M@D_VIPer
07-19-2007, 11:24 PM
· Latince "köle" anlamını taşıyan "servus"tan gelme bir kelime olan serf, feodal toplumda bir toprağa ve bir lorda bağlı kişiye denirdi.Serfler efendileri olan lordların birer malı gibiydiler ve özgürlükleri,iyi yaşama hakları yoktu.Yaşamak için üretirlerdi. Köleden tek farkları üzerinde yaşadıkları,işleyip ürün elde ettikleri toprakla satılmalarıydı.Serfliğin birkaç derecesi olmuştur.Sürekli olarak efendinin evine bağlı kalan ve haftanın iki üç günü değil, herzaman onun tarlalarında çalışan "demesne" serfleri vardı.Köyün kıyısında iki üç dönümlük toprakları olan,"bordar"denilen çok yoksul köylüler ya da toprağı olmayıp sadece bir kulübesi olan ve boğaz tokluğuna yanaşma olarak çalışan "cotter"lar vardı.Ortaçağ serfinin statüsü antik kölelikten doğrudan doğruya kaynaklandığı halde,ona karşıt olarak ortaçağ serfi,daha başlangıçta işleyeceği bir toprağa kavuşmuştur. · Batı ve orta Avrupa'da çiftlik arazilerinin büyük kısmı "malikane" denilen bölgelere bölünmüştü.Bir malikane bir köyle,çevresindeki köy halkının işlediği birkaç yüz dönüm ekilebilir alandan meydana gelirdi.Her malikane arazisinin bir beyi vardı.Feodal dönem için temel ilke şuydu:"Topraksız bey,beysiz toprak olmaz." Serfler efendilerinin malıydı ve efendileri onları başkalarına verebilir, satabilirdi.Hayvandan faklı değildiler.Serfler,efendinin her emrine boyun eğmek zorundaydılar; hizmetlerinin sınırı yoktu ve ilkece,bunların herhangi bir karşılığını da alma hakları bulunmuyordu.Efendilerinin erki sahip olabilecekleri herşeyi kapsardı.Sahip oldukları şeyleri efendinin izni olmadan kullanamadıkları gibi,öldüklerinde mirasları da efendiye kalırdı.Çocukları bile onun malıydı.Serflik durumu verasetle geçerdi ve bölgesel geleneklere göre çoğu zaman anneden geçtiği kabul edilmiştir. Bundan ötürü serf efendisinin izni olmadan evlenemezdi.Serfler özgür insan topluluğundan dışlanmışlardı: Askeri seferlere katılamazlar,halk mahkemeleri toplantılarında bulunamazlar,köy cemaatinin ortak topraklarına giremezlerdi. Kilise serfin din adamı olmasını kabul etmezdi.Yalnız efendinin özgür kararı bir insanı serflik durumundan çıkarabilirdi.Serfin özgür bir insan olmasını sağlayan azat edilme,resmi ve toplumsal bir törenle gerçekleşirdi. Bizans pronia sistemine göre hükümdarlar,devlet gereksinmelerini karşılamak için,özgür köylülerin yaşadığı toprakları geçici olarak ve askeri hizmet karşılığı bazı kimselere dağıtırlardı.Selçukluların "ikta" sistemi de aynı temele dayanıyordu.Osmanlılar toprak düzeni çerçevesinde bir sentez yapmışlardır.Osmanlı İmparatorluğu'nda başlangıçta askeri sınıfın dışında kalan müslüman ve müslüman olmayan halk,özellikle tarımla uğraşan kesim,"reaya" diye adlandırılıyordu.Reaya Osmanlı fetihleri öncesinden beri bu topraklarda çiftçilik yapan yerli halktan,yerleşikliğe geçmiş göçebelerden ve yönetici sınıftan gelip de şu ya da bu nedenle çiftçilik yapmak zorunda kalanlardan oluşurdu.Osmanlı İmparatorluğu miri toprakları,bağımsız bir köylü işletmesine yetecek büyüklükte çiftliklere bölünmüştü.Bir kimseye tımar verilmesi demek,belirli çiftliklerin gelirlerinin bir hizmet karşılığında o kişiye verilmesi demektir.Çiftliklerde çalışan köylülere "reaya",yada "raiyet";kendisine tımar verilmiş kimseyede "sahibi raiyet", yada "sahib-i arz" adı verilir. Reayanın büyük bölümünü oluşturan köylüler kendilerine ayrılan toprağı(raiyet çiftliği) işlemek ve sipahiyle merkezi devlete belirli vergileri ödemek,toprağını terk etmemekle yükümlüydü.Bu uygulamanın nedeni,tımarlı sipahinin gelirlerini reayanın ödediği vergilerin oluşturması,bu vergilerin toplanmasının aksaması durumunda,tımar sahibinin devlet için gerekli sayıda asker yetiştirmesinin olanaksız olmasıydı.Tapu resmi ödeyerek tasarruf hakkını elde ettiği toprağı işlediği sürece,sipahi toprağı ondan geri alamazdı.Tasarruf hakkının reayanın elinden alınıp bir başkasına verilmesinin tek sebebi,toprağın üç yıl üst üstte ekilmeyerek boş konması dolayısıyla o topraklardan devletin gereksindiği vergilerin alınamamasıydı. Reayanın bir bölümü derbentçilik vb. hizmetlerle görevlendirilir,bunun karşılığında da belirli vergilerden bağışık tutulurdu.Reaya koşullarını kolay kolay değiştiremez ve başka bir sosyal sınıfa geçemezdi.Ancak bu durum serflikteki kadar katı değildi.Topraksız reaya vergisini ödediği sürece istediği yere gidebilirdi.Hatta çift sahibi reaya bile,onbeş yıl izini kaybettirmek ya da çiftbozan akçesini ödemek koşuluyla toprağından ayrılabilirdi.Reayanın sınıf değiştirememesi,onun tımarlı sipahi olabilme şansını ortadan kaldırmıştı.Serfliktekinin tersine,reayanın toprağı tasarruf etmesi,ya miras yoluyla ya da tapu adlı bir iktisap vergisi ödeyerek mümkün olmaktaydı.Reayanın ödemekle yükümlü olduğu bazı vergiler vardı.Çift resmi bunlardan biriydi ve köylünün devlet ait olan toprak parçasını tasarruf etmesi karşılığında ödediği bir nevi toprak vergisiydi.Çift resmi,daha önce feodalleşmiş olan bölgelerde; köylü ile senyör arasındaki bazı feodal hizmetlerin,Osmanlı devrinde paraya çevrilmiş karşılıklarının toplamından oluşurdu.Reayadan alınan bir diğer vergi ise öşür veya aşar vergisiydi.Çiftçiler,devlete ait toprakların sürekli ve kalıtımsal kiracısı durumunda bulunduklarından, üründen belli bir oranda tımar sahibine öşür vergisi öderlerdi.Öşürün senelik ürüne oranı;toprağın verim yeteneğine,sulama koşullarına,tarım çeşitlerine,yerel örf ve adetlere göre önemli değişikler göstermekte;bazen her kaza,hatta her köy için ayrı ayrı saptanmış bulunmaktaydı.Gayrımüslüm halktan askerlik görevini yapmamalarından dolayı cizye adlı bir vergi daha alınırdı.Ayrıca avarız akçesi denilen olağanüstü durumlarda(savaş) toplanan bir vergi daha vardı.Görüldüğü gibi reayadan alınan vergiler,reayanın toplum içindeki statüsü feodal toplumdaki sefin durumundan çok daha farklı ve vatandaşlık düzeyinde yüksektir.Osmanlı İmparatorluğu'nda toplanan bu vergilerin dışında reayanın yükümlülükleri arasında çeşitli izin akçeleriyle,para cezaları da belirtilmelidir.Mesela evlenebilmek için kız evi, "resm-i arusane" adı verilen bir evlilik izni harcıyla vergiye bağlanmıştı.Hatırlıyacak olursak serflerde efendilerinin izni olmadan evlenemezlerdi.Önceki örneklerde olduğu gibi burada da reaya ve serf arasındaki benzerliği görebiliriz.Yalnız önemli bir fark vardır, reayadaki kurallar serflikteki gibi katı değildir. Osmanlı İmparatorluğu'nda tımar sistemi yüzyıllar boyu işlemiştir.Peki Osmanlı'nın tımar düzeninden ne beklentisi vardı? İlk olarak topraklar boş kalmayıp işlenecek ve böylece olası bir kıtlık önlenmiş olacaktı.Tımar düzeniyle maliye rahatlamış vergi toplama işi ortadan kalkmış olacaktı.Devlet büyük bir orduyu hiçbir külfete katlanmaksızın,sürekli olarak elinin altında bulacaktı.Ve en önemlisi merkez dışında oluşabilecek ve sırasında merkeze kafa tutabilecek yerel güçlerin oluşması önlenecekti.Sırf bu amaç ve bu beklenti bile Osmanlı toprak düzeninin bir feodalite olarak sayılmaması gereğini yeterince açıklıkla ortaya koymaktadır.Gerçekten Osmanlı İmparatorluğu kurulduğu günden itibaren "feodalleşmeye" karşı sürekli bir savaş vermiş ve bu savaşını yüzyıllarca başarıyla sürdürmüştür.Osmanlı, tebasındaki halka ister müslüman olsun ister gayri müslüm herzaman iyi davranmış en azından en alt sınıftakileri bile ezmemiştir. Ortaçağ feodalitesindeki insan soykırımı,serflerin bir ülkenin vatandaşı olmaktan çok uzak adeta birer köle gibi görülmesine Osmanlı İmparatorluğu'nda rastlanmamıştır. Bir devlet içinde medeni ve siyasi haklara,özellikle de seçmen olma hakkına sahip kişi vatandaş olarak nitelendirilebilir.Vatandaşın tanımı ve vatandaş olmayandan ayrımı için tarih boyunca ve bulunulan yere göre çeşitli ölçütler kullanılır.Önce doğum yeri özelliklede aile kökenine bakılır.Sonra hukuki ölçü gelir.Bir de ekonomik,daha doğrusu mali bir ölçüt kullanılır.Belirli tipte ve belirli miktarda mal varlığına sahip olan ve belirlenmiş koşullar altında devlet bütçesine katkıda bulunan kişi vatandaştır.Bu ölçüt genellikle,vatandaş olanla olmayanı ayırmaya değil,vatandaşlar arasında vatandaş olup tüm siyasal haklarını gerçek anlamda kullananları belirlemeye yarar.Böylece,kendisini onurlandıran bir niteliğe karşı ödevlerinden başka hiçbir yükümlülüğü olmayan "edilgen" vatandaşa karşılık bir "etken" vatandaş kavramı ortaya çıkar.Vatandaşlık kişiye birtakım haklar kazandırır,ama buna karşılık en başta vergi borcu ve askerlik olmak üzere birtakım yükümlülükler de getirir. Gerçek vatandaşlık seçme ve seçilme hakkıyla geliyorsa,bunların temelinde de özgür düşünce ve demokrasi yatar.Günümüzde krallıkların yıkılıp yerini halkın kendi kendini yönetebildiği cumhuriyet rejimiyle yönetilen ulusal devletlerin ortaya çıkmasıyla beraber insan buna bağlı olarak da vatandaş kavramı ön plana çıkmıştır.İnsanlar artık toplumdaki statülerini, gerek iş yaşamındaki kariyerleri gerekse diğer insanlarla etkileşimleriyle kendileri belirlerler.Eskiden bir serfin oğlu olarak doğan birinin bir daha bir üst sınıfa çıkma ihtimali yokken yüzyılımızda insanlar ufak bir bakkal sahibiyken holdingler sahibi bir iş adamına dönüşebiliyor.İnsan hakları,eşitlik,hürriyet,özgür düşünce,demokrasi gibi kavramlar artık insana verilen değerin ne kadar arttığını ve bir ülkenin vatandaşlarını nasıl sahiplenip koruduğunu bizlere gösteriyor.