Giriş

Tam Sürümü Görüntüle : Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Eserlerindeki Halk Edebiyatı Unsurlarının Tesbiti


saphirarya
05-01-2007, 09:44 PM
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Eserlerindeki Halk Edebiyatı Unsurlarının Tesbiti:


AHMET. HAMDİ TANPINAR’ IN HAYATI ve ESERLERİ
23 Haziran 1901’ de İstanbul’ da doğmuştur. Anadolu’nun çeşitli kasaba ve şehirlerinde, kadılık yapan babası Hüseyin Fikri Efendi’yle birlikte dolaşmıştır. 13 yaşındayken Musul’da bulundukları sırada annesini kaybetmiştir. Bu ölüm ve iki yıl sonra babasının tayin ettiği Antalya, Tanpınar’ın iç dünyasında eserlerine yansıyacak derin izler bırakmıştır.
“Kerkük’e 1914 yılı Temmuzunun başında, Birinci Cihan Harbinden hemen bir iki gün evvel gelmiştik (573)… O sene içinde annem Musul’da tifüsten öldü (577)… Antalya’ya 1916 sonbaharında geldik (567) ”
“Herkesin hayatında keşif yaşanmış, bu yüzden şahsiyetin uyanmasına yarayan onu çabuklaştıran bir devir vardır. Benim hayatımda 1916 Mart’ından birinci teşrine kadar olan devir mühimdir… Bu zamanın mühim bir kısmını annemin birdenbire yol üstünde hastalandığı ve öldüğü Musul’da geçirdik. Onunla beraber evcek hastalanmıştık. (545)”
Tanpınar’ın çocukluk döneminde yaşadığı bu acı tecrübenin yanı sıra ülkenin içinde bulunduğu zor şartlar, onun sanatını şekillendirmiş ve eserlerinde özgün ifadesini bulmuştur.
“1918 Ağustosunda, babam tahsilimi tamamlamak için beni İstanbul’a yolladı. Bu harbin son aylarıydı ve İstanbul hakikaten korkunçtu (547)”
Liseyi Antalya’da bitirdikten sonra üniversite öğrenimi için İstanbul’a gelen Tanpınar, 1919’da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesine girdi.
“Üzerimde en büyük tesiri Yahya Kemal yaptı Edebiyat Fakültesine yazıldığım zaman ilk önce tarihe sonra da felsefeye devam etmek istemiştim. Fakat Yahya Kemal’in edebiyatta hoca olduğunu işitince oraya girdim. Yahya Kemal’in derslerini dinlerini dinledikçe, içindeki karmaşık dünya nizamını buldu. Yavaş yavaş hislerin dünyasında fikirlerin dünyasına girdim (547)”
Edebiyat fakültesinde başta Yahya Kemal olmak üzere, geniş bir edebiyat çevresi edinmiştir. “Dergah’ın çıkması, o zaman ki hayatımın en mühim hadiselerinden biri oldu (548)” diyen Tanpınar’ın ilk şiirleri 1921’de Yahya Kemal ve etrafındaki gençler tarafından çıkarılan dergah dergisinde yayımlanmıştır.1923’te Şeyhi’nin Hüsrev ü Şirin Mesnevisi üzerine hazırladığı bir tezle mezun olmuştur. Aynı yıl Erzurum Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği görevini (1923-1924) Konya Lisesi (1925-1927), Ankara Lisesi (1927), Gazi Terbiye Enstitüsü (1930-1932) ve İstanbul Kadıköy Lisesi (1932) öğretmenlik hayatı sürdürmüştür.
“1932’ye kadar çok cezri bir garpçı idim. 1932’den sonra bir müddet kendim için tefsir ettiğim bir şark’ da yaşadım. Asıl yaşama iklimimizin böylesi bir terkip olacağına inanıyorum. “Beş Şehir ve Huzur” bu terkibin araştırmalarıdır. Yazacağım öbür eserlerinde çekirdeği budur (550).”
Anadolu görevi boyunca Anadolu’ya yani doğuya tanıma imkanı bulmuş ve değişen hayat görüşü, bakış açısı eserlerinde vücut bulmuştur.

1933’de Ahmet Haşim’ in vefatı üzerine boş olan Güzel Sanatlar Akademisi, sanat Tarihi hocalığına getirilmiştir. 1934’de buna estetik ve mitoloji hocalığı eklenmiştir. Aynı zamanda Amerikan Kolejin’ de Türk Edebiyatı dersleri verilmiştir.
“1934’te çıkan kanunla soyadını kendisi seçenlerdendir. Bu bilinçle bir seçimdir. Estetik ve güzellik anlayışını ifşa etmek üzere bu soyadı almıştır. ”
15 Kasım 1939’da Tanzimat Fermanı’nın ilanının yüzüncü yılı dolayısıyla İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde açılan kürsüye yeni Türk Edebiyatı profesörü olarak atanmıştır.
1942’de Maraş milletvekili olarak T.B.M.M’ ne giren Tanpınar milletvekilliğinin 1946’da son bulmasıyla bir süre Milli Eğitim Bakanlığı Müfettişliği ve Genel Sanatlar Akademisi, estetik hocalığı yaptıktan sonra 1949’da tekrar İstanbul Üniversitesi’ndeki kürsüsüne dönmüştür. Çeşitli Avrupa gezileri yapmıştır. Fransa, Belçika, Hollanda, İngiltere, ispanya, İtalya’yı kapsayan altı aylık bir Avrupa gezisi (1953), Filmoloji Kongresi üyesi olarak üç hafta Paris (1955), Münih, 14. Müşterekler Kongresi (1957), bir yıllığına Fransa, İngiltere, İsviçre ve Portekiz (1959).
24 Ocak 1962’de kalp krizinden ölünceye kadar İstanbul Üniversitesi’ndeki görevini sürdürmüştür.
Yayım sırasına göre eserler: Tevfik Fikret Antolojisi (1937), Namık Kemal Antolojisi (1942), Abdullah Efendi’nin Rüyaları (1942), Beş Şehir (1945), 19. Asır Türk Edebiyat Tarihi (1949), Huzur (1949), Yaz Yağmuru (1956), Şiirler (1961), Saatleri Ayarlama Enstitüsü (1961), Yahya Kemal (1962), Sahnenin Dışındakiler (1973), Mahur Beste (1975) Aydaki Kadın (1987), İki Ateş Arasında (1999)

AHMET HAMDİ TANPINAR’IN
HALK EDEBİYATINA DAİR GÖRÜŞLERİ
Toplumun parçası olan fertlerin hayat görüşlerinin şekillenmesinde içtimai hayatın şartları kadar kişisel hayat macerasındaki değişikliklerde etkiler.
“1932’ye kadar çok cezri bir garpçı idim. 1932’den sonra bir müddet kendim için tefsir ettiğim bir şartta yaşadım. Asıl yaşama iklimimizin böylesi bir terkip olacağına inanıyorum. “Beş şehir ve Huzur” bu terkibin araştırmalarıdır. Yazacağım öbür eserlerin terkibi budur.”
Bilindiği üzere Tanpınar 1923’den 1932’ye kadar görevi nedeniyle Anadolu’nun çeşitli illerinde bulunmuştur. Bu sayede Anadolu’ya ve Anadolu insanının düşünüş, yaşayış kısaca hayata tavrını, duruşunu yakından görmüştür. Kendisinin de belirttiği üzere yazarın değişen fikirleri tabi ki eserlerinde de yer alacaktır.
Tanpınar, edebiyat araştırıcılarının tasnifinde Cumhuriyet Dönemi yazarları içinde yer alır. Bu dönem Cumhuriyetin ilanı ile yeni bir devlet anlayışının getirilmesi, yapılan yeniliklerin geniş kitlelere kabul ettirilmesi gibi fikirleri barındırırken, halka yöneliş daha çok Milli Edebiyat Döneminde belirginleşmiş, ön plana çıkmıştır. Batıya yönelen zihniyet zirve noktasına geldiğinde tıpkı klasik edebiyatta olduğu gibi artık kendini yinelemeye başlamıştır. Tıkandığını fark eden zihni yapı, kendi geleneksel mayasına yönelmiştir. Milli Edebiyat Döneminden sonra Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı’nda da meydana getirilen eserlerin arka fonunda geleneksel çizgi kendini devam ettirmiştir.
Ahmet Hamdi Tanpınar, çok yoğun olmakla birlikte eserlerinde Anadolu’ya ve Anadolu insanının yaşam standartlarına dair semboller kullanmıştır. Bizim bir dönem, Tanzimat’la beraber Batı’ya yönelişimiz ve kendi kültürümüzdeki zenginliği fark edemeyişimizi şu sözlerle eleştirmektedir:
“Hakikat şu ki gerek içimizdeki ve gerek dışımızdaki her şey bizi onlara, bizi kendimize götürecek olan bu büyük yollara davet ediyor. Onlar bu büyük gölgeler insanlarımızın ve toprağımızın hakikatini benimsemişler, bize:
“Arı biziz bal bizdedir!”
diye haykırıyorlar; fakat biz henüz bu daveti layıkıyla işitemiyoruz. Milliyeti, milletin dışında, halkçılığı büyük garp matbaalarının seri malumatında aramakta devam ediyoruz.”
Tanpınar, halk edebiyatına dönüşü bir Rönesans olarak değerlendirir. Görevi sırasında Anadolu’ da bulunan Tanpınar, halk edebiyatını milletimizin gerçeği olarak nitelendirmektedir.
“Tanzimat’la garba yüzüne döndüren Türk Edebiyatı yeni bir kaynağa muhtaçtı… O halde bu Rönesans’ı nereden ve neye hangi mekteplere dayanarak yapacaktık? Elbetteki akla ilk gelen şey; o zamana kadar mevcudiyetine pek az ehemmiyet verdiğimiz folklor halk şairleri, halk masalları, destanlar velhasıl hasrımızın alt tabakası da uyuyan zenginlikler olacaktı.”
Böylesi bir hareket muvaffak olduğu takdirde yarım asra yakın zamandır edebiyat davalarımızın temelini yapan “kendimize dönüş” fikrini en sağlam suretle tatmin ederek ve realiteye bakış tarzını verecek olan milli bir romantizmi doğuracaktı, çünkü bütün bu Dede Korkut Masalları, bu Köroğlular Tahir ile Zühre’ler, Aslı ile Kerem’ler büyük Türk Destanının parçaları ve Anadolu fethinin kahramanlık hikayeleri ile beraber milletimizin bütün dış görünümlerinin altında samimiyetle, inançla yaşadığı bir hayatın mahsulüdürler ve muhtelif merhalelerinde milletimize ve hasrımıza ait bir çok realitelerle doludurlar ”
Ahmet Hamdi Tanpınar, halk edebiyatını, halkın doğal sürecinin sonucu olarak görmektedir ve özellikle “inançla yaşadığı” ifadesini kullanmıştır. Bir şeyin inanılarak yapılması yapılanın merkezine halkın kendi özünü koymasıdır. Bu da milli kimliktir. Oysa tanzimat “bir taklidin sonucudur. Her ne kadar Batı’ya aydınlarımız gitmiş ise de Batı’nın özünü algılayamamış, üstelik kendini de hakir görmüştür. Taklidi Tazminat Dönemini eleştirmektedir. Türk milletinin tarihi süreci üzerinde özellik durmuştur. Bu gün Türk kimliği o süreç içerisinde çizgisini tamamlayarak devam ede gelmektedir.
“Uçsuz bucaksız bir coğrafyanın birkaç medeniyet ve kültür tecrübesinin içinden kopup gelen Türk milletinin folkloru da, tarihi kadar zengindir. ”
“Bunu bugün elimizde bulunan metinlerden de takip edip, görmek mümkündür. Bu yazılan halk hikayeleri ve destanların incelenmesi sonucunda bile bu gerçeği rahatlıkla görebiliriz.” Bunu vurgulayan Tanpınar, gençlerinde elindeki madenden habersiz olduğunu ifade etmektedir.
“Bu hikayeler ve destanlar bize iki ayrı şeyi birden verebilir. Bir taraftan İslam-i kültürün tesiri altında olsa bile ta ilk anından itibaren Türk tarihinin içinde zincirlenen sürekliliği onlarda bulmak mümkündür. Bu itibarla ırkımızın ve milletimizin macerasını bu tepelerden görmek bizim için çok ehemmiyetlidir. Diğer taraftan da 1071’den sonra yeni açılan vatandaki inkişafı, zihniyet ve hayatı ayrılıklarıyla gösterirler. ”
Görüldüğü üzere tarihi sürecin tasnifinden halkın yaşadığı içtimai ve siyasi, coğrafi yapı dikkate alınmıştır. Diğer taraftan yeni nesil henüz maden olarak gördüğü Anadolu ve insanını fark edememiştir. Ama mutlaka keşfedecektir, kendinden, kendi kimliğinden kaçış söz konusu olamaz fakat bunun için zaman gerekmektedir.
“Gençler iki büyük maden buldular: Halkın dili ve halkın kendisi, fakat şiiri sanatın kendisini çok ihmal ediyorlar. Bir kısmı sanat için sadece hiddet ve istihzanın yahut mübhem veya cezri inanışların, sevgilerin veya inkarların kafi olduğuna inanıyor. Çoğu da kendi hayatlarında mahpus kalıyor. Bilmiyorum az kudretle, küçük dikkatlerle ne dereceye kadar büyük bir edebiyat yapılır. Şiirde, hikayede, romanda daha geniş mevzi çerçeveleri kırmış, insanın talihini daha büyük merhalelerinde arayan eserleri bir müddet daha bekleyeceğiz”
Anadolu insanının vücuda getirdiği eserlerin, muhteva ve şekil, form kısaca yapısı ile edebiyatın çizgisine dahil edilerek hem bakış açısı, hem de edebiyatın sınırları genişleyecektir. Tanpınar, daha önce ifade ettiğimiz kendini yineleyen, kısır döngüne giren Tanzimat edebiyatının ancak böyle döngüsünü değiştirebileceğini ifade etmektedir. Halk edebiyatına yöneliş sadece edebiyat tarihi açısından değil, milliyet ve cemiyet de varlılığı içinde gereklidir.
“Köy ve kültür meselesi mevzubahis olunca bir de ondan alacağımız şeyler vardır. Yanlış tefsirler ve liyakatsiz yollardan geldiği için uzun zaman farklılıklarımıza karşı yapma kaldık. Fakat şehirli oyun havalarının çemberinden çıkıp da halk kültürüne kavuştuğu zaman hakiki bir zenginliğe kavuşmuş gibi oldu. ”
“Kaderin ve zamanın karşısında ancak cemiyet ve onun tarihi varlığı olan milliyet durur. Fırtınaya karşı yaprak değil, kökünü toprağın derinliklerine salmış olan çınar dayanır. ”
Bizi ayakta tutan unsurlar halka ait unsurlarmış gibi verilenler değil, gerçek halk yaşamının unsurlarıdır. Bunlar tarihi süreçte savunan ve direnen unsurlarımız; bizi ayakta tutan ve yaşatan değerlerimiz olacaktır. Ne yazık ki aydınımız henüz halk edebiyatının ciddiyetini kavrayamamıştır. Bir an önce bunu fark etmelidir yoksa değerlerimiz kaybolma tehlikesi ile karşı karşıyadır.
“Bazı törenlerde hemen her yıl aynı şeyleri tekrar etmekle kalıyoruz; musikicilerimizin henüz elde tam denecek bir plak koleksiyonu bile yoktur. Tamımı bildiğimiz ve dengesini anladığımız gün kültürümüze birkaç medeniyeti birden kavrayan bir derinlik verecek ve bize Anadolu’nun muammasını çözecek olan masallarımız, oyunlarımız, küçük hayat ihtiyaçlarımız şimdiki vaziyet ve şartlara göre sonucu gibi görünen saklayıcıları ile beraber kaybolmak tehlikesindedir. ”
Öte yandan halka dair bu anlatmalar, halk edebiyatı hikayeleri, sanat eserleri gelenekler vs hepsi toplumsal şuurun devamlılığının sonucudur. Yazar “insan ve cemiyet” başlıklı makalesinde “Tarihin mânâlandırdığı yer, bu hatıralarla topluluk şuurunun devam etmesidir. Tarih, sanat eserleri, gelenekler hepsi cemiyetin süreklilik şuurudur ” ifadesiyle halk edebiyatı ve diğer kültür unsurlarının cemiyet şuurundaki devamlılık ve pekiştirici rolü üzerinde durmaktadır.
Halkın bu eserler ile sofistike ürünler olan roman ve hikayelere de bakışı farklıdır. Tanpınar bunu çok iyi anlatan bir anısı şöyle anlatır:
“Halka çok zengin bir altın madenine gider gibi gitmeli. Fakat dünyanın en zengin altın madeninde bile şehir kuramazsınız. Geçen gün Battal Gazi’yi okuyan kapıcımla konuşuyordu.”Niye roman okumuyorsun?” dedim. “Roman yalan” dedi. “Bu tarih, benim hikaye yazdığımı biliyordu”. Sizi görüyorum masanızın başında bir şeyler yazıyorsunuz diye cevap verdi. “Ama benden başka türlü olanlar var dedim”. Yinede kafasından uydurmuyor mu?” dedi. Görüyorsunuz halk hikaye ve romanı kökünden reddediyor. O halde bizim halkçılık iddialarımızda kendi aramızda bir şey. Ne zaman halk bizi okur? Bize benzediği, makineye alıştığı gün, rençper amele olduğu ve kitaba kendiliğinden çıktığı zaman.”
Aydın ile halkın kopukluğuna dikkat çekmektedir. Yazılanları kendinden saymıyor hatta onları uyduruk, yazılan anlatmalar olarak değerlendirirken, kendi edebiyatına dair anlatılanları gerçeğin kendisi sanıyor. Çünkü roman, hikaye bize Tanzimat’la gelmiştir ki Tanzimat’la ülkemize gelen her yenilik ikiliğe sebep olmuştur. Alınan yeniliklerin toplumumuzun kültür yapısında eritilmesi gerekirken direkt olarak alınmış bu halk arasında yabancı görülmüştür. Yıllardır Türk halkının yaşayış çizgisi üstelik alınan kültürel unsurlar kendi içinde olgunlaşmadan farklı bir dönemece sokulmaya çalışılmıştır. Bu tarz kültürel gelişmeler Batı’da halktan yani tabandan yukarı, aydın kesime doğru bizde tam tersi olmuştur ve aydından halka doğru bir seyir izlemiştir. Bu da geniş kitlelerin tepkisine neden olmuştur. Kültür hayatımızda şehirde, saray çevresindeki yaşayış daima yeni etkilere açık olmuştur ki çünkü daha kırsal kesimdeki halk bu etkilenmelere kapalı kalmıştır. Dolayısıyla İran ve Fars edebiyatının etkisiyle yüksek zümre edebiyatı şekillenmeye başlarken, bu etkiler kapalı kırsal kesim yaşayışıyla beraber sanat anlayışını ve edebiyatını paralel devam ettirmiştir. Tanpınar, halk yaşayışı ile halk anlatıların örtüşen yanlarını şu ifadelerle anlatmaktadır:
“Bir Köroğlu hikayesi dinleyip veya okuyup da bir bu şaşırtıcı kahramanın ağzından konuşmayı istemeyecek kim vardır? Bütün Anadolu dağlarına, büyük geçitlerin üstüne sarkan kaya yığınlarına o sahiptir. Her ormanlık dağ silsilesinde bir Çamlıbel vardır ve birçok şehirlerin kapılarında ta o zamanlara kadar onur kır atının efsanevi nalı kararmış bir adalet güneşi gibi asılıydı. Divkari mızrağı halk arasında kendi kendisine ilhak edilen hakkın ölçüsü olmuştu. Kızılırmak, Battal Gazi’ye ithaf edilmiş gibidir.onun deli ve coşkun her aktığı yerde türkülere bir gazi hatırası siner. Çocukluğumda işittiğim bir Malatya türküsü, kır atla Fırat’a beraber ninni söylerken elbette bu iki efsaneyi birbirine karıştırıyordu. Çocukları onlarla korkutarak uyuturlar, yoksulları onlarla avuturlardı. Kerem, kurdu kuşu yalnızlığıma arkadaş yapan dövüş sılası ile aramızda yaşamıyor mu? Artık susmuş olan sazı, duvarının bir köşesine asılmış bir menzil kahvesine girip de onu hatırlamamak kabil midir? Her yol dönemecinde o bizi beklemez mi? Duman bürümüş dağ başlarında, büyük çığların kapattığı ıssız yollarda mazisinden küçük bir minare ile bir kervan saray yıkıntısında başka bir şeyi kalmayan eski zaman memurelerinin harabeleri karşısında hep o yok mudur? Süphan Dağı, Yıldız Dağı gibi hayalimizde efsanevi bir ata çehresi gibi uzak ve artık sönmüş yıldızların ışığında yıkanan adlar hep bu vecdi ideal yolcusunun hayaliyle beraber yaşamaz mı? Yırtık ve biçare heybetini sırtına vurmuş, büyük şaseden küçük dağ yoluna günümüzün önünde sapıveren her yorgun yolcuda Aşık Garip’ten bu talihsiz refah avcısından bir parça bir şey yok mudur? ”
Anadolu’nun coğrafyasını, iklimini, halkın yaşayış ve duyuş tarzını şairane bir dille bize aktaran Tanpınar’ın bu ifadelerinde duygusal bir yapı dikkat çekmektedir. Eserlerinde sembolik olarak halk edebiyatı unsurlarına yer veren Tanpınar, halka dair fikirlerini ve bakış açısını en açık şekilde Huzur romanının kahramanına söyletir.:
“Halk hayatın kendisidir. Hem manzarası, hem tek kaynağıdır. Halkı hem sever hem tadarım. Bazen bir fikir kadar güzel, bazen tabiat kadar haşindir. Orada her şey büyük ölçüdedir. Çok defa büyük denizler gibi susar, fakat konuşacağı ağzı bulunca da…”
Yine “Bir Resim sergisinde “isimli mahkemesinde” nerede ve hangi şartlar içinde olursa olsun, halkın hayatı daima neşelidir. Eğlenceli tarafı bulur. Hayatın yükünü sırtında taşıdığı için kendisini dinlendirmeyi de bilir. Sonra beraber kitle halinde yaşar. Son atı da böyledir ” halka dair görüş ve bakış açısını görmek mümkündür.
Tanpınar, Anadolu ile ilgili fikirlerini kendisinin de ifade ettiği üzere Anadolu görevi sırasında edinmiştir. Halkı ve halkın yaşayışını yolunda görmüştür. Milli Edebiyat dönemi ile birlikte aydınlar İstanbul’dan, masalarının başından ayrılıp Anadolu topraklarını yakından tanımışlardır. Kendine ve kültürüne ne kadar yabancı olduklarını fark edip, suni hayatlarının acı gerçekleriyle karşılaşmışlardır. Tanpınar’ın halk edebiyatına dair fikirlerinin Anadolu görevi sırasında olgunlaştığı kanısındayız.
Milli edebiyatın , devamı olan Cumhuriyet Edebiyatında da halka ait unsurlar eserlerde kendine yer edinmiştir. Tanpınar, Halk Edebiyatının fark edilmesinden yana olduğunu, bunun gerekliliğini zaman zaman dile getirmiştir.
Buradan hareketle Tanpınar’ın fikirleri çerçevesinde, eserlerindeki Halk Edebiyatı unsurlarını tespit etmeğe çalışacağız.

I. BÖLÜM
I. I. AHMET HAMDİ TANPINAR’IN NESİRLERİNDE HALK EDEBİYATI
UNSURLARI
(I. I – I ) ROMANLARINDA HALK EDEBİYATI UNSURLARI
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın yaşam sürecini dikkate aldığımızda -edebi süreçte- Tanzimat Dönemini, Servet-i Fünun Dönemini ve Cumhuriyet Dönemini içine alan bir süreç karşımıza çıkar. Tarihi süreçteki gerek kültürel gerekse zihinsel değişikliklere tanık olduğu görülür. Bu nedenle romanın edebiyatımızdaki Tanzimat süreciyle başlayan ve Cumhuriyet sonrasına kadar işlevine deyinmenin yararları olacağı kanısındayız.
Bilindiği üzere Tanzimat hem edebi sahada hem de siyasi sahada toplumsal bir kırılmadır. Batıyı tanıyan aydın Batı’nın bilim ve tekniğinin yanı sıra yaşam tarzını da getirmeye kalkınca toplumda çatışmaya neden olmuştur. Batının yenileşme süreci vardır. Geçirdiği tarihsel aşamalar vardır. Bu bizde ihmal edilir ve farklı bir yapıya sahip toplumumuza empoze edilmeye başlayınca çatışmaya neden olur. Tarihi sürecin devamlılığında Servet-i Fünun ile batılı tekniğe ulaşır. Bu dönemin roman kahramanları batılı tiplerdir. (Onların)Geleneksel olanla, toplumla çatışması vardır. Buradan yazarın toplumu değiştirme çabasını görüyoruz. Bu süreçte romanın gerçeği yansıtmaktan uzak olduğunu fark ediyoruz. Tanzimat ile yönünü batıya çeviren Türk Edebiyatı aydınları tıpkı Divan Edebiyatında olduğu gibi bir kısır döngüye girmişlerdir. Artık Türk Edebiyatı kendine bir çıkış yolu bulmalıydı. Bu dönemde Avrupa’da Reform ve Rönesans hareketleri toplumların kendi kimliklerini ispatlama çabalarının göstergesiydi. Mehmet Emin Yurdakul ve Ziya Gökalp ile birlikte edebiyat kendi milletine yöneldi, aydınlar Anadolu’yu tanıma çabasına girdi. Dolayısıyla romanlardaki kahramanlarda bu sürecin aktarıcısı oldular. Bu dönemde Anadolu’nun çeşitli illerinde görev yapan Tanpınar’ da Anadolu’yu ve insanını tanıma fırsatı bulmuştur. 1923 Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte romanlardaki kahramanlar yeni Cumhuriyet nesli yetiştirmeye yönelik idealize tipler olmuştur. 1940 sonrası romanlara baktığımızda yeniden köke dönüş düşüncesi hakimdir. Batılaşma inkar edilmemekle birlikte onun özümsenmesi meselesi ağırlık kazanır.
Tarihsel süreci ana hatlarıyla verdik çünkü bizim için asli olan Halk Edebiyatı unsurlarının tespitidir. Buradan hareketle Tanpınar’ın Halk Edebiyatı unsurları açısından romanlarının değerlendirilmesi yapılacaktır.
A. Hamdi Tanpınar, romanın muhtevası ile ilgili eleştirisinde: “Müşterek vasıfları cemiyet ve hayatımızla, Türk insanı ve onun meseleleriyle olan alakasından gelen ve beraberinde taşıdığı hava ile birbirine en uzak numunelerinde bile bütünlük gösteren bir Türk romanı yoktur. ” ifadesiyle dönemin romanının toplumu anlatmaktan uzak olduğunu, bize ait özellikler taşımadığını belirtmektir.
Aydınımız ne yazık ki bizi ancak Milli Edebiyat ile tanımıştır. Öncesinde kendi gerçeğinde uzakta, yüzyıllarca toplumsal temelini oluşturan milli değerlerini görmemiştir. Tanpınar’ da bunu fark ederek fikirlerini dile getirmektedir. Sürekli ifade ettiği “Edebiyat havası” ile aydının bakış açısını anlatmaya çalışmıştır. “Bizde belki bir romanı yazmak için her şey vardır. Fakat romancıyı beslemek için bütün bir memleket hayatını birden kavrayan o elektrikli edebiyat havası yoktur ”
“Roman yazmak isteyen genç bir arkadaşım bir gün (Anadolu’ya köylerde dolaşmayı, köylü ve halk psikolojisini tetkik etmeyi) istediğini söyledi. Ne yapacaksınız diye sordum. (Roman yazacağım ve bu memleket halkını bu romanla konuşturacağım)… Dostum Anadolu’da uzun uzadıya dolaştı. Köylüyü gürdü, küçük kasabalı ile konuştu, notlar aldı, fotoğraflar çekti. Fakat romanda eser yoktu, sordum. Mübhem bir işaretle ve birkaç kelime ile bahsi kesti… Dostum Anadolu’da 3-5 halk masalı dinledi ve bir nevi etnografya tetkiki yaptı ve nihayet mevsime, iklime, tesadüf ettiği ruh haletlerine ve kendi halet-i ruhiyesine göre bir yığında kalbi hüküm peyda edip döndü ve roman kaldı… Dostum bu seyahat yerine kendini derinleştirseydi, kendi mütenakız hakikatlerini ortaya atsa idi, Türk romancılığı eminim ki, şayan-ı dikkat bir eser kazanacaktı ”
Aydın toplumun bir ferdi olarak toplumdaki yansımaları kendinde görebilmelidir. Tanpınar derinleştirilmesi ifadesiyle kendine yönelmeyi, kendini görebilmeyi kastetmektedir. Fert toplumsal yapıyı kendinde barındırır. O toplumun kristalize unsurlarını barındırır. Anadolu insanını, Anadolu’yu anlatmak için önce aydın kendine yönelmektedir. Halk ve Anadolu kendisinden farklı ve yabancı değildir. Görüldüğü üzere Tanpınar, roman ve halk edebiyatı unsurları ile ilgili değerlendirmelerinde daima aydının kendinden hareket ederek topluma ulaşmasını ve eserlerinde Anadolu insanına ve yaşayışına yer vermesini hedeflemesini istemektedir.