-
670

ym, tamam mı? Ben her şeye gözkulak oluyorum, ama
vine de... fazla gözden zarar gelmez."
*
Sirius baykuşu hemen ertesi sabah geri gönderdi. Kuş Harry'nin yanına kanat çırparak indiği anda, kahverengi bir baykuş da gagasında bir Gelecek Postası'nı sıkı sıkı tutarak Hermione'nin önüne konmuştu. Hermi-one gazeteyi aldı, ilk birkaç sayfayı taradı ve, "Hah! Crouch'u duymamış!" dedi. Sonra da önceki geçenin esrarlı olayları hakkında Sirius'un dediklerini okuyan Ron ve Harry'ye katıldı.
Harry - sen Viktor Krum'la Orman'a yürüyerek ne halt ettiğini sanıyorsun? Aynı baykuşu geri göndererek, bana bir daha geceleri kimseyle yürüyüşe çıkmayacağına yemin etmeni istiyorum. Hogıvarts'ta son derece tehlikeli birileri var. Bence, Crouch'un Dumbledore'u görmesini engellemeye çalıştıkları açık ve sen de karanlıkta onlardan belki de birkaç metre uzaktaydın. Öldürülebilirdin.
Adın Ateş Kadehi'ne kazayla girmedi. Eğer binleri sana saldırmaya çalışıyorsa, şu anda son şanslarını kullanıyorlar demektir. Ron ve Hermione'nin yanından ayrılma, Gryffindor Kulesi'nden geç saatlerde çıkma ve kendini üçüncü görev için donat. Sersemletmeyi ve Silahsız Bırakmayı çalış. Birkaç uğursuzluk büyüsü de bayağı işe yarar. Crouch konusunda yapabileceğin bir şey yok. Dikkati üstüne çekme, kendine göz kulak ol. Bir daha okul arazisi dışına çıkmayacağın konusunda bana söz veren mektubunu bekliyorum.
Sirius
671

Harry, Sirius'un mektubunu katlayıp cüppesine ko-yarkan, hafiften alınmış bir edayla, "O kim oluyor da bana okul arazisi dışına çıktığım için nutuk çekiyor?" dedi. "Okuldayken kendisinin yaptığı şeylerden sonra!"
"Senin için endişeleniyor!" dedi Hermione ters ters. 'Tıpkı Moody ve Hagrid gibi! Sen de onlan dinle!"
"Yıl boyunca kimse bana saldırmaya çalışmadı," dedi Harry. "Kimse bana bir şey yapmadı, hiç -"
"Adını Ateş Kadehi'ne koymak dışında," dedi Hermione. "Ve bunu da bir nedenle yapmış olmalılar, Harry. Pırtık haklı. Belki de vakit gelsin diye bekliyorlar. Belki de harekete geçmek için bu görevi bekliyorlar."
Harry sabırsızca, "Bak," dedi, "diyelim ki Pırtık haklı ve birileri Crouch'u kaçırmak için Krum'u Sersemletti. İyi ama, o zaman yakınımızda, ağaçların içinde olmaları gerekirdi, değil mi? Oysa onlar harekete geçmek için benim ayak altından çekilmemi beklediler, öyle 4eğü mi? Hedefleri benmişim gibi görünmüyor, ha?"
Hermione, "Seni Orman'in içinde öldürseler buna kaza süsü veremezlerdi!" dedi. "Ama bir görevi yerine getirirken ölürsen -"
"Ama Krum'a saldırmaya bir itirazları olmadı, değil mi?" dedi Harry. "Niye beni de aynı zamanda temizlemediler? Krum'la düello etmişiz süsü verebilirlerdi."
Hermione çaresizce, "Harry, ben de anlamıyorum,"
672

dedi. "Sadece çok tuhaf şeyler olduğunu biliyorum ve bu hiç hoşuma gitmiyor... Moody haklı - Pırtık haklı -üçüncü görev için derhal çalışmaya başlamalısın. Ve Pırtık'a yazıp, ona bir daha tek başına gizlice okuldan
çıkmayacağına söz vermelisin."
*
Harry'nin içeride kalması gerektiği günlerde Hog-vvarts arazisi gözüne daha önce hiç olmadığı kadar davetkâr göründü. Sonraki birkaç gün boş vakitlerini ya kütüphanede Hermione ve Ron'la uğursuzluk büyüleri arayarak, ya da çaktırmadan boş sınıflara girip alıştırma yaparak geçirdi. Harry dikkatini daha önce hiç kullanmadığı Sersemletme Büyüsü üzerinde toplamıştı. Aksiliğe bakın ki, bu büyü Ron ve Hermione'nin birtakım fedakârlıklarda bulunmasını gerektiriyordu.
Bir pazartesi günü öğle tatilinde Muska sınıfının ortasında sırtüstü yatan Ron, "Mrs Norris'i kaçıramaz mıyız?" diye bir teklifte bulundu. Az önce Harry tarafından arka arkaya beşinci kez Sersemletilmiş ve sonra yeniden uyanmıştı. "Biraz da onu Sersemletelim. Ya da Dobby'den yararlanabilirsin, Harry, bahse girerim sana yardıma olmak için her şeyi yapar. Yanlış anlama ha, şikâyet falan ettiğim yok" -yavaşça ayağa kalktı, sırtını ovuşturdu- "ama her tarafım ağrıyor..."
Hermione sabırsızca, "Evet, ama düşerken yastıklara nişan alamıyorsun da ondan, değil mi?" dedi. Bir yandan da Uzaklaştırma Büyüsü için kullandıkları ve Flitvvick'in bir dolapta bıraktığı yastıkları yeniden yığınlar halinde diziyordu. "Sırtüstü düşmeye çalış!"
673

Ron hırsla, "İnsan bir kere Sersemledi mi, pek iyi nişan alamıyor, Hermione!" dedi. "Sen niye denemiyorsun?"
Hermione aceleyle, "Neyse, bence Harry bu işi kaptı/' dedi. "Silahsız Bırakma için de tasalanmamıza gerek yok, çünkü onu çok uzun zamandır yapıyor... Bence bu akşam şu uğursuzluk büyülerinden bir kısmına başlamamız gerek."
Kütüphanede yaptıkları listeye yukarıdan aşağı göz gezdirdi.
"Bunun görünüşü hoşuma gitti," dedi. "Bu Engelleme Büyüsü. Burada dediğine göre, sana saldırmaya kalkan her şeyin hızını kesiyormuş, Harry. Bununla başlayalım."
Zil çaldı. Yastıkları aceleyle Flitwick'in dolabına tıktılar ve kimseye görünmeden sınıftan çıktılar.
Hermione, Aritmansi'ye giderken, "Akşam yemeğinde görüşürüz!" dedi. Harry ve Ron ise Kuzey Kule-si'nin, Kehanet dersinin yolunu tuttular. Yüksekteki pencerelerden koridora vuran göz kamaştırıcı, altın rengi güneş ışığı geniş şeritler çizmişti. Dışanda gökyüzü öyle parlak bir maviydi ki, minelenmişe benziyordu.
Döner merdivenden Kehanet'in gümüş merdivenine ve kapağa doğru giderlerken, Ron, "Trelavvney'nin rrNsı sıcaktan kaynar şimdi," dedi, "o ateşi hiç söndürmüyor."
Haklıydı. Loş oda bayıltacak kadar sıcaktı. Parfümlü ateşten yükselen buharlar her zamankinden de ağırdı. Perdeli pencerelerden birine doğru yürüyen
674

Harry'nin başı döndü. Profesör Trelawney öbür yana bakıp bir lambaya takılan şalını kurtarırken, Harry pencereyi iki üç santim açıp kreton kaplı koltukta arkasına yaslandı ki, yumuşak bir meltem yüzüne vurabilsin. Son derece rahattı.
"Yavrularım," dedi Profesör Trelawney, sınıfın önündeki kanatlı koltuğuna oturarak. Onlara tuhaf bir şekilde büyümüş gözleriyle baktı. "Gezegensel kehanet çalışmalarımızı hemen hemen bitirdik. Ancak bugün Mars'm etkilerini incelemek için mükemmel bir fırsat var elimizde, çünkü şu sırada çok ilginç bir konumu var. Eğer hepiniz buraya bakarsanız, ışıkları karartaca-ğım..."
Asasını salladı, lambalar söndü. Şimdi tek ışık kaynağı, şöminedeki ateşti. Profesör Trelawney öne eğildi ve koltuğunun altından, güneş sisteminin bir cam kubbe içindeki minyatür bir modelini çıkardı. Çok güzel bir şeydi; ayların her biri dokuz gezegen ve ateşten güneşin çevresindeki yerlerinde parlıyordu, hepsi camın altındaki hafif havada asılıydı. Profesör Trelawney, Mars'm Neptün'le oluşturduğu büyüleyici açıya işaret ederken, Harry tembel tembel baktı. Ağır parfümlü buharlar onu sarmıştı, pencereden gelen meltem de yüzünde oynaşıyordu. Perdenin ardından bir böceğin tatlı tatlı vızıldadığını duyabiliyordu, Gözkapaklan düşmeye başladı...
Bir puhu kuşunun sırtına binmişti, berrak mavi gökyüzünden bir tepenin yamacında yükseklere konmuş eski ve sarmaşıklarla kaplı bir eve doğru süzülü-
675

yordu. Rüzgâr Harr/nin yüzüne doğru hoş bir şekilde eserken, gittikçe daha alçalddar; ta ki, evin üst katındaki karardık ve camı kırılmış bir pencereye gelene kadar. Pencereden içeri girdiler. Şimdi kasvetli bir koridordan en sondaki odaya doğru uçuyorlardı... kapıdan geçip, pencereleri tahtalarla kapatılmış karanlık bir odaya girdiler...
Harry puhu kuşunun sırtından inmişti... şimdi, kuş odada kanat çırpıp sırtı dönük bir koltuğa doğru giderken, Harry durmuş ona bakıyordu... yerde, koltuğun yanında iki kara siluet daha vardı... her ikisi de kımıldanıyordu...
Bir tanesi muazzam büyüklükte bir yılandı... öteki de bir adam... kısa boylu, saçları dökülmeye başlamış bir adam, sulu gözlü ve sivri burunlu bir adam... şöminenin önündeki halıda hırıltıyla soluyor ve hıçkınyor-du...
Puhu kuşunun konduğu koltuğun derinliklerinden gelen soğuk, tiz bir ses, "Şanslısın, Kılkuyruk," dedi. "Gerçekten de çok talihlisin. Hatan her şeyi mahvetmedi. O öldü."
"Lordum!" dedi yerdeki adam, soluk soluğa. "Lordum, ben... ben öyle memnunum ki... ve öyle üzgün..."
"Nagini," dedi soğuk ses, "şansın yokmuş, sana yi-yesin diye Kılkuyruk'u veremeyeceğim demek... ama aldırma, aldırma SCA . Sala Harry Potter var..."
Yılan tısladı. Harsv onun dilinin titreştiğini görebiliyordu.
"Şimdi, Kılkuyruk," dedi soğuk ses, "senden gele-
676

çek bir başka hatayı hoş görmeyeceğimi hatırlatmak için küçük bir şey daha belki de..."
"Lordum... hayır... yalvarırım..."
Koltuğun derinliklerinden bir asanın ucu göründü. Kılkuyruk'a doğrultulmuştu. Soğuk ses, "Crucio," dedi.
Kılkuyruk haykırdı, sanki bedenindeki her sinir alev almış gibi haykırdı, Harry'nin alnındaki yara izi acıyla yanarken onun feryadı kulaklarını doldurdu... Harry de haykınyordu... Voldemort onu duyacaktı, orada olduğunu anlayacaktı...
"Harry! Harry!"
Harry gözlerini açtı. Profesör Trelavvney'nin odasında, elleri yüzüne kapanmış halde yerde yatıyordu. Yara izi hâlâ öyle kötü yanıyordu ki, gözleri sulanmıştı. Acısı gerçekti. Bütün sınıf çevresinde ayakta duruyordu, dehşete kapılmış görünen Ron ise yanına diz çökmüştü.
"İyi misin?" dedi.
Son derece heyecanlanmış görünen Profesör Tre-lawney, "Elbette iyi değil!" dedi. Kocaman gözleri Harry'ye olduğundan da büyük görünerek, onu süzdüler. "Ne oldu, Potter? Bir önsezi mi? Bir hayalet mi? Ne gördün?"
"Hiçbir şey," diye yalan söyledi Harry. Doğrulup oturdu. Titrediğini hissediyordu. Kendini çevreye, arkasındaki gölgelere bakmaktan alıkoyamıyordu; Voldemort'un sesi öyle yakından gelmişti ki...
Profesör Trelavvney, "Yara izini sıkı sıkı tutuyordun!" dedi. "Yerde yuvarlanıyor, yara izini sıkı sıkı tu-
677

tuyordun! Haydi, Potter, benim böyle konularda deneyimim vardır!"
Harry başını kaldırıp ona baktı.
"Sanırım, hastane kanadına gitmem gerek," dedi. "Başım çok ağrıyor."
"Yavrum, besbelli benim odamın olağanüstü gaip-ten-haber-verme titreşimleri seni uyardı!" dedi Profesör Trelawney. "Eğer şimdi gidersen, şimdiye kadar görmüş olduğundan çok daha ötesini görme fırsatını -"
Harry, "Bir baş ağnsı tedavisinden başka bir şey görmek istemiyorum," dedi.
Ayağa kalktı. Sınıf geriye çekildi. Hepsi huzursuz görünüyordu.
Harry, "Görüşürüz," diye mırıldandı Ron'a, çantasını alıp kapağa doğru gitti. Sanki o anda büyük bir zevk ondan esirgenmiş gibi ciddi bir hayal kırıklığı ifadesi takınmış olan Profesör Trelawney'yi görmezden geldi.
Ancak Harry gümüş merdivenin altına vardığında, hastane kanadına gitmedi. Zaten oraya gitmeye hiç ni-yetlenmemişti. Sirius ona yara izi tekrar acırsa ne yapması gerektiğini söylemişti, Harry de onun tavsiyesini tutacaktı: Dosdoğru Dumbledore'un odasına gidiyordu. Koridorlardan yürüdü, rüyasında gördüklerini düşündü... bu rüya da onu Privet Drive'da uyandıran rüya kadar canlıydı... Ayrıntıları zihninden geçirdi, onları hatırladığından emin olmaya <ahşü... Voldemort'uu Kılkuyruk'u bir hata işlemekle suçladığını duymuştu... ama baykuş iyi haberler getirmişti, hata telafi edilmiş,
678

biri ölmüştü... bu yüzden de Kılkuyruk yılana yediril-meyecekti... onun yerine kendisi, Harry, yılana verilecekti...
Harry farkına varmadan, Dumbledore'un odasının girişini koruyan taştan oluk ağzının yanından geçmişti. Gözlerini kırpıştırdı, çevresine baktı, ne yaptığının farkına vardı ve geriye dönüp onun önünde durdu. Sonra, parolayı bilmediğini hatırladı.
"Limon şerbeti?" diye denedi tereddütle.
Oluk ağzı kılını kıpırdatmadı.
"Peki," dedi Harry, gözlerini dikip ona bakarak. "Armut damlası. Şey - Meyankökü asası. Fışırdayan Vızvız. Drooble'ın En İyi Balonlu Sakızı. Bertie Botts'un Bin Bir Çeşit Fasulye Şekerlemesi... ah hayır, onları sevmez, değil mi?... Açılsana y av, n'olur sanki?" dedi öfkeyle. "Onu gerçekten görmem gerek, çok acil!"
Oluk ağzı kımıldamadan durmayı sürdürdü.
Harry onu tekmeledi, ama bu ona ayak başparma-ğındaki büyük bir acıdan başka bir şey getirmedi.
Tek bacağının üstünde durarak, hiddetle, "Çikolatalı Kurbağa!" diye bağırdı. "Şekerden tüy kalem! Karafatma sürüsü!"
Oluk ağzı birden canlandı ve yana sıçradı. Harry gözlerini kırpıştırdı.
Hayretle, "Karafatma sürüsü mü?" dedi. "Ben şaka ediyordum..."
Duvardaki aralıktan aceleyle geçti, döne döne çıkan taş bir merdivenin ilk basamağına adım attı. Kapılar arkasından kapanırken, yavaşça yukarı doğru hareket
679

eden merdiven onu pirinç tokmaklı, cilalı meşeden bir kapıya çıkardı.
Harry içeriden sesler geldiğini duyabiliyordu. Hareket eden merdivenden indi ve tereddütle dinledi.
"Dumbledore, korkarım ben bir bağlantı görmüyorum, hem de hiç!" Sihir Bakanı Cornelius Fudge'ın sesiydi bu. "Ludo, Bertha'nın rahatlıkla kaybolabilecek biri olduğunu söylüyor. Evet, bence de onu şimdiye kadar bulmamız gerekirdi, ama yine de cinayet kanıtı j yok, Dumbledore, hem de hiç. Onun kayboluşunun Barty Crouch'unkiyle bağlantılı olduğuna ilişkin kanıt da yok!"
Moody'nin homurdanan sesi, "Peki sizce Barty Cro-uch'a ne oldu, Bakan Bey?" dedi.
"Ben iki ihtimal görüyorum, Alastor," dedi Fudge. "Ya Crouch sonunda kafayı yedi - ki kişisel tarihine bakacak olursanız, bunun çok muhtemel olduğunu göreceksiniz - aklını kaçırdı, öylesine yürüyüp gitti -"
Dumbledore sakin sakin, "Eğer öyle olduysa, hayli hızlı yürümüş demektir, Cornelius," dedi.
"Ya da - şey..." Fudge'ın sesinde huzursuzluk seziliyordu. "Eh, bulunduğu yeri görene kadar karar vermeyeceğim ama, tam Beauxbatons arabasının ilerisi tideydi diyorsun, değil mi? Dumbledore, o kadının ne olduğunu biliyor musun?"
Dumbledore alçak sesle, "Onun çok yetkin bir Mü-dire olduğunu düşünüyorum," dedi. "Ve mükemmel bir dansçı."
Fudge öfkeyle, "Haydi ama, Dumbledore!" dedi.
680

"Hagrid yüzünden önyargılı davranmıyor musun sence? Hepsi de zararsız olmaz - tabii, Hagrid'e zararsız diyebilirsen, o canavar saplantısıyla -"
Dumbledore aynı sükûnetle, "Hagrid'den nasıl kuşkulanmazsam, Madam Maxime'den de kuşkulanmıyorum," dedi. "Bence asıl senin önyargılı olma ihtimalin var, Cornelius."
Moody, "Bu tartışmayı bir sonuca bağlayabilir miyiz?" diye homurdandı.
"Evet, evet, öyleyse haydi aşağı, araziye inelim," dedi Cornelius sabırsızlıkla.
"Hayır, onu demek istemiyorum," dedi Moody. "Potter sana bir şeyler söylemek istiyor da onun için, Dumbledore. Hemen kapının dışında."
681

GeCeLeR
12-10-2006, 02:08 AM
OTUZUNCU BÖLÜM
Düşünseli
Odarun kapısı açıldı.
"Merhaba, Potter," dedi Moody. "Gir bakalım." Harry içeri girdi. Daha önce Dumbledore'un odasına bir kez gelmişti; yuvarlak ve çok güzel bir odaydı. Duvarlarda Hogvvarts'ın daha önceki Müdür ve Müdi-re'lerinin resimleri vardı, hepsi de uyuyor, göğüsleri hafifçe şişip iniyordu.
Cornelius Fudge, Dumbledore'un masasının yanında ayakta duruyordu. Her zamanki ince çizgili pelerinini giymişti, limon yeşili melon şapkası da elindeydi.
"Harry!" dedi Fudge babacan bir tavırla, ona doğru yürüyerek. "Nasılsın?"
"İyiyim," diye yalan söyledi Harry. "Biz de şimdi Mr Crouch'un okul arazisinde göründüğü geceden bahsediyorduk," dedi Fudge. "Onu sen bulmuştun, değil mi?"
"Evet," dedi Harry. Sonra, onların konuştuklarını duymamış numarası yapmanın anlamsız olduğuna karar vererek, ekledi: "Ama hiçbir yerde Madam Maxi-
682

me'i görmemiştim, saklanmaya çalışsa bayağı zorlanırdı, değil mi?"
Dumbledore, Fudge'm arkasından Harry'ye gülümsedi. Gözleri ışıldıyordu.
"Evet, peki," dedi Fudge, bozum olarak. "Harry, izninle arazide kısa bir yürüyüşe çıkıyoruz... belki de sınıfına dönsen -"
"Sizinle konuşmak istiyordum, Profesör," dedi Harry hemen, Dumbledore'a bakarak. Dumbledore ona çabuk, sorgulayan bir bakış attı.
"Beni burada bekle, Harry," dedi. "Arazi incelememiz uzun sürmeyecek."
Hiç konuşmadan yanından geçip, arkalarından kapıyı kapadılar. Bir dakika sonra Moody'nin tahta bacağının koridordaki takırtısı uzaklaşıp duyulmaz hale gelmişti. Harry çevresine bakındı.
"Merhaba, Favvkes," dedi.
Profesör Dumbledore'un Anka kuşu Favvkes kapının yanındaki altın tüneğinde duruyordu. Muhteşem kırmızı-san tüyleri olan, bir kuğu büyüklüğündeki Favvkes uzun kuyruğunu sallayıp Harry'ye şefkatle gözlerini kırpıştırdı.
Harry, Profesör Dumbledore'un masasının önündeki sandalyeye oturdu. Birkaç dakika boyunca öylece durup, çerçevelerinin içinde mışıl mışıl uyuyan eski Müdür ve Müdire'leri seyretti, az önce duyduklarını düşünüp elini yara izine görürdü. Artık acımıyordu.
Harry daha sakindi şimdi, çünkü Dumbledore'un odasındaydı ve az sonra Dumbledore'un ona rüyanın
683

anlamını söyleyeceğim biliyordu. Harry masanın arkasındaki duvara baktı. Bir rafın üstünde, paçavraya dönmüş Seçmen Şapka duruyordu. Onun yanındaki bir cam kapta, kabzasında büyük yakutlar bulunan, muhteşem bir gümüş kılıç vardı. Harry bu kılıcı tanıdı: İkinci sınıftayken Seçmen Şapka'dan çıkardığı kılıçtı bu. Bir zamanlar, Harry'nin binasının kurucusu Godric Gryffindor'a aitti. Harry kılıca bakıp, tam bütün umudunu kaybetmişken onun nasıl da yardımına geldiğini hatırlıyordu ki, cam kapta dans edip ışıldayan gümüşi bir ışık yansımasının farkına vardı. Işığın kaynağını bulmak için çevresine bakındı ve arkasındaki siyah bir dolabın içinden gümüşi-beyaz bir parçanın pırıl pırıl parladığını gördü. Dolabın kapısı açık bırakılmıştı. Harry önce tereddüt etti, Fawkes'a bir baktı, sonra kalkıp odanın öbür ucuna yürüdü ve dolabın kapısını açtı.
İçinde taştan yapılma, sığ bir çanak duruyordu. Çanağın kenarlarında tuhaf oymalar vardı: Harry'ye tamdık gelmeyen eski harfler ve sen'boller. Gümüşi ışık ç ı-nağın içindekinden geliyordu. Harry'nin daha önce gördüğü hiçbir şeye benzemiyordu bu. İçindeki maddenin sıvı mı gaz mı olduğunu ayırt edemiyordu. Parlak, beyazımsı gümüş rengiydi ve durmaksızın hareket ediyordu; yüzeyi rüzgârın altındaki su gibi kırıştı, sonra bulutlar gibi ayrıştı ve hafif hafif dönmeye başladı. Sıvılaştırılmış ışığa benziyordu - ya da katılaştınlmış rüzgâra - Harry karar veremiyordu.
Ona dokunmak, bunun nasıl bir his olduğunu anlamak istiyordu, ama sihir dünyasında geçirdiği neredey-
684

se dört yıllık sürede, içi bilinmeyen bir maddeyle dolu bir kaba elini sokmanın pek aptalca bir şey olduğunu öğrenmişti. O da bu yüzden cüppesinin içinden asasını çıkardı, odayı tedirgin gözlerle taradı, yine çanağın içindekine baktı ve asasıyla onu dürttü. Çanağın içindeki gümüşi şeyin yüzeyi büyük bir hızla dönmeye başladı.
Harry daha yakından bakmak için eğildi, başı dolabın içindeydi şimdi. Gümüşi madde saydamlaşmıştı; cama benziyordu. Harry maddenin içine baktı. Çanağın taştan dibini görmeyi bekliyordu, ama onun yerine esrarengiz maddenin yüzeyinin altında muazzam bir oda gördü. Bu odaya, tavanındaki yuvarlak bir pencereden bakıyor gibiydi.
Oda loştu; Harry orasının yerin altında bile olabileceğim düşündü, çünkü hiç pencere yoktu, sadece Hog-vvarts'taki duvarları aydınlatan meşaleler gibi meşaleler vardı. Harry yüzünü, burnunun camsı maddeye değmesine bir iki santim kalana kadar yaklaştırınca, her duvarda kat kat yükseliyora benzeyen sıraların üstünde oturan dizi dizi cadılar ve büyücüler gördü. Odanın tam ortasında boş bir sandalye vardı. Harry'nin içinde kötü bir his uyandı. Sandalyenin kollan zincirlerle çevriliydi, sanki oraya oturanlar genellikle zincirleniyordu.
Burası neresiydi? Herhalde Hogwarts olamazdı; şatoda hiç böyle bir oda görmemişti. Dahası, çanağın dibindeki esrarengiz oda } etişkinlerle doluydu ve Harry Hogwarts'ta hayatta bu kadar çok öğretmen olmadığını biliyordu. Bir şey bekliyor gibiler, diye düşündü; sade-
685

ce sivri şapkalarının tepesini görebiliyordu ama, hepsinin yüzleri aynı yöne dönük gibiydi ve hiçbiri konuşmuyordu.
Çanak yuvarlak, Harry'nin gözetlediği odaysa kare biçiminde olduğundan, Harry odanın köşelerinde neler olduğunu göremiyordu. Daha da yaklaştı, başını eğdi, görmeye çalıştı...
Burnunun ucu, içine baktığı tuhaf maddeye değdi.
Dumbledore'un odası müthiş bir yalpa yaptı -Harry ileri doğru fırlatılmış, çanaktaki maddenin içine baş aşağı düşmüştü -
Ama başı çanağın taştan dibine çarpmadı. Buz gibi soğuk ve kapkara bir şeyin içinde düştükçe düşüyordu; karardık bir anafor tarafından emilmeye benziyordu bu -
Birden Harry kendini çanağın içindeki odanın bir ucunda bir sırada oturur buldu. Diğerlerinden daha yukarıda bir sıraydı bu. Başını kaldırıp yüksek, taş tavana baktı. Az önce içinden baktığı yuvarlak pencereyi görmeyi bekliyordu, ama yukarıda karanlık, sert taştan başka bir şey yoktu.
Harry soluk soluğa çevresine baktı. Odadaki cadılardan ve büyücülerden hiçbiri (an azından iki yüz kişi vardı) ona bakmıyordu. Az önce on dört yaşında bir çocuğun tavandan tam ortalarına düştüğünü hiçbiri fark etmemiş gibiydi. Harry yanındaki büyücüye döndü ve sessiz odanın her tarafında yankılanan bir şaşkınlık nidası koyuverdi.
Albus Dumbledore'un yanında oturuyordu.
"Profesör!" dedi Harry, gırtlağına tıkanan bir fısıl-
686

tıyla. "Özür dilerim - amacım - ben sadece dolabınız-daki çanağa bakıyordum - ben - neredeyiz?"
Ama Dumbledore ne bu; şey yaptı, ne de konuştu. Harry'yi tamamen görmezden geldi. Sıralarda oturan diğer büyücüler gibi o da gözlerini odanın öbür köşesine, bir kapıya dikmişti.
Harry ne yapacağını bilemez halde bir Dumbledore'a, bir sessizce izleyen kalabalığa, sonra yine Dumble-dore'a baktı. Sonra birden durumu kavradı...
Harry daha önce bir kez kendini, kimsenin onu göremediği ve duyamadığı bir yerde bulmuştu. O zaman, büyülü bir güncenin bir sayfasından içeri, başka birinin anılarının ortasına düşmüştü... ve fena halde yanılmı-yorsa, şimdiki de bu tür bir şeydi...
Harry sağ elini kaldırdı, şöyle bir duraksadı, sonra elini Dumbledore'un yüzünün önünde hızlı hızlı salladı. Dumbledore gözünü bile kırpmadı, dönüp Harry'ye bakmadı, hiç kıpırdamadı. Harry'ye göre, bu, durumu açıklıyordu. Dumbledore onu böyle görmezden gelmezdi. Harry şu anda bir anının içindeydi ve yanındaki, bugünün Dumbledore'u değildi. Yine de çok eski olamazdı... yanında oturan Dumbledore'un saçı gümüş rengiydi, tıpkı bugünün Dumbledore'u gibi. Ama burası neresiydi? Bütün bu büyücüler neyi bekliyorlardı?
Harry çevresine daha bir dikkatle baktı. Yukarıdan seyrederken de tahmin ettiği gibi, odanın yeraltında olduğu neredeyse kesindi - bir odadan çok bir zindan, diye düşündü Harry. Soğuk ve ürkütücü bir havası vardı; duvarlarda resim yoktu, hiç süsleme yoktu; sadece
687

it
odanın her tarafında kat kat yükselen, ortada duran zincirli sandalyeyi açıkça görebilecek şekilde konumlandırılmış bu sıkış tıkış sıralar vardı.
Harry bu yer hakkında kafasında herhangi bir sonuca yaramadan, ayak sesleri duydu. Zindanın köşesindeki kapı açıldı ve içeri üç kişi girdi - bunlardan biri bir adamdı, iki yanındaysa birer Ruh Emici vardı.
Harry'nin içini bir soğuk dalgası kapladı. Yüzleri görünmeyen, kukuletalı, uzun boylu yaratıklar olan Ruh Emici'ler bir cesedinkine benzeyen çürümüş elleriyle adamı birer kolundan tutmuş, odanın ortasındaki sandalyeye doğru yavaş yavaş, süzülürcesine ilerliyorlardı. Aralarındaki adam bayıldı bayılacak gibiydi ve Harry onu suçlayamazdı... Ruh Emici'lerin bir anının içinde kendisine dokunamayacaklarını biliyordu, ama onların gücünü çok iyi hatırlıyordu. Kalabalık onlan biraz korkuyla izlerken, Ruh Emici'ler adamı zincirli sandalyeye yerleştirip yine süzülürcesine odadan çıktılar. Kapı arkalarından kapandı.
Harry sandalyede oturan adama baktı ve onun Kar-karoff olduğunu gördü.
Dumbledore'un aksine, Karkaroff çok daha genç görünüyordu; saçı ve keçi sakalı siyahtı. Üzerinde şık bir kürk değil, ince ve paçavraya dönmüş bir cüppe vardı. Titriyordu. Harry ona bakarken, sandalyenin kollarındaki zincirler birden altın renginde parlayıp, birer yılan gibi Karkaroff .*n kollarına dolanarak onu bağladı.
"Igor Karkaroff," dedi Harry'nin solundaki sert bir
688

ses. Harry başını o yöne çevirince, yanındaki sıranın ortasında ayağa kalkmış duran Mr Crouch'u gördü. Cro-uch'un saçı koyu renkti, yüzünde çok daha az kırışık vardı, zinde ve tetikte görünüyordu. "Sihir Bakanlığı'na kanıt sunman için Azkaban'dan getirildin. Söylediklerinden anladığımız kadanyla, bize vereceğin önemli bilgiler varmış."
Sandalyeye sıkı sıkı bağlı olan Karkaroff elinden geldiğince doğruldu.
"Var, efendim," dedi. Sesi korku doluydu, ama Harry yine de bu seste o tanıdık, riyakâr tonu duyabiliyordu. "Bakanlık'a faydalı olmak istiyorum. Yardım etmek istiyorum. Ben - Bakanhk'ın - Karanlık Lord'un son destekçilerini de yakalamaya çalıştığını biliyorum. Elimden geldiğince yardıma olmaya istekliyim..."
Sıralarda bir uğultu oldu. Büyücülerle cadılardan bazıları Karkaroff u ilgiyle, bazılanysa belirgin bir kuşkuyla süzüyordu. Sonra Harry, Dumbledore'un öteki yanından çok tanıdık, homurtulu bir ses duydu: "Pislik."
Harry, Dumbledore'un öte yanını görebilmek için öne doğru eğildi. Orada Deli-Göz Moody oturuyordu -ama görünümünde çok belirgin bir değişiklik vardı. Sihirli gözü yoktu, iki tane normal gözü vardı. İkisi de nefretle kısılmış, Karkaroff a bakıyorlardı.
"Crouch onu salıverecek," diye iç geçirdi Moody, Dumbledore'a. "Onunla bir anlaşma yaptı. İzini bulmam altı ay sürdü, şimdi Crouch elinde yeterince yeni isim varsa onu salıverecek. Bana sorarsan, elinde ne bil-
689

I
gi varsa öğrenelim, sonra da onu yine Ruh Emicilere atalım."
Dumbledore'un uzun, kemerli burnundan, ona katılmadığını belirten hafif bir ses çıktı.
"Ah, unuttum tabii... Ruh Emici'lerden hoşlanmıyorsun, değil mi, Albus?" dedi Moody, alaycı bir gülümsemeyle.
"Hayır," dedi Dumbledore sakin sakin. "Korkarım hoşlanmıyorum. Bakanlık'in bu tür yaratıklarla işbirliği yapmasını nicedir yanlış buluyorum."
"Ama bu tür pisliklere..." dedi Moody yumuşak bir sesle.
"Elinde bizim için birtakım isimler olduğunu söylüyorsun, Karkaroff," dedi Mr Crouch. "Lütfen duyalım onları."
"Anlamanız gereken bir şey var," dedi Karkaroff telaşla, "Adı Arulmaması Gereken Kişi işlerini her zaman büyük bir gizlilik içinde yürütmüştür... bizim - yani, destekçilerinin demek istedim - ve şimdi kendimi de onların arasında görmüş olmamdan çok derin bir pişmanlık duyuyorum -''
"Hadii, devam et," dedi Moody, küçümseyen bir gülüşle.
"- diğerlerinin hepsinin adını asla bilmedik - hepimizin kim olduğunu sadece o biliyordu -"
"Akıllıca bir hareket, değil mi, Karkaroff, böylece senin gibi birinin çıkıp hepsini ele vermesi önlenmiş oluyor," diye mırıldandı Moody.
"Yine de bize bazı isimler verebileceğini söylüyorsun, değil mi?" dedi Mr Crouch.

690


"Evet - evet, öyle," dedi Karkaroff soluk soluğa. "Ve dikkatinizi çekerim, bunlar önemli destekçilerdi. Onun emirlerini yerine getirdiklerini gözlerimle gördüğüm kişilerdi bunlar. Bu bilgiyi sunarak onu şimdi hepten ve bütünüyle terk ettiğimi, nasü büyük bir pişmanlıkla ve -"
"Nedir bu isimler?" dedi Mr Crouch sert bir sesle.
Karkaroff derin bir soluk aldı.
"Biri Antonin Dolohov'du," dedi. "Onun - onun sayısız Muggle'a ve - ve Karanlık Lord'un destekçisi olmayanlara işkence ettiğini gördüm."
"Ve bunda ona yardım ettin," diye mırıldandı Mo-ody.
"Dolohov'u zaten tutukladık," dedi Crouch. "Senden kısa süre sonra yakalandı."
"Öyle mi?" dedi Karkaroff, gözleri faltaşı gibi açılmıştı. "Bunu - bunu duyduğuma çok memnun oldum!"
Ama hiç de öyle göstermiyordu. Harry bu haberin ona ciddi bir darbe indirdiğini görebiliyordu. İsimlerinden biri değersiz çıkmıştı.
"Başka var mı?" dedi Crouch soğuk bir sesle.
"A, tabii... Rosier vardı," dedi Karkaroff telaşla. "Evan Rosier."
"Rosier öldü," dedi Crouch. "O da senden kısa süre sonra yakalandı. Mesele çıkarmadan gelmek yerine savaşmayı seçti ve bu mücadelede öldürüldü."
"Ama yanında benden bir parça da götürdü," diye fısıldadı Moody, Harry'nin sağ tarafına doğru. Harry ba-
691


şıru çevirip bir kez daha ona baktı. Moody, Dumbledo-re'a burnundan eksik olan iri parçayı işaret ediyordu.
"Tam - tam da Rosier'ın hak ettiği son!" dedi Karkaroff, şimdi sesinde bir panik havası vardı. Harry onun, elindeki hiçbir bilginin Bakanlık'a faydası olmayacağından kaygılanmaya başladığını anlamıştı. Karka-roff un gözleri bir an köşeye, hiç şüphesiz arkasında hâlâ Ruh Emici'lerin beklediği kapıya kaydı.
"Başka var mı?" dedi Crouch.
"Evet!" dedi Karkaroff. "Travers vardı - McKin-non'lann öldürülmesinde parmağı vardı! Mulciber -Imperius laneti üzerine uzmanlaşmıştı, sayısız insanı korkunç şeyler yapmaya zorladı! Rookvvood bir casustu, Adı Anılmaması Gereken Kişi'ye Bakanlık'ın içinden faydalı bilgiler iletiyordu!"
Harry bu defa Karkaroff un on ikiden vurduğunu anlamıştı. Seyredenlerin hepsi mırıldanmaya başlamıştı.
"Rookvvood mu?" dedi Mr Crouch. Başıyla önündeki bir cadıya işaret verdi ve cadı önündeki parşömene yazmaya başladı. "Gizem Dairesi'nden Augustus Rookvvood mu?"
"Ta kendisi," dedi Karkaroff hevesle. "Sanıyorum Bakanlık'ın içinde ve dışında, dikkatle konumlandırılmış büyücülerden oluşan bir ağı vardı, bilgi topluyordu -"
"Öte yandan, Travers ve Mulciber elimizde," dedi Mr Crouch. "Pekâlâ, Karkaroff, hepsi buysa, Azkaban'a geri götürülüp orada bizim kararımızı -"
"Daha değil!" diye feryat etti Karkaroff, çok çaresiz görünüyordu. "Bekleyin, dahası da var!"

692


Harry meşalelerin ışığı altında onun terlediğini, bembeyaz teninin siyah saçı ve sakalıyla sert bir tezat oluşturduğunu görebiliyordu.
"Snape!" diye bağırdı. "Severus Snape!"
"Snape bu konsey tarafından aklandı," dedi Crouch soğuk bir sesle. "Albus Dumbledore kendisine kefil oldu."
"Hayır!" diye bağırdı Karkaroff, kendisini sandalyeye bağlayan zincirleri zorlayarak. "Sizi temin ederim! Severus Snape bir Ölüm Yiyen!"
Dumbledore ayağa kalkmıştı. "Bu konuda daha önce delil sunmuştum," dedi sakin sakin. "Severus Snape eskiden gerçekten de bir Ölüm Yiyen'di. Ancak, Lord Voldemort'un düşüşünden önce tekrar bizim saflarımıza katıldı ve kendi hayatını büyük bir tehlikeye atarak bizim için casusluk yaptı. Şimdi ben ne kadar Ölüm Yiyen'sem, o da o kadar Ölüm Yiyen."
Harry dönüp Deli-Gör ™CC±/>'; oalcn. Moody, Dumbledore'un arkasında, yüzünde derin bir kuşku ifadesiyle duruyordu.
"Pekâlâ, Karkaroff," dedi Crouch soğuk bir sesle. "Bize yardımcı oldun. Durumunu yeniden gözden geçireceğim. Sen de bu arada Azkaban'a dönüp..."
Mr Crouch'un sesi alçalıp kayboldu. Harry çevresine baktı; zindan sanki dumandan yapılmış gibi eriyor, her şey silinip gidiyordu; Harry şimdi sadece kendi bedenini görebiliyordu, gerisi dönüp duran bir karanlıktan ibaretti...
Sonra birden, zindan geri döndü. Harry başka bir
693

i*
yerde oturuyordu. Yine en yüksek sıradaydı, ama şimdi Mr Crouch'un solündaydı. Atmosfer oldukça farklıydı: Rahat, neredeyse neşeli bir hava vardı. Odayı çevreleyen cadılar ve büyücüler birbirleriyle konuşuyorlardı, bir spor karşılaşmasındaymış gibiydiler. Karşı taraftaki dizi dizi sıraların ortalanna doğru bir yerde oturan bir cadı Harry'nin gözüne çarptı. Kısa, san saçları vardı, bordo bir cüppe giymişti ve asit yeşili bir tüy kalemin ucunu emiyordu. Şüphesiz, daha genç bir Rita Ske-eter'dı bu. Harry çevresine baktı; Dumbledore yine yanında oturuyordu, üstünde farklı bir cüppe vardı. Mr Crouch daha yorgun, bir şekilde daha haşin ve zayıf görünüyordu... Harry neler olduğunu anladı. Bu başka bir anı, başka bir gündü... başka bir duruşma.
Köşedeki kapı açıldı ve odaya Ludo Bagman girdi.
Ancak bu, tohuma kaçmış bir Ludo Bagman değildi, Quidditch oynamanın getirdiği zindeliğin zirvesindeki bir Ludo Bagman'di. Burnu kınk değildi, kendisi de uzun, ince ve kaslıydı, öagman zincirli sandalyeye otururken tedirgin görünüyordu, ama sandalye, Karka-roff un tersine, onu bağlamadı. Bagman da, belki bundan cesaret alarak, seyreden kalabalığın üzerinde göz gezdirip aralarından bir iki tanesine el salladı, hatta hafifçe gülümsemeyi bile başardı.
"Ludo Bagman, Ölüm Yiyen'lerin faaliyetleriyle ilgili suçlamalara yanıt vermek için Sihirli Yasa Konse-yi'nin önüne getirildin," dedi Mr Crouch. "Aleyhine delilleri duyduk ve karara varmak üzereyiz. Kararımızı açıklamadan önce ifadene ekleyeceğin bir şey var mı?"

694


Harry kulaklarına inanamıyordu. Ludo Bagman bir Ölüm Yiyen, ha?
"Sadece şu," dedi Bagman, sıkıntıyla gülümseyerek, "şeyy - biliyorum, budalalık ettim -"
Zindanı çevreleyen sıralardaki bir iki büyücü ve cadı hoşgörüyle gülümsediler. Anlaşılan Mr Crouch onların hislerini paylaşmıyordu. Ludo Bagman'a, yüzünde son derece haşin ve tiksinti dolu bir ifadeyle bakıyordu.
Harry'nin arkasında biri, "Hayatında ettiğin en doğru laftı bu, evlat," diye soğuk soğuk mırıldandı Dumbledore'a. Harry arkasına döndüğünde, Mo-ody'nin yine orada oturduğunu gördü. "O Bludger'lar-dan biri beyninde kalıcı hasara yol açtı derdirn ama, her zaman böyle mankafaydı..."
"Ludovic Bagman, Lord Voldemort'un destekçilerine bilgi aktarırken yakalandın," dedi Mr Crouch. "Bunun için Azkaban'da hapsini öneriyorum, en az -"
Ama zindanı çevreleyen sıralardan öfke dolu bağırtılar yükseldi. Birçok cadı ve büyücü ayağa kalkıp Mr Crouch'a bakarak başlarını, hatta yumruklarını sallamaya başladı.
"Ama size söyledim, hiç farkında değildim!" diye bağırdı Bagman ciddi bir sesle, kalabalığın uğultusunun üzerinden sesini duyurmak için. Yuvarlak ve mavi gözleri iri iri açılmıştı. "Hem de hiç! İhtiyar Rookwood babamın arkadaşıydı... Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen'in tarafında olacağı hiç aklıma gelmedi! Bizim taraf için bilgi topladığımı sanıyordum! Rookvvood da daha sonra bana Bakanlık'ta iş ayarlayacağından bahsedip duru-
695

yordu... yani Quidditch oyunculuğu günlerim sona erdikten sonra... Yani, hayatımın sonuna kadar Blud-ger'lara hedef olup duramam, değil mi?"
Kalabalıktan kıkırtüar geldi.
"Oylamaya konulacak," dedi Mr Crouch soğuk soğuk. Zindanın sağ tarafına döndü. "Jüri üyeleri lütfen ellerini kaldırsınlar... mahkûmiyet diyenler..."
Harry zindanın sağ tarafına baktı. Bir kişi bile elini kaldırmamıştı. Seyreden cadılarla büyücülerin çoğu alkışlamaya başladı. Jüri üyeleri arasından bir cadı ayağa kalktı.
"Evet?" diye bağırdı Crouch sinirle.
"Sadece, Mr Bagman'ı geçen cumartesi günü İngiltere'nin Türkiye'ye karşı oynadığı Quidditch maçında sergilediği muhteşem performanstan ötürü tebrik etmek istemiştik," dedi cadı heyecanla.
Mr Crouch küplere binmişti. Zindan alkışlarla inliyordu. Bagman ayağa kalka ve yüzünde bir gülümsemeyle, eğilip selam verdi.
Bagman dışarı çıkarken, Mr Crouch yerine oturdu ve Dumbledore'a bakıp, "Rezillik," dedi kızgın kızgın. "Rookvvood ona iş ayarlayacakmış, ha... Ludo Bag-man'ın bize katılacağı gün Bakanlık için kara bir gün olacak..."
Sonra zindan yine yok oldu. Geri döndüğünde, Harry çevresine bakındı. O ve Dumbledore hâlâ Mr Crouch'un yanında oturuyorlardı, ama atmosfer ancak bu kadar farklı olabilirdi. Katıksız sessizliği bölen tek şey, Mr Crouch'un yanında oturan incecik, çelimsiz bir
696

cadının gözyaşsız hıçkırıklarıydı. Titreyen ellerle mendilini ağzına bastırıyordu. Harry, CrouLh'a baktığında, onu her zamankinden daha da zayıf ve solgun gördü. Şakağındaki damar seğirip duruyordu.
"Getirin," dedi. Sesi, çıt çıkmayan zindanın her tarafında yankılandı.
Köşedeki kapı bir kez daha açıldı. Bu defa içeri alü Ruh Emici girdi, beraberlerinde dört kişi vardı. Harry kalabalığın içindekilerin dönüp Mr Crouch'a baktıklarını gördü. Bazıları aralarında fısıldaştılar.
Şimdi zindanın ortasında dört tane zincirli sandalye vardı, Ruh Emici'ler yanlarındaki dört kişiyi o dört sandalyeye yerleştirdiler. Tıknaz olan adam Crouch'a boş gözlerle bakıyordu; daha sıska ve tedirgin görünüşlü adam ise, gözlerini hızla kalabalığın üzerinde gezdiriyordu; gür ve parlak saçlı, şiş gözkapaklı kadın zincirli sandalyede sanki bir tahttaymış gibi oturuyordu; dördüncü kişi ise, yirmi yaşının altında bir erkek çocuğuydu. Çocuk adeta taş kesilmişti. Titriyordu, saman sarısı saçları bütün yüzüne dağılmıştı, çilli teni süt beyazıydı. Crouch'un yanındaki incecik ve ufak tefek cadı oturduğu yerde öne arkaya sallanmaya başlamış, mendilim ağzına kapatmış inliyordu.
Crouch ayağa kalktı. Aşağıda duran dört kişiye, yüzünde katıksız bir nefretle baktı.
"Buraya, Sihirli Yasa Konseyi'nin huzuruna," dedi tane tane konuşarak, "hakkınızda karara varmamız amacıyla getirildiniz. Öyle iğrenç bir suçla suçlanıyorsunuz ki -"
697

"Baba," dedi saman sarısı saçlı çocuk. "Baba... lütfen..."
"- şimdiye kadar bu mahkemede eşine benzerine rastlamadık," dedi Crouch, daha yüksek sesle konuşmaya başlayıp oğlunun sesini bastırarak. "Aleyhinizde-ki delilleri dinledik. Siz dördünüz bir Seherbaz'ı -Frank Longbottom'ı- yakalayıp, sürgündeki efendiniz Adı Anılmaması Gereken Kişi'nin yerini bildiği düşüncesiyle, üzerinde Cruciatus lanetini uygulamakla suçlanıyorsunuz -"
"Baba, yapmadım!" diye feryat figan bağırdı, aşağıda zincirlenmiş olan çocuk. "Yapmadım, yemin ederim, baba, beni yine Ruh Emici'lere gönderme -"
"Ayrıca," dedi Mr Crouch, "Frank Longbottom size bilgi vermeyince, Cruciatus lanetini onun karısı üzerinde uygulamakla da suçlanıyorsunuz. Adı Anılmaması Gereken Kişi'yi yeniden güce kavuşturup, onun güçlü olduğu dönemlerde sürdüğünüz varsayılan şiddet dolu hayata dönmeyi planlıyordunuz. Şimdi jüriden -"
"Anne!" diye feryat etti aşağıdaki çocuk. Crouch'un yanındaki incecik ve ufak tefek cadı ağlamaya, bir öne bir arkaya sallanmaya başladı. "Anne, ona engel ol, anne, ben yapmadım, ben değildim!"
"Şimdi jüriden," diye bağırdı Mr Crouch, "benle aynı kanıda olup bu suçlann Azkaban'da ömür boyu hapsi hak ettiğini düşünenlerin ellerini kaldırmalarını istiyorum!"
Zindanın sağ tarafındaki cadılar ve büyücüler aynı anda ellerini kaldırdılar. Zindanı çevreleyen sıralardaki
698

büyücüler ve cadılar Bagman'ı alkışladıkları gibi alkışlamaya başladılar. Yüzlerinde vahşi bir zafer ifadesi vardı. Çocuk feryat figan bağırmaya başladı.
"Yo! Anne, hayır! Ben yapmadım, yapmadım, bilmiyordum! Beni oraya gönderme, ona izin verme!"
Ruh Emici'ler yine süzülürcesine içeri girmişlerdi. Çocuğun yanındaki üç kişi sessizce ayağa kalktı; şiş gözkapaklı kadın başını kaldırıp Crouch'a baktı ve bağırdı: "Karanlık Lord yeniden güçlenecek, Crouch! Bizi Azkaban'a at; biz bekleriz! O yeniden güçlenecek ve bizi almaya gelecek, bizi diğer destekçilerinden çok daha fazla ödüllendirecek! Yalnız biz ona sadık kaldık! Yalnız biz onu bulmaya çalıştık!"
Çocuk ise Ruh Emici'leri savuşturmaya çalışıyordu, ama Harry Ruh Emici'lerin soğuk, insanı tüketen güçlerinin onu etkilemeye başladığını görüyordu. Kadın zindandan çıkarken kalabalık yuhalıyordu, kimileri ayağa kalkmıştı. Çocuksa mücadele etmeyi sürdürdü.
"Ben senin oğlunum!" diye bağırdı Crouch'a. "Ben senin oğlunum!"
"Sen benim oğlum değilsin!" diye böğürdü Mr Crouch. Birden gözleri yerinden uğramıştı. "Benim oğlum yok!"
Crouch'un yanındaki incecik cadı büyük bir iniltiyle oturduğu yere yığıldı. Bayılmıştı. Crouch farkında değil gibiydi.
"Götürün onları!" diye kükredi Ruh Emici'lere, ağzından tükürükler saçarak. "Götürün onları, dilerim orada çürürler!"
699

"Baba! Baba, ben aralannda değildim! Hayır! Hayır! Baba, lütfen!"
"Harry, sanınm odama dönme vakti geldi," dedi bir ses usulca, Harr/nin kulağına.
Harry irkildi. Şöyle bir çevreye bakındı. Sonra öbür tarafına baktı.
Bir Albus Dumbledore sağında oturmuş, Crouch'un oğlunun Ruh Emici'ler tarafından götürülmesini izliyordu - bir Albus Dumbledore ise sol tarafında durmuş, ona bakıyordu.
"Gel," dedi solundaki Dumbledore ve elini Harr/nin dirseğinin altına koydu. Harry havalandığını hissetti; zindan, çevresinde yok olup gitti; bir an için sadece karanlık vardı, sonra Harry kendini sanki ağır çekimde bir salto atmış ve birdenbire ayaklarının üstüne inmiş gibi hissetti. Dumbledore'un güneş alan odasının aydınlığı gözlerini kamaştırmıştı. Taş çanak önünde, dolabın içinde ışıldıyordu. Albus Dumbledore ise yanında duruyordu.
"Profesör," dedi Harry soluk soluğa, "biliyorum, yapmamam gerekirdi - ben sadece - dolabın kapısı açıktı ve -"
"Gayet iyi anlıyorum," dedi Dumbledore. Çanağı kaldırdı, götürüp masasının cilalı yüzeyinin üstüne koydu ve masanın arkasındaki sandalyeye oturdu. Harry'ye de karşısına oturmasını işaret etti.
Harry gözlerini taş çanaktan alamadan oturdu, içindeki madde eski gümüşi-beyaz haline dönmüştü, anaforlar oluşturuyor, dalgalanıyordu.
700

"Nedir bu?" diye sordu Harry titrek bir sesle.
"Bu mu? Buna Düşünseli deniyor," dedi Dumble-dore. "Bazen zihnime çok fazla düşünce ve anının tıkıştırılmış olduğunu hissediyorum, eminim bunun nasıl bir his olduğunu bilirsin."
"Şeyy," dedi Harry. Doğrusu hiç buna benzer bir şey hissettiğini hatırlamıyordu.
"Böyle zamanlarda," dedi Dumbledore, taş çanağı işaret ederek, "Düşünseli'ni kullanırım. Basit bir işlem: Zihnindeki fazla düşünceleri dışarı akıtıp çanağa dolduruyor, sonra da gönlünce inceleyebiliyorsun. Anlıyorsun ya, kalıplar ve bağlantılar bu biçimdeyken onları saptamak daha kolay oluyor."
"Yani... o şey sizin düşünceleriniz mi?" dedi Harry, çanaktaki dönüp duran beyaz maddeye hayretle bakarak.
"Elbette," dedi Dumbledore. "Bak göstereyim."
Dumbledore cüppesinin içinden asasını çıkardı ve ucunu gümüşi saçının içine, şakağına yakın bir yere dayadı. Asasını başından çektiğinde, ucuna saç yapışmış gibi görünüyordu - ama sonra Harry bunun saç değil, Düşünseli'ni dolduran gümüşi-beyaz maddenin aynısından, ıslak ıslak parlayan bir tel olduğunu gördü. Dumbledore bu taze düşünceyi de kaba ekledi ve Harry, hayretler içinde, kendi yüzünün de çanağın yüzeyinde yüzmeye başladığını gördü.
Dumbledore uzun parmaklı elleriyle Düşünseli'ni iki yanından tutup çevirmeye başladı, tıpkı bir altın arayıcısının altın parçalarını ayıklaması gibi... Harry
701

kendi yüzünün yumuşak bir geçişle Snape'in yüzüne dönüştüğünü gördü. Snape ağzını açtı ve tavana doğru konuştu, sesi hafifçe yankılanıyordu. "Yeniden beliriyor... Karkaroff unki de... her zamankinden de güçlü ve belirgin..."
"Yardım almadan da kurabileceğim bir bağlantı," dedi Dumbledore iç çekerek, "ama neyse." Yarım ay biçimindeki gözlüğünün üzerinden Harry'ye baktı. Harry ağzını bir karış açmış, kabın içinde dönüp duran Snape'in yüzüne bakıyordu. "Mr Fudge toplantımız için geldiğinde Düşünseli'ni kullanıyordum, alelacele ortadan kaldırdım. Belli ki dolabın kapısını doğru dürüst kapatamamışım. Dikkatini çekmesi doğaldı."
"Özür dilerim," diye geveledi Harry.
Dumbledore başını salladı.
"Merak günah değildir," dedi. "Ama merak ederken, ihtiyatı elden bırakmamalıyız... hem de nasıl..."
Hafifçe kaşlarını çatıp, asasının ucuyla çanağın içindeki düşünceleri dürttü. Çanaktan hemen biri yükseldi, aşağı yukarı on altı yaşında, tombul, asık yüzlü bir kız. Ayaklan hâlâ çanağın içinde, yavaş yavaş kendi çevresinde dönmeye başladı. Harry'nin ya da Profesör Dumbledore'un orada olduklarının hiç farkında değilmiş gibiydi. Konuştuğunda sesi Snape'inki gibi yankılandı, sanki taş çanağın derinliklerinden geliyordu. "Bana bir uğursuzluk büyüsü yaptı, Profesör Dumbledore, bense sadece onunla dalga geçiyordum, efendim. Onu geçen perşembe seralann arkasında Florence'la öpüşürken gördüğümü söyledim yalnızca..."
702

"Ama neden, Bertha," dedi Dumbledore üzgün üzgün, şimdi sessizce kendi çevresinde dönüp duran kıza bakarak. "Neden onu takip ettin ki?"
"Bertha mı?" diye fısıldadı Harry, başını kaldırıp ona bakarak. "O - o Bertha Jorkins miydi?"
"Evet," dedi Dumbledore, çanağın içindeki düşünceleri bir kez daha dürterek; Bertha düşüncelerin arasına battı ve çanağın içi yeniden gümüşi ve donuk bir görünüme büründü. "Bertha'run, okul yıllarından hatırladığım hali."
Düşünseli'nden gelen gümüşi ışık Profesör Dumb-ledore'un yüzüne vuruyordu. Harry birden onun ne kadar yaşlı göründüğünü fark etti. Dumbledore'un yaşının epey ileri olduğunu elbette biliyordu, ama nedense daha önce onu yaşlı bir adam olarak görmemişti hiç.
"Evet, Harry," dedi Dumbledore usulca. "Benim düşüncelerime dalıp gitmeden önce, bana bir şey söylemek istiyordun."
"Evet," dedi Harry. "Profesör - az önce Keha-net'teydim ve - ee - uyuyakaldım."
Bunu söyledikten sonra, azar işitip işitmeyeceğini merak ederek durakladı. Ama Dumbledore sadece, "Gayet anlaşılır bir durum. Devam et," dedi.
"Şey, bir rüya gördüm/' dedi Harry. "Lord Volde-mort hakkında bir rüya. Kılkuyruk'a işkence ediyordu... Kılkuyruk'un kim olduğunu biliyor-"
"Biliyorum," dedi Dumbledore hemen. "Lütfen devam et."
"Voldemort'a bir baykuşla mektup geldi. Volde-
703

mort, Kılkuyruk'un hatasının onarüdığına benzer bir şey söyledi. Birinin öldüğünü söyledi. Sonra dedi ki, Kılkuyruk yılana yem olmayacakmış - koltuğunun yanında bir yılan vardı. Dedi ki - dedi ki, onun yerine yılana beni yedirecekmiş. Sonra Kılkuyruk'un üzerinde Cruciatus lanetini uyguladı - ve yara izim acıdı," dedi Harry. "Öyle fena acıdı ki, beni uyandırdı."
Dumbledore hâlâ suskun suskun ona bakıyordu.
"Seyy - bu kadar," dedi Harry.
"Anlıyorum," dedi Dumbledore usulca. "Anlıyorum. Peki, yazın seni uyandırdığından beri bu yıl yara izin bir daha acımış mıydı hiç?"
"Hayır, ben - yazın beni uyandırdığını nereden bildiniz?" dedi Harry şaşkınlıkla.
"Sirius'un tek mektup arkadaşı sen değilsin," dedi Dumbledore. "Geçen yıl Hogwarts'tan ayrıldığından beri onunla ben de temas halindeyim. Kalacağı en güvenli yer olarak dağdaki mağarayı öneren de bendim."
Dumbledore ayağa kalktı ve masasının arkasında bir aşağı bir yukarı yürümeye başladı. Arada bir asasını şakağına götürüyor, gümüşi renkte parıldayan yeni bir düşünce çıkarıyor ve onu Düşünseli'ne katıyordu. Çanağın içindeki düşünceler öylesine büyük bir hızla dönüyorlardı ki, Harry hiçbir şey seçemiyordu: Her şey bulanık bir renk cümbüşünden ibaretti.
Birkaç dakika sonra Harry alçak sesle, "Profesör?" dedi.
Dumbledore bir aşağı bir yukarı yürümeyi bırakıp Harry'ye baktı.
704

"Özür dilerim," dedi usulca. Dönüp masasına oturdu.
"Acaba - acaba yara izimin niye acıdığını biliyor musunuz?"
Dumbledore, Harry'ye bir süre büyük bir dikkatle baktı, sonra da, "Bir teorim var sadece..." dedi. "Kanımca yara izin hem Lord Voldemort yakımndayken acıyor, hem de o, çok güçlü bir nefret dalgasına kapıldığı zaman."
"Ama... neden?"
"Çünkü ikiniz birbirinize, başarısızlığa uğrayan lanetle bağlısınız," dedi Dumbledore. "O sıradan bir yara izi değil."
"Yani size göre... o rüya... gerçek miydi?"
"Mümkün," dedi Dumbledore. "Hatta bence - yüksek bir olasılık. Harry - Voldemort'u gördün mü?"
"Hayır," dedi Harry. "Sadece koltuğunun arkasını gördüm. Ama - görülecek bir şey olmaması gerekir, değil mi? Yani, bir bedeni yok, değil mi? Ama... ama o zaman asayı nasıl tutmuş olabilir?" .dedi Harry ağır ağır.
"Evet, gerçekten de nasıl?" diye mırıldandı Dumbledore. "Gerçekten de nasıl..."
Bir süre Harry de, Dumbledore da konuşmadı. Dumbledore öylece durup çevresine bakıyor, arada bir asasının ucunu şakağına dayıyor ve gümüş renginde panldayan bir düşünceyi çekip Düşünseli'nin içindeki köpüren kütleye ekliyordu.
"Profesör," dedi Harry sonunda, "sizce o güçleni-vor mu?"
705

"Voldemort mu?" dedi Dumbledore, Düşünseli'nin üzerinden Harry'ye bakarak. Dumbledore'un Harry'ye zaman zaman yönelttiği o tamdık, delici bakıştı bu. Harry böyle zamanlarda Dumbledore'un onun içini, Moody'nin sihirli gözünün bile göremeyeceği bir şekilde gördüğü hissine kapılıyordu. "Harry, bu konuda da ancak tahminde bulunabilirim."
Dumbledore bir kez daha iç çekti. Her zamankinden daha yaşlı; daha yıpranmış görünüyordu.
"Voldemort'un yükseliş yılları," dedi," kaybolma vakalarının şıklığıyla da bilinirdi. Bertha Jorkins, Voldemort'un en son görüldüğü söylenen yerde, arkasında en ufak bir iz bırakmadan kayboldu. Mr Crouch da kayboldu... hem de burada, okul arazisinde. Üçüncü bir kaybolma olayı da var, üzüntüyle söyleyeyim ki, Bakanlık bir Muggle söz konusu olduğu için bu olayı önemsemiyor. Kaybolan kişinin adı Frank Bryce'tı. Voldemort'un babasının büyüdüğü köyde yaşıyordu ve geçen ağustostan beri görülmedi. Gördüğün gibi, Bakanlık'taki çoğu dostumun aksine, ben Muggle gazetelerini okurum."
Dumbledore, Harry'ye, yüzünde çok ciddi bir ifadeyle baktı. "Bu kaybolma vakalan bana birbirleriyle bağlantılı gibi görünüyor. Bakanlık aynı fikirde değil -odamın dışında beklerken sen de duymuşsundur."
Harry başıyla onayladı. Odaya yeniden bir sessizlik çöktü. Dumbledore arada bir düşüncelerini çıkarıyordu. Harry gitmesi gerektiğini hissediyordu, ama merakı onu sandalyesinde tuttu.
706

"Profesör?" dedi yine.
"Evet, Harry?" dedi Dumbledore.
"Şeyy... size şeyi sorabilir miyim... o mahkemeyi... hani Düşünseli'nin içindeki?"
"Sorabilirsin," dedi Dumbledore ciddiyetle. "O mahkemeye defalarca katıldım, ama bazı davaları diğerlerinden daha belirgin şekilde hatırlıyorum... özellikle de şu aralar..."
"Geldiğinizde - geldiğinizde izlediğim davayı biliyorsunuz, değil mi? Hani Crouch'un oğlunun olduğu davayı? Şeyy... Neville'in annesiyle babasından mı bahsediyorlardı?"
Dumbledore, Harry'ye, içe işleyen bakışlarla baktı.
"Neville onu niye ninesinin büyüttüğünü sana anlatmadı mı?" dedi.
Harry başını iki yana salladı. Neville'i dört yıldır tanıyordu, nasıl olup da bunu sormayı akıl etmediğini anlayamıyordu.
"Evet, Neville'in annesiyle babasından bahsediyorlardı," dedi Dumbledore. "Babası Frank tıpkı Profesör Moody gibi bir Seherbaz'dı. Duyduğun gibi, o ve eşi, Voldemort'un gücünü yitirdikten sonra nerede olduğunu söyletmek amacıyla işkence gördüler."
"Yani öldüler mi?" dedi Harry alçak sesle.
"Hayır," dedi Dumbledore. Sesinde Harry'nin daha önce hiç duymadığı bir acı vardı. "Delirdiler. İkisi de St ıMungo Sihirsel Hastalıklar ve Sakatlıklar Hastane-si'ndeler. Sanınm Neville tatillerde ninesivte birlikte onları ziyaret ediyor. Onu tanımıyorlar."
707

Harry öylece kaldı, dehşete düşmüştü. Bilmiyordu... dört yıldır hiç öğrenmeye çalışmamıştı...
"Longbottom'lar çok popülerdi," dedi Dumbledore. "Onlara yapılan saldırılar Voldemort'un düşüşünden sonra, tam herkes güvende olduğunu düşünürken gerçekleşti. O saldırılar benzerine hiç rastlamadığım şiddette bir öfkeye yol açtı. Bakanlık bunu yapanları yakalamak için büyük baskı altındaydı. Ne yazık ki, Long-bottom'ların sunduğu deliller -durumları göz önüne alınırsa- çok güvenilir değildi."
"O halde Mr Crouch'un oğlu işin içinde olmayabilirdi?" dedi Harry, ağır ağır konuşarak.
Dumbledore başını iki yana salladı. "Bu konuda hiçbir fikrim yok."
Harry bir süre daha sessizlik içinde oturup Düşün-seli'nin içindeki anaforu seyretti. Sormaya can attığı iki soru daha vardı... ama bunlar yaşayan kişilerin suçlarıyla ilgiliydi...
"Şeyy," dedi, "Mr Bagman..."
"... bir daha hiçbir Karanlık faaliyetle suçlanmadı," dedi Dumbledore sakince.
"Peki," dedi Harry çabucak. Gözleri yine Düşünseli' nin içine daldı. Dumbledore yeni düşünceler eklemeye son verdiğinden, şimdi çanağın içindekiler daha yavaş dönüyordu. "Bir de... şeyy..."
Ama Düşünseli, Harr/nin aklındaki soruyu onun yerine soruyordu adeta. Yüzeyde yine Snape'in yüzü belirdi. Dumbledore bir ona, bir de Harry'ye baktı.
"Profesör Snape için de aynı şey geçerli," dedi.
708

Harry, Profesör Dumbledore'un açık mavi gözlerine baktı. Daha kendine engel olamadan, asıl bilmek istediği şey ağzından dökülmüştü bile. "Niçin onun Volde-mort'u desteklemeyi gerçekten bıraktığını düşünüyorsunuz, Profesör?"
Dumbledore gözlerini bir süre Harry'nin gözlerine dikti. Sonra, "İşte bu konu, Harry," dedi, "Profesör Sna-pe'le benim aramda."
Harry konuşmanın sona erdiğini anladı; Dumbledore kızgın görünmüyordu, ama sesinde Harry'ye gitme vaktinin geldiğini söyleyen bir kesinlik vardı. Harry ayağa kalktı, Dumbledore da öyle.
"Harry," dedi, tam Harry kapıya ulaştığında. "Lütfen Neville'in annesiyle babasından kimseye bahsetme. Bunu insanlara kendisinin söylemeye hakkı var, hazır olduğu zaman."
"Peki, Profesör," dedi Harry. Çıkmak için arkasını döndü.
"Ve -"
Harry dönüp baktı.
Dumbledore, Düşünseli'nin önünde duruyordu. Yüzü çanaktan yükselen gümüşümsü ışıkla alttan aydınlanmıştı ve her zamankinden daha yaşlı görünüyordu. Harry'ye bir süre öylece baktı ve, "Üçüncü görevde iyi şanslar," dedi.
709

GeCeLeR
12-10-2006, 02:08 AM
OTUZ BİRİNCİ BÖLÜM
Üçüncü Görev"Dumbledore da Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen'in güçlendiğini mi düşünüyor?" diye fısıldadı Ron.
Harry, Düşünseli'nde gördüğü her şeyi ve Dumbledore'un daha sonra ona söyleyip gösterdiklerinin hemen hemen hepsini az önce Ron ve Hermione ile paylaşmıştı - ve tabii, Dumbledore'un odasından çıkar çıkmaz bir baykuş gönderdiği Sirius'la da. Harry, Ron ve Hermione o gece yine ortak salonda geç saatlere kadar oturdular, Harry'nin başı dönene kadar her şeyi konuş-tular.~Öyle ki sonunda Harry, Dumbledore'un, insanın kafası bazen düşünceyle öyle dolar ki onları dışarı akıtmak rahatlık verir, derken neyi kastettiğini anladı.
Ron ortak salonun şöminesindeki ateşe bakıyordu. Ilık bir akşam olduğu halde, Harry onun hafifçe titrediğini de gördü.
"Ve Snape'e güveniyor, ha?" dedi Ron. "Snape'e gerçekten güveniyor, hem de eskiden Ölüm Yiyen olduğunu bildiği halde, öyle mi?" "Evet," dedi Harry.
710

Hermione on dakikadır konuşmuyordu. Alnını ellerine dayamış, dizlerine bakıyordu. Harry onun da bir Düşünseli'ne ihtiyacı varmış gibi göründüğünü düşündü.
Hermione sonunda, "Rita Skeeter," diye mırıldandı.
Ron kulaklarına inanamayarak, "Şu anda kafanı nasıl ona takarsın?" dedi.
"Kafamı takmıyorum," dedi Hermione, dizlerine bakarak. "Sadece düşünüyorum... Bana Üç Süpürge'de ne dediğini hatırlıyor musunuz? 'Ludo Bagman hakkında saçlarını diken diken edecek şeyler biliyorum.' Bunu kastetti, değil mi? Önün davasını haber yapmıştı, Ölüm Yiyen'lere bilgi aktardığını biliyordu. Winky de öyle, hatırladınız mı?.. 'Mr Bagman kötü bir büyücü.' Mr Crouch o kurtuldu diye fena halde öfkelenmiş olmalı, mutlaka evde de sözünü etmiştir."
"Evet, ama Bagman kasıtlı olarak bilgi aktarmadı, değil mi?"
Hermione omuz silkti.
Ron, Harry'ye dönerek, "Ve Fudge, Crouch'a Madam Maxime'm saldırdığını düşünüyor, ha?" dedi.
"Evet," dedi Harry, "ama bunu Crouch, Beauxba-tons arabasının yakınlarında yok oldu diye söylüyor sadece."
Ron ağır ağır, "Biz o kadını hiç düşünmedik, değil mi?" dedi. "Bakın, kesinlikle dev kanı var onda, kabul etmek de istemiyor -"
Hermione başını kaldırarak, hırçın hırçın, "Elbette istemez," dedi. "Rita annesinin kim olduğunu öğren-
711

dikten sonra Hagrid'in başına gelenlere baksanıza. Fudge'a baksanıza, sırf kadın kısmi dev diye onun için nasıl sonuçlara varıyor. Kim böyle bir önyargı ister ki? Gerçeği söyleyince başıma böyle şeyler geleceğini bilsem ben de iri kemiklerim var derdim herhalde."
Hermione saatine baktı.
"Hiç alıştırma yapmadık!" dedi, hayret ve dehşetle. "Engelleme Büyüsü'nü yapacaktık! Yann kesinlikle buna başlamamız gerek! Hadi, Harry, biraz uyumalısm."
Harry ve Ron merdivenden yavaş yavaş yatakhanelerine çıktılar. Harry pijamasını giyerken, Neville'in yatağına baktı. Dumbledore'a verdiği sözü tutmuş, Ron ve Hermione'ye Neville'in annesi ve babasından söz etmemişti. Harry gözlüğünü çıkarıp dört direkli karyolasına tırmanırken, insanın hâlâ yaşayan ama onu tanıya-mayan bir annesiyle babası olmasının nasıl bir şey olacağını düşündü. Kendisi yetim olduğu için çoğu kez yabancıların sempatisini kazanırdı, ama Neville'in horultularını dinlerken, onun bu sempatiye kendisinden fazla layık olduğunu düşündü. Karanlıkta yatarken, Mr ve Mrs Longbottom'a işkence edenlere karşı içinde bir öfke ve nefret dalgası yükseldiğini hissetti... Crouch'un oğlu ile arkadaşları Ruh Emici'ler tarafından mahkemeden sürüklenerek çıkarılırken kalabalığın yuhalamasını hatırladı... onların neler hissettiklerini anlıyordu... Sonra, çığlıklar atan çocuğun süt oeyazı yüzünü hatırladı ve onun bir yıl sonra öldüğünü kavrayıp sarsıldı...
Harry karanlıkta yatağının tentesine bakarak, Vol-demort'du, diye düşündü, her şey Voldemort'da dü-
712

ğümleniyordu.. Bütün bu aileleri parçalayan, bütün bu
hayatları mahveden oydu...
*
Ron ve Hermione'nin, üçüncü görev günü sona erecek sınavlar için çalışmaları gerekiyordu, ama onlar tüm güçleriyle Harry'nin hazırlanmasına yardım edi-ı- arlardı.
Harry ikisine bunu hatırlatıp bir süre kendi başına da alıştırma yapabileceğini söyleyince, Hermione, "Sen merak etme," demekle yetindi. "Hiç değilse Karanlık Sanatlara Karşı Savunma'dan en yüksek notları alacağız. Sınıfta bu uğursuzluk büyülerinin hiçbirini öğrenmemiştik."
Ron heyecanla, "Seherbaz olduğumuzda bu alıştırmalar işimize yarayacak," dedi. Vızıldayarak odaya giren bir eşekansı üzerinde Engelleme Büyüsü'nü denemiş ve onu havada hareketsiz hale getirmişti.
Haziran ayına girdikleri zaman şatoyu heyecanlı ve gergin bir hava kapladı. Herkes sömestr sonundan bir hafta önce yapılacak üçüncü görevi bekliyordu. Harry fırsat bulduğu her anda uğursuzluk büyüsü alıştırması yapıyordu. Bu görev için kendine diğerlerinde olduğundan çok daha fazla güveniyordu. Şüphesiz zor ve tehlikeli olacaktı ama, Moody haklıydı: Harry bundan önce de canavanmsı yaratıklar ve sihirli engeller arasından yolunu bulmuştu, üstelik bu sefer önceden haberi vardı ve karşısına çıkacaklar için kendini hazırlama şansına sahipti.
Profesör McGonagall okulda girdiği her yerde
713

Harry, Hermione ve Ron'u bulmaktan bıkınca, onlara öğle yemeği saatinde boş olan Biçim Değiştirme sınıfını kullanma izni verdi. Harry, çok geçmeden, saldırganları yavaşlatmaya ve önlerini kesmeye yarayan Engelleme Büyüsü'nün, katı cisimleri patlatarak yolundan kaldırmasını sağlayacak Eksiltme lanetinin ve Hermione'nin yararlı bir keşfi olan Dört-Nokta Büyüsü'nün ustası kesilmişti. Bu büyü, asasını kuzeye doğrultarak, labirentte doğru yönde gidip gitmediğini kontrol etmesini sağlayacaktı. Ancak, Kalkan Büyüsü ile hâlâ sorunları vardı. Bu büyü doğru yapıldığında, insanın çevresinde, küçük lanetleri yolundan saptıran geçici, görünmez bir duvar oluşturuyordu. Hermione bu duvarı çok isabetli bir Pelte-Bacak Büyüsü'yle parçalamayı başarmıştı. Ve Hermione bunun karşı-büyü-sünü bulana kadar, Harry on dakika süreyle odada yalpalayıp durmuştu.
Hermione cesaret verici bir şekilde, "Ama yine de gerçekten iyi gidiyorsun," dedi. Listesine bakıp, şimdiye kadar öğrenmiş oldukları bütün büyülerin üstünü çizdi. "Bunların bir kısmı mutlaka işine yarayacaktır."
Pencerenin yanında duran Ron, "Gelin de şuna bakın," dedi. Aşağıya, araziye bakıyordu. "Malfoy ne yapıyor öyle?"
Harry ve Hermione bakmaya gittiler. Malfoy, Crab-be ve Goyle aşağıda bir ağacın gölgesindeydiler. Crab-be ve Goyle gözcülük yapar gibiydiler, ikisi de yılışık yılışık sırıtıyordu. Malfoy elini ağzına tutmuştu. Eliyle konuşuyor gibiydi.
714

Harry merakla, "Telsiz kullanıyormuş gibi görünüyor," dedi.
"Kullanamaz," dedi Hermione. "Size söyledim, böyle şeyler Hogwarts civarında çalışmaz. Hadi, Harry," diye ekledi enerjik bir halde. Pencereye arkasını dönüp odanın ortasına gitti. "O Kalkan Büyüsü'nü yine
deneyelim."
*
Sirius artık her gün bir baykuş gönderiyordu. Hermione gibi o da, başka herhangi bir şeyle ilgilenmeden önce, Harry'ye son görevi de atlattırmaya odaklanmak istiyormuş gibiydi. Her mektubunda Harry'ye, Hog-vvarts duvar lan dışında olup bitenlerin Harry'nin sorumluluğu olmadığını, ayrıca bunları etkilemeye de gücünün yetmeyeceğini hatırlatıyordu.
Eğer Voldemort gerçekten yeniden güçleniyorsa [diye yazıyordu] benim için öncelikli olan, senin güvenliğini sağlamaktır. Dumbledore'un koruması altında olduğun sürece sem eline geçirmeyi umut edemez, ama sen yine de riske girme: Dikkatini o labirenti sağ salim tamamlamak üzerinde topla, ancak ondan sonra başka meselelerle ilgilenebiliriz.
24 Haziran yaklaştıkça, Harry de tedirginleşmeye başladı. Ama bu sefer birinci ve ikinci görevlerden önceki ka'dar huzursuz değildi. Her şeyden önce, bu kez göreve hazırlanmak için elinden geleni yaptığından emindi. Ayrıca, bu son engeldi ve ne kadar kotu bir per-
715

fomans çıkarırsa çıkarsın, Turnuva nihayet sona erecekti, bu da onu çok rahatlatacaktı.
*
Üçüncü görev sabahı Gryffindor masasında kahvaltı çok gürültülü geçti. Posta baykuşları Harry'ye Siri-us'tan bir iyi şanslar kartı getirdiler. Kart, ön yüzünde Çamurlu bir pati izi olan, katlanmış bir parşömen parçasından ibaretti sadece, ama Harry yine de çok memnun oldu. Bir cüce baykuş Hermione'ye her zamanki gibi o günkü Gelecek Postası'm getirdi. Hermione gazeteyi açtı, birinci sayfaya bir göz attı ve üzerine ağız dolusu balkabağı suyu püskürttü.
"Ne?" dediler Harry ve Ron bir ağızdan, ona bakarak.
Hermione hemen, "Hiç," diyerek gazeteyi ortadan kaldırmaya çalıştı, ama Ron elinden kaptı.
Manşete baktı ve, "Olamaz," dedi. "Bugün olmaz. Vay yaşlı inek."
"Ne?" dedi Harry. "Yine Rita Skeeter mı?"
"Hayır," dedi Ron ve tıpkı Hermione gibi gazeteyi ortadan kaldırmaya çalıştı.
"Benim hakkımda, değil mi?" dedi Harry.
Ron hiç de ikna edici olmayan bir ses tonuyla, 'Hayır," dedi.
Ama daha Harry'nin gazeteyi ondan istemesine fırsat kalmadan, Draco Malfoy Büyük Salon'un öteki ucundan, Slytherin masasından bağırdı.
"Hey, Potter! Potter! Başın nasıl? Kendini iyi hissediyor musun? Çıldınp bize zarar vermeyeceğinden eminsin, değil mi?"
716

Malfoy'un elinde de bir Gelecek Postası vardı Masanın çevresindeki Slytherin'ler kıs kıs gülüyor, sandalyelerinde kıpırdanarak Harry'nin tepkisini görmeye çalışıyorlardı.
"Şunu göreyim," dedi Harry, Ron'a. "Ver şunu bana."
Ron istemeye istemeye gazeteyi verdi. Harry ön sayfayı çevirdi ve kendini, kendi resmine bakar halde buldu. Resim manşetin hemen altındaydı.
HARRY POTTER "DENGESİZ VE TEHLiKELi"
Adı Anılmaması Gereken Kişi'yi yenilgiye uğratan çocuk istikrarsız ve belki de tehlikeli, diye yazıyor Özel Muhabirimiz Rita Skeeter. Harry Potter'ın, Üçbüyücü Turnuvası gibi çetin bir yarışmaya katılmaya, hatta Hog-ıvarts'ta okumaya uygun olduğu konusunda kuşkular uyandıran tuhaf davranışlarına ilişkin olarak son zamanlarda korkutucu kanıtlar açığa çıktı.
Gelecek Postası, özel kaynaklarından, Potter'ın okulda sık sık baygınlık geçirdiğini ve çoğu kez de alnındaki bir yara izinin (Adı Anılmaması Gereken Kişi'nin onu öldürmeye çalıştığı lanetin yadigârı) acıdığından şikâyet ettiğini haber aldı. Gelecek Postası muhabiri geçen pazartesi bir Kehanet dersinin ortasında, Potter'ın, yara izinin derse devam edemeyeceği kadar acıdığını iddia ederek sınıftan dışarı fırladığına tanık oldu.
St Mungo Sinirsel Hastalıklar ve Sakatlıklar Hastanesindeki en büyük uzmanlara göre, Potter'ın beyninin
717

Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen'in saldırısı sırasında etkilenmiş olması mümkün. Yara izinin hâlâ acıyor olduğu yolundaki ısrarının ise, ondaki derin bir zihinsel kargaşayı ifade edebileceği söyleniyor.
Bir uzman, "Açıyormuş gibi yapıyor bile olabilir," dedi. "Böylece dikkati üstüne çekmeye çalışıyor olabilir."
Ancak, Gelecek Postası, Harry Potter hakkında, Hogıvarts Müdürü Albus Dumbledore'un büyücü toplumundan özenle gizlediği bazı endişe verici gerçeklen açığa çıkarmış bulunuyor.
Hogwarts dördüncü sınıf öğrencilerinden Draco Malfoy, "Potter, Çataldili konuşabiliyor," diye açıklıyor, "iki yıl önce öğrencilere birçok saldırı düzenlenmişti ve çoğu kişi Potter'ın bir Düello Kulübünde öfkesine hâkim alamayıp başka bir çocuğun üzerine bir yılanı saldığını gördükten sonra, bu saldırıların arkasında onun olduğunu düşünmüştü. Ne var ki, bütün bunlar hasıraltı edildi. Ama Potter ********lar ve devlerle de dostluk kurdu. Biraz güç sahibi olmak için her şeyi yapacağını düşünüyoruz. "
Yılanlarla konuşma yetisi olan Çatalağızlık nicedir bir Karanlık Sanat sayılıyor. Aslında çağımızın en ünlü Çatalağzı da Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen'in ta kendisiydi. Adının gizli kalmasını isteyen bir Karanlık Güç Savunma Birliği üyesi, Çataldili konuşabilen her büyücüye "soruşturmaya değer" gözüyle bakacağını söyledi. "Şahsen ben, yılanlarla konuşabilen herkesten çok şüphelenirim, çünkü yılanlar sık sık Karanlık Sihir'in en kötü türlerinde kullanılırlar, tarihsel olarak da kötülük yapanlar-
718

la ilişkilendirilirler." Aynı şekilde, "********lar ya da devler gibi kötücül yaratıklarla arkadaş olan kişi, şiddeti seven biri sayılabilir."
Albus Dumbledore böyle bir çocuğun Üçbüyücü Turnuvası'nda yarışmasına izin verme konusunda gerçekten de uzun uzun düşünmeli. Kimileri Potter'ın, bu akşam üçüncü görevi yerine getirilecek olan Turnuva'yı kazanma hırsıyla Karanlık Sanatlar'a başvuracağından korkuyor.
Harry gazeteyi katlarken, okuduklarını ciddiye almaz bir edayla, "Bana karşı pek sevgisi kalmamış gibi görünüyor, değil mi?" dedi.
Slytherin masasında Malfoy, Crabbe ve Goyle ona bakıp gülüyor, parmaklarıyla başlarını dürtüyor, yüzlerini acayip şekillere sokuyor ve dillerini yılan gibi sallıyorlardı.
Ron, "Yara izinin Kehanet dersinde acıdığını nereden biliyor?" diye sordu. "Orada olması mümkün değil, duyabilmesi de mümkün değil -"
"Pencere açıktı," dedi Harry. "Soluk alabilmek için ben açtım."
"Kuzey Kulesi'nin tepesindeydin!" dedi Hermione. "Sesin aşağıya, ta araziye kadar gitmiş olamaz!"
Harry, "Eh, gizlice haber almanın sihirli yöntemlerini araştıran sensin sözde!" dedi. "Onun bunu nasıl yaptığını sen söyle!"
"Elimden geleni yapıyorum!" dedi Hermione. "Ama ben... ama..."
719

Birden Hermione'nin yüzüne tuhaf, hülyalı bir ifade yayıldı. Bir elini ağır ağır kaldırarak parmaklarını saçından geçirdi.
"İyi misin?" dedi Ron, ona kaşlarım çatıp bakarak.
Hermione soluğunu tutarak, "Evet," dedi. Parmaklarını yeniden saçından geçirdi, sonra görünmez bir telsizle konuşuyormuş gibi elini ağzına götürdü. Harry ve Ron bakıştılar.
Hermione boşluğa bakarak, "Aklıma bir şey geldi," dedi. "Biliyorum sanırım... çünkü o zaman kimse onu göremezdi... Moody bile... ve pencere pervazına da çıkabilirdi... ama yapmasına izin yok... kesinlikle izin yok... sanırım şimdi elimize düştü! Bana kütüphanede iki saniye müsaade edin - sadece emin olayım diye!"
Bunları söyler söylemez okul çantasını aldı ve koşarak Büyük Salon'dan çıktı.
"Hey!" diye seslendi Ron arkasından. "On daKİka sonra Sihir Tarihi sınavımız var!" Harry'ye dönerek, "Vay canına," dedi, "o Skeeter denen kadından gerçekten nefret ediyor olmalı, baksana, bir sınavın başını kaçırmayı göze alıyor. Binns'in dersinde ne yapacaksın -yine okuyacak mısın?"
Bir Üçbüyücü şampiyonu olarak yıl sonu sınavlarından muaf tutulan Harry, şimdiye kadar bütün sınavlarda sınıfın arkasında oturmuş, üçüncü görev için yeni uğursuzluk büyüleri aramıştı.
Harry, "Sanırım," dedi Ron'a. Ama tam o sırada Profesör McGonagall, Gryffindor masasının çevresinden dolaşarak onun yanına geldi.
720

"Potter, şampiyonlar kahvaltıdan sonra Salon'un oradaki odada toplanıyorlar," dedi.
"Ama görev bu geceden önce değil ki!" dedi Harry Zamanı yanlış mı biliyorum korkusuyla, çırpılmış yumurtayı kazara önüne döktü.
"Bunun farkındayım, Potter. Şampiyonların aileleri son görevi izlemek üzere davet ediliyor, biliyorsun. Bu, senin onlara hoş geldin demen için bir şans sadece," dedi Profesör.
Sonra da gitti. Harry onun arkasından ağzı açık ba-kakaldı.
"Dursley'lerin gelmesini beklemiyor, değil mi?" diye sordu Ron'a boş boş.
"Bilmem," dedi Ron. "Harry, acele etsem iyi olacak, Binns'in sınavına geç kalacağım. Sonra görüşürüz."
Harry boşalmakta olan Büyük Salon'da kahvaltısını bitirdi. Fleur Delacour'un Ravenclavv masasından kalktığını ve yan odaya doğru ilerleyip içeri giren Cedric'e katıldığını gördü. Kısa süre sonra Krum da onlara katılmak için kamburunu çıkartarak gitti. Harry olduğu yerde kaldı. O odaya gitmeyi gerçekten istemiyordu. Ailesi yoktu - vani, onun hayatını tehlikeye atmasını görmek ıqin gelecek bir ailesi yoktu. Ama tam da, kütüphaneye gidip biraz daha uğursuzluk büyüsü araştırsam iyi olur, diye düşünerek masadan kalkarken, yan odanın kapısı açıldı, Cedrıc başını dışarı uzattı.
"Harry, gel hadi, seni bekliyorlar!"
Tam anlamıyla afallayan Harry ayağa kalktı. Durs-
721

ley'ler burada olamazlardı herhalde, değil mi? Salon'u geçti ve odanın kapısını açtı.
Cedric ve annesiyle babası hemen kapının içinde duruyorlardı. Viktor Krum bir köşede siyah saçlı annesi ve babasıyla hızlı hızlı Bulgarca konuşuyordu. Babasının kanca burnunu miras almıştı. Odanın diğer yanında Fleur annesiyle çabuk çabuk Fransızca konuşuyordu. Fleur'ün küçük kardeşi Gabrielle annesinin elini tutuyordu. Harry'ye el salladı, Harry de gülümseyerek ona el salladı. Derken, şöminenin önünde durmuş, cna gülümseyen Mrs Weasley ile Büi'i gördü.
Harry ağzı kulaklarında gülümseyip onlara doğru yürürken, "Sürpriz!" dedi Mrs VVeasley heyecanla. "Gelip seni izleyelim dedik, Harry!" Eğilip onu yanağından öptü.
Bili, Harry'ye sırıtıp onun elini sıkarak, "İyisin ya?" dedi. "Charlie de gelmek istiyordu, ama izin alamadı. Dedi ki, Boynuzkuyruk'a karşı inanılmazmışsın."
Harry, Fleur Delacour'un, annesinin omzu üstünden büyük bir ilgiyle Bill'i süzdüğünü fark etti. Anlaşılan uzun saça da, ucunda diş olan küpelere de hiçbir itirazı yoktu.
Harry, Mrs VVeasley'ye, "Ne kadar iyisiniz," diye mırıldandı. "Bir an sandım ki - Dursley'ler -"
"Hımm," dedi Mrs VVeasley, dudaklarını büzerek. Harry'nin önünde Dursley'leri eleştirmekten hep kaçınmıştı, ama adları her geçtiğinde gözlerinde şimşekler çakardı.
Bili odaya bakarak, "Yeniden burada olmak harika," dedi (Şişman Hanım'm arkadaşı Violet ona çerçe-
722

vesinden göz kırptı). "Burasını beş yıldır görmedim. O deli şövalyenin resmi hâlâ duruyor mu? Sir Cado-gan'ın?"
Bir yıl önce Sir Cadogan'la karşılaşmış olan Harry, "Ha, evet/' dedi.
"Peki, ya Şişman Hanım?" dedi Bili.
Mrs VVeasley, "Ben okuldayken de buradaydı," dedi. "Bir gece yatakhaneye sabah dörtte geldim diye bana amma fırça atmıştı -"
Bili annesini şaşkınlıkla süzerek, "Sabahın dördünde yatakhanenin dışında ne işin vardı?" diye sordu.
Mrs VVeasley sırıttı, gözleri pırıl pırıl parlıyordu.
"Babanla ben gece yürüyüşüne çıkmıştık," dedi. "Baban Apollyon Pringle tarafından yakalandı - o sıralar hademe oydu - baban bugün bile izlerini taşır."
Bili, "Ne dersin, Harry," dedi, "bize bir tur attırır mısın?"
"Evet, tabii," dedi Harry. Büyük Salon'a açılan kapıya doğru yürüdüler.
Amos Diggory, yanından geçerlerken döndü. "Buradasın, ha?" dedi, Harry"yi tepeden tırnağa süzerek. "Cedric sana yetiştiğine göre, bahse girerim ki fiyakan bozulmuştur, değil mi?"
"Efendim?" dedi Harry.
"Aldırma ona," dedi Cedric alçak sesle Harry'ye. Babasına kaşlarını çattı. "Rita Skeeter'ın Üçbüyücü Turnuvası hakkındaki yazısından beri kızgın - biliyorsun, hani sen tek Hogwarts şampiyonuymuşsun gibi bir şeyler yazdıydı ya."
723

Amos Diggory, Mrs Weasley ve Bili'le birlikte kapıdan çıkmak üzere olan Harry'ye duyuracak kadar yüksek sesle, "Ama onun hatasmı düzeltme zahmetine de katlanmadı, değil mi?" dedi. "Yine de... göster ona, Ced. Onu daha önce de bir kez yenmiştin, ha?"
Mrs VVeasley kızgın kızgın, "Rita Skeeter mesele çıkarmak için elinden geleni ardına koymuyor, Amos!" dedi. "Bunu bilirsin sanıyordum, Bakanlık'ta çalıştığına göre!"
Mr Diggory öfkeyle bir şey söyleyecek gibi oldu, ama kansı elini onun koluna koyunca, omuz silkip geri dönmekle yetindi.
Harry güneşli arazide Bili ve Mrs VVeasley ile dolaşıp, onlara Beauxbatons arabasını ve Durmstrang gemisini göstererek çok keyifli bir sabah geçirdi. Mrs VVeasley, kendisi okuldan ayrıldıktan sonra dikilen Şamara Söğüt'u merak etmişti. Hagrid'den önceki bekçi olan Ogg adlı adama ilişkin hatıralarını da uzun uzun yâd etti.
Seraları dolaşırlarken, Harry, "Percy nasıl?" dedi.
"İyi değil," dedi Bili.
Mrs VVeasley sesini alçaltıp çevreye bakmarak, "Çok üzgün," dedi. "Bakanlık, Mr Crouch'un kayboluşunu hasıraltı etmek istiyor, ama Percy, Mr Crouch'un ona gönderdiği talimatlar konusunda sorguya çekilmek üzere çağrıldı. Bu talimatların aslında onun tarafından yazılmamış olabileceği ihtimalini göz önüne alıyor gibiler. Percy çok zorlandı. Bu gece onun Mr Crouch'un yerine beşinci jüri üyesi olmasına izin vermediler. Bu işi Cornelius Fudge yapacak."
724

Öğle yemeği için şatoya döndüler.
"Anne - Bili!" dedi Gryffindor masasına gelen Ron, aptallaşmış halde. "Burada ne işiniz var?"
Mrs VVeasley neşeyle, "Son görevinde Harry'yi izlemeye geldik!" dedi. "Yemek yapmak mecburiyetinde kalmamak da çok hoş bir değişiklik oluyor yani. Sınavın nasıl geçti?"
"Ha... fena sayılmaz," dedi Ron. "Bütün asi cincü-çelerin adlarını hatırlayamadım, ben de birkaç tane uydurdum." Mrs VYeasley ona sert sert bakarken, Corn bölgesine mahsus bir hamur işini tabağına koyarak, "Mesele yok," dedi. "Zaten hepsinin adlan Bodur Bod-rod ve Uyuz Urg gibi bir şeyler oluyor; zor değildi yani."
Fred, George ve Ginr.y CİG gelip oniann yanına oturdular. Harry öyle iyi vakit geçiriyordu ki, kendini Ko-vuk'a dönmüş gibi hissediyordu. Akşamki görev için kaygılanmak aklına bile gelmiyordu. Ancak yemeğin ortasında Hermione çıkagelince, Harry onun kahvaltıda Rita Skeeter konusunda parlak bir şey bulduğunu hatırladı.
"Bize söyleyecek misin -"
Hermione onu uyarır gibi başını iki yana salladı ve Mrs Weasley'ye göz attı.
Mrs VVeasley her zamankinden çok daha katı bir tavırla, "Merhaba, Hermione," dedi.
"Merhaba," dedi Hermione. Mrs VVeasley'nin yüzündeki soğuk ifadeyi görünce gülümsemesi silinmişti.
Harry bir ona, bir öbürüne baktıktan sonra, "Mrs
725

GeCeLeR
12-10-2006, 02:09 AM
VVeasley," dedi, "Rita Skeeter'ın Cadı Gündemi'nde yazdığı o saçmalıklara inanmadınız, değil mi? Çünkü He. mione benim kız arkadaşım değil."
"Ya!" dedi Mrs Weasley. "Hayır - elbette inanmadım!"
Ama o andan sonra Hermione'ye karşı çok daha sıcak davrandı.
Harry, Bili ve Mrs Weasley öğleden sonrayı şatonun çevresinde uzun bir yürüyüşle geçirdiler, sonra da akşam şöleni için Büyük Salon'a döndüler. Ludo Bagman ile Cornelius Fudge da öğretmenler masasına katılmışlardı. Bagman hayli neşeliydi, ama Madam Maxime'in yanında oturan Cornelius Fudge'in çok katı bir hali vardı ve konuşmuyordu. Madam Maxime bütün dikkatini tabağına vermişti, Karry onun gözlerinin kızarmış olduğunu düşündü. Hagrid masanın öbür yanından ona bakıp duruyordu.
Yemek çeşitleri her zamankinden daha da zengindi, ama kendini gerçekten tedirgin hissetmeye başlayan Harry pek fazla yiyemedi. Tepedeki sihirli tavan maviden akşam alacası moruna dönerken, Dumbledore öğretmenler masasında ayağa kalktı. Salona sessizlik hâkim oldu.
"Hanımlar beyler, beş dakika içinde sizden Üçbü-yücü Turnuvası'nın üçüncü ve son görevi için Quid-ditch sahasına inmenizi isteyeceğim. Şampiyonlar lütfen şimdi Mr Bagman'in ardından stadyuma gitsin."
Harry ayağa kalktı. Masadaki bütün Gryffindor'lar j onu alkışlıyordu. VVeasley'ler ile Hermione ona iyi şans-İ
726

lar diledikten sonra, Harry, Büyük Salon'dan Cedric, Fleur ve Viktor'la birlikte çıktı.
Taş merdivenden araziye inerlerken, Bagman, "Kendini iyi hissediyor musun, Harry?" diye sordu. "Kendinden emin misin?"
"İyiyim," dedi Harry. Bir anlamda, doğruydu da. Tedirgindi ama, yürürken bir taraftan da üzerinde çalıştıkları bütün büyüleri aklından geçiriyordu. Hepsini hatırladığını bilmek kendini daha iyi hissetmesine yol açtı.
Şu anda tanınmaz halde olan Quidditch sahasına çıktılar. Altı buçuk metrelik bir çalı çit sahayı çepeçevre dolanıyordu. Tam önlerinde bir açıklık vardı: Muazzam labirentin girişi. Gerisindeki geçit karanhk ve tekinsiz görünüyordu.
Beş dakika sonra tribünler dolmaya başladı; yüzlerce öğrenci yerlerini alırken, hava heyecanlı seslerle ve ayakların gümbürtüsüyle doldu. Gökyüzü şimdi koyu, berrak bir maviydi, ilk yıldızlar çıkmaya başlamıştı. Hagrid, Profesör Moody, Profesör McGonagall ve Profesör Flitwick stadyuma geldiler, Bagman'la şampiyonlara yaklaştılar. Hepsinin şapkalarında büyük, kırmızı, ışıklı yıldızlar vardı; sadece Hagrid yıldızını köstebek derisi yeleğinin sırtına takmıştı.
Profesör McGonagall şampiyonlara, "Biz çalı çitin dışında devriye geziyor olacağız," dedi. "Eğer başınız sıkışır da kurtarılmak isterseniz, havaya kırmızı kıvılcımlar gönderin. Birimiz gelir sizi alırız, anlaşıldı mı?"
Şampiyonlar evet anlamına başlarını salladılar.
727

Bagman dört devriyeye neşeyle, "Öyleyse, hadi bakalım, iş başına!" dedi.
Hagrid, "İyi şanslar, Harry," diye fısıldadı ve dördü ayn yönlerde, labirentin çevresinde mevzilerini almak üzere yürüyüp gittiler. Bagman asasını boğazına doğrulttu, "Sonorus," diye mırıldandı ve sihir yoluyla gür-leşen sesi tribünlerde yankılandı.
"Hanımlar beyler, Üçbüyücü Turnuvası'nın üçüncü ve son görevi başlamak üzere! Size şu anki puan durumunu hatırlatayım! Birinci sırada, her ikisi de 85'er puanla - Mr Cedric Diggory ve Mr Harry Potter, ikisi de Hogvvarts Okulu'ndan!" Yükselen alkışlar ve tezahürat Yasak Orman'in kuşlarının kararmakta olan gökyüzüne doğru kanat çırparak kaçmalarına neden oldu. "İkinci sırada, 80 puanla - Mr Viktor Krum, Durmstrang Enstitüsü'nden!" Yine alkışlar. "Ve üçüncü sırada - Miss Fle-ur Delacour, Beauxbatons Akademisi'nden!"
Harry tribünlerin orta yerinde Fleur'ü kibar kibar alkışlayan Mrs Weasley, Bili, Ron ve Hermione'yi hayal meyal seçebiliyordu. Onlara el salladı, onlar da gülümseyip el sallayarak karşılık verdiler.
"Pekâlâ... ben düdük çalınca, Harry ve Cedric!" dedi Bagman. "Üç - iki - bir -"
Kısa bir düdük çaldı, Harry ve Cedric telaşla labirente daldılar.
Yüksek çalı çit, patikaya kara gölgeler düşürüyordu. Belki çalılar o kadar yüksek ve kalın oldukları için, belki de büyülendiklerinden, onları çevreleyen kalabalığın sesi labirente girdikleri anda kesildi. Harry kendi-
728

ni yeniden sualtmdaymış gibi hissetti adeta. Asasını çıkardı, "Lumos," diye mırıldandı ve hemen arkasında Cedric'in de aynı şeyi söylediğini duydu.
Elli metre kadar sonra yol çatallandı. Birbirlerine baktılar.
"Görüşürüz," dedi Harry ve sola saptı, Cedric de sağa.
Harry, Bagman'm ikinci kez düdüğünü çaldığını duydu. Krum labirente girmişti. Harry hızlandı. Seçtiği yol tamamen ıssız görünüyordu. Sağa saparak hızını iyice artırdı. Asasını yüksekte, başının üstünde tutuyor, görebildiğince ileriyi görmeye çalışıyordu. Yine de görünürde bir şey yoktu.
Uzaklardan Bagman'm düdüğü üçüncü kez çaldı. Şimdi bütün şampiyonlar labirentteydi.
Harry arkasına bakıp duruyordu. Gözlendiği yolundaki o bildik duyguya kapılmıştı yine. Tepedeki göğün rengi koyulup laciverde dönüşürken, labirent de her geçen dakika daha çok kararıyordu. Harry ikinci bir yol aynmıyla karşılaştı.
Asasını avcuna yatırarak, "Yol göster," diye fısıldadı ona.
Asa olduğu yerde döndü ve sağını, yekpare çak çiti gösterdi. Burası kuzeydi ve Harry labirentin merkezine ulaşabilmek için kuzeybatıya gitmesi gerektiğini biliyordu. Yapabileceği en iyi şey, sola sapmak ve sonra da ilk fırsatta sağa dönmekti.
Önündeki patika da boştu, Harry bir sağ sapağa rastlayıp oraya girince, yolunun üstünde yine hiçbir şey
729

olmadığım gördü. Niye olduğunu bilmiyordu, ama önünde engel olmayışı sinirlerini bozuyordu. Şimdiye kadar bir şeylerle karşılaşmış olması gerekmiyor muydu? Sanki labirent onu kandırıp bir tür sahte güven duygusu veriyor gibiydi. Sonra hemen arkasında bir kıpırtı duydu. Saldırmaya hazır halde asasını uzattı, ama ses sağdaki bir patikadan koşarak çıkan Cedric'ten gelmişti. Cedric fena halde sarsılmış görünüyordu. Cüppesinin kol ağzından dumanlar çıkıyordu.
"Hagrid'in Patlar-Uçlu Keleker'leri!" diye tısladı. "Muazzam boydalar - ucu ucuna sıyırdım!"
Başını salladı ve başka bir patikaya saparak gözden kayboldu. Kendisiyle Keleker'ler arasında mümkün olduğu kadar mesafe bırakmak isteyen Harry de aceleyle yeniden yola koyuldu. Sonra bir köşeyi döndü ve -
Ona doğru kayarcasına gelen bir Ruh Emici gördü. Dört metre boyundaydı, kukuletası yüzünü gözlerden saklıyordu, çürüme halindeki lekeli elleri öne uzanmıştı. Yönünü körlemesine sezerek Harry'ye doğru ilerledi. Harry ,onun hırıltılı soluğunu duyuyordu; yapış yapış soğuğua çevresini sardığını hissediyordu, neyse ki ne yapması gerektiğini biliyordu...
Aklına gelen en mutluluk verici düşünceyi çağırdı. Labirentten çıkıp Ron ve Hermione'yle bunu kutlama düşüncesine konsantre oldu, asasını kaldırdı ve bağırdı: "Expecto Patronum!"
Harry'nin asasının ucundan gümüş bir çatalboy-nuzlu geyik fırladı ve Ruh Emici'ye doğru dört nala gitti, Ruh Emici geri çekildi, cüppesinin eteğine takıldı...
730

Harry daha önce bir Ruh Emici'nin sendelediğini hiç görmemişti.
"Dur orda!" diye haykırdı, gümüş Patronus'unun ardından giderek. "Sen bir Böcürt'sün! Riddikulus!"
Gürültülü bir patlama duyuldu. Hemen sonra, biçim değiştirici yaratık patlayarak bir duman demetine dönüştü. Gümüşi çatalboynuzlu geyik gözden kayboldu. Keşke kalabilseydi, diye düşündü Harry, bir arkadaş işine yarardı... ama hızla ve olabildiğince sessizce ilerledi; kulak kesilmişti, asası bir kez daha havadaydı.
Sol... sağ... yeniden sol... iki keresinde çıkmaza çattı. Yeniden Dört-Nokta Büyüsü'nü yaptı, fazla doğuya gittiğini fark etti. Geri döndü, sağa saptı ve önünde havada yüzen tuhaf, altın bir sis gördü.
Harry ona dikkatle yaklaştı, asasının ışınını üstüne tuttu. Bir tür tılsıma benziyordu bu. Acaba bir Eksiltme lanetiyle onu patlatıp yolumdan çekebilir miyim, diye merak etti.
"Reducto!" dedi.
Lanet dosdoğru sisin içinden geçti, onu etkilemedi. Bilmem gerekirdi zaten, diye düşündü; Eksiltme, katı nesnelere etki eden bk lanetti. Peki, yürüyüp sisin içinden geçse ne olurdu acaba? Denemeye değer miydi, yoksa geri mi dönmeliydi?
Sessizliği bir çığlık deldiğinde, hâlâ tereddütteydi.
"Fleur?" diye haykırdı Harry.
Sessizlik sürdü. Harry her yanına baktı. Fleur'e ne olmuştu? Çığlığı ileride bir yerden geliyor gibiydi. Harry derin bir soluk aldı ve koşarak büyülü sisin içine girdi.
731

Dünya tersine döndü, Harry, saçları dikilmiş halde, yerden aşağı sarkıyordu. Gözlüğü burnunun ucundan sallanıyordu, dipsiz gökyüzüne düştü düşecek gibiydi. Gözlüğünü burnunun ucunda sıkı sıkı tuttu ve dehşet içinde orada asılı kaldı. Sanki ayaklan, artık tavan halini almış olan çimlere yapışmış gibiydi. Aşağıda karanlık, yıldızlarla bezeli semalar sonsuza kadar uzanıyordu. Bir ayağını oynatmaya çalışsa, yerküreden tamamen kopup gidecekmiş gibi hissetti kendini.
Düşün, dedi kendi kendine, bütün kanı başına hücum ederken, düşün...
Ama öğrendiği büyülerden hiçbiri yer ve göğün aniden yer değiştirmesiyle mücadele etmek üzere tasar-lanmamışh. Ayağım oynatmaya cesaret edebilir miydi? Kulaklarında kanın nabız gibi attığını duyabiliyordu. İki seçeneği vardı - hareket etmeye çalışmak ya da kırmızı kıvılcımlar gönderip kurtarılmak ve görevden diskalifiye olmak.
Altındaki sonsuz boşluğu görmemek için gözlerini yumdu-ve sağ ayağını çimlerden oluşan gökyüzünden becerebildiğince kuvvetle çekti.
Daha o an, dünya normal haline döndü. Harry harikulade bir şekilde kah olan toprağa, dizlerinin üstüne düştü. Şok yüzünden bedeni geçici bir süre gevşedi. Derin, sakinleştirici bir soluk aldıktan sonra yeniden ayağa kalktı ve aceleyle ileri atıldı. Mehtapta masum masum ona göz kırpan altın sisten koşarak uzaklaşırken, omzunun üzerinden geri bakıyordu.
İki yolun birleştiği bir sapakta durup Fleur'den bir
732

iz görmeye çalıştı. Çığlık atanın o olduğundan emindi. Neyle karşılaşmıştı acaba? İyi miydi? Ortada kırmızı kıvılcımlar görünmüyordu - bu, onun kendi başının çaresine baktığı anlamına mı geliyordu, yoksa asasına bile erişemeyecek kadar başı dertte miydi? Harry gittikçe artan bir huzursuzluk duygusuyla sağa saptı... ama aynı anda kendi kendine düşünmeden de edemedi: Bir şampiyon Turnuvadan çekilmişti...
Kupa yakınlarda bir yerdeydi ve anlaşıldığı kadarıyla Fleur artık yarışmıyordu. Harry buraya kadar gelmişti, değil mi? Ya gerçekten kazanabilirse? Bir an için, elinde olmadan şampiyon seçildiğinden beri ilk kez, kendisini okulun geri kalanı önünde Uçbüyücü Kupa-sı'm havaya kaldırırken gördü yine...
On dakika süreyle karşısına hiçbir şey çıkmadı, boyuna çıkmazlara sapıp duruyordu. İki kere aynı yanlış sapağa girdi. Sonunda yeni bir yol buldu ve koşmaya 3aşladı, asanın ışığı sallanıyor, Harry'nin çalı çit duvarlarındaki gölgesinin titremesine ve çarpılmasına yol açıyordu. Sonra Harry bir köşeyi daha döndü ve kendini bir Patlar-Uçlu Kelekerle karşı karşıya buldu.
Cedric haklıydı - gerçekten de muazzam boydaydılar. Üç metreden uzun olan Keleker her şeyden çok dev bir akrebe benziyordu. Uzun iğnesi sırtında kıvrılmıştı. Kalın zırhı Harry'nin ona doğrulttuğu asanın ışığında parıldıyordu.
"Sersemlet!"
Büyü Keleker'in zırhına vurup sekti; Harry tam vaktinde başını eğdi, ama burnuna yanmış saç kokusu
733

geldi; büyü başının tepesini alazlamıştı. Keleker ucundan bir ateş topu fırlattı ve ona doğru koştu.
"Impedimenta!" diye haykırdı Harry, Engelleme Bü-yüsü'ne başvurarak. Büyü yine Keleker'in zırhına çarpıp sekti. Harry geriye doğru sendeleyerek birkaç adım attı ve düştü. "IMPEDİMENTA/"
Keleker donup kaldığında ondan sadece birkaç santim uzaktaydı - Harry onu alttan, etli, kabuksuz karnından vurmayı başarmıştı. Soluk soluğa kalan Harry iterek ondan uzaklaştı ve aksi yönde son hızla koştu -Engelleme Büyüsü kalıcı değildi, Keleker her an yeniden bacaklarını kullanacak hale gelebilirdi.
Harry sola saptı ve çıkmaza tosladı, sağa ve başka bir çıkmaza; kendini durmaya zorlayarak, kalbi deli gibi atarken, yeniden Dört-Nokta Büyüsü'nü uyguladı. Geri döndü ve onu kuzeybahya götürecek bir patika seçti.
Yeni yolunda birkaç dakikadır hızla ilerliyordu ki, kendisininkine paralel olan patikada bir ses duydu, olduğu yerde kalakaldı.
Cedric'in sesi, "Ne yapıyorsun?" diye bağırdı. "Sen ne halt ettiğini sanıyorsun?"
Ve sonra Harry, Krum'un sesini duydu.
"Crucio!"
Hava birden Cedric'in feryatlanyla doldu. Dehşete kapılan Harry kendi patikasında koşarak Cedric'inkine geçecek bir yol bulmaya çalıştı. Bulamayınca da, yeniden Eksiltme lanetini denedi. Çok etkili olmadı ama, çalı çiti yakarak küçük bir delik açtı. Harry kalın diken
734

ve dallara tekme atıp kırarak kendine bir geçit açtı; cüppesini yırtarak güçbela içinden geçti. Sağma bakınca, yerde kıvranıp bükülen Cedric'i gördü. Krum başında ayakta duruyordu.
Krum tam başım kaldırırken, Harry ayağa kalktı ve asasını ona doğrulttu. Krum dönüp kaçmaya koyuldu.
"Sersemlet!" diye haykırdı Harry.
Büyü Krum'un sırtına vurdu; Krum olduğu yerde kalakaldı, öne düştü ve çimenlere yüzükoyun, hareketsiz uzandı. Harry artık kıvranmayı bırakan, elleri yüzünün üstünde, soluk soluğa yatan Cedric'in yanına koştu.
Onun kolunu tutarak, telaşla, "İyi misin?" diye sordu.
"Evet," diye soludu Cedric. "Evet... buna inanamıyorum... arkamdan sinsice sokuldu... onu duydum, geri döndüm, asasını bana doğrultmuştu..."
Cedric ayağa kalktı. Hâlâ titriyordu. O ve Harry yerde yatan Krum'a baktılar.
"Buna inanamıyorum... onu doğru dürüst biri sanıyordum," dedi Harry, Krum'a bakarak.
"Ben de öyle," dedi Cedric.
"Az önce Fleur'ün çığlık attığını duydun mu?" dedi Harry.
"Evet," dedi Cedric. "Yoksa Krum ona da mı büyü yaptı dersin?"
Harry düşünceli düşünceli, "Bilmiyorum," dedi.
Cedric, "Onu burada bıraksak mı?" diye mırıldandı.
735

"Hayır," dedi Harry. "Sanırım kırmızı kıvılcımlar göndermemiz gerek. Biri gelip onu alsın... yoksa bir Ke-leker'e yem olabilir."
Cedric, "Layığı da bu," diye mırıldandı. Ama yine de asasını kaldırdı ve havaya bir kırmızı kıvılcım sağanağı boşalttı. Kıvılcımlar Krum'un tepesinde havada asılı kalarak, yattığı yeri işaretlediler.
Harry ve Cedric orada, karanlıkta bir an durarak çevrelerine baktılar. Sonra Cedric, "Eh... sanırım devam etmemiz gerek..." dedi.
"Ne?" dedi Harry. "Ha... evet... tamam..."
Tuhaf bir andı. O ve Cedric kısa bir süre Krum'a karşı birleşmişlerdi - şimdiyse, rakip oldukları gerçeğini hatırlamışlardı. İkisi karanlık patikada konuşmadan yürüdüler, sonra Harry sola döndü, Cedric de sağa. Kısa süre sonra Cedric'in ayak sesleri duyulmaz oldu.
Harry doğru yönde gittiğinden emin olmak için Dört-Nokta Büyüsü'nü kullanmayı sürdürerek yoluna devam etti. Yarışma artık onunla Cedric arasındaydı. Şimdi Kupa'ya ilk önce ulaşma isteği her zamankinden kuvvetliydi, ama Krum'un az önce yaptığı şeye inanmakta hâlâ güçlük çekiyordu. Bir başka insana Affedilmez Lanet uygulamak Azkaban'da ömür boyu hapis demekti, Moody onlara öyle demişti. Krum, Üçbüyücü Kupası'nı bu kadar şiddetle istemiş olamazdı... Harry hızlandı.
Arada sırada başka çıkmazlara da çatıyordu, ama gittikçe artan karanlık onun labirentin kalbine daha da yaklaştığından emin olmasını sağlıyordu. Sonra, uzun,
736

düz bir patikada giderken, yine bir hareket gördü ve asasından çıkan ışık huzmesi olağandışı bir yaratığı aydınlattı. Sadece Canavar Kitap: Canavarlar'da. resmini gördüğü bir yaratığı.
Bir sfenks. Haddinden büyük bir aslanın gövdesine sahipti: Büyük tırnaklı pençeleri ve kahverengi bir püskülle sona eren uzun, sarımsı bir kuyruğu vardı. Ama başı kadın başıydı. Uzun, badem biçimi gözlerini kendisine yaklaşan Harry'ye çevirdi. Harry asasını kaldırdı, duraksadı. Sfenks atlamak üzereymiş gibi çömelme-mişti, buna karşılık patikada enine yürüyor, Harry'nin yolunu kapatıyordu.
Sonra derin, kısık bir sesle konuştu: "Hedefine çok yaklaştın. En kestirme yolun, beni geçmek."
Harry, "Öyleyse... öyleyse çekilir misiniz, lütfen?" dedi. Ama alacağı cevabı biliyordu.
Sfenks yürümeyi sürdürerek, "Hayır," dedi. "Bilmeceme cevap veremezsen olmaz. İlk seferinde cevapla - geçmene izin vereyim. Yanlış cevap ver - saldırayım. Sessiz kal - incinmeden benden uzaklaşmana izin vereyim."
Harry'nin midesi birkaç santim aşağı düştü sanki. Bu tür şeylerde iyi olan Hermione'ydi, o değil. Seçeneklerini gözden geçirdi. Bilmece çok zorsa, sessiz kalabilir, zarar görmeden sfenksten uzaklaşıp labirentin merkezine giden başka bir yol bulmaya çalışabilirdi.
"Peki," dedi. "Bilmeceyi söyler misiniz?"
Sfenks arka ayaklan üzerine, patikanın tam ortasına oturdu ve konuştu:
737

"Ne dersem yaparsın, kış gecesinde Isınayım diye, iki kemikle. Sonra başı, yarına güvenmenin. Ya da sonu, çözmek istediğinin. Ûçüncüyse bir ek, kullanılacak, Dün değil, bugün de; yann olacak. Şimdi de güzelce birleştir şöyle, öpmeyeceğin şey ne, bana söyle."
Harry ağzı açık ona bakakaldı.
Düşünerek, "Lütfen bir daha söyler misiniz... daha ağır ağır?" dedi.
Sfenks gözlerini kırptı, gülümsedi ve şiiri tekrarladı.
Harry, "Bütün ipuçları bir araya gelip öpmek istemediğim bir yaratık mı olacak?" diye sordu.
Sfenks esrarlı bir şekilde gülümsemekle yetindi. Harry bunun "evet" anlamına geldiğini düşündü. Kafasını zorladı. Öpmek istemeyeceği bir sürü yaratık vardı. Aklına hemen Patlar-Uçlu Keleker'ler gelmişti, ama içinden bir ses ona cevabın bu olmadığını söylüyordu. İpuçlarından bir şey bulmaya çalışması gerekti...
Harry ona bakarak, "Kış gecesinde ısınmak için," diye mırıldandı. "İki kemikle... rornmrn... bu bir - çorba. Hayır, tahminim bu değil! Bilemiyorum, buna yine döneceğim... bir sonraki ipucunu yine verir misiniz, lütfen?"
Sfenks şiirin geri kalan mısralarını tekrarladı.
Harry de tekrarladı: "Sonra başı, yarına güvenmenin," dedi. "Hımmm... ümidin mi? Ya da sonu, çözmek
738

istediğinin... düğüm? Son kısmım bir daha söyler misiniz?"
Sfenks son dört mısrayı yeniden okudu.
"Üçüncüyse bir ek, kullanılacak," dedi Harry. "Hımm... bu şey olmalı... olacak... yarın olacak... çak... bir ek... çek... durun - bu işte, 'çak' ya da 'çek'!"
Sfenks ona gülümsedi.
"Ümidin başı, düğümün sonu. Um! Hırnmm... üm-cak... üm-cek... hımmm..." dedi Harry, patikada volta atarak. "Öpmek istemeyeceğim bir yaratık... örümcek!"
Sfenksin gülümsemesi yüzüne büsbütün yayıldı. Ayağa kalktı, ön bacaklarını gerdi ve kenara çekilip yol verdi.
"Teşekkürler!" dedi Harry ve kendi zekâsına şaşırarak ileri atıldı.
Artık yaklaşmış olması gerekiyordu, mutlaka... Asası ona rotasının tastamam olduğunu söylüyordu. Korkunç bir şeyle karşılaşmadığı sürece, bir şansı olabilirdi...
Önünde birkaç patika vardı. Asasına yeniden, "Yol göster!" diye fısıldadı, asa döndü ve ona sağ patikayı gösterdi. Harry buraya atılınca ileride ışık gördü.
Üçbüyücü Kupası yüz metre kadar ötedeki bir kaidenin üstünde parıldıyordu. Harry tam koşmaya başlamıştı ki, aniden önüne bir gölge fırladı.
Cedric ondan önce varacaktı. Cedric, Kupa'ya doğru son hızla koşuyordu ve Harry onu asla yakalayamayacağını biliyordu. Cedric ondan çok uzundu, bacakları da öyle -
739

Derken Harry solundaki çalı çitin üzerinden muazzam bir şey gördü, kendisininkiyle çakışan bir patikada hızla koşuyordu; öyle hızla gidiyordu ki, Cedric ona çarpmak üzereydi. Ve gözleri Kupa'ya dikili olan Cedric henüz onu görmemişti -
"Cedric!" diye feryat etti Harry. "Soluna bak!"
Cedric tam vaktinde dönüp baktı ve o şeyin önünden kendini savurarak çarpışmayı önledi. Ama o telaşla tökezledi. Harry, devasa bir örümcek patikaya çıkarken, Cedric'in asasının elinden uçtuğunu gördü. Örümcek Cedric'e doğru ilerledi.
"Sersemlet!" diye haykırdı Harry; büyü örümceğin devasa, kıllı, kara gövdesine çarptı, ama hiçbir faydası olmadı, Harry taş atsa daha iyiydi; örümcek sıçradı, dönüp seğirtti ve Cedric yerine Harry'ye doğru koştu.
"Sersemlet! Impedimenta! Sersemlet!"
Ama faydası olmadı - örümcek ya çok büyüktü, ya da öyle sihirliydi ki, büyüler onu kızdırmaktan başka işe yaramıyordu - Harry, dehşet içinde, sekiz tane parıldayan, kara göz ye ustura gibi keskin kıskaçlar gördü, sonra örümcek ona ulaştı.
Onu ön bacaklarıyla havaya kaldırdı; Harry delice çırpınarak örümceği tekmelemeye çalıştı; bacağı kıskaçlara denk geldi ve korkunç bir aa hissetti. Cedric'in de "Sersemlet!" diye haykırdığını duyuyordu, ama onun büyüsünün de Harr/ninkinden fazla etkisi olmadı -örümcek kıskaçlarını bir kez daha açarken, Harry asasını kaldırdı ve "Expelliarmus!" diye bağırdı.
İşe yaradı - Silahsız Bırakma büyüsü örümceğin
740

onu düşürmesini sağladı, ama bu, Harry'nin dört metre yükseklikten yaralı bacağının üstüne düşmesi anlamına geliyordu ve bacağı bedeninin altında kalıp bütün bütün ezildi. Harry durup düşünmeden, tıpkı Keleker'e yaptığı gibi, örümceğin karnının altını nişanladı ve Cedric'le aynı anda, "Sersemlet!" diye haykırdı.
Birleşen iki büyü tek büyünün yapamadığını yaptı -örümcek yana doğru devrildi, yakındaki bir çalı çiti yas-sılttı ve kıllı bacakları düğüm halinde patikaya yayıldı.
Cedric'in, "Harry!" diye bağırdığını duydu Harry. "İyi misin? Üstüne mi düştü?"
"Hayır," diye cevap verdi Harry, soluk soluğa. Bacağına baktı. Şakır şakır kanıyordu. Yırtık cüppesinde örümceğin kıskaçlarından çıkmış koyu, yapışkan bir salgı görebiliyordu. Ayağa kalkmaya çalıştı, ama bacağı çok fena titriyordu ve onun ağırlığını taşımak istemez-miş gibiydi. Harry zorla soluk almaya çalışarak çalı çite yaslandı ve çevresine bakındı.
Cedric arkasında parlayan Üçbüyücü Kupası'ndan bir iki metre ötedeydi.
Harry soluk soluğa ona, "Al, öyleyse," dedi. "Haydi, al. Önce sen vardın oraya."
Ama Cedric kıpırdamadı. Orada durup Harry'ye bakmakla yetindi. Sonra dönüp Kupa'ya baktı. Harry, Kupa'mn altın ışığında onun yüzündeki özlem ifadesini gördü. Cedric dönüp, şimdi ayakta durabilmek için çalı çitten destek alan Harry'ye baktı yeniden.
Cedric derin bir soluk aldı. "Sen al. Sen kazanmalısın. Burada iki kez canımı kurtardın."
741

Harry, "Bu iş böyle olmuyor," dedi. İçinde bir öfke hissediyordu, bacağı çok acıyordu, örümceği üstünden atmaya çalıştığı için her yanı ağrıyordu. Ve bunca çabadan sonra Cedric onu yenmişti, tıpkı Harry'den önce davranıp Cho'yu baloya davet etmesi gibi. "Kupa'ya önce varan puanı alır. O da sensin. Bak, diyorum sana, ben bu bacakla yarış falan kazanamam."
Cedric, Sersemlemiş örümceğe doğru birkaç adım attı, Kupa'dan uzaklaştı, başını salladı.
"Hayır," dedi.
Harry sinirli sinirli, "Soylu davranmayı bırak," dedi. "Al şunu da, buradan gidelim."
Cedric onun çalı çite sıkı sıkı tutunarak dengesini bulmaya çalışmasını izledi.
"Ejderhaları bana sen söyledin," dedi Cedric. "Eğer karşıma ne çıkacağını bilmeseydim, daha ilk görevde yenilirdim."
Harry, "Onda bana da yardım ettiler," dedi hemen, bir yandan da cüppesiyle kanlı bacağını silmeye çalışıyordu. "Sen de bana yumurtada yardım ettin - ödeştik."
"Yumurtada bana da yardım etmişlerdi zaten," dedi Cedric.
Harry yavaşça bacağının üstüne basmayı deneyerek, "Yine de ödeşmiş sayılırız," dedi. Üzerine ağırlık verince bacağı fena halde titriyordu; örümcek onu düşürdüğünde bileğini burkmuş olmalıydı.
Cedric katır inadıyla, "İkinci görevde daha çok puan almalıydın," dedi. "Bütün rehineleri kurtarmak için orada kaldın. Bunu ben yapmalıydım."
742

Harry acı acı, "O şarkıyı ciddiye alacak kadar kalın kafalı olan bir tek bendim de ondan!" dedi. "Al şu Ku-pa'yı!"
"Hayır," dedi Cedric.
Ona bakakalan Harry'nin yanma gelmek için, örümceğin düğüm olmuş bacaklarının üstünden geçti. Cedric ciddiydi. Hufflepuff binasının yüzyıllardır görmediği bir zaferden uzaklaşıyordu.
"Haydi," dedi Cedric. Bunu söylemek sahip olduğu azmin her zerresine mal oluyormuş gibi bir hali vardı, ama yüzü kaskatıydı, kollarını kavuşturmuştu, kararlı görünüyordu.
Harry bir Cedric'e, bir Kupa'ya baktı. Bir an için kendini elinde Kupa'yla labirentten çıkarken gördü. Kendini Üçbüyücü Kupası'nı havaya kaldırmış olarak gözünün önüne getirdi, kalabalığın kükremesini işitti, Cho'nun yüzünün hayranlıkla aydınlandığın^ gördü; hem de şimdiye kadarkilerden çok daha net bir şekilde... Ve bu görüntü silinince, kendini Cedric'in gölgeli, inatçı yüzüne bakarken buldu.
"İkimiz birden," dedi Harry.
"Ne?"
"İkimiz birden alacağız. Yine de bir Hogvvarts zaferi olur. Berabere kalırız."
Cedric, Harry'ye bakakaldı. Kavuşturmuş olduğu kollarını açtı. "Sen - emin misin?"
"Evet," dedi Harry. "Evet... Şimdiye kadar birbirimize yardım ettik, değil mi? İkimiz de buraya vardık. Hadi, birlikte alalım."
743

Cedric bir an kulaklarına inanamıyormuş gibi göründü, sonra yüzü bir gülümsemeyle aydınlandı.
"Anlaştık," dedi. "Gel buraya."
Harry'yi omzunun hemen altından tuttu ve onun, Kupa'nm üstünde durduğu kaideye doğru seke seke yürümesine yardımcı oldu. Kupa'ya vardıklarında, ikisi de birer elini onun pırıl pınl saplanna uzattı.
"Üç deyince, tamam mı?" dedi Harry. "Bir - iki - üç -"
O da, Cedric de birer sapı kavradı.
Harry o anda göbeğinin gerisinde bir yerlerde bir sarsılma hissetti. Ayaklan yerden havalandı. Uçbüyücü Kupası'ru tutan elini saptan çekemiyordu; Kupa onu, uluyan bir rüzgârın ve bir renk cümbüşünün içinde, ileri doğru çekiyordu. Cedric de yanı başındaydı.
744

GeCeLeR
12-10-2006, 02:09 AM
OTUZ İKİNCİ BOLUM
Et, Kan ve Kemik

Harry ayaklarının toprağa hızla çarptığını hissetti; yrralı bacağı bükülünce öne doğru düştü. Eli sonunda Üçbüyücü Kupası'nı bırakmıştı. Başını kaldırdı.
"Neredeyiz?" dedi.
Cedric bilmiyorum anlamına başını salladı. Ayağa kalktı, Harry'yi de kaldırdı. Çevrelerine baktılar.
Hogwarts arazisinin tamamen dışına çıkmışlardı. Besbelli kilometrelerce -belki de yüzlerce kilometre-yol almışlardı, çünkü şatoyu çevreleyen dağlar bile gitmişti. Onun yerine, yabani otların bürüdüğü, karanlık bir mezarlıkta duruyorlardı; sağ taraflarındaki büyük bir porsuk ağacının gerisinde küçük bir kilisenin siyah dış hatları seçiliyordu. Sol taraflarında bir tepe yükseliyordu. Harry tepenin yamacında güzel, eski bir evin dış hatlarını hayal meyal seçebiliyordu.
Cedric önce yerdeki Üçbüyücü Kupası'na, sonra da Harry'ye baktı.
"Kimse sana Kupa'nın bir Anahtar olduğunu söyledi mi?" diye sordu.
745

"Hayır," dedi Harry. Mezarlığı gözden geçiriyordu. Tamamen sessiz, biraz da tekinsizdi. "Bu da görevin bir parçası mı, yani?"
"Bilmiyorum," dedi Cedric. Sesi biraz tedirgin çıkıyordu. "Asaları çıkaralım mı dersin?"
"Evet," dedi Harry. O teklif etmeden Cedric'in bunu teklif etmesine sevinmişti.
Asalarını çıkardılar. Harry çevresine bakıp duruyordu. Bir kez daha, gözlendikleri yolunda tuhaf bir duyguya kapılmıştı.
Birden, "Birisi geliyor," dedi.
Gözlerini kısarak karanlığın içine bakıp, bir siluetin mezarların arasından yaklaşmasını izlediler. Harry yaklaşanın yüzünü seçemiyordu, ama yürüyüşünden ve kollarının duruş şeklinden bir şey taşıdığını anladı. Her kimse, kısa boyluydu ve üstündeki pelerinin kukuletası yüzünü gizliyordu. Ve -birkaç metre daha yakına geldi, aralarındaki mesafe giderek kapanıyordu- Harry gelenin kollarındaki şeyin bir bebeğe benzediğini gördü... yoksa sarıp sarmalanmış bir cüppe miydi sadece?
Harry asasını biraz indirdi, gözleri yanındaki Ced-ric'e kaydı. Cedric de ona soran gözlerle baktı. İkisi de yaklaşan kişiyi izlemeye devam ettiler.
Gelen kişi onlardan sadece iki metre ötedeki yüksek bir mermer mezar taşının başında durdu. Harry, Cedric ve kısa boylu kişi bir iki saniye öylece birbirlerine baktılar.
Sonra birden, Harry'nin yara izine kivrandırıcı bir acı saplandı. Hayatında yaşamadığı türden bir acıydı
746

bu; ellerini yüzüne götürürken asası parmaklarının arasından kayıp düştü; dizleri boşaldı; yerdeydi ve hiçbir şey göremiyordu, başı her an ortadan ikiye ayrılacakmış gibiydi.
Uzaktan, başının üstünde bir yerden tiz, soğuk bir ses duydu: "Fazlalığı öldür."
Bir hışırtı ve hemen ardından gecenin karanlığına haykıran ikinci bir ses duydu: "Avada Kedavra!"
Yeşil bir ışık patlaması Harry'nin gözkapaklannın içine işleyip gözlerini kamaştırdı. Hemen sonra yanı başına, yere ağır bir şeyin düştüğünü duydu. Yara izinin acısı öyle bir düzeye varmıştı ki, öğürdü. Sonra acı azaldı. Harry, göreceklerinden korkarak, sızlayan gözlerini açtı.
Cedric yanı başında, kollan ve bacakları iki yana açılmış, yatıyordu. Ölmüştü.
Sonsuzluğu içeren bir saniye boyunca, Harry, Cedric'in yüzüne, terk edilmiş bir evin pencereleri gibi boş bir ifadeyle açık kalmış kurşuni gözlerine, biraz şaşırmış gibi yarı açık duran ağzına baktı. Sonra, henüz zihninin gördüklerini kabul etmesine fırsat kalmadan, henüz onu uyuşturan inanmazlıktan başka bir şey hisse-demeden, tutulup ayağa kaldırıldığını hissetti.
Pelerinli, kısa boylu adam yükünü bırakmış, asasını ışıklandırmış, Harry'yi mermer mezar taşına doğru sü-rüklüyordu. Harry, itilip mezar taşına çarpmadan önce, üstünde yazan ismi titrek asa ışığında gördü.
TOM RIDDLE 747

Pelerinli adam şimdi Harry'ye sıkı sıkı dolanan ipler yaratıyor, onu boynundan ayak bileklerine kadar mezar taşına bağlıyordu. Harry kukuletanın içinden kesik kesik soluk sesleri duyuyordu. Mücadele edince, adam ona vurdu - ona vuran elinin bir parmağı eksikti. Ve Harry kukuletanın altındaki adamın kim olduğunu anladı: Kılkuyruk.
"Sen!" dedi soluksuzca.
Ama ipler yaratmayı bitirmiş olan Kılkuyruk cevap vermedi; ipler yeterince sıkı mı diye yoklamakla meşguldü, parmaklan kontrol edilemez bir şekilde titriyor, düğümlerin üzerinde beceriksizce geziniyordu. Harry'nin, mezar taşına, bir santim bile kıpırdayamaya-cak kadar sıkı bağlandığından emin olduktan sonra, Kılkuyruk cüppesinin içinden siyah bir kumaş parçası çıkanp hoyratça onun ağzına tıkadı; sonra, tek kelime bile etmeden, Harry'ye arkasını dönüp aceleyle uzaklaştı. Harry ses çıkaramıyordu, Kılkuyruk'un nereye gittiğini de göremiyordu; başını çevirip mezar taşının çevresinde ne olduğuna bakamıyordu; sadece tam önünü görebiliyordu.
Cedric'in bedeni altı yedi metre ileride yatıyordu. Ondan biraz daha ileride, yıldızların ışığında panlda-yan Üçbüyücü Kupası duruyordu. Harry'nin asası Cedric'in ayaklarının dibinde, yerdeydi. Harry'nin bebek sandığı cüppe yığını yakında, mezann ayakucundaydı. Huysuz huysuz kıpırdanıyormuş gibi görünüyordu. Harry onu izledi ve yara izi yeniden acıyla yanmaya başladı... birden o sarmalanmış cüppenin içinde ne ol-
748

düğünü bilmek istemediğine karar verdi... açılmasını istemiyordu...
Ayaklarının dibinden bir ses geldiğini duyuyordu. Aşağı baktı ve devasa bir yılanın çimlerin içinde süründüğünü, kendisinin bağlı olduğu mezar taşının çevresinde döndüğünü gördü. Kılkuyruk'un hızlı hızlı, hırıltılı soluğu yine duyulmaya başlamıştı. Sanki ağır bir şeyi yerde iteklemeye çalışıyormuş gibiydi. Sonra yine Harry'rün görüş mesafesine girdi ve Harry onun taştan bir kazanı mezarın ayakucuna doğru ittiğini gördü. Kazan, içinden gelen şıpırtdara bakılırsa, suya benzeyen bir şeyle doluydu ve Harry'nin kullanmış olduğu bütün kazanlardan büyüktü. İçine yetişkin bir adamın sığabileceği kadar geniş bir bombesi vardı.
Bohça haline getirilmiş cüppenin içindeki şey serbest kalmak istercesine daha da inatla kıpırdanıyordu. Şimdi Kılkuyruk kazanın dibine çökmüş, elindeki asayla bir şey yapıyordu. Birden kazanın altında, çıtırdayan alevler belirdi. Büyük yılan sürünerek uzaklaşıp karanlığa karıştı.
Kazanın içindeki sıvı çok çabuk ısınıyora benziyordu. Yüzeyi kaynamakla kalmadı, yanıyormuş gibi alevli kıvılcımlar çıkarmaya başladı. Buhar giderek artıyor, ateşle ilgilenen Kılkuyruk'un hatlarını bulanıklaştın-yordu. Cüppenin altındaki kıpırtılar daha da şiddetlendi. Ve Harry yine o tiz, soğuk sesi duydu.
"Acele et!"
Şimdi suyun yüzeyinin tamamı kıvılcımlarla aydınlanmıştı. Elmasla bezeli gibi görünüyordu.
749

"Hazır, Efendimiz."
"Şimdi..." dedi soğuk ses.
Kılkuyruk yerdeki cüppeyi açtı ve içindeki şeyi gözler önüne serdi. Harry bir çığlık koyverdi, ama ağzına tıkanmış maddeden dolayı sesi çıkmadı.
Kılkuyruk bir taşı çevirmişti de altından çirkin, yapış yapış ve, kör bir şey çıkmıştı sanki - ama bu ondan daha kötüydü, yüz kat daha kötüydü. Kılkuyruk'un buraya kollarında taşıdığı şeyin biçimi, çömelmiş bir insan çocuğunun biçimiydi, ama Harry hayatında çocuğa bu kadar benzemeyen bir şey görmemişti. Saçsızdı, pullu gibiydi, koyu, çiğ, kırmızımsı bir siyah renkteydi. Kolları ve bacakları ince ve güçsüz görünüyordu. Yüzü ise -yaşayan hiçbir çocuğun böyle bir yüzü olmamıştır-yamyassı ve yüansıydı, parıldayan kırmızı gözleri vardı.
Neredeyse yardıma muhtaç görünüyordu; incecik kollannı kaldırıp Kılkuyruk'un boynuna doladı, Kılkuyruk da onu kaldırdı. Bunu yaparken kukuletası düştü ve Harry ateşin ışığında, yaratığı kazanın kenarına taşıyan Kılkuyruk'un halsiz, solgun yüzündeki tiksinti dolu ifadeyi gördü. Harry bir an için melun, yamyassı yüzün iksirin yüzeyinde oynaşan kıvılcımların ışığında aydınlanışını gördü. Sonra Kılkuyruk yaratığı kazanın içine bıraktı; bir cızırtı çıktı ve yaratık yüzeyin altına batıp kayboldu. Harry onun çelimsiz bedeninin hafif ve tok bir sesle dibe vurduğunu duydu.
N'olur boğulsun, diye düşündü Harry. Yara izinin acısı artık tahammül eşiğini çok çok geçmişti. Lütfen... boğulsun...
750

Kılkuyruk konuşmaya başlamıştı. Sesi titriyordu; korkudan aklını kaçırmak üzereymiş gibiydi. Asasını kaldırdı, gözlerini kapadı ve gecenin karanlığına konuştu: "Babanın bilmeden verilen kemiği, oğlunu yenileyeceksin!"
Harry'nin ayaklarının dibindeki mezarın yüzeyi ça-tırdadı. Harry, dehşete düşmüş halde, Kılkuyruk'un emriyle ince bir toz şeridinin havaya yükselişini ve kazanın içine yumuşak bir şekilde düşüşünü izledi. Suyun elmas gibi yüzeyi yarıldı ve cızırdadı; her tarafa kıvılcımlar saçtı ve parlak, zehir gibi bir maviye döndü.
Kılkuyruk şimdi inliyordu. Pelerininin içinden uzun, ince,, parlak bir gümüş hançer çıkardı. Korku dolu hıçkırıklarla ağlayarak konuşmaya başladı: "Hizmetkârın - gö-gönüllü olarak verilen - eti - Efendini - dirilteceksin."
Sağ elini öne doğru uzattı - eksik parmaklı elini. Sol eliyle hançeri sıkı sıkı tuttu ve yukarı doğru savurdu.
Harry, Kılkuyruk'un ne yapmak üzere olduğunu, yapmadan hemen bir saniye önce anladı - gözlerini sımsıkı kapadı, ama geceyi yaran çığlığın, Harry'yi sanki kendisi de hançerlenmiş gibi deşen çığlığın kulaklarına ulaşmasını engelleyemedi. Bir şeyin yere düştüğünü, Kılkuyruk'un acıyla hızlı hızlı soluk aldığını duydu. Sonra iğrenç bir şıpırtı duyuldu, kazana bir şey atılmıştı sanki. Harry bakmaya dayanamıyordu... ama iksir alev gibi bir kırmızı renk almıştı; Harry'nin kapalı gözkapaklarının içine işliyordu...
Kılkuyruk acıyla hızlı hızlı soluyor, inliyordu. Solu-
t
751

ğunu yüzünde hissedene kadar, Harry, Kılkuyruk'un onun önüne gelmiş olduğunu anlamadı.
"Düşmanın... zorla alınmış... ka-kanı... hasmını hayata döndüreceksin."
Harry engel olmak için hiçbir şey yapamazdı, çok "sıkı bağlanmıştı... Gözlerini kısıp yere bakarak, onu saran iplerle çaresizce mücadele ederken, Kılkuyruk'un geriye kalan elindeki parlak gümüş hançeri gördü. Hançerin ucunun sağ kolunun dirsek çukuruna girdiğini, kanının yırtılmış cüppesinin kolundan aşağı aktığını hissetti. Hâlâ acıyla hızlı hızlı soluyan Kılkuyruk cebinden küçük bir cam şişe çıkardı ve onu Harry'nin kesiğine dayayarak içine bir damla kan doldurdu.
Harry'nin kanıyla, sendeleye sendeleye kazanın başına gitti. Kanı kazanın içine döktü. Sıvı anında göz kamaştırıcı bir beyaza döndü. İşini bitirmiş olan Kılkuyruk kazanın yanına, dizlerinin üstüne yığıldı, sonra yana devrildi. Yerde yatmış, kolunun kanayan kesik yerini özenle koruyor, ağlıyor, sızlıyordu.
Kazan hafifçe kaynıyor, elmas rengi kıvılcımlarını her tarafa saçıyordu. Öylesine göz kamaştırıcı bir parlaklığı vardı ki, başka her şey simsiyah görünüyordu. Hiçbir şey olmadı...
N'olur boğulmuş olsun, diye düşündü Harry, n'olur ters gitmiş olsun...
Sonra birden, kıvılcımlar dindi. Onun yerine kazandan kalın, beyaz bir buhar dalgası yükselip Harry'nin önündeki her şeyi sildi. Ne Kılkuyruk'u, ne Cedric'i görebiliyordu, havadaki buhardan başka hiçbir şeyi göre-
752

miyordu... Ters gitti, diye düşündü... boğuldu... lütfen... lütfen ölmüş olsun...
Ama sonra, buz gibi bir dehşetle, önündeki sisin arasından, uzun boylu ve iskelet gibi sıska bir adamın karanlık siluetinin kazanın içinden yavaşça yükseldiğini gördü.
"Cüppemi giydir," dedi tiz, soğuk ses buharın arkasından. Kılkuyruk, sızlanıp inleyerek, eli koparılmış kolunu hâlâ koruyarak, koştu ve yerdeki siyah cüppeyi aldı. Ayağa kalktı, yukarı uzandı ve cüppeyi tek eliyle Efendisinin başından aşağı geçirdi.
Sıska adam kazanın içinden çıktı, gözlerini Harry'ye dikmişti... Harry de üç yıldır kâbuslarına giren yüze baktı. Bir kurukafadan da beyaz bir ten; iri iri açılmış, öfkeli, kırmızı gözler; delik niyetine iki ince yangı bulunan, bir yılanınki gibi yassı bir burun...
Lord Voldemort hayata dönmüştü.
753

GeCeLeR
12-10-2006, 02:09 AM
OTUZ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Ölüm Yiyen'ler
Voldemort, Harry'ye bakmayı bırakıp kendi bedenini incelemeye koyuldu. Elleri büyük, soluk renkli örümcekleri andırıyordu. Uzun, beyaz parmakları kendi göğsünü, kollarını, yüzünü okşadı. Gözbebekleri tıpkı bir kedininki gibi incecik ve dikey olan kırmızı gözleri, karanlıkta daha da fazla parlıyordu. Ellerini kaldırıp parmaklarını büktü, yüzünde bir coşku, bir bayram sevinci ifadesi vardı. Yerde yatmış kıvranan, kanları akan Kılkuyruk'a da, yeniden sürünerek ortaya çıkıp tıslaya tıslaya Harry'nin çevresinde daireler çizen yılana da aldırmadı bile. Anormal derecede uzun parmaklı ellerinden birini cebine sokup bir asa çıkardı. Onu da şefkatle okşadı. Sonra kaldırdı ve Kılkuyruk'a çevirdi. Kılkuyruk havalanarak Harry'nin bağlı olduğu mezar taşına çarptı. Taşın dibine çöktü, yerde büzülerek ağladı. Voldemort kıpkırmızı gözlerini Harry'ye çevirdi; tiz, soğuk, neşesiz bir kahkaha attı.
Kılkuyruk'un cüppesi artık kanla parıldıyordu; kolunun kesik yerini cüppesine sarmıştı. "Lordum..." de-
754

di, tıkanarak, "Lordum... söz verdiniz... söz vermiştiniz..."
Voldemort tembel tembel, "Kolunu uzat," dedi.
"Ah, Efendimiz... teşekkür ederim, Efendimiz..."
Kanayan güdük kolunu uzattı, ama Voldemort yine güldü. "Öteki kolun, Kılkuyruk."
"Efendimiz, lütfen... lütfen..."
Voldemort yere eğilerek Kılkuyruk'un sol kolunu zorla altından çekti; onun cüppesinin kol ağzını dirseğinin yukarısına kadar açtı ve Harry o kolun derisinde, canlı bir kırmızı dövmeyi andıran bir şey gördü - ağzından bir yılan çıkan bir kafatası - Quidditch Dünya Kupası'nda gökte beliren görüntü: Karanlık İşaret. Voldemort onu dikkatle inceledi, Kılkuyruk'un artık kontrolden çıkmış ağlamasını da umursamadı.
Yumuşak bir sesle, "Geri gelmiş," dedi. "Hepsi fark etmiş olmalı... ve artık, göreceğiz... artık öğreneceğiz..."
Uzun, beyaz işaretparmağını Kılkuyruk'un kolundaki damgaya bastırdı.
Harry'nin alnındaki yara izi yenidan keskin bir acıyla dağlandı ve Kılkuyruk ulurcasma bağırdı; Voldemort parmaklarını Kılkuyruk'un İşaret'inden çekti; Harry, İşaret'in kapkara kesilmiş olduğunu gördü.
Voldemort yüzünde zalim bir memnuniyet ifadesiyle doğruldu, başını geriye attı ve karanlık mezarlığa göz gezdirdi.
"Kaç tanesi bunu hissedince geri dönme cesaretini gösterecek?" diye fısıldadı. Işıldayan kırmızı gözleri
755

yıldızlara dikilmişti. "Ve kaç tanesi budalalık edip gelmeyecek?"
Gözleri sürekli mezarlığı tarayarak, Harry ile Kıl-kuyruk'un önünde bir aşağı bir yukarı volta atmaya başladı. Bir iki dakika sonra, yılan yüzünü andıran yüzünü çarpıtan zalim bir gülümsemeyle, yeniden Harry'ye baktı.
"Sen, Harry Potter, ölmüş babamın kalıntıları üzerinde duruyorsun," diye tısladı yavaşça. "Bir Muggle ve bir budala... tıpkı sevgili annen gibi. Ama ikisinin de faydası dokundu, değil mi? Annen sen çocukken seni savunmak için öldü... ve ben de babamı öldürdüm. Bak şimdi, ölüyken nasıl da faydası dokundu bana..."
Voldemort yeniden güldü. Yürürken dört bir yana bakınarak yeniden volta attı, yılan da çimenlikte daireler çizmeyi sürdürdü.
"Tepenin yamacındaki o evi görüyor musun, Potter? Orada babam otururdu. Bu köyde yaşayan bir cadı olan annem ona âşık olmuştu. Ama ne olduğunu söyleyince, babam onu terk etti... Sihirden hoşlanmazdı benim babam...
"Onu terk etti ve daha ben doğmadan Muggle annesiyle babasının yanına döndü, Potter. Annem beni doğururken öldü; bir Muggle yetimhanesinde büyüdüm... ama babamı bulmaya yemin etmiştim... ondan intikamımı aldım, bana adını veren o budaladan...Tom Riddle..."
Yine dolaşmayı sürdürdü, kırmızı gözleriyle mezarları tarıyordu.
756

Sakin bir sesle, "Bana da bakın bir," dedi, "aile tarihini yâd ediyorum... Eh, duygusallaştım herhalde... Ama bak, Harry! Gerçek ailem dönüyor..."
Hava birden pelerinlerin çıkardığı ıslık sesleriyle dolmuştu. Mezarlar arasında, porsuk ağacının arkasında, her gölgeli boşlukta, büyücüler Cisimleniyordu. Hepsi kukuletalı ve maskeliydi. Ve birer birer ilerliyorlardı... yavaşça, ihtiyatla, sanki gözlerine inanmakta güçlük çekiyormuş gibi. Voldemort sessizce durup onları bekledi. Derken, Ölüm Yiyen'lerden biri dizlerinin üstüne çöktü, Voldemort'a doğru süründü, kara cüppesinin eteğini öptü.
"Efendimiz... Efendimiz..." diye mırıldandı.
Arkasındaki Ölüm Yiyen'ler de aynı şeyi yaptılar; teker teker hepsi dizleri üzerinde Voldemort'a yaklaştı ve cüppesini öptü, sonra da gerileyerek ayağa kalktılar. Tom Riddle'ın mezarını, Harry'yi, Voldemort'u ve hıç-kırıp kıvranan o yığını, yani Kılkuyruk'u çevreleyen sessiz bir çember çizdiler. Ancak çemberin içinde boşluklar bırakmışlardı, sanki başkalarını da bekliyorlarmış gibi. Voldemort ise başka kimseyi beklemiyor gibiydi. Kukuletalı yüzlere baktı ve rüzgâr esmediği halde sanki hepsi titremiş gibi çemberi baştan başa bir hışırtı dolaştı.
Voldemort usulca, "Hoş geldiniz, Ölüm Yiyen'ler," dedi. "On üç yıl... son buluşmamızdan bu yana on üç yıl geçti. Ama siz yine de benim çağrıma sanki dün buluşmuşuz gibi karşılık verdiniz... demek ki hâlâ Karanlık İşaref in altında birleşmiş haldeyiz! Acaba öyle miyiz?"
757

Tekrar korkunç yüzünü takındı ve birer yanktan oluşan burun delikleri genişleyerek çevreyi kokladılar.
"Suç kokusu alıyorum," dedi. "Havada pis bir suç kokusu var."
Çemberde yeniden bir titreyiş dolaştı. Çemberi oluşturanların hepsi Voldemort'tan uzaklaşmak istiyor da cesaret edemiyor gibiydi.
"Hepinizi görüyorum, eksiksiz ve sağlıklı, güçlerinize el değmemiş -ne de çabuk geldiniz!- ve kendi kendime soruyorum... neden bu büyücüler çetesi ebedi sadakat yemini ettikleri Efendilerinin yardımına asla koşmadı?"
Kimse konuşmadı. Kimse kıpırdamadı; yerde, kanayan koluna kapanmış, hâlâ hıçkıran Kılkuyruk dışında.
"Ve kendi kendime cevap veriyorum," diye fısıldadı Voldemort, "benim güçsüz düştüğümü sandılar, gittim sandılar. Düşmanlarımın arasına karıştılar ve masum olduklarını, hiçbir şeyden haberleri olmadığını, büyülendiklerini iddia ettiler...
"Ve sonra kendi kendime soruyorum, ama nasıl olur da benim dirilmeyeceğime inanırlar? Onlar ki, benim çok, çok önce kendimi fanilerin ölümüne karşı korumak için aldığım önlemleri biliyorlardı. Onlar ki, ben gelmiş geçmiş her büyücüden daha güçlüyken, benim gücümün sınırsızlığının kanıtlarını görmüşlerdi.
"Ve kendi kendime cevap veriyorum: Belki daha da büyük bir gücün var olabileceğine inandılar, Lord Vol-demort'u bile mağlup edebilecek bir gücün... belki de
758

bağlılıklarım başka birine sundular... belki de sıradan insanların, Bulanıkların ve Muggle'larm koruyucusuna, Albus Dumbledore'a."
Dumbledore'un adı geçince, çemberi oluşturanlar kımıldandılar, kimileri mırıldanıp başlarını hayır anlamında salladı.
Voldemort onlara aldırmadı. "Benim için bir hayal kırıklığı bu... hayal kırıklığına uğradığımı itiraf ediyorum..."
Adamlardan biri birden ileri atıldı, çemberden ayrıldı. Tepeden tırnağa titreyerek Voldemort'un ayakları dibine yığıldı.
"Efendimiz!" diye feryat etti. "Efendimiz, beni affedin! Hepimizi affedin!"
Voldemort gülmeye başladı. Asasını kaldırdı. "Cru-cio!"
Yerdeki Ölüm Yiyen kıvrandı ve haykırdı; Harry bu sesin civardaki evlere ulaşacağından emindi... N'olur polis gelsin, diye düşündü umutsuzca... kim olursa... ne olursa...
Voldemort asasını kaldırdı. İşkence görmüş Olum Yiyen yere yapışmış yatıyor, kesik kesik soluk alıyordu.
Voldemort yumuşak bir sesle, "Ayağa kalk, Avery," dedi. "Ayağa kalk. Affedilmek mi istiyorsun? Ben affetmem. Ben unutmam. On üç uzun yıl... Sizi affetmeden önce on üç yılın bedelini istiyorum. Kılkuyruk borçlarının bir kısmını ödedi bile, değil mi, Kılkuyruk?"
Yere, hıçkırmaya devam eden Kılkuyruk'a baktı.
"Sen sadakatin yüzünden değil, eski dostlarından
759

korktuğun için bana geri döndün. Bu acıyı hak ediyorsun, Kılkuyruk. Bunu biliyorsun, değil mi?"
"Evet, Efendimiz," diye inledi Kılkuyruk, "lütfen, Efendimiz... lütfen..."
Voldemort onun yerde hıçkırmasını soğukkanlılıkla izleyerek, "Yine de, bedenime dönmeme yardıma oldun," dedi. "Değersiz ve hain olduğun halde, bana yardım ettin... ve Lord Voldemort kendisine yardım edenleri ödüllendirir..."
Voldemort asasını yeniden kaldırdı ve havada döndürdü. Asasını indirince, erimiş gümüşe benzeyen parlak bir şerit havada asılı kaldı. Bir an şekilsiz durduktan sonra kıvrılıp büküldü ve sonra da bir insan elinin ışıldayan, ay kadar parlak bir kopyası halini aldı. Aşağı süzüldü, kendini Kılkuyruk'un kanayan bileğine yapıştırdı.
Kılkuyruk'un hıçkırıkları hemen kesildi. Sert sert, kesik kesik soluyarak başını kaldırdı ve inanamayan gözlerle gümüş ele baktı. El şimdi, sanki göz kamaştıran bir eldivenmiş gibi koluna bağlanmıştı, ek yeri belli olmuyordu bile. Kılkuyruk parlayan parmaklarını oynattı, titreyerek yerden küçük bir dal aldı, ezip toz haline getirdi.
"Lordum," diye fısıldadı. "Efendimiz... çok güzel... teşekkür ederim... teşekkür ederim..."
Dizleri üzerinde hızla öne doğru sürünerek Voldemort'un cüppesinin eteğini öptü.
"Dilerim sadakatin bir daha hiç sarsılmasın, Kılkuyruk," dedi Voldemort.
760

"Hayır, Lordum... asla, Lordum..."
Kılkuyruk ayağa kalktı ve çemberdeki yerini aldı; gözleri hâlâ yaşlarla panldayarak güçlü yeni eline bakıyordu. Voldemort, Kılkuyruk'un sağındaki adama yaklaştı.
Onun önünde durarak, "Lucius, benim kaypak arkadaşım," diye fısıldadı. "Dünyaya saygın bir çehre sunduğun halde, eski usullerden vazgeçmediğini söylediler bana. Sarunm Muggle'lara biraz işkence edilecek olsa yine önderlik etmeye hazırsın, değil mi? Ama beni bulmaya hiç çalışmadın, Lucius... Quidditch Dünya Kupası'ndaki maceralarının eğlenceli olduğunu söyleyebilirim... ama enerjini Efendini bulmaya ve ona yardımcı olmaya yöneltsen daha hayırlı olmaz mıydı?"
Lucius Malfo/un sesi kukuletasının altından hemen yükseldi: "Lordum, ben hep tetikteydim. Sizden en ufak bir işaret gelse, biri bana nerede olduğunuzu fı-sıldasa, derhal yanınıza gelirdim, hiçbir şey bana engel olamazdı -"
"Buna rağmen, geçen yaz sadık bir Ölüm Yiyen benim İşaret'imi gökyüzüne gönderdiğinde, ondan kaçtın," dedi Voldemort tembel tembel. Mr Malfoy hemen konuşmayı kesti. "Evet, bunu da biliyorum, Lucius... Beni hayal kırıklığına uğrattın... gelecekte daha sadık hizmet etmeni bekliyorum."
"Elbette, Lordum, elbette... Affetme büyüklüğü gösteriyorsunuz, teşekkür ederim..."
Voldemort ilerledi ve sonra durdu. Malfoy'la bir sonraki adam arasındaki -iki kişinin sığacağı kadar büyük- boşluğa bakıyordu.
761

Yavaşça, "Lestrange'lar burada olmalıydı," dedi. "Ama onlar Azkaban'da mezara tıkılmış gibiler. Sadıktılar. Beni inkâr etmektense, Azkaban'a gittiler... Azka-ban'ın kapıları kırılıp açılınca, Lestrange'lar hayallerinin de ötesinde onurlandırılacak. Ruh Emici'ler bize katılacak... onlar doğal müttefiklerimiz... sürgün edilen devleri de çağıracağız... Bütün vefakâr hizmetkârlarım bana geri dönecek, herkesin korktuğu bir yaratıklar ordusu da yanımda olacak..."
Yürümeye devam etti. Bazı Ölüm Yiyen'lerin yanından sessizce geçti, ama bazılarının önünde durup onlarla konuştu.
"Macnair... Kılkuyruk bana diyor ki, şimdi Sihir Bakanlığı için tehlikeli hayvanları ortadan kaldınyormuş-sun, öyle mi? Çok geçmeden daha iyi kurbanların olacak, Macnair. Onlan sana Lord Voldemort sağlayacak..."
"Teşekkür ederim, Efendimiz... teşekkür ederim,"
diye mırıldandı Macnair.
Voldemort kukuletalı adamlann en iriyan olanlan-na yaklaştı. "Ve işte - Crabbe burada... Bu sefer daha iyi hizmet sunacaksın, değil mi, Crabbe? Ya sen, Goyle?"
İkisi de beceriksizce eğilip selam verdiler, ahmak ahmak mırıldandılar. "Evet, Efendimiz..." "Sunacağız, Efendimiz..."
"Aynı şey senin için de geçerli, Nott," dedi Voldemort usulca, Mr Goyle'un gölgesindeki kambur birinin yanından geçerken.
762

"Lordum, önünüzde yerlere kapanıyorum, ben sizin en sadık -"
"Yeter, yeter," dedi Voldemort.
Şimdi en büyük boşluğa gelmişti. İfadesiz, kırmızı gözleriyle durup bu boşluğu inceledi, sanki orada duran insanlar görüyormuş gibiydi.
"Ve burada altı Ölüm Yiyen eksik... üçü hizmetimde öldü. Biri, dönemeyecek kadar ödlek çıktı... bunu ödeyecek. Bir tanesi, sanırım beni ebediyen terk etti... öldürülecek, elbette... ve biri, hâlâ benim en sadık hizmetkârım, yeniden hizmetime girdi bile."
Ölüm Yiyen'ler kıpırdandılar, Harry maskelerinin altından birbirlerine çabucak yan yan baktıklarını gördü.
"O sadık hizmetkârım Hogwarts'ta ve genç arkada suruz da bu akşam buraya onun çabasıyla geldi..."
Çemberdekilerin gözleri hızla Harry'nin yönüne dönerken, "Evet," dedi Voldemort, dudaksız ağzını büken bir sırıtışla. "Harry Potter lütfedip yeniden doğuş partim için aramıza katıldı. Hatta biraz daha ileri gidip ona şeref misafirim bile diyebiliriz."
Bir sessizlik oldu. Sonra Kılkuyruk'un sağındaki Ölüm Yiyen öne çıktı ve maskenin altından Lucius Mal-foy'un sesi duyuldu.
"Efendimiz, bilmeyi çok arzu ediyoruz... bize anlatmanız için yalvanyoruz... bunu nasıl sağladınız... bu mucizeyi... bize dönmeyi nasıl başardınız?.."
"Ah, bir busen, ne hikâye, Lucius," dedi Voldemort. "Ve buradaki genç arkadaşımla başlıyor - onunla da bitiyor."
763

Tembel tembel yürüyerek Harr/nin yanına geldi, çemberdekilerin hepsinin gözü şimdi ikisinin üstündeydi. Yılan daireler çizmeyi sürdürüyordu.
Voldemort usulca, "Bu çocuğa benim mahvoluş nedenim dediklerini biliyorsunuz, elbette," dedi. Kırmızı gözleri, yara izi ona neredeyse bir ıstırap çığlığı attıracak kadar şiddetle yanmaya başlayan Harr/nin üstündeydi. "Hepiniz güçlerimi ve bedenimi yitirdiğim gece onu öldürmeye çalıştığımı biliyorsunuz. Annesi onu kurtarma çabası sırasında öldü - ve bilmeden ona bir koruma sağladı, itiraf edeyim ki, bunu önceden düşünmedim... Çocuğa dokunamıyordum."
Voldemort uzun, beyaz parmaklarından birini kaldırıp Harry'nin yanağının çok yakınına getirdi. "Annesi onun üzerinde fedakârhğının izlerini bırakh... Bu, eski sihir, bunu hatırlamalıydım, göz ardı etmekle budalalık ettim... ama olsun. Şimdi ona dokunabiliyorum."
Harry uzun, beyaz parmağın soğuk ucunun kendi-'sine dokunduğunu hissetti, acıdan başının patlayacağını sandı.
Voldemort alçak sesle kulağının içine doğru güldü, sonra da parmağını çekti ve Ölüm Yiyen'lere hitap etmeye devam etti: "Yanlış hesapladım, dostlarım, bunu kabul ediyorum. Lanetim kadının budalaca fedakârlığı yüzünden geri tepti ve bana döndü. Aaah... acının da ötesinde bir acı, dostlarım; hiçbir şey beni buna hazırlayamazdı. Bedenimden koparıldım, ruh bile değildim, en değersiz hayaletten de beterdim... ama yine de, hayattaydım. Neydim, ben bile bilmiyorum... Ben, Ölüm-
764

süzlüğe ulaşan yolda herkesten daha ileri gitmiş olan ben. Amacımı biliyorsunuz - ölümü fethetmek. Ve şimdi, sınandım ve anlaşıldı ki, deneylerimden bir ikisi işe yaramış... çünkü öldürülmedim, oysa lanet bunu yapmalıydı. Ne var ki, en zayıf canlı kadar güçsüzdüm ve kendime yardım etme olanağım yoktu... çünkü bedenim yoktu ve bana yardımcı olabilecek her büyü bir asa kullanılmasını gerektiriyordu...
"Kendimi, uykusuz, duraksız, saniye saniye, var olmaya zorladığımı hatırlıyorum sadece... Uzak bir yere, bir ormana yerleştim ve bekledim... Sadık Ölüm Yi-yen'lerimden biri mutlaka beni bulmaya çalışacaktı... bir tanesi gelecek ve benim yeniden bir bedene kavuşmak için yapamadığım sihri gerçekleştirecekti... ama boşuna bekledim..."
Voldemort'u dinleyen Ölüm Yıyen'ler çemberinde yine bir titreme dolaştı. Voldemort devam etmeden önce, sessizliğin dehşet verici bir noktaya tırmanmasına izin verdi. "Bir tek gücüm kalmıştı. Başkalarının bedenlerini ele geçirebiliyordum. Ama insanlann sayıca çok olduğu yerlere gitmeye cesaret edemiyordum, çünkü Seherbaz'lann hâlâ her ülkede beni aradıklarını biliyordum. Bazen hayvan bedenlerine giriyordum -tercihim yılanlardı elbette- ama onların içinde de saf bir ruhken olduğumdan daha iyi durumda sayılmazdım, çünkü bedenleri sihir yapmaya uygun değildi... ve benim onları ele geçirmem ömürlerini kısaltıyordu; hiçbiri fazla dayanamadı...
"Derken... dört yıl önce... dönüşüm garantiye alın-
765

mış gibi göründü. Bir büyücü -genç, budala ve aldatılmaya yatkın- kendime yuva edindiğim ormanda gezerken yoluma çıktı. Ah, o benim hayal ettiğim fırsata benziyordu... çünkü Dumbledore'un okulunda öğretmendi... onu irademin emrine almam kolay oldu... beni bu ülkeye geri getirdi ve bir süre sonra onun bedenini ele geçirdim ki, emirlerimi yerine getirmesini yakından denetleyeyim. Ancak planım başarısızlığa uğradı. Felsefe Taşı'nı çalamadım. Ebedi hayat garantisine kavuşamadım. Engellenmiştim... bir kere daha engellenmiştim, Harry Potter tarafından..."
Yeniden sessizlik; hiçbir şey kıpırdamıyordu, hatta porsuk ağacının yapraklan bile. Ölüm Yiyen'ler neredeyse hareketsizdi, maskelerindeki ışıldayan gözler Voldemort'un ve Harry'nin üzerine dikilmişti.
"Ben bedenini terk ettiğimde hizmetkâr öldü ve ben yine eskisi gibi zayıf kaldım," diye devam etti Vol-demort. "Uzaklardaki saklanma yerime geri döndüm; o sırada güçlerimi asla yeniden edinemeyeceğimden korktuğumu sizden saklayacak değilim... Evet, bu belki de benim en karanlık dönemimdi... Bedenini ele geçireceğim bir başka büyücünün gönderileceğini umut edemezdim... ve Ölüm Yiyen'lerimden herhangi birinin benim başıma neler geldiğine aldırdığını ummaktan da vazgeçmiştim..."
Çemberdeki bir iki maskeli büyücü rahatsız rahatsız kıpırdandılar, ama Voldemort aldırmadı.
"Ve sonra, bir yıldan az bir zaman önce, neredeyse bütün umutlarımı kaybetmişkf n, sonunda oldu... t ir
766

hizmetkâr bana geri döndü. Adaletten kaçmak için kendini öldü gibi göstermiş olan bu Kılkuyruk, bir vakitler dost saydığı kişiler tarafından saklandığı yerden çıkartılmıştı ve Efendisine dönmeye karar vermişti. Uzun zamandır saklandığımın rivayet olunduğu ülkede aradı beniv. tabii, yolda rastladığı fareler de ona yardım ettiler. Kılkuyruk'un farelerle tuhaf bir ilişkisi vardır, değil mi, Kılkuyruk? Pis, küçük dostları ona bir Arnavutluk ormanının derinliklerinde, gitmekten kaçındıkları bir yer olduğunu söylediler. Burada onlar gibi küçük hayvanlar, onlan hükmü altına alan karardık bir gölgenin elinde ölüyorlardı...
"Ama onun bana dönüş yolculuğu pek de pürüzsüz sayılmazdı, değil mi, Kılkuyruk? Çünkü karnının aç olduğu bir gece, beni bulmayı umut ettiği ormanın kıyısında, budalalık edip yiyecek almak için bir hana uğradı... ve orada rastlaya rastlaya, Sihir Bakanlığı'ndan bir cadı olan Bertha Jorkins'e rastladı.
"Görüyorsunuz, kader Lord Voldemort'un yüzüne nasıl da gülüyor. Bu hem Kılkuyruk'un, hem de benim yeniden doğma umudumun sonu olabilirdi. Ama Kılkuyruk -ondan hiç ummayacağım bir soğukkanlılık örneği sergileyerek- Bertha Jorkins'i bir gece gezintisinde kendisine eşlik etmeye ikna etti. Onu zararsız hale getirdi... onu bana getirdi. Ve her şeyi mahvedebilecek olan Bertha Jorkins'in en çılgın hayallerimin bile ötesinde bir armağan olduğu ortaya çıktı... çünkü -biraz ikna edince- gerçek bir bilgi madeni haline geldi.
"Bu yıl Üçbüyücü Turnuvası'nın Hogwarts'ta yapı-
767

lacağını söyledi. Eğer temas kurabilirsem bana yardım etmeye can atacak sadık bir Ölüm Yiyen tanıdığını söyledi. Bana birçok şey söyledi... ama ondaki Hafıza Bü-yüsü'nü kırmak için kullandığım yöntemler çok güçlüydü. Ve ondan her türlü yararlı bilgiyi çektiğimde, hem zihni hem bedeni onanlamayacak kadar hasar görmüştü. Görevini yerine getirmişti artık. Ona hükmede-mezdim. İşini bitirdim."
Voldemort korkunç bir şekilde gülümsedi, kırmızı gözleri ifadesiz ve acımasızdı.
"Kılkuyruk'un bedeni ele geçirilmeye hiç uygun değildi elbette; herkes onu ölü sanıyordu ve görülürse çok dikkat çekerdi. Ancak, o benim ihtiyacım olan hizmetkârdı, elim ayağım oldu. Büyücü olarak beş para etmese de, ona verdiğim talimatları yerine getirebildi. Bu da beni, gerçek bir yeniden doğuşu meydana getirecek temel maddeleri beklerken, kendime ait güdük, zayıf bir bedene yerleşmeye döndürdü... Kendi icadım olan bir iki büyü... sevgili Nagini'mden biraz yardım" -Voldemorf un kırmızı gözleri hiç durmadan daireler çizen yılana çevrildi- "tek boynuzlu at kanından hazırlanmış bir iksir ve Nagini'nin sağladığı yılan zehi-ri... Çok geçmeden, neredeyse insani denebilecek bir biçime kavuştum ve seyahat edebilecek kadar kuvvetlendim.
"Artık Felsefe Taşı'm çalma umudu kalmamıştı, çünkü Dumbledore'un onun yok edilmesini sağladığından emindim. Ama ölümsüzlüğü kovalamaya başlamadan önce, fani hayatı yeniden kucaklamaya istekliydim.
768

Kendime daha mütevazı hedefler seçtim... Eski bedenime ve eski kuvvetime sahip olmakla yetinecektim.
"Biliyordum ki, bunu başarmak için -bu gece bana yeniden can veren iksir eski bir Kara Büyü'dür- üç güçlü malzemeye ihtiyacım olacaktı. Eh, bunlardan biri zaten elimin altındaydı, değil mi, Kılkuyruk? Bir hizmetkârın sunduğu et...
"Babamın kemiği ise, doğal olarak buraya, onun gömülü olduğu yere gelmemizi gerektirdi. Ama bir düşmanın kanı... Kılkuyruk'a kalsa herhangi bir büyücüyü kullanacaktım, değil mi, Kılkuyruk? Benden nefret etmiş olan herhangi bir büyücüyü... ve pek çoğu da hâlâ ediyor. Ama ben, eğer düştüğüm sıradakinden daha büyük bir güçle yükseleceksem, kimden yararlanmam gerektiğini biliyordum. Harry Potter"ın kanını istiyordum. On üç yıl önce benden gücümü almış olanın kanını istiyordum... çünkü o zaman annesinin ona sağladığı, etkisi geçmeyen koruma bu sayede benim de damarlarımda akacaktı...
"Ama Harry Potter'ı nasıl ele geçirmeliydi? Çünkü kendisinin bile bildiğini sanmadığım kadar iyi korunuyordu. Çok uzun yıllar önce çocuğun geleceğini düzenlemek ona düştüğünde Dumbledore'un bulduğu yöntemlerle korunuyordu. Dumbledore çocuğun, akrabalarının bakımı altında olduğu sürece korunmasını garantiye almak için çok eski bir sihir kullandı. Orada ona ben bile dokunamam... Sonra, tabii, Quiddıtch Dünya Kupası vardı... Orada, akrabaları ve Dumbledore'dan uzakta, korunmasının zayıflayabileceğim duşundum,
769

ama bir Bakardık büyücüleri sürüsünün ortasından insan kaçırmaya girişecek kadar kuvvetli değildim henüz. Ve sonra, çocuk Hogwarts'a dönecekti, ki orada sabahtan akşama kadar o Muggle-âşığı budalanın kanca burnunun altındaydı. Peki, nasıl alacaktım onu?
"Eh... Bertha Jorkins'in verdiği bilgilerden yararlanarak elbette. Hogwarts'a yerleştirilmiş olan sadık Ölüm Yiyen'imden yararlanıp çocuğun adının Ateş Kadehi'ne atılmasını sağlayarak. Çocuğun Turnuva'yı kazanmasını -Üçbüyücü Kupası'na ilk önce onun elinin değmesini- garantiye almak için Ölüm Yiyen'imden yararlanarak. Ölüm Yiyen'im Kupa'yı, çocuğu buraya, Dumbledore'un yardımı ve korumasından uzağa, benim bekleyen kollarıma getirecek bir Anahtar* a dönüştürdü. Ve işte burada... hepinizin benim mahvoluş nedenim olduğuna inandığınız çocuk..."
Voldemort ağır ağır ilerledi ve Harry'yle yüz yüze gelmek için dondu Asasını kaldırdı. "Crucio!"
Harry'nin o güne kadar çektiği bütün acıların ötesindeydi bu; kemikleri tutuşmuş gibiydi; başının yara izi boyunca yarıklığına emindi; gözleri başında deli gibi dönüyordu; sona ermesini istiyordu... her şeyin kart rmasını... ölmeyi...
Ve sonra bitti. Onu Voldemort'un babasının mezar taşına bağlayan iplerden güçsüzce sarkıyordu, bir tür sis arasından o parlak kırmızı gözlere bakıyordu. Ge< Ölüm Yiyen'lerin kahkahalarının sesiyle çınlıyordu.
"Bu çocuğun benden daha kuvvetli olabileceğini sanmanın ne kadar budalaca bir şev olduğunu anlıycn -
771

sunuz sanırım," dedi Voldemort. "Ama kimsenin aklında yanlış bir şey kalsın istemiyorum. Harry Potter benden şans eseri kaçtı. Ve şimdi onu burada, hepinizin önünde, ona yardım edecek bir Dumbledore yokken ve onun içiri ölecek bir anne yokken öldürerek, gücümü kanıtlayacağım. Ona bir şans tanıyacağım. Dövüşmesine izin verilecek ve sizin de kimin daha kuvvetli olduğu hakkında en ufak bir şüpheniz kalmayacak. Biraz daha bekle, Nagini," diye fısıldadı. Yılan otların arasından kayarak Ölüm Yiyen'lerin Harry ile Voldemort'u gözledikleri yere gitti.
"Şimdi, onun iplerini çöz, Kılkuyruk ve asasını ona geri ver."
771

GeCeLeR
12-10-2006, 02:09 AM
OTUZ DÖRDÜNCÜ BOLUM
Priori Incantatem


Kılkuyruk, ayaklarını yeniden hissetmek, ipler çözülmeden önce kendi ağırlığını taşıyabilmek için debelenen Harryye yaklaştı. Yeni, gümüş elini kaldırdı, Harry'nin ağzını tıkayan kumaş tıkacı aldı ve onu mezar taşma bağlayan ipleri bir vuruşta kesti.
Harry'nin kaçmayı düşünmüş olabileceği kısacık bir an söz konusuydu belki; ama yabani otların bürü-düğü mezarda dururken, Ölüm Yiyen'ler orada olmayanların boşluklarını doldurup safları sıklaştırarak onun ye Voldemort'un çevresinde daha da sıkı bir çember oluştururken, yaralı bacağı titriyordu. Kılkuyruk çemberden ayrılarak Cedric'in cesedinin olduğu yere gitti ve Harry'nin asasıyla döndü. Onun yüzüne bile bakmadan asayı hoyratça eline tutuşturdu. Sonra da, seyreden Ölüm Yiyen'ler çemberindeki yerini aldı.
Voldemort usulca, "Sana nasıl düello edileceğini öğrettiler mi, Harry Potter?" diye sordu, kırmızı gözleri karanlıkta parıldıyordu.
Bu sözcüklerle birlikte Harry, sanki daha önce yaşa-
772

dığı bir hayata aitmiş gibi, iki yıl önce Hogvvarts'ta kısa süreyle katıldığı Düello Kulübü'nü hatırladı... Orada tek öğrendiği şey, Silahsız Bırakma büyüsü "Expelhar-mws"tu... Ve, eğer yapabilse bile, çevresini otuzdan fazla Ölüm Yiyen çevirmişken, Voldemort'u asasından yoksun bırakmak ne işe yarardı ki? Onu bu durum için donatacak bir şey hiç öğrenmemişti. Moody'nin her zaman uyardığı şeyle karşı karşıya olduğunu biliyordu... Önüne geçilmez Avada Kedavra laneti - ve Voldemort haklıydı - bu sefer annesi onun uğruna ölmek için orada değildi... Tamamen korunmasızdı...
Voldemort, "Karşılıklı eğiliyoruz, Harry," dedi, biraz eğildi, ama yılan yüzü gibi yüzünü Harry'ye dönük tuttu. "Haydi, bütün inceliklere uymalıyız... Dumble-dore senin kibar davranmanı isterdi... Ölüm karşısında eğil, Harry..."
Ölüm Yiyen'ler yine gülüyorlardı. Voldemort'un dudaksız ağzı gülümsüyordu. Harry eğilmedi. Voldemort'un onu öldürmeden önce onunla oyun oynamasına izin vermeyecekti... ona bu zevki tattırmayacaktı.
"Eğil, dedim." Voldemort asasını kaldırdı - ve Harry sanki muazzam büyüklükte, görünmez bir el onu amansızca ileri doğru itiyormuş gibi omurgasının büküldüğünü hissetti; Ölüm Yiyen'ler daha da gürültülü kahkahalar attılar.
Voldemort usulca, "Çok iyi," dedi, o asasını kaldırırken Harry'nin üstündeki baskı da azaldı. "Ve şimdi bir erkek gibi benim karşıma çıkacaksın... sırtın dik ve gururlu, babanın öldüğü gibi...
773

"Ve şimdi de - düelloya başlıyoruz."
Voldemort asasını kaldırdı ve Harry daha kendini koruyacak bir şey yapamadan, hareket bile edemeden, Cruciatus laneti onu tekrar çarptı. Acı öyle yoğun, öyle yakıcıydı ki, nerede olduğunun bile farkında değildi artık... Akkor kesilmiş bıçaklar teninin her santimini deli-yordu, başı kesinlikle acıdan patlayacaktı; hayatında haykırmadığı kadar yüksek sesle haykırıyordu -
Ve sonra durdu. Harry yana yuvarlandı ve güçlükle ayağa kalka. Tıpkı eli kesildiği zaman Kılkuyruk'un titrediği gibi, kontrolsüzce titriyordu; sendeleyerek yan yan gidip, seyreden Ölüm Yiyen'lerin oluşturduğu duvara çarpa; onlar da onu geriye, Voldemorf a doğru ittiler.
"Küçük bir mola," dedi Voldemort, yanktan farksız burun delikleri heyecandan titriyordu, "küçük bir mola... Acıdı, değil mi, Harry? Sana bunu tekrar yapmamı istemezsin, değil mi?"
Harry cevap vermedi. Cedric gibi ölecekti, o acımasız kırmızı gözler ona öyle diyordu... ölecekti ve bu konuda yapabileceği hiçbir şey yoktu... ama onun oyununa uymayacaktı. Voldemort'a boyun eğmeyecekti... yalvarmayacaktı...
Voldemort usulca, "Sana bunu tekrar yapmamı ister misin diye sordum," dedi. "Bana cevap ver! Imperio!"
Ve Harry, hayatında üçüncü kez, aklından bütün düşüncelerin silindiği hissini duydu... Ah, ne mutluluktu düşünmemek, yüzüyor gibiydi, rüya görüyordu... bana "hayır" de yeter... "hayır" de... bana "hayır" de yeter...
774

Başının gerisindeki daha baskın bir ses, demeyeceğim, dedi, cevap vermeyeceğim...
"Hayır" de yeter...
Yapmayacağım, demeyeceğim...
"Hayır" de yeter...
"YAPMAYACAĞIM!"
Ve Harr/nin ağzından bu söz çıktı; mezarlıkta yankılandı. Rüya hali, sanki üstüne soğuk su dökülmüş gibi bir anda ortadan kalktı - Cruciatus lanetinin bedeninin her yanında bıraktığı acılar bir anda geri döndü -nerede olduğunu ve neyle karşı karşıya olduğunu da bir anda fark etti...
"Yapmayacak mısın?" dedi Voldemort yavaşça, Ölüm Yiyen'ler artık gülmüyorlardı. " 'Hayır7 demeyecek misin? Harry, itaat, sana ölmenden önce öğretmem gereken bir erdem... belki bir doz daha acı gerek, ha?"
Voldemort asasını kaldırdı, ama bu sefer Harry hazırdı; Quidditch eğitiminden gelen reflekslerle kendini yanlamasına yere attı; Voldemort'un babasının mermer mezar taşının arkasına yuvarlandı ve lanet kendisini es geçerken, taşın çatladığını duydu.
Ölüm Yiyen'ler gülerken, Voldemort'un gittikçe yaklaşan yumuşak, soğuk sesi, "Saklambaç oynamıyoruz, Harry," dedi. "Benden saklanamazsın. Yoksa bu, düellomuzdan bezdiğin anlamına mı geliyor? Benim artık işi bitirmemi tercih ettiğin anlamına mı geliyor? Çık ordan, Harry... çık ordan da oyna, öyleyse... çabuk olacak... hatta acısız bile olabilir... ben bilemem... ben hiç ölmedim..."
775

Harry mezar taşının arkasına çömeldi, sonunun geldiğini anladı. Hiç umut yoktu... hiç yardım da yoktu. Voldemort'un daha da yakına geldiğini duyarken, sadece bir tek şey biliyordu, korku ya da mantığın ötesinde olan bir şey: Burada, saklambaç oynayan bir çocuk gibi çömelmiş halde ölmeyecekti; Voldemort'un ayakları dibine diz çökmüş halde ölmeyecekti... babası gibi dimdik ölecekti ve kendini savunmaya çalışarak ölecekti, savunmak mümkün olmasa bile...
Voldemort yılan yüzü gibi yüzünü mezar taşının yanından uzatamadan, Harry ayağa kalktı... asasını elinde sımsıkı kavradı, önünde tuttu ve kendini mezar taşının yanından öne doğru atıp Voldemort'la yüz yüze geldi.
Voldemort hazırdı. Harry, "Expelliarmus!" diye bağırırken, Voldemort da, "Avada Kedavra!" diye feryat etti.
Tam Harry'nin asasından kırmızı bir ışık seli fırlarken, Voldemort'un asasından da yeşil bir ışık seli fışkır-dı - havada buluştular - ve birden Harry'nin asası, sanki içinden bir elektrik akımı geçiyormuşçasına titreşmeye koyuldu; eli onu sıkı sıkı sarmıştı; istese de bırakamazdı zaten - ve dar bir ışık huzmesi iki asayı birbirine bağladı; bu ışın kırmızı da, yeşil de değildi, parlak ve koyu bir altın şansıydı - şaşkın bakışlarla ışını izleyen Harry, Voldemort'un uzun, beyaz parmaklarıyla kavradığı asanın da sallanıp titreştiğini gördü.
Ve sonra -hiçbir şey Harry'yi buna hazırlayamazdı-ayaklarının yerden kesildiğini hissetti. O da, Voldemort
776

da havaya yükselmişlerdi, asaları hâlâ o parlak altın sarısı ışık ipliğiyle birbirine bağlıydı. Voldemort'un babasının mezar taşından kayarak uzaklaştılar ve açık, mezarların olmadığı bir toprak parçasında durdular... Ölüm Yiyen'ler haykırıyordu; Voldemort'dan talimat istiyorlardı; yaklaşıyorlar, Harry ile Voldemort'un çevresindeki çemberi yeniden oluşturuyorlardı, yılan kıvnla kıvnla hemen arkalarından geliyordu, bazı Ölüm Yiyen'ler asalarını çekmişlerdi -
Harry ile Voldemort'u birbirine bağlayan altın ışık ipliği küçük parçalara ayrıldı; ama asalar birbirlerine bağlı kaldılar, Harry ile Voldemort'un tepesinde, çevrelerinde birbirlerini çaprazlamasına kesen bin ışın daha kavisler çizdi; ta ki, ikisi altın rengi, kubbe biçimi bir ağ ile sarılana kadar. Işıktan kafesin ötesinde Ölüm Yiyen'ler çakal gibi dolaşıp daireler çiziyorlardı, çığlıkları şimdi tuhaf bir şekilde bastırılmıştı...
Voldemort, "Hiçbir şey yapmayın!" diye haykırdı Ölüm Yiyen'lere. Harry onun kırmızı gözlerinin olup bitenler karşısında hayretle açılmış olduğunu gördü, asasını hâlâ Harry'ninkine bağlı tutan ışık ipliğini koparmak için mücadele ettiğini gördü. Harry kendi asasına iki eliyle daha da sıkı sarıldı ve altın iplik kopmadı. Voldemort, Ölüm Yiyen'lere, "Ben size emir vermeden hiçbir şey yapmayın!" diye bağırdı.
Ve sonra, bu dünyaya ait olmayan güzel bir ses havayı doldurdu... Bu ses Harry ile Voldemort'un çevresinde titreşen ışıkla örülmüş ağın her ipliğinden yükseliyordu. Daha önce hayatında bir tek kez duyduğu hal-
777

de Harry'nin tanıdığı bir sesti bu: Anka kuşunun şarkısı...
Bu, Harry için umudun sesiydi... hayatında duyduğu en güzel, en rahatlatıcı şeydi... Şarkı sanki sadece çevresinde değil de, içindeymiş hissine kapılmıştı... Bu, Dumbledore'la özdeşleştirdiği bir şarkıydı ve sanki kulağına bir dost konuşuyor gibiydi...
Bağlantıyı koparma.
Biliyorum, dedi Harry müziğe. Koparmamam gerektiğini biliyorum... Ne var ki, daha bunu düşündüğü anda, yapması daha da zor bir hal aldı. Asası çok daha kuvvetle titreşmeye başladı... Şimdi onunla Voldemort arasındaki ışının biçimi de değişmişti... Sanki büyük ışık küreleri, asalan bağlayan ışık ipliğinde yukan aşağı kayıyordu - Harry, ışık küreleri yavaşça ve düzenli olarak onun tarafına doğru kaymaya başlarken, asasının elinde titrediğini hissetti... Şimdi ışının hareket yönü Volde-morf dan kendisine doğruydu, asası öfkeyle titredi...
En yakındaki ışık küresi Harry'nin asasının ucuna doğru yaklaşırken, ellerinin altındaki tahta öyle ısındı ki, alev alacak diye korktu. O küre ne kadar yaklaşırsa, Harry'nin asası da o kadar titriyordu; asasının o kürenin temasına dayanamayacağından emindi; sanki parmaklarının arasında tuzla buz olacak gibiydi -
Zihninin her zerresini, küreyi geriye, Voldemorfa doğru gitmeye zorlamak üzerinde yoğunlaştırdı; kulak-lan Anka kuşunun şarkısıyla doluydu, gözleri öfkeli, bakışları sabitti... ve yavaşça, çok yavaşça, küreler titreyerek durdular ve aynı yavaşlıkla diğer yönde gitmeye
778

başladılar... şimdi fena halde titreşen, Voldemort'un asasıydı... şaşkın ve neredeyse korkmuş görünen Voldemort'un...
Işık kürelerinden biri Voldemort'un asasının ucundan birkaç santim ötede titriyordu. Harry bunu niye yaptığını anlamıyordu, eline ne geçeceğini bilmiyordu... ama şimdi o ışık küresini Voldemort'un asasının içine zorla sokabilmek için, hayatında olmadığı kadar konsantre oldu... ve yavaşça... çok yavaşça... küre altın iplik boyunca ilerledi... bir an titredi... ve sonra da temas etti...
Birden, Voldemort'un asasından, yankılanan ıstırap çığlıkları yükselmeye başladı... sonra -Voldemort'un kırmızı gözleri şokla açılırken- yoğun, dumansı bir el onun asasının ucundan dışarı uçup kayboldu... Kılkuy-ruk'a yaptığı elin hayaleti... yine ıstırap çığlıkları... ve sonra çok daha büyük bir şey Voldemort'un asasının ucundan çıkmaya koyuldu; büyük, grimsi bir şey, en katı, en yoğun dumandan yapılmışa benzeyen bir şey... bir baştı bu... şimdi bir göğüs ve kollar... Cedric Dig-gory'nin gövdesi.
Harry asasını elinden korkuyla düşürecek olsa, bu noktada yapardı bunu, ama içgüdüsel biçimde ona sıkı sıkı sarıldı ki, altın iplik kopmadan kalsın. Cedric Dig-gory'nin gri hayaleti (gerçekten hayalet miydi? Öyle somut görünüyordu ki) çok dar bir tünele sıkışmış gibi Voldemort'un asasından bütünüyle çıktığında bile, Harry asasını bırakmadı... Gölge Cedric ayağa kalktı, altın rengi ışık ipliğinin iki tarafına bakıp konuştu.
779

"Sıkı tut, Harry."
Ses uzaktan geliyor, yankılanıyordu. Harry, Volde-mort'a baktı... kocaman açılmış kırmızı gözlerinde hâlâ bir şok ifadesi vardı... Harry gibi o da bunu beklemiyordu... ve Harry, hafiften hafife, altın kubbenin kıyısında sinsi sinsi dolaşan Ölüm Yiyen'lerin korkmuş feryatlarını duyuyordu.
Asadan başka ıstırap çığlıklan da geldi... ve sonra ucundan bir şey çıktı... ikinci bir başın, hemen ardından da onu izleyen kollarla gövdenin yoğun gölgesi... Harr/nin bir kere rüyasında gördüğü yaşlı bir adam, tıpkı Cedric gibi kendini asanın ucundan dışan itiyordu şimdi... hayaleti, ya da gölgesi, ya da her neyse, Ced-ric'inkinin yanına düştü. Bastonuna dayanarak, Harry ve Voldemort'u, altın kubbeyi, birbirine bağlanmış asaları hafif bir hayretle gözden geçirdi...
Yaşlı adam, gözleri Voldemort'un üstünde, "Gerçekten büyücüymüş demek," dedi. "Öldürdü beni, surdaki... Onunla boğuş, evlat..."
Ama asadan yeni bir baş çıkmaya başlamıştı bile... ve dumanlı bir heykel gibi gri olan bu baş bir kadına aitti... Harry, asasını durdurmaya çalışırken her iki kolu da sarsılarak, onun yere atladığını ve diğerleri gibi doğrulup baktığını gördü...
Bertha Jorkins'in gölgesi, önündeki savaşı iri iri açılmış gözlerle izledi.
"Bırakma sakın!" diye bağırdı, onun sesi de Ced-ric'inki gibi çok uzaklardan geliyordu sanki. "Seni haklamasına izin verme, Harry - sakın bırakma!"
780

O ve diğer iki gölge, altın ağın iç duvarları çevresinde volta atmaya koyuldular, Ölüm Yiyen'ler ise kubbenin dışında hızlı hızlı dolanıyorlardı... Voldemort'un ölü kurbanları düelloculann çevresinde daireler çizerken fısıldıyor, Harry'ye fısıltılanyla cesaret veriyor, Vol-demort'a ise tıslayarak Harry'nin duymadığı şeyler söylüyorlardı.
Ve şimdi de Voldemort'un asasının ucundan bir baş daha çıkıyordu... Harry onu görür görmez kim olacağını anladı... sanki Cedric asanın ucunda belirdiği andan itibaren bunu beklermiş gibi, biliyordu... biliyordu, çünkü şimdi belirmekte olan kadın bu akşam herkesten fazla düşündüğü kişiydi...
Uzun saçlı, genç bir kadının dumanlı gölgesi Bertha gibi yere düştü, doğruldu ve ona baktı... ve kollan şimdi çılgınca sarsılan Harry de annesinin hayalet yüzüne baktı.
"Baban geliyor," dedi annesi usulca. "Seni görmek istiyor... her şey yoluna girecek... sıkı tut..."
Geldi de... önce başı, sonra bedeni... uzun boylu ve Harry gibi dağınık saçlı bir adamın, James Potter'ın dumanlı, gölgeli bedeni Voldemort'un asasının ucundan tomurcuklandı, yere düştü ve karısı gibi doğruldu. Harry'ye yaklaştı, eğilip ona baktı, diğerlerininki gibi uzaktan gelen, yankılanan bir sesle konuştu. Ama usulca konuştu ki, kurbanlan çevresinde dolanırken yüzü korkudan moraran Voldemort duymasın...
"Bağlantı kopunca sadece birkaç saniye daha kalacağız... ama sana zaman sağlayacağız... Anahtara gitmelisin, seni Hogwarts'a götürür... anlıyor musun, Harry?"
781

"Evet," diye soludu Harry, parmaklarından kayıp gitmekte olan asasını tutmak için var gücüyle mücadele ediyordu.
"Harry..." diye fısıldadı Cedric'in hayali, "bedenimi de geri götür, olur mu? Bedenimi annemle babama geri götür..."
"Götürürüm," dedi Harry, yüzü asayı tutmanın çabasıyla kasıldı.
Babasının sesi, "Haydi şimdi," diye fısıldadı, "koşmaya hazır ol... haydi şimdi..."
"ŞİMDİ!" diye haykırdı Harry; zaten asasını bir saniye daha tutabileceğini sanmıyordu - asasını büyük bir şiddetle yukarı çekti ve altın iplik koptu; ışık kafesi yok oldu, Anka kuşunun şarkısı sustu - ama Voldemorf un kurbanlarının gölgeleri yok olmadı - Voldemorf un çevresini sarmış, Harry'vi onun bakışından koruyorlardı.
Ve Harry hayatında koşmadığı hızla koştu, sersemlemiş iki Ölüm Yiyen'i yanlarından geçerken savurdu; mezar taşlanrun ardında zikzaklar çizdi, onların lanetlerinin kendisini izlediğini hissetti, lanetlerin mezar taşlarına çarpışını duydu - lanetlerden kaçmaya, mezarlara çarpmamaya çalışıyordu, Cedric'in bedenine doğru koşuyordu, artık bacağındaki acının farkında değildi, yapması gereken şey üzerinde bütün benliğiyle yoğunlaşmıştı -
Voldemort'un, "Sersemletin onul" diye haykırdığını duydu.
Cedric'in üç metre kadar uzağında, Harry kırmızı ışık selinden kaçınmak için mermerden bir meleğin arkasına daldı ve büyüler çarpınca meleğin kanadının
782

ucunun parçalandığını gördü. Asasına daha da sıkı sarılarak meleğin arkasından fırladı -
"Impedimenta!" diye böğürdü, omzunun üstünden asasını ona doğru gelmekte olan Ölüm Yiyenlere doğrultarak.
Boğuk bir çığlık hiç değilse birini durdurduğunu düşünmesine yol açtı ama, durup bakacak vakit yoktu; Kupa'nın üstünden atladı ve arkasında başka asa patlamaları duyunca ileriye doğru daldı; o düşerken ışık seli başının üstünden uçtu. Harry, Cedric'in kolunu yakalamak için elini uzattı -
"Yana çekilin! Onu ben öldüreceğim! O benim!" diye haykırdı Voldemort.
Harr/nin eli Cedric'in bileğini kavramıştı; Volde-mort'la arasında bir mezar taşı vardı, ama Cedric taşıyamayacağı kadar ağır, Kupa da uzanamayacağı kadar uzaktı -
Voldemort'un kırmızı gözleri karanlıkta alev gibi parladı. Harry onun ağzının bir gülümsemeyle büküldüğünü gördü, asasını kaldırdığını gördü.
"Acciol" diye bağırdı Harry, asasını Üçbüyücü Ku-pası'na doğrultarak.
Kupa havalanıp ona doğru süzüldü - Harry onu sapından yakaladı -
Voldemort'un öfke çığlığını duyduğu anda, göbeğinin gerisindeki, Anahtar'ın çalıştığını gösteren sarsılmayı da hissetmişti - Anahtar onu bir rüzgâr ve renk anaforu içinde hızla götürüyordu, Cedric de yanındaydı... geri dönüyorlardı...
783

GeCeLeR
12-10-2006, 02:10 AM
OTUZ BEŞİNCİ BÖLÜM
Verüaserum
Harry hızla yere çarptığını hissetti; yüzü çimenlere gömülüydü; çimenlerin kokusu burun deliklerini dol-duruyordu. Anahtar onu taşırken gözlerini yummuştu, şimdi de yumulu tuttu. Kıpırdamadı. Soluğu tamamen kesilmişti; başı öyle kötü dönüyordu ki, ayaklarının altındaki toprağın bir gemi güvertesi gibi sallandığını hissediyordu. Sabit durabilmek için, hâlâ tutmakta olduğu iki şeye daha da sıkı yapıştı: Üçbüyücü Kupası'nın parlak, soğuk sapı ve Cedric'in cesedi. Eğer birinden birini bırakırsa, beyninin kıyılarında toplanan karanlığa kayacakmış duygusuna kapılmıştı. Şok ve bitkinlik onu yerde tuttu, çimenlerin kokusunu soludu, bekledi... birinin bir şeyler yapmasını bekledi... bir şeylerin olmasını... bu arada alnındaki yara izi, az önceki kadar olmasa da, yanıp duruyordu...
Bir ses seli onu sağır edip kafasını karıştırdı; her yerde sesler vardı, ayak sesleri, çığlıklar... olduğu yerde kaldı... yüzünü buruşturmuştu, sanki gürültü, gelip geçecek bir kâbusmuş gibi...
784

Sonra bir çift el onu sertçe yakalayıp sırtüstü çevirdi.
"Harry! Harry!"
Gözlerini açtı.
Yıldızlı göğe bakıyordu ve Albus Dumbledore üzerine çömelmişti. Çevrelerinde karanlık gölgeler toplanıyordu, kalabalık gittikçe daha da sokuluyordu. Harry başının altındaki toprağın onlann ayak sesleriyle titrediğini duydu.
Labirentin ucuna geri gelmişti. Tepesinde yükselen tribünleri görebiliyordu, orada hareket eden insanların siluetlerini ve gökteki yıldızları da.
Harry, Kupa'yı bıraktı, ama Cedric'e daha da sıkı sarıldı. Boştaki elini uzatıp Dumbledore'un bileğini yakaladı. Dumbledore'un yüzü bir netleşiyor, bir bulanık-laşıyordu.
"Geri döndü," diye fısıldadı Harry. "Geri döndü. Voldemort."
"Ne var? Neler oluyor?"
Cornelius Fudge'ın yüzü Harry'nin yukarısında tepe üstü göründü. Bembeyaz ve korku dolu bir yüz.
"Tanrım - Diggory!" diye fısıldadı. "Dumbledore -ölmüş!"
Kelimeler tekrarlandı, onlara sokulan gölgeler bunu soluk soluğa çevrelerindekilere söylediler... sonra başkaları bunu haykırdı - gecenin içine çığlık attı - "O ölmüş!" "O ölmüş!" "Cedric Diggory! Ölmüş!"
Harry, Fudge'ın sesinin, "Harry, bırak onu," dediğini duydu ve parmakların onu Cedric'in cansız bedenin-
785

den koparmaya çalıştıklarını hissetti, ama onu bırakmadı.
Derken Dumbledore'un yüzü, hâlâ bulanık ve sisli bir halde, daha yakına geldi. "Harry, artık ona yardım edemezsin. Bitti. Bırak."
Harry, "Onu geri getirmemi istedi," diye mırıldandı - bunu açıklamak ona önemli görünmüştü. "Onu annesiyle babasına geri getirmemi istedi..."
"Tamam, Harry... bırak onu artık..."
Dumbledore eğildi, böylesine yaşlı ve zayıf bir adam için olağanüstü sayılacak bir kuvvetle Harry'yi yerden kaldırıp ayağa dikti. Harry sallandı. Başı güm güm atıyordu. Yaralı bacağı artık ağırlığını çekemiyor-du. Çevresindeki kalabahk itişip kakışıyor, daha yakına gelmeye çalışıyor, karanlık gölgeler halinde onun üstüne geliyordu - "Ne oldu?" "Nesi var?" "Diggory ölmüş!"
Fudge yüksek sesle, "Hastane kanadına gitmesi gerek!" diyordu. "Hasta, yaralı - Dumbledore, Dig-gory'nin annesiyle babası buradalar, tribündeler..."
"Ben Harry'yi alayım, Dumbledore, onu ben alırım -"
"Hayır, bence-"
"Dumbledore, Amos Diggory buraya doğru koşuyor... geliyor... Ona söylemen gerekmez mi sence - o görmeden -?"
"Harry, burada kal -"
Kızlar çığlık atıyor, isterik bir şekilde hıçkınyorlar-dı... Sahne Harry'nin gözleri önünde tuhaf bir şekilde titreşti...
786

"Tamam, evlat, aldım seni... gel haydi... hastane kanadına..."
Harry boğuk bir sesle, "Dumbledore kal dedi," dedi. Yara izinin güm güm atması onda kusacakmış duygusu uyandırıyordu; her şeyi eskiden olduğundan çok daha bulanık görmeye başlamıştı.
"Uzanman gerek... gel haydi..."
Ondan daha büyük ve kuvvetli biri Harry'yi yarı sürükleyerek, yan taşıyarak ürkmüş kalabalığın arasından geçiriyordu. Harry, ona destek olan adam insanların arasından bir yol açıp onu şatoya geri götürürken, onların korkuyla soluklarını tuttuklarını, çığlık atıp haykırdıklarını duydu. Çimenliği aşarken, gölün ve Durmstrang gemisinin yanından geçerken ise, yürümesine yardımcı olan adamın hızlı hızlı solumasından başka bir şey işitmedi.
Adam en sonunda, Harry'yi kaldırıp taş basamaklardan çıkarırken, "Ne oldu, Harry?" diye sordu. Takır. Takır. Takır. Deli-Göz Moody'ydi.
"Kupa bir Anahtar'mış," dedi Harry, Giriş Salo-nu'ndan geçerlerken. "Beni ve Cedric'i bir mezarlığa görürdü... ve Voldemort oradaydı... Lord Voldemort..."
Takır. Takır. Takır. Mermer merdivenden çıkıyorlardı...
"Karanlık Lord mu oradaydı? Sonra ne oldu?"
"Cedric'i öldürdü... Cedric'i öldürdüler..."
"Ya sonra?"
Takır. Takır. Takır. Koridordan geçiyorlardı...
"Bir iksir yaptı... bedenine kavuştu..."
787

"Karanlık Lord bedenine kavuştu mu? Döndü mü?"
"Ve Ölüm Yiyenler geldi... ve sonra düello ettik..."
"Karanlık Lord'la düello mu ettin?"
"Kaçtım... asam... tuhaf bir şey yapti... annemle babamı gördüm... onun asasından çıktılar..."
"Gir içeri, Harry... gir içeri ve otur... şimdi iyileşirsin... iç şunu..."
Harry kilitte bir anahtarın döndüğünü duydu, eline bir kadehin sıkıştırıldığını hissetti.
"İç şunu... kendini daha iyi hissedeceksin... hadi bakalım, Harry, neler olduğunu tam olarak bilmem gerek..."
Moody kadehi Harr/nin ağzına dayayıp içmesine yardımcı oldu; Harry öksürdü, biberimsi bir tat boğazını yakıyordu. Moody'nin odası netleşti, Moody'nin kendisi de... O da Fudge gibi bembeyaz kesilmişti ve her iki gözünü de kırpmadan Harry'nin yüzüne dikmişti.
"Yoldemort geri mi döndü, Harry? Geri döndüğünden emin misin? Nasıl yaptı bunu?"
"Babasının mezanndan bir şeyler aldı ve Kılkuyruk'tan ve benden," dedi Harry. Zihni berraklaşmıştı; yara izi artık o kadar acımıyordu; oda karanlık olduğu halde şimdi Moody'nin yüzünü net olarak görüyordu. Uzaklardaki Quidditch sahasından hâlâ çığlıklar ve feryatlar duyuyordu.
"Karardık Lord senden ne aldı?" dedi Moody.
"Kanımı," dedi Harry, kolunu kaldırarak. Cüppesi-788

nin kolu, Kılkuyruk'un hançerinin kumaşı kestiği yerde yırtılmıştı.
Moody uzun, hafif bir tıslamayla soluğunu bıraktı. "Peki ya Ölüm Yiyen'ler? Onlar da döndü mü?"
"Evet," dedi Harry. "Bir sürüsü..."
"Onlara nasıl davrandı?" diye sordu Moody usulca. "Onları bağışladı mı?"
Ama Harry birden hatırlamıştı. Dumbledore'a söylemeliydi, hemen söylemiş olması gerekiyordu - "Hog-warts'ta bir Ölüm Yiyen var! Burada bir Ölüm Yiyen var - adımı Ateş Kadehi'ne koydular, sonuna kadar gitmemi sağladılar -"
Harry ayağa kalkmaya çalıştı, ama Moody onu geriye itti.
Alçak sesle, "Ölüm Yiyen'in kim olduğunu biliyorum," dedi.
"Karkaroff mu?" dedi Harry çılgınca. "Nerede o? Yakaladınız mı? Kilit altında mı?"
"Karkaroff mu?" dedi Moody, tuhaf bir gülüşle. "Karkaroff bu gece kaçtı, kolundaki Karanlık İşaret'in yandığını hissedince. Karanlık Lord'un o kadar çok sadık destekçisine ihanet etmişti ki, onlarla karşılaşmak istemiyordu... ama pek uzağa gideceğini sanmam. Karanlık Lord'un düşmanlarının izini sürmek için kendi usulleri vardır."
"Karkaroff gitti mil Kaçtı mı? Peki öyleyse - benim adımı Kadeh'e o koymadı mı yani?"
"Hayır," dedi Moody yavaşça. "Hayır, o koymadı. Ben koydum."
789

Harry duyduklarına inanamıyordu.
"Hayır, koymadınız," dedi. "Bunu yapmadınız... yapmış olamazsınız..."
"Emin ol ki yaptım," dedi Moody ve sihirli gözü hızla dönüp kapı üzerinde sabittendi. Harry onun dışarıda kimse var mı diye kontrol ettiğini anladı. Tam o anda, Moody asasını çekti ve Harr/ye doğrulttu.
"Onları bağışladı öyleyse," dedi. "Serbest kalan Ölüm Yiyen'leri bağışladı, ha? Azkaban'dan kaçanları?"
"Ne?" dedi Harry.
Moody'nin ona doğrulttuğu asaya bakıyordu. Bu kötü bir şakaydı, öyle olmalıydı.
Moody yavaşça, "Sana bir soru sordum," dedi. "Onu aramaya bile gitmeyen pislikleri bağışladı mı? dedim. Onun için Azkaban'a girme cesaretini bile göstermeyen o ödlek hainleri. Quıdditch Dünya Kupası'nda maskelerle şamata yapacak kadar cesur olan, ama ben Karanlık İşaret'i göğe ateşler ateşlemez kaçan inançsız, değersiz pislik parçalarını."
"Siz mi ateşlediniz... ne diyorsunuz siz...?"
"Sana söyledim, Harry... Söyledim sana. Dünyada başka her şeyden fazla nefret ettiğim bir şey varsa, o da serbest kalmış bir Ölüm Yiyen'dir. Onlara en çok ihtiyacı olduğu zaman Efendime sırtlarını çevirdiler. Onları cezalandırmasını bekliyordum. Onlara işkence etmesini bekliyordum. Bana onların canını yaktığım söyle, Harry..." Moody'nin yüzü birden çılgın bir gülümsemeyle aydınlanmıştı. "Bana kendisine benim, yalnızca
790

benim sadık kaldığımı onlara söylediğim söyle... her şe-\ı riske atmaya hazır olduğumu... hepsinden fazla istediği tek şeyi ona götürmek için... sem."
"Yapmadın... o - o sen olamazsın..."
"Senin adını, başka bir okulun adı altında, Ateş Ka-dehi'ne kim koydu? Ben koydum. Sana zararı dokunacak ya da Turnuva'yı kazanmanı engelleyecek herkesi lam korkutup kaçırdı? Ben kaçırdım. Sana ejderhaları göstermesi için Hagrid'i kim dürtükledi? Ben durtukle-dım. Ejderhayı yenebileceğin tek yöntemi bulmana kim vardımcı oldu? Ben oldum."
Moody'nin sihirli gözü artık kapıda değildi. Şimdi Harry'nin üzerinde sabitlenmişti. Yamuk ağzını her zamankinden de geniş açmış, pis pis sırıtıyordu. "Kolay olmadı, Harry, şüphe uyandırmadan sana bu görevlerde rehberlik etmek hiç kolay olmadı. Kurnazlığımın her zerresinden yararlanmak zorunda kaldım ki, senin başarında benim payım sezilmesin. Eğer her şeyin üstesinden kolayca gelseydin, Dumbledore çok şüphelenirdi. O labirente girdiğin sürece, hele de biraz önde girersen - o zaman, diğer şampiyonları aradan çıkarıp senin yolunu açma şansım olduğunu biliyordum. Ama bir de ^enin aptallığınla uğraşmak zorunda kaldım, ikinci görev... işte en çok o zaman başaramayacağız diye korktum. Gözüm üstündeydi, Potter. Yumurtadaki ipucunu çözemediğini biliyordum, onun için sana bir ipucu daha verdim -"
"Sen vermedin," dedi Harry boğuk bir sesle. "Bana ipucunu Cedric verdi -"
791

"Peki Cedric'e onu suyun altında açmasını kim söyledi? Ben söyledim. Bu bilgiyi sana ileteceğine güveniyordum. Namuslu insanları parmağında oynatmak çok kolaydır, Potter. Cedric'in, ona ejderhaları söylediğin için sana borcunu ödemek isteyeceğinden emindim, | ödedi de. Ama ona rağmen, Potter, ona rağmen bile başaramayacak gibiydin. Hep gözlüyordum seni... kutup- s hanede geçen onca saat. Sana gereken kitabın başından beri yatakhanende olduğunu fark etmedin mi? Onu çok önceden oraya yerleştirmiştim, Longbottom denen ço- l cuğa vermiştim, hatırlamıyor musun? Akdeniz'in Sihirli Su Bitkileri ve özellikleri. O kitap sana Galsamotu hak- . kında bilmen gereken her şeyi söylerdi. Sana yardımı dokunabileceklerin hepsine, herkese sormanı bekliyordum. Longbottom sana bir saniyede söylerdi. Ama sormadın... sormadın... Sende öyle bir gurur ve bağımsızlık damarı var ki, her şeyi mahvetmesine ramak kaldı.
"Ne yapabilirdim, peki? Başka bir masum kaynaktan bilgi beslemesi yaptım. Baloda bana Dobby adlı bir ev cininin sana Noel armağanı verdiğini söyledin. Birtakım cüppeleri temizlemeye vermek bahanesiyle cini öğretmenler odasına çağırdım. Alınan rehineler hakkında Profesör McGonagall'la bir konuşma sahneledim, Potter Galsamotu kullanır m ı diye yüksek sesle sordum. Ve küçük cin arkadaşın doğruca Snape'in odasına koştu, sonra da telaşla seni bulmaya geldi..."
Moody'nin asası hâlâ Harry'nin kalbine çevriliydi. Harry onun omzu üzerinden, duvardaki Düşman-Ca-mı'nda sisli şekillerin hareket ettiğim gördü. "Gölde o
792

kadar uzun süre kaldın ki, Potter, boğuldun sandım. Neyse ki Dumbledore senin salaklığını asalet plarak yorumladı ve sana yüksek puan verdi. Rahat bir soluk aldım.
"Bu gece o labirentte de işin normalde olacağından çok daha kolaylaştı, tabii," dedi Moody. "Çünkü ben çevresinde devriye tutuyordum, dış çalı çitlerden içeriyi görebiliyordum, birçok engeli lanetleyerek yolundan çektim. Fleur Delacour geçerken onu Sersemlettim. Krum'a Imperius laneti yaptım ki, Diggory'nin işini bitirsin, senin Kupa'ya giden yolun açılsın."
Harry, Moody'ye baktı. Bunun nasıl olabileceğini hâlâ aklı almıyordu... Dumbledore'un dostu, ünlü Se-herbaz... onca Ölüm Yiyen yakalamış olan kişi... anlamı yoktu... hem de hiç...
Düşman-Camı'ndaki sisli şekiller keskinleşiyor, daha belirgin bir hal alıyorlardı. Harry, Moody'nin omzu üzerinden üç kişinin hatlarını seçebiliyordu, gittikçe ya-kınlaşıyorlardı. Ama Moody onlara bakmıyordu. Sihirli gözü Harry'nin üzerindeydi.
"Karanlık Lord seni öldürmeyi başaramadı, Potter, oysa öyle çok istiyordu ki," diye fısıldadı Moody. "Bunu onun için benim yaptığımı öğrenince beni nasıl ödüllendirecek, düşün. Ben ona seni verdim -yeniden doğmak için her şeyden fazla ihtiyacı olan şeyi- ve sonra da onun için seni öldürdüm. Bütün Ölüm Yiyen'lerden daha fazla onurlandırılacağım. Onun en sevgili, en yakın destekçisi olacağım... bir oğuldan daha yakın..."
Moody'nin normal gözü faltaşı gibi açılmıştı, sihirli
793

gözü ise Harry'nin üzerine dikilmişti. Kapı sürgülüydü ve Harry asasına asla vaktinde yetişemeyeceğini biliyordu...
"Karanlık Lord ve ben..." dedi Moody. Artık tamamen delirmiş görünüyordu, Harry'nin tepesine dikilmiş, pis pis gülerek ona bakıyordu. "Onunla ben pek çok ortak noktaya sahibiz. Örneğin, ikimizin de babası birer hayal kırıklığıydı... hem de nasıl. İkimiz de, Harry, bu babaların adını taşıma utancının acısını çektik. Ve ikimiz de Karanlık Düzen'in yükselişini sağlamak için... babalarımızı öldürme zevkini tattık... o büyük zevki!"
"Sen delisin," dedi Harry -kendini tutamamıştı-"delisin!"
"Deliyim, öyle mi?" dedi Moody, sesi kontrolsüz bir şekilde yükselmişti. "Görürüz bakalım! Kim deliymiş görürüz. Değil mi ki Karanlık Lord geri döndü ve ben de onun yanındayım! Geri döndü, Harry Potter, onu alt edemedin - ve şimdi - ben seni alt edeceğim!"
Moody asasını kaldırdı, ağzını açtı; Harry elini cüppesinin içine daldırdı -
"Sersemlet!" Kör edici bir kırmızı ışık çaktı ve Moody'nin odasının kapısı büyük bir gümbürtüyle parçalandı -
Moody arkaya savrulup yere düştü. Hâlâ az önce onun durduğu yere bakan Harry, Düşman-Camı'ndan ona bakan Albus Dumbledore, Profesör Snape ve Profesör McGonagall'ı gördü. Hemen dönüp arkasına baktı, üçü de kapı ağzında duruyorlardı. Dumbledore öndeydi, asasını ileri uzatmıştı.
794

O anda Harry, insanların neden Voldemort'un korktuğu tek büyücünün Dumbledore olduğunu söylediklerini ilk kez tam olarak anladı. Baygın Deli-Göz Mo-ody'ye bakan Dumbledore'un yüzü Harry'nin hayal edebileceğinden çok daha korkunçtu. Dumbledore'un yüzünde her zamanki müşfik gülümseme yoktu, gözlüğünün ardındaki gözleri her zamanki gibi parlamıyor-du. Yaşlı yüzünün her çizgisinde soğuk bir öfke vardı; Dumbledore'dan öyle bir güç hissi yayılıyordu ki, sanki çevresine cayır cayır ateş saçıyordu.
Odaya girdi, Moody'nin baygın bedeninin altına ayağını koydu, yüzü görünsün diye onu tekmeleyerek sırt üstü çevirdi. Snape, dışarıdan odaya bakan kendi hiddetli yüzünün hâlâ göründüğü Düşman-Camı'na bakarak, Dumbledore'un ardından odaya girdi.
Profesör McGonagall dosdoğru Harry'nin yanına geldi.
"Gel haydi, Potter," diye fısıldadı. İnce ağzı, sanki ağlamak üzereymiş gibi titriyordu. "Gel haydi... hastane kanadına..."
"Hayır," dedi Dumbledore sert bir sesle.
"Dumbledore, gitmeli ama - haline bak - bu akşam çok şey yaşadı -"
"Kalacak, Minerva, çünkü anlaması gerek," diye üsteledi Dumbledore. "Anlamak kabul etmenin ilk adımıdır ve iyileşme ancak kabulle gelir. Bu gece çektiği çileyi ona kimin yaşattığını, niye yaşattığını bilmesi gerek."
"Moody," dedi Harry. Hâlâ tam bir inanmazlık içindeydi. "Nasıl Moody olabilir?"
795

Dumbledore usulca, "Bu, Alastor Moody değil," dedi. "Sen Alastor Moody'yi hiç tanımadın. Gerçek Moody bu gece olanlardan sonra seni benim gözümün önünden ayırmazdı. Seni götürdüğü anda anladım - ve ,sizi takip ettim."
Dumbledore, Moody'nin hareketsiz bedeninin üstüne eğildi ve elini cüppesinin içine soktu. Moody'nin cep şişesiyle bir halkaya takılı bir dizi anahtar çıkardı. Sonra da Profesör McGonagall ile Snape'e döndü.
"Severus, lütfen bana elindeki en güçlü Hakikat İk-siri'ni getir, sonra da mutfağa gidip VVinky adlı ev cinini al. Minerva, lütfen Hagrid'in evine git. Orada, balkabağı tarhında oturan kocaman, kara bir köpek göreceksin. Köpeği odama götür, ona kısa sürede geleceğimi söyle, sonra buraya dön."
Snape ya da McGonagall bu talimatları tuhaf buldularsa bile, şaşkınlıklarını gizlediler. İkisi de hemen dönüp odadan çıktılar. Dumbledore yedi kilitli sandığa yürüdü, ilk anahtarı kilide soktu ve açb. Sandıkta bir yığın büyü kitabı vardı. Dumbledore sandığı kapadı, ikinci illide ikinci bir anahtar soktu ve sandığı yeniden açti. Büyü kitapları yok olmuştu; bu sefer içinde çeşit çeşit kırık Sinsi-oskoplar, parşömen, tüy kalemler ve gümüşi bir Görün-mezlik Pelerini'ni andıran bir şey duruyordu. Dumbledore sırayla üçüncü, dördüncü, beşinci, altına anahtarı gereken kilide sokup her seferinde sandığı yeniden açarken, Harry hayretler içinde seyretti. Her seferinde farklı şeyler ortaya çıkıyordu. Sonra Dumbledore yedinci anahtarı kilide soktu, kapağı açtı ve Harry şaşkınlıkla bağırdı.
796

Bir tür çukura, bir yeraltı odasına bakıyordu ve üı metreden aşağıdaki zeminde, besbelli uyuyan, zayıf v« açlıktan ölmek üzere gibi görünen, gerçek Deli-Gö; Moody yatıyordu. Tahta bacağı gitmişti, içinde sihirl gözün olması gereken göz yuvası, kapağının altınde boş görünüyordu. Ağarmış saçından birkaç tutam ek sikti. Harry, afallamış halde, bir sandıkta uyuyan Mo ody'ye, bir de odanın zemininde baygın yatan Mo ody'ye baktı.
Dumbledore sandığa girdi, aşağı sarktı ve kendin; bıraktı. Uyuyan Moody'nin yanma hafifçe indi. Onur üzerine eğildi.
"Sersemletilmiş - Imperius lanetiyle kontrol ediliyor - çok halsiz," dedi. 'Tabii, onu canlı tutmaları gerekiyordu. Harry, sahtekârın pelerinini at buraya, Alastoı donuyor. Madam Pomfrey'nin onu görmesi gerek ama, şu anda acil bir durumu yok."
Harry ona söyleneni yaptı; Dumbledore, Moody'nin üstüne pelerini iyice örttü, kenarlarını da altına soktu ve sandıktan dışarı tırmandı. Sonra masada duran cep şişesini aldı, kapağını açtı ve ters çevirdi. Odanın zeminine kıvamlı, yapışkan bir sıvı saçıldı.
"Çok Özlü İksir, Harry," dedi Dumbledore. 'işin basitliğini görüyorsun ya, çok da zekice. Moody sadece cep şişesinden içer, bu iyi bilinir. Tabii, sahtekârın gerçek Moody'yi yakınında tutması gerekiyordu ki, İksir'i yapmayı sürdürebilsin. Saçını görüyorsun..." Dumbledore eğilip sandıktaki Moody'ye baktı. "Sahtekâr yıl boyunca onun saçını kesip durmuş, her yerinin eşit
797

boyda olmadığını fark ettin, değil mi? Ama sanırım, bu gecenin heyecanıyla, sahte Moody'miz İksiri gerektiğince sık almayı unutmuş olabilir... saat başı... saatte bir... Görelim bakalım."
Dumbledore masanın yanındaki sandalyeyi çekip oturdu, gözleri yerde yatan baygın Moody'ye dikiliydi. Harry de ona bakh. Dakikalar sessizlik içinde geçti...
Sonra, Harry'nin gözleri önünde, yerdeki adamın yüzü değişmeye başladı. Yara izleri yok oluyordu, cildi düzgün bir hal alıyordu; parçalanmış burun bütünlendi ve küçülmeye başladı. Yele misali uzun, kır saçı kafa derisine doğru çekildi ve saman rengine döndü. Birden, gürültü bir takır sesiyle, tahta bacak düştü, onun yerine normal bir bacak büyüdü; bir an sonra, sihirli göz adamın yüzünden fırladı ve yerini gerçek bir göz aldı; sihirli göz zeminde yuvarlanarak uzaklaştı ve fıldır fıldır dönmeye devam etti.
Harry önünde solgun tenli, hafif çilli, püskül gibi san saçlı bir adamın yattığını gördü. Onun kim olduğunu biliyordu. Onu Dumbledore'un Düşünseli'nde görmüştü, Mr Crouch'u masum olduğu konusunda ikna etmeye çalışırken Ruh Emici'ler tarafından mahkemeden dışan sürüklenişini izlemişti... ama şimdi gözlerinin çevresinde kırışıklar vardı ve çok daha yaşlı görünüyordu...
Koridorda telaşlı ayak sesleri duyuldu. Snape, peşinde VVinky ile dönmüştü. Profesör McGonagall da hemen arkalanndaydı.
"Crouch!" dedi Snape, kapının eşiğinde olduğu yerde kalakalmıştı. "Barty Crouch!"
798

"Nasıl olur!" dedi Profesör McGonagall. Olduğu yerde kalakalmış, gözlerini dikmiş, yerdeki adama bakıyordu.
Pis, saçı başı birbirine karışmış Winky, Snape'in bacaklarının yanından baktı. Ağzı sonuna kadar açıldı ve kulak tırmalayan bir çığlık attı. "Küçükbey Barty, Kü-çükbey Barty, burada ne yapıyor siz?"
Kendini genç adamın göğsüne attı. "Siz onu öldürdü! Siz onu öldürdü! Siz efendinin oğlunu öldürdü!"
"Sadece Sersemletildi, Winky," dedi Dumbledore. "Kenara çekil, lütfen. Severus, İksir yanında mı?"
Snape, Dumbledore'a küçük bir cam şişede tamamen berrak bir sıvı uzattı: Sınıfta Harry'yi, senin üzerinde kullanırım, diye tehdit ettiği Veritaserum. Dumbledore ayağa kalktı, yerdeki adamın üzerine eğildi, onu Düşman-Camı'nın altındaki duvara dayayıp oturur duruma getirdi. Dumbledore, Snape ve McGonagall'ın yansımaları hâlâ aynadan hiddetle bakıyordu. VVinky dizleri üstünde kaldı, titriyordu, ellerini yüzüne kapamıştı. Dumbledore adamın ağzını zorla açtı ve içine üç damla boşalttı. Sonra asasını adamın göğsüne doğrulttu ve, "Çözül" dedi.
Crouch'un oğlu gözlerini açtı. Yüzü gevşek, bakışları boştu. Dumbledore onun önünde çömeldi, yüzleri aynı hizaya geldi.
Dumbledore usulca, "Beni duyabiliyor musun?" dedi.
Adamın gözkapaklan titreşti.
"Evet," diye mırıldandı.
799

Dumbledore yumuşak bir sesle, "Bize buraya nasıl geldiğini anlatmam istiyorum," dedi. "Azkaban'dan nasıl kaçtın?"
Crouch titreyerek derin bir soluk aldı ve sonra da ruhsuz, ifadesiz bir sesle konuşmaya başladı: "Beni annem kurtardı. Ölmek üzere olduğunu biliyordu. Bana son bir iyilik yap, diyerek, beni kurtarmaya gelmesi için babamı ikna etti. Babam onu severdi, beni asla sevmediği kadar. Kabul etti. Beni ziyarete geldiler. Bana içinde annemin saçından bir tel olan bir Çok Özlü İksir verdiler. O da içinde benim saçımın bir teli olan bir Çok Özlü iksir içti. Birbirimizin görünümüne burunduk."
Winky başını sallıyor, titriyordu. "Susun artık, Kü-çükbey Barty, susun arak, babanızın başını derde sokuyor siz!"
Ama Crouch derin bir soluk daha aldı ve aynı rulı-suz sesle devam etti. "Ruh Emici'ler kördür. Biri sağlıklı, biri ölmekte olan iki kişinin Azkaban'a girdiğini hissettiler. Biri sağlıklı, biri ölmekte olan iki kişinin terk ettiğini hissettiler. Babam beni annemin kılığında kaçırdı, mahkûmlardan herhangi biri kapıdan gözlüyorsa diye.
"Annem kısa süre sonra Azkaban'da öldü. Sonuna kadar Çok Özlü İksir içmeye özen gösterdi. Benim adımla ve benim görünümümle gömüldü. Herkes onun ben olduğuna inandı."
Adamın gözkapaklan titreşti.
Dumbledore usulca, "Peki baban seni eve götürünce seninle ne yaptı?" diye sordu.
"Annemin ölümünü sahneledi. Sessiz, özel bir ce-
800

naze. O mezar boştur. Ev cini bana bakıp sağlığıma döndürdü. Sonra saklanmam gerekti. Kontrol altında tutulmam gerekti. Babam beni zaptetmek için bir dizi büyüden yararlanmak zorunda kaldı. Gücüme kavuştuğumda, tek düşüncem Efendimi bulmaktı... yeniden onun hizmetine girmekti."
"Baban seni nasıl zaptetti?" diye sordu Dumbledo-re.
"Imperius laneti," dedi Crouch. "Babamın kontrolü altındaydım. Gece gündüz bir Görünmezlik Pelerini giymek zorundaydım. Hep ev çiniyle beraberdim. Benim bekçim ve bakıcımdı. Bana acıyordu. Zaman zaman beni ödüllendirsin diye babamı ikna etti. İyi davrandığım için."
"Küçükbey Barty, Küçükbey Barty," diye hıçkırdı Mnky ellerinin arasından. "Siz onlara söylememeli, derde giriyoruz biz.,."
Dumbledore yumuşak bir sesle, "Kimse senin hâlâ sağ olduğunu keşfetti mi?" diye sordu. "Baban ve ev cini dışında kimse biliyor muydu?"
"Evet," dedi Crouch, gözkapaklan yeniden titreşti. "Babamın bürosundaki bir cadı. Bertha Jorkins. Babama birtakım kâğıtlar imzalatmak için eve geldi. Babam evde değildi. Winky onu içeri aldı ve mutfağa, benim yanıma döndü. Ama Bertha Jorkins, VVinky'nin benimle konuştuğunu duymuştu. Araştırmaya geldi. Görünmezlik Pelerini'nin altında kimin olduğunu tahmin edecek kadar kulak misafiri olmuştu. Babam eve geldi. Bertha onun karşısına dikildi. Babam öğrendiklerini
801

unutsun diye ona çok güçlü bir Hafıza Büyüsü yaptı. Fazla güçlü. Onun hafızasına kalıcı hasar verdiğini söy-
ledi.^ : ' 'l !İ" ' ' ' ',,'.'
: ' x-u"ijn« ,ı i'<rrLt<KjfA..irr.jd. ıı<ı >Jt-C{ <l> -îoıjy n. * »
Neden eîendırrun özel işlerine burun sokuyor?"
diye hıckırdı VVinky. "Neden bırakmıyor bizi kendi ha-
,/ „;, /['-. 'tura <»dJjnyii; rrt jjs.neu:,' >*'jj ^o
lırruze? "
rr|~|fr,
"Bana Quidditch Dünya Kupasından söz et," dedi Dumbledore.
Crouch yine aynı monoton sesle, "Babamı VVinky razı etti," dedi. "Onu ikna etmelc için aylarca uğraştı. YıÛardir evden çıkmamıştım. Ouldditch'i^çok severdim. İzin verin gitsin, dedi. Ğöfünrriezlik Pelerini içinde olacak. MaÇı izleyebilir. Bırakırı, bir seferlik temiz havayı koklasın. Annesi bunu isterdi, dedi. Annemin bana özgürlüğümü vermek için öldüğünü söyledi babama. Beni rufsak olayım diye kurtarmamıştı. Sonunda bab,am
P >''
"Dikkatle planlandı. Babam beni ve VVinky'yi ^gü
nün erken saatlerinde Üst Loca'ya götürdü. VVinky ba
bama yer ayırdığını söyleyecekti. Ben, görünmez halde,
orada oturacaktım. Herkes locadan ayrılınca, çıkacak
tık. VVinky tek başınaymış gibi görünecekti. Kimse bil
meyecekti, asla. "" """* s" *'u'
"Ama VVinky benim güçlendiğimi bilmiyordu. Babamın Imperius lanetiyle mücadele etmeye başlamıştım. Bazen neredeyse eski halime dönüyordum. Onun , kontrolü dışına çıkar gibi olduğum kısa süreler vardı. Orada, Üst Loca'da da oldu bu. Derin bir uykudan uyanmak gibiydi. Kendimi insanların arasında, maçın

802


ör tasımda, buldurpu. Önümde, bir çğUtfun cebinden bir asanın d^şan ç,ıkrmş olduğunu gördüm^ Azkaban öncesinden beri aşa, kullanmama izin verilmiyordu. Çaldım onu. VVinky bilmiyordu/ İVyjıvky.vüJîsektejiv korkar.. %üy zünl}ıejleriytep*tmüştü/:'. ,ı- ,:j,,v »,i,. v> r ı>" s'f '•* •- T < r
^f'^çujkb.ej Ba^ty,.sizi,kötü çocuk!" diye fısıldadı VVinky, parm^klaonm araguıdan yaşlar süzülüyordu, .
îf j'Çfmek asayx!sen alckp^" dedi Dumbledore. "Peki," ne yaptınpnunla?,','.,, ,- v , <,'< ,.nr,:. ,« . "<
"Çadıra dön4ük>" dedi.Grouch. "Soıwaonlan duyduk. Ölür$ Yiy^nfleri duyduk. Azkaban'a hiç gitmemiş olarıla-çı^gjEervdirAflçin Jıiç ıstırap çekmemiş olanları. Ona sjrtlaorırrç, çevirmişlerdi. Benim gibi koleleştirüme^ mislerdi. Onu aramakta özgürdüler, ama aramamışlar* di. Sadece Muggle'larla kafa buluyorlardı. Sesleri beni uyandırdı. Zihtürn yıllarca olduğundan çok daha berraktı. Öfkeliydim. Asam vardı. Efendime sadık kalmadıkları için onlara saldırmak istiyordum. Babam çadırdan ayrılmıştı; Muggle'lan serbest bırakmaya gitmişti. VVinky beni öyle kızgın görünce korktu. Beni kendisine bağlamak için kendi özel sihrini kullandı. Beni çadırdan çekip çıkardı, ağaçlığa, Ölüm Yiyen'lerden uzağa çekti. Ona karşı koymaya çalıştım. Kampa dönmek istiyordum. O Ölüm Yiyen'lere Karanlık Lord'a sadakatin ne anlama geldiğini göstermek istiyordum, sadık olmadıkları için onları cezalandırmak istiyordum. Gökte Karanlık İşaret'i yapmak için çalıntı asayı kullandım.
"Bakanlık büyücüleri geldiler. Her yere Sersemletme Büyülen attılar. Büyü'lerden biri ağaçların arasında
803

VVinky ile benim durduğumuz yere geldi. İkimizi bağlayan bağ kopmuştu. İkimiz de Sersemletilmiştik.
"VVinky bulunduğu zaman, babam yakınlarda olduğumu anlamış olmalı. VVink/yi buldukları çalıları aradı ve benim orada yattığımı hissetti. Diğer Bakanlık üyeleri ağaçlığı terk edene kadar bekledi. Bana yeniden Imperius laneti yaptı ve eve götürdü. VVinky'yi kovdu. Babamı yüzüstü bırakmıştı. Bir asa edinmeme meydan vermişti. Az daha kaçmama c -ı meydan verecekti."
VVinky umutsuzca ağlamaya başladı.
"Şimdi evde sadece ikimiz vardık, babamla ben. Ve sonra... ve sonra..." Crouch başını şöyle bir sallayıp çevirdi, yüzüne delice bir sırıtış yayıldı. "Efendim benim için geldi.
"Bir gece geç vakit, hizmetkân Kılkuyruk'un kollarında evimize geldi. Efendim benim hayatta olduğumu öğrenmişti. Bertha Jorkins'i Arnavutluk'ta esir almıştı. Ona işkence etmişti. Bertha ona çok şey anlatmıştı. Üç-büyücü Turnuvası'nı söylemişti. Yaşlı Seherbaz Mo-od/nin Hogvvarts'ta ders vereceğini söylemişti. Efendim, babamın yapmış olduğu Hafıza Büyüsü'nü kırana kadar Bertha'ya işkence etti. Bertha ona benim Azka-ban'dan kaçtığımı söyledi. Babamın, Efendimi aramama engel olmak için beni tutsak ettiğini söyledi. Ve böylece Efendim benim hâlâ onun sadık hizmetkân olduğumu anladı - belki de en sadığı. Efendim, Bertha'nın ona verdiği bilgileri temel alarak bir plan yaptı. Bana ihtiyacı vardı. Gece yarısına doğru evimize geldi. Kapıyı babam açtı."
804

Crouch'un yüzündeki gülümseme daha da fazla yayıldı, sanki hayatının en tatlı hatırası aklına gelmiş gibi. VVinky'nin taşlaşmış, kahverengi gözleri parmaklarının arasından görülüyordu. Konuşamayacak kadar dehşete düşmüş görünüyordu.
"Her şey göz açıp kapayıncaya kadar oldu. Babam, Efendimin yaptığı Imperius lanetinin etkisi altına girdi. Şimdi tutsak olan, kontrol altında olan babamdı. Efendim onu her zamanki gibi işine gitmeye, her şey yolun-daymış gibi davranmaya zorladı. Ve ben serbest kaldım. Uyandım. Yeniden kendim oldum, yıllardır olmadığım kadar canlıydım."
"Peki, Lord Voldemort senden ne yapmam istedi?" diye sordu Dumbledore.
"Bana onun için her şeyi tehlikeye atmaya hazır olup olmadığımı sordu. Hazırdım. Ona hizmet etmek, kendimi ona kanıtlamak benim hayalimdi, en büyük arzumdu. Hogvvarts'a sadık bir hizmetkâr yerleştirmeye ihtiyacı olduğunu söyledi bana. Çaktırmadan Harry Potter'a Üçbüyücü Turnuvası boyunca rehberlik edecek bir hizmetkâr. Gözünü Harry Potter'dan ayırmayacak bir hizmetkâr. Onun Üçbüyücü Kupası'na ulaşmasını sağlayacak biri. Kupayı bir Anahtar" a çevirerek, ona ilk dokunacak kişiyi Efendime götürmesini sağlayacak biri. Ama önce -"
"Alastor Moody'ye ihtiyacınız vardı," dedi Dumbledore. Sesi sakin kalsa da, mavi gözleri alev alev yanıyordu.
"Kılkuyruk'la ben yaptık bunu. Önceden Çok Özlü
805

İksiı'i hazırlamıştık. Evine gittik. Moddy -mücadele etti. Bir kargaşa oldu. Onu tam vaktinde kontrol altına almayı başardık. Onu zorla kendi sihirli sandığının bir bölümüne soktuk. Saçından bir tutam alıp İksir7 e ekledik. Ben içtim, Moody'nin kopyası oldum. Bacağıyla gözünü aldım. Arthur VVeasley gürültüyü duymuş olan Muggle'larla ilgilenmek için geldiğinde, onunla karşılaşmaya hazırdım. Çöp bidonlar.ni arka bahçede hareket ettirmeye başladım. Arthur Weasley'ye, bahçede çöp bidonlarını tetikleyen davetsiz misafirler duyduğumu söyledim. Sonra Moody'nin giysilerini ve Karanlık detektörlerini topladım, Moody'yle birlikte sandığa koydum ve Hogwarts'a doğru yola çıktım. Onu Imperi-us laneti altında canlı tuttum. Sorguya çekebilmek istiyordum. Geçmişini, alışkanlıklarını öğrenmek istiyordum ki, Dumbledore'u bile kandırabileyim. Çok Özlü İksir yapmak için de saçına ihtiyacım vardı. Öteki malzemeler kolaydı. Zindandan kanguru derisi çalıyordum. İksir öğretmeni beni odasında bulduğu zaman, odayı aramak için emir aldığımı söyledim.*" J?° " {"'"'
"Sen Mood/ye saldırdıktan sonra Kılkuyrukla ne oldu?" dedi Dumbledore.
"Kılkuyruk babamın evinde Efendime bakmak ve babama bekçilik etmek için geri döndü." ! -"' ı '' ^ -
"Ama baban kaçtı," dedi Dumbledore. >>" w m
"Evet. Bir süre sonra o da benim gibi Imperius lane-tiyle mücadele etmeye başladı. Neler olup bittiğinin farkında olduğu dönemler vardı. Efendim artık babamın evden çıkmasının güvenli olmayacağına karar ver-
806

,.'!' / )UM.«:, i>T ' ''-'J.-. j L ö î p b 9Vi() ' aivis/.^' di. Bunun yerine, qnu Bakanlık a niektup göndermeye
zorladı. Ona mektup yazdırıp hasta olduğunu söyletti.
A 'T^ ,, ' t -'.. ../,£, !1J, ljir>. ^ '
Ama Kılkuyruk görevim ihmal etti. Onu yeterince iyi
gözetleyemedi. Babam kaçtı. Efendim onun Hogwarts/a
doğru gittiğini tahmin etti. Babam,Dumbledore'a hgr
şeyi söyleyecekti, itirafta bulunacaktı.ofBenj[ ,A?_ka-
bajı'dan kaçırdığını itiraf edecekti. -,,,.,
"Efendim bana babamın kaçtığını haber verdi. Bana
, , />ı r <,j C.ın',.. / ° , , ftf-
ne pahasına olursa olsun onu durdurmamı söyledi. Beji
de bekledim ve gözledim. Harry Potter'dan aldığını İj^-
ritayı kullandım. Neredeyse her şeyi mahvejden, harita
yı." ' ' "
î ' ' ~J' . , ',ı* ^ ^ ^<, ..'j' 'r~l - ('* o •"(
"Harita mı? dedi Dumbledore hemen. "Ne harita-
ra,^ ı^j^îU rru^ü ^lib'jdj) rnm&caa VJ',?HDI§ «553
sıymif^bu. ^j^,^. , (-^ , ,^,nh^ .ı. -, in!£|hPr >iımy>r "rötter m Hogwarts haritası. Potter o hşri^a4^ b-Qi}i gördü. Potter beni bir gece Snape'in odasından.Çok,^)z-lü İksir için biraz daha malzeme çalarken gördü. Benim, babam olduğumu sandı. Soyadımız gibi, adımız da aynı. O gece Potter'dan haritayı aldım. Ona babamın Karanlık büyücülerden nefret ettiğini söyledim. Potter babamın Snape'in peşinde olduğuna inand^, in^?&qı.^ "Bir hafta boyunca babamın Hogwarts'a gelmesini bekledim. Sonunda, bir akşam, harita babamın araziye girdiğini gösterdi. Görünmezlik Pelerini'mi üzerime geçirip onu bulmaya indim. Orman'm kıyısında yürüyordu. Sonra Potter geldi, KrunVİa birlikte. Bekledim.. Pot-
, -r^C J i t ' * i llj
ter'a zarar veremezdim; Efendimin ona ihtiyacı vardı.
li J J1 , rJ- f >•
Potter koşarak Dumbledore'u almaya gitti. Krum'u Sersemlettim. Babamı öldürdüm."
807

"Haaayıır!" diye ağladı VVinky. "Küçükbey Barty, Küçükbey Barty, siz neler söylüyor?"
"Babanı öldürdün," dedi Dumbledore, aynı yumuşak sesle. "Cesedini ne yaptın?"
"Orman'a taşıdım. Görünmezlik Pelerini'yle örttüm. Harita yanımdaydı. Potter'm şatoya koşmasını i?-ledim. Snape'le karşılaştı. Dumbledore onlara katıldı. Potter'ın Dumbledore'u şatodan çıkarışını izledim. Orman'in dışına çıktım, arkalanndan dolaştım, onların yanına gittim. Dumbledore'a, Snape bana nereye geleceğimi söyledi, dedim.
"Dumbledore benden gidip babamı aramamı istedi. Babamın cesedine geri döndüm. Haritaya baktım. Herkes gidince, babamın cesedine Biçim Değiştirttim. Bir kemik halini aldı... Sırtımda Görünmezlik Pelerini'yle, Hagrid'in kulübesinin önündeki yeni kazılmış toprağa gömdüm onu."
Şimdi, VVinky'nin dinmek bilmez hıçkırıkları dışında, tam bir sessizlik vardı.
Sonra Dumbledore, "Ve bu gece..." dedi.
Barty Crouch, "Akşam yemeğinden önce Üçbüyücü Kupası'ru labirente taşıma teklifinde bulundum," diye fısıldadı. "Onu Anahtar" a dönüştürdüm. Efendimin planı işledi. Artık yeniden güçlü ve beni diğer büyücülerin hayallerinin ötesinde onurlandıracak."
Çılgın gülümsemesi yüz hatlarını bir kez daha aydınlattı ve başı omzuna düştü, VVinky yanı başında ağlayıp hıçkırıyordu.
808

GeCeLeR
12-10-2006, 02:10 AM
OTUZ ALTINCI BOLUM
Yol AyrımıDumbledore ayağa kalktı. Bir an Barty Crouch'a yüzünde tiksintiyle baktı. Sonra asasını bir kez daha kaldırdı, asadan fışkıran ipler Barty Crouch'a sanlarak onu sıkı sıkı bağladı.
Dumbledore, Profesör McGonagall'a döndü. "Mi-nerva, senden, ben Harry'yi yukarı kata götürürken burada nöbet tutmanı isteyebilir miyim?"
"Elbette," dedi Profesör McGonagall. Biraz midesi kalkmış gibi görünüyordu, sanki az önce birinin kus-" masını seyretmişti. Ancak asasını çıkarıp Barty Crouch'a doğrulttuğunda, eli titremiyordu.
"Severus," Dumbledore Snape'e dönmüştü, "lütfen Madam Pomfrey'ye buraya gelmesini söyler misin? Alastor Moody'yi hastane kanadına götürmemiz gerek. Sonra araziye çık, Cornelius Fudge'ı bul ve onu bu odaya getir. Kuşkusuz Crouch u kendisi sorgtr/a çekmek isteyecektir. Ona de ki, eğer bana ihtiyacı olursa, yarım saat içinde hastane kanadında olaca-ğım."
809

f , Hf'ljr j ^ f f j *\ \ j~f ( )
Snape bir şey söylemeden evet anlamında başım salladı ve hızla odadan çıktı.
"Harry?" dedi Dumbledore şefkatle.
Harry ayağa kalktı ve yeniden sallandı. Bacağındaki ağrı tüm şiddetiyle geri dördü, oysa Crouch'u dinlerken bu ağnyı hiç hissetmemişti. Titrediğini de fark etti. Ehimbledore onun kolunu kavradı ve karanlık koridora çıkmasına yardım etti.
Geçidin başına doğru giderlerken, usulca, "Önce benimle odama gelmeni istiyorum, Harry," dedi. "Siri-
"*..." V 1 . • , t !• » -J 1İ*3>1 ( ',H f't JJ< '' * 'i ıı U*.-
us orada bızı bekliyor. J, \
>< TT • .ı , •TJ'-İ. rl-fs<ı şivyrrvBr4t) .4t vv:i'_ Harry evet anlamında başını salladı. Üzerine bir tür
uyuşukluk ve tam bir gerçekdışılık duygusu çökmüştü ama, aldırmıyordu. Hatta bundan memnundu bile. Üç-büyücü Kupası'na elini ilk sürdüğü andan beri olan hiçbir şeyi düşünmek istemiyordu. Yeni çekilmiş ve net fotoğraflar gibi zihninden hızla akan anıları gözden geçirmek istemiyordu. Sandığın içindeki Deli-Göz Mo-ody. Yere yığılmış, elsiz kolunu Özenle koruyan Kılkuyruk. Üzerinden buharlar tüten kazandan yükselen Vol-demort. Cedric... ölü... Annesiyle babasına geri"götürülmeyi isteyenCedridhr11"- »""'Jlj-^ r • • -
"Profesör/' 'diye" rriıAfâandi ^ar^'^Şr %'^fe t^-
gory neredeler?" '" ***'
"Profesör Sprout'tın yanındalar," dedi Dumbledore. Barty Crouch'un sorgulanması sırasında son derece sakin olan sesi, ilk kez hafifçe titremişti. "Kendisi Ced-ric'in binasından sorumluydu, onu herkesten iyi tanırdı."
810

'<t<j'I£ştan'oh*klağzmâ>'gelmişlerdi. Dumbledofe parolayı söyledi, oluk ağzı yana sıçradı, Dumbledore ve Harry döne döne-çıkan hareketli merdivenle*meşe kapıya vardılar. Dumbledore kapıyı itip açtı. -ı '-- r '^* * *
Sirrus-orada duruyordu. Yüzü, tıpkı'Azkâban'dan kaçtığı sırada olduğu gibi bembeyaz ve zayıftı. Bir hamlede jodayi geçti. "Harry, iyi misin? Biliyordum -böyle bir şeyin -neler oldu?"^'-"-1 f>i Jı:- . ^ -'J-
Harry'yi masanın önündeki't
keîi elleri titriyordu. > -r» ' *- _-K'
' "Neler oldu?" diye sordu ısrarla.'
Dumbledore, Barty Cfouch'un bütün söylediklerini Sirius'a anlatmaya koyuldu. Harry yan'dinliyor, yan 'dirtlemiyordu. Öyle yorgundu ki, bedenindeki bütün kemikler ağnyordu. Burada rahatsız edilmeden saatlerce oturmak istiyordu, uyuya kalana ve artık düşünmesi ya da hissetmesi gerekmeyene kadarf>3^>a'>îi *krnt<£ -a!
Yumuşak bir kanat çırpıs/ı duyuldu.* Arika kuşu Fawke$ tüneğinden havalanmış, odanın öbür ucuna uç-rttuş ve Harr/nin dizine konmuştu.
"Merhaba, Favvkes," dedi Harry usulca. Anka kuşunun güzel kırmızı-altın şansı tüylerini okşamaya başladı. Fawkes ona huzurla gözlerini kırpıştırdı. Onun sıcak ağırlığında rahatlık verici bir şey vardı.1 ^-'S3 ü s'i'^>-
Dumbledore sustu. Harry'nin karşısınâ7'niîâ§âsirlirt başına oturdu. Harry'ye bakıyordu, Harry ise ondan gözlerini kaçınyordu. Dumbledore ona sorular soracaktı. Harry'ye her şeyi yeniden yaşatacaktıkD>Î9X \fiijnirir
"Labirentte Anahtar'3 dokunduktan sorira' neler
811

olduğunu bilmem gerekiyor, Harry/' dedi Dumbledo-re.
"Herhalde bunu sabaha bırakabiliriz, değil mi, Dumbledore?" dedi Sirius sert bir sesle. Elini Harry'nin omzuna koymuştu. "Bırak uyusun. Dinlensin."
Harry'nin içinde Sirius'a karşı bir minnet duygusu uyandı. Ama Dumbledore, Sirius'un sözlerine kulak asmadı. Öne, Harry'ye doğru eğildi. Harry son derece isteksizce başını kaldırdı ve o mavi gözlere baktı.
"Seni büyülü bir şekilde uyutmamın," dedi Dumbledore şefkatle, "ve bu gece olanları düşünmek zorunda kalacağın o anı geciktirmenin sana faydası olacağına inansam, bunu yapardım. Ama faydası olmayacağını biliyorum. Acıyı bir süreliğine uyuşturmak, sonunda onu hissettiğinde daha da büyük acı çekmene yol açar. Senden bekleyebileceğimin çok ötesinde cesaret gösterdin. Şimdi senden cesaretini bir kez daha sergilemeni istiyorum. Neler olduğunu bize anlatmanı istiyorum."
Anka kuşundan yumuşak, titreyen, tek bir nota yükseldi. Havada çınladı ve Harry'ye sanki boğazından midesine bir damla sıcak sıvı dökülüp içini ısıtmış, onu güçlendirmiş gibi geldi.
Derin bir soluk aldı ve anlatmaya başladı. Konuşurken, o gece olan her şeyin görüntüsü gözlerinin önünde canlanıyordu; Voldemort'u dirilten İksir'in kıvılcımlı yüzeyini gördü; çevrelerindeki mezarların arasında Cisimlenen Ölüm Yiyen'leri gördü; Cedric'in Kupa'nın yanında, yerde yatan bedenini gördü.
Eli hâlâ Harry'nin omzunu sıkı sıkı tutan Sirius, bir
812

ya da iki defa, bir şey soyleyecekmiş gibi oldu, ama Dumbledore elini kaldırıp onu engelledi. Harry buna memnun oldu, çünkü artık bir kere başladıktan sonra, devam etmek durmaktan daha kolaydı. Hatta rahatlatıcıydı; sanki içinden zehirli bir şey çıkartılıyormuş gibi hissediyordu kendini. Konuşmaya devam etmek, kararlılığının her zerresini gerektiriyordu, ama bitirdikten sonra kendini çok daha iyi hissedeceğini seziyordu.
Ancak Harry, Kılkuyruk'un hançeri koluna batırışı-nı anlatınca, Sirius'tan öfkeli bir nida yükseldi, Dumbledore ise öyle çabuk ayağa kalktı ki, Harry irkildi. Dumbledore masasının çevresinden dolaştı ve Harry'ye kolunu uzatmasını söyledi. Harry onlara hem cüppesinin yırtıldığı yeri, hem de altındaki kesiği gösterdi.
"Başkasının değil de benim kanımı kullanmanın onu daha güçlü hale getireceğini söyledi," dedi Harry, Dumbledore'a. "Dedi ki, annem - annemin bende bıraktığı koruma - ona da sahip olacakmış. Haklı da çıktı - kendine zarar vermeden bana dokunabiliyordu, yüzüme dokundu."
Bir an için Harry, Dumbledore'un gözlerinde zafer parıltısı gibi bir şey gördüğünü sandı. Ama hemen sonra, bunu kendisinin hayal ettiğine karar verdi, çünkü Dumbledore masasının başına döndüğünde, Harry'nin alışık olduğu gibi yaşlı ve yorgun görünüyordu.
"Pekâlâ," dedi Dumbledore, yeniden oturarak. "Voldemort o engeli aşmış. Harry, devam et lütfen."
Harry devam etti; Voldemort'un kazandan yükselişini ve onun Ölüm Yiyen'lere yaptığı konuşmadan ak-
813

Unda kalan her şeyi anlattı. Şonrs Voldemort'un onu çözüşünü, ona asasını, geri ve^şini ve d,üeUoya hazırlanışını anlattı. ''htlr>£rf TJS-J -fıd -4'tifc i!A-iv? ,nblo nımrnor
Ama kendisinin ve Afpldemorf un asalarının alUn rengi bir ışıkla birbirine bağlandığı bölüme geli,nce, boğazının düğümlendiğini fark etti. Konuşmaya devam etmeye çalıştı, ama Voldemort'un asasından çıkanlann anıları zihnine üşüşüyordu, Gedric'in belirdiğini görüyordu, yaşh adanu, Bertha Jorkins'i görebiliyordu—/annesini,,..!baba,sııu.f.fj ş^f 1Kj ıi^to HM <.-L/TİC .tofii , Sûrius'un sessizliği bozmasına memnun oldu»
"Asalar mı bağlandı?" dedi Süius, Hany'den Dumbledore'a çevürerek. "Neden?^Vusf
Harry başını kaldırdı. Dumbledore ona büyük bir dikkatle bakıyordu^n u-un^d ,tfj hp^ nım,fj^.,
"Priori Incantatem," diye jmırıldand^ Dumtjledo-re.
Gözleri Harry'nin gözlerine kilitlendi ve sanki aralarından görünmez bir anlayış ışını geçti.
"Tersine büyü etkisi mi?" dedi Sirius sert bir sesle.
"Kesinlikle," dedi Dumbledore. "Harry'nin asası ve Voldemort'un asası aynı çekirdeği paylaşıyorlar. İkisi de aynı Anka kuşunun kuyruğundan bir telek içeriyor. Aslında, bu anka kuşunun," diye ekledi ve Harr/nin dizme huzur içinde tünemiş olan kırrruzı-altın şansı tüylü kuşu işaret etti.
"Asamın teleği Fawkes'tan mı alınmış?" dedi Harry hayretle.
"Evet," dedi Dumbledore. "Sen bundan dört yıl on-
814

ce dükkanından çıkar çıkmaz, Mr Ollivander bana yazıp ikinci asayı senin aldığını söyledi."
"Peki bir asa kardeşiyle karşılaşınca ne oluyor?" de-
s. IA t t«ıvo i.,* ATI , iKi- 7nt,H iornıe-'dumc
di Sirius. r j-' ,
- r " ,f r j * î1 * '**** *
"Birbirlerine kajşı doğru dürüst işlemezler," dedi Dumbledore. ''Ancak, asaların sahipleri asaları çatışma^ ya zorlarlarsa... ender görülen bir etki ortaya çıkar. ^ t
"Asalardan biri öbürünü, yaptığı büyüleri kusmaya., zorlar - tersten. Önce en son büyü... sonra.bir önceki..."
* v *
Hany'ye soruşturarı gözlerle baku.,Harrv de basını
, uv. ı »j j o, .,1.,. j.- ^.an.ıj -v < '-•
evet anlamında salladı. , , , , T m
:.jrf".ncn nrr' vTt^rî .ıntpornruıo^
"Bu demektir ki," dedi Dumbledore ağır ağır, göçlerini Harry'nin yüzünden ayırmadan,, "Çedrj^bir.bj.-^
çimde yemden belirmiş olmalı." ,, . ,,.. c
' 3 * »urı >nt.i>» ^n t)a
Harry yine başıyla onayladı. , ,,cA „•- t
"Diggory hayata mı döndü yani?" dedi Sirius sertçe.
"Hiçbir büyü ölüyü yeniden uyandıramaz," dedi Dumbledore kederle. "Sadece bir tür tersine yankı meydana gelir. Asadan, yaşayan Cedric'in bir gölgesi beljtr-miş olmalı... doğru mu, Harry?"
"Benimle konuştu," dedi Harry. Birden, yine titremeye başlamıştı. "Hayalet... hayalet Cedric, ya da her neyse, konuştu."
"Bir yankı," dedi Dumbledore, "Cedric'in görünümüne ve karakterine sahip bir yankı. Sanıyorum böyle başka kişiler de belirdi... Voldemort'un asasının daha önceki kurbanları..."
"Yaşlı bir adam," dedi Harry, boğazı hâlâ sıkışmış haldeydi. "Bertha Jorkins. Ve..."
815

"Annenle baban mı?" dedi Dumbledore usulca.
"Evet," dedi Harry.
Sirius şimdi Harry'nin omzunu öyle sıkı tutuyordu ki, Harry'nin canı acıyordu.
"Asanın kullanıldığı son cinayetler," dedi Dumbledore, başıyla onaylayarak. "Ters sırada. Bağlantıyı sür-dürseydiniz başkalan da belirirdi elbette. Pekâlâ, Harry, bu yankılar, bu gölgeler... ne yaptılar?"
Harry asadan çıkan kişilerin altın ağın kenarlarında dolaşmalarını, Voldemort'un onlardan korkuyor gibi görünmesini, Harry'nin babasının gölgesinin ona ne yapması gerektiğini anlatmasını, Cedric'in son ricasında bulunmasını anlattı.
Bu noktada, Harry artık devam edemeyeceğini anladı. Sirius'a baktığında, onun, yüzünü ellerinin içine almış olduğunu gördü.
Harry birden Favvkes'un dizinden ayrılmış olduğunu fark etti. Anka kuşu yere inmişti. Güzel başını Harry'nin yaralı bacağına yaslamıştı, gözlerinden süzülen iri, inci gibi yaşlar örümceğin açtığı yaraya akıyordu. Aa dindi. Deri eski haline döndü. Harry'nin bacağı onarılmıştı.
Anka kuşu havalanıp yeniden kapının yanındaki tüneğin üstüne yerleşirken, Dumbledore, "Bir kez daha söylüyorum," dedi. "Bu gece, senden bekleyebileceğimin çok ötesinde cesaret gösterdin, Harry. Volde-mort'la, o gücünün doruğundayken savaşanlarınkine denk bir cesaret gösterdin. Yetişkin bir büyücünün yükünü omuzladın ve bu yükü taşıyabildin - şimdi de bi-
816

ze umabileceğimiz her şeyi verdin. Benimle hastane kanadına geleceksin. Seni bu gece yatakhaneye götürmü-yorum. Bir Uyku İksiri ve biraz huzur... Sirrus, onunla kalmak ister misin?"
Sirius evet anlamında başını salladı ve ayağa kalktı. Yeniden kocaman, kara köpeğe dönüştü. Üçü birlikte odadan çıkıp, hastane kanadına giden merdiveni indiler.
Harry, Dumbledore kapıyı itip açtığında, Mrs Weas-ley, Bili, Ron ve Hermione'nin, canından bezmiş olan Madam Pomfrey'nin etrafını çevirmiş olduklarını gördü. Anlaşılan, Harry'nin nerede olduğunu, başına neler geldiğini öğrenmek istiyorlardı.
Harry, Dumbledore ve kara köpek içeri girince, hepsi hızla arkalarına döndü. Mrs VVeasley'den boğuk bir çığlık yükseldi. "Harry! Ah, Harry!"
Telaşla ona doğru hamle etti, ama Dumbledore aralarına girdi.
"Molly," dedi elini kaldırarak, "lütfen beni biraz dinle. Harry bu gece çok çetin bir tecrübe yaşadı. Az önce de bunu benim için bir kez daha yaşaması gerekti. Şu anda uykuya, huzura ve sessizliğe ihtiyacı var. Hepinizin onunla kalmasını isterse," diye ekledi, Ron, Hermione ve Bill'e de bakarak, "kalabilirsiniz. Ama o hazır olmadan ona soru sormanızı istemiyorum, hele bu akşam, hiç olmaz."
Mrs VVeasley tamam anlamında başını salladı. Bembeyazdı.
Gürültü ediyorlarmış gibi Ron, Hermione ve Bill'e
817

dönüp, "Duydunuz mu? Sessizliğe ihtiyacı var!" diye kızgın kızgın fısıldadı.
"Müdür Bey," dedi Madam Pomfrey, aslında Sirius olan kocaman, kara köpeğe bakarak, "acaba -"
"Bu köpek bir süre Harry'yle birlikte kalacak," diye noktayı koydu Dumbledore. "Seni temin ederim, çok iyi eğitilmiş bir köpektir. Harry - sen yatağına girene kadar bekleyeceğim."
Harry, diğerlerinden soru sormamasını rica ettiği için Dumbledore'a karşı ifade edilemez bir minnet duyuyordu. Onları orada istemediğinden değildi bu; ama her şeyi yeni baştan anlatma düşüncesi, her şeyi yeniden yaşama fikri dayanılacak gibi değildi.
"Fudge'la görüşür görüşmez yine sana bakmaya geleceğim, Harry," dedi Dumbledore. "Yarın ben öğrencilerle konuşana kadar burada kalmanı istiyorum." Ve çıktı.
Harry, Madam Pomfrey tarafından yakındaki bir yatağa götürülürken, odanın öbür ucundaki bir yatakta hareketsiz yatan gerçek Moody'yi gördü. Tahta bacağı ve sihirli gözü yatağının yanındaki komodinin üstünde duruyordu.
"O iyi mi?" diye sordu Harry.
"İyi olacak," dedi Madam Pomfrey, Harry'ye pijama verip çevresindeki paravanayı çekerek. Harry cüppesini çıkardı, pijamayı giydi ve yatağa yattı. Ron, Hermione, Bili, Mrs VVeasley ve kara köpek paravananın çevresinden dolaşıp onun her iki yanandaki sandalyelere oturdular. Ron ve Hermione ona çok temkin-
818

li bir şekilde bakıyorlardı, sanki ondan korkuyorlar-mış gibi.
"İyiyim," dedi Harry onlara. "Sadece yorgunum."
Gözleri yaşlarla dolan Mrs Weasley gereksiz yere Harry'nin yatak örtülerini düzeltti.
Koşrura koşrura odasına gitmiş olan Madam Pomf-rey, elinde küçük bir şişe dolusu mor iksir ve bir kadehle döndü.
"Bunun hepsini içmen gerekecek, Harry," dedi. "Rüyasız uyku için bir iksir bu."
Harry kadehi alıp birkaç büyük yudum içti. Anında uyku bastırdı. Çevresindeki her şey bulanıklaştı; hastane kanadının lambaları yatağının çevresindeki paravananın ötesinden ona dostça göz kırpıyor gibiydiler; bedeni sıcacık kuştüyü şiltenin içine gömüldükçe gömülüyordu sanki. Daha İksir'i bitiremeden, daha bir kelime bile edemeden, bitkinliği onu uykuya sürükledi.
*
Harry uyandığında kendini öyle sıcacık, öyle uykulu hissediyordu ki, yeniden uykuya dalabilmek için gözlerini kapalı tuttu. Oda hâlâ loştu; Harry hâlâ gece olduğundan emindi ve çok uzun süredir uyuyor olamayacağı yolunda bir his vardı içinde.
Sonra çevresinde fısıldaşmalar duydu.
"Susmazlarsa onu uyandıracaklar!"
"Niye bağırıyorlar ki? Bir şey daha olmuş olamaz, değil mi?"
Harry gözlerini mahmur mahmur açtı. Birisi gözlüğünü gözünden çıkarmıştı. Mrs VVeasley ile Bill'in ya-
819

kında duran bulanık hatlarını seçebiliyordu. Mrs Weas-ley ayaktaydı.
"Bu, Fudge'ın sesi/' diye fısıldadı Mrs Weasley. "Şu da Minerva McGonagall, değil mi? Ama niye tartışıyorlar ki?"
Şimdi Harry onları da duyabiliyordu: İnsanlar bağrışarak, paldır küldür hastane kanadına yaklaşıyorlardı.
"Üzüntü verici, ama yine de, Minerva -" diyordu Cornelius Fudge yüksek sesle.
"Onu şatoya hiç getirmemeliydin!" diye bağırdı Profesör McGonagall. "Dumbledore bunu bir öğrensin -"
Harry hastane kapılarının hızla açıldığını duydu. Doğrulup oturdu ve gözlüğünü taktı. Yatağının çevresindeki kimse bunu fark etmemişti, hepsi dönmüş kapıya bakıyordu ve Bili paravanayı çekmişti.
Fudge hızla koğuşa girdi. Profesör McGonagall ve Snape hemen peşindeydiler.
Fudge, "Dumbledore nerede?" diye sordu Mrs We-asley'ye.
"Burada değil," dedi Mrs YVeasley kızgın kızgın. "Burası bir hastane kanadı, Bakan Bey, sizce bu şekilde -"
Ama tam o sırada kapı açıldı ve içeri Dumbledore girdi.
Dumbledore bir Fudge'a, bir Profesör McGonagall'a bakarak, sert bir sesle, "Ne oldu?" dedi. "Niye bu insanları rahatsız ediyorsunuz? Minerva, beni şaşırttın - senden Barty Crouch'un başında nöbet tutmanı istemiştim -"
820

"Artık onun başında nöbet tutmaya gerek yok, Dumbledore!" diye Hz bir sesle bağırdı Profesör McGo-nagall ' Bakan Bey sağ olsun!"
Harry, Profesör McGonagall'm hiç böyle kontrolünü kaybettiğini görmemişti. Profesör'ün kızgınlıktan yanakları kızarmıştı, ellerini de yumruk yapmıştı; hiddetten titriyordu.
"Mr Fudge'a bu geceki olaylardan sorumlu Olu T Yiyen'i yakaladığımızı söylediğimizde/' dedi Snape alçak sesle, "kendi güvenliğinin tehlikede olduğunu nıs-setti anlaşılan. Şatoya gelirken kendisine bir Ruh Emici'nin eşlik etmesinde diretti. Onu Barty Crouch'un olduğu odaya -"
"Ona bunu onaylamayacağını söyledim, Dumbledore!" dedi Profesör McGonagall, burnundan soluyarak. "Ona Ruh Emici'lerin şatoya ayak basmalarına hayatta izin vermeyeceğini söyledim, ama -"
"Daha neler!" diye kukredi Fudge. Harry onu da hiç bu kadar öfkeli görmemişti. "Sihir Bakanı olarak, yanımda koruma getirip getirmeyeceğime ben karar veririm, özellikle de böyle tehlikeli -"
Ama Profesör McGonagall'm sesi Fudge'ınkini bastırdı.
"O - o şey odaya girer girmez," dedi çığlık çığlığa, sinirden titreyerek Fudge'ı işaret edip, "hemen Crouch'un üstüne eğildi ve - ve -"
Profesör McGonagall olanları tarif edecek kelimeler bulmaya çalışırken, Harry'nin içini buz gibi bir ürperti kapladı. Cümlenin sonunu duymasına gerek v- k tu
821

Ruh Emici'nin ne yaptığını anlamıştı. Ruh Emici, Barty Crouch'a ölüm öpücüğünü uygulamıştı. Ruhunu ağzından emip almıştı. Şimdi Barty Crouch ölüden de beterdi.
"Anlatılanlara bakılırsa, bu bir kayıp sayılmaz!" diye bas bas bağırdı Fudge. "Anlaşılan Barty Crouch birçok ölümden sorumluydu!"
"Ama şimdi ifade veremez, Cornelius," dedi Dumbledore. Fudge'a dikkatle bakıyordu, sanki onu ilk kez apaçık görüyormuş gibi. "O kısardan niye öldürdüğü hakkında delil sunamaz."
"Niye öldürdüğü mü? Eh, bu hiç de büyük bir esrar değil, ha?" diye bağırdı Fudge. "Zır deliydi o! Minerva ve Severus'un anlattıklarına bakılırsa, hepsini Kim-Ol-duğunu-Büirsin-Sen'in talimatlarıyla yaptığını saruyor-muş!"
"Lord Voldemort ona gerçekten talimatlar veriyordu, Cornelius," dedi Dumbledore. "O insanların ölümleri Voldemorfu eski gücüne kavuşturma planının yan ürünlerinden başka bir şey değildi. Plan başanya ulaştı. Voldemort yeniden bedenine kavuştu."
Fudge sanki bin yüzüne çok ağır bir şeyle vurmuşa dcr.dü. Afallamış halde, gözlerini kırpıştırarak, az önce duyduklarına inanamıyormuş gibi Dumbledore'a baktı.
Kekelemeye başladı, f altaşı gibi açılmış gözleri hâlâ Dumbledore'un üstündeydi. "Kim-Olduğunu-Büirsin-Sen... döndü mü? Saçmalık. Hadi, yapma, Dumbledore..."
"Şüphesiz, Minerva ve Severus da sana söylemiş-
822

lerdir," dedi Dumbledore, "Barty Crouch'un itirafını dinledik. Veritaserum'un etkisi altında, bize Azka-ban'dan nasıl kaçırıldığını ve Voldemort'un -onun hâlâ hayatta olduğunu Bertha Jorkins'ten öğrenerek- onu babasından kurtarmaya nasıl gittiğini, onu Harry'yi ele geçirmekte nasıl kullandığını anlattı. Plan işledi, sana söylüyorum. Crouch, Voldemort'un geri dönmesine yardımcı oldu."
"Bak ama, Dumbledore..." dedi Fudge. Harry onun yüzünde hafif bir gülümsemenin belirdiğini hayretle gördü. "Buna - buna cidden inanıyor olamazsın. Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen dönmüş, ha? Haydi, yapma... elbette Crouch, Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen'in emirleriyle hareket ettiğine inanıyor olabilir - ama öyle bir delinin sözüne inanmak, Dumbledore..."
"Harry bu gece Üçbüyücü Kupası'na dokunduğunda, doğruca Voldemort'a aktarıldı," dedi Dumbledore kararlı bir sesle. "Lord Voldemort'un yeniden doğuşuna tanık oldu. Benimle odama gelirsen, sana hepsini açıklayacağım."
Dumbledore dönüp Harry'ye baktı ve onun uyanık olduğunu gördü, ama yine de başını sallayıp, "Korkarım bu gece Harry'yi sorgulamana izin veremem," dedi.
Fudge'in tuhaf gülümsemesi hâlâ yüzündeydi.
O da dönüp Harry'ye baktı, sonra gözlerini yeniden Dumbledore'a çevirdi. "Sen - eee - bu konuda Harry'nin sözüne inanmaya hazır mısın, Dumbledore?"
Bu sözleri takip eden bir anlık sessizlik Sirius'un
823

hırlamasıyla bozuldu. Ense tüyleri dimdik olmuştu ve Fudge'a dişlerini gösteriyordu.
"Elbette Harry'ye inanıyorum," dedi Dumbledore. Şimdi gözleri alev alevdi. "Crouch'un itirafını dinledim. Harry'den, Üçbüyücü Kupası'na dokunmasından sonra olanları dinledim. İki öykü birbirine uyuyor, geçen yaz Bert-ha Jorkins'in kayboluşundan beri olan her şeyi açıklıyor."
Fudge'ın yüzünde hâlâ o tuhaf gülümseme vardı. Bir kez daha, cevap vermeden önce dönüp Harry'ye baktı. "Demek Lord Voldemort'un döndüğüne inanman için deli bir katilin ve şuradaki... şeyy..."
Fudge, Harry'ye yine kaçamak bir bakış attı ve Harry birden anladı.
"Rita Skeeter'ı okumuşsunuz, Mr Fudge," dedi usulca.
Ron, Hermione, Mrs VVeasley ve Bili yerlerinden sıçradılar. Hiçbiri Harry'nin uyandığının farkına varmamıştı.
Fudge hafiften kızardı, ama yüzüne boyun eğmez ve dediğim dedik bir ifade yerleşti.
"Ne olmuş okuduysam?" dedi, Dumbledore'a bakarak. "Çocuk hakkındaki birtakım gerçekleri hasıraltı ettiğini öğrendiysem? Demek bir Çatalağız, ha? Ve tuhaf bir şekilde her tarafta nöbet geçirip duruyor -"
"Sanırım Harry'nin yara izinde duyduğu acıdan bahsediyorsun, öyle mi?" dedi Dumbledore sakince.
"Onun bu tür acılar çektiğini itiraf ediyorsun o halde, ha?" dedi Fudge hemen. "Baş ağrıları? Kâbuslar? Hatta belki - halüsinasyonlar?"
824

"Beni dinle, Cornelius," dedi Dumbledore, ona doğru bir adım atarak. Yine çevresine o tarif edilmez güç dalgasını yayıyordu, Harry aynı şeye Dumbledore genç Crouch'u Sersemlettikten sonra da tanık olmuştu. "Harry'nin aklı seninki ya da benimki kadar yerinde. Alnındaki yara izi beynini bulandırmış değil. Kanımca Lord Voldemort onun yakınında olduğunda ya da cinayet arzusu kabardığında acıyor."
Fudge, Dumbledore'un karşısında bir adım gerilemişti, ama hâlâ aynı derecede inatçı görünüyordu. "Kusura bakma, Dumbledore, ama daha önce hiç alarm zili görevi gören bir yara izi duymadım..."
"Bakın, Voldemort'un geri dönüşünü gördüm!" diye bağırdı Harry. Yataktan çıkmaya çalışa, ama Mrs VVeasley onu yatağında kalması için zorladı. "Ölüm Yiyenleri gördüm! Size onların adlarını verebilirim! Lucius Malfoy -"
Snape aniden kıpırdandı, ama Harry ona bakınca, Snape'in gözleri çabucak Fudge'a döndü.
"Malfoy aklandı!" dedi Fudge, besbelli üstüne alınmıştı. "Çok köklü bir aile - çok önemli hizmetler için bağışlarda bulundular -"
"Macnair!" diye devam etti Harry.
"O da aklandı! Şimdi Bakanlık için çalışıyor!"
"Avery - Nott - Crabbe - Goyle -"
"Tek yaptığın, on üç yıl önce Ölüm Yiyen olmakla suçlanan kişilerin adlarını tekrar etmek!" dedi Fudge öfkeyle. "O adları eski duruşma raporlarında bulmuş olabilirsin! Yapma gözünü seveyim, Dumbledore - çocuk geçen senenin sonunda da böyle deli saçması bir
825

öykü uydurmuştu - okuduğu mavallar büsbütün inanılmaz bir hal alıyor, ama sen hâlâ bunları yutuyorsun - çocuk yılanlarla konuşabiliyor, Dumbledore, sence buna rağmen güvenilir biri mi?"
"Seni budala!" diye bağırdı Profesör McGonagall. "Cedric Diggory! Mr Crouch! Bu ölümler bir delinin gelişigüzel hareketlerinin sonucu olamaz!"
"Aksini gösteren bir delil göremiyorum!" diye bağırdı Fudge, Profesör McGonagall'ınkine denk bir kızgınlıkla yüzü morarak. "Bana öyle görünüyor ki, son on üç yılda elde ettiğimiz her şeyi sarsacak bir panik başlatmaya kararlısınız!"
Harry kulaklarına inanamıyordu. Fudge'ı her zaman şefkatli biri olarak görmüştü. Belki biraz palavracı, belki biraz kendini beğenmiş, ama temelde iyi huylu biri. Ancak şimdi karşısında duran kısa boylu, kızgın büyücü rahat ve düzenli dünyasının alt üst olması ihtimalini şiddetle reddediyordu - Voldemorf un hayata dönmüş olabileceğine inanmıyordu.
"Voldemort geri döndü," diye tekrarladı Dumbledore. "Bu gerçeği hemen kabul edersen ve gerekli önlemleri alırsan, Fudge, durumu hâlâ kurtarabiliriz. Birinci ve en önemli adım, Azkaban'ı Ruh Emici'lerin kontrolünden almak -"
"Saçmalık!" diye bağırdı Fudge yine. "Ruh Emi-ci'leri çıkarmak mı? Böyle bir şeyi önersem kovulurum! Toplumumuzun yarısının geceleri yatakta kendini güvende hissetmesinin nedeni, Azkaban'da Ruh Emici'lerin nöbet tutması!"
826

"Ama geri kalanımız yatakta o kadar rahat uyuya-mıyor, Cornelius. Çünkü Lord Voldemorf un en tehlikeli destekçilerinin, o çağırdığı anda ona katılacak yaratıkların gözetiminde olduğunu biliyoruz!" dedi Dumbledore. "Sana sadık kalmayacaklar, Fudge! Voldemort onlara, güçlerini kullanıp zevklerini tatmin etmeleri için senden çok daha geniş olanaklar sunabilir! Ruh Emici'ler arkasmdayken ve eski destekçileri de yanına dönmüşken, onun on üç yıl önce sahip olduğu güce yeniden erişmesini durdurmakta çok büyük güçlük çekeceksin!
Fudge, sanki öfkesini ifade edecek sözcük bulamıyormuş gibi, ağzını ses çıkarmadan açıp kapıyordu.
"Alman gereken -derhal alman gereken- ikinci ön-lemse," diye yılmadan devam etti Dumbledore, "devlere elçiler göndermek."
"Devlere elçiler göndermek mi?" diye tiz bir çığlık attı Fudge. Belli ki dili çözülmüştü. "Naşı l bir çılgınlıktır bu?"
"Onlara hemen dostluk elini uzat, yoksa çok geç olur," dedi Dumbledore. "Yoksa Voldemort, tıpkı daha önce yaptığı gibi, devleri, onlara haklarını ve özgürlüklerini verecek tek büyücünün kendisi olduğuna ikna eder!"
"Ciddi - ciddi olamazsın!" dedi Fudge, soluğu kesilerek. Başını iki yana sallayarak Dumbledore'dan uzaklaştı. "Devlerle temasa geçtiğim sihir toplumunun kulağına bir giderse - insanlar onlardan nefret ediyor, Dumbledore - kariyerimin sonu olur -"
827

"Sen kör olmuşsun," dedi Dumbledore, şimdi sesini yükselterek. Çevresindeki güç halesi adeta somutlaşmıştı, yine gözlerinden ateşler saçıyordu. "Makamına duyduğun tutku seni kör etmiş, Cornelius! Her zaman yaptığın gibi, kanın saflığı denen şeye çok fazla önem veriyorsun! Bir insanın ne olarak doğduğunun değil, nasıl geliştiğinin önemli olduğunu göremiyorsun! Az önce Ruh Emici'n, bilinen en köklü safkan ailelerden birinin son üyesini yok etti - ve o adamın ne yapmayı seçtiğini görüyorsun! Sana şunu söylüyorum - benim önerdiğim adımlan atarsan, makamında olsan da olmasan da, görüp göreceğimiz en cesur ve en büyük Sihir Bakanlarımızdan biri olarak hatırlanırsın. Ama harekete geçmezsen - tarih seni, kenara çekilip bizim yeniden kurmak için çaba sarfettiğimiz dünyayı yok etsin diye Volde-mort'a ikinci bir fırsat veren adam olarak hatırlar!"
"Delilik," diye fısıldadı Fudge, gerilemeye devam ederek. "Çılgınlık..."
Sonra bir sessizlik çöktü. Madam Pomfrey, Harry'nift yatağının ayakucunda, ellerini ağzına götürmüş halde donakalmıştı. Mrs VVeasley hâlâ Harry'nin başında duruyordu, kalkmasın diye eli unun omzun-daydı. Bili, Ron ve Hermione gözlerini Fudge'a dikmiş bakıyorlardı.
"Eğer gözlerini kapama konusundaki kararlılığın seni bu noktaya kadar getiriyorsa, Cornelius," dedi Dumbledore, "bir yol ayrımına vardık demektir. Sen nasıl uygun görüyorsan öyle hareket edersin. Ve ben -
828

ben nasıl uygun görüyorsam öyle hareket edeceğim."
Dumbledore'un sesinde en ufak bir tehdit izi yoktu, sadece var olan durumu ortaya koyar gibiydi. Ama Fudge, sanki Dumbledore elinde bir asayla onun üzerine geliyormuş gibi öfkelendi.
"Beni dinle, Dumbledore/' dedi, parmağını tehdit edercesine sallayarak. "Seni hep serbest bıraktım. Hep. Sana çok saygı gösterdim. Belki bazı kararlarına katılmadım, ama sesimi çıkarmadım. Bakanlık a başvurmaksızın ********lara iş vermene ya da Hagrid'i tutmana ya da öğrencilerine istediğin şeyleri öğretmene izin verecek pek fazla kişi bulamazsın. Ama simdi bana karşı çalışmaya başlayacaksan -"
"Benim tek bir kişiye karşı çalışmaya niyetim var," dedi Dumbledore. "O da Lord Voldemort. Eğer ona karşıysan, Cornelius, o zaman aynı taraftayız demektir."
Fudge buna verecek bir cevap bulamamış gibiydi. Bir süre küçük ayaklarının üstünde bir öne bir arkaya sallandı ve melon şapkasını elinde çevirdi.
Sonunda, yalvarır gibi bir sesle konuştu: "Geri dönmüş olamaz, Dumbledore, olamaz..."
Snape ileri atıldı ve cüppesinin sol kolunu sıvayarak Dumbledore'un yanından geçti. Kolunu öne uzatıp gösterince, Fudge irkildi.
"İşte," dedi Snape haşin bir sesle. "İşte. Karanlık İşaret. Bir saat önceki kadar belirgin değil, o sırada kapkara olmuştu. Ama hâlâ görebilirsin. Her Ölüm Yi-
829

yen'de bu işaret vardı, bizzat Karanlık Lord tarafından dağlanmıştı. Bu hem birbirimizi tanımamız, hem de onun istediği zaman bizi huzuruna getirmesi için bir araçtı. Hangi Ölüm Yiyen'in İşaret'ine dokunsa, o Ölüm Yiyen bulunduğu yerden anında Buharlaşır ve onun yanında Cisimlenirdi. Bu İşaret yıl boyunca giderek be-lirginleşti. Karkaroff unki de. Karkaroff bu gece niye kaçtı sanıyorsun? İkimizin İşaret'i de yanmaya başladı, ikimiz de onun döndüğünü anladık. Karkaroff, Karanlık Lord'un intikam alacağından korkuyor. O kadar çok Ölüm Yiyen'e ihanet etti ki, sürüye geri alınmayacağını biliyor."
Fudge, Snape'in önünde de bir adım geriledi. Başını iki yana sallıyordu. Snape'in söylediklerinin bir kelimesini bile anlamış gibi görünmüyordu. Snape'in kolundaki çirkin işarete, apaçık bir nefretle, uzun uzun baktı. Sonra başını Dumbledore'a çevirdi ve fısıldadı: "Sen ve ekibin ne yapmaya çalışıyorsunuz bilmiyorum, Dumb-ledore, ama daha fazla dinlemeyeceğim. Başka bir şey söyleyecek de değilim. Seninle yann temasa geçeceğim, Dumbledore, bu okulun yönetiliş biçimiyle ilgili konuşmak için. Şimdi Bakanlık'a dönmem gerekiyor."
Tam kapıya varmıştı ki, durdu. Geri döndü, yatakların bulunduğu bölüme yürüdü ve Harry'nin yatağının yanında durdu.
"Ödülün," demekle yetindi. Cebinden içi altın dolu, büyük bir kese çıkarıp Harry'nin başucundaki komodinin üstüne bıraktı. "Bin Galleon. Bir ödül seremonisi
830

yapılması gerekirdi, ama bu şartlar altında..."
Melon şapkasını başına geçirdi ve odadan çıkıp kapıyı arkasından çarptı. O gözden kaybolur kaybolmaz, Dumbledore başını Harry'nin yatağının çevresindeki gruba çevirdi.
"Yapılması gereken şeyler var," dedi. "Molly... sana ve Arthur'a güvenebileceğimi düşünmekte haklı mıyım?"
"Elbette," dedi Mrs YYeasley. Dudaklarına varıncaya kadar bembeyaz kesilmişti, ama kararlı bir hali vardı. "Arthur, Fudge'ın ne olduğunu biliyor. Arthur'un bunca yıldır Bakanlık'ta arka planda kalmasının nedeni, Muggle'lara olan düşkünlüğü. Fudge onda doğru dürüst büyücülük gururu olmadığını düşünüyor."
"O halde Arthur'a bir mesaj göndermem gerekiyor," dedi Dumbledore. "Gerçeğe ikna edebileceğimiz herkese derhal haber verilmesi gerekiyor. Ve Arthur, Cornelius kadar basiretsiz olmayan Bakanlık çalışanlarıyla temasa geçmeye çok uygun bir konumda."
"Babama ben giderim," dedi Bili, ayağa kalkarak. "Hemen gidiyorum."
"Çok güzel," dedi Dumbledore. "Neler olduğunu ona anlat. Söyle, kısa sürede onunla doğrudan temasa geçeceğim. Ancak, tedbirli olması gerekiyor. Eğer Fudge benim Bakanlık'a müdahalede bulunduğumu düşünürse -"
"Bana bırakın," dedi Bili.
Harry'nin omzuna bir şaplak indirdi, annesini ya-
831

nağmdan öptü, pelerinini üstüne geçirdi ve hızla odadan çıktı.
"Minerva," dedi Dumbledore, Profesör McGona-gall'a dönerek. "Hagrid'i olabildiğince çabuk odamda görmek istiyorum. Ayrıca -gelmeyi kabul ederse- Madam Maxime'i de."
Profesör McGonagall başıyla onayladı ve tek kelime etmeden çıktı.
"Poppy," dedi Dumbledore, Madam Pomfrey'ye. "Senden rica etsem, Profesör Moody'nin odasına inebilir misin? Orada YVinky adında, hayli üzüntülü bir ev cini bulacaksın. Onun için elinden geleni yap, sonra da onu mutfağa götür. Sanırım Dobby bizim için ona bakacaktır."
"Pe-peki," dedi Madam Pomfrey, şaşırmış halde. O da çıktı.
Dumbledore yine konuşmaya başlamadan önce, kapının kapanmasını ve Madam Pomfrey'nin ayak seslerinin uzaklaşıp duyulmaz hale gelmesini bekledi.
"Şimdi de," dedi, "aramızdan iki kişinin birbirlerini oldukları gibi görmelerinin vakti geldi. Sirius... her zamanki biçimini alırsan..."
Kocaman, kara köpek başını kaldırıp Dumbledore'a baktı ve sonra, bir anda, insana dönüştü.
Mrs VVeasley feryadı basıp yataktan geri sıçradı.
"Sirius Black!" dedi çığlık çığlığa, onu işaret ederek.
"Anne, sus!" diye bağırdı Ron. "Endişelenecek bir şey yok!"
832

Snape ne bağırmış, ne de geri sıçramıştı, ama y. zünde korkuyla hiddet karışımı bir ifade vardı.
"O!" diye hırladı, Sirius'a bakarak. Sirius'un yüzünden de aynı nefret okunuyordu. "Onun burada ne işi var?"
"Buraya benim davetim üzerine geldi," dedi Dumbledore, bir birine, bir ötekine bakarak. "Tıpkı senin gibi, Severus. ikinize de güveniyorum. Aranızdaki eski farklılıkları bir kenara bırakıp birbirinize güvenmenizin vakti geldi."
Harry, Dumbledore'un mucize gibi bir şey istediğini düşündü. Sirius ve Snape birbirlerine büyük bir nefretle bakıyorlardı.
"Hiç olmazsa apaçık düşmanlıktan vazgeçin," dedi Dumbledore, sesinde hafif bir sabırsızlıkla, "kısa vadede ona da razıyım. El sıkışacaksınız. Artık aynı taraftasınız. Vakit daralıyor ve biz gerçeği bilenler bir arada durmazsak, hiçbirimiz için umut kalmadı demektir."
Sirius ve Snape ağır ağır -ama hâlâ ikisi de karşısındakinin başına kötü bir şey gelmesini diliyormuş gibi bakarak- birbirlerine yaklaşıp el sıkıştılar. Ve ellerini çabucak bıraktılar.
"Başlangıç için bu da yeterli," dedi Dumbledore, tekrar aralarına girerek. "Şimdi, ikinize de birer görev vereceğim. Fudge'rn tutumu, her ne kadar beklenmedik olmasa da, her şeyi değiştiriyor. Sirius, senden hemen yola çıkmanı istiyorum. Remus Lupin'i, Arabella Figg'i, Mundungus Fletcheı'ı alarma geçireceksin - yani eski tayfayı. Bir süre Lupin'de kal ve dikkati çekme; seninle oradan temasa geçeceğim."
833

"Ama -" dedi Harry.
Sirius'un kalmasını istiyordu. Ondan yine bu kadar çabuk ayrılmak istemiyordu.
"Çok yakında görüşeceğiz, Harry," dedi Sirius, ona dönerek. "Sana söz veriyorum. Ama elimden geleni yapmam gerekiyor, anlıyorsun, değil mi?"
"Evet," dedi Harry. "Evet... tabii ki anlıyorum."
Sirius onun elini kavrayıp bıraktı, Dumbledore'a başıyla selam verdi ve tekrar kara köpeğe dönüştü. Odanın öbür ucuna koştu, kapının kolunu patisiyle çevirdi. Ve o da gitti.
"Severus," dedi Dumbledore, Snape'e dönerek. "Senden ne istemek zorunda olduğumu biliyorsun. Eğer Kazırsan... hazırhkhysan..."
"Hazırım," dedi Snape.
Her zamankinden daha solgun görünüyordu ve soğuk, siyah gözleri tuhaf bir şekilde parıldıyordu.
Dumbledore, "O halde, iyi şanslar," dedi ve Sna-pe'in tek kelime etmeden Sirius'un ardından çıkıp gidişini, yüzünde hafif bir endişe ifadesiyle izledi.
Dumbledore birkaç dakika boyunca konuşmadı.
"Aşağı inmeliyim," dedi sonunda. "Diggory'lerle görüşmeliyim. Harry - iksirinin kalanını da iç. Hepinizle sonra görüşürüz."
Dumbledore çıkarken Harry kendini yine yastığının üstüne bıraktı. Hermione, Ron ve Mrs VVeasley ona bakıyorlardı. Uzunca bir süre hiçbiri konuşmadı.
"İksirinin geri kalanını içmelisin, Harry," dedi Mrs
834

\Veasley sonunda. Komodinin üstündeki altın kesesini eliyle hafifçe kenara çekerek şişeye ve kadehe uzandı. "Uzun ve güzel bir uyku çek. Bir süre başka bir şey düşünmeye çalış... Ödülünle neler alacağını düşün!"
"O altınları istemiyorum/' dedi Harry ifadesiz bir sesle. "Siz alın. Kim alırsa alsın. Benim kazanmamam gerekirdi. Onları Cedric'in almış olması gerekirdi."
Labirentten çıktığından beri mücadele ettiği şey şimdi ona üstün gelmek üzereydi. Gözlerinin iç köşelerinde bir yanma, bir batma hissediyordu. Gözlerini kırpıştırdı ve tavana baktı.
"Senin suçun değildi, Harry," diye fısıldadı Mrs VVeasley.
"Ona Kupa'yı benimle birlikte almasını söyledim," dedi Harry.
Şimdi yanma hissi boğazına da inmişti. Keşke Ron başka tarafa baksa, diye düşündü.
Mrs VVeasley iksiri komodinin üstüne koydu, eğildi ve kollarını Harry'ye doladı. Harry daha önce hiç böyle, bir anne tarafından kucaklanır gibi kucaklandığını hatırlamıyordu. Mrs VVeasley ona sarılırken, o gece gördüklerinin bütün ağırlığı üzerine çöktü. Annesinin yüzü, babasının sesi, Cedric'in yerde yatan cansız bedeninin görüntüsü... hepsi kafasının içinde dönüp durmaya başladı. Sonunda dayanamaz hale geldi, içinden kurtulma mücadelesi veren ıstırap haykırışını bastırmak için yüzünü buruşturdu.
Derken gürültülü bir çarpma sesi duyuldu ve Mrs
835

VVeasley ile Harry aynldılar. Hermione pencere kenarında duruyordu. Elinde bir şeyi sıkı sıkı tutuyordu.
"Özür dilerim," diye fısıldadı.
"İksirin, Harry," dedi Mrs VVeasley çabucak, elinin tersiyle gözlerini silerek.
Harry hepsini bir dikişte içti. İksir etkisini anında gösterdi. Rüyasız uykunun ağır, karşı konulmaz dalgalan üstüne çöktü ve Harry kendini yastığa bıraktı. Artık düşünmüyordu.
836

GeCeLeR
12-10-2006, 02:10 AM
OTUZ YEDİNCİ BOLUM
Başlangıç

Harry bir ay sonra bile dönüp geriye baktığında, bu olayları izleyen birkaç güne ait anılarının çok az olduğunu görebiliyordu. Sanki o gece o kadar çok şey yaşamıştı ki, hafızası ondan sonrasını almamıştı. Var olan anılanysa son derece acılıydı. Bunların içinde belki de en berbatı, ertesi sabah Diggory'lerle buluşmasıydı.
Olup bitenler için onu suçlamadılar; tam tersine, ikisi de Cedric'in cesedini onlara geri getirdiği için teşekkür ettiler. Mr Diggory konuşmanın büyük bölümünde hıçkıra hıçkıra ağladı. Mrs Diggory'nin kederiy-se gözyaşı dökemeyecek kadar derinmiş gibi görünüyordu.
Harry onlara Cedric'in nasıl öldüğünü anlatınca, "Öyleyse çok az acı çekti," dedi Mrs Diggory. "Hem, Amos... tam Turnuva'yı kazandığı sırada öldü, değil mi? Eminim ki mutlu olmuştur."
Gitmek için kalktıklarında, başını eğip Harry'ye baktı ve, "Kendine göz kulak ol," dedi.
837

Harry komodinin üstündeki altın kesesini aldı. "Bunu siz alın," diye mırıldandı. "Cedric'in hakkı, oraya önce o ulaştı, alın -"
Ama Mrs Diggory geriye çekildi. "Yo hayır, o senin
canım, alamayız... sende kalsın."
*
Harry ertesi sabah Gryffindor Kulesi'ne döndü. Her-mione ile Ron'un dediğine göre, Dumbledore o sabah kahvaltıda okula hitaben bir konuşma yapmıştı. Onlardan sadece Harr/yi kendi haline bırakmalarını istemişti. Kimse ona soru sormayacak ya da labirentte neler olduğunu anlatsın diye başının etini yemeyecekti. Harry çoğu kişinin koridorlarda onun uzağından geçtiğini, göz göze gelmekten kaçındığını fark etti. Bazüan o geçerken ellerini ağızlarına koyup bir şeyler fısıldaşıyorlardı. Harry çoğunun, Rita Skeetel'ın onun ne kadar dengesiz ve belki de tehlikeli olduğu hakkındaki yazısına inandığını sanıyordu. Belki de Cedric'in nasıl öldüğü konusunda kendi teorilerini oluşturmuşlardı. Aslında pek de aldırmıyordu. En çok hoşuna giden, Ron ve Hermione'yle oturup başka şeylerden konuşmakta, ya da onların kendisini istediği gibi düşünmeye bırakıp satranç oynamalarıydı. Üçünün, sözcüklere dökmek zorunda olmadıkları bir anlaşmaya varmış olduklarını hissediyordu. Üçü de Hogwarts dışında neler olup bittiği konusunda bir işaret, bir haber bekliyordu - ve kesin bir şeyler bilmeden, neler olup biteceğine ilişkin tahminlerde bulunmak yararsızdı. Bu konuya ancak Ron, Harry'ye, Mrs VVeasley'nin eve
838

dönmeden önce Dumbledore'la yaptığı konuşmayı anlattığı zaman değindiler.
"Annem ona bu yaz senin okuldan ayrılır ayrılmaz bize gelip gelemeyeceğini sormaya gitmişti," dedi. "Ama Dumbledore senin Dursley'lere gitmem istiyor, hiç değilse ilk başta."
"Neden?" diye sordu Harry.
Ron sıkıntıyla başını salladı. "Dumbledore'un kendine göre nedenleri olduğunu söyledi. Herhalde ona güvenmemiz gerek, değil mi?"
Ron ve Hermione'nin dışında Harry'nin konuşabildiği tek kişi Hagrid'di. Artık Karanlık Sanatlara Karşı Savunma öğretmenleri olmadığı için, dersleri boş geçiyordu. Bir perşembe günü öğleden sonraki boş dersten yararlanıp Hagrid'i ziyaret etmeye kulübesine gittiler. Pırıl pırıl, güneşli bir gündü. Onlar yaklaşırlarken, Fang açık kapıdan dışarı fırladı, havlıyor ve kuyruğunu deli gibi sallıyordu.
Hagrid, "Kim o?" diyerek kapıya geldi. "Harry!"
Uzun adımlarla yanlarına gitti, tek koluyla Harry'yi kucakladı, saçlarını karıştırdı ve, "Seni görmek ne güzel, ahbap," dedi. "Seni görmek ne güzel."
Hagrid'in kulübesine girdikleri zaman, şöminenin önündeki tahta masada kova büyüklüğünde fincanlarla tabaklar olduğunu gördüler.
Hagrid, "Olympe'yle bir fincan çay içtik," dedi. "Az önce gitti."
"Kim?" dedi Ron merakla.
839

"Madam Maxime tabii ki!" dedi Hagrid
Ron, "İkiniz barıştınız yani, öyle mi?" diye sordu.
Hagrid havalı havalı, "Neden bahsettiğini anlamıyorum," dedi. Dolaptan birkaç fincan daha aldı. Onlara çay yapıp bir tabak da gözleme ikram ettikten sonra, sandalyesinde arkaya yaslandı. Böcek karası gözleriyle Harry'yi iyice bir inceledi.
Boğuk bir sesle, "İyisin ya?" diye sordu.
"Evet," dedi Harry.
"Hayır, değilsin," dedi Hagrid. "Elbette değilsin. Ama olacaksın."
Harry hiçbir şey söylemedi.
Hagrid, "Onun geri döneceğini biliyordum," dedi. Harry, Ron ve Hermione büyük bir şaşkınlık içinde ona baktılar. "Yıllardır biliyordum, Harry. Orada bir yerlerde, vaktinin gelmesini beklediğini biliyordum. Er geç olacaktı bu. Şimdi oldu işte, biz de bize düşeni yapmalıyız. Mücadele edeceğiz. Adamakıllı güçlenmeden onu durdurabiliriz belki. En azından, Dumbledore'un planı bu. Büyük adam, Dumbledore. O yanımızda oldukça, fazla kaygılanmıyorum."
Hagrid onların yüzündeki inanmaz ifadeleri görünce, çalı gibi kaşlarını kaldırdı.
"Oturup da kaygılanmanın faydası yok," dedi. "Başa gelecek olan gelir, o zaman biz de karşısına çıkarız. Dumbledore bana senin neler yaptığını anlattı, Harry."
Harry'ye bakarken Hagrid'in göğsü kabardı. "Evet,
840

baban da ancak bu kadarım yapardı ve benim kitabımda bundan büyük övgü yok."
Harry ona gülümsedi. Günlerdir ilk kez gülümsü-yordu.
"Dumbledore senden ne yapmanı istedi, Hagrid?" diye sordu. "Profesör McGonagall'ı yollayıp seninle ve Madam Maxime'le görüşmek istedi... o gece."
"Yaz için bana küçük bir iş verdi," dedi Hagrid. "Ama gizli. Bundan söz etmemem gerek, size bile. Olympe de -siz Madam Maxime diyorsunuz- benimle gelebilir. Sanırım gelecek. Sanırım onu ikna ettim."
"Voldemort'la mı ilgili?"
Hagrid bu adı duyunca irkildi.
"Olabilir," diye lafı geçiştirdi. "Şimdi... kim benimle gelip de geriye kalan tek Keleker'i ziyaret etmek ister?" Yüzlerindeki ifadeyi görünce de, telaşla ekledi: "Şaka -
şaka!"
*
Privet Drive'a dönmeden önceki son gece, Harry yatakhanede sandığını toplarken içinde bir sıkıntı vardı. Yıl Sonu Şöleni'nden ödü kopuyordu. Oysa bu şölen çoğu kez bir kutlama olurdu, Binalar-Arası Şampiyo-na'yı kimin kazandığı bu şölende ilan edilirdi. Harry hastane kanadından ayrıldığından beri kalabalık saatlerde Büyük Salon'a gitmekten kaçınmıştı, diğer öğrencilerin bakışlarıyla karşılaşmamak için Salon'un neredeyse boş olduğu sırada yemek yemeyi tercih etmişti.
O, Ron ve Hermione Salon'a girdiklerinde, her za-
841

manki süslemelerin olmadığını fark ettiler. Normalde Büyük Salon, Yıl Sonu Şöleni'nde şampiyon binanın renkleriyle donatılırdı. Oysa bu gece, öğretmenler masasının arkasındaki duvarda siyah perdeler vardı. Harry onların Cedric'e karşı bir saygı ifadesi olarak orada bulunduklarını hemen anladı.
Gerçek Deli-Göz Moody öğretmenler masasınday-dı. Tahta bacağıyla sihirli gözü yerine dönmüştü. Moody son derece işkilliydi, biri ona bir şey söyledi mi yerinde zıplıyordu. Harry ona kabahat bulmadı; Mo-od/nin saldın korkusu, kendi sandığında on ay hapis kalınca daha da artmış olmalıydı. Profesör Karkaroff un sandalyesi boştu. Harry, diğer Gryffindor'larla birlikte yerine otururken, Karkaroff un şimdi nerede olduğunu, Voldemorf un onu yakalayıp yakalamadığını merak etti.
Madam Maxime hâlâ oradaydı. Hagrid'in yanında oturuyordu. Usul usul konuşuyorlardı. Daha ötede, Snape, Profesör McGonagall'ın yanına oturmuştu. Harry ona bakarken Snape'in gözleri bir an Harry'nin üstünde duraladı. Yüzündeki ifadeye anlam vermek güçtü. Her zamanki kadar ekşi suratlı ve sevimsiz görünüyordu. Harry, Snape gözlerini kendisinin üstünden çektikten sonra da ona bakmayı sürdürdü.
Voldemorf un döndüğü gece, Snape, Dumbledo-re'un emriyle ne yapmıştı? Ve niçin... niçin... Dumble-dore, Snape'in gerçekten onların yanında olduğundan o kadar emindi? Snape onlar adına casusluk etmişti,
842

Dumbledore Düşünseli'nde söylemişti bunu. Snape'in "kendi hayatını büyük bir tehlikeye atarak" Voldemort aleyhine casusluk yapmaya başladığını söylemişti. Yine bu işi mi yapmaya başlamıştı? Ölüm Yiyen'lerle temasa mı geçmişti yoksa? Dumbledore'un tarafına hiç geçmemiş de, tıpkı Voldemort gibi vakti gelsin diye beklemiş numarası mı yapıyordu Ölüm Yiyen'lere?
Profesör Dumbledore öğretmenler masasında ayağa kalkınca, Harry derin düşüncelerinden sıyrıldı. Zaten Yıl Sonu Şöleni'nde genelde olduğundan çok daha gürültüsüz olan Büyük Salon, sus pus kesildi.
"Bir ders yılı daha," dedi Dumbledore, sırayla hepsine bakarak, "sona erdi."
Durakladı, gözleri Hufflepuff masasına dikildi. Dumbledore ayağa kalkmadan önceki en sessiz masa onlann masasıydı. Yüzleri de Salon'daki herkesinkin-den daha hüzünlü ve soluktu.
"Bu gece size söylemek istediğim çok şey var," dedi Dumbledore. "Ama önce çok değerli bir insanı kaybettiğimizi belirtmek isterim. O da burada oturmuş" -eliyle Hufflepuff masasını gösterdi- "bizimle birlikte Şölen'in tadını çıkarıyor olmalıydı. Hepinizden ayağa kalkmanızı ve kadehlerinizi Cedric Diggory'nin şerefine kaldırmanızı rica ediyorum."
Öyle yaptılar, hepsi. Salon'daki herkes ayağa kalkarken masalar gacırdadı; kadehlerini kaldırdılar ve yüksek, tok, gürüldeyen tek bir sesle "Cedric Diggory" adı yankılandı.
843

Kalabalık arasında Harry'nin gözüne Cho çarptı. Yaşlar yüzünden aşağı sessiz sessiz akıyordu. Tekrar yerlerine otururlarken, Harry gözlerini masaya dikti.
Dumbledore, "Cedric, Hufflepuff binasını tanımlayan birçok niteliğin timsaliydi," diye devam etti. "İyi ve sadık bir dosttu, çok çalışkandı, adil davranmaya değer verirdi. Ölümü, onu yakından tanışanız da tanımasanız da, hepinizi etkiledi. Bu yüzden bu ölümün nasıl meydana geldiğini tam olarak bilmeye hakkınız var."
Harry başını kaldırıp Dumbledore'a baktı.
"Cedric Diggory, Lord Voldemort tarafından katledildi."
Büyük Salon'u panik halinde bir fısıltı dolaştı. İnsanlar inanamayarak, dehşet içinde, gözlerini Dumble-dore'a dikmiş bakıyorlardı. Dumbledore ise, onların mırıldanmalarının sona ermesini beklerken çok sakin görünüyordu.
Dumbledore, "Sihir Bakanlığı," diye devam etti, "bunu size söylememi istemiyor. Belki de anne babalarınızdan bir kısmı bunu söylediğimi duyunca dehşete kapılacak - ya Lord Voldemort'un döndüğüne inanmadıkları için, ya da bunu size söylememem gerektiğini düşündüklerinden, çünkü çok gençsiniz. Ama ben gerçeğin genellikle yalana tercih edilmesi gerektiğine inanırım. Cedric bir kaza sonucu ya da kendi hatası yüzünden ölmüş gibi davranmak ise, onun anısına hakarettir."
844

Şimdi Salon'daki her yüz, afallamış ve korku dolu bir halde, Dumbledore'a çevrilmişti... ya da hemen hemen her yüz. Harry, Slytherin masasında Draco Mal-foy'un Crabbe ve Goyle'a bir şeyler fısıldadığını gördü. Midesinde ani, yakıcı, neredeyse hastalıklı bir öfke hissetti. Kendini zorlayarak yeniden Dumbledore'a baktı.
Dumbledore, "Cedric'in ölümüne ilişkin olarak sözü edilmesi gereken biri daha var," diye devam etti. "Harry Potter'ı kastediyorum elbette."
Bazı başlar Harry'ye dönerken, Büyük Salon'da bir tür dalgalanma oldu. Sonra gözler hemen yine Dumbledore'a çevrildi.
"Harry Potter, Lord Voldemort'dan kaçmayı başardı," dedi Dumbledore. "Kendi hayatını tehlikeye atarak Cedric'in cesedini Hogwarts'a getirdi. Her yönüyle, Lord Voldemort'la karşı karşıya gelmiş pek az büyücünün gösterdiği türden bir cesaret sergiledi. Ve bunun için onun şerefine içiyorum."
Dumbledore ağırbaşlı bir edayla Harry'ye döndü ve bir kez daha kadehini kaldırdı. Büyük Salon'daki hemen hemen herkes de onun yaptığını yaptı. Cedric'in adım mırıldandıkları gibi onun adını da mırıldandılar ve şerefine içtiler. Ama Harry, ayaktakilerin arasındaki bir açıklıktan, Malfoy, Crabbe ve Goyle ile öteki Slytherin'lerden çoğunun karşı koyarcasına, kadehlerine ellerini sürmeden yerlerinde oturduklarını gördü. Dumbledore ise onları görmedi. Sihirli bir gözü yoktu sonuçta.
845

Herkes bir kez daha yerine oturunca, Dumbledore konuşmasını sürdürdü: "Üçbüyücü Turnuvası'nın amacı, sihir dünyasında kaynaşmayı ilerletmek, teşvik etmekti. Olup bitenlerin ışığı altında -yani Lord Voldemort döndüğüne göre- böylesi bağlar eskisinden de önemli görünüyor."
Dumbledore bakışlarını Madam Maxime ve Hag-rid, Fleur Delacour'la diğer Beauxbatons öğrencileri ve Slytherin masasındaki Krum'la Durmstrang'lar üzerinde dolaştırdı. Harry, Krum'un tedirgin, hatta neredeyse korkmuş göründüğünü fark etti. Sanki Dumbledore'un sert bir şeyler söylemesini bekler gibiydi.
Dumbledore, "Bu Salon'daki her konuk," dedi ve gözleri Durmstrang öğrencileri üzerinde durdu, "buraya gelmek isterse eğer, her zaman memnuniyetle karşılanacaktır. Hepinize bir kez daha şunu söylüyorum: Lord Voldemort döndüğüne göre, ne kadar birleşirsek o kadar güçlü, ne kadar bölünürsek o kadar zayıf oluruz.
"Lord, Voldemort'un anlaşmazlık ve düşmanlık tohumlan ekme yeteneği çok büyüktür. Bununla ancak, aynı derecede güçlü bir dostluk ve güven bağı kurarak mücadele edebiliriz. Eğer hedeflerimiz aynıysa, kalplerimiz de açıksa, alışkanlık ve dil farklılıkları hiçbir şey ifade etmez.
"Ben önümüzde karanlık ve zor bir dönem olduğuna inanıyorum - hayatımda yanılmış olmayı hiç bu kadar kuvvetle umut etmemiştim. Bu Salon'da
846

bulunanlardan bir kısmı Lord Voldemort'un elinde bizzat ıstırap çekti. Çoğunuzun ailesi paramparça oldu. Bir hafta önce, bir öğrenci aramızdan alındı.
"Cedric'i hatırlayın. Gün gelir de doğru olanla kolay olan arasında seçim yapmanız gerekirse eğer, iyi kalpli, yardımsever ve cesur bir çocuğa, sırf Lord Vol-demorf un yoluna çıktığı için neler olduğunu hatırlayın. Cedric Diggory'yi hatırlayın."
*
Harry'nin sandığı toplanmıştı; Hedwig sandığın tepesindeki kafesine yerleşmişti. Harry, Ron ve Her-mione kalabalık Giriş Salonu'nda diğer dördüncü sınıf öğrencileriyle birlikte, onları Hogsmeade istasyonuna götürecek olan arabaları bekliyorlardı. Yine güzel bir yaz günüydü. Harry o akşam Privet Drive'a vardığı zaman, • orasının sıcak ve yapraklara bürünmüş olacağını, çiçek tarhlarını bir renk cümbüşüne dönüşmüş halde bulacağını tahmin ediyordu. Ama bu düşünce onu hiç de keyiflendirmedi.
" 'Arry!"
Dönüp baktı. Reur Delacour şatoya giden taş basamaklardan hızla çıkıyordu. Harry onun arkasındaki arazide, hayli geride, Hagrid'in dev atlardan iki tanesini arabaya koşmak için Madam Maxime'e yardım ettiğini gördü. Beauxbatons arabası yola çıkmak üzereydi.
Fleur onun yanına gelip elini uzatırken, "Uma'ım yinne görüşürüs/' dedi. "Bu'ada bir iş bulurum uma'ım, İngilizcemiy ilerletmek için."
847

Ron boğazlanıyormuş gibi bir sesle, "Zaten çok iyi," dedi. Fleur ona gülümsedi; Hermione kaşlarını çattı.
Fleur dönüp giderken, "Hoşça kal, 'Arry," dedi. "Seninle tanıştı'ma sevindim!"
Gümüşi saçlan güneş ışığında dalga dalga, çimenleri telaşla geçip Madam Maxime'in yanına giden Fleur'ü izleyen Harry'nin morali ister istemez biraz düzelmişti.
Ron, "Bakalım Durmstrang öğrencileri nasıl geri gidecekler?" dedi. "Sence Karkaroff olmadan o gemiyi idare edebilirler mi?"
Huysuz bir ses, "Gemiyi Karkaroff iddare etmiyorr-du," dedi. "O kamarrasında oturuyordu, buttun iji biz yapıyorduk." Krum, Hermione ile vedalaşmaya gelmişti. "Bir konujalım mı?" diye sordu ona.
"Ah... evet... tabii," dedi Hermione, biraz bocalayarak. Krum'un peşinden kalabalığın arasında gözden kayboldu.
Ron onun arkasından yüksek sesle, "Acele etsen iyi olur!" diye bağırdı. "Arabaların gelmesine az kaldı!"
Ne var ki, arabalan gözleme işini Harry'ye bıraktı ve sonraki birkaç dakikayı, Krum ile Hermione'nin neler çevirdiğini görmek için boynunu uzatıp kalabalığın üstünden bakarak geçirdi. Onlar da çok geçmeden döndüler zaten. Ron, Hermione'ye baktı, ama onun yüzü hayli sakindi.
Krum birden Harry'ye, "Diggory'yi sevmişttim," dedi. "Bana karjı hep kibbardı. Hep. Durmstrang'dan
848

oldu'um halde - Karkarroffla birrlikte," diye ekledi, kaşlarını çatarak.
"Yeni bir Müdürünüz var mı?" diye sordu Harry.
Krum omuzlarım silkti. Tıpkı Fleur gibi elini uzatıp Harry'nin elini sıktı, sonra da Ron'unkini.
Ron acılı bir iç mücadele geçiriyormuş gibiydi. Ancak Krum dönüp gitmek üzereyken, Ron birden patladı: "İmzanı rica edebilir miyim?"
Şaşırmış ama memnun görünen Krum, Ron için bir parşömen parçasını imzalarken, Hermione gülünv seyerek şimdi yoldan onlara doğru tangır tungur gelen
atsız arabalara döndü.
*
King's Cross'a doğru yolculuktan sırasında hava, önceki eylülde Hogwarts'a geldikleri günkünden alabildiğine farklıydı. Gökte tek bir bulut yoktu. Harry, Ron ve Hermione kendi başlarına oturacakları bir kompartıman bulmayı becerdiler. Hiç durmadan ötmesini durdurmak için Pigvvidgeon'ı yine Ron'un resmi cüppesinin altına saklamışlardı; Hbdvvig, başı kanadının altında, uyukluyordu; Crookshanks ise boş bir koltuğa kocaman, tüylü bir turuncu yastık gibi kıvrılmıştı. Harry, Ron ve Hermione, tren onlan hızla güneye doğru götürürken, bütün hafta konuştuklarından daha fazla ve daha serbestçe konuştular. Dumbledore'un Yıl Sonu Şöleni'ndeki konuşması, Harry'ye sanki içindeki tıkanıklığı açmış gibi geliyordu. Olan biteni tartışmak o kadar acı vermiyordu artık. Dumbledore'un Vol-
849

demort'u durdurmak için daha şimdiden nasıl bir eyleme geçmiş olabileceği konusundaki konuşmalarını, ancak yemek arabası gelince kestiler.
Hermione arabadan dönüp de parasını okul çantasına koyduktan sonra, çantadan bir Gelecek Postası çıkardı.
Harry şöyle bir baktı, ne yazdığını bilmeyi istediğinden hiç emin değildi. Ama onun gazeteye baktığını gören Hermione, sakin sakin, "Hiçbir şey yok," dedi. "İstersen kendin de bak, ama bir şey yok. Her gün kontrol ediyorum. Sadece üçüncü görevden sonraki gün, senin Turnuva'yı kazandığını bildiren kısa bir yazı vardı. Cedric'in sözünü bile etmemişlerdi. Bana sorar-san,, Fudge suskun kalmaları için baskı yapıyor."
"Rita'yı asla susturamaz," dedi Harry. "Böyle bir hikâyede, asla."
"Ah, Rita üçüncü görevden beri hiçbir şey yazmadı," dedi Hermione, tuhaf bir şekilde yapmacık bir sesle. "Aslını sorarsanız," diye ekledi, şimdi sesi biraz titriyordu, "Rita Skeeter uzun süre hiçbir şey yazmayacak. Onun foyasını meydana çıkarmamı istemiyorsa yani."
"Sen ne diyorsun?" dedi Ron.
Hermione bir solukta, "Okul arazisine girmemesi gerekirken özel konuşmaları nasıl dinlediğini öğrendim," dedi.
Hermione günlerdir bunu onlara söylemek için ölüp bitiyormuş da, olanlar yüzvnden kendini tutmak zorunda kalmış gibi geldi Harr/ye.
850

"Nasıl yapıyordu bunu?" diye sordu Harry hemen.
"Nasıl anladın?" diye sordu Ron, Hermione'ye bakarak.
Hermione, "Eh," dedi, "aslında bu fikri bana sen verdin, Harry."
Şaşıran Harry, "Ben mi?" dedi. "Nasıl?"
Hermione sevinçle, "Anten meselesi" dedi.
"Ama sen çalışmaz demiştin -"
"Haa, elektronik antenler değil," dedi Hermione. "Böcek antenleri... Hani sen anten deyince Ron böcek anteni sanmıştı ya, haklıymış meğer... Rita Skeeter" -Hermione'nin sesi sakin bir zaferle titriyordu- "kayıtsız bir Animagus. İstediği anda -"
Hermione çantasından küçük, mühürlü bir cam kavanoz çıkardı.
"- böceğe dönüşebiliyor."
"Şaka ediyorsun," dedi Ron. "Yapmadın... o değil..."
"Ah, evet, o," dedi Hermione mutlu mutlu, kavanozu onların önünde sallayarak.
Kavanozun içinde birkaç küçük dalla yaprak ve koca, şişko bir böcek vardı.
"Olamaz - şaka ediyorsun -" diye fısıldadı Ron, kavanozu kaldırıp gözlerine yaklaştırarak.
"Hayır, etmiyorum," dedi Hermione gülümseyerek. "Onu hastane kanadında, pencere pervazında yakaladım. Yakından bakarsan, antenleri çevresindeki işaretlerin, taktığı o çirkin gözlüğün çerçevesine tıpatıp benzediğini görürsün."
851

Harry bakınca onun haklı olduğunu gördü. Ve bir şey hatırladı. "Hagrid'in Madam Maxime'e annesini anlattığım duyduğumuz gece heykelde bir böcek vardı!"
"Aynen öyle," dedi Hermione. "Ve Viktor, biz göl kıyısında konuştuktan sonra, saçımdan bir böcek çıkardı. Ve eğer fena halde yanılmıyorsam, Rita, senin yara izinin acıdığı gün Kehanet sınıfının pencere pervazına tünemişti. Yıl boyunca yazacak hikâye bulmak için vızır vızır dolaşıp durdu."
"Malfoy'u ağacın altında gördüğümüzde..." dedi Ron ağır ağır.
Hermione, "Onunla konuşuyordu, elindeydi," dedi. "Malfoy biliyordu tabii. Rita, Slytherin'lerle o küçük, tatlı söyleşileri bu sayede yaptı. Onun yasadışı bir şey yaptığı umurlarında bile değildi, yeter ki bizim hakkımızda ve Hagrid hakkında korkunç şeyler yazsın."
Hermione cam kavanozu Ron'dan alarak, öfkeyle cama yapışmış vızıldayan böceğe gülümsedi.
"Londra'ya gittiğimizde kendisini serbest bırakacağımı söyledim ona," dedi. "Anlıyorsunuz ya, kavanoza bir Kınlmazlık Büyüsü yaptım, Rita biçim değiştiremiyor. Ve tüy kalemini bir yıl boyunca kendisine saklamasını söyledim. Bakalım, insanlar hakkında korkunç yalanlar yazma alışkanlığından kurtulabilecek mi "
Huzur içinde gülümseyen Hermione böceği yeniden okul çantasına yerleştirdi.
852

Kompartımanın kapısı kayarak açıldı.
"Çok akıllıca, Granger," dedi Draco Malfoy.
Crabbe ve Goyle arkasında duruyorlardı. Üçünün de, Harry'nin şimdiye kadar onları gördüğünden çok daha kendinden memnun, kibirli ve tehdit edici bir halleri vardı.
Malfoy, kompartımana adım atıp, dudaklarında titreşen yılışık bir sırıtışla teker teker hepsine bakarak, "Demek böyle," dedi. "Gariban bir muhabir yakaladınız, Potter da yine Dumbledore'un gözde çocuğu oldu. Aman ne güzel."
Sırıtışı bütün yüzüne yayıldı. Crabbe ve Goyle pis pis güldüler.
"Düşünmemeye çalışıyoruz, öyle mi?" dedi Malfoy tatlı tatlı, her üçüne de baktı. "Böyle bir şey olmamış gibi davranmaya çalışıyoruz, ha?"
"Çık dışarı," dedi Harry.
Dumbledore'un Cedric hakkındaki konuşması sırasında Crabbe ile Goyle'a bir şeyler fısıldayışını gözlediğinden beri Malfoy'la hiç yan yana gelmemişti. Kulaklarında bir tür çınlama duyuyordu. Eli cüppesinin altındaki asasını kavradı.
"Kaybeden tarafı seçtin, Potter! Seni uyarmıştım! Sana arkadaşlarını daha dikkatli seçmeni söylemiştim, hatırladın mı? Trende ilk karşılaştığımızda, hani Hog-warts'taki ilk gün? Sana böyle ayaktakımıyla takılma-manı söylemiştim!" Başıyla Ron ve Hermione'yi işaret etti. "Artık çok geç, Potter! İlk onlar gidecek, madem

artık Karanlık Lord geri döndü! İlk olarak Bularuk'larla Muggle-sevenler! Eh - daha doğrusu ikinci olarak -çünkü Diggory birin-"
Sanki birisi kompartımanda bir kutu havai fişek patlatmıştı. Her yönden kopup gelen büyülerin göz kamaştıran panltısıyla körleşen, bir dizi gümleme sesiyle sağırlaşan Harry gözlerini kırpıştırıp yere baktı.
Malfoy, Crabbe ve Goyle kapı ağzında baygın yatıyorlardı. Harry, Ron ve Hermione ayaktaydı, üçü de farklı bir uğursuzluk büyüsü kullanmıştı. Dahası, bunu yapanlar sadece onlar değildi.
Fred, Goyle'a basıp kompartmana girerken, sakin bir sesle, "Bu üçünün neler çevireceğini anlayalım diye düşündük," dedi. Asası elindeydi, onun hemen ardından, Malfoy'un üstüne basmaya özen göstererek içeri giren George'unki de öyle.
George, Crabbe'ye bakarak, "İlginç bir etki," dedi. "Furnunculus lanetini kim yaptı?"
"Ben," dedi Harry.
'Tuhaf," dedi George neşeyle. "Ben de Pelte-Bacak kullandım. Demek bu ikisinin karıştırılmaması gerekiyormuş. Yüzünde bir sürü küçük küçük dokunaç çıkn, baksana. Eh, onlan burada bu akmayalım, dekora pek katkıları yok."
Baygın olan Malfoy, Crabbe ve Goyle, kendilerini hedef alan karma uğursuzkık büyüsünün etkisiyle gerçekten de berbat mı berbat görünüyorlardı. Ron, Harry ve George onlan tekmeleyerek, yuvarlayarak, iterek ko-
854

ridora çıkardılar. Sonra da kompartımana girip kapıyı kapattılar.
Fred bir deste iskambil çıkararak, "Patlamalı Pişti oynayan?" diye sordu.
Beşinci elin ortasına gelmişlerdi ki, Harry aklındaki soruyu sormaya karar verdi.
"Artık bize söyleyeceksiniz, ha?" dedi George'a. "Kime şantaj yapıyordunuz?"
"Ha," dedi George, karanlık bir edayla. "O iş."
Fred başını sabırsızca sallayarak, "Önemi yok," dedi. "Önemli bir şey değildi. Yani, artık değil."
George omuz silkerek, "Vazgeçtik," dedi.
Ama Harry, Ron ve Hermione bıkmadan sorup durdular ve sonunda Fred, "Tamam, tamam," dedi. "Gerçekten bilmek istiyorsanız... Ludo Bagman'dı."
"Bagman mı?" dedi Harry sertçe. "O da karıştı mı diyorsun -"
"Yok canım," dedi George bezgin bezgin. "Öyle bir şey değil. Salak rezil. Kafası o kadar çalışmaz ki."
"Ee, neydi öyleyse?" dedi Ron.
Fred önce durakladı, sonra, "Quidditch Dünya Kupası'nda onunla girdiğimiz bahsi hatırlıyor musunuz?" dedi. "Hani İrlanda kazanacak, ama Snitch'i Krum yakalayacak demiştik?"
Harry ve Ron biraz düşünüp, "Evet," dediler.
"Eh, o rezil bize İrlanda maskotlarından yakaladığı ayakkabıcı cin altınıyla ödeme yapmış."
"Ee?"
855

"Ee'si," dedi Fred sabırsızlıkla, "yok oldu gitti, değil mi? Ertesi sabah yok olup gitmişti!"
"Ama - bir yanlışlık olmuştur herhalde," dedi Her-mione.
George aa acı güldü. "Evet, biz de öyle sandık, ilk başta. Sandık ki, ona yazıp bir yanlışlık olduğunu söylersek, paralan sökülür. Nerdeee. Mektubumuzu görmezden geldi. Hogwarts'ta onunla bu konuyu konuşmaya çalıştık, ama her seferinde bir bahane bulup bizden kaçtı."
"Sonunda iyice çirkefleşti," dedi Fred. "Kumar oynayamayacak kadar genç olduğumuzu, bize zırnık vermeyeceğini söyledi."
George gözlerinden ateşler saçarak, "Biz de paramızı geri istedik," dedi.
"Reddetmedi ya!" dedi Hermione, soluğu kesilmiş halde.
"Tam üstüne bastın," dedi Fred.
"Ama o sizin biriktirdiğiniz bütün paraydı!" dedi Ron.
"Bana mı söylüyorsun?" dedi George. "Tabii sonunda meseleyi öğrendik. Lee Jordan'ın babası da Bag-man'dan parasını almakta biraz sıkıntı çekmiş. Anlaşılan Bagman'ın cincücelerle başı beladaymış. Onlardan çok miktarda borç altın almış. Bir cinaice çetesi Dünya Kupası'ndan sonra onu ağaçlıkta kıstırmış ve elinden bütün altınını almış, ama bu altınlar bile borçlarını kapatmaya yetmemiş. Gözaltında tutmak için onu Hog-warts'a kadar izlemişler. Kumarda her şeyini kaybet-
856

mis. Birbirine sürtecek iki Galleon'u kalmamış. Peki o budala, cincücelere nasıl ödeme yapmayı teklif etmiş, biliyor musunuz?"
"Nasıl?" dedi Harry.
Fred, "Senin üzerine bahse girmiş, oğlum," dedi. "Senin Turnuva'yı kazanacağın üzerine büyük bir bahse girmiş. Cincücelere karşı."
"Demek onun için boyuna kazanmama yardım etmeye çalışıyordu!" dedi Harry. "Eh - kazandım ama, değil mi? Yani size altınınızı ödeyebilir."
George, "Hayır," diye başını salladı. "Cincüceler ondan da çirkef. Senin Diggory'yle berabere bitirdiğini, oysa Bagman'm senin tek başına şampiyon olmana bahse girdiğini söylemişler. Bagman da kaçmak zorunda kalmış. Üçüncü görevden hemen sonra kaçtı."
George derin derin içini çekerek iskambilleri yeniden dağıttı.
Yolculuğun geri kalanı hayli hoş geçti. Hatta Harry, keşke bu yolculuk bütün yaz sürse de King's Cross'a hiç varmasak, diye düşündü... Ama o yıl acı bir şekilde öğrendiği gibi, ileride tatsız bir şey varsa, zaman yavaşlamıyordu. Kısa süre sonra da Hogvvarts Ekspresi, Peron Dokuz Üç Çeyrek'e yanaşmıştı. Öğrenciler inerken her zamanki kargaşa ve gürültü koridorları doldurdu. Ron ve Hermione sandıklarını taşıyarak Malfoy, Crabbe ve Goyle'un yanından geçmeye çabaladılar.
Ancak, Harry kompartımanda kaldı. "Fred - George - durun bir dakika."
857

İkizler dönüp baktılar. Harry sandığını açarak Üç-büyücü ödülünü çıkardı.
"Alın," dedi ve keseyi George'un eline attı.
"Ne?" dedi Fred, tam anlamıyla afallamış görünüyordu.
Harry ısrarla, "Alın," diye tekrarladı. "Ben istemiyorum."
George keseyi gerisingeri Harry'ye vermeye çalışarak, "Çatlaksın sen/' dedi.
"Hayır, değilim," dedi Harry. "Alın ve icatlarınızı sürdürün. Şaka dükkânı için."
Fred neredeyse huşu içinde bir sesle, "Gerçekten çatlak/' dedi.
Harry azimle, "Dinleyin," dedi. "Eğer almazsanız, lağımdan aşağı atarım. Bu parayı istemiyorum, ihtiyacım da yok. Ama birkaç kahkahaya ihtiyacım var. Hepimizin birkaç kahkahaya ihtiyacı var. Ve sanırım ki, çok geçmeden daha da fazla ihtiyacımız olacak."
George halsizce, "Harry," dedi. Bir yandan da para kesesini elinde tartıyordu. "Burada bin Galleon olmalı."
Harry sırıtarak, "Öyle," dedi. "Düşünsenize, kaç Kanarya Kreması çıkar."
ikizler ona bakakaldılar.
"Annenize nereden aldığınızı söylemeyin, yeter... Ama düşünecek olursanız, belki artık Bakanlık'a girmenize o kadar da hevesli değildir..."
Fred, "Harry," diye başladı, ama Harry asasını çekti.
"Bakın," dedi kararlı bir sesle, "alın, yoksa size
858

uğursuzluk büyüsü yapanm. Artık sağlam birkaç tane öğrendim. Yalnız, bana bir iyilik yapın, tamam mı? Ron'a yeni resmi cüppeler alın ve biz aldık deyin."
Onlar başka tek kelime edemeden Harry kompartımandan çıktı, hâlâ uğursuzluk büyüsü izleri içinde yerde yatan Malfoy, Crabbe ve Goyle'un üstüne basıp geçti.
Vernon Enişte bölmenin yanında bekliyordu. Mrs VVeasley de hemen onun yakınındaydı. Mrs VVeasley, Harry'yi görünce ona sıkı sıkı sarıldı ve kulağına fısıldadı: "Sanırım Dumbledore yazın sonlarına doğru biz,e gelmene izin verecek. Teması kesme, Harry."
Ron onun sırtına bir şaplak atarak, "Görüşürüz, Harry," dedi.
Hermione, "Hoşça kal, Harry," dedi. Sonra, daha önce hiç yapmadığı bir şeyi yaptı, Harry'yi yanağından öptü.
George, "Harry - sağ ol," diye mırıldandı. Fred yanında durmuş, heyecanla başını sallıyordu.
Harry onlara göz kırptı, Vernon Enişte'ye döndü ve onu istasyondan dışarı sessizce izledi. Dursley'lerin arabasının arkasına binerken, henüz üzülmenin sırası değil, dedi kendi kendine.
Hagrid'in dediği gibi, başa gelecek olan gelirdi... ve ne zaman gelirse, o da o zaman karşısına çıkacaktı.
859

GeCeLeR
12-10-2006, 02:11 AM
_____THE END______

lonelyboy
12-11-2006, 03:57 AM
çok teşekkürler geceler çok sevindim bunu eklemene saol

Karizmatix
12-14-2006, 05:17 AM
teşekür ederim geceler cidden çok hoş bir paylaşım olmuş şimdi sırada okuya bilmek inş okunur..

cewat
01-28-2007, 05:34 PM
� ostum gusel paylasım bu arada 5 ve 6 kitabıda eklermisin