Mimar Sinan ve artı bir SürpriZzz
SÜRPRİZ BU
http://rapidshare.de/files/6765713/3...ii-MM.rar.html (http://rapidshare.de/files/6765713/360_Istanbul-SuleymaniyeCamii-MM.rar.html)
İNDİRMEYEN PİŞMAN OLUR
Yaşadığı devirde Anadolu'nun genç ve sağlıklı çocukları köylerinden, yurtlarından devşirilir, saraya getirilirdi. Eğitimlerine özen gösterilen bu çocuklar, sonradan yeniçeri olarak veya devletin öteki işlerinde görevlendirilirdi.
Sinan, Yavuz Sultan Selim zamanında devşirilerek İstanbul'a getirildi. Sarayda acemi oğlanlar okuluna verildi. Bu okulda okuma yazmanın yanı sıra uygulamalı sanatlar da öğretiliyordu. Sinan marangozluğu seçti. Ünlü ustaların yanında cami, han, çeşme ve hamamların yapımında çırak olarak çalıştı. Sonra askeri mimar olarak görev yaptı. 1535'te Osmanlı ordusunun İran seferi sırasında Van'ı almaya giden askerler arasında Sinan'da vardı. Van Gölü kıyısında askerlerin karşıya geçmesi için gemi yapılması gerekti. Bu iş Sinan tarafından gerçekleştirildi. Barbaros Hayrettin Paşa ile İtalya sahillerini dolaştı, bu arada Bağdat seferine katıldı. Savaşta köprüler yaparak orduya zafer yollarını açtı.
Sefer dönüşü Sinan tümüyle mimarlık mesleğine girdi. Mimar Hasekisi sanını aldı. 1538'de saraya mimarbaşı oldu.
O yıllarda Osmanlılar; dünyanın büyük bir bölümüne egemendi. Sinan İstanbul'da Bizans mimari eserlerini inceledi. Yavuz Selim'in doğu seferlerine, Kanunî Sultan Süleyman'ın batı seferlerine katıldı. Dünyanın ünlü mimarî yapıtlarını yakından gördü, onları incelemek fırsatını buldu. Hiç bir zaman gördüklerini taklit etmedi.
Sinan'ın bilinen 315 eseri vardır, bunun 73'ü cami, 49'u mescit, 50'si medrese, 7'si kitaplık, 17'si imaret, 6'sı hastane, 7'si su kemeri, 7'si köprü, 18'i kervansaray, 5'i buğday deposu, 31'i hamam, 18'i türbedir.
İlk eseri Kanunî Sultan Süleyman'ın oğlu Şehzade Mehmet adına 1543 yılında yaptığı Şehzade Camii'dir. Cami 1548 yılında bitti.
Sinan'ın yapıtlarında, durmadan kendini aşma, daha iyiye, daha güzele varma çabası görülür. En büyük amacı «işte bu yaptığım eser en iyisi» diyebilmekti. Fakat arka arkaya yarattığı eserlerden sonra en görkemlisi olan Edirne'deki Selimiye Camii için bile «İşte en iyisi» diyemedi. En iyiye, en güzele ulaşmak için hep çalıştı. Bütün yapıtları birbirini aşan birer sanat anıtıdır. Kendi anlatımına göre, sanat yaşamını üç bölüme ayırır. Buna göre Sinan; Şehzade Camisini çıraklık, Süleymaniye Camiini kalfalık, Selimiye Camiini de ustalık devrinin eserleri olarak nitelendirir.
O devirde saray baş mimarinin görevleri oldukça yüklü idi. İstanbul'un imarı, caddeleri, kaldırımları, su yolları, kentin alt yapı işleri, evlerin yapımında belli kuralların uygulanması, kale yapımlarının denetimi hep baş mimarın görevleri arasında idi.
Mimar Sinan İstanbul'un su yolları ile uğraşırken 1550 - 1560 yılları arasında Süleymaniye Camiinin yapımını tamamladı. Anlatılanlara göre «Sinan, Süleymaniye Camiini yapmak için iki yıl İstanbul'da yer arar. Caminin şimdi bulunduğu yere temel kazdırır. Toprağın kayıp kaymadığını, temelin sağlam olup olmadığını denemek için temelin üstüne cam döktürür ve dört yıl bekler. Bu arada Sinan'ı çekemeyenler Kanunî'ye şikayet ederler, «Dört yıldır yapıya başlamadı» derler. Sinan temelin sağlam olduğunu anladıktan sonra caminin yapımını hızla sürdürür. Kubbenin yapımı bittikten sonra ses yansımasını ayarlamak için, *******i yapıya gelir. Kubbenin altında nargile içer. Su sesinin duvarlara yansımasını dinler, caminin iç bölümlerini ona göre yapar.
Süleymaniye Camiinin yapımı tamamlandıktan sonra Sinan caminin anahtarlarını Kanunî Sultan Süleyman'a verdiği zaman çok mutlu idi. Padişah Sinan'a
-Yapımını gerçekleştirdiğin bu Allah evini dua ederek açmak sana düşer. Dedi.
Mimar Sinan'ın yapıtlarının bir özelliği de kimin için yapılmışsa o kişiyi çeşitli yönleri ile yansıtmasıdır. Örneğin Kanunî Sultan Süleyman'ın kızı Mihrimah Sultan adına yaptığı Edirnekapıdaki Mihrimah Sultan Camii ince ve zarif görünümüyle bir kadını, Süleymaniye Kanunî Sultan Süleyman'ın görkemini yansıtmasıyla ün kazanmıştır. Edirne'deki Selimiye de ikinci Selim'in şair ruhunu anlatan incecik zarif minareler vardır. Her minarede bulunan üç şerefeye üç ayrı merdivenden çıkılması, dünya mimarisinde o güne kadar uygulanmamış bir işlemdi.
Mimar Sinan yapıtlarında hiç bir planı ikinci defa kullanmamıştır. Her yeni yapıtına yeni buluşlarını eklerdi.
Mimar Sinan'ın evi İstanbul'un Süleymaniye semtinde idi; adına bir okul ve bir sebili vardı. Öldükten sonra Süleymaniye Camiinin bahçesindeki türbesine gömüldü.
Sinan, paraya önem vermeyen bir kişiydi. Osmanlı İmparatorluğu'nun en zengin yıllarında yaşadı. Ünü dünyanın her yönüne yayılmış olan bu büyük mimar hiç zengin olmadı. Yanında çalışanların emeklerinin karşılığını tam olarak verdi. Kendisi yüz yıllık yaşantısında hep para sıkıntısı çekti. Dünya mimarlık tarihine adını altın harflerle yazdıran Koca Sinan'ın ruhu gibi, esin kaynağı ve gönlü de zengindi.
Depreme Dayanikli
Mimarin çok sayidaki eserini inceleyenler, Sinan’in depreme karsi bilinen ve gereken tüm tedbirleri aldigini söylemekteler.Bu tedbirlerden biri, temelde kullanilan taban harcidir.Sadece Sinan’in eserlerinde gördügümüz bu harç sayesinde, deprem dalgalari emilir, etkisiz hale gelir. Yine yapilarin yer seçimi de ilginç. Zeminin saglamlasmasi için kaziklarla topragi sikistirmis dayanak duvarlari insa ettirmis.Mesela Süleymaniye’nin temelini 6 yil bekletmesi, temelin zemine tam olarak oturmasini saglamak içindir.
Mimar Sinan, yapilarinda ayrica drenaj adi verilen bir kanalizasyon sistemi de kurmustur.Drenaj sistemiyle yapinin temellerinin sulardan ve nemden korunarak dayanikli kalmasi öngörülmüstür. Ayrica yapinin içindeki rutubet ve nemi disari atarak soguk ve sicak hava dengelerini saglayan hava kanallari kullanmis. Bunlarin disinda yazin suyun ve topragin isinmasindan dolayi olusan buharin, yapinin temellerine ve içine girmemesi için tahliye kanallari kullanmistir. Buhar tahliye ve rutubet kanallari drenaj kanallarina bagli olarak uygulamaya konulmustur.
Iste Sinan’in eserlerini inceleyen ve birçogunu da restore eden Mimar Abdülkadir Akpinar’in söyledikleri:
”Karsilastigim bir özellikten dolayi gözlerime inanamadim. Sinan’in eserlerinde en ufak bir çikti ve desen dahi tesadüf degil. Renklere bile bir fonksiyon yüklenmis. Çünkü yapiyi herseyi ile bir bütün olarak ele almis. Bütün ölçülerini ebced hesabina göre yapmis ve bir ana temayi temel almis. Ölçülerini asal sayiya göre yapmis ve onun katlarini baz almis. Ilmini din ile bütünlestirip mükemmel eserler ortaya koymus. Örnegin SinanKur’an-i Kerim’de geçen ”Biz daglari yeryüzüne çivi gibi gömdük...” ayetinden etkilenerek yapilarinin yer altindaki kismini ona göre insa etmis. Yapilari hislerine göre degil, matematiksel olarak olusturmus. Bugünün teknolojisi bile Sinan’in yapmis oldugu bazi uygulamalari çözemiyor. Küresel ve piramidal uygulamalarinin bir baska benzeri daha yok. Ama bunlarin hepsi estetik sagladigi gibi yapinin saglamligini da pekistirmistir.
mimar sinan hakkında bir röportaj..........
Mimar Sinan’ın mantığını çözdü
Sayı: 573 - 28.11.2005 | Cemal A. Kalyoncu -
[email protected] (
[email protected])
Yaklaşık iki yıldır Mimar Sinan’ın değişik eserlerini inceleyerek mantığını çözen ve edindiği bilgileri bir kitapta toplayan mühendis Vahit Okumuş, bugünkü mimaride birçok bilginin yanlış olduğunu, eski eserleri onarırken de çok yanlışlar yapıldığını söylüyor.
Ayasofya, Osmanlı camilerine ilham kaynağı olmuş, onları etkilemiş midir? Özellikle kubbe yapısı, Süleymaniye başta olmak üzere belli başlı camilerle aynı mimari özellikleri gösterdiğine göre... Bir de Ayasofya’nın günümüzden 1500, Süleymaniye’den de 1000 yıl önce yapıldığını düşünürsek... Bizans ve Batı mantığını kabul edince ortaya bu sonuç çıkabiliyor. Sonuçta ‘bütün Osmanlı İmparatorluğu camilerinde Ayasofya’nın etkisi vardır’ diyenler de oluyor.
Ama gerçekte olayın aslı çok farklı. Pek çok onarım geçiren Ayasofya, Mimar Sinan sayesinde 500 yıldır ayakta duruyor. İddiayı dile getiren İstanbul Teknik Üniversitesi mezunu inşaat mühendisi Vahit Okumuş. İddiasını, yaklaşık iki yıldır eserlerini incelediği Sinan’ın mantığına ulaşarak ortaya koymaya çalışıyor. Çıkış noktası da tarihi, yani zamanı laboratuvar olarak kullanıp “Bir eser, taşıyıcı sistemi onarım görmeden 500 yıldır sağlam duruyorsa, bu eserin yapılış mantığı mutlaka doğrudur.” oluyor.
Okumuş; eserlerini günümüz mühendis ve mimarlarının fark edemediği formüllere dayalı inşa ettiğinden sadece ‘mimar’ diyerek dar bir alana hapsetmek istemediği ve bilim adamlarının (mesela Newton ve Einstein’in) yalnız isimleriyle anıldığını hatırlatarak Sinan diye hitap ettiği Mimar Sinan’ın, tam manasıyla anlaşılamadığını söylüyor.
Anıtlar Kurulu ve Rolöve Müdürlüğü’nden yetkililerin ricası ile bu işe giriştiğini anlatarak, “Ben var olanı, yani Sinan’ın dehası ile ortaya koyduğu eserleri inceledim. Çünkü Sinan var olmayanı yapmış. Dolayısıyla onun mantığını yakalayacağım, çünkü onun mantığı doğru.” diye yola çıktıktan sonra elde ettiği veriler karşısında Sinan’a hayran kalmış. Ve tespitlerini “Sinan N/P=0/0” isimli bir kitapta toplamış.
Bugünkü teknik ve mühendislik bilgisi ile dünyada ne ikinci bir Ayasofya’yı ne de Süleymaniye’yi yapabilecek mimar, mühendisin bulunduğunu iddia eden Vahit Okumuş, Sinan’ın bize “Doğayı kendi mantığınıza sıkıştırmayın. Doğanın mantığını bulun!” dediğini anlatıyor. Kitabı devletin, özellikle de Kültür Bakanlığı’nın basmasını bekleyen Okumuş, bu sayede, “Ayasofya’nın Osmanlı camilerini etkilediği” iddiasının bilimsel bir çalışma ile çürütüleceğini dile getiriyor.
1946 Çayeli doğumlu, 1991 seçimlerinde SHP’den milletvekili adayı olan ve ‘deprem olacak’ şeklinde uyarılarda bulunarak kamuoyunda ‘Deprem Vahit’ olarak tanınan Vahit Okumuş, 1980’lerden sonra eski eser onarımları ile ilgilenir. Bu alanda isim yaptığından, özellikle 1999 depreminden sonra cami dernekleri tarafından inceleme araştırma yapmak için aranan kişi olur. Vahit Okumuş’la, Süleymaniye’de ve Mimar Sinan’ın onardığı Kasımpaşa’daki Piyale Paşa Camii’nde görüştük.
-Sizi depremle ilgili açıklamalarınızla tanıdık. Sizin bir de eski eser merakınız varmış. Nasıl başladı bu?
25 senedir gerek müteahhit gerekse proje şefi, danışman olarak ilgileniyordum. Ancak 1999 depreminden sonra hemen her cami ile ilgilendik. Cami dernekleri bunu inceleyin diye çağırdı. Devlet pek sahip çıkamıyordu. Yunus’un bir sözü vardır. “İlim ilim bilmektir. İlim kendin bilmektir.” Bu, yanlış bir tefsirdir. İlim, bilim bilmektir, bilim kendin bilmektir demek lazım. İlim, bilinenleri bilmektir. Fakat biz bunu yanlış kullanıyoruz. Bilim adamı bilgiyi bulandır. Bunların hiçbirisi ve hiçbir şey yoktan var değil. Tabiatta var zaten. Var olanı bulduk. Onun için bilim demek, din demektir. Yani siz Allah’ın yarattıklarını buluyorsunuz. Bu nedenle Mimar Sinan bilim adamıdır. Bir formül bulmuştur. Bilim adamları buluşları ile anıldığı için ben ona Sinan diyorum; mimar diyerek onu dar bir alana hapsetmemek için. Bugünkü bilim yanlış çözümler yapıyor. Ben Sinan’la öğrendim bunu. -Neler yanlış mesela?
Statik çözümleri yanlış. Statik, bir binanın yükleri altında sistemlerinde oluşan gerilmelerin hesap şeklidir. Yanlış olduğunu Sinan’la öğrendim.
-Nasıl tanıdınız Sinan’ı?
Bugünkü statik sistem, bulduğu matematik çözüm yöntemine, yapacağı eserin bu sistemle çalışmasını ister. Sinan ise tasarladığı eserin çalışma mantığını bulur ve ona çözümler getirir. Bu, Sinan’ın temel buluşudur. Eski eserlerle uğraşırken şöyle bir şey gördüm. Sinan, bir yere bir taş koymuşsa bunun bir nedeni, niçini vardı. Çok ilginçti. Diyorsun ki Sinan bunu niye yapmış, niçin yapmış? İlk defa bu nokta beni çekmeye başladı.
-Buradan yakalandınız Sinan’a.
Evet. Dünyada üç tane büyük laboratuvar vardır. Birisi tarih, yani zaman, diğeri dünyanın da içinde olduğu âlem. Üçüncüsü ise insan. Kendinizi tanımıyor ve laboratuvar olarak kullanamıyorsanız bilim yapamazsınız. İşte burada Sinan’ın eserlerinde tarihi, laboratuvar olarak kullanmak gerektiğini sezdim. “Bir eser, strüktürü, yani taşıyıcı sistemi onarım görmeden 500 yıldır sağlam duruyorsa bu eserin yapılış mantığı mutlak doğrudur.” dedim. Mesela Süleymaniye 500 yıldır ayakta ve hiç bozulmuyor. Bu, tesadüf olamazdı. Sinan’ın buna benzer bir sürü eseri duruyor. Öyleyse bunun mantığı doğru, benim bilgilerim yanlış mı diyerek işe başladım.
-Sonuçtan sebebe gittiniz...
Ortada Sinan’ın eserleri vardı. Bana gelip bu çalışmayı yap dediklerinde “Ben Sinan’ın mantığını yakalayacağım.” dedim.
-Kim talep etti böyle bir çalışmayı sizden?
Anıtlar ve Rolöve Müdürlüğü’nden Dr. Hüseyin Kaya ve yüksek mimar Cenk Okumuş rica etti. “Savunup duruyorsun, yapıver bakalım.” dediler. Bir de kitaplarda Sinan sanki Ayasofya’dan esinlenmiş veya ondan kopya etmiş diye iddialar yer alır. Bütün dünyanın iddiası bu. Türkiye’dekiler bunun aksini savunurlar ama hep görsellikle. Bilimsel bir çalışmamız yoktu. Sıkıntı oluyordu. Çünkü Ayasofya daha önce yapılmıştı.
-Mimar Sinan’ın mantığını yakalayabildiniz mi?
Çalışmalara 2003’ün sonlarında başladım. Günlerce eserlerini sadece seyrettim, mantığını yakalamak için. Eserlerinde her şey simetrik, asimetrik hiçbir şey yok. Önce şu soruyu sordum kendime: “Bugünkü bilimin kullandığı metotlarla onun mantığını bulabilir miyim?” Denedim. Bir türlü yanaşamadım. Ama bazı ipuçları yakaladım. Rolövelerden ve eski eser onaranlardan edindiğim bilgileri de kullanarak “Niye bunu böyle yapmış?” diye sorguladım. Bir süre sonra onun gibi düşünmeye başladım. Mesela kubbenin ortası delik olmalı diyorsunuz; çünkü çok önemli bir özellik. Gidip bakıyorsun kubbenin ortası hakikaten delik.
-Önce düşünüp sonra var mı diye bakıyordunuz?
Elbette. Önce düşünce ile buluyor, sonra test ediyordum. Bugünkü mühendislik hâlâ yanlış yapıyor. Yeni yapılan kubbelerde dairenin mesnedi (oturduğu yer) yanlış. Romalılar Ayasofya’da bunu 15 derecede oturtmuş. Sinan ise yarım daire çizer, mesnedi aşağı doğru çizerek 15 hatta 14 derecede oturtur. Bunu yapmazsanız eğilme gerilmesi sıfır olmaz, yani bu sistem çöker. Onun kendi buluşudur. Mühendislik diliyle söyleyeyim. Tanjant alfa sıfır olduğunda N/P ¹ 0 olur. Bu da mesnedin doğru yapılamayacağını gösterir.
-Biraz açalım, bu ne sağlamış oluyor bize?
Burada çekme kuvveti olmaz. Sinan böyle yapmasaydı Süleymaniye yıkılmıştı şimdiye kadar.
-Zamana daha mı dayanıklı hale gelir?
Eğilmeye dayanan cisimler vardır, bir de dayanmayan cisimler... Kemerler veya Horasan harcı ile örülmüş tuğlalar hiçbir zaman eğilmeye çalışmaz. Sadece basınç kuvvetine çalışır. Sinan öyle bir form oluşturuyor ki, sistem sadece basınç kuvvetine çalışıyor. Bunu yapabilmesi için de mesnedi 15 dereceye indiriyor ve kubbenin ortasını deliyor. Buraya bir alem koyuyor. Aslında Sinan’dan önce alem yok. Alemi niye koyuyor? Kubbenin ortasındaki delikten yağmur yağmasın diye koymuyor. Yani kemerin ortasını ilk defa Sinan deler ve kemerin bu kalınlığını belirli bir geometrik hesapla ve kesin doğru ile hesaplar ve yapar. Sinan Ayasofya’yı onardığında bunu yapmış ve kubbeyi delmiş. Sinan onarmasaydı Ayasofya kesin yıkılırdı. İspat da ederim bunu.
-Ayasofya’da ne yaptı ki Sinan?
Ayasofya’da, “analemma” denen Romalıların strüktür oluşturmak için buldukları bir sistem vardır. Hoffman tarafından bulunmuştur. Fakat Hoffman bunun, mimari bir oran olduğunu ileri sürmüştür. Analemma, mimari bir oran değil, taşıyıcı sistemin bir değeridir. Ayasofya’da o orana göre taşıyıcı sistemler oluşturulmuş, kubbenin kalınlığı ona göre tayin edilmiş. Bu yanlışı ilk defa Sinan görüyor. Ve onu onarıyor, kubbenin ortasını deliyor. Ayrıca, Ayasofya’da 60 derece ile 45 derece arasında kesit oluştururken, yani düzenleme yaparken tahta koyuyor, içini boş bırakıyor. Kubbenin üstünde ağırlık olmaması gerekir diyor. Ayaklar oluşturuyor, pencereler açıyor. Onları nedensiz, niçinsiz açmıyor. Ama yeni onarımlarda bu tahtaları büyük olasılıkla kaldırıp içini doldurdular. Avizeyi çıkarıp yana koydular. Bu, yanlıştır. Çekme getirir. Strüktür bilmeden bir eski eseri onaramazsınız. Yanlış yaparsınız. Ne kadar yanlış yaptıklarını bilmiyoruz. Şimdi çatlamalar oluyor Ayasofya’da. İşte bu, Sinan’ın yaptıklarını anlamamanın sonuçları. Eğer Sinan’ın metotlarını kullanmazlarsa, bugünkü betonarme ile yapılan binaların hiçbiri depreme dayanmaz.
-Kubbe kalın olsa ne olur, ince olsa ne olur?
Kalın olsa eğme momenti gelir, yani çekmeler oluşur; taşımaz, yıkılır. Bunun minimumda tek doğrusu var. Bu tek doğruyu Sinan bulur ve bulduğu şeyler, bugün her mühendisin öğrenmesi ve okuması gereken şeylerdir. Bugünkü ilim, Sinan’ın bulduğu bu tek doğru formu bulamaz. Onun için Sinan’ın bütün eserleri depremde en son yıkılacak eserlerdir. Yani deprem olduğunda herkes Süleymaniye’ye koşacak dersek, doğrudur.
-Sinan’ın sizi şaşırtan başka formülleri de var mı?
O kadar çok ki. Sinan’ın yatay koyduğu kirişler vardır pencerenin üzerinde. Biz buna söve diyoruz. Bu kirişlerin ortasına parça koymuştur. Burada öngerilmeli beton hesap sistemi vardır. İlk defa Sinan uygulamıştır. Yine istinat duvarlarını da belirli bir hesapla yapmıştır. Topkapı Sarayı’nda 20 metre yüksekliğinde istinat duvarları var ve 500 yıldır duruyor. Ama şimdikiler... Sinan başka bir sabit daha buluyor aslında. Onu bulana kadar çok uğraştım. Fakat bunu hiç açıklamadım. Çünkü ben anlattıktan sonra buna sahip çıkacak bir sürü insan olacak. Ufacık sorular sorma hakkım olsun diye yaptım.
-Tuzak var yani.
Tabii ben bunu onaylattım belirli şeyde, böyle sahtekârlık etmesinler diye.
-Peki Sinan’ın 500 yıl önce bu teknolojiyi kullanmasını neye bağlıyorsunuz?
Çok iyi geometri ve trigonometri biliyor. Zannediyorum Sinan’a Süleymaniye’yi yap dediklerinde 7 yıl beklemesinin, kubbeyi çakmamasının nedeni de bu. Süleymaniye’nin kubbesinin matematik hesabını çıkarmaya çalışır. Çünkü bir buluştur o. Öyle bir hesap yapıyor ki, bunu yaptıktan sonra yeni bir tanesini yapması için hesap yapmasına gerek yok. Ben diyor 100 yıllık eser yapmak istemiyorum, 1000 yıl dayanacak eser yapmak istiyorum. İddia ediyorum 1000 yıldan fazla yaşayacak Sinan’ın eserleri. Bugün dünyada, aynı malzemelerle bu işi yapabilecek mühendis, mimar yoktur. Formülünü bilmedikleri için yapamazlar. Betonla yaptıkları da 100 yıldan fazla dayanmaz.
-Sinan ne tür malzeme kullanıyor eserlerinde?
Horasan harcı ve form kullanmıştır. İki çeşit malzeme kullanmamıştır. Yani tuğla kullanmış, tuğla tozundan kireci karıştırarak harç yapmıştır. Taş yapıyorsa, taş tozunu kullanmıştır. Çünkü iki malzemenin zaman içinde çalışımı değişkendir. Bugünkü bilimin Ayasofya, Süleymaniye ve Selimiye’nin strüktüründen haberi yok, zaten bu bilim onu çözemez. Ki bunları böyle kafadan atamazsınız. Çünkü bana yarın çok büyük sorular sorarlar.
-Nasıl bir etki yapacağını düşünüyorsunuz?
Bir kere bugünkü mühendisliğin statik sistemi değişecektir. İki, eski eserler onarılırken, mesela Vatikan’ı da onarırken bizi çağıracaklar. Bu bilimi kullanacaklar. Dünyanın herhangi bir yerindeki eski eserlerin onarımı için kesin bu bilime danışmaları lazım. Türkiye’ye gelir getirecektir. Sinan’ın bu bilgilerini öğretecekler ve bugünkü statikteki, yani bir binanın yükleri altında, sistemlerinde oluşan gerilmelerin hesap şeklindeki matematik yanlışları düzeltme durumundalar, düzeltmeliler. Yoksa hep yanlış olur ve yıkılır binalar.
-Ama gidişat bu yönde.
Evet. Betonla yapmaya kalkıyorlar. Bu daha kötü. Beton dayanmaz. Betonun ömrü çok az.
-Uyarıyor musunuz ilgili yerleri?
Bu konuda çok konuştum. Betoncular da seni tehdit etmeye başlar.
-Başlar mı, başladı mı?
Biraz dışlama var. Neyse. Birçok insanın ekmeği... Burada siyasi irade lazım. Bu sadece bir kişinin bağırıp çağırması ile olmaz. Teknik şartname değişecek. Bilim adamlarının kafası değişecek.
350 ESERE İMZA ATTI
Doğum tarihi tam bilinmemekle birlikte 1490 tarihinde dünyaya gelen Mimar Sinan 1588'de vefat ettiğinde Osmanlı'nın mimarbaşılık görevini ifa etmekteydi. Osmanlı'nın en güçlü döneminde yaşayan Sinan, Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim ve III. Murat dönemlerinde görev yapmış ve geride 84 cami, 52 mescit, 57 medrese, 7 okul ve darülkurra, 22 türbe, 17 imaret ve 3 darüşşifa, 7 su yolu kemeri, 8 köprü, 20 kervansaray, 35 köşk ve saray, 6 ambar ve mahzen, 48 hamam ile birlikte 350'yi aşan eser bırakmıştı. Bunların yanında onarımını yaptığı eserler de vardı. Eserlerinin başlıcaları şunlardı: Süleymaniye, Selimiye, Şehzade (Mehmed), Rüstem Paşa, Mihrimah Sultan, Zal Mahmut Paşa, Sinan Paşa, Mihrimah Sultan,Sokullu Mehmet Paşa, Valide Sultan Külliyeleri. Barbaros Hayrettin Paşa Türbesi, Hayrettin Paşa Hamamı (Çinili Hamam), Rüstem Paşa Medresesi, Kırkçeşme Su Yapıları, Haseki Hürrem Sultan (Çifte) Hamamı, Rüstem Paşa Kervansarayı, Büyükçekmece Köprüsü, Sultan Süleyman Kervansarayı, Piyale Paşa Camii, Sultan II. Selim Türbesi. III. Murat Köşkü. Sokullu Mehmet Paşa, Kılıç Ali Paşa ve Şemsi Ahmet Paşa camileri. Bunların bazıları Sinan'ın neredeyse sıfırdan yapar gibi onardığı eserlerdir.
Mimar sinala ilgili beni çok etkileyen gerçek bir hikaye (daha yüzlercesi varda konu zaten uzun oldu bi tanesi bu işte
yanlış hatırlamıyorsam selimiye camii olcak..cami yapılırken mimar sinan gelip hergün caimi içinde nargile fokurdatırmış..işçiler panige kapılmışlar.bu cami bitmesse ne olur? zamanında bitiremicez padişah kellemizi vurduracak gibisinden. bu durum padişahın kulagına kadar gidince padişah sinanı çagartıyo..sormuş neden böyle yapıyosun camiyi yetiştirmek için ugraşsana? Mimar sinanın cevabı beni çok etkiledi::Padişahım ben o nargileyle caminin ses ayarını yapıyorum...düşünün o kadar büyük bir cami hoparlör yok mikrofon yok ...söyleyecek şey bulamıyorum....