![]() |
Azat Kuşu
aşk–beden–ruh-beyin şehvetli geceden güne soyunur vakit tam da şafak zamanı tanırım erkencileri : yüzleri yok sesleri kokuları yok adsız durgun bir telaş içinde dörtnala doğuşa koşarlar akşamdan şafaktadır akrep sarmalanır aşk tomurcuğu yabanıl bir nebata dönüşür kaderle oynaşmaya başlarlar zamandan çalınan vuslat bekleyen ufka salınır ceviz kabuğunda ninni damıtılır güneşe dünyevi ahenktir artık aranan yorgun istekli beden ve sundurmasında sessizliğin derin bir düşünceye dalarlar bilirim erkencileri ıssızda şahlanırlar suspus zamanı erken yakalar onlar hasret kalınır sıradan bir yankıya karanlığın kırbacıdır hayattan yağmalanmış vardiyalar güne uzanan zeytin dalında gece erkek...sabah kızan gece kadın....sabah bir gül goncadan aşkın büyülü fısıltısında aşk gibi yaraya tuz basarlar ışık süzülür sığlaşır yalnızlık acı sağalır çıkmasa da ses ben duyarım bilirim erkencidir geç kalışlar peşinde koşanlar ferman şafağın yürek bir azat kuşu o saatte! (1 Haziran 2003) Naime Erlaçin |
Babam
ne demiştin hani: “seviniz bu dünya sevmek yeridir nihayet bu dünya ölmek yeridir hayatın tadını bilmek yeridir seviniz, seviniz ölene kadar…”* sevgi ektim baba sevgi biçtim biçtikçe gürleşip çoğaldı sevgim öğüdünü tuttum inan sevgi bende ben sevgide büyüdüm dost edindim baba “bir elin beş parmağı kadar yeter” demiştin böyle duydum böyle gördüm tuttum öğüdünü emekler verdim en güzelinden dostluklar buldum bir elimde divit ötekinde kılıç koşuldum hayat yoluna “teraziyi unutma! ” dedin “vicdan ekle kefeye...” sözünü tutum baba tuttum da adil oldum şiir koydun erkence söz koydun kucağıma sen verdin elime beyazı ve kalemi dinledim seni yazdım da kurumaz ırmak oldum bitmedi hiç okumalar bir fener tutmuşsun ki önüme şiir ekip şiir derledim gökten işte ancak şöyle böyle ne olabildiysem o oldum... iyi ki varmışsın be babam! (*) A.Muzaffer Bulgulu; Kalbim Ağlarken – 1939, “Sevenlere” adlı şiirden bir bölüm….. (14 Haziran 2003) Naime Erlaçin |
Bach Oriyental
hüzünlü bas'la adagio piyano ağlamaklı ney'le animato darbuka çılgın ritimle delibaş davul bir kucaklaşıyorlar ki sorma gitsin! ah bir de uçuşan dizeleri tutabilsem kafamda Hırvat dansıyla ak sakallı doğu arasında bilinmez bir mekana konuk edebilsem kan kırmızı 'Isparta Gülü'nde biri üflerken vuruyor biri biri koşarken biri oynuyor piyano tutturdu ölümsüz şarkısını tüm gizleri yeni baştan soruyor ve de ressam iki arada bir derede renk boyuyor hayat boyuyor can boyuyor vah ki bir yerlerde bir kadın belki de yalnızca bir çift dudak boyuyor! (Anjelika Akbar'ın 'Bach A L'Orientale' i için yazılmıştır) (15 Şubat 2003) Naime Erlaçin |
Bağa
bütün öyküleri dinlerim ben ey sevgili şükrederek varlığına sahici bir aşkın soyluluk direnç ve azmanlığına tefekküre eğerim sonra boynumu borç ödemeye dururum yazıya yüreğimde bir bağa büyür içimi acıtır ağrılar çok acır içim hem de hikayeler yazarım bir sırat gemisinin sisli güvertesinde kuma kavuştuğunda güneş saatler ikimiz için çalar sevda büyütür gönül büyücüm düşürmeksizin kavlimize gölge her sabah akşam bıraktığın yerde her akşam sabah bıraktığın gibi hükmüne sığınır kalemin seni beklerim unutulmuş bir yatır sessizliğinde neyim ben bilmem ki! aslımı aşıyor suretim bazen korkutuyor öyküler, alıcı kuşlar çırpınıyor yüreğimde kazınsın bu bağa ne dersin bir daha betimle, çöz düğümlerimi sararan güzümden bütün eskizleri at bir daha yaz beni yeniden! (10 Temmuz 2004) Naime Erlaçin |
Bahar'ın Gelişi
sen baharı bilir misin sevdiğim benim bildiğim gibi bilir misin? beynin çaresiz bedenin bitkin bir dolu dertlerin içinden çıkamadığında isyanın doruğunda yorulmuşsan yaşamaktan ruhunda yine de bir şey kıpırdanıyorsa bir tuhaf açlık sarıyorsa yüreğini bir şeyler can buluyorsa ellerinde __gözlerinde ____duygularında bil ki gelen bahardır sana! tutkular aşklar ölüyorsa bırak ölsünler gelene bir bak dön de içine yeşeren yaprak kabaran toprak sana doğuyor çığmışcasına büyüyür hamurundaki doğa sel oldu taşıyor yeni sevdalar toprak kokacak artık bağrında güneşin yeri sevdiği gibi seversen bir gün sevdiğine koşarsa eğer zaman ateşler sararsa ansızın dünyayı bil ki dostum bil ki gelen bahardır sana! (1 şubat 2003) Naime Erlaçin |
Bahar Randevusu
yenilenecekler var yenilenmeyecekler kir-pas yeniledim ben toprak kokusuna benzer taze boya kokusu ve ellerimde çiçeklenen tuval papatya taşıdı duvarlara “küçüksu sarısı” ile beyaz kır çiçekleri doldu avuçlarıma varsın az daha sürsün kaos umurumda sanki! bir fincan kahve buğusunda aksın dizeler yeter şimdi sıra yenilenmeyeceklere sıkıca sarılmakta ne güzel şey yaşamak! uyanın hayallerim gidiyoruz! ölümsüz baharla randevumuz var rüyalar yolda çoktandır bir kısmet bırakır belki kucağımıza (24 Nisan 2004) Naime Erlaçin |
Bak 'Tek Tane'm!
kim susturabilir aşkı kim gömebilir yokluğa hangi engellerle zapt edilir nasıl gömülür yaşarken mezarlığa “ben” sende takılıp kalmışsam ruhumun diğer yarısıymışsan yüreklerimiz öpüşmüşse bir kez gezinmişsek sonsuz aşk semalarında nasıl! küsülemiş gönüllerimiz susmuşuz kimi zaman nöbetlere durmuşuz dalıyor da gözlerim düşünüyorum yüreğimle sunarken kendimi sana say ki koydum başımı yine göğsüne say ki biz yaşamadık bunca acıyı say ki bir hiç olmuşum yokluğunda yarım kalmışım yaşam boşluğunda bil ki yalnızca sana aitim seviyorum seni helalim seni tek tanem... ilk’imsin tek’imsin sevdiğimsin! (22 Ekim 2003) Naime Erlaçin |
Bana Kırlangıçları Anlat
anlat küçüğüm! bana acıları anlat çocukları anlat bana sürünün kanatlarını birer sırça köşk idiler hayattan habersizdiler yenik düştüler sevdaya en çok uçmayı istediler öldüler savaşta bir bir gecede büyüdüler bazen bana çocukları anlat! kadını anlat bana kadın acayip bilmece ebemkuşağı astı göklere bağrında göveren güllere küstü hak aradı çıkmazda kendince susuverdi sonra birden istersen erkeği anlat şair sensin kulak ver yüreğindeki sese bana insanı anlat aşkı anlat bana alacadan en karasına sevdayı soluklaşmasını renklerin nasıl da küs kalmıştın odalara sokaklar yangın yerine dönmüştü hani kalleşliği anlat bana en iyi sen bilirsin vurulmayı bana hayatı anlat! seni yirmi’lerde dinledim bu günden tezi yok otuz’u anlat “yüzyıllık evin avlusunda kuru dallarda dünya biriktiren asma”yı anlat çocuğum ve aldanan bademleri hüznü duymalıyım yine hüzün yakışıyor sana ve kırlangıçlar kırlangıçları anlat nasıl bir şeydir kırlangıç kanadında özgürlük yakalamak uçmayı anlat bana kalbindeki menevişleri bana uçmayı anlat! (Gün gelecek ve yüksekten uçan bir kartala dönüşeceksin! ... Mutlu yıllar Sevgili Engin...15 Mayıs 2003) Naime Erlaçin |
Bana Seni Ver!
çok şey istemem senden tek başına çıktığın yolculuklar var hani benim katılmadığım sesini bırak bana dalgaları dinlerim beklerken o lir sesinde güzellikler yapmasan da olur tenini bırak istersen ve kokunu sarılırım doyasıya ne dersin gecenin unutulmuş ıssız bir vaktinde durmadan “bir yerlere gidelim bir şeyler yapalım” diyorsun ya yapmasak da fark etmez soluğum kesildiğinde bir gün bana nefesini ver yeter saklarım onu ve salarım en son nefesimde bu eylül gecesinde seni istiyorum senden bana beni bana seni ver yeter! (16 Eylül 2003) Naime Erlaçin |
Basübadelmevt
tenime düşen ruhuma eklenmeyen buz bir duygudan kamaşıyor gözlerim çıkarıyorum içimden kendimi sıkça fırlatıp atıyorum bir balığın pullarını sıyırırcasına her seferinde söylediğim aynı cümle: -bitti artık bu son! gülümsüyorsun - korkma diyorsun -sen bir ankasın unutma! gökyüzünün denizle örtüşmediği aykırı bir peyzaj izler gibiyim kulaçlarım suya karşı suya rağmen kendime karşıtlık bu! bedenimde üşüyor su buz bir akıntıya dönüşüyor kendimle ödeşiyorum sıcak denizde ötesi neydi unuttum Atlantis mi biz orayı gömmemiş miydik hiç mi bulamadık yoksa ters akıntıları yüzüyorum kayıp ülkeye doğru izlerim ve pullarımı bırakarak suda küller kadar gerekli onlar! yeniden doğuş için yeniden doğuş yeniden… (02 Aralık 2003) Naime Erlaçin |
Başkaldırı ve Özgürlüğüm
alırdınız hiç düşünmezdiniz ruhumu versem kuşça konuşmalarım köpek okşayışlarım insani labirentlerde tam tekmil tek kişilik ordumla dolaşmalarım Oblomov’luğa karşı dik duruşlarım saçım tenim göz rengim yavrumu özleyişlerim ana gibi anaca kol kanat çırpışlarım bana dair sakladığım bana ait sırlarım kuşatılırdı “ben”im asardınız gülüşlerimi gönül tellerinize kapım susmazdı bilirim sesler eller eller aynada güller aynadan bakardı gözler neler çalınmazdı kulağıma: “acemi sazlardan nağmeler” bir fay yırtılırdı özgürlüğümde parazitli sesler sesler ki artçılardan beter! siz alırdınız beni intiharımda çoğalan köleliğimle beynimi kuşatmaya ne dersiniz! giriş serbest ısı hayli yüksek florasını sevene bir “açık alan” beynim buyurun beklerim! (02 Ekim 2003) Naime Erlaçin |
Bazen Rüya Görürüm*
bazen rüya görürsün Mario sihirli bir kuşun kanatlarında havalanırsın uykuda sıcak nefesler çağırır seni akan her yıldız meleğe dönüşür rüyanda hayal mi bu yoksa aşık mısın Mario aralandığında perde öylesine gerçektir ki yıldızların anlattığı öyküler mümkünü yok inanırsın! belki bir aldatmaca bir yanılsama belki aşk yalnızca senin ruhunda titreyerek sarmalarken sevgiliyi perde kayıverir bazen karanlığı yırtan merhametsiz bir peçe gibi kırılır hayal dağılır düş bozulur rüya olsun Mario! firari de olsa görmeye değerdir rüyalar izin ver tutuşsun melez kanın ateşlensin damarlar sen rüyana devam et ve yaşamaya ve aşkı Mario aşkı sakın unutma! ... …… (*) Mario Frangoulis’in “Sometimes I Dream” (“Bazen Rüya Görürüm”) adlı şarkısından esinlenerek yazılmıştır. (20 Ocak 2004) Naime Erlaçin |
Bedel
zahmetsiz kazanç olmaz coşmadan durulmaz deniz sorulmaz sevdanın hesabı emeksiz sevgi hiç olmaz sevda büyükse yorulmaz gönül ırak yollara kolay varılmaz hasretin bedeli yüksek sorulmaz bedelsiz kazanç hiç mi hiç olmaz pahası çoktur hüz'nün meşakkatin acılar bile ucuza alınmaz! (2003) Naime Erlaçin |
Begonviller Hızla Saçılıyordu Yere
küllere karışmaya ne zaman karar verdim biliyor musun : tanrıların dağına çıkmıştım bir gece çalınan ateşin közlerinde ölümsüzlüğü arıyordum aşkın peşinde su ateş ve toprak ayrıcalığı bu önce ateş yaktım su verdim toprağa gördüm kül can’a dönüşüyordu yine ateşte gizliydi sonsuzluk tılsımlı kelimelerde ezgide ve renklerde yaprağın kılcalında gizlendim yetim bir aşığın gözbebeğinde en hızlı begonviller saçılıyordu yere sıcak iklim çiçekleri...mevsimin en güzelleri kanımla suladım pembeleri heyhat! gidiyorlardı yine küllere karışmaya o gün karar verdim! yok canım çıkmamış mıydım yoksa ilahların dağına ihtimal bir gecelik konuktu onlar geçerken düşünce bırakarak şöyle bir uğramışlardı bana ölümcül eyleminde begonvilin yeniden doğuş beklentisinde hazin bir vedaydı gidişim can parçalanırken can’a dönüşmeye ateşe saldım sevdayı çeliğe su verir gibi küller ülkesinin “Sisifos Söylemi”nde* heyhat! ağıt bitmiyordu yine...** ……… (*) A. Camus, “Sisifos Söylemi”nde onun için tek felsefe sorunsalı olan intiharı sorgular. Ve hayatın her şeye rağmen yaşanmaya değer olduğunu savunur. Sisyphe’yi (Sisifos) absurd bir kahraman olarak yorumlar. Sisifos’un durumu hem trajedi hem de metafizik bir mutluluk içerir. O, Tanrılara başkaldırmış ve kaderini (kayayı) sahiplenmiştir. Camus bundan dolayı mutlu bir Sisifos hayal edilmesi gerektiğini söyler… (**) ”Acılarımı ağırlarım. İnsanım ben. Gerçeği ağırladığım için, 'ağıt'ım! ” “Yaşamak borçlu olmaktır. Yaşadığı dünyanın kendisine haksızlık yaptığını, sürekli olarak yaşamdan alacağı olduğunu sananlar yanılıyorlar. Karşılaştıklarımızı karşılayabilmeliyiz. Budur borcumuz. Yaşama, var oluşa şükran borcumuz bundandır. İç dünyamızda keşfettiğimiz sonsuzluğa duyduğumuz şükran, bizi ŞİİRLEMEYE götürür........Sisifos'un kayası, bir teşekkür sonucunda çıkıyor oraya. Orada durması ya da durmaması ağıt olan insan için çok da farklı değil. Dursa, borç bitmiyor ki! Sisifos deviniminin özelliği o. Ağıtı o…” – “Bir Ağıt Olarak İnsan” - Ahmet İnam (12 Şubat 2004) Naime Erlaçin |
Bekareti Yok Yaşamın!
sabaha bir dolu hüzün indi yine gidip geliyorum başından sonuna yolun sonundan başına kilitler vuruluyor birbiri üstüne kalbimin kapılarına kanayarak yürüdüm yüzleşmelerden şiirin aynasına düşüverdi suretim derya bir hüzünde boğulmuşum meğer ömrün yorgun bekçiliğinden geçerken acı kusuyor yanaklarıma damlalar örümcek ağında kaldı umutlarım tozlu bir kiler odasında yaşamın alt alta topluyorum sıfırları kocaman bir sıfır var avuçlarımda yalnızca rüya mıydı yaşamak fırtınası dinmez bir yolculukta kalabalıklarda azalıp durmaksızın kendimi kendime vererek yalnızca yılanın zehri tek akrebin de öyle ey şair! sofraya bir yemek daha konmamıştı zehirden başka bekareti yok yaşamın! (12 Ekim 2003) Naime Erlaçin |
Bekle Beni MARDUK*
-göksel düzenleyici planet–X’le randevum var “milyon yılların gezegeni” Maya’ya konuktu Babil’de adı Marduk Sümer aleminde Nibiru binerim kır atına rüzgarın yavaşça koyulurum yola 2012’de burada olmayacağım kesin tanıklık etmeyeceğim arzın sallanışına bir an önce bulmalı Marduk’u evrenin karanlık yollarında sormalı mesela nasıl böyle güçlü olunur binlerce yıl sonra bile nasıl sil baştan edilir dünya başka zamanların nefesiyle buluşmak üzere parmak izlerim silinmeden henüz yola koyulmalıyım finalden önce beşinci kez inmeden perde kan kokusu ve emeğin terini saklayan topal uygarlığımı büsbütün yitirmeden yineledim kabuğumu gümüşleri kuşandım geliyorum rüzgarın kucağında bekle beni Marduk birlikte sürsün bu serüven bu yolcu çok ağır karşılamak gerek adı “onuncu gezegen” ve sonuncu… …… (*) Marduk: Eski uygarlıklarda, bilim adamları tarafından gerçekleştirilen astronomik hesaplara göre 3661 yıl ara ile dünyaya yaklaşan ve her gelişinde yarattığı olağanüstü çekim gücüyle büyük sarsıntılara sebep olan; kesin olarak kanıtlanmamasına rağmen güneş sisteminde yer aldığı varsayılan onuncu gezegen…. Marduk hakkında yazılmış; 23 Aralık 2012’de içinde yaşadığımız 5. çağı kapatacağı ve “Beşinci Güneş”i noktalayacağını iddia eden, ciddiye alınabilecek bilimsel çalışmalar mevcuttur. Maya uygarlığında ona Kukulcan; Babil’de Marduk; Mısır’da “Milyonlarca Yılın Gezegeni”; Sümerler’de Nİ.Bİ.RU ve günümüzde Gezegen-X veya Planet-X adları verilmiştir. (22 Nisan 2004) Naime Erlaçin |
Belki!
“yeni ülkeler bulamayacaksın başka denizler bu kent peşini bırakmayacak.” - K. Kavafis yeni bir yer yok yeni bir boşluk içimizin devasa kenti yüzümüze ejder ayna pus kıyametimizle yüklü atın terkisi nasıl da kuraktır iklimimiz! sevgi aşk belki barış esirger hissederek bahar çelen hovardalığını işe yaramazlığını karıncaya kıyas şen bir avaz bırakan belki bir ağustos böceği bilemediniz toprak kadar mutlu olabilsek keşke! ağaç olsak yeni bir umut mesela günü tazeleyen bedeller ödenmese eğreti bir öfkeden atımız ağırdan almazdı böyle gitmezdiniz gitmezdik! kim bilir belki ihya olurdu kentlerimiz (21 Aralık 2004) Naime Erlaçin |
Ben'den İçeru!
öz ben’im öz benliğim dışımda bile içimdesin belli ki iç dünyam öz benliğimdir benim beni ben yapan tohum ekmeğim hamurum sürüncemeli düşlerim duygum düşüncem umudum buluşmalıyım önce özümle yoksa biterim uçuyordum ya durmaksızın sanmayın gittim bir yerlere özlenen örtüşmekti iç’imle dedim: “saçımın her teli dünya benim” yanıldım! gençtim oysa içimdeydi dünya fark edemedim dedi: “bir ben var, bende ben’den içeru” dedim: “ne ben’ler var, bende ben’den de içeru! ...” bendim o ben’ler! bana ait ve bana yakın ve yabancı gizler iç yolculuklarım ah ne zorluydunuz siz! uykum açıldı kucaklandı dünya dünya oldum dünya ben öz benliğimden doğdum yeniden… (24 Haziran 2003) Naime Erlaçin |
Ben Olmalıyım!
bir gün paylaşırsam seni başkalarıyla o başkaları seni benim gibi severse bir tanem çılgın bir nehir gibi akıtırsan sevgini onlara sevda kanatırsa yüreğini bir başka iklimde bunu ilk bilen ben olmalıyım! bir gün gözlerin benden başkasını ararsa coşkum hüznüm çılgınlıklarım bir kambur gibi yapışırsa sırtına benimleyken bile uzaklara uçmuşsan düşlerinde bunu ilk bilen ben olmalıyım! bir gün çarparsa yüreğin gümbür gümbür başka bir yerde kaybolmuyorsan artık gözlerimin dehlizlerinde içinde fırtınalar kopuyorsa bensiz ve benden uzak bunu ilk.... .....ben olmalıyım! (12 Şubat 2003) Naime Erlaçin |
Ben Olsam!
-Şule’ye sevgilerimle.. almalı koca bir yudum sevda terli bir rüya bırakmalı geceye iyi bak sıcak mıdır 'yar' yüreği! yaz ateşi mi yanmakta gözlerinde gecekarası bir aşk mıdır sarmalayan “şeker karası” hüzünleri çiçeğe vurmuş dallarda anlamı ne ilk sağanakta küskün durmanın yaşama devam et yoluna koş ey aşık! koşardım ben senin yerinde olsam gizlendiğin köhne kenti unutacaksın bir gün gözbebeği ol şafağın, rüzgarın ta kendisi esmelisin açık denizde, şarkılar söylenmeli tutunmayı unutma sakın deniz kuşlarına uçardım ben onlarla senin yerinde olsam keyfini çıkar tutuşarak sevmenin yağmur düşmeden yürek yangınlarına kapılar kapanmadan henüz ne olur hercaileş! çocuklaş havaileş şımart kendini kuyularda saklayarak hüznünü saklardım ben senin yerinde olsam şimdi bir büyücü ol kendine şeker kız bak birileri bayram ediyor bugün 4 Temmuz hiç vakit geçirmezdim senin yerinde olsam! (04 Temmuz 2003) Naime Erlaçin |
Ben ve Ben
-ben neyim kimim ben? durmalıyım benden geri anlam yüklemeli varlığıma benden bir adım ileri yitirilen eklenmeli eklediğimi yeniden gözden geçirmeli özüm salt “ben”den beslenmeli bir kum zerresi insan aslında kainatın kendisi yaradanın aynasında yaradanın ölümsüz nefesi insan “ben”i önce “ben”den bilmeli (30 Eylül 2003) Naime Erlaçin |
Ben Yağmuru Beklerim
bu mevsim yağmura gebe ben yağmuru beklerim... bulut ol şimşek ol rahmet ol koş rüzgarın önünde dörtnala varsın çamura kessin yollar kimsesiz aşklar çamurda bile çiçek açar hatırlıyorum nasıldı yağmurda koşmak yaşama gülümserken evrenin tohumu rahmini yırtardı kış boydan boya bahar sevdalısı bir kadın nasıl sussun diline nasıl küssün aşka söğüt dalı dellenirken dışarıda! kıştan çoğalan bahar muştusunda yağmuru bekliyorum bentler yıkılıyor akbabaya azık olmuş ruhumda nisanda toprak anaydım geceyi öptürüyor bozkır sarısı akşamı gözlüyorum namludaki son kurşunla bu karanlık çok fazla! dönencemde ölüm var nicedir unutmadım kışın katili bendim bir ebemkuşağı sözüm olsun yeter ki güneşi gönder bana cinayetimi akla! (1 Nisan 2004) Naime Erlaçin |
Beni Çağırıyor Sesin
sesini duydum yine, çığlıklarını beni çağırıyorsun uzaklardan 'ben baharım! ' diyorsun....çiçekleri solmayan sevgiyi doğuran yaradan'dan armağan sağanağa vurmuş gözlerde koyuca bir hasret tütsüleniyor korkmuşsun yine ürkmüşsün bir yürek arayışında içine sığınacak tutunacak bir el ki depremleri durduracak ebruli bakışlara hüzün inmiştir yine ürkütüyor med-cezirler ruh alacasında örselendim! canım kıldan incedir kabuslarım oldu suyun yükselmesi kıyametsi metruk ayrılıklarda titriyordu sesin dün akşam pamuklara sardım kucağımda seni acıyordu yüreğim bin yaradan yüreğim yırtılıyordu analığımdan! sen olunca hükmü olmaz gayrinin gülüşüne yoktan yaratılır dünya acılar yükten sayılmaz yoktan sayılır kahırlar baharlara koşulmaz mı hiç gülüm alem talana kurbansa bile baharlardır geride kalanlar seni seviyorum bir tanem! (Can parçam, gönül çiçeğim kızıma...) (24 Nisan 2003) Naime Erlaçin |
Beni Hatırla
o kentin sokaklarında deli deli dolaşırsan bir gün beni hatırla kış yağmurları iner bahar filizlenirken orada denizin çılgın kokusunu duyup serin rüzgarlara karşı durduğunda ben geleyim aklına yeni aşklar bulup geçmiş sislenirken bir dolu coşkunun tutsağı olup aşkın kavga verdiği anda beni hatırla kentin gizem dolu *******ini yaşarsan bir gün tut ellerimi karanlığın içinden al beni götür dolaştığın sokaklara müziğin en içlisine aşkların en tutkulusuna kırık dökük kalırsan bir gün çaresiz ve mutsuz ellerin gözlerin dudakların bir sığınak ararsa eğer karabasanların doruğunda beni hatırla yaşama sevdalandığında ölümü düşlediğinde mut çiçekleri açarken gözlerin öfke ve kinden çakmak çakmak olduğunda bile yine beni hatırla! (2003) Naime Erlaçin |
Beş Güzel Şey
seni bilemem kimi sabah uyanınca o acayip duygu içimde: “dün güzel bir şey oldu yine” uyku dediysem birkaç saattir işte toparlayamam hemen bir şey olacak...oluyor... hayır oldu! 'dün güzel bir şey oldu yine' bellek kapıları açılır bir bir asarım yüzüme bir gülümseme hiç sevincim yoktu dün bugün dört bu ne zenginlik böyle! bir dağa yaslanmak aynen “unutma! ” der bir ses: “ben de varım son gelen...beşinci ama çok önemli! okumadın mı mesajı: ben de seni seviyorum anne” (30 Mayıs 2003) Naime Erlaçin |
Beyaz Hattı
insana konuşmaz siyah bir sayfa beyaz ateş hattında nasıldı savaş arabaları bilmem alev topu muydu mancınıklar gülleler metal mi kaskatı bir ruh kadar zamanın eleğinden zor geçendi eşyanın ahşap hali unutmazdı yaşamayı o ki en dirençli çılgın bir rüzgar eserdi dağdan tohumdan ve ağaçtan kavganın çaresiz boyun eğdiği beyaz sayfayı ararım şimdi çillenmiş olsun ateş ve suda masumiyetin yakıştığı en çok varsın çok defalar çocukça aldanmış olsun siyaha böyle bulunur çekimleri fiilin sözün yedi rengi b ö y l e zırhını kuşanan failler harfin beyaz hattında durdukça! (13 Kasım 2004) Naime Erlaçin |
BEYAZ SAYFA (Düz Yazı)
Son yıllarda, yoğunlaştırılmış yapay bir kültür damarlarımıza sürekli pompalanıyor. “Komprime” haplara da benzetilebilir. İlacımızı alıp mışıl mışıl uyuyoruz. Uyutuluyoruz aslında. Geçmişte ise tabular hâkimdi. Hani şu durmadan eleştirip isyan ettiğimiz yasaklar. Ancak, doğru veya yanlış, değerlerimizin bir kısmını böylece koruyabildik. Muhafazakârlık savunuculuğu yapacak değiliz elbette. Aksi halde, sanatta özgürlükçülüğün hakkı yenmiş olur. Yaratıcılar, avangardlar (öncüler) ve hatta sıra dışı uçlarda olanlar (marjinaller) her devirde mevcuttu ama sanat böylesine “kitsch”leşmemişti henüz. Ne de insan... Günümüzde içi boşaltılmış putların sayısı giderek artıyor. Ne yazık ki 'imaj'lara tutuluyor, vitrinlere, makyaja, camlara âşık oluyoruz. Dünya sayılı markaların oluşturduğu piyasaların ve çokuluslu şirketlerin avuçlarında zıplıyor artık. İnsan markadır bugün. Alelacele kotarılmış, fiyakalı bir biçimde sunulan ve kendi çarpık talebini bir ejder gibi kükreyerek, homurtuyla yaratan emeksiz bütün işler birer marka. Yazın sanatının markası ise giderek çürümekte… Kaos’unu yitiren sanatın “konformist”,“ dev bir akım içerisinde kayboluşunu izliyoruz. Sanatı katlederken yaşamın iskeletini dik tutan vazgeçilmez değerleri de yok sayan bir moda bu! Kalıcılığını yitiren unsurlar gelirgeçer beğenilere bırakıyor yerini. Sabun köpükleri ve balonlar uçuşuyor etrafımızda. “Trend”ler ve “trendy”“ olmak günün modası haline geliyor. Tarih boyunca bunca uygarlığı biz yaratmamış mıydık? Ve şimdi her şeyi yok ediyoruz. Ne yazık ki edebiyatın da diğer sanat dalları gibi giderek süflileştiğinin farkına varamıyoruz. Var olanı yıkıp daha güzelini yapmaya, yanlışı sıfırlamaya; kaos’ un gücünden yararlanmaya itirazım olamaz. Ancak değerli ve vazgeçilmez olanı; hiç değilse insan malzemesini ve onun yaratıcılığını koruyabilseydik… İnsan olmazsa kim sağlayacak yeniden yapılanmayı? Yıkıntıyı kim kaldıracak ayağa? Bilmediğimizi bilmiyor olduğumuz gibi, öğrenmek için merak da duymuyoruz artık. Meraksızlık ise araştırma yeteneğimizi köreltiyor. En temel güdülerimizden biri törpüleniyor. Ve sonuçta beyaz camdan ve boyalı basından bize sunulan popüler-kültür uydurmacalarını, geleceği yok ettiğimizin farkına dahi varmaksızın, “komprime haplar” gibi yutuyoruz. Kalemlerimiz ağlıyor; düşünce tembeli dilsizlere, fikir haymatloslarına dönüşüyoruz. Yepyeni ve insanlığın gelişimini engelleyen bir düzenin sanata yansımasıdır bu… Belki de “Novus Ordo Seclorum”un (“Yeni Dünya Düzeni”) bilinçlice planlanmış bir uzantısı. Oysaki gerçek kazanım bireyin kendisine, yaşadığı topluma ve dünyasına kattıkları ile doğru orantılıdır diye öğrenmiştik. Bu düzen ise yaratıcılık gücünü bastırıp yalnızca kopyalamayı öğütlüyor. Taklidi onurlandırıyor. İnsanı ucuzlatıyor. Yaşamanın tek başına bir sanat olduğunu unutturuyor böylece. İşgal altında ve istilaya uğramış bir kültürün bireyleri nerede durur? Binlerce yıldır genlerine işlemiş şifreler bozulunca ne yapar, ne ederler? Aidiyet ve sahiplenme duygularını yitirmiş kişilerin kendilerine, topluma, geçmiş ve geleceklerine yabancılaşmaları nasıl önlenir? Ya alabildiğine yalnızlaşmaları? Tek başına kalmış ve toprağından sökülmüş bir fidan yaşama sanatından ayrı düşmez mi? Bizi yeni bir tür ilkelliğe (yazın sanatındaki kısırlaşmaya) getiren bu süreci sorgulamıyor ve yukarıdaki soruları nedense kendimize hiç sormuyoruz. Derin bir uykuya dalmak istiyorum. Ve sonra post-modernizmden, pop-kültüre dayalı sözde evrenselleşmeden, aynılaşma ve öznel yabancılaşmanın yarattığı çıkmazdan kurtuluş yollarını keşfetmiş biri olarak uyanmayı diliyorum… Saf ve kirletilmemiş yabanıllığımla tekrar buluşmayı; dayatılmış bu ilkellik dönemini aşabilmek amacıyla çözümler üretmeyi… Dipsiz yalnızlıktan, büyük bozgundan hesap sormak adına naifliğimi ayaklandırmayı... Arınmayı, aydınlanmayı, durulmayı, tazelenmeyi… İçimde var olduğuna inandığım kudretin sınırlarını denemeyi… Araştırma, inceleme ve yaratma iştahıma yeniden kavuşmayı… Yapısalcılıktan kurtulmayı özlerken yakalandığımız bu yapay kurallar dizgesinden kaçıp özgürleşmeyi… Özgünleşmeyi… Yolumuza kurulan tuzaklarla yüzleşmeyi… Ve tüm bu olumsuzluklara karşı dik durup, isyancı kimliğimi de takınarak başkaldırabilmeyi! Öyle ki hiçlikten çokluğa geçişin insan unsuru olabilmeyi öğrenmeliyim yeniden. Taşıdığım sorumluluk ve elimde ağlayan kalem böyle buyuruyor çünkü! Var oluş nedenlerimizi tüm engellemelere karşın cesaretle sorgulayan içimizdeki aydın belki de aslında bir cahil, bir 'ümmi' ruhu taşıyor. İşlenmeye hazır ak bir sayfa gibi masumiyet’i temsil ediyor. Derin bir uyku sonrasında onu uyandırmanın vakti gelmiştir bugün! (28 Haziran 2006 - 19 Kasım 2006) (www.borgesdefteri.blogspot.com - Mayıs 2007 arşivi.) Naime Erlaçin |
Bıçağın Ucunda Acı
acı bilir kendini öyle ya da böyle anlatır derdini ayrılık gibi özlemek gibi düşerken elinden kayan tutunmak isteyip de uzanılamayan uçurumdaki son dal gibi sislere karışıp hayal olan ağlayan çiçek gibi paslı bir bıçak döner yürekte tarifi yaban tarifi imkansız gök kubbeye dikilen cehennem bakışlarda anlatır acı neden serpilip kör ucunda bıçağın neden durmaksızın semirdiğini (26 Eylül 2003) Naime Erlaçin |
Bilmece
tuhaf oluyor aşkın ve hayatın halleri çözülmemiş bilmece neden acıda güzel her şey neden acıda büyüyor aşk ödüm kopuyor gözlerinin içine bakıyorum menzilsiz bir dünyayı hangi yalnız güç taşıyabilir durduk yerde dört kaza çok derken bir de bu çıktı başımıza inanmıyorsun biliyorum üstelik yetmiyor Anka’lık uyumak istiyorum dar oldu yollar belli ki tıkanıyorlar haydi tut ellerimi hep tuttuğun gibi bana sen olmak varmış kaderde sana ben sende düğümlenir sende çözülür bilmece (29 Haziran 2004) Naime Erlaçin |
Bilmediğim Bir Şey Var Belki
Bilmediğim Bir Şey Var Belki mümkün mü sevgisiz yaşamak kırılır ezilir parçalanırım kanarım içimden yine tutunurum sevgiye var gücümle hasretin sinesinde bebek olur ağlar, kah gözyaşı yürek derinliğimde sevgisiz nasıl yaşardım ben sevgisi ölüme denk bir kalple sar ruhumu sevgi ey! aydınlat düşümü ısıt bedenimi ne kadar çaresiz ne kadar savunmasızsın soğuk tipide kalmışım donmuşum ayazda ne gam! sevgi en sıcak alev tanrıdan bilmediğim bir şey var belki bildiğiniz var mı sevgiden büyük armağan! ... (6 Ağustos 2003) Naime Erlaçin |
BİN YÜZÜ OLMALI İNSANIN (Düz Yazı)
Bin yüzü olmalı insanın. Olmalı ki, sıkmasın öz canını. Başkalarını yeterince sıkmıyor muyuz zaten? Ayrıca sıkılmak, yarı ölüm demek değil midir bir anlamda.? Sözünü ettiğim bin yüzlülük, post-modern çağın bukalemun sendromu ile karıştırılmamalı. O tamamen farklı olup; içinde özenti, çıkarcılık, fırsatçılık ve bilgiyi yeterince sindirmemişlik barındıran değişik bir kavram. Ben bilgiyi sevdamsı bir tutkuyla özümsemek ve ortaya çıkan “öz” yardımıyla yeniden üretmekten söz ediyorum. Hiç değilse kendimize doğurgan olmaktan... Doğurdukça çoğalır insan. Sahip olduğu “yüz”lerin sayısı artar ve üretmeyi sürdürür. Kişisel görüşüme göre, insan iç yolculuklarında ve yalnızca kendi içinde büyür. Bunun için, sıradan bir 'prototip' olmaktan öteye geçip, pek çok değişik ilgi alanına ve farklı yüzlere sahip olmak gerek. Yaşamak, biteviye sorular sorarak keşfetmek ve öğrenmektir aslında. Kendini keşfetmek de dahil buna. Fikrimi sorarsanız eğer, 'soru' yanıttan her zaman daha önemlidir. Sormayı bilmeyen kişi aldığı cevabın değerini de asla anlayamaz. Sormayı bilmek, içerideki “ben”leri çoğaltarak, bir anlamda “bin yüzlü” olarak ve bunu yaparken de “merak kapısı” ve ”gönül gözü”nü açık tutarak kolaylaşıyor ancak. En azından benim için böyle... Hayat ağacını, gönül gözünden açılmış çok sayıda pencereden bakarak ve bilgi ile zenginleştirerek sulamak gerek arada sırada. Gerçekleştirmek ise pekala mümkün bence. İnsan yeterince güçlü, derin ve kalabalık kendisine. Ama ne hikmetse daima yalnızlıktan şikayet edip durur! Bugün böyle bir konu açmak istedim size. Belki bir gün, başka bir sayfada yeniden buluşuruz. Bakarsınız o sefer de farklı bir yüzümle dikilirim karşınıza. Ben biliyor muyum sanki, bende benden içeri kaç kişinin var olduğunu? Kalınız sağlıcakla dostlar… (29 Haziran 2003) - 'Gençler İçin Denemeler' Dosyasından... Naime Erlaçin |
Bir Ateş Yıldızlara...
astım düşleri yıldızlar divanına gözlerime kırpıldı gözler şiir pınarları aktı gökten sabah mı gece miydi bilemiyorum uyku konaklamadı zaten yanımdan hasret geçti cayır cayır özlem oldum özlem ben oklar dikildi kalbime oysa lodostum lodosun vurduğu rıhtımda lodosta balık oldum gemiler geçti içimden yarıldı sular sahil boyu yüreğime dalgalar vurdu dalga oldum __su oldum ___yoksa yangın mı oldum yayıldı kıpkızıl alevler kırmızı ıslak bir ıpıslak bir ateş oldum küllere sardım düşleri koydum uykunun vicdansız koynuna bu kez bendim yükselen tırmanan yıldızlara yıldızlara yıldız… …… (Bu şiiri yazarken, bana aşk şehri İzmir’den Turgay Gönenç’in “Eski Sokaklar” ını dinleten Sevgili eşim Şahin Erlaçin'e teşekkürlerimle…) (07 Haziran 2003) Naime Erlaçin |
Bir Boşlukta Öylesine - 2
eksilirken öyle doluyorum ki yapayalnızlıkla kalabalıklaşıyoruz birden ağır çeken bir terazi asıyorum boşluğa denge bir o yana bir bu yana doluyor kefe... boşalıyor kefe sürgün verip yazıcı kimliğimle vahşice buduyorum sonra dalları terk ediyor içim ak bir buluta yakalatıp kendimi soluk bir sayfa gibi asıyorum yüzüme bir hesaplaşma bir yüzleşme ve yüreğimi öpen o yapışkan duygu: 'ay neden düşmüyor pencereme dizlerim neden göz yaşlarımla yıkanıyor! ' kendi izini süren avcıyım artık yağmur tutuyor yüzüm yüreğim ıslak karanlık yüreğim derin bir kederde... (23 Eylül 2003) Naime Erlaçin |
Bir Boşlukta Öylesine - 1
“pencereme bu gece ay düşse” yüreğim suskun sesini kısmış yüreğim elinde bıçak kör bir sokak bir çıkmazda parçalıyor kendini “karanlıkta ölmem” demiştim hani unutmuşum oysa korkabileceğimi ne zor şeydir gözünü dikip seçilmiş bir boşluğa bakmak biliyor musun ürküyor yalnızlık düşüncesi ruhumda tetiklenen katil mermiden kaç tane ve ne çıkartabilirim bölsem doğrasam beni geriye ne kalır ya da benden elimden düşürdüğümde kendimi ay düşse pencereme bu gece ay düşse gözyaşlarını indirerek dizlerime yuvasında bekliyor mermi! (23 Eylül 2003) Naime Erlaçin |
Bir Güvercinle Asla!
tut ki üstüne yürüdü duvarlar köşeye sıkıştın: korkma, bir güvercin* al göğüs kafesine göğün yankısıdır onlar uçmayı sevmeseler de güvercinden sorulur ekmekle su barış ve sevdalar onlar acının kefili güvercinle yaşamak seni güvercin yapar yürekle vedalaş ama bir güvercinle asla! ah kalbim! nasıl titreşip dururdun kuşun teleğiyle tanışmadan ölümüne sızdın soğuk taşlara dardı köşeler kendini vurdun vurdun vuruldun kanatların himayesindesin şimdi sus köpürme artık içime! git ağlayan buluta sor delidolu rüzgara ilk rastladığın çiy tanesine annem! ezeli erbaindeki semaya bir güvercine asla! ….. (*) 86 yaşına rağmen, güvercini ile asla vedalaşmamış olan Cervantes ödüllü Şili’li büyük şair Gonzalo Rojas’a saygıyla… (10 Şubat 2004) Naime Erlaçin |
Bir Güzellik...(Halil Manap’a)
Bu sabah beni çok duygulandıran bir şey oldu. Mesaj kutumda, şair ve dost bir yürekten gelen bir not buldum. Sayfamın benim için “Hakkında Yazılanlar” bölümüne bir ekleme yaptığını söylüyordu. Bu bölüm sonradan ilave edildiği için olsa gerek; bakmayı da, diğer şairlere yazmayı da genellikle unuturum ben. Uyarmamış olsa açmazdım doğrusu… Açtım ve gözlerim dolarak okudum. Onunla yazışmazdık bile. Birbirimizi fazla tanımayız üstelik. Sevgiyle, narin duygularla, beni onurlandırarak ve emekle hazırlanmış çok güzel bir yazıydı bu. Diğer dostlarımın bana verdiği armağanlar gibi sıcacıktı. Demek ki, içinden öyle gelmişti. O’na yazıp teşekkür edebilirdim ama bunu sizlerle de paylaşmak istedim. Bir insanı mutlu etmek aslında hiç de zor değil Sevgili Manap. Yeter ki, inceliklerle dokunmuş olsun sevgi…. Bugün bana bir güzellik armağan ettiğiniz için gönülden ve kocaman teşekkürlerimle Naime Erlaçin (28 Nisan 2004) Naime Erlaçin |
Bir Karanlık
bir karanlık istiyorum sizden gece de görür gözlerim benim damarlarımda dolaşan düşünce sihirli bitki beynimde filizlenen yitiyor acılar karanlıkta canlanıyor duygular hem de çok sıcak gözlerde yarasa bakışlar aynı müzik yankılanır kulağımda büyülü nağmeler gizler ruhum geceleyin kainatı dinler dururum bir karanlık istiyorum sizden ancak orada uyurum ben! (10 Haziran 2003) Naime Erlaçin |
Bir Piyano Resitalinin Ardından
vakit gece yarısını geçmişti bir hediye gibi indin ekranıma ruhumu ışıtıyordu müziğin şiirde buluşmadık hiç resmi iyi bilirdin oysa ve müzik arka bahçemizdi bizim gözlüklerine rağmen tanıyamadım biliyor musun hayli büyümüşsün saçların terk etmeye başlamış seni müzikaliten ve tuşen çok aşinaydı tınılar değişmemiş hiç nağmeleri okşar gibiydin Chopin prelüdler dinledim bir de Gershwin bilmiyordum programı ikinci noktürnü aradı kulaklarım bir bodrum katının sessizliğinde parmaklarının tuşlarda uçuşmasını anımsadım hep gülerdi gözlerinin içi “Şahin amca”, “Naime teyze” derken dünya bayrama dururdu bebeklerinde ne çok severdik seni, ne çok sevmiştin bizleri “can parçam” ve diğerleri gibi evrenin çocuklarından biriydin besteler ve yaşama yüklediğiniz anlam peşinde kainatı büyütürken kendine büyüyen meleklerdiniz siz birer birer sonra umuda kanat açıp gittiniz kısacık bir zaman diliminde bile olsa hoş geldin Muhiddin* hoş geldin geceme sevgili çocuk …….. (*) Başka bir alemdeki çocuklarımdan Muhiddin (Dürrüoğlu) Demiriz’e en derin sevgilerimle… (7 Şubat 2004) Naime Erlaçin |
Bir Seçimin Şiiri* (Harriet Tubman Anısına)
siren sesi var kulaklarımda gövdemden ayrılıyor ruhum safra atarcasına atılıyorum bana rağmen var olmakla ölmek arasında bir yerde isyansız yürüyorum korkmuyorum artık salt düşlüyorum böğrümde bir bıçakla bin yıl sırtımda bir bıçakla zaman eskilerinde dolaştım cinayete hakkım var bağışlamaya da ben birini seçtim! son kilometre taşında yol olmuşum kendime sonrasını sorma uçurum! usturuplu düşmeyi bilmek gerek elinden tutulmuş uysal bir çocuk kadar sakin boyun eğerek kadere sessizce yürüyorum kucağa bırakılmış keskin bir ustura yaşam diyetini bekler oynanmadık iki oyun kaldı : ölmeye hakkım var uçmaya da ben birini seçtim! …… (*) Özgürlük savaşçısı Afro-Amerikan Harriet Tubman’dan (1820? -1913) esinlenerek yazılmıştır. Şöyle diyordu; “İki şeye hakkım olduğuna karar verdim: Özgürlük ve ölüm. Birine sahip olamazsam, ötekini isterim çünkü hiç kimse beni canlı tutsak edemez! ” (20 Aralık 2003) Naime Erlaçin |
Bir Şey Daha
bir ton yazıyor iki ton atıyorum çöp sepetim toplama kampı! nehirler geçiyor üzerimden ilkel bir ezgi duyuluyor imbikten su damıtıyorum aşk gibi ruh gibi yazma tutkusu gibi bir şey! güruhu imha etmenin bir yolu olmalı üç ton atmak mesela anlamı yitirmeden “bir şey daha var” diyor ses bir şey daha: diri yakarışlarda çıldıran dansı unutmuş olmalıyım bana bir savaş baltası hemen! tüyler nikotin çubuğum ve sen içimdeki Wajeha* sen! (13 Mart 2004) (*) Wajeha Al-Huwaider: Ağustos 2003’den beri aktif olarak yazmak ve eserlerini yayımlamaktan MEN EDİLMİŞ Suud’lu bir kadın yazar (author & journalist at El Watan) . Naime Erlaçin |
| Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 04:40 AM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.