вσυя∂¢αη
08-17-2007, 09:34 AM
Bu iki kişilik ayrılıkta sana düşen kalmaktı
Bir kapı sesiyle başlar her şey. Yankıları uzak değildir dağılan düşüncelerine. Önce, güneşin konumuna rağmen, buz keser içinde yaralanan neresi varsa... Söylediklerinin aksine donar tüm hücrelerin, gözbebeklerin ve sesin.
Bir ses vermeye kalkma, sesin sende kalır…
İçini ürperten bir ağır mevsim kokusu kalır geriye, keskinliği sözünü keser.
Yavaş yavaş tozlar uçuşmaya başlar, kuş uçmaz kervan geçmez yalnızlığının kuytularında. El değmemiş bir hüzün olur günlerinin adı. Varlığının yerini saat sesleri alır bir süre sonra; zamanla o da vazgeçer hiçliğini yüzüne vurmaktan.
Sana düşen kendinden geriye kalanlarla bitirmektir bu yarım yamalak zamanları.
Yalan değil zaman durur aniden, noktası konmuştur aslında; sen bugün yarın derken dün oluverirsin. Yaşamının ayasında akıp giderken her şey, öylece izlersin; eskirsin son kez kullanılmış bardaklardaki çay lekeleriyle birlikte… Dudakların çürür…
Bu iki kişilik ayrılıkta sana düşen kalmaktı. Kalabilmek cesaret ister, el sallarsın.
Titrer bir süre sonra parmakların, tenin yabancılaşır. Dokunduğun her yerde acı bir iz bırakırsın iki kişilik, giden götüremez sende bıraktıklarını… Ellerin çürür…
Öyle eksilirsin ki gölgen bile tamamlayamaz yansımalarını.
Kocaman bir boşluk dolar beynine… Düşüncelerin çürür…
Ve park yasağı konmuş kaldırımlara sığınmadan atıverirsin kendini yollara. Gece geç saatlerini seçersin ki inandırmak için kendini geceyi uyuşturanın sen olduğuna; oysa sen hiçbir şehrin damarlarında akan yabancı bir madde bağımlılığı yaratamayacak kadar aciz dizlerinle kendini ve topuk sesini katarsın şehre… İraden çürür…
Başlı başına bir zorunluluk olur dayanmak. Bir inatlaşma başlar evrene karşı. Umuda dair ne varsa yeşermeye yüz tutmuş, nefrete dönüşür. Kendinle başlar önce… Keşkelerin ölür birbiri ardına. Kırgın olur diğer adın yalnızlığın dilinde… Benliğin çürür…
Bir kapı sesiyle başlar her şey. Yankıları uzak değildir dağılan düşüncelerine. Önce, güneşin konumuna rağmen, buz keser içinde yaralanan neresi varsa... Söylediklerinin aksine donar tüm hücrelerin, gözbebeklerin ve sesin.
Bir ses vermeye kalkma, sesin sende kalır…
İçini ürperten bir ağır mevsim kokusu kalır geriye, keskinliği sözünü keser.
Yavaş yavaş tozlar uçuşmaya başlar, kuş uçmaz kervan geçmez yalnızlığının kuytularında. El değmemiş bir hüzün olur günlerinin adı. Varlığının yerini saat sesleri alır bir süre sonra; zamanla o da vazgeçer hiçliğini yüzüne vurmaktan.
Sana düşen kendinden geriye kalanlarla bitirmektir bu yarım yamalak zamanları.
Yalan değil zaman durur aniden, noktası konmuştur aslında; sen bugün yarın derken dün oluverirsin. Yaşamının ayasında akıp giderken her şey, öylece izlersin; eskirsin son kez kullanılmış bardaklardaki çay lekeleriyle birlikte… Dudakların çürür…
Bu iki kişilik ayrılıkta sana düşen kalmaktı. Kalabilmek cesaret ister, el sallarsın.
Titrer bir süre sonra parmakların, tenin yabancılaşır. Dokunduğun her yerde acı bir iz bırakırsın iki kişilik, giden götüremez sende bıraktıklarını… Ellerin çürür…
Öyle eksilirsin ki gölgen bile tamamlayamaz yansımalarını.
Kocaman bir boşluk dolar beynine… Düşüncelerin çürür…
Ve park yasağı konmuş kaldırımlara sığınmadan atıverirsin kendini yollara. Gece geç saatlerini seçersin ki inandırmak için kendini geceyi uyuşturanın sen olduğuna; oysa sen hiçbir şehrin damarlarında akan yabancı bir madde bağımlılığı yaratamayacak kadar aciz dizlerinle kendini ve topuk sesini katarsın şehre… İraden çürür…
Başlı başına bir zorunluluk olur dayanmak. Bir inatlaşma başlar evrene karşı. Umuda dair ne varsa yeşermeye yüz tutmuş, nefrete dönüşür. Kendinle başlar önce… Keşkelerin ölür birbiri ardına. Kırgın olur diğer adın yalnızlığın dilinde… Benliğin çürür…