![]() |
Son Söz…
Gönlünde cennet kokusu, Yüreğinde Allah korkusu, Uhut’da er, resule yar Aşınca sahabe yolu… Titre dönerken tavafta, Yaşa Kâbe’de sonsuzu! Mahşerin provasında, Tadarsın hazzı doyumu! Aşklar Allah’a olunca, Aşlar bismillah sosunda… Cennet hali yarılanır, Yaşlar hasretle dolunca! Cehennem kor, zindan ahı Zikirsiz dilin şu hali… Zehir zemberek her anı, Yaşarken şeytan meclisi! Huzur varken dertli başı, Kim ister yaşasın acıyı... Dilde tövbenin kapısı, Nurlanır hidayet hali… Kaynaşır gölgesi ruha, Son söz ezberler tevhidi! Safet Kuramaz |
Son Şans...
Gözlerim kapalı/dinlerken türkü, Her mesaj ülkülü/acı-üzüntü... Mazim tir-tir titrer/kahrı başımda Ruh nefsime aşık/azdı büyüsü! Mağlup oldum nefse/tövbe nafile, Kıvranır nafile/doğrulmaz niye? Çırpınır yüreğim/gider elliye, Vaadime ne oldu/Kalu Bela’da? Küheylan altımda/dert savaştığım, Dünya alem şahit/haddi aştığım, Tükendi bahanem/iki batında Teslim ol hak yola/yaşarım son şans... Safet Kuramaz |
Sonsuz aşk…
Turna uçuşu daldım gözlerine, Sevdan kelebek kavuşmaksa dilek! Amazon yürek çağlar sözlerinde, Zeybek ruhunda dolanırım titrek! Toprakta tohum doğarım özgürce, Her bahar rahmet, yağmurunda gürce! Aşkına teslim kıyametten hücre, Bir kadın Leyla bir mecnun yar, erkek… Ağıt gözlerde yağmur gökyüzünde, Gönül hep hasret yaşatır hüzünde! Dolunay parlar sonsuz aşk yüzünde Mesaj aşığa, deşer kazma kürek… Safet Kuramaz |
Sonsuz Ateş...
Yanıyor evimin içi uykudaydım, Öyle gafletti ki, hala kuşkudaydım! Düştü elime bir köz alev parçası, Bir panik, dilimde imdat... Korkudaydım! Benden başka kimse kalmamıştı evde, Dışarıdan sesler gelir “Etki tövbe, “İmanım su olsun, yangın sönsün, alevde! ” “Hayırlar doldursun amelim bohçası...” Yaşama isteği dedirtti tövbeyi, Attım ne varsa içimden övmeyi, Saçlarımı kestim, kazıttım dövmeyi... Yangını söndürdüm, birden kısacası! Sarıldım eşime, çocuğuma aşkla! Sanki yenilendim, doğdum sonsuz şevkle... Öyle anlar geçti, sonra ateş zamkla Farkında olmadan tüttürdü bacası... Safet Kuramaz |
Sorgu Panayırı....
Hep düşünürüm, Neden doğa yeşil de Bilgisayar yada sinema ekranı beyaz... Neden erkekler kırmızı güller verirlerde, Kadına aşkı anlatırda, Boğalar kırmızı görünce gürler sinirle, Avaz avaz! Neden hep yaylaya gitmeye, Hasret yaşarız taze nefese de, Sigara içeriz çok az... Neden kurban bayramını eleştiririz de, Et yemekten bıkmayız yinede, Döndür pişir yap, ızgara köz... Neden hep acı çekmekten bıkarız da, Acıyı çok verene de, Âşık oluruz... Neden zamanı hor kullanırız da, Yapacak bir şey yokmuş gibi canla başla Yaşarız… Belkide bir bedene düşer gibi gölgeler, Yada suya atılan taşla yayılan dalgalar, Hiç sormadan yorumladığımız konuşmalardan algılar, Mirasyedi yaşamı renklendiriyor, Belkide hiç ölmeyecekmiş gibi… Bilen yok her şey emanet, Duyan yok her an ona hıyanet, Neşelenmezsen koptu kopacak kıyamet... 'Rastgele der' gibi balık tutanlara! Ne yaparsak yapalım bozulmuyor sıradanlık, Kaynıyor gelenler değişse de çaydanlık, Kimileri şikâyet etse de sürüyor bu hanedanlık, Alışkanlık var ya... İnci taneleri gibi ne pahalı! Gösterebilse aynalar bu ne kadar kötü garibanlık! Dilim dilim doğransa, yinede hoş geliyor adı... Kitap okumak gibi baktığımız yaşam, Biliyoruz işte yaşamasak da vesselam, Makyajı tazele, önemli bakarken endam! Ha unutmadan, ucuz şeylerde al açıksa salı pazarı… Yağla balla öyle konuş dururlar önünde kıyam, O ortamın hem sevileni hemde olursun padişahı! Safet Kuramaz |
Sorgular...
—Sevgili dost Müslüman mısın? —(Gayet emin bir şekilde!) Şüphesiz... —Namaza, oruca düşkün müsün? —(Boynu bükülmüşçe!) Hanım kılıyor beşe beş firesiz, Bense cumadan cumaya Müslüman! Geçim ne zor görmez misiniz? Çalışmakta ibadet siz söylemez misiniz? Aç olunca hem başım olur duman! —On dakikada mı uçar paran, İlahi aşk için açlık ne ki sağlıklıysan! Ne var ki bu dünyada bedelsiz... —Sigara, alkol içiyor musun? —Sigara her an, alkol ara ara —Peki, elini bir hortuma açıyorsun… İçinde de duman tütmekte bolca, Veya alkol güçlüce boşalmakta, Kâbe’ye akıtıyorsun! —(Korkuyla…) Aman yüklendiğim yeter dost, ne günah saçıyorsun Dünyalar versen razı olmam yapmaya! —Kâbe’nin mimarı Halil İbrahim peygamber, insan bilirsiniz? İnsanın mimarı ise Allah, Hangisi değerli Ah! —Elbette ben, bu ne akli egzersiz? —(Yemin ederek!) Yukarıda Allah var… —Şahittir her aza ve ruh, Her yerdedir Allah… Allah mekândan münezzeh, Dilimiz şirke şahit, ne çok cahiliz! —Hacca gitmek, Evlenmek Evlat edinmek... İçin paranız var mı? — (Gururluca…) Çok kazanıyorum! Daha yaşlanmadım ki onlara bağlanayım! Gücüm kuvvetim yerindeyken eğlenmek, Her yerde gezinmek Dur hele zamanı mı bunlardan sakınayım... —Ölüme garantin var mı? Ya şimdi göçersen olmadan emek, Ne diyeceksin sual ederken melek, Kabirde kalacak mısın gülerek... Koyma bizi ya Rabbi iki cihanda sensiz! —Kaldı ki mimarın seni mutlu görmek diler, Onsuz edindiğinden kat kat hanene salar... Dağlar eğilir, Boyutlar açılır, Huzur sağılır, Azla yetinmek değil midir sence değersiz... Safet Kuramaz |
Sorun Bende…
O kötü bu çirkin şu şer, Söylemek için seferber! Oysa anlatır sonsuz yer... Sanırım tek sorun bende! Yahu acı tatlı mı ne! Sıktıkça, aşktır mengene! Şans gibi yaşar hergele… Sanırım tek sorun bende! Tek kişilik film benimki, Yalnızlık adlı eylem ki… Dışı çölüm içi özlem ki, Sanırım tek sorun bende! Safet Kuramaz |
Soykırım…
Bosna Hersek’e yapılan soykırım kabul edildi. Sırplar aklandı! İsrail öldürüyor binlerce Filistin’li, Irak’ta Amerika İngiltere cabası… Öldürülenlerin hepsi Müslüman, Katilleri dolaşıyor aramızda safi! Osmanlı’ya kim başkaldırmadı ki! Arap’ı, Bulgar’ı, Romen’i, Yunan’ı… Anadolu toprakları da nasibini aldı. Yaşlı çocuk hamile demedi, Ermenilerde soykırım yaptı! Öldürme yaşat der İslam dini, Savaşır sadece yaşatılmazsa inancı! Allah’a küfredene haksızlığadır kini, Adı milleti ırkı dini kim olursa olsun… Bosna Hersek’te soykırım, Nahçıvan’da soykırım, Afganistan’da, Filistin’de, Irak’ta, Anadolu da soykırım! Aklandılar… Akladılar! Dünya şahit, şahit kendi gazetecileri… Yaptıkları kaldı yanlarına kar! Pişkin, pişkin Ermeni gibileri Öldürdüklerinden hak aradılar! Ölüyor hala Müslüman kardeşim. Öldürende sözüm ona hak dağıtıyor? Kur’an sevginin rehberi, İçinde zulüm-küfür ağlıyor! Medine ülküsünü gönlüm arıyor… Bölük pörçük birbirinden habersiz Müslümanlar, Nerede kaldı Ebubekir’ler, Ali’ler, Osman’lar, Hamzalar… Gönlüm gerçek adaleti, Cenneti arzuluyor… Vatan bölünmez yaşarken Çanakkale ruhu, Al bayrakta şehit kanları toprakta izi kupkuru... Ne Ermeni'si ne İsrail'i nede başkası başaramaz! Soykırıma siper tarihini bilir yaşadıkça iman gücü... Safet Kuramaz |
Söz Ola...
Yaşam içinde kandırmaca oyun, Birkaç mutluluk oda mumyalanmış... Çoban emrettikçe, oluruz bin koyun Otlar yığılı, vaat balyalanmış... Kaf dağı umut, külkedisi masal Fakirlik kor yol, sağlık verir moral Maddiyat hasat, ruhta açlık yasal Doğarken ağlar, sanki bir mayalanmış... Her çağda savaş silahlar değişmiş, Yaşam hep telaş, arabesk aşk deşmiş Oyun-eğlence zevk, aynen pişmiş Göz ama gibi, tarih kuryelenmiş! Söz ola uçar, göçebe yurt konar Bahardan miras, kış çarkında donar Kimse ders almaz, düzen beylik döner Ahde vefasız nesil, mafyalaşmış! Safet Kuramaz |
Sözün Özü...
Manidardır kalbe nur, Kur'an! Mutluluk ondadır, her duan! Her an hayr öğüdüyle uyan İçi-dışı bir, olur insan... Safet Kuramaz |
Sultan’a...
Ağzıma sakız gibi aldım günahı, Çiğnedikçe patlar aslında hüsranı! Neymişim dedirtir zevk dolu silahı, Affet ya rabbi sarmışken şer tufanı! Biraz önce tövbe eden değil miydim? Hangi cesaretimle böyle eğildim... Gaflete düştüm söz vermişken sultana! Delirdim herhalde aklımdan zorum var, Anlatan dilime yüreğim olmaz yar! Şer kaynana dır dır eder, bahtım kayar Ne çok severim eğlence ve yalanda... Girdiğim yazılı bir sınav olsaydı, Ne çok çalışırdım neleri alsaydı... Dünyaya dalarım varmışken sultana! Bermuda üçgeninde-kara deliği, Okyanusta uzayda yutar belleği, Köpek gibi salya, boşaltır yalağı Günahkar köle-dönmek azap, salında! Piyango oynarım serveti koyarım, Elimde oyuncak maddeye doyarım... Her tövbede aczim ermişken sultana! Safet Kuramaz |
Sur’u Beklemez…
Herkes yaşıyor nefes alıyor beden taşıyor Fakirde zenginde körü de topalı da Hastanede inleyende kumsalda terleyende Yaşıyor ana rahminde kurşun yiyen ceninde İsyan eden seste adalet bileti zor piyango! Kimse faize, yalana, talana aldırmıyor Şu anı kurtarma modasında saklanıyor Düşmüş savaşlar susmuş silahlar yangınlar Mirasyedi meslekler zevkte paralanıyor Acıdan dertten şikâyet ağızda bol lokma! Kütüphaneler gerçek hayata kapalı Ceset kadavraya girmiş yok mahremi Tende her yerde küpe döğme yarışı Bulaşık suyuna karışır modaysa hamamı Çılgınlık adına kazılır insanlık sondajı! İyiler azalırsa belalar hak olur der Kur’an Mal biriktirme zekât sadaka dağıt her an Her fani ölümü tadacaktır duyarsa uyanan Öğüt bedava tedavi bedava bilirse inanan Sur’u beklemez şah damarına yakın pompası! Safet Kuramaz |
Suret Değil Siret…
Toprağın altında hazineler saklı, Kuru toprak, bakınca sarsıyor aklı, Kökünde mucize, başağında meyve! Sür, tohum at, sula, sonra gör yeşil halı! Toprağın hep üstüne bakıyoruz, İlk insan görür gibi taş ayıklıyoruz, Anlamak, çalışmak, düşünmek yerine Tenine çöl, haline kusur ekliyoruz! Hakikat suret değil gizlenmiş siret, Zengin yolculuğa keyif veren bilet… Sığınmak yeter hücresinde gölgesine, İster sabır elbette, birazda zahmet! “Hiç defineyi bilinen yere korlar mı? ” “İşte kurtulmanın, halas olmanın da” “Zahmet ve meşakkatlerde gizlenmesi buna benzer! ”” Söylemiş-yaşamış Mevlana, yüzyıllar önce! Safet Kuramaz |
Sünnet...
Kaftan giymiş oğlum sünnet olacak, Düğün dernek dilde dostlar gelecek, Meclisinde sevgi yüzler gülecek, Hoş geldin mehteran, sen Mevlevî han! Buyurun sofraya helal hoş olsun, Yiyin için hoşça muhabbet dolsun, Cennet bahçesinden örnekler olsun, Besmele ardından okunsun Kur’an! Oğlum her halinle oyna hakkındır, Ağrılara dayan şifa yakındır, Asker gibi mert ol, hoşça bakındır! Lider ol her an, odur yakışan... Safet Kuramaz |
Sürgün...
Sustu konuşan dudak, Bağlandı bele kuşak, Kınalı el ve duvak, Yolcusu yanık sürgün! Kıymet evde daraldı, Herkesten emir aldı, Kusur bulma çoğaldı, Dört duvar dost, aşk sürgün! Töre hazırlar köle, Müslüman yapmaz böyle, Kim anlar ki söylese... Ruhundan, azık sürgün! Yaşam-ölüm arası, Her tercih yüz karası, Şark kadının yarası... Her çağda, tanık sürgün! Fayda vermez firarı, Dağda PKK canavarı! Bomba yüklü kaderi, Beyhude, sanık sürgün! Safet Kuramaz |
Şahadet…
Yunus Emre dergâhından/Mevlana'ya küsmelerim İltifatınız ile neşemi/ gönül deryama sığdıramadım... Kâbe mermerine çıplak ayakla/ basarken rüyalarım, Hamza’nın şahadet narasını/ Uhud’a sığdıramadım! Malazgirt’te Alparslan/ ihrama bürünmüş hissiyatım, Şehit olmaya hazır/ Ömer, Osman, Ali’de ilahiyatım… Bu yolculuk sadece Allah’a/ amazon coşkulu niyetim, İçimdeki mutluluğumu/ Çanakkale’ye sığdıramadım! Ölümden korkmak mı/ ne saçma cennet vaadine, Kaldı ki sonsuz bir vuslat/ âlemde özlerken zatını… Neyleyim/ sahip ol deseler de şöhret, güç, saltanatı Varlığımı/ kâinatın sonsuz zerresine sığdıramadım! Halid Bin Velid’in/ özlemiydi savaş meydanında, Ulubatlı Hasan’ın/ sancak elinde coşan imanıydı… Osman Paşa’nın / doksan üç harbinde tek andıydı, Kanımı/ vatan toprağına düşen kan’a sığdıramadım! Safet Kuramaz |
Şairler…
Evrendir insan ruhu boyutlar aşar, Kâinat sığar âcizane bedeni içine... Hep bana deyip almak yerine O insan şair olur güzele alıştırır! Şair susarsa evreni sıkıntı yaşar, Patladığında dökülür gözünden yaşlar... Bu yüzden aldığımızı, Bildiğimizi, İçimize atmak yerine Fışkıran çağlayanlar gibi yazıyoruz şiirlerimizde... Biz şairleri tanımıyoruz ifadesi aşar, Çünkü içini cömertçe mısralara döşer! Sevgiyi, muhabbeti, hoşgörüyü yaşar Zengin gönül sofrası bulunur köşesinde... İnsanı anlar böylece Otağına giren başlar! Safet Kuramaz |
Şarkılar…
Şarkılar meleşir çoban kavalında, Akar ayrı ayrı yaşam kanalında! Her ağaçta çiçek, doğar ruh dalında! Uyutur yüreği zalimin bağrında… Esrar yahut içki içenler uyanır, Her diriliş ağrı, aynıdır hüsranlar… Bestekâr ünlenmiş keyifle uzanır, Yalnız mutludur o, yağla bal ağzında! Uyku vakti değil, şarkılar avuntu! Diril iman ehli, küfür mani sundu… İt gibi sevindik üç beş kemik kondu, Düşmanı dost bildik, cehalet bağında! Zaman tek sermaye, zenginlik aslında! Fakiri eğlenir her şarkı faslında… Kim sahiplendiyse dünyası süslendi, İki batın ölmüş son daracığında! Safet Kuramaz |
Şehide Ağıt...
Sabır ağlar, hasret kor demlenirken! Altındaki ateş şaşmaz keyfinden... Ne anılar nede yarın teselli, Umut ormanı çöl, yanar kibrinden! Ey oğul! Ey kara gözlüm, civanım! Neslimize akarsu, körpe fidanım! Hangi kurşun aldı gittin temelli... Kanınla uyandım, çöktü tavanım! Ölecektin elbet! Hak etmiş davet, Hamza’ya dost oldun bize saadet, Dersek de özleriz, olmaz teselli! Körpecik yaşında tattın şahadet... Safet Kuramaz |
Şehit Evine Gelince...
Işıklar bir bir söner karanlıklarda bile! Yürekler acıya yönelir hal dili ile... Yetimleri ağlaşır kanları sile sile, Kefene sarılmış şehit evine gelince... Ölümü anlamak zor, çocukların gözünde! Baba feryatları yürek parçalar sözünde, Hangi oyuncak teselli olur bal özünde? Kefene sarılmış şehit evine gelince... Babalar günü gözler mezarlık taşlarında, Resimleri görünür binlerce başlarında, Toprağına sular dökülür göz yaşlarında, Kefene sarılmış şehit evine gelince... Hamza gülümser, gökyüzünde binlerce bulut! Yıldırımı ile yok eder binlerce salut... Demirden sağlam kale islamla yeşeren yurt, Kefene sarılmış şehit evine gelince... Safet Kuramaz |
Şeytan mı Suçlu?
Deve hörgücünde harcanır nurlar, Gönüle simsiyah kazınır urlar! Her ihtardan sonra başlanır kurlar: Şeytandır tek suçlu, düşünmez azar... Aklın varsa gafil, tek suçlu sensin! Vesvesen gelir hoş, boş eğlenirsin... Nefsini perişan, zalim edensin! Şeytan yaşar hazda, aczinde mezar... Nedir öğüt, gizli hazine... Oku! Sanatında sırlar, mükemmel doku! Şeytan ilk kapıdır, geçince şoku Allah’ı tanır aşk, yaşanır huzur... Şeytan taşlıyorum Hacda, Mina’da! Bütün hiddetimle, dilde-manada... Küçük, orta, büyük, sembolik nazar! Ruhta beden doğar, uçar semaya... Safet Kuramaz |
Şimdi İyiyim...
Yağmura karışmış gözyaşımın çiçeğini suladığı, sonra sevgini koklayarak yaşadığım susuzluğu, Paylaşmak istiyorum seninle... Acının, ızdırabın silindiği toprağın üzerinde, sadece kalan son ayak izlerinin sırlarında... Sanatçının çığlığı tırmalamaz kulakları, Ne hoş dalarsın tuval önünde durduğunda! Deli diyecek kadar yüreklenen insanlara aldırmadan, Akarsın maviliğin döşeğinde yer ve gökyüzünde, Aşk tılsımını hissetiğin mutlulukla! İzlerinin sürüklediği yollarda ismini arıyorum, Sensizliğe yenik düşmüş, illaki pes etmiyorum! Hayatta kalan son çiçeklerin arasında yürürken, Destekleri kulaklarıma geliyor, cesaret alıyorum! Kimbilir hangi korkunç savaşın içinde ama Savaştan uzakta seni seyrediyorum... Cesaret bulursam çöl serabında aşkından, Gurur duyarım mecnunun olmaktan! Rüzgarından tozu toprağı yutan olmak her aşığın harcı değil, Öksürüğe katlanmak, beter ölüme meydan okumaktan! Kalabalığın içinde haykırmak sevginden, Yarış çizgisini göğüslemek için çok erken! Yıprandım her gece düşünmekten, Gelecek hayalleri düşlemekten! Tanımak adına paylaşabiliriz, tevafuk diyebilmek... Dostluğunu istersem çok şey mi isterim bilmiyorum! Hele o öksürüşümde isminle hitap edebilmek Yardımını istemek zor görünüyorsa da, istiyorum! Sanırım aşk sihrinin formülünü keşfetmem gerekiyor, Sırları deşifre etmek demek yanardağ lavında erimek! Birde akarken yakılan doğa damarımda geziniyor, Ne kadar zor olacak... Olsun varsın demek, mücadele tadında! Sana nasıl darılabilirim ki… Şirin bir çocuğun içindeki bu şımarıklığın, Aynada yansıyan güneşine nedenler yakıştırmak gibi... Safet Kuramaz |
Şu Anı Yaşamak…
Umutlar vaatler hayaller… Torbanın içinde, Piyango heyecanları değerken elimizde! Gelecekten haberdar olmak isteyen nefiste, Biter her şey yaşamaya devam eden nefeste! Safet Kuramaz |
Şükür...
Şimdi esrar içen olsaydım, Amsterdam’da serbest bölgede otursaydım, Halimi merakla izleyen turistler görseydim, Ne yapardım aciz ve acınacak halime... Sanki sirkte acı çekerek eğlendiren aslan-kaplan şeklinde, Yerlerde kıvranarak bin bir zahmetle soluklansaydım! Her gün meyhane köşelerinde, Gecenin uyku döneminde, İçkiyle çare bulunmaz nara nöbetinde, Aileyi, dini, kendini unutmuş harcansaydım... Gizlilik içinde, Kumarhane köşelerinde, Kaybettikçe kazanmak için kaybeden... Ruhtan sinmiş aklın elinde, Perişan olsaydım her an! Delikanlı olsaydım gecenin ortasında barda diskoda, Kulağımı sağır eden müzikle salınsaydım her yana, Akamayan yağmur suyunun çamura banması gibi... Her yaşanandan sonra sinseydi çıkmaz çamur lekesi, Sarsaydı ruhumu eğlence denen sorumsuzluk illeti! Kendi kadınını beğenmez gece hayatında, Elden ele geçen kadınlar peşinde zinayla, Heyecan iklimiyle şeytana kul emrinde! Her anı ateş ömrümü tüketseydim kaç kere... Yazdıklarından, çizdiklerinden, oyunculuklarından Şöhret koltuğuna uzanan olsaydım yolcularından... Sanatı parayla eşdeğer hatta daha üstünde yaşayan, Her paparazzide ahlaksızlığımla olsaydım övünenlerden! Sigara elimde sokaklarda yangınlarım dolaşsaydı, Adı karizma diye çıplaklığımla gece ölseydi gün doğsaydı, Makam, maddiyat, saltanat peşinde şahsım köle olsaydı... Ölümü unutsaydım haşa Allah’ı tanımaz gezseydim! Şükür ki, ne şükür...doğru benim bildiğim! Hiç birine bulaşmadı olmadı kanında kimliğim... Alnım Allah için secdede... İmanın tadı bedenimden akar ruhuma, Oturmuşum Müeezin Müeffili’nde Kabe’de... Zemzem tadar dilim! Safet Kuramaz |
Taksi Şoförü/Namaz...
Kum düşürünce taksiler yaşadı, Koştum taksiye her seans sonrası... Kağnı adımlar bindim arabaya, Oturdum bitkin, iki büklüm arkada! Her şoför dosta sordum tek bir soru “Müslüman mısın? ”, cevap şükür dolu “Namazla aran? ”, “Vakit mi var, nerde? ” “işlerim yoğun, Cuma bir tek sosu...” “Hanımım kılar, beş vakte beş katar” “Allah affetsin, rızk derdi bin beter” Dilde hoş iman, yaşamaz bedende Bahanesi çok, söylenir bir kader... “Peki sana bir yol önereyim mi? ” “En kolay gelen bir vakit var mı? ” “Sabah namazı, hem az hemde evde” “Ve devamlı kıl, nefsine uyar mı? ” “Namaz her kulun bir aşk söyleşisi” “Her derdi unutup coştuğu neşesi” “Rahmetten emin tevazu duası” “Aşkına gider/beş kere bin kere...” “Söz ver kendine aşkını tazele” “Rızkın-huzur çok olmazsın amele” “Namaz bahane Allah’ı bir sevde” “İki batında çözülür bilmece...” Helâllik aldım şoförden son kez, Dert nefes alma anladım, nefsime ikaz! Ohlaya pohlaya açarken kapıyı bin naz, Eşim yokladı, 'Ne oldu? ' endişesiyle... Safet Kuramaz |
Tanışma...
Şöyle bir denize bak, dalgalara... Dalgaların arasında sıkışmış durgun yüzeylere! On beşlik yeni yetme gibi genç ve taze... Her dalga gözdesi başka ölçekte, Her boğumunda yaşar senden bir parça özlem! Her gözdeyi merak eder insan... Hepsini ne görmeye nede anlamaya zamanı yoktur inan... Yaşam kısa ve gerçek şu ki bu deniz... Dalgaları var, Gözdeleri var Ve sakin görünüşünü içinde saklar... Soğuk, sıcak, rüzgâr ve bulut onu değiştiren, Gelinlik kız gibi süsleyen! Ne yapacağını bilirsin her parçada, Bilmem kaçıncı gözde de olur bu, ne fark eder… Hep mavidir rengi! Kumsalına gelip de baktığında Huzurluysa ruhun, Heyecan hissediyorsan, Ne kadar boş düşünmek gerisini… Ne kadar boş kurallarla sınırlanmakta… Herhangi bir gözesini seç ve yaşa! Bırak kendini, geçmişini ve daha nelerini… Nasılsa yüzmeyi biliyorsun değil mi? Safet Kuramaz |
Tarih…
Heybeye sığmış tarih, Doğum ölüm sevinç ah! Ders yüklü omza sabah Ergenekon-Malazgirt… Aşklara kına tarih, Acı, ağıt, hüzün, ah! Uyutmamış kaç sabah Romeo’dan Mecnun’a… Gizler saklamış tarih, Gurur, nefret, haset, ah! Uykular bölmüş sabah Entrika-devrimler… Bizlere ayna tarih, Yansıtır, görünce ah! Aynı güneş ve sabah Savaşta ve barışta… Safet Kuramaz |
Tarla…
Elime bir çiçek, gülüp verdiler! Toprak bereketli-hoş, gel dediler! Tarlası-tapusunu gösterdiler, Sürmesi-sevmesini bil dediler! Tarla-saraykondu birden emanet, Süslü-püslü hali sundu keramet, Hayatım değişti yundu kâinat, Derdi-kederini dost bil dediler! Ay dünyaya uydu gün gece sağdı, Uzun ana gebe sabırlar yağdı, Toprağına benzer çocuklar doğdu, Özüne-sözüne yar, bal dediler! Kavgalar başladı sen-ben nedensiz, Hediyesiz olmaz, çal çaput pazensiz! Nadasa alındı kaç yıl yarensiz, Mecnun Leyla’sına yol, çöl dediler! Beti, benzi, ruhu, gölge toprağa! Sahiplenmek mümkün mü olunmaz ağa, Aksine, anlamaz-bakmazsan bağa Verimsiz, bırakır bir dul dediler! Toprak verimsizse âşık usanır, Aşka muhtaç gönül üzgün kuşanır, Tarladan tarlaya maksat aşınır, Yangın enkazında toz-kül dediler! Tarladan taşları-otları sök at, Rızkın-peykin onda, selametle yat! Meşakkatsiz yemek, yok kolay hayat Gerçek aşka duayen kul dediler Safet Kuramaz |
Taş Bir Ev…
Asırlardır sadeliğini korumuş, Kim bilir acı-tatlı nelere tanık olmuş, İlerliyorum… Karşımda görkemli, taş bir ev! Ne hesap sormuş, Nede gönül koymuş, İçinde Hakka davet olmuş tek görev… Her anı sabır, güler yüz doldurmuş! Yaklaştıkça eyliyor güneşinden alev… Açılıyor yine kapısı yavaş, yavaş… Uğultusu ne hoş çınlıyor kulaklarımda! İçimde huzuru, Şahane kokuyu, Görmedim ömrümde daha! Öylesine küçük mekânda, Öylesine müthiş kalabalık! Selam veriyorlar huşuyla… Herkes birbirine tanıdık! Sormuyorum, Korkmuyorum, Yorumlamıyorum, Onlarla varım sanki… Mahşeri oynuyorum! Safet Kuramaz |
Tebessüm…
Neşeli yüz gönülde, doğal nefestir Yüzüne nur veren ışık, güneştir Dudaktan dökülen, helal yemiştir Aynasına bakmak, cennet sevinçtir! Küsü barıştırır mutlu dilinde, Nağmeler dökülür duygu selinde, Karları eritir nisan gelince, Nevruz çığlıkları, hazzı kazançtır! Tarlamda gül kokar, otlansa kangal Kara üzümünden yesem bir cıngıl, Yolunda dans etsem bozulsa dingil, Özgürce gülerim, hissetmem utanç! Ruhunda sarmaşık, bedende şükür Bakmaya alışık; dil, Cebeli-Nur Mimarına âşık, hoştur tefekkür Erciyes kadar ak, mazisi dinçtir! Safet Kuramaz |
Tek/Bir Kelime...
Kul, yalnızca bir kelime Boyun büker tek ilaha! Kuruntu arada kalan Doğar-ölür şer silahta! Yol-şeriat, tek kelime “...izm”lere benzer bir ruhta! Farklı söylenirse yalan Kurşun sıkmaktır refaha! Örtü, mahrem bir kelime Bir tedbirdir günahlara! Adem’le-Havva’ya gelen Simgedir, tövbeye-ahla! Oku, sözde bir kelime Cebrail kaldırdı şaha! Tefekkürü rahmet bilen Okudukça koşar Allah’a! Safet Kuramaz |
Teselli mi Yoksa Eziyet mi?
Dün yağdı yağmur… Hatta bazı iş yeri ve evleri su basmış, Arabalar yolda kalmış, Elektrik arıza yapmış, Neyse susuz kalıp ölmekten iyidir… Her kötü şeyden hayır ummak, Pozitif kalıp acıyı bir an susturmak, Akan suyun dibinde varsın olsun çamur, bataklık Kendini kandırmada olsa iyidir biraz durulmak! Ara ara gerekiyor böyle güneşte gözlük takmak… Ofiste işler yığılmış, Varsın olsun kim bitirmiş, Ellerimi boynuma bağladım geriye doğru gerildim Kulaklıklarımda nağmeler baktım dünyam değişmiş! Devekuşu başım kumda birden kum serinliğinde gerildim Telefonda başkan “acele işini bitir…” dermiş, Oh ya azcık keyfimde bitti depresyon depreşti Çocuk doğdu doğacak karında sancıları… Zaman baraj dolgusunu yıkmaya hazır, Alında ter saunadan çıkmaya yakınlaşır, Çay soğumuş çoktan rengi kararmış Patlamaya hazır nükleer bombalar Hiroşima’mda! Başım ağrır dişimde dolgular sızlar panik almış, “Hey dur ya ölüm yok ya sonunda…” Sağlığımı kaybettikten sonra paranın canı cehenneme! Araladım evrakları pencerede yaz güneşi, Sanki kıyısında dalgalar sunar keyif günleri, Dizdim inci tespih tanelerini duayla şükürleri… Açtım pencereyi, Atladım sudan içeri, Belkide öldüm kaybettim güreşi… Safet Kuramaz |
Tesellin Olmasa…
O kadar şekersin ki... Saçlarının arasında dolaşan nefesim, Fırat'ın soğuk sularında aktı! Doğunun yüzyılları aşan tarihi, Aşkları, Sevdaları, Sonrası yangınları Ruhunun evreninde yaşattı! Davullar çalmasın mı? Misafir ağır... Yemekler yapılmasın mı? Coşku her ana yayılmasın mı? Şenlik var, heyecan ve dans... Yanımda olsaydın da görseydin yüreğimin atışını, Gök gürültüsünü andıran, sanki atom bombası... Dünya savaşlarını durduran aşkının şokları, Dokunur buğday başakları uğultusu tenimde... Unuturum bakınca sana ölümü ve yokları! Gülünce çöllerimde yeşil biter, Üşüyen tenimde temmuz günleri ateşlenir, Özlem ağrı dağını aşar, İstanbul’a gider... Bedenim çok uzakta ruhum daima seninle! Varsın ya, Yaşıyorsun ya, Böylece tesellin varlığıma siner! Safet Kuramaz |
Teşekkür ederim…
Düşünsene baharın geliyor Üzerinde arılar, serçeler, kartallar… Altında karıncalar, yılanlar... Burnum her nefis şeyi kokluyor, Gözlerim kapalı, başım heyecandan zonkluyor, Şahanelik var… Alışılmadık şeyler! Bu ortamdan hislerim çıkamıyor... Sarıl bana bahar, Sarıl ki... Kışı unutayım, unutayım ölümü... Dünyanda yaşamayı ezberleyim! Dans edeyim hoş doğanda rakslarla, Seni bulmuşken doya, doya seyredeyim... Ruhunda başlayan sancı bedene düşünce Yaşadığın yer buna dayanır mı? Yollar artık uzatılır mı? Havasına düşer cemre aşkımın eylül gününde Ölümü andıran soğuk, gülen güneşine kavuşur! Koşar adımlarla sarılır sıcacık, ellerimde çiçekler Yüreğim aşka susar, tenim yanar, kavrulur... Nefesin tene değdiği böyle gece vakti Gök gürültüsünü andırır mutluluk çığlıkları Yere değer gibi aşkın kıvılcımı Sonra, sokaktan gelen Perdeden süzülen Gözleri okşayan Sade bir ışık süsler karyolayı... Bitmesin istenilir anlar, bitmezde! Gece tanık... Deniz tanık... Martılar tanık... Güzel nemli havası yürekte azık... Gece ay ile gel-git’ler yaşatır tanıdık! Hoş eylül günü belki de... Ya da kış günü şöminede, Ateş hala görünmekte! Hazlar krallığı hüküm sürer iki bedende… Bire düşmeye hazır gecenin son deminde! İstemez miyim? İstemez misin? Ah... Ah sevgili… Muhteşemsin! Teşekkür ederim… Safet Kuramaz |
Tomurcuk…
Ruhum bahar tomurcuğuna özendi, Doğdu ninnilerle yeşilin kollarında… Uyudu dal kundağında, Güneşi, toprağı, rüzgârı… Tanıdı yeşil renklerle! Büyüdü ormanda, her baharda yenilendi. Tütsülendi toprak gıdasıyla, serpildi. Açtı her bahar yeniden tomurcuğunu Gösterdi güzelliğini, anlattı özünü… Derken bir gün, Yeşil güneşle yanıp olgunlaşınca Tomurcuk meyve verdi, Kavuştu çekirdeğine! Kabuğu kuruyunca, Çekirdeği toprağa düşünce… Derken başladı sürgün, Düştü… Rüzgârın kollarına! Öylesine şaşkın ve üzgün, Boynu bükük, her şeyden yoksun Bir süre uçtuktan sonra yavaş, yavaş… Vardı yaprakları toprağın koynuna! Ve gün geldi, O gün vedalaştı zamanla, Kazandıkları, arzuları, hırsları… Karıştı toprağın sırlarına! Artık ormanda matem vardı, Toprak suskundu… Güneş aramaktaydı, üzgün, üzgün Soğuk öylesine inatçı Kurumuş ağacı mahzundu… Biliyordum… Sevmek yürekten yanmaktı, O ruhumun gerçeğiydi, tomurcuk misali! Safet Kuramaz |
Toplum kurtuluşu…
Güzeldir hangi görüş yaşanırsa, Çirkindir hangi veriş aldanırsa, Partiler farklı, değişmez beyansa Acıda olsa söz değiştirecek! Kurtarıcı yok, biz düzelemezsek, Güçlü zaten tok, her halde gülecek… Hastalık doğru, reçete almazsak Ani ölümler çok ağlaştıracak! Liderler değil bizi diriltecek, Fikirler ancak hakken düzeltecek, Adaletsizliği ilim küçültecek, Yaşanan harbi söz değiştirecek! Sonsuz yaşasın bana dokunmayan, Gülsün-ağlasın sağırım duymayan, Hiç işim olmaz metelik bulmayan, Olmalı bunu çok eleştirecek! İçki-sigara satan bir marketi, Ne camını kır nede döv zatını, Boykot ederek son ver menfaati… İflas ettir ki şerri bitirecek! Elbette yaşam için meta lazım, Çalışıp rızkı kazanmakta lazım, Hepsi bu mu kör olmamakta lazım, Çevrene bakmak, çözüm diriltecek! Safet Kuramaz |
Toprak Doyursun!
Düşündüm, çok düşündüm... Her soruda yeniden üzüldüm! Hiçbir çözüm üretmeden, sonra Yığılmış kalmışım kanepede, Dün gece... Güneşin ışıkları zorlaya, zorlaya Açtım gözümü isteksizce! Anlamsızca baktım çevreme, Her şey manasız geldi o anda. Çaresiz, bezgin ve zavallı hissettim Ne çirkin görürdüm belki de kendimi Olsaydı yanımda ayna, başım secdede... Sessizliğin ve çaresizliğin devamı, Bozkırlara sürükledi hevamı, Var ya çimenlere basa, basa yürümek! Doğanın görüntüsü, hissi, havası ve sevdamı Yaşatan en güçlü dosttur o an, İstedim onunla yüreklenmek... İstedim yıkanmak ve özüme dönmek! Olur, muydu acaba? Yaşanan ve kirlenen her şey, Yıkanıp da atılabilir miydi bir anda? Yaşanabilir miydi kolayca söylenen hece… Açlık hissi kamçıladı ayağa kalkmaya, Savaşan ruhum bedenine itaatkâr Yürüdü mutfağa! Ve kavuştu eski alışkanlıklarına... Ne doğayı düşünen nede geçmiş kalmıştı, Düşüncelerim silinmişti bir anda! Yedikçe yedim... Vicdanım boşverle yeniden öldü! Esarete götüren keyfim Balıketimle yeniden doğdu... Boşalırken tencere! Yıkanmak mı, o an umurumda değildi Ne zaman oldu ki... Seviyordum bir kere yaşamayı kirli! Yaşasın sevdam, alışkanlıklarım, Sağlam bağlayın köle zincirimi… İnadımı toprak doyursun! Ahirete nasip olur tezkere… Safet Kuramaz |
Töre Cinayeti...
Gözleri yaşlı, hem yüreği yaslı Yitti sevdası, toprakta acısı… Çiçekte adı, yemeğinde tadı, Akşam güneşi son hatıra kaldı… Düş sokağında umudu tükendi, Tek geçmişine, toprağa uzandı… Gelinlik giydi, sürdü son rujunu Yiğit sevdası kanlara bulandı! Töre cinayeti aldı intikamı, Gökyüzü ağladı, yerler sallandı… Gelinin kınası ele çıkmadı, Ölüm son perde alkışlar çınladı! Mevla Rahim’dir Rahman’dır yaşatır, Hüküm Kuran’dadır, sünnet ahlaktır! Töre deyip can almak nerde haktır? Haddi aşmak cehennem narındandır! Safet Kuramaz |
Trafik Kurbanı…
Yetmişli yıllarda vardı terörist kurşunu Duyardık haberini o gün kimi vurdu? O yüzden izlemek istemezdim haberleri… Seksenli-doksanlı yıllarda PKK çıktı sahneye! Ne görürse öldürüyor, yakıyor, alıyor, Sırp Kasabından da fena! İki bin yılından sonra trafik canavarı hortladı… Her haber vahşet, yine her yer ölüm yolu! Alkole bürünen, Uykusuz araba kullanan, Ralli kaldıramayacak trafikte heyecan arayan Mirasyedi çocukları… Her köşede aniden doğdu! Para, trafikten men cezaları, Olamadı caydırıcı… Eğitim şart ama Kim yaşatacak ki o terbiyeyi! Doktor sigara içme der, Dumana karışmış nefesi nasılda üfler… Eğitici kısaca örnek olmalı ki, Yaşayanı olsun Hakka nefer! Her onlukta başka bela, Çare yok şiddetle, ölüme… Ezber yaşayan, kendini bilmez kalabalık Düşünmez yarında gelecek sıra kendine! Aklımızı başımıza alalım, Bir trafik kurbanı olmayalım. Eğer kurban olacaksak illaki… Yapalım şu an gerçek hesabı! İhlâsı nefsimize öğretelim… Yoktur tövbe etmenin zamanı! Toprak asırlarca tanık savaşlara, talanlara, haksızlıklara… Sanki çiğ köfte yenmiş, acısının tadı kalır damağımızda! Adı ne olursa olsun… Düşünmeden hazırız kurban olmaya, Başınız sağ olsun kınalı kuzuların yetim kalmışlarına! Safet Kuramaz |
Tuvaller...
Olmam gereken resim belli aslında Boyalar karışmış, Tuval eskimeye alışmış, Odasında sabır giysiler gardolabında! Kapısı giren çıkandan aşınmış Katlanır kırk üç yılın hatırına Kim bilir birkaç yılın öncesinden göbek Peydah olmuş boyanmış bölümde... Ayna yansıtır kırışıklar öbek öbek Işıklı ve sıcak parçalar toz hışmıyla Giderek artar anla küçülerek... Konu hep aynıdır aslında beklentiler hedefler Değişir sadece araçlar malzemeler! Öyle tuvaller vardır ki hiçbir zaman dolmaz boyaları, Mirasyedi çocuklar kırar sanki oyuncakları, Belki içine bir fırça olsun olur dokundurdukları, Buda tuvalin namusudur bir nebze... Boyası bitmiş tuvaller çınarlara benzer, Asırlar zarafetine boyun eğerler, Ne diklenen olur nede yenilenen sezinler, Galerinin birinde ölüm hapishanesinde gizlerler Bir ederi vardır ruhu atılır çöpe! Ademden beri peygamber tuvalleri, Her mesajı aynı sunar muhteşem yaşam kılavuzu! Sadece bakılır haz veren masal suretinde, Savaşlar katiller yanlış ihtilaller ve dahası, İnsan dışına yansır gel-git suaresinde! Sürecekte kişi kendini boyamadıkça Boşluk tuvalinde! Eşekler anırır şeytanlar gördükçe, Eceli erken sarar insan bunu övdükçe, Sonbahar yaprakları gibi döküldükçe, Yaşanmamış tuvaller hep uçacak kışın soğuğunda! Safet Kuramaz |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 10:21 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.