PDA

Tam Sürümü Görüntüle : İstanbul'un Son Nişan Taşları


Seager
07-17-2007, 11:28 PM
Araştırmacı - yazar Şinasi Acar’ın, Türk Okçuluk Tarihi’ni ele aldığı “İstanbul’un Son Nişan Taşları” adlı kitabı Tarih, toplum, spor ve mimarlık alanlarında derinlemesine bir araştırmanın ürünü olan kitap, Osmanlı’nın bir dönemini gün yüzüne çıkarıyor.


Okmeydanı ve ok'çuluk..!!!

Osmanlı döneminde okçuluğun merkezi olan Okmeydanı'ndaki nişan taşlarını araştıran Şinasi Acar, padişahların adına dikilen taşların bile korunamadığını belirtti. Acar'a göre semt tahrip edilmese okçuluğun dünyadaki merkezlerinden birisi olabilirdi.

Nişantaşı denince akla semt adı gelir. Oysa okçuluğa paralel olarak gelişen nişan taşları Osmanlı geleneğinde farklı bir öneme sahip. Örneğin Okmeydanı semti tarihte okçuluk turnuvalarının düzenlendiği önemli merkezlerden...

Ellili yıllarla köyden kente göçün yoğunlaşmasıyla birlikte, İstanbul'un tarihi dokusunun yağmalandığına değinen araştırmacı yazar Şinasi Acar, nişan taşlarının da bundan payına düşeni aldığını söylüyor. Acar, nişan taşlarının içler acısı durumundan söz ederek kimi tarihi nişan taşlarını büyük zorlukla gecekonduların bahçelerine girerek fotoğrafladığını dile getiriyor. Acar, tarihi önem taşıyan bu taşların zamanında mermer kireci üretiminde kullanıldığını vurguluyor.


Üzerlerine çamaşır asılıyor

Gecekondu alanlarında kalan nişan taşlarının üzerine çamaşır asıldığına dikkat çeken Acar, tarihe saygı duyulmadığını söylüyor. Okmeydanı'nda bulunan bir gecekondunun bahçesindeki Sultan II. Mahmud adına dikilen kitabeyi fotoğraflamak için günlerce uğraştığını belirten Acar, bir başka nişan taşının ise bir mobilyacı atölyesinde üzeri muşambalarla kaplı olarak bulduğunu anlattı. Devlet ve belediyelerin yeterince ilgi göstermediğini vurgulayan Acar, Osmanlı döneminde dünya çapında rekorlar kıran Tozkoparan İskender'in taşının bile korunmamış olmasından dolayı büyük üzüntü duyduğunu ifade etti.

"Özel olarak gayret etseniz bu kadar çarpık yapılaşmayı bir semte sığdıramazsınız" diyen Acar, Okmeydanı'ndaki yapıları "Apartman kondular" sözleriyle tanımlıyor. Okmeydanı semtinin tarihi özelliklerine dikkat çekerek "tahribat bu denli büyük olmasa semtin menzil okçuluğu müsabakalarının dünyadaki adreslerinden biri olacağına" değiniyor. Okmeydanı'nda okçulukla ilgili spor kulüplerinin varlığına dikkat çeken Acar, kulübün nişan taşları ile ilgili bilgiye sahip olmadığının altını çiziyor.


60'a yakın nişan taşı var

Altmışa yakın nişan taşı tespit ettiğini söyleyen Acar, bu taşların Okmeydanı, Maslak, Dikilitaş, Ihlamur ve Paşabahçe'de yoğunlaştığını belirtiyor. İslam dininde resim ve heykelin yasak olması nedeniyle mezar ve nişan taşları geleneği üzerine yoğunlaşıldığına dikkat çeken Acar, incelemeleri esnasında birbirinden ilginç taşla karşılaştığını dile getiriyor. Acar, Osmanlı'da saray takımı olan "Lahana" ve "Bamya" okçuluk takımları adına dikilen iki estetik taşın varlığından söz ediyor, taşlar Topkapı Sarayı'nın güneye bakan kısmında bulunuyor. Nişan taşlarından birisi Sultan III. Selim diğeri ise II. Mahmud'un rekorları için dikilmiş.

Kitabeler üzerinde hattatların ve şairlerin adlarıyla tarih düşürme yöntemi olduğunu dile getiren Acar, taşların yeri, konumu, şekli, boyutları, kitabelerindeki yazılar sayesinde ebced hesabı yöntemiyle tarihinin tespit edildiğine değiniyor. Bu hesaplama yöntemi sayesinde Osmanlı'da kullanılan, Arap harflerinin her birine birer numara verildiğini belirten Acar, tarih silinse bile taşın dikildiği yılı bulmanın mümkün olacağını belirtiyor.


Dünyanın en hafif oku

Şinasi Acar, Osmanlı'da menzil okçuluğunun önemine değiniyor ve taşların genellikle padişahla üst düzey saray erkânının kırdığı rekorlar için dikildiğini belirtiyor. Kitabının içerisine "Ok Atmanın Matematiği" diye bir bölüm eklediğini belirten Acar, hava sürtünmelerini dikkate alarak, bir profesör arkadaşının yardımıyla matematiksel hesaplama yöntemiyle ok atış açısını bulduklarını belirtiyor.

Acar, Fatih Sultan Mehmed'in İstanbul'un fethini Okmeydanı sırtlarından gözlemlediğine değinerek fethin anısını geleceğe taşımak ve halkı spora teşvik etmek amacıyla bir vakıf kurduğunu belirtiyor. Acar, Osmanlı İmparatorluğu dönemlerinde vakıf alanlarının "Allah'ın mülkü" olarak adlandırıldığını belirterek buralara el sürülmediğini de sözlerine ekledi.

Osmanlı'nın dünyanın en hafif ve en verimli yaylarını icat ettiğine ve bu yaylarla dünya çapında başarılar kazandığına dikkat çeken Acar, görüşlerini, "Kültürümüze sahip çıkmıyoruz" sözleriyle noktalıyor.

Okçuluk, av ve savaş dışında da Türkler’in yaşamında öneli bir yere sahipti. Osmanlılarda yaygın bir spordu. Okçuluk tekkeleri, vakfiyeleri seçimle iş başına gelen, yönetici kadroları ve sicile kayıtlı çok sayıda üyeleriyle birer spor kurumuydular. Dünya spor tarihinin ilk spor kuruluşları arasında yer alan bu kurumlarda okçuların yalnızca iyi birer atıcı olmaları yeterli görülmez, tam bir sportif ahlaka sahip olmaları da istenirdi.


Osmanlılarda sportif okçuluğun iki ana türü vardır:


hedef okçuluğu ve menzil okçuluğu,

Hedef okçuluğu, ava veya düşmana karşı isabetli atış hüneri kazandıran talimlerden doğmuştur. İçinde hızar talaşı ve pamuk çekirdeği dolu bir torba bulanan ok sehpasına yapılan atışlar, hedefe güçlü ok atma yeteneğini kazandırmaktaydı.

Menzil okçuluğunda ise amaç oku olabildiğince uzağa atmaktır. Osmanlı Devleti sınırları içinde yalnızca bu amaca ayrılan ve bir vakıf kurumu olarak çalışan ok meydanları oluşturulmuştur. Bilinen en eski ok meydanları 15.-16. yüzyılda Bursa ve Edirne’de kurulmuşlardır. İstanbul’daki ok meydanının kuruluşundan sonra menzil okçuluğuna duyulan ilgi artmış; Gelibolu, Bağdat, Kahire, Üsküp, Amasya, Manisa, Halep gibi kentlerde ok meydanları kurulmuştur. Bunların sayısı 38’e ulaşmıştır.

İstanbul ok meydanı, Sultan 2. Mehmed’in (Fatih) emriyle ve bağımsız bir vakıf olarak kurulmuş, Sultan 2. Bayezid döneminde genişletilmiştir. Ancak, özellikle Sultan Abdülaziz döneminden bu yana ok meydanına yapılan tecavüzlerle meydanın yapısı bozulmuştur. Balkan Savaşı’nda Manastır göçmenlerinden bir bölümü buraya yerleşmiş, bunu öteki göçler izlemiştir. 1950’lerde başlayan gecekondulaşma 1980’den sonra pervasızca ve önü alınmaz bir biçimde artmış, meydan eski kimliğini bütünüyle yitirmiştir. Bugün Okmeydanı adıyla bilinen bu geniş ve yoğun nüfuslu semtte plansız ve kaçak olarak yedi mahalle oluşmuştur.

Söz konusu yapılaşmanın yarattığı tahribat menzil taşlarının da zarar görmesine neden olmuştur. Günümüze yalnızca 20 kadar nişan taşı ulaşabilmiştir.

Şinasi Acar Okmeydanı’ndaki nişan taşlarının son durumunu belgeleyen kapsamlı bir çalışma yürüttü. Yoğun yapılaşma nedeniyle gözlerden gizlenen nişan taşlarının izlerini sürdü, bulduklarını fotoğrafladı ve kitabelerini okudu. Acar’ın fotoğraflarında da belgelendiği gibi Okmeydanı’nın son nişan taşları, balkonların altında, kaldırımlara gömülü ve binaların arasında sıkışmış olarak varlığını sürdürmeye çalışıyor.