Giriş

Tam Sürümü Görüntüle : aşk hikayalerı


My<>Tick
08-02-2007, 08:22 PM
Bir hikaye belki gerçek belki hayal. Sadece bir hikaye. Sevgi ve aşk üzerine bir hikaye.
Bir zamanlar bir genç varmış. Bu gencin sevdiği ve aşık olduğu dünyalar güzeli bir kız varmış. Onunla ilk bir radyoda duyduğu kan aranıyor ilanı için gittiği hastane de karşılaşmıştı. Kan verdiği kişi kızın amcasıydı. Kız ona teşekkür etmek için gittiğinde daha yeni yataktan kalkmış ve gitmek için hazırlanıyordu. Birden bulunduğu odanın kapısı açıldı ve kız içeri girdi. Çocuk ağır ağır kapıya baktı “Yine hemşirelerden biri geldi herhalde” diye düşündü, ama gelen hemşire değildi. Kız ona doğru yaklaştı “çok teşekkür ederim sayenizde amcam yaşayacak” dedi. Genç mağrur bir şekilde “ben olmasaydım bir başkası da gelir yardım ederdi. Hiç önemi değil.” Fakat kız onu dinlemedi. “Size bir yemek ısmarlayabilir miyim” dedi. Çocuk reddetmedi içinden “bu kadar güzel bir kız reddedilebilirmi” diye geçirdi.
“Tabi ne zaman isterseniz.”
“Hemen şimdiye ne dersiniz.”
“Şimdimi ?”
“Tabiki hem bende beklerken acıkmıştım”
ikisi birlikte yemeğe gittiler. Yemekte muhabbetleri devam etti. Hep birbirleri hakkında konuştular. Oğlan kızdan ilk gördüğü anda hoşlanmıştı. Kız ise sadece teşekkür etmek istediği bir yabancıdan bu kadar çok hoşlanacağını düşünmemişti bile. Konuşmaları sırasında aynı şeylerden hoşlandıklarını fark ettiler, ikisi de aynı tür filmlerden hoşlanıyor, aynı tür müziği dinliyor, hatta son zamanlarda aynı kitapları okumuşlardı. Kız bir erkeğin kendisinin sevdiği şeyleri sevebileceğini daha önceden hiç düşünememişti ve karşısında böyle biri vardı. Yemekten sonra kız telefonunu verdi. “Daha sonra ararsan konuşuruz” dedi. Bu oğlanın çok hoşuna gitmişti. Akşam olduğunda kız telefonunda bir mesaj gördü “Dünyanın en güzel bayanına. İyi akşamlar” yazıyordu. Kız birden şaşırdı. Bu kadar erken bir cevap. Demek ki oğlanda ondan hoşlanmıştı. Buna çok sevindi ve hemen o da cevap gönderdi. Bu mesajlaşmaları birkaç gün böyle sürdü. Sonunda oğlan ona çıkma teklif etti. Kız hemen kabul etti. Hayatlarının en güzel günlerini yaşıyorlardı. İki sevgili , iki aşık. Aşkları o kadar büyüktü ki sevgileri o kadar içtendi ki bu sevgileri çevresindeki insanlara da yansıyordu. Fakat oğlanın ailesinin bu aşktan hiç haberi olmamıştı. Hep onunla sevilisi olmadığı için dalga geçiyorlardı, şimdi de sevgilisi olduğu için dalga geçecekleri ve bunu hiç istemiyordu. Ama kız ailesi ile tanışmayı çok istiyordu , oysa her seferinde bir bahane uydurup erteliyordu.oğlan kızın ailesini bir kere görmüştü. Ama hiç tanışmamıştı. Kızın ailesi İzmir de oturuyorlardı kendisi ise İstanbul da amcasını yanında oturuyor ve okuluna gidiyordu.
Sonunda oğlan kızın ısrarlarına dayanamadı ve onu ailesi ile tanıştıracağını söyledi. Kız buna çok sevinmişti fakat daha önce ailesine gitmesi gerektiğini geri döndüğünde hemen ailesi ile tanışmak istediğini söyledi. Anlaştılar ve kız İzmir e doğru yola çıktı. Aradan bir gün geçti, iki gün geçti kızdan bir ses yoktu. Oysa İstanbul da birbirlerini görmedikleri anlarda hep telefonda birbirleri ile konuşurlardı. Peki şimdi ne oldu da aramamıştı.. yoksa ailesi mi izin vermemişti. Yada yanlış bir söz mü söyledi yanlış bir şey mi yaptı. Neden aramıyordu. Oğlan onu aramaya çalıştığında her seferinde telefonu kapalıydı. İki hafta , üç hafta , bir ay. Oğlan sonunda kızın onu bıraktığını artık onu istenmediğini düşünmeye başlamıştı ki ansınız bir akşam telefonu çaldı. Telefonu ilk kez ona bu kadar acı acı çalıyormuş gibi geldi. Telefonunun ekranına baktı, arayan oydu. Telefonunu hemen açtı “alo” “alo” telefonda ki ses kızın sesi değildi. Onun ablası olduğunu söyledi. Oğlanın telefonunu kızın rehberinde bulduğunu bir arkadaşı olduğunu tahmin ettiğini söyledi. Oğlan sevgilisiydim diyemedi, “evet bir arkadaşıyım ama ondan uzun zamandır haber alamıyordum” dedi. Ablası kızın yaklaşık bir ay önce İzmir e gelirken bir trafik kazası geçirdiğini üç haftadır komada olduğunu söyleyince oğlan birden dona kadı neden onu aramadığını şimdi anlamıştı fakat ablasının konuşmasından olayın bu kadar olmadığını da anlamıştı. “Kardeşimi geçen gün kaybettik” diyince oğlanın elindeki telefon bir den yere düştü. Duyduklarına inanmamıştı sevdiği , aşık olduğu kız ölmüş olamazdı. Telefondaki ses “alo” diye birkaç kez seslendi fakat oğlanın cevap verecek hali kalmamıştı. Hala inanıyordu. İlk uçakla izmire gitti. Gerçekten ölmüşmüydü. Bunu öğrenmeliydi. Ailesine gittiğinde dünyası bir kere daha yıkıldı. Çünkü duyduklarını hepsi doğruydu. Bittiği gün aşkını toprağa veriyorlardı. Yüreği buna artık dayanamadı ve gözerinden birkaç damla yaş aktı. Onu son bir kez daha görmeliydi. Bunun için cenazeyi arkadan takip etti camiden mezarlığa kadar peşlerindeydi. Mezarlıkta görebileceği bir köşeden onları izledi. Onun yüzünü son bir kez daha gördü. Alçak bir sesle “hoşcakal aşkım, sen bu dünyada sevdiğim tek kişiydin” dedi. Arkasını dönüp mezarlıktan çıkmaya karar verdi. Tam o sırada akrasından bir ses duydu. Bu sesi daha öncede duymuştu , telefonda ölüm haberini veren sesin aynısıydı. Kızın ablası ona seslendi. Oğlan arkasını dönmeden önce gözündeki yaşları sildi. “acaba siz bu kişimisiniz” dedi ve elindeki zarfı gösterdi. Zarfın üzerinde “Biricik aşkıma” yazıyor ve yanında da oğlanın ismi vardı. Oğlan ağlamaklı bir sesle evet o benim dedi. Ablası ona “bunu ölmeden önceki gece yazmış ve size vermemi istemişti” dedi ve zarfı verip uzaklaştı. Oğlan orada mektubu titreyen elleri ile hemen açmaya çalıştı. Mektupta sadece bir iki kelime vardı.
“Aşkım, seni ne kadar çok sevdiğimi şimdi daha iyi anlıyorum. Herkes iyileşeceğimi söylese de ben öleceğimi biliyorum. Seni son bir kez görebilmek , sana son bir kez dokunabilmeyi ne kadar çok istiyorum ama mümkün olmadığını çok iyi biliyorum. Sana sadece tek bir şey söylemek istiyorum. SENİ SEVİYORUM VE ÖLDÜKTEN SONRA BİLE SEVİCEĞİM. Senden tek bir şey istiyorum. Benim ardımdan hayata küsme. Ona sarıl , benim için sarıl. Olumsuzluklara asla yenilme her zaman güçlü ol o zaman sevgim her zaman yanında olacak ve seni koruyacaktır.
Kalp atışın olmak
Sonra seni hissedebilmek
Bir adımlık zamanda
Bunları şiirinde sen söylemiştin bana bende sana söylüyorum bir adımlık zaman benim için sonsuza kadar sürecek hoşcakal aşkım. ”

Oğlan bu yazıyı okurken göz yaşlarına artık hakim olamıyordu. Aradan yıllar geçti. O mektup hala oğlanın cebinde. Ne zaman bir olay olsa ne zaman üzülse mektubu açar ve yazanları okur üzülmemek için elinden geleni yapar. O zaman sevdiğinin yanında olduğunu bilir...

Bir hikaye belki gerçek belki hayal. Sadece bir hikaye. Sevgi ve aşk üzerine bir hikaye ...

My<>Tick
08-02-2007, 08:23 PM
Günlerden bir gün kırlangıcın biri bir adama aşık olmuş. Ve adamın penceresinin önüne konup adama şöyle demiş:
- Ben seni çok seviyorum lütfen pencereyi açıp beni içeri alda birlikte yaşayalım.
Adam:
- Olmaz alamam... Sen bir kuşsun hiç bir kuş adama aşık olur mu?... demiş.
Kırlangıç tekrar:
- Lütfen pencereyi açıp beni içeri al birlikte yaşarız. Hem ben sana dost ve arkadaş olurum canında sıkılmaz birlikte yaşar gideriz. demiş.
Adam yine:
- Olmaz alamam...Git başımdan, diye cevap vermiş.Üçüncü ve son defa kuş adamın penceresinin önüne konup adama tekrar şöyle demiş:
- Lütfen beni içeri al.. Artık soğuklarda başladı, dışarıda kalamam biliyorsun ben sıcak havalarda yaşayabilirim sadece beni içeri almazsan başka sıcak ülkelere gitmek zorunda kalırım. Lütfen beni içeri alda burada kalayım. Birlikte yemek yer omzuna konar seni neşelendirir sana yarenlik ederim. Hem sen de benim gibi yalnızsın, der...
Adam ona:
- Git derhal başımdan!... Ben yalnız kalırım demiş ve kuşu kovmuş...
Kırlangıçta bu cevap üzerine üzüntülü bir şekilde uçmuş ve uzaklara gitmiş. Adam kırlangıç uzaklara gittikten sonra düşünmüş ve kendi kendine "Ben ne aptal , ne kadar akılsız bir adamım, niye kırlangıçla birlikte kalmayı kabul etmedim? Ne güzel birlikte kalırdık" demiş ve çok pişman olmuş, pişman olmuş ama iş işten geçmiş. Kendi kendine nasıl olsa sıcaklar başlayınca kırlangıcım yine gelir bende onu içeri alır birlikte mutlu bir hayat sürerim, demiş. Ve penceresini sonuna kadar açıp beklemeye başlamış. Yazın gelmesiyle kırlangıçlar da gelmeye başlamış. Ama onun kırlangıcı gelmemiş.Yazın sonuna kadar hiç penceresini kapatmadan pencerenin başında beklemiş ama boşuna. Kırlangıç yokmuş. Gelen kırlangıçlara sormuş ama onun kırlangıcını gören olmamış. Sonunda bir bilge kişiye halini danışmak ve ondan bilgi almak için gitmiş.Bilge kişiye olayı anlattıktan sonra bilge kişi ona şöyle demiş:
- Kırlangıçların ömrü 6 aydır.

My<>Tick
08-02-2007, 08:23 PM
Aşk Kapıyı Çaldığında


Hep özlediğim, beklediğim aşkın böyle aniden kapımı çalıvereceğini, izin almadan yüreğimde bir köşeye yerleşeceğini hiç düşünmememiştim. Göz göze geldiğimiz anda. Başımdan aşağıya buzlu su dökülmüş gibi hissettim.

Bakışları içimi titretti, bilmediğim, tanımadığım bir dünyanın kapıları açılıverdi önümde... Kimde, neydi, hangi sınıfta öğrenciydi, daha önce onu görmemiştim. Bütün gün bu sorularla boğuştum. İlk şoku atlatıp kendime geldiğimde okulda onu aramaya başladım. Gerçeği öğrenmem hiç zor olmadı tabii ki! Suratıma tokat gibi çarpan gerçeği...

O okulumuzda yeni görev yapmaya başlamış bir öğretmendi çok genç olduğu için öğrencilerden ayırt etmek mümkün değildi. Böyle şeyler yalnız filmler de olur sanırdım. Oysa ben sırılsıklam aşık olmuştum. Gözleri başımı döndürecek kadar güzel olan yalnızca adını ve öğretmen olduğunu bildiğim biri, kısacık bir zamanda hayatımı değiştirivermişti.

Ona aşık olmam benim suçum muydu? İnsan hesap kitap yaparak aşık olmazdı ki? Tamam itiraf etmeliyim, ben pek normal biri değilim. Başkalarına göre farklı yanlarım çok., özellikle de aşk söz konusuysa hiçbir zaman sıradan biri olmadım ama bu kez tamamen kaderdi. Sonunda ona söylemeye karar verdim. Madem aşık olacak kadar cesaretliydim, söyleyecek kadar da cesaretli olmalıydım.

Söyledim. Şaşkınlığımı ifade edecek sözleri şu an ben bulamıyorum. Düşün bir kez, çat kapı bir öğrenci geliyor ve ‘’ ben sizi gördüğüm ilk andan beri seviyorum’’ diyor. Ne hissedersiniz bilemem ancak o bana karşı çok olgun, anlayışlı davrandı. Yaptığım çocukluklarla hayatını cehenneme çevirdiğim halde sevgiyle yaklaştı.. incitmemek için çok uğraş verdiğini şimdi anlıyorum oysa o zamanlar çok incitmiştim. Bir gün bana hak vereceksin demişti evet onu anlıyorum ve hak veriyorum. En doğrusunu yaptı. Zaman belki çılgın aşkımı bitirdi. Ama ona olan saygım ve sevgim sonsuza kadar sürecek.

My<>Tick
08-02-2007, 08:24 PM
Romantik Sevgili

Günlerce, *******ce hep onu düşünmüştüm. O ise beni sadece bir iş arkadaşı olarak görüyordu. Hatta bir seferinde, kız arkadaşıyla kavga etmiş ve bana cep telefonunu uzatarak, onu aramamı ve ikna etmemi rica etti. Göz yaşlarımı içime akıtarak, kıza telefon açıp barğıması için ikna etmeye çalıştım. Sanki tanrı dualarımı duymuştu. Kız hiçbir şekilde barışmaya yanaşmıyordu. Ben üstüme düşeni fazlasıyla yapmıştım.
Aradan birkaç hafta geçmişti. Haldun olanları unutup, eski neşesine kavuşmuştu. Bir akşam saat 22:00 sularında cep telefonuma bir mesaj geldi. Mesajın sahibi Haldun’du. Mesaj şöyleydi.
-Yarın bana son kez yardım etmeni istiyorum. Hayatımın aşkını buldum. Ne olur benimle evlenmesi için onu ikna et.
Bu mesaj beni beynimden vurmuştu. Gün ışıyana kadar yanağımdan süzülen yaşlar yastığımda acı ve unutulması mümkün olmayan bir iz bırakmıştı.
İşe giderken ayaklarım beni geri geri götürüyor, yol bitmesin diye sürekli dua ediyordum. Hayatımda ilk ve son kez aşık olmuştum ve bu aşkı ben kendi ellerimle yok edecektim. Mesaime yarım saat geç gittim. İçeri girer girmez Haldun, bu günün hayatındaki en mutlu gün olduğunu ispatlar gibi neşeli ve bir çocuk gibi heyecanlı yanıma geldi. Ben ise yenilgiyi çoktan kabullenmiştim. Ama sevdiğimin mutluluğu beni teselli ediyordu. Haldun, iyi günler dedikten sonra hemen konuya girdi.
-Yeşim, senin hakkını nasıl ödeyeceğim bilmiyorum. Ama inan çok yüce bir olaya vesile oluyorsun.
Elindeki telefon numarasını bana uzattı. Bu numarayı arayıp, karşı tarafa;
-Haldun seni hayatını paylaşacak kadar çok seviyor. Lütfen onu kırma ve evlilik teklifini kabul et. İnan seni şimdiye kadar kimseyi sevmediği kadar çok seviyor.
Dememi istedi. Masama;
-Bu emeğinin karşılığı değil ama,
diyerek küçük bir hediye paketi bıraktı. Elimdeki telefon numarasını çevirmeye başladığımda parmaklarımdaki titremeyi görecek diye çok endişelendim. Telefon çalmaya başlamıştı. Birden masamdaki kutudan love story müziğini duydum. Telefon halen kulağımdaydı. Bir yandan da kutuyu açmaya çalışıyordum. Kutuyu açtığımda bir cep telefonu gördüm. Telefonu aldım ve açtım. Haldun bir hamle ile masamdaki iş telefonunu kulağımdan aldı. Ben ise gayri ihtiyari cep telefonunu kulağıma götürmüştüm. Haldun şimdiye kadar duymayı her şeyden çok istediğim, bir kerecik duyduğumda ölmeyi bile kabul edeceğim o cümleleri söylemeye başladı. Ben ise göz yaşlarımı tutamadım ve boynuna sarıldım.

My<>Tick
08-02-2007, 08:24 PM
Kadın yirmi yedi yaşında... Yüreği, kar beyaz soğuklara terkedilmiş
ama inat bu ya hala sımsıcak. Düşünceleri kah hayatın gitgide
ağırlaşan gerçeklerinde kah aydınlık hayallerde dolaşıyor nefes
nefese.. Elinde samur fırçası, geçmişi karalayıp bugünü
renklendiriyor hiç durmadan. Renkler kıpır,kıpır , içindeki çocuk
haşarı mı haşarı... Gözleri ise buğulu bakmakta hüzünlere yenik...
Hayatı sorgulamaktan çoktan caymış.

Omuzları bir küçük kız çocuğun
şımarıklığını sergilercesine “Bana ne” ifadesinde. Kıpır,kıpır ya
içi.. Arayışları var kendisinden bile sakladığı. Bela da geliyorum
demez ya... İşte böyle bir anda; ruhu, sanal dünyanın kapısından
sızıverir içeri sessiz, habersiz.. Hani şu chat canavarı var ya bu
günlerin belalısı. Orada kendisi gibi şaşkın yüreklerin arasında
buluverir kendini.
Ve... olanlar olur o zaman. Hiç beklenmeyen anda buzda
kayar gibi “Hooop” havada bulur duygularını darmadağınık. Sanki
başında deli rüzgarlar hiç esmiyormuş,

esenler de yetmiyormuş gibi.
Erkeğin yaşı otuz. Hırslı, kendinden emin. Kendisiyle
barışık ve yaşadığına memnun.

Kahkahası ekrandan yüreklere taşan,
mutlu ve duygu dolu bir bulut adam. Eşi ve çocuğu için yaşamakta
olduğunu saklamadan kadını davet eder sanal dünyanın sanal aşk
oyununa. Acemidir kadın. Belki genç adam da öyle.

Oynadıkları oyunun
tehlikesinden habersiz bir masalı yaşamaya başlarlar.
Ekranın karşısında nefeslerini tutup beklerler sevdalının
gelmesini.

Karşılaşmaları her defasında kahkahaları hatırlatırcasına
şen olur. Zamanın koordinatları buluşamadığında, birbirlerine teğet
geçtiklerinde, hüzün yayılır *******e.

Uyku tutmaz bekleyişlerde
ikisini de. Sabah yeni umutlara gebe başlar. Ve ekranda doğarlar her buluşmayla yeniden..
Duyguların en fırtınalısına yakalanırlar.

Birbirlerini gerçekten merak ederler.

Bulut adam kadının açlığından, üşümesinden
bile sorumlu tutmaya başlar kendini.

Kadınsa adamın yorgun hallerine dayanamaz.
Elleri dokunmasa da ellerindedir artık. Birbirlerini el
üstünde tutarlar anlayacağınız.

Günler, aylar geçer...

Hayaller ekranlara sığmaz olur.

Artık görmek isterler birbirlerini. Dokunmak
sarılmak isterler. Hatta çılgıncasına sevişmek...
Kadın kıvranır onsuzluğun acılarında.. Özlem şiddete
dönüşür. Acıtır... İşkencelere yatırır kadını. Oyun değildir artık
bu. AŞK ekranda değil hayatın ta içinde yaşamaktadır.

Bulut adam sorar durmadan ;
-N’olacak şimdi...
Kadın, adam kadar cevapsız...
“Bilmiyorum” der.”Bilmiyorum”
Artık sorgulamalar başlar duyguları ...

”Bu nedir?...Bunun adı ne..?”
Kadın aşkı tanımlar ama çare değildir tanımlamak..
Yaşananlardır gerçek olan. Hissedilenlerdir.
Her sevdanın başını bir karabasan bekler ya...Beklemese
sevda denen şey olmaz zaten.
İşte bu bir sevdadır ve başında karabasanlar.
Kadın unuttuğu aşk gözyaşlarını hüzünlere, sancılara,
onulmaz ağrılara boyar, alaca bulaca.
Artık her şeye gözlerindeki buğuların ardından
bakmaktadır.
Ve ekrana şunları; buzların arasından aldığı yüreğinin
kalemiyle yazar. Yüreğini buzlara iade etmek üzere...
“Beni ignore et*.Ne olur bunu yap.”
Bulut adam şaşkındır belki ama adı gibi bilir. Doğru olan
budur. Düşünür bir süre.Susar ekran. Susar kadının yüreği...Ölüm
anıdır bu.Verilen son nefestir sanki..
“Sevdam HAYIR dese” “ Sensiz yapamam dese” diye bekler
nefes almak için.
Bulut adamın suskunluğu bozduğu yerde ölecektir kadın..
Bunu ikisi de bilirler.
Bir yazı belirir ekranda çaresizce okunan
“Netten çıkıyorum o zaman” “Hoşçakal”
Mavi üzerine siyah yazılmış sözcükler kararlı ve kesindir...
Titreyen ve cansızlaşan parmakları son bir kez tuşları
gezinir kadının
“Hoşçakal”
Düşer Bulut adamın gülen yüzü ekrandan.
Ve
KADIN ÖLÜR...

My<>Tick
08-02-2007, 08:24 PM
Bir zamanlar birbirlerine asik iki genc vardI.Kizin adi Tispe delikanlininki ise Piremus idi. Bunlar yanyana evlerde otururlardi.Birlikte büyüdüler ve
çocukluklarindan beri birbirlerine karsi ask beslerlerdi. Fakat aileleri görüsmelerini istemezlerbirbirlerine uygun olmadiklarini düsünürlerdi.
Oysa onlar birbirlerini ölesiye seviyorlardi. İki evin arasinda gizli bir catlak vardi aileleri bunu bilmezler onlarda *******i burda bulusur o aradan birbirlerine seslerini duyurur asklarini dile getirirlerdi.
Bir gece ormandaki agacin altinda bulusmaya karar verdiler.
Tispe agaca Piremus dan önce varmisti.Gittiginde avini yeni yemis, agzindan kanlar akan kocaman bir aslanlA karsi karsiya geldi.
Korkarak bi magaraya dogru koşmaya basladi.Farkında olmadan yolda boynundaki esarpini düşürmüştü.
O sirada Piremus geldi.Gördükleri karsisinda donup kalmisti.Kocaman aslan agzinda kanlarla birlikte biricik sevgilisi
Tispe nin esarpini parcaliyordu..O an aklina gelen ilk ve tek sey aslani
Tispe yi oldurerek yedigiydi.Tispesiz yasayamazdi. Aklindan gecen
sadece aski ugruna canina kiymakti.Belinden hançerini çikardi ve gögsüne sAPLadı.Kanlar icinde cansiz bedeni yere dustu.
Tispe ise korkusunu bi kenara atip bir an once askini gormek icin magaradan cikmaya karar vermisti. Agacin altina geldiginde o korkunc sahneyle yuzlesti. Piremus un cansiz vucudu yerdeydi ve
elinde Tispenin dusurdugu esarpini tutuyordu.
Ilk once genc kiz olanlar karsisinda aglamaktan hicbir seyi anlayamamisti. Ama esarpi ve uzaklasan aslani
gorunce anladi. Bi an magarada dusundugu o korkunc sey basina gelmisti. Ve oun öldügünü dusunen Piremus aski ugruna canina kiymisti.
Tispe bir an bile dusunnmeden hanceri aldi
ve gogsune götürdü..
Onlarin aski ölesiye bir askti ve ölüm bile
onlari ayiramazdi. Eger Piremus aski ugruna ölümü göze
aldiysa o da hic cekinmeden canina kiyabilirdi ve hanceri sapladi.
Birden vucudu Piremusun bendeninin
ustune yigildi.O anda tanrilar bu yuce aski
ölümsüzlestirmek istediler ve bu çiftin üstünde duran agaci onlarin
aşkına adadilar. Piremusun kanini bu agacin meyvelerine,Tispenin gözyaslarini ise agacin yapraklarina verdiler.
O günden beri kara dut agacinin
meyvesinin cıkmayan lekesini,(Piremusun kan lekesini), dut agacinin
yapraklari,(Tispenin gözyaslari) temizler..
Bilirmisiniz; dut agacinin meyvesinin
lekesi cikmaz ama elinize agacin yapragini alir avusturursaniz lekenin
gittigini goreceksiniz !

My<>Tick
08-02-2007, 08:24 PM
Liseli bir gençti.Gençti çünkü küçük aşkları vardı,tıpkı diğer geçlerinki gibi.Ama bu genç hepsinden farklıydı.O küçük aşklarını küçük olarak görmez,her zaman büyük aşklar kabul ederdi.Eğer bu aşklar herhangi bir nedenle son bulursa bunu içine sindiremez oldukça üzülürdü.Aslında o kadar fazla da aşkı olmamıştı.Sadece iki kızı sevmişti o güne kadar.Sadece iki küçük yüreğe bağlanmıştı.Onlarla da ayrılık yaşamış ve çok üzülmüştü.Zamanla kendini toparlamayı başardı.Tekrar hayatından memnundu.Küçücük olayları kendice büyütüp,moralinin bozulduğu anlarda bile mutlu oluyordu.Ta ki lise ikinci sınıfa geçinceye kadar…

O ilk okul gününde liseli genç,okulun bahçesinde gördüğü bir kıza aşık olmuştu.Kendine göre,hayatı boyunca hiç görmediği bir güzellikle karşı karşıyaydı.Sonrasında aynı sınıfta okuyacaklarını da öğrenince mutluluğu ikiye katlanmıştı.Zamanla o kızın da kendisine karşı ilgisi olduğunu öğrendi.Yanından ayrılmıyor,o her tenefüsü belirten zil çaldığında hemen liseli gencin yanına gidiyordu.Neredeyse koluna girecekmiş gibi yakın yürüyordu ona.Liseli genç çok mutlu oluyordu hoşlandığı kız ona ilgi gösterdiği zaman.Ona onu sevdiğini söylemek istiyordu ama tersleneceğini düşünerek bunu yapamıyordu.Üstelik terslendiği zaman bir arkadaşını da kaybetmiş olacaktı.Üçüncü sınıfı birlikte okuyacak olmaları da etkiliydi bu kararda.

Vazgeçti…Artık ona karşı bir sevgi beslemek istemiyordu içinde.Onu unutmalıydı.Onunla sadece arkadaş olmalıydı.Böyle düşünüyordu artık.Ama yapamıyordu.Olmuyordu beceremiyordu işte!Unutamıyordu!...Onu her gördüğünde aklına geliyordu ona karşı olan büyük aşkı.Kendine bir tokat atarcasına bastırmaya çalışıyordu bu duyguyu.Beceremiyor yapamıyordu.Yapamazdı da zaten.Çünkü kendi düşüncelerini kontrol edebilme kabiliyetini kaybetmişti bile…

Yine güzel bir okul gününde okuldan çıkmıştı.Evine doğru ilerlemeye başladı.Adımları sakin,yüreği kıpır kıpır yürüyordu.Çünkü hemen arkasında o kız vardı.Bir yol ayrımına geldiklerinde kız ona iyi akşamlar dilemiş ve yoluna devam etmişti.Ama ona son kez iyi akşamlar dilediğinin farkında değildi.Liseli genç derin düşüncelere daldı.O kıza ertesi gün onu sevdiğini söyleyecekti her şeyi göze alarak…

Tam karşıdan karşıya geçerken,sarhoş birkaç genç otomobilleriyle hızla yolun ötesinden geliyorlardı.Liseli genç dalgındı.Ona doğru hızla yaklaşan otomobilleri çok geç fark etmişti…

Ertesi gün cenazesi kaldırılacaktı.Bütün arkadaşlarının ve öğretmenlerinin haberi vardı.Caminin avlusu tıka basa insanlarla doluydu.Kalabalığı yırtarcasına gelen kız,tabutun içindekinin liseli genç olduğuna inanmak istemiyordu.Yüzündeki alaycı bir gülümseme ve gözlerinden akan yaşlarla tabutun kapağını açtı.Liseli genç tabutun içindeydi.Onun buz gibi olan bedenine sarılıp ağladı ve ona seni çok seviyorum dedi.O anda kız bir fısıltı duydu; ‘’Bende seni çok seviyorum’’

My<>Tick
08-02-2007, 08:25 PM
Gercek ASK

Bir zamanlar, bütün duyguların üzerinde yaşadığı bir ada varmış:
Mutluluk, Üzüntü, Bilgi ve tüm diğerleri, Aşk dahil.
Bir gün, adanın batmakta olduğu duygulara haber verilmiş.
Bunun üzerine hepsi adayı terketmek için sandallarını hazırlamışlar.
Aşk, adada en sona kalan duygu olmuş,
çünkü mümkün olan en son ana kadar beklemek istemiş.
Ada neredeyse battığı zaman,
Aşk yardım istemeye karar vermiş.
Zenginlik, çok büyük bir teknenin içinde geçmekteymiş.
Aşk, "Zenginlik, beni de yanına alırmısın ?" diye sormuş.
Zenginlik, "Hayır, alamam.
Teknemde çok fazla altın ve gümüş var, senin için yer yok." demiş.
Aşk, çok güzel bir yelkenlinin içindeki Kibir 'den yardım istemiş.
"Kibir, lütfen bana yardım et !"
"Sana yardım edemem, Aşk.
Sırılsıklamsın ve yelkenlimi mahvedebilirsin."
diye cevap vermiş Kibir.
Üzüntü yakınlardaymış ve Aşk yardım istemiş:
"Üzüntü, seninle geleyim."
"Of, Aşk, o kadar üzgünüm ki, yalnız kalmaya ihtiyacım var."
Mutluluk da Aşk 'ın yanından geçmiş;
ama o kadar mutluymuş ki Aşk 'ın çağrısını duymamış.
Aşk, birden bir ses duymuş. "
Gel Aşk! Seni yanıma alacağım..."
Bu Aşk'tan daha yaşlıca birisiymiş.
Aşk o kadar şanslı ve mutlu hissetmiş ki,
onu yanına alanın kim olduğunu öğrenmeyi akıl edememiş.
Yeni bir kara parçasına vardıklarında,
Aşk 'a yardım eden yoluna devam etmiş.
Ona ne kadar borçlu olduğunu farkeden Aşk,
Bilgi 'ye sormuş: "Bana yardım eden kimdi?"
"O, Zaman 'dı" diye cevap vermiş Bilgi.
"Zaman mı? Neden bana yardım etti ki?" diye sormuş Aşk.
Bilgi gülümsemiş:
"Çünkü sadece Zaman Aşk'ın ne kadar büyük olduğunu anlayabilir..."

My<>Tick
08-02-2007, 08:26 PM
AŞKIN GÖZÜ KÖRDÜR

Uzun zaman önce, dünya yaratılmadan insanlar dünyaya ayak basmadan önce, iyi huylar ve kötü huylar ne yapacaklarını bilemez vaziyette dolanıyorlarmış. Bir gün, toplanmışlar ve her zamankinden daha sıkkın oturuyorlarken Saflık ortaya bir fikir atmış: "Neden saklambaç oynamıyoruz?" Ve hepsi bu fikri beğenmiş ve hemen çılgın Çılgınlık, bağırmış: "Ben ebe olmak ve saymak istiyorum, Ben ebe olmak istiyorum!" ve başka hiç kimse Çılgınlığı arayacak kadar çıldırmadığı için, Çılgınlık bir ağaca yaslanmış ve saymaya başlamış, 1, 2, 3. Ve Çılgınlık saydıkça, iyi huylarla kötü huylar saklanacak yer aramışlar. Şefkat Ay’ın boynuzuna asilmiş; ihanet çöp yığınının içine girmiş; Sevgi bulutların arasına kıvrılmış; Yalan bir tasın altına saklanacağını söylemiş ama yalan söylemiş çünkü gülün dibine saklanmış; Tutku dünyanın merkezine gitmiş; Para hırsı bir çuvalın içine girerken çuvalı yırtmış. Ve Çılgınlık saymaya devam etmiş, 79, 80, 81, 82. Askın dışında, bütün iyi huylar ve kötü huylar o ana kadar zaten saklanmış, Aşk, kararsız olduğu gibi, nereye saklanacağını da bilmiyormuş. Bu bizi şaşırmamalı çünkü hepimiz Askı saklamanın ne kadar zor olduğunu biliriz. Ve Çılgınlık 95, 96, 97... ye gelmiş ve 100'e vardığı anda, Aşk sıçrayıp güllerin arasına girmiş ve saklanmış. Ve Çılgınlık bağırmış "Sağım solum sobedir, geliyorum!" ve arkasını döndüğünde, ilk önce Tembelliği görmüş, o ayaktaymış çünkü saklanacak enerjisi yokmuş. Sonra Şefkat’i ayin boynuzunda görmüş ve ihaneti çöplerin arasında, Sevgiyi bulutların arasında, Yalanı gölün dibinde ve Tutkuyu dünyanın merkezinde, hepsini birer bulmuş, sadece biri hariç. Ve Çılgınlık umutsuzluğa kapılmış, en son saklı kişiyi bulamamış, derken Haset, aşk bulunamadığı için haset ahaha, Çılgınlığın kulağına fısıldamış:"Askı bulamıyorsun, O güllerin arasında saklanıyor." Ve Çılgınlık çatal seklinde tahta bir sopa almış ve güllerin arasına çılgınca saplamış, saplamış, saplamış, ta ki yürek burkan bir haykırma onu durdurana kadar. Ve haykırıştan sonra, Aşk elleriyle yüzünü ahaha ortaya çıkmış ve parmaklarının arasından iki sicim gibi kan akıyormuş, gözlerinden. Çılgınlık Askı bulmak için heyecandan Askın gözlerini çatal sopa ile kör etmiş. "Ne yaptım ben? Ne yaptım ben? Diye bağırmış."Seni kör ettim. Nasıl onarabilirim?" Ve Aşk cevap vermiş, "Gözlerimi geri veremezsin. Ama benim için bir şey yapmak istersen, benim kılavuzum olabilirsin."Ve o günden beri, Askın gözü kördür ve her zaman Çılgınlık yanındadır..."

My<>Tick
08-02-2007, 08:26 PM
Mavisi yesiline karismis, uzun uzun agaclarin
gölgelerini cömertce sundugu, türlü türlü böceklerin,
ciceklerin yasadigi, insanoglunun pek az ugradigi
ormanlardan birinde güzel bir göl vardi.
Suyu berrak mi berrak, serin mi serin... Gölün kiyisinda
hayat bulmus boynu bükük papatya, yanibasinda
o essiz büyülü suyun icinde acmis olan, en az kendi
kadar yalniz görünen nilüfer cicegine sevdalanmisti.
Onun görkemli görüntüsünü, saf, masum,
asaletli halini hayranlikla seyrediyordu her gün.

Nilüfer cicegi de kayitsiz degildi sevgili
papatyasina karsi. Birbirlerine sevgiyle bakiyorlar,
sarkilar söylüyorlardi birlikte. Yalnizliklarini
unutuyorlardi su koskoca orman icinde...
Tanrim, diyordu papatya icinden kimi kez.
Bu güzelligin yaninda benim yerim nedir ki?
O suyun icinde yasar bense toprakta...
Elimi uzatsam tutamam bile onu... Oysa
öylesine istiyorum ki onun yaninda olmayi...

- Ey güzel cicegim, ey benim nilüferim
seviyorum seni... Lakin öylesine caresizim ki...
Sana nasil ulasacagimi bile bilmiyorum...
Evet, orada oldugunu bilmek, sesini duymak,
güzelligini görmek bile yetiyor bana ama
istiyorum ki elini tutayim, güzelligine dokunayim.
Gel gör ki ben bir papatyayim, sen ise bir nilüfer...
Ayri dünyalarda yasayan iki ayri cicek...

Nilüfer, karsiliksiz birakmadi papatyanin sözlerini:
- Papatyalarin en tatlisi, kemandan cikan müzik ayni
ama nagmeleri cikaran teller ayridir. Sen baskasin,
ben baskayim, sen ordasin, ben buradayim diye yerinme.
Gönül sesine kulak ver yalniz... Bir seyi istiyorsan
yürekten iste....Sevgi, ask, ne büründügün kiyafeti,
ne makami, ne mesafeleri ne de baska bir seyi dinler...
Onun fermani okunmaya basladimi her sey susar.
Her sey caresiz kalir... Sevgi söz konusu oldugunda
kisi kendi disindaki güclerin insafina kalmaz.
Cünkü; kendisi de güclü bir varlik haline gelir.
Ruhunun derinliklerinden gelen bu ezgi güvlenmeye
basladikca kayitsiz kalamaz buna tüm evren...
Sen ki benim güzelligime, askinla güzellik katmakta,
yalnizligimi örtbas etmektesin. Benim ve kendinin
varoldugumu ispatlamaktasin dünyaya.

simdi kapat gözlerini simsiki...
Siyril tüm düsüncelerinden...
Yalnizca ama yalnizca beni düsle...
Yanimda oldugunu, gölün sularinda
elimi tuttugunu hayal et... Iste beni...
Göreceksin ki sevginin asamayacagi engel yoktur!

Papatya, nilüferin dedigini yapti. Yalnizca ama
yalnizca onun hayalini doldurdu tüm benligine.
Kendini güzeller güzeli ciceginin
yaninda farzetti. Istedi... Istedi...

- Ac gözlerini!, dedi nilüfer.
Papatya saskinlik icindeydi gözlerini actiginda.
Sevgili ciceginin yaninda,
gölün sulari icinde bir nilüfer cicegiydi artik o da...

Sevmek...
Istemek...
Hayal etmek...
Inanmak...

Olmayacak sey yoktur!
Eger ki; bu duygulara sahipseniz...

My<>Tick
08-02-2007, 08:26 PM
Yeni evli bir çift vardı.
Evliliklerinin daha ilk aylarında,
bu işin hiç de hayal ettikleri gibi
olmadığını anlayıvermişlerdi.

Aslında birbirlerini sevmiyor değillerdi.
Son zamanlarda o kadar sık olmasa da,
evlenmeden önce sık sık birbirlerini
çok sevdiklerine dair ne kadar da
dil dökmüşlerdi.

Ama şimdilerde, küçük bir söz,
ufak bir hadise aralarında orta çaplı
bir kavganın çıkasına yetiyordu.

Bir akşam oturup ilişkilerini
gözden geçirmeye karar verdiler.
Her ikisi de, boşanmayı
istememekle beraber, işlerin böyle
gitmeyeceğinin farkındaydılar.

Erkek, "Aklıma bir fikir geldi" dedi.
"Bahçeye bir ağaç dikelim ve eğer
bu ağaç üç ay içinde kurursa boşanalım.
Kurumaz da büyürse bunu bir daha
aklımızdan geçirmeyelim.
Bu süre içinde de
ayrı ayrı odalarda kalalım."

Bu ilginç fikir
hanımının da hoşuna gitti.
Ertesi gün gidip
bir meyve fidanı aldılar ve
birlikte bahçeye diktiler.
Aradan bir ay geçti.
Bir gece bahçede karşılatılar.
Her ikisinin de elinde
içi su dolu birer bidon vardı.

My<>Tick
08-02-2007, 08:26 PM
Genç kız feci bir hastalığın pençesinde kıvranıyordu. Yaralı kalbi artık bu dünyaya
daha fazla dayanamamaya başlamıştı. Çok zengin olan ailesi tüm gazetelere,
kalp nakli için ilân vermişlerdi... Canını feda edecek birini arıyorlardı...
Genç kız ise her gün hastane odasında biraz daha solmaktaydı.

Yine yalnızdı odasında, gözü yaşlı, boynu bükük ölümü bekliyordu...
Gözlerini kapadı, bu küçük odada gözyaşı dökmekten bıkmıştı... Yine de
engel olamadı pınar gibi çağlayan gözyaşlarına. Sevdiği geldi aklına,
fakir ama onu seven sevgilisi... Her gün aynı şeyleri düşünüyor,
anıları bir film şeridi gibi gözünün önünden geçiyordu...

"Param yok ama sana verebileceğim sevgi dolu bir kalbim var" demişti
delikanlı... Genç kızda zaten başka birşey istemiyordu...Sevgiye muhtaç biri,
sevdiğinin sevgisinden başka ne isteyebilirdi ki... Ama olmamıştı işte,
dünyalar kadar olan sevgilerinin arasına, o lanet olasıca para girmeyi bilmiş,
onları ayırmıştı... İşte paranın geçmediği zamanlara gelmişlerdi...
Ne önemi vardı artık? Şu son günlerinde, sevdiği yanında olsa yeterdi...

Ayrılıklarından bu yana beş bitmeyen, çile dolu yıl geçmişti...Her günü zehir,
her günü hüsran... Ama genç kız hep sevgisini yüreğinde taşımış, kalbini
kimseyle paylaşmamıştı. Sevdiğini düşündü işte o an.. Acaba o neler yapmıştı
bu kadar sene boyunca.. Kimbilir kiminle evlenmiş, çoluk çocuğa karışmıştı...
Gözlerinden bir damla yaş daha damladı kurumuş, bitmiş ellerine. Ellerine baktı,
bir zamanlar ellerinin, elerini tuttuğunu hayal edip, her gün saatlerce ellerini
seyrederdi... En çok da saçlarının dökülmesine üzülüyordu. Çünkü sevdiği öpmüş,
koklamıştı onları. Her bir tanesi koptuğunda, kalbine bir ok daha saplanıyordu.
Kalbi yine sızlamaya başlamıştı. Belki sevdiği yanında olsa,
kalbi bu kadar yorulup, veda etmezdi yaşama... Zaten artık ölüm umrunda
değildi genç kızın. Sevdiğinden ayrı yaşamanın ölümden ne farkı vardı ki...

Tekrar o geldi aklına... Keşke keşke yanımda olsa dedi. Son bir kez elini tutsa
yeterdi. Gözlerini son bir kez öpse, rahatça ebediyen gözlerini kapatabilirdi artık...
Gözleri pınar gibi çağlamaya başladı. Sevdiğini son bir kez göremeden ölmek
istemiyordu.. Ufak da olsa ondan bi hatırasını almadan bu dünyadan göçmek
istemiyordu... Sevdiği, kimbilir kiminle beraberdi? Kendi, sevgi dolu kalbini kimseyle
paylaşmayı düşünmemişti bile ama acaba o paylaşmış mıydı? Onun sevgisini
silmiş atmış mıydı acaba kalbinden? İçi birden nefretle doldu. Üstüne büyük bir
ağırlık çöktü. Onu düşündükçe her dakikasının zehir olması artık çok daha
ağır geliyordu genç kıza... Ölmek istedi, artık yaşamak istemiyordu bu dünyada...
Ama sevdiğinden bir hatıra almadan ölmeyeceğine and içmişti.

Tekrar gözlerini açtı. Kimbilir belki de sevdiği onu unutmuştu.. Bu düşünceler
içinde daldı... Birden babası girdi odaya, kızına kalp nakli için bir gönüllü
bulduklarını müjdeleyecekti. Fakat genç kız çoktan uykuya dalmıştı...
Bir meleği andıran masum yüzü, sevdiğinin özleminden sırılsıklamdı...

O gece biri gözlerini dünyaya kapadı, genç kız ameliyata alındı. Tekleyen ve
görevini yerine getirmeyen kalbi değiştirilmişti. Bir hafta sonra tekrar gözlerini
açtı dünyaya genç kız. Ama dünya daha farklı geldi ona. Sanki bir şeyler eksikti...

Aradan aylar geçmiş genç kız artık iyice iyileşmişti. Ama içindeki burukluğu bir
türlü atamıyordu. Sevdiği aklına gelince kalbi eskisinden daha çok sızlıyordu...
Bir kere, bir kere görebilsem diye mırıldandı... Kalbi yine sızlamaya başlamıştı.
Yeni kalbi onu iyileştirmişti ama nedense her gece aniden hızlanıyor, onu
uykusundan uyandırıyor ve sanki yerinden çıkacakmış gibi atmaya başlıyordu...
Genç kız bir anlam veremediği bu durumu doktora anlatmıştı ama
ameliyatı kolay değildi, bir aya kalmadan geçer demişti doktor.

Aylar geçmişti ama hâlâ aynıydı durum. Çiçeklerinin yanına gitti. Her gün
onlarla saatlerce dertleşiyor, zaman zaman ağlıyordu onlara.. En çok kan
kırmızısı gülünü seviyordu. Çünkü kırmızı gülün onun için yeri apayrı idi.
O da genç kızla beraber gülüyor, onunla beraber ağlıyordu. Onu sevdiği gibi
görüyordu genç kız. Ve gülünü sevdiğini ilk gördüğünde ona hediye edeceğine
dair yemin etmişti. Başka türlü paylaşamazdı gülünü kimseyle...

Kapı çaldı aniden. Kapıyı açtı ama kimse yoktu. Gözü yerdeki beyaz zarfa ilişti.
Yavaşça eğilip zarfı yerden aldı. Birden kalbi deli gibi atmaya başladı. Ne
olduğunu anlayamıyordu. Zarfın üzerinde ne bir isim, ne bir adres vardı.
Zarfı açtı, içinden beyaz bir kağıda yazılmış bir mektup çıktı. Kalbi daha hızlı
atmaya başladı. Onun kokusu vardı kağıtta. Evet, onun kokusu vardı.
Yıllar yılı özlemini çektiği, yanında olabilmek için canını bile verebileceği
sevdiğinin kokusu vardı mektupta... Başı dönmeye başladı. Koltuğuna geçip
oturdu yavaşça... Kağıdı açtı ve elleri titreyerek okumaya başladı.

"Sevgilim, senden ayrıldıktan sonra, bir kalbe iki sevginin sığmayacağını
bildiğimden dolayı, ne bir kimseyi sevebildim, nede kimseye bakabildim... Her
günüm diğerinden daha zor geçti, çünkü her gün özlemin daha da artıyordu...

Sana kitapları dolduracak kadar şiirler yazdım. Her biri diğerinden daha da
hüzünlüydü. Yazdım, okudum, ağladım... Her gün yazdım, her gün okudum, senelerce
ağladım... Her gece seni düşündüm sabahlara kadar, her gece senin yanında
olmayı istedim. Ve her gece sensizliğe lanet ettim, uykuları haram ettim kendime,
sensiz olmanın acısını gözlerimden çıkardım... Ve bir gün her şeyi değiştirecek
bir fırsat çıktı önüme. Bunu fırsatı değerlendirmeyip, kendime haksızlık edemezdim.
Ve değerlendirdim... Senden çok uzaklara gittim, belki seni unuturum diye...
Ama tam tersi oldu. Seni daha çok özlüyorum artık...

Senden çok uzaklardayım belki ama yine de seni görmek için uzaklardan
gelebiliyorum. Hem de her gece...Seni seviyor, seyrediyor ve eğilip sen uyurken
yanağına bir öpücük konduruyorum.. Bazen gözlerini açıp bakıyorsun, geldiğimi
bildiğini sanıyorum ama yine o tatlı uykuna geri dönüyorsun. Yarın birbirimizi
sevmemizin altıncı senesi... Hep ben geldim şimdiye kadar senin yanına, yarın da
sen gel olur mu sevgilim.. Ha, unutmadan, sana hep sözünü ettiğim, kalbime iyi bak
olur mu? Çünkü göz yaşlarımla, adını yazdım ona... Seni senden bile çok seven bir
sevgi var kalbinin içinde unutma. Kırmızı gülü de unutma olur mu?
Seni Seviyorum, Yanıma Gelinceye Kadar da Seveceğim...

SEVGİLİN

My<>Tick
08-02-2007, 08:26 PM
Çirkin Postacı


Dünyanın bana zindan olduğu günlerdi. Sanırım birkaç defasında da
evden ağlayarak dışarı çıkmıştım... Hayatım kararmıştı da bir ışık
bekliyordum sanki ama yoktu. İşte böyle düşündüğüm günlerde
daire kapıma sıkıştırılmış bir Mektup buldum. Hayretle baktım
üzerinde göndericisi yazmayan zarfa. Sonra odama girip açtım...


"Acıları paylaşmak insanların vazifesidir" diyordu. "Senin geçtiğin
sokakta ben de vardım. Ama bir sokakta ya ben olmamalıydım
veya paylaşılmamış acılarını içinde gezdiren bir insan!..."


Mektubun sonunda da isim yazmıyordu. Peki kimdi bu?
Kimdi, neden yazmıştı bu notu ve neden bana yazmıştı?
Aslında hoş sözlerdi...Ve aslında bir mektuba da deliler gibi
ihtiyacım vardı. Acaba dediğini yapacak mıydı, yazacak mıydı
her gün?.. Bunu zaman gösterecekti. İlk gün kafam karıştı.
Hem kendi problemlerimi hem dün gelen mektubu, hem de
yeni mektupların gelip gelmeyeceğini düşünüyordum. Sonraki gün
posta kutumda beyaz bir zarf buldum. Kalbimin çarptığını hissettim...
Yazı aynıydı, odama girip okumaya başladım mektubu.

Bu inanılmazdı.. Bir bardak su içercesine bitiverdi mektup.
Doymadım! Bir bardak su daha almış gibi kendime ve
susuzluğumu kandırır gibi yeniden okudum altı sayfayı...
Sanki tanıyordu beni, sanki yıllardır dertleşiyordum onunla...
Altıncı sayfanın sonunda diyordu ki; "Yarın yine yazacağım..."
Yarın yine yazdı, öbür gün yine..Ve sonraki günler yine yazdı...

Her mektubunun sonunda, yarın yine yazacağına ait not vardı
ve her gün de dediğini yapıyordu. Her gün işyerinden dönerken
kalbim çarpıyordu heyecanla... Her gün görüyordum posta kutumun
bugün de boş olmadığını ve gariptir; artık yapayalnız olmadığımı,
kalbimin boş olmadığını hissediyordum. Bu mektuplar yüreğime
giriyor sıkıntılarımı eritiyor ve beni yarınlara doğru itiyordu.
Zannediyordum ki; bunlar olmadan yaşayamayacağım.
Öylesine alışmıştım ki onlara, olmasalar sanki nefes alamayacağım!...
Vakit buldukça oturup eski mektupları bile yeniden okuyordum.
Zaman geçti ve zamanla beraber sıkıntılarımda geçti.
O günlerden geriye sadece eski mektuplar kaldı. Bir gün içimde
karşı koyamadığım bir merak peydahlandı; kimdi bu?
Nasıl biriydi? Onunla ilgili her şeyi merak etmeye başladım.
O her gün yazıyordu ve nasılsa her gün yazmaya devam edecekti.
Bundan emin olduğum için de, yazılarında anlattıklarından çok
nasıl bir kalemle yazdığına, neden bu kağıdı seçtiğine, yazı stiline
aklımı takmaya başladım... Yazıları öylesine deva olmuştu ki bana,
onunla ilgili her şey de mükemmel olmalıydı. Ama her şey...

O gün evde kalmıştım. Kahvaltı yapmış ve bu harika mektupların
en azından nasıl birisi tarafından getirildiğini görmeyi koymuştum
kafama... Öğle vaktine doğru sokağa giren postacıyı gördüm.
Koşarak aşağı indim. Mektubumu kutuya bırakmıştı, eli henüz
havadaydı...Göz göze geldik. Aman Allahım... Aman Allahım,
bu ne kadar çirkin bir adamdı böyle! Dondum kaldım... O da başını
eğdi döndü ve gitti. Orda öylesine bekliyordum şimdi...
Kutuyu açıp mektubu bile alamıyordum. Bunca zaman, bunca
güzel bir mektubu, bu kadar çirkin biri mi taşımıştı? O öptüğüm,
kokladığım, göğsüme bastırdığım, yastığımın üzerine koyduğum
mektuplarıma benden önce bu adamın mı eli değmişti?
Saçmaladığımı biliyordum ama böylesine güzel duygularıma
bu çirkin yaratık karıştı diye az önce getirdiği zarfı alamıyordum.
Kapıyı açtım, dışarı çıkıp bir adım attım. Çoktan gitmişti. Neye olduğunu bilmiyordum ama çok kızgındım. Zarfa dokunmadan çıktım yukarıya.
Odama girdim, eski mektuplarıma baktım. Biliyordum, onlar benim
en zor günlerimle bugünüm arasında köprü olmuşlardı, ama onlara da dokunamadım. Bu güzelliğe bu çirkinliği yakıştıramıyordum!

Ertesi gün iş dönüşü baktım ki, kutuda hâlâ o aynı kirli mektup var!
Almadım. Sonraki gün baktım; aynı mektup yine yapayalnız beklemekte.
Bir kaç gün sonra ise kutuya bile dönüp bakmamaya başladım...
Altı yedi hafta sonra dünya yine karanlık gelmeye başladı bana.
Bir dosta, bir morale ölürcesine ihtiyaç duymaya başladım...
Her şey çok ağırlaşmıştı yeniden. Uyku bile uyuyamıyordum.
Mektup aklıma geldiğinde gece yarısını geçiyordu. Tereddüt
bile etmeden aşağı indim, kutumu açtım ve mektubu aldım.

Bir saat içinde üç defa okumuş, özlemiş olarak göğsüme bastırmış
ve uzun zamandır ilk defa böylesine huzur içinde uyuyabilmiştim.
Bunlar benim ilacımdı biliyordum. En çok o gün merak etmiştim,
bir daha ne zaman yeni bir mektup geleceğini... Ve o akşam gözlerime inanamadım; kutumda mektup vardı. Yazı aynıydı, zarfta yine isim
yoktu. Üstelik bunda postanenin damgası da yoktu...


Açtım zarfı;içindeki kısacık mektupta şunlar yazıyordu;
"Sana gelmiş bir mektubu kırk sekiz gün okumamakla ne kazandığını
bilmiyorum... Ama artık benim sana yazmaya vaktim olmayacak.
Çünkü tayinim çıktı ve bugün başka bir şehre gidiyorum. Hoşçakal!

Çirkin Postacı..."


Donmuş kalmıştım şimdi... Derin bir pişmanlık düğümlendi boğazıma,
hıçkırarak eve girdim. Çantamı açtım; tarakların,rujların ve diğer
karışıklığın arasında bulduğum mavi göz kalemiyle, bir kağıda;
"Lütfen bana tekrar yaz" yazıp posta kutuma koydum.

Bir daha hiç kilitlemediğim kutuda,
aynı notum iki yıldır yapayalnız bekliyor...

My<>Tick
08-02-2007, 08:27 PM
BANA GÖZYAŞI BORCUN VAR !



Adam genç kadına seslendi:
- Bana gözyaşı borcun var!

Genç kadın sordu:
- Nasıl öderim?

Adam gözlerini kırptı;
- Haydi gülümse!

Gülümsedi genç kadın. Adam, cebinden mendilini çıkarıp, borcunu sildi.
Ve mendilini özenle katlayıp, yine kalbinin üzerindeki iç cebine koydu.

Bir demet mor sümbül vardı kadının elinde.
İkisi de bahar kokuyordu...
Biri ilkbahar, diğeri güz.

Adam, seslendi yine;
- Bana mutluluk borcun var!

Genç kadın, biraz mahcup, biraz şaşkın sordu:
-Nasıl ödeyebilirim?

Heyecanlandı adam
- Haydi yat dizlerime!

Genç kadın bir kedi uysallığında, yattı dizlerine usulca.
Adam, şefkatle saçlarını taramaya başladı kadının.
Saçları, güneşe ve yağmurlara hasret hiç yaşanmamış baharlara benziyordu.
Çaresizliğini ördü sırasıra.
Sonra saçının her teline, mutluluğun çığlıklarını bağladı adam.
Yetmedi, gizli düğüm attı... Ağladı.
Hava kararmak üzereydi. Dışarıda yağmur yağıyordu delice.
Adam, sürekli borç defterlerini kurcalıyordu.

Genç kadının gözlerinin içine baktı;
- Bana yürek borcun var!

Borcunun farkındaydı sanki genç kadın, şaşırmadı.
- Bu borcumu nasıl ödeyebilirim?

Adam kollarını uzattı
- Haydi tut ellerimi!

Sümbül kokusu sinmiş ellerini uzattı genç kadın.
Elleri öyle sıcaktı ki, eriyiverdi bütün borcu avuçlarının içinde.
Genç kadın gitmek üzereydi.

Adam son kez seslendi;
- Bana can borcun var!

Kadın irkildi;
- Can mı?

Sigarasından derin bir nefes çekti adam;
- Evet... Can borcun var. Sensizlik öldürüyor beni!

Hoşuna gitti sözler kadının
- Peki bu borcumu nasıl tahsil etmeyi düşünüyorsun?

Adam, biraz daha yaklaştı;
- Yum gözlerini!

Hiç tereddüt etmeden yumdu gözlerini.
Adam da yumdu gözlerini, masumca bir öpücük kondurdu
kadının titreyen dudaklarına.

- Bu ne şimdi yaptığın? diyerek çattı kaslarını kadın...

Adam, pişmanlıkla, memnunluk arasında gidip geldi. Kekeledi;
- Hayat öpücüğüydü!

Kısa bir sessizliğin ardından bu kez kadın öptü adamı şehvetle...

Adam, şaşırdı;
- Ya senin bu yaptığın neydi?

Genç kadın kapıya yöneldi;
- Veda öpücüğü!

Kalan borçlarına karşılık, yürek dolusu çaresizlik
ve bir de mor sümbüllerini masanın üzerine rehin bırakıp gitti genç kadın.


Adam koştu peşinden sümbülleri geri verdi kadına.
- Ne olur iyi bak umut çiçeklerime, solmasınlar...

Genç kadın sümbülleri aldı:
- Merak etme, gün aşırı sularım çiçeklerini!

Adam sevindi:
- Güneşe, suya gerek yok. Gülümse yeter!

Kadın gözden kaybolurken haykırdı adam,
- Umutlarımı kefil yaptım. Unutma, bana aşk borçlusun!

Haykırışı yağmura karıştı.
Kadın, yağmuru hissetmeyen kalabalığa...

My<>Tick
08-02-2007, 08:27 PM
Bir Aşk Hikayesi...

Üniversiteli delikanlı Kolejli kıza bir voleybol maçında rastladı. Okul salonundaydı maç. Tribünsüz,minik bir salon.. Seyircilerle, oyuncular arasında, sahanın çizgisi vardı sadece..O kadar yakındılar..

Delikanlı, bu tatlı, bu güzel, bu dünyalar şirini kızı ilk defa görüyordu takımda.. Hoşlandığını, fena halde hoşlandığını hissetti. Az sonra bir şeyi daha hissetti. Uzun zamandan beri maçı değil, o güzel kızı izlediğini.. Kız servis atarken hemen önünden geçti. Göz göze geldiler.. Kız gülümsedi..

Delikanlı, çok popülerdi o yıllarda.. Kız onu tanımış olmalıydı. Kim bilir, belki kız da ondan hoşlanmıştı.. Belki de delikanlı öyle olmasını istediği için ona öyle gelmişti.. Set değişip, takım karşıya gidince, delikanlı da yerini değiştirdi, o da karşıya gitti.. Üçüncü sette tekrar eski yerine döndü.. Kız da gidiş gelişleri fark etmişti galiba.. Bir defa daha gülümsedi. Manidar.."anladım" der gibi bir gülümseyişti bu...

Delikanlı o hafta boyu hep bu dünyalar şirini kızı düşündü.. Pazar günü, sabahın köründe kalktı, erkenden oynanacak maçı, ne maçı canım, o dünyalar şirini kızı görmek için..

Delikanlı artık kızın hiçbir maçını kaçırmıyordu.. Dahası.. Ankara Koleji'nin her dağılış saatinde, okul civarında oluyordu, onu bir kez daha görmek için.. Karşılaştıklarında, hafif çok hafif bir gülümseme, çok minik bir baş eğmesi ile selamlaşır olmuşlardı.. Bir defasında, yaptığına sonra kendisi de günlerce güldü.. O gün gene tesadüfmüş gibi, okul dağılışı kızın karşısına çıkmış, gülümseyerek selamlamış, sonra arka sokaklara dalıp, yıldırım gibi koşarak, bir blok ötede gene karşısına çıkmıştı. Kız bu defa, iyice gülmüştü.. Karşısında, sözüm ona ağır ağır yürüyen, ama nefes nefese delikanlıyı görünce..

Delikanlı, voleybol takımının kaptanını iyi tanıyordu. Arkadaştılar. Sonunda bütün cesaretini topladı, kaptana açıldı.. O kızdan fena halde hoşlanıyordu. Galiba kız da ona karşı boş değildi. Bir yerde, bir şekilde tanışmaları gerekiyordu.. O zamanlar, bu işler böyle oluyordu çünkü.. Kaptan "tabi" dedi.. "bu hafta sonu güzel bir konser var. Biz onunla gitmeye karar vermiştik zaten. Sen de gel. Hem konseri birlikte izleriz, hem de tanışırsınız.."

"Mutluluk işte bu olmalı" diye düşündü delikanlı.. "Mutluluk işte bu!.."

Ve konser gününe kadar *******i hiç uyuyamadı.. Konser gününü de hiç ama hiç unutmadı.. O ne heyecandı öyle.. Konserin verildiği sinemanın kapısında tanıştılar.. El sıkıştılar.. O güzel ele dokunduğu anı da hiç unutmadı delikanlı.. Kaptan, salona girdiklerinde, ustaca bir manevra daha yaptı. Delikanlı ile dünyalar şirini kız yanyana düştüler.İnanamıyordu delikanlı.. Onunla nihayet yanyana oturduğuna, onun sıcaklığını hissettiğine, onun nefesini duyduğuna inanamıyordu.. Biraz önce tanışırken tuttuğu el, bir karış ötesinde öylesine duruyor, delikanlı, sahnede dünyanın en romantik şarkısı söylenirken –o an dünyanın bütün şarkıları dünyanın en romantik şarkısıydı ya- o eli tutmak için öylesine büyük bir arzu duyuyordu ki içinde.. Ama uzatamıyordu işte elini.. Her şey böyle iyi giderken, yanlış bir hareketle, onu ürkütebileceğinden, incitebileceğinden öylesine korkuyordu ki..

Sonunda dayanamadı, sanki kolu uyuşmuş gibi, uzandı..Kolunu kızın koltuğunun arkasına koydu.. Kızın omzuna değil.. Koltuğun üzerine.. Sonra kız arkaya yaslandı.. Bir kaç saç teli, delikanlının elinin üzerine dokundu.. Kalbi yerinden fırlayacak gibi atıyordu artık genç adamın.. Dünyalar şirini kızın saçları eline dokunuyordu çünkü.. Konserden çıkarken, kız, şakalaştı.. "Sizi her maçımızda görüyoruz. Alıştık nerdeyse.. Yarın Adana'da da maçımız var.. Gözlerimiz sizi arayacak.."

Hayır, aramayacaktı. Delikanlı o anda kararını vermişti çünkü.. Cebinde onu otobüsle Adana'ya götürüp getirecek, hatta öğle yemeğinde bir de Adana kebap yedirecek kadar para vardı.. Gece yarısı kalkan otobüse bindi.. Sabah erkenden Adana'ya indi. Maç saatine kadar başı boş dolaştı. Salona erkenden girdi, en ön sıraya tam servis köşesine en yakın yere oturdu.. Takımlar sahaya çıkarken, salondaki en heyecanlı seyirci oydu. Maç falan değildi sebep tabii.. İlk sette kız farkında bile değildi onun.. Nerden olsundu ki.. İkinci sette öbür tarafa gittiler.. Döndüklerinde, ügüncü sette kız fark etti delikanlıyı..Yüzünde çok ama çok şaşkın bir ifade, biraz mutluluk, biraz da gurur vardı sanki.. Ankara'nın hele Kolejde çok popüler bu delikanlısının onun için ta oralara geldiğini bilmenin gururu..

Maç bitti. Kız soyunma odasına, delikanlı garaja gitti. Tek kelime konuşmadan.. Konuşmaya gelmemişti ki.. Kız "keşke orada olsaydın" demişti. O da olmuştu işte.. Hepsi o.. Ona o kadar çok şey söylemek istiyordu ki aslında..

Bir gün üniversite kantininde gazete okurken, iç sayfalarda bir şiire rastladı. Daha doğrusu bir şiirden alınmış bir dörtlüğe.. Söylemek istediği her şey bu dört satırda vardı sanki.. Bembeyaz bir karta yazdı o dört satırı.. Öğleden sonrayı zor etti, Kolejin önüne gitmek için.. Kızın karşıdan geldiğini gördü. Koşarak yanına gitti. "Bu sana" diye kartı eline tutuşturdu ve kayboldu ortadan.. Kız, Necip Fazıl'ın dört satırını okurken..

"Ne hasta bekler sabahı
Ne taze ölüyü mezar...
Ne de şeytan bir günahı
Seni beklediğim kadar!.."

Ertesi gün öğleden sonra, tarif edilemez heyecanlar içinde Kolejin önündeydi gene.. Kız karşıdan geliyordu.. Bu defa yanında arkadaşları yoktu. Yalnızdı.. Yaklaştığında işaret etti delikanlıya.. Gözlerine inanamadı genç adam.. Onu yanına mı çağırıyordu yoksa.. Evet, çağırıyordu işte.. Kalbinin duracağını sandı yaklaşırken.. "Sana bir şeyler söylemek istiyorum" dedi kız.. O da heyecanlıydı, belli.. "Bak iyi dinle.. Dünkü satırlar için çok teşekkürler.. Herhalde hissettin, ben de senden hoşlanıyorum. Ama senden evvel tanıdığım birisi daha var. Ondan da hoşlanıyorum ve henüz karar veremedim, hanginizden daha çok hoşlandığıma.. Ve de şu anda, onu terk etmem için bir sebep yok.."

"O zaman karar verdiğinde ve de eğer seçtiğin ben olursam, hayatında başka kimse olmazsa, ara beni!" dedi, delikanlı ikiletmeden.. Ayrıldı kızın yanından.. Bir daha voleybol maçına gitmeden, bir daha okul yolunda önüne çıkmadan.. Bir daha onu hiç görmeden..

Yıllarca sonra Levent Yüksel'in söyleyeceği şarkıdaki Sezen Aksu'nun sözlerini o zaman biliyordu sanki. Aşk "onurlu" olmalıydı.. Günlerce, haftalarca, aylarca bekledi.. Tıpkı, kıza verdiği o dörtlükteki gibi bekledi.. Hastanın sabahı, şeytanın günahı beklediği gibi bekledi.. Heyecanla bekledi. Hırsla, arzuyla bekledi. Umutla, umutsuzlukla bekledi. Bazen öfkeyle bekledi.. Ama bekledi.. Başka hiç kimseye bakmadan, başka hiç kimseyi bulmadan bekledi. Bir gün bir şiir antolojisinde şiirin tamamını buldu.. İki dörtlüktü şiir.. İlki kıza verdiğiydi.. Bir ikinci dörtlük daha vardı orada.. O dörtlüğü de bir kartın arkasına dikkatle yazdı.. Cebine koydu..

Bekleyiş sürüyor, sürüyordu.. Okullar kapandı, açıldı.. Aylar, aylar geçti..Bir gün delikanlı kızı aniden karşısında gördü.. "Günlerdir seni arıyorum" dedi kız. "Günlerdir seni arıyorum. İşte sana haber.. Artık hayatımda hiç kimse yok!.."

"Yaa" dedi delikanlı.. "Yaa" dedi sadece.. Kalbi heyecandan ölesiye çarparken, aylardır ölesiye beklediği an gelip çatmışken, ağzından sadece bu ses çıkmıştı: "Yaaa!.."

Cebindeki artık iyice eskimiş kartı uzattı kıza.. "Sana bir şiirin ilk dörtlüğünü vermiştim ya bir gün.." dedi. "Bu da sonu onun..."

Sonra yürüdü gitti, arkasına bile bakmadan.. Kız ikinci dörtlüğü oracıkta okurken..

"Geçti istemem gelmeni
Yokluğunda buldum seni.
Bırak vehmimde gölgeni
Gelme artık neye yarar!.."

Aradan yıllar, çok ama çok uzun yıllar geçti. Delikanlı bugün hala düşünüyor.. O uzun, çok uzun bekleyiş mi öldürmüştü aşkını? Ya da beklerken, ölesiye beklerken hayalinde öylesine bir sevgili yaratmıştı ki, artık yaşayan hiç kimse bu hayali dolduramazdı.. O sevgilinin kendisi bile.. Hayalindekini canlı tutmak için mi, canlısını silmişti yani?.. Ya da.. Ya da.. Bir şiirin romantizmine mi kapılmış, bir delikanlılık jesti uğruna, mutluluğunun üzerinden öylece yürüyüp mü gitmişti acaba?

Delikanlı bu soruların cevabını bugün hala bilmiyor.. Bilmediğini de en iyi ben biliyorum.. Çünkü, o delikanlı, bendim!...

My<>Tick
08-02-2007, 08:27 PM
Kızın gözleri onu aradı vapur çıkışında .Zaten internet sayesinde tanışmışlardı , pek de önemli değildi ama genede heycanlanıyordu ve telefonu çaldı arayan oydu 5dk 'ya kadar geliceğini söledi ve kızın içinden bari 5dk kadar bir tur atiyim demeye kalmadan bir adım attıki ,arkadan Derya diye bir ses geldi kulağına doğru . Kafasını döndürdüğünde gözgöze geldiler genç delikanlıyla .İLk görüşte aşk böyle birşeydi heralde kendisini onun yanında hiç emanetten saymıyordu onun gibiydi sanki uzun zamanlardan beri çıkıyor gibilerdi eleleydiler gözgözelerdi birbirlerini çok seviyordular.Arkadaşlarına iyi davranıyordu en önemlisi kıza iyi davranıyordu ve kızın kalbini kazanıyordu böylece
Oldukça birbirleriyle iyi anlaşıyorlardı her ilişkide olduğu gibi arada kavga ediyorlardı tabi kıskançlık kapris olsun v.s
ama gene barışıyorlardı her hafta sonu buluşuyorlardı çünkü ikiside okuyorlardı arada bir hafta içide buluşma oluyrodu ama zordu
Çocuk kızın okul çıkışna giderdi ve akşama kadar takılırlardı aylar böyle geçiyordu birbirlerini severek ama nereden bilebilirdiki çocuk bir gün ondan nefret etsin
Kaprisleri kıskançlıkları çocuğu bunaltsın .. kız 2005 yılından nefret eder oldu Çünkü bu yıl ikisi içinde bir dönüm çöküşüdür
Ayrıldıkları gün 4 Ocak 2004 Günü bir kız için kavga etmişlerdi aslında kız değildi arkadaşı yüzünden bir şakaya kurban gittiler Bir daha barışmamak üzere ayrıldılar Ne mi oldu ??...
Oğlan 1 2 ay sonra unuttu kızı , ama kızın hala kalbi yaralı izleri duruyor ne kadar silsede derinlerde biryerlerde saklı
Bu kadar sevmek doğrumu diye düşünüyor kendince
şimdi ayrılalı 11 ay olucak hala unutamadı hala seviyor hala ağlıyorummm !!!! Seni çok seviyorum Ne olur geri dön
Senden başkasıyla olamadım ya içimi dökmen çok güzel bir duygu ama artık herkes çok sıkıldı unut unut diye yalvarıyorlar Sanki elimde unutmamak 2005 'ten nefret ediyorum ..!

My<>Tick
08-02-2007, 08:27 PM
uTaNgAçLıK ÇoK KoTu BıSeY Ya

Daha 18 yasındaydı , ama hayatının sonundaydı.
Tedavisi mümkün olmayan ölümcül kansere yakalanmıştı.
Kahır içinde eve kapamıştı kendisini.
Sokağa çıkmıyordu.
Annesi...Birde kendisi...
O kadar dı bütün hayatı...
Bir gün fena halde sıkıldı,dayanamadı,attı kendini sokağa...
Bir yığın vitrinin önünden geçti.
Tam cd satan bi dükkanı da geride bırakmıştı ki, bir an durdu.
Geri döndü , kapıdan içeri, gözüne hayal meyal takılan genc kıza bidaha baktı.
Kendi yaşlarında harika bir genc kızdı tezgahtar.
Hani ilk bakışta aşk derler ya öyle takılıp kalmıştı işte..
İçeri girdi
Kız gülümseyerek koştu ona
->Size nası yardım edebilirim? diye
Nasıl bir gülümsemeydi o.
Hemen oracıkta sarılıp öpmek istedi kızı
Kekeledi, geveledi sonra
->evet su cd yi bana sararmısınız?
Kız cd yi aldı , içeri gitti
Az sonra elinde paket edilmiş geldi.
Aldı pakedi , çıktı dükkandan , evine döndü,açmadan dolaba attı...

Ertesi sabah gene gitti aynı dükkana
Gene bir cd gösterdi kıza , sardırdı , aldı eve getirdi ,attı paketi dolaba , gene açmadan...
Günler hep alınan sarılan cd lerle geçti.
Kıza açılmaya bi türlü cesaret edemiyordu.
Annesine açıldı sonunda
Annesi ->Git konuş oğlum , ne var bunda? dedi...
Ertesi sabah bütün cesaretini topladı ve erkenden dükkana gitti.
Bir cd secti .
Kız gülerek aldı plağı arkaya gitti paketlemeye.
Kız içerdeyken bir kağıda
Sizinle bir gece çıkabilirmiyiz diye yazdı altına telefon numarasını ekledi notu kasanın yanına koydu gizlice..
Sonra pakedini alıp kaçtı gine dükkandan..

2 gün sonra evin telefonu çaldı
Anne açtı telefonu
Cd dükkanındaki tezgahtar kızdı arayan
Delikanlıyı istedi.
Notunu daha yeni bulmuştu
Anne ağlıyordu..
Duymadınız mı? dedi
Dün kaybettik oğlumu..

Cenazeden bikaç gün sonra , anne oğlunun odasına girebildi sonunda..
Ortalığa çeki düzen vermeliydi.
Dolabı açtı...
Oraya atılmış bir yığın açılmamış paket gördü
Paketleri aldı , oğlunun yatagına oturdu ve birtanesini açtı..
İçinde bir cd vardı birde minik not
''merhaba sizi öyle tatlı buldum ki daha yakından tanımak istiyorum bir akşam birlikte cıkalım sevgiler ''
Anne bir paketi daha açtı..
Ondada bir cd ve bir not vardı
''Siz gerçekten çok tatlı birisiniz hadi beni bu gece davet edin artık. sevgiler''

My<>Tick
08-02-2007, 08:27 PM
Bir otobüs durağında

karşılaşmışlardı ilk kez.... Biri tıpta okuyordu, öbürü mimarlıkta. O ilk

karşılaşmadan sonra, bir kere, bir kere, bir kere daha karşılaşabilmek

için, hep aynı saatte, aynı duraktan, aynıotobüse bindiler. Gençtiler, çok

genç... Birbirileriyle konuşacakcesareti bulmaları biraz zaman aldı ama

sonunda başrdılar. İkisi de her

sabah otobüse bindikleri semtte oturmuyorlardı aslında. Delikanlı

arkadaşında kaldığı için o duraktan binmişti otobüse, kız ise

ablasında.... Sırf birbirilerini görebilmek için, her sabah erkenden

evlerinden çıkıp, şehrin öbür ucundaki o durağa, onların durağına

geldiklerini, gülerek itiraf ettiler bir süre

sonra...


Okullarını bitirince hemen

evlendiler. Mutluydular hem de çok mutlu... Bazen işsiz, bazen parasız

kaldılar ama öylesine sıkı kenetlenmişti ki yürekleri ve elleri hiçbir

şeyi umursamadılar. Ayın sonunu zor getirdikleri günlerde de ünlü bir

doktor ve ünlü bir mimar olduklarında da hep mutluydular. Zaman aşımına

uğrayan, alışkanlıklara yenik düşen,banka hesabında para kalmadığı için ya

da tam tersine o hesabı daha da

kabarık hale getirmek uğuruna bitip-tükeniveren sevgilerden değildi

onlarınki... Günler günleri, yıllar yılları kovaladıkça sevgileri de

büyüdü, büyüdü... Tek eksikleri çocuklarının olmamasıydı. Zorlu bir tedavi

sürecine rağman çocuk sahibi olmayınca, “bütün mutlulukların bizim

olmasını beklemek, bencillik olur” diyerek devam

ettiler

hayatlarına. Çocuk yerine,

sevgilerini büyüttüler... “Senin için ölürüm” derdi kadın,

sımsıkı sarılıp adama ve adma “Hayır, ben senin için ölürüm”

diye yanıt verirdi hep...


Bazen eve geldiğinde, aynanın

üzerinde bir not görürdü kadın, “Bir tanem, kütüphanenin ikinci

rafına bak....” Kütüphanenin ikinci rafında başka bir not olurdu,

“Mutfaktaki masanın üzerine bak ve seni çok sevdiğimi sakın

unutma” Mutfaktaki masadan, salondaki dolaba sevgi dolu notları

okuya okuya koşturan kadın, sonunda kimi zaman bir demet çiçek,kimi zaman

en sevdiği çikolatalar, kimi zaman da pahalı armağanlarla karşılaşırdı...

Aldığı hediyenin ne olduğu önemli değildi

zaten....


Hayat ne kadar hızlı akarsa

aksın, işleri ne kadar yoğun olursa olsun hep birbirlerine ayıracak zaman

buluyorlardı bulmasına ama kırklı yaşların ortalarına geldiklerinde, daha

az çalışmaya karar verdiler.Adam, hastaneden ayrıldı ve muayenehanesinde

hasta kabul etmeye başladı.Kadın da mimarlık bürosunu kapadı ve sadece

özel projelerde görev aldı.Artık daha fazla beraber olabiliyorlardı. Bir

gün sahilde dolaşırken,harap durumda bir ev gördü kadın, üzerinde

“satılık” levhası asılı olan.

“Ne dersin, bu evi alalım mı?” dedi adama. “Bu

viraneyi yıktırır, harika bir ev yaparız. Projeyi kafamda çizdim bile.

Kocaman terası olan, martıları kahvaltıya davet edeceğimiz bir deniz evi

yapalım burayı.“Sen istersin de ben hiç hayır diyebilirmiyim?”

diye yanıt verdi adam. “Amerika’daki tıp kongresinden döner

dönmez ararım emlakçıyı... Kaç para olursa olsun, burası bizimdir

artık....”


Sadece bir hafta ayrı

kalacaklarını bildikleri halde, ayrılmaları zor oldu adam Amerika’ya

giderken. Her gün, her saat konuştular telefonla. Gözyaşları içinde

kucaklaştılar havaalanında. Fakat birkaç gün sonra,kocasında bir tuhaflık

olduğunu fark etti kadın. Eskisi kadar mutlu görünmüyor, konuşmaktan

kaçınıyordu. Onu neşelendirmek için, sahildeki evi hatırlattı ve çizdiği

projeyi verdi kadın ama hiç beklemediği bir cevap aldı: “Canım, o ev

bizim bütçemizi aşıyor. Sen en iyisi o evi

unut...”

Mutsuzluk,

mutluluğun tadına alışmış insanlara daha da acı, daha da çekilmez gelir.

Kadın, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri. Derdini söylemesi için

yalvardı adama, “Senin için ölürüm, biliyorsun, ne olur anlat”

diye dil döktü boş yere... Yıllardır sevdiği adam, duyarsız ve sevgisiz

biriyle yer değiştirmişti sanki. Ona ulaşmaya çalıştıkça, beton duvarlara

çarpıyordu kadın, her çarpmada daha fazla kanıyordu

yüreği...

Bir gün, çocukluğunun,

gençliğinin ve bütün hayatının birlikte geçtiği arkadaşına dert yanarken,

“Artık dayanamıyorum, sana söylemek zorundayım” diye sözünü

kesti arkadaşı. “O, seni aldatıyor. İş yerimin tam karşısındaki

restoranda genç bir kadınla yemek yiyiyor her öğlen.Sonra sarmaş dolaş

biniyorlar arabaya....”


“Sus, sus çabuk, duymak

istemiyorum bu yalanları” diye bağırdı kadın. Onca yıllık

arkadaşını, kendisini kıskanmakla suçladı.... Ertesi gün,öğle vakti o

restoranın hemen karşısında bir köşeye sindi sessizce ve peri masallarının

sadece masal olduğunu anladı... Kocasının eskiden aynı hastanede çalıştığı

genç çocuk doktorunu tanıdı hemen. Bazen evlerinde ağırladıkları kadına

nasıl sarıldığını gördü adamın...


Akşam kocası eve gelir gelmez,

bazen bağırıp, bazen ağlayarak, bazen ona sımsıkı sarılıp bazen de

yumruklayarak haykırdı suratına her şeyi. İnkar etmedi adam. Zamanla

duyguların değişebildiği, insanların orta yaşa geldiklerinde farklılık

aradığı gibi bir şeyler geveledi ağzında ve bavulunu alıp gitti evden.

Kapıdan çıkarken, “son bir kez kucaklamak isterim seni”

diyecek oldu ama kadın, “defol” dedi

nefretle...


İlk celsede boşandılar...

Modern bir aşk hikayesinin böyle son bulmasına kimse inanamadı.

Arkadaşlarının desteğiyle ayakta kalmaya çalıştı kadın.Adamın,

sevgilisiyle birlikte Amerika’ya yerleştiğini öğrendi. Bazen yalnız

kaldığında, onu hala sevdiğini hissedince, ağlama nöbetleri geçiriyor,

aşkın yerini, en az onun kadar yoğun bir duygu olan nefretinalması için

dua ediyordu.


Aradan bir yıl geçti... Her

şeyin ilacı olduğu söylenen zaman bile, kadının derdine çare olamamıştı.

Bir sabah, ısrarla çalan zilin sesiyle uyandı. Kapıyı açtığında,

karşısında o kadını gördü. “Sen, buraya ne yüzle geliyorsun”

diye bağırmak istedi ama sesi çıkmadı. “Lütfen, içeri girmeme izin

ver, mutlaka konuşmamız gerekiyor.” dedi genç kadın. Kanepeye ilişti

ve zor duyulan bir sesle konuşmaya başladı: “Hiçbir şey göründüğü

gibi değil aslında. Çok üzgünüm ama o bir saat önce öldü.Geçen yıl

Amerika’daki kongre sırasında öğrendi hastalığını ve yaklaşık bir

senelik ömrü kaldğını. Buna dayanamayacağını, hep söylediğin gibi onunla

birlikte ölmek isteyeceğini biliyordu. Seni kendinden uzaklaştırmak için,

benden sevgilisi rolünü oynamamı istedi. Ailesine de haber vermedi.

Birlikte Amerika’ya yerleştiğimiz yalanını yaydı.. Oysa ilk

karşılaştığınız otobüs durağının karşısında bir ev tutmuştu.

Tedavi

görüyor ve kurtulacağına

inanıyordu ama olmadı. Gece fenalaşmış, bakıcısı beni aradı, son anda

yetiştim. Sana bu kutuyu vermemi istedi...” Gözlerinden akan yaşları

durduramayacağını biliyordu kadın.Hemen oracıkta ölmek istiyordu. Eline

tutuşturulan kutuyu açmayı neden sonra akıl edebildi. İtinayla katlanmış

bir sürü kağıt duruyordu kutuda.İlk kağıtta, “Lütfen bütün notları

sırayla oku bir tanem” diyordu...

Sırayla okudu; “Seni çok

sevdim”,

“Seni sevmekten hiç

vazgeçmedim”,

“Senin için

ölürüm derdin hep, doğru söylediğini

bilirdim.”

“Fakat

benimiçin ölmeni istemedim”

“Şimdi bana söz vermeni istiyorum.”


“Benim içinyaşayacaksın,

anlaştık mı?”

son kağıdı eline

alırken, kutuda bir anahtar olduğunu gördü kadın...

Ve son kağıtta şunlar

yazılıydı:


“Sahildeki evimizi senin

çizdiğin projeye göre yaptırdım. Kocaman

terasta martılarla kahvaltı ederken, ben hep seni izliyor

olacağım....”

My<>Tick
08-02-2007, 08:28 PM
BUNU OKUMANIZI TAVSİYE EDERİM
ARKADAŞLARR



SEVGINI BELLI ET
10.Sinif Ingilizce dersinde yanimda bir kiz oturuyordu onun için benim en iyi Arkadasim diyordum...ama Ben onun ipek gibi saçlarina bakip benim olmasini istiyordum...ama o bana benim ona baktigim gibi bakmiyordu bunu biliyordum,dersten sonra kalkti ve geçen gün sinifta olmadigi için günün notlarini istedi ve ona notlari verirken bana tesekkür etti ve yanag&yacute;mdan öptü onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyordum ama çok utaniyordum..

11.Sinif
Telefonum çaldi,arayan oydu ve agliyordu bana askin nasil kalbini kirdigini anlatti,beni evine çagirdi,yalniz kalmak istemedigini söyledi, bende tabi ki gittim,koltuga,onun yanina oturdum,güzel gözlerine bakmaya basladim ve onun benim olmasini diledim,2 saat sonra Drew Barrymore'un bir filmi basladi ve onu izledik filmi izledikten sonra uyumaya karar verdi, bana her sey için tesekkür etti ve beni yanagimdan öptü. Onu arkadas olarak istemedigimi Bilmesini istiyordum,onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utaniyordum...

SON SINIF
Mezuniyet balosundan bir gün önce yanima geldi ve çiktigi çocuk hasta ve partiye gelemeyecek dedi, benimde çiktigim biri yoktu ve 7.sinifta birbirimize söz vermistik eger çiktigi biri olmazsa partilere birlikte gidecektik, "en iyi arkadas" olarak.Ve partiye birlikte gittik,o aksam çok güzeldi, her sey yolunda gitti, partiden sonra onu evinin kapisinin önüne kadar biraktim, kapinin önünde ona baktim o da bana güzel gözleriyle bana gülümseyerek bakti.Onun benim olmasini istiyordum...ama o bana benim ona baktigim gözle bakmiyordu bunu biliyordum, bana "hayatimin en güzel zamanini geçirdigini" söyledi ve yanagimdan öptü... Onu sadece arkadas olarak istemedigimi Bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama Söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum Ama çok utaniyordum... Günler, haftalar, aylar geçti ve mezuniyet günü geldi çatti.. Sürekli onu izledim onun mükemmel vücudunu seyrettim.Diplomasini almak için sahneye çikarken sanki havada süzülen bir melek gibiydi.Onun benim olmasini istiyordum...Ama o bana benim ona baktigim gözle bakmiyordu bunu biliyordum.Herkes evine gitmeden önce yanima geldi ve aglayarak bana sarildi sonra basini omzuma koydu ve "sen benim en iyi arkadasimsin,tesekkürler" deyip yanagimdan öptü.Onu sadece arkadas olarak istemedigimi bilmesini istiyordum, onu çok Seviyordum ama söyleyemiyordum. Nedenini bilmiyorum ama çok utaniyordum...

ARADAN YILLAR GEÇTI
Bir kilisedeydim ve o kizin nikahini izliyorum..evet artik evleniyordu, onun "evet, kabul ediyorum"demesini,yeni hayatina girmesini izledim, baska bir adamla evli olarak. Onun beni olmasini istiyordum..ama o bana benim ona baktigim gözle bakmiyordu bunu biliyordum.Yeni hayatina girmeden önce yanima geldi ve "nikahima geldin tesekkürler" deyip yanagimdan öptü. Onu sadece arkadas olarak istemedigimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama Söyleyemiyordum nedenini bilmiyordum ama çok utaniyordum...

YILLAR ÇABUK GEÇTI
Su an benim bir zamanlar en iyi arkadasim olan kizin tabutuna bakiyorum,esyalari toplanirken lise yillarinda yazdigi günlügü ortaya çikti... Hemen günlügünü aldim ve günlükte okudugum satirlar söyleydi... "Onun gözlerine bakarak onun benim olmasini diledim...ama o bana benim ona baktigim gözle bakmiyordu bunu biliyordum.Onu sadece arkadas olarak istemedigimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama SÖYLEYEMIYORDUM.nedenini bilmiyordum ama çok utaniyordum. KESKE BANA SEVDIGINI SÖYLESEYDI. Hayatta hiçbir sey için geç kalmayin sevdiginizi söyleyin.Her ne pahasina olursa olsun.Bu onu kaybetmekte olsa.

Yorumlarınızı bekliyorum
emğe saygı

My<>Tick
08-02-2007, 08:28 PM
SERÇENİN GÖZYAŞLARI

O gün erken uyanmıştı. İçinde her zamankinden farklı birşeyler vardı; sevgi mi deseydi buna yoksa başka birşey mi bilemiyordu... Ama iki yıldan beri içinde tertemiz bir sevgiden başka birşey yoktu ki! Yine de bu günkü farklıydı içinde sevinç, sevgi ve heyecan karışmıştı... O nedenle güne nasıl başlasam diye düşünürken içi içine sığmıyordu. Çocuğun duyguları gibi gün de çok farklıydı, çok özeldi.Bugün dünyanın en kutsal, en güzel duygusunu paylaşanların günüydü; yaşamın amacı olan duyguyu paylaşanların günü... Çocuk bunun için, o taptığı, kendinden fazla değer verdiği, tarif edilmesi istenildiğinde tarif edemediği kadar büyük bir sevgiyle sevdiği kıza nasıl bir armağan alacağını düşünüyordu: Şöyle kocaman ve sevimli bir tavşan? Ama bu olmazdı, kıza doğum gününde almıştı bunu. Peki ya çok güzel ve değerli bir kolye? Bu olabilir diye düşündü. Ama bu da olmazdı, alacağı hediyenin kıza kendi parasından çok tertemiz sevgisini anlatmasını istiyordu o... Uzun uzun düşündü; bu nasıl bir hediye olmalıydı? Sonra bir ışık belirdi zihninde: Kiristal bir gül! Bu çok güzel bir fikirdi! Hemen hazırlandı ve mağaza mağaza gezmeye başladı. Hayalinde oluşturduğu o hediyeyi aramaya başlamıştı. Saatlerce aradı ama böyle birşey bulamadı hiçbiryerde... Umutsuzluğa kapılmış kız arkadaşının yanına gidiyorken; sokakta çok tatlı, ufacık bir kızın elinde koskoca bir sepetle gül sattığını gördü. Onun istediği kristal bir güldü; hiç solmaması için... Yine de ufacık bir çocuğu mutlu ederek alınacak bir hediyenin daha değerli olacağını düşündü ve bütün sepeti satın aldı. Bu arada sevdiği kızdan çağrı gelmişti. Yarım saat sonra orada olacağını belirten bir mesaj attı ve yoldan geçen taksiyi durdurdu çocuk. Gideceği yeri şoföre söyledi ve yine hayallere daldı... Kimbilir ne kadar mutlu olacaktı "biriciğim" diye hitap ettiği, uğruna şiirler yazdığı, herşeyden önemlisi sevdiği o kız. Bu hayaller içinden bir ara sıyrıldı ve arabanın süratlendiğini fark etti. Ama bu sorun değildi aksine daha iyiydi çünkü biriciğine daha kısa sürede kavuşacaktı. Tekrar daldı düşüncelere...Ani bir fren sesi ve kulakları sağır eden bir gürültüyle kendini bembeyaz bir yolda buldu. Hertaraf bembeyazdı ve kendinden başka hiçkimse görünmüyordu ortalıkta... Ölmüş olmalıydı... Ama neden bugün? Neden biriciğini göremeden? Derken yanında beliren melek ona cehenneme gideceğini söyledi. Çocuk hiçbir tepki vermemişti sadece o üzgün gözlerini çok uzaklarda biryerlere odaklamış, meleğin söylediklerini dinliyordu... Cehennem kapısına geldiklerinde melek son sözlerini ve son dileğini istedi ondan. Çocuk, az önce uzaklıklara meydan okurcasına sonsuzluğa dikmiş olduğu gözlerini bu kez meleğin gözlerine dikti ve "son bir kez onu görmek istiyorum" dedi. Melek şaşırmıştı. Çünkü bugüne kadar hiçkimse "günahlarımı affedin" sözlerinden ya da "cennete gitmek" dileğinden başka hiçbir dilekte bulunmamıştı. Gerçi çoğunun dilekleri kabul edilmemişti... Ama bu çocuk az da olsa cehennemden kurtulma şansını geri çevirip; ölmeden önce sevdiği kızı görmek istemişti... Biraz beklemesini söyledi ona ve ortalıktan kayboldu. Çocuk tek başına kapıda beklerken, melek çocuğun cehenneme gitme sebebine baktı: kitapta "bir insanı büyük yaratıcıdan çok sevmiş ve o na tapmış..." yazıyordu. Melek çılgına döndü; bu nasıl bir şeydi? Nasıl bir duyguydu, sevgiydi? Tekrar çocuğun yanında belirdi ve dileğinin kabul edildiğini söyledi. Aynı anda çocuk kendini "biriciğinin" yanında buldu: kız oturmuş, ağlıyordu... Derken bir polis elinde bir sepet gülle gelip; kıza ismini sordu ve bu güllerin kendisine ait olduğunu, sepetteki kartta onun isminin yazdığını söyledi. Kız şaşkın bir biçimde sepete baktı ve bir kısmı kanlanmış olan güllerin arasından kartı aldı; okumaya başladı. Kartta: "Bu gülleri gözyaşlarımla yıkamak istedim ama böyle mutlu bir günde ağlamamın yanlış olacağını düşünerek yanlarına sevgimi koyarak sana getirdim..." yazıyordu. Bir de not düşülmüştü: "Biriciğim, bu bizim ölümsüz sevgimizin ikinci yılı. Ve bu iki yıl içinde hayatımın en mutlu günlerini geçirdim. Ama bu iki yıl değil, önümüzdeki yüzyıllar ne seni bana unutturmaya ne de benden ayırmaya yetmeyecek. Ben kadere inat bir gün ölsemde, yine seni herşeyden çok seveceğim..." Kız bunları okuduktan sonra acı bir çığlık attı ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam etti... Çocuk "yeter!" diyerek gözlerini ve kulaklarını kapadı. Ne kızın gözyaşlarını görmek istiyordu ne de hıçkırıklarını duymak. Çünkü bunlar ona çok büyük bir acı veriyordu... Ve gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı... Bütün bunlar olurken çocuğu izleyen melek, çocuğun ağladığını görünce: "Bu olanaksız! Bir ruh ağlayamaz, bu imkansız!" diye bağırmaya başladı. "Yüce Allah'ım, nedir bu?" diye haykırdı. Her taraf birden karardı ve kulakları sağır eden bir ses duyuldu: "Bu sevgidir! Ben insanları yaratırken onlara güzel duyguları bahşettim ve onlarda sevgiyi yarattılar. Kimi parayı, kimi başarıyı, kimi eşini dostunu sevdi. Ama bu çocuk benim yarattığımı benden bile fazla sevmiş... Onu affediyorum. Ama cennete alamam oradakilerede bu ölümsüz sevgiyi bulaştırmasını istemiyorum. Ne dileği varsa söylesin, yerine getirin!" Melek çekine çekine çocuğa yaklaştı ve "Yaratıcımız seni bağışladı ne dileğin varsa yerine getireceğiz" dedi. Çocuk ıslak gözlerle Ona bir serçe olarak dünyaya gitmek istediğini söyledi. Melek birkez daha şaşkına döndü ve neden bir insan olarak değilde bir serçe olarak gitmek istediğini sordu: Çocuk:"Ben artık onun ve ailemin, sevdiklerimin gözünde bir ölüyüm. Şimdi tekrar karşılarına çıkıp ben ölmedim, bakın yaşıyorum demem daha büyük bir yıkım yapar onların duygularında. Onlara daha fazla acı çektirmek istemiyorum. Bir serçe olarak gidersem herzaman, uzaktan da olsa biriciğimin yanında olabilirim; *******i uyurken penceresinin camından o tatlı yüzünü izleyebilirim..." dedi ve dileği gerçekleşti. Tekrar yaşama dönmüştü ve önceden hep yapmak istediği gibi özgürce gökyüzünde uçabilirdi. Ve kanatlarını çırpmaya başladı. Hemen sevdiği kızın evine gitti; odasının camının önündeki ağacın dallarından birine kondu ve onu izledi... Günler, aylar böyle akıp gitti... Minik serçe, kız nereye giderse hep onunla birlikte gitti... Şimdi aradan iki yıl geçmişti ve kız iki yıldan beri ilkdefa gülmüştü. Karşısındaki yakışıklı gencin anlattıkları onu güldürmeyi başarmıştı... Kız eve döndüğünde yatağına uzandı; uzun uzun, kara kara birşeyler düşündü... Sonra çok sevdiği ve acısını kalbinde taşıdığı çocuğun resmini eline aldı, uzun uzun baktı ve kendi kendine konuşmaya başladı: "Nerdesin? Seni çok özledim... Zaman hiç geçmedi sen yokken yanımda... Şimdi biriyle tanıştım; bir haftadır onunla buluşuyoruz... Biliyormusun; senden sonra ilk defa beni güldürmeyi başaran o oldu... Hatırlıyormusun; iki yıl önce bu gün sen bana bir sepet gül ve onların yanında bir kart vermiştin... Kartta; "Seni iki yıl sonra değil, yüzyıllar boyunca bile unutmayacağım..." yazıyordu... Ama ben bunu başaramadım, aşkımıza sadık kalamadım; onu seviyorum..." dedi ve bunları söylerken de gözyaşları boşaldı; yanaklarından süzülerek... Bütün bu olanları camın ardından izleyen minik serçenin kalbine birşey saplanmıştı ve gözleri dolmuştu... Derken melek beliriverdi karşısında:" Sakın ağlama, biliyorsun serçeler ağlarsa ölür..." dedi. Ama minik serçe sevdiği kıza son birkez daha doya doya bakarak gözyaşlarını serbest bıraktı...
Bu defa yaratıcı, çocuğu affetmedi. Ama hiçbir günahı olmadığı için cehennneme de atamadı, Onun cennete de girmesini istemiyordu yaratıcı... Ve çocuğu gökyüzüne hapsetti... İşte o günden bu güne, nezaman bir aşık üzülse gökyüzündeki bütün serçeler ağlar...

My<>Tick
08-02-2007, 08:28 PM
> Tam göğsünün ortasında bir yerin acıyacak... > > > > > > Evinin seni içine sığdıramayacak kadar dar olduğunu fark > > > edeceksin... > > > Sokağa fırlayacaksın... > > > Sokaklar da dar gelecek... > > > Tıpkı vücudunun yüreğine dar geldiği gibi... > > > Ne denizin mavisi açacak içini, ne pırıl pırıl gökyüzü... > > > Kendini taşıyamayacak kadar çok büyüyecek, bir yandan da kaybolacak kadar küçüleceksin... > > > Birileri sana bir şeyler anlatacak durmadan... > > > "Önemli olan sağlık." > > > "Yaşamak güzel." > > > "Boş ver, her şey unutulur." > > > Sen hiçbirini duymayacaksın... > > > Göz yaşlarından etrafı göremez hale geleceksin... > > > Ondan ölmesini isteyecek kadar nefret edecek, az sonra kollarında > > > ölmek > > > isteyecek kadar çok seveceksin... > > > Hep ondan bahsetmek isteyeceksin... > > > "Ölüme çare bulundu" ya da "Yarın kıyamet kopacakmış" deseler > > > başını > > > kaldırıp Ne dedin?" diye sormayacaksın... > > > Yalnız kalmak isteyeceksin... > > > Hem de kalabalıkların arasında kaybolmak... > > > İkisi de yetmeyecek... > > > Geçmişi düşüneceksin... > > > Neredeyse dakika dakika... > > > Ama kötüleri atlayarak... > > > Onunla geçtiğin yerlerden geçmek isteyeceksin... > > > Gittiğin yerlere gitmek... > > > Bu sana hiç iyi gelmeyecek... > > > Ama bile bile yapacaksın... > > > Biri sana içindeki acıyı söküp atabileceğini söylese, kaçacaksın... > > > Aslında kurtulmak istediğin halde, o acıyı yaşamak için > > > direneceksin... > > > Hayatının geri kalanını onu düşünerek geçirmek isteyeceksin.... > > > Aksini iddia edenlerden nefret edeceksin... > > > Herkesi ona benzetip... > > > Kimseyi onun yerine koyamayacaksın... > > > Hiçbir şey oyalamayacak seni... > > > İlaçlara sığınacaksın... > > > Birkaç saat kafanı bulandıran ama asla onu unutturmayan. > > > Sadece bir müddet buzlu camın arkasından seyrettiren... > > > Bütün şarkılar sizin için yazılmış gibi gelecek... > > > Boğazın düğümlenecek, dinleyemeyeceksin... > > > Uyumak zor, uyanmak kolay olacak... > > > Sabahı iple çekeceksin... > > > Bazen de "Hiç güneş doğmasa" diyeceksin... > > > Ne ******* rahatlatacak seni ne gündüzler... > > > Ölmeyi isteyip, ölemeyeceksin... > > > Belki çivi çiviyi söker diye can havliyle önüne çıkana sarılmak > > > isteyeceksin > > > ... > > > Nafile... > > > Düşüncesi bile tahammül edilmez gelecek... > > > Rüyalar göreceksin, gerçek olmasını istediğin... > > > Her sıçrayarak uyandığında onun adını söylediğini fark edeceksin... > > > Telefonun çalmasını bekleyeceksin... > > > Aramayacağını bile bile... > > > Her çaldığında yüreğin ağzına gelecek... > > > Ağlamaklı konuşacaksın arayanlarla... > > > Yüreğin burkulacak... > > > Canın yanacak... > > > Bir daha sevmemeye yemin edeceksin... > > > Hayata dair hiçbir şey yapmak gelmeyecek içinden... > > > Onun sesini bir kez daha duymak için yanıp tutuşacaksın... > > > Defalarca aradığı günlerin kıymetini bilmediğin için kendinden > > > nefret > > > edeceksin... > > > Yaşadığın şehri terk etmek isteyeceksin... > > > Onunla hiçbir anının olmadığı bir yerlere gidip yerleşmek... > > > Ama bir umut... > > > Onunla bir gün bir yerde karşılaşma umudu... > > > Bu umut seni gitmekten alıkoyacak... > > > Gel gitler içinde yaşayacaksın... > > > Buna yaşamak denirse... > > > > > > **** > > > Razı mısın bütün bunlara...? > > > Hazır mısın sonunda ölüp ölüp dirilmeye...? > > > O halde aşık olabilirsin

My<>Tick
08-02-2007, 08:28 PM
arkadaşlar elimde bikaçtane daha var isterseniz onlarıda yazarım!..şimdilik bu kadar......


Ölmeyen Sevgi

Genç adam ellerinde bir buket çiçek, sahile kosarak geldi... Gözleri söyle bir sahilde gezindi, aradigini göremeyince ilk gördügü banka oturup sevdigini beklemeye basladi. Ellerinde her zamanki çiçeklerden vardi. Sevgilisinin en sevdigi çiçekler bunlardi. Kirmizi , kipkirmizi, kan kirmizisi güller...
Sanki dalindan yeni koparilmis gibi tazeydiler, buram buram kokuyorlardi, sevgi kokuyor, ask kokuyor en önemlisi de özlem ve hasret kokuyordu güller...
Hepsinin üzerinde damlalar vardi. Sanki agliyor gibiydiler. Genç adam güllere bakti, sanki onlarla konusuyormus gibi, "Neden agliyorsunuz, bakin ben ne kadar mutluyum" dedi.
Az sonra sevdigini görecegi için kalbi yine deli gibi atmaya baslamisti. Ne zaman onu düsünse, onunla bulusacagini hayal etse kalbi ayni böyle yerinden çikacakmis gibi oluyordu. Senelerdir birbirlerini sevmelerine ragmen ikiside sevgisinden hiç bir sey kaybetmemisti..
Onlari hiç bir sey ayiramazdi...
Ne hasret, ne ayrilik, ne de ölüm...
Genç adam telasla saatine bakti. Sevdigi yine geç kalmisti, 1 dakika gece kalmisti. Üstelik o, sevdigini bekletmemek için dakikalarca önce kosarak geliyor, onu beklemeyi bile seviyordu. Ama sevdigi her zaman bunu yapiyordu. Devamli kendisini bekletiyordu. Herkesin bir kusuru olurmus diye düsündü...
Ve gözlerini önündeki uçsuz bucaksiz denizlere dikti.. Denizin sonu yok gibiydi, tipki sevdigi kiza karsi olan aski gibi denizinde sonu yoktu. Sonsuzluga uzaniyordu. Aslinda bugün onlar için çok özel bir gündü. Kendi aralarinda söyleneceklerdi. Delikanli önce bunu sevdigine açmis, sonrada gidip iki yüzük almisti. Bu kadar önemli bir günde bari onu bekletmemeliydi.. Ama alismisti artik beklemeye, zarari yok biraz daha beklerim diye düsündü. Güllerin yapraklari nedense hala yasli idi. Bir türlü anlamiyordu onlari. Her sey bu kadar güzelken neden agliyorlardi ki?
Iste az sonra sevdigi gelecek, ona sarilacak, kucaklasacaklardi...
Sonra söz yüzüklerini takip, evlilige ilk adimlarini atacaklardi.
Genç adam öyle heyecanliydi ki sevdigine kavusmak için can atiyordu...
Martilara bakti, birbirleriyle oynasip, uçusan martilara... Ne kadar güzel dansediyorlardi havada.
Tekrar saatine bakti genç adam. Endiselenmeye baslamisti. Sevgilisi yine geç kalmisti, hem de çok... Bu kadar geç kalmamasi gerekiyordu. Iste her gün burada bulusmak için sözlesmiyorlar miydi? Her gün sahilde, martilara bakarak, denizin onlara anlattigi masallari dinleyerek birbirlerine sarilip hasret gidereceklerine söz vermiyorlar miydi? O zaman neden gelmemisti yine??...
Aklina kötü düsünceler gelmeye basladi. Hayir.. hayir.. olamazdi.
Sevdigine bir sey olamazdi.
Onsuz hayat yasanmazdi ki...
O ölse bile devamli benimle yasar diye düsündü genç adam. Bunun düsüncesi bile hos degildi. Gözlerini yere indirdi. Gözyaslarini kimsenin görmesini istemiyordu.
Zaten nedense etrafindaki insanlar ona sanki kaçik gibi bakiyorlardi. Rahatsiz olmaya basladi bakislardan.
Artik bikmisti... Yine sevgilisi geldi aklina.. Neden gelmedi acaba diye düsünmeye basladi. Gözlerini kapatti.
7 sene oldu dedi. 7 senedir her gün bu sahildeydi, sevdigini bekliyordu. Daha fazla dayanamadi. Kalbi parçalanacak gibi oluyordu. Gözlerinden 1 damla daha yas güllerin üzerine damladi...
Yine gelmeyecek galiba, en iyisi ben onun evine gideyim diye mirildandi...
Hiç olmazsa gülleri her zamanki gibi yanina koyar, ona vermis olurdu...
Genç adam ayaga kalkti. Sevdigiyle bulusmak üzere, yesil tepenin ardindaki kabristana dogru yürümeye basladi

My<>Tick
08-02-2007, 08:28 PM
Yoklugunda Buldum Seni

Yüregim ayaklarima dolasiyor bugün, gidecegin gün yaklasiyor galiba… ve bu yürek seni kaybetmeye alisiyor…seni tanimadan özlemek, sana alismadan kaybetmek, benim olmayacagini bile bile istemek, gidecegin gün yaklasiyor, sen, benim seni sevdigimden habersiz, ben sana bagliyim kifayetsiz…. Sen yokken yasamadigimi zannetme, sen yokken de sen varmis gibi gidiyorum sen varken ama bana ait degilken gitmeyi düsündügüm yerlere sana asik olusumun yildönümü üzerinden uzun zaman geçti, zaman geçti ama sanki o gün dündü, her günüm ayni benim her saniyem her dakikam çünkü hep seni yasiyorum her günüm ayni benim çünkü seni sensiz yasiyorum

Baska gözlerde ariyorum gözlerini, sen diye baska gözlere asik oluyorum. Sana söyleyemedigim, belki söylemekten çekindigim, ama senin için yazdigim sözleri söylüyorum, baskalarini sen görüyorum ama baskalari sen olmuyor… baskalari sen gibi anlamiyor… aglarken gülmüyor… dedim ya baskalari sen olmuyor, sen olmuyor… ruhsatsiz askim

Günesin dogmasini da istemiyorum artik… karanlik kalsin… karanlik, yalnizligimin bidayet noktasi, karanlik; sensizligimin hidayet noktasi… günes dogmasin, ne olur… birakin karanlik kalsin…..

Her sey gerçek yalan olan ben miyim…? Ve her sey gerçek yalan olan askim mi…? Yalan diyorsun sen, ben, sana seni sevdigimi söylüyorum ama sen inanmiyorsun… sana hiç seni sevdigimi söylemedim bagira bagira ama gözlerinin içine uzun uzun baktigim anlarda sana, seni sevdigimi haykiriyorum, ellerini tuttugumda; sana seni sevdigimi haykiriyorum, ama bir sana seni sevdigimi söyleyemiyorum….. Hissetmiyorsun hissetmeni bekliyorum

Yalnizlik pek de zor gelmiyor artik bana hem N. Fazil Kisakürek ne demis

Geçti istemem gelmeni

Yoklugunda buldum seni

Birak vehmimde gölgeni

Gelme artik neye yarar

Gelme artik gelmeni istemiyorum gelmen için yalvarmiyorum gelirsen de istemiyorum yoklugunda buldum seni ve o sen, sen degilsin sen, benim askimin maddesisin… maddeye bagli kalmaktan usandim artik… ask özgürlüktür

Ask maddenin disina çikmaktir… yok istemem, gelme artik……

Sen benim ilk askim oldun ask kutsaldir. Benim olan tek özeldir. Ask ayaklar altina alinip da harcialem mahallerde sefasi sürülecek fenomen degildir. Askimin ilk sayfasi evlada diyorum sana yeni bir sayfanin yapragini araladim evlada ilk askim evlada dostum….

Sana evlada derken senin o meshur sözünü kullaniyorum baska mekanda baska zamanda bir gün mutlaka…..

My<>Tick
08-02-2007, 08:29 PM
sen benim düşünce suçumsun!!

Kurşuna dizilmiş yanlarımı gecenin günahkar sesine asarak aşka beraat sunuyorum. Dilsiz karanlıkların ucubeliğinde düşüyorum hayat hattından, vurgunluğun satır aralarına. Derme-çatma bir hayatın gönüllü yeniğiyim. Eylül bulaşığı saçlarımda ebabil kuşları... Düş vardiyalarımda, ele avuca sığmaz kabuslar... Susarken kentin gözleri elemli üşümüşlüklerde, ben lacivert kanıyorum yıldızların koynunda. Sen bilmiyorsun...

Ben Aşk gözlü deli... RÜZGAR... Sensizlikten üşüyen ellerimi en kızıl acılara batırırken acımadan, nefes nefese yanıyorum. Yalan yok, acımda yanıyor. Kırgın ve kötürüm kahkahalar kadar açmazda umutlarım... Yüzümün düştüğü yerde katlediyorum dokuz'a denk düşen tekmil baharları. Kendimden büyük sözcüklerle kanıyorum sensizliğin alfabesinde. Mor defterlere düşüyorum, kefenlere gizlediğim tebessüm kırıklarını. Suretimde cellatlardan kalan yarım bir ölüm... Ey Aşk! Melekler beni çağırıyor. Ağrılı sancılarla dokunupta kirpiklerine, ağlama. Ölümümden ben sorumluyum...

Eyvah bir nakarattan yatıştırılamayan cümleler alırken günceme, dilimdeki yaralı hecelerde vuruyorum esişimi. İsimle ateş arasındakinden vazgeçmişken ben, zevalin ötesinde gözlerim. Sevdiğim! Başa sardım ömrümü, yeniden ölmek için. Oysa elden düşme bir ağlayış değildi, içimin karanlık koridorlarında oyalanan yalnızlık... Bilirim, sen beni yaralarımdan tanırsın en çok. Ve bilirsin ki sevdiğim, hiçbir ayrılık ödeyemez bu aşkın bedelini. Dört duvar hayata sığmaz bu kent soylu aşk. Ömrüm! Saçlarında boğ beni. Gülüşlerimiz buz tutmasın dudaklarında, kan dilli bir keder üstü. Ağlama bizi yedi iklimin berisinde, ay düşünce denize...

Şiirlerimden başlamışken beni silmeye, göğün yakınındaki sana nefti yakalanmalar ayakta hala. Nefesi çatlayan sürgün bir akşamsa sensizlik; bedeli ömür olan altı susuştur aşk. Yeşil gözlüm ey! Hüznümden başla enkazımı taşlamaya. İpe götür bu sicilli suretsizliği. Kır zincirlerimi! Sana azatlığımı esirgeme benden. Ama şimdi ölsem, beş para eder mi denenmemiş intiharlarım? İstanbul kadar ağlasam, kafi gelir mi suçüstü suskunluğuna? Ey Aşk! ''Sen bende cennet. Cinnete en yakın...'' Geldim Molla Cünun'un delilik kapısına. Ateşimde ateşlerde. KURTARMA!..

Bütün dönüş biletlerini yaktım aşkın. Yüreğimin zifiriliğinde kayıpsada rüyalar şimdi, Mecnunluğuma senden özge Leyla Çölü bulamam. İsmim isminle bilinir. Bense sana ancak önsöz. Çatırdasın gökkubbe. Kahrolsun, yatağını üşüten ırmak. Paralansın, kitabesi dikilmeyen şaibeli aşklar. Kendinden habersiz ıslansın mağrur yağmurlar, ben esişime sığabileceksem eğer!..

Sevdiğim! Sabaha, kan kırmızı tan yerine ve aşka andolsun ki; benim bildiğim tek ben, sensin. Hoş geldin yokluğunun varlığına. Hoş geldin, ateşimin gül yüzü...

My<>Tick
08-02-2007, 08:29 PM
Elveda Birtanem

Sabah uyandiginda midesinde bir yanma hissetti yanmanin nedeni aksam yedikleri degil uyanir uyanmaz bugün yapacaklarinin aklina gelmesiydi. Bugün 2 yildir götürmeye çalistigi bir birlikteligi bitirecekti aslinda bunda geç bile kalmisti. Bitmeli dedi içinden her gün; bu tatsiz uyanis bitmeli... Içinde bir muhakeme baslamisti, kendi kendine söyleniyordu:

“Ona da haksizlik etmek istemiyorum belki hatali olan benim.... Bulunmaz Hint kumasi degilim ya, görünüs olarak himmm yakisikli çocuk denilecek biri hiç degilim.... Ama yaptim çok çalistim bitmesin diye kendimle mantigimla çok kavga ettim olmadi....” Genç adam bunlari düsünürken surati sekilden sekille giriyordu. Süratle giyinerek disari çikti, bugüne kadar hiç bekletmemisti onu simdide bekletmemeliydi. Istanbul soguk ve yagmurlu bir Nisan ayi yasiyordu.Genç adam gökyüzüne bakarak iç geçirdi bulutlar bizim yasayacaklarimizi biliyor onlar bile agliyor halimize.

Birkaç saatlik yolculuktan sonra Kadiköy iskelesine geldi her zamanki gibi yine ilk kendisi gelmisti bulusma yerine. Birkaç dakikalik beklemeden sonra karsidan kiz arkadasinin geldigini gördü, simdi midesindeki agri daha da artmisti. Karsilama faslindan sonra Besiktas'a gitme karari aldilar, yolculuk sirasinda hiç konusmadilar; genç adam günesin yoklugunda grilesen denize bakiyordu. Genç kiz arkadasinin bu durgunluguna anlam verememisti, öyle ya nereden bilecekti bu gün ayrilik çanlarini çaldigini.

“Üsüdüm” dedi genç kiz, bu yolculuk boyunca edilen tek lafti. Besiktas'a geldiklerinde bir cafe de oturdular, genç kiz anlamisti kendisine bir sey söylenmek istendiginin... “Bana bir sey mi söylemek istiyorsun” dedi, genç adamin gözlerine bakarak. Genç adam gözlerini kaçirarak “evet” seklinde basini salladi.

Genç kiz daha da heyecanlanmisti. Biraz da sinirlenerek “söyle öyleyse ne diye bekliyorsun.”

Genç adam içini çektikten sonra “sence biz nereye kadar gidecegiz, daha dogrusu biz iyi bir ikiliyiz”

“Bunlari sorma geregini neden duydun.” dedi genç kiz.

Genç adam söze basladi: “bak canim bundan birkaç ay önce aksam saat 11:00 civariydi sanirim, hatirladin mi?

Genç kiz “evet hatirladim” dedi, ama genç adam genç kizin sözünü bitirmesini beklemeden “o aksam seni düsünüyordum diger aksamlarda oldugu gibi senin için bir siir yazmistim onu o an sana okumak istemistim, sana telefon açtigimda siirimi bile dinlemeden simdi sirasi mi canim ya senin de isin gücün yok mu demistin bana. Biliyor musun o an bir kaç yumruk yedikten sonra kroki durumuna düsen bir boksör gibi olmustum sessiz kalip özür dileyerek telefonu kapatmistim. Daha sonra bu siiri benden hiç istememistin. Ve bunun gibi bir çok defa tartismamiz oldu. Geçenlerde hasta olup yataklara düstügümde arkadaslarimla birlikte sen de gelmis, Meral'in bana sen sanslisin Nalan sana bakar sözüne karsilik sinirli bir edayla “aaaa banane isim yok da sana bakacagim, annen baksin demistin bunu da hatirladin mi?”

Genç kiz tekrar “evet” dedikten sonra saskin saskin “evet ama bunlari neden hatirlatiyorsun bilmiyorum. Biliyorsun benim kisiligim böyle, duygusalligi sevmiyorum . Ve hasta bakici gibi göründügümü de kimse söyleyemez.”

Genç adam güldü “Evet canim bak burda haklisin, sen zaten olmak istesen bile bu kalbi tasidigin müddetçe hasta bakici hemsire falan olamazsin.”

Genç adam devam etti “bana simdiye kadar kaç kere sabahin erken saatlerinde güzel sözcüklerden olusan bir mesaj çektin, hiç hatta günün hiçbir saatinde çekmedin. Duygusalligi sevmeyebilirsin ama sen seni seven insanlari mutlu etmeyi de sevmiyorsun, halbuki ben senin tam tersine kendimden çok insanlari mutlu etmeyi seviyorum. Seni tanidigimdan beri her sabah aksam, gece yani seni andigim her saat tatli sözcük mesajim vardi senin için biliyor musun? seninle ben ak ile kara gibiyiz”

Genç kiz anlamisti, “yani ne istiyorsun benden sair olmami mi?”

Genç adam tekrar gülümsedi içinden dün gece verdigin ayrilik kararinin ne kadar dogru oldugunu düsünüyordu.

“Hayir dedi sair olmani istemiyorum zaten olamazsin da; yalniz biz ayrilmaliyiz, ayrilirsak ikimiz içinde en hayirlisi bu olacak.”

Genç kiz sasirmisti, “Neden ama ben seni seviyorum, senin de beni sevdigini saniyordum.”

Genç adam iç çekerek “hayir canim sen esas beni sevdigini saniyorsun, eger beni sevseydin simdi burda baska seyler konusuyor olurduk.”

Genç kizin gözleri yasarmisti, Genç adam cebinden çikardigi mendili uzatti, genç kiz göz yaslarini silerek kesik bir sesle “Sen bilirsin, umarim beni baska biri için birakmiyorsundur.”

Genç adam “Nasil böyle bir seyi düsünürsün, senden baska olmadi ve uzun sürede olacagini sanmiyorum.” Genç adam ve genç kiz iki sevgili olarak oturduklari masada artik iki yabanci gibi duruyorlardi. Istanbul yagmurlarla yikanirken yagmura iki sevgilinin umutlari da karisiyordu.

Birkaç dakika sesiz oturduktan sonra genç kiz “kalkalim istersen” dedi.

Genç adam ben biraz daha burda kalmak istiyorum, istersen sen kalkabilirsin. Genç kiz “tamam o zaman sana mutluluklar dilerim” diyerek elini uzatti. Genç kizin sesi ve eli titriyordu genç adam “arkadas olarak beraberiz ama sen istersen tabi” dedi. Genç kiz evet” anlaminda basini salladi ayrilirken son kez sarildilar birbirlerine.

Genç kiz uzaklasirken genç adam masada dondu kaldi vakit ögleni bulurken yagan yagmur yerini günese birakmisti, ama genç adam titriyordu onu titreten açan günese ragmen esen rüzgar miydi, yoksa kalbindeki ayrilik acisi miydi. Saatlerce dolasti devamli kendini sorguluyordu hatayi bastan yaptim diyordu, ama yasadigi güzel günlerde olmustu.”allahim” dedi “allahim güç ver bana”.

Dostlarini düsündü onlarin dediklerini düsündü. Arkadaslari sizler birbirine zit insanlarsiniz yol yakinken dönün bu yoldan dememis miydiler. Tabi ya dogru olani yapmisti. Saatler geçtiginde artik günes yerini yildizlara birakmisti, eve döndügünde yürümekten bitap duruma düsmüstü. Kendisini karsilayan annesine hiçbir sey söylemeden kendi odasina gitti. Gece bir türlü bitmek bilmiyordu anilarin agirligi altinda eziliyordu genç adam, ama sabah erken kalkip ajansa gidecekti, bunun için uyumasi gerekiyordu.

Birkaç saat sonra genç adam uykuya dalmayi basarmisti ve sabah 7'de saatin zirlamasiyla uyandi genç adam. Evden çikacagi zaman cep telefonuna bakti, mesaj ve 10 tane cevapsiz arama vardi. Genç adam yorgun oldugu için duymamisti telefonunun sesini. Cevapsiz arama ve mesaj canimcim'dan gelmisti canimcim onun Nalana taktigi isimdi, heyacanla mesaji açti mesajda sunlar yaziyordu.......

“Sadece onlari sevmeyi sevdim Hepsini onlarsiz yasadim da Bir seni sensiz yasayamiyorum Bu aski tek kalpte tasiyamiyorum Sana yemin güzel gözlüm bir tek seni sevdim Ve seni severek ölecegim, ELVEDA BIRTANEM.......”

evet, genç adam sasirmisti, mesajin gelis saatine bakti sabahin besini gösteriyordu güldü kahkahalar atarak güldü onu tanidigi ve arkadas oldugu günden beri ilk defa bir siir aliyordu ve ilk defa bu saatte araniyordu....

Heyecanla hizli arama yapti, çalan telefonu yabanci bir ses açti.

Genç adam “Nalan ile görüsebilirmiyim” dedi. Fakat karsidaki agliyordu, hiçkira hiçkira agliyordu; “Ben onun annesiyim yavrum, canim kizim bu sabah intihar etti. Gece odasinda birilerini arayip durdu, sabah odasinin isigini sönmemis görünce merak ederek odasina girdim, ama yavrum kendini asmisti.”

Genç adam beyninden vurulmusa döndü. Bir gün önceki mide agrisinin iki katini çekiyordu simdi. Oldugu yere yigilip kaldi.............

Birkaç ay sonra...

Iki doktor konusur. Doktorlardan biri digerine karsidaki hastanin durumunu soruyor ....

- haaa o mu, üç ay önce getirdiler elindeki cep telefonunu hiç birakmiyor, kendisi yüzünden bir genç kiz intihar etmis, o günden sonra o cep telefonu her zaman elinde devamli bir seyler yazip birine yolluyor. Geçenlerde merak ettim o uyurken gönderdigi numarayi aradim hayret ki numara 3 ay önce iptal edilmis, ve gelen mesajlarda bir siir:

“Sadece onlari sevmeyi sevdim Hepsini onlarsiz yasadim da Bir seni sensiz yasayamiyorum Bu aski tek kalpte tasiyamiyorum Sana yemin güzel gözlüm Sana yemin güzel gözlüm bir tek seni sevdim Ve seni severek ölecegim, ELVEDA BIRTANEM.......”

My<>Tick
08-02-2007, 08:29 PM
Aşk Adamı

Sevdanın ne olduğunu asla anlayamayacağını düşünürdü. Sevmek neydi açıklamak isterdi ama olmazdı yapamazdı. Ve her seferinde sevgiyi anlatmaya çalışıp da beceremeyince öyle bir şeyin olmadığına inanırdı.
Her aşık oluşunda şiirler yazardı sevgililerine-gerçi onlara sevgili denilmezdi çünkü o hep platonik aşklar yaşardı. Aşkın somut bir şey olmadığının farkına çocukken varamazdı. Bir insan neden illa birini istesin ki diye düşünürdü. Hele bir erkek eğer kendisin çılgınca seven bir kadın varsa neden başkasını bulmak için uğraşsındı.
Çocukken gördüğü her güzel kadına aşık olduğunu sanırdı ama sonradan acı bir şekilde öğrenecekti otla bok arasındaki farkı. Aşkı sakızlardan çıkan yazılarda tanımaya başlamıştı ve öğrendiği ilk İngilizce kelime ‘love’ olmuştu. ‘love is...’ diye başlayan bütün cümleleri okumaktı amacı. Yaşıtları gibi çıkartma veya araba resmi için değil aşkın ne olduğunu öğrenmek için sakız alırdı. Sonradan pişman olmayacaktı belki ama aşkı yanlış tanıdığını gözyaşlarını silerken anlayacaktı.
Aşk vardı elbet artık bunu anlayacak kadar büyümüştü ve artık gerçek aşklar yaşıyordu. Şiirler yazıyordu *******i,defterlerinin her tarafına aşık olduğu kişinin adını yazıyordu. Onu görebilmek için sınıf kapısında bekliyordu ve soğuklara aldırmadan her teneffüs sevgilinin gözlerini arıyordu. Aşk neydi belki bunu açıklayamazdı ama soranlara verecek bir cevabı olurdu her zaman aklının bir yerinde. Yıllardır tanıdığı ve sadece arkadaş olarak gördüğü kişinin diğer arkadaşları arasında özel bir yer kaplamaya başlamasını hissederdi. Sadece ona şiirler yazardı,onunla ilgili hayaller kurardı *******i bunalım şarkıları dinlerken. Söylediği her kelimeyi onun duyacağını düşünerek söylerdi ve saçma sapan yalanlar söylerdi sırf muhabbet olsun diye. Sevgilinin saçları ve gözleri süslerdi şiirlerini ve sonra yavaşlardı aşkın şiddeti. Aşkı bir dağa tırmanmaya benzetirdi her zaman. Önce hızla tırmanırsın,soluğun kesilmeye başlar,gün geçtikçe üşürsün ve gittikçe yavaşlayarak zirveye varırsın. Sonra farkına bile varmadan yuvarlanırsın oradan,yeni bir dağa tırmanmak için ayakların aşağıya kayar ve işte yeni bir dağ...
Sonra aşkı biterdi-yani o öyle hissederdi. Yazdığı şiirleri,karşılıksız mektupları okurdu ve gülerdi. O zamanlar ne kadar aptal olduğunu düşünürdü. Bir zamanlar aşk için ölmeli diyen adam o değildi sanki. Aşkı sıradan bir şey gibi görürdü. Ta ki bir başka göz büyüleyene kadar onu. O zaman unuturdu her şeyi. Hani yazdığı şiirler kara saçlı kara kaşlı sevgiliye? Yoklar ,yerini çoktan mavi gözlerin derinliğine bırakılmış yazılar alır daha sonra belki de yeşil bir göz kim bilir. Ve tekrar inanmaya başlar aşk için ölme fikrine. Ve o aşkı da biter öncekiler gibi ve o yine sevmeyi unutur ve tekrar sevdalara yelken açar bu böyle sürüp gider.
O hep platonik sever. Sever de söyleyemez yazdığı şiirleri kimi zaman okur ama asla ona yazdığını söyleyemez. Her aşık oluşunda mucizeler bekler yani hep o’nu bekler. Saatlerce fal bakar seviyor mu sevmiyor mu diye ve hep seviyor çıkar-zaten sevmiyor çıksa da inanmaz. Ama o bu düşüncelere dalıp sabahı getirince ve o’nu başka ellerde görünce içinden kağıtları yırtmak gelir. Ama bir sonraki sefere inanmak için kaldırır bir kenara. Hep şarkılar söyler;öyle sıradan şarkılar değil aşk şarkıları sevgiliye söylenmek istenen aşk şarkıları. Aşkı hep dağa benzetir ya, bir dağdan inip ötekine tırmanmaya başlayınca bazen dönüp bakar tırmanmış olduğu dağlara ve ne kadar heybetli olduklarını düşünür. Asla zirvede kalamamıştır ve hep tırmanacağı en yüksek zirveden inmeyeceğini düşünür. Hayatı boyunca belki de on kez o dağı en büyük dağ sanacak ama her seferinde yanılacak. Ve bir gün ölmeden anlayamayacak hangisi en büyük sevdası,hangisi en güzel aşkı.
Dostlarla paylaşacak acılarını, o’nu başka kollarda görmekten gocunmadığını söyleyecek ama içinde hep aynı şarkı çalacak ‘seni kimler aldı kimler öpüyor seni’ diyecek ebediyen ve o her zaman yalnız aşık rolünü üstlenecek baş rolünü oynadığı bu oyunun. Acı acı sövecek kimi zaman rüzgara kimi zamanda kendi tiyatrosunun senaristi olamayışına... Ve her seferinde aşkını başka ellerde görünce balonunu elinden kaçıran bir çocuk gibi ağlayacaktı ve her aşık oluşunda kumdan kaleler yapacaktı ve sonra insafsız aşıklarca yıkılacaktı. O’nu tanıdığındaysa çok geç olacaktı...

My<>Tick
08-02-2007, 08:29 PM
Aşk Masum Değil

Nasıl bir yazgıydı bu, yazanı yazdıranı belli olmayan? Hangi kader çizgisiydi yollarını kesiştiren? Hangi rüzgarlardı o güzel kadını, onun sakin küçük dünyasına getiren? Onu sakin denizlerden sürükleyip fırtınalı okyanuslara atan? Sırası mıydı bu aşkın, o ununu elemiş eleğini asmış, tüm sevdaları sürgünlere göndermişken?

Hangi acımasız yazgıydı, onu yeniden aynalara baktıran. O aynalar ki, hiç yalan söylemeyi bilmezlerdi. Geçen yılların bırktığı izleri insanın yüzüne acımasızca vururlardı. Azaltamazdı ki kalan saçlarındaki akları, yüzündeki çizgileri. Küçülüp, eriyordu, o güzel kadının belleğine kazınmış resminin yanında. Utanıyordu sevdasından, aşkından. Ona giden yollardaki uçurumlar, engeller büyüyordu. O, giderek uzak ve erişilmez bir tanrıça oluyordu. Kâr etmiyordu hiçbir şey; bilge teselliler, kitaplarda okudukları.

İster itiraf etsin, ister etmesin, düştüğü durumun bir tek tanımı vardı ve o da aşktı, sevdaydı. Ve o ömrümde hiç böyle sevdalanmamıştı. Bu sevda, platonik, romantik gibi klişelere sığmayan bir sevginin ürünüydü. Sözcüklerle tanımlanamayan, gece gündüz her saat, her an onu düşündüren, ona özge bir sevdaydı. Ah, bu yürek değil miydi onu yakan, bu onulmaz sevdalara düşüren. Sevginin o mütiş gücünü bu sevda ile öğrenmişti yeniden. Sevdiğiyle sadece aynı mekanlarda olabilmenin bile ne büyük bir mutluluk olduğunu, onun sadece telefondan duyulan sesinin bile tüm gökyüzünü maviye çevirebileceğini, karanlıkları aydınlatabileceğini bu sevda ile yaşamıştı. Ve aşkın insana çılgınlıklar yaptırabileceğini yeniden ta kanında hissediyordu.

Aşık olduğu kadınla olan en kısa ayrılıklar bile ona dayanılmaz geliyordu. Şimdi o yine uzaklardaydı. Ve ona olan hasreti aralarındaki mesafeler artıkça artıyordu. Üstelik günlerdir ondan haber alamamak kendisini deli ediyordu. Ona merhaba diyebilmek, bir tek sözcük de olsa sesini duyabilmek için her yolu deniyordu. Ama tüm çabaları sonuçsuz kalıyordu. Gece gündüz, her an onu düşünüp ona ulaşamamak, korkunç bir ızdıraptı. Kahrolmaktan başka hiçbir şey gelmiyordu, elinden. Bu griler grisi, mavi yoksunu gökyüzünün altında çıldırasıya özlüyordu o kadını, onun gözlerini, gözlerinin rengini, gülüşünü.

Ayrılık acısıydı bu, kolay değildi üstesinden gelmek. Haykırsaydı sevgisini pencerelerden, bağırsaydı adını sokalara, diner miydi acıları? Yılın son günde yağan karın beyazına dökseydi karanlıklarını, aydınlanır mıydı içi? Batmakta olan güneşin kızıllığına, sütmavisi kesilen gökyüzüne çizseydi aşkını, azalır mıydı o kadına olan özlemi? Kalemini kanına batırıp ak kağıtlara yazsa bu aşkı, biter miydi hasret?

Bu son ayrılık, onu genç kadına olan sevgisini sorgulamaya zorluyordu. Aklı, bu sevdanın, hiçbir gerçekliğinin ve geleceğinin olmadığını söylüyor; kendisi için hiçbir şey ifade etmediğin, senin sevdana gereksinimi olmayan o kadını neden seviyorsun? diye soruyordu. O ve kalbi akılına karşı inatla direniyorlardı. "Evet, değer", diyordu, "yüz kere, bin kere değer!". Çünkü o kadın yaşamından çıktığında kendisini tekrar ölü hayatların, mavisi ve güneşi olmayan günlerin beklediğini biliyordu. "Değer" diyordu, "herşeye değer! Uğruna ölmeye, çılgınlıklar yapmaya, deli divane olmaya, Kerem gibi yanmaya değer!"

Niçin mi? Sadece o kadını görebilmek için, sadece sesini duyabilmek için, sadece güzel gözlerine bakabilmek için, o sıcak, o çocuksu gülüşünü yaşayabilmek için. Onu görünce heycanlanmak, onunla konuşurken toy bir delikanlı gibi ne söyleyeceğini, ne diyeceğini şaşırmak için. Onunla birlikteyken, onu düşünürken tüm dünyayı, tüm kaygıları unutabilmek için.

Tektaraflı sevdaların seveni acılara boğabileceğini ta başından biliyordu ve o acıları ak kağıtlara dökerek, şiirleştirip, öyküleştirerek yenebileceğini düşünmüştü. Ama bunun olanaksız olduğunu kısa zamanda anlamıştı: Gerçek aşk kendini yazdırmıyor, kağıda dökülemiyordu. Ve o aşka tutsak, aşık olduğu kadın ona yasak olsa da, aşka ihanet etmemek için; insanı insan yapan o yüce duygudan yana olmak için; belki de sadece "onu seviyorum, o halde yaşıyorum!", diyebilmek için, sonuna kadar direnecekti
_ SON-

My<>Tick
08-02-2007, 08:30 PM
AŞK GİDER ACISI KALIR
Aşk için bahar.Tehlike her yerdedir...Vuruluverirsin hiç ummadığın birine.Ama öyle çarpar ki kalbin, duracak gibi aldatır seni.Bahardan sonra yaz gelir...Hepimiz biliriz, sabun köpüğü gibidir yaz aşkları.Bence öyle basit değil.Henüz silinmedi hiçbirinin yarası benden.Aşk gitti ama acısını bıraktı, iz kaldı.Güz aşkları mevsimine dönünce dönence, pencereye sinmiş insanlar gelir gözümün önüne.Ve yavaş yavaş görünürler etraft****imi yaza girerken terk ettiği aşkını, kimi yaz aşkını düşünür.Kimi ayrılık planlar ama hala yüreği yanar.Kimi terk edilmişliği sindirmeye çalışır.Çok azdır taze aşk yakalayan. Sanki bir doğum öncesi ölüm gibidir.Sonra kış gelir.Kimi yüzsüzler yazın hiç aldatmamış gibi eski sevgilisine döner;kimi sadıklar kavuşur...Kimi yalnızdır, kimi yorgun...O yorgunlar için kış uykusu başlar...Belki de taze baharlara, taze aşklara enerji depolarlar...Aşk dört mevsimdir herkesin sözlüğünde.Ama nedense bana bu anlattıklarımı çağrıştırmaz.Saçmaladım belki de bir paragraf boyu.Yalan attım.Aslında doğru olsalar bile yalanlardı çünkü, hissetmediklerimi yazdım.Ezbere konuştum.Aşk , kelimesi içimde gebe olduğum bir kelimedir.Her duyuşumda doğum sancısı çeker, doğuramam.Ama gözlerimin önüne o gelir.Sadece bir bakışına karın ağrıları, suyla yatışmalar.Bir tebessüme ömür bulmak.İtiraf.Saatler süren telefon konuşmaları.İlk duygular, çocuksu güzellikler.Ve sonra..... Nefessiz kalmacasına ağlamalar.Izdırap çığlıkları...Kış..Kış..Kış..... Azap....Ve sonunda doğan gün....Hemen her mevsim aşık olmuşumdur birilerine....Hatta sonbaharda bile...Ama onca ufaklı büyüklü sevda içinde, böylesine derinde var olan,böyle yaktı mı iz bırakan, bu kadar çaresiz bırakan,bu kadar arzu illetine hasta eden, bu kadar dizginsiz, sorgusuz,başına buyruk, acımasız, bu kadar bugünsüz sevda görmedim.Ve işte hiç biri böyle koyup, böyle yıkıp gitmedi.Ondan önce hiç biri içimden bir şey götürmemişti.Ondan sonrası zaten götüremez çünkü, götürülecek bir şey kalmadı..İşte o insan, beni aşka karşı böyle kelimesiz böyle hayretli, böyle çaresiz, isteksiz bırakıp gitti..Şimdi ben nefretten bile aciz isem bana bir şeyler borçlu.İçimden söküp aldığı bir şeyleri.Bana beni borçlu.Herkesi seven o sersem yüreğimi..Benden alıp kaçtığı o masum kızı borçlu.Bana bir dün, birde yarın borçlu.Benim ne günahım vardı da aşk için üç kelime etmekten aciz kalacaktım.Benim ne günahım vardı da her mevsim başka meyve yemek varken iştahsız kalacaktım.Yoktu elbet günahım..Onunda yoktu ya..Öfkem susmama engel...Ama ikimizin de suçu yoktu...Suçlu yoktu..Benim mevsimim sonbaharsa, yaza, kışa, bahara dönmez...Benim gibilerin nasibi pencere önüne sinip, mazide yaşamak,kendinle kanlı bıçaklı düellolar yapmak...Kendinle savaşmak , hırpalamak...Yaptığının farkına varıp ,bir de üstüne onun için cezalandırmaktır.

My<>Tick
08-02-2007, 08:30 PM
Lütfen sonuna kadar okuyun... Güzel bir aşk hikayesi... Daha önceden duymuş olabilirsiniz ama paylaşmak istedim...."

Bir otobüs durağında karşılaşmışlardı ilk kez.... Biri tıpta okuyordu, öbürü mimarlıkta. O ilk karşılaşmadan sonra, bir kere, bir kere, bir kere daha karşılaşabilmek için, hep aynı saatte, aynı duraktan, aynı otobüse bindiler. Gençtiler, çok genç... Birbirileriyle konuşacak cesareti bulmaları biraz zaman aldı ama sonunda başardılar. İkisi de her sabah otobüse bindikleri semtte oturmuyorlardı aslında. Delikanlı arkadaşında kaldığı için o duraktan binmişti otobüse, kız ise ablasında.... Sırf birbirilerini görebilmek için, her sabah erkenden evlerinden çıkıp, şehrin öbür ucundaki o durağa, onların durağına geldiklerini, gülerek itiraf ettiler bir süre sonra...

Okullarını bitirince hemen evlendiler. Mutluydular hem de çok mutlu... Bazen işsiz, bazen parasız kaldılar ama öylesine sıkı kenetlenmişti ki yürekleri ve elleri hiçbir şeyi umursamadılar. Ayın sonunu zor getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve ünlü bir mimar olduklarında da hep mutluydular. Zaman aşımına uğrayan, alışkanlıklara yenik düşen, banka hesabında para kalmadığı için ya da tam tersine o hesabı daha da
kabarık hale getirmek uğuruna bitip-tükeniveren sevgilerden değildi onlarınki... Günler günleri, yıllar yılları kovaladıkça sevgileri de büyüdü, büyüdü... Tek eksikleri çocuklarının olmamasıydı. Zorlu bir tedavi sürecine rağmen çocuk sahibi olmayınca, "bütün mutlulukların bizim olmasını beklemek, bencillik olur" diyerek devam ettiler hayatlarına. Çocuk yerine, sevgilerini büyüttüler... "Senin için ölürüm" derdi kadın, sımsıkı sarılıp adama ve adama "Hayır, ben senin için ölürüm" diye yanıt verirdi hep... Bazen eve geldiğinde, aynanın üzerinde bir not görürdü kadın, "Bir tanem, kütüphanenin ikinci rafına bak...." Kütüphanenin ikinci rafında başka bir not olurdu, "Mutfaktaki masanın üzerine bak ve seni çok sevdiğimi sakın unutma" Mutfaktaki masadan, salondaki dolaba sevgi dolu notları okuya okuya koşturan kadın, sonunda kimi zaman bir demet çiçek, kimi zaman en sevdiği çikolatalar, kimi zaman da pahalı armağanlarla karşılaşırdı... Aldığı hediyenin ne olduğu önemli değildi zaten.... Hayat ne kadar hızlı akarsa aksın, işleri ne kadar yoğun olursa olsun hep birbirlerine ayıracak zaman buluyorlardı bulmasına ama kırklı yaşların ortalarına geldiklerinde, daha az çalışmaya karar verdiler. Adam, hastaneden ayrıldı ve muayenehanesinde hasta kabul etmeye başladı. Kadın da mimarlık bürosunu kapadı ve sadece özel projelerde görev aldı. Artık daha fazla beraber olabiliyorlardı. Bir gün sahilde dolaşırken, harap durumda bir ev gördü kadın, üzerinde "satılık" levhası asılı olan. "Ne dersin, bu evi alalım mı?" dedi adama. "Bu viraneyi yıktırır, harika bir ev yaparız. Projeyi kafamda çizdim bile. Kocaman terası olan, martıları kahvaltıya davet edeceğimiz bir deniz evi yapalım burayı..." "Sen istersin de ben hiç hayır diyebilir miyim?" diye yanıt verdi adam. "Amerika'daki tıp kongresinden döner dönmez ararım emlakçıyı... Kaç para olursa olsun, burası bizimdir artık...." Sadece bir hafta ayrı kalacaklarını bildikleri halde, ayrılmaları zor oldu adam Amerika'ya giderken. Her gün, her saat konuştular telefonla. Gözyaşları içinde kucaklaştılar havaalanında. Fakat birkaç gün sonra, kocasında bir tuhaflık olduğunu fark etti kadın. Eskisi kadar mutlu görünmüyor, konuşmaktan kaçınıyordu. Onu neşelendirmek için, sahildeki evi hatırlattı ve çizdiği projeyi verdi kadın ama hiç beklemediği bir cevap aldı: "Canım, o ev bizim bütçemizi aşıyor. Sen en iyisi o evi unut..."

Mutsuzluk, mutluluğun tadına alışmış insanlara daha da acı, daha da çekilmez gelir. Kadın, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri. Derdini söylemesi için yalvardı adama, Senin için ölürüm, biliyorsun, ne olur anlat" diye dil döktü boş yere... Yıllardır sevdiği adam, duyarsız ve sevgisiz biriyle yer değiştirmişti sanki. Ona ulaşmaya çalıştıkça, beton duvarlara çarpıyordu kadın, her çarpmada daha fazla kanıyordu yüreği...

Bir gün, çocukluğunun, gençliğinin ve bütün hayatının birlikte geçtiği arkadaşına dert yanarken, "Artık dayanamıyorum, sana söylemek zorundayım" diye sözünü kesti arkadaşı. "O, seni aldatıyor. İş yerimin tam karşısındaki restoranda genç bir kadınla yemek yiyiyor her öğlen. Sonra sarmaş dolaş biniyorlar arabaya...." "Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanları" diye bağırdı kadın. Onca yıllık arkadaşını, kendisini kıskanmakla suçladı.... Ertesi gün, öğle vakti o restoranın hemen karşısında bir köşeye sindi sessizce ve peri masallarının sadece masal olduğunu anladı... Kocasının eskiden aynı hastanede çalıştığı genç çocuk doktorunu tanıdı hemen. Bazen evlerinde ağırladıkları adına nasıl sarıldığını gördü adamın...

Akşam kocası eve gelir gelmez, bazen bağırıp, bazen ağlayarak, bazen ona sımsıkı sarılıp bazen de yumruklayarak haykırdı suratına her şeyi. İnkar etmedi adam. Zamanla duyguların değişebildiği, insanların orta yaşa geldiklerinde farklılık aradığı gibi bir şeyler geveledi ağzında ve bavulunu alıp gitti evden. Kapıdan çıkarken, "son bir kez kucaklamak isterim seni" diyecek oldu ama kadın, "defol" dedi nefretle...

İlk celsede boşandılar... Modern bir aşk hikayesinin böyle son bulmasına kimse inanamadı. Arkadaşlarının desteğiyle ayakta kalmaya çalıştı kadın. Adamın, sevgilisiyle birlikte Amerika'ya yerleştiğini öğrendi. Bazen yalnız kaldığında, onu hala sevdiğini hissedince, ağlama nöbetleri geçiriyor, aşkın yerini, en az onun kadar yoğun bir duygu olan nefretin alması için dua ediyordu.

Aradan bir yıl geçti... Her şeyin ilacı olduğu söylenen zaman bile, kadının derdine çare olamamıştı. Bir sabah, ısrarla çalan zilin sesiyle uyandı. Kapıyı açtığında, karşısında o kadını gördü. "Sen, buraya ne yüzle geliyorsun" diye bağırmak istedi ama sesi çıkmadı. "Lütfen, içeri girmeme izin ver, mutlaka konuşmamız gerekiyor." dedi genç kadın. Kanepeye ilişti ve zor duyulan bir sesle konuşmaya başladı: "Hiçbir şey göründüğü gibi değil aslında. Çok üzgünüm ama o bir saat önce öldü. Geçen yıl Amerika'daki kongre sırasında öğrendi hastalığını ve yaklaşık bir senelik ömrü kaldığını. Buna dayanamayacağını, hep söylediğin gibi onunla birlikte ölmek isteyeceğini biliyordu. Seni kendinden uzaklaştırmak için, benden sevgilisi rolünü oynamamı istedi. Ailesine de haber vermedi. Birlikte Amerika'ya yerleştiğimiz yalanını yaydı. Oysa ilk karşılaştığınız otobüs durağının karşısında bir ev tutmuştu. Tedavi görüyor ve kurtulacağına inanıyordu ama olmadı. Gece fenalaşmış, bakıcısı beni aradı, son anda yetiştim. Sana bu kutuyu vermemi istedi..."

Gözlerinden akan yaşları durduramayacağını biliyordu kadın. Hemen oracıkta ölmek istiyordu. Eline tutuşturulan kutuyu açmayı neden sonra akıl edebildi. İtinayla katlanmış bir sürü kağıt duruyordu kutuda. İlk kağıtta, "Lütfen bütün notları sırayla oku bir tanem" diyordu... Sırayla okudu; "Seni çok sevdim", "Seni sevmekten hiç vazgeçmedim", "Senin için ölürüm derdin hep, doğru söylediğini bilirdim." "Fakat benim için ölmeni istemedim" "Şimdi bana söz vermeni istiyorum." "Benim için yaşayacaksın, anlaştık mı?" son kağıdı eline alırken, kutuda bir anahtar olduğunu gördü kadın... Ve son kağıtta şunlar yazılıydı:

"Sahildeki evimizi senin çizdiğin projeye göre yaptırdım. Kocaman terasta martılarla kahvaltı ederken, ben hep seni izliyor olacağım...."

My<>Tick
08-02-2007, 08:30 PM
AŞKIN HİKAYESİ
Bir zamanlar, bütün duyguların üzerinde yaşadığı bir ada varmış:
Mutluluk, Üzüntü, Bilgi ve tüm diğerleri, Aşk dahil.

Bir gün, adanın batmakta olduğu, duygulara haber verilmiş. Bunun üzerine hepsi adayı terk etmek için sandallarını hazırlamışlar.Aşk, adada en sona kalan duygu olmuş çünkü mümkün olan en son ana kadar beklemek istemiş.Ada neredeyse battığı zaman, Aşk yardım istemeye karar vermiş. Zenginlik, çok büyük bir teknenin içinde, geçmekteymiş.Aşk, "Zenginlik, beni de yanına alır mısın?" diye sormuş.Zenginlik, "Hayır, alamam.Teknemde çok fazla altın ve gümüş var, senin için yer yok." demiş.Aşk, çok güzel bir yelkenlinin içindeki Kibir'den yardım istemiş. "Kibir, lütfen bana yardım et!", Kibir "Sana yardım edemem, Aşk. Sırılsıklamsın ve yelkenlimi mahvedebilirsin." diye cevap vermiş. Üzüntü yakınlardaymış ve Aşk yardım istemiş: "Üzüntü, seninle geleyim." Üzüntü "Of, Aşk, o kadar üzgünüm ki, yalnız kalmaya ihtiyacım var." Mutluluk da Aşk'ın yanından geçmiş; ama o kadar mutluymuş ki Aşk'ın çağrısını duymamış. Aşk, birden bir ses duymuş. "Gel Aşk! Seni yanıma alacağım..."Bu Aşk'tan daha yaşlıca birisiymiş. Aşk o kadar şanslı ve mutlu hissetmiş ki, onu yanına alanın kim olduğunu öğrenmeyi akıl edememiş. Yeni bir kara parçasına vardıklarında, Aşk'a yardım eden yoluna devam etmiş. Ona ne kadar borçlu olduğunu fark eden Aşk, Bilgi'ye sormuş: "Bana yardım eden kimdi?" Bilgi "O, Zaman'dı" diye cevap vermiş. "Zaman mı? Neden bana yardım etti ki?" diye sormuş Aşk. Bilgi gülümsemiş:

"Çünkü sadece Zaman Aşk'ın ne kadar büyük olduğunu anlayabilir"

ÇOK DOĞRU

My<>Tick
08-02-2007, 08:30 PM
Bir zamanlar bir genç varmış. Bu gencin sevdiği ve aşık olduğu dünyalar güzeli bir kız varmış. Onunla ilk bir radyoda duyduğu kan aranıyor ilanı için gittiği hastane de karşılaşmıştı. Kan verdiği kişi kızın amcasıydı. Kız ona teşekkür etmek için gittiğinde daha yeni yataktan kalkmış ve gitmek için hazırlanıyordu. Birden bulunduğu odanın kapısı açıldı ve kız içeri girdi. Çocuk ağır ağır kapıya baktı “Yine hemşirelerden biri geldi herhalde” diye düşündü, ama gelen hemşire değildi. Kız ona doğru yaklaştı “çok teşekkür ederim sayenizde amcam yaşayacak” dedi. Genç mağrur bir şekilde “ben olmasaydım bir başkası da gelir yardım ederdi. Hiç önemi değil.” Fakat kız onu dinlemedi. “Size bir yemek ısmarlayabilir miyim” dedi. Çocuk reddetmedi içinden “bu kadar güzel bir kız reddedilebilirmi” diye geçirdi.
“Tabi ne zaman isterseniz.”
“Hemen şimdiye ne dersiniz.”
“Şimdimi ?”
“Tabiki hem bende beklerken acıkmıştım”
ikisi birlikte yemeğe gittiler. Yemekte muhabbetleri devam etti. Hep birbirleri hakkında konuştular. Oğlan kızdan ilk gördüğü anda hoşlanmıştı. Kız ise sadece teşekkür etmek istediği bir yabancıdan bu kadar çok hoşlanacağını düşünmemişti bile. Konuşmaları sırasında aynı şeylerden hoşlandıklarını fark ettiler, ikisi de aynı tür filmlerden hoşlanıyor, aynı tür müziği dinliyor, hatta son zamanlarda aynı kitapları okumuşlardı. Kız bir erkeğin kendisinin sevdiği şeyleri sevebileceğini daha önceden hiç düşünememişti ve karşısında böyle biri vardı. Yemekten sonra kız telefonunu verdi. “Daha sonra ararsan konuşuruz” dedi. Bu oğlanın çok hoşuna gitmişti. Akşam olduğunda kız telefonunda bir mesaj gördü “Dünyanın en güzel bayanına. İyi akşamlar” yazıyordu. Kız birden şaşırdı. Bu kadar erken bir cevap. Demek ki oğlanda ondan hoşlanmıştı. Buna çok sevindi ve hemen o da cevap gönderdi. Bu mesajlaşmaları birkaç gün böyle sürdü. Sonunda oğlan ona çıkma teklif etti. Kız hemen kabul etti. Hayatlarının en güzel günlerini yaşıyorlardı. İki sevgili , iki aşık. Aşkları o kadar büyüktü ki sevgileri o kadar içtendi ki bu sevgileri çevresindeki insanlara da yansıyordu. Fakat oğlanın ailesinin bu aşktan hiç haberi olmamıştı. Hep onunla sevilisi olmadığı için dalga geçiyorlardı, şimdi de sevgilisi olduğu için dalga geçecekleri ve bunu hiç istemiyordu. Ama kız ailesi ile tanışmayı çok istiyordu , oysa her seferinde bir bahane uydurup erteliyordu.oğlan kızın ailesini bir kere görmüştü. Ama hiç tanışmamıştı. Kızın ailesi İzmir de oturuyorlardı kendisi ise İstanbul da amcasını yanında oturuyor ve okuluna gidiyordu.
Sonunda oğlan kızın ısrarlarına dayanamadı ve onu ailesi ile tanıştıracağını söyledi. Kız buna çok sevinmişti fakat daha önce ailesine gitmesi gerektiğini geri döndüğünde hemen ailesi ile tanışmak istediğini söyledi. Anlaştılar ve kız İzmir e doğru yola çıktı. Aradan bir gün geçti, iki gün geçti kızdan bir ses yoktu. Oysa İstanbul da birbirlerini görmedikleri anlarda hep telefonda birbirleri ile konuşurlardı. Peki şimdi ne oldu da aramamıştı.. yoksa ailesi mi izin vermemişti. Yada yanlış bir söz mü söyledi yanlış bir şey mi yaptı. Neden aramıyordu. Oğlan onu aramaya çalıştığında her seferinde telefonu kapalıydı. İki hafta , üç hafta , bir ay. Oğlan sonunda kızın onu bıraktığını artık onu istenmediğini düşünmeye başlamıştı ki ansınız bir akşam telefonu çaldı. Telefonu ilk kez ona bu kadar acı acı çalıyormuş gibi geldi. Telefonunun ekranına baktı, arayan oydu. Telefonunu hemen açtı “alo” “alo” telefonda ki ses kızın sesi değildi. Onun ablası olduğunu söyledi. Oğlanın telefonunu kızın rehberinde bulduğunu bir arkadaşı olduğunu tahmin ettiğini söyledi. Oğlan sevgilisiydim diyemedi, “evet bir arkadaşıyım ama ondan uzun zamandır haber alamıyordum” dedi. Ablası kızın yaklaşık bir ay önce İzmir e gelirken bir trafik kazası geçirdiğini üç haftadır komada olduğunu söyleyince oğlan birden dona kadı neden onu aramadığını şimdi anlamıştı fakat ablasının konuşmasından olayın bu kadar olmadığını da anlamıştı. “Kardeşimi geçen gün kaybettik” diyince oğlanın elindeki telefon bir den yere düştü. Duyduklarına inanmamıştı sevdiği , aşık olduğu kız ölmüş olamazdı. Telefondaki ses “alo” diye birkaç kez seslendi fakat oğlanın cevap verecek hali kalmamıştı. Hala inanıyordu. İlk uçakla izmire gitti. Gerçekten ölmüşmüydü. Bunu öğrenmeliydi. Ailesine gittiğinde dünyası bir kere daha yıkıldı. Çünkü duyduklarını hepsi doğruydu. Bittiği gün aşkını toprağa veriyorlardı. Yüreği buna artık dayanamadı ve gözerinden birkaç damla yaş aktı. Onu son bir kez daha görmeliydi. Bunun için cenazeyi arkadan takip etti camiden mezarlığa kadar peşlerindeydi. Mezarlıkta görebileceği bir köşeden onları izledi. Onun yüzünü son bir kez daha gördü. Alçak bir sesle “hoşcakal aşkım, sen bu dünyada sevdiğim tek kişiydin” dedi. Arkasını dönüp mezarlıktan çıkmaya karar verdi. Tam o sırada akrasından bir ses duydu. Bu sesi daha öncede duymuştu , telefonda ölüm haberini veren sesin aynısıydı. Kızın ablası ona seslendi. Oğlan arkasını dönmeden önce gözündeki yaşları sildi. “acaba siz bu kişimisiniz” dedi ve elindeki zarfı gösterdi. Zarfın üzerinde “Biricik aşkıma” yazıyor ve yanında da oğlanın ismi vardı. Oğlan ağlamaklı bir sesle evet o benim dedi. Ablası ona “bunu ölmeden önceki gece yazmış ve size vermemi istemişti” dedi ve zarfı verip uzaklaştı. Oğlan orada mektubu titreyen elleri ile hemen açmaya çalıştı. Mektupta sadece bir iki kelime vardı.
“Aşkım, seni ne kadar çok sevdiğimi şimdi daha iyi anlıyorum. Herkes iyileşeceğimi söylese de ben öleceğimi biliyorum. Seni son bir kez görebilmek , sana son bir kez dokunabilmeyi ne kadar çok istiyorum ama mümkün olmadığını çok iyi biliyorum. Sana sadece tek bir şey söylemek istiyorum. SENİ SEVİYORUM VE ÖLDÜKTEN SONRA BİLE SEVİCEĞİM. Senden tek bir şey istiyorum. Benim ardımdan hayata küsme. Ona sarıl , benim için sarıl. Olumsuzluklara asla yenilme her zaman güçlü ol o zaman sevgim her zaman yanında olacak ve seni koruyacaktır.
Kalp atışın olmak
Sonra seni hissedebilmek
Bir adımlık zamanda
Bunları şiirinde sen söylemiştin bana bende sana söylüyorum bir adımlık zaman benim için sonsuza kadar sürecek hoşcakal aşkım. ”

Oğlan bu yazıyı okurken göz yaşlarına artık hakim olamıyordu. Aradan yıllar geçti. O mektup hala oğlanın cebinde. Ne zaman bir olay olsa ne zaman üzülse mektubu açar ve yazanları okur üzülmemek için elinden geleni yapar. O zaman sevdiğinin yanında olduğunu bilir...



cok sevdiim arkadasima tesskrler yuregine saglik cnm dostumm....

My<>Tick
08-02-2007, 08:30 PM
Geçinemeyen iki sevgili...


Günlerden bir gün aşk meleği oklarını yanlışlıkla iki kişiye fırlatır.
“Bu ne biçim melek” demeyin olmuş bir kere..
Dünyada en son aşık olması gereken iki zıt karakterdir kahramanlarımız.
Bir arada olmaması gereken bu iki karakter aslında ömürleri boyunca acı çekmişlerdir ta ki meleğimiz hayatının en büyük hatasını yapana kadar..


Oklar isimlerinin başharfi D ve M olan iki şanssız karakterimizi yaralamıştır.

O büyük buluşma gününde yarım olan karakterlerimiz D ve M diğer yarısını bulmuştur ancak ortada çok büyük bir problem vardır.

D ve M daha önce hiç hissetmedikleri ve belki başka hiçbir zaman hissedemeyecekleri güzel şeyler hissetmişlerdir ama bunun sonu olmadığından yakınıp durmuşlar bir süre..

İki karakterimizde işini gücünü bırakmış,dünyadan ve sorumlu oldukları insanlardan bihaber inzivaya çekilmişler.

Ancak bu sırada dünya birbirine girmiştir,insanlar çıldırmış,dünya sanki tersine dönmüştür sadece D ve M'nin değil tüm insanların hayatı alt üst olmuştur.

Tabii aşkın gözü kördür D ve M'nin bunun farkına varması uzun zaman almıştır bu süre içinde küçük kıyametler kopmuş D ve M ancak dostlarının uyarmasıyla durumun farkına varmışlardır.

Kahramanlarımızdan M'nin gözünün önündeki perdeler kalkıp olayın ciddiyetini fark edince D'ye artık ayrılmaları gerektiğini yoksa sadece ikisinin mutlu olması uğruna birçok insanın hayatının kararacağını anlatmıştır.

Ancak, D kabullenememiş, bunun mümkün olmayacağını, onsuz hayatın zindanda yaşamaktan farklı olmayacağını anlatmış durmuştur, fakat M kafasına koymuştur bir kere ayrılmalarının en doğru karar olacağını söylemiş,bırakıp gitmiştir D'yi..

O günden sonra D ve M hiç aramamış, sormamışlar birbirlerini..

Ama ne D mutludur ne de M..

İkiside kendilerini görevlerine adamış hep başkaları için çalışmıştır,ne bir başkasına gönül verebilmişler ne de yaşadıkları o güzel günleri unutabilmişlerdir.

D hiçbir zaman yedirememiştir,anlamamamıştır sevdiğini..

Ama gururunu yenipte gidememiştir M'ye..

M hep bu kararın en doğru karar olduğunu düşünmüş ama yürekten inanamamıştır buna sadece öyle yapması gerektiği için yapmıştır,mutsuzdur ama yapılabilecek başka bir şey yoktur.

O günden sonra D ve M aynı yerde bulunmamak için çok çabalamışlardır.

Aslında çoğu zaman buluşmuşlar mecburiyetten her buluşmada küçük kıyametler kopmuş,insanlar üzülmüş,ağlamıştır hatta kimi insanın canına mal olmuştur bu buluşma...

Merak ettiniz değilmi bu iki bahtsızın gerçek adını daha fazla meraklandırmayayım sizi.

Duygu ve Mantıktır asıl isimleri..

Dünyada en son bir araya gelmesi gereken iki geçinemeyen sevgili.

__________________

My<>Tick
08-02-2007, 08:31 PM
Çok çok eskiden yeşil bir vadinin içinde bir ırmak kiyisinda kurulu bir köy varmis dünyada, taa dünyanin öbür ucunda. Çok eski dedik ya, o zamanlar gündüzleri pek güneşli geçermiş, yağmur yağmadıkça; *******i hep yıldızlı olurmuş, bulutlar olmadıkça. Köy sakinleri tarımla uğraşırlarmış, hayvanlar avlarlarmış uçsuz bucaksız arazilerinden, sularını kaynağı çok uzakta olan, köylerinin içinden geçen, ırmaktan alırlarmış. Köyde herkes birbirini sever, sayarmış. Köyde bir tek kişinin kalbinde öyle büyük bir sevgi varmış ki bütün köyünkine bedelmiş; Dolunun İntera'ya olan aşkıymış bu. Kız Dolun'u bilirmiş te tanımazmış yakından. Dolun dayanamamış bir gün gitmiş kızın yanına. Sormus İntera'ya onunla evlenip evlenmeyeceğini. İntera demiş ki Doluna: "Evlenirim evlenmeye ama benim isteyenim çoktur, her gelen kişiden aynı şeyi ister benim babam. Ancak babamın bu isteğini yerine getiren benimle evlenir. Dolun şaşmış; "Sensin benim kalbimin sahibi" diyerek başlamış sözüne "Senin dileğin benim işin bir emirdir, söyle isteğini hemen yapayım" demiş aşkına. İntera demiş ki: "Bir çiçek vardır yaprakları gümüşten tomurcukları elmastan, onu ister babam benimle evlenmek isteyen kişiden". Dolun; "Bekle beni" demiş İntera'ya, "hemen gidip getireyim o çiçeği ama nerededir yeri ?" İntera parmağıyla göstermiş akan ırmağı "İşte bu ırmağın kaynağındadır der babam, kırk gün yürümek gerekirmiş oraya varmak için ama bir giden bir daha gelmedi şimdiye dek çünkü oralar büyülüymüş derler, giden geri gelmezmiş çünkü buralardan çok daha güzelmiş oralar. Dolun; "Senden daha güzel ne olabilir ki bu dünyada" demiş İntera'ya "Döneceğim, o çiçekle, döneceğim çünkü seviyorum seni, çünkü sensiz anlamı olmaz benim için o güzelliğin". Dolun çıkmış yola sonra. Kırk gün yürümüş ırmağın yanından. Hep ne kadar sevdiğini düşünmüş intera'yı yol boyunca. Tek aklındakı İntera'ymış, tek amacı ise o çiçek. Kırkıncı gün kalkmış Dolun sabah erkenden, yüzünü yıkamış ırmaktan, anlamış ki çok yaklaşmış kaynağına ırmağın suyun serinliğinden. Devam etmiş yoluna sonra. Biraz sonra varmış kaynağa, bütün yeşilliklerle çevrili bir göl varmiş kaynakta, gölün ortasında bir adacık, adacığın üstünde de o çiçek duruyormuş. Anlamış İntera'nın anlattığı çiçek olduğunu güzelliğinden. Yüzmeye baslamış adaya doğru hemen. Adaya çıkınca karşısında bir adam belirmiş Dolun'un. Adam Doluna: "Her gülün bir dikeni, koruyucusu, oldugu gibi bende bu çiçeğin koruyucusuyum, eğer almaya geldiysen ben, Salut, izin vermem buna" demiş. Dolun şaşkın ve de kararlı bir tonla; "Ben o çiçeği alacağım sonra aşkıma kavuşacağım" demiş "Hic bir şey beni kararımdan çeviremez". "O zaman beni biraz dinleyeceksin" demiş Salut "sana neden koparmaman gerektiğini anlatacağım, eğer hala ikna olmazsan o zaman izin veririm almana". Dolun ikna olmus ve çökmüş yoncaların üstüne, başlamış dinlemeye... "Eğer bir şeyi çok fazla istersen ve engelin yoksa önünde onu alırsın, hayatta böyledir, insan engelleri aşarsa yaşamına devam edebilir. Bu çiçekte sadece yaşam için bir şeyler yapacaksan engelleri kaldırır önünden çünkü onunda bir görevi var, bu çiçek sadece 28 gecede bir açar yapraklarını ve döker parlayan tohumlarını göle, bu sayede buradaki sular yükselir ve ırmaktan taşar gider zamanla. Bu ırmak sayesinde yaşar bu doğadaki yeşillikler, insanlar, hayvanlar." demiş Salut. Dolun başlamış düşünmeye, eğer çiçeği koparırsa kavuşacaktır sevdiğine ama kuruyacaktır ırmakları bunun yanında. Sonunda çiçeğin başına çöker kalır Dolun. Gümüş yapraklarında kendini görür Dolun çiçeğin. Yanında İntera vardır ama niye mutsuzdur ikiside. Aslında kalbindeki tek endişeyi görür Dolun. Zaman geçtikçe Dolun'un düşünceleri yoğunlaşır kafasında. Mutsuzluğunu düşünür, çiçeksiz İntera'sız bir yaşam düşünür. Koparamaz çiçeği günlerce. Dolun artık yaşamaktan zevk almaz şekilde sadece aşkını düşünerek beklemeye başlar olacakları. Bir gece çiçek tohumlarını bırakırken göle bir tomurcukta Dolun'un sertleşmişkalbinin üstüne düşmüş, aniden Dolun kalbindeki aşkının büyüklüğü kadar kocaman bir taşa dönüşmüş, taş o kadar büyükmüş ki dünyaya sığmamış gökyüzüne yükselmiş ve Dünya'yla dönmeye baslamış. Böylece Ay olmuş Dolun'un kalbi Dünya'ya. O günden sonra sadece 28 gecede bir göstermis Dolun kalbinin tüm yüzünü, aşkının bütün parıltısını diğerlerine; sadece o *******de aydınlatmış Dünya'yı, aynı çiçek gibi...
__________________

My<>Tick
08-02-2007, 08:31 PM
Heybeliada'daki Deniz Harp Okulu'ndan mezun olan İsmail Türe,
kendi gibi Gelibolulu olan bir genç kıza kaptırır gönlünü. İki sevgili
parmaklarına nişan yüzüğü taksalar da, birbirlerini çok seyrek görmektedirler.

İsmail Türe denizaltıda muhabere subayı olarak görevlidir çünkü.
Üsteğmenin aklına harika bir fikir gelir; nişanlısına ışıklı mors alfabesini
öğretecek, Çanakkale'den geçiş yapacakları geceyi planlı olduğu için
önceden bildirecek ve böylelikle haberleşeceklerdir!..

Boğazı yüzeyden geçmekte olan denizaltının kulesindeki
denizciler sigara içmekte, sohbet etmektedirler. Aralarından birinin
heyecanlı olduğu her halinden belli olmaktadır. Gelibolu kıyılarına geldiklerinde,
karanlık içindeki evlerden birinden bir el fenerinin yanıp söndüğü görülür:
'Seni seviyorum''... Arkadaşları gülümseyerek İsmail Türe'ye bakarlarken, genç
aşık elindeki fenerle sevgilisine karşılık vermektedir...

Bu olaydan sonra iki sevgilinin aşkı düşmez olur denizaltıcıların
dillerinden. Herkes, haberleşmek için kurulan ışık yolunu konuşur.
Arkadaşları "Evlen şu kızla da, buralardan her geçişimizde
selamlaşmayı bırak artık'' diye takılırlar İsmail Türe'ye.

Denizaltının üstünün ve altının bir olduğu yağmurlu günlerde bile,
Çanakkale Boğazı'ndan geçilirken, elindeki fenerle aşk nöbeti tutan
yakışıklı denizci gözünü bir an
olsun ayırmaz Gelibolu kıyılarından.

Yine bir gün, yirmiyedi yaşındaki Üstteğmen, Çanakkale'den
geçecekleri gün ve saati, denizaltının uğradığı bir limandan telefonla
haber verir nişanlısına.

Ege Denizi'nden Boğaz'a giriş yapacaklarını ve en öndeki denizaltının
kulesinde olacağını bildirir. Genç kızın gözüne her zaman olduğu gibi,
o gece de uyku girmez. Büyük bir sabırla pencerenin önünde oturmakta
ve gözünü hiç kırpmadan denize bakmaktadır. Fenerine yeni pil almış olsa da,
arada bir yanıp yanmadığını kontrol eder yine de...

Birden, dev bir karartı belirir suyun üstünde. Güneyden
gelen bir denizaltı, penceresinin görüş sahasına girmiştir ...
Genç kız pencereyi açar ve gecenin
karanlığına uzattığı elleriyle feneri yakıp söndürür.
''Seni Seviyorum...''
Kulede bulunan denizaltının komutanı Bahri Kunt işareti görünce gülümser:
''Hay Allah, bu kız denizaltıları şaşırdı. Nişanlısının denizaltısı bizim önümüzdeydi...
'' Bir anlık tereddütten sonra Birinci İnönü denizaltısının
komutanı Bahri Kunt, yanıt gönderilmezse genç kızın telaşlanacağını
düşünerek,karşılık verilmesini emreder.
Yanındakilerin ''Ne diyelim komutanım?'' diye sorması üzerine de şunları
söyler: "ebediyete kadar..."

O gece, Üsteğmen İsmail Türe'nin görev yaptığı Dumlupınar, Çanakkale
Boğazı'na giriş yapan ilk denizaltı olmuştur. Ama, Gelibolu
kıyılarına gelmeden, Nara Burnu açıklarında İsveç bandıralı ''Naboland'' adlı gemi
tarafından çiğnenmekten kaçamamış ve yaralı bir balina gibi acı dolu
sesler çıkararak, Çanakkale'nin karanlık sularında kaybolmuştur.
Her şey bir kaç dakika içinde gerçekleştiğinden, arkadan gelmekte olan
Birinci İnönü denizaltısı Dumlupınar'a çarpan geminin yanından
habersizce geçerek, Gelibolu'ya ulaşan ilk denizaltı olur.

Genç kız, nişanlısından haber almanın huzuru içinde
başını yastığa koyduğunda, genç denizci çoktan dalmıştır
"Ebediyete kadar" sürecek olan uykusuna!..

My<>Tick
08-02-2007, 08:31 PM
Koskoca bir bahçede harikulada çiçekler içinde bir papatya..Ve papatya aşık olmuş, yanmış tutuşmuş Ak sakallı bahçıvana..Bir ümit bekliyormuş. Yüzlerce çiçeğin arasından Onunla, sadece onunla saatlerce ilgilensin.. Buz gibi suyunu sadece ona döksün istiyormus.. Sadece ona değsin makası, Sadece ona gülsün dudakları.. Kıskanıyormuş bahçıvanı,Kırmızı güllerden, Sarı lalelerden, Mor menekşelerden..Zambaklardan...Papatya, sadece bahçıvan için açıyormuş, Bembeyaz yapraklarını.. Bir gün, Aşkı öyle büyümüşki.. Papatya yapraklarını taşıyamaz olmuş.. Eğilivermiş boynu..Toprağa bakıyormuş artık.. Bahçıvanın sadece sesini duyuyormuş Ayaklarını görüyormuş..Bunada şükür diyormuş.. Yetiyormuş ona, bahçıvanın varlığını hissetmek.. Zaman akıp gidiyormuş..Papatya bahçıvanın yüzünü görmeyeli çok olmuş.. Ne var sanki boynumu kaldırsa Bir kerecik daha görsem yüzünü diyormuş.. Ve işte bir gün.. Bahçıvan papatyaya doğru yaklaşmış.. İncecik bedenini ellerinin arasına almış..Elindeki sopayı, köklerinin yanına, toprağa sokmuş bir iple papatyanın gövdesini bağlayıvermiş sopaya.. Papatya o an daha çok sevmiş bahçıvanı.. Hala göremiyormuş onu, Ama bedeni kurtulmuş.. Uzun bir müddet sonra, Bahçıvan uğramaz olmus bahçeye.. Gelen giden yokmuş.. Kahrından ölecekmiş papatya..Ama işte bir sabah... Hortumdan akan suyun sesiyle uyanmış.. Derin bir oh çekmiş.. Çılgıncasına sevdiği bahçıvan geri gelmiş.. Birden, kendisine doğru gelen iki ayak görmüs.. Bu onun delicesine sevdiği bahçıvan değilmiş..Başka birisiymiş.. Adamın elinde bir de makas varmış.. Papatyanın kafasını kaldırmış yukarıya doğru..Ne güzel açmışsın sen öyle demiş.. Bu gencecik, yakışıklı bir delikanlıymış..Gözleri gök mavisi, saçları güneş sarısıymış.. Ama gövden seni taşımıyor demisş. Elindeki makası papatyanın boynuna doğru uzatmış..Ve bir hamlede başını gövdesinden ayırmış.. Papatya yere düşerken hatırlamış sevdigini.. O ak saçlı, ak sakallı, yaşlımı yaşlı bahçıvanı hatırlamış..Birde o gencecik, yakışıklı delikanlıyı düşünmüş.. Ve o an anlamış, neden o yaşlı bahçıvanı sevdiğini..O her seye rağmen, papatyaya emek vermiş.. Ona hiç bir zaman güzel oldugunu söylememiş, Ama onu aslında hep sevmis.. Papatya anlamış artık..Sevgi, emek istermiş...Yere düstüğünde son bir kez düşünmüş sevdiğini..Teşekkür etmis ona içinden..Son yaprağıda kuruduğunda, Biliyormuş artık..
Gerçek sevginin,söylemeden, yaşamadan, ve asla kavuşmadan varolabileceğini...

My<>Tick
08-02-2007, 08:31 PM
BİR MASAL GİBİ

Dondurucu soğukta bir an önce evime varabilmek için hızla yürürken, ayağımın ucunda bir cüzdan gördüm.. Hemen aldım. Sahibini gösteren bir kimlik vardır diye acele acele açtım.. İçinde üç dolar ve sararıp kat yerleri yıpranmış eski bir zarftan başka birşey yoktu...
Sol üst köşede yalnızca gönderenin adresi, alıcı Adresi yerinde bir posta kutusu numarası vardı. Bir ipucu bulabilmek belki biraz da merakımı giderebilmek için zarfı açtım ve içindeki mektubu okumaya başladım. Mektup, sol yanı çiçek resmiyle süslenmiş bir kağıda, özenli bir el yazısıyla yazılmıştı ve "Sevgili Michael" diye başlıyordu.. Ve "Annesi yasakladığı için onu bir daha göremeyeceğini" anlatarak devam ediyor.. "Ama sakın unutma, seni daima seveceğim" diye bitiyor.. İmza.. Hannah!..
Elimde yalnızca, mektubu yazan kişiyle, mektubun yazıldığı kişinin birinci adları vardı. Eve gider gitmez hemen telefon idaresini aradım.Görevli kisi, kendisine bildirdiğim adreste yaşayanların telefon numarasını vermesinin yasalara aykırı olduğunu söyledi. Fakat ısrarım karşısında: "Belki, size yardımcı olabilirim" dedi. "Bu adreste bulunan numaraya telefon ederim ve onlar Kabul ederlerse, sizi görüştürebilirim lütfen bekleyin.." dedi. İki üç dakika sonra görevlinin sesi geldi.. "Bağlıyorum efendim." Telefonda, karşıdaki hanıma "Hannah diye birini tanıyıp, tanımadığını" sordum.
"Bu evi, 30 yıl evvel, Hannah diye kızları olan bir aileden aldık" dedi. "Peki yeni adreslerini biliyor musunuz?.." "Hannah annesini bir huzurevine yatıracaktı. Oradan takip ederseniz, belki adres bulursunuz.." deyip bana huzurevinin adını verdi.. Hemen aradım.. Yaşlı anne yıllar önce ölmüş.. Ama kızına ait eski bir telefon numarası var. Belki ordan bilirlermiş.. "Bunların hepsi aptalca aslında" dedim kendi kendime.. İçinde sadece 3 dolar ve 60 yıl önce yazılmış bir mektup bulunan cüzdanın sahibini aramak için bunca zahmete ne gerek var ki.. Aradım numarayı..
Bir kadın "Şimdi Hannah'nın kendisi bir huzurevinde" dedi ve numarayı verdi. Hemen orayı çevirdim.. Ses; "Evet, Hannah burda yaşıyor" dedi.. Saat ona geliyordu ama hemen yola çıktım, Hannah'yı görmek için.. Devasa bir binanın üçüncü katında şirin bir oda.. Gümüş saçlı, sıcak tebessümlü bir yaşlı kadın.. Gözlerinin içi ışıl ışıl ama.. Anlattım olanları.. Cüzdanı ve mektubu gösterip.. Derin bir iç çekti mektuba bakarken ve "Genç adam" dedi, "Bu mektup, Michael ile son kontağımdı.. Onu öyle seviyorum ki.. Sean Connery gibi yakışıklıydı.. Hani şu meşhur aktör.. Ama ben 16 yaşındaydım.. Çok küçüğüm diye annem kesinlikle izin vermedi.." Derin bir nefes daha.. "Michael Goldstein harika bir insandı. Eğer bulabilirseniz ona söyleyin lütfen.. Onu hep düşündüm.. Hep.." Bir ufak sessizlik.. Bir derin nefes daha.. "Ve onu hep sevdim.." İki damla yaş damladı elindeki mektuba, ıslanan gözlerden.. "Ve hiç evlenmedim.. Michael gibi birisini bulamadım ki.." Hannah'ya teşekkür edip odadan çıktım.
Binadan çıkarken danışmada beni karşılayan kız "Hannah Hanım yardımcı olabildi mi size" dedi.." Hiç değilse bunun sahibinin soyadını öğrendim" dedim.. Cüzdanı elimde sallayarak.. O sırada yanımda dikilip duran hademe bağırdı.. "Hey baksana.. Bu Bay Michael'ın cüzdanı.. Üzerindeki bu kırmızı şeritten onu nerde görsem tanırım.. Cüzdanını hep kaybederdi zaten.. Üç kere ben buldum, koridorlarda..
"Michael sekizinci katta yaşıyordu.. Ok gibi fırladım tekrar asansöre. Michael yatmamıştı. Okuma odasında kitap okuyordu. Hemşire beni ve elimdeki cüzdanı gösterdi. Michael elini arka cebine attı, hızla.. Sonra sevinçle "Evet bu benim cüzdanım" dedi. "Öğleden sonraki yürüyüş sırasında kaybetmiş olmalıyım. Size teşekkür borçluyum." "Hiçbirşey borçlu değilsiniz" dedim. "Ama özür dilerim. İpucu bulmak için açtım ve içindeki mektubu okudum."
"Mektubu mu okudun?" "Sadece okumakla kalmadım. Hannah'yı da buldum.." "Buldun mu? Nerde? İyi mi? Hala eskisi gibi güzel mi. Söyle, lütfen söyle.." "Çok iyi.. Hem de harika" dedim, yavaşça.. "Bana onun > telefon numarasını ver. Yarın onu hemen arayacağım." Elime sımsıkı sarıldı.. "O benim tek aşkımdı.. Onu öyle sevdim ki, asla evlenmedim.. Çünkü bu mektup geldiğinde hayatım, anlamsal olarak bitmişti." "Bay Goldstein" dedim.. "Gelin benimle.." Asansörle üçüncü kata indik.. Odanın kapısı açıktı. Hannah sırtı kapıya dönük televizyon izliyordu.. Hemşire ona yaklaştı, omzuna dokundu.. "Hannah" dedi.. "Bu bay'ı tanıyor musun?" Gözlüklerini ayarladı bir an baktı, tek kelime etmeden.. "Michael" dedi, Michael, kapıda, kısık sesle.. "Hannah.. Ben Michael.. Beni tanıdın mı?.." "Michael" diye yutkundu Hannah. "İnanmıyorum.. Bu sensin. Benim Michael'ım." Michael Hannah'ya doğru yürüdü yavaşça. Sarıldılar. Hemşire yanıma geldiğinde onun da gözleri yaşlıydı.. "Gördün mü, bak?" dedim "Yaşamda, yaşanması gereken herşey, er ya da geç, birgün kesinlikle yaşanacaktır."
Üç hafta sonra beni huzurevinden aradılar. Pazar günü bir nikah vardı.. Gelebilir miydim? Harika bir nikah töreni idi. Hannah ve Michael beni nikah şahidi yaptılar üstelik. Hannah açık bej elbisesi içinde çok güzeldi.. Michael de lacivert takımı içinde hala çok yakışıklı.. Bir nikah tanığı olarak söylüyorum bu gözlemlerimi… Aşklarını onsekiz yaşın heyecanı ve duygusuyla yaşayan 76 yaşındaki gelin ile 79 yaşındaki damadın nikahında keşke siz de bulunsaydınız… Altmış yıl önce bittiği sanılan bir aşk öyküsünün, altmış yıl sonra, kaldığı yerden nasıl filizlendiğine siz de tanık olacaktınız

My<>Tick
08-02-2007, 08:32 PM
Aşk minnet duyarak yaşamanızı sağlar.

Indiana'nın ıssız yollarından birinde ilerlerken, ''Taze Limonata'' levhasını görünce direksiyonu

o yöne kırdım. Benzin istasyonu ve bir market beklerken karşıma bir ev çıktı. Ve randada yaşlı bir adam oturuyordu.

Arabamdan indim. Etrafta başka kimse yoktu.Bana bir bardak limonata ve bir sandalye uzattı. Etrafta huzur vardı.

Gökyüzü, mısır tarlaları ve güneş.

Havalardan ve yolculuğumdan söz ettik. Ailem olup olmadığını sordu. Daha yeni evlendiğimi ve çocuklarımın olmasını çok

istediğimi söyledim. Aile kavramının hala önemini koruduğunu görmek onu sevindirdi. Sonra bana kendi hayatını anlatmaya başladı.

Bunu sizinle paylaşmak istiyorum, çünkü anlattıklarını bende asla unutmayacağım.

''Aile çok özel bir kurumdur. Karın, çocukların ve kendine ait bir ev. Doğru şeyi yapmanın huzurunu duyarsın içinde. Senin

yaşındaki halimi hatırlıyorum.'' diye başladı sözlerine.

''Evlenmek gibi bir şansım olabileceğini düşünmemiştim. Öyle mükemmel bir ailem yoktu. Ama azimliydim. Annesi ve babası beni

çok sevdiler ve bana karşı çok iyi niyetli davandılar. Yinede zor geliyordu. *******i yatağa uzanır ve düşünürdüm: Boşanma riskini göze alabilecek

miydim? Bir karım, bir ailemmi olacak? Neden? Çocuklarımı boşanma riskiyle karşı karlıya bırakamayacağımdan emindim.

''Gençliğe adım atınca yeni duygular deneyimlemeye başladım. Aşka filanda inanmazdım. Delice sevdaya tutulmaktanöte

bir şey olmadığını düşünürdüm. Bir arkadaşım vardı. Beni çarptığında orta sondaydım. Birbirimize karşı neler hissettiğimizi söylemekten

kaçınıyorduk. Sadece sohbet ediyorduk. Benim en yakın arkadaşım olmuştu. Lisede birbirimizden ayrılmaz olmuştuk.

Ailesiyle sorunları vardı. Ona yardımcı olmaya çalışıyordum. Ona göz kulak olmak için elimden ne geliyorsa yaptım.

Akıllı vegüzel bir kızdı. Bütün erkekler onunla olmak istiyordu. Madem bu seninle benim aramızda'' diye ekledi,'' Ben onunla olmak istemiştim.''

''Bir kere çıkmayı denedik, her şey çığırından çıktı ve dokuz ay konuşmadık. Derken bir gün okulda cesaretimi yopladım ve

ona mesaj yolladım. O da yanıt verdi ve yeniden başladık. Sonra o üniversiteye gitti.''

Yaşlı adam kalktı ve bir bardak limonata daha getirdi.

''Babası Minnesota'da yaşıyordu. Okumaya onun yanına gitti. Benim hedefim bezybol oynamaktı. Okuldan okula geziyordum. S

onunda ben de Minnesota'da bir okula kabul edildim. Son derece ironikti. Ona müjdeyi verdiğimde ağlamıştı.

''Çıkmaya başladık. Onu ilk defa benim odamda öptüğüm günü hatırlıyorum. Kalbi hızla çarpıyordu. Reddedileceğim

korkusuna kapılmıştım. İlişkimiz gittikçe gelişti. Üniversiteden sonra bezybol oynamaya devam ettim. Ve hayatımın kadınıyla evlendim.

Kilisede mihraba doğru ilerleyeceğim hiç aklıma gelmemişti.''

''Çocuklarınız oldu mu?'' diye sordum.

''Dört tane dedi gülerek. ''Onları okuttuk ve ve elimizden geldiğince hayatı öğrenmelerine yardımcı olduk. Şimdi hepsinin

kendi çocuklaru oldu. Kucaklarında çocuklarını görmek bana gurur veriyor. Hayatın her şeye rağmen yaşamaya dediğini düşünüyorum.

''Çocuklar evden çıktıktan sonra karımla birlikte seyahatlere çıkmaya başladık. Elele tutşup her yeri geziyorduk . İşin

güzelliği burada zaten. Yıllar geçtikce ona karşı sevgim iyice büyümüştü. Kavga etmediğimizi söyleyemem, ama aşkımız gittikce derinleşiyordu.

''Karıma olan sevgimi kelimelerle ifade etmem çok zor''dedi başını sallayarak. ''Bu sevgi bizi hiç yanlız bırakmadı.

Hiç ölmedi. Gittişkce kuvvetlendi. Yaşamım boyunca çok hata yaptım, ama onunla evlendiğim için asla pişman olmadım.''

''Tanrı hayatın zaman zaman ne kadar zor olduğunu biliyor'' dedi gözlerime bakarak. ''Bugünün dünyasını anlayamayacak

kadar yaşlı olabilirim. Ama geçmişe baktığımda emin olduğum bir şey var: Bu dünyada sevgi kadar güçlü bşir duygu yok. Ne para, ne hırs,

ne nefret, ne de şehvet. de edemez. Şairler ve yazarlar deniyorlar. Onlar da ifade edemezler, çünkü herkese göre değişir. Ben karımı çok seviyorum. Görüyorsun. Ölünce yan yana mezarlara yatacağız, ama bu sevgi dünya yok olana kadar devam edecek.

Boş gözlerime baktı. ''Seni çok tuttum, evlat''^dedi ve özür diledi. ''Umarım limonatayı beğendin. Yolda giderken,

karına ve çocuklarına ve sahip olduğun herşeyi çok sevmen gerektiini düşün. Sevmelisin, çünkü bunları ne zaman kaybedeceğini bilemezmisin.''

Arabama doğru yürürken söylediklerinin ne kadar doğru olduğunu önemli düşündüm. Karısını yıllar önce kaybettiğini ve onu

hala aynı şehvetle sevdiğini düşündüğüm bu yaşlı adam beni çok etkilemişti. Onun ne kadar yanlız olduğunu düşündükçe içimi bir acı kapladı. Limonata ve ara sıra gelen ziyaretciler dışında kimsesi yoktu.

Yola yeniden koyuldum, ama yaşlı adamı aklımdan çıkaramıyordum. Birden limonata parasını vermediğim aklıma geldi.

Geri dödüm. eve yaklaşınca uzaktan bir araba gördüm. Birinin daha orda durması ben şaşırttı. Verendaya doğru ilerledim. Yaşlı adam ortalıkta görünmüyordu. Tam parayı sandalyenin üzerine koymak üzereyken gözüm pencereden içeriye ilişti.Yaşlı adam odanın tam ortasında karısıyla dans ediyordu. Sonunda anlamıştım. Karısını kaybetmemişti. Sadece öğleden sonrayı yanlız geçirmişlerdi. Bu olayın üzerine yıllar geçti. Ben hala o yaşlı adamı ve karısın düşünürüm. Onlar gibi bir yaşantım olsun isterim. Bende onun gibi çocuklarıma ve torunlarıma sevgi bırakmak isterim. Bende karımla dans eden bir büyükbaba olmak isterim. Hiç bir şeyin sevgiden daha yüce olamdığına inanmak isterim.

My<>Tick
08-02-2007, 08:32 PM
Gerçek Sevgi
Arthur, Merlin 'in yanından ayrılmadan önce çok karamsarlaştı. Nerdeyse onbeş yaşındaydı ama diğer insanları çok az görmüştü.

- "Onlara katılacağın için üzgün müsün ?" diye sordu Merlin.

- "Herşeyden önce sen de onlardan birisin."

Arthur uzaklara baktı.

- "Hüzünlüyüm ama sebebi bu değil."

- "Peki ne öyleyse?"

- "Sana bir şey sormak istiyorum ama nasıl soracağımı veya sorsam mı sormasam mı bilmiyorum."

- "Durma"

Arthur kararsız bir şekilde baktı.

- "Bana öğrettiğin dersler hakkında değil.Ama herşeyden çok bilmek istediğim bir şey, yani bana söyler misin acaba..."

Boğazı düğümlendi ve durdu.

- "Belki de aşık olmanın nasıl bir şey olduğunu öğrenmek istiyorsun?"

Arthur kafa sallayarak onayladı. Merlin 'in önsezisi ile kurtulmuş olmaktan mutluydu. Yaşlı büyücü bir süre düşündü ve

- "Herşeyden önce unutma ki gerçekten önemli bir şey sordun. Aşk hakkında sözlerle anlatılamayacak bir şey vardır, ama önce benimle gel" dedi.

Arthur 'u öğle güneşinin parladığı bir açıklığa götürdü. Merlin'in elinde güneşe doğru tuttuğu, yanan bir mum belirdi.

- "Yanıp yanmadığını görebiliyor musun ?" diye sordu.

- "Hayır" dedi Arthur.

Güneş o kadar parlaktı ki mumun alevi görünmüyordu.

- "Ama bak" dedi Merlin. Bir pamuk parçasını muma yaklaştırdı ve pamuk hemen yanıverdi.

- "Bunun aşkla ne ilgisi var?" diye sordu Arthur, ama Merlin yanıtlamadı. Sadece yılan otunun çiçeğini alıp suyundan iki damla Arthur 'un parmaklarına sıktı.

- "Tadına bak" dedi.

Arthur yüzünü ekşitti.

- "Çok acı" dedi.

Merlin çocuğu göle götürüp ellerini yıkamasını söyledi.

- "Şimdi suyun tadına bak" dedi.

- "Acılık kaldı mı?"

- "Hayır" dedi Arthur.

- "Ama bunun aşkla ne ilgisi var?"

Merlin yine karşılık vermedi ve çocuğu ormanın daha da derinlerine götürdü.

- "Şimdi kıpırdamadan otur" dedi sessizce.

Arthur söyleneni yaptı. Biraz ileriden bir fare açıklığa fırladı, ama daha hareket edemeden bir kartal fareyi kaptı ve avıyla birlikte yüksek sarp kayalıklardaki yuvasına uçtu.

Arthur şaşkınlıkla,

- "Ama bana aşktan bahsedeceğini söylemiştin. Tüm bu gösterdiklerinin aşkla ne ilgisi var?" dedi.

- "Dinle" dedi ustası.

- "Güneşe tutulduğunda görünmeyen mum gibi egon da aşkın dayanılmaz gücünde eriyecek. Gölün suyuyla yıkandığında kaybolan acılık gibi, hayatının acılığı da aşkla karıştığında en berrak sular kadar tatlı olacak. Ve kartalın avını yakalaması gibi kendine verdiğin önem de, seni içine alan aşkın gözünde bir pırıltıdan ibaret kalacak."

Sevginin gücü, saflığın gücüdür. Sevgi kelimesi bir çok şekillerde kullanılır ama o, büyücü için kutsal bir kelimedir, çünkü onun için sevgi,

- "Tüm kötülükleri yok ederek sadece asıl ve gerçek olanı bırakan" demektir.

- "Korktuğun sürece gerçekten sevemezsin" diye uyardı Merlin.

- "Öfkelendiğin sürece gerçekten sevemezsin. Bencil egon var olduğu sürece gerçekten sevemezsin."

- "Peki o zaman nasıl sevebilirim ki?" dedi Arthur, korku öfke ve bencilliğin sıkça deneyimlediği şeyler olduğunu bilerek.

- "İşte işin gizemli kısmı burası" diye yanıtladı Merlin.

- "Saflıktan ne kadar uzak olursan ol, sevgi seni arayacak ve sen sevene kadar seninle uğraşacak."

Sevgi, kötülükleri ortadan kaldırmak için hep iş başındadır. Sevgisiz insan diye bir şey yoktur; yalnızca, sevginin gücünü hissedemeyen insanlar vardır. Görünmeyen ve ebedi olan sevgi, duygu ve heyecandan öte bir şeydir; o, hazdan ve hatta bir vecd halinden de ötedir. Büyücünün gözünde o, soluduğumuz hava, her hücredeki devinimdir. Sevgi evrensel kaynağından herşeye nüfuz eder. O, mutlak güçtür. Çünkü zor kullanmadan herşeyi kendine çeker. Sevgi, acı çekilirken bile, zihin ve ego'dan uzaklarda görevini yapar. Sevgi ile kıyaslandığında diğer tüm güç çeşitleri zayıftır.

- "Sen bir kral kadar güçlü müsün?" diye Merlin'e sordu Arthur.

- "Bir kralın güçlü olduğunu nerden çıkarıyorsun?" diye karşılı verdi Merlin.

- "Krala gücü, her zaman ayaklanıp bu gücü geri alabilecek halkı tarafından verilir. Bu yüzden tüm krallar korku içinde yaşar bilirler ki sahip oldukları herşey ödünç alınmıştır. Ülkenin en fakir kişisi bile kraldan daha zengindir; ta ki kral, gücünü bırakıp sevgiye teslim olana kadar."

- "Hayattaki gerçek güç içten gelir. Dünyayı sadece içten gelen sevginin ışığında görmek, zedelenmez bir huzurda korkusuz yaşamaktır."

- "Sevgi ile ilgili, insanların dikkatinden kaçan birçok sır vardır. Sevilmek için önce sevmeniz gerekir. Birisinin sizi koşulsuz olarak sevdiğinden emin olmak istiyorsanız, onu koşulsuz sevmeniz gerekir. Birini sevmeyi öğrenmek için önce kendinizi sevmeniz gerekir."

- "Bunların çoğu açık gibi görünüyor. Peki o zaman niye böyle yapmıyoruz?"

Büyücünün cevabı şudur:

- "Sevgi ortaya çıkarılmalıdır; onu reçine gibi gizleyen öfke, korku ve bencillik katmanları soyulmalıdır. Tamamıyla sevgi dolu bir hayat için şu anda sahip olduğunuz hayatı saflaştırın. Sevgiye yaklaşmanın doğru ve yanlış bir yolu yoktur."

"Ümitsizce sevgiyi arayan bir insan" dedi Merlin, "ümitsizce suyu arayan balığı hatırlatır."

Yaşam çok sevgisiz gibi görünebilir, ama insanı sevgiden yoksun bırakan "dışarıdaki dünya" değil, onu algılayanın gözleridir.

Sevgiyi hayatınızın değişmez ve tam bir parçası haline getirmek istiyorsanız, önce şu an sevgi dediğiniz şeyi yeniden tanımlamanız gerekir. Çoğumuz sevgiyi birine duyulan çekim, önemsendiğimizi hissettiren bir beslenme kaynağı, haz ve keyif, güçlü bir his veya heyecan olarak düşünürüz.Her ne kadar bunlar sevginin birer yönüyse de, büyücü bunların en iyi ihtimalle tam olmadığını söyleyecektir.

- "Ölümlülerin tarif ettiği sevgi, zayıflayıp yok olmaya mahkumdur" dedi Merlin.

- "Sizin sevgi dediğiniz şey gelir ve gider. Bir arzu objesinden diğerine atlar. Arzularınız reddedildiğinde çabucak nefrete döner. Gerçek sevgi değişmez. Onun bir objeyle ilgisi yoktur ve başka bir duyguya dönüşmez, çünkü en başta o, bir duygu değildir."

Tüm sahte sevgileri terkettiğinizde geriye ne kalır? Yanıtı kendini kabullenmeyle ortaya çıkmaya başlar. İçsel bir güç olan sevgi önce içinizde, yine kendinize yöneltilmiş olarak belirir.

- "Ölümlüler sevgi için huzursuz ve endişeli bir şekilde telaşlanıp dururlar" dedi Merlin.

- "Sevdiklerine sahip olamazlarsa öleceklerini zannederler. Ama gerçek sevgi sizi huzursuz etmez, çünkü onun ifade edilmeye ihtiyacı yoktur. En sevilen kişi bile sizin bir parçanızdır. Başkasından alacaığınızı zannettiğiniz sevgi, farkındalığınızdaki bir sınırlılığın belirtisidir. Büyücü için tüm sevgiler benlikten gelir."

- "Bu, kulağa çok bencilce geliyor" diye itiraz etti Arthur.

- "Benliği ego ile karıştırıyorsun, ama gerçekte benlik ruhtur" diye yanıtladı Merlin.

Bencillik ise sahiplenmek, kontrol etmek ve hakim olmak isteyen ego 'dan kaynaklanır. Ego, "Seni seviyorum, çünkü sen benimsin" dediğinde sevgiden değil, üstünlük kurma ve sahiplenmekten bahseder. Gerçekten sevmeyi öğrenenler ilk önce bencilliği bırakmışlardır. İşte bundan sonra çok değişik bir deneyim başlar.

- "Peki bu nasıl bir şeydir?" diye sordu Arthur.

- "Bunu hiç bilebilecek miyim?"

- "Bir gün bu huzursuzca telaşın bittiğinde, ufak bir ışık göreceksin kalbinde. İlk önce bir kıvılcım büyüklüğünde olacak, sonra bir mum alevi ve nihayet cayır cayır yanan bir ateş. Sonra uyanacaksın ve bu ateş güneşi, ayı ve yıldızları kaplayacak. İşte o anda evrende sevgiden başka bir şey kalmayacak, ama yine de bunların hepsi kalbinde olacak.

My<>Tick
08-02-2007, 08:32 PM
günün birinde bir çiçekle su karsilasir ve arkadas olurlar.
ılk önceleri arkadaslik olarak devam eder iliskileri.
tabii ki her zaman lazimdir arkadaslik birbirini tanimak için.
gel zaman git zaman, çiçek o kadar mutlu olur ki suyun yaninda, içi içine sıgmaz olur artık ve anlar ki suya aşık olmustur.
ılk kez aşık olan çiçek etrafa kokular saçmaya baslar "sırf senin hatırın için ey su," diye.
öyle bir zaman gelir ki artik su da içinde çiçege karsi bir seyler hissetmeye baslar.
farkeder ki "çiçege asik oldum." ama su da ilk defa asik oluyordur.
günler ve aylar birbirini kovalar ve çiçek "acaba su beni sevmiyor mu?" diye düsünmeye baslar.
çünkü su pek ilgilenmemektedir çiçekle... halbuki çiçek alışkın degildir böyle bir sevgiye.
ve dayanamaz bir gün, çiçek suya "seni seviyorum." der. su "ben de seni seviyorum." diye cevaplar.
aradan zaman geçer ve çiçek yine suya "seni seviyorum." der. su "ben de." der. çiçek sabirlidir.
bekler, bekler, bekler... artik öyle bir duruma gelir ki, çiçek koku saçamaz olur artik etrafa.
ve son kez suya "seni seviyorum." der. su da "sana söyledim ya, ben de seni seviyorum." der.
ve gün gelir çiçek yataklara düser. hastalanmistir çiçek artik. rengi solmus, çehresi sararmistir çiçegin.
yataklardadir artik çiçek, su da basinda bekler öylece çiçegin yardimci olmak için.
ama bellidir ki artik çiçek ölecektir ve son kez zorlukla basini döndürerek çiçek, suya der ki:
"seni ben gerçekten seviyorum." çok hüzünlenir su bu durum karsisinda ve son çare olarak bir doktor çagirir.
doktor gelir ve muayene eder çiçegi. muayeneden sonra söyle der doktor:
"hastanin durumu ümitsiz, artik elimizden bir sey gelmez."
su merak eder sevgilisinin ölümüne sebep olan hastalik nedir diye, ve sorar doktora "hastaligi nedir?" diye,
doktor söyle bir bakar suya ve der ki "çiçegin bir hastaligi yok dostum,
bu çiçek sadece susuz kalmis, ölümü onun için." der.
ve anlar ki su artik, sevgiliye sadece "seni seviyorum." yetmemektedir..