KoJiRo
10-15-2007, 07:24 PM
Boş umutlarla kandırılmamış kaç insan vardır Dünya’da? Kim bilebilir ki? Ama bir gerçek ile yüz yüzeyiz. Zamanımızı çalan düşmanlarımız var. Beklentilerimiz var. Hayatlarımızın her deminde, kendimizden kıstığımız muslukları, kandırıldığımız insanların havuzlarına açmaya ne kadar da meraklıyız öyle değil mi? Birilerini hayatımızın merkezi yapıp sonra pişman olmak. Nedendir bu? O kadar önemli midir bu insanlar bizim için? Veya biz önemli miyiz onlar için? Tabii ki değil. Kendi açımızdan değerlendirelim.
Bu gibi durumlarda siz gereksiz öznesinizdir. Sizi kullananlar, sözler verenler, bekledikleriniz, sizi ikâme edecek her türlü hoşnutluğu sizmişsiniz gibi kabul edecektir. Acıdır tabii ki. Ve özel oluşunuzun getirdiği hiçbir şey kalmayınca, intihar sebebidir. Dikey kesilecek bilekler, tam ayarlanıp asılmış boğaza oturan ipler, birkaç paket geri dönüşü olmayacak ilaç, veya bir zamanlar bakmaya bile korktuğunuz ama şimdi atlamayı planladığınız her yükselti size amaç gibi görünür. Lakin bu gerçektir, hayatta her şeyin ikamesi vardır. Sizin de. Bunu anlayabilmek insanı hayata bağlar.
Böyle hallerde insanın içindeki mücadele ruhu ortaya çıkar. Hayat bir mücadeledir. Kobay faresi gibi, bir parça peynir ararcasına kendinizi hırpalarsınız, saatlerce çıkabilmek için türlü cendereleri atlatırsınız, fakat bulduğunuz peynir o kadar küçüktür ki en fazla tuzlu veya tuzsuz ayrımı yapmanıza olanak verilir.
Bu işin bir de âşk boyutu var, hem de daha büyük acılar, büyük pişmanlıklar veren, onulmaz yaralar açan. Oysa âşk güzeldir. Âşk’a kötü diyenler kötü yapmıştır onu. İnsanların ellerinin değdiği her bâkir orman örtüsü, girenin çıkanın belli olmadığı tatil köyüne döner zamanla. Bu da ona benziyor. Âşk’ın tarifini yapmak elbette zor, ama kötü olduğunu söylemek, yalnızca bizim başarısız olduğumuz anlamına gelmektedir, ellerimizle kirlettiğimiz...
Âşk’ı kötü yapan bir örneğe dönersek eğer:
Söz verilmişsinizdir... Şu zamanda, şu saatte şuradayım denilmiştir, seni bekliyorum denilmiştir, sırtınız okşanmıştır, omzunuza yastık muamelesi yapılıp nice aşk dolu başlar yaslanmıştır. Yanınızdayken her şeyiniz olan bir şey, yanınızdan ayrılıp sözler unutulunca hiçbir şey’dir artık. Kör kuyuya düşer gibi olursunuz. Sokağa çıkacak mecâliniz kalmaz. Kavga çıkarırsınız. Size sözler verene benzeyen her şeyi unutmaya çabaladıkça, daha çok karşınıza çıkar, perişansınızdır. O ise bunlardan bihaber’dir. Size verdiği sözleri unutmuş, kuytularda koklatmaktadır tüm üryan fikirlerini. Bunalıma girersiniz.
Siz onu yalnız bıraktığınızda o asla yalnız kalamamıştır. Bir elmanın yarısı sanar kendini, sürekli bütününü aramaya çalışır. Bilmiyordur ki aslında elma değildir, bulması gereken kendi yarısıdır. Her işte bir başka şeyin yarısı gibi davranmaktan asla bir bütün olamamıştır kendinde, hep yarımdır. Uğruna tükettiği anlık hevesleri, kilometrelerce uzak olduğu duyguları “sevmek” sanmaktadır ne yazık ki... Şimdi ileri sürdüğü her düşünce, bir gün sonra onun eleştirisidir. “Ben” olamamıştır.
Sözün özü unutulan siz değilsinizdir. Kendisini unutmuştur. Bir bilinmez akıntıya kapılmıştır, an gelir sizin dallarınıza tutunmak ister. Siz artık o nehirde köprü olmuşsunuzdur dallarınızla, başka dostluklara, âşklara. O ise kurduğunuz köprünün altından sürüklenip gider.
"Kötü değil belki ama,
Yalan bu âşklar."
Bu gibi durumlarda siz gereksiz öznesinizdir. Sizi kullananlar, sözler verenler, bekledikleriniz, sizi ikâme edecek her türlü hoşnutluğu sizmişsiniz gibi kabul edecektir. Acıdır tabii ki. Ve özel oluşunuzun getirdiği hiçbir şey kalmayınca, intihar sebebidir. Dikey kesilecek bilekler, tam ayarlanıp asılmış boğaza oturan ipler, birkaç paket geri dönüşü olmayacak ilaç, veya bir zamanlar bakmaya bile korktuğunuz ama şimdi atlamayı planladığınız her yükselti size amaç gibi görünür. Lakin bu gerçektir, hayatta her şeyin ikamesi vardır. Sizin de. Bunu anlayabilmek insanı hayata bağlar.
Böyle hallerde insanın içindeki mücadele ruhu ortaya çıkar. Hayat bir mücadeledir. Kobay faresi gibi, bir parça peynir ararcasına kendinizi hırpalarsınız, saatlerce çıkabilmek için türlü cendereleri atlatırsınız, fakat bulduğunuz peynir o kadar küçüktür ki en fazla tuzlu veya tuzsuz ayrımı yapmanıza olanak verilir.
Bu işin bir de âşk boyutu var, hem de daha büyük acılar, büyük pişmanlıklar veren, onulmaz yaralar açan. Oysa âşk güzeldir. Âşk’a kötü diyenler kötü yapmıştır onu. İnsanların ellerinin değdiği her bâkir orman örtüsü, girenin çıkanın belli olmadığı tatil köyüne döner zamanla. Bu da ona benziyor. Âşk’ın tarifini yapmak elbette zor, ama kötü olduğunu söylemek, yalnızca bizim başarısız olduğumuz anlamına gelmektedir, ellerimizle kirlettiğimiz...
Âşk’ı kötü yapan bir örneğe dönersek eğer:
Söz verilmişsinizdir... Şu zamanda, şu saatte şuradayım denilmiştir, seni bekliyorum denilmiştir, sırtınız okşanmıştır, omzunuza yastık muamelesi yapılıp nice aşk dolu başlar yaslanmıştır. Yanınızdayken her şeyiniz olan bir şey, yanınızdan ayrılıp sözler unutulunca hiçbir şey’dir artık. Kör kuyuya düşer gibi olursunuz. Sokağa çıkacak mecâliniz kalmaz. Kavga çıkarırsınız. Size sözler verene benzeyen her şeyi unutmaya çabaladıkça, daha çok karşınıza çıkar, perişansınızdır. O ise bunlardan bihaber’dir. Size verdiği sözleri unutmuş, kuytularda koklatmaktadır tüm üryan fikirlerini. Bunalıma girersiniz.
Siz onu yalnız bıraktığınızda o asla yalnız kalamamıştır. Bir elmanın yarısı sanar kendini, sürekli bütününü aramaya çalışır. Bilmiyordur ki aslında elma değildir, bulması gereken kendi yarısıdır. Her işte bir başka şeyin yarısı gibi davranmaktan asla bir bütün olamamıştır kendinde, hep yarımdır. Uğruna tükettiği anlık hevesleri, kilometrelerce uzak olduğu duyguları “sevmek” sanmaktadır ne yazık ki... Şimdi ileri sürdüğü her düşünce, bir gün sonra onun eleştirisidir. “Ben” olamamıştır.
Sözün özü unutulan siz değilsinizdir. Kendisini unutmuştur. Bir bilinmez akıntıya kapılmıştır, an gelir sizin dallarınıza tutunmak ister. Siz artık o nehirde köprü olmuşsunuzdur dallarınızla, başka dostluklara, âşklara. O ise kurduğunuz köprünün altından sürüklenip gider.
"Kötü değil belki ama,
Yalan bu âşklar."