KoJiRo
10-20-2007, 08:33 AM
Bir yanda Kızkulesi diğer yanda Boğaziçi’ni bir dantel gibi süsleyen yıllanmış şehir hatları vapurlarıyla gelen güzel havalar sizi de mahvetmesin
http://bp2.blogger.com/_VmaFVAHi7sA/RhysBXm_75I/AAAAAAAAAHA/vgo-IT2G3y0/s400/dergitemel.gif
İstanbul’da hiçbir bahar yoktur ki meşhur bir İstanbul fotoğrafını içinde barındırmasın. Boğaziçi’yle, mavi suyun üzerinde salınan vapurlarıyla, Kızkulesi’yle gelir bu kente bahar. Dünyaca ünlü birçok yazar, birçok şair gelip gitmiş İstanbul’a deniz yoluyla. Birçoğu anılarında İstanbul’dan bahsederken, içinde bulundukları geminin Haliç’e doğru dümen kırdıktan sonra karşılarına çıkan manzaraya hayran olduklarını anlatmışlar. Bir yanda bahar güneşini akşamları arkasında saklayan Kızkulesi, sol tarafta sırayla yapılanmış dünyaca tanınmış birçok tarihi cami, bir zamanlar padişahların yaşam sürdükleri Topkapı Sarayı, sağ tarafta Galata Kulesi ve boğazı adeta bir dantel gibi süsleyen yıllanmış şehir hatları vapurları...
.
Dünyanın diğer ülkelerinden gelen insanlar bir yana, Anadolu’nun dört bir yanından gelen herhangi bir insanın hayran kaldığı bir manzara bu. Bir bahar akşamı işinizi gücünüzü bırakıp boğazı seyre dalarsanız, siz de göreceksiniz bu manzarayı. Biraz daha dikkatli bakarsanız, vapurların adeta aksak ritimli bir dans ettiklerini sezinleyeceksiniz. Bir iskelenin arkasında durduğunuzda, önce çok uzaktan gösterecek biri burnunu, dümeni size doğru kırdıkça büyüyecek gözünüzde. Sonra kocaman gövdesini bir sandalın yanına yaklaştığında daha iyi algılayacaksınız. Yanını iskeleye verdiğinde bir hareketlenme başlayacak, çarkçıbaşı kendi görevini yapacak, halatçı halatı atacak, yolcular da bir sel gibi akacaklar vapurun içinden. Sonra diğerleri binecek, uzaklaşacak yine vapur. Sonra bir diğeri gelip aynı ritmi tekrarlayacak..
.
Yıllar önce Boğaziçi
Günümüzde daha çok zehirli atık taşıyan tankerlerin kazalarıyla anılan İstanbul Boğazı’nı, Abdülhak Şinasi Hisar’ın yazılarından, onun yaşadığı zamanda, onun gözleri ile izleyince farklı bir manzara çıkıyor ortaya:
.
"Boğaziçi’nde, bağdaş kurmuş gibi rahat ve alçak dağlar, çömelmiş gibi tepeler, aralarında halleşen kadınlar kadar sakin görünür. Su kenarındaki bayırlar, ağaçlar ve renkler kalbimizin muhabbetli hisleri kadar yumuşak ve tatlı duyulur. Bu mavi, rüzgarlı sular, beyaz ve geçici bulutlar, bu birleşik güzellikler bize mutlaka annelerimizin şefkatlerini, çocukluk günlerimizin his ve hayal dolu saatlerini, dünyanın bize iyi olduğu zamanları hatırlatır... Şimdi geçmiş Boğaziçi zamanlarımın huzur, haz ve hayal aleminden en çok lezzetle hatırladığım anlar, eve dönmek için bindiğim akşam vapurlarının köprüden kalkmağa hazırlandıkları, kalktıkları saniyelerdir... Boğazın hazzına doğru yüzmeğe kalktığı sırada vapurun vücudunda adeta bir lezzetin ürperişleri duyulur, o, yarışa iştirak edecek bir at gibi, hisli, sanki kişner, sesler telaş, memurlar acele eder ve bütün vapur ahalisinde bir neş’e sezilirdi... Ey Boğaziçi! Vapurlarının o kalkışları, eminim ki bu saniyeleriniz kalbimin mahfazasına girmiş en kıymetli zamanlardan olmuştur. Elli sene evvel yorulmuş ve adiliklerden bıkmış çocuğun hülyalarına müsait bir muhite dönerken ruhuna sizin bıraktığınız beyaz izleri, bugün de o geçmiş günlerde olduğu kadar tamam olarak ve artık yeni hiçbir şeye duyamayacağım bir heyecan ile duyuyorum..." (Boğaziçi Yalıları, İstanbul, 1968)
Birbirinden ayrı zaman dilimlerinde yaşayan birçok şaire ve yazara ilham kaynağı olan Boğaziçi, yaklaşık olarak 16. yüzyılın başlarında Divan Edebiyatı’na girdi. Birçok şair ve yazar, yüzlerce eserde Boğaziçi’nden bahsettiler. Fakat bunlar arasında, İstanbul, Boğaziçi ve bahar denilince akla gelen ilk şair Orhan Veli’dir şüphesiz. Orhan Veli, belki de böyle bir bahar gününde bir kez daha baktı İstanbul’a ve şiiriyle en güzel İstanbul fotoğrafını çekti:
.
"...İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı,
Kuşlar geçiyor derken
Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık,
Ağlar çekiliyor dalyanlarda,
Bir kadının suya değiyor ayakları..."
http://bp2.blogger.com/_VmaFVAHi7sA/RhysBXm_75I/AAAAAAAAAHA/vgo-IT2G3y0/s400/dergitemel.gif
İstanbul’da hiçbir bahar yoktur ki meşhur bir İstanbul fotoğrafını içinde barındırmasın. Boğaziçi’yle, mavi suyun üzerinde salınan vapurlarıyla, Kızkulesi’yle gelir bu kente bahar. Dünyaca ünlü birçok yazar, birçok şair gelip gitmiş İstanbul’a deniz yoluyla. Birçoğu anılarında İstanbul’dan bahsederken, içinde bulundukları geminin Haliç’e doğru dümen kırdıktan sonra karşılarına çıkan manzaraya hayran olduklarını anlatmışlar. Bir yanda bahar güneşini akşamları arkasında saklayan Kızkulesi, sol tarafta sırayla yapılanmış dünyaca tanınmış birçok tarihi cami, bir zamanlar padişahların yaşam sürdükleri Topkapı Sarayı, sağ tarafta Galata Kulesi ve boğazı adeta bir dantel gibi süsleyen yıllanmış şehir hatları vapurları...
.
Dünyanın diğer ülkelerinden gelen insanlar bir yana, Anadolu’nun dört bir yanından gelen herhangi bir insanın hayran kaldığı bir manzara bu. Bir bahar akşamı işinizi gücünüzü bırakıp boğazı seyre dalarsanız, siz de göreceksiniz bu manzarayı. Biraz daha dikkatli bakarsanız, vapurların adeta aksak ritimli bir dans ettiklerini sezinleyeceksiniz. Bir iskelenin arkasında durduğunuzda, önce çok uzaktan gösterecek biri burnunu, dümeni size doğru kırdıkça büyüyecek gözünüzde. Sonra kocaman gövdesini bir sandalın yanına yaklaştığında daha iyi algılayacaksınız. Yanını iskeleye verdiğinde bir hareketlenme başlayacak, çarkçıbaşı kendi görevini yapacak, halatçı halatı atacak, yolcular da bir sel gibi akacaklar vapurun içinden. Sonra diğerleri binecek, uzaklaşacak yine vapur. Sonra bir diğeri gelip aynı ritmi tekrarlayacak..
.
Yıllar önce Boğaziçi
Günümüzde daha çok zehirli atık taşıyan tankerlerin kazalarıyla anılan İstanbul Boğazı’nı, Abdülhak Şinasi Hisar’ın yazılarından, onun yaşadığı zamanda, onun gözleri ile izleyince farklı bir manzara çıkıyor ortaya:
.
"Boğaziçi’nde, bağdaş kurmuş gibi rahat ve alçak dağlar, çömelmiş gibi tepeler, aralarında halleşen kadınlar kadar sakin görünür. Su kenarındaki bayırlar, ağaçlar ve renkler kalbimizin muhabbetli hisleri kadar yumuşak ve tatlı duyulur. Bu mavi, rüzgarlı sular, beyaz ve geçici bulutlar, bu birleşik güzellikler bize mutlaka annelerimizin şefkatlerini, çocukluk günlerimizin his ve hayal dolu saatlerini, dünyanın bize iyi olduğu zamanları hatırlatır... Şimdi geçmiş Boğaziçi zamanlarımın huzur, haz ve hayal aleminden en çok lezzetle hatırladığım anlar, eve dönmek için bindiğim akşam vapurlarının köprüden kalkmağa hazırlandıkları, kalktıkları saniyelerdir... Boğazın hazzına doğru yüzmeğe kalktığı sırada vapurun vücudunda adeta bir lezzetin ürperişleri duyulur, o, yarışa iştirak edecek bir at gibi, hisli, sanki kişner, sesler telaş, memurlar acele eder ve bütün vapur ahalisinde bir neş’e sezilirdi... Ey Boğaziçi! Vapurlarının o kalkışları, eminim ki bu saniyeleriniz kalbimin mahfazasına girmiş en kıymetli zamanlardan olmuştur. Elli sene evvel yorulmuş ve adiliklerden bıkmış çocuğun hülyalarına müsait bir muhite dönerken ruhuna sizin bıraktığınız beyaz izleri, bugün de o geçmiş günlerde olduğu kadar tamam olarak ve artık yeni hiçbir şeye duyamayacağım bir heyecan ile duyuyorum..." (Boğaziçi Yalıları, İstanbul, 1968)
Birbirinden ayrı zaman dilimlerinde yaşayan birçok şaire ve yazara ilham kaynağı olan Boğaziçi, yaklaşık olarak 16. yüzyılın başlarında Divan Edebiyatı’na girdi. Birçok şair ve yazar, yüzlerce eserde Boğaziçi’nden bahsettiler. Fakat bunlar arasında, İstanbul, Boğaziçi ve bahar denilince akla gelen ilk şair Orhan Veli’dir şüphesiz. Orhan Veli, belki de böyle bir bahar gününde bir kez daha baktı İstanbul’a ve şiiriyle en güzel İstanbul fotoğrafını çekti:
.
"...İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı,
Kuşlar geçiyor derken
Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık,
Ağlar çekiliyor dalyanlarda,
Bir kadının suya değiyor ayakları..."