PDA

Tam Sürümü Görüntüle : ..::Unutulmayan Efsanelerimiz::..


eXacT
02-07-2007, 01:06 AM
http://www.galatasaray.org/images/dergi/metin1.jpg


Taçsız ve Tek Kral
Metin Oktay

"Adın tarihe geçer ama kimliğin nerde hani?"
Bertolt Brecht

"Yumuşacık, yusyuvarlak... Hareketli... Ele-avuca sığmaz... Zıp zıp zıplar, yerinde durmaz. Onunla ilk tanıştığım gün, ayakkabısının bağlarını bile kendi bağlayamayan, yürümeyi yeni yeni öğrenmiş minicik bir çocuktum... 'Sen de nereden çıktın?' der gibi vurdum ona... O ilk vuruşla birlikte, yolum da değişti, hayatımda. (...) Çaresiz, kader bağlamıştı bizi... Ondan ayrılamıyordum... Benim en iyi arkadaşım olmuştu." Metin Oktay meşin yuvarlakla bir yaşam boyu süren ilişkisini bu benzersiz satırlarla anlatıyor. Galatasaray kimlik ve ruhunun yaratılmasında Leblebi Mehmet, Aslan Nihat, Berlin Panteri Turgay Şeren, Eşfak Aykaç, Baba Gündüz, Coşkun Özarı ve adını sayamadığımız nice futbolcunun yanında Metin Oktay'ın apayrı bir yeri vardır. Yarım yüzyıldır süren Metin Oktay efsanesinin canlı tutulması amacıyla üzerimize düşen görevi yerine getirmeye çalıştık.


Galatasaraylılık Ruhu ve Metin Oktay

Ali Kırca'nın dediği gibi,"Galatasaraylılık ruhu, yalnızca Galatasaray'a ait bir kimlik tanımıydı." Spor yazarlığında bir duayen olarak gördüğüm eski Fenerbahçeli futbolcu Halit Deringör de yazılarından birinde Galatasaray'ın bu özelliğine değinmişti: "(...) Ama Galatasaray'da paradan da kuvvetli olan bir şey var. O da Galatasaraylılık ruhu."

1961 yılının yazı benim için tam bir kabusa dönüşmüştü. Ligi 36 golle kral olarak bitiren Metin, İtalya'nın Palermo takımına transfer olmuştu. İnanmak istemiyordum ama gerçekti, Metin gidiyordu.

Ayrılık acısı daha o gitmeden çocuk kalbime çökmüş, sanki Galatasaray'a küsmüştüm. Futbolla bütün bağımı koparacaktım nerdeyse. Sonra gerçekten, başımı iki elimin arasına alarak düşündüm, düşündüm. Evet Metin ilahımdı ama Galatasaray'a olan sevgim daha büyüktü ve bu sevgi acımı hafifletecekti. Artık Metin'i gazetelerdeki haber ve fotoğraflarından izliyor, özlemimi bir nebze olsun dindirmeye çalışıyordum.


Mithatpaşa'nın Bir Gecelik Tribünleri

Belleğim beni yanıltmıyorsa, 1962'nin Şubat ayıydı (Daha sonra, doğru ayın nisan olduğunu Sayın Servet Oktay ve Rıfat Pala'nın bana hediye ettikleri "Top ve Ben" adlı kitaptan öğrendim). Bir mucize gerçekleşiyor ve Palermo Galatasaray'la bir dostluk maçı oynamak için İstanbul'a geliyordu. Aylarda yanılabilirim ama maçın bir salı gecesi oynandığına eminim. Salı sabahı okul yolunda Mithat Paşa'nın önünden geçerken bayrakları görmüş ve içim içime sığmamıştı. Bu maça mutlaka gitmeliydim ve Metin'imi seyretmeliydim. Ama bir problem vardı. O dönemde gece maçlarına yalnız gitmeme izin yoktu. Babam da Anadolu'da görevde olduğundan Liseli dayımı (Boru Zeki-1244) razı etmek ve birlikte maça gitmek tek çözüm olarak görünüyordu. O gün ders mi dinledim yoksa saatleri mi saydım, hiç bilmiyorum. Okulun bitiş saati 16'da fırladım ve olabildiğince çabuk eve geldim (Bu arada "Hastane" durağının oldukça kalabalık olduğunu da gözlemiştim). Bereket dayım evdeydi ve teklifimi yineletmedi. O da Metin'i özlemişti. Ama bir sorun daha vardı. Sağolsun dayım biraz ağırkanlıydı. Maç saat 20'deydi. Bütün 'hadilemelerime' karşın evden ancak saat 19'da çıkabildik. Kapalı tribünün önüne geldiğimizde tüm kapıların kapalı olduğunu ve hatırı sayılır bir taraftar grubunun, ana demir kapıyı kırmaya çalıştığını endişeyle gördüm. İstanbul sanki bir sel olmuş ve Metin sevgisiyle 'Stadyum'a akmıştı. Alt tarafı özel bir karşılaşma, bir dostluk maçıydı. Ama işin içine Metin Oktay faktörü girmişti. Bu arada duyduğum endişe, tabi ki kapının kırılacağı değil, kırılamayıp bizim dışarda kalacağımız yönündeydi. Doğal olarak kapı kırılamadı ve biz son bir umutla şimdiki yeni açık tarafına gittik. O tarihte zannediyorum yeni açığın inşaatına yeni başlanmıştı ve 'Gazhane' tarafındaki tepeden sahanın tümü görünüyordu. Karanlıkta hemen bir imece çalışması gerçekleştirildi. İnşaatta kullanılan bidonlar belli bir mesafe uzaklığında, kayalarla desteklenerek sabitlendi ve her iki bidon arasına olabildiğince sağlam iki kalas yerleştirilerek, yeni açığın üst gecekondu tribünleri tamamlanmış oldu. Her 'mini tribün' yaklaşık 8 kişiyi taşıyordu ve bunların sayısı tahminen 50'lere ulaşıyordu.


"Sayı yap Metin, sayı yap"

Takımlar sahaya çıkmıştı ve ortalık "Metin, Metin" sesleriyle inliyordu. Metin Galatasaray formasını yeniden giymişti. "Sayı yap Metin, sayı yap" tezahüratına sallanan kalasların üzerinden biz de katılıyor ve bu arada istenmeyen kazalar da oluyordu. Ama ne gam. Metin oradaydı ve biz onu bağrımıza basıyorduk. Metin, eski Metin değildi. Goller kaçırıyor ve üzerindeki durgunluğu atamıyordu. Devreyi 1-0 yenik kapadık. İkinci devre iş çığrından çıkmış, maç tam bir final maçına dönüşmüştü. Tüm takım Metin için oynuyor, ona bir galibiyet armağan etmek istiyordu. Önce beraberlik, sonra da Beşiktaşlı büyük futbolcu Baba Recep'in (Recep Adanır) unutulmaz frikik golü geldi. O gece, statdaki tüm seyirci (stat dışındaki bizler de!) ve oyuncular görevimizi yerine getirmiş ve Metin'i mahçup etmemiştik.


"Sevginin Adı"

Ahmet Çakır, Galatasaray Spor Kulübü'nün tarihini anlatan kitabının önsözünde şöyle diyor: "Söylemeden edemeyeceğim başka bir nokta daha var. 'Bu kitabı niçin yazdın, tek sözcükle yanıtlar mısın?' gibi bir soruyla karşılaşsaydım, hemen şunu söylerdim: 'Sevgi'. Evet, bu kitap sevginin kitabıdır. Hatta kaybetmiş olduğunuz bir sevgiliyi yeniden yaşatmak istemenin kitabıdır. O sevgili de, Metin Oktay'dır. Çakır'ın yüreğinin derinliklerinden fışkırıyor bu satırlar. NEDEN? Ali Kırca, "Bugünlerde durup dururken Metin Oktay'ı özlemenin bir anlamı olabilir mi? Ben özlüyorum. Artistik gollerini, vole çakarken havada asılı duran fotoğrafını, kralken taşıdığı asaletini, zaferlerin bozamadığı ferasetini, yenilgilerin yıkamadığı metanetini ve renklerine sadakatini özlüyorum" diyor. NEDEN?


Göztepe'nin unutulmaz "bombacı"sı Halil Kiraz: "Metin Oktay'ın gollerini, futbolculuğunu anlatmakla bitiremezsin. Bunun yanında da altın gibi kalbi olan insandı. Yanına gittiğimizde, yanımızda yüzü kızararak oturan bir abimizdi. (...) O gün baktım, karşımda artistler kadar yakışıklı, dev gibi bir abimiz var. İşte dedim, insan futbolcu olacaksa böyle olmalı" diyor. NEDEN? Nebil Özgentürk'ün hazırladığı 'Bir Yudum İnsan' belgeselinde yeni kuşağın sahada izleyemediği 'Berlin Panteri' Kaptan Turgay Şeren gözleri dolu dolu ve alt dudağı duyduğu büyük üzüntünün etkisiyle titreyerek şu cümleleri sarf ediyor: "Bana tekrar tekrar Metin Oktay'ı hatırlattınız. Teşekkür ederim." Kaptan'ı böylesine aşırı duygusallığa iten nedir?


Memet Fuat'ın kaleminden Metin'in askerlikten erken terhis edilmesinden dolayı (!) tutuklanıp Toptaşı Cezaevi'ne konulmasından sonra kendiliğinden oluşan yürüyüşü öğreniyoruz: "Bir haber dolaştı: Metin Oktay Toptaşı Cezaevi'ndeymiş. Hep birlikte onu görmeye gidecekmişiz. Arabalı vapur iskeleye yanaşınca bağrış çığrış çıkıp çarşının içinden Ahmediye'ye doğru başladık yürümeye. Bayağı bir gösteri yürüyüşü. (...) Bu kez pencerelerden sarkıyor insanlar. Onların ilgilendiklerini görünce büsbütün şımarıp inletiyoruz ortalığı. 'Meetin!...Meetin!... Toptaşı Cezaevi'ne ulaştığımızda sokaklara zor sığıyoruz." Bu NASIL bir sevgi?


"Her şeyden önce olgun ve efendi bir insan"

Bence bu sevginin temelini Abdi İpekçi, Metin'in jübilesinden sonra kaleme aldığı şu satırlarda özlü bir biçimde açıklıyor: "Ama Metin futbol sahalarından çekildikten sonra ona karşı olan sempatimin temellerini arayınca ne onu, ne de bunu buluyorum karşımda. Şimdi Metin deyince, yaptığı işi en iyi şekilde, kendi kuşağının en başarılı adamı olarak yapmış olan gene de şöhretin doruklarında şımarmamış, gurur yüzünden zirveden uçuruma yuvarlanmamış bir insan geliyor aklıma...

Metin deyince, en yüksekte olduğu zaman bile çevresine saygıda kusur etmeyen, şöhretini günlük hayatında ucuz bir koz gibi kullanmaya tenezzül etmemiş olgun bir insan geliyor aklıma...

Metin'i her zaman büyük bir futbolcu, büyük bir Galatasaraylı olarak tanıyorum ve tanıyacağım. Ama Metin benim gözümde hepsinden önce olgun ve efendi bir insan değer sahibidir. Bunu söyler-ken, futbolu, Galatasaray'ı ve Metin'i seven herkesin benimle aynı fikirde olduğuna kesin olarak inanıyorum."


* * *


Servet Oktay: "En Zayıf Yönü Galatasaray'dı"

Senegal maçından bir gün önce Nebil Özgentürk'ten edindiğimiz numarayı tuşluyoruz Servet Oktay'la konuşmak için. Kendisiyle bir söyleşi yapmak istediğimizi söylüyoruz. İki gün içinde İzmir'e gideceğinden bize zaman ayıramayacağını belirtiyor. O zaman Metin Oktay sevgisinin verdiği güçle, Servet Hanım'ı bir duygu bombardımanına tutuyoruz. İçten olduğumuzu anlıyor ve Senegal maçının bitiminden sonrasına randevulaşıyoruz. Gün uğurlu bir gün. Senegali yenip, yarı finale çıkıyoruz. Sokaklar sevinç gösterileriyle çalkalanıyor ama biz görevdeyiz ve Kral'ın evine gidiyoruz. Artık Kralımızın evindeyiz ve söyleşimize başlıyoruz. Söyleşimize daha sonra üvey oğlu Rıfat Pala ve aile dostları da Aydın Aksan da katılıyor.


Metin Oktay'la bizim yaşadığımız ilişki, bir taraftar futbolcu ilişkisi; karşılıklı sevgiye dayanan bir ilişki. Biz Metin Oktay'ı çok sevdik. Siz en yakını olarak bu konuya nasıl yaklaşıyorsunuz?

Bunun böyle olması çok doğal. Metin olağanüstü, bambaşka bir insandı. Derdini kimseye açmayan Galatasaray tutkunu bir insandı. O dönemde futbolcular arasında öyle güzel arkadaşlıklar vardı ki. Ve onlar bugüne göre yokluk içinde futbol oynuyorlardı. Ben çok iyi hatırlıyorum, ayakkabılarını zeytinyağına yatırırdık, yumuşasın diye; yoksa ayakları yara içinde kalıyordu. O zamanlar öyle Avrupa'dan malzeme, ayakkabı getirmek diye bir şey yoktu.


Peki Servet hanım siz N. Özgentürk'ün programında şöyle bir cümle sarf ettiniz:"Metin benim dostum, sevdiğim adam ve kocamdı; hiçbir kadın benim kadar mutlu olamadı." Bence bir kadının böyle hissetmesi çok önemli.

Evet, ben hep böyle düşündüm. Hatta derler ki, evlilik sevgiyi öldürür. Bu doğru değil. Dikkat edin aşk demiyorum, zaten aşk geçicidir.


O zaman sıradışı yıllar geçirdiniz. Söz konusu olan sıradışı bir bağ.

Metin çevresine pozitif enerji salan bir insandı. Karısı olarak bana, fazlasını verdi ki böylesine mutlu oldum.

eXacT
02-07-2007, 01:07 AM
http://www.galatasaray.org/images/dergi/metin2.jpg


Futbol, Metin Oktay'ın dünyasıydı. Daha önce de söylemiştiniz.

Evet, hep futbol, futbol.


Futbolu bıraktıktan sonra bir süre yöneticilik yaptı, teknik adam olarak çalıştı...

Mutlu olamadı. Bir ara İngiltere'ye oğlumuzun yanına gittik. Her hafta sonu İskoçya'ya giderdik. Gazetecilerin de olduğu bir ortamda Metin'in Türkiye'de çok sevilen eski bir futbolcu olduğu öğreniliyor ve bir penaltı turnuvası düzenleniyor. Metin on penaltının dokuzunu gole çevirince, "Böyle bir stil görmedik, bu senin doğan da var" diyorlar çevresindekiler.


Sürekli futbol oynamak istiyordu değil mi?

Evet. Örneğin, bir yere giderken üç beş çocuk görürdü futbol oynayan. Oyunları bitinceye kadar izlerdi onları. "Ah! Şimdi çocuk olsaydım" derdi.


Biraz eskilere dönelim. Galatasaray'da oynarken bir İzmirspor olayı var. Büyük bir para teklif ediliyor Metin'e İzmirspor'da oynaması için. Bir iki dakika içinde geri çeviriyor bu teklifi. Olayın tanıkları da var. Yönetici Rüçhan Atlı ve Turgay Şeren gibi. Size bu konudan söz etti mi?

Bu olaydan hiç konuşmadık. Ama ben biliyorum Metin'in para için oynamayacağını, onu Galatasaray'dan hiçbir şeyin koparamayacağını. Her zaman söylerdi, birinci karım Galatasaray diye. Bir de Metin sahada çok mutlu oluyordu. Ben de onu mutlu görünce daha mutlu oluyordum.


Bir de 45 günlük bir cezaevi olayı var. Çok üzülmüş ve kırılmış bu olaya, haklı olarak.

Dönemin Galatasaraylı bir milletvekili Metin'e maçlar için izin almış. "Bir şey olmaz, sen oyna ben izin alırım" demiş. 1960 ihtilali olunca bir binbaşı olayı takip ediyor ve Metin eksik askerlik yapmaktan tutuklanıyor. Ama inanın orada bile mutlu olabildi. Yeni arkadaşlıklar kurdu. Bazı haksızlıklara tanık oldu orada. "Orası benim için bir tecrübe oldu" derdi.


Cezaevindeki dostlarını hiç unutmamış, ziyaretlerine gitmiş ve gerektiğinde yardımlarına koşmuş.

Kime yapmadı ki.


Haklısınız kime yapmadı ki. Asıl mesele de bu zaten.

Kalp krizi geçirdi doktor istirahat verdi. Ben de alışverişe gitmiştim. Metin balkonda oturuyor, yağmur da çok şiddetli yağıyor. Karşıda bir kadın. Ama çok yoksul, halinden belli. Metin giymiş üzerine yağmurluğunu, arabayı çıkarmış, kadını evine kadar götürmüş. Eve geldim, Metin yok. Çılgına döndüm. "Bir şey olmaz, korkma. O kadın zavallı hasta biriydi" dedi.


Taraftarı, seyirciyi bu denli kendine bağlayan başka bir futbolcu var mıdır?..

1969'un Temmuz ayında futbolu bıraktı. O ana dek hep manşetlerdeydi. Hep göz önündeydi. Demek ki, çok seviliyordu. İnsan gibi insandı.


Birçok futbolcu gelip geçiyor, birçok futbolcu insanın gönlünde taht kuruyor. Son yıllardan örnek vermek gerekirse, Galatasaray seyircisi Hagi'yi de çok sevdi.

O zamanlar Kadıköy Belediye Başkanı Galatasaraylı'ydı. Fenerlilerin de takımlarına ne kadar düşkün olduklarını hepimiz biliriz. Ve Fenerbahçe Parkı'na Metin'in heykelini dikmesine izin vermişler. Hala orada Metin Oktay'ın heykeli vardır. Heykelin dikilmesinden dolayı, o zamanki Fenerbahçeli yöneticiler "Şeref duyarız" demişler. Herkes seviyordu Metin'i. Bambaşka bir şey bu.


Geçen sene Galatasaray kapalısında, 10 numaralı iki dev forma dalgalandı. Biri Metin Oktay'ın, biri de Hagi'nindi.

Evet bu beni son derece mutlu etti. Galatasaray taraftarının böyle bir şey yapması. Metin, insanları çok severdi. Onun hatırlanmasını istiyorum. Metin'le evlendim ve hamile kaldım. Kızımız erken doğumdan öldü. Ben 100 kilo oldum. Ve biz bir sene boyunca ne bir sinemaya ne de bir gezmeye gittik. Ve bana "Sen artık çocuk doğurma, bu kadar sıkıntı çekme. Çünkü Rıfat'ı bizim çocuğumuz olmasa da, kendi çocuğum gibi görüyorum" dedi. Her erkek bunu yapmaz. Düşünün artık o sevecenliği.


Metin bizim ilahımızdı. İlahların zayıf yönleri olmaz ya da tek zayıf yanları olur. Aşil'in topuğu gibi. Metin Oktay'ın en zayıf yönü neresiydi?

Metin'in en zayıf yönü Galatasaray'dı. Galatasaray'a karşı çok zayıftı.


Rıfat Pala: Metin Oktay hiçbir zaman profesyonel olamadı, hep amatör oldu. Paraya asla önem vermezdi.


Peki Rıfat Bey, siz Metin Oktay'la bir baba oğul ya da ağabey kardeş ilişkisi yaşadınız. Metin Oktay'ı tanımlar mısınız?

Bence dünyanın en iyi insanıydı. Yüreğinde inanılmaz bir sevgi ve saygıyı taşıyordu. Ve her şeyden önce paylaşmayı çok iyi bilir ve bir de güzeli severdi. Maneviyata çok önem verirdi. Bunları iyi biliyorum çünkü 30 yıl aynı evde yaşadık.


Servet Oktay: Bir gün Kilyos'ta kamp yapıyorlardı. Metin aradı ve "Servet gel, özledim sizi" dedi. Annemle birlikte Kilyos'a gittik ve Metin yanımıza gelerek "Servet, bir şey söyleyeceğim. Ben futbolu bırakıyorum" dedi. "Hayırlı olsun" dedim ama çok üzüldüm. Ertesi gün kapımıza gelen gazeteleri elime alıp, 'Metin futbolu bırakıyor' başlıklarını görünce, ağlamaya başladım. Ve o duygu seli jübilesine kadar devam etti.


Rıfat Pala: Onu rahmetli Figo yetiştirmiş. Eskiden Karşıyaka'da antrenman yaparlarmış. Antrenmandan sonra Figo bisikletle Metin koşarak dönerlermiş. Metin Oktay tüm yaşamında parayı daima ikinci planda tuttu. İzmir'de Haldun abimizle birlikte paraya sıkışıyorlar ve bir senet kırdırıyorlar. Yanımızda bir kesekağıdı dolusu para, Kordon'da bir şeyler içmeye gittik. Adamın biri yanımıza geldi ve Metin'in kulağına bir şeyler söyledi. Bu çıkardı bütün parayı adama verdi. "Ya ne yaptın?" dedim. "Olsun oğlum, onun paraya benden daha çok ihtiyacı var" dedi.


Servet Oktay: Rıfat ile birgün bir simitçi görmüşler. Ağlıyormuş simitçi. "Simit tablamı aldılar, ben şimdi patrona ne söyleyeceğim" diye. Ne kadar simit? Şu kadar. Cebindeki bütün parayı simitçiye veriyor. "Rıfat senin cebinde ne kadar var?" diyor ve Rıfat'ın cebindeki tüm parayı da simitçiye veriyor.


Aydın Aksan: İzmir'de işlettiği "Gol Pub" adında bir yer vardı. Bir gün birlikte oraya gidip bir haftalık hasılatı aldık. Ben bir günlük hasılatı Metin abiye verdim, altı günlük hasılatı da arabamın torpido gözüne koydum. Göz de açılmıyor. Yani istese de açamaz. Çünkü biliyorum altı günlük hasılatı dağıtacak. "Metin abi seni bir bara götüreceğim çok beğeneceksin" dedim. O sırada bir arkadaş geldi ve "Karşısı tenis kulübü, oraya gidelim" dedi. Kulüp'te de düğün varmış. "Metin Oktay gelmiş" diyen yanımıza geliyor ve imza istiyor. Yanımızda kağıt yok. Metin abi o zamanın en büyük parası olan 10 bin liraları imzalıyor ve dağıtıyor. Gelenler hem imzayı, hem de parayı alıyorlar. Kuyruk da uzadıkça uzuyor. Bir süre sonra Metin abı bana döndü ve "Para bitti, efendi" dedi. Ben de kendisine yüz ve beş yüz liralıklar verdim. Bana doğru eğildi ve "Efendi, ayıp olmaz mı?" dedi. "Abi önemli olan senin imzan" dedim. Kuyruk da böylece daha tenhalaştı.


Gerçekten ilginç bir anı. Son olarak, Metin Oktay'ın krallık tacı size geri döndü mü?

Sevet Oktay: Dönmedi ve bu konuda bir şey söylemek istemiyorum.

eXacT
02-07-2007, 01:07 AM
http://www.galatasaray.org/images/dergi/metin3.jpg



Kendi kaleminden "Sahadaki Metin"

(...) Maça çıkarken, büyük bir gerilim içersine girerdim. Tünelden sahaya çıkıncaya kadar kimseyle konuşmazdım. Kendime göre bir ibadetim vardı. Kendime göre inançlarım vardı.

Bu gerilim sahaya çıkınca biterdi. Çünkü artık orada seyircimle bütünleşirdim. Onlar beni iyi tanırlardı. Onlar benim sevgilim, ben de onların sevgilisiydim. Penaltı kaçırsam da, gol atamasam da, beni yalnız bırakmazlardı. Hep yanımda, hep beynimde olurlardı. O seyircide, o sevgililerde Metin Oktay olarak büyük kredim vardı.

Sahanın herhangi bir yerinde topu ayağıma aldığım zaman, düşünce olarak hazır olduğum için, kimin nerede durduğunu, kimin kaçtığını, kimin kaçacağını bilir, görürdüm. Top bana gelmeden önce veya geldiği zaman ne yapacağımı düşündüğüm için, pas hatalarım azalırdı. Şuna inanmıştım: Bir futbolcu sahaya çıktığında ya gol pası atmalı ya da gol atmalıydı. Her pasın gole götüren bir değeri bulunmalıydı.

Kendimi düşünce olarak buna hazırlardım. Maçı sahadan önce, beynimde oynamaya çalışırdım. Oyunda doğabilecek pozisyonları, bu durumlarda benim ne yapmam gerektiğini düşünürdüm. Devamlı araştırdığım için, hem takım arkadaşlarımın, hem rakip oyuncuların karakterlerini bilirdim.


* * *


Hani Arayacaktın Metin Ağabey
Tarık Öcal

Tarih 13 Eylül 1991. Yer Ortaköy Ziya Restoran. Saat geceyarısına yaklaşıyor. Tarık Öcal ve arkadaşları mutlu bir rastlantı sonucu Metin Oktay'la son hasbıallerini yapıyorlar ve ortaya 14 Eylül'de Cumhuriyet Gazetesi'nde yayınlanan nefis yazı çıkıyor. Biz de bu unutulmaz yazıyı bilenlerin hatırlaması, bilmeyenlerin ve genç kuşakların ise tekrar tekrar okuması için yeniden yayınlıyoruz.

Uğursuz 12 Eylül'ün, 13'e bağlandığı saatlerde, piyanist arkadaşım Pepe ile Ziya Restoran'ın aşağı barında Sonbahar yalnızlığını çorba içerek yaşarken sanki barda ceketini unutmuş bir tavır ile Arda Uskan içeri girdi. Ortalığı toplayan komilere torpil geçip kendisine bir rakı ısmarladı. Kara mizah sohbet sürerken, birden bir ışığın düştüğünü hissettik. Sessiz sedasız yanımıza gelip, içkisini yudumlayan adam Metin Oktay'dı. Birdenbire benim ve Arda'nın hatta Rossi'yi de futbolcudan saymayan Pepe'nin gözlerinde ışıklar parladı. Alın size nostaljinin Allah'ı. Otuz yıldır barlarda restoranlarda gitar çalarak geçiririm hayatımı. Kimin ne kadar alkollü olduğunu ben bilmezsem kim bilir? Metin Oktay yanımızdaydı. Raporlar ne derse desin, biz üçümüz kişiliğimizi koyarak söyleyebiliriz ki Metin Oktay önceki gece içkiliydi, ama sarhoş değildi. On bir yıl önce 12 Eylül gecesi, bütün Türkiye sarhoş muydu sanki?

Bizler sanattan konuşuyorduk ya. Onun da gözlerimle seyrettiğim birçok golünün bir sanat eseri olduğunu söyledim. 1960'taki efsanevi maçta İskoçya'ya attığı golü, İstanbul'da bir AKG maçında iki taraftan iki kişi koluna girdiği halde, arkası kaleye dönükken, 90'a taktığı golü anlattım. Ve bunların sırrını sordum. "Ellerini uzat" dedi. İki elimi uzattım. Avuçlarım yere dönüktü. O da ellerini avucuna aldı. "Şimdi" dedi, "İstediğin elini çek ben yakalayacağım." Ellerimi, Metin Oktay'ın avucundan kurtaramadım. "İşte" dedi, "bu reflekstir bana o golleri attıran." Sonra ben de ona parmaklarımla bir gitarcı numarası yaptım. Benim ona şaşırdığım gibi o da benim tek elle alkış sesi çıkarmama bayıldı."Bunlar işin fizik tarafı" deyip Nazım Hikmet'ten bir şiir okudu. Hiçbirimiz ummazdık. Tabii ummamak, bizim suçumuz. "İşte bu şiiri bilmeyen ne top oynar, ne gitar çalar, işin özü bu kardeşim" deyip boynuma sarıldı. Meğer biz futbolculara nasıl bakarsak onlar da biz müzisyenlere öyle bakarmış, Ne çok ortak noktamız varmış oysa ki. Kartımı istedi. "Yarın seni arayacağım" dedi. Öpüşerek ayrıldık. Gitme vakti gelmişti. Yorgunduk. Metin Oktay'ı, yarım kalmış içkisiyle barda bırakıp Arda, Pepe ve ben çekip gittik.

Sabah telefon çaldı. Metin Ağabey diye açtım. Pepe'ydi. Pepe'nin güzel sesinden ilk defa nefret ettim. Metin Oktay'ın ölümünü haber veriyordu. Senin karşında son golü yiyen kaleci olmak isterdim, Metin ağabey, ama son öptüğün insan oldum. Ben yine telefonunu bekliyorum. Sen aramazsan ben nasıl olsa arayacağım.


* * *


45'lik Plakta Ağları Yırtan
İzzeddin Çalışlar

1971 - 72 sezonunda Galatasaray şampiyon olduğunda muhtemelen kimse "merchandising" ya da "promosyon" sözcüklerini duymamıştı. Buna rağmen, üstüste ikinci kez gelen şampiyonluğu kulübe gelir getirecek bir şekilde kullanmayı düşünen yönetim bir plak çıkarmayı düşündü. Henüz ne CD ne kaset olmadığından 33'lük ve 45'lik plaklar elden ele dolaşıyor, herkesin evinde hatta kimilerinin otomobilinde bile pikap bulunuyordu. Maçlar sadece radyodan anlatıldığı için de hiç bir maçın kaydı olmuyordu.

O zamanlar henüz ne düzenli televizyon yayını ne de video vardı. Geçtiğimiz ay boyunca Dünya Kupası yayınlarında sesini tekrar duyduğumuz TRT'nin gür sesli spikeri Orhan Ayhan'la anlaşıldı ve plağı doldurmak üzere iki maçı sanki o an oynanıyormuş gibi anlatması istendi. Plağı doldurabilmek için bir yüzüne Galatasaray marşı kaydedildi, öteki yüzüne de iki maçtan üç gol anı. Bu iki maçtan biri Metin Oktay'ın her fırsatta dile getirilen ağları yırtan golü attığı maçtı. Plak, golü aynen şöyle anlatıyor:

"Yıl 1959. 10 Haziran Çarşamba günü. Mithatpaşa'da öyle bir maç var ki sormayın. Galatasaray, Fenerbahçe'den şampiyonluk koparmak için sahaya çıkıyor. Favori ise Fenerbahçe! Sarı kırmızılı takımın kuruluşu şöyle: Turgay, Saim, İsmail, Ahmet, Ergun Dursun, İsfendiyar, Suat, Metin, Nuri, Mete. Galatasaray tam takım, Fenerbahçe de aynı şekilde. Maç zaman zaman ortalarda, zaman zaman da Galatasaray ceza sahası dışında cereyan ediyor. Fenerbahçe bastırmıyor değil, fakat Galatasaray da şu ana kadar gol yemiş vaziyette değil. 38. dakika doldu. 39.'ya girmek üzereyiz. Oyun çok rahat, ortalarda. Oyun bir anda yavaşladı. Nuri aldı, Niyazi'yle şöyle hafifçe birbirlerine bir omuz attılar. Nuri aldı topu, sol taraftan Metin'e doğru geçirdi. Niyazi hakeme işaret ediyor Markoviç'e, Yugoslav Markoviç'e işaret etti. 'Faul var' diyor. Hakem 'Oynayın' diyor, 'Devam'... Nuri'nin topu süzülüyor Metin'e doğru. Metin sol taraftan aldı. Kapalı tribünlerin önünden kayıyor, kayıyor. Tam çizgiye doğru paralel iniyor. Sol taraftan indi aşağıya doğru. Deniz tarafındaki kaleye doğru gidiyor Metin. Tehlikeli olabilir mi henüz belli değil. Osman üstüne çıktı. Bastı topa, çekti Osman'ı. Arkadan Naci yetişiyor. Kafasını kaldırdı Metin, çapraza baktı. Kalede Özcan var. Vurdu Metin, kaleye doğru gidiyor. Goool. Gooooooool. Metiiiiin. 1 - 0... Fenerbahçe: 0 Galatasaray: 1. Umulmadık anda umulmadık bir gol. Fenerbahçeliler 'Top avuta çıktı' diye itiraz ediyorlar. Ağları yırttı geçti top! Özcan şaşkın, taraftarlar şaşkın ama Galatasaray 1 - 0 galip durumda."

Plak, burada bir müzik arası veriyor ve 1972 yılının en önemli maçına bağlanıyor: "Ne olduysa Giresun'da oldu. Bitti gözüyle bakılan lig, şampiyon adayı Galatasaray'ın 1 - 0 mağlubiyetiyle adeta yeniden başladı. Sarı kırmızılı çocuklara bugünkü maçta çok önemli görev düşüyor. Boluspor'u muhakkak yenmek zorundalar. Galatasaray, Nihat, Ekrem, Aydın, Muzaffer, Tuncay, Bülent, Metin, Ayhan, Gökmen, Mehmet, Uğur tertibinde ve Galatasaray takımı Boluspor karşısında ezici bir baskıyla oyunu götürüyor. 8. dakikaya geliyoruz. Ceza sahası içinde bütün Bolusporlu futbolcular durmuş vaziyetteler. Vedat aldı, ceza sahasının dışına doğru çıkardı topu. Kaptı Uğur. Birdenbire kaptı. Dışarı dışarı çekti. Tam çizginin yanında. Bahri kendisine doğru geliyor. Bastı çalımı, geçti Uğur. Kaptan ceza sahasına doğru paralel iniyor. Ortasını yapmak üzere soluna aldı. çevirdi topu birdenbire yaptı ortasını. Gökmen gerilerden koşuyor havalandı. Lütfü'yle beraber kafaya çıktılar. Kaleci Talip direğin diğer yanında. Vurdu Gökmen kafayı, ters taraftan gidiyor. Gooool. Galatasaray 1 - 0 galip durumda".

Yine bir müzik arası ve tekrar aynı maça dönüyoruz: "Galatasaray yeni goller arıyor. Top şimdi Mehmet'te. Mehmet aldı, orta çizgiyi biraz geçti. Taç çizgisinin hemen içersinde. Kaydı kaydı Bülent'i gördü. Bülent aldı abisinden topu. İçeri doğru giriyor. İki çalım attıktan sonra, Gökmen'e verdi. Gökmen ceza sahasının bir iki metre dışında duruyor. Kendisine gelen topu şöyle bir tarttı. Birdenbire döndü. Ters tarafa vurmak üzere topu. Vurdu. Zımba gibi bir gol. Gooool. Son yılların en büyük golünü attı Gökmen. Ve böylece Galatasaray geçen seneden bu yana ikinci kez yine şampiyon. Galatasaray üstüsüte 2. kez şampiyon. şampiyon Galatasaray". Plak böylece bitiyor. O yıl bu 45'liği dinleyip bu heyecanlı anları yaşayanlar ertesi yıl Brian Birch yönetiminde Galatasaray'ın üçüncü kez şampiyon olacağını bilmiyorlar doğal olarak. Kaptan Uğur'un son sezonunda, takımda Nihat yerine Yasin'in, Mehmet'e "Büyük" sıfatını kazandıracak "Küçük" Mehmet'in de takviyesiyle Cim Bom yine şampiyon oldu ama plağın yenisi çıkmadı...


* * *


Özyaşam Öyküsü


2 Şubat 1936'da İzmir'de (Karşıyaka-Çiftefırınlar) doğdu.


Karşıyaka Soğukkuyu İlkokulu, Alsancak İlkokulu, İnönü Lisesi ve Mithatpaşa Erkek Sanat Enstitüsü'nde (Mobilya bölümü) okudu.


15 yaşında Damlacık Kulübü'nde 8 numaralı formayı (8 numaralı forma çok sevdiği Sait Altınordu'nun forma numarasıydı) giyerek futbola başladı.


Adnan Suvari'nin futbolcu-antrenör olarak görev yaptığı Yün Mensucat'a transfer oldu ve yeni forması altında 14 gol attı ve Genç Milli Takım aday kadrosuna çağrıldı.


11 Nisan 1954'te Belçika maçında ilk kez milli oldu ve 4-0 kazanılan maçın 2 golünü attı.


Aynı yıl İzmirspor'a transfer oldu ve bu forma altında 17 gol atarak gol kralı oldu. İzmirspor da Mahalli Lig'i şampiyon bitirdi.


1955'te 19 yaşında Galatasaray'a transfer oldu.


Galatasaray formasıyla ilk kez (28 Ağustos 1955) Beyoğluspor'a karşı oynadı ve ilk golünü attı.


1956 yılının Şubat ayında Millilerimiz Macarları 3-1 yenerken, 2 golü Lefter 1 golü Metin attı.


29 Ocak 1959'da İzmir'de Oya Sarı ile evlendi.


10 Haziran 1959'da Fenerbahçe ile oynanan Türkiye Ligi finalinin ilk maçının 37. dakikasında rakip kaleye ünlü "ağları yırtan gol"ünü attı.


22 Haziran 1959'da babasını yitirdi.


Transfer döneminde İzmirspor'un o gün için çok büyük bir tutar olan 300.000 TL'lik transfer teklifini reddederek çok sevdiği kulübünde kaldı ve bu nedenle eşinden ayrıldı.


14 Eylül 1960'ta eksik askerlik yaptığı savıyla tutuklandı ve toplam 45 gün Paşakapısı ve Toptaşı Cezaevleri'nde kaldı.


18 Aralık 1960'ta İnönü Stadı'nda oynanan maçta Galatasaray Fenerbahçe'yi 5-0 yendi ve Metin 4 golün sahibi oldu.


Temmuz 1961'de İtalya'nın Palermo Kulübü'ne transfer oldu.


Haziran 1962'de yeniden Galatasaray'a döndü.


12 Mayıs 1965'te İstanbul'da Servet Kardıçalı ile evlendi.


Aynı yıl "Taçsız Kral" filminde başrol oynadı.


9 Şubat 1966'da Zeynep adını verdikleri bir kız çocuğu oldu ama Servet ve Metin Oktay çiftinin "prenses"i ancak 6 saat yaşadı.


1969'da Galatasaray şampiyon, kendisi de gol kralı olduktan sonra, İstanbul ve İzmir'de yapılan jübilelerle futbolu bıraktı.

13 Eylül 1991'de bir trafik kazası sonucu aramızdan ayrıldı.


Futbol yaşamı boyunca rakip fileleri tam 608 kez havalandırdı.


1 kez İzmirspor'da, 10 kez Galatasaray'da şampiyonluk gördü.


10 kez gol kralı oldu. (Biri İzmir Profesyonel Lig'de.)


* 1956-57 İstanbul Profesyonel Ligi 17 gol.

* 1957-58 " " " 19 gol.

* 1958-59 " " " 22 gol.

* 1959 Türkiye Ligi 11 gol.

* 1959-60 Türkiye Ligi 33 gol.

* 1960-61 Türkiye Ligi 36 gol.

* 1962-63 Türkiye Ligi 38 gol.

* 1964-65 Türkiye Ligi 17 gol.

* 1968-69 Türkiye Ligi 17 gol.



Maç başına 1.46'lık gol ortalaması kırılamadı.


40 kez milli oldu (4'ü Genç Milli Takım). 7 kez kaptanlık yaptı ve toplam 17 gol attı.


Tüm futbol yaşamında 1 kez oyundan ihraç edildi (Bir Fenerbahçe maçında).

eXacT
02-07-2007, 01:08 AM
İsmet Gümüşdere

http://www.galatasaray.org/images/dergi/ig_ozel.jpg


60 Yılın Efsane Fotoğrafçısı

Metin Oktay'ın Fenerbahçe'ye attığı meşhur "ağları yırtan golü" anımsar mısınız? O golün göreni çok azdır. O maça gelenlerin sayısı, tam bilemiyoruz ama, 10 bin kişi kadardı. Ama o golü bütün Türkiye'ye tanıtan o unutulmaz kareyi kim anımsamaz? Topun ağları yırttıktan sonra kameraya doğru süzülüşünü…

İşte o fotoğrafı çeken objektifin arkasında duran isim İsmet Gümüşdere'ydi. Türk spor tarihinin son 60 yıllık dönemine damgasını vuran, birçok unutulmaz anı bugüne taşıyan birçok unutulmaz diğer fotoğraflar gibi...



İsmet Gümüşdere, 81 yaşına gelmiş yorgun bedenini derginin merdivenlerinde, bir delikanlıya taş çıkartırcasına taşırken, hepimiz, Türk Spor fotoğrafçılığının öncülerinden unutulmaz bir isimle tanışacağımız için heyecanlıydık. Billur gibi bir zihin, ayrıntıları en ince noktasına kadar aktarabilen bir dimağla karşılaştık. Dergimizde kullandığımız fotoğrafların orijinallerini getirip gösterdi bize. Ve daha bilinmeyen diğer eski Galatasaray fotoğraflarını…


İsmet Gümüşdere ilk spor fotoğrafçısı olduğunu kabul etmiyor. "Ben ilk değilim, ilk Burhan Felek'tir. 1918 yılından önce bir dergi çıkartmış "Futbol" isminde. O derginin fotoğraflarını çeker ve yazılarını yazarmış. Bu işteki ustamız odur." diyor alçakgönüllükle. Gümüşdere'nin fotoğrafla ilk tanışması çocukluğunda olmuş: "Fransızların ünlü bir dergisi vardı: Nuar Print. O dergide o dönemki futbolcuların portreleri ve futbol maçları, resimleri olurdu. Ben onlara baka baka, içime o ateş 9-10 yaşlarında düştü. Bir fotoğrafçı dükkanında otururken bana makineyı ellemeyi, film yıkamayı öğrettiler. O duyguları hala içimde yaşıyorum."


Spor fotoğrafçısı olmaya karar verişinin öyküsü çok ilginç Gümüşdere'nin. Küçükken götürüldüğü maçlarda çektiği eziyet onu fotoğrafçı yapmaya itmiş: "9 yaşındaydım ve seyirciler arasında sıkıntıdan patlardım, beni çok sıkıştırırlardı. Ama bir de bakardım bazı kişiler kale arkasında, boyunlarında fotoğraf makineleri, papyon gravatları, fötr şapkalarıyla özgürce dolaşıyorlar. Kendi kendime karar verdim. Ben de onlar gibi olacağım dedim".


İsmet Gümüşdere, yüzlerce Galatasaray maçı seyretmiş. Özellikle Fenerbahçe'yle yapılan maçları hiç unutmuyor. "Çok olaylı maçlar yaparlardı. Kavgalar, gürültü patırtılar hiç eksik olmazdı" diyor. Gelenek hiç değişmemiş yani! İlk maçını hiç unutmuyor Gümüşdere. "Çalıştığım derginin sahibi Mithat Bey 'hadi seni bugün Fenerbahçe-Galatasaray maçına gönderiyoruz' dedi. Talimat verdiler: 'Galatasaray'ın kalesinin arkasında Fenerbahçe'nin attığı gol fotoğraflarını çekeceksin.' Maç sırasında Şeref Stadı'nın deniz tarafına bakan taç çizgisi kenarında Fenerbahçeli Küçük Fikret ve Galatasaraylı Bülent (Paytak) kavgaya giriştiler. Ben de bana denilenleri unuttum ve gittim fotoğraf çektim. Hiç bir foto muhabiri fotoğrafları çekmeye gelmemişti. Sevinçliydim, benden başka kimse çekmemişti o fotoğrafları. Ama birden sevincim kursağımda kaldı ve iki polis gelip beni kollarımdan tutup saha dışına çıkarmaya başladı. Basın kartım yokmuş! Beni daha önce hiç görmemişler. Derken papyon gravatlı, fötür şapkalı elinde fotoğraf makinesi olan bir bey polislerin yanına geldi ve beni kurtardı. Selahattin Giz'di. Galatasaray Lisesi mezunu ve Cumhuriyet Gazetesi foto muhabiri. Maçtan sonra beni aldı ve gazetedeki karanlık odasına götürdü."


http://www.galatasaray.org/images/dergi/ig_metin_kacangol.jpg


O karanlık odada yaşadıklarını ve hissettiklerini bugün bile unutmuyor Gümüşdere. Dağınık bir oda, 'pıt pıt damlayan bir musluk', ipe asılı çamaşır mandallarına tutturulmuş yüzlerce film. Ve Selahattin Bey radyoyu açıyor, boğuk bir ses odayı dolduruyor. "O ses benim hayatımın eksenini oluşturdu. Ünlü Fransız Şantöz Edith Piaf'ın şarkısı, 'la vie an rose'. ' Seni kollarıma aldığım zaman hayatı toz pembe görüyorum.' Ben o günden sonra her şeyi toz pembe görüyorum. Umut bende. Ürün veren bir tarla gibi hep umutla yaşadım. Umutsuz yaşamanın da yaşamak olmadığını algıladım."


İsmet Gümüşdere, fotoğrafçılığa bakışını şöyle anlatıyor: "Benim için herşey bir bir kurgu gibidir. Ben anları ve o anlardaki duyguları yakalamaya çabaladım yıllarca. 9 yaşından bu yana duygularımı yoğun yaşardım. Dayım bize geldiğinde, biz fakir bir aileydik. Kapitone yorganı kafamızın üzerine çekerdik ve dayım bana orda Nazım'ın şiirlerini okurdu. Kitaplar bana çok şey kazandırdı. İyi fotoğraf çekmek için, çok kitap okumak gerekir. Bunlar insanı gidemediği yerlere götürüyor, oradaki insanların yaşamını anlatıyor. Benim fotoğraflarda espri yakalamam, biraz da bundan kaynaklanıyor."



Gümüşdere'nin Yorumuyla Fotoğraflar

İsmet Gümüşdere fotoğraflarından bir kısmını O'na sorduk. Fotoğrafları çektiği zamanı anımsadı, öncesiyle ve sonrasıyla birlikte…



http://www.galatasaray.org/images/dergi/ig_gunduz.jpg


Gündüz Kılıç'la Soyunma Odasında

Gündüz Kılıç benim çok sevdiğim bir ağabeyimdi. Maçlardan önce bir takım kritikler yaparım kendi kendime. Soyunma odalarını, idmanları takip ederim. Takip ettiğim bazı futbolcular üzerinde yoğunlaşırım. Maç saati geldiği zamanda o adamların benim düşündüğüm gibi aynı sınırlar içinde olduğunu da görürüm. Onu da çekerim. Gündüz Kılıç da hep maçlardan önce gelir bütün futbolcuların formalarını masaya kendisi tek tek dizer, futbol ayakkabılarını, kalecilerin kazaklarını koyar ve onları beklerdi. Bu işine sahip çıkmanın, işini sevmenin bir örneği olarak bana bir takım öğeler verdi. Ben Gündüz ağabeyin o anki görüntüsünden feyz aldım.

Maytap

Takımların sahaya çıkması bekleniyor. Taraftarlar sahaya böyle maytaplar atıyorlar. Fotoğrafçılar da onun resmini çekmeye çalışıyorlar. Burada bazıları çok dikkatli, fotoğrafı çekiyor ve bazıları da hiç umursamıyor. Olur mu böyle bir şey? Bak, bu, hiç bakmıyor, bu, ise sırtını dönmüş gidiyor. Saha içinde olan her şey her türlü hareket ve aktivite foto muhabirinin gözünden kaçmamalı. Yerim de farklı. Ben onların baktığı yerden bakarsam bu fotoğrafın güzelliğini veremem.



http://www.galatasaray.org/images/dergi/ig_maytap.jpg


Ali Sami Yen

20 Aralık 1964 yılında ilk açıldığı günkü fotoğrafı. Tribünde burada köfteci, sosisci tezgahı varmış. Burada yağlar kabarınca ortalık karışmış panik yaşanmış ve tribünden aşağı insanlar böyle döküldü. Bu resim bütün dünya basınında çıktı. Tribün çökmesi yok, kesinlikle yok. İnsanlar paniğe kapıldı o tezgahtaki yağlar parlayınca ve burada bir sene sonra bir kişi öldü.



http://www.galatasaray.org/images/dergi/ig_samiyen.jpg


Ağları Yırtan Gol

Haziran mevsimiydi. "Ağlar çürümüş, onun için koptu" falan demişlerdi. Halbuki ağlar kontrol edilmişti maçtan önce. Metin Oktay'ın kaleyi ışınlayan bir gözleri vardı ki ben onu görüyordum. Herkes göremiyordu. Metin daha çok futbolcusuz alanda futbolu bilirdi. Yani öyle bir alana geçer ki artık aptal bir futbolcu bile geri planda orta sahada ayağında top varsa, o topu Metin'e atmak zorunda kalırdı. Bunlar kaçınılmazdır. Öyle bir anda Osman Abanoz ve Naci Özkaya (Fenerbahçeli futbolcular) Metin'i takip ediyorlar ama onu tutmak imkansız. Onsekizin üzerine geldi patlattı sol ayağının üstüyle, kaleci Özen Arkoç da planjönünü yaptı, ama kısa kaldı. Ama orada Bir İsmet Gümüşdere vardı. Diğerleri maç bitiyor diye dağılmıştı. Bir de Hüseyin Kırca topu yarıda yakalamıştı. Benim için çok büyük bir keyif. Hala Galatasaray'ın müzesinde, taraftarların ellerinde hep o golün fotoğrafları çıkar. Ama benim adımı yazmazlar!



http://www.galatasaray.org/images/dergi/ig_metinoktay_gol.jpg


Tartışma

Yine Fenerbahçe-Galatasaray maçı. Selim Fenerli, Mustafa Galatasaray'lı ve bu da Nedim Doğan. Nedim çok yere düşen kalkan bir adamdı. Bir ara bunlar tartışıyorlardı. Selim dedi ki 'ya adamı öldüreceksin'. O da dedi ki 'ben bir şey yapmadım'. Sonra Nedim konuştu, 'kavga etmeyin, ben kendim düştüm!"




http://www.galatasaray.org/images/dergi/ig_tartisma.jpg



Çamurlu Krampon

İnönü stadı burası. Şampiyon kulüpler ve diğer yabancı maçlar için İstanbul'a İnönü stadını tetkik için gelirlerdi ve derlerdi ki "bu sahayı siz Gazo yapmazsanız (Fransızca, çim) burada maç oynatmayız" derlerdi. Bütün İnönü stadı böyleydi eskiden çamur içinde. Futbol ayakkabısının üzeri gözükmüyor bile.




http://www.galatasaray.org/images/dergi/ig_camur.jpg

eXacT
02-07-2007, 01:19 AM
Doğum Tarihi: 5 Şubat 1965
Boyu :1.74
Kilosu:74
Mevki:Orta sahada oynuyor.
Futbol Kariyeri:FC Constanta'da başladığı futbol yaşamına, Sportul Studentesc, Steaua Bükreş, Real Madrid (1990), Brescia Calcio (1992), FC Barcelona (1994) ve Galatasaray'da devam etti.
1990, 1994 ve 1998 Dünya Kupaları'nda, EURO 96'da ve 3 maçta 2 kırmızı kart gördüğü EURO 2000'de forma giydi. 1985-86 sezonunda Sportul'da 31 golle gol kralı oldu.

İŞTE HAYAT HİKAYESİ
İki kere göç etmek zorunda kalan bir Makedon ailesinin çocuğu olarak yoksul bir çocukluk geçirdi. Köyde doğmuş, çamurların içinde, yalınayak, at kılından bir topun peşinde koşarak futbola başlamıştı. Romanya'nın komünist lideri Çavuşesku döneminde yıldız oldu. Ancak o devrildikten sonra yurtdışına çıkabildi. İşte İspanya'da aradığını bulamayan, Galatasaray'la UEFA Kupası'na uzanan Hagi efsanesinin kısa özeti... Gheorghe ve Sultana Hagi'nin oğlu Iancu, yine kendileri gibi göçmen olan Chirata'yla Köstence'de tanıştı ve çiftin dördüncü çocukları 5 Şubat 1965'da dünyaya geldi. Ailenin dördüncü çocuğuna büyükbabasının ve 9 aylıkken ölen ağabeyinin ismi verildi: Ama herkes ailenin yeni bireyine Gheorghe yerine, kısaca Gica diyordu.

İLK TOPU DOMUZUN İDRAR TORBASI
Gica'nın ilk topu, dedesinin kestiği domuzun idrar torbasını yıkayıp temizledikten sonra şişirip kuruttuğu ve torununa hediye ettiği yuvarlak biçimli oyuncaktı. Dört yaşında biraz daha ilerleme kaydetti ve büyükannesi Sultana'nın yaptığı kumaş topun peşinden koşmaya başladı. 6 yaşındayken ise Gica, annesinin kentten getirdiği ilk gerçek topuna sahip oldu. 1975 yılında antrenör Bükössi'nin himayesine giren Gica, yaşı tutmadığı için ilk resmi turnuvası için 1976 yılındaki İzciler Kulüpleri arasında Köstence'de düzenlenen çocuk turnuvasına kadar bekledi.
24 Mart 1978'de ise F.C. Köstence Kulübü'nün 97.515 No'lu kimliğine sahip oldu ve 13 yaşında resmi olarak da futbolcu olmuş oldu.
Gica artık yükselişteydi. Hem kendi takımında, hem de çocuk millilerde mucizeler yaratıyordu. Lisenin yanı sıra futbola da devam eden Gica, lise son sınıfa geldiğinde 1. lig takımları peşine düşmüşlerdi bile.

HAGİ İSMİNİN ANLAMI?
Makedonya tarihinde Hagi ismini sadece Kutsal Dağı ziyaret edenler taşıyordu. Osmanlılar'dan alınan 'Hagi' veya 'Hagiu' sözcüğü, Makedonlar'da övülmesi gereken kişi anlamına gelirdi.
Hagi'nin de atalarından biri Kutsal Dağı ziyaret ettiği için zamanla ailenin adı kaybolmuş, Hagi diye anılır olmuşlardı.

ÇAVUŞESKU AİLESİ VE HAGİ
Hagi, Romanya'da Çavuşesku ailesinin hüküm sürdüğü diktatörlük döneminde yetişti. Önce Üniversite takımı 'Universitatea Craiova' ile sözleşme imzaladı, Craiova Üniversitesi'nin İktisadi Bilimler Fakültesi'ne kaydını yaptırdı; Gençlik Bakanı ve Sportul Studentesc takımının fahri başkanı Çavuşesku'nun küçük oğlu Nicu tarafından istenince yatay geçişle Bükreş İktisadi Bilimler Akademisi'ne geçti. Sonra devreye Steaua Bükreş takımı girdi ve Hagi'yi almak için atağa geçti. Çavuşesku'nun kardeşi General İlie'nin araya girmesiyle Hagi, sivil personel olarak orduya, bir başka deyişle Steaua Bükreş'e transfer edildi ve efsane Steaua Bükreş'te şekillenmeye başladı.

İLK MİLLİ MAÇ, LUCESCU VE İSTANBUL
1983'ün başında Milli takım antrenörü Mircea Lucescu, Hagi'yi kampa çağırdı ve Romanya Milli takımıyla 29 Ocak'ta dostluk maçı için ilk kez İstanbul'a geldi. Yıllar sonra Lucescu'yla İstanbul'da buluşacağını bilmeden maçı yedek kulubesinden izledi.

BARCELONA ONA YARAMADI
Hagi'nin sivil personel olarak orduya yani Steaua Bükreş takımına geçmesinden sonra profesyonel anlamda ikinci durağı Real Madrid oldu. 1990'da demokrasinin de gelişiyle yurt dışından teklifler almaya başlayacağından emindi. Avrupa'nın pek çok dev takımını peşinden koşturan Hagi, sonuçta Real Madrid formasını giyme kararı aldı.
94 sonrası Hagi'ye bu kez Johann Cruyff'un Barcelona'sı talip oldu. Anlaşma yapıldı ama Hagi'nin işi hiç de kolay değildi. Katalan takımında yabancı futbolcu konumunda Stoickov, Romario ve Ronald Koeman'la yarışması gerekecekti. Hagi'nin Barcelona günleri kariyeri açısından pek de iyi geçmedi ve 1996 yılının Mayıs ayında Hagi, Barcelona'daki son maçına çıktı.

YA MEKSİKA, YA TÜRKİYE
Barcelona macerasından sonra bir süre dinlenmek isteyen Hagi, 31 yaşına gelmiş olmasına karşın Avrupa'nın köklü kulüplerinden birinde forma giymekti. Menajeri Becali, Hagi'ye "Meksika'da oynamak ister misin?" diye sorduğunda önce büyük bir hayal kırıklığı yaşadı, daha sonra ise Türkiye'den bir takımın, Galatasaray'ın teklifini kabul etmeye karar verdi ve sarı-kırmızılı takımla 3 yıllık sözleşme imzaladı. VE GALATASARAY YILLARI
Galatasaray takımının Hagi'nin futbol kariyerinde yadsınamayacak bir katkısı var.Hagi de Galatasaray'ın kariyerinin ilerlemesi konusunda önemli adımlar atılmasını sağladı. Galatasaray'da 4 Lig şampiyonluğu, pek çok kupa ve UEFA Kupası şampiyonluğu yaşayan Hagi Türk futboluna çok şey kazandırmıştır.Teşekurler Hagi......

eXacT
02-07-2007, 01:19 AM
WORLD SOCCER DERGİSİNE VERDİĞİ RÖPORTAJ
O "Karpatlar'ın Maradonası", Galatasaray'ın yıldızı, sahaların hırçın futbolcusu... Rumen futbolunun efsanevi yıldızı Hagi, World Soccer Dergisi'nin Nisan sayısında Fatih Terim'den Hakan Şükür'e , İtalya ve İspanya macerasından futbolu bıraktıktan sonra ne yapacağına kadar bir çok soruya açıklık getirdi.
Kötü veya değil. Fakat yaşım bana başka bir seçenek tanımıyor. Artık futbol oynamadan geçen bir hayata alışmam gerekiyor. Belli ki bu benim için zor olacak, fakat diğer taraftan hala 90 dakika oynayabiliyorken futbolu bırakmanın benim için daha iyi olacağı kanaatindeyim. Doğrusu yedek kulübesinde oturup, taraftarları utandırmak istemiyorum.

Aşırı yorgunluk hissediyor musun?
23-24 yaşındaki oyuncular bile maçtaki tempe nedeniyle oyundan Düşüyorsa, ben 36 yaşındayken farklı olarak ne hissedebilirim ki?

Galatasaray, Şampiyonlar Ligi'nde nereye kadar gidebilir?
Eğer gruptan çıkarsak finalde San Siro'daki yerimizi alırız. Bundan kesinlikle kuşkum yok. Formumuzun zirvesindeyiz, harika bir kondisyonumuz var ve çok iyi top oynuyoruz.

Gerçekten final oynayacağınıza inanıyor musun?
Geçen yıl Milan'ı kupalardan eledik. Bu yıl ise onların sahasında final oynayacağız. Bu bizim kaderimiz. Herşey önceden belirlenmiş
Bu yılki Galatasaray daha uyumlu gibi gözüküyor. Peki bu durum Fatih Terim zamanında nasıldı?
Konu Fatih Terim faktörü değildi. Asıl faktör, kimse bizim kim olduğumuzu ve nasıl oynadığımızı bilmiyordu, oynadığımız futbolla herkesi şaşırttık. Fakat artık, diğer takımlar bizi inceliyorlar, bizden korkuyorlar ve oyun tarzımıza karşı taktik geliştiriyorlar. Fakat artık değiştik ve oyun içindeki bütün olasılıkları göz önünde bulunduruyoruz, çünkü yüksek seviyede oynadığımız bir çok maç bize çok değerli tecrübeler kazandırdı.
Terim'in Türkiye'deki durumu nedir?
Burada Türkiye'de, Terim'e harika bir adam gözüyle bakılır. Hepimiz onun hayranıyız. 5 ay içinde Fiorentina'da olağanüstü bir başarı gösterdi. O gerçekten de olağandışı bir insan. Her takımda teknik direktörlük yapabilir.

Birçok gencin idolüsün. Peki gençliğinde örnek aldığınız kişi kimdi?
Çocukken, çok fazla uluslararası maç izleme şansı bulamıyorduk. Fakat daha sonra Johan Cruyff'un en iyi oyuncu olduğunun farkına vardım. 1994 yılında Barcelona'ya gittiğimde Cruyff, Barcelona'nın teknik direktörlüğünü yapıyordu. Ben de bu yüzden oraya gittim zaten. Gerçekten de muhteşemdi, her zaman takıma girme şansı bulamasam bile. Cruyff'la çalışmak gücümü yerine gatirdi. O inanılmazdı, onun kadar iyisi yok gerçekten. Küçükken beni etkileyen Rumen oyuncu ise Anghel Iordanescu'ydu. Yaratıcı ve üstelik de solaktı. Daha sonra ise Steaua'da ve milli takımda koçluğumu yaptı. Bunlar benim için anlatılamayacak duygular.

1990 yılında Romanya'dan ayrıldın ve böylece bütün yıldız oyuncuları görme şansını yakaladın. Özel olarak kim seni etkiledi?
25 yaşında sadece kendinizi model alır ve sadece kendi oyununuzu geliştirmeye çalışırsınız
Geçen 20 yıllık süreç içersinde futbolda hoşlanmadığın birşey var mı?
Günümüzde, sadece hızlı koşuyorsan veya fiziksel olarak güçlü olduğunuzda iyi olarak değerlendiriliyorsun. Peki ya bireysel yetenek? Bence artık yavaş yavaş futbolun temeli olan bireysel yeteneklerin de ön plana çıkmasına izin verilmeye başlandı, bir bakıma geri dönüş yaşanıyor yani... Bence İtalya, futbol organizasyonu ve servis açısından hala en iyi model. Kimse maça İtalyanlar'ın hazırlandığı gibi hazırlanmıyor. Belki sonuç bir kaç yıl öncesinden çok farklı olmayabilir. Futbolda kazanır veya kaybedersin; fakat inanın bütün dünya İtalyan futboluna gıpta ile bakıyor. Bu iyi bir durum çünkü herkes dikkatini yoğunlaştırıyor ve İtalyan futbolundan birşeyler öğrenmek istiyor.
Galatasaray'a dönelim. Sence hangisi daha iyi: Jardel mi, Hakan Şükür mü?
Çok hassas bir soru. Jardel, Hakan, gol atan oyuncular. Fakat her oyuncunun bir başkasından daha iyi olduğu zamanları vardır. Jardel, Galatasaray'da sürekli gol atıyor, fakat İnter'in eski koçu Lippi, Jardel'i fazla hareketli olmadığı için istemedi. Bununla birlikta Lippi, sürekli hareket halinde olan fakat Jardel kadar gol atamayan Hakan'ı aldı. Hakan, çok önemli anlarda gol atıyor fakat devamlı olarak ilk 11'de başlayamıyor. Süreklilik bir forvet için hayati önem taşıyor. Eğer Hakan sürekliliği sağlarsa, onun Galatasaray'dayken attığı gollerin aynısını İnter'de de görebilirsiniz.

Neden hiç Avrupa'da yılın futbolcusu seçilmedin?
Çünkü Romanya'da doğdum.

Bu gerçekten de önemli bir nokta mı?
Yeterince önemli. 25 yaşındayken büyük bir kulüp olan Steaua Bükreş'te oynuyordum. Zamanın en büyük Avrupa kulübünde. Fakat gerçek olan şu ki bir Romanya kulübüydü ve bu da benim aleyhime oldu.
Vatandaşın Adrian Mutu 1.7 milyon sterline İnter'e transfer olurken, Ukraynalı Shevchenko 15 milyon sterline Milan'a, Yugoslav Mateja Kezman ise 10 milyon sterline PSV'ye transfer oldu. Aradaki bu farkı neye bağlıyorsun?
Çünkü Steaua artık büyük kulüp değil. İnsanlar Romanya'ya geliyor ve oyuncuyu sadece bir kez izliyorlar ve oyuncunun gerçek özelliklerini göremiyorlar. Böylece futbolcuyu geleceği parlak bir oyuncu olarak veya risk alarak transfer ediyorlar ve bu çeşit oyuncular oldukça düşük ücretlerle transfer oluyorlar. Shevchenko ve diğer Dinamo Kiev oyuncuları Şampiyonlar Ligi'nde oynadı, bu da onların nasıl birer oyuncu olduklarını ve gelecekteki değerlerini anlamayı kolaylaştırdı. Eğer Steaua'nın yıldızı Avrupa'da tekrar parlasaydı, Rumen oyuncularının fiyatı da tekrar yükselirdi.

Bu sence mümkün mü?
Bu tamamiyle Romanya'daki kulüp başkanlarının planlarına bağlı.

Milli takımda artık oynamak istemediğini söylemen gerçekten de kötü bir haberdi.
17 yıl Romanya formasını giydikten sonra "Artık yeter" deme hakkını kazandım. Artık her 3 günde bir 90 dakika forma giyemiyorum ve daha azı da beni tatmin etmiyor. İnsanlar sahada 'harika bir Hagi' görmeye alışmışlardı, kesinlikle böyle bir imajı bozmak istemezdim.

Halefini bulmaya çalışıyorlar. Sence bu kim olabilir?
Çok sayıda yetenekli genç var ama herhangi bir isim veremem çünkü bu onların kendilerini büyük görmelerine neden olabilir

Devam et bize bir isim ver?
Peki, Alin Stoica.

Hagi olmak için neler yapmak lazım?
Sabırlı, inatçı olmalı, size inanan bir takım bulmalısınız; böylece düzenli olarak takımda yer alma şansını yakalarsınız. Bu da gelişmenizi ve takımın önemli oyuncularından biri olmanızı sağlar. Benim için Steaua'da oynamak büyük bir şanstı, çünkü harika kulüp ve harika bir takım.
Biraz da Türk futbolundan konuşalım. Şu anda transferlerde çılgın rakamlar ödeniyor
Evet, fakat aynı şeyleri İtalya ve İspanya'da da görebilirsiniz. İnanıyorum ki David Beckham'la astronomik bile ücret ödeyerek bile olsa, bir kontrat imzalamak çok da kötü bir fikir değil. Türkiye'de de bazı oyuncular için 'normal' diyebileceğimiz rakamlar ödeniyor.

Yıldız oyunculara Türkiye'ye gelmelerini önerir miydin?
Olmaması için hiçbir sebep göremiyorum. Türkiye birçok konuda ilerleme kaydetti. 5 yıl önce Türkiye'ye geldiğimde herşey çok farklıydı. Bugün ise kulüpler çok daha iyi organise olmuş durumda.

Türk futboluna en büyük etkiyi kim yaptı?
Hiç şüphesiz Almanlar. İlk yabancı oyuncu ve teknik adamlar Almanya'dan gelmiş

20 yıllık futbol yaşantından sonra hiç pişmanlık duyduğun oldu mu?
Hiç olmadı. Üzüntülerden söz edebiliriz ama pişmanlıktan asla.

1990 yılında Real Madrid'le anlaştığında bile mi?
Hayır, çünkü o zaman Real doğru seçimdi, diğer takımlardan bir çok teklif olmasına rağmen.

Seni en çok üzen şey neydi?
İtalya'da büyük bir kulüpte oynayamamak. Milan gibi pek çok kulüpten teklif almıştım...

24 Nisan'da jübile maçın var. Karpatlar'ın Maradona'sı olarak çağrılıyorsun. Fakat gerçek Maradona'yı davet etmediğin söyleniyor
Henüz hiçbir şeye karar vermedim.

Futbolu bıraktıktan sonra ne yapmayı planlıyorsun?
Teknik direktör olmayı...

Özellikle bir yer var mı?
Hayır. Bu konuyu düşünmedim. O zaman beni kim ister bilemiyorum.

Altyapıda antrenörlüğe başlamak ister miydin?
Hayır. İnanıyorumki bir kere belirli bir seviyeye ulaştığın zaman onun altına inmemelisin.

eXacT
02-07-2007, 01:19 AM
BASINDA HAGİ İLE ÇIKAN İLGİNÇ YAZILAR
GÖZÜ TEKNİK DİREKTÖRLÜKTE (France Football)
Hagi için de ''Romanya futbolunun rekortmeni Hagi, 117 milli maça rağmen çok mütevazi'' değerlendirmesini yapan France Football, Hagi'nin gönlünde teknik direktörlük yattığını yazdı. Hagi'nin milli takımda çalışırsa Popescu ile birlikte görev yapabileceğine değinen dergi, ''Hagi Fransa 98 sonrası futbolu bırakma kararı almıştı, ancak G.Saray'da yaşadığı 3 şampiyonluk sonrası Romanya taraftarının da baskısına dayanamadı. Popescu ile uzun vadeli projeleri var. 2 süper profesyonel, yıllardır, hasta, satılmış, dengesiz, şiddetin hüküm sürdüğü Rumen futbolundan çok çektiler. İkisinin de kredisi çok büyük'' değerlendirmesini yaptı.
''Ben futbolun şeytanıyım. Maç kazanmak için inançlı, hırslı, rakibine, arkadaşına kızan futbolcuyum'' diyor .

İLGİNÇ ENSTANTANELER
HAGİ'SİZ CİMBOM'UN TADI YOK
Galatasaray'da dün Hagi'nin yokluğu 90 dakika boyunca hissedildi. Sarı kırmızılılar beklenmedik derecede kötü oynadılar. Bunda takım içindeki ''ağabey'' Hagi'nin yokluğu önemli bir etkendi. İşte Hagi'siz Cimbom'un aksayan yönleri:
Hagi yoksa biz de yokuz
Adapazarı'nda maç öncesi ilginç bir gelişme yaşandı. Sakaryaspor- Galatasaray maçı için çevre il ve ilçelerden gelen Galatasaraylı taraftarlar, Hagi'nin kadroya alınmadığını öğrenince stata girmediler.
Bazı sarı kırmızılı taraftarlar, ''Galatasaray bu turu geçer. Bizim için önemli olan futbol ilahı Hagi'yi çıplak gözle seyredebilmek. O yoksa maça girmenin de anlamı yok'' dediler ve bilet almadılar.


MAÇ İÇİNDE KONUŞMASI
BİR GOLÜN HİKAYESİ
Hagi ile Sergen, yan yana oynadıkları ilk maçta mükemmel bir uyum sergiledi. Serbest atıştan kazanılan gol, bu ikilinin ne kadar iyi anlaştığının kanıtıydı.
Yanıma gel, acele etme
Oyunun 25. dakikasıydı. G.Saray bir serbest atış kazandı. Topun başında iki usta ayak; Hagi ile Sergen yan yanaydı. İşte, golle sonuçlanacak bu pozisyon öncesi iki futbolcu arasında geçen diyalog.... Hagi: ''Sergen, buraya gel, hiç acele etme. Ben şimdi topu sana yuvarlayacağım. Sen, topa basacak ve geri kaçacaksın. Tamam mı, anlaştık mı?''


HAGİ İÇİN ŞARKI BESTELENDİ
63 yıldır yenemedikleri Macaristan maçında son kez Romanya Milli Takımı formasını giyen G.Saray'ın yıldızı için Çavuşesku'nun şairi Paunescu şarkı besteledi.
EN İYİSİ İÇİN
Yuva sevgisi, halk sevgisi
Yerinde durmana izin vermiyor
Sen kötüleri unut
Evine dön, halkına hizmet ver
***
Oynamamak kararının sebepleri
Her ne kadar felaket ve tepki olsa da
Ülkemizin ve kendi iyiliğin için
En iyisi olmak senin görevindir
***
Her ne kadar hayaller
Bu yola çağırdıysa
Yalnız yaşayamazsın
Gidecek başka yerin olmayınca
***
Şimdi kırmızı, sarı, mavi bayrağımız
Asker olarak sana ihtiyacı var
Annenin ve babanın anıları için
Geri dön ve savaşa tekrar gir
***
Siz Makedonların
Ne kadar iyi Rumen olduğunu
Bir daha göster bize
Dönüşünün mutluluğunu tadalım seninle
TAKIM ARKADAŞININ DEĞERLENDİRMESİ
Emre: Hagi hakem gibi
Tepkisi dinmiyor İstanbulspor'un genç futbolcusu Emre Aşık, G.Saraylı Hagi'ye ateş püskürüyor. Hafta sonu oynanan maçta G.Saray'ın Rumen oyuncusunun kendisine yaptığı kasıtlı harekete tepkisini sürdüren Emre, Hagi'nin saha içindeki tavırlarını değerlendirirken, ''Sahada hakem gibi, herşeye müdahale ediyor'' dedi.
Güvendiği birşey var! Hafta sonunda yapılan karşılaşmada, skor 0-0'ken ceza alanı içinde kendisine dirsek atan Hagi'nin saha içinde çok cesur ve rahat davrandığını kaydeden Emre, ''Hagi bunu daha önceki maçlarda da yaptı. Güvendiği birşeyler var ki, yaptığı hareketten dolayı atılmayacağını biliyor'' dedi.


EMREYİ AFFETMEYECEĞİM
İstanbulspor maçında Emre'ye dirsek attığı için önce tedbirsiz, ardından da tedbirli olarak ceza kuruluna sevk edilen Hagi suskunluğunu bozdu. 3.5 yıldır Türkiye'de futbol oynadığını hatırlatan Hagi, ''Saha içinde böylesine küfür eden bir futbolcuyu ilk kez gördüm. Ölmüş anneme küfür eden Emre'yi hiç affetmeyeceğim'' dedi.


MARADONA
Maradona,G.Saray'ın yıldızı için, ''Eline bir daha böyle fırsat geçmez'' diyen ünlü futbolcu, Hagi için de ''Ününü duydum. O yaşına rağmen hala oynuyorsa gerçek bir profesyoneldir. Ben bunu yapamadım'' dedi.

eXacT
02-07-2007, 01:20 AM
Adı: Galatasaray Spor Kulübü

Kuruluşu: 1905 Sonbaharı

Kurucuları: Ali Sami Yen, Asım Tevfik Sonumut, Emin Bülent Serdaroğlu, Celal İbrahim, Bekir Sıtkı Bircan, Reşat Şirvanizade, Refik Cevdet Kalpakçıoğlu, Abidin Daver

Kurulduğu Yer: Galatasaray Lisesi 5. sınıfı

İlk Renkler: Kırmızı-Beyaz ( Sonradan Sarı- Siyah ve Sarı -Kırmızı)

İlk Lokal: Galatasaray`da Bulgar Sütçü`nün Dükkanı

İlk Amblem: Tobler Çikolatasındaki kartal

İlk Başkan: Ali Sami Yen

İlk Maç: Galatasaray- Kadıköy Faure Mektebi (2-0)

İlk Spor Dalı: Futbol

İlk Şampiyonluk: İstanbul Pazar Ligi Şampiyonluğu

Kuruluş Hedefi: " İngilizler gibi toplu halde oynamak, bir renge ve isme sahip olmak.
Türk olmayan takımları yenmek

eXacT
02-07-2007, 01:20 AM
http://www.galatasaray.org/images/kurumsal/tarihce/gs_amblem.gif


Galatasaray ' ın ilk amblemi, 333 Şevki Ege tarafından çizildi. Bu, ağzında futbol topu olan kanatları gerili bir kartaldı. "Kartal", Galatasaray'lıların üzerinde durduğu bir amblem örneğiydi. Ancak, kartal adı benimsenmeyince, Şevki Ege'nin kompozisyonu bir kenara itildi. Sonraları , GS amblemi doğdu ve benimsendi.

Suat Başar,Galatasaray ambleminin nasıl doğduğunu şöyle anlatıyor:

Yıl 1923…

O yıl biz "cinquieme" da, yani lise 1' deydik. Arkadaşlarımızdan 74 Ayetullah Emin, sıra arkadaşı Şinasi (Şahingiray), ile birlikte her hafta "Kara kedi" %90 nispetinde Ayet'in inci gibi el yazısı ile yazılmıştır. Ayet, bir taraftan mecmuasının yazılarını temize çekerken, bir yandan da sahifelerini ve bilhassa kapak vazifesi gören ilk sahifesini süslerdi. Bir defasında bu kapakta hepimiz basit fakat zarif çizilmiş bir "Gayin -Sin" gördük. Kırmızı Gayin' ın içine sarı bir "Sin" oturtulmuştu. Hendesi çizgilerle ve muayyen ölçülerle resmedilmiş olan bu şekil , kulübümüzün, yalnız kulübün değil, bütün Galatasaray ' lılığın remzi olacaktı. Ama, her şeyden evvel bu şekli kulübün kongresine teklif etmek lazımdı. Bu teklifi kim yapacaktı? Tasarladığımız arkadaş çekingendi ve kongre günü yaklaşıyordu. Nihayet o gün geldi. 1923 yılında, bir gün mektebin resim sınıfında kalabalık bir kongre toplandı. Ne ateşli, ne heyecanlı bir kongreydi o. Kimler yoktu ki? Belli ki Galatasaray yeni hamlelere hazırlanıyor, spor sahasında yeni inkilaplar yapacak, memlekette yeni çığırlar açacak. Teklifler ve kararlar bibirini kovalıyor. Şinasi arkadaşımız Ayet'den "Gayin-Sin" resmini almış, kongreye teklif edecek, ama o da çekingen,arka sıralarda oturmuş bekliyor. Nihayet Şinasi'nin yanında oturan Dr. Namık (Canko) merhum , söz alıp ortaya çıktı ve:

Arkadaşlar, genç kardeşlerimizden Şinasi Reşit, kongremize bir rozet şekli getirmiş, kulübümüzün remzi ven rozetimizin şekli olarak kabul edilmesini teklif ederim, dedi. Büyük bir resim kağıdına çizilmiş ve renklerimizle boyanmış "Gayin-Sin" i ortaya çıkardı. Teklif alkışlar arasında ittifakla kabul olundu. Ayet, yalnız eski harflerle "Gayin-Sin" çizmekle kalmamış, aynı uslupla bir de "GS" yaratmıştı. Bunların asılları Ayet'in Şinasi'nin yardım ile çıkardığı haftalık el yazısı "Kara Kedi" mecmuasındadır. "Gayın-Sin" ilk defa 1925 de kurulan Galatasaray talebe sandığının hazırladığı mektup, kağıt ve zarflarına basıldı. Yine, 1925 de kabul edilen lise kasketine ve daha sonra lise ceketlerine işlendi. Bazı imkansızlıklar, rozetin yapılmasını geciktiriyordu. Nihayet bunu da sıra gelince, şekiller o zaman eski İpek sinemasının kapısındaki dükkanlardan birinde Besim Koşalay ile birlikte tuhafiye mağazası açan Nihat Bekdik'e verildi. Bir aksilik eseri bunlar kayboldu. O zamanki İdare Heyetinin bastırdığı matbualarda ve yaptırdığı rozetlerde Ayet'in eseri biraz şekil değiştirdi. GS nin yaratıcısı Ayet Emin'i 29 eylül 1931 de toprağa verdik. Dr. Namık ağabeyimiz 1933 yılında aramızdan ayrıldı. Allah Şinasi Şahingiray arkadaşımıza uzun ömürler versin. GS yi gördükçe, her üçünü hatırlar, ebediyete tevdi ettiklerimizi rahmetle yadederim.

eXacT
02-07-2007, 01:20 AM
1905-1906 Nikolof (Futbolcu)-Bulgaristan

1907 Emin bülent (Futbolcu)

1908-1911 Horace Armintage (Futbolcu)

1911-1914 Emin bülent (Futbolcu)

1915 Sadi Bey

1916-1917 Ali Sami Yen

1919-1921 Necip Şahin (Futbolcu)

1922-1923 Adil Giray (Futbolcu)

1924-1928 Billy Hunter- İskoçya

1929 Nihat Bekdik (Futbolcu)

1930-1931 Lamberg- Macaristan

1931-1932 Fred Pegnam- İngiltere

1933-1936 S. Pedeafoot- İngiltere

1937 Hans Baar- Avusturya

1938 Peter Szabo- Macaristan

1938-1939 Peter Tandler- Avusturya

1939 Hayman- İngiltere

1939-1940 C. Zaharczuk- Polonya

1941-1945 Jhon Begget- İngiltere

1945-1946 Miço Dimitriyadis

1947 J. Szweng- Macaristan

1947-1949 Pat Molloy- İngiltere

1950-1952 D. Lockhead- İngiltere

1952-1953 Gündüz Kılıç

1953-1954 Lazlo szekelly- Macaristan

1954-1957 Gündüz Kılıç

1957-1958 George Dick- İngiltere

1959-1961 Remondini- İtalya

1961-1963 Gündüz Kılıç- Çoşkun Özarı

1964-1967 Gündüz Kılıç

1967-1968 Eşfak Aykaç- Bülent eken

1968-1970 Kaleperoviç- Yugoslavya

1970- 1971 Coşkun Özarı

1971-1972 Brian Birch- İngiltere

1972-1973 Brian Birch- İngiltere

1974-1975 Don Howe- İngiltere

1975-1976 Mansell- İngiltere

1976-1977 M. Allison- İngiltere

1977-1978 Fethi Demircan

1978-1979 Coşkun Özarı

1979-1980 Turgay Şeren

1980-1982 Brian Birch- İngiltere

1982-1983 Özkan Sümer

1983-1984 Tomislav İviç- Hırvatistan

1984-1988 Jupp Dervall- Almanya

1988-1990 Mustafa Denizli

1990-1991 Siggi Held- Almanya

1991-1992 Mustafa Denizli

1992-1993 Karlheinz Feldkamp- Almanya

1993-1994 Rainer Hollmann- Almanya

1994-1995 Reinhard Safting- Almanya

1995-1996 Graeme Souness- İskoçya

1996-2000 Fatih Terim

2000-2002 Mircea Lucescu-Romanya

2002-2004 Fatih Terim

2004 HAGİ

eXacT
02-07-2007, 01:21 AM
http://www.galatasaray.org/images/kurumsal/tarihce/enlerilkler.jpg


GALATASARAY ;

Türkiye'nin İLK futbol takımı Galatasaray- (1905)
Dünya sıralamasında İLK On' da 1.sıraya giren İLK Türk takımı.
Devlet üstün madalyası alan İLK takım
UEFA kupasını hiç yenilgi almadan kazanan İLK ve TEK Türk takımı
Türkiye'nin en çok Şampiyon olan takımı (15 kez)
Üç yıldızı alan İLK takım
Türkiye Süper Ligi'nin İLK Şampiyonu
Dünya Kulüpler Şampiyonası'nda Avrupa Kıtasını temsil eden İLK ve TEK Türk takımı
Şampiyonlar Ligi'nde Çeyrek Final'e çıkan İLK ve TEK Türk takımı
İstanbul Şampiyonluğu'nu kazanan İLK futbol takımı- (1907-1908)
Yurt dışında İLK galibiyet alan Türk futbol Takımı-(1911)
Yurt dışında Türkiye'yi temsil eden İLK futbol takımı- (1911)
Şampiyonlar ligine katılan İLK Türk takımı
Avrupa'da, UEFA kupasını hiç yenilgi almadan kazanan İLK ve TEK takım
Balkanlarda UEFA Kupasını kazanan İLK ve TEK takım
Uluslararası maçlarda kendi sahasında ardarda EN çok galibiyet alan TEK Türk takımı - 20 kez

UEFA kupasını kazanan İLK ve TEK Türk takımı - (1 kez)
Avrupa Şampiyonu olan İLK ve TEK Türk takımı
Süper kupa kazanan İLK ve TEK Türk takımı - (1 kez)
İnternet Sitesine sahip İLK Türk takımı
İspanyolları deplasmanda yenen İLK Türk takımı.
İspanyolları eleyen İLK Türk takımı.
Bir sezonda 2 İtalyan takımını eleyen İLK Türk takımı (Milan-Bologna)
Bir sezonda 2 İngiliz takımını eleyen İLK Türk takımı (Leeds-Arsenal)
Avrupa maçlarında galibiyeti, mağlubiyetinden çok TEK Türk Takımı
Türkiye 1. Ligi'ni na-mağlup bitiren İLK takım (1985-86)


EN fazla aralıksız şampiyon olan takım. - 4 kez
Yerli hocayla EN çok şampiyon olan takım. GALATASARAY - 9 kez
EN fazla şampiyonluk yaşayan futbolcular Bülent (8 Kez)- Suat, Arif ( 7 Kez )
Bir sezonda EN fazla Avrupa Kupa maçı oynayan takım.- 18 kez (Süper kupa dahil)
Avrupa'da Şampiyonlar Ligine EN fazla katılan takım GALATASARAY - 6 kez
Şampiyonlar liginde EN fazla puan toplayan Türk takımı- 10 puan
Türkiye Spor yazarları Kupasını EN fazla kazanan takım
Türkiye Kupasını EN fazla kazanan takım -13 kez
Cumhurbaşkanlığı Kupasını EN fazla kazanan takım- 10 kez
Avrupa kupalarında 1 sezonda EN fazla puan toplayan takım. - 17 maç 34 puan
Avrupa'da, bir sezonda Avrupa kupalarında EN fazla galibiyet alan takım. - 11 kez (Süper kupa dahil)
Bir sezonda Avrupa kupalarında EN fazla gol atan takım.- 35 gol (Süper kupa dahil)
Deplasmanda aralıksız EN fazla yenilmeyen takım.- 40 kez
Bir sezonda EN fazla maç yapan takım. GALATASARAY - 59 kez (Süper kupa dahil)
Avrupa Kupaları'nda EN çok tur geçen Türk takımı. Bir sezonda EN fazla maç yapan futbolcu
HAKAN ŞÜKÜR - 54 maç 4697 dakika
Avrupa Kupalarında EN fazla maç yapan Türk takımı.
Türkiye liglerinde bir sezonda EN fazla gol atan takım. - 62-63 sezonu 105 gol
Türkiye liglerinde EN çok resmi kupa kazanan takım -56 kupa

Avrupa Kupalarındaki İLK Goller

1.GOL: Metin Oktay -27.08.1956 (Galatasaray-Dinamo Bükreş:1-3)
100.GOL: Uğur Köken -1.10.1969 (Galatasaray-Vatford:2-3)
200.GOL: Mirsad Seydiç-20.10.1982 (Galatasaray - Avusturya Wien:2-4)
300.GOL: Uğur Tütüneker -4.11.1992(Galatasaray - E.Frankfurt:1-0)
500.GOL: Tugay Kerimoğlu 5.11.1997 (Galatasaray - Sparta Prag:2-0)
400.Gol Faruk Yiğit tarafından 13.7.1996 tarihinde Kocaeli- Hibernias maçında atılmıştır.

Teşekkürler GALATASARAY !

Teşekkürler; Bu gurur veren tablonun yaratılmasında emeği geçen herkese..

eXacT
02-07-2007, 01:21 AM
Süper Kupa

http://www.galatasaray.org/images/kurumsal/tarihce/super_kupa.jpg

UEFA Kupası

http://www.galatasaray.org/images/kurumsal/tarihce/uefa_kupasi.jpg

1999-2000 1.Lig Kupası

http://www.galatasaray.org/images/kurumsal/tarihce/99_00_lig.jpg

1996-1997 1.Lig Kupası

http://www.galatasaray.org/images/kurumsal/tarihce/96_97_lig.jpg

eXacT
02-07-2007, 01:21 AM
http://www.galatasaray.org/images/kurumsal/tarihce/atavegs_gazete.jpg


Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk'ü "bir takım taraftarı" yapmak çabaları, tarihin gerçekleri karşısında her zaman hüsrana uğruyor.Ulusların yaşamında çok az sayıda kişi önder niteliğini kazanmış ve tüm ulusa mal olmuştur. Bu nitelikteki kişilerin kayıtlı belgeler olmadan sözel tanıklıklara dayanarak birtakım alanlarda tüm ulusun aidiyetinden koparılıp bazı camialara mal edilmesi yanlış bir tutumdur. Bu kişiler tarihsel özellikleriyle, kişiler, topluluklar, gruplar ve camialar üstüdür. Bunun tersini savunmak kişi ve camialara bir öncelik kazandırmayacağı gibi, toplumsal boyutta da onarılmaz yaralar açar. Bunun bilincinde olan gerçek önderler de, toplumun tümünü kucaklamayan ve kurucusu olmadıkları ya da arasında yer almadıkları oluşumlara katılma konusunda büyük hassasiyet gösterirler. Mustafa Kemal Atatürk bu özeni göstermemiz gereken kişilerin başında gelir.

Atatürk'ün Galatasaray camiasıyla olan ilişkisi, Galatasaray Lisesi'ni 2 Aralık 1930, 28 Ocak 1932 ve 1 Temmuz 1933 tarihlerindeki ziyaretleriyle somutlaşmıştır. Çok yakın bir tarihte yitirdiğimiz ve bugün örneğine pek rastlanmayan "dinozor" gazeteci Metin Toker' in sözleriyle

"Hiçbir lise Atatürk'ten böyle bir ilgi görmemiştir...Galatasaray, sadece 'Türkiye'nin' Batı' ya açılan penceresi' değil, Atatürk devrimlerinin en önemlilerinden, belki de en önemlisi laisizmin kilometre taşlarından biri olmuştur.

Nasıl Harp Akademisi, Harbiye ve Mülkiye sıradan eğitim müesseseleri sayılmazsa Galatasaray da sıradan bir lise sayılamaz."

Evrensel bir sevgi

Galatasaray camiasının Atatürk'e karşı duyduğu sevginin evrenselliği 956 okul numaralı Celalettin Som' un satırlarında çarpıcı bir biçimde dile gelir:

"Galatasaray Lisesi 7. sınıftaydım. Sınıf, müdür merdiveni karşısında, ön avluya bakan, müdür odasından sonraki ilk sınıftı. Beyoğlu Caddesi'nin bütün gürültüsü duyulurdu. İlk dersimiz Fransızcaydı. Hocamız Monsieur M. Journé anlatıyordu...Birden bütün sesler sustu...Koyu sessizlikte mektebin önünde virajı alan tramvayın acı çığlık sesine benzeyen demir tekerleklerin raylara sürtünmesinden çıkan ses kulaklarımızda çınladı...M. Journé ders anlatmayı kesmiş, başını elleri arasına almış ağlıyordu!..Tarih 10 Kasım 1938 saat 9'u 5 geçiyordu...ATATÜRK vefat etmişti." İşte o günlerde evrensel ve toplumlar üstü bir devlet adamına karşı duyulan evrensel sevgi budur.



http://www.galatasaray.org/images/kurumsal/tarihce/atavegs_ziyaret.jpg


Galatasaray Lisesi'ni İlk Ziyareti

1930 yılında dünyanın ve Türkiye'nin, siyasal ve toplumsal konjonktürü oldukça hareketlidir. Atatürk 18 Kasım'da bir yurt gezisine çıkar ve İstanbul'a döndükten sonra bazı okulları ziyaret ve teftiş eder. Devletin resmi yayın organı Ayın Tarihi mecmuası bu olayı şöyle anlatır (cilt 23-24, sayı 79-81, sayfa 6630-6631):

"3.12.1930; Reisicumhur Gazi Hz. saat ikide otomobille saraydan hareket ederek sıra ile Harp Akademisi, Mülkiye ve Harbiye Mekteplerini...buradan Galatasaray Lisesi'ni teşrif ettiler.(...) Galatasaray Lisesi'nde kütüphanenin hatıra defterini imzaladılar. Daha sonra müdür odasında bir müddet oturarak mektebin vaziyeti umumiyesi ve talebenin durumu hakkında konuştular. İmla, resim ve lisan derslerinde bulundular, mektep müdüründen uzun uzadıya izahat aldılar..."

Şimdi devlet arşivlerinden edinilen bu kuru ve nesnel bilgilerin yanına çağdaş yazınımızın öykücülüğünün ve tiyatro yazarlığının bir klasiği olan, benzersiz kurgu işçiliğinin yanı sıra edebiyatımıza 'humour' denilen ince alayı ve gözlem gücünü de kazandıran ve bir Galatasaraylı olan ustanın kalemine, Haldun Taner'in gözlemlerine başvuralım ve bu ziyareti bir kez de onun anlatısından dinleyelim:


Şarklıların Efsaneye Düşkünlüğü

"Ya sekizde ya dokuzda idik. Demek ki otuz, otuz bire rastlıyor. Mektepte bir telaş, bir kıyamet. Taş tablolar boyanıyor, yıkık yerler sıvanıyor. Meğer Gazi Paşa gelecekmiş. İdare her sınıfa Afet Hanımın, baskısı henüz bitmemiş Yurt Bilgisi kitabından üçer nüsha dağıttı. Talebeler kımlanıyor: 'Ah bir bizim sınıfa girse.' Hocalar başka gûna: 'Allah vere bizimkine girmese.' (...) Atatürk'e bakıyorum, resimlerinde sık sık gördüğümüz pozlarından birinde: Sol elinin iki parmağını üst yelek cebine takmış, başı hafif öne eğik, çatık kaşları ve o meşhur bakışıyla gözünün üstünden müdüre bakarak anlattıklarını dinliyor. Biz Şarklılar neden ille her şeyi büyütüp efsaneleştiririz. Aklı başında insanlardan duymuştum: 'Bakılamıyor efendim,' diyorlardı. 'İmkânı yok gözlerine bakılamıyor. Çenesine kadar hadi neyse ne ama, başınızı daha yukarı kaldırdınız mı, gözleriniz iki kuvvetli projektörle karşılaşmış gibi kamaşıyor, çarpılıp sersemliyor, bir şeyler oluyorsunuz.' Ben bunu duydum ya, şimdi korkudan başımı kaldırıp da yüzüne bakamıyorum. Bütün görebildiğim: Saatinin kösteği, yeleği, sol elinin yelek cebine dalmış iki parmağı, kolalı devrik yakası, hadi bilemediniz biraz da çenesinin ucu...Hepsi bu kadar. Ama çocukluk işte, şeytan dürttü. Ya herrü ya merrü deyip birden daha yukarı bakıverdim. A, ne kamaşma ne çarpılma, işte pekala bakılabiliyordu. Hatta müdür de bakabiliyordu. Hoca da bakabiliyordu.

Bu Gözlerden Hiçbir Şey Kaçmaz

Gerçi projektör, şimşek filan edebiyat ama, şunu söylemeli ki, bu bakış pek öyle herkesin bakışına da benzemiyordu. Bu gözler bir yere bakıyor ama baktığı şeyden çok daha gerileri çok daha derinleri görüyor gibi idiler. O gün, orada, onun karşısında çocuk kafamın koyduğu ilk teşhis şu oldu: Bu gözlerden hiçbir şey kaçmaz arkadaşlar. Bu adam kandırılamaz, aldatılamaz. Bu adam mugalataya, laf cambazlığına pabuç bırakmaz. Bu adam, bilmek için öğrenmiş olmaya ihtiyacı olmayan, bildiğini bilen, bilmediğini de şıp diye sezen bambaşka bir insandır(...) Atatürk mektepten ayrılmak üzere iken paydos trampeti çaldığından hepimiz bahçeye boşandık. Rahmetli, maiyetindeki mutat zevata bir şeyler söyledikten sonra talebe kalabalığının ortasına dalıverdi. O, tek başına, ortamızda, maiyetindeki zevat ise geride, çok geride, mektebin iki kanadı da açılmış cümle kapısına doğru yürümeğe başladık. Atatürk, yüzünü daha iyi görebilmek için yengeç gibi yampiri yampiri hatta gerisin geri yürüyen bir sürü çocuğun arasında, iki eli ceketinin iki yan cebinde, gururlu ve gülümser ilerliyordu. Büyük kapının önüne binlerce meraklı birikmişti. El ele vermiş polisler kaldırımlardan taşan halk kitlesini zor zaptediyorlardı. Karşı apartmanların her bir penceresinde ben diyeyim, on, siz deyin yirmi baş. Atatürk görününce bir alkış koptu. Aklımıza gelmiş gibi biz de onlara uyduk. Atatürk bu alkışlar arasında otomobiline bindi (...) Akşam, etütte yoklama yapılınca, o kargaşalıkta iki açıkgöz arkadaşımızın neharilere karışıp mektepten kaçtıkları anlaşıldı. Geçmiş zaman, kendilerine idarece bir ceza verildi mi idi, pek hatırlamıyorum. Galiba, bu tarihi günün yüzüsuyu hürmetine, Beyoğlu'nda sürtüp durdukları yanlarına kâr kaldı idi. E, artık o kadar da olmasın mı?"

İkinci Ziyaret

Mustafa Kemal, 28 Ocak 1932 Perşembe günü Beyoğlu'nda otomobille çıktığı bir gezinti sırasında saat 16'da Galatasaray Lisesi'ni ikinci kez ziyaret ederek onurlandırmıştır. Lisedeki tarihi Tevfik Fikret salonunda verilen bir müsamereyi izlemiş ve oyunda rol alan öğrencilere övgüler yöneltmiştir. Niyazi Ahmet Banoğlu'nun "Atatürk'ün İstanbul'daki Hayatı" adlı yapıtında bu ziyaret hakkında bilgi verilmektedir.

Üçüncü Ziyaret

Atatürk'ün Galatasaray Lisesi'ne üçüncü gelişinin tarihi 1 Temmuz 1933'tür. Gazi bu gelişinde öğrencilerin Tarih-Coğrafya-Yurt Bilgisi grubundan geçirdikleri orta mektep bakalorya sınavlarına bizzat katılmış ve çeşitli sorular sormuştur. Maiyetiyle (Riyaseticümhur Katibi Hikmet (Bayur), Başyaver Celal, Yaver Şükrü ve Cevdet Beyler ve Muallim Afet Hanım) Lise' ye gelen Atatürk talebenin alkışları arasında Müdürlük odasına çıkmış, burada müdür Tevfik Bey ve öğretmenlerle okul hakkında görüştükten sonra doğruca imtahan odasına girmiştir.

İlhan E. Postacıoğlu'nun anılarından Gazi'nin imtahan odasına girdiğinde sınavdaki öğrencinin Bandırmalı Ahmet olduğunu öğreniyoruz. Ardından Serbest Fırka'nın kurucusu Fethi Okyar'ın oğlu Osman (Okyar) sınav odasına alınır. Sınavdan çıkan Osman Okyar'a Atatürk tarafından babasına selam söylendiği öğrenciler arasında hızla yayılır ve büyük bir memnuniyet uyandırır. Atatürk'ün Galatasaray Lisesi öğrencilerine yönelttiği bazı sorular şunlardır: Atilla'nın Romalılar'la ilk harbi; Sevr muahedesiyle, Lozan muahedesi arasında ne gibi farklar vardır?; Eti medeniyeti; Devletçiliğin ve fertçiliğin mukayesesi; Şimendifer siyasetimiz; Malazgirt Meydan Muharebesi; Din ve laiklik üzerine sorular; İspanya yarımadası; Mudanya Mütarekesi; Bizanslılarla Türklerin ilk temasları; Referandum ve halk oylaması vb. Sınavlar gecenin ilerleyen saatlerine kadar sürmüş ve Atatürk Galatasaray Lisesi'nden memnun kalarak ayrılmıştır. Dönemin okul müdürü olan Tevfik Ararat o günün izlenimlerini şu sözlerle anlatır:

"1 Temmuz 1933, Galatasaray Lisesi'nin yaşadığı en büyük gündür; o gün Gazi Hazretleri, müessemizde beş saat bir çeyrek saat kalmışlar, ve birinci devre Tarih-Coğrafya-Yurtbilgisi mezuniyet imtahanlarına giren talebemizden dokuzunu imtahan etmek lütfunda bulunmuşlardır. Galatasaray Lisesi, bundan sonra, o unutulmaz günü her sene anmak ve tekrar yaşamak için aynı devrenin aynı imtihanlarını daima aynı güne koyacaktır."



Bu yazı, "Dünden Bugüne Galatasaray" (Hazırlayanlar: Vefa O. Semenderoğlu-Osman Tamburacı), "Atatürk Önünde Tarih Bakaloryası" (İlhan E. Postacıoğlu), "Şişhaneye Yağmur Yağıyordu; Ayışığında Çalışkur" (Haldun Taner), "Atatürk ve Galatasaray" (Galatasaray'ın 500. Yıldönümünü Kutlama Komitesi), "Galatasaray Tarihine Ait Belgeler:I (1868-1933) (Orhan Koloğlu) başlıklı kitap ve belgelerden Metin Pınar tarafından derlenmiştir.

eXacT
02-07-2007, 01:21 AM
Florya Topraktı, O Cesur...

Yoğurtçuların gezdiği, sokaklarda iki taştan kale yapılan, üç kornerin bir penaltı olduğu, kazananın Ankara gazozunu kafaya dikdiği 70'li yıllarda, Florya'da mahallenin küçük Bülenti'ydi. Bugün ise 22 yılını verdiği Galatasaray forması altında 28 kupa kaldıran bir futbol fenomeni.

"Büyük Kaptan" diyorsa Ali Sami Yen tribünleri bir sebebi var. Korkmaz Ailesi'nin "Cesur"u, yeşil sahaların en cesuru.... Geçen sezon Diyarbakırspor maçında orta sahadan vurduğu top ağlarla buluştuğunda, Ali Sami Yen tribünlerinde kaç kişi acaba onun bir zamanlar o golün aynısını Edirnekapı surları dibindeki toprak sahada da attığından haberdardı?

Futbol sevdası Edirnekapı'nın toprak sahalarında, mahalle arasında düşer kalbine Bülent Korkmaz'ın. Mahallede bir takım kurarlar, adı Tayfunspor, formaları kırmızı-siyahtır. Orta sahada oynar o günlerde. Tayfunspor finale kalır bir turnuvada, 29 gol atmıştır Bülent finale kadar. O yaşta bile Karagümrük'de, Edirnekapı'da adı duyulmuştur. 2-0 mağlup duruma düşerler. Rakip takımın yedekleri "nerde sizin golcünüz?" diye dalga geçmeye başlamıştır. Bülent, orta sahadan vurur topa gol olur, sonra bir gol daha atar. Kazanırlar turnuvayı...

Malatya Doğanyol, Gevheruşağı köyünden Osman Korkmaz ve Nevin Korkmaz'ın üç erkek evladından ortancasıdır. Osman Korkmaz, başarılı bir tekstilcidir. İlk çocukları Recep'den sonra 68'in Kasım 24'ünde doğan evlatlarına Cesur ismini verirler. Nüfus Müdürlüğü'ndeki memur, ismi duyduğundaki bir anlık duraklaması, baba Korkmaz'ın ağzından ikinci bir ismin çıkmasına sebep olur. "Cesur Bülent" olsun der. Tembel midir, dalgın mıdır, nüfus memuru bilinmez; sadece "Bülent" yazar nüfus kağıdına.


Doğuştan Lider

Edirnekapı'daki mahalle arkadaşlarını maç için ayartan odur. Aşağı mahalle, yukarı mahalle maçlarının değişmez organizatörüdür. Okulun bahçesi, toprak saha, sokak arası hiç farketmez, derslerden arta kalan vakitte her daim futbol vardır hayatında. İlkokulda sınıfında başkanlık yapmaz ama sahaların lideri her zaman odur. 70'li yıllar, Uzay Yolu seyredilen, pikap çalınan, telgraf çekilen, yoğurtçuların gezdiği sokaklarda iki taştan kale yapılan, üç kornerin bir penaltı olduğu, kazananın Ankara gazozunu kafaya dikdiği, çocuklarının terli sırtlarına annelerin tülbent koyduğu yıllardır. Yerinde duramayan bir çocuktur Bülent. Eve sadece yemek ve uyumak için uğrar. Futbol topunun, misketin peşinde geçer o yıllar. Hava karardığında gider eve ve en geç 9.30'da yatağında olur. Uykusuna düşkündür. Yıllar sonra profesyonel yaşamında da bu huyundan vazgeçmez: "Evde misafir olsa bile farketmez benim için, bana müsaade der ve gider yatarım. Suarede sinemaya gitmemişimdir. En geç 12'de yataktayımdır" diye anlatır profesyonelliğinin sırlarından birini.

İlkokulu bitirdiğinde aile Florya'ya taşınır. Edirnekapı yıllarında da Galatasaray'lıdır o. Yeşil kaleci kazağı ile Galatasaray kalecisi Nihat'ın bir minik kopyasıdır. Zaten ilk zamanlarda kalede oynamıştır, daha sonra orta saha en sonunda da defans...


Kim Hayal Edebilir ki Bu Kariyeri?


Evleri Galatasaray Tesisleri'nin karşısındadır. Çocukluğunun aşkını baştan çıkarmak için fırsat ayağına gelmiştir. Altyapı sorumlusu rahmetli Salih Bulgurlu ve halen Galatasaray'daki görevine devam eden Ahmet Keskinkılıç mahallenin minik yeteneğini keşfetmekte zorlanmazlar. O yıl Florya Tesisleri bir arsadan öte birşey değildir. Antrenmanlar Mecidiyeköy'dedir. O günün Küçük Bülenti yıllar sonra yine K.Bülent olarak adını duyuracağı günlerden habersiz topun peşinden koşturmaya devam eder. 1979'da Florya Tesisleri'nde antrenmanlar başlayınca Bülent, soluğu seçmelerde alır. "Kaleciler kim?" diye sorar Salih Hoca. El kaldırır Bülent ve "sen kaleci değilsin, orta sahasın, indir bakim elini" der Salih Bulgurlu. O dakika anlar artık Galatasaray formasını giyeceğini. Bilimkurgu ustalarının bile hayal etmekte zorlanacakları kariyerini, o günlerde Bülent Korkmaz da tahmin edemez elbette.

Okuduğu ilkokulu bile "Vefa Stadı'nın arkasındaki Hattat Ragıp İlkokulu" diye futbolca tarif eden Bülent'in top sevdasına, babası Osman Korkmaz da destek olur. "Onun içindeki hırs ve isteği görünce elimden geldikçe destek olmaya çalıştım. Futbolla yatıp futbolla kalkardı" der yıllar sonra sorulduğunda. Kardeşi Mert de Bülent'in futbol sevdasının peşinden gitmiştir.

Haftada üç maç oynamaya yıllar sonra A takımda değil, 15 yaşında başlar. 14-16 yaş takımında Ahmet Hoca onu liberoda görevlendirir. Genç takımı çalıştıran Bülent Ünder, onu genç takıma çağırdığında, artık haftada 4-5 maça çıkmaya başlamıştır. Galatasaray'ın nerede maçı varsa Bülent ordadır. Amatör, Paf, 3.Lig. Bir yaz sezonu boyunca Ahmet Keskinkılıç ile dayanıklılık idmanları yapar. İnatçı ve hırslıdır, tekmeye kafasını sokacak kadar da cesur...


"Kızardım, İndirirdim Camı"

Çok cam kırar çocukluk yıllarında. Bugün "uzun toplarla mı kırdın o camları?" sorusuna, o günleri hatırlayıp kahkahayla cevap verir: "Kızdığım zaman indirirdim camı. Edirnekapı'da bir alt komşumuz vardı. Bir öğleden sonra top oynuyoruz. Top balkonlarına kaçtı. Kadın aldı topu, 'kocam uyuyor, oynamayın top' dedi. Ben de topu vermezsen camı kırarım dedim. Vermedi, ben de kırdım." Baba Korkmaz en iyi müşterileridendir mahallenin camcısının.

Gece uykudan kalkıp, yemek yeme alışkanlığı vardır Bülent'in, bir de tatlı sevdası. Bir akşam babası, kalan pasta dilimlerinden sadece birini buzdolabına koymasını söyler Anne Korkmaz'a. Diğer dilimler balkonda bir köşeye saklanır. Sabah kalkıldığında ne buzdolabında pasta vardır ne de balkondaki divanın altında... Geceyarısı operasyonu başarılı geçmiştir Bülent'in. "Sirkeci'deki HacıBekir'in çikolatalı pastası oldu mu dayanamazdım" diye anlatır o günleri...

1984 yılında Galatasaray genç takımı Türkiye Şampiyonası öncesi Almanya'ya turnuvaya gider. Glasgow Rangers, Kızılyıldız gibi güçlü takımlar vardır. Leverkusen ile final oynayan ve penaltılar sonrasında kaybeden kadroda, Bülent Korkmaz da vardır. Leverkusen'in altyapı sorumluları transfer teklif ederler. Yirmisinde, 25'inde, 30'unda da Galatasaray'dan kopamayan Bülent Korkmaz, kariyerinin ilk transfer teklifine "hayır" der. Turnuva dönüşü Galatasaray tarihinde sıkça rastlanan bir durumla karşılaşırlar. Avrupa zaferleri sonrası sürpriz yenilgiler!.. Dönemin en iyi kadrosu ile Kütahya'da oynadığı maçı kaybeder ve elenirler. Çok kızar Bülent Ünder ve Salih Bulgurlu hocaları...

21 yaş altı takımla Balıkesir'deki finallere gittiğinde ateşi 39.5'dur. Bugün halen görevde olan masör Erkan Kazancı, hastaneye götürür ve iğne yaptırır. "Otelde kal" derler durmaz, giyer kat kat eşofmanı, yedek kulübesinde de olsa takımını yalnız bırakmaz. Takım 2-0 mağlup duruma düşer. Bülent Hoca, "Adalı Bülent"i oyuna almak için seslenir. "Adalı" yı duymaz bile Bülent, çıkartır eşofmanları dalar sahaya. 2-0'dan 3-2'ye döner maç, Altay bir gol daha atar, penaltılar sonrasında kazanan Galatasaray'dır...


Bülent-Tugay-Hüseyin-İhsan

"Tugay'dan 6 ay sonra A takıma çıktım, İhsan ve Hüseyin, dört gençtik" diye anlatır profesyonelliğe adım attığı günleri. Tugay'ı bilir ama Hüseyin ve İhsan'ı merak eder Galatasaraylı. "İhsan, Gaziantep'de, Antalyaspor'da oynadı, sonra bıraktı futbolu, Hüseyin de hala 3.Lig'de oynuyor" diye giderir merakımızı.

"Avrupalı Bülent"e çıkar adı A takımdaki ilk yılında. Mustafa Denizli, Bülent'i Lig maçlarından çok Avrupa Kupaları'nda oynatmaktadır. "Raşit Hoca'nın, Öner Abi'nin jübilesinde çok iyi oynamıştım, Beşiktaş'ta o yıl Ferdinand vardı, onu çok iyi tutmuştum" diye anlatır Denizli'nin tercihini. Kendini yetiştiren tüm isimleri tek tek saymayı da ihmal etmez. Öncelikle Salih Bulgurlu, Ahmet Keskinkılıç ve Bülent Ünder. Sonra A takımda beni "Küçük Bülent" olarak tanınmamı sağlayan Mustafa Denizli, çok şeyler öğrendiğim Feldkamp ve kazandığı 28 kupanın 13'ünde teknik adamlığını yapan Fatih Terim...

Stumpf'dan profesyonel futbolcunun nasıl yaşaması gerektiğini öğrenir. Falco ve Stumpf ile, -bugün belki de unutulan- bir sistemin parçasıdır. "İki stoper ve liberolu oyunda, adam markajı yapmaktan yorgun düşerdik. Gölge gibi takip ederdik rakibi" diye anlatır o günlerin taktik anlayışını. Bireysel hata affedilebilir ama pozisyon hatası onu çılgına çevirir. Rambo Yusuf, Falco, Semih, Erhan Önal, kardeşi Mert, Popescu, Emre Aşık. Defansta beraber oynadığı isimleri tek tek saymasını istemek haksızlık olur aradan geçen 14 yıldan sonra...


"Bayrak Adam"

Deplasmandaki derbi maçlarında, Ali Sami Yen'deki büyük maçlarda takım arkadaşlarından beş dakika önce çıkar sahaya. Aslında soyunma odasında da yarım saat önce başlamıştır ısınmaya. Daha da geriye gidersek maç sabahı yaptığı "streching"le. Isınmanın yanında, bir ayrıntı daha vardır. Rakip seyircinin bütün elektriğini çeker üzerine sanki bütün takıma bir kalkan olur o beş dakikada. Sahanın ortasında tek başına, sarı-kırmızı formasıyla "bayrak adam"ın en hasıdır...

Milan'da Baresi ve Maldini, Real Madrid'de Hiero, Arsenal'de Adams ne ifade ediyorsa Galatasaray taraftarının kalbinde de Bülent Korkmaz odur; "bayrak adam"dır, "Büyük Kaptan"dır. Simgedir, formasını derisi yapmış adamdır Bülent Korkmaz. 22 yıldır sarı-kırmızıdan başka renk bilmez. Ezeli rakiplerin tarihleri boyunca oynadıkları Avrupa Kupası maçından daha fazlasında (96) ter dökmüştür. 400'ün üzerinde lig maçında puan savaşı vermiştir. 16 yaşından beri de her transfer döneminde tekliflere "hayır" demiştir. "Kızlarım Florya'da tesislerde büyüdü, burada yürümeye başladılar, benim için herşey bir tarafa, Galatasaray bir tarafa" diye en "baba"ca anlatır Cimbom aşkını. Yurtiçinde aracılar vasıtasıyla transfer teklifleri gelir elbette ama -eden de bilir ki- Bülent Galatasaray'dan kopmaz. "1999 yılında sadece bir problem yaşadım, Amerika'da oynamayı düşündüm, çocuklarımın geleceğini düşünmek zorundaydım. Büyüklerim ve eşim engel oldu. Sabretmesini bildim.


Ben hayatım boyunca hep sabrederek kazandım. Satıştan kaldım, 50-60 bin dolara oynadım o sezon." Taraftarın "3 numaralı formasının birgün müzeye kaldırılması fikrine" ise suskun kalmayı tercih eder. "Benim için Galatasaray'ın zaferleri önemli" der sadece. Kazanılan hiçbir kupayı tek başına kaldırmadı Bülent Korkmaz. "Bütün takım aynı anda kaldırabilsek, yeter ki kazanalım" diye açıklar ortak zaferlerin en keyifli dakikalarını...

17 Mayıs 2000'de, Kopenhag Parken'da kaldırdığı UEFA Kupası'nın müjdesini 8 ay önceden almış Bülent Korkmaz. Yazlığında, yardımcıları Nursel Hanım'ın falından. "Fala da inanmam ama bana 'sen haçlı bir kupa kaldıracaksın' dedi. Kahkahayı basmıştım o gün, ben takımda yoktum o günlerde, kendi başıma antrenman yapıyordum yazlık evimde. Sezon sonunda kaldırdık o kupayı." Kolay değildir elbet UEFA Kupası'nı kazanmak. Maç içinde iki kez çıkan omuzuna rağmen savaşır sahada Bülent. "Tanrı'nın eli" ya da Taffarel'in elini görmemiştir. Henry kafayı vurduğunda gözlerini kapatmıştır. "Açtığımda gözlerimi bu kupa bizim, bu iş bitti" dedim. Popescu topu ağlara gönderdiğinde, ellerini açan ve o inanılmaz kareleri ekrana yansıyan Fatih Terim'in o görüntülerini çok sonra seyreder. "Hala etkilenirim Fatih Hoca'yı öyle gördüğümde. O baskının, medyanın ağır eleştirilerinin yok olup gittiği ve "ohhh" çektiği andır hocanın. İnanılmaz bir sahnedir o." Futboldan sonra gönlü teknik adamlıktadır ama bir çekingesi vardır. "Ben teknik adamlığı yaparım ama Türk futboluna bu kadar emeği, katkısı olan insanların bu kadar acımasızca eleştirildiği bir ortamda bu eleştirileri kaldırabilir miyim?" diye de kendine sormadan edemez...

Bir de bugünden herkesin bilmesini ister. Galatasaray'dan başka takımda zordur çalışması, Cimbom deyince akan sular durur...

Hagi'nin yıllar boyunca oda arkadaşlığını yapar. "İnanılmaz bir adam o" diye başlar söz Hagi'den açılınca: "Kamplarda 2. Lig maçlarını seyrederdik, hangi oyuncu hangi takımdan gelmiş tek tek bilirdi. 2. Lig'i bizden iyi takip ederdi, şaşar kalırdım. Futbol sevgisi kelimelerle anlatılmıyor Hagi'nin. Bir de Kocaelispor maçı var, 2-0 öndeyiz, son dakikalarda bir frikik kazandık, ben atmak istedim. Bana "sen topun üzerinden atla ve git kaleden topu al" dedi. Dediğini de yaptı, ben de kaleden çıkardım topu...."

Yazanın da okuyanın da merakı vardır elbet bu konuda. Yıllardır futbol yorumcuları Avrupa Kupası maçlarında hakemle konuşan Bülent için "hangi dili biliyor da itiraz ediyor?" gibi kompleks dolu yorumlarda bulunurlar. Gülüp geçiyor bunlara Bülent. 15-20 milletten futbolcu ile yıllardır aynı formayı giyen Galatasaray kaptanı "Ortak bir dil var" diyor: "İngilizce. Sanırım o sahada derdimizi anlatacak kadar da İngilizce biliyorum". Yorumcular yorumlayadursun.


M. Çulcu ve Kırmızı Kartlar

Hakemler deyince Bülent'e, "ben hayatımda hakemlerle kötü dialoga girmedim, faul olup olmadığını sorarım en fazla" diye açıklar futbolcu-hakem ilişkisini. Kariyerinde gördüğü kırmızı kart sayısı sadece 3'tür. Ne büyük rastlantı ki, 3 kırmızı kartın 2'sini çıkartan Gaziantep maçında Ümit Karan'ın yaka paça indirilişine devam, Ali Sami Yen'de "I Love you" tezahüratına anons, Kadıköy'de yumurta, taş, maytapa "buyrun" diyen Mustafa Çulcu'dur.

İlk seferinde, Antalya'da çift sarı karttan haksız yere atar Bülent'i Mustafa Çulcu. Rize'de son adam diye atıldığı pozisyon hala hatıralardadır. 3. kırmızı kartı ise, Kadıköy'de geçen sezon inanılmaz performansı sebebi ile Kaptan'ın alkışını hak eden Ali Aydın'dandır. Bunların hiçbiri rastlantı değildir ona göre. Geçen sezon umut veren hakem olarak nitelendirdiği Kuddusi Müftüoğlu'nu sorduğumuzda "Sadece Beşiktaş maçında vermediği penaltı değil, Elazığ deplasmanında da berbat bir yönetim gösterdi" der ve ekler: "Futbolun içinden gelen, futbol bilgisi olan insanların hakemlik yapması lazım, illa da futbol oynamış olmaları gerekmiyor ama futbol kültürleri zayıf olmasın".

Beşiktaş ve Gaziantep maçında yaşanan hakem faciaları, onu sezon başından beri "hakem de insan, hata yapar" fikrinden çok ötelere götürmüş. Ümit Karan'ın Antep'deki pozisyonunda "birbirlerini çektiler" diyen hakemde "ben art niyet ararım" deyince de kimse "haksızsın demez, diyemez" Kaptan'a...


"Biz Elendik, Ama..."

Beş-altı yıldır gazetelerin spor sayfalarını okumaz, televizyonda spor programlarını seyretmez. Naklen yayınlanan maçları hiç kaçırmaz ama. Türk futboluna emek vermiş insanların acımasızca eleştiren yorumcuları anlamaz, anlamak da istemez. Roma Olimpiyat Stadı'ndaki olaylarda tüm suçun Romalı oyuncular ve teknik ekibinin olmasına rağmen, İtalyan medyasının ertesi gün Roma'ya destek verdiğini hatırlatır ve sorar "Bizi, bizim medyamız eleştirdi, aynı şeyi Ali Sami Yen'de biz yapsak eminim bizi istenmeyen adam ilan edeceklerdi."

Geçen sezon Şampiyonlar Ligi'ne 2. turda veda edilen Barcelona maçı sonrasında kameralar karşısına geçer, az ve öz konuşur. "Galatasaray elendiğinde -Galatasaraylılar hariç- çok kişi sevindi Türkiye'de. Onlar bu kadar sevinmesinler, üzülsünler. Biz elendik ama Lig Şampiyonluğu'nu kazandık". Bu kez fala inanmamıştır Kaptan. "Ben her zaman bu kadar iddialı ve kesin konuşmam ama o gün bunları söylerken inanmıştım" der bugün. İnancın zaferi, göğsünde parlayan 3. yıldızdır.

Türk futboluna hizmet eden herkese ve tüm taraftarlara bir de mesajı var konuda: "Bu ülkede Avrupa Kupaları'nda mücadele eden tüm takımlar bilmelidir ki, bulundukları yere onları getiren Galatasaray'dır, sadece Galatasaray. Bunu kimse unutmamalı ve artık içimizde kavga etmek yerine mücadelemizi yurtdışındaki rakiplerimize karşı verelim."


"İngiltere'deki Sistemi Getirsinler"

Leeds'de Ellen Road'dan çıkan Galatasaray'ın Kaptanı'nın Kadıköy'de yaşananlar için de söyleyecekleri var. "Ben 500 bin kişinin önünde de oynasam etkilenmem. Küfür edilmesi önemli değil. Ben diyorum ki herkes şapkasını önüne koysun ve gerçekleri görsün. İngiltere'deki sistemi alıp getirsinler buraya, bütün kurallarıyla. Değişmez diyorlar, bal gibi değişir, komple değişir. Ancak Hasan'ın kafasına yumurta atanların, Eser Hoca'nın başını yaranların işine gelmez bu. Ben inanıyorum ki, bu manzara Ali Sami Yen'de yaşansaydı, bizim alacağımız ceza çok daha farklı olurdu."



Bir de merak edilen Dünya Kupası sonrasına net bir yanıt: "Bizler robot değiliz, arabanızı bile belli zamanlarda bakıma götürürsünüz. Bu ülkede ilk kez futbolcular 52 günlük bir kamp yaptı. Kupayı kazanma hırsı, maçların stresi, ligi bitirip kampta bulmuştuk kendimizi. Dünya arenasına çıkmak kolay değil, döndük bir hafta izinde jet-lagı zor attık üzerimizden. Benim gibi arka adalesinden yıllarca sorun yaşamayan futbolcu bile, sezon başında hazırlık kampında adalesinden sakatlandı. Gerisini siz düşünün."

Yıllarca aynı formayı beraberce sırtına geçirdiği kardeşi Mert Korkmaz ya da onun seslendiği şekilde "Gomez" ile gurur duyuyor Kaptan Bülent. "Gittiği her takımda başarılı oldu. Gaziantep'de de mükemmeldi. Memleketimiz Malatya'da da harika oynuyor, takım olarak çok iyi durumdalar".


"Şampiyon olacağız"

Hayatının imzasını 15 Haziran 1990'da atmış Kaptan. Kızları, 10 yaşındaki Selen ve 5 yaşındaki Ezgi, Ali Sami Yen'in müdavimleri. Kaptan'ın giyim zevkinin altında ise eşi Banu Hanım'ın gustosu yatıyor. "Çok dostum, arkadaşım yoktur", bütün boş vakitlerini evde ailesiyle beraber paylaşmayı tercih eder. Bir de, sıkı Ferrari taraftarıdır. Elbet sarı-kırmızının payı vardır bu tutkuda. Çok fazla araba değiştirmemiştir. İlk arabası Renault 11'dir: "Sonra bir Honda CVX aldım, BMW'den sonra da son olarak Mercedes. Benim için arabada önce güvenlik gelir".

Bıyıklarını 10 yıl önce eşinin önerisi ile kesmiş, bir daha da bırakmamış. Antalya'daki tatilde kesilen bıyıklar, Kaptan Bülent'e bir umut olmuş: "Artık kolay tanınmam, rahat bir tatil olur dedik ama otelin animatörü sağolsun mikrofondan seslendi: Bülent Bey bıyıklarını kesmişsiniz ama yine de tanıdık sizi!.."

Geçen sezon ikinci yarının ilk maçı öncesinde taraftara "şampiyonluk için geri saymaya başlayın" diyen Bülent Korkmaz, bu sezon için de farklı konuşmuyor: "2. yarıda fikstür avantajımız var, 10 maçımızı sahamızda oynayacağız, kötü oynadığımız maçlar da oldu. Bazı hedeflerimizi de yitirdik ama taraftarımız unutmasın, Galatasaray'ın, Galatasaray'lının hedefleri bitmez., bu sezon sonunda şampiyonluk yine bizim olacak. Ali Sami Yen'de tek bir boş koltuk görmeyelim. Bizi sonuna kadar destekleyen taraftarlarımızı yine mutlu edeceğiz."

Büyük Kaptan "sezon sonunda şampiyon olacağız" diyor. 8 Lig şampiyonluğu, 5 Türkiye Kupası, 5 Cumhurbaşkanlığı Kupası, 2 Başbakanlık Kupası, 6 TSYD Kupası, 1 UEFA Kupası, 1 Süper Kupa ve Dünya Kupası 3.lüğü.

eXacT
02-07-2007, 01:22 AM
Büyük Kaptan

--------------------------------------------------------------------------------

O doğuştan Cengaver.. O Doğuştan Cesur..
Gerçekten adı ile doğmuş, adı ile özdeşleşmiş.
Adını futbolunun karakteri yapmış..
Taraflı tarafsız milyonlarca futbolsever O'nun CESUR futbolu karşısında O'na "Cesur", "Cengaver" adını, birer "Nişane" olarak takmışlar..
Kafası yarılsa da, kolu çıksa da, kaşı patlasa da, yüzünden kanlar aksa da O savaşına devam ederek, "cesaretin" sembolü olmuş..
Evet o doğuştan "Cesur" doğmuş..
Baba Osman Korkmaz ve Anne Nevin Korkmaz ikinci erkek evlatlarının adını "Cesur" olarak koymuşlar..
Evet Bülent Korkmaz olarak bildiğimiz Bülent'in gerçek adının "Cesur" olduğunu, doğuştan ona "Cesur" adının verildiğini ve bunun nüfus kağıdı alırken nüfus memuru tarafından "Bülent" olarak yazılarak değiştirildiğini eminiz çoğunuz bilmiyordunuz.
..Evet o "Cesur" doğdu.. Adını yazarken nüfus memuru değiştirdi ama futbol karakteri ile milyonlar adını O'na geri verdi hem de adının doğuştan cesur olduğunu bilmeden..
Sonra bir erkek kardeşi daha doğdu. Baba Osman Korkmaz ve anne Nevin Korkmaz ona da MERT adını verdiler. Ama bu defa Mert'in adını kütüğüne kaydettirdiler..
Onlar doğuştan CESUR ve MERT kardeşlerdi...
Yıllar geçti futbol karakterleri isimleri ile özdeşleşti..
Cesur, Cengaver ve Büyük kaptan Türk futbolunun simge ismi oldu. Gururu oldu..

İŞTE BÜLENT İN ÖZGEÇMİŞİ(Kaptan'ın Ağzından)
24 Kasım 1968 tarihinde İstanbul'da doğdum.
Aslen Malatya Doğanyol Gevheruşağı köyündeniz..
Üç erkek kardeşiz. Abim Recep Korkmaz, kardeşim Mert Korkmaz.. Mert memleketimizin takımı Malatyaspor'un oyuncusu.. Gerçekten başarılı ve çok iyi bir futbolcu..
Annem Nevin Korkmaz, babam Osman Korkmaz doğduğumda adımı CESUR olarak koymuşlar ancak nüfusa yazılırken Bülent olarak değiştirmiş memur.. Çocukluğum Fatih Edirnekapı'da geçti. İlkokulu bugünkü Vefa Stadı'nın arkasında bulunan Hattat Rakım İlkokulunu bitirdim. İlkokul sıralarında okul bahçesinde ve semtimizdeki arsalarda top oynuyorduk..
Edirnekapı'dan Florya'ya taşındık.
Evimiz Galatasaray'ın bugünkü tesislerinin karşısındaydı. ancak o zaman böylesine modern değildi.
Hayatımın her dakikasında "Çocukluğumun aşkı" Galatasaray takımı tam karşımdaydı.
"Galatasaray formasını bir gün giyeceğim" diyordum. Ama daha 11 yaşında giyeceğimi rüyamda görsem inanamazdım.
Bir gün yine her zamanki gibi evimizin önündeki arsada top oynarken, Galatasaray altyapısından Allah rahmet eylesin Salih Bulgurlu ve Ahmet Keskinkılıç hocalarımız beni izlemişler beğenmişler, bana "Gel seni Galatasaray'a alalım, gelir misin" dediler..
İşte o an Galatasaray maceram başladı
O gece sabaha kadar uyuyamadım..
11-12 yaşımda renklerine gönül verdiğim takımın futbolcusu olacaktım.
Ertesi günü iple çektim. Tuttuğum takımın, her gün uzaktan baktığım Galatasaray kulübünün içindeydim artık.
Altyapıda oynarken Şenlikköy orta okulunu bitirdim.
Ahmet Keskinkılıç hocamızla beraber Yıldızlar İstanbul şampiyonu olduk. 14-16 yaş seçildim 14-16 da oynarken Bülent Ünder hocamız, beni genç takıma davet etti. "Artık genç takımla idmanlara çıkacaksın" dedi. Oynadığım her kategoride aynı hırs ve heyecanımla basamakları teker teker çıkmaya başlamıştım. Genç takımla antrenmanlara çıkmaya başladım. Gençler Türkiye şampiyonluğunu yaşadım. Bülent Ünder Hoca'mdan çok şey öğrendim. Sonra U21 Türkiye şampiyonu olduk. O sırada ben hem genç takım, u21 yani PAF takım, amatör ligde, 3.ligde her takımda oynuyordum devamlı maç yapıyordum haftanın üç günü değişik kategorilerde Galatasaray forması altında oynuyordum.
Bülent Ünder hocamla genç takımlar Türkiye şampiyonu olunca, Bülent Ünder Hocam beni, ihsan, Hüseyin ve Tugay'ı A takıma teklif etti. Bu mutlulukların en büyüğüydü. Basamakların en üstüydü. Derwall ve Mustafa Denizli hocalarımız döneminde A takımla idmanlara çıkmaya başladık. İnanılmaz bir duyguydu A takım idmanlarına çıkmak.. Mustafa Denizli Hocam bana güvenerek, lig maçlarından ziyade Avrupa kupalarında görevler verdi. Sanıyorum verilen görevleri en iyi şekilde yerine getirmek için verdiğim mücadele takdir gördü ki A takım formasını daha sık giymeye başladım..
BİR MUTLULUK DAHA.. TRANSFER DEĞİL EVLİLİK KONTRATI
A takımın çiçeği burnunda futbolcusuyken bir aile ortamında eşim Banu ile tanıştım. Yıldırım aşkı bu olsa gerekti.. Bir yanda futbol aşkı ve bir yanda ömür boyu sürecek bir evliliğin kıvılcımlarının atıldığı bir aşk. Profesyonel olarak mukavele imzaladıktan 2 sene sonra kadar 22 yaşında evlendim.. Galatasaray'ıma olan 34 yıllık eşime olan 13 yıllık (11 yılı evlilik) aşk devam ediyor. 9 Yaşında Selen Korkmaz, 4 yaşında Ezgi Korkmaz adında iki kızım var. İnşallah Haziran'ın 15 inde 11. evlilik yıl dönümümüzü kutlayacağız..
A takım.. Evlilik ve bu arada ihmal ettiğim tahsil yaşantımı devam ettirmek istiyordum. Pertevniyal Lisesi gece bölümüne devam ettim. 2. sınıfa geçtim ancak idmanlar, maçlar, deplasmanlar zor olduğundan liseyi dışardan bitirmek zorunda kaldım ve Bakırköy Lisesinden diplomamı aldım.
Çok büyük futbolcularla, çok büyük teknik adamlarla, çok büyük başarılar, heyecanlar yaşadım. Galatasaray benim yaşam sebebimdi.. Hala da öyle..
Bugün düşündüğümde Edirnekapı'dan Florya'ya taşınmamızın benim Galatasaray maceramın başlaması noktasında tam bir "Kader" olduğunu, bunun Allah'ın bir lütfu olduğunu düşünüyorum.
12 yaşında kapısından girdiğim, formasını giydiğim Galatasaray'da 22 yılımı 34 yaşımı geride bıraktım..
Yani yolun yarısı.. Türkiye'de hiç bir futbolcuya nasip olmayan büyük sevinçleri başarıları yaşadım.. Yurt içinden ve dışından bir çok transfer teklifi almama rağmen asla ve asla Galatasaray'dan ayrılmayı düşünmedim.
Sonuçta 21 yıllık bir serüvende Türkiye'den Dünyaya açılan UEFA Kupası Şampiyonu Dünya Devi Galatasaray'a uzanan bir süreç.. Kapısından içeri girdiğimde Avrupa'da adı pek bilinmeyen ama şimdi futbolcuları Avrupa'nın en büyük kulüpleri tarafından paylaşılamayan bir Galatasaray..
Avrupa ve Dünya futbolunda Marka olmuş bir takım..
Ve böylesine büyük bir kulübün kaptanı olmak gururların en büyüğü olsa gerek..
Dünya markası olmamızda elbette yönetimlerin, teknik heyetlerin, kulüp içindeki bütün görevlilerin ve bizlerin payı var, ancak Galatasaray'ı Galatasaray yapan en büyük faktörlerden bir tanesi muhteşem taraftarımız.. Ali Sami Yen'i cehenneme çeviren Avrupa takımlarının yüreğine "Ali Sami Yen Hell" ateşini düşüren, en büyük desteğimiz, sevinçleri ve üzüntüleri birlikte yaşadığımız o büyük taraftarımız alkışların en büyüğünü hak ediyor..
İnşallah Galatasaray'ımızın tek hedefi kaldı o da şampiyonlar ligi şampiyonluğu bu zafer de "Belki yarın, belki yarından da yakın"..

eXacT
02-07-2007, 01:22 AM
http://img151.exs.cx/img151/9559/19980000_025002_small.jpg


http://img151.exs.cx/img151/110/19980916_025001.jpg


http://img151.exs.cx/img151/9484/19980916_025002.jpg


http://img151.exs.cx/img151/7969/20000500-025001.jpg

eXacT
02-07-2007, 01:23 AM
Neuchatel efsanesi bir topyekün isyanının hikayesidir

Galatasaray’ın Şampiyon Kulüpler Kupası’nda İsviçre ekibi önündeki 5-0’lık zaferi masa başında katledilmek istenince, Türkiye tek yürek, tek bilek oldu... Müthiş bir başkaldırı sonucu Cim-Bom’un hakkı söke söke alınırken, UEFA Başkanı Georges da korkudan koltuğunu bırakmıştı

Aslan’ın Neuchatel Efsanesi bir ulusun ayağa kalkışının, topyekün isyanının hikayesidir...

Beş N, bir K; sadece bir televizyon programının adı değil, haberciliğin klasik şifresidir. Haber, bu şablona göre yazılır.

KİM: Galatasaray

NE: UEFA Kupası

NEREDE: Kopenhag'da

NİÇİN: Şampiyon olmak için

NASIL: Arsenal'i penaltılarla yenerek

***

Haber başka, yazı başka... Yazı, 3 aşamaya göre yazılır:

Giriş... Gelişme... Sonuç...

G.Saray da tarih yazarken, bu kurala uydu. Ama 3 ayrı kişi yazdı...

GİRİŞ: Jupp Derwall

GELİŞME: Mustafa Denizli

SONUÇ: Fatih Terim

***

Sarı-Kırmızılılar’ın tarihsel gelişimi de, 3 aşamalıdır:

Osmanlı G.Saray'ı...

Cumhuriyet G.Saray'ı...

Avrupa G.Saray'ı...

Derwall; klasik G.Saray'ı, modern G.Saray yapan sürecin mimarıdır. Avrupalı olmak, Derwall'le başlamıştır.

Bir mihenk taşıydı...

Bir devrimdi...

Bir dönüm noktasıydı...

Bir milattı...

Mantık, mentalite,yenilenme, arınma, farklı bakış açısı ve algılama açısından; yalnız G.Saray'a değil, Türk futboluna da vizyon, hatta misyon kazandıran adamdır.

Derwall Türkiye'ye ilk geldiği zaman; (Gözümüz o güne kadar daha iyisini görmediği için) Florya tesislerini modern sanırdık . G.Saray'a övgüler düzerdik.

Bizim iftihar ettiğimiz tesisleri; Derwall ilk geldiğinde bakın nasıl değerlendiriyordu:

(Kendi yazdığı Türkiye Anıları kitabından)

'Florya tesisleri, beğeniden tamamen yoksun bir kulüp binasıydı. Rahat ve hoş ortamın izi bile yoktu.

Kum ve balçıktan yapılma iki toprak antrenman sahası vardı. Bu haliyle, ancak askeri manevralar için kullanılabilirdi. Yetişkin profesyonel futbolcular için, kesinlikle işe yaramazdı.

Ben geldiğimde, 13 yıldır şampiyon olamamışlardı. Bunun nedeni, kolaylıkla anlaşılıyordu. Moralim sıfıra düşmüştü.

Zahmet edip, keşke buraya gelmeseydim diye düşündüm.'

***

Alman hocayı böylesine dehşete düşüren tesis; kısa sürede DERWALL ve DERHAL kavramlarıyla özdeşleşti.

İlk hedefi, tesisleri adam etmekti.

Yönetime ve Başkan Ali Uras'a baskı uyguladı. Bu konudaki inadı ve katkıları inanılmazdı.

Tesisleri adam eden adamdır.

O, bir ufuk çizgisi gibi derindi. Birikimine yaklaşılmak istendikçe, derinleşiyordu. Ara hiç kapanmayacak gibiydi.

Derwall'li devrim günleri, G.Saray'daki yapılanmayı modernize ederken; Galata Saray'ı Efendileri için, bir de şehzade yetiştiriyordu: MUSTAFA DENİZLİ.

Aydınlanan kafalar, şarj edilen beyinler, cesaretle beslenen yürekler; sonunda kendi içinden devrimci yaratmaya başladı.

Mustafa Denizli; Derwall'in Türk futboluna armağanıdır.

***

Alman hoca, iyi bir teknik adam olmanın ötesinde, iyi bir insandı.

Bir Samsun deplasmanında, gazeteci arkadaşlarla Turban Oteli lobisinde otururken; önümüzden geçti. Bir ara göz göze geldik, selamlaştık. Birden bana doğru yöneldi ve 'Yüzünüz çok soluk, hasta mısınız?' dedi.

Bir şeyim yoktu, turp gibiydim. Ama kış aylarında rengim biraz solar. Olağan bir durumdu... Ancak Derwall 'Hasta mısınız?' diye sorunca, 'Yoo bir şeyim yok' demenin, onun hassasiyetiyle çelişeceğini düşündüm. Lüzumsuz bir soru sormuş adam durumuna düşürmemek için, 'Biraz midem rahatsız' dedim.

Bir anda telaşlandı. Merakla 'Geçmiş olsun ne oldu?' diye sorarken; yanındaki masör Mehmet Akpençe'ye 'Tut, yukarı odaya ***ürelim' dedi.

İtiraz, mitiraz kar etmedi. Beni, futbolcular için oluşturulan sağlık odasına ***ürdüler. Baktılar, incelediler; 'Bir iğne yapalım, bir şeyin kalmaz' dediler.

Yahu ben iğneden korkarım. Üstelik bir şeyim yok. Ama söyleyemiyorum.

Beni yüzüstü yatırıp, kalçamdan iğnelediler.

Ugghh!

***

Burada önemli olan; Derwall'in, bir insanın sağlığına verdiği önem ve gösterdiği hassasiyettir. Sevgi ve şefkatle yaklaşımı müthişti...

Mükemmel bir insandı.

Unutamadığım bir anım daha var... G.Saray'ın Zonguldak deplasmanı için, yakın mesafedeki Karadeniz Ereğli'sinde kalıyorduk. Takım da oradaydı.

G.Saraylı futbolcular, hocalarıyla birlikte akşam yemeği yiyor; biz de Ömer Güvenç'le ayrı bir masada kahve içiyor, sohbet ediyorduk. Bir ara, yardımcısı Ahmet Akcan yanımıza geldi ve 'Derwall sohbetinize katılmak istiyor, masanıza kabul eder misiniz?' diye sordu.

Şok olmuştuk.

Masamıza kabul edilmek ne demek, başımızın üstünde yeri olur. Bu nasıl soru?

Teknik direktörlükteki bir dünya devinin; bu denli kaprissiz, alçakgönüllü ve alışılmamış içtenliği, bizi şaşırtmıştı.

Elbette bundan onur duyacağımızı söyledik. Geldi ve gecenin geç vakitlerine kadar, keyifle sohbet ettik.

Daha sonra, Türkiye'den ayrılacağına yakın bir dönemdeki hüzün dolu yazımı; soyunma odasında yüksek sesle okutacaktı.

***

Ayrılışı, 1988'deki şampiyonluğun hemen ertesi günü oldu.

Ama ne yazık ki, vedası onun için tam bir hayal kırıklığıydı.

Neler olduğunu, yine onun kitabından ve kendi satırlarıyla öğrenelim:

'Artık eve dönme vakti geldi. Sözleşme yenilemedik. Şampiyon olduğumuz son maç, veda maçımdı. Ertesi günü, ülkeme kesin dönüş yapacaktım.

Bu yüzden, son maçın benim için ayrı bir önemi vardı. Ama kimse bu durumla ilgilenmemişti. Kimse veda konuşması yapmadı. Kimse bir demet çiçek vermedi. Taraftarlara veda etmemi sağlayacak, kısa bir konuşma yapmak fırsatını akıllarına getirmediler.

Ülkeme dönerken de, eşimle birlikte yalnızdık. Kimse 'Güle güle bay Derwall' demedi.

Düş kırıklığına uğramıştım.

İçimi kaplayan unutulmuşluk ve yalnızlık duygusuydu.

Çökmüştüm ve içim bomboş gibiydi.

Eşime döndüm, ağlamaklı gözlerle 'Böyle mi olmalıydı?' dedim.

***

G.Saray Yönetimi, onu gönderirken gereken özeni göstermemişti ama, taraftar 2 yıl sonraki Monaco maçında olağanüstüydü.

Köln'deki maçın devre arasında sahaya inen Derwall; yeri-göğü inleten bir tezahüratla karşılaştı. İnanın stadda yer yerinden oynadı.

Türk halkı; kendisine hizmet eden bir Alman'ı, öylesine büyük bir coşkuyla bağrına basıyordu ki; yazmakla anlatılmaz.

Ben bile kendimden geçmişim... 65 bin kişiyle birlikte ve trans halinde, 'Derwall... Derwall' diye yırtınırcasına bağırırken; o heyecanla demir parmaklıklara tırmanmışım... Stadda görevli Almanlar; Derwall'e gösterilen sevgiden şok olmuştu.

Tezahürat değil, ritüel gibi bir şeydi...

Derwall bile, o muhteşem an için 'Sevgi seli yüzünden, neredeyse bayılacaktım' diyordu.

***

Tarih Derwall'i, 'Türk futbolunun kaderini değiştiren adam' olarak anacak. Anıyor...

Mustafa Denizli de, onun bir şehzadesi olarak; çizdiği yolda ve gösterdiği hedefte yürüdü.

Devrim, onunla sürdü. Gelişti...

Denizli; Derwall'den aldığı emaneti, 2 yıl içinde zirveye taşıdı. G.Saray'a Şampiyon Kulüpler Kupası'nda yarı final oynattı.

O da 'Alışmadığımız şeyleri alışmamıza yönlendiren' adamdır.

Hayal olan şeyleri, hedef yaptı. Sahadan önce, kafada kazanılması gerektiğini öğreten kişidir.

***

Mustafa Denizli denilince, Neuchatel Efsanesi'ni hatırlamamak mümkün mü?

Bu maç, aynı hedef doğrultusunda ulusça kenetlendiğimizde; yapabileceklerimizin sınırını göstermesi açısından, müthiş bir örnektir... Şimdiye kadar, hakkında en az 10 kitap yazılması gerekirdi. Ama sadece gazete sayfalarında mahsur kaldı.

Oysa, başlı başına bir maceradır.

Bir ulusun nasıl ayağa kalkışının, topyekün isyanının epik dokulu hikayesidir.

Efsanesidir...

Filmi bile yapılması gerekir!.

Sahadaki 5-0'ın masada katledilmesine izin vermemiştik.

Başta F.Bahçeli Ali Şen dahil olmak üzere; Türkiye'den ayrılmış Derwall'inden, Necdet Çobanlı'sına kadar... Herkes ve her kesim; inanılmaz bir destek verdi.

Türkiye'nin tek yürek, tek bilek olduğu günlerdi...

Uluslararası spor hukukun bir numaralı avukatı Rainer Rauball'i, bu dava için tutmuş; UEFA'yı dört koldan çevrelemiştik.

***

Çuval çuval fakslarla, mektuplarla ve susmak bilmeyen telefonlarla Avrupa Futbol Birliği'ni sersem etmiştik.

O kadar ki; UEFA Başkanı Jacques Georges, bu tepkilerden ürküp başkanlığı terketmek zorunda kaldı.

Adam nasıl kaçacağını bilemedi.

Hakkımızı söke söke almıştık.

Türkiye bu...

G.Saray bu...

Yanlışı, Tahkim Kurulu'ndan döndürmüştük.

Karar açıklandığında; bütün Türkiye birbirine sarılıyor, ağlıyor, bayram yapıyordu.

Ne günlerdi...

Allahım, ne günlerdi.

eXacT
02-07-2007, 01:23 AM
G A L A T A S A R A Y.....

ONUN... Oluşumununu ve Parçalarını ele alalım...

Önce RENKLERİ...

KIRMIZI...Sevdanın ...Aşkın ..Tutkunun ...

KIRMIZI ...Duyguların ATEŞİNİ en güzel anlatan ,

en anlamlı Rengi...

SARI... Hasretin , Ayrılığın , Ulaşamamının İfadesi..

SARI... ONA olan HASRETİ ,

KIRMIZI... ONA olan AŞKI anlatır..

İkisi yanyana olmalarına rağmen ASLA birbirine

kavuşamazlar..

Bu nedenle SONSUZA dek sürecek bir

SEVDANIN ...

ALEVİN ve GÜNEŞİN renklerini oluştururlar..

Başka Renklerde bulunmayan bir DERİNLİĞİ ,

bir HAREKETİ , SICAKLIĞI ve ASALETİ temsil ederler..

Sonra Sembolü...

ASLAN .. Hayvanların ve Ormanların KRALI ..

O inanılmaz YELE - TACI...

O Pençeler - GÜCÜ...

O Herkesin kanını donduran KÜKREMESİ ...ise

Ona gösterilmesi gereken SAYGIYI hatırlatır

Herşeyi DOĞAÜSTÜ bir Ayrıcalığın Belgesidir ..

Her daim İnsanların en çok sevdiğidir , gerek Görüntüsü ,

gerek Gücü gerekse ASALETİYLE bu KRALLIĞI

fazlasıyla haketmiştir...

Doğanın en İhtişamlı en Görkemli varlığıdır ve

Ömrüboyunca Tahtından..emin tek CANLI ..

O'dur...

Ve Kurucular..

Ali Sami Bey önderliğinde

bir Avuç LİSE öğrencisi biraya gelir ,

bir KLÜP kurmak isterler SPOR yapmak için ,

bu KLÜBE okudukları O çok köklü İRFAN ve İLİM

yurdunda çeşitli İsimler düşünürler ama

ADLARINI oynadıkları bir maçı seyreden TÜRK HALKI verir.

Hepsi aynı LİSE'den gelen 11 Gence

Bilgisi, Görgüsü ve çok önemli Gelenekleri olan

5 ASIRLIK ÇINARIN adını verirler...ve bu ONA çok yakışır..

Bu kadar SAF bu kadar TEMİZ ; bütün bu Unsurlar

ve Parçalar birleşir ,

doğal olarak ortaya inanılmaz güzellikte bir KURUM ..

DEV bir CAMİA çıkar...

Adı...

G A L A T A S A R A Y ' dır....

Sonra bu KLÜP serpilip büyür ,

tüm Engelleri , Yasakları aşar...yılmadan, usanmadan..

İki direk arasındaki azınlık , ÇIĞ gibi artar ,

SEL olup akar , TÜRKİYE'nin TEK Sevgilisi ,

Hayatın vazgeçilmezi olur...

CİMBOMBOM ...Sesi ,

anlatılmaz güzellikteki TRİBÜNLERİN

ve KALPLERİN ortak ritmi olur ,

bu da yetmez ...

Tüm Yurtta ... Avrupa'da ve Dünyada ,

kazandığı Başarılarla ,

hiçbir Zaman ondan vazgeçmeyen TARAFTARIYLA

TARİH üzerine TARİH yazar..

Milyonların SEVGİLİSİ ...

AVRUPA'nın TEK EFENDİSİ...olana dek...

Şimdi yeni bir SAYFA açıp TARİHİ baştan yazıyor..

Artık bilinen bir GERÇEKTİR ..

Öyle bir TARAFTARI vardır ki

Hiç bir SARAY...

G A L A T A S A R A Y.. kadar MUHTEŞEM olamaz.

Hiç bir SARAY

Tarihe ALTIN HARFLERLE bu kadar sık yazılamaz...

eXacT
02-07-2007, 01:24 AM
*** EY GALATASARAYLI UNUTMA UNUTTURMA ***



BIR LIG SAMPIYONLUGU ILE EFSANE(?) OLANLARI VE ONLARI YARATAN FENER BANDOLUGU YAPAN DOGAN VE SABAH GRUPLARINI UNUTMA UNUTTURMA...

TÜM BASININ FENERLI OLDUKLARINI VE OLAYLARI BU NOKTALARA GETIREBILDIKLERINI UNUTMA UNUTTURMA...

GELMIS GECMIS EN IYI TÜRK FUTBOL TAKIMDAN 3-4 OYUNCU GIDIYOR DIYE "RÜYA TAKIM" BITTI DIYEREK TARIHI INKAR EDENLERI UNUTMA UNUTTURMA...

"EFSANE YENIDEN" "GALATASARAY DEVRI SONA ERDI" DIYE SÜRMANSET YAPAN AKSAM GAZETESINI UNUTMA UNUTTURMA...

KIRLILIGI VE PISLIGI MESLEK HALINE GETIRMIS KISI VE KURUMLARIN SANA VE CAMIANA NASIL CAMUR ATTIKLARINI UNUTMA UNUTTURMA...

EFSANELERIN MÜNFERIT SAMPIYONLUKLARLA DEGIL, SISTEMLE, UZUN SÜRELI CALISMALARLA, DEVAMLILIKLA, DÜNYACA TANINMAKLA, AVRUPAI DÜSÜNCE YAPISIYLA OLUSTUGUNU UNUTMA UNUTTURMA...

SISTEMSIZLIGI SISTEM HALINE GETIRENLERIN DEGIL 5, 15 YILDA BIR TAKIM YÖNETSE BASARIDA DEVAMLILIK SAGLAYAMAYACAGINI UNUTMA UNUTTURMA...

GALATASARAY'IN BIR SEVDA OLDUGUNU BASARILARINDA BUNUN SADECE BIR CESNISI OLDUGUNU UNUTMA UNUTTURMA...

BU ÜLKE CITAYI YÜKSELTENIN BIZ OLDUGUMUZU VE DAHADA YÜKSELTENIN YINE BIZ OLACAGIMIZI UNUTMA UNUTTURMA...

MEDYA VE DIGER GÜC ODAKLARININ SADECE GALATASARAY BASARILI IKEN YANIMIZDA OLDUGUNU VE KÖTÜ GÜNDE ISE SENI ASAGI CEKMEYE CALISAN GEMIYI ILK TERK EDEN KÜCÜK FARELER OLDUGUNU UNUTMA UNUTTURMA...

GALATASARAY'DA BASARININ KISILERE BAGLI OLMADIGINI, KISILERIN GALATASARAY'LA BIR YERLERE GELDIKLERINI VE GELECEKLERINI UNUTMA UNUTTURMA...

BU CAMIANIN KIYMETINI BILMEYENLERI VE ISTIKBALLERINI BASKA YERDE ARAYANLARI UNUTMA UNUTTURMA...

KULÜP ICINDEKI TAKIMLARDA SONUCLAR NE VE KISLER KIM OLURLARSA OLSUNLAR, ÜZERINDE GALATASARAY FORMASI VARSA, ILK VE DEGISMEYECEK GÖREVININ ONLARA KAYITSIZ SARTSIZ DESTEK OLMAK OLDUGUNU UNUTMA UNUTTURMA...

HERSEYDEN ÖNCEDE GALATASARAY LI OLDUGUNU BUNUN BIR AYRICALIK OLDUGUNU UNUTMA UNTTURMA...

*** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** ***

UNUTMAYACAGIZ; futbolcularimiza atilan tekmeleri, ofsaytlari, verilmeyen golleri, hakemlerin yanli kararlarini...

UNUTMAYACAGIZ; para ugruna sirf kendisiyle anlasilmadigi gerekcesiyle Faruk Süren ve dolayisiyla GALATASARAY imiza düsman olan dogan medya gurubunu ve onlarin yardakcilarini unutmayacagiz...
ve bu ugurda Milliyet gazetesinin basina mehmet yilmazi getirip gazeteyi bize karsi silah olarak kullananlari unutmayacagiz...

UNUTMAYACAGIZ; GALATASARAY imizin avrupa maclari yerine denizlinin lorantin fb'nin idmanlarina verilen önemi...

UNUTMAYACAGIZ; bize karsi her türlü pisligi yapip, camur atan, yalan heberler yazan, kulübü karistirmaya calisan ve fb nin sampiyonlugunda fb nin futbolcularindan cok pay sahibi olan "SEREFSIZ BASINI"

UNUTMAYACAGIZ; olmadik zamanda sirf takimin huzurunu konsantrasyonunu bozup klübü kendi icinde karistirmak icin cikan transfer haberlerini... Futbolcularin hergün baska takima gönderilmesi haberlerini...

UNUTMAYACAGIZ; fb li spor müdürlerinin gazete ve tvlerde takimlari ugruna ilkeleri hice sayip yanli yayin yapmalarini bizleri hice saymalarini...

UNUTMAYACAGIZ; Real Madridi 0-2 den 3-2 yenmeyi basaran GALATASARAY' imizi degil, antebe 20 dakikada dört gol atan sikeci akillari üstün tutan assagilik zihniyetleri...

VE UNUTMAYACAGIM SIZLERI; HERSEYE RAGMEN FUTBOLCULARLA BERABER TÜM BUNLARA KARSI OMUZ OMUZA SAVASAN MUHTESEM GALATASARAY TARAFTARLARINI.............



-CIMBOMSUZ OLMAZ-SAMIYENSIZ OLMAZ-
ULAN İ*** BASIN DÜNYA SANA KALMAZ

LoRd_AyTaC
06-28-2007, 04:56 PM
sağolasın


http://www.imagehack.eu/tr/uploads/cc645c9b67.jpg

F.S.Mehmet1453
07-03-2007, 07:00 PM
güzelmiş..saolun bilgi için..

F.S.Mehmet1453
07-03-2007, 07:06 PM
konu sabitlenmiştir..