![]() |
Cinnetle cennete gidilir mi - düz yazı
Toplum; yüzmesini bile bilmeden kendi denizlerini kendisi mi yaratır. Yada konuşmasını öğrenemeden hangi nefesini üflerse, esen rüzgar onun adını mı alır. Toplumlar bu kadar egemen midir yani yeryüzünün atlaslarında çizilmiş kalın kırmızı sınır çizgilerinin içinde. Ağırlıklı ve birazda sonradan ve tesadüfen edinilme yazılı kimliklerin talimatı ile dalgalandırılan denizler, koparılan fırtınalar ne kadar gerçektir bıraktığı onca olumlu yada olumsuz izlere rağmen. Benim annem koşulların biletini kestiği bir başka coğrafyanın treninde, bir başka gişeden alınmış bileti ile seyahat eden babam ile karşılaşmış olsaydı kompartımanda. Hani o göz göze gelmenin dayanılmaz okları yüreklerine saplanıverseydi. Ben bugün hangi yazılı kimlikle karalıyor olacaktım bu satırları sizlere. Sanırım ki eğer varsa içimde sadece insan olmanın erdemli tarafından ve ortak yazı dilini bilebildiğimiz kadar bir yerlerinden tutarak karşınızda olacaktım. “Hayır öyle olmazdı, ben bu kimliklerden başkasını asla taşıyamazdım” diyen bir arkadaşımız varsa ona söylenecek bir lafımız elbette olamaz. Çünkü onu zaten karşımızda laf söylemek/anlatmak için bulamayız. Belki şu anda bir karanlık köşede, elden giden vatanı nasıl geri döndüreceğinin hesabında yada her tarafından zincire vurulmuş inançlarının kilitlerini açma uğraşı içinde birilerinin ensesine kurşun sıkma yada kör bıçakla boğazlarını kesme oyunları içindedir yada izleyicisidir. Belki de önüne görünmeyen/görünen eller tarafından konulan bu bulmacanın içine harf yerleştirme hesabındadır. Ki görüyoruz son zamanlarda, kimileri ellerindeki kapalı zarfla genelkurmay’ın demir parmaklıklarını güpegündüz aşmaya çalışıyorken bir diğeri belindeki silahla güvenlik görevlilerine öldüreceği kişinin adresini sormaya kalkıyor. Ne yapıyorlar, vatanı kurtarıyorlar, dinin elden gitmesini önlemeye çalışıyorlar. Çünkü hiç kimse bu 20’li yaşlarını baba parası ile sürdürmekte olan gençler kadar ne Türk ve nede Müslüman olamadıklarından iş bunlara kalıyor. Eğer hal böyle ise yapacak hiçbir şey yoktur, oturup iki göz-iki çeşme ağlamaktan başka. Çünkü iş cinnet çarşısında alışveriş tezgahları oluşturmaya kadar ayağa dökülmüş demektir. Elbet bu tezgahları oralara kurduran bir takım örgütler, bir takım başka ve kin dolu yerli-yabancı odakların varlığından söz edilecektir. Buda inkar edilmez ama gerçekten “büyük devletlerin” yönetimleri bu tür tezgahların kurulmasına asla izin vermezler. Yapabiliyor muyuz kötü dikişli bayrak imalatçılarının diktiği bayrakları meydanlarda yakarak aklımıza esen bütün küfürleri sıraladığımız ABD’ye, İsrail’e ve onların düzenlerine karşı bir oyun. Eminönü meydanında çorap, ayakkabı satanları kovalayan kolluk kuvvetleri yönetimlerinden çok daha farklı ve ciddi boyutludur bu iş. Hoş onu da ne kadar becerebildiğimiz şüpheli ya. Madem “tesadüflerin oturttuğu yazılı kimlikleri taşıyoruz, o zaman bize ne” demek için de yazmadık bu yazıyı. Elbette kimliklerimize ve inançlarımıza sahip çıkmalıyız. Çünkü bu topraklar içinde ev sahibiyiz kiracı değil. Bir başkasının ağzından dökülecek iki kelime ile boşaltıp, sırtımıza yükümüzü yükleyeceğimiz bir ikametgahtan söz etmiyoruz. Bu topraklara sahip çıkmalı, onu işlemeli, oyamalı, boyamalı, zenginleştirmek için ekip biçmeli, yeşillendirmeli, mavisini temiz tutmalıyız. Kendi sahibi olduğumuz, içinde barındığımız evimize nasıl sahip çıkıyorsak aynı o şekilde sahip çıkmalıyız. Varsa rahatsızlıklarımız oturup aile içinde çözmeliyiz, yan gözle bakana ise öyle tepkiler göstererek bir ders vermeliyiz ki bir daha kapımızın önünden selam vermeden geçebileceğini aklına bile getirmemeli. Bunun yollarını büyük Atatürk çokta güzel öğretmiş, göstermiştir bizlere. İnançsa inancımızın gereklerini yerine getirmeliyiz. Yanımızda kendimize göre hafif gevşek birisini gördüğümüz zaman onu kendi seviyemize getirmek için zorlamaya kalkmadan ama. Onu da kendi inanç seviyesi ya da dünyasında özgür bırakarak. Ve el birliği ile bu ev nasıl güzelleşir, nasıl önce kendimize sonra yakın çevremize hatta bütün mahalle yada kentimize örnek olur diye uğraşmalıyız. Merak etmeyelim ki o zaman onlar bizim evimize benzetmeye kalkacaklardır kendi evlerini, bizimle uğraşmak yada el koymak yerine. Ama 20 milyonluk İstanbul’da örneğin, biletleri bir hafta önceden tükenen 300 tane tiyatro salonu bulamıyorsak, eldekileri de yıkmaya kalkıyorsak, yıl içinde milyonlarca turisti ağırladığımız Antalya’da ucuza pazarlanmış lüks otel ve sahili, kumu, denizi ve güneşi dışında bir kent merkezinin görülesi özelliklerinden elbiseyi kentin dokusu üzerine giydiremiyorsak, nerede yeşil bir alan bir orman görsek hemen “baltalar elimizde” diye başlayan çocuk şarkıları söylemeye başlıyorsak biraz zor o ülkeyi yaratmak ama imkansız değil. Çünkü insan olmanın erdemlerinden söz ettik yazının başında birde akıl diye bir şey var. Kullanmasını bilene elbette. Yoksa tezgahlarda satışa hazır tek mamul her bedene uygun bir deli gömleği, hem de neredeyse bedava gibi … Cevat Çeştepe |
Cumhuriyet Bayramını kutlayalım - düz yazı
Giderek erozyona uğratılan Cumhuriyet değerlerimiz ve giderek ona sahip olmak heyecan ve coşkusunun değişen renkleri. Hani alın terimizi nasıl döktüğümüzü bilerek kazandığımız cebimizdeki son kuruş paraya sahip olabilmek dürtüsü ile gün geçtikçe bir hüzün ve kaybetme korkusunun açıktan gelen dalgalarına karşı korumacı duvarlarımızı oluşturmak. Bu nedenledir ki bugün Cumhuriyetimizin kuruluş yıldönümünü bir bayram değil savunma ve koruma mekanizmalarının harekete geçişi olarak yaşıyoruz. Emperyalizmin ülkemiz ve coğrafyamız üzerindeki tezgahlarına, terör özelliklerini aşıp, oluşmamış alt yapısı ile karakteri bozuk bir savaş ilanı süreci yaşayan ve yaşatan PKK’ya, şehitlerimize yakarışlarımıza ve elimizde bayrak sokaklara, meydanlara koşmamıza neden işte bu savunma ve koruma içgüdümüzün beynimize çuvaldız batırarak yaptığı uyarıdır. Elbet gene geçen yıl, ondan on yıl önce, yirmi yıl önce ve daha eskisinin fondaki alışılmış görüntülerini göz perdelerimizin üzerine asarak. Ama kabul etmiyor gibi görünmeye çalışsak, bunu böyle söyleyenlere kızsak bile hepimiz biliyoruz ki şekil ve görüntünün tahlil raporunda ne yazık ki aynen böyle yazıyor … İçimizde hala merak eden var mı bilmiyorum devlet erkanının artık alışılmış külfetten saydıkları Büyük Atatürk’ün huzuruna yapılacak ziyarette mesela Sayın Cumhurbaşkanı’nın özel ziyaret defterine neler yazacağı … ...... Bugün Cumhuriyet Bayramı … Büyük Atatürk’ün gençliğe hitabesinin muhatapları “ey Türk gençliği” nden belki sayıları parmakla sayılacak kadar az kişi kaldı aramızda yaşayan. O yükselen yeni nesil; ellerindeki vasiyet belgesini, beyin kıvrımlarına ve yüreklerine özenle ve silinmeyecek şekilde işleyerek belki de Cumhuriyete karşı en büyük görev ve sorumluluklarını da yerine getirerek demokrasiyi tanıttılar bu ülkeye. Ümmet olmaktan halk olmaya gidecek yolun taşlarını döşediler. Bizler de daha çarıklarımızın tozuyla yürümeye çalıştığımız o yollarda, terlerimizi üretime, çağdaşlaşmaya, demokrasi gereği özgürlük ve insan hakları için verilecek uğraşlara döküp “muasır medeniyet” çıtasını yakalamak için sıçrama tahtasının bir ucuna göz dikmeden önce zamanının başbakanın ağzından “beyler siz isterseniz hilafeti bile geri getirirsiniz” söylemine tanıklık ettik kutsal meclis çatısı altında. İdeolojik ve siyasi kamplaşmalar, bölünmeler de gene bu dönemlerin hazımsızlık tanılı hastalıkları olarak künyemize işlendi. Gene aynı dönemler ve sonrasının devirdiğimiz her takvim yılında farklı reçeteli özellikleri ile. Alt yapısı ve sınıf bilinci bizden çok daha gelişmiş koskoca Sovyet İmparatorluğunun bile varlığını sürdürebilmek için ancak seksen yıl dayanabildiği yüzyılımız tarihinin sayfaları içinde biz yarınla ilgili beklentiler ve umutlarımızda sıfır noktasında değilsek ve içimizdeki coşku hala bir şekilde ve bir yerlerde kendini gösterebiliyorsa bunun da tek nedeni; duvarlardaki resimleri birilerinin gözlerini fazla rahatsız eden, bir başkalarının adını “başyasalar” dan çıkartmak için eveleyip geveledikleri o büyük önder ve Başkomutan ATATÜRK’ tür . Bugün Cumhuriyet Bayramı … Cumhuriyetimizi; (bir gazimizin sözlerinden alıntı ile) Çanakkale ’de boşalan siperleri bugün gene doldurmaya hazır olanlar olarak ATATÜRK için ve ona yaşadığımız tüm acı ve olumsuzlukları hissettirmeden kutlayalım. Onun adına kutlayalım. Cevat Çeştepe |
Çabuk tutun elinizi
benim rüzgarlar boylu kız çocuklarım, erkek çocuklarım. haydi saatlerinizi çabuk kurun. zaman durdu duracak, duymuyor musunuz? ilk patlamalar gelmeye başladı işte güneşten. sevgiyi öğrenmeye vaktiniz kalmayacak. çabuk tutun elinizi, saatinizi çabuk kurun. Cevat Çeştepe |
Çağlayan manzarası - düz yazı
Öyle 20 sene önce atılmış temellerin inşaatını bugün biz bitirdik havasıyla kürsülerde esip gürlemek değildir bu. Öyle kurs açılışlarında partili fanatiklerinin dışında “dünya gözüyle bir başbakan görelim” meraklılarının karşısında aldığınız eğitimin hatiplik tarafını iyi kullanarak atıp tutmak da değildir bu. Bu Cumhuriyet tarihinin en büyük kitle hareketidir. Şimdi dersimiz bu diye sizleri ortaya davet edenler ise hangi elbise içinde olurlarsa olsunlar bunun adı demokrasidir işte. Ve ne kadar saklarsanız saklayın değiştirmeye çalıştığınız yaşam biçimine karşı gösterilen bir başka karşı duruştur. Şimdi hükümetin ve başbakanın sert yanıtlarından, askere karşı dik duruşlarından söz ediliyor. Hangi sert yanıtmış bu: Cemil Çiçek bey “genelkurmayın bu beyanatının hükümete yönelik olduğunu algıladık ”demesi mi? Bravo yani, herhalde beni kastetmedi o beyanatı ile Genelkurmay. Hangi dik duruşuymuş başbakanın, “süreç aynen devam edecektir” demesi mi? Bunun adı dik duruş değil, halkın söylediğinden bir şey anlamamak demektir. Brüksel dışında nereden alkış alacak halka rağmen sürecin aynen bu inatlaşma ve kendi demokrasi anlayışına göre devam etmesi. Görmüyor mu meydanları, sokakları, Başbakan gelse de bizde alkışlasak bu dik duruşunu demek için mi toplanıyor milyonlarca kişi oralarda. Eğer yeniden tanımını yapmaya çalıştığınız laiklik gibi demokrasiye de bu aralarda yeni bir anlam zenginliği katmamışsanız o zaman kafa kafaya verip kapalı kapılar ardında, kim bilir ne pazarlıklarla ortaya sürdüğünüz isim, önünüzdeki tereyağından kıl çeker gibi seçilemedi diye demokrasi elden gidiyor feryatları ile ağlamak boşuna ve anlamsızdır . Demokrasi budur işte. Çoğunluk çıkmış meydanlara ve söyleyeceği ne varsa söylüyor. Neden gocunuyorsunuz. Hodri meydan deniyor size, hadi buyurun bakalım. Bırakın dik durmayı, sert yanıtları filan, öyle efelenmeler, ananı da al git demeler, askerlik yan gelip yatma yeri değildir demeler, bindirilmiş kıtalar tarafından yanıtlanıyor işte. Şimdi yapılması gereken bir tek yol var önümüzde. Parlamento dışından, toplumun istisnasız bütün kesimlerinin sıcak bir taraf bulup elini uzatacağı bir cumhurbaşkanı adayı bulup ortaya çıkarmak. Bir bilim insanı, bir sanatçı, bir ekonomist kim olursa. Yok mu yani koskoca ülkede “yollarda beraber yürüdüğünüz üç beş kişinin dışında” kimsecikler. Demokraside dayatma olmaz …Sonra seçim barajını düşürmek ve her kesimin belli oranda temsil edilebileceği bir parlamento oluşumuna yol açabilecek erken seçime gitmek. Toplumda gerilim böyle düşer, demokraside gerçekten savunulacaksa böyle savunulur. Cevat Çeştepe |
Çakıl taşlarının acısı
şiddetin ölçüsü, ayarı bozuk kantar üstünde. dört koldan sarılmış, bir yürek sıkıntısı. sallandığı salıncaktan düşer bir çocuk dizine saplanır, bin çakıl taşı. ışığı yakalanmamış yıldızlardan gelir iç karıştıran kahkahanın sesi hangi gece okşarsa ona sormalı elindeki baykuşun gözlerini. şiddetin ölçüsü, ayarı bozuk kantar üstünde elmanın dişlenecek en sert yanıdır bu. yalnızlık tarifsiz bir sevgisizlik sesi. şimdi ne saçını uçuracak bir rüzgar nefesi ne uçsuz umutlarının elbisesi. çakıl taşlarının dindirmek için acısını sadece güneş döker samimi gözyaşını |
Çanakkale - 18 Mart 1915
biz bu toprakları işte bu kahramanlarla kurtardık. bakmadık, soylarına nereden geldiklerine, bakmadık.... her birini birer sınır nişanı gibi tam bağrımıza gömdük ve onlarda sormadılar bize hiç, biz neden öldük..... bugün ne tartışılıyorsa o günden kalan emanetler adına önce bu kahramanlara sormak gerek, önce bunlara... izin verirlerse bırakalım değişsin sil baştan bütün sınırlar gönül koymazlarsa eğer yaratalım yeniden yeni kahramanlar. biz bu toprakları işte bu kahramanlarla kurtardık. onların silahındaki son merminin ışığıdır şafaktaki aydınlık. bugünün hesapları belki başkadır, çağı elden kaçırmadan ama asla bu kahramanları ve onların armağanlarını unutmadan Cevat Çeştepe |
Çaya davet
bütün şiirlerimin altına isminizi yazsam sokaklara dökülüp bu saatte kapınızı çalsam. bir mevsim serinliği değil, güleryüz olsam. benim için ocağa çay suyu koyarmısınız. hepinizden önce ben çıksam kapınızın önüne beraber yürüsek kolkola, gideceğiniz yöne hani şöyle bir on dakika dur desek saate oturup benimle bir bardak çay içermisiniz. dinlemekten vazgeçip sizin için anlattıklarımı gözleriniz aramaya başlar mı birden martıları bir bardak çay gibi sadece sabah yaşadığımı, unutup da yarım simidi denize atarmısınız Cevat Çeştepe |
Çığlık benimdi anne
gecenin yarısıydı, bozkırın tam ortasıydı senin dudaklarında anne, gece rengi bir gülümseme vardı bana ak sütünü veremeden siyahın ne olduğunu öğretiyordun. kanayan bir yerlerin vardı ben ellerin sanıyordum, ağlıyordum. biliyorum, ellerin kanarsa senin beni kucağına alıp hiç sevemezsin . beni kucağına alıp hiç sevemedin anne. söyleyemediğin ninnileri çoktan unuttum bile benzemiyor hiçbirisi dinlediğim türkülere sahi, senin sesin var mıydı anne bulutlara mı benzerdi yavrum diye seslendiğinde. gecenin yarısıydı, bozkırın tam ortasıydı. bir kara tren geliyordu, dumanları ağlıyordu çığlıklar atıyordu üstüme, üstüme … beni alıp götürecekti bir başka ülkeye sen saklanırken bulutlar üstüne, gökyüzüne … ilk defa bir ninni söyle, beni bırakma anne . Cevat Çeştepe |
Çıkalım sığınaklardan gün yüzüne
belki çok daha fazlasıydı, ne yapraklar döküldü avuç içlerimizden. kiminde saflığından arındırılmış hüzün saklıydı kiminde saflığa bulanmış heyecan. ne kadarı bizimdi, ya da biz ne kadar onların.... açan bahar dallarına düşen yağmurların, ne kadar suçu vardı ve zamansız ısınan havanın. belki çok daha fazlasıydı, ne yapraklar döküldü avuç içlerimizden. ve daha ne yapraklar kaçacak gelecek günlerimizden. kiminde umutlarından arındırılmış bir gurur saklı kiminde gururdan arındırılmış bir umut. ne kadarı biz olacağız hiçbiri mi, ne kadar biz olacağız hepsi mi? biz düzenimizin korkmadan saklandığımız derin sığınaklarında, bizim olacak bizim için açacak yarınları bekleyelim. yüzlerce sabahın aynı manzarasında, değişmeyen lezzetiyle çayımızı içelim. içimizdeki ateşin üstüne hiç kül dökmeden. üşürsek ellerimizi güneşe uzatalım, üşenmeden. delelim sığınaklarımızın delinmez duvarlarını. gün yüzüne bürünüp güne çıkalım. kendi adımıza yarattığımız bir güneş olalım. ısıtalım çocukların yürek başlarını. Cevat Çeştepe |
Çıkarcı domatesler
uzaklarda adını bilmediğim o sıra dağlar dizlerimin üstünde bin yıldır okutulan masallar hava şartları kendi halinde, mevsim kimsenin umurunda değil hele el-ele koşan iki çocuk varsa gözlerimin önünde ve özgür bir kuş kanat çırpıyorsa başım üstünde. ben görebiliyor, duyabiliyor ve düşünüyorsam, gene de nafile. aşağıdaki kısa konuşmayı, yola çıkmaya hazır bir kamyonun damperinden domates kasaları ile kamyoncu arasında geçenlerden aldım. duyabildiğim kadar motor gürültüsünden. …………………….. “ne güzel, bu sefer çok çabuk hazırlandınız artık iyisinden bir tezgahta yer bulursunuz şöyle en önlerde, gölgeli, arkada deniz manzaralı ön taraf derseniz o arkadan daha fiyakalı piyasa vaktinde, kendinizi kordon da sanırsınız. diyorum ya hadi gene iyisiniz, çok çabuk hazırlandınız. şimdi anlamsız bir soru gibi, içinizden birileri salça olacak muhabbete, iyi tanırım sizleri. bize ne senin tezgahının iyisinden diyeceksiniz ah nankör domatesler ah, hep kendinizden yanasınız beni hiç düşünmeyin siz, ulan bizde insanız.” ………………….. yukarıdaki kısa konuşmayı, belki bir nutuk kürsüsü yada gazete manşetlerinden kim bilir o masallardan çıkamayanların umutsuz gözlerinden aldım. ve yazdım, geldiği kadar elimden uzaklarda adını bilmediğim o sıra dağlar dizlerimin üstünde hep aynı masal, aynı yalanlar hava şartları mevsim normallerinde kimse kimsenin umurunda değil koşmasa bile olur çocuklar el ele, hiçbir yerde gökyüzüne öyle örtülmüş ki güneş geçirmez bir perde ne görebiliyor, ne duyabiliyor nede düşünebiliyorum kötü olan bu işte. Cevat Çeştepe |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 08:47 AM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.