jockeя
08-20-2007, 04:16 PM
Kafanızda iki imge canlandırın. Bunlardan biri: İkiz Kulelerin önünde bir yerlerdeki sıralardan birinde, dizleri üzerindeki evrak çantasına yapışmış vaziyette oturan, bronzdan bir heykel ya da şu Pompei harabelerinde bulunan kavrulmuş insan bedenlerinden birini andıran ve çökmüş kulelerden yağan toz toprağın altında kalmış teknokratın görüntüsü olsun.
Bu teknokrat görüntüsü sanki öngörülemeyen bir felakete uğrayan dünya çapındaki bir gücün dokunaklı bir sureti, bir tür bu olaya imzasını basan bir görüntüdür.
Diğer imgeyse şöyledir: İkiz kulelerden birindeki atölyesinde bir sanatçı., kulelerin önündeki meydana dikilmek üzere, bedeni oklarla delinmiş bir Aziz Sebastien heykelinin modern versiyonunu andıran bir yapıt üzerinde çalışmaktadır. Model olarak kendi bedenini almış olup, bu bedenin içinden uçaklar geçmektedir.
11 Eylül sabahı kuledeki atölyesinde bu heykel üzerinde çalışmakta olan sanatçının öngördüğü olay gerçekleşerek kendi ölümüne yol açmıştır. Gerçek bir olaya dönüşen düş ürünü bir sanat eseri için bundan daha kusursuz bir kutsama töreni düşünülemezdi.
Burada: İstisnai, şimşek hızıyla olup bitmiş, tarihin sonu denilen tek düzeliği bir anda aşıp geçmiş olan tek bir olayla ilgili iki alegoriden söz edilebilir. Hiçbir şeyin gelip kendisini rahatsız edemeyeceği bir dünya düzeni ya da olay-olmayan-olaya mahkum edilmiş bizlerin içinde bulunduğu duruma son verebilmiş tek olay 11 Eylüldür.
İnsan bedenleri, akıp giden zaman ve konuştuğumuz dile özgü tüm işlevleri iletişim ağı örneğinde olduğu gibi bir araya getiren, bütün kafalarda zihinsel bir perfüzyona yol açılmış olunan bir aşamada, en önemsiz bir olay hatta tarihin kendisi bile bir tehdide dönüşmektedir.
Öyleyse gerçekleşebilecek her türlü olayı önceden tahmin edebilecek bir güvenlik sistemi oluşturmak gerekmektedir.
Günümüzde evrensel strateji adı altında inanılmaz bir önlem/tedbir ve caydırma stratejisi güdülmektedir.
Steven Spielberg’ün Azınlık Raporu/Minority Report başlıklı filminde böyle bir öykü sunulmaktadır.
Filmde yakın bir gelecekte işlenebilecek suçları önceden tespit edebilen önsezilere sahip beyinler (precogs) aracılığıyla suçluyu suçu işlemeden yakalayıp, etkisiz hale getiren komandolar (pré-crimes) vardır.
Buna benzeyen bir başka film de: Dead Zone’dur. Bu filmdeki kahraman da geçirdiği bir kaza sonucu insanüstü yeteneklere kavuşmakta ve öykünün sonunda, gelecekte savaş suçlusu olacağını öngördüğü bir politikacıyı öldürmektedir.
Irak savaşının senaryosu da bundan farklı değildir. Henüz gerçekleşmemiş bir eylem (yani Saddam’ın kitle imha silahlarını kullanma iddiası) bahane edilerek‘suç’ daha kuluçka aşamasındayken saf dışı edilmeye çalışılmaktadır. Doğal olarak burada sorun suçun gerçekten işlenip işlenemeyeceğini tespit edebilmektir.Ancak bunu hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Önemli olan sanal suçun sözcüğün gerçek anlamında cezalandırılmış olmasıdır.
Burada bir genelleme yapacak olursak, yalnızca her türlü suçu değil aynı zamanda mevcut düzen ya da gezegen boyutlarındaki baskı düzenini bozmaya yönelik her türlü programın sistemli bir şekilde engellenmeye çalışıldığını söyleyebiliriz.
Günümüz politikası neredeyse bundan ibaret bir şey haline gelmiştir. Bugün artık olumlu bir politik iradeden söz edebilmek mümkün değildir. İktidar olumsuz anlamda bir caydırıcı, kamu sağlığını koruyucu, güvenliği sağlayıcı, bağışıklık sistemini kuvvetlendirici, önlem alıcı bir güçten başka bir şey değildir.
Bu strateji yalnızca geleceği değil aynı zamanda geçmişte yaşanmış olayları da kapsamaktadır. Örneğin 11 Eylül olayının neden olduğu eziklik Afganistan ve Irak savaşlarıyla örtbas edilmeye çalışılmaktadır.
İşte bu yüzden bu savaşın aslında bir amaç ya da hedeften yoksun bir yanılgı, sanal yani “gerçekleşmemiş bir olay”, bir tür lanet okuma, bir şeytan kovma biçimi olduğu söylenebilir.
Bu savaş zaten bu yüzden bitmeyecektir çünkü bu lanet okuma süreci bir türlü bitmek bilmemektedir. Bu savaşın önlem amaçlı olduğu söylenmektedir – oysa geçmişi hedeflediği yani 11 Eylül’de gerçekleştirilmiş terör eyleminin o gezegen boyutlarındaki denetim üzerinde yaratmış olduğu etkileri silip, yok etmeye yönelik bir girişim olduğu söylenebilir.
Sıfır ölü zorunluluğu üzerine oturtulmuş olan güvenlik saplantısı nedeniyle: Eylem, düşman ve ölüm dümdüz edilip, ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır.
Mevcut dünya düzeninin amacı kesinkes olaysız bir dünyada yaşanmasını sağlayabilmektir. Oysa bu bir anlamda tarihin de sonu demektir. Ne var ki bu son Fukuyama’nın istediği gibi demokratik bir olgunlaşmayla değil terörü önlemeye yönelik bir terör, her türlü olay olasılığını ortadan kaldıran bir karşı terörle gerçekleşeceğe benzemektedir. Güvenlik adı altında teröre başvuran bir sistem sonunda bu terörü bizzat kendine uygulamak durumunda kalmıştır.
En sonunda terörü içselleştirerek kendine karşı teröristçe davranan, hem vahşi hem de politik bir tözden yoksun, kendi halkına karşı düşmanca bir tavır sergileyen bu anti-terörist küresel sistemde insanı ürküten ironik bir yan vardır.
Acaba bu ironide soğuk savaş ve terör dengesindekini anımsatan özgü bir şeyler mi vardır? Oysa günümüzdeki caydırma girişimi soğuk savaşla ilişkisiz, dengesini yitirmiş bir terör üzerine oturmaktadır. Daha doğrusu bu tüm toplumsal ve politik yaşantıyı kılcal damarlarına kadar darmadağın eden evrensel bir soğuk savaşa benzemektedir.
İktidarın kendi kazdığı kuyuya düşme çabası Moskova’da yaşanan tiyatro baskınıyla en dramatik düzeye ulaşmıştır. Bu katliam sırasında rehineler, teröristlerle birlikte öldürülmüştür. Bu olay deli dana sendromu yaşandığı sırada, önlem amacıyla, tüm sürünün yok edilme işlemine benzemektedir – Tanrı öteki dünyada sevgili kullarını hiç kuşkusuz diğerlerinden ayıracaktır!
Örneğin, Stockholm sendromunun yaşandığı sıralarda, ölülerin birbirine karıştırılması hepsini sanal anlamda suçluya dönüştürmüştür (keza Azınlık Raporu adlı filmde suç işleyeceği öngörülen, suçlu olmayan ‘suçlunun’, suçu işlemeden cezalandırılması ona daha sonra masum insan muamelesi yapılmayacağını göstermektedir).
Durum gerçekten de böyledir zira iktidarlar açısından kendi halkları potansiyel teröristtirler. Oysa iktidarlar cezalandırma yöntemine başvurarak kendilerine rağmen bu terörle suç ortaklığı yapmaktadırlar. Terör ve ceza arasındaki bu eşdeğerlik ilkesi hepimizin iktidarın sanal rehinesi olduğunu göstermektedir. Buradan hareketle tüm iktidarların, tüm halklara karşı bir koalisyon oluşturduklarını ileri sürebiliriz – bunun bir ilk örneğini Irak işgali sırasında yaşadık çünkü bu işgal olayında tüm iktidarların rızaları az çok üstü kapalı bir şekilde alınmışken, dünya kamuoyu hiçe sayılmıştır. Dünyada bu savaşa karşı gerçekleştirilen gösteri yürüyüşlerinin ortaya koyduğu bir şey varsa, o da ortada olası bir karşı iktidarın varlığından çok Amerikanın “Realpolitique” uygulaması karşısında “Uluslararası toplumun” herhangi bir kıymeti harbiyesinin bulunmadığı gerçeğidir.
Bundan böyle karşımızda herhangi bir egemenlik ya da temsil edilme sorunu olmayan eylem halinde saf bir güç bulunduğunu söyleyebiliriz. Bu tamamıyla olumsuz bir güçtür. Egemenliğini temsil edilme/etme üzerine oturtan, politik amaçlara sahip bir iktidarın dengesini koruyabileceğini söyleyebiliriz – en azından böyle bir iktidarla mücadele edebilir, varlığını tehlikeye sokabiliriz. Oysa bu tür bir egemenlik biçiminin sona ermesi durumunda meydanın ölçü kavramından yoksun, karşısında dengeyi sağlamaya yönelik bir karşı gücün bulunmadığı, vahşi (bu doğal değil teknik bir vahşiliktir) bir iktidara kaldığı görülmektedir.
Böyle bir toplumunsa, tuhaf bir şekilde dönüp dolaşıp sonunda iktidarın ne olduğunu bilmeyen ilkel toplumlara benzediği söylenebilir. Lévi-Strauss’a göre bunlar tarihsiz toplumlardır. Peki ya günümüz dünya toplumu olarak, bizler, küresel boyutlarda kendini dayatan bu güçten çekinip, yeniden tarihsiz bir topluma dönüşürsek ne olur?
Oysa küresel iktidar adlı gerçeklik demek, bu iktidarın sonu demektir. Öngörü ve olayları denetleyen bir güvenlik gücü üstüne oturan ve karşısına çıkan hayaletleri saf dışı etmekten başka bir şey düşünmeyen bir iktidar da bir hayalete dönüşmüş olup, kendisine her an zarar verilebilecek hassas bir varlık gibi görülebilir. Bu iktidar sınırsız bir sanal güce sahiptir. Bir başka deyişle dünya çapında enformatik programları üretme ve işleme koyma, borsalar oluşturma, haber ve hizmet, vs programlayabilmektedir. Oysa bu güç onun oyunun bir parçası olmasını engellemekte, kendi iç çelişkileri ve boşlukları nedeniyle de ancak kendi kendinin rakibi olabilmektedir.
Gücünün doruğundaki bu iktidar herkese rezil olmaktadır.
“İktidar Cehennemi” denilen şey sözcüğün gerçek anlamında bu türden bir şeydir.
Olaylar temelde haberler aracılığıyla denetlenmektedir. Gündelik haberler tarihin yok olmasına hizmet eden en etkili tezgahtır. Ekonomi-politik nasıl değer yaratmaya yarayan devasa bir tezgahsa; haber sisteminin tamamı da gösterge niteliğine sahip olay üretmeye yarayan bir düzendir. Bu gösterge/olaylar evrensel ideoloji, gösteri, felaket, vs pazarında bir değere sahip mal örneği değiş tokuş edilmektedirler – özetle bu sistem olaysızlık üretmeye yaramaktadır. Buradaki haber soyutlaması, ekonomi alanındaki soyutlamaya benzemektedir. Bu soyutlama sayesinde nasıl tüm mallar kendi aralarında değiş tokuş edilebiliyorlarsa, tüm olayların da aynı şekilde kültürel haber pazarında birbirlerinin yerini alabildikleri söylenebilir. Sahneye konulması ve kodlanmış bir görüntü silsilesine indirgenmesi mümkün olmayan özgün bir olay yani olayı olay yapan şey bu yöntemle ortadan kaldırılmıştır. Günümüzde olaylar artık gerçekten olup bitmemektedir. Bunun nedeni “canlı yayın” adı altında gerçekleştirilen üretim ve dağıtımdır- olaylar bu “canlı yayın” denilen haber adlı boşluk içinde kaybolup gitmektedirler
Bu teknokrat görüntüsü sanki öngörülemeyen bir felakete uğrayan dünya çapındaki bir gücün dokunaklı bir sureti, bir tür bu olaya imzasını basan bir görüntüdür.
Diğer imgeyse şöyledir: İkiz kulelerden birindeki atölyesinde bir sanatçı., kulelerin önündeki meydana dikilmek üzere, bedeni oklarla delinmiş bir Aziz Sebastien heykelinin modern versiyonunu andıran bir yapıt üzerinde çalışmaktadır. Model olarak kendi bedenini almış olup, bu bedenin içinden uçaklar geçmektedir.
11 Eylül sabahı kuledeki atölyesinde bu heykel üzerinde çalışmakta olan sanatçının öngördüğü olay gerçekleşerek kendi ölümüne yol açmıştır. Gerçek bir olaya dönüşen düş ürünü bir sanat eseri için bundan daha kusursuz bir kutsama töreni düşünülemezdi.
Burada: İstisnai, şimşek hızıyla olup bitmiş, tarihin sonu denilen tek düzeliği bir anda aşıp geçmiş olan tek bir olayla ilgili iki alegoriden söz edilebilir. Hiçbir şeyin gelip kendisini rahatsız edemeyeceği bir dünya düzeni ya da olay-olmayan-olaya mahkum edilmiş bizlerin içinde bulunduğu duruma son verebilmiş tek olay 11 Eylüldür.
İnsan bedenleri, akıp giden zaman ve konuştuğumuz dile özgü tüm işlevleri iletişim ağı örneğinde olduğu gibi bir araya getiren, bütün kafalarda zihinsel bir perfüzyona yol açılmış olunan bir aşamada, en önemsiz bir olay hatta tarihin kendisi bile bir tehdide dönüşmektedir.
Öyleyse gerçekleşebilecek her türlü olayı önceden tahmin edebilecek bir güvenlik sistemi oluşturmak gerekmektedir.
Günümüzde evrensel strateji adı altında inanılmaz bir önlem/tedbir ve caydırma stratejisi güdülmektedir.
Steven Spielberg’ün Azınlık Raporu/Minority Report başlıklı filminde böyle bir öykü sunulmaktadır.
Filmde yakın bir gelecekte işlenebilecek suçları önceden tespit edebilen önsezilere sahip beyinler (precogs) aracılığıyla suçluyu suçu işlemeden yakalayıp, etkisiz hale getiren komandolar (pré-crimes) vardır.
Buna benzeyen bir başka film de: Dead Zone’dur. Bu filmdeki kahraman da geçirdiği bir kaza sonucu insanüstü yeteneklere kavuşmakta ve öykünün sonunda, gelecekte savaş suçlusu olacağını öngördüğü bir politikacıyı öldürmektedir.
Irak savaşının senaryosu da bundan farklı değildir. Henüz gerçekleşmemiş bir eylem (yani Saddam’ın kitle imha silahlarını kullanma iddiası) bahane edilerek‘suç’ daha kuluçka aşamasındayken saf dışı edilmeye çalışılmaktadır. Doğal olarak burada sorun suçun gerçekten işlenip işlenemeyeceğini tespit edebilmektir.Ancak bunu hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Önemli olan sanal suçun sözcüğün gerçek anlamında cezalandırılmış olmasıdır.
Burada bir genelleme yapacak olursak, yalnızca her türlü suçu değil aynı zamanda mevcut düzen ya da gezegen boyutlarındaki baskı düzenini bozmaya yönelik her türlü programın sistemli bir şekilde engellenmeye çalışıldığını söyleyebiliriz.
Günümüz politikası neredeyse bundan ibaret bir şey haline gelmiştir. Bugün artık olumlu bir politik iradeden söz edebilmek mümkün değildir. İktidar olumsuz anlamda bir caydırıcı, kamu sağlığını koruyucu, güvenliği sağlayıcı, bağışıklık sistemini kuvvetlendirici, önlem alıcı bir güçten başka bir şey değildir.
Bu strateji yalnızca geleceği değil aynı zamanda geçmişte yaşanmış olayları da kapsamaktadır. Örneğin 11 Eylül olayının neden olduğu eziklik Afganistan ve Irak savaşlarıyla örtbas edilmeye çalışılmaktadır.
İşte bu yüzden bu savaşın aslında bir amaç ya da hedeften yoksun bir yanılgı, sanal yani “gerçekleşmemiş bir olay”, bir tür lanet okuma, bir şeytan kovma biçimi olduğu söylenebilir.
Bu savaş zaten bu yüzden bitmeyecektir çünkü bu lanet okuma süreci bir türlü bitmek bilmemektedir. Bu savaşın önlem amaçlı olduğu söylenmektedir – oysa geçmişi hedeflediği yani 11 Eylül’de gerçekleştirilmiş terör eyleminin o gezegen boyutlarındaki denetim üzerinde yaratmış olduğu etkileri silip, yok etmeye yönelik bir girişim olduğu söylenebilir.
Sıfır ölü zorunluluğu üzerine oturtulmuş olan güvenlik saplantısı nedeniyle: Eylem, düşman ve ölüm dümdüz edilip, ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır.
Mevcut dünya düzeninin amacı kesinkes olaysız bir dünyada yaşanmasını sağlayabilmektir. Oysa bu bir anlamda tarihin de sonu demektir. Ne var ki bu son Fukuyama’nın istediği gibi demokratik bir olgunlaşmayla değil terörü önlemeye yönelik bir terör, her türlü olay olasılığını ortadan kaldıran bir karşı terörle gerçekleşeceğe benzemektedir. Güvenlik adı altında teröre başvuran bir sistem sonunda bu terörü bizzat kendine uygulamak durumunda kalmıştır.
En sonunda terörü içselleştirerek kendine karşı teröristçe davranan, hem vahşi hem de politik bir tözden yoksun, kendi halkına karşı düşmanca bir tavır sergileyen bu anti-terörist küresel sistemde insanı ürküten ironik bir yan vardır.
Acaba bu ironide soğuk savaş ve terör dengesindekini anımsatan özgü bir şeyler mi vardır? Oysa günümüzdeki caydırma girişimi soğuk savaşla ilişkisiz, dengesini yitirmiş bir terör üzerine oturmaktadır. Daha doğrusu bu tüm toplumsal ve politik yaşantıyı kılcal damarlarına kadar darmadağın eden evrensel bir soğuk savaşa benzemektedir.
İktidarın kendi kazdığı kuyuya düşme çabası Moskova’da yaşanan tiyatro baskınıyla en dramatik düzeye ulaşmıştır. Bu katliam sırasında rehineler, teröristlerle birlikte öldürülmüştür. Bu olay deli dana sendromu yaşandığı sırada, önlem amacıyla, tüm sürünün yok edilme işlemine benzemektedir – Tanrı öteki dünyada sevgili kullarını hiç kuşkusuz diğerlerinden ayıracaktır!
Örneğin, Stockholm sendromunun yaşandığı sıralarda, ölülerin birbirine karıştırılması hepsini sanal anlamda suçluya dönüştürmüştür (keza Azınlık Raporu adlı filmde suç işleyeceği öngörülen, suçlu olmayan ‘suçlunun’, suçu işlemeden cezalandırılması ona daha sonra masum insan muamelesi yapılmayacağını göstermektedir).
Durum gerçekten de böyledir zira iktidarlar açısından kendi halkları potansiyel teröristtirler. Oysa iktidarlar cezalandırma yöntemine başvurarak kendilerine rağmen bu terörle suç ortaklığı yapmaktadırlar. Terör ve ceza arasındaki bu eşdeğerlik ilkesi hepimizin iktidarın sanal rehinesi olduğunu göstermektedir. Buradan hareketle tüm iktidarların, tüm halklara karşı bir koalisyon oluşturduklarını ileri sürebiliriz – bunun bir ilk örneğini Irak işgali sırasında yaşadık çünkü bu işgal olayında tüm iktidarların rızaları az çok üstü kapalı bir şekilde alınmışken, dünya kamuoyu hiçe sayılmıştır. Dünyada bu savaşa karşı gerçekleştirilen gösteri yürüyüşlerinin ortaya koyduğu bir şey varsa, o da ortada olası bir karşı iktidarın varlığından çok Amerikanın “Realpolitique” uygulaması karşısında “Uluslararası toplumun” herhangi bir kıymeti harbiyesinin bulunmadığı gerçeğidir.
Bundan böyle karşımızda herhangi bir egemenlik ya da temsil edilme sorunu olmayan eylem halinde saf bir güç bulunduğunu söyleyebiliriz. Bu tamamıyla olumsuz bir güçtür. Egemenliğini temsil edilme/etme üzerine oturtan, politik amaçlara sahip bir iktidarın dengesini koruyabileceğini söyleyebiliriz – en azından böyle bir iktidarla mücadele edebilir, varlığını tehlikeye sokabiliriz. Oysa bu tür bir egemenlik biçiminin sona ermesi durumunda meydanın ölçü kavramından yoksun, karşısında dengeyi sağlamaya yönelik bir karşı gücün bulunmadığı, vahşi (bu doğal değil teknik bir vahşiliktir) bir iktidara kaldığı görülmektedir.
Böyle bir toplumunsa, tuhaf bir şekilde dönüp dolaşıp sonunda iktidarın ne olduğunu bilmeyen ilkel toplumlara benzediği söylenebilir. Lévi-Strauss’a göre bunlar tarihsiz toplumlardır. Peki ya günümüz dünya toplumu olarak, bizler, küresel boyutlarda kendini dayatan bu güçten çekinip, yeniden tarihsiz bir topluma dönüşürsek ne olur?
Oysa küresel iktidar adlı gerçeklik demek, bu iktidarın sonu demektir. Öngörü ve olayları denetleyen bir güvenlik gücü üstüne oturan ve karşısına çıkan hayaletleri saf dışı etmekten başka bir şey düşünmeyen bir iktidar da bir hayalete dönüşmüş olup, kendisine her an zarar verilebilecek hassas bir varlık gibi görülebilir. Bu iktidar sınırsız bir sanal güce sahiptir. Bir başka deyişle dünya çapında enformatik programları üretme ve işleme koyma, borsalar oluşturma, haber ve hizmet, vs programlayabilmektedir. Oysa bu güç onun oyunun bir parçası olmasını engellemekte, kendi iç çelişkileri ve boşlukları nedeniyle de ancak kendi kendinin rakibi olabilmektedir.
Gücünün doruğundaki bu iktidar herkese rezil olmaktadır.
“İktidar Cehennemi” denilen şey sözcüğün gerçek anlamında bu türden bir şeydir.
Olaylar temelde haberler aracılığıyla denetlenmektedir. Gündelik haberler tarihin yok olmasına hizmet eden en etkili tezgahtır. Ekonomi-politik nasıl değer yaratmaya yarayan devasa bir tezgahsa; haber sisteminin tamamı da gösterge niteliğine sahip olay üretmeye yarayan bir düzendir. Bu gösterge/olaylar evrensel ideoloji, gösteri, felaket, vs pazarında bir değere sahip mal örneği değiş tokuş edilmektedirler – özetle bu sistem olaysızlık üretmeye yaramaktadır. Buradaki haber soyutlaması, ekonomi alanındaki soyutlamaya benzemektedir. Bu soyutlama sayesinde nasıl tüm mallar kendi aralarında değiş tokuş edilebiliyorlarsa, tüm olayların da aynı şekilde kültürel haber pazarında birbirlerinin yerini alabildikleri söylenebilir. Sahneye konulması ve kodlanmış bir görüntü silsilesine indirgenmesi mümkün olmayan özgün bir olay yani olayı olay yapan şey bu yöntemle ortadan kaldırılmıştır. Günümüzde olaylar artık gerçekten olup bitmemektedir. Bunun nedeni “canlı yayın” adı altında gerçekleştirilen üretim ve dağıtımdır- olaylar bu “canlı yayın” denilen haber adlı boşluk içinde kaybolup gitmektedirler