www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee

www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee (https://www.cakal.net/index.php)
-   Adult eski arşiv (https://www.cakal.net/forumdisplay.php?f=376)
-   -   Naime Erlaçin (https://www.cakal.net/showthread.php?t=135142)

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:43 PM

Bir Tutam Tuz! ... (Düz Yazı)

“Dil bir özgürlük aracıdır” diyerek girelim söze. Oysa aynı dil, hakim gücün sesi de olabilir pekala. Bir bakıma değişimin alt yapısını hazırlarken, diğer taraftan statüko’ya hizmet vermek suretiyle değişimi pekala engelleyebilir.

O halde “dil”den sanatsal anlamda nasıl yararlanmalı?

Dil, düşünceyi yaratırken aynı zamanda onu etkileyip yönlendirir. Bir başka deyişle fikrin oluştuktan sonra, “dil”e geri dönerek onun zincirlerini çözmek ve otoriteye başkaldırmasını temin etmek gibi bir görevi olduğunu varsayıyorum. İşte ancak o zaman, “değişim-etkileşim-yeniden değişim” sürecinde etkin bir rol oynayacağını farz ediyorum. ”Dil” derken yalnızca konuşma ve yazma dilini kast etmiyorum tabii ki. Müzik, resim, heykel, tiyatro, sinema, mimari; hatta giderek medya ve teknoloji de dahil olmak üzere tüm görsel, işitsel ve yazınsal uğraşı alanları ve genelde sanatın bütün dallarının dilden yaratıcı ve yenileyici bir araç olarak faydalanmasından söz ediyorum. Eğitim alanındaki kullanımı ise şimdilik konumuz dışında. Zira orada resmi ve sistemin müesseseleriyle birlikte ortaya koyduğu tercihleri devreye giriyor. Ben burada özel-özerk kurum ve kişilerin sorumluluk anlayışını; dilin özgürleşmesini ve aynı zamanda özgürleşme sürecine olan katkısını sorguluyor ve vurgulamaya çalışıyorum. Bilincin gelişmesine koşut olarak ulaşılan bir durumdur bu. Kısaca demem şu ki, sorumluluk en başta BİLİNÇ geliştirmeyi kapsıyor.

Tek başına dil fazla bir anlam taşımaz. Bilinçle birlikte belirli bir amaca yönlendirildiğinde ise “çok şey” olabilir. Elle tutulur ve işlevsel bir araca dönüşür. Statüko’ya karşı bir duruşa sahip dil üretmenin hiç de kolay olmadığını biliyorum. “Eski” yıkıldığında ve “yeni”ye geçiş döneminde genellikle bir kaos ortamı oluşur. Bunu engellemek ise yeni oluşumun ön hazırlığını ve planlamasını iyi yapmakla mümkündür ancak. Ana amaç, değişimin doğasında taşıdığı sancıyı asgariye indirgemek olmalıdır.

Tarih boyunca büyük değişimler bazen kaba kuvvete, bazen de iktisadi zenginliğe bağlı olarak doğmuşlardı. Gerçekten kalıcı olan atılımlar ise ancak belirli bir birikim ve donanım düzeyine ulaşıldıktan sonra sağlanabilmiştir. Bundan da önemlisi, bu tarz açılımlar kendi toplumlarına hizmet verirken yeterli birikime sahip olmayan toplumlarda ise yalnızca özenti ve örnek teşkil etmeleri itibariyle büyük patlamalara sebep olmuşlardır. “İç”ten gelen (intrinsic) doğal gelişim ile “tepeden inme”- adapte edilmiş; alıntı veya hazmedilmemiş değişim arasındaki fark da burada yatar.

Sanata dönelim tekrar. Sanatın temel amaçlarından birinin değiştirmek, düzeltmek, iyiye doğru yenilemek olduğunu düşünürsek eğer, sanatçı statüko’yu yıkma eyleminde başarısız oluyorsa, işte o zaman güçlü bir sanatsal tepki; yani isyan ve başkaldırı doğar. Sanatçı bazen sistemi sıfırlamak ve yeniden kurmak ister. Hatta zaman zaman anarşist bir profil bile çizebilir. Bir anlamda kaotik olan bu dönemin en hoş tarafı ise üretim açısından oldukça verimli olmasıdır. Taşların yerli yerine oturduğu gelişmiş toplumlarda sanatsal tembellik ve kısırlaşmadan söz edildiğini hepimiz duymuşuzdur. Yıkılacak duvarlar ve kırılacak çemberler yoksa eğer, sanat ve sanatçı işlevini büyük ölçüde yitirir. Veya “bilinçli bir birikim” yoksunluğu söz konusuysa, yıkımdan sonra yeniden yapmak imkansız hale gelir çünkü yeterli malzeme mevcut değildir.

Özellikle günümüzde teknoloji ithal edebilirsiniz. Ve hatta “know-how” da. Ama sanatsal bağlamda köklü ve derin bir değişim sağlayacak beyin ve yetenek ithalinin oldukça zor ve imkanların kısıtlı olduğunu düşünürsek eğer, sonuçta sistemin tıkanıp kalması kaçınılmazdır. O halde yaratıcı insan faktörünü görmezden gelmemek lazım. Kullanacak; özümseyecek; yeniden yaratacak ve bu arada değişim sancılarını azaltacak kişi yine insanın kendisi değil midir? Yaratıcılığı ile değişime ivme kazandıracak olan, aralarında şairin de bulunduğu sanatçı kesiminin önemi yadsınamaz demek istiyorum! ...

“İlahi Komedya” ile Papalık monarşisine acı bir eleştiri getiren Dante için Engels şöyle diyordu: “Dante, hem ortaçağın son, hem de modern çağın ilk şairidir”. O’nu izleyen ve yeniden doğuşu simgeleyen Rönesans ise ortaçağ skolastik felsefesine karşı dirençli bir duruş ve başarılı bir başkaldırıydı.

Ancak bu iş SAĞLAM BİR ZEMİN ÜZERİNDE yapıldı. O devirde bir yandan batının taşınabilir serveti Roma’ya akarken, diğer yandan da doğunu bilgi birikiminden alabildiğine yararlanılıyordu. Sonuçta güçlü ve özgün bir sanat ortamı doğdu. Rönesans’ın çok önemli bir figürü olan Leonardo da Vinci’nin anatomi, hidrolik, kanatla uçuş, helikopter, asma köprü proje ve eskizlerine bunca yıl sonra bile hala kafa yorabiliyorsak eğer, o dönemin koşullarına ve bilgi birikimine dikkatle ve büyüteçle bakmak gerekir diye düşünüyorum.

Bu örnekler çoğaltılabilir. Bilimin temeli de dildir. Mısırlı’lar “pi” sayısını bilmemiş olsalardı, gökbiliminde bu denli gelişme olur muydu acaba? James Watt sayesinde buhar enerjisi (1765) hidrolik enerjinin yeni almamış olsaydı; dokuma makineleri icat edilmese ve büyük edebiyatçılar toplumsal sancıları, çocuk işçilerin madenlerdeki acılarını eserlerinde dile getirmemiş olsalardı, 18. YY’da Sanayi Devrimi’nin beşiği haline gelen sömürgeci Büyük İngiltere sonuçta sosyal bir devlet kurabilir miydi dersiniz?

Bir bakıma her şey insana – toplumsal irade görevlerini yerine getirmiyorsa dahi - insanın kendine yaptığı yatırımla birlikte yüklediği anlama gelip dayanıyor. Bu açıdan bakıldığında, şair de alışılagelmiş kalıpları kırmayı, kısır döngülerden kurtulmayı ve nihayet kendi içinden çıkmayı bir biçimde öğrenmelidir. Üstelik bunu insan ve hayata dair duygusunu, heyecanını, tutku ve hayallerini yitirmeksizin yapmak zorundadır. Taşıdığı sosyal ve sanatsal sorumluluğun bir gereği olarak…

Bakarsınız karınca kararınca, bireysel çabalarla çorbaya eklenen azıcık tuz yemeğin lezzetli olmasını sağlayabilir. Denemeden kim bilebilir ki! ...

Parmaklarınız arasında BİR TUTAM TUZ ve bilinciniz açık olsun dostlar…

Bazen aynaya yakından bakmak lazımdır diye düşünüyorum.

Ne de olsa, her düşün altında bir gerçek yatar! ...


(28 Nisan 2004)

(HAYAL Dergisi, Ekim 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:43 PM

Bir Tür Başkaldırıdır Absurdite (DÜZ YAZI)

sarmallara direnen sizi
sizinle bırakan ben
ve siz
beni benimle bırakan
ne iyi ettiniz!


Çemberlerin kırıldığı bir ülkeden söz etmek istiyorum sizlere. Hırçınlığın ölü güzlere teslim edildiği ve “kış güneşi günleri”ne yavaş ve sessiz adımlar attığımız o yerden…

İnsan bir kuyu madem, duygu neden olmasın? Tıpkı toprak gibi. Ne ekersen onu verir. Sonsuza uçmakla, dipsize inmek midir aradaki fark? Anlaşılmaza budalaca anlamlar yüklemekte mi yoksa bütün mesele?

-Uyum paketleri tamamlanamadı henüz. Yılan hikayesine döndüler. Bitenler de orasından burasından yırtık nedense! Yama da tutmuyor üstelik. Canım sıkılıyor doğrusu…

Çölün tükendiği yerde, (“Çölün tükenmesi”; ne hoş bir ifade değil mi? “Çölün bittiği yer” demiyorum bakın. Gide gide çölü bitirebilir ama tüketemezsiniz. Keşke bütün çöller tükenebilseydi! Her neyse, söze devam edelim.) yaşamın sırrı, bitkinin toprağa gömdüğü yoksul yumrusunda gizlidir: Ananın süt dolu memelerine heyecanla uzanan bebeğin titreyen dudaklarında; efendisini tutkulu gözlerle izleyen köpeğin soran bakışlarında; baharın hediyesi yağmura karşılık dallarıyla göğe tırmanan bir ağacın mutlu ve devingen kifaflanmasında; bir bedenin taze tohumlar döllemek üzere arzuların doruğunda kendisini bir başka bedene gözü kapalı sunmasında...

-Faiz dışı fazlada takıldık kaldık. Göstergeler güzel; TEFE, TÜFE, Çekirdek enflasyonda manzara iyi görünüyor. PEKİ, YANLIŞ NEREDE arkadaşlar? KOBİ’ler halen can çekişiyor. Üç yıldır bağırmaktan dilimde tüy bitti! Piyasa durgun…

Neyse, işimize bakalım biz.

Bırakış ve bırakılışlar insanı sadeleştiriyor ve hatta basitleştiriyor. Hayatını yumrusuyla sürdüren çöl bitkisi gibi aynen. Yumrusuz bitki tez ölür! (Bunu duvara yazmak lazım.) Soruyorum size, nereye kadar gidebilirdiniz parçalanmadan veya esir düşmeden çöl vahşetine? Çölü sevmek yeterli olur muydu yaşamak için? Yumruya bakarım ben, yumruya!

Yalnız bıraktık ve bırakıldıysak eğer, büyümek içindi; sınamak içindi kendimizi. İnzivanın verimlisi anlamlı olanıydı bizce. Eh, biraz da bizim dışımızda bir şeylerin büyümesini bekliyorduk tabii. Büyüyenler büyüdü ama sayıları çöl bitkileri kadar azdı. Bu yüzden, neredeyse kırk yıldır keşişler gibi, gidip gelip inzivada karar kılıyoruz.

Aslına bakarsanız, kalabalıktan kopmak yürek ister. Kendi sesinize dayanma gücüne sahip olmalısınız her şeyden önce. Sonuçta bedelini ödeyerek bir güzellik yaptık kendimize. Hayatın insan kıyan makinelerinden tabana kuvvet kaçarak bir yaprağın solgun yeşil damarına sığınmış bulduk canımızı. Su olup aktık kendi yatağımızda. Fena mı oldu? Bu yolun sonu kaçınılmaz olarak deniz. Ölü de olsa fark etmez. Önemli olan “amaç”…

-Türk Lirası çok uzun zamandır gereğinden fazla değerli. “Dalgalanan (floating) kur”. İşte suçlu o. Asmalı hemen! (Bu arada “dalgalı kur” tanımlamasından hiç hoşlanmadığımı belirtmeliyim. Hiç değilse “yüzen kur” deseler bari.) Kur'u astık diyelim. Sonra nasıl ayıklayacaksınız bu pirincin taşını muhterem efendiler?


sarmallara direnen siz!
sizi sizinle bıraktım
beni kendimle
bütün hikaye bu işte!

Geçmişe firari olmadık ama geleceği kurmaktı görevimiz. Yaşamak kadar şarttı! Dokunulmadıkça, acıyla tanışılmıyor. Acıyı sevebilmek de bir ayrıcalık ve aynı zamanda eğitim meselesi. Bu ekolojik ve ekonomik sistemde “aşk”, şiirin dışında nerede duruyor peki? Resmin ana ögesi olmadığı kesin. Belki de fona sürgün edilmiştir. Bunca acı arasında şimdilik sadece lüks olduğu için... Sonraya da vakit kalmaz zaten. Ömür böylece tükenir gider. Hepinize geçmiş olsun! Amaaaa, aşk var ve orada, dekorun bir parçası olan pencere pervazına tutunmuş hınzırca gülüyor. Replikler bazen acıklı, bazen komik, bazen sıra dışı da olsalar aşkı terennüm ediyorlar.

Vurdumduymazların umurunda mı peki? Önce kazanmak ve aşkı kazancın bir parçası gibi görüp “bonus” olarak istiyorlar. Emeksiz alınan bir hediye puanı işte. Aşk da insan gibi, para gibi bu denli ucuzlamış demek ki! Ucuz şiir gibi aynen. Manzarayı sevmedim. İzninizle ben inzivama döneyim…

-Kur dengelerine bakınca mideme kramplar giriyor. İthalatçı için kısa vadede sorun yok. Açık sonradan vuracak. Borçlanma maliyetleri düşüyor ancak dövize endeksli inşaat ve turizm sektörlerinde gün batmakta, haberiniz olsun. İhracatçı ise yokuş aşağı frensiz iniyor. Yürek Selanik!

Şeytanla dansa devam ey millet!

Güz durgunluğu ve kış ölümlerinde ayakta kalabilmenin bildiğim tek yolu başkaldırarak tutunmaktı. Gücünü kendi köklerinden alan ve metabolizma hızını asgariye düşürüp yaşamını sürdüren Masai Mara örneğini pek severim. Acımasız avcıların yasaklandığı bir doğa ülkesinde yağmurları beklerken minimumda yaşamak; ama yaşamak. Çünkü canlı, yaşamak için var. Oyunun ön koşulu, yaşamak!

Kuru gürültüsüz büyümek ve büyürken yaşamak bir tür başkaldırıdır. Ölüme karşı!

sarmallara direnen sizi
sizinle bırakıyorum
çoğalmanın sırrına doğru
akıyorum…

Anladıysanız eğer, anlamı var demektir.
Anlamadıysanız, unutun gitsin!


(03 Ekim 2003) - 'Deliler(!) İçin Denemeler' dosyasından...

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:43 PM

Biraz Sen Biraz Ben Yürek Yüreğe

uçan kuşun teleğinde
fırtınada pusulasız her teknede
biraz sen vardın
biraz ben

limanlardan toplardık kaybolmuşluğu
aşınmamış heveslerdi suda taze nefeslerimiz
yareler kusardı boynu kıldan ince küskün koylar
suyun tenine dağlanırdı izlerimiz
gurbete yadigar verirken ömrü
rotayı yitirmiş kuş sürülerine benzerdik biz

mükerrer mevsimlerin boynu bükük esmerliğinde
siyah-beyaz bütün karelerinde eski resimlerin
biraz sen vardın
biraz ben

gittiğimiz yolların yoktu dönüşü
onlara öksüzdük biz
hangi tutuklu kentin
hangi kayıp surlarına gitti gençliğimiz?

sıkıca sarıl şimdi güz sarmaşığım
sözümü tutacağım ben!
sımsıkı dolanacağım sana
biraz sen
biraz ben
yürek yüreğe el ele
zamanın önüne geçmeliyiz

yeter ki unutulmasın yaşananlar
yeter ki yasaklı kalsın sevdaya acılar! ...


(5 Şubat 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:43 PM

Bizans Oyunları

elinden tutuyorum acıyı bir çocuk gibi
bir ucundan ötekine parkta dolaşıyoruz
bir oyuncak veriyorum hediye
bin ışık yakıyorum bebek gözlerine

önce maviye boyayıp evreni zihnime nakşediyorun sonra
rüzgar çanları asıyoruz göğe
masallar dinliyoruz ilahi komediden
çocuk mu gezdiriyorum, ben mi geziyorum bilmiyorum
acı eskitiyorum!

eşim dostum arkadaşım “bilge” soruyor:
'görüyor musun? '

'şahin gözlerim görüyor, meraklanma'
bizans oyunları izliyorum
ama ne oyunlar
bizans halt etmiş yanında!

durduk yerde acı eskitmenin alemi var mı şimdi
başka türlü dayanılmıyor manzaraya
ey çocuk! tut elimden dolaşmaya gidiyoruz
acı eskiteceğiz eskitebildiğimiz ölçüde

başka türlü katlanılmıyor dünyaya
başka türlü kaldırmıyor midem bu kahpeliği
tuzaklar kuruluyor şahin gözlerime

dayanamıyorum, acı eskitmeliyim acele!


21 Temmuz 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:43 PM

Borç*

pıtraklar doğurduğun dal uçlarında
kılıca tahvil edilecek matem
sonsuzun çavlanına karışacak gecesi hüznün
tuza gelecek sinsi yumuşakça

tersyüz edeceksin bir gün uçurumu
kan izlerini geçmiş pençelerin
gömülecek o gün ölülerimiz
savrulacak küller taze bir yolculuğa

nedendir celladın ipinde bunca yağ
bunca sıyga neden
hayata eksik düşüyorsa son arzu
unutma yüklüdür yağmur
zemheri giydirme bir daha buluta

bitmemiş vaadi var suyun
ödenmemiş bir borç

bir sen
bir ben
bir de aşka! …

…..
(*) Ağustos sıcağında üşüyenlere, Word’de unutulmuş dizeler….


(24 Ağustos 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:44 PM

Boş Odalarınız Ve Siz!

boş odalarınız vardı sizin
bomboş odalar başkalarına
size doluydu onlar
kendinize özel yalnızca

kim bilir neler biriktirdiniz
nasıl döşendiler
kimler misafirdiler
kuytu bölmelerinden fışkırarak beyninizin
duygu hamaklarından ağan cennetinizdi onlar

tutkular koymuştunuz içine
hayaller ve yakıcı arzular
özel konuklarınız oldu mutlaka
gönlünüzce sere serpe sevdiniz
okşadınız mesela
durdurulmuş saatlerinde gecenin
aşkın destanını yazarken siz
onlar size ait oldular!

kırıldığınız bir gündü anımsayın
başınız dertteydi yine aşkla
eskimeyen bir fotoğrafla hayalinizde
oraya kapanmıştınız da
isyana boyamıştınız duvarları
kan akmıştı düşlerinizden

bir başka gündü
çok sevmiştiniz birini
böylesi sevilmemiştiniz hiç
haykırıyordu yüreğiniz
sevdanız ağlıyordu
arzudan acıyordu bedeniniz
boş odaları kucaklıyordu teniniz

kimleri almış olursanız olun odalarınıza
hasreti sulayan göz yaşları
tutkulu nefesiniz
yüksek voltajlı koşumsuz istekler
ve yasak sevişmeleriniz kadar gerçekti onlar!

artık sizindiler
onlar sizin oldular!


(06 Ekim 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:44 PM

Boşluğun da Bir Anlamı Var! ...(Düz Yazı)

Gençlik yıllarımda bana matematik dersleri veren bir hocam*dan söz etmek istiyorum size.

İçine, onlarca defter doldurduğu büyücek bir çantayla gelirdi eve. İki veya üç soruyu açıklayarak çözümledikten sonra defteri bir kenara koyar ve bir yenisini kullanmaya başlardı. Ders sonunda bana bıraktığı defter sayısı genellikle 6-7’yi bulurdu. Bir gün dayanamayıp bunun bir israf olduğunu belirttim ve ondan şöyle bir yanıt aldım;

“Yazdığım sayfalar benim neler yaptığımı gösteriyor. Boş sayfalar ise, senin neler yapabileceğini…Devamını sen doldurmalısın! ”

Böylece boş sayfaların bir amacı olduğunu öğrenmiştim. Zamanla, geride kalan sayfaları doldurmaya çalışır ve enerjimi tüketirken, aslında dolanın ben olduğumu fark etmeye de başladım. Demek ki, boş bırakılan bir alan anlamlı olabiliyordu. Sonuçta o sayfalarda çözümlenenler alışılagelmiş, sıradan matematik problemleriydi ama ben, matematiğin evreni tümüyle kucaklayan soyut bir düzen, bir ahenk, bir armoni ve dolayısıyla müziğin kendisi olduğunu kavramıştım. O günlerden sonra, dinlediğim her müzik eserinde matematiksel bir yapı ve kurgu arayarak matematik ve müziği beynimde birleştirir hale geldim. Matematik, içimle adeta bütünleşmiş ve ruhumda yepyeni melodiler oluşturmuştu.

Yıllar sonra çağdaş eserlerin sergilendiği bir müzede, Miro’nun bir tablosu çıktı karşıma. Miro, tuvalin bir köşesine küçük bir figür kondurmuş ve geride kalan kısmı tek renge boyayarak resmi neredeyse boş bırakmıştı. Tablonun önünde oldukça uzun süre çakılıp kaldığımı hatırlıyorum. Gözlerimi dikerek baktığım nesnede sadece boşluk yoktu. Orada aynı zamanda matematik öğretmenimin bıraktığı kareli defterleri görüyordum. Miro, sanki geçmişi yineliyor ve “Bu boşluğa iyi bak! Yapabileceklerin burada gizli…” diyordu. Miro – matematik - kareli defterler ve duvardaki tablo birbirine karışarak içselleşiyor ve yine aynı müziği duyuyordum. Şöyle bir şarkı söylüyordu;

“Boşluğun da bir anlamı var! ”

Demek ki bizi besleyen ve güçlü kılan şey, boşlukları doldurmak için yaratılan tinsel müzikti. Sonra da bizden dışarıya yansıyan…

O halde üretim; özellikle de sanatsal üretim, tek başına pek bir şey ifade etmiyordu. Üretilen eser, içeride bestelenen müziği dışa vuruyor ve taze yansımalara veya suda yeni halkalar doğmasına neden olabiliyorsa eğer, bu sürecin sonunda “boşluk” yepyeni bir anlam kazanıyordu. Yaratıcılık da buydu işte!

Bir defasında, bir şiirimde “şair, kainatı büyütürken “ demiştim. Oysa eksik bir ifadeydi bu. “İnsan, kainatı büyütürken” demem gerekirdi. Asıl olan, üreterek boşluğu doldurmak; böylece yeni ve genişletici bir hareket başlatmaktı. Bu ise, bir anlamda hepimizin göreviydi. En azından daha yaşanası bir dünyada yola devam etmek için…

Böylesi bir düşüncenin çekirdeği matematik ve onun beyinde yarattığı müzik bile olsa, dikkate alınmaya değerdi bence. Çünkü ışık tutarak yol gösteriyordu bize.

Söyleyin şimdi bana; ruhumda besteler yaratarak, çoğalma ve çoğaltmaya yönelten bu bilim dalı; yani “matematik” sevilmez mi hiç?

Ben bir 'matematik aşığı'yım!

……………..

(*) Mahir Hocama saygılarımla…..

(16 Ekim 2003) - 'Gençler İçin Denemeler' Dosyasından.

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:44 PM

Bozkırda Kan

bozkırda daldık uykuya
kurudu çeşmeler bir bir
hükümsüz artık gül
mağdur aşkın ellerinde
ne yazık düşürüldüğü yerde

aşılasan gülleri ne fayda!
eksen nadide fidanlar
dökme su kar etmez bitanem
çatlamaz bozkırda tohum
gövermez diz boyu ekilende bile

kendini delerse insan çarmıhta kanar gülistan

hazin bir vedadır gül
bozkırda kan var şimdi kanlı bir aşkın ellerinde


(16 Temmuz 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:44 PM

BU BiR TECAVÜZDÜR! ...BU BiR TECAVÜZDÜR! ...BU BiR TECAVÜZDÜR! ! ! ...(Düz Yazı! ...)

Canımla uğraşırken ve ailemde şu sıra hayati sorunları olan dört kişinin canı ve dertleri ile uğraşırken bile suskun kalamayacağımı anladım! ...

Bir web sitesinin reklamlarla ayakta durduğunu ve hayatiyetini sürdürmek zorunda olduğunu sanırım hepimiz biliyor ve kabul ediyoruz. Ancak, bu web sitesi öncelikle bir san’at sitesi olduğunu iddia ediyorsa eğer, her şeyden önce san’ata karşı saygılı olmayı da bilmelidir! ...Üstelik burası okul gibi bir site. Ben dahil pek çok kişinin, şiiri ciddiye alarak yazmaya başladığı ve bir anlamda kendini geliştirdiği bir yer. Gençlere örnek teşkil edecek ve ilkeleri olması gereken sanal bir ortamdan söz ediyorum.

Antoloji.com yöneticileri, sizlere sesleniyorum! ...

X Hanım, Y Hanım, Z Bey adlarınızı vermeme gerek yok. Sizler kendinizi bilirsiniz. Yöneticimiz rahatsızlığımızın farkında değil mi? Değilse bile Sayın Editörler, sizler neden uyarmıyorsunuz? ...

Sayfalarımız işgal edilirken, san’at adeta tecavüze uğruyor. Şiirlerimiz, maç nakli sırasında önemli bir gol pozisyonunda aniden giren anlamsız ve dikkat dağıtıcı reklam bantlarını andırır bir biçimde reklam istilası altındadır. “Güzel bayan” mış! ! ! ...Utanç duydum! .. Aynen şöyle diyordu;

'Güzel Bayan,
Her türlü ilişki için doğru adres. Aradığını bul, bulamadığını ara! ..'


Yok yaaa! ...Soruyorum size, gönül postası mı burası? Dünyanın neresinde, hangi heykelin, hangi tablonun üstünde veya altında, hangi kitabın “chapter” aralarında reklam yer alır, söyler misiniz? Özellikle de böylesi? Daha da önemlisi, san’atçıya böylesi bir saygısızlık nerede yapılır? Neden yapıldığı ise belli. Para. Bu konudaki haklılığınıza bir diyeceğim yok ama site içindeki diğer boşlukların ve de edeplice kullanılması kaydıyla! …

Artık şiir ve yazı yüklemek istemiyorum. İçimden gelmiyor. Sayfamdaki kirlilik beni had derecede rahatsız ediyor.

Bir süre protestoları izleyip susmayı tercih ettim. Bir yararı olur mu bilmem ama ben de kendi hassasiyetimi bu biçimde dile getirmeyi uygun gördüm.

Yazı ve şiirlerimi; beynimin, ruhumun ve kalemimim emeğini gönül ferahlığı ile asacağım; tecavüze uğramamış tertemiz bir sayfa istiyorum sizlerden! ! ! ...

Saygılarımla.

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:44 PM

Bu Çiğ Süt Emmişlik Yok Mu!

bu çiğ süt emmişlik yok mu, bu yalan dolan
kesin öldürecek beni

it eniği kadar olamadık gitti
o yüzdendir çok sevişim itleri
keşke köpek olaymışım
ne olur rabbim bana bir söz ver
öteki sefer dört ayaklı geleyim dünyaya
bu kiracılık çok ağır
bu yük çok fazla

bir ite “can” demek nedir anlar mısınız
üzülür küfreder kızar mısınız ya da
kah bir sevgili
kah ana rahminden kopan evlat
kah bir dosttur “can”
köpek yüreği berrak bir nehir en saf sudan

ondan öğrendim kalp taşımayı

ne ister bir köpek bilir misiniz:
ölürken gözlerinin içine ruhunu akıttığı bir dost
sıcak bir dokunuş, sevgi dolu bir ses
küçük ödüller uğruna
masumiyeti yitirmiş meymenetsiz heveslerden habersiz
ebediyen paylaşılan son nefes

hepsi bu işte!

bu çiğ süt emmişlik var ya bu pislik
en çabuk o öldürecek beni
“en hızlı gidendi” yazacaklar cesedimin üstüne
varsın içime kaynasın, içimde kanasın deli kanım
hıyanetin her türüne aşinayım
cerahate alışkındır damarlarım

vefasızlık hoyratlık ikiyüzlülük
ne dersen de, adını bir şeyler koy işte
zayıfsın ey insandan doğma ve bencil alabildiğine
var git yoluna, var git kendini eğle
sol yanında bir köpek kalbi taşımıyorsan
senin suçun ne!

var git yoluna ey insan
varıp gideyim yoluma...


(9 Nisan 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:44 PM

Bu Gün O Gündür - I

- S’nin acıları (devamı var)


acı eziyorduk avuçlarımızda
baharı bekliyorduk
hatırlasana

bir gün
birisi kumruları çaldı
o sendin
ben Samson oldum
sen saçlarımı aldın
bütün şarkılarım oysa
tellerine işlenmişti

o gün bu gündür
dilimi kökünden kestim

özre sağır düşmüştü aşk
aynalar sisli
ciğerler asitliydi odalarda
parçalarım sokak aralarında

çıkmaz bir yolun tozuna saçıldım

neden ölümden söz ettiğimi anlıyor musun
satırında aşk bileyen infazcım ey!
ihtimal bu yüzdendir her akşam ölüşüm
özgürlük düşünde yeniden dirilişim

saat doldu artık
bu gün o gündür işte
:
gidişim!

düşünmekteyim
kim bilir boynumda kaç ölüm kaldı


(22 Mart 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:44 PM

Bu Gün O gündür -II (Bir Albatros Gönder Bana!)

- S’nin umuda yolculuğu*


murdar bir bahar sevinci yapışıyor döşüme
“gitsem” diyorum alıp başımı
deniz özlemişim
tomura vurmuştur fidanlar
güruh henüz inmemiştir kumsala

kim bilir
belki unutulmuş bir tekne bulurum
kudurgan ağrıları unutur
tutunup bir albatrosa
denizin koynunda uyuruz sonra

eski dostlar hayata gücenik kaldılar fırtınada burulup
karanlık koylarda... şurada burada
birinin elinden tutar da belki
“ısıt yüreğimi, yoruldum ırgatlıktan” derim
buzlarım çözülür
güneşi yakalarım yıkanırken sularda

azık torbası boş şimdilerde
çingene saza
dağarcık oka küs
kulaklarım kirlendi dayanamıyorum!
arkada bırakıyorum sağır koyakları
ateşe verdiğim ongun yamaçlarla
:
çoktan tükendi bozkır
ruhum çalı çırpı
usandım alesta durmaktan marazi seslere
temiz bir yuva arıyorum
güller dikeceğim bahçeme

kaldı mı dünyada böyle bir yer!

unutulmuş bir tekne bekliyordur ola ki
tut elimi ey can
vur beni azgın sulara
bakarsın tuzlu su
merhem olur yarama

ah deniz!
ne temiz kokardın sen
hükmüm sana düşüyor bugün
durma bir albatros gönder bana


(22 Mart 2004)


(*) (21 Mart 2004, saat 24:00’te kalkan bir otobüsün ardından…)
-Güle güle sevgili arkadaşım, yoldaşım, dert ortağım ve manevi kızım. Albatrosu bulursan, benden de selam söyle….

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:44 PM

Buğu ve Lâl

daha kötü camda bir nefes buğu
kanayan dizlerden
pervazlar sırıtır lâl olmuşluğuma
kenti terk ederken ben

çatırdar hoyratlık
rüyalar
gelişigüzel
savaşlar hep bildiğim

trenler kalkmaz
can çekişir istasyon
raylara dökülür gar hüzünleri
yüreğimde buğu var

ne zaman hüsran yağsa gökyüzünden
gölgem ölür şiirde
bir daha ölürüm ben
gök taşlarım ağlar

haykırır kanayan dizim
sisten bir damla düşer yere
dilim artık mihenk taşı değil
vazgeçerim söz bekçiliğinden

iyi uykular lâl dilim
iyi uykular!


(17 Ekim 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:45 PM

Bunun Adı Yaşamak!

duygular karmaşasında boğulmuşsan şu an
beynin karıncalanıyorsa durup dururken
ağır uykulardan uyanıyorsan
belki de yorgun ve şaşkın
yaşama başlıyorsun demektir

aradığını bulamıyorsan
bulduğunla yetinemiyorsan bir gün
olur olmaz bocalıyorsan bir dolu
kıpır kıpırsa yüreğin, kaynıyorsa her an
acılarla tanışıyorsun demektir

yağmurla konuşuyorsan içinden
çarpıyorsa kalbin gök gümbürderken
tenin rüzgarla kucaklaşıyorsa
insana dost olmayı öğreniyorsan
artık büyüyorsun demektir

ayakların seni 'biri'ne taşıyorsa yüreğin çatlarken
o 'biri'ne kavuştuğunda başlıyorsa zaman
birden duruyorsa yokluğunda
onu düşlerindeki kişiyle karıştırıyorsan hep
sen seviyorsun demektir

birbiri ardına örülürken duvarlar
huzursuz olmuyorsan
tekdüze bir yaşam olağan geliyorsa artık
sorumluluk bağlıyorsa seni prangalarda
kalıplar
kurallar
çemberler girdabına düşmüşsen bir kez

işte o zaman dostum
üzgünüm
sen ölüyorsun demektir!


(2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:45 PM

BURUŞUK'a Mektup

bir yanım yara
her bir yanlarım yara

düşünce sen olunca çocuk kalbi taşıyorum
küçük Buruşuk'u yazmış Ahmet Erhan son kitabında
ne de babayiğitti hani
köpek değil aslan parçası sanki!

sen gideli güz, sen gideli kış
yıkadım ruhumu insanoğlundan
dünya yalan, yalan hepsi
dost desen
ihtimal kalmıştır eskilerden bir-iki

analar günü yarın
bana Buruşuk’lar günü
bir kızımı doğurdum
galiba bir de seni
öylesi et-tırnak işte!

resimlere baktım dün gece
baktım ağladım, ağladım baktım
bitmez dizboyu bu yalnızlık, bu özlem
Buruşuk yorgunuyum ben!

bana yaşanası bir dünya
bir de seni versinler
gerisi onların olsun

analar günün kutlu olsun yavrum
inan 'ilk gün' kadar seviliyorsun


(10 Mayıs 2003)

(8 Kasım 2000'de aramızdan ayrılan 'boxer' köpeğimize mektuptur...)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:45 PM

Buza Sardım Ateşi

kuşlar vuruluyor yüreğimde
çiçekler örseleniyor hoyratça
kan sızıyor damarlarından fidanın
tütüyor hasret sinmiş gözler
sabahın kör alacasında

sustuk tüm susmalarımız gibi
gülücük kondurduk gözyaşlarına
titreyen bir alevin gölgesinde
ayrılık gergefi dokuduk yine
sarıldık birbirimize üşürken gönüller
kan bağımız can bağımızla el ele

ah çocuk!
o son bakışlar var ya hani
o son dakika!
öldürüyor adamı
ölümü bilmiyor da insan yürüyüp gidiyor işte

ne ağır yükmüş bu gurbet
bir kuş daha düştü biz ağlarken bu sabah
son çiçek kanarken içimizde

buza sardım ateşi korkma!

biliyor musun kaç dönümlük yürek var bende
gurbete kurban olsun diye yaratılmadı sevgi
yürek sımsıcak kalır ateşler buza kesse de!



(*) Başta “can çiçeğim”, biricik kızım olmak üzere bütün gurbetçi dostlara sevgilerimle…

(08 Ocak 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:45 PM

Buzdağı Yürürse

yürüdükçe zaman
gün yakut
gönül lâl sevdalara tutsak
hayli çılgın
kızılımsı
ateşli

yürüdükçe su damara
orman doğurur yaprak
uzayıp gider bu serüven
acı ve hüzün
ufuktaki son koruluk

yürüdükçe mevsim kurşuni saatlerinde ömrün
isyankar bir güz belirir
bulut ağlar aniden
suyu çekilir göğün

buzdağı yürürse içimde
“çarptı-çarpacak” cinsten hani
eriyecek aşkın sıcacık kollarında
belki yok edecek beni

yüreğimi korku bekler böyle
dağları bekler gibi


(21 Eylül 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:45 PM

Cam Gülü

biliyor musun
cefanın tozuna ter bırakmamış
batkın bir entelektüel kadar
omurgasız biriydi cam gülü sevdalısı

-sorma kadın mı
erkek mi diye
ne fark eder ki!

umursamazdı
arşınlamadığı dünyayı
düş kundaklarına belerdi
kırbaç ucunda şaklarken hayat
düş bebesi aşklarını

kah atlı bir prens
çirkin kurbağa
pamuk prenses kimi zaman
kah bir avcı olur
Sherwood ormanında
kahramanı oynardı
hangi dergaha düşse yolu
kapanırdı yüzüne kapılar
kimi gün kendi kapatırdı
geri kalanları

ah bir bilsen ey yar!
ne kadar yalnızdı
cam gülü sevdalısı

öykülerden bir öykü derledim sana bu sabah
düşler aleminde bir gezintiydi işte
hem hüzünlü
hem sıradan
hem aykırı! ...


(5 Temmuz 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:45 PM

Carpe Diem*

kıyametinle dikil karşıma
boşluğun kulağıyım ben
sesler dinlerim boşluğunda

kanayan bir gelincik konsun düşlerime
istersen ağıtlar bırak
yeter ki ayın saçlarına sar umutları
mazi olsun dün
tazelensin ipeğim
gel bir yolculuk ol bugün
yol ver
doğsun büyük infilak

unutma ateşin koynunda
yenilmezliği gizler boşluk

etimde dağlanır dünlü yarınlar
karabasanlar
kuşkonmaz yargılar
anlamın boşluk bekçisiyim ben
durma!
ister boş gel
ister yarım
gömerim kemirgen kurtlarını
kıyametinle birlikte
yerin yedi kat altına…



(*) Carpe diem: Günü, anı, ya da zamanı yakalamak…

(2 Eylül 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:45 PM

Celse

oltada yitirir dirimi solucan ve balık
ne yapsın balıkçı iki ölüm arasında
açamadığı kapılar da mevcut bilgenin
umudun pas tuttuğu insan sancısında

bakarsın nehir sesine sağırlaşır dere yatağı
kepengi indiriverir zaman
dirilerek gelir ölüm kimi kentlere
muafiyet kazanmış mikrop gibi
isyandır doğuştan eksikliğine

özrüne ağlar orada yasa

karınca böcek her neyse
tek bir yapraktır bazen ağlayan
bir durur
bir devinir can
sırtından akarken hayat
ne farkı var
ince bir acının kalından

güzeldir deniz
doğaya dikleşen tohum kadar özgür
kara
tedirgin celse

ve süzülür infaz kararı imbikten

balıkçı ne yapsın!


(20 Kasım 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:45 PM

Cemreler Düşüyor Bak!

buz kesmişti yüreğim
-taş kesmiş-
'yorulmuşum' dedim
zamansız acılarda
dikildim durdum öyle

kör saatlerde vurdu yangınlar
sustum
akşamsız guruba benzerdi çaresizlik
sustum
'ölüm böyle gelirmiş demek ki' dedim
gurbet kuşlarına döndüm
döndüm de yine sustum

cemreler düşüyor artık
suya mı toprağa mı havaya mı
sormuyorum
düşüyor ya cemreler
yeter!

açılıyor kilitli kapılar bir bir
dilleniyor suskun diller
yer gök alem ısınıyor da
ebemkuşakları saçılıyor eteğime
yemin sana dalından düşüyor gönül
gönlüm olgunlaşıyor yine

bir tohum çatırdıyor yüreğimde
büyüyor içim
büyüyor da içime dar geliyor
böğürlerim ateşleniyor

yaşamak bu olsa gerek
:
cemreler düşüyor bak
cemreler düşüyor yine...


(17/02/2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:46 PM

Cenin

tutukluk yapıyor beynim
canım acıyor yine

jilet gezdiriyorum kılcalımda

tanımıyor şiir mutedil rüzgarları
ılıman iklimleri bilmiyor
biteviye çığlık doğuruyor dışarıda birileri
bir hançer çekiliyor kınından
perdahlanıyor iki yüzü keskin kılıç
hava desen: ağır mı ağır
bin yıllık kavga artığı bir hikaye gibi

dünden hüzünlüdür gün
sayrılığına ağlıyor bugün

seyirlik bir cinnet odağında insanı düşünüyorum ben
ah bilsen! neler düşlüyorum

“aldırma karmaşaya! ” diyor şiir:

'an gelir sakin akar su, durulur dalga
kınında büyür söz
acıda canlanır insan'

varsın tutukluk yapsın dimağ
yükümlüyüz ateşlemeye yüreği
bir sır saklamıştım oraya
körün değneğinde unutulan
:
sindirse yükü
yıldırsa ceremesi
en iyi sevda bilinir aşığa
tarih kadar eskimemiş ve eski
o cenin kalır hafızada
nihayetsiz bir mesel gibi

'aldırma karmaşaya:
büyüktür aşkın semeresi! '


(21 Temmuz 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:46 PM

Cinayet *

öldürüyorlar şiiri gülüm
cinayet var!

ben ki
yaprağın yasını tutardım
duruyorsam dik
hüzündür acıdır ayakta tutan

can çekişen kentlerin
kangreni olmuşum
evleri kara çiçekler açan

ölü mü
diri miyim
uyanan ecelim belki

zonkluyor şakağım

ölüyor şiir
yarından artakalan


(17 Mayıs 2004)

(*) Abir Zaki'ye

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:46 PM

Cumhuriyet Bayramı - Kutlama

81. Yılda başım yine dik! ... Ülkemizi yoktan var etmiş olan Cumhuriyet Kuşağı’nın bir evladı ve gazi torunu; o düşünceyi devam ettirmekten, Atatürk’ün izinden yürümekten daima gurur duymuş bir Türk vatandaşı olarak Cumhuriyet’imizin yeni yılını en içten dileklerimle kucaklıyorum.

Bugüne dek hata ve eksiklerimiz olmadı mı? Oldu elbet. Yeri geldi eleştirdik veya düzeltmeye çalıştık. Ancak Türk Ulusu’na ve Türk gençliğine olan güvenimizi – hangi görüş, din, inanç ve etnik kökene mensup olursa olsun Türk vatandaşlığını bir onur madalyası gibi taşıyan kişileri kast ediyorum – asla yitirmedik...

Bizler vatanımızı ve bayrağımızı canımız gibi sevdik. Gün geldi büyük acılar çektik. Gün geldi şehit ve gaziler verdik. Kimilerimiz canlarıyla, kimilerimiz fikir ve kalemleriyle savundu ülkemizi. Buna rağmen verilen emeklerin, dökülen kan ve terin değdiğine bütün samimiyetimle inandığımı belirtmek istiyorum.

Bu çok özel günde tüm bilinç, birikim ve aklımızla Türkiye Cumhuriyeti’ne sahip çıkmanın gereğini bir kez daha vurgulamak ve Ulusal Bayramımızı gönülden kutlamak istiyorum…

En güzel yarınlar sizlerin olsun gençler. O geleceği yaratmak için elinizden geleni yapacağınıza ve bizlerin eksikliklerini tamamlayacağınıza olan güvenim sonsuzdur...

EMANETE SAHİP ÇIKIN! ...

CUMHURİYET BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN…

(29 Ekim 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:46 PM

Cumhuriyet Bayramı ve “Başı Yarılan Çocuklar”….

Son yazısında Ayşe Keskin şöyle diyordu;

“Filmin en dramatik yanıydı, başı başla yarılan çocukların çığlıkları…”

Türkiye'yi derinden sarsan bu olayı, yine derinlemesine incelemek lazım. Dün gece SKY TV'de Nihat Genç'in değerlendirmelerini izledim. Doğru bir analiz yapıyordu. Bir gece önce Leyla Umar'ı da dikkatle dinledim. O da haklıydı...

Malatya’daki çocuk yuvası olayını, ilkokul mezunu ve sorunlu bir veya iki kadının üzerine yıkmakla kurtulamazdık. Hastalık yaygındı ve ne zaman bir olay patlak verse, toplum olarak sesimizi yükseltiyor; sonra da hiç olmamış gibi davranıyorduk.

O çocukların, bizim geleceğimiz olduğunu unutuyorduk! ...

Bu yüzden, öncelikle kendimizi yargılamalıyız. Hepimiz suçluyuz. Hastalıklı-sağlıklı tüm kuşları ve doğayı yok eder gibi - ki buna karşıyım - çocukları da yok etmeye hakkımız yok bizim! Kültürümüz, 'kaderine katlan, boyun eğ, sus, ağla ve yasını tut' diye emreder.
Kırılan kol, daima yen içinde kalır. Yanlış burada! ...

Daha dün ilkelerim doğrultusunda bir mücadele vermeye çalışıyordum. Bazılarınca tepeden tırnağa yanlış değerlendirildiğimi fark ettim.. Ben bir şey anlatıyordum, oysa başka bir şey olarak anlaşılıyordu.

Çünkü susmam ve kabullenmem gereken yerde susmuyordum! …
Çünkü bu ülkede, birkaç istisna dışında, insanlar artık yalnızca şöhret olmak uğruna çığlıklar atıyor; medyatik nevrozlar ve popülist yaklaşımlarla amaçlarına ulaşmaya çalışıyorlardı! …
Aslında sıradışı olan, giderek “sıradan ve olağan” hale gelmişti…
Çünkü gerçek değerlerimizi yitirmiştik! …
Çünkü nerede hak arayacağımızı ve nasıl savaşacağımızı unutmuştuk! …

Başkalarının hakkını aramak, önce kendi haklarını aramayı bilmek ve aynı zamanda iç’iyle barışık yaşamakla mümkündür. İlk olarak, bu gerçeği iyi kavramamız lazım.

Kendisini düşünmeyen; doğru tartamayan insan çocuklarını hiç düşünemez. Çocuklarını düşünemeyen ise, geleceğinden feragat etmiş demektir! ...

Bu ülkenin bizlere; yani 'Çılgın Türkler'e emanet edildiğini ve sorumluluklarımız olduğunu nasıl unutabiliriz? Üstelik Milli Bayram ilan ettiğimiz böylesi önemli ve anlamlı bir günde...

Dolayısıyla, karınca kararınca da olsa hepimiz sesimizi yükseltmek ve kendimizce bir tür eylem sergilemek mecburiyetindeyiz...Gücümüz nereye kadar yeterse....

Kat ettiğimiz mesafe, bir arpa boyu yol olsa dahi, denemeye değer! ...

Cumhuriyet 82 yaşında bugün. AB'nin önümüze koyduğu ve kişisel olarak bende hazımsızlık yapan o yemeği yemeden önce evimizin içini temizlemeliyiz. Gençlerimizin ve çocuklarımızın önünü açmalı; onları şefkatle kucaklayıp maddesel olarak hayali ve sun’i vaatlerde bulunmadan evvel, o çocukları ileride karşılaşacakları sorunlara karşı kuvvetli kılacak, manevi ve ruhsal birer zırhla donanmalarını sağlayacak evreye bir an önce geçmeliyiz diye düşünüyorum.

82 yıl oldu. Vakti gelmiştir artık....
Başı başla yarmak yerine, başı başla dolduralım! ….
Ve sevgiyle…
Ve şefkatle…
El ele, bir bütün olarak…
Var gücümüzle...

Bu vesileyle, kendini Türk sayan herkesin Cumhuriyet Bayramını en içten, en gür ve kocaman dileklerimle karşılıyorum...

Hiçbir zaman tüketmediğim umutlarımı; asla yitirmediğim sevgimi ve iç barışıklığımı kuşanmış olarak hem de…

Kutlu, mutlu ve daim olsun! …


(29 Ekim 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:46 PM

Çağla

baharda göverir aşk
ilahi çağrısı takvimin

dala tutunur yaprak dal kurumadıkça

öylesi bir mevsim işte
aşk tütsüleme zamanı
buluta yüz vurmak
ödünç almak gibi yaşamı

kır kabuğunu ey gönül... yık çemberleri!
doğadan çaldığın türküyü söyle
güneşe kavuşmaktır derdin
var gücüyle dellenen
gümrah bir dal olmak yeniden
su olmak
söğüt olmak
yaşam olmak tohumun heybetli çimlerinden

severim baharları
görkemle şahlanır toprak
inleyen bir çiy tanesi konsa alnıma
hüznü gönlüme dokunsa yeter
sevdalı vaatlerin doyumsuz kreşendosunda

biter mi baharlar hiç bu can bu tende iken
dök haydi çağlaları ey gönül
yeşil yakışır sana!


(28 Mayıs 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:46 PM

Çapraşık Şiir

en güzel şiiri kendime sakladım
kıskandım kendi gözümden bile
kalbime yonttum dizeleri
içimden geçen rüzgara yazdım

'adım kadın' dedim
söylemedim şiire dair
doğmayı hak etmiyordu çünkü

en güzeli bende
adı bende saklı
'aşkı bulamadım! '

masum olmalıydı dünya
yalnızlık daha derin
atonal sevgilerdi oysa izlenen
yalnızca kısa metrajlı filmler
sonsuzlukla öpüşürken ben

ah akordsuz aşklar ne tuhafsınız
anlayın kum fırtınası izlerinde
aşkın resmini yapıyorum!

ne çöl yetiyor
söz bittiğinde
ne karlı dağ
ne yaprak yeşili

kainatın çocuğuyum ben
dipsiz karanlığın
gölgede yakalanırım belki

en güzel şiiri orda saklıyorum!


(19 Haziran 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:47 PM

Çekirge Azlediliyor! ... (Yamuk Yazı) *

(Hoca ile Çekirge – 4.Bölüm)

-ÇEKİRGEEEEE! ! !
-Emret hocam!
-Ne haltlar karıştırdın sen yine?
-Af buyurunuz. Anlayamadım üstad?
-Anlamayacak ne var? O şiirleri ben yazmadım herhalde. Anarşi-manarşi demişsin hani…
-Tabii ki ben yazdım ve ayrıca her dizenin altına dönüp bir daha imzamı atarım. Hem ne varmış benim şiirlerimde?
-Daha ne olsun? Baştan aşağı küfür dolu.
-Estağfurullah Hocam, olur mu öyle şey? Gerçek dışı tek satır yazmam ben.
-Senden şair filan olmaz! Yazıklar olsun verdiğim bunca emeğe! Tez azlediyorum seni çıraklıktan….
-Paşa gönlün bilir hocam. Ben “şair” olduğumu söylemedim ki hiç. Onu diyen de, demeyen de başkaları...
-AZLEDİLDİN! ! !

(Hayırdır inşallah. Durduk yerde yeni bir YÖK krizi demektir bu. Olsun varsın. Milletçe alışkınız biz kriz çıkartmaya. Kriz yoksa eğer, yaratıveririz bir tane. Tansiyonumuzu yükseltmeden yaşayamıyoruz ki! RTÜK’e çatarız; bir davetiye meselesi atarız ortaya; bağımsız kurumları lağvetmeye kalkışır ve böylece borsayı sallar; bono, mevduat faizleri ve döviz kurunu yükseltiriz. Hiç olmadı savaşa girmeye karar veririz. Sonra da gelsin işyeri kapatmaları; sanayide kapasite kaybı, işsizlik oranında rekor yükseliş, vs., vs… Daha olmazsa, birkaç banka batırır veya Anayasa’yı delmeye çalışırız. Onu da beceremiyorsak eğer, bilir bilmez şiir eleştiririz, olur biter!
Krizden bol ne var memlekette? Hem böylece yazarlara da iş çıkıyor, fena mı? Profesyoneller, aldıkları astronomik ücretleri başka türlü nasıl hak edecekler? Üstelik pek çoğu, ne kadar şanslı olduğunun farkında bile değil. Mizah ve güncel yazı üretenler için bundan daha verimli bir coğrafya bulunur mu hiç?

“GÜNCEL HAZİNEDİR”.

(Çalışma masalarının arkasına çerçeveletip asmak lazım bunu! En iyisi branş değiştirmek galiba….)


-Çekirgeeee! Sesini duymuyorum. Yine ne şeytanlık peşindesin?
-Azledildim ya hocam. Kendime yeni bir uğraş arıyorum.
-Buldun mu bari?
-Tabii ki buldum… Rusya’da son günlerde patlak veren Yukos krizine yoğunlaşacağım. Ucu, nasıl olsa bize de dokunacak. (Dokunmayanın canı acıyor zaten!)
Kısa vadede mali piyasaları olumlu yönde etkileyebilirler ancak seçim sonrasında sular durulduğunda piyasadan yabancı çıkışları başlayabilir pekala. Başımıza bir dolu dert açıyor bu komşu. Ekonomileri bir sallandı; biz çöktük. Vallahi ne Arjantin, ne Uzak Doğu bu denli kuvvetli vurmamıştı. Adamların petrol ve doğalgaz geliri bol. Bellerini doğrulttular ama biz halen debeleniyoruz…

-Delirdin mi sen Çekirge? Bu gidişle Putin’den hesap bile sorarsın sen.

-Sorarım tabii. Adamın adına takmış durumdayım zaten. Rusya’nın başına ne geldiyse bu Putin’lerden geldi. Rasputin yetmemişti, bir de bu çıktı başımıza. Üstelik doğalgaz fiyatlarını da indirmiyorlar. İran’la gizli ittifak mı kurdular, nedir? Bu demek ki, gariban vatandaş yeryüzünün en pahalı enerjisini tüketmeye devam edecek. Yakıt fiyatlarının yanına yanaşılmıyor. Ya açlıktan öleceksin veya soğuktan donarak. Üretim ise hak getire!
Neyse ben yazayım biraz….

………………..

-Okudum yazını Çekirge. Evlere şenlik! Vallahi numuneliksin. Uğraşmadığın bir şey yok mu senin? Geçen gün de boyalardaki kimyasal maddelere takmıştın.
-Neden takmayacakmışım? Belirli renklerin içine katılan kurşun oranı çok yüksek. Sonuçta metabolizmayı olumsuz yönde etkiliyor. Bu yüzden, ressamların çoğu kanserden gidiyor. Yazık değil mi adamlara? Bebek karyolalarına vurulan boyanın zehir oranıyla ilgileniyoruz da, yetişkinlere gelince boş veriyoruz. Ne yani, onca emek verip büyüteceksin; sonra da zehre teslim edeceksin insanları. Antioksidan filan da kar etmiyor bu tip zehirlenmelerde. Özellikle kurşun zehirlenmesinde.

-Bana kalırsa, senin içindeki kurşun oranı had derecede yüksek. Sağlığımı tehdit ediyorsun artık!
-Boşversene Hoca. Oto-sansürümü bir kaldırsam var ya, “küt” diye gidersin vallahi!
-Yıkıl karşımdan. Bela mısın nesin?
-Aynen öyleyim Hocam. Adımı boşuna “bela okur” koymadılar. Düşler dünyasına gelmeden önce yorum yazardım, hatırlasana. Okur okur, eleştirirdim. Şimdi de “bela yazar” olmuşum, çok mu?
-Bana diyorsun ama asıl kimlik bunalımı yaşayan sensin. Şimdi anladım işte. Çok yönlü olmaya karar vermişsin ancak yönünü kaybetmişsin bana kalırsa.
-Karanlıkta bile yolumu bulurum ben. Sen hiç merak etme Hocam. Ayrıca çok yönlü olmanın ne zararı var, anlamadım doğrusu. “Post-Modern Diletant” olmak diyorum ben buna. Beyin kapasitemizin yüzde onunu bile kullanmadığımızı biliyoruz. Beyin tembeliyiz yani. Bazıları ise ancak yüzde 3’ünü kullanabiliyor sanırım! Yani ben öyle anlıyorum. Kullanım alanını hiç değilse ekonomik ve ergonomik olarak değerlendirelim, değil mi?
-Haydi bas git! ...Ben de kafamı toplayayım biraz. Serseme çeviriyorsun adamı. Akıllı uslu şiir yazacak birini bulurum nasıl olsa…
-Tabii hocam, yolun açık olsun.
- Aklıma mukayyet ol Yarabbi! Ben gidiyorum. Tamam, ne halin varsa gör...

-Göreceğimden hiç kuşkun olmasın Hocam. Çekirgeler başka ne işe yarar ki? “Kuğu Gölü”nde prima dansçı olacak halim yok ya! Ulusal kanalların birinde ıtırı-vıttırı içerikli(!) bir show progr****** çıkıp malı götürecek de değilim. (Her ne kadar, çokbilmişler öylesini yakıştırmışlarsa da!)

İçinde, “Çekirgeler Ölmez” sahnesi olan bir eser yazarlarsa eğer, bil ki orada baş roldeyim! ! ! ...

Sağlıcakla kal Hocam ))

…………….


(*) DİKKAT! ...Bu bir mizahi eleştiri yazısıdır. Vatandaşın ruh sağlığı açısından, fazla ciddiye alınmaması özellikle rica olunur! ...
(02 Kasım 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:47 PM

Çelik

ne öyküler sakladım
uykular ölüm
uyanışlar intihardı
solan her yaprağa yazıldı adım

soyundum mekanlardan
canlılar aleminden.... cansızlardan
aynaya düşen sureti ah yüreğim! sus labirentine attım
karanlıkta görülmezdi güneş
her bir gözyaşından bir dünya yarattım

üşürdü gök
hayasız bir hançer yürürdü içimde
istilacı bir kararla avuçlarımda
örs’ün göğsünden aktım

dayanamazdım biliyor musun
çeliğe su vermemiş olsaydın eğer

her yolun bir hikayesi var, yolcusuna aşikar...


(24 Eylül 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:47 PM

Çelik Yürek

düşünce üretmeli ıssızda
düşler sancılandığında
çelikten dokunmalı yürek
eskimemeli kuytuda

suyla beslenir toprak
bilirim suyla oyulur kısırlığa
kendiyle büyür insan
kendi kurdudur zamanla

cezirsiz med olur mu
yitirir hükmünü nefret aşk silinince
ağunun ilacı ki zakkumda gizli
çelişki yaman!
çelişki eşyanın özünde

pahası yüksekmiş kayrak taşının
ne çare! ekin vermez en has toprak bereketinde

kararı bozuksa çeliğin
şaşırır terazi miyar tutmaz
kendine üşünür ruh yorgunluğunda
kendine susulur susmanın yalnızlığında

insan etten kemikten
yürek çelikten olmalı
bilenmeli çelişkiden

çelişki olmasa
demir çeliğe dönüşür müydü
böyle güçlü ve esnek
bir kerameti vardır elbet
vardır bir hikmeti
sudan ve ateşten!


(13 Mayıs 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:47 PM

Çınar...

dayanacak bir çınar yoktu ki
belki ondandır bunca maluliyet

nasıldır bilmem yıkılmaktan sakınmak
bir omza güven duyarak yürek dayamak
___ve sevmek alabildiğine

yoruldum fırtınada
buzda ayazda
bir başına
___tek başına korunmaktan

bilemedim!
hiç vaktim kalmadı öğrenmeye
birilerini düşerken tutmaktan

oysa bir çınar dünyaya bedel...


(06 Haziran 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:47 PM

Çınarlı Sokağı

-Adana’ya sevgilerle…

I.

buz tutunca
kaydırır Ankara taşları
karantinaya alırım kendimi
ilkyazdan yadigar bir sokakta
çınar ağacına dayanarak Arnavut kaldırımlarında

avuçlarımda okaliptüs kokusu
ve güneşin kızı mandalina

“Çınarlı”ydı adı
çınara tutkum bu yüzden olmalı...

sokak köpekleri parçalamıştı hani
hatırlıyorum canım yanmıştı da
yedirememiştim ağlamayı
Mehmet’in kafasını orda yarmıştım hırsımdan
“fesüpanallah” demişti oduncu:

“ne günlere kaldık! ...”

düşününce seferberlik ilan eder beynim
bedenim kurşun geçirmez olur
iç avlunun ıslak taşlarını
tenekeli sardunyaları düşlerim...

II.

eski bir konağı
okşayarak yaslandığım
çocukluğumun gizemli barınağı Çınarlı
masum yüreğimi
rehin almıştınız ey Arnavut kaldırımları
ne çabuk kayıplara karıştınız!

daüssıla mı, nostalji mi
ne denir bilmem
düpedüz yurtsama bu

ata ocağımı özlerim...



(6 Haziran 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:47 PM

Çiçek

temelli gidişin olmadı hiç
ateşlerdi gelişin yanardağımı
üzülünce kahrolur
gülümseyince
şimşeğim çakardı

bitmezdi sevda
bu aşk
bu tutku
bu adı her neyse

kımıldıyor yine taç yapraklarım
ihtimal yakacak lavlar hüznümü
:
bırakacağım kendimi
aşk açan ellerine
ya da
solacak bu çiçek yorgun tenimizde

adı her neyse!


(9 Haziran 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:47 PM

Çocukça Bir Sevinç…(Abir Zaki’ye)

“BEN ÇOCUKLAR GİBİ SEVERİM” diyordu Nizar Kabbani. Ve şöyle devam ediyordu:

“Aşkların en meşhuru ey sevdiğim
Çocuklardan çıkar
Ve şiirlerin en güzeli sevgilim
Çocukların yazdığıdır…”*

Her birimizin birer çocuk kalbi taşıdığını ne güzel vurgulamıştı…Aslında çocuklar gibi üzülmeyi; çocuklar gibi kolayca avunmayı; onlar gibi yürekten sevmeyi ve hepsinden önemlisi gönül burçlarında maytaplar tutuştuğunda çocuklar gibi sevinmeyi de bilirdik hepimiz…

Çocuksu sevinçler Tanrı’dan armağandır bizlere! ...

Onun tarafından en çok ödüllendirilenlerden biri de benim galiba. Hüznüm bir anda mutluluğa; karanlığım aydınlığa; kaosum sükunet ve iç huzuruna dönüşebilir. Aynen çocuklardaki gibi. Bugün de öyle oldu…

Öyle güzel dostlarım ve arkadaşlarım var ki, durup durup bir sevinç kaynağı gönderiyorlar. Abir Zaki benim Nizar Kabbani tutkunluğumu yakından bilir. Şu sıralar çok meşgul olduğumu ve kitapçıları ziyaret edemediğimi tahmin ettiği için, bir yorumunda Nizar’ın Türkçe’ye çevrilen son kitaplarını yollayacağını yazmıştı. Bu sabah “Gözlerinin Mavi Limanında” ve “Yasak Şiirler” elime ulaştı. Ve Abir, gönül burçlarımda maytaplar yakarak kucağıma kocaman çocuksu bir sevinç bıraktı. Tıpkı geçtiğimiz günlerde Emre Şimşek’in kendi kitabı olan “EMREdersiniz” ve Çağıl Ener’in Bejan Matur’ları gibi…

Ben nasıl yazmam şimdi Sevgili Abir? Çocuklar gibi sevinçliyim! ! ! ...
Bana bu duyguyu yaşattığın için sonsuz teşekkürlerimle

BİZ ÇOCUKLAR GİBİ SEVER, ÇOCUKLAR GİBİ SEVİNİRİZ BİR ÇÖL RÜZGARINDA…

Sevgiyle daima…

(29 Nisan 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:48 PM

Çok Özel Bir Duygu...(Düz Yazı)

Günlerdir ayaktayım. Yaşamın sıradan gereklerinden biriyle uğraşmaktan bitap düşmüş durumda, sabahları bir fincan kahve ve vitamin hapıyla güne başlıyor; saatler geceye doğru ilerlediğinde ise akşamı nerede ve nasıl ettiğimi pek anlamaksızın kendimi yatağa zor atıyorum. Evin orasında burasında inşaat ve tadilat sürüp gidiyor. Manzara adeta şaka gibi. Otuz altı yıllık birikim bir odadan diğerine taşınıp duruyor. Öyle bir an geliyor ki ev, evden çok tımarhaneye benziyor. Günlük yaşamın sürdürüldüğü normal bir apartman dairesi olmanın ötesinde bir anlamda yıllarca müzik stüdyosu, resim atölyesi ve amatör bir yazarın çalışma mekanı olarak hizmet vermiş olan bu alan son günlerde tam teçhizatlı birlikleriyle üzerime yürüyen bir orduya dönüşüyor…

Her saniye boşaltılacak ve yerleştirilecek bir çekmece; yıkanacak bir perde veya silinerek ayıklanacak kütüphaneler dolusu dergi ve kitap beni bekliyor. Ev hanımlarının yakından tanıdığı bir tür panik duygusu yaşadığım anlar da olmuyor değil doğrusu.

“Ustalara çay ya da kahve yapmam gerekiyor. Olmaz ki! Ocağın üstünde çalışıyorlar. Meyve suyu veya kola mı versem acaba? Ama nasıl? Buzdolapları naylonlarla kaplı iken mi? ..” Beynimde böyle düşünceler dans ederken, bu evde her an bir şeyler iptal olabiliyor. Fayansçılar suyu veya elektriği kesebiliyorlar. Aradığım nesne her ne ise, onun yerini biliyor ama önüme dikilen engeller yüzünden bir türlü ulaşamıyorum. Bu tuvalete girilmiyor; şu odaya adım atılmıyor, vs. vs…

Yemeği dışarıdan idare ediyoruz ama ondan sonrası bir felaket. Sonunda çareyi bir su ısıtıcısına sığınmakta buldum. Her neresi müsaitse, bir şekerlik, bir kavanoz kahve, birkaç kaşık ve bir paket poşet çayla hemen oraya göç ediyoruz. Koşuşturmaca sırasında ve sigara molalarında sıcak su imdadımıza yetişiyor. Sayısı hiç de azımsanmayacak bir kupa koleksiyonum var. Neyse ki onları açığa ve tepsilerin içine almışım. Bu yüzden kupaları kaptığım gibi su ısıtıcısının başına koşuyorum…

Malum bahar temizliği ve badana mevsimindeyiz. Herkes bir şeyler yapma hevesinde. Dolayısıyla komşular sık sık uğruyor. Bazıları usta arıyor; bazıları yapılan işi merak edip geliyor. Kimisi sadece hal hatır soruyor. Sonuçta hepsi “Vah, vah, Allah kolaylık versin” deyip gidiyor. Bu arada yaşama alanımız giderek daralıyor. Telefonun sesi gelmesine geliyor da, kendisi örtülerin altında kayıp. TV iptal, bilgisayar iptal. Ben ise var gücümle direniyorum. Üzerimde bir kot pantolon. Telefonum arka cebimde. Dünyayla bağlantımı sağlayan bu minik alete minnetle ve dört elle sarılıyorum. Bunun dışında kahve ve sigaram olduğu sürece çalışmayı ve yaşamayı sürdürebilirim gibi geliyor.

Şimdi, “Bu kadın bunları bize niye anlatıyor? ” diyebilirsiniz pekala. Söyleyeyim. Bugün iki güzel şey oldu. Bilgisayar masası nihayet yerine yerleşti. Onlarca kabloyla uzun süre boğuştuktan sonra aletin çalışır durumda olduğunu gördüm. Ne kadar sevindirici bir duyguydu bu, bilemezsiniz...Bundan da önemlisi, öğle saatlerinde bir kargo dağıtım elemanı değiştirilmekte olan sokak kapısının harç ve çimento karışımı üzerinden güçlükle uzanarak bir paket uzattı. Kimden geldiğini ve içinde neler olduğunu hemen tahmin ettim. Kendime çok yakın hissettiğim, ancak eserlerine ne yazık ki ulaşma şansı yakalayamadığım genç bir şairin kitaplarıydı gelen. Bu güne kadar çok az sayıda şiirini okuyabilmiştim. Şairin adı Bejan Matur’du. Yine bana çok yakın olan başka bir genç bir dostum tarafından gönderilmişlerdi. Son telefon konuşmamızda onları İstanbul’dan temin edip yollayacağını söylemişti. Bu genç hanımın adı ise Çağıl Ener’di…

Kitapları elime aldığım anda bütün yorgunluğum tamamen uçup gitti. İçimi sıcacık bir duygu kaplamıştı. “MOLA! ..” diye haykırdım hemen. Bir kahve, sigara ve şiir molası…

Mutluluk böyle bir şeydi işte! ...

Bugün dünyamı güzelleştirdin Sevgili Çağıl. O andan sonra yorgun, bitkin veya kir-pas içinde olmam fark etmiyordu artık çünkü baharı gerçekten yüreğimde hissetmemi sağlamıştın. İnşaat tozu ve deterjandan paralanmış ellerimin acısını bile duymaz olmuştum.

Sağ olasın çocuk! Var olasın!

Gönülden ve samimi kocaman teşekkürlerimle )))))


(17 Nisan 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:48 PM

Çöl Şiiri: DİNGİN İSYANLAR

“bir uğultu kalıyor
bir uğultu, bir uğultu
hiçbir çölü geçemeyenlerin kalbinde…”*


çöl kolay geçilmez! olsa olsa
kumdur taşınan geceden gündüze
......bir tepeden diğerine
kafan karışır sadece! ….

“dingin isyanlar fışkırıyor yüreğinden”
dedi biri senin için
“çöl de geçilir! ” diyemedikçe
dönemedikçe baş kaldırıp yaşamın içine
isyanın suretini taşımaya mahkumsun
ömür boyu dizelerinde…

sunturlu sevdalar koynundan yankılanarak
bir esintiye dönüşecek yaralı gönül, şiirden
isyan yetmez! eylemsizlik bu yalnızca
donup da kalıvermek çöl ortasında
elli dereceden taş gibi atlamak
gecenin zemheri soğuğuna! …

yürüyüp geçebilir misin yepyeni bir hayata
acı filan boş verip ardını toplamaksızın
kırıp…döküp…yaralanıp…haykırıp
“ÇÖL DE GEÇİLİR! ” diyerek?
sen ona bak işte!
gerisi “dingin isyanlar” yalnızca…

belki bir düş alıp koynuna
uyumak en doğrusu
en doğrusu….
……….

(*) Murathan Mungan: OMAYRA – “Çöl İşaretçileri VII”

(30 Haziran 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:48 PM

Çöl Şiirleri 1 / Çöl

değişecek içimdeki iklim
yürüyecek çöl
o ki
beni bana saklamıştı

susuyorum
dilsizliğime akıyor etim

dokunur elbet yüreğe iğde kokusu
bıçak üstü raks eder yılan sözcükler
çapaklarını yıkar aşk bir gün gözlerimizin

korkunun çığlığını dinliyorum
kendime süzülürken ruhum
derin bir susku canlanıyor iç çeperlerimde
nasıl da yongaya boğuyor adamı!

ah çöl iyi sakla! sen büyüt beni


(9 Aralık 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:48 PM

Çöl Şiirleri 2 / Öteki

özleyenim olmasın
ağırlayan
uğurlayan

kum devşirmesi ister bedevilik
ki zamansız gömülmesin
bedenim nar hüzünlere

yıllanmış
demli ben’lerim ey!
içtimaa vaktidir
kalkın gidelim

ruhumu sökeceğim!

“öteki”
çölde bizi beklemekte


(9 Aralık 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:49 PM

Çöl Şiirleri 3 / Sıra

yazar mıydım
şiir ölmeseydim çöle kanarken böyle
sancıya uzamasaydı tırnaklarım

sorar mıydım kendimi
serin bulutlara terk ettiğim
huş ağacından
yıkılan surlardan

doğmazdım güneşle mesela
taze ölümler üstüne

ah keşke!

keşke’leri yutardı zaman
çabuk öğrendim
katlime sebep bir ejder bırakırdı geride
:
vahşi!

bu ikindi
cenazemi çöl melekleri kaldırsın
şiirin çılgın çocukları tutsun yasımı

savılsın sıram böylece


(9 Aralık 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:49 PM

Çöl Şiirleri 4 / Adı Aşk!

mavi bir şimşeğe dönüştüğünde
aştığında çölü erkek ve dişi
yürür duygu

secdeye varır önünde ufaklı irili
çarpık bütün harfler
kuma gömülür kuşku
çok susmuş bir yanardağ gibi kükrer nefes

çöl saygılı
gerisi düş
başımı yaslarım göğsüne
ister otururuz el ele
ister sahrada çoğalır

benim olur bütün elmaları göğün

adını aşk koyarım sonra


(9 Aralık 2004)

Naime Erlaçin


Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 10:28 AM

Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11   Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.