www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee

www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee (https://www.cakal.net/index.php)
-   Adult eski arşiv (https://www.cakal.net/forumdisplay.php?f=376)
-   -   Naime Erlaçin (https://www.cakal.net/showthread.php?t=135142)

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:49 PM

Çöl Şiirleri 5 / Yanılgı

rüzgara yayılmış
tüldü yanılgı
şakağımda zonklardı acı
şaşkındım ufkun netleşmesine

yağmuru çalmışlardı
bilmiyordum!
:
aldanış değil bu
sözün ağlayışı

kaderci bir yıldız yörüngesinde
mülkiyetsizliği resmederek gidiyorum
ölüymüşüm gibi çölle buluştuğumda
gücüm ne eksik dünden
ne bir fazla

ben aynı
yol
hep aynı

eğri bir duruştu kendine yanılan!


(9 Aralık 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:49 PM

Çöl Şiirleri 6 - Son / Pusula

gittim sanmıştınız değil mi
öldüm mesela

yanıldınız!

soğumazdım düşlere
yol vermezdi ezeli kadınlığım
içimdeki haylaz çocuk
kum kervanlara adanmış yazıcılığım

siz bilirsiniz tükenişi
o gün sorun bana

göğe yansıyan ılgım ölüsüdür aldatan sizi
sade bir kaftanca kuşandığım çöl yalnızlığım

şarabi duygular sıvaşır reddime
kimi gün dik başlı kimi uysal
acılı tutkular yapışır eteklerime
kumullar ezberlerim gece gündüz
ketum bir ölümdür artık her dize

sorarım:
“ne güne durur pusula
avucumda sır gibi sakladığım ”

düş yetimi zamanlara bırakınız sorularınızı
ibresiz günlere!


(9 Aralık 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:49 PM

Çölde Yolculuk Hikayesi

baldıranın kurtuluş olsun zifir sulara
yüreğin eşkıya fırdöndü uykulara
vakitsiz bir heyelanda bul kendini
başkaldırmayı unutma!

özde gerçek saklar arkaik öyküler
bütün yollar çölden
kervanlar kumdan geçer

geçmişi kundaklayan
gafil olandı
ölümcül libaslar biçti karmaşadan
toprağa kavuştu sonra
çekildi sesi soluğu yanıtsız sorulardan

bilmezdi oysa
susmayı seçmişti kum
tutkuyla esirgendi yolları çağıran
yolların çağırdığı dik duruşlu yolcular

yolu yolcu tutar!

yoklukta gizliydi varoluş
çölden başlardı bütün yollar!


(9 Şubat 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:49 PM

Dağlarıma Yürüyorum!

can suyumda çılgın bir nabız atıyor
güm güm!
zonkluyor beynim
alazlanıyor
düşünce çardağında şarabiye çalıyor rengim

öptürüyor kendini hayat
istesem istemesem de
yaşanacaklar bitmedi henüz
sıyırıp tenimi yalanlardan
cesedinden atlıyorum renklerin
paklanıyor dünya
yol arkadaşım “mavi” oluyor bugün

tedbirsiz bırakıyorum benliğimi
cezaya dururcasına iniyor duvarlar
yıkılıyor sığınaklar / kılıçlar kınına
birbiri ardı sıra patlıyor çıbanlar

taze pınarlar yürüyor kılcallarıma
taze sürgünler sürüyorum

nasır bağlamakta yumuşak yerlerim
korkunun mezarını kazmıştım tırnaklarımla
çırılçıplak soyuyorum ruhu
anlamayı öğreterek kendime
okunaklı bir mektup kadar dümdüz

baş etmenin şavkı vuruyor alnıma
taze bir bayrak dikiyorum

seçenekler tükenmişti yol boyu
dörtnala koşuyor oysa esirgeyen rüzgar
uyanan bir çingene var gündoğumu aynasında
ayak seslerini duyuyorum

güm güm
güm güm

dağlarıma yürüyorum!


(27 Ağustos 2003:
18 Eylül 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:49 PM

Dalgakıranım Yıkılıyor Bağrımda

güneşi sevdim bu sabah
sarıya vurulup toprağa ana oldum
şart oldu sevmek şiiri

dalgakıranım yıkılıyor bağrımda!

nöbete durmuş aşıkça
el değmedik vahşi bir harmanda
gözükara sevdalıca gürleyip
açmışım göğsümü dalgalara

değil mi ki şairin hayali kıyıdan enginlere açılmak
uçmak şahincesine sözcüklerle belleğinde
şart oldu o halde
efkardan olmalı harcım
__sermayem yaşamışlığım
ürpererek dikizlerken ufku
yoktur silahım gayri kuşandığım dil'den başka

sözcükler cilveli bakire
__sözcükler sürtük birer fahişe
kırk kapıdan dönmüşlerse bile ürkerek dokunup okşamalı
hüzünlüdür kimisi
__elemli
___duyarlı
Babil bahçeleri misali kadimdir bazıları

sözcükler var neylesin şair cihana sığmaz
dillerin sultanı!

döşten damıtılır erk sözün baharında
biliriz tutulmaz çatlayan tohum
en kalın
__en babayiğit kabuklarda

şart oldu sevmek şiiri
dalgakıranım yıkılıyor bağrımda!


(15 Nisan 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:49 PM

Dantelamsı

geri dön uyum!
incelik ve güzellikten sonsuzu ver bana
tümceler olağanüstü olmalı
narin duyarlı canlı

zorlu rüzgarlarda öldüm
hiç'e yitirildi düşler adagio bir akşamda

şafaksı maviliğe geldi sıra
sevince kavuşmak isterim yeniden
hayata anlam yüklemek gönlümce
abartısız geçişler peşindeyim
kıpırdak oynak biraz sancılı
son evresinde yetkinliğin
kah suskun kah heyecanlı

beklemekteyim!

notalar dantelamsı
taşıyor
akıyor ruha
içinde moderato hüzünler saklı

beynimde yankılanıyor şimşeğini usulca çakan kreşendo
Amadeus'lu bir akşam ustalığını örüyor kalbime

beklemekteyim!


(19 Temmuz 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:50 PM

Değer!

düşünce
boşlukta akan ırmak
suda inceliyor insan
silinme zamanı yalnızlığın
ruhla fikrin uzlaştığı an

cesur bir yürek gibi
koşarak içimizden
eksilterek bencilliği
yaşamın sandık odasına varmak bu

çiçekleniyor acı
güneşi sindiriyor
suda arsızca dem tutuyor insan

çıkarıp atmalı ey!
boşlukta akan ırmağa
bütün yalancı baharlar
yazlar
ve solgun ikindileri
suya bağışlayarak bilgeliği

kanamaya değer acıyı tadarak
yeniden nükseden
bir hastalık gibi yaşamak
anlam yaratarak
anlayarak!

değer!


(06 Aralık 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:50 PM

Deha

“bir resim asla bitmez,
bitirdiğin zaman ruhunu öldürmüş olursun…”*

şiir gibi!

eskilerden
bir yaşam diliminde
renklerin karmaşık ritminde
farklı bir boyuta geçiş
:
alıcı kuşlarca özgür
vahşi bir deha dikiliyor karşıma
adı: Picasso
huysuz geçimsiz
tutkulu bencil
çılgın akışlar kovalayan nehrinin yatağında

aşk gibi!

acı suya karışmış
tatlı su
gerçekleşmiş kehanet
bir ün salıyor boşluğa
sürrealitenin doruklarında

“resim yapmak öğrenilmez, kendin ol! ..”**

sevişmek gibi!

aşka özdeş kılmak sanatı
dehaya özgü olmalı
imreniyorum!

Matisse’i kıskanırdı
büyüktü oysa
gurur okunuyordu gözlerinde
yenemediği tek kadın
bir kısrağa dönüşürken arenada

kanıyla sulanmış tuvalleri
bitmemiş resimleriyle bir gün
arenada veriyordu son nefesini
kendi olarak

ayakta ölen bir boğa gibi!



(*) ve (**) Picasso’dan…

(17 Ağustos 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:50 PM

Delikan!

Kuman’ım
Kıpçak’ım
Kırım’ım ben!

Moğol istilasıyla kalkışır kanım
infilak eder yüreğim ıssız bozkırlarında
Hacı Geray Han’ım
ey hanedanım!

hangi öyküyü anlatsam sonunda “ben” olur
“biz” olur
“siz” olur
ve atalarım
saçları iki belik
yanakları al
ayva çiçeği analarım*

dillensem ey yar!
anlatsam ki nice masallara dayanır her bir yanım

yayla yürekli cengaverlerim
sevdalı erlerim benim
bir parçam şaman
bir parçam tetik-duman
her parçam i s y a n k a r bir kurt kadın’ım!

özümün özü Geray Han’ım:
kudretim topraktan fışkırır ey!
destanım eteğime dolanır
durdukça
lav misali kaynar kanım

ben d e l i k a n ’ım! ...



(*) Yüzyıllar boyunca acımasızca sindirilmeye ve “assimile” edilmeye çalışılmış bir soydan doğmuş; derin acılarla, ailesi ve özellikle de ikiz kardeşinden ayrılmak zorunda bırakılmış; sonuçta yolu, Odessa-Kırım’dan 1890’larda önce İzmir; 1. Dünya Savaşı ve Milli Mücadele yıllarında Adana-Çukurova’ya düşmüş; o yılları Toros dağ ve yaylalarında geçirmiş olan; üzerimdeki hakkını daima minnetle yad ettiğim çok sevgili ve rahmetli anneannemin anısına...
Adana’ya vardığında yabancı bir isim taşıyor ve farklı bir dine mensup görünüyordu. Müslümanlığın günah gibi saklandığı bir ülkeden geliyordu. Fevkalade donanımlı ve kültürlü bir hanımefendiydi Makbule Ninem. Özüne doğru, sözüne sadık ve yeri geldiğinde isyankar...

Koşullar ne olursa olsun, başını dik tutmayı bildi ve asla ezdirmedi kendisini. Üstelik tarifsiz sevdirdi....

Gelmemiş olsaydı eğer, ben doğmamış ve O’nun soyu İkinci Dünya Savaşından hemen sonra diğerleriyle birlikte Sibirya’ya sürülmüş olacaktı…

Büyüktür Kırım acıları!

Her hayat, içinde kendi öykülerini taşır....
Göçler var türlü türlü…

(16 Mayıs 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:50 PM

Denge

aşkın kapıyı çalışı var hani
habersiz düşmesi eşikten
erguvan nağmelerde titreşen
kırılgan ateş
bir keman yayı
gergin hikaye

sevgi
taşı taş üstüne
bin emekle koyan ülke

aşk... aç ve alan
sevgi...tok ve veren
aşk... çılgın bir panayır yerinde çığırtkan
sevgi...yalnızca susan

ateşe atılır külrengi sevinçler aşkta
yürek korkusuyla saklanır sevgi gelecek baharlara
özünde yaşam biriktiren tohumun koynunda

büyüyecek elbet bir fidan
meyve verecek bir gün
kafam karışıyor ey insan!

yayın koptuğu yeri sorguluyorum:
nasıldır dengesi bu hasadın
ateşin tohumu yuttuğu an

çok ama çok kırılgan!


(03 Ocak 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:50 PM

Deniz Feneri

başka bir boyuta yürüyen sevdiğimdin benim
buluşmayı vaat eden

vedalaşamadık
tutuldu dilim
“geleceğim” diyebildim yalnızca

bakakaldım ardından
uyuştu dudaklarım
mezar bile kazamadım

deniz fenerimdim ulaşılmaz son noktada
ne zaman fırtınaya yakalansam
kaybetsem rotayı
gözlerim kıyıda
kıyıdaki o ışıkta

orada olacağım
ta ki sönünceye kadar fener
ebediyen zincirleyerek ruhumu
ruhunun sıcaklığına

gözlerim ufukta küçüğüm
sevdiğimsin benim
“sevgili” değil
“sevdiğim! ”

bekle beni geleceğim


(24 Kasım 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:50 PM

- Bana daima “hocam” diye hitap eden; çok yetenekli, fevkalade nazik ve saygılı; bugün Antolojiden ayrılma kararı alan genç bir şaire’nin; Sevgi Ulukuş’un gidişi ardından isyan! ! ! ...(Doğaçlamadır. Sözde kusur varsa affola…)


mutsuzum bugün
her gün bulutlarda dolaşmaz ki insan!
söz verdim kendime
bir depresyon edineceğim en kestirme yoldan
böyle bir lüksüm olmamıştı hiç
yüklerimi
bir bir atacağım sırtımdan

kuruyası o çınar var ya hani
kökünden keseceğim!
dalını yaprağını budağını
“hiç”liğe adayacağım varlığını

yazılamayacak şiir falan
saçmalama hakkımı kullanacağım yerine
“iyi ki yoksun şair! ” denilecek bundan böyle

piyasası daha yüksek çünkü zırvalamanın!

kendim için yaşayacağım bugün anlayın!
başkası dinlesin dertlerinizi
çarenizi başkası bulsun
bunca çirkinliği kaldıramıyorum
iptal ettim “iç ben”lerimi

göreceksiniz en çok faulü ben yapıp
sahanın “en” cezalısı olacağım
“kötü para iyi parayı kovar” der iktisatçılar

söz size:
niteliksizliğin keyfini çıkartacağım!

bir depresyon...bir ben
bir ben...bir depresyonum konuşacak

kara gün ilan ettim günü
susturacağım ince nakış işleri
önce seyrüsefer defterini sonra gemileri yakıp
geçilmiş geçilmemiş köprüleri tümüyle yıkacağım!

bir köpeğim de yok ki
o halde istemem bahçem olmasın
aramasın beni çiçekler kumrular güvercinler
sussun toprak ana fısıldamasın bana
kırlangıçlar içtimaa çıkmasın
saklansın yıldızlar karanlık köşelere
yüz vermeyeceğim Küçük Prens’in asteroidine bile
haber verin tepemdeki dolunaya
nereye giderse gitsin
isterse cehenneme!

mutsuzum bugün
emeklerimi heba edenler ve kendi adıma mutsuzum
dünyanın bütün iplerini salsalar da aşağı
çıkmayacağım kuyudan
kusacağım üstüne olan bitenin
sureta çünkü bu yaşam!

yanılıyor muyum
gün onların değil mi:
depresif mutsuz sorunlu
bencil olacaksın oldun mu!

o halde
koydum bütün yumurtaları tek sepete
varsın kırılsın hepsi
seyreyle çılgın gönlüm, ey şuara!
küskünlüğüm ve isyanımı seyreyle
çizildi rotam
bir depresyon aldım kendime

bu kaçıncı örselenme!

bakmayın hafife aldığıma
Mars’ın gücünden baskındır kızıl ötesi öfkem
söze isyanın mührünü basıyorum!

yetti bre!



(7 Temmuz 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:50 PM

Derin Akıntı!

kovuğundan baktı her biri
biri diğerinden yaralı
bilmezdi hiçbiri içimizin ne dediğini
her gördüğü tepeyi dağ sandı kimi!

düşperest ürkek ya da cesur
muttasıl tedirgin
sakıncalı çeşnisine kondu sözün
alan aldı
uğramayan
aç mı tok mu bilinmiyor

hepsi bu işte!

öyle saklanmışlardı kendilerinden
ulaşılmazdı geçitleri
kapandılar içlerine
kapılarsa aralanmadı

kaç cinayetin tanığı var sanırsınız
silahı kaç kişi gördü...kaçı bildi kalibreyi
söylesin ayna!

sürün şimdi mermiyi boşluğa
kaç arşınsınız
kaç bukağınız var
kaça gidersiniz

ak bir yiğit misiniz yoksa!
gittiğiniz yoldan
gittiğiniz gibi mi dönersiniz

mukayyet olun kendinize
derindeki çılgın su yutmasın sizi!


(20 Haziran 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:50 PM

Devamı: Bozuk Yollarda! ...(Yamuk Yazı)

'Hoca İle Çekirge' - Birinci Bölüm


Bugün farklı bir şeyler yapmalıyım. Epeydir çok uslu duruyordum ama artık duramayacağım. Şikayet mektubu mu yazsam acaba? Neden olmasın? “Nereye ” diye düşünmeme gerek yok tabii ki. Memlekette her şey sorun. Nasıl olsa bir kapı bulurum kendime. Şu malum edebiyat sitesine yazarım mesela. Hani yazılarımızı gönderen sistem var ya; beni çok acıtıyor vallahi. “Arkadaşınız size filanca şiiri öneriyor” diyen bir mesajla yolluyorlar onları. İyi hoş da, e-posta alıcısının benim arkadaşım olduğu ne malum? Diyelim ki 80 yaşındaki hocama gönderiyorum. Kadın demez mi “Yahu bu ne ukalalık! Bu hatun benim öğrencimdi bir zamanlar. Arkadaşlık da nereden çıktı? ” Dese de haklıdır yani!

Veya posta alıcısı, bir köşe yazarı.... Ciddi konularda yazışmışız. “Selam sabah” yerinde ama samimi arkadaşlık yok aramızda. Adam profesör üstelik; işinde gücünde, üniversitede ders verir; kitap yazar durur. Eh, şiir de sever. Okumasın mı? Okusun tabii. Ben de onun için yolluyorum zaten. Bundan sonrası ise kepazelik. “Arkadaşınız size …öneriyor.” Var mı böyle bir şey Allah aşkına? Laubaliliğin daniskası! ...


-Çekirge, ne yapıyorsun yine?

(Eyvah! Geldi başımın belası.)

-Hiç hocam, yazıyorum. Bir eleştiri yazısı üzerinde çalışıyorum. Aslına bakarsanız henüz karar vermiş değilim. IMF görüşmelerinin olası sonuçları hakkında birkaç makale okudum. Pek sarmadı, çünkü işler şimdilik yolunda gidiyor. Merkez Bankasının faiz politikası üzerinde yoğunlaşmayı düşünmüyor değilim. Biliyorsunuz reel faizler, dünya piyasalarına kıyaslandığında halen çok yüksek. Bu da bizim sermaye piyasalarını yabancılar için fazlasıyla cazip hale getiriyor. Amma ve lakin bu yabancı takımı geldiği hızda gidiverir de. O zaman halimiz duman işte! Enkazı toplamak hep bu gariban millete düşüyor. Bir de borsa çok şişti son günlerde. Ona kafam takılıyor. Yakında bireysel yatırımcıyı dut çırpar gibi silkeleyecekler. Yani düşünüyorum da….

-Bre çekirge, sen iktisatçı mısın da kafa yoruyorsun bunlara? Oturup adam gibi şiirini yazsana!

-Emrin olur hocam! Ancak bu şiir işi beni bozuyor vallahi. Yaşım gelmiş neredeyse 60’a. Millet aşk şiiri isteyip duruyor. Bense düşünce şiiri diye ince bir kavram tutturmuş gidiyorum. Sonuçta ne onların dediği oluyor, ne de benim. Aralarda derelerde acayip ürünler çıkıyor ortaya. Oysa düzyazı öyle mi? Çatır çatır anlatırsın derdini. Yani diyorum ki, sen ensemde boza pişirmediğin sürece tabii ki!

-Bu ne biçim konuşma saygısız mahluk! Sıçramaya başladın yine. Otur oturduğun yerde edebinle ve şiirini yaz!

(Vallahi düpedüz şizofren edecek bu hoca beni. Ayrılık yazdım, aşk yazdım, göklere uçtum, ******* boyunca düş dünyalarında dolaştım, yıldızları saydım, hasrete ağıtlar yaktım da yine yaranamadım. Ama ben gerçeklerden kopamıyorum ki!)

“aynanın sırından kadim esmer koyaklarda
parçalanan ruhuma
taze mühürler basıyorum”

Tamam bu iyi işte! Hoca’yı oyalar. O, dizelerle meşgulken ben yarım düzine kadar eleştiri yazarım olur biter…Belki de şikayet mektubu. Millete bir faydam olur hiç değilse!

-Şiirin devamı geliyor hocam, merak etme ))))


Şiire bir şey olmaz. Yoluna devam eder. Ama ÇEKİRGE ÖLÜYOR! Görmüyor musun hoca?
Göremiyor musun?


(08 Ekim 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:51 PM

Dışa Dönüş

dışarısı çağırıyor Mayıs sabahı
erik ağacıyla randevum var
minik serçeyle
-hani bülbülce bilmez demiştim ya-
o işte!

güneş çağırıyor beni
acele buz eritiyorum yürekte

cemreler görmüştüm
yaprağı uzaktan ve çiçekler
şimdi çan sesleriyle dans etmeli
ışık çağırıyor
sen köşede dur ey düşünce!

bekle beni dönerim elbet
güzellik karmaya gidiyorum karmaşadan
hatırla “ikizler” kadınıydım ben içe dönük dışa dönük
hem hüzünlü hem çılgın, hem küskün hem aşık
biraz zırdeliyim anla
öyleyim işte

elleri ateşten sevgili ey
bekle Mayıs geliyorum!
deli gönül havalandı bir kez, tutulmaz gayrı
odalar kasvetli, gönlüme dar
yüreğim büyüyor çatırdıyor kabuk

dışa dönüş bu
bana müsaade toparlandım gidiyorum
kanıma giriyor Mayıs!


(18 Mayıs 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:51 PM

Dil Peyniri

suça tanık oldum
katlediliyordu dil*
susuyordu dilim

dilini kedi yemiş kiminin
kiminde pabuç
dilimin ucuna geliyor
dillendirmek istiyorum
dilimin döndüğünce

susuyorum
dilsizim!

boğazıma akıyor dilim
kahretsin yok ki dilin kemiği!
dil cambazı olmadan sonu yok
soyunmanın dil ebeliğine

konuşuyorlar ah dilim dilim!

dilimin altında bir şey
yanıyor
dolaşıyor
dili olsa da söylese
dilimin ucuna geleni

cinayeti gördüm
dilimi kedi yedi
“sus”
dedi birisi
dilimi yuttum
tuttum dilimi

sustum!

dil peyniri sever miydiniz
o halde burdan buyurun lütfen!


*”Dil” üzerine bir çeşitleme. Dil ki en büyük hazine bizlere…
Dil:Gönül; Ona da değiniriz elbette bir gün…

(13 Haziran 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:51 PM

Dizelerim Ellerim Benim!

gülüşümde kekik kokusu
taşıyacağım size dağlarımdan
ruhumun gizli saklı
koyaklarını okutacağım satır satır

özgür yeleli meleklerin
tel saçında saklayacağım baharlarınızı

ana nefesi kadar yumuşak
sevda nefesi gibi sıcak eseceğim içinizden
destanlarda bulacaksınız izlerimi
henüz yazılmamış senfoniler dinlerken

bırakmalısınız şiirin akarına
şiirin su yoluna düşlerinizi
beklerken siz
başkaldırarak güçlenen
ve giderek güzelleşen gölgenizi

ruhunuza dokunacağım
kekik kokulu çıplak ellerimle

unutmayınız!
dizelerim nefesim
dizelerim ellerim benim!


(29 Eylül 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:51 PM

Doğmayan

bir yüreği vardı bahar konmaz
kervan geçmez kuş uçmaz
kalın taştan duvarlı zindanlarda yaşardı

duymadı hayat şakırtısı
silah kuşanmadı hiç
küsüleyip gönlüne
zindana kapanmış öyle
kendi çıkmazına ağlardı

virajların ne önemi var
tırmanmanın
düşmenin
çıkmanın inmenin
ebedi bir tutsaklıkta
hem mahkum hem gardiyandı

hiçten gelip
hiçe gitti sonunda
öldüğünde belki genç
belki henüz doğmayandı


(26 Mayıs 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:51 PM

Doğunun Ortası!

yedi samuray
cenk eder düşlerimde
yolculuk kutsal / yürekler taş
onur sancağı taşırlar ellerinde

yedi semazenle
raksa durur güneş yörüngesinde
yedi günahla dolaşırım
yedi kez bakarım aynaya
ayna kara
yedi ruhla selamlaşırız yol boyu
yedinci kızgın
kırgın
öfkeli

o benim işte!

kınına gizlenir bir samuray
acı tütsüler Mevlana / ağlar Anadolu
yedi yüz yıldır
al güller devşiren Itri’nin nefesinde
kekre bir rüzgar eser batıdan
vahşi hazlara yağmalanır el yazmaları
gözyaşı damlası olur utanç
kan lekesi doğurur doğu’nun ortası
semazenin tennuresinde

kaç hayat
kaç sızı sığar bilinmez!
külrengi takvimlerde kaç ölüm büyür
Necef’in taşları kan kürer bugün
bitkindir Garib’in tutsakları
Kerbela gayya
çaresiz bir sabi çığlığına dönüşür Felluce

savrulur semazen
döner dünya
yas tutar emanetlik güneş
kadınlık
erkeklik
çocukluk
kavmin tüm zamanları kirletilirken
yedi kez ölür birisi ölümcül inmelerden

o benim işte!



(24 Mayıs 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:10 AM

Erik Ağacı

bir sevgi büyüttüm
birçok sevgi
öyle böyle değil

körebe oynadım
yürek deli-dolu
deli ve çelik
sevgi değil
çelik çomak oyunu sanki

özledim dizboyu
dizboyu bekledim
uçtum beklerken
benden önce uçtu sevgi

bir hayal miydi yoksa tutkular
çocuksu masallar
sinderella
ve balkabağı

suladım
yenisi büyüyor
sevgisiz de olmaz ki!

kapı kapandı ancak insanoğluna
yeter artık paydos
bir erik ağacıyla randevum var şimdi...


(16 Mayıs 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:10 AM

Erozyon

-2 Temmuz yangınlarına

çok şey kayboldu zamanla
soğuk suyuna bulandı
hızla eriyen karsanbaçların
insan... san'at... yangın
kendime değil artık göz yaşlarım
kaybolan insanlığadır
acımalarım!

dünyaya tepeden baktım şöyle
masumiyet gayba uğramış
kahpelik gördüm
kalleşçe tasvirlerinde hayatın

verimsiz topraklar çoraklığı bu!
vurguncu çatallar büyütüyor

yer midir
sallanan durmadan
yoksa bana mı öyle geliyor
:
kısılıyor ses
yılkı atına dönüşüyor insan
vahşet bir ayna kadar gerçek
ölümcül
acımasız kıyımlarda
kaybolan insanlığadır iç yangınlarım

bunca erozyondan sonra
ne tuhaf!
yer yerinde
yerli yerinde duruyor halen...


(02 Temmuz 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:10 AM

Eski Zaman Resimlerinden

Piri Reis haritası ile sürgün yüreğinde
küreklere asılıyor son forsa

deriler yüzülüyor
kelleler alınıyor karanlık kule diplerinde
yorgun çığlıklarla inlerken ibrişim saraylar
soluyor ferace
çiğneniyor gül
can çekişiyor yeniyetme bir şehzade

başı önünde onurlu tarihin
kafiyesi bozuk şiirler kadar mahzun
has odalarda dirlik ihtişamı yok artık
alacak topluyor geçmiş fanilerde

nasıl ödenir bu borç!

karar kılarken hicapta suskun ve mağrur Anadolu
kefaret bedeliyle hesaplaşıyor umarsız
mihmandarını yitirmiş
sahipsiz bir yetim kadar yalnız

ağlıyor Anadolu!

açıl ey uyku
uyan ey kader!
şadırvanların firarı ve bu topraklara basılan mühürler hatırına
kameriyelere gün doğmalı
hikayeler düşürmeli çiniler ahraz gönüllere
haremlik-selamlık tarifsiz sızılar
sağırlıktan özgürlüğe uyanmalı
çılgın bir kısrak yelesi ve kırılgan dişinin tel kakülünde

hazin bir nağmeler silsilesidir geçmiş
eski zamanlardan ud sesinde
ahengini yitirmiş!

can havliyle asılıyor küreklere son forsa
ağlıyor yürek
hüzzam bir şarkıyla dilinde


(02 Aralık 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:10 AM

Evler ki! .../ 1

yaşam değil
ölüm kokar bazı evler
çok satılan ucuz romanlar misali ıssız
vaat dolu
yapmacık aşklara benzer

kanı zehirler kiminin özsuyu
yitirir fasl-i müşterekini anılar birikirken
katliam sever bazı evler
dal ucunda can çekişen son yapraktır yaşamak
küf kokulu müzmin ağrılar gibidir hikayeler

iç kanamalar
dışa dökülüşler ah!
her gündoğumuna
yepyeni bir cinayeti gizler

faili meçhul diyorlar adına


(10 Mayıs 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:10 AM

Evler ki! .../ 2

bir kırgınla
bir küsküne muhabbet
en uzak memleket
farz-ı muhal’den sayılır orda düşler

kendi çöllerinde ağlar kimisi
kavuşmayan nehirlerin su yataklarında
yoktur daha cansızı solgun resimlerden
çatlamış göz pınarlarında
matem tutan hüzün *******inden

geriye sarılması olanaksız bir film şeridi
özü kısır / özü kuru / fakirdir özü
ateşe küskün rengi çoktan kusmuştur hayaller

kimdir suçun faili bilinmez lakin
sanık sandalyesini seçer bir kısım evler


(10 Mayıs 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:10 AM

Evler ki! .../ 3

içimizi sözledik hep
unuttuk iç avlumuzu
ki bizden içre
tepeleme doldurduk hoyratça
mezbelelikti çardak altları

kimi gün
fikirsiz uyuyan yılana inat
sessiz
karanlık ve derindiler

ödünç evlerimiz oldu
kirası ödenmemiş
eğildik borç yüküyle yerlere kadar
etkendiler veya edilgen
zamanın yargıcı erbainde başkalaşırken
evler mi bizi ezdi
biz mi onlara ezildik
hiç bilemedik!

avlumuz en suskun, söylemedi hiç!


(10 Mayıs 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:10 AM

Evler ki! .../ 4

tarifi imkansız bir terk ediliş
gibi yalnızdık
yorgun / yılgın / umutsuz

senden geçirirdim sonra içimin evini
senin geçitlerinden
çareyi orada bulurdu derin yara
orada sağalırdı ancak
imrenerek gökkuşağına
maviye boyardı evreni gün bitmeden

vız gelirdi ince kalın bütün hüzünler
acı suya dönüşmezdi hiç denizlerim
mutluluk seğirirdi parmak uçlarımda
hırçın bir sahili
sebatla tersyüz ederken
göğüslerimde açan taze bir güldün sen

“s e n” yeriydi
içimin yaz bahçeleri böyle

kalubela’dan kıyamete
bildiğim tek ev
kalbimdeki tek şölen

gökten bir elma düşerdi sonra


(10 Mayıs 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:10 AM

Evler ki…/ 5 - Son

-diyorum:
'girilmesin kademsiz evlere'

nafile çırpınışlarla
fukaralaşan mekanların
çokluk olduğunu aslında
unutmamak için girilmesin!

bilinçdışı bıçak yansımalara kapılmış
aynasına sağır
duygusal gerçeklikten bihaber
gün be gün tenhalaşan
uğursuz evleri kurtarmıyor düşler

“evim” bildiğim
kalbine sığınıyorum küskün hallerde
sol yanımda bir nazarlık saklayarak aşk adına
“g e l” deyince
kapısından pervasızca girdiğim

çoğaltıyoruz kendimizi bakışlarda çoğalarak
sıradanlığa karşı en muhalif
en sert duruşumuzla
bir umre borcu ödeniyor göz bebeklerimize
aşkın mabedi sayılıyor orası
boşlukta bulabildiğimiz en muhkem kale

ölürsem evinde kalayım söz ver!

tek senden sorulsun sevdamız


(10 Mayıs 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:11 AM

Ey Can, Ey Can, Ey Can...

giden yazgıdan gidiyor
destursuz gecenin
boynuna ilmektir sevgi

kalbimi yaran bir gidiş bu
ruhun beni izliyor ey can
ne onarır aşkın gözleri
ne ondurur ayrılık
sol yanım eksik kalkar sabahlara
aşina bir kıpırtı
tanıdık bir koku arar odalarda

ev ıssız
yürek cayır cayır
sevgiyi öğretensin sen
ayak seslerin sustu uzun zamandır
bıkmazdın oysa dolanırdın ardımda

kızmayın bana ey şuara-yı aşk
böylesi vurduğunda karayel
köpeğimi* özlüyorum ben
ölüyormuş gibi, ölmüşüm gibi hatta
hani diyorum ki
“sevgi ebedidir” benim lisanımda

alt tarafı on beş yıl istedim
ne olurdu paylaşsaydık hayatı
yaşamak o zaman
“adam gibi yaşamak” olurdu işte
duy sesimi ey can!
dayanılmıyor buralara
eksiliyorum sen çoğalırken anılarda

“ilk gün” gibi seviyorum seni ey can!

doğum günün kutlu olsun
sevgi bir ilmek boynumda

……

(*) Bugün Buruşuk Boxer’ın doğum günü (6 Mart 1989 – 8 Kasım 2000) . Gideli neredeyse 3.5 yıl oluyor. Ama ne önemi var ki! “Unutulmazlarım”dan biriydi o…


(6 Mart 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:11 AM

Eyvanda Uyanış

gönlün görkemli konağında
bir eyvanda dolaşıyorum
dağlanıyor açık yaram
kabuk tutuyor cerahat
sağalarak çamurdan ari
yaşamla barışıyorum

usul usul uyanıyoruz
yazgının terkisinde ben ve ben
sessiz bir çığlıkta bileniyor düşler
uyanıyor yaşam çekirdeğim

köpek sadakatindeyim kendime
kapağı açılmamış kitapça okurken bir daha
buzkıran düşlerin buzkıran yamaçlarında
kardelenleri bekliyorum

sıcak rüzgardır kefilim
eyvanın dilsiz taşları şahit
aynanın sırrından kadim
esmer koyaklarda parçalanan ruhuma
taze mühürler basıyorum

yeni bir anlam bağışlanıyor yaşama


(08 Ekim 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:11 AM

Fark

“aşk yoksa yaşamak yok”
demiştim bir zamanlar

-yaş neredeyse elli

bir tuhaf baktılar yüzüme
dediler “kadın ne anlatıyor böyle”
yaşam çarkının dişlilerinde
fazlasıyla muzdariptiler hesaplı temaslardan
tek bir bakıştı oysa sevda
nabza dönüşen kısacık bir an

kalp var
kutupta ortanca büyütür
tomurcuklanır tundrada
aşkı bilmeyen
içemez bir tas su
durur öylece ayazmada

“aşk yoksa yaşamak yok”

değişmez bu söylem
fark burada!

-yaş elli dokuz bugün...


(11 Haziran 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:11 AM

Fısıltı

fısıldıyor rüzgar:
“sınanıyorsun! ”

tedirgin saatler yürüyor kalbime

bilirim kendimi ben
çoğul kum tanesiydim çölde
tundrada bir kar tilkisi kadar yalnız
şifrenin girdabında
yanıtlara sual üreten

sınama beni rüzgar!
hissederim içini
tanırım ısından
boşa tükenmesin nefesin
değişemem
kendimim ben

sen ruhumdaki kızıl çizgi
amansız surlar gölgesi

sınama beni ey!


(2 Eylül 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:11 AM

Film İzlerken 'Çekirge'ce Duygulanma (Yamuk Yazı)

(“Hoca ile Çekirge”* – İkinci Bölüm)


Duygulanmam gerek. Şiir yazacağım ya. Transa geçerek pekala yazabilirim. Ama bu işin maliyeti çok yüksek. Psikolojim, patalojik bir hale geliyor. Şairleri mi dolaşsam acaba? Yok, olmaz. O da uymadı. Neme lazım etkilenirim falan, rezil kepaze olurum 'şuara' takımına. Ama bir yolunu bulmalı. Aşık olacak çağı da geçmişiz üstelik.

-Çağı mı kaldı Çekirge? Bu saatten sonra senin işin ancak geriyatriyle. Bakma mihrap falan idare ediyor ama konu ciddi. Yaşlılık sorunları veya bölümü veya departmanı. Adına her ne diyorlarsa, işte oraya gideceksin artık anladın mı?

(Kendi iç sesim de bizim hocadan farksız yani!)

-Gitmesine gideyim de beni görünce; değil yaşlı, hasta olabileceğime bile ihtimal vermiyorlar. Yaşlılığı yakıştıramadılar bir türlü. Ne yapacağız peki? En iyisi, duygulanmaya çalışmalı yine. Tamam buldum! Bir Türk filmi izlerim. Nasıl olsa her birinde kör bir kemancı, fakir kız, üvey ana, tecavüz mağduru veya anasından ayrı düşmüş bir çocuk vardır. Daha olmadı aşağıdaki kebapçıdan bir arabesk kaset de ödünç alırım. (Beethoven’in 5. senfonisi ile olmaz bu iş. Veya Bach Varyasyonları ile.)
Oldu bitti işte! İzlerim, ağlarım, sonra da Allah ne verdiyse yazarım...

……………

-Ne haber Çekirge? Nasıl gidiyor?

(Tamam. Hocayı an, kaleme davran!)

-İyidir hocam. 60’lardan kalma bir yerli film buldum. İzlerken yazacağım, sen hiç meraklanma.
- Artistliği bırak! Filmin konusu ne? Ondan bahset biraz.
- Pek anlayamadım ama adam aşık galiba. Kız da öyle, ama bir sürü engel var. Jön, duygularını açıklıyor. Kız ağlıyor, çünkü adam gidiyor.
-Ben de anlamadım. Adam gidecekse kıza niye açılıyor ki? Veya açılıyorsa, niye gidiyor?
-Orasını senariste soracaksın hocam. Hikayeyi ben yazmadım.
-Sanki senin yazdıkların bir şeye benziyor da!

-Bak şimdi, konu daha da acıklı oldu. Delikanlı kör bir piyanist durumlarında. Kız ise barda şarkıcılık yapıyor.
-Böyle senaryo mu olur Allah aşkına!
-Olur hocam olur. Bize daha neler yedirdiler. Kesin kahvede pişpirik oynarken yazdı adam bunları. Ertesi gün devam ederken, dün yazdıklarını da unutmuştur mutlaka.

Şaka bir yana, izledikçe gözümden yaş geldi vallahi. Çok ilginç bir hikaye bu. Bir ayrılık ve aşk şiirine pek yakışır mesela.

-İzninle hocam. Yeterince duygulandım. Yazmak istiyorum artık.

-Aferin Çekirge. Seninle gurur duyuyorum. Ağla ve yaz! Unutma, şiir devam etmeli. Aynen oyun gibi….Bak bu ülke ne sarsıntılar geçirdi. Deprem, yolsuzluk, ekonomik kriz, işsizlik, iflas ve intiharlar, burnumuzun dibindeki savaş, bir türlü çözümlenemeyen Kıbrıs meselesi, Avrupa Birliği ile yaşadığımız sorunlar, eğitim, sağlık ve sosyal güvence sorunları. Adalet düzenimiz, vs., vs.… Ama sahne asla boş kalmadı. “Oyun sürer”. Temel kural bu işte.

-Haklısın hocam. En iyisi, ben de oyuna devam edeyim….
Ha unutmadan, şiirin başlığı konusunda kararsızım. “Geberesi Aşk! ” veya “Aşkın Canı Çıksın! ” Sence hangisi daha uygun düşerdi? ....

-“Kahrol Çekirge! ..” en uygunu olurdu herhalde!
Yıkıl karşımdan bre! ...

……….


(11 Ekim 2003)

(*) ”Hoca ile Çekirge” dizisinin geçmişi hakkında bazı sorularla karşılaştım. Düzyazılarımın bir kısmında neredeyse dört yıldır kullandığım tiplemelerdir. Bunlar; bağnaz, katı ve biraz da aksi huylu bir “hoca” ile buna karşın kurnaz, zeki, entrikacı ve hatta yalancı bir öğrenci olan “çekirge” nin günlük olaylara yaklaşım ve aralarındaki çekişmeleri anlatan; bir anlamda ironik yazılardır. Bir şiir sitesinde bile olsa, güncele mizahi açıdan yaklaşmanın insanı rahatlatan bir yanı olduğunu düşünüyorum. Ayrıca, yazarken gerçekten eğleniyorum ))

Sevgi ve saygılarımla…

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:11 AM

Firari

gökyüzü firarisiyim
“hakikati arayan adam” peşinde
o arıyor
ben kaybettim
çekiliyor cereme öyle ya da böyle

imkansızın yanında yazmanın bedeli ne
dilberin dilinde karanfil
yoksa bir gül mü bilgenin elinde

dedi
'şairi unut, şiiri bul ki kapansın gökler üstüne..'*

ne isem
gün gelip bir fazla olduğumda
yazdığımda son şiiri
üstüme yayılacaksın ah gökyüzü!
şair kovulur da gök kovulmaz mı şiirden
içime süzül şimdi...çıngıraklarını bağışla göğün
yıka beni ebediyet denizinde

kocadım artık büyümekten
şiir firarda hakikati** arıyor

kara sevdalısıyım şiir yangınlarının
sonsuz ve sonuncu bekleyişte...


(*) Ahmet İnam’ın “Şiirin Göğüne Kaç Sefer? ” başlıklı yazılarına dayanarak yazılmıştır.
(**) “Şiir, sözün hakikatini taşır” – Ahmet İnam

(15 Temmuz 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:11 AM

Fon Müziği Hüzzam

gönül lacivert bir bekleyiş
demirler atıyor hasretime
inen uykusuz gözyaşlarım
fonda
hüzzam var yine

garipler kervanında
koyuldum ipek yoluna
umut Şamballa*

yapayalnızdı melekler
ışıklar ırmak
baktım aynı gökyüzü evreni sarmalayan
kayan yıldızlar aynı

onlar ki kimsesiz
onlar ki ağlayan

turkuvaza dönüştü düşler
ne çok severdim maviyi
beyazı şaire bıraktım
geçtim dünden yarından
maviyi seçtim

bu yıl da tükendi
kayıyor aykırı yıldız
:
fon müziği hüzzam
perde segah
ölüm ki
doğduğum gün başlayan

Şamballa’da bir yolculuktu ömrüm...

......

* Gobi Çölü veya Himalayalarda olduğu iddia edilen kayıp uygarlık ve belki de cennet.

(11 Haziran 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:11 AM

Fotosentez, Sorular ve Yaşam Ustaları (Düz Yazı)

“Doğada rastlanan her taşın altına bakmalıdır. Çünkü gerçeğe bazen caddelerde değil, patika yollarda rastlanır” - Bacon


Kapalı bir kavanoza kapatılmış fare, soluk alıp verdiğinde açığa çıkan karbondioksit gazı yüzünden bir süre sonra ölür. Kavanoza ilave edilen nane ise fotosentez sayesinde onun yaşamasını sağlar. Bu gerçeğin keşfi Joseph Priestley’in bilim dünyasına bir katkısıdır (1771) *. Basit bir nane bitkisi her iki süreci de tersine çevirmiştir. Karbondioksit bitki dokusuna dönüşürken, açığa çıkan oksijen farenin ölümünü durdurur ve onun yaşamasını sağlar.

Büyük şeyler hakkında hepimiz sık sık, gelişigüzel ve çoğu zaman da bilir-bilmez konuşuruz. Aslında hayati önem taşıyan küçük şeylere ise genellikle pek değer vermeyiz. Oysa doğa ve evren kendi içlerinde minik sırlar saklarlar. Sıradan gizlerin yer aldığı, eskilerin “LOGOS” (söz, düşünce,kavram, us, anlam, evren yasası) diye adlandırdığı basit bir düzendir bu. Felsefe tarihinde logos'un muhtelif ve bazen de çelişkili gibi görünen tanımları yapılmıştır. (Sınırsız) 'aperion' tarifine de bağlı olarak ateş, hava, ruh, soluk vs., ile de ilişkilendirilmiştir logos. Acaba 'hakikat' logos’u; gerçek düzeni ve onun işleyişini görmekte mi gizlidir? Buradan hareketle bilginin değil de bilgeliğin her şeyi DOĞASINA GÖRE incelemekten geçtiği söylenebilir mi?

Bunu söyleyen birileri oldu**…

“Hiç batmayandan nasıl saklı kalınır? ” diye soruyordu Heraklit. “Hiç batmayan daima doğan (DOĞA) demektir”. Anahtar doğada, doğadaki ışıkta, evrenin düzeninde ve düzensizliğinde; diğer bir deyişle zıtların mücadelesi ve uyumunda gizli olmalı o halde. Böyle bir düzen karşısında ise, insan ister istemez kendi yerini sorgulamaya başlıyor. Ben kimim? Boyum ve boyutum, 14 milyar yıllık geçmişte bir zerre olmaktan öte nedir ve ne gibi bir anlam taşır bu evrende? Gerçeği bulmak kolay olmadığına göre – ki mümkün olsaydı, büyük olasılıkla benden öncekiler bulmuş olurlardı – benim görevim elimden geldiğince “hakikat”e yaklaşmak mıdır? Bir yolu olmalı mutlaka. Muhtemelen düşünerek; araştırarak (merak unsuru) , öğrenerek, değişerek, değiştirerek ve evrenle birlikte kendimi de tanıyarak. Fare ile nane ilişkisindeki sırrı anlamaya başlayarak belki de!

“Hep doğan, daima doğan” yani “doğa” anahtarsa eğer, sanayi devriminden bu yana karbondioksitin %30 artmasıyla, yeryüzü sıcaklığı ortalama 14 C’den yukarı doğru yükselmeye başladığına göre, bilindiği gibi sera gazlarıyla başımız iyice dertte demektir. Isı, aynı zamanda büyüme, genleşme ve patlama çanlarının çalmakta olduğunun da bir işaretidir. Düşünme alanını evrene doğru yaydığımızı varsayalım. Patlamadan sonra gelecek olan soğumanın yaratacağı kırılma ve karanlık enerjisi ile nasıl baş edeceğiz? Bu durumda doğadan doğru verileri nasıl alacağız? Bir süre sonra düşünce iklimimiz de kirlenecek mi? Beyinlerimizin içi, bilgi depoları yakılmış kentlere mi dönüşecek bir gün?

Ne tuhaf bir ilişkilendirme, değil mi! Üstelik ben bunu hep yapıyorum. Aniha’ların*** kafamdaki sorularla bir bağlantısı olabilir mi? Çeşitli nedenlerle yerleşim alanlarından uzaklaşıp dağlara sığınanlar (Kızılderili ve İnkalar gibi) doğanın bir tür ilaç olacağını mı düşünüyorlardı? Mitoloji ve destanlarda, tanrılar ve kahramanlar yaşamak için neden genellikle dağları tercih ederdi? Zirvede olmanın yanı sıra doğaya ve güneşe yakın olmanın özel bir anlamı var mıydı? Mantar bile ağaç diplerini seçtiğine göre, insan ve tanrılar da pekala seçmiş olabilirdi.

Felsefe, insan ve doğa aslında o kadar birbirlerine yakındırlar ki. Bilimin de yardımıyla “hakikat”in minicik parçalarına dair önemli ipuçları verirler. Fare ile nanenin ilişkisinde olduğu gibi bir şey demek istiyorum.

“Karmaşık” ve “basit” kavramları arasındaki çizgi nereden geçer? Basit gibi görünen 'şey'ler aslında çok da basit değiller midir? Ya küçük 'şey'ler, “büyük patlama” ve kaos? Onlar hangi sınıfa dahil?

Son iki günümü bir lobide müzik dinleyerek, özellikle Chopin ezgileri eşliğinde felsefe**** ve daha pek çok şey okuyarak geçirdim. Ve sonra yazdım, yazdım, yazdım…Ne yazık ki, hava koşulları doğayı kucaklayacak kadar güzel değildi. Güneş yoktu. Yine de çok faydası oldu inanın, çünkü beynimdeki “aniha”lar halen dipdiri duruyordu. Yaşıyor ve yaşatıyorlardı!

Bir dostum hemen her mektubunun sonunu “derin ve duru kalın” diye noktalar. Bir başkası ise “güzel arayış” diyerek başlar. Yaşam ustalarının sözlerini öğüt olarak alırım ben. Bu yüzden, dinledim o öğütleri. Şimdi eskisinden daha derin ve duru olarak arayışlarımı sürdürüyorum…

Sevgi ve sağlıcakla kalın dostlar.

Ve hayatınıza bir gürgen dikin! ...*****

………………..


(*) National Geographic – Şubat 2004
(**) Bilimin Binbir Yüzü – Ahmet İnam, Vadi Yayınları 1999
(***) Aniha – Abazalarca kutsal sayılan ve üzerinde hiçbir yapı bulunmayan bir tür koru. Abhazya’da böyle 7 Aniha mevcut... Atlas – Mart 2004
(****) Felsefe Tarihi – William S. Sahakian, İdea Yay. 1990
(*****) Abhazya’da inanış: Gök gürültüsü ve yıldırım tanrısı AFI, Hetsiya (gürgen) soyundan gelen annesinin himayesindeki gürgen ağacını hiçbir zaman yıldırımla vurmaz. Bu yüzden Abazalar evlerinin etrafına gürgen ağacı diker ve yapılarda kullanırlar.

(15 Mart 2004) - 'Gençler İçin Denemeler' Dosyasından...

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:11 AM

Füg*Yaşam

yaşamak
füg’ün içedönük kavgası
atışması kişinin kendince
kendisiyle

bir yarı sorgulanıyor
biteviye yanıtlıyor diğer yarı
tuhaf bir dengede yumuşak
ağırbaşlı
sevecen
huysuz hırçın
kaprisli bazen

sürüyor acımasız çatışma
yabanıl bir yazgıya dönüşüyor an
kavga bitmez gibi görünürken
düğüm çözülüyor aniden

notalar
ilahi armağan
ebedi yıldızın semavi evinden

eksik kalıyor akustiği duyguların
sönüyor ses bitiyor anlam
susuyor son durakta nağmeler
hayat sarabanda**dönüşüyor birden

yaşıyoruz işte!
adı füg yaşam bunun



* Füg: İçinde soru-cevapların çok olduğu bir tür Barok çağ müzik biçimi.
** Sarabande: 16 ve 17. YY’ da soylular tarafından benimsenmiş ağırbaşlı bir İspanyol dansı.

(20 Temmuz 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:11 AM

Gar Hüzünleri

çanlar çalıyor durmaksızın
vahşi yankılanıyor ses
bir ölümden canlanıyor hücreler
gelenler var hayli kalabalık
giden tek bir yolcu
son şimendiferde

titreşiyor kampanalar
gar hüznüdür fışkıran
uhrevi derin bir düşten

düşsel bir gerçeklik bu!

boşuna akmasın yaşlar
vedadır acıyı çoğaltan
insan
acıda insan ancak
acıda büyür her zaman
adı yok bunun
ne ilk ne de sonuncunun
giden tek yolcunun son şimendiferde

gar kendine kalabalık
yolcu kendine yalnız
tütsülenir buhurdan...hava ağır
çağırır Doğu’nun mistik kokusu
kutsal suya yolculuk Şiva'dan ünlenir
belki Şakti'den

ey ruh!
neden kalabalık bu gar
ne kadar da boş üstelik

son çan sesi
kampana titreşimi

susmak ve dinlemek zamanı!


(26 Haziran 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:11 AM

Gece Kırıkları

gecenin ek yerlerinden kırılır uyku
sessizce şahlanır derin bilinç
müsveddelerin temize çekildiği an bu
çarpışır kıyasıya
çocuklukla ergenlik

ölen var
öldüren var!

birer iç çekişidir duvar hıçkırıkları
sözün mahremine düşer kağıt
erbain zamanları çağrıştırır bir ses
gece kırıklarına sıkışır çıldırmış saatleri günün
tarifesiz seferlere koşar yürek

düşerim ah!

vurulduğum saatlerde
kutsalar bir ay ışığı umarak geceden


(29 Kasım 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:12 AM

Gece Kuyuları

gece kendini gömer
ve beni kazdığı mezara
uykularım karanlıkta parçalanır

bir düşünür bir durur
bir durur bir düşünürüm
gül damlası yaşlarla yanağımda
gecenin paslı çarkları goncalaşır akşamda

kazarım sineme derin bir kuyu
bağrımda hançer saklı
bırakırım ıssızlığa kendimi
gecenin karanlık sularında


(04 Temmuz 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:12 AM

Gecenin Koynunda

hüzzam bir dokunuşta kim bilir kaç gömlek eskittim
sustum geceyi
gece sustu
ben sustum

verdim sadakasını başımın
badireli yollarda kim bilir kaç kez kayboldum da
şikayete durdum!

karanlığa serpilen acı büyür
büyür od olur
kor olur
köz olur
ateş olur küllerinden
yürek yangını bir orman
tutuşan bir yanardağ
belki son damla kan
can evinden kopan can olur

güz değil mevsimlerden
yaz değil kış değil
zamansız bir şey yaşanıyor
tek bir satır yok
bir ses
ne bir nefes

söylemedi deme
kırılıyorum bak!
gecenin koynunda sessizliği beklerken...


(14 Şubat 2003)

Naime Erlaçin


Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 04:40 AM

Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11   Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.