Giriş

Tam Sürümü Görüntüle : Bülent Güldal


GooD aNd EvıL
08-18-2007, 03:46 PM
Ay Yangınları

Aşk biraz da çoğaltmaktır yalnızlığı
gözlerinde fırtınalar kopan bir kıza
öyküsünü anlatırken kanlı türkülerin
gurbetin yollarını adımlamaktır
ola ki bir bahar rüzgarı öper alnımızdan
hüzün çiçek açar başlar ay yangınları

Ardışık sayılar gibiyiz sizlerle
ben çok üslü kökünü aranırım ömrümün
sonsuzun uçlarında karşıma çıkarsınız siz
bütün açılarınız geniş ve kuş cenneti
şafaklar söküyor alnınızın elipsinde
sınırları birleşiveriyor bilinmezin

Bir çemberin yarısı kaşlarınız
renk cümbüşü var kirpiklerinizde
gözüm iliştikçe dudaklarınıza
soluğumu kesiyor bakışlarınız
hükmü kanıtlanıyor denklemimizin
’her ne var ise aşk imiş’ evrende

Bir avuç sözcük saçarlar önlerine
modaya uyup dünyanın falına bakarlar
anıları istifleyip düş odalarına
okşadıklarını sanırlar kalabalığı
birbiri üstüne yığılır zamanla
yerleşir aramıza anlamsız anlar

Sırsız aynalardan yansır yalnızlık
ben merkezli sarsıntılarla eksilir ömür
çıkrığından boşanır derin kuyunun ipi
unuturlar avludaki gül bahçesini de
öte yaşam sarmaşığına sarılırlar
zehre keser hayatları ilahiyat derslerinde

Eskiyi yeni yapmaların ustaları
isini pisini silerler camların
duvarları karanfillerle ovarlar
havasızdır yine yürek kuşları
ters ilmeklere takılır kalır hayatları
kıyısında ot bitmez ırmaklarının

İçimi serinleten içtiğim suda
paralel çizgilerin ucundasınız
hüzne denekler arıyor ya birileri
el edip çağırır gibisiniz
payınıza düşen gökyüzü altında
bu yüzden kokusuz naylon gülleriniz

Aşk biraz da çoğaltmaktır yalnızlığı
kan yitiren bir ülkede şiiri aranırken
cangıllardaki feryatlarla uyanmaktır
yavrusunu yiyen kedilerin vahşeti
sırıtarak büyürken gözbebeklerimizde
hayat kumaşını fırtınalı bulutlardan biçip
yeniden çobanı olmaktır sis dağlarının,

yoksa nasıl bakabilirsiniz gözlerine çocuklarınızın?

GooD aNd EvıL
08-18-2007, 03:46 PM
Ayvalık’ta Bir Pencere Akşamı

-Abdülkadir Budak,M.M.Doğan ve Serdar’a-

Ay göründü bulutların arasından

gökyüzü çayırına yıldız yağıyor

bir yerinden gir denizin türküsüne

haydi Mahzun aç pencereyi parlat pervazı

şiirler oku kımıltılar kitabından


Bin yaşındaki zeytin ağaçları

iğdelerin dalları da dinlesin

söyle Serdar’a dokunsun saza

ışıltılar kapısını arala artık

içimize doğsun aşkın ıslığı


Sevdayı pazar eyler yüreği dili

eteğinden kan damlayan bir dünyada

şair sözü kulağa küpe olmalı

başka kim söyleyebilirdi ki

"Nil’in Büyüklüğünü Afrika’dan"


En yorgun ırmak bile ulaşır bir gün

aşkı soluyan engin denizlere

fışkırır rüzgar göğüs kafeslerinden

sessiz duruşlarına aldanmayın siz

türküler içindedir dağılan mermerler


Şimdi şiir kavşağındayım ömrümün

aleve bedel biçen aşklar içre

soluksuz geçiyorum kayalıkları

silinip gidecek bir iz değil bu

haydi Mahzun aç pencereyi parlat pervazı

GooD aNd EvıL
08-18-2007, 03:47 PM
Aşk İçin

Aşk için İda’ya yolu düşenin

izi kalır dudağında

bilinir kokusundan

hangi çiçeği öptüğü


Yokuşları inmiş gibi dingin

imbatla tarar saçlarını

görünür yorgun gözlerinde

paslı bir kolyenin çözüldüğü


Böğürtlen morudur kalıcı

aşk lekesi uzanısında

saklanır sütyeninde sütü

ağılı yaban otlarının


Işığa yönelir pervane

yüreği ter,dili tuz

yekinir bulutlara

siyah bir gül uğruna


Söğüt yaprağı gizemler

savurur kısacık eteğini

aşk için gelinir

yalnızca aşk için İda’ya


Dağın koynundan akar

masalların iksiri

yaşamak yaz yanığı

gibi sarılır boynuna


Çoktan hazırdır kumsal

soyunur iki yıldız arası

uzatır ahtapot kollarını

uzak venüs tepesine


Dalgalar mı hışırdar

ılık nefesler mi yoksa

rüzgarla yarışır bir tay

göğsünüzün ortasında


Islaktır orda vadiler

böceklerin yaz ötüşü

çizer süresini zamana

dal öğlen sevişmenin


Aşk için İda’ya yola düşenin

izi kalır dudağında

bilinir kokusundan

hangi çiçeği öptüğü

GooD aNd EvıL
08-18-2007, 03:48 PM
Çargah

Bu yağmurda yola çıkılmaz
kasırgalar iniyor dağlardan
eğil de bir göz düşürüver
az ötesi her yer acemaşiran

Rengini gözlerinden almış
bir akşam çöküyor üstelik
koyun mahsun boynu bükük
sis içinde kayboluyor çargah

Bir yerlere yetişmek de ne
önümüz sıra giderken aşk
başladığımız yerdeyiz anla
şiirime anahtar oluyor
saçlarından esen zaman

İnce bir çitle kuşattım hem
gözlerinden dökülen ışığı
eşyalar seninle tertemiz
seninle konuşkan ömrüm
odalar seninle sevinçli
ıtır sızıyor saksılardan

Bu yağmurda yola çıkılmaz
ferahfeza bir gök açılır
öfke kuşları uçar birazdan
aşk kavşağındayız anla
türkülerimize dönüşür
suların akışındaki naz

GooD aNd EvıL
08-18-2007, 03:49 PM
Dağların Dili

Şehir’in ışıklarını kuşanmış bir süvari geliyor
suların ortasınmda suyu arayanlara nispet
bir elinde tığ diğerinde teber deltalara yürüyor

Kirli kürsülerden yağan havaya ayak uydurup
içinden çürümeye başladı mı insan söz de kavrulur
toprağını yitirir fidan aşk dilini unutur

Seks basamağında düşleri umarsızlıkta ya da
biz kayıbız şimdi,ben’in telaşı baştacı ediliyor
öteyaşam özlemiyle tutuşuyor harika (!) çocuklar

Bu dil dağların dili.Kıyısız denizlerin,uçurumların
içinden süzülerek geldi Dede Korkut’un emzirdiği
ufkumuzda zamana akran motiflerle kımıldıyor

Biçtiğin kumaşın ortasından akıyor görünmez bir sel
kımıltılardan süzüyor hayatı incecik türkülerle
çerağına uzatıyorum ellerimi uzak şehirlerden

GooD aNd EvıL
08-18-2007, 03:49 PM
Düş Meyhanesi

Kuş dilini kaldır önümden garson
ıtırlı bir zaman dilimi getir,
üç yanımız deniz nasılsa
imbatı,lodosu topla getir,
ay ışığıyla donat masayı
şişeleri es geç açma
rakıdan boşanalı beri
daha çok sarhoşum
memleketin havasıyla

Ne kaptanlar gördüm bu meyhanede
gözlerimin içine baka baka
avcı masalları anlatan,
ne kara göründü ne battı gemi
ya yolcular iflah olmadı
sularda çalkalanmaktan,
kimi aslını unuttu,çıldırdı kimi
kimselerin aklına gelmedi
kaptanla birlikte yakmak güverteyi

Şimdi dağların kekik mevsimidir
kaldır masalardan çeri çöpü de
su gibi kızların topladığı
biraz yaban gülü getir
türküsüyle beraber sis dağlarının,
belki anımsar müşterilerin
aynalardan bakan gözlerin
kendilerinin olmadığını,
yak bütün ışıkları garson
görsün herkes kendi yüzünü
konuşulanlar anlaşılsın

Aşkla dokunuyor ömür kumaşı
yaşadığımız her kımıltı
bir denize çanak oluyor ya
işte bu pencereden bakınca
kimselerin zamanı yok
bilmecelerle uğraşmaya,
eskinin göçüklerinde
simya çalışanlar anlasın
neden solgun çıktığını
halkın fotoğraflarının

Dil tükeniyor garson
kan yitiriyor meyhane
çalıp söyleyenler
anlamazken birbirini
okumuyor diyorlar ya
haksızlık ediyorlar
halk denilen atlasa
tut kollarından
denizin ve dağın
şairlerimi getir
hatırı sayılsın hayatın
kendine gelsin bu sofra

GooD aNd EvıL
08-18-2007, 03:49 PM
EKO ÇÖKÜNTÜ

Koçero'sunu özlüyorum ıssız dağların
kuzuyu alırdı kurdun ağzından
sarardı kanadını yaralı kuşun
kefeleri dengelerken kendince
babadan oğula geçen bir saltanat
olmadığını sezerdi hayatın
ve bir isyan bayrağı gibi
dikilirdi karşısına puştun

Bütün değerleri yok varsayan
yılan dilli ihanetlerinde
hayatın hainleri hep birlikte
bir yolu tarif eder gibi
tanımlıyorlar fukaralığı
karnında hazineler beslerken
çöle dönüştürülen toprak
açlıktan sütü kesilen anne
diplomalı işsizler ordusu
bu sarmalın neresinde?

Yirmiüç cent'ten satışa sunulmuştu
yarım yüzyıl önce delikanlı dedem
küresel dünyanın köşesiz sahiplerine,
o parayı hoyratça harcayan babam
Yeni Dünya'da olduğunu sanmıştı bir an,
süt tozuyla beslenmek düştü benim payıma
beyzadelerin narin ellerinde
dibe vurdu soluğu az gelişmişliğin
yakın diplomolarınızı yakın yakın
Koçero'sunu özlüyorum ıssız dağların

GooD aNd EvıL
08-18-2007, 03:49 PM
Figan Faslı

Çile ve çarmıhı baştacı edenler ey
yaşamın kımıltısını görmezden gelenler
el birliğiyle çoğaltıyorsunuz kamburunuzu

Yıldızlara giden yolda ayak izleri
ırzına da geçiyor güzelliklerin
tüketiyor ömrümü bu çelişki

Yürek serinliğiyle geçene aşkolsun
doğumla ölüm arası bir zaman
adım başı diken bahçelerinden

Kuşlar bombalar terketti gökyüzünü
direkleri yıkılıyor insanlığın
yaşadığımız an salt faslı figan

Yüzyılın bağrı ateşten bir tarla
kan damlıyor eteğinden dünyanın
inim inim inliyor şimdi Babilonya

Çocuk katillerinin yarattığı tufan
alnının çatına yazıldı uygarlığın
bu hangi hayvan? Bu hangi hayvan?

Şakaklarım karıncalara yuva
fosforunu okşuyorum ateş böceklerinin
yaşıyorum işte,uç veren filizlerin aşkına

GooD aNd EvıL
08-18-2007, 03:50 PM
Güzden De Öte

Ay yüzlü kadınların
teni gibi kokuyor
avuçlarımdaki toprak
farketmeden çiğnesem de
yuvasını karıncanın
bir gidip bin geliyor
türküler içinde kervan

Ömrümün biriktiği
mor bulutlu vadide
aşk saati soruyor
ilk halini hayatın
ışıklarla yıkanıyor
mahsun gülümsemeler

Kendini silen evlerin
yorgun misafiriyim
uzun ırmaklarla akıyor
gülün son telaşı güz
bir menzilden ötekine
savruldu bütün yollar
şimdi bu durağa geldi

Adı değişmeli artık
sıfır noktasına giden
sessiz trenlerin
aramızda yer bulur
anlam gül açar nasılsa
derinlere ağarken
boşluktaki gölgeler

Anılarla ısınıyor
soğuk düş odaları
hangi ele uzansam buz
kendini de siliyor 'ben'
nasıl çağırıyor bilseniz
dönüş yolunda bir fettan

İskandiller boşuna
karaya oturdu gemi
yolun sonuna geldim
ay yüzlü kadınların
teni gibi kokuyor
avuçlarımdaki toprak
vakt erişti in diyor
bu muammalı durak

GooD aNd EvıL
08-18-2007, 03:50 PM
IŞIK MERDİVENLERİ

Sizi dinlerken aklım terliyor bayım
katran karası bulaşıyor beyaz düşlerime
ilk dönüden bugüne kayıp giden zamanı
örümceğin ağlarında aranıyorsunuz
kımıltısını gözardı ediyorsunuz hayatın

Sularından gül fışkıran bir havuzun başında
kalbini dinliyorum denizi emziren dağın
mermer yontulardan savruluyor ter taneleri
iri gözlü kadınlar dirimle oynaşıyor
köpüklerin ucunda açıyor şiir çiçekleri

Birbirine benziyor başımda uçuşan kuşlar
bakışlarıma çarpan yüzlerin telaşı da
düşleri zehirleyen korkunç yanılgı bu;
yenisi doğuyor yerine kayan yıldızların
kanat ve çocuk kendisini büyüyor

Belikleri kınalı bir kız çocuğu ağlıyor
kumların girdabına düşüyor iç çekişleri,
uçkuruna sevdalı desem aşka ihanet olur
diz çöküp baladlar okuyor ilkel bedevi
kim bu fermanın sahibi söylesene sayın bayım?

Kısacık ömrüm söz diziyor sonsuzun yollarına
saçlarını okşuyor yontulardaki kadınların
yeni bir dünyanın tohumu çatlıyor usul
duyuyor musun ey yüreğinde fırtınalar kopan?
Işık merdivenlerinden çıkıyoruz aklın

GooD aNd EvıL
08-18-2007, 03:50 PM
KAR SIZISI

Şimdilik bir rastlantı


bombalar düşmedi başıma


salgınlardan kurtuldum


ensemde kara cehennem


dişlerinin sıcaklığı


kanserin,sarılığın sars'ın


bir korku filmi yaşadığım çağ


ömrümün ellinci yaşı merhaba





Dudaklarımda kar sızısı


alnım ateşler içinde


gören içtiğimi sanacak


dünya yalpalıyor oysa


yanık ceset kokuyor ortalık,


her çalabilir kapınızı


ecelin zamane tanrıları


diğer namıyla uygarlık!





Payıma düşen güneşe


göz dikenler karşısında


konuşmak yasaktı ya


susmaksa ölümcül ayıp,


iyice büründüm gömleğine


gül açan insan sıcaklığının


bir yudum sevgi uğruna


el edip çağırdım sizi


bekledim aşkın kıyısında





Yaşanacak ne kaldı ki


demeler sizin suçunuz


yürekleri paylaşmayı


tenden ibaret sayanlar


hangi toprağı suluyorsunuz?


Size dokunmayacak mı


dünyayı saran yılan?


Kuyruğunu çevirip


incecik ensesine


gururunu onarıyor


adı hayvan olan akrep!


Ateş çemberlerinde


siz susuyorsunuz





Yerimi sorguluyorum


yalnızlık deltasında;


aşığın yokluğundan


aşkı yok sananlar


sınıfta kalıyorlar,


öylesine çoklar ki


hayatın sofrasında


ne Bağdat'tan dönüyor


masa başlarından ne de,


yanlışın sağlaması


doğru oluyor nedense?


Küresel efendilerin


bir türlü doymuyor karnı


hep onlara yok bana


ömrümün ellinci yaşı merhaba

GooD aNd EvıL
08-18-2007, 03:51 PM
Mavna

Saçlarını tarayarak yüzlerce yılın
külhan aşkları besleyerek koynunda
tanrıya akran zamandan geliyor

Ne suyun farkında ayışığının ne de
akıyor dağların içli sesiyle
yorgun mu desek tükenmiş mi yoksa

Döndüğü kıvrımların ucu uçurum
girdaplarda boğuldu boğulacak
yolcuları bitkin rota sormaktan

İş bilmez dümenciler elinden aman
iniltiler içinde korsan kayalarında
tufanlara kafa tutan hüzünlü mavna

Kalbine iniyor kanlı baltalar
sırtlan yuvaları şölen sofrası
kanlı rüzgarlar esiyor konaklardan

İlmeği senin motifi benimdi
elbirliğiyle dokunan kilim bizimdi
satıyorlar şimdi aymaz kaptanlar

Sinmişliğin altında uyuyan dev
yekinmeleri görüyor düşlerinde
'Darağacında Üç Fidan'ın haykırışını

Sırmalarını bir kir gibi fırlatan
daha da gerilerde Mustafa Kemal'i
çağırıyor kurtuluşun şafağına

Depremler yaratacak silkinişiyle
uyanır koca dev yüzer bu mavna
tüneklerinde boğulur alıcı kuşlar

Koltuk sevdaları kor ateş olur
firar planlarıyla yatıp kalkarlar
korsandan dönme kirli kaptanlar

GooD aNd EvıL
08-18-2007, 03:51 PM
Misafir

-Hüseyin Yurttaş’a-

Uçmalara kanat çırpan

kuşların yavrusu gibi

aşkın çırağıydım henüz


Yalancı bahara aldanıp

çiçek açtı ümit ağacım

yandı buzun bağrında


Anlamını çözmüştüm ki

tutuklandı kentlerim

aykırı türküyüm biraz


Derinde akan ırmağa

hem uzağım hem yakın

bir karlı dağ içimde


Sular yıkayabilir mi?

Kaçışlara yeltenenin

ellerinin kanını


Hayatın hüznü ve gurbeti

dünya gözlerimin içinde

kim söndürür bu yangını?


Mekanlara misafirim

bir ses aranıyorum

’Bülent,gitme burda kal’


Kurşun yarasından ağır

delip geçiyor zaman

ustam söyle nedir bu hal?

GooD aNd EvıL
08-18-2007, 03:51 PM
NEHİR

Terli göğsünde gümüşi yazın
uzun bacaklı bir nehir akıyor
anıları istifleyip düş odalarına
sekerek geçiyor sarp yamaçlardan
sıcak merhabalarla düşüyor sofrasına
aşkla yoğrulan ak köpüklü Akdeniz'in

Köpüren ıslığında zamanın sesi
kavgaların tanığı nice öldürümlerin
not düşüyor paslı aynasına kalabalığın;
gökyüzünün şen türküleri sizin değil mi
set mi dinler çılgın su ummanın kokusuna doğru
görenler çoğalacak elbet tanrıya akran Spartaküs'ü

Uçurumların hüzünlü yalnızlığını
serinliğini akıyor boynu bükük dağların
ardıç bir avlunun dost sesine çeviriyor yatağını
basma entarisinin eteklerinden kuşlar havalanan
zeytin gözlü bir kıza dönüşüyor dünya
bütün hızıyla damarlarıma yayılıyor o zehir
bu türkü bitmeli şimdi uzun koşusundan yoruldu nehir

GooD aNd EvıL
08-18-2007, 03:51 PM
SENİ DİNLERKEN

Yanaklarının gümüş çukurunda ışıklar oynaşıyor

bir demet karanfil oluyor dünya ortasında ben

tutuversem bozulacak büyü savrulan eteklerinden


Cümbüşlü meyhanedir gönlüm makber isteyenlerin olsun

bana sıcaklığın ver göğsünden havalanan yaz kuşlarının

dağ denizle yoğruluyor gökyüzü düşüyor içime seni dinlerken


Ardımda kalan yol eskidikçe sabırla yenilendim

derin sulara düşürdüm yüreğimi dönekler pazarında

aykırı bir sesim Allah’a bile eyvallah etmeyen


Kanlı gömleğini çitilemekten usandım kirli yüzyılın

aşk faslında acemi taylar yarışıyor yangınlı bulutlarla

türkülerle geçiyorum ömrümün güz bahçelerinden


Tuzu kaldı tenimde tırmandıkça düştüğüm kayaların

buza dönüşen eşya,ıssızlaşan odalar,mor yalnızlık

kırığını onarıyor kristal bir vazo kokladığım gülünden


Bana düşlerini ver lacivert gözlerinin şen türkülerini

şiir ırmağımın son dizesine düşür yaz *******ini

kırmızı karanfiller dönüyor başımda seni dinlerken

GooD aNd EvıL
08-18-2007, 03:52 PM
SONSUZDA DANS

Kedilerin uyuduğunu sanan
bir kumrunun yavrusu
kanatlarını yadırgayarak
uçma denemeleri yapıyordu

Hırpalandıkça güzelleşen
ve kendisiyle sevişen hayat
aklı bozguna uğratan
tanrısal bir hakla
karmaşa kaynatıyordu

Güneşin sarı sıcak kaftanı
örttükçe üstünü bahçenin
kılcal damarlarında
dereler akıyordu
kırmızı gülün
yaprak yeşil terliyordu

Kilim kanatlı kelebek
uçuşan bir uğultunun
çevresinde dönerek
ölümün rüzgarıyla
kendini yaratıyordu

Gülibik bir şafakta
hem gül gördü hem yaprak
uykusundan silkinerek
kıstı gözlerinin merceğini
tırnaklarının sivriliğini
kumruda denedi ala bir kedi

GooD aNd EvıL
08-18-2007, 03:52 PM
Tambur Ve Şarap

Güneş sarısı kehribar tütünden
sabahın ilk sigarasını sardım
kanat şakırtılarına döndüm yüzümü

Tanrı'sı insan olan bir ayinde
akacağı ummanı buluyordu su
hangi pencereye konacağını kumru

Yaz bitti.Güz durağına iniyoruz el ele
zemherinin dar geçitleri inceden şehla
gökavluya yıldız ekmek kolay iş değil
sevgilim bir kahve yap da gir bu şiire

Tambur demiştim akşamların şarabisinde
şakıyan kuşlara özenmiştim.Ne delilikmiş
Tanrı sanıp da kendimi şiirler söylemiştim
ıslığıyla üşüyorum şimdi yalnız *******in

İncirin çekirdeğinden aşka açılıyor kapılar
gel diyor ormanıma boşver Tanrı'yı tapınağı
dinlere döndüm yüzümü bir vahşet ki aman aman
düşe kalka kaçtım boz bulanık o uçurumlardan
güz köyünün ötesinde bekleyedursun kirli ölüm

GooD aNd EvıL
08-18-2007, 03:52 PM
TERZİ

Şafağın renginden biç kumaşı
ipliğini sulardan eğir
bulut kullan teyeline
rüzgar geçsin içinden
astar filan istemem
tela tenimi incitir

Bir dudak motifi işle
al ibrişimle doku yakama
üstüme düşen göz anlasın ki
aşk delisi geçiyor sokaktan
tez kullan makası terzi
hayat bir fincan kahve içimidir

GooD aNd EvıL
08-18-2007, 03:53 PM
Yağmur Kuşunun Türküsü

Her eve biraz Nazım verelim.Atlas bulutlarda harmanlanmış altın sarısından aşkın.Nasıl kafa tutulurmuş zehirli otlara,dip sularda nasıl yüzülürmüş anlaşılsın.

Karadeniz'i verelim size.'Papa XII. Pie gibi önü açık yatar:Bir eski zaman ******sudur sanki.Sarkık memeli.Huysuz.Yatalak.' İlhan Berk'in penceresinde yanlış öten bir kuşum.Bilmem siz nasıl düşünürsünüz?

'Ya sus-git,ya konuş-gel,ortalarda kalma'.Söylemini getirdim kapınıza Özdemir Asaf'ın.Irmakları tersine akıtmak isteyenlere duyurulur.Kavgalar en az iki kişilikse aşk bire nasıl indirgenir? Sarmalda incecik birer lifiz unutuyorsunuz.

'Işıklarla oynamayın' diyordu Hasan Hüseyin.Kurşun eritiyordu sağır kulaklara.Şarabını yudumlarken çevresinde pervaneydiniz.Ölümün eli değdi alnına.Arabesk dediniz.Gömütünde açan güller soruyor:Işıklar kararırken neredeydiniz?

Küçük evlerin düşlerini isterseniz Behçet Necatigil verelim biraz.Karabiber,kafuru ya da fesleğen.Hırçın sevgilerinize serpersiniz.Hayatın kenar süsüdür yorgun yaşamak.Kimseleri ilgilendirmiyor küsmeleriniz.Anlaşılmak için daha çok beklersiniz.

Sınıfta bırakılıp azarlandıkça başkaldıran doğunun hakkını verelim.Çılgınla mazlum arasına hakem olsun Ahmet Arif.Dicle'nin kıvrımlarından dinleyelim harami masallarını.Baldırıçıplak krallar utanır mı acaba?

Yolcu yolun özgürlüğeyse kapını açık tut şair sözüne.Kartalın görkemine olduğu kadar yağmur kuşuna da pay ver aşkından.Ummana bakarken zerreyi anımsa.Sana ait değil mi başında dönen dünya?

Her eve biraz şair verelim.Bir kurşun gibi ağır.'Üvercinka' gibi ince.Trajedyalardan süzüp hayatı otur aşkın sofrasına.Verilenle eksildiğini anlayıp almaları öğreneceksin.Yolcu yolun özgürlüğe..

GooD aNd EvıL
08-18-2007, 03:53 PM
İda’da Yaz Sonu

Kekikli köpüğünü

bıraktı bana İda

çekilirken koynuna

son yazın



Yalnız bir ıslıktır

eflatun perdeler

ıssızlık zorluyor artık

sabahın kapısını



Saklı duruyor gömleğimde

eski dudak izleri

kollarımdan usulca

sıyrılan sevgilinin



Dokunsam ağlayacak

kokusunu arayan gül

bir bahçenin kuytusunda

bu hangi göçün sızısı



Otlara yatırdığım

Temmuz buğusu

titriyor *******i

zeytin dallarında



Yaz otlarının görmediği

vadilere açılıyor

gözlerimin girdabı

deniz kokan odalarda



Yeni kuş yolları

arıyor her gece

uzun bacaklarıyla

yatağımda güz

GooD aNd EvıL
08-18-2007, 03:53 PM
İDA'NIN YOLLARINDA

Bir yanım koca dağ derin deniz diğer yanım
çiçek derseniz kızlar gelir pınarlardan
sofralar kurulur aşkın dergahında

İncedir rüzgar dalgalar kabarır inceden
uzak dur aman dağları küçümseyenden
o nereden bilecek Kybele'yle seviştiğini

Dikenlerin ucunda açan mor zambak
kılavuzun olur çağlayanlara doğru
elinden tutar yer altı dereleri

Kentler kavganın diliyle konuşuyor yorgun
sen sabahın içinde ormanları soluyorsun
sözcükler fışkırıyor ateş kuyularından

Bu dil dağların dili derin maviliklerin
kuş şakıması,gül patlaması,aşkın hası
ortasında bir mevlevi gibi dönüyorsun

Hayat güze dökülüyor telaş içinde
açılıyor kapıları sonsuz suskunun
bu türkü bitebilir de kime ne?

Ömrümüzün bezzazı bize sormuyor
biçiyor kumaşını düşlerimizin
kimine göl düşüyor kimine umman

Gölsen eğer enginlere çevir yüzünü
büyük balıkları besle koynunda
taşlarla konuşmayı öğreneceksin

GooD aNd EvıL
08-18-2007, 03:53 PM
İKİLEM

Değişiyor nesnelerin türküsü yavaşca
kaynağına dönüyor gözüme ilişen renkler
yakama heyecanla taktığım gül soluyor
bir el okşuyor alnımı soğuk mu soğuk
aranıyor sürüsünü çoban kayıp dağlarda

Gel gitini unuttu kıyısında gezindiğim deniz
ne ay'ın hükmü geçiyor geceye ne güneşin sabaha
kavrulan ıssızlıkların biterken başlıyor yolları
iş olsun diye salıyor ağlarını sulara balıkçılar
sözden taşan türkülerle direniyorum hayata

Bahçelere açılırdı pencerelerim gül kokularına
dağ sularıyla yıkanırdı uzun boylu bir süvari
her an'ıyla örtüşürdü kalbindeki 'süveyda'
sardunyalar sile küstü zemheride boy atan
kulağıma doluyor artık geri dönüşün türküsü

Herkesin başrol oynadığı çok kişilik oyunda
perdeleri indiriyor sahneye sufle veren ses
bitiş müziğine karışıyor duymadığım bir senfoni
dağların devrildiği yerden esiyor rüzgar
inişe geçtiğim merdivenin son basamaklarında

Gülibik şafakların yanan teniyle sevişmedim mi
söyle bana sularını yitiren yorgun ırmak
binicisini yok sayan zamanın küheylanı
dörtnala gittiğin bu hangi davet?
Düşümü gerçeğimi yollara dağıtarak

GooD aNd EvıL
08-18-2007, 03:53 PM
Yolcu

İncecik parmaklarınla
vur tamburun tellerine
ışıklara bürünüp
yüreğe yağar bu ses
ay göğe sığmaz olur
sen benim yüreğime

İnan yarim inan dost
bu el böyle yanmadı
başkasının elinde

Aşk sarrafı olduğumu
sanırdım ya yanılmışım
seni görünce anladım
pervanelere dönüşen
Mecnun'u,Ferhat'ı,Kays'ı
tırmandıkça düştüğüm
başı dumanlı bu dağı

İnan yarim inan dost
uçurum kokuyor hava
gözlerine baktıkça

Ömrümün güz bahçesinde
bütün kuşlar uyandı
şakıyan gülü görünce
şiire yekindi kalem
yüreğim sevmelere
teninden yükselen buğu
yaz eyledi ansızın
geçkin yaz kumsalımı

İnan yarim inan dost
yolcusuyum yolunun
bu mevsim hiç bitmese

GooD aNd EvıL
08-18-2007, 03:54 PM
Ömrümün Mor Saatleri

Kokusunu alınca
goç mevsiminin
can kuşu çırpınır
ten bahçesinde
fırtınalı pervazdan
savrulur ömür
giriverir usulca
kırların türküsüne

Köpüklere biner gider
sesler ve görüntüler
bir an da kesilir
aşka güller açtıran
kayaları aşındıran
taylarla yarışan
sımsıkı bacaklarıın
özüne biçirn aranır
patlarnaya hazır gülden

Kokusu olurum yağmurun
kayadaki çiçeğin
utanırım okşandıkça
aşk merdiveni gibi
kendime kapanırım
nasıl patlar bir dünya
koparıldıkça anlarım

Ömrün mor saatlerinde
yeni öğrendiğirn
ıssız türküde
biçim seçer özüme
sınırsız kımıltıdan
onarır kendini
yaşam ipliği
dantel olur gül dalına
yakama yapışan ölüm

GooD aNd EvıL
08-18-2007, 03:54 PM
Şahbaz’a Gazel

Sinesindeki sitemler naralara birikir
dinamitin deposu dağın yanar halidir

Buluta kafa tutar bir ellibeşlik boyuyla
aşk faslına girince ince dallar gibidir

Bir kurdun alevden gözleriyle bakar şafağa
sayrılığı açlık demek ekmek derinlerdedir

Kamçıyı rüzgara sallar fiske vurmaz atına
düşlerini kanatan sızı geçim derdindendir

Ömrünün tozlu yollarını sarp yokuşlarını
yüreğinin değirmeninde ovalara çevirir

Dönemeçlerinden şiir gibi geçer hayatın
okuması yazması Ali Mektebi’’ndendir

İri kıyım yüreğiyle affetmez hayınlığı
yarin dizi dibinde küçücük bir bebektir

Hüznün koşumlarını kuşanır her sabah
dün bugün yarın güzergahında küfürlerdedir

GooD aNd EvıL
08-18-2007, 03:54 PM
ŞİİRİ ARANIRKEN

Hayatın dudaklarından yükselen buğu
öpüyor beyaz çiçeklerinden toprağın
göğün ve suyun aynasından yansıyan
dirimle bölüşüyor aşkı içimdeki ses
yaşama sevinci dolduruyor genzime
yumruk kadar kuşların türküleri

Yaz bahçelerine giderken rastladığım
dağların böğründeki gizli gülistan
güldü bana toprağının bahçevanı sanıp
ayışığına büründü birden yıldızsız gece
ömrümün sofalarına düğün dernek kuruldu
baş köşeye oturdu masal bir aşkın sancısı
yaktı içimi şiire anahtar sandığım

Kum mavisine benzeyen gözlerinizle
terini siliyorum çiçek doğuran yüreğimin
kanımı köpürtüyor masum bakışlarınız
ya daha çok sarılıyorum ömrünüze
damarıma sızdıkça dalın ucundaki renk
delirmekse bunun adı deliriyorum

Bulduğumu sanırken usulca yitendi o
kuytularında dağların rüzgarla oynaşırdı
kokusunu duyardım da göremezdim tenini
göz,dil ve dudaktan ibaret sanıp yanıldım
geme gelmeyen oynak kısraklarla
seviştiğini söyleyenlere inanamadım

Çığ düşüyor içime ne zaman yola koyulsam
uçurumların asma köprüleri çıkıyor önüme
saklıyor kokusunu o vadi hoyrat avcılardan
ya ben sevmeyi hiç bilmiyorum
o gül bahçemde açmıyor ya da
girdabına kapıldığım her suyu deniz sanıyorum