Giriş

Tam Sürümü Görüntüle : Türk Halk Şiiri Antolojisi


M@D_VIPer
05-15-2007, 11:52 AM
Pir Sultan Abdal


HAYATI

16. yüzyılda yaşadı. Hakkında fazla bilgi yok. Asıl adı Haydar. yaşamının büyük bölümü Banaz köyünde geçti. 16'ncı yüzyılın ikinci yarısında Sivas çevresinde boy gösteren Alevi-Bektaşi kökenli ve İran yanlısı mezhep olaylarına karıştı. Sivas Beylerbeyi Deli Hızır Paşa, Pir Sultan'ı astırdı. Ölümümün, 1547-1551 ya da 1587-1590 arasındaki bir tarih olduğu sanılıyor. Çeşitli araştırmalarda 6 ayrı Pir Sultan kimliğine değinilir. Sırasıyla, Çorum yöresinden olup bir süre Ankara'da Hasan Dede tekkesinde kalan Pir Sultan'ım Haydar, aruzla şiirler yazan Pir Sultan, Divriği yöresinde yetişen ve asıl adı Halil İbrahim olan Pir Sultan Abdal, 18'inci yüzyılın ikinci yarısı ile 19'uncu yüzyılın başında yaşamış olan Abdal Pir Sultan, 16'ncı yüzyıl sonu ile 17'nci yüzyıl başında yaşayan ve Pir Sultan'ın asılmasıyla ilgili deyişleri söyleyen Pir Sultan Abdal. ve son olarak menkıbeleşmiş yaşamıyla tanınan, Hızır Paşa'nın astığı kabul edilen 16'ncı yüzyıl şairi Banazlı Pir Sultan Abdal. Halk edebiyatı araştırmacıları, gerçek Pir Sultan Abdal olarak Banazlıyı kabul eder. Pir Sultan Abdal, Alevi gelenekleri ve tarikat içinde yetişti. Hayati (Şah İsmail), Kul Hüseyin ve Kul Himmet'ten etkilendi. Şiirlerinde duru ve yalın bir kullandı. Ana konuları, aşk, tasavvuf ve kavgadır. Tekke ve tasavvufun kalıplarını aşıp geniş bir halk kesimine seslenebildi. Medrese öğrenimi görmediği için, diğer bazı halk şairlerinin tersine, Divan Edebiyatı'ndan hiç etkilemedi. Saaddin Nüzhet Ergun, Abdülbaki Gölpınarlı, Pertev Naili Boratav, Cevdet Kudret, Cahit Öztelli, Sabahattin Eyuboğlu, Mehmet Fuad, Ohan Ural, Mehmet Bayrak ve Erol Toy'un Pir Sultan Abdal araştırma ve kitapları var.

M@D_VIPer
05-15-2007, 11:53 AM
Pir Sultan Abdal Eserleri

Ötme Bülbül

Ötme bülbül ötme şen değil bağım
Dost senin derdinden ben yana yana
Tükendi fitilim eridi yağım
Dost senin derdinden ben yana yana

Deryadan bölünmüş sellere döndüm
Ateşi kararmış küllere döndüm
Vakitsiz açılmış güllere döndüm
Dost senin derdinden ben yana yana

Haberin duyarsın peyikler ile
Yaramı sarsınlar şehidler ile
Kırk yıl dağda gezdim geyikler ile
Dost senin derdinden ben yana yana

Abdal Pir Sultan'ım, doldum eksildim
Yemeden içmeden sudan kesildim
Zülfün kemendine kondum asıldım
Dost senin derdinden ben yana yana



Nasıl Yar Diyeyim

Nasıl yar diyeyim ben böyle yare
Mecnun edip çöle saldıktan sonra
Alemin bağında bülbüller öter
Giden benim gülüm solduktan sonra

Coşkun sular gibi çağlamayan yar
Gönlünü gönlüme bağlamayan yar
Benim şu halime ağlamayan yar
Daha ağlamasın öldükten sonra

Pir Sultan Abdal'ım sürem bu yolu
İnsanın kamili olmuşam kulu
İster yağmur yağsın isterse dolu
Gidem ben ummana daldıktan sonra



Dönen Dönsün

Koyun beni hak aşkına yanayım
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan
Yolumdan dönüp de mahrum mu kalayım
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan

Kadılar müftüler fetva yazarsa
İşte kement işte boynum asarsa
İşte hançer işte başım keserse
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan

Bir gün mahşer olur divan kurulur
Suçlu suçsuz varsa orda bulunur
Piri olmayanlar anda bilinir
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan

Pir Sultan'ım arşa çıkar ünümüz
O da bizim ulumuzdur pirimiz
Hakka teslim olsun garip canımız
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan


Geçti Dost Kervanı

Şu karşı yaylada göç katar katar
Bir güzel sevdası gözümde tüter
Bu ayrılık bize ölümden beter
Geçti dost kervanı eyleme beni

Şu benim sevdiğim başta oturur
Bir güzelin derdi beni bitirir
Bu ayrılık bize ölüm getirir
Geçti dost kervanı eyleme beni

Pir Sultan Abdal'ım kalkın aşalım
Aşıp yüce dağı engin düşelim
Çok nimetin yedik helallaşalım
Geçti dost kervanı eyleme beni


Sivas Ellerinde

Kul olayım kalem tutan eline
Kâtip ahvalimi şah'a böyle yaz
Şekerler ezeyim şirin diline
Kâtip ahvalimi şah'a böyle yaz

Allahı seversen kâtip böyle yaz
Dün ü gün ol şah'a eylerim niyaz
Umarım yıkılır şu kanlı Sivas
Kâtip ahvalimi şah'a böyle yaz

Sivas illerinde sazım çalınır
Çamlı beller bölük bölük bölünür
Ben dosttan ayrıldım bağrım delinir
Kâtip ahvalimi şah'a böyle yaz

Münafıkın her dediği oluyor
Gül benzimiz sararuban soluyor
Gidi Mervan sâd oluban gülüyor
Kâtip ahvalimi şah'a böyle yaz

Pir Sultan Abdal'ım ey Hızır Paşa
Gör ki neler gelir sağ olan başa
Hasret koydu bizi kavim kardaşa
Kâtip ahvalimi şah'a böyle yaz

M@D_VIPer
05-15-2007, 11:53 AM
Erzurumlu Emrah

Hayatı

(19. yüzyıl)

Erzurum'un Ilıca bucağına bağlı Tanbura köyünde doğmuştur. Hayatı hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır. Sivas, Tokat, Çantan, Kastamonu, Niğde gibi yerleri dolaşmıştır. Nakşibendiliği benimsediği, iyi bir tahsil gördüğü, şiirlerinde kullandığı dil ve sanatlı söyleyişten anlaşılmaktadır.

Yaşadığı sürece pek çok çırak yetiştiren şairin eserleri bazen başka şairlerin, özellikle de Ercişli Emrah'ın şiirleri ile karıştırılmıştır. Son zamanlarda yapılan incelemelerde bu karışıklık oldukça giderilmiştir.

Erzurumlu Emrah'ın aruzla yazdığı şiirlerinde dil oldukça ağırdır. Hece ile yazdığı şiirlerde de sanatlı bir üslûp göze çarpmaktadır. Buna rağmen Anadolu'da çok sevilip sayılmış, pek çok şiiri türkü ve şarkı formuna sokularak okunmuştur. Şiirleri Dîvan-ı Emrah adıyla yayınlanmıştır. Aynca hakkında pek çok kitap yayınlanmış; anma toplantıları düzenlenmiştir.

M@D_VIPer
05-15-2007, 11:53 AM
Erzurumlu Emrah Eserleri


Söyledi Yok Yok

Sabahtan uğradım ben bir güzele
Dedim mahmur musun söyledi yok yok
Ak ellerin boğum boğum kınalı
Dedim bayram mıdır söyledi yok yok

Dedim inci nedir dedi dişimdir
Dedim kalem nedir dedi kasımdır
Dedim on beş nedir dedi yaşımdır
Dedim daha var mı söyledi yok yok

Dedim Erzurum nen dedi ilimdir
Dedim gider misin dedi yolumdur
Dedim Emrah nendir dedi kulumdur
Dedim satar mısın söyledi yok yok


Elâ Gözlerini

Elâ gözlerini sevdiğim dilber
Sen benim derdime deva bilmezsin
Ya nice tabîbsin yoktur ilâcın
Yürekte yaramı sarabilmezsin.

Sana derim sana ey kalbi hayın
Kimseler çekmesin feleğin yayın
Alıp harab ettin gönlüm sarayın
Şimdi bir taşını koyabilmezsin.

Emrah eder, boşa gitti sözlerim
Muhabbeti can evime gizlerim
Ne durusun ağlasana gözlerim
Gitti kaşı kara, görebilmezsin.


Tutam Yar Elinden

Tutam yâr elinden tutam
Çıkam dağlara dağlara
Olam bir yaralı bülbül
İnem bağlara bağlara

Birin bilir birin bilmez
Bu dünya kimseye kalmaz
Yâr ismini desem olmaz
Düşer dillere dillere.

Emrah eder bu günümdür
Arşa çıkan tütünümdür
Yâra gidecek günümdür
Düşem yollara yollara.


Ağlasana Gözlerim

El çek tabib el çek yaram üstünden
Sen benim derdime deva bilmezsin
Sen nasıl tabibsin yoktur ilacın
Yaram yürektedir sarabilmezsin

İçerim yanıyor kendim havayi
Çekmeyen ne bilir aşkı sevdâyı
Yıktın viran oldu kalbim sarayı
Çünkü bir taşını koyabilmezsin

Emrah'ım dinledin benim sözlerim
Muhabbetin can evimde gizlerim
Ne duruyon ağlasana gözlerim
Bir daha yarini görebilmezsin

M@D_VIPer
05-15-2007, 11:53 AM
Yunus Emre

01- Hayatı
(XIII. yüzyıl)

XIII. yüzyılın ikinci yarısı ile XIV. yüzyılın başlarında yaşamış olan Yunus Emre'nin hayatı hakkında elde kesin bilgiler yoktur. Eski bir mecmuadan elde edilen bilgiye göre, 1250-1320 yılları arasında yaşamıştır.Yunus Emre'nin Sakarya bölgesinde Taptuk Emre adlı bir şeyhin dervişi olduğu bilinmektedir. Ayrıca, Anadolu, Suriye ve Azerbaycan'da dolaştığı, Porsuk'un Sakarya ile birleştiği yerdeki Sarıköy'de doğup öldüğü ve orada gömülü olduğu kabul edilmektedir.Yunus Emre, halk arasında bir efsane kahramanı gibi anılmaktadır. Hayatı hakkında birçok menkıbe oluşmuştur. Taptuk Emre'nin kapısında kırk yıl odun topladığı veya Taptuk'un emriyle kırk yıl seyahat ettiği bu rivayetlerden ikisidir. Anadolu'nun birçok yerinde Yunus'a ait olduğu söylenen mezarlar vardır.Her ne kadar ümmî (okur yazar olmayan) olduğu söyleniyorsa da, şairin, Mevlânâ'yı okuyup anlayacak kadar Farsça bildiği sanılmaktadır. Tasavvuf anlayışı bakımından Mevlânâ'dan esinlenmiş olması bu ihtimali güçlendirmektedir.Yunus Emre'nin iki eseri vardır: Bunlardan biri Risâletü'n-Nushiyye adlı mesnevisi, diğeri de Divan'dır.

M@D_VIPer
05-15-2007, 11:53 AM
Yunus Emre ve Sevgi Felsefesi

Türk halk şairlerinin tartışmasız öncüsü olan ve Türk'ün İslâm'a bakışını Türk dilinin tüm sadelik ve güzelliğiyle ortaya koyan Yunus Emre, sevgiyi felsefe haline getirmiş örnek bir insandır.
Yaklaşık 700 yıldır Türk milleti tarafından dilden dile aktarılmış, türkü ve ilahilere söz olmuş, yer yer atasözü misali dilden dile dolaşmış mısralarıyla Yunus Emre, Türk kültür ve medeniyetinin oluşumuna büyük katkılar sağlamış bir gönül adamıdır.
Bazı kaynaklarda Anadolu'ya gelen Türk boylarından birine bağlı olup, 1238 dolaylarında doğduğu rivayet edilirse de bu kesin değildir; tıpkı 1320 dolaylarında Eskişehir'de öldüğü yolundaki rivayetlerde olduğu gibi. Batı Anadolu'nun birkaç yöresinde "Yunus Emre" adını taşıyan ve onunla ilgili görüldüğünden "makam" adı verilen yer vardır.

Bir garip öldü diyeler
Üç gün sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar
Şöyle garip bencileyin

diyen Yunus, belki de doğduğu ve yaşadığı topraklardan çok uzaklarda bu dünyadan göçüp gittiğini anlatmak istemektedir.
Türkiye'nin pek çok yerinde Yunus Emre'nin mezarı olduğu iddia edilen pek çok mezar ve türbe vardır. Bunlardan başlıcaları şöyle sıralanabilir: Eskişehir'in Mihalıççık ilçesine bağlı Sarıköy; Karaman'da Yunus Emre Camii avlusu; Bursa; Kula ile Salihli arasında Emre Sultan köyü; Erzurum, Duzcu köyü; Isparta'nın Keçiborlu ilçesi civarı; Aksaray; Afyon'un Sandıklı ilçesi; Ordu'nun Ünye ilçesi; Sivas yakınında bir yol üstü. Görüldüğü gibi sayı ve iddia hayli kabarıktır.
Bazı belgeler, Yunus Emre'nin asıl mezarının Karaman veya Sarıköy'de olduğuna işaret etmektedir. Nitekim, 1970'li yılların başında Sarıköy'deki mezarın Yunus'a ait olduğuna kesin gözüyle bakılarak bu köye Yunus Emre adı verildi ve oradaki bir bahçe içine anıt dikildi. 1980'li yıllarda ise, 1350'de yapılmış olan Karaman'daki Yunus Emre Camii'nin yanındaki mezarın onun gerçek mezarı olduğu iddia edildi.
Aslında bu durum, Yunus Emre'nin Türkler tarafından ne kadar sevildiği ve benimsendiğinin çarpıcı bir örneğidir. Gerçekten de halktan biri olan Yunus Emre, halkın değer, duygu ve düşüncelerini dile getirişi itibariyle tarihimizin en halkla barışık aydınlarından biri olma özelliğine sahiptir.
Türk tasavvufunun dilde ve şiirde kurucusu olan Yunus Emre'nin şiirlerinde ahlak, hikmet, din, aşk gibi konuların hemen hepsi tasavvuftan çıkar ve tasavvuf görüşü çerçevesinde bir yere oturtulur.
Mısralarında didaktik ahlak telkinlerinde bulunan Yunus Emre, "gönül kırmamak" konusuna ayrı bir önem verir ve "üstün bir değer" olarak şiirlerinde bu konuyu özenle işler.
Bu arada Yunus Emre'yi öne çıkaran bir başka önemli özelliği de, şiirlerinde işlediği konuları ve telkinleri bizzat kendi hayatında uygulamasıdır. "Din tamam olunca doğar muhabbet" diyen Yunus, İslam'ın sabır, kanaat, hoşgörürlük, cömertlik, iyilik, fazilet değerlerini benimsemeyi telkin eder.
Yunus'un sanat anlayışı, dini ve milli değerleri bağdaştırdığı mısralarında kendini gösterir; millileşen tasavvufa, Türkçe'nin en güzel ve en güçlü özelliklerini kullanarak tercüman olur. Gerçekten de 11,12 ve 13. asırlarda Türkistan ve Anadolu Türkleri arasında çok yayılan tasavvufun Türk şairleri arasında iki büyük sözcüsü vardır: Türkistan'da Ahmet Yesevi, Anadolu'da Yunus Emre...
Yunus Emre'nin tasavvuf anlayışında dervişlik olgunluktur, aşktır; Allah katında kabul görmektir; nefsini yenmek, iradeyi eritmektir; kavgaya, nifaka, gösterişe, hamlığa, riyaya, düşmanlığa, şekilciliğe karşı çıkmaktır.
Yunus Emre aynı zamanda bütün insanlığa hitap eden büyük şairlerdendir. Bu anlamda Mevlana'nın bir benzeridir. O'nun Mevlana kadar çok tanınmayışı ise, bir yandan kullandığı dil olan Türkçe'nin Batı'da Farsça kadar bilinmemesi, öte yandan da Türk aydınlarının O'nu ihmal etmesindendir. Yunus'taki insanlık sevgisi, neredeyse kendisiyle özdeşleşmiş "sevgi felsefesi"nin bir parçası ve hatta sonucudur. Nitekim Yunus'un insan sevgisini ilahi sevgi ile nasıl bağdaştırdığını gösteren en çarpıcı mısralarından birisi "Yaradılanı hoş gör / Yaradan'dan ötürü"dür.
Yunus Emre'ye göre insanlar, din, mezhep, ırk, millet, renk, mevki, sınıf farkı gözetilmeksizin sevilmeyi hak etmektedirler. Madem ki insanoğlu ruh yönüyle Allah'tan gelmektedir; öyleyse insanlar hiçbir şekilde birbirlerinden bu anlamda ayrılamazlar.
Yaşadığı çağın gerçekleri göz önünde bulundurulduğunda Yunus'un bir başka önemli tarafı ortaya çıkar: Yunus Emre, hükümetsizlik içinde çalkalanan ve Moğol istilaları ile mahvolan Anadolu topraklarında ortaya çıkan sapık batınî cereyanların hiçbirine kapılmadığı gibi, bu akımların Türklerin bütünlüğüne zarar vermesi tehlikesi karşısında da engelleyici bir rol üstlenmiştir. Bu bakımdan bakıldığında Yunus Emre, hem Türk şiirinin kurucusu, hem de milli birliğin önemli tutkallarından biridir. Yunus Emre, kelimenin tam anlamıyla "milli bir sanatçı"dır. Tıpkı, Nasrettin Hoca, Köroğlu, Dadaloğlu veya Karacaoğlan gibi...
Yunun Emre'nin şiirlerinde en fazla işlenmiş temalar:İlahi aşk, Din, Ahlak, Gurbet, Tabiat, Ölüm ve faniliktir.

M@D_VIPer
05-15-2007, 11:54 AM
Nedir Tasavvuf?...

Türkler, Müslüman olduktan sonra, İslâm dinini geniş kitlelere yaymak üzere bir düşünce sistemi oluşturmaya başlamışlardır. Eski inanışların İslâmlaşarak girdiği bu düşünce sistemi, tarikat adı verilen yollar vasıtasıyla halka ulaşır. Başlangıçta, sûfî adı verilen dervişlerin yaydığı bu din felsefesinin genel adı tasavvuftur. Mutasavvıf denen tasavvuf düşünürlerine göre, fizik ötesi evrenle, içinde yaşadığımız evren birdir (vahdet-i vücûd). Bu birlik, Tanrı'dır. Tanrı aynı zamanda hem vücud-ı mutlak yani salt varlık, hem de hüsn-i mutlak yani salt güzelliktir.

Hava, su, toprak ve ateşten oluşan evren, geçici bir görüntüdür. Adem-i mutlak (mutlak yokluk) olan bu görüntüyü, Tanrı kendi güzelliğini görmek için yaratmıştır. İnsan varlık ve yokluk unsurlarıyla birlikte yaratılmıştır. İnsanın görevi, kendisinde bulunan yokluktan kurtularak varlığa, yani Tanrı'ya ulaşmaya çalışmaktır.

Tanrı'ya ulaşmanın yolu aşktır. İnsan dünyanın zevk veren tutkularından uzaklaştıkça yokluktan da uzaklaşır; kendisinde var olan faziletleri geliştirdikçe varlığa yaklaşır. Tanrı'ya yaklaşan faziletli kişilere insan-ı kâmil (olgun insan) denir.

Tasavvuf düşüncesi, insan ruhunu işlemeye yönelen bu yönüyle, kişiyi ikiyüzlülükten doğruluğa, kötülükten iyiliğe ve nefretten sevmeye götüren bir özellik taşır.

Tasavvuf şiiri, bütün bu sözü edilen düşünce sistemini benimseyerek ilke hâline getirmiştir. İlâhî ve nefeslerde bütün canlılığıyla yaşayan bu ilkeler, bazı semboller aracılığı ile anlatılır. Buna göre; âşık, Tanrı aşkıyla O'nu arayan kişi; maşuk, âşık olunan, Tanrı; şarap, Tanrı aşkı; sâkî, yol gösteren; meyhane, dergâh veya tekke demektir. "Mazmun" (kalıplaşmış anlatım) adı verilen bu semboller Klâsik Türk Edebiyatı ve Tekke Edebiyatı'nın yanı sıra din-dışı şiirlerde de kullanılmıştır.

M@D_VIPer
05-15-2007, 11:54 AM
Yunus Emre Eserleri


Şol Cennetin Irmakları

Şol Cennetin ırmakları
Akar Allah deyu deyu
Çıkmış İslam bülbülleri
Öter Allah deyu deyu

Salınır Tüba dalları
Kur'an okur hem dilleri
Cennet bağının gülleri
Kokar Allah deyu deyu

Kimi yiyip kimi içer
Hep melekler rahmet saçar
İdris nebi hulle biçer
Diker Allah deyu deyu

Altındandır direkleri
Gümüştendir yaprakları
Uzandıkça budakları
Biter Allah deyu deyu

Aydan arıdır yüzleri
Misk-ü amberdir sözleri
Cennet'te huri kızları
Gezer Allah deyu deyu

Hakka aşık olan kişi
Akar gözlerinin yaşı
Pür nur olur içi dışı
Söyler Allah deyu deyu

Ne dilersen Hak'tan dile
Kılavuzla gir bu yola
Bülbül aşık olmuş güle
Öter Allah deyu deyu

Açıldı gökler kapısı
Rahmetle dolu hepisi
Sekiz Cennet'in kapısı
Açar Allah deyu deyu

Rıdvan-dürür kapı açan
İdris-dürür hulle biçen
Kevser şarabını içen
Kanar Allah deyu deyu

Miskin Yunus var dostuna
Koma bu günü yarına
Yarın Hakk'ın divanına
Varam Allah deyu deyu


İlim İlim Bilmektir

İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır

Okumaktan murat ne
Kişi Hak'kı bilmektir
Çün okudun bilmezsin
Ha bir kuru emektir

Okudum bildim deme
Çok taat kıldım deme
Eğer Hak bilmez isen
Abes yere yelmektir

Dört kitabın ma'nisi
Bellidir bir elifte
Sen elifi bilmezsin
Bu nice okumaktır

Yiğirmi dokuz hece
Okursun uçtan uca
Sen elif dersin hoca
Ma'nisi ne demektir

Yunus Emre der hoca
Gerekse bin var hacca
Hepisinden iyice
Bir gönüle girmektir


Gel Gör Beni Aşk Neyledi

Ben yürürüm yane yane
Aşk boyadı beni kane
Ne akılem ne divane
Gel gör beni aşk neyledi

Gah eserim yeller gibi
Gah tozarım yollar gibi
Gah akanm seller gibi
Gel gör beni aşk neyledi

Akar sulayın çağlarım
Dertli ciğerim dağlarım
Şeyhim anuban ağlarım
Gel gör beni aşk neyledi

Ya elim al kaldır beni
Ya vaslına erdir beni
Çok ağlattın güldür beni
Gel gör beni aşk neyledi

Ben yürürüm ilden ile
Şeyh anarım dilden dile
Gurbette halim kim bile
Gel gör beni aşk neyledi

Mecnun oluban yürürüm
O yari düşte görürüm
Uyanıp melfil olurum
Gel gör beni aşk neyledi

Miskin Yunus biçareyim
Baştan ayağa yareyim
Dost ilinden avareyim
Gel gör beni aşk neyledi


Niçin Ağlarsın Hey Bülbül


Sen burda garip mi geldin
Niçin ağlarsın bülbül hey
Yorulup iz mi yanıldın
Niçin ağlarsın bülbül hey

Karlı dağlardan mı aştın
Derin ırmaklar mı geçtin
Yârinden ayrı mı düştün
Niçin ağlarsın bülbül hey

Hey, ne yavuz inilersin
Benim derdim yenilersin
Dostu görmek mi dilersin
Niçin ağlarsın bülbül hey

Kal’alı şehir mi yıkıldı
Ya nam-u arın mı kaldı
Gurbette yârin mi kaldı
Niçin ağlarsın bülbül hey

Gulistanlarda yaylarsın
Taze gülleri yıylarsın
Yavlak zârılık eylersin
Niçin ağlarsın bülbül hey

Uykudan gözüm uyandı
Uyandı kana boyandı
Yandı şol yüreğim yandı
Niçin ağlarsın bülbül hey

N’oldu şu Yunus’a n’oldu
Aşkın deryasına daldı
Yine baharistan oldu
Niçin ağlarsın bülbül hey


Bana Seni Gerek Seni

Aşkın aldı benden beni
Bana seni gerek seni
Ben yanarım dünü günü
Bana seni gerek seni

Ne varlığa sevinirim
Ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum
Bana seni gerek seni

Aşkın aşıklar öldürür
Aşk denizine daldırır
Tecelli ile doldurur
Bana seni gerek seni

Aşkın şarabından içem
Mecnun olup dağa düşem
Sensin gün be gün endişem
Bana seni gerek seni

Sufilere sohbet gerek
Ahilere ahret gerek
Mecnunlara Leyla gerek
Bana seni gerek seni

Eğer beni öldüreler
Külüm göğe savuralar
Toprağım anda çağıra
Bana seni gerek seni

Yunus'dürür benim adım
Gün geçtikçe artar odum
İki cihanda maksudum
Bana seni gerek seni

M@D_VIPer
05-15-2007, 11:54 AM
Kaygusuz Abdal

Hayatı

Doğum tarihi ve yeri ile ölüm tarihi ve yeri kesin olarak bilinmiyor. Asıl adının Alâeddin Gaybî olduğu söylenir. Padisah II. Murat döneminde 1341-1444 arasında yaşadığı sanılıyor. Babasının adı Alanyalı Hüsameddin Mahmud. İyi bir eğitim gördü. Edirne, Yanbolu, Filibe, Manastır'ı gezdi. Ve Bektaşi şeyhi Abdal Musa'nın dergahına girdi. 40 yıl burada hizmet etti. Şeyhinden izin alarak, Mekke ve Mısır'a gitti. Mısır'da öldüğü ve Mukattam Dağı'nda bir mağaraya gömüldüğü söylenir. Bir başka söylentiye göre de Antalya Elmalı'da gömülü. Şeyhi Abdal Musa gibi halifesi Kaygusuz Abdal da Bektaşi-Alevi edebiyatının kurucularından sayılır. Yunus Emre'nin yolundan gitti. Hem aruz, hem hece ölçüleriyle yazılmış şiirleri var. Şiirlerini ana teması tanrı, insan ve doğa sevgisidir. Kaygusuz Abdal, alaycıdır. Yobazlık ve ham softalığı eleştirir. Yalın bir dili ve kıvrak söyleyişi vardır. Serâyi, Miskin Serâyi, Kul Kaygusuz ya da Miskin Kaygusuz mahlaslarını da kullandı. Düzyazı alanında da örnekler verdi. Hece ölçüsüyle yazdığı şiirlerinin çoğu "şathiye" türündedir. Divan'ının yanısıra, Sarây-Nâme, Minber-Nâme, Dil-Güsâ, Gevher-Nâme, Budala-Nâme, Mesnevi, Muglâta-Nâme, Esrâr-i Hurûf, Vücûd-Nâme adlı eserleri var. Eserleri ve hayatını Abdurrahman Güzel araştırdı ve yazdı

M@D_VIPer
05-15-2007, 11:54 AM
Kaygusuz Abdal Eserleri


Yücelerden Yüce Gördüm

Yücelerden yüce gördüm erbapsın sen koca Tanrı
Alim okur kelam ile sen okursun hece Tanrı

...

Kıldan köprü yaratmışsın gelsin kulum geçsün deyü
Hele biz şöyle duralım yiğit isen geç e Tanrı

Garib kulun yaratmışsın derde mihnete katmışsın
Ani aleme atmışsın sen çıkmışsın uca Tanrı

Kaygusuz Abdal yaradan gel içegör şu cür'adan
Kaldır perdeyi aradan gezelim bilece Tanrı


Kaplu Kaplu

Kaplu kaplu bağalar kanatlanmış uçmağa
Kertenkele derilmiş diler Kırım geçmeğe

Kelebek ok yay almış ava şikara çıkmış
Donuzları korkudur ayuları kaçmağa

Ergene'nin köprüsü susuzluktan bunalmış
Edirne minaresi eğilmiş su içmeğe

Kazzaza balta koydum çevrisim deremezem
Çuval çayırda gezer segirdüben kaçmağa

Allahımın dağında üçbin balık kışlamış
Susuzluktan bunalmış kanlı ister göçmeğe

Leylek koduk doğurmuş ovada zurna çalar
Balık kavağa çıkmış sögüt dalın biçmeğe

Bir sinek bir devenin çekmiş budun koparmış
Salinuban seğirdür bir yâr ister koçmağa

Bir aksacık karınca kırk batman tuz yüklenmiş
Gah yorgalar gah seker şehre gider satmağa

Donuz dügün eylemiş ayuya kızın vermiş
Maymun sindi getirmiş kaftan gömlek biçmeğe

Deve hamama girmiş dana tellallık eder
Susığırı natır olmuş nöbet ister çıkmağa

Kaygusuz'un sözleri Hindistan'in kozları
Bunca yalan söyledin girer misin uçmağa


Beylerimiz Elvan Gülün Üstüne

Beylerimiz elvan gülün üstüne
Ağlar gelür şahım Abdal Musa'ya
Urum Abdalları postun eğnine
Bağlar gelür şahım Abdal Musa'ya

Urum Abdalları gelir dost deyü
Eğnimize aba hırka post deyü
Hastaları gelir derman isteyü
Sağlar gelür şahım Abdal Musa'ya

Hind'den bazerganlar gelir yayınur
Pişer lokmaları açlar doyunur
Aşıklar gelir bunda soyunur
Erler gelür şahım Abdal Musa'ya

Her matem ayında kanlar saçarlar
Uyandırıb Hak çerağın yakarlar
Demine Hu deyüb gülbang çekerler
Nurlar gelür şahım Abdal Musa'ya

Meydanında dara durmuş gerçekler
Çalınur koç kurbanlara bıçaklar
Döğülür kudüm açılır sancaklar
Tuğlar gelür şahım Abdal Musa'ya

İkrarıdır koç yiğidin yuları
Muannidi çeksem gelmez ileri
Akpınar'ın Yeşilgöl'un suları
Çağlar gelür şahım Abdal Musa'ya

Ali'm zülfikarın almış destine
Sallar durmaz Yezidler'in kastine
Tümen tümen Genç Ali'nin üstüne
Sırlar gelür şahım Abdal Musa'ya

Benim bir isteğim vardır Kerim'den
Münkir bilmez evliyanın halinden
Kaygusuz'um ayrı düştüm pirimden
Ağlar gelür şahım Abdal Musa'ya


Âdemi Balçıktan Yoğurdun

Âdemi balçıktan yoğurdun yaptın
Yapıp da neylersin, bundan sana ne
Halk ettin insanı saldın cihana
Salıp da neylersin bundan sana ne

Bakkal mısın teraziyi neylersin
İşin gücün yoktur gönül eğlersin
Kulun günahını tartıp neylersin
Geçiver suçundan bundan sana ne

Katran kazanını döküver gitsin
Mümin olan kullar didara yetsin
Emreyle yılana tamuyu yutsun
Söndür şu ateşi bundan sana ne

Sefil düştüm bu alemde naçarım
Kıldan köprü yaratmışsın geçerim
Şol köprüden geçemezsem uçarım
Geçir kullarını bundan sana ne

Kaygusuz Abdal der cennet yarattın
Cehenneme nice kulları attın
Nicesin ateş-i aşk ile yaktın
Yakıp da neylersin bundan sana ne


Dokuz Felek

Dokuz felek bizim sayvanımızdır
Yedi kat yeryüzü seyranımızdır

Zira insan suretidir tonumuz
Kamu alem bizim hayranımızdır

Hakikat ol kadim sultan ki derler
Biz ona vücuduz ki canımızdır

Daim bu surete gelmeyi varmak
Yolumuzdur daim mihmanımızdır

Gözün aç bak bu vücut sadefinde
Kıymetli gevherüz Hâk kanımızdır

Senin hayale düştügün ey münkir
Bizim bu suret-i imanımızdır

Bize bu saadet Hâktan erişti
Zira biz kuluz o sultanımızdır

Aşıklarız baş oynarız bu yolda
Hâk'ı inkar eden düşmanımızdır

Var ey münkir nice anlarsan anla
Severiz ışık bizim imanımızdır

Ser-âgâz eyle çağır el Sarayi
De ki bu ışık bizim imanımızdır

M@D_VIPer
05-15-2007, 11:54 AM
Gevherî

Hayatı

17. yüzyılın ikinci yarısıyla 18. yüzyılın ilk yarısı arasında yaşadı. Asıl adı Mehmet ya da Mustafa. Hayatına ilişkin kesin bilgiler yok. Nereli olduğu da kesin olarak bilinmiyor. Ancak Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın ikinci Viyana kuşatması üzerine söylediği şiirler, onun bu savaşa katıldığını göstermese de dönemin olaylarıyla ilgili bilgisi olduğuna işaret eder. Osmanlı devletinin birçok yerini gezdi. Hem aruz, hem hece ölçüsüyle şiirler söyledi. Aruzda, hecedeki kadar başarılı olamadı. Pek çok eski eserde ondan söz edilmesi şiirlerinin çokça tanındığını ve sevildiğini gösterir. Müzikle de ilgilendi. Şiirlerinde pek çok makam kullandı. Bazı şiirleri başkaları tarafından bestelendi. Kendi adıyla bilinen bir de makam vardır.

M@D_VIPer
05-15-2007, 11:54 AM
Gevherî Eserleri

Öldürürsün

Beyaz göğsün bana karşı
Açma beni öldürürsün
Elâ gözler süze süze
Bakma beni öldürürsün

Öldürüp kanıma girme
Herbir yada gönül verme
Elâ göze siyah sürme
Çekme beni öldürürsün

Gevheri der Şah-ı bülbül
Beyaz gerdan bina-yı pül
Yanağına kırmızı gül
Takma beni öldürürsün


Ey EFendim

Ey Efendim bana meylin var ise
Mahabbetin benim ile yâr olsun
Eğer senden gayri güzel seversem
Bülbül gibi işim ah ü zar olsun

Tamahım yok bu dünyanın malına
Atlasına dilbasına şalına
Ben de Mecnun gibi dostun yoluna
Terkettiğim namus ile ar olsun

T'an eyleyip niçin eli kınarım
Yad elinden giryan olup yanarım
Pervaneyim dost şem'ine dönerim
Gam değildir ko meskenim yâr olsun

Gevheri der Fırsat gitti elimden
Anın için korkum yoktur ölümden
Kim cüda kıldıysa beni gülümden
Bencileyin gonceleri hâr olsun


Elâ Gözlerini

Elâ gözlerini sevdiğim dilber
Salınıp geldiğin yolar öğünsün
Ne güzel yaratmış seni Yaradan
İnce belin saran kollar öğünsün

Aman, hey eğlencem, gel yine aman
Yok mudur zerrece göğsünde iman
Soyunup koynuma girdiğin zaman
Göğsünü okşayan eller öğünsün

Bir melek nesli mi vardır soyunda
Hak nazarım kaldı selvi boyunda
Ol günlerde bahar bayram ayında
Üstüne gölge olan dallar öğünsün

Gevheri yârinin gülleri aktır
Var yürü yüzüne perdeler döktür
Bilemem sevdiğim akranım yoktur
Zülfüne dokunan yeller öğünsün

M@D_VIPer
05-15-2007, 11:55 AM
Âşık Daimî

Hayatı

1932-1983) Âşık Daimi 1932 yılında İstanbul'da doğdu, aslen Erzincan'ın Tercan ilçesindendir. Ali Babaoğullarından Baba Daimi, Birinci Dünya savaşı sıralarında İstanbul'a göç etmiştir. Âşık Daimi'nin iki dedesi de saz şairiydi o nedenle saz çalmayı ve söylemeyi kolayca öğrendi. Bir süre sonra da kendi deyişlerini okumuştur. İstanbul'dan ayrılarak bir süre baba diyarında kalan aşık 1950 yılında evlendi iki kızı ile iki oğlu dünyaya geldi. 1962 yılında bir daha dönmemek üzere İstanbul'a yerleşti.
TRT Genel Müdürlüğü'nce açılan sınavı kazandı. O tarihten sonra kaşeli sanatçı olarak görevini sürdürdü. Zaman zaman yurtiçi ve dışında konserler verdi. 17 Nisan 1983 öldü.

M@D_VIPer
05-15-2007, 11:55 AM
Âşık Daimî Eserleri


Ne Ağlarsın Benim Zülfü Siyahım

Ne ağlarsın benim zülfü siyahım
Bu da gelir bu da geçer ağlama
Göklere erişti figanım ahım
Bu da gelir bu da geçer ağlama

Bir gülün çevresi dikendir hardır
Bülbül har elinde ah ile zardır
Ne olsa da kışın sonu bahardır
Bu da gelir bu da geçer ağlama

Daimi'yem can vermez bu sırra
Gerçek aşık olan erer o nura
Yusuf sabır ile vardı Mısır'a
Bu da gelir bu da geçer ağlama


Bir Seher Vaktinde indim Bağlara

Bir seher vaktinde indim bağlara
Öter şeyda bülbül dil yarelenir
Bakmaz mısın sinemde dağlara
Derdim dökmeye dil yarelenir


Boş geçirmeyelim gel bu çağları
Dolaşalım sahraları dağları
Bir gün gazel döker ömrün yaprağı
Eser sam yelleri dal yarelenir

Daimi'yim yanar aşkın çırağı
Dostun muhabbeti cennet otağı
Ancak şu dünyada derdim ortağı
Sazım figan eyler tel yarelenir

M@D_VIPer
05-15-2007, 11:55 AM
Âşık Veysel

(1894 - 21 Mart 1973)
Sivas'ın Şarkışla ilçesine bağlı Sivrialan köyünde doğmuştur. Yedi yaşında çiçek hastalığı yüzünden gözlerini kaybettikten sonra babasının etkisiyle saz çalıp şiirler söylemeye başlamıştır. Çamşıhlı Ali Ağa'dan saz dersleri alarak bu konudaki yeteneğini geliştiren Âşık Veysel, bu dönemde, başka âşıkların şiirlerini söylemiştir.

1933 yılında Ahmet Kutsi Tecer'le tanışarak, onun etkisiyle kendi şiirlerini söylemeye başlamış, kısa bir süre sonra duygulu, güçlü ve özlü deyişleriyle tanınmıştır.

Bu sırada Anadolu'nun çeşitli yerlerini gezme imkânım bulan ozan. Köy Enstitülerinde saz Öğretmenliği de yapmıştır. 21 Mart 1973'te Sivrialan köyünde ölmüş, onun ölümünden sonra evi müze hâline getirilmiştir.

Günümüz Halk Edebiyatının en tanınmış ve en güçlü temsilcilerinden biri olan Âşık Veysel, irticalen söylediği şiirleri yanında güzel ezgileriyle de dikkati çekmiştir. Hem sosyal hem de ferdî konulan işlediği şiirlerinde aşk, tabiat, tasavvuf ve sosyal temalar ön plândadır. İnsan, vatan sevgisi, eşitlik, ahlâk gibi temalara da yer verdiği deyişleri Dostlar Beni Hatırlasın adlı kitapta toplanmıştır.

M@D_VIPer
05-15-2007, 11:55 AM
Âşık Veysel Eserleri

Ala gözlü benli dilber

Ala gözlü benli dilber
Bir gün gelsen bize doğru
Seni sevdim can ü dilden
Çekme kendini naza doğru

Ne pervam var ne de perdem
Sanma beni hali bir dem
Söyler seni teller her dem
Kulak versen saza doğru

Aşığa zülfükar isen
Gülşende güle zar isen
Hakikatli bir yâr isen
Ben geleyim size doğru

Gönülleri bir edelim
Gayrileri biz nidelim
İkimiz de bir gidelim
Yürüyelim ize doğru

Bir gün için feryadı zar
Bülbül eder her dem seher
Aç sinemi gel gör ne var
Arttı derdim yüze doğru

Kafi derdim bir derd katma
Veysel'i yabana atma
Kerem eyle çok uzatma
Kavuşalım yaza doğru


Dostlar Beni Hatırlasın

Ben giderim adım kalır
Dostlar beni hatırlasın
Düğün olur bayram gelir
Dostlar beni hatırlasın

Can bedenden ayrılacak
Tütmez baca yanmaz ocak
Selam olsun kucak kucak
Dostlar beni hatırlasın

Açar solar türlü çiçek
Kimler gülmüş kim gülecek
Murat yalan, ölüm gerçek
Dostlar beni hatırlasın

Gün ikindi akşam olur
Gör ki başa neler gelir
Veysel gider adı kalır
Dostlar beni hatırlasın



Kara Toprak

Dost dost diye nicelerine sarıldım
Benim sadık yarim kara topraktır
Beyhude dolandım boşa yoruldum
Benim sadık yarim kara topraktır

Nice güzellere bağlandım kaldım
Ne bir vefa gördüm ne fayda buldum
Her türlü isteğim topraktan aldım
Benim sadık yarim kara topraktır

Koyun verdi kuzu verdi süt verdi
Yemek verdi ekmek verdi et verdi
Kazma ile döğmeyince kıt verdi
Benim sadık yarim kara topraktır

Adem'den bu deme neslim getirdi
Bana türlü türlü meyva yetirdi
Her gün beni tepesinde götürdü
Benim sadık yarim kara topraktır

Karnın yardım kazmayınan belinen
Yüzün yırttım tırnağınan elinen
Yine beni karşıladı gülünen
Benim sadık yarim kara topraktır

İşkence yaptıkça bana gülerdi
Bunda yalan yoktur herkes de gördü
Bir çekirdek verdim dört bostan verdi
Benim sadık yarim kara topraktır

Havaya bakarsam hava alırım
Toprağa bakarsam dua alırım
Topraktan ayrılsam nerde kalırım
Benim sadık yarim kara topraktır

Dileğin var ise Allah'tan
Almak için uzak gitme topraktan
Cömertlik toprağa verilmiş Hakk'tan
Benim sadık yarim kara topraktır

Hakikat ararsan açık bir nokta
Allah kula yakın kul Allah'a
Hakk'ın hazinesi gizli toprakta
Benim sadık yarim kara topraktır

Bütün kusurlarım toprak gizliyor
Merhem çalıp yaralarım düzlüyor
Kolun açmış yollarımı gözlüyor
Benim sadık yarim kara topraktır

Herkim olursa bu sırra mazhar
Dünyaya bırakır ölmez bir eser
Gün gelir Veysel'i bağrına basar
Benim sadık yarim kara topraktır


Uzun İnce Bir Yoldayım

Uzun ince bir yoldayım
Gidiyorum gündüz gece
Bilmiyorum ne haldeyim
Gidiyorum gündüz gece

Dünyaya geldiğim anda
Yürüdüm aynı zamanda
İki kapılı bir handa
Gidiyorum gündüz gece

Uykuda dahi yürüyom
Kalmaya sebeb arıyom
Gidenleri hep görüyom
Gidiyorum gündüz gece

Kırk dokuz yıl bu yollarda
Ovada dağda çöllerde
Düşmüşüm gurbet ellerde
Gidiyorum gündüz gece

Şaşar Veysel işbu hale
Gah ağlayan gahi güle
Yetişmek için menzile
Gidiyorum gündüz gece


Son Şiiri

Selam saygı hepinize
Gelmez yola gidiyorum
Ne şehire ne de köye
Gelmez yola gidiyorum

Gemi bekliyor limanda
Gideceğim bir ummanda
Gözüm kalmadı cihanda
Gelmez yola gidiyorum

Eşim dostum yavrularım
İşte benim sonbaharım
Veysel karanlık yollarım
Gelmez yola gidiyorum

M@D_VIPer
05-15-2007, 11:55 AM
Âşık Ali İzzet

Hayatı
(1902-1981)

Şarkışlalı.Asıl adı Ali İzzet Özkan.1902 yılında Şarkışla’nın Üğük köyünde doğdu. Belli bir öğrenim görmedi. Aşık Sabri'den saz dersleri aldı.Uzun yıllar yurdun çeşitli yerlerinde gezip dolaştı. Pek çok şiir söyledi. 500'ü aşkın şiiri vardır ve şiirlerini zaman zaman çıkardığı kitaplarda toplamıştır. Bazı türküleri de sanatçılar tarafından plağa okundu. Bunlar arasında “Mecnunum Leylâmı Gördüm, Şu Sazıma Düzen Ver, Mühür Gözlüm". Ali İzzet Özkan Konya'da yapılan Türkiye Âşıklar Bayramı'na katılmıştır. Âşık,1981 yılında öldü.

M@D_VIPer
05-15-2007, 11:56 AM
Âşık Ali İzzet Eserleri

Mecnun'um Leyla'mı gördüm

Mecnun'um Leyla'mı gördüm
Bir kerece baktı geçti
Ne sordum ne de söyledi
Kaşlarını yıktı geçti

Soramadım bir çift sözü
Ay mıdır gün müdür yüzü
Sandım ki Zöhre yıldızı
Şavkı beni yaktı geçti

Ataşından duramadım
Ben bu sırra eremedim
Seher vakti göremedim
Yıldız gibi aktı geçti

İzzeti bu ne hikmet iş
Uyur iken gördüm bir düş
Yar zülfünü kemend etmiş
Boynumuza taktı geçti

Kıskanırım (Mühür Gözlüm)

Mühür gözlüm seni elden
Sakınırım kıskanırım
Uçan kuştan esen yelden
Sakınırım kıskanırım

Kavumundan akrabandan
Kardeşinden öz babandan
Seni doğuran anandan
Sakınırım kıskanırım

Beşikte yatan kuzundan
Hem oğlundan hem kuzundan
Ben seni senin gözünden
Sakınırım kıskanırım

Havadaki turnalardan
Su içtiğim kurnalardan
Geyindiğim sırmalardan
Sakınırım kıskanırım

Al'İzzeti ancalardan
Elindeki goncalardan
Yerdeki karıncalardan
Sakınırım kıskanırım

M@D_VIPer
05-15-2007, 11:56 AM
Âşık Feymanî

(*)1942 yılında Adana'nın Kadirli İlçesinin Azaplı köyünde dünyaya geldi. Babası Mehmet, Van'ın Gevaş İlçesi'nin Avşar köyünden Hallac aşiretinden, annesi Hüsne ise Kayseri'nin Pınarbaşı İlçesi'nin Avşar Potuklu köyünden ve Avşar aşiretindendir.
Babası Van'dan 1914 yılında Kadirli'ye göç etti. Bu yöreye gelinceye kadar Osman Taşkaya'nın babası, Güneydoğu Anadolu'da çok güç koşullarda hayat memat savaşı verir. Hiçbir yerde mekan tutamaz. Sonunda Kadirli'nin Azapil köyüne yerleşir.
Özgeçmişi hakkında bu bilgileri bize veren Aşık Feymani, aşıklığı hakkında şunları söyledi: "Küçük yaşta mecazi dediğimiz aşka tutuldum. Bu aşk 15 yaşıma kadar devam etti. Çoban Osman mahlasıyla şiir yazar, türkü söylerdim. 1964'ün sonbaharında ve 1965'in ilkbahar ve yaz aylarında birkaç kez rüyamda Nurani yüzlü bir zatı görmüştüm. Bana hep ''Feymani'' diye seslenmişti. Bu yüzden bu adı mahlas olarak aldım. 1972 yılında evlendim. Üçü oğlan, biri kız olmak üzere dört çocuğum oldu. Halen Azaplı köyü'nde oturuyorum''. Aşık Feymani, 1966 yılında başlatılan Türkiye Âşıklar Bayramı'na 1968'den itibaren katılmaya başladı. Şiir ve atışma dalında büyük başarı gösterdi. Çeşitli ödüller kazandı. Daha sonra yurt genelinde yapılan Aşıklar şölenlerine de katıldı. Şiirlerinde tasavvufi deyişlere geniş yer verir. Çukurovalı âşıklar arasında büyük saygınlığı vardır.

M@D_VIPer
05-15-2007, 11:56 AM
Âşık Feymanî Eserleri

Dağlar Al Yeşil Süslenir

Dağlar al yeşil süslenir,
Hele bahar gelsin de bak.
Bülbül aşkınan seslenir,
Güle bahar gelsin de bak.

Bayramlığın giyer dağlar,
Her örnekten basın bağlar.
Türkü söyleyerek çağlar,
Sele bahar gelsin de bak.

Emanet versen götürür,
Menziline tez yetirir.
Dertliye derman getirir,
Yele bahar gelsin de bak.

Cennet sanarsın cihanı,
Kalkar dağların dumanı.
İner ovanın ceylanı,
Çöle bahar gelsin de bak.

Dere kenarında taşlar,
Hep yosun tutmağa başlar.
Yuva için tüner kuşlar,
Dala bahar gelsin de bak.

Turnam kanadını düzler,
Ördek avcısını gözler.
Çığrışarak konar kazlar,
Göle bahar gelsin de bak.

Feymani(*) biter acılar,
Kağnılar yürür gıcılar.
Kervan düzer yaylacılar,
Yola bahar gelsin de bak.


Her Mücevher Değerini Bulmazdı

Her mücevher değerini bulmazdı,
Sarrafından ayar danışmasaydı.
Ker**** yığılmayan bina olmazdı,
Ustası mimara yanaşmasaydı.

Köprüsüz dereden yolcu geçmezdi,
Kuş kanatsız olsa gökte uçmazdı.
Kamili, cahili kimse seçmezdi,
Oturup üç beş laf konuşmasaydı.

Hak olmasa dağlar yüce olmazdı.
Yük olmasa canlı cüce olmazdı,
Gündüz gündüz olur gece olmazdı,
Dağların ardına gün aşmasaydı.

Feymani her güzel yar edilmezdi,
Aşka düşmeyince zar edilmezdi.
Hayırlı, hayırsız kâr edilmezdi,
Herkes mesleğine sınaşmasaydı.


Baki Değil Şu Dünyanın Ziyneti

Baki değil şu dünyanın ziyneti,
Ölüm kıyametin bir alameti
Yolcuya yıldızın, ayın alameti.
Karanlıkta bakmayınca bell'olmaz

Kimi yaşar birlik dirlik içinde,
Kimi nefse esir hürlük içinde.
İnsan hoş görünür varlık içinde,
Yiğit düşüp kalkmayınca bell'olmaz.

Zalimlerin bu dünyada nesi var?
Amma o dünyada endişesi var.
Kimin torbasında neyi nesi var,
Ağz'aşağı silkmeyince bell'olmaz.

Feymani kefinmiş servetin malın,
Hakka yakın eyler ahvalin, halin.
Sabrı var mı yok mu öğünen kulun,
Beliları ilkmeyince bell'olmaz.

M@D_VIPer
05-15-2007, 11:56 AM
Âşık Mahzunî

(1940-2002)

1940 yılında Afşin' in Berçenek Köyünde doğar.1956 yılında Berçenek'e gelen ilk okuldan mezun oldu.1957 yılında Mersin Astsubay Okulu'na gitti..1960 yılında Ankara Ordu Donatım Teknik Okulu'nu bitirdi.
1961 yılından itibaren, sevip gönül verdiği yoldan giderek, yüzlerce plak ve kaset yaptı.
1998 yılında, 58 kaset sahibi olan ozan, dünyanın yaşayan üç büyük ozanı arasında birinci sırayı aldı. Birçok yabancı ülkede deyişleri değişik dillerde okundu. Tüm türkülerinin yer aldığı 8 kitabı bulunan ozanın, Bektaşi kültürünün ve Anadolu ezgilerinin dünyaya tanıtılmasında önemli bir yeri vardır.
17 Mayıs 2002 tarihinde Almanya'nın Köln şehrinde öldü.

M@D_VIPer
05-15-2007, 11:56 AM
Âşık Mahzunî Eserleri

Ağlama

Kader böyle imiş böyle yazılmış
Gidiyorum kara gözlüm ağlama
Mezarımız gurbet ele kazılmış
Gidiyorum dudu dilim ağlama

Ceylan bakışını üzme boşuna
Kurbanlar olayım gözün yaşına
Keder yakışmıyor hilal kaşına
Gidiyorum kara gözlüm ağlama

Emanet eyledim benli kuzumu
Arkalarda koyma benim gözümü
Getir ver çalayım kırık sazımı
Gidiyorum kara gözlüm ağlama

Mahzunî Şerif 'im yollar göründü
Garip başım dertten derde büründü
Fadime'm duvağın yerde süründü
Gidiyorum kara gözlüm ağlama.


Çeker Giderim

Ben de bir peygamber olmuş olsaydım
Birlik tohumunu eker giderdim
Önce yasaklardım kula kulluğu
İnsan Hak'tır deyip çeker giderdim

Bakmazdım zalimin gözü yaşına
Sabıra bağlamazdım boşu boşuna
İtikat etmezdim mezar taşına
Taş yerine çiçek eker giderdim

İnsan olduğu yön kıbledir bana
Ben böyle inandım çünkü insana
Çok sebeptir diye kavgaya kana
Bütün hududları söker giderdim

Cehalet insana pusudur pusu
Kolay bilinmiyor işin doğrusu
Hocam çekmeseydi ahret korkusu
Dünyaya bal gelir şeker giderdim

Mahzuni hüner yok şah'ın tacında
Aşk yanamaz cehennemin sacında
Son isim isterse dar ağacında
İnsan der boynumu büker giderdim


Savulsun Gitsin

Ambargo mambargo dinleme gardaş
Gelin Amerika kovulsun gitsin
Üsleri müsleri çıksın burdan
Kendi toprağına savulsun gitsin

Bu herifler senden alır haşhaşı
Morfin eder sana açar savaşı
Boşuna vurmadan gardaş gardaşı
Bir bayram davulu çalınsın gitsin

Elin gavurunu boşa çağırma
Evdeki dövüşü ele duyurma
Seni senden, beni benden ayırma
Böyle bir memleket öğünsün gitsin

Bu topraklar bizimdir bizim olacak
Amerika bela buldu bulacak
Mahzuni bağımsız şehit kalacak
Yeter ki Türkiye'm dev olsun gitsin.


Zalimin Zulmü Varsa

Karamanın koyunu
sonra çıkar oyunu
Ben artık seyredemem
devrilesi boyunu

Zalımın zulmü varsa
mazlumun Allah'ı var
Ahım seni kül eder
vallahi billahi yar

At ölür meydan kalır
yiğit ölür şan kalır
Kör olası dünyada
can gider zaman kalır

Mahzuni bu rıhtıma
yanaşıyor son gemi
Düşenin dostu olmaz
bunu unutma emi


Yorgunum Bugün

Ey doktor çekil başımdan
Gönlümden yorgunum bugün
O yar bana inanmıyor
Dargınım bugün, dargınım bugün

Geçen günüm aylar gibi
Eğilmişim yaylar gibi
Coşup giden çaylar gibi
Durgunum bugün, durgunum bugün

Bu yol gider vara vara
Etrafını yara yara
Eski sevdiğim dostlara
Kırgınım bugün, kırgınım bugün

Der Mahzuni bile bile
Taşa tutu beni hile
Aşık oldum azraile
Vurgunum bugün vurgunum bugün

M@D_VIPer
05-15-2007, 11:57 AM
Dertli

Hayatı
(1772-1846)

1772 yılında Bolu Çağa'nın Şahnalar köyünde dünyaya geldi. Asıl adı İbrahim. 1846'da Ankara'da öldüğü sanılıyor. Çobanlık yaptı. Gezici aşıklardan saz çalmayı öğrendi. Gençliğinde İstanbul ve Konya'ya gitti. Mısır'a gidip 10 yıl kaldı. Köyüne dönüp evlendi, tekrar İstanbul'a gitti. II. Mahmud döneminde fes giyilmesi kabul edilince fesi öven redifli bir kaside yazdı. Ödül olarak Çağa'ya ayan atandı. Topladığı vergileri zimmetine geçirdi. Görevden alınınca bunaldı intihara kalkıştı. Daha önce Lütfi mahlasını kullanıyordu, bu olaydan sonra Dertli mahlasını kullandı. Ankara, Çankırı, Zile, Amasya'yı dolaştı. Ankara'ya döndü, burada öldü. Koyunpazarı Semti'ndeki mezarı yol açılırken kayboldu. Divan türündeki şiirleri başarılı değildir. Asıl ününü hece vezinli şiirleriyle kazandı. Alevi-Bektaşi inançlarına bağlıdır. Ağır bir dil kullanır, şiirlerinde toplumsal eleştiri ve taşlamalar öne çıkar.

M@D_VIPer
05-15-2007, 11:57 AM
Dertli Eserleri

Telli Saz

Telli sazdır bunun adı
Ne ayet bilir ne kadı
Bunu çalan anlar kendi
Şeytan bunun neresinde

Venedik'ten gelir teli
Eriktendir bunun kolu
Hey Allah'ın şaşkın kulu
Şeytan bunun neresinde

Abdest alsan aldın demez
Namaz kılsan kıldın demez
Kadı gibi haram yemez
Şeytan bunun neresinde

İçinde mi dışında mı
Burgusunun başında mı
Göğsünün nakışında mı
Şeytan bunun neresinde

Dut ağacından teknesi
Kirişten bağlı perdesi
Behey insanın teranesi
Şeytan bunun neresinde

Dertli gibi sarıksızdır
Ayağı da çarıksızdır
Boynuzu yok kuyruksuzdur
Şeytan bunun neresinde


Yar Neden Hazzeder

Yâr neden hazzeder, neden hoşlanır
Bilmem en güzel nenin, müptelâsıdır
Gönül kâh soyunur, kâh ateşlenir
Ne çare, çekmeli, aşk belâsıdır.

Sefine-i aşkım engine saldım
Girdab-ı mihnette eğlenip kaldım
Yüz bin aman dedim bir buse aldım
Hâsılı ömrümün kan pahasıdır.

Canlar feda olsun ahu veş göze
Hiç doymak olur mu bu şirin göze
Bin tekellüm ettik, kalmadı yüze
Bilmem o yâr kimin aşinasıdır.

Dertli vazgelir mi ol mehcebinden
Yahşi haber aldım öz nesebinden
Verdiği buseler lâl-i lebinden
İftar-ı vaslının diş kirasıdır.


Abdallık

Abdallığın binasını sorarsan
Allah bir Muhammed Alî abdaldır
Hakıykat ilminin aslın sorarsan
Cümle ululardan ulu abdaldır.

Ben bu Abdallıktan gerüye kalmam
Tuttum Abdallığı elden bırakmam
Hem Hadîce hem Fatîma hem Selman
Kemer-bestelerin beli abdaldır

Muhammed kırklara bir hayal gördü
Ol hayal ne imiş aslına erdi
Firdevs-i a'lâdan içeri girdi
Öten bülbüllerin dili abdaldır

Muhammed kırklara belî beş dedi
Alî'yi görünce Allah dost dedi
Hak Muhammed Abdal olmak istedi
Muhammed Alî'nin yol abdaldır

Dertli kemter anladın mı hisabı
Seyyid Battal Gazi Abdülvehhâb'ı
Hem doksan bin halifenin sahabı
Hünkâr Hacı Bektaş Velî abdaldır.


Semâî

Vefasın görmedim ol şûha meftûn olduğum kaldı
Düşüp sevdasına âlemde mahzûn olduğum kaldı
Görüp gözyaşına rahm etmedi devletlü sultânım
Döküp âb-ı sirişki dîde pür-hûn olduğum kaldı

Cefâ vü cevrine râzî olurdum ben ol dildârın
Ana vad'ettiğim cân işte, medyûn olduğum kaldı
Ümîdim Derdli'ye dermân edersen der idim hâlâ
Senin derdinle şâhım derdi efzûn olduğum kaldı

M@D_VIPer
05-15-2007, 11:57 AM
Hatayî

Hayatı
(1487 - 1524)



Safevi hükümdarlarından Şah İsmail'dir. 17 Temmuz 1487’de Azerbaycan Erdebil’de doğdu, 23 Mayıs 1524’te burada öldü. Azerbaycan ve İran’da hüküm süren Safevi Hanedanı’nın kurucusu. Uzun yıllar tarikat eğitimi gördü. Hatayî mahlasıyla şiir de yazan Şah İsmail, Nesimî’nin etkisindedir. Sade bir dil kullanmış ve hece vezniyle şiirler yazmıştır. Aruzla yazılmış ve Arapça Farsça şiirlerinden oluşan Hatayi Divanı da seçkin bir örnektir. 16. Yüzyılın ön önemli şairlerinden biri olarak gösterilir. Mesnevi türünde Dehnâme ve Nasihatnâme adlı iki eseri daha vardır.

M@D_VIPer
05-15-2007, 11:57 AM
Hatayî Eserleri

Gönül Seyranda Gezerken

Gönül seyranda gezerken
Şah geldi araya
Hakk’a niyaz ederken
Bir engel düştü araya

Hakk’ın kapusundan girdim
Kendi vücudumu gördüm
Marifet kazanın kurdum
Aşkı kaynatan küreye

Muhabbet haslar hasıymış
Etmeyen Hakk’ın nesiymiş
Sevgi Hak sevgisi imiş
Erenler ne der buraya

Hele küşadın düşürdüm
Firkat kazanın taşırdım
Marifet aşın pişirdim
Tuzun tattırdım bereye

Hatayî der ihtiyarsız
Neyleyim dünyayı yârsız
Ol alemden bihabersiz
Tuz ekmek ister yaraya.


Hudey

Elâ gözlü pirim geldi
Duyan gelsin işte meydan
Dört kapısı kırk makamı
Bilen gelsin işte meydan

Hudey hudey dostlar hudey
Hudey hudey canlar hudey

Ben pirimi hak bilirim
Yoluna canım veririm
Dün doğdum bugün ölürüm
Ölen gelsin işte meydan

Hudey hudey dostlar hudey
Hudey hudey canlar hudey

Bağ olan yerde bağ olur
Gül olan yerde hav olur
Bu sitemler çok zor olur
Çeken gelsin işte meydan

Hudey hudey dostlar hudey
Hudey hudey canlar hudey

Şah Hatayî der sırrını
Ortaya koymuş serini
Nesîmî gibi derisini
Yüzen gelsin işte meydan

Hudey hudey dostlar hudey
Hudey hudey canlar hudey


Çekip Bizi Bu Dergâha

Çekip bizi bu dergâha
Getirenin demine hu
İki gönül dirliğine
Yetirenin demine hu

Kudretten giymiş donunu
Hünkâra dönmüş yönünü
Kalbinde kudret kinini
Sildirenin demine hu

Budur Hatayî demeyi
Zay olmaz mümin emeği
Geldi kırkların yemeği
Yedirenin demine hu

M@D_VIPer
05-15-2007, 11:57 AM
Kayıkçı Kul Mustafa

Hayatı

17. yüzyılda yaşadı. Deniz eri olarak Cezayir'de bulunduğu, bundan ötürü Kayıkçı lâkabını aldığı sanılıyor. Dördüncü Murad'ın Bağdat savaşına katıldı. Hayatının son günlerini İstanbul'da geçirdi. Yeniçeri âşıklarından. Sade bir halk diliyle destanlar, koşmalar, türküler yazdı. Şiirlerinde çağının önemli tarihsel olaylarını yansıttı. Bektaşiliği benimsedikten sonra tasavvufla ilgili güzel nefesler söyledi. Bazı eserlerini Prof. Dr. Mehmet Fuat Köprülü 1930'da Kayıkçı Kul Mustafa ve Genç Osman Hikayesi adlı çalışmasında derledi.

M@D_VIPer
05-15-2007, 11:57 AM
Kayıkçı Kul Mustafa Eserleri

Yücesi Boranlı Dumanlı Dağlar

Yücesi dumanlı boranlı dağlar
İncitmen sunamı yol verin gitsin
Eyyamı şitada bahara erişsin
Eline bir deste gül verin gitsin

Uğratman sunamı kışa, borana
Kader kısmet durulmadı çare ne
Eşinden ayrılıp giden ceylâna
Düzelin a dağlar yol verin gitsin

Mustafa'm der cemaline doyulmaz
Seni görmeyince takatım gelmez
Dostum gurbet elde yolun bulunmaz
Bir takım kılavuz kul verin gitsin


Seni Terkeylesem Kaşları Keman

Seni terk eylesem kaşları keman
Vefâsı olmayan yârdan nem kaldı
Cefâlım yok mudur göğsünde iman
Divâne eyledin arda nem kaldı

Ayrılasın bencileyin eşinden
Bir dem sevda gitmez olsun başından
Bu ayrılık kıldı beni işimden
Arayıp gezerim kârda nem kaldı

Akar gözyaşlarım bir dem silinmez
Kapuda kul oldum adım bilinmez
Ko serim sağ olsun yâr mı bulunmaz
Kadrimi bilmeyen yârda nem kaldı

Kul Mustafa der ki severim candan
Gözlerim doludur kan ile nemden
Sevdiceğim farığ olduysa benden
Çıkayım gideyim şunda nem kaldı

M@D_VIPer
05-15-2007, 11:58 AM
Kul Himmet

Hayatı

16'ncı yüzyılın sonlarında Tokat Almus Güdümlü köyünde doğdu. 17'nci yüzyılın ilk yarısında öldü. Coşkulu deyişleriyle tanınan ve Hatayi ile Pir Sultan'dan sonra gelen üçüncü büyük Alevi-Bektaşı şairi. Pir Sultan ile yakın arkadaştı. Onun asılmasından sonra uzun süre saklandı. Şiirlerinde tarikat kurallarını her kültür düzeyinden Alevi-Bektaşilerin anlayabileceği bir yalınlıkla anlattı. Kul Himmet'le ilgili bilgi ve şiirleri Cahit Öztelli, "Pir Sultan'ın Dostları" (1984) adlı kitabında derledi.


Seyyah Olup Su Âlemi Gezerim

Seyyah olup şu âlemi gezerim
Bir dost bulamadım gün akşam oldu
Kendi efkârımca okur yazarım
Bir dost bulamadım gün akşam oldu

İki elim gitmez oldu yüzümden
Ah ettikçe yaşlar gelir gözümden
Kusurumu gördüm kendi özümden
Bir dost bulamadım gün akşam oldu

Bozuk şu dünyanın temeli bozuk
Tükendi daneler kalmadı azık
Yazıktır şu geçen ömüre yazık
Bir dost bulamadım gün akşam oldu

Kul Himmet üstadım ummana dalam
Gidenler gelmedi bir haber alam
Abdal oldum şal giydim bir zaman
Bir dost bulamadım gün akşam oldu