PDA

Tam Sürümü Görüntüle : Aşka Dair En Güzel Hikaye ve Anılar...


Nǿ ŦΞДЯ™
05-12-2007, 01:38 AM
Hayatim da ilk önce SEVMEYİ öğrendim,çünkü sevdikçe kendimi hissettiğimi öğrendim. AFFETMENİN ne olduğunu anladım ve affetmenin aslında yeni insanlar kazandırdığını gördüm..

Bir gün geçmişime baktım da PİŞMANLIĞIMDAN üzülmediğimi gördüm,bunları ben yaşadım çünkü....

Birisini HATIRLAMANIN aslında ufak bir telefon görüşmesi kadar basit olduğunu biliyorum artık!

Aslında BANA DEĞER VEREN İNSANLARIN çok yakınımda fakat gözlerimin hep uzaklarda olduğunu anladım..

Birisini kırdıktan sonra ÖZÜR DİLEMENİN aslında beni ben yaptığını anladım.

SEN BENİM İÇİN ÖNEMLİSİN kelimesinin verilecek en büyük hediye olduğunu buldum.

Bir yerden sonra KELİMELERİN mana ifade etmediğini biliyorum.

Sahilde yürür ve düşünürken birinin de beni DÜŞÜNDÜĞÜ duygusu beni sevindiriyor.

MUTLU OLMANIN aslında bir kedinin güzel bir anini yakalamak kadar basit olduğunu anladım.

KAÇIRDIĞIM FIRSATLARIN aslında bana yeni fırsatlar yarattığını gördüm.

Yıldızların benim için parladığını görmeyen gözlerim,gün geldi HAYATIMDAN YILDIZLARIN gömüldüğü maziyi unutması gerektiğini anladım!

GÖZLERİN kelimelerden daha önemli olduğunu ve yalan söylemediklerini biliyorum.

Hayatımda YANIMDA GÖRMEK istediklerimi yanımda göreceğim çünkü onların bana değer verdiklerini biliyorum.

TELEFONUN 160 karakterine üzüntünün,mutluluğun,yıkıntının sığdığını gördüm. YASAMIN YASAMAYA DEĞER OLDUĞUNU VE İSTERSEM MUTLU OLACAĞIMI ÖĞRENDİM...

Nǿ ŦΞДЯ™
05-12-2007, 01:39 AM
SEVGİSİZ OLMAZ....

Mutlaka seversin....
Öyle ya da böyle birini mutlaka seversin....
Insan olmanin, var olmanin, yasadigini hissetmenin, bir sey oldugunun
farkina varmanin en üst düzeydeki fiilidir sevmek. Mutlaka seversin. Sanal
ya da gerçek birini mutlaka seversin.
Kendini gerekli hissetmenin, anlamli bir varlik oldugunu fark etmenin,
yasama sevincinin hücrelerinde dolastigini kavramanin en üst düzeydeki
sözcügüdür sevgi.....
Mutlaka seversin. Dogru ya da yanlis birini ama mutlaka seversin....
Kendini çocuk gibi hissetmenin, hüznünü bir Eski Yunan tragedyasi gibi,
neseni Dionisos senlikleri gibi yasayabilmenin, istegin, arzunun,
yogunlasmanin ya da buharlasmanin çagrisina kaptirabilecegin en üst
düzeydeki duygudur ask....
Mutlaka seversin. Kalici ya da geçici birini mutlaka seversin.... Sevgisiz
olmaz....
Sevgisiz yasanmaz....
Sevgi zorunlu bir iliski biçimi....
Her zaman çakismaz, bazen seven oluruz bazen sevilen. Sevenin bir
baskadir, sevdigin bir baska....
Bir iliskinin ortasinda bazen seven oluruz bazen sevilen.
Hangisi olmak isterdiniz?
Seven mi, sevilen mi?
Hafife almayin, çok ciddi sorudur. Tayin edici derecede mühim bir sorudur.
Hayatta en az bir kez her insanin kendisine sormasi ve cevabini dürüstçe
vermesi gereken bir sorudur. Insanin kendisini tanimlamasi gereken bir
alandir. Bir iliskinin gidisatini belirleyen en önemli yol ayrimlarindan
biridir.
Kimileri sevmeden yapamaz, eksik hisseder kendisini, kimileri sevilmeden.
Tabii ki çakisirsa müthis bir sey olur, daha büyük bir keyif düsünülemez,
ama gerçekçi olmak gerekir, her zaman çakismaz, bazen seven oluruz, bazen
sevilen.
Sevgisiz olmaz....
Insan sevmeden yasayamaz. Asil olan sevmektir. Karsindakinin ne
düsündügünün zerre kadar önemi yoktur....
Sen varsin, sen yasiyorsun ve birini seviyorsun, için üsüyerek seviyorsun,
kendin için seviyorsun. Karsilik görmenin istatistiki bir anlami yok.
Kimse karisamaz, kimse engelleyemez, kimse anlayamaz, kavrayamaz. Deli
gözüyle bakarlar size, sevdiginiz insan bile. Dogrudur, siz delisinizdir.
Zarari kendisine dünya güzeli bir delisinizdir. Kimsecikler ulasamaz size.
Kendiniz için seversiniz.
Karsinizdaki sizi ayni ölçüde sevmiyordur, belki de hiç sevmiyordur ama
sevilendir, gikini bile çikarmaz. Siz onu kendi istediginiz gibi seversiniz,
kendi bildiginiz gibi. Sevme ilminin bütün inceliklerini gösterirsiniz.
Öldüresiye seversiniz. O sizi sevmez ama hayranlikla izler.
Sevgisiz olmaz....
Insan sevilmeden yasayamaz....
Sevilmek varolmanin anlamidir....
Birinin sensiz yasayamayacagini, senden vazgeçemeyecegini içinde
hissetmesidir. Birinin bütün dünyasini senin üstüne kurmasindan daha güzel
bir sey olabilir mi?
Güvenle bakarsin hayata. Bilirsin ki, o seninle vardir, sensiz yoktur.
Elbette içinde bir bosluk hissettigin zamanlar da olur, sen de sevdigin biri
için deli olmak istersin. Ama senin için deli olan biri varken, sevildigin
bir iliskiye riske atmaya deger mi diye sorarsin kendine? Ikircikli
kalirsin.
Kendini dogruladigin, kendini iyi hissettigin bir iliskiden, sevilen
olmaktan vazgeçemezsin. Hep ararsin sevilen olmayi.
Düsünülmeyi,aranmayi, hediyelere bogulmayi, zor anlarinda hep o birinin
yaninda bulunacagini bilmeyi istersin. Bir kere sevilen oldun mu, bir daha
asla sevilen olmaktan vazgeçemezsin.
Sevgisiz olmaz....
Su ya da bu sekilde, sevmeden ya da sevilmeden yasanmaz. Hayatin renkleri,
sarkilari, kelimeleri, kokulari, zevkleri, duygulari uçar gider elinden.
Dimdizlak kalirsin ortada. Bakarsin aval aval ben bu dünyaya niye geldim
diye.
Sevgisiz olmaz....
Bir kez bile deliler gibi sevmeden, hatta karsilik görmeden deliler gibi
sevmeden, bir kez bile deliler gibi sevilmeden, karsiliksiz sevilmenin
hazzina erismeden bu dünyadan çekip gitmek olacak sey degil.
Sevgisiz olmaz....

Nǿ ŦΞДЯ™
05-12-2007, 01:39 AM
Sevgi, insanlara verdiğiniz sürece, sevgidir.

Rahip, mezarlıktaki isini bitirmek üzereydi. O anda elli yıllık
karisini kaybeden
78 yasındaki adam "Onu ne kadar çok sevdim" diyerek çiğlik çığlığa
ağlamaya başlamıştı.

Yaslı adamın yaslı sesi törenin asil sessizliğini bozmuştu. Mezar
basındaki diğer
aile bireyleri ve dostlar sok olmuşlardı, utanç içindeydiler. Yetişkin
çocukları ali al moru mor babalarını yatıştırmaya çalıştılar: Tamam, baba.
Seni anlıyoruz.

Yaslı adam gözlerini dikmiş kazılan mezara yavaş yavaş inen tabuta
bakıyordu. Rahip
törene devam etti. Törenin sonunda, aile bireylerini ölüm töreninin
kapanışı olarak tabutun üstüne toprak atmaya çağırdı. Yaslı adam hariç
hepsi sırayla toprak attılar. Yaslı adam hâlâ: Onu ne kadar çok sevdim
diye sesli sesli konuşuyordu. Kızı ve iki oğlu konuşmasını engellemek
istediler, ama o devam etti: Onu sevmiştim!

Kalabalık mezarlığı terk etmeye hazırlanırken, yaslı adam gitmemekte
direniyordu.
Gözlerini mezara dikmiş bakıyordu.

Rahip yaklaştı: Kendinizi nasıl hissettiğinizi biliyorum, ama gitme
zamanı geldi.
Buradan ayrılmalı ve kendimizi hayatin akısına bırakmalıyız dedi.

Yaslı adam çaresizlik içinde bir kez daha "Onu ne kadar çok sevdim"
diyerek
söylendi ve beni anlamıyorsunuz, dedi rahibe, ben bunu ona sadece bir kere
söyleyebildim.

* Zil, çalmadığı sürece zil değildir.

* Şarki söylenmediği sürece şarki değildir.

* Sevgi gönlümüzde tutsak olsun diye yaratılmamıştır,

* Sevgi, insanlara verdiğiniz sürece, sevgidir.

Sevginizi asla saklamayın...

Nǿ ŦΞДЯ™
05-12-2007, 01:39 AM
Aşağıdaki hikaye Japonya'da yaşanmış gerçek bir olaydır.

Evini yeniden dekore ettirmek isteyen Japon bunun için bir duvarı yıkar.Japon
evlerinde genellikle iki tahta duvar arasında çukur bir boşluk bulunur.Duvarı yıkarken,orada dışardan gelen bir çivinin
ayağına battığı için sıkışmış bir kertenkele görür. Adam bunu gördüğünde kendini kötü hisseder ve aynı zamanda meraklanırda kertenkelenin ayağına çakılmış çiviyi görünce.Muhtemelen bu çivi 10 yıl önce,ev yapılırken
çakılmıştı.Nasıl olmuştu da kertenkele bu pozisyonda hiç
kıpırdamadan 10 yıl boyunca yaşamayı başarmıştı? Karanlık bir duvar boşluğunda
hiç kıpırdamadan 10 yıl boyunca yasamak çok zor olmalıydı.Sonra bu kertenkelenin 10 yıldır hiç kıpırdamadan nasıl 10 yıl yaşadığını düşündü -ayak çivilenmişti!!Böylece çalışmayı bırakır ve kertenkeleyi izlemeye başlar,ne yiyor acaba?Sonra nereden çıktığını fark edemediği başka bir kertenkele gelir ağzında taşıdığı yemekle...
İnanılmaz!!!Adamı sersemletir gördüğü manzara.Bu nasıl bir sevgi?Ayağı
çivilenmiş kertenkele,10 yıldır diğer kertenkele tarafından beslenmekteydi...
Bu hikayeyi ilk duyduğumda çok etkilendim ve aralarındaki muhtemel
ilişki turunu düşünmekten vazgeçtim: eş, arkadaş, sevgili,kardeş.......
SIZI SEVENLERI ASLA TERKETMEYIN, UNUTMAYIN ONLARI.

Nǿ ŦΞДЯ™
05-12-2007, 01:39 AM
Dünya yaratılmadan önce, iyi ve kötü huylar ne yapacaklarını bilmez vaziyette dolanıyorlarmış. Bir gün toplanmışlar ve her zamankıinden daha fazla canları sıkkın oturuyorlarken; Saflık ortaya bir fikir atmış: "Neden saklambaç oynamıyoruz?"..
Hepsi bu fikri beğenmiş. Çılgınlık bağırmış."Ben ebe olmak ve saymak istiyorum"...Baska hiç kimse çılgınlığı arayacak kadar çıldırmadığı için, Çılgınlık bir ağaca yaslanmış ve saymaya başlamış.1,2,3,..
O saydıkça iyi huylarla kötü huylar saklanacak yer aramışlar. Şefkat Ay'ın boynuzuna asılmış; İhanet çöp yığınının içine girmiş; Sevgi bulutların arasına kıvrılmış; Yalan bir taşın altına saklanacağını söylemiş ama yalan söylemiş çünkü gölün dibine saklanmış; Tutku dünyanın merkeizne gitmiş; Para Hırsı bir çuvalın içine girerken çuvalı yırtmış.Aşk; kararsız olduğu gibi, nereye saklanacağını da bilmiyormuş.(Aşkı saklamak zordur )Ve çılgınlık 100'ü saydığı anda; Aşk sıçrayıp güllerin arasına girmiş ve saklanmış..
Ve Çılgınlık bağırmış.. "Önüm, arkam, sağım, solum sobe,geliyorum!" İlk önce Tembelliği görmüş, çünkü saklanacak enerjisi yokmuş.Sonra Şefkati ayın boynuzunda, İhaneti çöplerin arasında, Sevgiyi bulutların arasında, Yalanı gölün dibinde ve Tutkuyu dünyanın merkezinde birer birer bulmuş.Sadece biri hariç. Umutsuzluğa kapılan Çılgınlığın kulağına Haset fısıldamış: "Aşkı bulamıyorsun, çünkü o güllerin arasında saklanıyor."
Çılgınlık çatal şeklinde bir sopa almış ve güllerin arasına saklamış, ta ki yürek burkan bir haykırış onu durdurana kadar. Ve haykırıştan sonra, Aşk elleriyle yüzünü kapayarak ortaya çıkmış. Parmaklarıyla kapadığı yüzünden sicim gibi kan akıyormuş. Çılgınlık, Aşkı bulayım derken, heyacandan Aşkın gözlerini kör etmiş.. "Ne yaptım ben?!!" diye bağırmış."Seni kör ettim. nasıl onarabilirim? Aşk cevap vermiş: "Gözlerimi geri veremezsin. Ama benim için bir şey yapmak istersen, benim klavuzum olabilirsin"..
İşte o günden beri Aşkın gözü kördür ve Çılgınlık da her zaman onun yanındadır.

Nǿ ŦΞДЯ™
05-12-2007, 01:39 AM
Bir otobüs durağında karşılaşmışlardı ilk kez....
Biri tıpta okuyordu, öbürü mimarlıkta. O ilk karşılaşmadan sonra, bir kere, bir kere, bir kere daha karşılaşabilmek için, hep aynı saatte, aynı duraktan, aynı otobüse bindiler. Gençtiler, çok genç... Birbirileriyle konuşacak cesareti bulmaları biraz zaman aldı ama sonunda başrdılar. İkisi de her sabah otobüse bindikleri semtte oturmuyorlardı aslında. Delikanlı arkadaşında kaldığı için o duraktan binmişti otobüse, kız ise ablasında.... Sırf birbirilerini görebilmek için, her sabah erkenden evlerinden çıkıp, şehrin öbür ucundaki o durağa, onların durağına geldiklerini, gülerek itiraf ettiler bir süre sonra...

Okullarını bitirince hemen evlendiler. Mutluydular hem de çok mutlu... Bazen işsiz, bazen parasız kaldılar ama öylesine sıkı kenetlenmişti ki yürekleri ve elleri hiçbir şeyi umursamadılar. Ayın sonunu zor getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve ünlü bir mimar olduklarında da hep mutluydular. Zaman aşımına uğrayan, alışkanlıklara yenik düşen, banka hesabında para kalmadığı için ya da tam tersine o hesabı daha da kabarık hale getirmek uğuruna bitip-tükeniveren sevgilerden değildi onlarınki... Günler günleri, yıllar yılları kovaladıkça sevgileri de büyüdü, büyüdü... Tek eksikleri çocuklarının olmamasıydı. Zorlu bir tedavi sürecine rağman çocuk sahibi olmayınca, "bütün mutlulukların bizim olmasını beklemek, bencillik olur" diyerek devam ettiler hayatlarına. Çocuk yerine, sevgilerini büyüttüler... "Senin için ölürüm" derdi kadın, sımsıkı sarılıp adama ve adma "Hayır, ben senin için ölürüm" diye yanıt verirdi hep...

Bazen eve geldiğinde, aynanın üzerinde bir not görürdü kadın, "Bir tanem, kütüphanenin ikinci rafına bak...." Kütüphanenin ikinci rafında başka bir not olurdu, "Mutfaktaki masanın üzerine bak ve seni çok sevdiğimi sakın unutma" Mutfaktaki masadan, salondaki dolaba sevgi dolu notları okuya okuya koşturan kadın, sonunda kimi zaman bir demet çiçek, kimi zaman en sevdiği çikolatalar, kimi zaman da pahalı armağanlarla karşılaşırdı... Aldığı hediyenin ne olduğu önemli değildi zaten....

Hayat ne kadar hızlı akarsa aksın, işleri ne kadar yoğun olursa olsun hep birbirlerine ayıracak zaman buluyorlardı bulmasına ama kırklı yaşların ortalarına geldiklerinde, daha az çalışmaya karar verdiler. Adam, hastaneden ayrıldı ve muayenehanesinde hasta kabul etmeye başladı. Kadın da mimarlık bürosunu kapadı ve sadece özel projelerde görev aldı. Artık daha fazla beraber olabiliyorlardı. Bir gün sahilde dolaşırken, harap durumda bir ev gördü kadın, üzerinde "satılık" levhası asılı olan. "Ne dersin, bu evi alalım mı?" dedi adama. "Bu viraneyi yıktırır, harika bir ev yaparız. Projeyi kafamda çizdim bile. Kocaman terası olan, martıları kahvaltıya davet edeceğimiz bir deniz evi yapalım burayı..." "Sen istersin de ben hiç hayır diyebilirmiyim?" diye yanıt verdi adam. "Amerika'daki tıp kongresinden döner dönmez ararım emlakçıyı... Kaç para olursa olsun, burası bizimdir artık...."

Sadece bir hafta ayrı kalacaklarını bildikleri halde, ayrılmaları zor oldu adam Amerika'ya giderken. Her gün, her saat konuştular telefonla. Gözyaşları içinde kucaklaştılar havaalanında. Fakat birkaç gün sonra, kocasında bir tuhaflık olduğunu fark etti kadın. Eskisi kadar mutlu görünmüyor, konuşmaktan kaçınıyordu. Onu neşelendirmek için, sahildeki evi hatırlattı ve çizdiği projeyi verdi kadın ama hiç beklemediği bir cevap aldı: "Canım, o ev bizim bütçemizi aşıyor. Sen en iyisi o evi unut..."

Mutsuzluk, mutluluğun tadına alışmış insanlara daha da acı, daha da çekilmez gelir. Kadın, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri. Derdini söylemesi için yalvardı adama, "Senin için ölürüm, biliyorsun, ne olur anlat" diye dil döktü boş yere... Yıllardır sevdiği adam, duyarsız ve sevgisiz biriyle yer değiştirmişti sanki. Ona ulaşmaya çalıştıkça, beton duvarlara çarpıyordu kadın, her çarpmada daha fazla kanıyordu yüreği...

Bir gün, çocukluğunun, gençliğinin ve bütün hayatının birlikte geçtiği arkadaşına dert yanarken, "Artık dayanamıyorum, sana söylemek zorundayım" diye sözünü kesti arkadaşı. "O, seni aldatıyor. İş yerimin tam karşısındaki restoranda genç bir kadınla yemek yiyiyor her öğlen. Sonra sarmaş dolaş biniyorlar arabaya...." "Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanları" diye bağırdı kadın. Onca yıllık arkadaşını, kendisini kıskanmakla suçladı.... Ertesi gün, öğle vakti o restoranın hemen karşısında bir köşeye sindi sessizce ve peri masallarının sadece masal olduğunu anladı... Kocasının eskiden aynı hastanede çalıştığı genç çocuk doktorunu tanıdı hemen. Bazen evlerinde ağırladıkları kadına nasıl sarıldığını gördü adamın...

Akşam kocası eve gelir gelmez, bazen bağırıp, bazen ağlayarak, bazen ona sımsıkı sarılıp bazen de yumruklayarak haykırdı suratına her şeyi. İnkar etmedi adam. Zamanla duyguların değişebildiği, insanların orta yaşa geldiklerinde farklılık aradığı gibi bir şeyler geveledi ağzında ve bavulunu alıp gitti evden. Kapıdan çıkarken, "son bir kez kucaklamak isterim seni" diyecek oldu ama kadın, "defol" dedi nefretle...

İlk celsede boşandılar... Modern bir aşk hikayesinin böyle son bulmasına kimse inanamadı. Arkadaşlarının desteğiyle ayakta kalmaya çalıştı kadın. Adamın, sevgilisiyle birlikte Amerika'ya yerleştiğini öğrendi. Bazen yalnız kaldığında, onu hala sevdiğini hissedince, ağlama nöbetleri geçiriyor, aşkın yerini, en az onun kadar yoğun bir duygu olan nefretin alması için dua ediyordu.

Aradan bir yıl geçti... Her şeyin ilacı olduğu söylenen zaman bile, kadının derdine çare olamamıştı. Bir sabah, ısrarla çalan zilin sesiyle uyandı. Kapıyı açtığında, karşısında o kadını gördü. "Sen, buraya ne yüzle geliyorsun" diye bağırmak istedi ama sesi çıkmadı. "Lütfen, içeri girmeme izin ver, mutlaka konuşmamız gerekiyor." dedi genç kadın. Kanepeye ilişti ve zor duyulan bir sesle konuşmaya başladı: "Hiçbir şey göründüğü gibi değil aslında. Çok üzgünüm ama o bir saat önce öldü. Geçen yıl Amerika'daki kongre sırasında öğrendi hastalığını ve yaklaşık bir senelik ömrü kaldğını. Buna dayanamayacağını, hep söylediğin gibi onunla birlikte ölmek isteyeceğini biliyordu. Seni kendinden uzaklaştırmak için, benden sevgilisi rolünü oynamamı istedi. Ailesine de haber vermedi. Birlikte Amerika'ya yerleştiğimiz yalanını yaydı. Oysa ilk karşılaştığınız otobüs durağının karşısında bir ev tutmuştu. Tedavi görüyor ve kurtulacağına inanıyordu ama olmadı. Gece fenalaşmış, bakıcısı beni aradı, son anda yetiştim. Sana bu kutuyu vermemi istedi..." Gözlerinden akan yaşları durduramayacağını biliyordu kadın. Hemen oracıkta ölmek istiyordu. Eline tutuşturulan kutuyu açmayı neden sonra akıl edebildi. İtinayla katlanmış bir sürü kağıt duruyordu kutuda. İlk kağıtta, "Lütfen bütün notları sırayla oku bir tanem" diyordu... Sırayla okudu; "Seni çok sevdim", "Seni sevmekten hiç vazgeçmedim", "Senin için ölürüm derdin hep, doğru söylediğini bilirdim." "Fakat benim için ölmeni istemedim" "Şimdi bana söz vermeni istiyorum." "Benim için yaşayacaksın, anlaştık mı?" son kağıdı eline alırken, kutuda bir anahtar olduğunu gördü kadın... Ve son kağıtta şunlar yazılıydı:
"Sahildeki evimizi senin çizdiğin projeye göre yaptırdım. Kocaman terasta martılarla kahvaltı ederken, ben hep seni izliyor olacağım...."

Nǿ ŦΞДЯ™
05-12-2007, 01:39 AM
Bir Aşk Hikayesi

Üniversiteli delikanlı Kolejli kıza bir voleybol maçında rastladı. Okul salonundaydı maç. Tribünsüz,minik bir salon.. Seyircilerle, oyuncular arasında, sahanın çizgisi vardı sadece..O kadar yakındılar..
Delikanlı, bu tatlı, bu güzel, bu dünyalar şirini kızı ilk defa görüyordu takımda.. Hoşlandığını, fena halde hoşlandığını hissetti. Az sonra bir şeyi daha hissetti. Uzun zamandan beri maçı değil, o güzel kızı izlediğini.. Kız servis atarken hemen önünden geçti. Göz göze geldiler.. Kız gülümsedi..
Delikanlı, çok popülerdi o yıllarda.. Kız onu tanımış olmalıydı. Kim bilir, belki kız da ondan hoşlanmıştı.. Belki de delikanlı öyle olmasını istediği için ona öyle gelmişti.. Set değişip, takım karşıya gidince, delikanlı da yerini değiştirdi, o da karşıya gitti.. Üçüncü sette tekrar eski yerine döndü.. Kız da gidiş gelişleri fark etmişti galiba.. Bir defa daha gülümsedi. Manidar.."anladım" der gibi bir gülümseyişti bu...
Delikanlı o hafta boyu hep bu dünyalar şirini kızı düşündü.. Pazar günü, sabahın köründe kalktı, erkenden oynanacak maçı, ne maçı canım, o dünyalar şirini kızı görmek için..
Delikanlı artık kızın hiçbir maçını kaçırmıyordu.. Dahası.. Ankara Koleji'nin her dağılış saatinde, okul civarında oluyordu, onu bir kez daha görmek için.. Karşılaştıklarında, hafif çok hafif bir gülümseme, çok minik bir baş eğmesi ile selamlaşır olmuşlardı.. Bir defasında, yaptığına sonra kendisi de günlerce güldü.. O gün gene tesadüfmüş gibi, okul dağılışı kızın karşısına çıkmış, gülümseyerek selamlamış, sonra arka sokaklara dalıp, yıldırım gibi koşarak, bir blok ötede gene karşısına çıkmıştı. Kız bu defa, iyice gülmüştü.. Karşısında, sözüm ona ağır ağır yürüyen, ama nefes nefese delikanlıyı görünce..
Delikanlı, voleybol takımının kaptanını iyi tanıyordu. Arkadaştılar. Sonunda bütün cesaretini topladı, kaptana açıldı.. O kızdan fena halde hoşlanıyordu. Galiba kız da ona karşı boş değildi. Bir yerde, bir şekilde tanışmaları gerekiyordu.. O zamanlar, bu işler böyle oluyordu çünkü.. Kaptan "tabi" dedi.. "bu hafta sonu güzel bir konser var. Biz onunla gitmeye karar vermiştik zaten. Sen de gel. Hem konseri birlikte izleriz, hem de tanışırsınız.."

"Mutluluk işte bu olmalı" diye düşündü delikanlı.. "Mutluluk işte bu!.."

Ve konser gününe kadar *******i hiç uyuyamadı.. Konser gününü de hiç ama hiç unutmadı.. O ne heyecandı öyle.. Konserin verildiği sinemanın kapısında tanıştılar.. El sıkıştılar.. O güzel ele dokunduğu anı da hiç unutmadı delikanlı.. Kaptan, salona girdiklerinde, ustaca bir manevra daha yaptı. Delikanlı ile dünyalar şirini kız yanyana düştüler.İnanamıyordu delikanlı.. Onunla nihayet yanyana oturduğuna, onun sıcaklığını hissettiğine, onun nefesini duyduğuna inanamıyordu.. Biraz önce tanışırken tuttuğu el, bir karış ötesinde öylesine duruyor, delikanlı, sahnede dünyanın en romantik şarkısı söylenirken –o an dünyanın bütün şarkıları dünyanın en romantik şarkısıydı ya- o eli tutmak için öylesine büyük bir arzu duyuyordu ki içinde.. Ama uzatamıyordu işte elini.. Her şey böyle iyi giderken, yanlış bir hareketle, onu ürkütebileceğinden, incitebileceğinden öylesine korkuyordu ki..
Sonunda dayanamadı, sanki kolu uyuşmuş gibi, uzandı..Kolunu kızın koltuğunun arkasına koydu.. Kızın omzuna değil.. Koltuğun üzerine.. Sonra kız arkaya yaslandı.. Bir kaç saç teli, delikanlının elinin üzerine dokundu.. Kalbi yerinden fırlayacak gibi atıyordu artık genç adamın.. Dünyalar şirini kızın saçları eline dokunuyordu çünkü.. Konserden çıkarken, kız, şakalaştı.. "Sizi her maçımızda görüyoruz. Alıştık nerdeyse.. Yarın Adana'da da maçımız var.. Gözlerimiz sizi arayacak.."
Hayır, aramayacaktı. Delikanlı o anda kararını vermişti çünkü.. Cebinde onu otobüsle Adana'ya götürüp getirecek, hatta öğle yemeğinde bir de Adana kebap yedirecek kadar para vardı.. Gece yarısı kalkan otobüse bindi.. Sabah erkenden Adana'ya indi. Maç saatine kadar başı boş dolaştı. Salona erkenden girdi, en ön sıraya tam servis köşesine en yakın yere oturdu.. Takımlar sahaya çıkarken, salondaki en heyecanlı seyirci oydu. Maç falan değildi sebep tabii.. İlk sette kız farkında bile değildi onun.. Nerden olsundu ki.. İkinci sette öbür tarafa gittiler.. Döndüklerinde, ügüncü sette kız fark etti delikanlıyı..Yüzünde çok ama çok şaşkın bir ifade, biraz mutluluk, biraz da gurur vardı sanki.. Ankara'nın hele Kolejde çok popüler bu delikanlısının onun için ta oralara geldiğini bilmenin gururu..
Maç bitti. Kız soyunma odasına, delikanlı garaja gitti. Tek kelime konuşmadan.. Konuşmaya gelmemişti ki.. Kız "keşke orada olsaydın" demişti. O da olmuştu işte.. Hepsi o.. Ona o kadar çok şey söylemek istiyordu ki aslında..
Bir gün üniversite kantininde gazete okurken, iç sayfalarda bir şiire rastladı. Daha doğrusu bir şiirden alınmış bir dörtlüğe.. Söylemek istediği her şey bu dört satırda vardı sanki.. Bembeyaz bir karta yazdı o dört satırı.. Öğleden sonrayı zor etti, Kolejin önüne gitmek için.. Kızın karşıdan geldiğini gördü. Koşarak yanına gitti. "Bu sana" diye kartı eline tutuşturdu ve kayboldu ortadan.. Kız, Necip Fazıl'ın dört satırını okurken..
"Ne hasta bekler sabahı
Ne taze ölüyü mezar...
Ne de şeytan bir günahı
Seni beklediğim kadar!.."
Ertesi gün öğleden sonra, tarif edilemez heyecanlar içinde Kolejin önündeydi gene.. Kız karşıdan geliyordu.. Bu defa yanında arkadaşları yoktu. Yalnızdı.. Yaklaştığında işaret etti delikanlıya.. Gözlerine inanamadı genç adam.. Onu yanına mı çağırıyordu yoksa.. Evet, çağırıyordu işte.. Kalbinin duracağını sandı yaklaşırken.. "Sana bir şeyler söylemek istiyorum" dedi kız.. O da heyecanlıydı, belli.. "Bak iyi dinle.. Dünkü satırlar için çok teşekkürler.. Herhalde hissettin, ben de senden hoşlanıyorum. Ama senden evvel tanıdığım birisi daha var. Ondan da hoşlanıyorum ve henüz karar veremedim, hanginizden daha çok hoşlandığıma.. Ve de şu anda, onu terk etmem için bir sebep yok.."
"O zaman karar verdiğinde ve de eğer seçtiğin ben olursam, hayatında başka kimse olmazsa, ara beni!" dedi, delikanlı ikiletmeden.. Ayrıldı kızın yanından.. Bir daha voleybol maçına gitmeden, bir daha okul yolunda önüne çıkmadan.. Bir daha onu hiç görmeden..
Yıllarca sonra Levent Yüksel'in söyleyeceği şarkıdaki Sezen Aksu'nun sözlerini o zaman biliyordu sanki. Aşk "onurlu" olmalıydı.. Günlerce, haftalarca, aylarca bekledi.. Tıpkı, kıza verdiği o dörtlükteki gibi bekledi.. Hastanın sabahı, şeytanın günahı beklediği gibi bekledi.. Heyecanla bekledi. Hırsla, arzuyla bekledi. Umutla, umutsuzlukla bekledi. Bazen öfkeyle bekledi.. Ama bekledi.. Başka hiç kimseye bakmadan, başka hiç kimseyi bulmadan bekledi. Bir gün bir şiir antolojisinde şiirin tamamını buldu.. İki dörtlüktü şiir.. İlki kıza verdiğiydi.. Bir ikinci dörtlük daha vardı orada.. O dörtlüğü de bir kartın arkasına dikkatle yazdı.. Cebine koydu..
Bekleyiş sürüyor, sürüyordu.. Okullar kapandı, açıldı.. Aylar, aylar geçti..Bir gün delikanlı kızı aniden karşısında gördü.. "Günlerdir seni arıyorum" dedi kız. "Günlerdir seni arıyorum. İşte sana haber.. Artık hayatımda hiç kimse yok!.."
"Yaa" dedi delikanlı.. "Yaa" dedi sadece.. Kalbi heyecandan ölesiye çarparken, aylardır ölesiye beklediği an gelip çatmışken, ağzından sadece bu ses çıkmıştı: "Yaaa!.."
Cebindeki artık iyice eskimiş kartı uzattı kıza.. "Sana bir şiirin ilk dörtlüğünü vermiştim ya bir gün.." dedi. "Bu da sonu onun..."
Sonra yürüdü gitti, arkasına bile bakmadan.. Kız ikinci dörtlüğü oracıkta okurken..
"Geçti istemem gelmeni
Yokluğunda buldum seni.
Bırak vehmimde gölgeni
Gelme artık neye yarar!.."
Aradan yıllar, çok ama çok uzun yıllar geçti. Delikanlı bugün hala düşünüyor.. O uzun, çok uzun bekleyiş mi öldürmüştü aşkını? Ya da beklerken, ölesiye beklerken hayalinde öylesine bir sevgili yaratmıştı ki, artık yaşayan hiç kimse bu hayali dolduramazdı.. O sevgilinin kendisi bile.. Hayalindekini canlı tutmak için mi, canlısını silmişti yani?.. Ya da.. Ya da.. Bir şiirin romantizmine mi kapılmış, bir delikanlılık jesti uğruna, mutluluğunun üzerinden öylece yürüyüp mü gitmişti acaba?
Delikanlı bu soruların cevabını bugün hala bilmiyor.. Bilmediğini de en iyi ben biliyorum.. Çünkü, o delikanlı, bendim!...

Yazar :Hıncal Uluç

Nǿ ŦΞДЯ™
05-12-2007, 01:39 AM
Elindekilerle Yetinmek


Zamanın birinde bir kasabada yaşayan dünyalar güzeli bir kız varmış.Bu kız öyle güzelmiş ki çok uzak şehirlerden ve ülkelerden çok zengin,çok yakışıkl,asil pek çok delikanlı onu görmeye gelirmiş.Kendisiyle evlenmek isteyen nice prensi nice şövalyeyi reddeden güzel kız kimseleri beğenmezmiş.Bu arada aynı
kasabada yaşayan ve bu kıza aşık olan genç bir delikanlı da bu kızı istemiş.Ama kız onu da reddetmiş.Aradan uzun yıllar geçmiş.Bizim delikanlı kasabadan ayrılmış.Kendine başka bir hayat kurmuş ve evlenmiş,çoluk çocuğa karışmış.
Bir gün yolu bir zamanlar yaşadığı güzel,küçük kasabaya düşmüş.Orada tanıdık yaşlı birine rastladığında aklına bir zamanlar orada yaşayan dünyalar güzeli kız gelmiş ve ona ne olduğunu sormuş.Yaşlı adam önünde gül bahçesi olan bir evi göstererek kızın evlendiğini söylemiş.Bizimki bir zamanlar herkesi reddetmiş olan kızın kocasını pek merak etmiş.Bir gün gizlenip kocasını evden çıkarken görmüş.Kızın kocası şişman,kel ve çirkin mi çirkin bir adammış.Üstelik zengin bile değilmiş.Çok merak eden adam kocası gittikten sonra evin kapısını çalmış. Kız kapıyı açınca kendini tanıtmış ve neden böyle bir adamla evlenmiş olduğunu sormuş.
Kız da ona arkasındaki gül bahçesinden en güzel gülü koparıp getirirse cevabı vereceğini bu arada tek şartının bahçede ilerlerken geriye dönmemesi olduğunu söylemiş.Adam da bunun üzerine yüzlerce güzel gülün olduğu bahçede ilerlemeye başlamış.Birden çok güzel sarı bir gül görmüş.Tam ona doğru eğilirken biraz ilerde kocaman pembe bir gül gözüne çarpmış.Tam ona uzanırken daha ilerde muhteşem güzellikte kırmızı bir gül goncası görmüş.Derken bir de bakmış ki bahçenin sonuna gelmiş ve mecburen oradaki bir gül koparıp kıza götürmüş.Bahçenin en güzel gülün getirmesini beklerken kız bir de
ne görsün yaprakları solmuş cılız bir gül.Bunun üzerine adama dönen kız şöyle demiş;"Bak gördün mü? Her zaman daha iyisini bulmak isterken ömür geçer ve sen en kötüsüne razı olmak zorunda kalırsın.Bu yüzden gençlik gitmeden elindekiyle yetinebilmeyi öğrenmek gerekir."

Nǿ ŦΞДЯ™
05-12-2007, 01:40 AM
SEVGİNİN GÜCÜ


Mavisi yeşiline karışmış,uzun uzun ağaçların gölgelerini cömertçe sunduğu, türlü türlü böceklerin,çiçeklerin yaşadığı,insanoğlunun pek az uğradğı ormanlardan birinde güzel bir göl vardı.Suyu berrak mı berrak,serin mi serin... Gölün kıyısında hayat bulmuş boynu bükük papatya,yanıbaşında o eşsiz büyülü suyun içinde açmış olan,en az kendi kadar yalnız görünen nilüfer çiçeğine sevdalanmıştı.Onun görkemli görüntüsünü,saf,masum,asaletli halini hayranlıkla seyrediyordu her gün.
Nilüfer çiçeği de kayıtsız değildi sevgili papatyasına karşın.Birbirlerine sevgiyle bakıyorlar,şarkılar söylüyorlardı birlikte.Yalnızlıklarını unutuyorlardı şu koskoca orman içinde...
Tanrım,diyordu papatya içinden kimi kez.Bu güzelliðin yanında benim yerim nedir ki?O suyun içinde yaşar bense toprakta...Elimi uzatsam tutamam bile onu...Oysa öylesine istiyorum ki onun yanında olmayı...
- Ey güzel çiçeğim,ey benim nilüferim seviyorum seni...Lâkin öylesine çaresizim ki...Sana nasıl ulaşacağımı bile bilmiyorum...Evet,orada olduğunu bilmek,sesini duymak,güzelliðini görmek bile yetiyor bana ama istiyorum ki elini tutayım güzelliğine dokunayım.Gel gör ki ben bir papatyayım,sen ise bir nilüfer...Ayrı dünyalarda yaşayan iki ayrı çiçek...
Nilüfer,karşılıksız bırakmadı papatyanın sözlerini:
-Papatyaların en tatlısı,kemandan çıkan müzik aynı ama nağmeleri çıkaran teller ayrıdır.Sen başkasın,ben başkayım,sen ordasın,ben buradayım diye üzülme.Gönül sesine kulak ver yalnız...Bir şeyi istiyorsan yürekten iste....Sevgi,aşk,ne büründüğün kıyafeti,ne makamı,ne mesafeleri ne de başka bir şeyi dinler...Onun fermanı okunmaya başladımı her şey susar.Her şey çaresiz kalır...Sevgi söz konusu olduğunda kişi kendi dışındaki güçlerin insafına kalmaz.
Çünkü;kendisi de güçlü bir varlık haline gelir.Ruhunun derinliklerinden gelen bu ezgi güçlenmeye başladıkça kayıtsız kalamaz buna tüm evren...Sen ki benim güzelliğime,aşkınla güzellik katmakta,yalnızlığımı örtbas etmektesin.Benim ve kendinin varolduğumu ispatlamaktasın dünyaya.
Şimdi kapat gözlerini sımsıkı...
Sıyrıl tüm düşüncelerinden...
Yalnızca ama yalnızca beni düşle...
Yanımda olduğunu,gölün sularında elimi tuttuğunu hayal et...İste ben...
Göreceksin ki sevginin aşamayacağı engel yoktur!
Papatya,Nilüferin dediğini yaptı.Yalnızca ama yalnızca onun hayalini doldurdu tüm benliğine.Kendini güzeller güzeli çiçeğinin yanında farzetti.İstedi...İstedi...
- Aç gözlerini!,dedi nilüfer.
Papatya şaşkınlık içindeydi gözlerini açtığında.Sevgili çiçeğinin yanında,
gölün suları içinde bir nilüfer çiçeğiydi artık o da...
Sevmek...
İstemek...
Hayal etmek...
İnanmak...

Olmayacak şey yoktur!
Eğer ki;bu duygulara sahipseniz...

Nǿ ŦΞДЯ™
05-12-2007, 01:40 AM
KAVUŞMANIN ALFABESİ

Öylesine bir gündü,yeni değil de sanki geçmiş günlerden biriydi,öyle gibiydi...

Kaç gece beklemiştim seni.Kaç gece koynuma hasretini alıp uyumuştum.Kaç gece yalnızlık sancısıyla kıvranıp durmuştum.Öyle acımasızdı ki *******,gökteki yıldızlar yüreğime atılan birer taş gibi gelmişti bana.Yine de her şeye değerdi bekleyişim.

Bütün yollar sana çıkıyordu ama,ben asıl senin yolunun benimkiyle kesişmesini bekliyordum.

Aylar geçmişti hep vardın ama bir tek o an yanımdaydın.Biraz yabancıydın bana,biraz da tanıdık.Şaşkındık,şaşkınlığımız çok fazla yansıyordu yüzümüze. Göz göze gelmek hiç bu kadar zor olmamıştı.Bir bakıştan bin anlam çıkarmak buna denirdi işte.Yüzümüzde birbirimize ait izler arıyorduk bakarken.

Ne çok duymuştum sesini ama sanki sen ilk kez konuşuyordun.İlk kez söylediğin cümleler sahibiyle bütünleşiyordu.

Düştükçe gülüşün yüzüne,sessiz olan her şey konuşmuştu içimde.Yine de sözler bir türlü çıkmıyordu ağzımdan.Oysa boynuna sarılıp"Sen aylardır beklenen,sen yıllardır özlenensin"demek istiyordum.Hava serin değildi ama ben titriyordum.

Kelimeler hiç bu kadar zor olmamıştı bana.Ne zaman bir şey söylemeye kalksam,her seferinde bir şey oluyordu,sözcükler ağzımda donuyordu.

Sıcaktın,dokunmasan da yansıtıyordun.Biraz önce titreyen ben artık terliyordum.Aşktı bu biliyordum ama bunu kendime bile itiraf edemiyordum.

Farkında değildin belki,belki ben belli etmiyordum ama yıllardır koruduğum, yıllardır kimseye açmadığım topraklarımı çoktan teslim almıştın bile. Sınırlarımdan içeri girmiştin bir kere.Yüreğimin en gizli,en kuytu köşelerinde sen vardın artık.

İtirazsızdım,belli ki mutluydum.Belli ki beni şaşırtan mutluluğun ta kendisiydi. Harfleri tükenmez bir kavuşmanın alfabesindeydim.Ve ben okumayı sanki yeniden öğreniyordum.

şimdi bu sevdayı bana yaşattığın için kendimi şanslı hissediyorum."Ya sen olmasaydın"diye düşünmüyorum çünkü sen varsın.Çünkü sen içimdesin.Çünkü sen benim hayat kaynağımsın.

Biliyor musun,çölde bulabildiğim bir avuç su olsan,bitmeyesin diye içmem seni. Nerede olursan ol benimle kal.Ben,bu yürek attığı sürece seninleyim.

Nǿ ŦΞДЯ™
05-12-2007, 01:40 AM
Konuşamıyorum...

Yalnızlığın bu türlüsünü hiç yaşamamıştım ben.Oysa bu yalnızlığın ilacının sen olduğunu biliyorum.Elimi uzatsam sana dokunabileceğimi,kaygılarla dolu saatlerin bir anda yok olacağını biliyorum.Sandığım kadar güçlü değilmişim demek ki. Konuşmak istiyorum."Seni hiç sevmemiştim"demek istiyorum,ama çıkmıyor bu sözcükler ağzımdan.Tıkanıp kalıyor boğazımda.Nasıl söyleyebilirim ki bunu?Seni düşünmenin bile bana heyecan verdiğini nasıl inkar edebilirim? Seninleyken yüreğimin deli bir ırmak gibi çağladığını,hiç bitmeyen bir coşkunun içinde neşeyle yaşadığımı nasıl saklayabilirim?"Sen hayatımda değişik bir renktin.Değişiklik arıyordum,sen bana yaklaşınca uzak kalamadım"demek istiyorum.Oysa renklerin güzelliğini seninle keşfettim ben.Her renge senin adını verdim.Hayatımda bir değişiklik olduysa bu seninle geldi.Senden uzak kalmayı hiç düşünmedim ki.Sana yakın olmanın verdiği hazzı başka hangi duygu tattırabilir ki bana?"Alımlıydın,güzeldin.Bu yönünle etkiledin beni.Kişiliğin, kültürün,zekan hiç dikkatimi çekmedi"demek istiyorum.Bunun yalan olduğunu sen de biliyorsun.Sen yoktun.Sözlerin vardı,kendini anlatışın vardı,hayata bakış açın vardı.Ve ben senin olmadığın zamanlarda işte bunlarla yaşadım. şimdi"beni sadece güzelliğin etkiledi"dersem kendimi inkar etmiş olmaz mıyım?Ama kendimi kandırıyorum.Çünkü ben yolları ve engelleri içimdeki o tarif edilmez heyecanla aştım.Seni gördüğümde yaşadığım titremeyi gizleyebilmek için ne yapacağımı şaşırdım."Aslýna bakarsan ben aşka falan da inanmam"demek istiyorum.Aşkın gücünün hayattaki başka hiçbir şeyden daha kuvvetli olmayacağına inanırken...Doğruları yüreğimin sesiyle bulurken...İnsanı insan yapan en önemli şeyin aşk olduğunu düşünürken...

"Aşka inanmam"demek,"Ben hiç aşkı yaşamadım"demekle eş anlamlı...Hayat hep seçenekler sunar insana,ama her zaman doğrusunu seçmek mümkün değil. Önemli olan,yaşanan yanlış da olsa,bundan yarına dair bir ders çıkarabilmektir.

Nǿ ŦΞДЯ™
05-12-2007, 01:40 AM
Mutsuzluğa da var mısın?..

"Şimdi sen kalkıp gidiyorsun.
Git.
Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler.
Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin"

deyince loş karanlıktaki ses, ben daha başlarken bittim, daha başlarken daldım gittim zaten..
Sahne bir teras.. Masada bir kadın.. Ötede yüksekliğin başında bir erkek ayakta. Önde teras duvarında bir başka erkek daha uzun oturmuş.. Önlerinde kadehler.. Sigaralar.. Yanda bir piyano.. Başında bir piyanist.. Yanında iki şarkıcı.. Hepsi sliuet gibi..
Cemal Süreya gecesindeyiz İş Sanat'ta.. Atila ve Mehmet Birkiye, Serdar Yalçın'la bir araya gelip, harika "Şair" *******i düzenliyorlar.. Duyunca koşup gidiyorum.. Serdar çalıyor.. Bu gece operamızdan, Folklorama'dan Hüseyin ve Özlem söylüyorlar, dünyanın en güzel aşk şarkılarını.. Hani damardan.. Metin, Hakan ve Tilbe de Cemal Süreya'yı okuyorlar..

Cemal Süreya aşkı, cinselliği, erotizmi ve sevgiyi en çarpıcı, en duygulu yazanlardan...
Gözlerini de alıp giden geliyor, gözlerimin önüne karanlıkta.. Gözleri geliyor.. Işıl ışıl..
Gidince bitmiyor ki iş.. Gidince sevmek bitmiyor ki.. Belki asıl o zaman başlıyor..
Yaşananları taşımak kolay.. Anılar zor.. Yok canım.. İlle de büyük anılara gerek yok, hatırlamak için.. Çamların altındaki buseler falan değil.. Öyle basit, öyle küçük şeyleri hatırlıyorsunuz ki.. Hatırlatıyor ki onu..
Bir gece yarısı eve gelmişiz. Dışarısı karlı.. Dışarısı buz gibi.. Apartman kapısından giriyoruz. Saniye sonra sıcacık yuvamızda olacağız. Kapımızın kilidine anahtarı sokmak yerine asansöre koşuyorum.. Çağrı düğmesine basmamı şaşkınlıkla izliyor.. Mana veremiyor.. "Şaşırdın mı" diyor..
Bir zamanlar sekizinci katta oturmuştum. Soğuk *******de eve geldiğimde, üst katta duran asansörün gelmesini beklemek, asır gibi gelirdi bana..
"Bizden sonra gelen olursa, o da çabuk kavuşsun evine" dedim, dönüp anahtarı deliğe sokarken.. Sarıldı boynuma.. "Alem adamsın" dedi yanağıma dudaklarını değdirirken..
"Seni biraz da bunun için seviyorum.." Apartman kapısından her girişte.. Tam karşıda duran asansörün gene altıncı katta durduğunu gördüğümde..
Yani her gece eve girerken.. Yanaklarımda o sıcak nefes dolaşıyor sanki..

Sevmek hem de nasıl, hatırlamaktır!...
Hatırlamak beklemeyi getirir ardından..
Bitmiştir.. Bittiğini bilirsiniz.. Dönmeyeceğini de.. Gözlerini alıp gitmiştir o.. Ama beklersiniz.. Kapının zilinin çalmasını beklersiniz.. Çalan telefonun ardından, cevap makinesinden onun sesini beklersiniz.. "Aloo.. Orda kimse var mı?." Orda kimse hep var.. Ama artık soran yoktur..
..ve de o kahrolası cep telefonu.. Eve gelirsiniz.. Mesaj işareti yanar ekranında. Sarı bir zarf.. "Ondan mı?.."
O umut var ya.. O imkansıza dahi umutlanmak .. İnsanı ayakta tutan, yaşatan umut.. Sizi durmadan beklemeye mahkum eden umut..
Lanet.. Bir reklam mesajıdır gelen.. Telefonu şömineye fırlatmak gelir içinizden.. Fırlatmazsınız.. Ertesi günü beklersiniz..

Sevmek hem de nasıl, beklemektir...
..Ve beklenti acı getirir.. Günler, haftalar, aylar boyu beklemek acı getirir.. Hele boşu boşuna beklediğini bile bile bekledin mi, acı derinden vurur yüreğini..
İnsan mutluyken herşeyi ve herkesi sever. Ya da sevdiğini sanır.. Mutluluk içinde sınanması mümkün değildir sevginin.. Ölçülmesi hele mümkün değildir.. Asıl mutsuzken, asıl yanında yokken, asıl bırakıp, gözlerini de alıp gitmişken anlarsınız ne kadar sevdiğinizi.. Acının yoğunluğu, sevginin ölçüsü olur..

Sevmek hem de nasıl, acı çekmektir...
Cemal Süreya'nın dizelerini Tilbe okuyordu kendime geldiğimde..

"Kim istemez mutlu olmayı
Mutsuzluğa da var mısın?"

"Varım be" dedim.. "Varım.. Beni mi korkutacaksın.."
Mutsuzluk olmasa, insan mutluluğu bilebilir miydi?..
Sevmek hem de nasıl, mutsuz olmaktır!...

HINCAL ULUÇ

Nǿ ŦΞДЯ™
05-12-2007, 01:40 AM
Kayıp Kıta

Kadin denilen kayip kitayi kesfe cikan milyonlarca erkek, cogu zaman
eli
bos doner acik denizlerdeki bu nafile seferlerinden ...
Kesfettigini sananlarsa bir sure sonra (belki birkac sene, belki
birkac saat)
ayak bastiklari kitayi bambaska bir iklime burunmus bulunca,
Kolomb sendromuyla "Acaba yanlis kitada miyim " telasina
kapilirlar.
Oysa genellikle kita degildir yanlis olan; kasifin kitayi algilayis
bicimidir ...

Asgari topografya bilgisinden yoksun olusudur ...
Kita'nin bazen kasife gore mevsim degistirebilen, ayni anda birkac
iklimi
bir arada yasayabilen potansiyelini algilayamayisidir ...
guverteden karanin gorunusuyle, kitadan kasifin gorunusu arasindaki
farki
kavrayamayisidir.
Bu pusula hatasindan oturu, kac erkek olaganustu bir kesfin
kenarindan
donmustur,
kac kasif, henuz kesfetmedigi kitalari yok sayarak gercek
yuzolcumunu
bilmeden yasadigi bir kitanin kiyisinda tuketmistir nihayatini
kimbilir ?

... Ve kimbilir kac kita uzaktan gulumseyerek izlemistir, cevrede
kendisini arayan saskin kasiflerin nafile turlarini ...

Can Yucel

Nǿ ŦΞДЯ™
05-12-2007, 01:40 AM
KIRMIZI GÜLLER

Kan rengi, kıpkırmızı güllere bayılırdı.

Zaten onlarla adaştı

Kadının adı Gül’ dü...

Kocasının sevgili Gül’ü

Her yıl SEVGİLİLER GÜNÜ’ nü kapının önünde bulduğu enfes fiyonklarla süslü kucak dolusu kırmızı güllerle kutlardı.

Hiç aksamadan.

Hatta, eşini kaybettiği yıl dahi kapısı çalınmış,

O muhteşem kırmızı güller kucağına bırakılmıştı..

Tıpkı geçmişte olduğu gibi, küçük beyaz bir zarf vardı güllerin arasında , ve biliyordu ki o zarfın içinde kocasının yazmış olduğu bir kart olmalıydı.

Her yıl güllere iliştirdiği karta aynı cümleleri yazardı:

"Seni geçen sene bugünkünden daha çok seviyorum.."

Birden, bunların son gülleri olduğunu düşündü..

Önceden ısmarlanmış olmalıydı..

Öleceğini nasıl bilebilirdi?..

Zaten her şeyi önceden planlamayı ve yapmayı severdi..

Yumurta kapıya gelmeden..

Gülleri özenle içeri taşıdı..

Saplarını kesti,vazoya yerleştirdi..

Vazoyu da konsolun üzerine, eşinin kendisine gülümseyen

fotoğrafının yanına koydu.

Ve bir an gözlerini kapattı,

Sanki kocasının orada koltuğunda oturup, kendisine gülümsediğini düşündü ve saatlerce eski günlerde olduğu gibi onunla sevişmelerini anımsadı, ne tatlı yumuşak öpüşleri vardı kocasının...

Ve gözlerini açtı...

Şimdi kocası o anda elinde kırmızı güllerle birlikte,

eşikte durup onu seyrediyordu...

Sevgililer Günü'nü kutluyordu.

Sonra birden kendine geldi ve aniden içgüdüsel bir davranışla elinde olmadan doğru telefona gitti.

Çiçekçi dükkanını aradı...

"Biliyorum" dedi, çiçekçi..

"Eşinizi geçen yıl kaybettiniz..

Telefon edeceğinizi de biliyordum...

Bugün size yolladığım gülleri çok önceden ısmarlamış,

parasını da ödemişti...

Hep öyle yapardı, zaten...

Hiç sansa bırakmazdı...

Dosyamda talimat var...

Bu çiçekleri size her yıl yollayacağım.

Bir de özel kart vardı, kendi el yazısıyla.

Bilmeniz gerek diye düşünüyorum.

Ölümünden sonra çiçeklere iliştirmemi istediği kart.

Onu güllerin arasında bir zarfın içine koymuştum, mutlaka görmüş olmalısınız.

Gül, hıçkırıklar arasında teşekkür ederek telefonu kapattı.

Ve biraz önce gelen o muhteşem kırmızı güllerin arasındaki zarfı parmakları titreyerek açtı ve içinden özenle çıkardığı kocasının el yazısı ile yazmış olduğu kartı okumaya başladı.

Merhaba sevgilim" diye başlıyordu, kart.

Bir yıldır ayrıyız.

Umarım senin için çok zor olmamıştır.

Yalnızlığını ve acılarını hissedebiliyorum.

Giden sen, kalan ben olsaydım neler çekerdim kim bilir?

Sevgi paylaşıldığında yaşamın tadına doyum olmuyor.

Seni kelimelerle anlatılmayacak kadar çok sevdim.

Harika bir eştin.

Dostum, sevgilim, benim.

Sadece bir yıldır ayrıyız.

Kendini bırakma.

Ağlarken bile mutlu olmanı istiyorum.

Onun için bundan sonraki yıllarda güller hep kapımızda olacak.

Onları kucağına aldığında paylaştığımız

mutluluğu ve kutsandığımızı düşün.

Seni hep sevdim.

Her zaman da seveceğim.

Ama yaşamalısın.

Devam etmelisin.

Lütfen.

Mutluluğu yeniden yakalamaya çalış.

Kolay değil, biliyorum ama bir yolunu bulacağına eminim.

Güller, senin kapıyı açmadığın güne dek gelmeye devam edecek.

O gün çiçekçi beş ayrı zamanda gelip kapıyı çalacak,

eve dönüp dönmediğini kontrol edecek.

Beşinciden sonra emin olarak gülleri ona verdiğim yeni

adrese getirip seninle yeniden ve ebediyen kavuştuğumuz

yere bırakacak..

Seni çok seven eşin Murat....!!!

Nǿ ŦΞДЯ™
05-12-2007, 01:40 AM
GRAHAM GREENE" nin "zor tercih" isimli romanından...
...adam,odadan çıktığında başlayan bi hava bombardımanında ev isabet alıyor ve adamın biraz önce geçtiği bölüm çöküyor.
daha iki dakika önce soluğunu duyduğunuz birinin yok olduğunu görüyorsunuz...
o korkunç anda kadın,yaşadığı çaresizlik karşısında,aslında pek de inanmadığı!! TANRI" ya sığınıyor..dizlerinin üstüne çöküp yalvarıyor.
"inandır beni "diyor,"o yaşarsa sana inanacağım.ona bir fırsat tanı.bırak mutluluğuna sahip çıksın.bunu yap inanacağım sana"
ve TANRI" ile bir pazarlığa oturup en çok sevdiğini geri alabilmenin karşılığında TANRI" ya en çok sevdiğini vermeyi öneriyor.eğer biraz önce o kapıdan çıkan erkek yeniden o kapıdan sağ olarak dönerse,o erkeği bir daha hiç görmeyeceğine söz veriyor TANRI"ya..."insanlar birbirlerini görmeden de sevebilirler, değil mi?"diyor,"seni hayatlarında bir kere bile görmeden seviyorlar."
veeeee kapı açılıyor,kadının öldüğünü sandığı erkek içeri giriyor...
bu cümleler de romandan;"o anda MAURİCE girdi içeri.yaşıyordu.işte şimdi onsuz olmanın ıstırabı başlıyor diye düşündüm ve yine kapının ardında ölmüş yatıyor olmasını istedim."
kadın,sevdiği erkeğe kavuşmuş ve onu kaybetmişti.ve onun yaşadığını gördüğü anda,biraz önceki pazarlığın ağırlığını fark edip,"keşke ölseydi."diyordu...
BUNDAN SONRA,BİR İNSANI GÖRMEDEN DE SEWMENİN MÜMKÜN OLUP OLMADIĞINI ÖĞRENECEKTİ...
iki sevgili bunu tartışıyor(romandan)...
-insan sevdiğini görmediğinde aşk biter mi?!
-düşünsene,TANRI" yı bir kez bile görmedik ama onu seviyoruz.
-ama benim ki o tür bir sevgi değil,SARAH...
veee can alıcı cümleler SARAH" tan geliyor;
-BELKİ DE BAŞKA BİR TÜR SEVGİ YOK,MAURİCE.AŞK,BİR İNSANI TANRI"YI SEVER GİBİ SEVMEK Mİ,ONU GÖRMEDEN AMA ONU HİSSEDEREK ONUN VARLIĞINA BAĞLI KALMAK MI?!!
"sevmeye devam edebilmek için onu görmeliyim" demeyecek kadar büyük bir iman,büyük bir iman,büyük bir bağlanma mı?!"TANRI" yı sevdiğim kadar severim seni" diyebilmek,böylesine korkunç bir bağlılığa rıza göstermek mi aşk?!
*********************************
Ben inanırım görmeden sevebilmenin mümkün olabileceğine...Sevginin gözün beğendiği yüzeysel göz alıcılıktan daha derin bir yerde filizlenmesi gerektiğine inanırım.Sizin fikriniz nedir?

Nǿ ŦΞДЯ™
05-12-2007, 01:41 AM
Geçinemeyen iki sevgili

Günlerden bir gün aşk meleği oklarını yanlışlıkla iki kişiye
fırlatır.
"Bu ne biçim melek" demeyin olmuş bir kere..
Dünyada en son aşık olması gereken iki zıt karakterdir
kahramanlarımız.
Bir arada olmaması gereken bu iki karakter aslında ömürleri boyunca acı
çekmişlerdir ta ki meleğimiz hayatının en büyük hatasını yapana kadar..


Oklar isimlerinin başharfi D ve M olan iki şanssız karakterimizi
yaralamıştır.

O büyük buluşma gününde yarım olan karakterlerimiz D ve M diğer
yarısını bulmuştur ancak ortada çok büyük bir problem vardır.

D ve M daha önce hiç hissetmedikleri ve belki başka hiçbir zaman
hissedemeyecekleri güzel şeyler hissetmişlerdir ama bunun sonu
olmadığından yakınıp durmuşlar bir süre..

İki karakterimizde işini gücünü bırakmış,dünyadan ve sorumlu
oldukları insanlardan bihaber inzivaya çekilmişler.

Ancak bu sırada dünya birbirine girmiştir,insanlar çıldırmış,dünya sanki
tersine dönmüştür sadece D ve M'nin değil tüm insanların
hayatı alt üst olmuştur.

Tabii aşkın gözü kördür D ve M'nin bunun farkına varması uzun zaman
almıştır bu süre içinde küçük kıyametler kopmuş D ve M ancak
dostlarının uyarmasıyla durumun farkına varmışlardır.

Kahramanlarımızdan M'nin gözünün önündeki perdeler kalkıp olayın
ciddiyetini fark edince D'ye artık ayrılmaları gerektiğini yoksa sadece
ikisinin mutlu olması uğruna birçok insanın hayatının
kararacağını anlatmıştır.

Ancak, D kabullenememiş, bunun mümkün olmayacağını, onsuz hayatın
zindanda yaşamaktan farklı olmayacağını anlatmış durmuştur, fakat M
kafasına koymuştur bir kere ayrılmalarının en doğru karar olacağını
söylemiş,bırakıp gitmiştir D'yi..

O günden sonra D ve M hiç aramamış, sormamışlar birbirlerini..

Ama ne D mutludur ne de M..

İkiside kendilerini görevlerine adamış hep başkaları için
çalışmıştır,ne bir başkasına gönül verebilmişler ne de yaşadıkları o
güzel günleri unutabilmişlerdir.

D hiçbir zaman yedirememiştir,anlamamamıştır sevdiğini..

Ama gururunu yenipte gidememiştir M'ye..

M hep bu kararın en doğru karar olduğunu düşünmüş ama yürekten
inanamamıştır buna sadece öyle yapması gerektiği için
yapmıştır,mutsuzdur ama yapılabilecek başka bir şey yoktur.

O günden sonra D ve M aynı yerde bulunmamak için çok
çabalamışlardır.

Aslında çoğu zaman buluşmuşlar mecburiyetten her buluşmada küçük
kıyametler kopmuş,insanlar üzülmüş,ağlamıştır hatta kimi insanın canına
mal olmuştur bu buluşma...

Merak ettiniz değilmi bu iki bahtsızın gerçek adını daha fazla
meraklandırmayayım sizi.

Duygu ve Mantıktır asıl isimleri..

Dünyada en son bir araya gelmesi gereken iki geçinemeyen sevgili.

Nǿ ŦΞДЯ™
05-12-2007, 01:41 AM
Aşkın Hüznü
Genç kız feci bir hastalığın pençesinde kıvranıyordu.Yaralı kalbi artık bu dünyaya
daha fazla dayanamamaya başlamıştı. Çok zengin olan ailesi tüm gazetelere,kalp nakli için ilân vermişlerdi... Canını feda edecek birini arıyorlardı...Genç kız ise her gün hastane odasında biraz daha solmaktaydı. Yine yalnızdı odasında, gözü yaşlı, boynu bükük ölümü bekliyordu...Gözlerini kapadı, bu küçük odada gözyaşı dökmekten bıkmıştı... Yine de engel olamadı pınar gibi çağlayan gözyaşlarına. Sevdiği geldi aklına, fakir ama onu seven sevgilisi... Her gün aynı şeyleri
düşünüyor,anıları bir film şeridi gibi gözünün önünden geçiyordu..."Param yok ama sana verebileceğim sevgi dolu bir kalbimvar" demişti delikanlı... Genç kızdazaten başka birşey istemiyordu...Sevgiye muhtaç biri,sevdiğinin sevgisinden başka ne isteyebilirdi ki... Ama olmamıştı işte,dünyalar kadar olan sevgilerinin arasına, olanet olasıca para girmeyi bilmiş,onları ayırmıştı... İşte paranın geçmediği
zamanlara gelmişlerdi...Ne önemi vardı artık? Şu son günlerinde, sevdiği yanında olsa yeterdi...

Ayrılıklarından bu yana beş bitmeyen, çile dolu yıl geçmişti...Her günü zehir,her günü hüsran... Ama genç kız hep sevgisini yüreğinde taşımış, kalbinikimseyle paylaşmamıştı. Sevdiğini düşündü işte o an.. Acaba o neler yapmıştı bu kadar sene boyunca.. Kimbilir kiminle evlenmiş, çoluk çocuğa karışmıştı...Gözlerinden bir damla yaş daha damladı kurumuş, bitmiş ellerine. Ellerine baktı,bir zamanlar ellerinin, elerini tuttuğunu hayal edip, her gün saatlerce ellerini seyrederdi... En çok da saçlarının dökülmesine üzülüyordu. Çünkü sevdiği öpmüş,koklamıştı onları. Her bir tanesi koptuğunda, kalbine bir ok daha saplanıyordu.Kalbi yine sızlamaya başlamıştı. Belki sevdiği yanında olsa,kalbi bu kadar yorulup, veda etmezdi yaşama... Zaten artık ölüm umrunda değildi genç kızın. Sevdiğinden ayrı yaşamanın ölümden ne farkı vardı ki...

Tekrar o geldi aklına... Keşke keşke yanımda olsa dedi. Son bir kez elini tutsa yeterdi. Gözlerini son bir kez öpse, rahatça ebediyen gözlerini kapatabilirdi
artık...Gözleri pınar gibi çağlamaya başladı. Sevdiğini son bir kez göremeden ölmek istemiyordu.. Ufak da olsa ondan bi hatırasını almadan bu dünyadan göçmekistemiyordu... Sevdiği, kimbilir kiminle beraberdi? Kendi, sevgi dolu kalbini kimseyle paylaşmayı düşünmemişti bile ama acaba o paylaşmış mıydı? Onun sevgisinisilmiş atmış mıydı acaba kalbinden? İçi birden nefretle doldu. Üstüne büyük bir ağırlık çöktü. Onu düşündükçe her dakikasının zehir olması artık çok daha ağır geliyordu genç kıza... Ölmek istedi, artık yaşamak istemiyordu bu
dünyada... Ama sevdiğinden bir hatıra almadan ölmeyeceğine and içmişti.

Tekrar gözlerini açtı. Kimbilir belki de sevdiği onu unutmuştu.. Bu düşünceler içinde daldı... Birden babası girdi odaya, kızına kalp nakli için bir gönüllü bulduklarını müjdeleyecekti. Fakat genç kız çoktan uykuya dalmıştı... Bir meleği andıran masum yüzü, sevdiğinin özleminden sırılsıklamdı...

O gece biri gözlerini dünyaya kapadı, genç kız ameliyata alındı. Tekleyen vegörevini yerine getirmeyen kalbi değiştirilmişti. Bir hafta sonra tekrar gözlerini
açtı dünyaya genç kız. Ama dünya daha farklı geldi ona. Sanki bir şeyler eksikti...

Aradan aylar geçmiş genç kız artık iyice iyileşmişti. Ama içindeki burukluğu bir türlü atamıyordu. Sevdiği aklına gelince kalbi eskisinden daha çok sızlıyordu...
Bir kere, bir kere görebilsem diye mırıldandı... Kalbi yine sızlamaya başlamıştı.
Yeni kalbi onu iyileştirmişti ama nedense her gece aniden hızlanıyor, onu uykusundan uyandırıyor ve sanki yerinden çıkacakmış gibi atmaya başlıyordu...
Genç kız bir anlam veremediği bu durumu doktora anlatmıştı amaameliyatı kolay değildi, bir aya kalmadan geçer demişti doktor.

Aylar geçmişti ama hâlâ aynıydı durum. Çiçeklerinin yanına gitti. Her gün onlarla saatlerce dertleşiyor, zaman zaman ağlıyordu onlara.. En çok kankırmızısı gülünü seviyordu. Çünkü kırmızı gülün onuniçin yeri apayrı idi.O da genç kızla beraber gülüyor, onunla beraber ağlıyordu. Onu sevdiği gibi görüyordu genç kız. Ve gülünü sevdiğini ilk gördüğünde ona hediye edeceğine dair yemin etmişti. Başka türlü paylaşamazdı gülünü kimseyle...

Kapı çaldı aniden. Kapıyı açtı ama kimse yoktu. Gözü yerdeki beyaz zarfa ilişti.
Yavaşça eğilip zarfı yerden aldı. Birden kalbi deli gibi atmaya başladı. Ne olduğunu anlayamıyordu. Zarfın üzerinde ne bir isim, ne bir adres vardı.Zarfı açtı, içinden beyaz bir kağıda yazılmış bir mektup çıktı. Kalbi daha hızlı atmaya başladı. Onun kokusu vardı kağıtta. Evet, onun kokusu vardı. Yıllar yılı özlemini çektiği,
yanında olabilmek için canını bile verebileceğisevdiğinin kokusu vardı mektupta... Başı dönmeye başladı. Koltuğuna geçip oturdu yavaşça... Kağıdı açtı ve elleri
titreyerek okumaya başladı.

"Sevgilim, senden ayrıldıktan sonra, bir kalbe iki sevginin sığmayacağını bildiğimden dolayı, ne bir kimseyi sevebildim, nede kimseye bakabildim... Her
günüm diğerinden daha zor geçti, çünkü her gün özlemin daha da artıyordu...

Sana kitapları dolduracak kadar şiirler yazdım. Her biri diğerinden daha da hüzünlüydü. Yazdım, okudum, ağladım... Her gün yazdım, her gün okudum, senelerce ağladım... Her gece seni düşündüm sabahlara kadar, her gece senin yanında olmayı istedim. Ve her gece sensizliğe lanet ettim, uykuları haram ettim
kendime,sensiz olmanın acısını gözlerimden çıkardım... Ve bir gün her şeyi değiştirecek bir fırsat çıktı önüme. Bunu fırsatı değerlendirmeyip, kendime haksızlık edemezdim. Ve değerlendirdim... Senden çok uzaklara gittim,
belki seni unuturum diye...Ama tam tersi oldu.Seni daha çok özlüyorum artık...

Senden çok uzaklardayım belki ama yine de seni görmek için uzaklardan gelebiliyorum. Hem de her gece...Seni seviyor, seyrediyor ve eğilip sen
uyurken yanağına bir öpücük konduruyorum.. Bazen gözlerini açıp bakıyorsun, geldiğimibildiğini sanıyorum ama yine o tatlı uykuna geri dönüyorsun.
Yarın birbirimizi sevmemizin altıncı senesi... Hep ben geldim şimdiye kadar senin yanına, yarın dasen gel olur mu sevgilim.. Ha, unutmadan, sana hep sözünü
ettiğim, kalbime iyi bak olur mu? Çünkü göz yaşlarımla,
adını yazdım ona... Seni senden bile çok seven bir
sevgi var kalbinin içinde unutma. Kırmızı gülü de unutma
olur mu?
Seni Seviyorum, Yanıma Gelinceye Kadar da Seveceğim...

Sevgilin..

Nǿ ŦΞДЯ™
05-12-2007, 01:41 AM
Geçinemeyen iki sevgili

Günlerden bir gün aşk meleği oklarını yanlışlıkla iki kişiye fırlatır.
“Bu ne biçim melek” demeyin olmuş bir kere..
Dünyada en son aşık olması gereken iki zıt karakterdir kahramanlarımız.
Bir arada olmaması gereken bu iki karakter aslında ömürleri boyunca acı çekmişlerdir ta ki meleğimiz hayatının en büyük hatasını yapana kadar..


Oklar isimlerinin başharfi D ve M olan iki şanssız karakterimizi yaralamıştır.

O büyük buluşma gününde yarım olan karakterlerimiz D ve M diğer yarısını bulmuştur ancak ortada çok büyük bir problem vardır.

D ve M daha önce hiç hissetmedikleri ve belki başka hiçbir zaman hissedemeyecekleri güzel şeyler hissetmişlerdir ama bunun sonu olmadığından yakınıp durmuşlar bir süre..

İki karakterimizde işini gücünü bırakmış,dünyadan ve sorumlu oldukları insanlardan bihaber inzivaya çekilmişler.

Ancak bu sırada dünya birbirine girmiştir,insanlar çıldırmış,dünya sanki tersine dönmüştür sadece D ve M'nin değil tüm insanların hayatı alt üst olmuştur.

Tabii aşkın gözü kördür D ve M'nin bunun farkına varması uzun zaman almıştır bu süre içinde küçük kıyametler kopmuş D ve M ancak dostlarının uyarmasıyla durumun farkına varmışlardır.

Kahramanlarımızdan M'nin gözünün önündeki perdeler kalkıp olayın ciddiyetini fark edince D'ye artık ayrılmaları gerektiğini yoksa sadece ikisinin mutlu olması uğruna birçok insanın hayatının kararacağını anlatmıştır.

Ancak, D kabullenememiş, bunun mümkün olmayacağını, onsuz hayatın zindanda yaşamaktan farklı olmayacağını anlatmış durmuştur, fakat M kafasına koymuştur bir kere ayrılmalarının en doğru karar olacağını söylemiş,bırakıp gitmiştir D'yi..

O günden sonra D ve M hiç aramamış, sormamışlar birbirlerini..

Ama ne D mutludur ne de M..

İkiside kendilerini görevlerine adamış hep başkaları için çalışmıştır,ne bir başkasına gönül verebilmişler ne de yaşadıkları o güzel günleri unutabilmişlerdir.

D hiçbir zaman yedirememiştir,anlamamamıştır sevdiğini..

Ama gururunu yenipte gidememiştir M'ye..

M hep bu kararın en doğru karar olduğunu düşünmüş ama yürekten inanamamıştır buna sadece öyle yapması gerektiği için yapmıştır,mutsuzdur ama yapılabilecek başka bir şey yoktur.

O günden sonra D ve M aynı yerde bulunmamak için çok çabalamışlardır.

Aslında çoğu zaman buluşmuşlar mecburiyetten her buluşmada küçük kıyametler kopmuş,insanlar üzülmüş,ağlamıştır hatta kimi insanın canına mal olmuştur bu buluşma...

Merak ettiniz değilmi bu iki bahtsızın gerçek adını daha fazla meraklandırmayayım sizi.

Duygu ve Mantıktır asıl isimleri..

Dünyada en son bir araya gelmesi gereken iki geçinemeyen sevgili.

Nǿ ŦΞДЯ™
05-12-2007, 01:41 AM
Tren kucuk bir kasaba istasyonunda yeni yolcularini almak uzere
mola
vermisti. Bunu firsat bilen saticilar ise trenin icine dolusmuslardi.
Artik trenin ici tam anlamiyla bir panayir yerine donmustu, soguk ayran,
limonata satanlar mi istemezsiniz,yoksa bir kalem alana bir tarak bedava
satan isportacilar mi. Bana nane sekeri satmaya calisan yasli adami ise
hic nane sakeri sevmeme ragmen reddememistim dogrusu..Birazdan yanimiza
ellerinde kirmizi guller ve karanfillerle koy kizlari dolustu. Karsimdaki
orta yaslardaki adam bunlara hic kayitsiz kalamadi.Cuzdanindan para
Cikarmak icin actiginda yere bir resim dusurdu.Ona alip vermek uzere yere
egildigimde cok guzel bir kadinin resmini gordum.
"Sanirim guller esinize olsa gerek "diye gulumsedim. Adamin yuzu birden
dusunceli bir hal almisti.
"Keske "dedi.."Keske oyle olsa idi." "Ben bir "Gul Tuzagi" na dustum" diye
cevap verdi. Merak etmistim ne idi gul tuzagi Gene de soramadim. Birkac
dakika suskunluktan sonra Soyle surdurdu konusmasini:
"O oyle bir tuzaktir ki ariyi cektigi gibi icine sizi de tuzagina
dusuruverir.Artik savunmasizsinizdir gultuzagidir o.Gordugunuz ise sadece
mis kokulu bir alem ve sizi ceken dusleriniz."
" Ya dikenler dedim peki o dikenleri goremez mi insanlar "
"Hayir" dedi "Goremezler. Oyle bir efsun vardir ki orada o mis kokularin
arasinda dikenleri dahi hissedemezsiniz"
"Peki dedim ya battiginda kanatmaz mi, aci vermez mi o dikenler"
"O zaman dedi is isten gecmistir.Birisi size bir gul verir ve sizse sevgi
ile gulunuzu ellerinize alirsiniz O oyle buyuk sevgidir ki ne aci
duyarsiniz ne de o gulun solacagina inanirsiniz.O gul hep oyle mis kokulu
ve taze kalir sanirsiniz.Gul kurudugunda ise artik cok gectir. Tuzaga
dusmusunuzdur bir kere.O dikenler Kalbinize birer mizrak gibi bir bir
saplanmistir ve o kokunun efsunu burnunuzdan gitmedigi muddetce Bir daha
da asla cikamayacaktir ve size de baska hic bir cicek koklamayi men
edecektir. O oyle kuvvetli Bir tuzaktir ki icine dusen nasil
cikabilecegini asla bilemez. Cunku oraya dusen hic kimse yaralanmadan
Cikamamistir "dedi.

Bu sirada tren kucuk bir koy istasyonuna varmak uzere idi . "Bana
artik musade" dedi. "Ciceklerin sahibini fazla bekletmemem lazim.Yoksa
bunlar solup gidecekler , boyle gormesini istemem.En cok gulleri severdi"
dedi. Gulumseyerek. "Adi "Gulseren" di.Onu bir gul mevsiminde tanimistim.
Bir gul mevsiminde de kaybettim. Ona onu ne kadar cok sevdigimi dahi
soylemeden. Ne yazikki bir gul kadar da omru kisa oldu. Kokusu ise bir
omur boyu surecek" Adam indikten sonra arkasindan uzun uzun sevgiyle
baktim.Burnumda ise hala gullerin kokusu vardi. Sevginin kokusu. Oyle ya
herbirimiz etrafta birilerine soylemek istedigimiz ve soyleyemedigimiz
agizda takili kalan kelimelerin agirligi ve belki de birilerine vermek
istedigimiz dogum gunu kartlari ile dolasiriz . Gerci her ne kadar acilar
gecici olsalar da sevgiler ebedi kalir. Hayatta ise hep hatirlarda kalan
aldimiz ve verdigimiz sevgi dolu duygulardir Aslinda belki de hepimiz
icimizde sakladigimiz sevgi dolu yukleri aciga vurmararak
agirliklarindan kurtulmaliyiz Yarin cok gec olmadan. Guller henuz solmadan.


KAynak : ?

Nǿ ŦΞДЯ™
05-12-2007, 01:41 AM
Bossluğunu Soluduğun Hayat

Öğrendiğin her şey,
Susup arkanı döndüğün.
Yenildiğini unutup,
Güzelliğini sonuna dek yaktığın her şey
Seni senden kurtarmıyorsa
Ne anlamı var sana hayatının sevgili…
Masumiyetin kimi zulümden kurtardı, söylesene
Hem bu arzuda onun adı bile geçmez…
İstikbalin sıradan bir ayrıntı
Bu telaşta…
Ne yapsan göğsünde hayatında yabancı bir zaman
Birikiyor…
Borçlu değilsin ömrüne üstelik…
Ama ne yapsan boşluğa açılan
Bir kapı oluyor hayat,
Ne yapsan büyüyor o boşluk…
Ne yapsan suçlu değilsin,
Sadece yerçekiminden muafsın…
O derin ıstırabınsa
Seni hayata alışmaktan koruyor sadece…
Oysa bu bile umurunda değil…
Geleceğin ellerinde sıcaklığı üşüyen
Bir mum sadece…Gördüm…
Geleceğin ellerine yapışan o soğukluk…
Durmadan ömrüne yapışan o gerçeği soluyorsun sen…
Durmadan o aşkı soluyorsun…
Durmadan ciğerlerini yakan o büyük soğumayı…


Cezmi Ersöz

Nǿ ŦΞДЯ™
05-12-2007, 01:42 AM
Sana Seslenmek İçin

Gece sesizce basliyor ve irmagin-
Ote yakasina geciyor atlilar.
Bir papatyanin acisini dinliyorum.
Gokyuzu gitgide genisliyor.
Islak yapraklarin derin yesilligi
Islak daglarin uyandirdigi keder.
Kendime bir demet cicek topluyorum
Ogretmenimin ilikledigi gogsum
Ne kadar genc
Agzimda taptaze bir tutun kokusu
Ve taze ceviz kabuklarinin kararttigi parmaklarimda
Bir agiz mizikasi.
Ogrendigim ilk sarkilar
Yollar yollar yollar boyunca
Soyledigim ilk sarkilar
Sevgilim olan butun kizlar
Siyah onlukleri ve
Kacamak bakislariyla gecip gittiler
Ilk fotograflarimdaki yakisikli sacim...
Ey aksam, ey bir askin
Baslamasi ve bitmesi
Ey turuncu aksam, butun aksamlarin aksami
Ey mor aksam, dudaklarim gibi moraran.
Gece evleri sardiginda
Ve bahceleri
Isiklar icinde kacip giden
Bir tavsan gibi yalnizim.
Yolun iki yaninda kalan
Karanlik daglarin otesinde
Neler olup biter
Ve girdigimiz uykulu kasabada
Lokantadaki uykulu cocuk
Olgun isikli lokantada
Olgun patatesler.
Bir adamin
Dogmasi ve olmesi
Ve bazi islemeler yapmasi hayatinda
Bazi baglardan
Uzum toplamasi
Bazi sinamalara gitmesi
Bazi kizlari sevmesi
Ve olesiye yalnizlik cekmesi
Bazi sehirlerde.
Ey aksam, turuncu ve mor aksam
Ey gokyuzu, ey benim
Gittikce esmerlesen kalbim.
Simdi beyaz bir kizin
Yaninda olabilmek icin
Bazi cilginliklar yapabilirim
Onu boynundan opsem ve onunla
Dunyada olup bitenleri konussak
Ingiliz birahanelerinde
Damali kasketleri
Ve sasilacak kadar yorgun yuzleriyle
Ve butun emekciler gibi
Cocuksu gozleri
Partal elleriyle oturan
Iscilerden konussak
Zencilerden konussak sonra
Gulunce butun yuzleriyle gulen
Yakisikli ve hazin
Zencilerden.
Gece dunyanin her yerinde
Geliyor ve her yerde
Ayni duygu uyaniyor kalbimizde.
Sen simdi
Duvarina bir siirimi asmisindir
Uyuyorsundur
Belki dusunuyorsundur
Sonuncu kattaki odandan
Yildizlara bakarak.
Ve yoldizlar her zaman
Eski ve tanidiktir.
Ozellikle bir tren penceresinden bakildiginda.
Icimiz nedensiz bir huzunle doldugunda
Sirtustu uzanip topraga
Baktigimiz yildizlar.
Bir harman yerinde ya da.
Duz bir damda.
Uzaktan
Butun kurtce turkuler gibi
Yanik bir turku gelirken
Sicaktan bunalirken
Evler ve yollar;
Ve yasli kadinlar
Uyuklar gibi buzulup minderlerine
Dusunurlerken eskisini
Olaganustu gunlerini
Gece sesizce basliyor ve irmagin
Ote yakasina geciyor atlilar
Calilarin hisirtisini dinliyorum.
Sana seslenmek icin
Yeni siirler tasarliyorum..


Ataol Behramoğlu

Nǿ ŦΞДЯ™
05-12-2007, 01:42 AM
Nehir gibi akıyor yüreğimin sahillerine

Tas merdivenler gibi, asinmiş ayaklardan,
Secde yerine çarpa çarpa alinim aşınsa
Göklerin kaimcisiyle yediğim dayaklardan,
Erisem de, tabutum boşmuş gibi tasınsa

Bir garip insan olsam, benzemez hiç kimseye;
Tek hece bilmez, tek renk görmez, tek ses işitmez.
Karanlığı, yoğursam nura döndüresiye.
Tırmansam o ana ki, yek paredir ve bitmez.


Necip Fazıl Kısakürek

Nǿ ŦΞДЯ™
05-12-2007, 01:42 AM
Bir Sabah Tanıdık Bir ssehre Girerken

Bir sabah tanıdık bir şehre girerken
Sıcak ve dost şeyler düşünür insan
Tanıdık bir yatak bekler sizi
Bir çocuk yüzü gülümser anılardan

Dost şehirler, sevgili, anne şehirler
Nice anılar, nice mutluluklar yaşadım her birinizde
Delikanlı bir sevinçle sokaklarınızdan geçtiğim oldu
Kederli günlerim oldu aklımı yitiresiye

Sonsuz kareli bir film gibi
Yaşamım geçiyor belleğimden
Tekrar etmek duygusu
Her şeyi yeniden, yeniden...

Bir sabah tanıdık bir şehre girerken
Hüzünlü, tuhaf şeyler düşünür insan
Sadece o şehrin değil
Kendisinin de değiştiği duygusundan...


Ataol Behramoğlu

Nǿ ŦΞДЯ™
05-12-2007, 01:42 AM
HAYATI ISKALAMA LÜKSÜN YOK SENİN !
Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına
inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun. Giden zaten
gitmeyi kafasına koymuştur ve yaptıkların onun dudağında hafif bir
gülümseme yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.
Sen kendini paralarken o her zaman bahaneler bulmaya hazırdır.
Hani ağzınla kuş tutsan "Bu kuşun kanadı neden beyaz değil?"
diye bir soruyla bile karsılaşabilirsin.. iki ucu keskin bıçaktır bu
işin. Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman.Bu mahkemede
hafifletici sebepler yoktur. İyi halin cezanda indirim sağlamaz.
Sen, "Ama senin için şunu yaptım" derken o, "şunu yapmadın"
diye cevap verecektir. Ve ne söylesen karşılığında mutlaka
başka bir iddiayla karşılaşacaksındır. Üzülme, sen aşkı yaşanması gerektiği gibi
yaşadın.Özledin, içtin, ağladın, güldün, şarkılar söyledin,
düşündün, şiirler yazdın. "Peki o ne yaptı" deme. Herkes
kendinden sorumludur aşkta. Sen aşkını doya doya yaşarken o kendine
engeller koyuyorsa bu onun sorunu. Bir insan eksik yaşıyorsa, ve bu
eksikliği bildiği halde tamamlamak için uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin
ki onun için? Hayatı ıskalama lüksün yok senin. Onun varsa, bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın.
Her zamanki gibi yaşayacaksın sen. "Acılara tutunarak"
yaşamayı Öğreneli çok oldu. Hem ne olmuş yani, yalnızlık o
kadar da kötü bir şey değil. Sen mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye
bağlamadın ki.... Epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor.Kitap
okurken de mutlu oluyorsun unuttun mu? Kentin hiç görmediğin sokaklarında
gezip yeni
yaşamlara tanık olmak da keyif verecek sana.Yine içeceksin rakını balığın
yanında. Üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de cabası....
Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun asolan
yürektir.Yürek sesi ne bilmeyenler, ya da bilip de duymayanlar
acıtsa da içini unutma; yasadığın sürece o yürek var olacak
seninle birlikte. Sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda
duygusunu. Elbet bitecek güneşe hasret günler. Ve o zaman kutuplarda
yetişen cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini...
NAZIM HİKMET

Nǿ ŦΞДЯ™
05-12-2007, 01:44 AM
yaLnızLığımdan geriye kalan nasır tutmuş yüreğim iLe düşmekteyim biLinmeyene doğru..
aynı kül bağLamış bir cemre parçasının dondurucu soğuktaki kayboLuşu gibi..
kanser kokan sokakLarda dolaşırken dokunduğum her yerde açan zehirLi çiçekLerin hesabını vermekLe yükümLüyüm sanırım ...
dengesizLiğim sonucu kaybettiğim diğerLeri..
sorumsuz ...bu çocuğun oLduğu yerde güneşin hiç doğmamasından sorumLu oLan kim ki? kendisi mi?
beLkide kayboLmaya yüz tutmuş karanLığımda sesimi duyuramayan bir benimdir
biLemiyorum:/ kanatLarım kırık.. sürekLi düşüyorum.. ama dibe vuramıyorum..
son söyLiyeceğim; "ben seni seviyorum .. bunda bir kasıt yok!''

veya içimde parçaLanan sözLerimdi kusamadığım.. sözLerim sakLı dedim sadece
geçiştirmek değiLdi amacım.. sadece gerçekten doğru oLan sözLeri biLmeyişimdi..
veya gerçektende olanları tanımlayacak sözlerin olmayışı..
şimdi saat çok geç.. oysa hiç bir şey için çok geç değiLdi!
eLLerim her daim soğuk.. 1 süre önce içime hapsettiğim ağLama nöbetLerim organLarımı parçalıyor oysa..
her şeyin acı üzerine kuruLmuş oLması.. veya her şeyin acı vermesi..
"eLimden ne geLirdi ki?" demiyorum! kabuLLendiğim suçLarımın aLtında ezilirken ağırdan..
sesim boğuk ... dudaklarımdaki kan çekilmiş.. boynumda hissetmek istediğim ılık nefesin benden çok uzakta..!!
Yıkım sonrası etrafıma bakındığım zaman gördüklerim.. hepsi daha da acı veriyor..!
kırılan-dökülenLeri değiştirebilecek gücüm var.. sadece onarmayı yeğLedim
dengesiz - değişken ruh haLLerimi yansıtan sözLerim benden uzak yine..! düşLerim ise bana küs..!

ve yine dinLedigim muzik.. ve yine aLkoL.. yaLnizLigimda öLüyorum..
kahretsin ki istekLerimi diLe getirmek icin dogru yoLu buLamiyorum..
eLLerim haLa soguk.. imLa kuraLLarini biLmeyisim ne aci.. turkceyi katLetmem ise ayri 1 dert..
ve yine yaLnizLigimda öLüyorum..!
eLe$tiriLer , a$$agLamaLar.. oLmak istedigim yerdeydim bir sure once..
hayatima son vermem gerekiyordu sanirim.. yoLunu gozLedim! geLmedin..
yaLniz da oLsam hayatima son vermem gerekiyordu evet.. o zaman biramin bitisini goremezdim sanirim..
caLan parca everlost.. seni izLiyorum.. ama dokunamiyorum.. gozLerim yaniyor yine..
yanakLarim haLa isLak.. gidisinin ardindan kaLan aciz ben! ayni keLimeLere hapsediLmis..
baska bedenLerde aradigim ruhun.. buLamadigim.. sanirim cok yakinsin ...
ama haLa dokunamiyorum..gidisinin ardindan gozLerimi kapattim..actigimda yanimda oLmani diLiyorum..
ama savasamiyorum...

geriye kaLanLari yitirirken teker teker zaten beLLiydi..
gune berbat bir basLangicin ardindan geLisen oLumLu oLayLar.. ne kadar devam edebiLirdi ki?
uzun zamandir huznumden ve nefretimden soz etmedigim defterim geldi aklima.. biras aLkoL.. biras hüzün..
hediye ediLen vodkam.. uzerinde minik eLLerin yazdigi "mutLu oLduun zaman ic ya da icerken mutLu oL" sozLeri.. ho$..
icimde kotu bir sucLuLuk hissi var yine:/ acimi hafifLetmeyen cinsten..
acinin zamanLa koreLmesine dair yaptigimiz konusma geLiyor akLima bu gibi anLarda
sanirim her zaman ayni dozda aLmiyorum aciyi.. ve arkamda biraktigim mektupta senden baska herkese ait oLan..
intiharin aLcak oLan katLarindan her gun atLamak.. kanim agir..! korkum büyüq..!
ve goz yasLarim dagLiyor yanaqLarimi yine.. aLkoLun etkisidir beLki.. kim biLir?
buyuLeyici muzik ... acimi anLatabiLmemi sagLayacak oLan yegane $ey sanirim:/
dudakLarimdaki ucukLar diLimdeki yaraLar.. hep seni öperken oLushtu.. kimse fark edmedi ben biLe..
$imdi ise yokLugunda.. soLudugum hava biLe canimi yakiyor! kurtuLmak istiyorum!
arkani dondun..sesimi duyuyorsun..eLimi hissediyordun beLki..seni bekLiyorum..ama inanmiyorsun..
ben gidiyorum..ben bekLiyorum..zaman durmuyor yerinde..siLiniyorum..öLüyorum..

satılığa çıkmış pamuk şeker tadında hayaLLer ve siyah bir kuş..
düşüşLerin sıradanlığı ile hissizLeşmiş ve sonunda kendi varLığını biLe inkar etmeye yüz tutmuş
yoktan var edilen bazı şeylerin yalan yansımalarını (yanıLsamaLar) insanLarın kirLettiğini düşünmem gerçekten boş
yaLnızken yaktığım mumları izLiyorum sadece ... ve tükeniş ... zaman hiç geçmiyor gibi..
hissizlik ve hissel kaosLarım arasında beni yakalayan ağLama - titreme nöbetLerimi hiçe saymaya çaLışsam da neye yarar ki?
cevapsız soruLar ... cevaplamaya korktuğum ... keLimeLeri içime atıyorum yine..
aLışkanlık bu nede olsa ... konuşmak istediğim zaman keLimeLerin bana küsmesini istemezdim oysa..
sevgim , nefretim , acım ve aLdığım haz dudakLarımdan akıp gitsin isterdim öyLece..
yine eLLerim soğuk ... insanLara sığınmaya korkar oldum iyiden iyiye ... kendi maskeLerimi avuçLarıma aLamamak gibi..
sessiz ... öLümcül ... ve sus olmuş tüm umutLar yine ...içine biraz yaLnızLık kattığım çayımı yudumLuyorum umarsız
bişeyLer eksik her zaman ki gibi ... beLki biraz zehir ... kanımı akıtmam yeterLi oLur mu ki?
Tutamadığım sözLerim akLımda yine ... ve asLında hiç oLmayışıma inanmaya kasmam
avuntuLarım içinde kayboLan kaç benLiğim var sayamadığım...
adLarını biLmediğim , unuttuğum küçük bedenLer gibi siLik dünyamdaki herşey...
yerLerini kaosLara bırakmış birkaç parça dışında yok görmek istediğim...
çok biLinmeyenLi değişken denkLemLere denk yokoluşumun tadına varabiLsem..
özLedim..http://www.cakal.net/images/smilies/sad.gif(

Nǿ ŦΞДЯ™
05-12-2007, 01:47 AM
Sevgi Emek İster...!

Koskoca bir bahçede harikulada çiçekler içinde bir papatya.. Ve papatya aşık olmuş,yanmış tutuşmuş ak sakallı bahçıvana..Bir ümit bekliyormuş.Yüzlerce çiçeğin arasından Onunla,sadece onunla saatlerce ilgilensin..Buz gibi suyunu sadece ona döksün istiyormuş..Sadece ona değsin makası,Sadece ona gülsün dudakları..Kıskanıyormuş bahçıvanı,kırmızı gül'lerden,sarı lale'lerden,mor menekşe'lerden..zambak'lardan...

Papatya,sadece bahçıvan için açıyormuş,Bembeyaz yapraklarını...

Bir gün,aşkı öyle büyümüşki..Papatya yapraklarını taşıyamaz olmuş..

Eğilivermiş boynu..Toprağa bakıyormuş artık..Bahçıvanın sadece sesini duyuyormuş..Ayaklarını görüyormuş..Bunada şükür diyormuş..

Yetiyormuş ona,bahçıvanın varlığını hissetmek..Zaman akıp gidiyormuş..

Papatya bahçıvanın yüzünü görmeyeli çok olmuş..Ne var sanki boynumu kaldırsa....

Bir kerecik daha görsem yüzünü diyormuş...

Ve işte bir gün...Bahçıvan papatyaya doğru yaklaşmış..İncecik bedenini ellerinin arasına almış.. Elindeki sopayı,köklerinin yanına,toprağa sokmuş bir iple papatyanın gövdesini bağlayıvermiş sopaya..

Papatya o an daha çok sevmiş bahçıvanı..Hala göremiyormuş onu,ama bedeni kurtulmuş..Uzun bir müddet sonra,bahçıvan uğramaz olmuş bahçeye..

Gelen giden yokmuş..Kahrından ölecekmiş papatya..

Ama işte bir sabah...Hortumdan akan suyun sesiyle uyanmış..

Derin bir oh çekmiş..Çılgıncasına sevdiği bahçıvan geri gelmiş.. Birden, kendisine doğru gelen iki ayak görmüş..Bu onun delicesine sevdiği bahçıvan değilmiş..Başka birisiymiş..Adamın elinde bir de makas varmış..

Papatyanın kafasını kaldırmış yukarıya doğru....

Ne güzel açmışsın sen öyle demiş..Bu gencecik,yakışıklı bir delikanlıymış.. Gözleri gök mavisi,saçları güneş sarısıymış..Ama gövden seni taşımıyor demiş. Elindeki makası papatyanın boynuna doğru uzatmış..

Ve bir hamlede baığnı gövdesinden ayırmış..Papatya yere düşerken hatırlamış sevdiğini..O ak saçlı,ak sakallı,yaşlımı yaşlı bahçıvanı hatırlamış..Birde o gencecik,yakışıklı delikanlıyı düşünmüş..Ve o an anlamış,neden o yaşlı bahçıvanı sevdiğini..O her şeye rağmen,papatyaya emek vermiş..Ona hiç bir zaman güzel olduğunu söylememiş,ama onu aslında hep sevmiş....

Papatya anlamış artık...

Sevgi,emek istermiş...

Yere düştüğünde son bir kez düşünmüş sevdiğini...Teşekkür etmiş ona içinden..Son yaprağıda kuruduğunda,biliyormuş artık....

Gerçek sevginin,söylemeden,yaşamadan ve asla kavuşmadan varolabileceğini..

Nǿ ŦΞДЯ™
05-12-2007, 01:47 AM
ÖLMEYEN SEVGİ


Genç adam elinde bir buket çiçek, sahile koşarak geldi...
Gözleri şöyle bir sahilde gezindi, aradığını göremeyince
ilk gördüğü banka oturup sevdiğini beklemeye başladı. Ellerinde
her zamanki çiçeklerden vardı. Sevgilisinin en sevdiği çiçekler bunlardı.
Kırmızı, kıpkırmızı, kan kırmızısı güller... Sanki dalından yeni koparılmış
gibi tazeydiler, buram buram kokuyorlardı, sevgi kokuyor,
aşk kokuyor en önemlisi de özlem ve hasret kokuyordu güller...
Hepsinin üzerinde damlalar vardı. Sanki ağlıyor gibiydiler.
Genç adam güllere baktı, sanki onlarla konuşuyormuş gibi,
"Neden ağlıyorsunuz, bakın ben ne kadar mutluyum" dedi.

Az sonra sevdiğini göreceği için kalbi deli gibi atmaya başlamıştı.
Ne zaman onu düşünse, onunla buluşacağını hayal etse
kalbi aynı böyle yerinden çıkacakmış gibi oluyordu.
Senelerdir birbirlerini sevmelerine rağmen ikiside sevgisinden
hiç bir şey kaybetmemişti.. Onları hiç bir şey ayıramazdı...
Ne hasret, ne ayrılık, ne de ölüm...

Genç adam telaşla saatine baktı. Sevdiği yine geç kalmıştı,
1 dakika geç kalmıştı. Üstelik o, sevdiğini bekletmemek için dakikalarca
önce koşarak geliyor, onu beklemeyi bile seviyordu.
Ama sevdiği her zaman bunu yapıyordu. Devamlı kendisini bekletiyordu.
Herkesin bir kusuru olurmuş diye düşündü...

Gözlerini önündeki uçsuz bucaksız denizlere dikti. Denizin sonu
yok gibiydi, tıpkı sevdiği kıza karşı olan aşkı gibi denizinde sonu yoktu.
Sonsuzluğa uzanıyordu. Aslında bugün onlar için çok özel bir gündü.
Kendi aralarında söyleneceklerdi. Delikanlı önce bunu sevdiğine açmış,
sonrada gidip iki yüzük almıştı. Bu kadar önemli bir günde bari
onu bekletmemeliydi.. Ama alışmıştı artık beklemeye, zararı yok
biraz daha beklerim diye düşündü. Güllerin yaprakları
nedense hala yaşlı idi. Bir türlü anlamıyordu onları.
Her şey bu kadar güzelken neden ağlıyorlardı ki?

İşte az sonra sevdiği gelecek, ona sarılacak, kucaklaşacaklardı...
Sonra söz yüzüklerini takıp, evliliğe ilk adımlarını atacaklardı.
Genç adam öyle heyecanlıydı ki sevdiğine kavuşmak için can atıyordu...
Martılara baktı, birbirleriyle oynaşıp, uçuşan martılara... Ne kadar güzel
dansediyorlardı havada. Tekrar saatine baktı genç adam.
Endişelenmeye başlamıştı. Sevgilisi yine geç kalmıştı, hem de çok...
Bu kadar geç kalmaması gerekiyordu. İşte her gün burada buluşmak
için sözleşmiyorlar mıydı? Her gün sahilde, martılara bakarak,
denizin onlara anlattığı masalları dinleyerek birbirlerine sarılıp
hasret gidereceklerine söz vermiyorlar mıydı?
O zaman neden gelmemişti yine??...

Aklına kötü düşünceler gelmeye başladı. Hayır.. hayır.. olamazdı.
Sevdiğine bir şey olamazdı. Onsuz hayat yaşanmazdı ki...
O ölse bile devamlı benimle yaşar diye düşündü genç adam.
Bunun düşüncesi bile hoş değildi. Gözlerini yere indirdi. Gözyaşlarını
kimsenin görmesini istemiyordu. Zaten nedense etrafındaki insanlar
ona sanki kaçık gibi bakıyorlardı. Rahatsız olmaya başladı bakışlardan.
Artık bıkmıştı... Yine sevgilisi geldi aklına.. Neden gelmedi acaba
diye düşünmeye başladı. Gözlerini kapattı. 7 sene oldu dedi.
7 senedir her gün bu sahildeydi, sevdiğini bekliyordu.
Daha fazla dayanamadı. Kalbi parçalanacak gibi oluyordu.
Gözlerinden bir damla daha yaş güllerin üzerine damladı...

Yine gelmeyecek galiba, en iyisi ben onun evine gideyim diye mırıldandı...
Hiç olmazsa gülleri her zamanki gibi yanına koyar, ona vermiş olurdu...
Genç adam ayağa kalktı. Sevdiğiyle buluşmak üzere, yeşil tepenin
ardındaki kabristana doğru yürümeye başladı...

Nǿ ŦΞДЯ™
05-12-2007, 01:47 AM
HÜLYA VE HAKAN İSMİNDE İKİ GENÇ VARMIŞ,

KIZ GÜZELMİ GÜZEL GENÇ YAKIŞIKLIMI YAKIŞIKLI BU İKİ GENÇ BİRBİRLERİNİ
SEVMİŞ VE BİR FLORT

DÖNEMİNDEN SONRA EVLENMEYE KARAR VERMİŞLER İKİSİNİNDE DURUMU İYİYMİŞ ZENGİN VE

VARLIKLI AİLELERİN ÇOCUKLARIYMIŞLAR VE SONUNDA HAKAN VE AİLESİ HÜLYAYI

İSTEMEYE GELMİŞLER NİŞAN YÜZÜKLERİ TAKILMIŞ VE EVLİLİK GÜNLERİ BELİRLENMİŞ

BİRGÜN HAKAN HÜLYAYI ARAMIŞ KIZ TELEFONA BAKMIŞ "AŞKIM NAPIYORSUN" DEMİŞ

KIZ YEMEK YAPTIĞINI, YEMEK YİYECEĞİNİ SÖYLEMİŞ

HAKAN "AŞKIM YEMEĞİNİ YEDİKTEN SONRA SENİ ALMAYA GELECEĞİM BİRLİKTE

SİNAMAYA GİDERİZ İKİ TANE BİLET ALDIM" DEMİŞ

KIZ TELEFONU KAPATIP YEMEĞE DEVAM ETMİŞ TAM O SIRADA TÜP PATLAMIŞ

BÜTÜN TÜP PARÇALARI HÜLYANIN BÜTÜN VÜCUDUNU DELİK DEŞİK ETMİŞ. HASTANEYE

YOĞUN BAKIMA KALDIRILMIŞ HAKAN KOŞA KOŞA HASTANEYE GİTMİŞ AMA HÜLYA

ONUNLA GÖRÜŞMEK İSTEMEMİŞ.

ÇÜNKÜ YANIKTAN ÖYLE İĞRENÇ BİR HAL ALMIŞKİ YÜZÜ VE VÜCUDU BAKILDIĞI ZAMAN

İĞRENİYORMUŞ İNSANLAR. ANNESİ HÜLYANIN YANINA GELMİŞ VE "KIZIM

HAKAN PERİŞAN BİR HALDE NEDEN ONU GÖRMEK İSTEMİYORSUN" DEMİŞ

KIZ; "ANNE SEN BİLE YÜZÜMÜN BU HALİNE BAKMAYA İĞRENİYORSUN,BENİ O

GÜZEL HALİMLE HATIRLASIN HERŞEY BİTTİ SÖYLE ONA SAKIN BENİ ARAMASIN"

ANNE KIZININ DEDİKLERİNİ ÇOCUĞA AYNEN İLETMİŞ. ÇOCUK ÜZÜNTÜYLE

HASTANEDEN ÇIKMIŞ VE ARABASINI SÜRATLA KULLANMAYA BAŞLAMIŞ VE

TRAFİK KAZASI GEÇİRMİŞ VE KÖR OLMUŞ

ANNESİ TEKRAR KIZININ YANINA GELMİŞ VE HAKANA OLANLARI ANLATMIŞ

ARTIK EVLENMENİZ İÇİN HİÇBİR MANİ YOK ARTIK BİRBİRİNİZE DESTEK

ÇIKMALISINIZ, BAK HEM ARTIK SENİ İSTESENDE GÖREMEZ DEMİŞ BUNUN ÜZERİNE
KIZ HAKANLA

EVLENMİŞ.İKİ TANE ÇOCUKLARI OLMUŞ VE YILLAR SONRA HÜLYA KALP KRİZİNDEN

ÖLMÜŞ. ANNELERİ ÖLDÜKTEN SONRA ÇOCUKLAR ANLAMIŞLAR Kİ BABALARI KÖR DEĞİL VE ASLINDA

HİÇ KÖR OLMAMIŞ...
************************************************
Gerçek olma ihtimalinin ihtimalinin bile insanı yaşama bağladığı türden bir öykü, ama ne yazık ki gerçek değil....

Nǿ ŦΞДЯ™
05-12-2007, 01:48 AM
“Bu sana son yazışım...” diye başlayan bir mektup var şu an karşımda.

“Bu sana son sözüm” dermiş gibi bakan. Simsiyah harflerle kirletilmiş,
bembeyaz bir sayfa. Neresinden bakılsa acı, hangi satırından başlansa
hüzün, hangi kelimesi okunsa güvensizlik.

Oysa ki benim; batan güneşin ardından sarıldığım, tepeden aşağı
inerken, çakıl taşlarıyla birlikte yuvarlandığımda düşündüğüm biri var…

“Bu sana son yazışım…” bir ayrılığın ilanı gibi, ölünün üzerine son
kürek toprak, gözdeki son damla, son kez el sallamak gibi…

Oysa
ki benim; Kışın soğuğunda, dalgaların kayaları dövdüğü anlarda,
fırtınalarda savrulurken sığındığım biri var…

“Bu sana son yazışım...” düşündüklerinin, hissettiklerinin ve
yaşadıklarının benim için zerre kadar önemi yok demek değilse ne bu? Sen
istediğini söyle, senin söylediklerinin hiç bir anlamı yok demek değilse ne
bu?

Oysa ki benim; derinlerde soluksuz kaldığımda ve nefesimin bana ait
olmadığını sandığımda, sonsuz gibi görünen karanlığın ortasında, umudumun
tükendiği anlarda düşündüğüm biri var…

“Bu sana son yazışım…” diye başlayan ve sana hiç inanmadım, sana hiç
güvenmedim diye devam eden satırar bunlar. Üstelik inanmam ve güvenmem

için yaptığın herşey boşa kürek çekmek, yetersiz, yersiz ve saçma
çabalardan başka hiç birşey değil bunlar.

Oysa ki benim; burnumda yağmur kokusu varken, bulutlar hızla akıp
geçerken, ve çocuklar ağladığında, perdeler uçuştuğunda düşündüğüm biri var…

“Bu sana son yazışım…” ben bunları
hak ettmedim… Ama sen herşeye
müstehaksın, üzülmelisin, kırılmalısın, parçalanmalısın, yok olup gitmelisin…
Senin söylediklerinden daha değerli başkalarının ne dediği, senden daha
değerli bakalarının ne düşündüğü demek bu.

Oysa ki benim; elimi uzattığımda ve saatin her çalışında, yanımdayken
özlediğim ve uzaklaşınca her an düşündüğüm biri var…

“Bu sana son yazışım…” Açıkca dilediğini yap, ben istediğim kadar daha
yanındayım. Kendimi hazır hissedince girdiğim gibi çıkacağım hayatından
demek bu?

Oysa ki; Aklımın kıyısında dolaşan ve dilimin ucundayken yanarcasına
düşündüğüm, yosun gözlerinde dolaşırken yemyeşil ormanlarda yok olup

gittiğim biri var…

Tek kişilik dünyamda ölçülü adımlarla yürüyorum. Boshwer dim ve ben
artık kendi MaSaL ıma dönüyorum. Sana geliyorum. Aylardan Nisan, sabahın
erken saatleri ve bahar… http://www.cakal.net/images/smilies/sad.gif

Nǿ ŦΞДЯ™
05-12-2007, 01:54 AM
Düşlerin gerçeğe, gerçeklerinse düşe dönüştüğü bir yaşam özlüyorum.
Yaşamaktan bunalmıyorum, bunalımı yaşayıp, bunu kendime ait bir yaşam
biçimine dönüştürüyorum.

Sanırım bütün sorunum özlemekle ilgili. Keşke "yaşlanmaya başladım, o
yüzden geçmişi özlüyorum" diyebilseydim. Zerre kadar özlemiyorum
geçmişi. Geçmişe dair ne varsa silindi hafızamdan. Ben geleceği özlüyorum.
Belki de hiç yaşayamayacağım geleceğime dair özlemlerim. Asıl sorunda
burdan başlıyor zaten. Geleceğin olmayacağını biliyorum. Olmayanı, olma
ihtimali bulunmayanı özlüyorum. İşte bu özlem koyuyor insana...

Beni koyup gitme
Ne olursun
Durduğun yerde dur..
Kendini martılarla bir tutma
Senin kanatların yok
Düşersin, yorulursun
Beni koyup gitme
Ne olursun...

Duvarda gölgeler ve o görüntülerle çarpışmak yoruyor. İnsanlar gerçek
değil artık, mekanlar gerçek değil. Belki de o yüzden sevmiyorum ana
caddeleri, ışıltılı alışveriş merkezlerini, konforlu mini sinama
salonlarını. Flimlerin değeri düşüyor oralarda, filmler hırpalanyor. Ruhumuz
bütün "sakıncalı" kareleri sansürlüyor, makaslıyor, yalnızlaştırıyor.
Sansürlü, makaslı, yalnız bir yaşam bu benim yaşadığım ve yalnızım işte
yine...

Şaşırmıyorum aslında, böyle olacağını çok öncesinden biliyordum. "Boş
durmadım, savaştım. Savaştım ama yenildim. Yenildim ama ezilmedim" diye
kandırmayacağım kendimi. İşte itiraf ediyorum; ezile ezile, hırpalana
hırpalana yenildim. Yenildim işte ötesi yok..

Bir deniz kıyısında otur
Gemiler sensiz gitsin bırak
Herkes gibi yaşasana sen
İşine gücüne baksana
Evlenirsin çocuğun olur
Sonun kötüye varacak
Beni koyup koyup gitme
Ne olursun...

İşte bu yüzden korkuyorum ana caddelerden. Deniz kenarlarını seviyorum,
salaş meyhaneleri seviyorum. Issız ve bana ait olan yerleri seviyorum.
Televizyonu değil ama o televizyonun altındaki dolapta bulunan
anılarımı seviyorum. Her açtığımda o dolapta bulunan anılarımın anlatacakları
var bana çünkü. O salaş dediğim meyhanenine öyle, kayalara vuran
dalgalarında ne çok anlatacağı şey var. Bunlar dışında herşeyin sadece
görüntüsü var oysa.

Elimi tutuyorlar ayağımı
Yetişemiyorum ardından
Hevesim olsa param olmuyor
Param olsa hevesim...
Yaptıklarini affettim
Seninle gelemiyeceğim yine de
Beni koyup koyup gitme
Ne olursun...

Bunun için yalnızca kendimi korumak için kaçıyorum herşeyden. Kaçarak
yaşıyorum. İçime kapanmıyorum, düpedüz içime kapaklanıyorum. Böylece
korunuyorum hayattan. Bedenimse ruhumun zırhı sadece...

Nǿ ŦΞДЯ™
05-12-2007, 01:54 AM
uzun zamandır yalnızlıgımı paylaşıyorum kendimle.. çocukuluğuma dönüyorum zaman zaman. hatırlarsın sana göztermiştim eski sokaklarımı.. ben onlarda büyüdüm, onlarda öğrendim hayatı... güneş açtığında yaz günleri, oturur bir kola kasasının üstüne gözlerimi kapar ve güneşe bakardım, öyle huzur bulurdum ki, bir yanda arkadaşlarımın sesleri, bir yanda kuşların cıvıltısı... ben taksimde büyüdüm taksimde bende... aşkı ilk onda yaşadım, istiklale aşık oldum ilkdefa gün batımında ve seni de ilk onda gördüm onda sevdim... """""Beni koyup gitme
Ne olursun
Durduğun yerde dur..
Kendini martılarla bir tutma
Senin kanatların yok
Düşersin, yorulursun
Beni koyup gitme
Ne olursun...""""

o bende ben sende bitene kadar, sen bende bitmeyeceksin, tükenmeyeceksin asla...

Nǿ ŦΞДЯ™
05-12-2007, 01:54 AM
Biliyorum, çok şey söyleyecektin bana. Bunu da çok istiyordun.
Hayatının sırlarına ortak edecektin beni. Kendini anlatacaktın. Özlemlerinden,
beklentilerinden, yaşantından, meraklarından, beğenilerinden,
umutlarından söz edecektin bana...
Ama sen sustun...
Sen anlatacaktın, ben dinleyecektim. Gözlerim gözlerinde, hiç bıkmayan
bir dinleyici olacaktım karşında. Ne kadar konuşursan o kadar mutlu
olacaktım. Ağzından çıkan her cümleyi beynime kazıyacaktım ve sonsuza
kadar çıkmayacaktı oradan o sözlerin...
Ama sen sustun...


En sevdiğim şarkıyı söyleyecektin, ben sana eşlik edecektim. Şerefime
kalkan kadehine gülümseyerek bakacaktım. Önce "rakı şişesinde balık
olacaktık", sonrasında, her şerefe kalkan kadehte "Ümit Yaşar"ı anacaktık;
"Şirim senin ağzında dualaşır
Ses ahenk olur söz manalaşır
Aşığım diyerek hor görme beni
Seni seven ölmez evliyalaşır."
Ama sen sustun...
Hayallerini anlatacaktın bana. Bense anlattığın her hayalinin baş
rolünde olacaktım. Yağmur yağacaktı, senin şemsiyeni saklayacaktım,
koşacaktın peşimden. Yakalayınca beni sırılsıklam sarılacaktın. "Gidelim
buralardan" diyecektin, git git bitmeyecekti çıktığımız yollar...
Ama sen sustun...
Bana sevdalarını anlatacaktın, yüreğim heyecanla çarpacaktı. Bir
sevgiliye sunuş gibi sözcüklerin kalbime işleyecekti. Konuşsaydın
sözcüklerine sarılacaktım. Gözlerimi kapatıp ısını pervasızca hissedecektim
tenimde. Kokunla sarhoş olacaktım...
Ama sen sustun...
Kelimeler tutuldu sende. Ben de gözlerinle konuştum. Daldım sonsuz
derinliğine. O derinliklerde sakladığın her ne varsa çıkardım gün ışığına.
Utandın, kaçtın, saklandın ama ilk kez inatçılığımla gurur
duyum.Tutuldu kelimeler belki sende ama, gözlerin konuştu benimle. Sen sustun,
gözlerin açtı ruhunu bana.
Ama konuşsaydın, bir de konuşsaydın, ah konuşsaydın... Amaçsızca
çıktığı seferlerden yorulmuş köhne bir tekne olurdum kıyılarında ben...




sen benden hiç bitmeyensin yosun gözlüm..

Nǿ ŦΞДЯ™
05-12-2007, 01:55 AM
ben hiç susmak istemedim ki...
hep konuşmak hep analatmak istedimm...
ama izin vermediki gece, izin vermediki karabasanlar..
her gece göğsüme düğümlediler adını ve
her gece karanlıkla bağladılar gözlerimi...
ben çok istedim seni ve bu yüzden korktum sana yaklaşmaktan...
demiştin ya:
"kadınlar çok hassastır
bebek gibi yaklaşmak gerek onlara" diye.
bu yüzden dokunmaktan korkuyorum yüreğine...
seni incitmek bana ölümlerden beter gelecek çünkü..

ben kimseden bu kadar kaçmadım, ben kimseden bu kadar korkmadım yağmurum...

Nǿ ŦΞДЯ™
05-12-2007, 01:55 AM
Bir özet...

Unutamadım.Belkide unutulmuşluğun acısını atamadım ama Her güne yeni bir umutla başlamaktan vazgeçmiş değilim.Satırlarımda,sözlerimde onu ansam bile o umursamaz,o önemsemez bilirim.Kim suçlu kim haklı bunu kavgasınıda hiç yapmadım.Ama bir burukluk kaldı içimde.Yaşayamadığım günlerimin özleminde.En çokta onun gözünde bir insan olarak bile bir değerim olmadığını bilmenin burukluğu.Hiç değilse benim hala şu anda hissettiğim gibi onunda bir zamanlar hissetiği yalan değildi.Bununla avunuyorum bazen.Bu rüya olan dünyada ne yalan,nede yalanlarla kalan.Yoruldum.Köşeme çekildim ve çömeldim.Bekliyorum.Kim bilmiyorum ama umutla bekliyorum...

Bundan uzun seneler önce ben 5 yaşımdayken başladı aşk hikayem.Annem çocukken bırakacak kimse olmadığı için benide yanında götürürdü gittiği yerlere.Çok hareketli bir çocukmuşum sürekli kaybolurmuşum.Evin içindeyken bile kaybolduğum olurmuş.Yani dışarı filan çıkarmışım.İşte o yüzdende annem beni kimseye bırakmak istemezmiş.Annem beni aldı ve misafirliğe gittiğimizi söyledi.ORada yaramazzlık yapmamam için bana sürekli tembih etti.Yolda giderken bile.5 katlı bir eve gelmiştik.Hemen yanında basket sahası vardı.Bahçeli bir evdi.Daha doğrusu bahçeli bir apartman.Eve ilk girdiğimde tek dikkatimi çeken oydu.Üzerinde yeşil fitilli bir mini etek onu süsleyen bir çeket vardı.Mini eteğin altında beyaz çoraplar,Cekerin içinde ise beyaz değişik bir gipürlü gömlek vardı.Gözleri yemyeşildi.Çok tatlı bir gülüşü vardı.Ben girdiğim gibi bana bakar gülüyor ve yüzündeki gamzeler ona daha sıçak bir güzellik katıyordu.Birde burnu çok tatlı idi.Sarıya dönük kumral saçları omuzundan beline kadar uzanıyordu.İşte ben onu ilk orada gördüm.İlk görüşte aşkı ilk orada tanıdım.Ve bu ilkin bir son olacağını bilmeden...

2-3 yıl böyle devam etti.Hep annemlerin onlara gideceği günü 4 gözle beklerdim.Bu 3 üncü senenin sonunda nedendir bilimez onlara artık gitmiyorduk.Ben artık ilk okul 2 deydim zaten.Oraya buraya götürelemiyecek kadarda büyümüştüm.Yıllar böyle bir birini kovaladı.Bir tuana diye bir kıza ilgi duydum yaz tailinde o kadar.Oda sadece bir ilgiydi.Ben orta okul 1. sınıftayken bizimkiler onlara ailece yemeğe gideceğimizi söylemişlerdi.Tabi ben sevinçten havalara uçmuştum.Saçımı bile taramıştım.Bu bir devrimdi.Şu yaşımda bile neredeyse hiç saçımı taramam.Ya jöleyi sürer çıkarır şekil vermeden yada şapka takarım.Onlara gidiyorduk çok sevinçliydim.Çokta heyacanlı.İkimizde büyümüştük artık acaba nasıl olmuştu.Bana özgü olan eski güzelliğini taşıyormuydu hala.Arabada; onların şehrin karşısındaki dağın eteklerinde olan evlerine giderken aklımda hep o vardı.Sonunda kapı açıldı ve ailece bizi kaşıladılar.Bir yemek yedik ve ben hemen melisle muhabbet etmeye başladım.Gerçi çocukca bir muhabbetti.Oturma odasına gittik oradada eğlendik.Kısacası onla birlikte çok güzel bir gece geçrdik.Sonunda gitme vaktimiz gelmişti.Ben giderken bana bakıp gülmüştü.O çocukluğundaki sağ yanağındaki gamzessi hale duruyordu.O bir elveda olan gülüşü hiç unutmadım.

Aradan gine yıllar geçti.Ben hiç bir kıza bakmıyordum yada pek ilgilenmiyordum.Orta okul sonda sırf bir kızla çıkmak nasıl bir şey diye öğlesine bir kızla çıkmıştım.Lise yılları çok güzeldi.Tabi 2 sene çok güzeldi.Hele o ilk seneyi ömrüm boyunca unutamam.Çok güzel bir ortamımız vardı.Gır gır şamata.O yıllarda bile bana sürekli bir kız ayarlayıp duruyolardı ama ben o kızların yanında genellikle bir put gibi duruyordum.Çünkü istemiyordumHep arkadaş zorlamasıyla oluyordu.Gerçi aklımda o olduğu için böyleydi.Lise ikide de daha bir popüler olmuştum.Kızların kız arkadaşları bana sürekli birlerini ayarlamaya çalışıyorlardı.Sırf başım şişmesin diye çıkıyodum onlarla.Bazılarında ise belki severim diye.Şöyle komik bir durumda vardı lisede.Benim lakabım Sapıkcandı ama bu sırf konuşmam yüzündendi.Sırf küfürlü konuşarak kız erkek ayırt etmeden herkesi G.t ederdim ve makara ortamı oluşurdu.Zaten beni bu kadar popüler yapan iki şey vardı.1. tip 2. espirilerim.Bana hep soruyolardı sen hiç semedinmi aşık olamdınmı diye.Bende espirili bir şekilde zaten aşkığım deliler gibi seviorum diyordum.Peki biz neden göremiyoruz diye sorduklarınmdada "İlk önce ben göreyimde sonra siz görürsünüz" diyordum.Nerede diye sorduklarında ise "Hem karşıki dağlarda hemde kalbimde" diyordum.En sonunda dayanamadım.Tam zamanını hatılamıyorum ama Lise 1-2 zamanlarında.Hatırlamamamın nedenide lise yıllarım çok karışık geçti.Çok dolu yaşadım.Herneyse o zamanlarda en sonunda ablama durumu söyledim.Onu çok sevdiğimi ve bu yüzden hiç bir kıza ister istemez ilgi duyamadığımı.Ablam çok şaşırmıştı.Çünkü onla kedi köpek gibiydik ve ben kızlarla hiç ilgilenmiyen bir insandım.İşim gücüm P.çlik makara falan filandı.birde ablamla çok fena kavga etmiştik ve o kavganın arkasına bunu söyleyince biraz yüzü gülümsedi.Çok sevindi.Ablamla ablası nadiren görüşüyorlardı.Ablam biraz düşünde ve onun ablasına söylemeye kara verdi.Buluşucaktık hep beraber ve birbirimizi görecektik.Ablam sağolsun.Belki o olmasa bu bile olmayacaktı.Her neyse ablam telefonu adlı,durumu anlatı ve bir hafta sonrasına görüşmek üzere kappatıı.Bana oldu deyince sevinçten havalara uçmuştum ama her zamanki gibi duygularımı belli etmemiştim.Sadece yüzümde ufak bir gülümseme vardı.Sadece bir gülümseme ile içimde kopan büyük sevincimi ifade edebildim.Arkadaş eve geldi kavga var gel dedi.Gittim.Hiç heycanlanmadanDayak atarken dayak yedim ama umurmda bile değildi.Hala mutluydum çünkü 1 Hafta sonra onla yani Melisle görüşecektim.İyiki suratımda yediğim darbelerden fazla iz kalmıyordu.Kalanlarda kısa sürede geçiyordu.Sonunda hayal kura kura beklediğim gün geldi.O zamanlar daha yeni yeni saçıma jöle sürmeye başlamıştım.O gün daha bir özenli idim.Üstüme başıma dikkat etmiştim.Ablam benim özene bözene hazırlanmama ikide bir bakıp gülüyordu.Çünkü hiç alışmamıştı.Garip geliyordu normal olarak.Annemede garip geliyordu.Nereye gidiceksiniz diye soruğ durdu.Bende en sonunda cevap verdim"Birbirleriyle sürekli kavga eden abla kardeş toplantısına gidecez.".Bunu dedikten sonra annem bir daha bir şey sormadı.Sonunda bir dondurmacı ve hemde kafe olan bir yerde görüştük.Biraz sosyetik bir yerdi.Gene her zamanki gibi çok güzeldi.Heyecandan konuşamamıştım bile.Şimdi kekeledim filan diye düşüneceksiniz ama kekelemedim.Naber nasılsın,ne yapıyosun,Hala o okuldamısın dedim tıkandım.Çok kötü bir durumdu sonra ablamın sayesinde açıldım ama yanlış yerden.Kendimden bahsetmeye başladım.Başından geçen komik olaylardan.Onu güldürebiliyordum ve oda gülüyordu.Yanlış yerden başladım demekle bunu diğer buluşmlarımızdada sürekli yaptığım için yanlış oldu.Gün çok güzel geçti ve ayrıldık tabi ben onun numarasını aldım ve haftayada görüşmek için randevu.Tekrar buluştuğumuzda ise günün sonunda ona çıkma teklif ettim.ODa zaten çıkıyo gibi değilmiyizdedi.Bende resmiyete vursun dedim ve 2-3 gün sonra kabul ediyorum diye bir cevap geldi.Onun kuzeni ile bazı sabahlar birlikte okula giderdik.Oda çok güzel bir kızdı.Hatta baya güzel bir kızdı.Ben melise her gün aşk mesajları gönderiyordum.Arasırada onun bilmediği şarkı sözleri.Bazende onun kuzenini arayıp sorular soruyordum.Bir kere ağzımdan çok yanlış bir soru kaçmıştı.O soruyu sorduğuma hala pişmanım.Her neyse.Bir buçuk ay melisle çıktık.(Şu çıkma teklifinden ve çıkmaktan nefret diyorum.Daha doğrusu bir bilikteliğe çıkmak denilmesinden)Çok güzel bir sabatı.Gerçekten o sabahın anlatamıyacağım ayrı bir güzelliği vardı.O sabah Melsin kuzeni beni uyandırmıştı.Bana söyliyecekleri varmış.MErakla onu kapısının önünde beklemiştim.Sonunda gelmişti.Hadi yürüyelim demişti.Ben ne diyecek diye bekliyordum.Bana naber nasılsın bu gün sınavın yada sözlün varmı gibi sorular soruyordu.Bende cevap veriyordum.En sonunda "sen bana bir şey söyliyecektin okulana gelmeden söylesen" dedim.Yüzünde değişik bir gülümseme vardı.Çantasından telfonunu çıkarttı "MElis söylememi istemişti ama ben sana onun mesajını okutayım"dedi.Bende telfonu aldım ve mesajını okdum.Tam hatırlamıyorum ama mesajta şöyle yazıyordu "Ondan ilk başta hoşlandım.aşık olacağımı düşündüm ama olmadım.Ona arkadaş kalmak istediğimi söylermisin.".MEsajı okuduğumda Şok olmuştum.Kuzenin suratına baktım gülümsüyordu.KAfam karışmıştı.Bana " eeee ne diyeceksin"dedi.Bende "onu arkadaş olarak göremem"dedim.ODa "tamam ben ona söylerim"dedi.KAfam cidden çok karışmıştı.Yolda yürüyordum ama yolda yürüdüğümün fakında değildim.Bu kadar kısa sürede bağlanmak?1.5 ayda daha 4 kez bulaşabilmiştik.Neden böyle bir şey söylemişti anlamamıştım.MEsaj attım cevap gelmedi yada ben öyle hatırlıyorum.Bilmiyorum?Sadece sonraki mesajlarıma olumsuz cevap veriyordu.Bu konu hakkında görüşmek istedim binllerce kez.Coğuna cevap vermedi bile.Birden bire neden böyle olmuştu anlamamıştım.Sonra bu mesajlar hüzün kokmaya, acı, feryat ve bitmeyen bir haykırışa dönüştü.Ona sürekli yanlışım varsa beni affet gibilerinden mesajlar yolluyordum.Ama cevap gelirse bile olumsuz cevaplar geliyordu.En sonunda onun kuzeni ile konuştum.Bunun nedeni nedir biliyormusun diye.Benden neden ayrıldı ve neden konuşmuyo diye.Oda"Sen çok havalardaymışsın.Sürekli kendinden bahsetip duruyormuşsun ve sürekli onu onun sevmediği yerlere götürüyormuşsun."dedi.Karışıcak kafa kalmamıştı bende.Çok soralardan ise başka bir şey öğrendim.MElisin kuzeni benim dediğim "Onu arkadaş olarak göremem"lafını ona değişik bir şekilde iletmiş vede oda yanlış anlamış.Ben onu arkadaş olarak göremem derken onu hep sevecem demek istemiştim o ise birdaha onla konuşmayacam şeklinde iletmiş.Al birde burdan yak...

Bir gün okuldayım mesajlarıma devam ediyorum.Ayrıldığımızdan ne kadar gün geçmiş bilmiyorum bile.MEsajlarıma cevap vermeye başladı.Araya tenefüs girdi.Tuvalette gittim falan filan.Geldiğimde ise ister istemez cacola mesaı diye iğrenç bir mesajın melise gittiğini fark ettim.(çok büyüktü.Elimde tutamıyordum.Yacaşça aşağı yukarı salladım.Fışkırmaya başaldı.Ben büyük bir zevkle ağzıma dayadım.Hayatın gerçek tadı CoCa Cola)O günden beri cola ve onun gibi şeyler içimiyorum.Bana bir mesaj atmıştı ne kadar iğrençsin senden tiksiniyorum içerkli idi.Bende hemen cevap yazdım.Sürekli mesajlaştık en sonunda.Seni gerçekten çok seviyorum dedim ona.Hiç unutmuyorum şöyle bir cevap geldi "Sen yalancısın.Düzenbazın tekisin".Şalterlerim atmıştı.Yalancı kelimesinden nefret ederdim.Yemin etmiştim bir daha yalan söylemiyecem diye çünkü geçmişte bundan çok çekmiştik.Onu uyardım" ben bu kelime yüzünden Almanyadaki kuzenimle 2 sene konuşmadım lütfen bana bu lafı kullanma.Yalan söylemem ye Yeminliyim! ".ODa bundan yaralandı tabi" yalancısın sen yalancı!hiç bir sözüne inanmıyorum!".Buna benzer bir laf söylemişti ama gerçekten çok sinirlendiğim için ne dediğin tam olarak hatırlamıyorum.Bende hemen karşılık verdim"Seni seviyorum.Hayatıma son verirsem yalan söylemediğimi isapatlamış olurmuyum "dedim.ODa "Sen yalancısın.Erkek bile değilsin.Yapamazsınki güldürme beni haha".Telefonu elimde parçaladım.Bir kaç kesik oluştu.Bu arada telefonu elimde sıkarak parçaladım.Takoz bir motorolaydı.Yanımdaki sra arkadaşım bunu fak etti.Kızdı.Kötü bir mesajlaşmaydı boş ver gibilerinden beni avutuyordu.Yüzümdeki gülümsemeyi görüncede gene gdalga geçiyosun benimle galiba gibilerinden konuştu.İyi ve saf bir kızdı.Sinirden güldüğümü anlamış değildi.Gözümden gelen bir kaç damla yaşı sildim ve arkadaşın telefonu aldım.Tek bir mesaj attım "Sen sorumlusun" diye.Okuldan çıkmıştık.O zaman buz hokeyi ile ilgileniyordum.Oradan bir arkadaşla bizim eve doğru gidiyorduk.Bu arkadaş ayryettende okuldandı.Bana bu gün ne yapacan diye sorduğunda espiriyle karışık ama gülerek "Ne yapayım.Can sıkıntısından bir şeyi ispat etmek istedim.O yüzden eve gidince intahar etmeyi düşünüyorum.Senin daha iyi bir fikrin varsa onu yapalım."dedim.Arkadaş güldü "Bu gün gerçekten çok önemli bir işin varmış.Ben seni işinden alı koymak istemem."gibilerinden bir şeyler dedi.Bize gittik biraz yemek yedik.Ben biraz daha espiri yaptım intahar üzerine.Bubir ara ciddimisin gibilerinden oldu.Sonra giderken böyle bir şey yapmamam için bana söz verdirtti.Verdiğim sözü tuttuğumu bildiği için söz verdirtti.Ama bir söz tutmamışız ne olacaktıki?O gittikten sonra ilaç kutusunda ne kadar ANTİBİYOTİK varsa içtim ve üstüne evdeki dolapta ne kadar içki varsa onlarıda içtim.Bir üre sonra başım Dönmeye başlamıştı.Yere düştüm.Gözlşerim kararıyordu.Miğdem bulanıyor ama kusamıyordum.Başım felaket ağrıyordu.Kısa bir süre sonra damarlarımdan akan kanı bile acıyla hissetmeye başlamıştım.Ayağa kalkamıyordum.Çok acı çekiyordum.Mutafağa gitmeye çalışıyordum.Aklımda mutfaktan bir bıçak alıp bileklerimi yada boğazımı kesmek vardı.Çünkü bu ölüm fazla bir işkenceye dönüşmüştü.Artık bir an önce ölmek istiyordum.En son aklıma gelen şey onu seven bu kalbe bir bıçak sokmaktı.Gözlerim tamamen kapandı...

Gözlerimi açtığımda ağzımda bir boru.Kolumda Sarı bir serum.Diğer kolumda bir makineye bağlı bir boru.Borunun içindede kan.Biraz etrafıma baktıktan sonra tekrar acıdan bayıldım.Gözlerimi tekrar açtığımda perdeler kapanmıştı ve hava aydınlanmak üzereydi.Hemşireye seslendim.Artık ağzımda bir boru yoktu bu iyiydi.Hemşire gelince ilk önce ölümüyüm canlımıyım diye sordum.Evet cevabını aldıktan sonra bir cep telefonu iistedim.Oda yanında telefon var ara istediğin yeri dedi.Ben ısrar ettim cep telefonu istedim.Cep telefonunu elime alınca zar zor bir mesaj attım "İntahar ettim ama istemedem kurtulmuşum.Başarısız olup ispatlayamadığım için üzgünüm.En yakın zamanda ispatlyacam".İçeri başka bir arkadaşım geldi.Neden yaptın diye sordu.Kısa bir ceevap verdim.Bu kısa cevap onun anlamsına yetmişti.Ben konuştuktan sonra ikimizde sustuk.Yataktan kalmakla birlikte suratıma yumruk yememde bir oldu.Bir şey demedim.Zor zar nasıl kurtuldum diye sordum.Oda "Sizin kapınıza geldim zili çaldım açan olmadı.Senin bu saatlerde eve gldiğini biliyordum.İçerdende televizyon sesi geliyordu.Tekrar tekrar çaldım ama ses gelmedi.Banyodasın diye düşündüm.Anahtarıda kapının üstünde unutmuşsun.İçeri girdim ve soluma baktığımda yerde seni gördüm.Yanında bir sürü içki vardı.Alkol komasına girdiğini sandım ilk başta ama mutfağa soğuk su almak için gittiğimde ilaç kutularının etrafta ve boş olduğunu gördüm.Senide heme hastahaneye götrdüm.Daha şimdi ailene haber vermek aklıma geldi.Onlara bir şey söylemedim ama öğreneceklerdir".Hastaneden o günün öğle vaktinde taburcu oldum.Benimle arkadaş rüşvet verdiği için tam 3 doktor uğraşmıştı.Resmen ölümden dönmüşüm.Öyle demişlerdi.Vucudumun içndeki bütün sıvıyımı değiştirmişler öyle bir şey yapmışlar...

Mesajlarıma devam ettim ve birden kestim.Kestiğimde ise kışın ortasında antlayaya gitmiştim.Ailemle birlikte gitmiştim.Yılbaşı ile bayram tatili birleştirilmişti.Beni kurtaran arkadaştan telfon geldi.MElisin erkek arkadaşı ve melisin kuzeninin erkek arkadaşı beni arıyolarmış dövmek için.Tatilim mahvolmuştu.Evime döndüğümde ise erkek arkadaşlarının gözüne gözüküyordum ama bana bir şey yapmıyorlardı.En sonudna dayanamadım.Okulda başlamıştı.Bir sabah erken çıktım Kuzeninin erkek arkadaşıda kuzeni ile aynı liseye gittiği için onu yaklamaya çıkmıştım.Başka bir arkadaşta aynı niyetle evden erken çıkmıştı.Onla karşılaştım ve bu saatte ne işin var deyince anlamıştım aynı niyetle erken çıktığımızı.O ilk gün hiç bir şey olmadı.Çocuğu gördük ama bize bile bakmadı.Kız arkadaşı yani melisin kuzeni ile buluşmuştu ve okulları aynı olduğu için birlikte yürüdüler.Ertesi sabah ben daha erken çıktım.Bir eczanede gazete okuyordum kapı dibinde gelmesini bekliyordum.Sonunda yolun başında gözükmüştü geliyordu.Eczaneye 10 metre kala durdu ve beklemeye başladı.Normal kız arkadaşı alacakmış meğersen bilmiyorum.Yani sevgilisi değil.Biraz bekledikten sonra arkadaşı ile birlikte eczanenin önünden geçiyorlardı.Bunlar aşırı metalciydi ve bende tamda gazatede satanistlerle ilgli bir haber okuyordum.Bunlar tam önümden çekerken yüksek sesle "Ya bu tüm satanistlerin kafasını kesmeli.Bak bir kız çocuğunu kurban etmişler.Oro.pu çocuğu bunlar hepsi Oro.pu bunların."Dedim ve çocuk hiç bir şey demdi ama yanındaki kız dayanamadı döndü arkasını "sen ne diyosun ya" dedi.Bende gayet sakin bir şekilde "Kusurabakma sen Oros.pumusunda alınıyosun"dedim.Çocuk tam ne var lan diyecekken "Ne"diyip elini kaldırmasıyla birlikte bir tane yumruk attım."Hadi ne söyliyecen söylesene.Arıyodunuz ben idövmek için hadi bekliyorum."dedim.Oda beni tuttu ve tekme filan atmaya çalıştı.Onu tek elimle çektim.(Bu arada çocuk benden 2 yaş büyük)Geri çekiyormuş gibi yaptım kafamı arka tarafıma döndürdüm.Aslında gerildim ve onu kendime çekerek hayatımdaki ilk kafamı atmış oldum.Ağzı burnudarma dağın olmuştu.Çok sinirliydim kndimi kaybetmiştim.2 adım attım ve bir tanede tekme indirdim.Kız aramıza girdi yapma diye.Bende sakin bir şekilde "Lütfen sen araya girme.Onla bizim aramızda.Olayları bilmiyorsun "dedim.Çocuk o anda küfür etti ve bende seri bir şekilde kıza dokunmadan yanındann geçip hedefime Havada iki tane tekme geçirdim.(Nası yaptığımı bende bilmiyorum?).3 metre geriye uçtu resmen.Yere düştü.Yerde bunu tekmelemeye başladım deliler gibi tekmeliyordum.Bir süre sonra arabayı tekmelediğimi fark ettim.O kadar sinirlenmiştimki kendimi kaybetmiştim.Çocuğu arabanın altına sokmuşum farkında değilim.Arabanın kapsı resmen içe çöküp delinmişti.İlk başta arabanın altına girdiğini farkına varamadım.Arabanın altına baktım.NEreye gitti dermişcesine.ORada gördüm onu ve tutup çıkardım.Üstünü sildim.Kimsenin oyununa alet olma dedim.Bir tane daha vuracaktımki.Eczanede duran İ. Abi beni tuttu ve geri çekti.Yeter dedi.O andada kıçıma bir sakinleştirici yaptı.Küdür etmiştim biraz sessiz sesiz.Bu 10 sn içerisinde kızın annesi aşağıya indi.Beni tuttu ve iki tane tokat çaktı.Boğazımı tırmaladı.İ. abi aramıza girmişti.KAdın o arada "Sen okullu çocukları yollarından alı koymaya utanmıyomusun " dedi.Bende heme cevap verdim "Benim üstümdeki ne?Hapisene uniformasımı.Çocuk dediğin kıllı herifde benden 2 yaş büyük teyze" dedim.Sonra kadın baygınlık geçirdi.Bende okuluma kaçtım.Hoca ne oldu diye sorduğundada anlattım.Günün alay konusu olmuştum.Bunu bir övgü şeklinde anlattıysam okuyanlardan şimdiden özrü dilerim.

Böylece bende daha çok nefret etmiş oldu.

Birkaç ufak tefek şey daha yaşandı ama ben İntahar sözümü tutmadım.Yapıpta dönmekte bir ispattır sonuçta.Bu olaylardan bir sene sonra icq da konuşmaya başladık bir arkadaş sayesinde ama beni 4 kere ektiği için posta koydum gibi bir şey oldu.Zaten oda çok meraklıydı bana.

Şimdi ise unutmadım demek için her sene 19 mayısta ona doğum günü mesajı atıyorum.Bu seneki doğum günü hariç.Telefonunu bulamadım.İyiki varsın diyorum.İyiki varsında senin sayende biraz olgunlaştım.ACıyı,hüznü,aşkı en güzel şekilde tattım. İnsanların içinde bir hayalet olarak sahte gülücükler vermeyi tattım ve Öğrendim...

Her şey mükkemmel olsa ve beni sonsuza kadar seveceğini bilsem bile onla bir daha birlkte olmam.Zaten böyle bir şeyde olamaz.Benim hatalrım çoktu.Ama ben hiç bir insanı ölüme sürükleyecek kadar büyük bir hata yapmadım ama bilirimki özü iyidir.Bilirimki başkalarının etkisinde kalmıştır.Şimdi ise niçin yaşadığımı biliyorum.Allah bizi bu hayat denen sınavdan geçiriyo ve bizde bu sınavı aşkıyla yokluğuyla varlığıyla acısıyla tatlısıyla doğrusuyla yanlışıyla en iyi notla geçmemiz lazım.Ama hayatta bir amacın varmı derseniz yok.Niçin yaşıyo derseniz İlk nedeni Allah öyle emrettiği için.Benim için intahar büyük bir deneyim oldu.Eğer aklında bunu geçirenler varsa lütfen yapmasınlar.Benim gibi köşesine çekilip beklesinler.Hayatın bizi nereye götüreceği hiç belli olmaz.Belki beklemek ya aramak yada çabalamak gerekiyor.Sadece aşk değil...

BU YAZDIKLARIMI BAŞTAN SONA KADAR OKUYAN HERKESE SAYGILARIMI VE TEŞEKKÜRLERİMİ SUNRARIM!!!

Bir zamanlar olan bir şey için Bojo ve yirmisekizzz özürlerimi kabul edin. ;)

Nǿ ŦΞДЯ™
05-12-2007, 01:55 AM
Yine Sensiz Bir Gün Geçti Ömrümden

Yine sensiz bir gün geçti ömrümden. Tıpkı dün gibi ve
ondan önceki gün gibi… Bu böyle geriye doğru aylarca
uzayıp gidiyor işte. Ah şu zayıf ümitlerim de olmasa…
Belki yarın sana ulaşırım, belki bir gün ikimiz de bir
şekilde gerçek mutluluğu bulabiliriz ümidiyle
takvimden bir yaprak daha kopardım bugün. Birlikte
olamasak da kendi dünyalarımızda bir şekilde mutlu
olabilmeyi başarabilecek miydik? Bilmiyorum, belki sen
çok mutlusun, zaten bunun olmasını ne kadar çok
istiyorum bir bilsen. Sen mutlu ol yeter, gerisi hiç
önemli değil…

Belki bir gün bu satırları okursun, bilmiyorum sana
ulaşır mı ama belki okursun diye yazıyorum tüm
bunları. Beni sev demiyorum, diyemem de. Ne hakkım var
ki buna. Böyle bir şey akla mantığa da sığmaz zaten.
Gerçek olan bir şey var ki o da seni çoook çok
seviyorum. Kimsenin seni bu kadar çok sevebileceğini
zannetmiyorum. Beni sevmen gerekmez, bunun bi dakika
olması için canımı bile seve seve verirdim ama hayatta
her şey istediğimiz gibi olmuyor maalesef. Ama sakın
benden nefret etme ne olur. Bana sakın acıma, ben
acınmaktan nefret ederim. Unut dedin, unutursun dedin…
Unutamadım anlıyor musun, unutamadım ve unutamayacağım
da.

Bence nasıl biriydin biliyor musun? Mükemmel olmasan
da tek kelimeyle harika biriydin. Zaten kim mükemmel
ki sen olacaksın. Biraz şımarık ve nazlıydın ama
bunlar seni daha harika yapıyordu. Sık sık kullandığın
argo kelimeler seni hiç kaba yapmıyor, aksine daha bir
sevimli hale getiriyordu. Oldukça bilgili ve zekiydin.
Hem okuyor hem de kendince bir şeyler karalıyordun.
Ama öyle güzel karalıyordun, öyle içten ifade
ediyordun ki kendini… Bir benzerini başka hiç kimsede
görmedim, görebileceğimi de zannetmiyorum. İnsanı
çileden çıkarırken bile gülümsetecek tatlı bir
cadıydın sen! Kalbin yaralıydı ve en azından teselliye
muhtaçtın. Gerçek mutluluğu arıyordun. Sık sık hatalar
yapıyordun bu sırada ama hangimiz hata yapmıyorduk ki.


Hani bir söz vardır ya, gülü seven dikenine katlanır
diye. Ne katlanması, ben senin dikenlerini bile birçok
kişinin gülü sevdiğinden çok daha fazla sevdim. Geçmiş
ve gelecek tüm kusurlarını affettim. Son nefesime
kadar senin mutlu olman ve yüzünün gülmesi için çaba
göstereceğime kendi kendime söz verdim. Senin
bunlardan haberin bile olmadı hiç. Hiç dinlemedin
beni, hiç inanmadın ki bana. Ah bu bana ne kadar acı
veriyor bir bilsen. Hak vermesen de keşke dinleseydin
bir defa.

Zorla güzellik asla olmaz. Ama aşkın mukaddesliğine
biraz saygı gösterseydin ve benden nefret etsen veya
korksan da bir defa bile olsa arayıp sorsaydın ne
kaybederdin ki. Üstelik benden niye korkacağını
anlamış değilim. Seven insan sevdiğini bile bile
üzemez, üzüyorsa sevmiyor demektir. Seni üzdüysem
kasıtlı yapmadım inan ki. Ama sen beni öyle üzdün ki,
acıdan hüngür hüngür ağladım bu yaşta bu erkek
halimle. Ama sana kızgın değilim ve varsa bi hatan ben
zaten çoktan affettim. Çünkü seven insan kin tutmaz,
seven insan beklentisiz sever, seven insan fedakar
olur… Böyle sevgi mi olur deseniz de ben seni işte
böyle sevdim.

Ne hayaller kurmuştum seninle ilgili. Şimdi her biri
bir hançer olup kalbime saplanan hayaller…Allah’ım
neden ben bu acıları çekiyorum. Belki de hak ediyorum.
Belki böylesi daha iyidir. Kimbilir.

Bir çocuk ne kadar çok şımartılabilirse ben de seni
öyle şımartacaktım. Seni üzebilecek her şeye tüm
gücümle engel olacaktım. Hiç bıkmadan saatlerce
gözlerine bakarak tatlı tatlı konuşmanı dinleyecektim.
Üzüldüğünde ne yapacağımı şaşıracak, ağladığında
başını yaslayacak omuz olacaktım. Gözyaşlarını
parmaklarımla silecek, sana sevgiyle sarılıp teselli
edecektim. Senin mutlu olduğunu görmeden bilmeden
benim mutlu olmam da imkansız. Seninle bir ömür böyle
geçsin istedim ama olmadı. Ben senin için bir hiç
olsam da sen benim için hep varsın ve olacaksın.

Her şey senin mutluluğun için… Senin bir sevdiğin var
ve gözün ondan başka bir şey görmüyor. Keşke bir
sevdiğin olduğunu en başta söyleseydin de bana bu
acıları çektirmeseydin. Her nerede nasıl ve kiminle
mutlu olacaksan öyle ol. Senin mutluluğun için birçok
şeyden vazgeçmeye çoktan hazırım zaten. Bu dünyada
hiçbir şey senin yüzünün gülmesinden daha önemli
olamaz benim için. Seni ne kadar çok sevdiğimi bir
bilseydin hiç sevmesen de en azından saygı duyardın.
Ayda yılda bir de olsa bir defa nasılsın diye arayıp
sorardın.

Elimden şimdilik hiçbir şey gelmiyor. Çaresizlik
içinde eli kolu bağlı oturuyorum. Senin için dua
etmekten başka yapabileceğim hiçbir şey yok şimdilik.
Duanın gücüne inan ey ulaşılmaz sevgili. Allah
şeytanın bile duasını kabul etmiş, bizimkini neden
etmesin. Dua ile dağlar ova, çöller vaha, imkansızlar
mümkün olur. Hep senin mutluluğun için dua ediyorum.
İkimiz de bir şekilde mutlu olalım ama eğer benim
mutluluğum seninkine engel olacaksa ben her şeyden
seve seve vazgeçtim. Yeter ki sen hiç üzülme. ...







Eğer bir gün biri size sizi sevdiğini söylerse sakın
tüm kapıları yüzüne kapatıp çekip gitmeyin. Kendinizi
onun yerine koyun bakalım. Sizin sevdiğiniz biri size
böyle bir şey yapsa ne halde olurdunuz. Sevin
demiyorum ama saygı duyun ve terk etmeyin ne olur.
Geride bir harabe ve ömür boyu sürecek acılar
bırakabilirsiniz çünkü.

Aşk için neleri göze almadık ki. Canımızı bile feda
etmeye hazır olduk kimi zaman. Neydi aşkı bu kadar
vazgeçilmez ve değerli yapan? Biz mi aşka çok değer
veriyorduk yoksa aşk gerçekten değerli miydi? Üstelik
bir de aşktan kimin ne anladığı var. Herkesin zihninde
başka bir aşk anlayışı mı vardı? Çok sever hiç
sevilmeyebilir miydik? Yada hem sever hem sevilir
fakat bir türlü umduğumuzu bulamayabilir miydik? Bunca
yıl geçen uykusuz *******, kaleme alınan onlarca
yüzlerce yazı bunun için miydi der miydik? Sahi aşk
bir ömürlük müydü? Yoksa yanıp sönen bir ateş gibi
küllenip yok olmaya mahkum muydu? Sorular sorular, ah
sorular… Beynimi kemiren sorular… Emin olduğum bir
gerçek varsa o da şudur ki AŞK ACISI ÇOK ACI ÇOOOK…
İnşallah bir gün son bulur.

Şunu daha iyi anladım ki senin için yazılan bu yazılar
da, senin bir başkası için yazdıkların da hepsi boş
şeyler bunların. Aşk parlayan ve uzun veya kısa yanıp
sönen bir ateş. Sönmeyen sevgidir ey ulaşılmaz
sevgili. Beni seni öyle çok sevdim ki… Ama ellerim
bomboş kaldı. Ama seni yine de seviyor ve bu hiçbir
önemi olmayan yazıyı belki sen okursun diye yazıyorum.
İnşallah seni hiç üzmeyecek gerçek mutluluğu bulursun,
inşallah bulursun… Karşılığını bulan beklentisiz
sevgilerle dolu bir ömür geçirmeniz dileklerimle…

Nǿ ŦΞДЯ™
05-12-2007, 01:56 AM
>Seni sevenlerle kullananları iyi ayırt et. Aradaki
>çizgi çok incedir..
>
>
>* İyice tanımadan hiçbir insana bağlanma.. Unutma;
>gerçek sevgi tanıdıkça büyüyen sevgidir.
>
>
>
>* Bitmemiş ilişkilerin üzerine ilişki kurma, acı çeken
>sen olursun.
>
>
>
>* İyice soruşturup diğer insanların da haklı
>olabileceğini düşün.
>
>
>
>* Güvenmediğin biriyle asla flört etme.
>
>
>
>* Yanlışını yakaladığın kişinin düzelebileceğini
>düşünme.
>
>
>
>* İnsanlara doğru değer ver, hak etmeyenleri sil.
>
>
>
>* Sır tutmasını bil.
>
>
>
>* Dostlarının yeri ayrı, sevgilinin yeri ayrı.
>Sevgilin için dostlarını, dostların için sevgilini
>satma.
>
>
>
>* Hak ettiğin sevgiyi alamadın mı? Kendini üzme, sorun
>sen değilsin.
>
>
>
>* Kimsenin lafıyla dolduruşa gelme, ama aklının bir
>köşesinde de tut.
>
>
>
>* Bir ilişkiyi kafanda bitirdikten sonra iki çift
>tatlı söz iki damla göz yaşı için asla yumuşama.
>
>
>
>* Seni dinleyip anlamaya niyeti olmayanlarla tartışma.
>
>
>
>
>* Emrivaki oluşturulan dostlukları kabul etme.
>
>
>
>* Kendini öven insanlardan kaç. Seni öven insanların
>samimiyetini gözden geçir..
>
>
>
>* Karşındakinin doğruyu söylediğini varsayma.
>
>
>
>* Kendine saygını yitirmene neden olacak hiçbir şey
>yapma.
>
>
>
>* Sorunun olduğunda insanlar zaman ayırıp seni
>dinliyorlarsa onların öğütlerini gözardı etme.
>
>
>
>* Göz göre göre su birikintilerine taş atma, mutlaka
>üstüne sıçrar.
>
>
>
>* Kendinin herkesten daha önemli olduğunu unutma.
>
>
>
>* Sen istemediğin sürece tanrı dışında kimsenin seni
>üzemeyeceğini aklından çıkarma.
>
>
>
>* Göz yaşlarının değerini bil. Onları hak etmeyenler
>için harcama.
>
>
>
>* Senin zekana inanan insanları hayal kırıklığına
>uğratma.
>
>
>
>* Kendini sev.
>
>
>
>* Alkol alınca kontrolünü yitirenlerle asla tartışma.
>
>
>
>* Dışarıdaki güneşe bakarak gülümse ve önünde
>koskocaman bir gelecek olduğunu unutma.
>
>
>
>* Dostluğunla yetinmeyenler için hiçbir fedakarlık
>yapma.
>
>
>
>* İnsanları kaybediyorsun diye ağlayıp sızlama, ama
>kazandığın insanların değerini bil.
>
>
>
>* Kimseye taşıyabileceğinden fazla değer verip bununla
>övünmesine fırsat verme.
>
>
>
>* Güvenmediğin kimseye aleyhine kullanabilecek hiçbir
>koz verme.
>
>
>
>* İstediğini almak için hiçbir zaman duygu sömürüsü
>yapma.
>
>
>
>* Sana duyulan sevgiyi ve güveni istismar etme.

Nǿ ŦΞДЯ™
05-12-2007, 01:57 AM
Ne yardan geçtik ne serden… Ne kadar haklısın. Bunu biz mi istedik? Oda belli değil. Yar nerede, sere ne oldu şimdi? Kim aşabildi uçurumun üzerinden, hangi çılgın aşıklar buluşturabildi yarı ve seri. Olmuyor işte sevgili olmuyor… Onların istediği gibi yapsak biz kaybediyoruz, bizim istediğimiz gibi yapsak onlar kazanıyor. Tuhaf bir tecelli bu.
Kaybeden kazanıyor halinin tam tersi…
Zıtlıklarımızla ayakta duruyoruz, benzeşenlerimizle ise yan yana. Hangisini tercih etmemi bekliyor bu aklıevveller. Kendilerini her şeyi bilen ilan edenlere, ben sadece aşkı biliyorum ile çıkmak. Biz bunu yapıyoruz işte. Şatolarının, kehkeşanlarının, şatafatlarının arasında yardan da, serden de geçmeden ayakta kalmanın yollarını arıyoruz ikimiz. Biz, sevmediklerimizle değil, sevmeyenlerimizle birlikte ayakta kalmaya devam edeceğiz. Aşkın ve hüznün gelgitleri arasına katılan metafor ağında ellerimizle tutunacağız hayata. Ellerimiz kanayacak; ama yüreklerimiz rahatlayacak. Soğuk bir esinti ile irkileceğiz ve omuriliğimize aşağı akan hislerin karşılığını anlamaya çalışacağız.
Senin ellerin ne kadar çok üşümüş böyle? Benim yanımda senin ellerinin ısınması lazım biliyorsun! Parmaklarının arasına aldığın çiçeklerin, ellerinden soğuk almasından korkuyordum ya; artık geçti. Demek ki sen onları yüreğinin sıcağı ile, bakışlarınla ısıtıyormuşsun.
Isınalım sevgilim. Bu soğuk yüzlerin, devasa hesap kitaplarına inat, sadece aşkımızın dolduracağı dünyamızda; hesapsız, arka plansız, art niyetsiz, yarı da seri de anlayarak ısınalım. Belki geriden gelenlere iz bırakırız da birileri onu takip ederek ışığa ulaşır. Işık nolur ışık! Başka bir şey istemiyoruz zaten sizden.
Seri yarsız, yari sersiz sevmenin ne anlamı var diye söyle onlara. Bilsinler ki ayrı düşünmek bize ait değil. Bizim dünyamızda bunun yeri yok. Sadece kendi dünyalarını inkar edip, yeryüzüne dağ kurmaya çalışanlarındır bu düşünce.
Yola çıktık, aşk dedik, yolu yarıladık yine aşk diyoruz.. aşk dediğimiz için hiç pişman olmadık, aşık olduğumuz da bizi pişman etmedi. Aşıka ve maşuka selam olsun.

Nǿ ŦΞДЯ™
05-12-2007, 01:59 AM
‘’Tanrı kuşları sevdi ağaçları yarattı
İnsan kuşları sevdi kafesleri yarattı’’
Jacgues Deval


Bir varmış bir yokmuş, adı sanı bilinen zamanın birinde, dağlardan kopup gelen çağlayanların arasında şirin mi şirin küçük bir köy varmış. Her bahar geldiğinde bir başka güzel olurmuş buralar. Doğaya binbir canlılık gelir, bir başka güzel akarmış dereler. Arılar, kadife kanatlı kelebekler çiçek çiçek gezer, daldan dala uçuşurmuş türkü gözlü kuşlar… Bir efsaneye göre güneş en güzel orada gülermiş çocuklara, oraya dökermiş ışığının en güzel renklerini. Yeryüzünün en güzel bitkileri, çiçekleri, hayvanları da oralıymış. Gökyüzünde her gece yıldızların düğünü olur, her sabah bir sevincin şöleni başlarmış. Düş mü? gerçek mi? pek ayırt edilemezmiş, etrafını çevreleyen dağlar öylesine görkemli dururmuş ki, doruklarında gökyüzü hep mavi ve engin bir denizi andırırmış. Eteklerindeki derin vadiler boy boy hayvanlar barındırır, onlara analık eder ve !
bütün kötülüklerden korurmuş…
En vahşi hayvandan, en sessiz böceğe kadar tüm canlılar kardeşce geçinirmiş. Bir yeşil halı gibi yerleri kaplayan çimenler, nereden çıkıp, nerede tükendiği bilinmeyen pırıl pırıl sular, rengarenk çiçekler ve türlü boyalı kuşlarla bu eşsiz yer, bir başka yaşama sevinci verirmiş insanlara. İşte bu yörede zeki mi zeki, akıllı mı akıllı küçük bir çocuk yaşarmış. Deniz adındaki bu sevimli çocuk insanları, hayvanları, kuşları, çiçekleri, ağaçları yani doğadaki güzel olan her şeyi ve birde herkesin masal anası ismini verdiği bilge ninesini çok severmiş. O bu sevgisini lafta bırakmaz, gereğini her fırsatta yerine getirir, insanların, hayvanların, canlı cansız, doğadaki tüm varlıkların haksız saldırılara hedef olmaları karşısında, içinde sınırsız bir öfke ve acı duyarmış. Bu yüzden hep güçsüz ve haklıdan yana çıkarmış. Çünkü Deniz ninesinden hep emeği, yardımseverliği, me!
rhametli olmayı, sevgiyi, iyiliği, dürüstlüğü, doğruluğu, temizliği, ahlaklı ve adil olmayı öğrenmişti.


Deniz gün boyu çiçeklerle söyleşir, kelebeklerle uçuşur, bilge ninesinin ardında koşuşup dururmuş kırlarda. Onun geçtiği yerlerde güller gülümser, sümbüller pembeleşir, kuşlar şarkı söyler, dağlar taşlar dillenirmiş. Hafif hafif esen rüzgarlarla ağaçlar eğilip eğilip birbirini selamlarmış. Deniz nerede solmuş sararmış bir çiçek görse, koşar su getirir, koklayıp okşayıp yeşertirmiş. Her şey öylesine ona alışıkmış ki, bir gün ortalıkta görünmese, çevreden iniltiler duyulur uzun narin kavaklar bile boynu bükük bakarmış. Öyle ki, çiçekler üzülüp büzülür, kelebekler uçmaz, kuşlar türkülerini söylemez, sular hışırtısız akarmış. Deniz sadece kuşlarla konuşmazmış. Köylülerin söylediklerine göre, o bütün hayvanların dillerinden de anlarmış. Onlarla saatlerce söyleşir. Birbirileriyle iyi geçinmelerini öğütlermış.
İşte Deniz, bu gizemli doğanın koynunda doğmuş, orada büyümüş orada tanımış çiçekleri. Kuşlarla dostluğu, arkadaşlığı da orada başlamış. Küçücük yüreği dünyayı içine alacak kadar geniş, sevgisi dünyayı ısıtacak kadar sıcakmış. Bu güzel çocuk yaşamına renk veren, anlam katan sevgisinin sesini de orada bulmuş. Hiç bir canlının başka bir canlıya haksızlık etmesine gönlü razı olmazmış. Onun bu sesini duyan her canlı bütün kötülükleri unutur, sadece iyilik düşünürmüş.


Ve bir gün Deniz bu güzelim köyünden ayrılmak zorunda kalmış. Kuşların ötüşü, serin suların çağlayışı kulakları okşayıp yüreklere dökülürken, çiçekler solumalarını sıklaştırmış. Bütün köylüler gediğin tepesini aşıp, Deniz’ i uğurlamışlar ; iyi yolculuklar dilemışler. Ninesi o kadar çok üzülmüş ki, sözcükler onun ayrılık acısını anlatmaya yetmemiş. Hiç bir canlının başka bir canlıya veremeyeceği ve hiç bir canlının anlayamayacağı bir şefkat ve sevgiyle basmış bağrına. İçi ılık ılık duygularla dolup kabarmıs, o yaşlı yüreğine ince ince çağlayanlar akmış da, yangısını söndürememiş. Torunu uzaklaşıncaya dek çırpınan yaralı bir kuş kanadı gibi, yaşlı gözlerle el sallamış ardından, dualar mırıldamış. Deniz uzaklaşır. Uzaklaşmaz hemen bütün köylüler onu özlemeye başlamışlar. Bu sevginin kaynağı neredeymiş, neymiş kimse akıl erdirememiş.
Deniz şehirler geçmiş, trenler, otobüsler, vapurlar, otomobiller ve uçaklar görmüş: görünce de ağzı bir karış açık kalmış, zira köyünü çevreleyen dağların ötesini hiç mi hiç bilmezmiş.


Deniz uygarlığın teknolojik nimetlerinden uzak, fakat bozulmamış, kirlenmemiş, temiz ve bakir bir doğa ortamında yaşarken, babası onu alıp uzak bir ülkeye götürmüş. Bu ülkenin renk renk lale bahçeleri, yel değirmenleri, altın saçlı gökgözlü güzel çoçukları varmış. Ancak getirildiği kent beton yığınları ile kaplı, soluk alımayacak derecede kalabalık, gürültülü ve telaşlıymış. Doğup büyüdüğü yerlere hiç benzemediği gibi, her akşam kocaman fabrika bacalarından çıkan, kirli kara bir duman abanırmış kentin üstüne. Kent soluk alamazmış. O zaman gökyüzü ışığını yitirir, sokak lambaları bile zar-zor ışıldarmış. Burada insanlar kendilerini kalın beton duvarlar arkasına, kuşları kafeslere, çiçekleri özgür doğadan koparıp saksılara koymuşlar. Kafesteki kuşlar aç değilmiş ama özgürlükleri yokmuş. Saksıdaki çiçekler susuz değilmiş ama doğal güzellikleri kalmamış. Çiçeklerin renkleri ve kokuları, kuşların ötüşleri yapaymış. İnsanların neşeleri gülüşleri ve ağ!
layışları da .
Okula başlamış Deniz. Sınıflar çocuk doluymuş, ancak Deniz yalnızmış, bir türlü alışamamış kalabalıklara, kent yaşamına… Yitirdiklerini ararmış Deniz, gözünde tütermiş insiz köyü, yemyeşil dağlar, serin pınarlar, kuşlar,yeleleri rüzgarda savrulan atlar, koyunlar, kuzular, bir de dünya tatlısı nineciği.


Onca kalabalığın orta yerinde yapayalnız kalmış; ne o anlatabilmiş kendini başkalarına, ne de başkaları onu anlamak istemiş. Bir tren geçermiş Deniz’in özlemlerinde, bir kuş ötermiş, o kuytu bir köşeye çekilip ağlarmış. Kimi zaman özlemi dayanımaz bir hal alırmış, yakıp tutuştururmuş yüreğini. Deniz’in bu durumuna öğretmeni çok üzülürmüş. “ Sen zeki ve yetenekli bir çocuksun bu günler çabuk geçer buraya da alışırsın” diyerek Deniz’ i teselli etmeye çalışırmış. Ama o dalgınmış, bilincini yitirmişçesine boş boş bakarmış etrafına. Artık düşüncelerinin içinde öyle eriyip yitmiş ki, bu ona sonsuz derece acı verirmiş.
Bir de Deniz’ in kafasını sürekli yoran bazı sorular varmış. Neden kuşların, çiçeklerin özgürlüklerini kısıtlayıp, kafeslere ve saksılarda tutsak olarak yaşatırlar? Kuşlar ve çiçekler evlerdeki saksılar ve kafesler için yaratılmamışdı ki? Acaba bütün bu haksızlıklar ve acımasızlıklar geçici ve basit bir doyum duygusu için miydi? Peki, kocaman adamların bu tutumuna karşı, ya çocuklar niçin kayıtsız kalıyordu? Onlar, kuşların ve çiçeklerin özgürlüğü için neden bir çaba harcamıyordu?


Deniz bu sorunları günlerce düşünmüş; çiçeklerin saksılara, kuşların kafeslere konulmasına bir anlam yüklemeye çalışmış, ama becerememiş. Gün geçtikç suskunlaşmış, konuşmaz gülmez olmuş ve yemeden içmeden kesilmiş. Sanki uzak diyarlarda dilsiz, kolsuz, kanatsız kalmış. Gitgide içine kapanmış, yapılan bu haksızlıklara öfkelenmiş,ancak bağırıp çağırmamış,suskunlukla direnmiş.
Derken bir gece hastalanmış Deniz. Günlerce ateşler içinde yatmış, yatarken de köyünü sayıklamış, uyanıkken Perihan ninesini hayal etmiş. Ninesi yine ona öğütler vermiş, destek olmuş yalnızlığında , yol göstermiş. Ninesi Deniz’e “ Konuş Deniz’im , yine göz kırp yıldızlara, çiçeklere gülümse, gülücükler dağıt, göster sevgi dolu yüreğini herkese. İyi olmalısın sen, hastalanırsan üzülürüz. Yaşlı yüreğim dayanamaz acına. Sonra bütün kuşlar da üzülür; dağlar, taşlar başlar ağlamaya. Yerin kulağı duyar olup biteni, bütün ormanlar yas tutar. Menekşeler sulara döker kirpiklerini, sular acı keser, acı yolları…” dermiş. Sonra bir an duraksar, yorgun ciğerlerini soluklandırır ardından Deniz’in saçını okşar, konuşmasını yine sürdürürmüş.


Ama Deniz onun söylediklerinin çoğunu duymaz, atların kişnemeleri, kuzuların melemeleri arasında rüyalara dalarmış. Köyünde iken her akşam yatmadan önce, ninesi Deniz’e kuşlar, çocuklar ve çiçeklerle ilgili masallar anlatırmış. Sonra. “o yıldız senin, bu yıldız benim” diye ninesiyle yarışır, gökyüzünün sonsuz ışıltısına bakar, uyurlarmış. Oysa Deniz bu kente geleli bir yıldız bile görememiş.
Günler sel gibi haftalar yel gibi geçip gitmiş. Deniz iyileşip eski sağlığına kavuşmuş,ama özlemi hiç mi hiç dinmemiş.Nereye gitse özlemini de oraya götürmüş.Zaman zaman özlemi içinde onulmaz bir sızı olur depreşir.Ne yapsa ne etse önüne geçemezmiş.


Deniz zeki, enerjik, başarılı ve itinalı bir çocukmuş. Ögretmenleri onun bu niteliklerini yararlı bilgi ve sağlıkli bir çevre bilinciyle dengede tutmak için yoğun bir çaba içine girmişler. Deniz de yavaş yavaş okul yaşamına alışmış. Bu nedenle öğretmenleri iyi bir şey başarmış olduklarını düşünerek gönenmişler, kıvanç duymuşlar. Çünkü Deniz en zor meseleler üzerinde bile inanılmaz ölçüde düşünceler üretir, günlük ders ve ödevlerini büyük bir istekle hazırlar, olumlu taraflarını geliştirmeye çalışırmış.
Deniz her zaman sevimli, duygulu, insanları kırmamaya özen gösteren, herkesin yardımına koşan bir çoçuk olduğunu göstermiş. Onun doğa sevgisi ve bilgisi de herkesin dikkatini çeker ve bu güzel nitelikleri çevresinde sevilmesini sağlarmış. Hatta, onun bu özelliklerini öğretmenleri diğer çocuklara anlatıp, örnek gösterirmiş. Anne ve babası da Deniz’ i bu meziyetleri nedeniyle dünyanın en akıllı çocuğu olarak görürlermiş.


Deniz bir yandan çevresine uyum sağlamaya diğer yandan da kendine yeni uğraşlar edinmeye çalışıyormuş. İşte o günlerde, evlerinin önüdeki küçük bahçeyi düzenlemek aklına gelmiş ve şimdiye kadar bunu düşünemediği için de kendine kızmış. O günden sonra en büyük uğraşı bahçesi olmuş. Oraya çeşitli bitkiler dikip, çiçekler ekmiş. Bahçesindekiler de boy verip renklenince bütün boş zamanlarını onlara bakmakla geçirir olmuş. Çiçeklerin yanında mutlu olurmuş ya yine de içten içe hüzünlenirmiş. Çünkü, Deniz bu insanları anlamıyormuş. Onlar, kendilerini doğadan uzak, beton duvarlar arkasına kapattıkları yetmiyormuş gibi kuşları da kafeslere tıkmışlardı…


Her şey bir yana da ya o büyük kentlerin meydanlarında gördüğü sürü sürü tembel güvercinlere, kirli kanal sularında nazlı nazlı yüzen kuğulara ne demeliydi? Böylesine kanatları olur da, kentlerin o pis havasında, suyunda nasıl dururlardı? Uğuldayan iş makineleri, göğü kirleten fabrika bacaları, araba sesleri, eksoz dumanları, müzik diye zangır zangır bağıran hoperlörler ve estetikten uzak, çirkin apartmanların arasında nasıl yaşanır? Deniz bu soruları durmadan sormuş kendine, ama yanıt bulamamış. Çocuk aklı anlamaya, yanıtlamaya yetmemiş bu soruları.


Ve günün birinde öfkesi öylesine büyümüş ki, gidip babasının onarım işlerinde kullandığı keskin mi keskin testereyi alıp, fırlamış sokağa. Kafes gördüğü ilk eve dalmış ve buradaki kafesi kesmiş. Ve günden sonra, her gece evlere girip, kafeslerin çubuklarını keserek kuşlara özgürlüklerini vermeye başlamış. Deniz’ in bu yaptıkları kafes sahiplerini çılgına çevirmiş tabi. Günlerce gazetelere ilanlar verilip, duvarlara afişler asılmış. Radyo ve televizyonlarda duyurular yayınlanmış. Bu yayınlarda, “Korkunç ve affedilemez suçu işleyen canavar” hakkında bilgi verenlerin ödüllendirileceği açıklanıyormuş. Ancak Deniz yılmamış. Yine her fırsat bulduğunda evlere, bahçelere girip kafesleri kesmeye devam etmiş. O ülkeyi yönetenler çok kızmışlar bu işe, kentin bütün polisleri bu kafes canavarını yakalamak için yarışa girişmiş, günlerce pusu kurup beklemişler. Ama bu bir sonuç vermemiş. Bir defa polis, asker bütün ülke düşmüş bu kafes canavarının peşine. Yine ! günler, haftalar, aylar geçmiş ama yakalayamamışlar.


Deniz, bir akşam yine elinde testeresiyle büyükçe bir eve girmeye çalıştığı sırada pusu kuranlar tarafından yakalanmış. Ve bu haber ülkenin her yanında bomba gibi patlamış. Gazeteler Deniz’in boy boy fotoğraflarını basmış, televizyonlar çeşitli görüntüleri getirmiş ekranlarına, radyolar ise her haberinde duyurmuşlar. İlgililer ise bu “canavarın’’ yakalanışına müthiş sevinmişler. Günlerce süren şölenler düzenlenmiş, bayram gibi kutlamışlar bu başarılarını.


Ama bu sevince katılmayanlar da varmış: ülkenin altın saçlı, gökgözlü, güzel çocukları DenizIin yakalanışını üzülerek karşılamışlar. Topluca göşteriler düzenleyip yönetimi protesto etmişler. Özgürlük istemişler. Deniz özgür olsun demişler.
Ancak çocukların bu çığlıklarını sağır yürekler duymamış. Mahkemeler kurulmuş, kurullar toplanmış, dünyanın dört bir yanından pedagoglar, psikologlar, bilim adamları çağırılmış. Herkes Deniz’in işlediği suçun nedenini araştırmaya koyulmuş.
İlk gece, polis merkezinde, üşüyüp ağlayan Deniz’in gözünü uyku tutmamış. Yaptıklarını ve kendisine yapılanları düşünmüş. Kendince suç kavramını sorgulamış ve “kim suçlu?” sorusuna yanıtlar aramış. Kafeslerini kırdığı ev sahiplerini düşünmüş, özgür kalınca kanatlarını sevinçle çırpan minik kuşları…


Sonra arkadaşlarını, öğretmenlerini, anasını ve babasını, ninesini düşünmüş. Yüreği sızlamış Deniz’in hepsini de özlediğini anlamış. Ertesi gün ziyaretçileri olmuş Deniz’in. Öğretmenleri ve okul arkadaşları gelmiş, renk renk çiçekler, çeşitli hediyeler verip onu teselli etmeye çalışmışlar. Ziyaret saati bitince de boynu bükük gitmişler. Ardından bütün ülkenin sarı saçlı, gökgözlü çocukları Deniz’e üzüntülerini belirten kartlar, mektuplar göndermişler. Ama kurulan mahkeme çok acımasızmış. Çocukların protestosunu da hiç önemsemiyormuş. Deniz’i diğer çocuklara da kötü örnek olmasın diye cezalandımak istiyormuş yargıçlar.
Deniz, uykusuz geçirdiği bir gecenin verdiği yorgunlukla hemen uykuya dalmış ve dalar dalmaz da başlamış rüyalar görmeye. Rüyada yaşlı bir ninecik oturmuş bir pınarın başına, Deniz’ e “körler ülkesi” masalını anlatıyormuş, ama bu bilge ninesi değilmiş. Rüyadaki ninenin anlattığı masal şöyleymiş;


‘’Evel zaman içinde, kalbur zaman içinde, dünyanın bir yerinde, bir baba ile oğul varmış, bunların fazlaca bir dertleri yokmuş; işleri, aşları onları kimseye muhtaç etmezmiş. Ama babanın bir sorunu varmış; oğlunun eğitimsizliği ve cehaleti. O devirlerde ne oğlunu gönderebileceği bir okul ne de ders verebilecek ögretmenler varmış. Okul ve öğretmenler yokmuş ama çocuk dünyayı tanımalı ve bilmeliymiş. Çünkü babanın inancı, “Alimler gözlüdür, Cahiller ise kör’’ biçimindeymiş. Sonuçta baba karar vermiş; oğlunun gözü açılmalı, dünyayı görüp tanımalıymış. Baba ile biricik oğlu bilinmeyen ülkelere doğru yola çıkmışlar. Az gitmişler uz gitmişler,sonunda bir de bakmışlar ki,körler ülkesi diye bir yere gelmişler. Olacak bu ya, tam körler ülkesine geldiklerinde, çocuk bir hastalığa yakalanmış.Eli ayağı tutmaz olmuş. Baba şaşkın, çocuk bitkin uçan kuştan medet ummuşlar. Tam o anda “korkma” diye yüreklendirmişler. Babanın etrafına toplananlar. Ve, “siz bura! nın körler ülkesi dendiğine bakmayın, buranın öyle becerikli bir hekimi var ki kime dokunsa hastalıgından iz kalmaz” demişler. Böylece baba yatıştırılmış ve çocuk tezelden hekime kavuşturulmuş. Hekimbaşı usta parmakları ile hastasını tepeden tınağa bir güzel yoklamış. Hemencecik de illetin nedenini bulmuş; Sorun çocuğun gözlerinde imiş. Burnun ile alnın birleştiği noktanın sağında ve solunda bulunan çukurlara gömülü, bıngıl bıngıl devinen oval iki cisimcik. Açılıp kapanan birer deri kapakla örtülü….
işte hepimizin bildiği insan gözü, illetin nedeniymiş. Hekim böyle söylemiş, teşhisi böyle koymuş. Operasyon kısa sürede bitmiş, dışarıya çıkarmışlar çocuğu. Baba bir de ne görsün, çocuğun dünyayı görüp tanıyacağı gözlerinin ikisi de yerlerinden çıkarılmış. Çünkü körler ülkesinde herkeste göz düşmanlığı varmış. Körler bilginin ışığın, aydınlanmanın en önemli aracı olan göze düşmanmış. Daha o çağlarda “aydınlık ile karanlığın, bilgi ile cehaletin” savaşı varmış. Ancak baba ve oğul geç anlamışlar bu gerçeği ve ağır ödemişler bedelini. Ve bu sonuç karşısında sanki dünya bir anda başlarına yıkılmış baba ile oğulun. Yaşam zindan olmuş, ama ne acı duyacak halleri kalmış, ne de acıya dayanacak güçleri. Acıyı acıla bastırmışlar boynu bükük’’…


Deniz gördüğü düşün etkisiyle ter içinde uyanmış. Bir korku sıkıca sarılmış boğazına. Kendini o hekimin elinde imiş gibi hissetmiş. Sevdiği onca yüzü düşünmüş, ama hiç birisini anımsayamamış, sisler arasında yalnız kalmış. Bir yerlerden ince bir ezgi çarpmış kulaklarına, çoğalan, delirten bir ezgi….Usuna babasının üzgün, perişan yüzü gelmiş, bir güvercin uçuvermiş yüreğinden, acıyla ürpermiş. Deniz’in ağzından “Baba” diye bir inilti çıkmış. Sonra gördüğünün korkulu bir düş olduğunu fark edince derin bir oh çekip rahatlamış.
Derken duruşma günü gelmiş binlerce çocuk yığılmış mahkemenin önüne, onlarca polis otosu eşliğinde Deniz mahkemeye getirilmiş. Yargıçlar sertçe bakmışlar Deniz’e Savcı iddianamesini okumuş, yargıçların en yaşlısı korkutucu bir sesle “bütün bunları neden yaptın?” diye sorular yöneltmiş. Yargıçların bütün sorularına Deniz susarak yanıt vermiş. Yargıç öfkelenmiş dağlar kadar. Deniz’i azarlamış. “Sende hiç acıma duygusu yok mu, kalp yok mu?” demiş. Deniz ise “Ben kalbimi kuşlara verdim.” Diyerek ilk ve son yanıtını vermiş. Yargıçlar kendi aralarınada fisıldaşıp, konuşmuşlar. Sonuçta Deniz’in bir kuş gibi, demirden bir kafese konulup uzak ve ıssız bir ormana bırakılmasına karar verilmiş. Bu haber dünyadaki bütün kuşlara yıldırım hızıyla yayılmış. Bir çok kuş toplanıp, kanat çırpmışlar, dönmüşler gökyüzünde, sonra da hep birlikte saldırmışlar kafese, günlerce gagalamışlar ama nazlı gagaları parmaklıkları kırmaya yetmemiş. Kafesi parçalayamamışlar. Pa! rçalayıp da Deniz’ i özgürlüğüne kavuşturamamışlar.


Günlerce düşünmüşler ve sonuçta hepsi gücünü birleştirerek. Deniz’i köyünün güzel ormanına götürmeye karar vermışler. Bütün kuşlar kanat açıp, kırk gün kırk gece, dağ demeden deniz demeden uçmuşlar. Deniz’in o güzelim köyünün ormanına ulaşmışlar. Yağmur yağdığında hepsi birden kanatlarını kafesin üstüne gerip korumuşlar. Güneş açtığında sevinmişler. Dünyanın her yerinde türlü türlü yiyecek ve çeşit çeşit kitap taşımışlar. Kuşlar her akşam kafesin etrafında toplanıp ötüşerek Deniz’i teselli etmişler. Cıvıltılarla uyutmuşlar, her sabah yeniden en güzel sesleriyle uyandırmışlar. Beraberce gülüp, oynayıp, şarkı söylemişler. Deniz onlara şiirler okumuş, bilge ninesinden öğrendiği masalları anlatmış, kuşlar Deniz’i anlarmış Deniz de kuşları……


İşte o gün bu gündür dünyanın bütün kuşları yavrularına kuşlara kalbini veren çocuğun masallarını anlatırlarmış. Ve onun içindir ki, dünyanın her yerinde kuşların yalnız bir sabah bir de akşam öttüğü söylenir……..

Nǿ ŦΞДЯ™
05-12-2007, 02:00 AM
Suçlu vaktin sevgilisiyim bu akşam. Geleneksel bir kutsayışa sunulan kutlu bir güne soyunmalıyım bugün. Doğum günün! Her günkü sevgi vaktinin alışıldık bekleyişine bu defa hiç benzemeyen bir huzursuzlukla geldim. Korkuyorum bu akşam. Bekleme alışkanlığının tutsaklığına karşı koymanın utancı var içimde. Başka türlü olabilme özlemi kadar her türlü yenilenme imkanını ortadan kaldıran yıkıcı bir itki var yüreğimde. Kutlu bir günde seni armağansız karşılayabilecek kadar cesur ve hazır görünmeme şaşıyorum. Yoksulluk, düne kadar sevgimizin bir sermayesiydi belki. Ama bugün, kendimi sevgimizin bir ayıbı olarak görüyorum. Kuşkusuz, her zamankinin aksine bugün gecikmeyeceksin. Benim ise gecikmek ya da beklememek için –ne yazık ki- hiçbir nedenim yok.

Sevginin suçluluk vaktinde bekleyişin uzun sessizliğini, şimdi olsa olsa SARI GÜL’ün yaylı kapısından açılıp kapandıkça çıkan ezberlenmiş umut sesleri bozabilir. Bilmem bu kaçıncı akşamdır, hep böyle beklerim seni. Her bekleyişin denenen o esrik hazırlığı, gün boyu özlenen gül yüzüne ulaşmanın parıltısı ile dolu. Sessizlikte sensizken nasıl da derinleşir düşünceler nasıl da büyür bekleyişler; yüreğimden geçeni durmaksızın buruşturan yanıtsız sorular nasılda ısırır beynimi... bilmezsin.

Gözlerim, bozuk yaylı kapının camında arada bir şekillenen görüntülere kaymakta, iki de bir açılıp kapanan kapının periyodik gıcırtıları ve beklenen siluetin yerini alan yabancı gölgeler. Yüreğimde çöreklenen utanç. Camda şekillenen gölgelerin tam sana benzemek üzere iken birden yerini başka gövdelerin çizgilerine bırakması. Korkuyorum! Biraz daha gecik lütfen. Gergin bekleyişin içinde kendimi, bilinmezi sürdüren bir iz’in avcısı gibi görüyorum. Bilinmezi bilinire dönüştürecek giz bu izlerde, bu izlerin şifresini çözmede. Anıların izinde yürümek belki biraz avutabilir beni. Yaşadıklarımızı yeniden toplayabilirim orada. Kaybolan zamanın “seni seviyorum”larını, şimdiki zamanın “seni seviyorum”larına ekleyip yepyeni bir “seni seviyorum”u yaratabilirim belki.

Yalnızca duygusal hesapların yapıldığı bu masalarda herkes, kendisine yorum yapılmasından korkar. Ancak yapanların da, karşısındakini incitmeden yorumlamaya çabaladıkları her halinden belli. Turuncu-kırmızı ışıkların ölü aydınlığında bir çay daha söylüyorum. Geciktin canım. Teşekkür ederim. Ama, her an gelebilir, armağansız ürkek yüzüme çekinmeden bakabilirsin sevinçli, değil mi?

Of!.. Hadi öyleyse, gel. Gel de bitir bu utancı, ez bir an önce içimdeki mahçup “yoksul sevgili” duygusunu!

Sesler azaldı. Bir grup kalabalığın titrek gölgesi masamın önünden geçerek kapıya doğru uzaklaşıyor, uzaklaşan gölgelerin yerini çok geçmeden yenileri alıyor. Üçüncü çayımı içiyorum. Arasıra bacak değiştirerek oturuyorum. Özledim şimdi seni. Utancıma karşın gözlerini gözlerimin içine alabilirim şu an. Fakat, nedir, gözlerin bir tuhaf bakıyor bana. Dargın mı desem, sitemce mi, suçlayıcı, ah, ne olur kızarmış mor koyuluklar içerisinde bakma bana öyle. Ses yok, anlatı yok, yalnızca kırılan bir ayna gibi yüzün duruyor karşımda. Anlam veremiyorum. Gözlerindeki camlar mı saklıyor bendeki duygularını? Yüreğinde açtığım onmaz hüzün, yerini uçarı sevinçlere ne zaman bırakacak? Yoksadığım sevinçler şimdi elgin bir duyarlıkta yeniden gizil bir güç diliyor şimdi benden. Utanç duygusu anlam değiştirmek zorunda barışık istemlerle...

Konuşmanın artık çok geciktiği tedirgin susuşlarımız arasında gözlerime bakmanı, dilimin değil gözlerimin anlatısına katılmanı şimdi ne kadar isterdim. Yoksunluğa sızlandığım şu sırada titrek parmaklarıma dolanan avuçlarının ılıklığını ve dört sevi yılı boyunca kulağıma fısıldayarak türkülediğin “seni seviyorum” melodisini duymayı ne kadar isterdim...

Güzelliğin ne olduğunu hiçbir zaman bilemedim ben. Bilememekten dolayı da hiçbir zaman rahatsızlık duymadım. Beni rahatlatan bir güzellik buluyorum sende. Bu bana yetiyor.

Mutsuz bir zamanın, mutsuz bir kentin aykırı duyuşlarıyla yüklüyüm. Seni tanıdım bu çamurlu kentte. Seni sevdim bu eskikentte.

Ne, üstünde taşıdığı bütün pisliği, gözler önüne seren Porsuk’un nazlı akışı, ne Yalıman sevdalılarına romantik döşekler seren Adaların kamelyeleri, ne de Yediler’in, Bademlik’in insanı dinlendiren yeşil doğası SENSİZKEN beni bu kente bağlayamazdı.

Bekleyişin ölümcül rahatlığına yeni yeni ulaşıyorum. Bugün, günü bölüşmenin sevincini yaşamadık daha. Gün yükselmeden kavuşmalıyız. Yaşam, neredeyse sevgi vaktine biriktirilen bekleyişlerin arasında elimizden kaçacak. Korkmuyorum. Gelebilirsin artık. Tümcelerimin yatağına alabilirim seni. Birazdan sevgime eklenen suçu sevgin eleyecek. Biliyorum.

Harflerden ve sözcüklerden bir ÇİÇEK yaratıp göğsüne takmak istiyorum bu akşam. Sonra da yumuşak, yorgun saçlarını virgül virgül okşamak...


****************************************

Ne yazilmali ki silinip gitmesin, ne söylenmeli ki unutulup bitmesin. Sessizlikle baGlayan bir hikaye bu. Eger bagladigi gibi bitecekse sonu, yasanan her ne varsa sil, gitsin.Hayallerde gerçek gibi yasarken seni, umutlarda bitti bir zaman, sevgiler de. Seni seviyorum çünkü ne zaman siir okusam, misralarindan sen akiyorsun, gözlerimden yaslar süzülüp resmine damliyor, sessizlik sarariyor içimde, susuyorum. Tam buldum dedigin anda kaybetmek nedir bilir misin? Atilmisligi hissettigin oldu mu? Hayaliyle yasamayi ezberledin mi? Delicesine sevdigin ama onun seni sevmedigini ögrendigin o ani hiç yasadin mi? Onun eksik yanlarini bile sevebildin mi ? Terkedilice ilk defa görüyormus gibi baktinmi? Elvedasiz ayriliklar acitti mi içini? Göz kapaklarina inat, uyumadigin oldu mu *******ce? Sadece mum isiginin aydinlattigi odanda onu düsündügün oldu mu saatlerce? Ellerin onsuz kaldiginda üsüdün mü? Duyuyorum susuyorsun, yine susuyorsun, tipki o zamanki gibi söylemiyorsun. Seni seviyorum çünkü hergün biraz daha tükenirken hersey, benligim sesizce inliyor ben susuyorum. Bir an elinden tutuyorum, biran sonra belkide tamamen elimden kayip gitmis oluyorsun, anlayamiyorum.Yine sensiz kaliyor kollarim, yine islaniyor gözlerim. Yasamam için tek nedenimdin sen. Fakat binlerce sebep vardi seni sevmem için. Seni seviyorum çünkü yasanacak bütün imkansizliklarda sen varsin. Biryerlerim aciyor durmaksizin. Sessizligin çok sey söylese de bazen susmanda incitir beni. Bilirim, belkide en iyi ben bilirim ki, susmasini bilmek, bildigini söylemekten daha zor. Bir uçurum gibi derinlesen sessizlik, bizi birbirimizden ayirdi bile. Yenildik dostlugumuza, zamana, yalnizliga, yenildik iste! Sinsice sardi sessizlik, böyle birdenbire, ansizin... ve ben hala unutmam gerektigini söyleyenlere inanmiyorum. Hissettiklerimi söylemektense dost kalmayi, seni sensiz yasamaktansa susmayi tercih ederim. Senin beni sevme fikri bile beni mutlu edebilecek kadar güzel ve asil! Seni seviyorum çünkü sen benim siyah beyaz dünyami renklendiren o çok az seyden birisin. Sensiz her andan korktum, korkuyorum. Alip gitme ellerini, alip gitme gülüslerimi, götürme düslerimi. Sen benden gittin gideli öyle biktim ki sensiz kendimden. Seni seviyorum çünkü hala birseyler var vazgeçemedigim. Ben herkes için siir yazmazdim, bu hep tuhaf gelmisti. Fakat simdi senin için siir yazmamak tuhaf geliyor. Bu yillarca sürecek ve de hiç dinmeyecekmis gibi düsünürken görüyorum ki anlamini yitiren birseyler var aramizda. Seni seviyorum çünkü tam herseyden vazgeçmistim ki, karanligimin perdesini yirtti ellerin. Ama yine direndik sessizlige, hala konusulmadan kalan öyle çok sey varki! "Sustugun yerde birseyler kiriliyor" Nasil söyleyecegini sende bilmiyorsun besbelli.. Susman gerekiyor diye susuyorsun belkide, dostlugumuz için.. Kalbim sendeyken her adimda, aklim sendeyken her dakika, unutmadim, unutamadim iste!

Nǿ ŦΞДЯ™
05-12-2007, 02:01 AM
Üşümüştü...
Titriyordu....
Kalabalık caddenin bir köşesinde,
bir elinde satacağı kart postallar
diğer eli yırtık pantolonunun cebinde
gözleri durgun,
umutsuz bir çocuk,
duruyordu öylece..
Düşünürken çok sevdiği annesini;
hani kaybetmişti ya geçen yaz O’nu!
Giderek nemleniyordu gözleri...
Gizlice yetimhaneden kaçıp,
Annesinin mezarını ziyaret ettiği zaman
Hissedebiliyordu sevgiyi ve sıcaklığı
Artık sadece!...
Kalbine gözyaşı yağıyordu, küçüğümün...
Bazen çiseliyor, bazen sağanak oluyordu
Ama hep soğuktu
ve
üşütüyordu.....
Üşümüştü...
Titriyordu...
Caddede dalgın ve suskun
Yanlızlığı yanı başında
Yavaş adımlarla yürüyen bir kadın...
Arada sendeliyordu yaşlılıktan..
Kart postal satan çocuğu gördü aniden
Yaklaştı ve uzattı elini O’na
Düşünürken çok sevdiği o yaşlardaki çocuğunu
Hani kaybetmişti ya geçen yaz O’nu!
Ateş gibi yanarken çocuğunun küçük vücudu
Çaresizce koştururken hastanede
Bir anda soğuyuvermişti ya küçücük beden
İşte kart postal tutan bu eller de soğumuştu....
Birden az da olsa toparlandı
Çünkü kocasından gizlice gittiği mezarda
Hissettiği sevgiyi
Şimdi hissedebiliyordu biraz daha...
Kalbine gözyaşı yağıyordu, kadıncağızın..
Bazen çiseliyor, bazen sağanak oluyordu...
Ama
hep soğuktu
ve
üşütüyordu....
Üşümüştü...
Titriyordu...
Kalabalık caddede
Kendinden emin, sert adımlarla
Ama kendi yanlızlığıyla
İlerliyordu bir asker...
Arada etrafına bakıyordu
Sonra sabit fakat boş gözlerle karşıya bakarak yürüyordu...
Kafasını çevirdiğinde,
Kart postal satan çocuğu
Sevgi dolu gözlerle, ağlamaklı seven kadını gördü birden.
Onlara bakarak ve iç çekerek yürüdü önlerinden.
Düşünürken çok sevdiği annesini...
Hani kaybetmişti ya geçen yaz O’nu!
Kendisi nöbette korurken vatanını
Bir anda kalbi yenilmişti ya yanlızlığa annesinin
Birden az da olsa toparlandı
Çünkü dua etmek için gittiği mezarda
Hissettiği sevgiyi
Şimdi hissedebiliyordu kadının bakışlarında...
Kalbine gözyaşı yağıyordu, delikanlı askerin....
Bazen çiseliyor, bazen sağanak oluyordu...
Ama
hep soğuktu
ve
üşütüyordu....
Üşümüştü ....
Titriyordu...
Kalabalık ve gürültülü caddede
Yalnız ve sessizce
Elinde evrak çantası
Ağzında dumanı rüzgara karışan bir sigara...
İlerliyordu bir genç delikanlı...
Arada etrafına bakıyordu
Anlamsız bakarken karşıdan gelen ifadesiz yüzlere
Askeri gördü ve dondu kaldı bakışları
Askerin gizlemeye çalıştığı gözyaşlarına...
Durdu ve erkekler de ağlar, dedi...
Düşünürken çok sevdiği dostunu
Hani kaybetmişti ya geçen yaz O’nu!
Kendisi kız arkadaşı ile sahildeyken
Bir an da kahpe bir kurşunla
Çatışmada yığılıvermişti o güçlü beden...
Biraz duraladı,
iç geçirdi ve bir nefes daha çekti sigaradan
Bayrağa sarılı gelen tabutunu hatırladı arkadaşının
Bir anda sarılası geldi askere...
Geçti yanından ve uzaklaştı...
Kalbine gözyaşı yağıyordu, delikanlının
Bazen çiseliyor, bazen sağanak oluyordu...
Ama
hep soğuktu
ve
üşütüyordu....
Bir çok insan vardı ya çevrede
Kalbine gözyaşı yağıyordu elbette...
Kaybettikleri sevgi
İstenilen şefkat
Korkulan gelecek için...
Kalbime
gözyaşı yağıyor şimdi
düşününce onları
ve düşününce seni kaybettiğimi....
Benim yerime, beni korumak için erkenden, bu dünyadan çekip gidişini...