![]() |
Sen babanı hiç sevmezdin
Sana göre çok asabiydi Ne yaptığını hiç anlamazdın Ama baban olduğunu bilirdin Oğlum saçını öyle dikme havaya Adam gibi traş ol derdi Oğlum çöyle oğlum böyle derken Bir bakardın bu adam senin herşeyine muhalefetti Anneni çok severdin Çünkü o senin herşeyine karışmazdı Yaşın henüz 18'di senin Çok şey bildiğini zannedip Az şey biliyordun aslında Söylenenlerin tersini yapmaktı zevkin Birgün her zaman yaptığın gibi Çok geç saatlerde gelmiştin evine Tam evin önüne gelmiştin ki Bir kalabalık gözüne ilişmişti Birden ananın feryadını duyup Koşmuştun eve doğru İlginç bir andı doğrusu Evden bir cenaze çıkıyordu Ve o tabuta sarılı olan Hep kızdığın asabi babandı Sen o vakitler anlamıştın babanı Ona teşekkür etmek istiyordun Teşekkür ediyordun belki Ama bu teşekkür Seni duyma şansı olmayan Toprak altındaki bir garip cansıza Şimdi *******ce ağlıyorsun Babam diye inliyorsun Geçmişi rahmetle anıyorsun Babanın istediği gibi traş oluyor İş çıkışında beklemeden Evin yolunu tutuyorsun Belki baban bunları görmüyo diye İçin için yanıyor yüreğin Ama bu sana babandan kalan En büyük hatıra Ömür boyu yetecek Ve bir ömrü adam gibi sürdürecek olan Acımsı bir duygusu olan bir hatıra Sen artık o asabi adamı anlıyorsun Ve sen artık babanı seviyorsun |
Görürüm, çıkmışlar kararmışlar çatılardan,
Kemik bir kol nasıl fırlarsa mezardan. Her ân, bir haberi kollar gibi yukardan, Dipsiz maviliğin esrarını kurcalar, Bacalar... Kimi ince, kimi uzun, kimi de kısa; Dalmışlar başbaşa afyon çekerek yasa. Onlar, insanların gözünde bir kartalsa, İnsanlar, onların gözünde karıncalar, Bacalar... Kimbilir, belki de evlerin cinleridir; Kolları bir dâvet gibi göğe yükselir, Ölüler, ölüler, arka arkaya gelir, Ruhların mehtaba daldığı taraçalar, Bacalar... Azap kuleleri, cüceleşmiş devlerin; Kör mazgallarında raksı var alevlerin. Öyle evciller ki, tepesinde evlerin, Kopuyor içinde görünmez facialar, Bacalar... |
Sen beni tanımazsın bacım, adımı bilmezsin
ben seni ufku saran yanık sesinden tanırım bilirim ne yaşam sana güler,ne sen yaşama gülersin ben seni benimkine benzeyen umutsuzluğundan tanırım. Yaz günü güneş tarlada yakar kavurur seni tanırım balta,orak tutmaktan nasırlaşmış elini düğününde görmesem de üstünde beyaz gelinliğini ben seni yüreğini saran beyazlıktan tanırım. Bir gün bir çift öküz parasına satılır umutların ve bir tavuk parasına dikilir kırmızı duvağın iki damla gözyaşı dökülür gözlerinden,tutamadığın ben seni at üstünde dönüp dönüp bakışandan tanırım. Belki de ilk görüşün gerdek gecesi kocanı yaşam onun da ardında belirlemiş sıranı ne kimse anlar seni ne sararlar yaranı ben seni sofrada değişmeyen yerinden tanırım. Çocukların olur peş peşe sayısı bilinmez kocan ekmek kavgasındadır gurbetten gelmez yediğin her öğün bulgur pilavıyla pekmez ben seni yüzyıllardır süren ezilmişliğinden tanırım. |
Ciğerlerime çekiyorum
Bafra tütünüm usulca seni Sen yanarken için için bilsen deli kız, bir bilsen Döktüğüm yaşlar kim için Başlı başına bir sanatmış yaşamak Yaşamak düşmelerle kalkmalarla, Hakkıyla, layıkıyla icrası için Kah tufanları beslesin Kah yangınları söndürsün gözlerim, gözlerin Hey derdi aşkımdan büyük sevdiğim, Ağır ağır ciğerime çektiğim Bafra tütünüm, Ağla sellercesine yangın büyümesin Sil gözlerin, taneler bağrımı delmesin Ve yanasın için için, ben de yanarım sen için... |
Bağdat duman olmuş tüter
Bombalarla kan içinde Yarim asker olmuş gider Amerikanın emrinde Vatan millet dedik durduk Ülkemizin her yerinde Bu günlerde asker olduk Zalim düşmanlar önünde Ruhumuz kararıp coştu Anaların hür gönlünde Komşu bizlerle buluştu Düşman askeri önünde 18 Mart 2003 |
Hastahane koridorlarında ağlayan
Ve yeni solmuş bir gülün adıdır; zeynep, Karanlığa inat binlerce yıldızların, Bağdat’a doğan gecenin adıdır; zeynep.. Yıkılmış kentlerin dili yoktur, bilirim… Sevgiyle harmanlanmış dostluklar nerede! Martın yirmisinde denize hüzün akar, Mavinin türküsünü söyleyenler nerede! Necef’te, basra’da yaraları kim sarar.. Anlaşılan medeniyet tarihte kalmış.. Dünyaca şanlı iki zalimin elinden, Muharrem ayı şu ırak’a haram oldu, Yüreklerde acılar şimdi çok derinden, Şehirlerde talan, minik eller kan oldu, Mazlumlarda ah, mazlumlarda şimdi figan… Yaralı bağdat; bir kralın sürgün evi..! Dünya tarihi on dört asırdan bu yana, Dini bir milletleri, hiç ayrı görmedi, En içli güfteler bağdat’lı analarda: “Gidip gelmeyecek, dönüp görmeyecekler…! ” Zeynep, sabah olmasını beklemektedir, En hüzünlü dualar da gece dökülür… Maveradan melekler gülümsemektedir, Ve soysuz bir saltanat tarihe gömülür, Zalime sürgün, mazluma bir cihan düşer… Sokak başlarında koşan sonra da gülen, Ve hiç solmayan bir gülün adıdır; zeynep.. En karanlık gecenin sabahına doğan, Üstümüzdeki güneşin adıdır; zeynep, Bir notanın son durağıdır; zeynep, zeynep… Savaşlara ceza verebilseydim eğer, Ebediyen mutluluğa mahkum ederdim. |
Sokulmak istiyorum kollarına
Bir gitar sesi ile Gecenin karanlığında Boşalan ellerimin teri soğumadan Beni bırakma diye Bağırmak istiyorum. Koşmak istiyorum şehrin sokaklarında Ansızın durup gözü yaşlı Vitrin camlarından yıldızlara bakıp Bağırmak istiyorum. Sıyrılmak istiyorum Kalabalığında şehrin Beni terk edip gittin ya Hayatımda ilk defa Yorganıma sarılarak Defolun diye. Düşlerime bağırmak istiyorum. |
Ya zamanından çok erken gelirim
Dünyaya geldiğim gibi Ya zamanından çok geç Seni bu yaşta sevdiğim gibi Mutluluğa hep geç kalırım Hep erken giderim mutsuzluğa Ya her şey bitmiştir çoktan Ya hiçbir şey başlamamış Öyle bir zamanına geldim ki yaşamın Ölüme erken sevgiye geç Yine gecikmişim bağışla sevgilim Seviye on kala ölüme beş |
Söyle bağışlar mi beni yüce yüreğin
tüm şiirlerimin başına yeminki.. ben senin gözünün bebeğinde hüzün değil sadece sevincin olmayı dilerim... |
Beni öyle bir yalana inandır ki,
Ömrümce sürsün doğruluğu. |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 04:18 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.