![]() |
Rûh
Ruh şuurlu kanun, özü, rengi meleklerden, Bir sırlı görüntüyle billûr fânus içinde... İnsanî ufka en büyük armağandır göklerden; Semavîleşmenin helezonları içinde... Melek kanadından tüyler almış gibi atak, Ruhânîlerle iki parmaktan daha yakın; Pervâz eder ilerler hedefi o son durak, Her menzilde duyar iltifatlarını Hakk'ın... Birbirinin peşinde akrep ve yelkovan gibi, Sonsuzun nuruna doğru ve soluk soluğa; Bir derinliğe açılır ki, görünmez dibi, Yollar akar-gider ebedî bahçeye-bağa... Ve bu şevk u tarâbla ağlayan, sevinç ağlar, Her bucakta doğum neşîdeleri duyulur; Ruhlardan taşan neş'e ırmaklar gibi çağlar, Kim erse bu ufka, kendini bir başka bulur. Bu büyülü âlemi Dostuyla paylaşanlar, Aşarlar bir hamlede mekanı ve zamanı; Kendi ruhlarında gidip Hakk'a ulaşanlar, Duymazlar sûru ve kıyamet koptuğu ânı... Onlar öteleri, öteler onları dinler, Işık olur, kitap olur, binek olur varlık; Aşkları ve hicranları vuslatla serinler, Açılır Hakk'ı temâşâ için bir aralık... Görürler ömrün ikbal yollarını hep birden, Bir el iner, hicranla akan yaşları siler; Duyarlar ebediyeti oldukları yerden... Ve herkes arayıp durduğu aslına erer. |
Ruh Ufku
Çevre kararınca gönüller uhrevîleşir, Nazla belirir ufukta halvet *******i; Zâid-nâkıs gelir aynı noktada birleşir, Yağar sessiz sesiz her yana nur hüzmeleri. Aydınlanır gözler, çarpar sîneler yekpâre, Sezilir ne bilinmezler iç içe derinden; Billurlaşır öteler ruhlarda kare kare, Rengi ve çizgisi yıldızların deseninden... Dolunay gibi yüzler ve ışıktan sîmâlar, Dolaşır durur her vadide O’nu ararlar; Bir meşhere dönüşür hem arz hem de semâlar, Ukbâ "buyur" eder onlara kapı aralar. Nuh tufanıyla gelir. Musa Kelîm de sözle, "Tûr-i Sînâ" "Mekke" ile buluşur bu düşte; Ruhla iner İsa, Varlığın Özü de özle, Sidre Kâbe ile aynîleşir görünüşte... Tüllenir her tarafta ömrün neş’e günleri, Bir çağlayan gibi hep öteye akar zaman; İnsan unutur gamı, kederi, hüzünleri Ve artık bir başka hisseder varlığı her an. Vicdan öz dünyasını bulmuş gibi şahlanır, Dost elinden esintilerle her zaman mahmur Ve kendini ukbâ derinliklerinde sanır, Duyar cennet râyihalarını buhur buhur... Her yanda görünür vuslat yolları derinden, Her renk, her ses, her desen bir nağme olur inler; Bütün koylar halvet rengiyle tüllenir birden, Hicranla yanan sînelerin hasreti diner... Varsın artık gün batsın, ufuklar da kararsın, Değil mi ki ikbal gelip idbarları aştı; Varsın artık yaz geçsin ve zemin de sararsın, Değil mi ki arza hayat ırmağı ulaştı... |
Rûh-u Seyyid-ül Enam'a
Yine gamlandı gönül, yine hicrânda bu dem. Yandıkça yandı gönül nâr-ı sûzanla bu dem, Sızladı her bir teli kalbimin tıpkı keman, Ciğerim kebâp oldu aman Sultânım aman! Geçti bahar, ve esti hazân rûhum kan ağlar, Söndü tâli’im, yandı sînem gözlerim çağlar; Sarsıldı emel, uçtu ümit cana elvedâ! Başladı hicrân coştu derûn bana elvedâ! Hasretkeşim, hicrâna ulaştım, pür-melâlim Ey Dost bir nazar kıl Allah için bîmecâlim!.. |
Rûhumun Emeli
Eşyânın kollarında ve nizamla diz dize, Büyülendimdi gelince âhenkle yüz yüze... Rengârenk her yan, tüllenen manâ buğu buğu, Bir tomurcuk açar gibi var olmaya doğru... Her perdede ayrı bir visâl, ayrı bir huzûr; Vicdandaki irfanla bakınca her taraf nûr... İç içe güzellik her köşe, iç içe manâ, Duruyor karşımda tabiat bir gül-i ra’nâ, Sesler, renkler, buudlar... Bu ne müthiş hendese! Vuruldum kâinat mûsikîsindeki sese... Gökler ayrı bir kaneviçe... ve ötesinde, Kudret; inse, cinne bir şey anlatma kasdinde. Yer cıvıl cıvıl insan, hayvan, ağaç ve toprak... Semâ başlar üstünde bir kitap; yaprak yaprak... Yüzyüze iki levhâ birbirine bakıyor, Yıldızlar bizlere dâvet gamzesi çakıyor. O’na dâvet, sonsuza dâvet bütün soluklar, Her köşeye nurlar taşıyor nurdan oluklar. Sen’den ey Yüce Mevlâ, Sen’den bütün bu işler! Senden, ey bencil nefsim, senden bütün teşvişler! Ey Rab! Sen’i bilmemek hasret, yakınlık ateş; Sînelerde yanan kor ocaklardakine eş... Hele aşkın-hele aşkın... aşkın tam bir Cennet! Aşkınla dirilmeme, ne olur inâyet et! Esmâ ve sıfâtın her biri sır üstüne sır, Sırların da ancak kapıkullarına hazır... Sultanlık işim mi! Ben bir kulağı küpeli, Kabûl et, budur İlâhî rûhumun emeli...! |
Rûhun Râbıtaları
Taptâze bir bahar tütüyor az ötelerde, Kokusuyla her rûhu tentene gibi sarmış. Güneşi hiç batmayan o eski tepelerde, Meğer bir başka gündüzün şafağı ağarmış! Ürperten girdaplarıyla hassas yüreklerde, Birer doldurulmaz derinlik oyan *******; Aydınlığa açık gönüllerde, perde perde, Gündüz gibi ağarır, Cennetleri heceler... Her akşam inançlarında tüllenen emeller, Rüyâlarla en tatlı arzular gibi çağlar. Rûh bu hülyâ içinde düşer, kalkar, emekler; Hep Sonsuz için inler, hep Sonsuz’a dil bağlar. Ufuklar kararsa da onun ziyâsı sönmez... Bir renkler dünyâsına doğru coşar, şahlanır... Erilmezlere yelken açar, geriye dönmez; Meleklerle koşar ve ışıkla kanatlanır... Burada, yer göğe, dünyâ ukbâya dönüşür; Ve bu hisle varlık bitevî baygın görünür. Rüzgâr kahkahalarla eser, renkler gülüşür, Bu duyguyla insan ebediyete bürünür... Artık ne hicranlı akşam, ne ağlayan hazan... Rûhun râbıtalarıyla dörtbir yan masmavi. Her seste bir ölümsüzlük nağmesi nümâyân... Ve bu iklimde her fânî âdetâ semâvî... Aşk ve vuslat ihtiyacıyla var olan insan, Ömür boyu hep bu hislerle yoğrulur durur... Gönlünde buğu buğu billûrlaşan manâdan, Öteleri duyar ki, bence murat da budur. |
Rüyâlar
Karardıkça realite ağarır rüyâlar, Ruh gezer menfez arar bütün bir gece boyu; Bulup ulaştığı her menfez bir vuslat koyu, Dolaşır bucak bucak yitirdiğini arar... Karardıkça realite ağarır rüyâlar. Bir soğuk savaş yaşar gerçek-hayal her gece, Hep gel-gitler duyulur akıl-gönül arası, Grileşir hâdiselerin akı-karası... Ümitler üzerinde sert poyrazlar esince, Bir soğuk savaş yaşar gerçek-hayal her gece. Hayalin ufku geniş süzülür semalarda, Nurdan kanatlarıyla meleklerin peşinden; Süzülür geri kalmış bir kuş gibi eşinden, Açılır yüzüne binlerce kapı ard arda; Hayalin ufku geniş süzülür semalarda. Rüyâlar her zaman renklerle dolar-boşalır, Temâşâ eder insan sahilsiz enginleri; Dünü, dünküleri; yarını ve gelenleri... Eskiyenin yerini bir bir yeniler alır, Rüyâlar her zaman renklerle dolar-boşalır. *******i yapayalnız kıvranırken insan, Renk ölü, ses ölü, her yan ölümle örülü; Her ağızda fermuar, fermuar da mühürlü; Kanatlanmak ister ötelere zaman zaman, *******i yapayalnız kıvranırken insan... |
Sabır
Sabır bir büyülü dermân, arkasında îmân, Sabretmeyenin hali hicran üstüne hicran! Her şeyde var bir usûl, sabır da zafere yol, Sık dişini azıcık kurtulanlarla kurtul. Sabırla pişen insan kemâle erer inan! Acelecinin işi duman üstüne duman... Teennî eden erer, acele etme sakın! Vurulup dövünsen de ıraklar olmaz yakın... Örümcek bekleyerek, ağa ağ ekleyerek, Gider hedefe varır nice emekleyerek. Sırattan ince bir iş, koş geçenlere yetiş, Geçen sabırla geçti, aksi bir sürü teşviş... |
Sarsıntı
Hizmet adına bir sarsıntı ânı Evlerdi, yurtlardı gözümün nûru, Görmeden bahârı hazânı geldi. Yapılanlar sînelerin sürûru, Yapan yaptı şimdi bozanı geldi. Gül bahçesinde bir muson rüzgârı, Kırağı korkusu bülbülün zârı, Izdırâbdan hiç kalmamış karârı, Bu işin de artık mîzanı geldi... Saksıda güllerim buruşup gitmiş Hızır-İlyas bir dem buluşup gitmiş; Bahar yamaçlarla konuşup gitmiş, Bize Azrâîl’in ezanı geldi. Kapımın önünde sanki bir songün Simsiyah örtüler, ışıklar ölgün... Enbiyâ, evliyâ yurduna sürgün, Göç edip gitmenin zamanı geldi. Bana ne arkada kalan dünyâdan! Gözlerime büyü yalan dünyâdan; Benim’çün her zaman nâlân dünyâdan, Bir gerçek âlemin fizânı geldi. |
Sebât
Çarkedip durma öyle, maksûda eremezsin; Yerinde kalmayınca, meyveyi deremezsin! Varan sebâtla vardı, gidip menzile erdi, Sen sebât etmeyince, dost yüzü göremezsin! Yollar uzun ve yaman, yolcuya azık îmân, İnançla gerilmezsen, Cennet’e giremezsin. Köprü yıkık, yol bozuk, elden tutan kimse yok, Hakk’a gönül vermezsen öteye geçemezsin! Derin dere, sarp yokuş, Hak-erine hepsi hoş, Hak’la hemhâl olmazsan yayını geremezsin! Varanlar vardı çoktan, varlığa erdi (yok)tan, Yok olmayınca sen, huzûra yüz süremezsin..! |
Sen
Bakıp seni gören âşık Başka cemâli neylesin? Dostluğuna eren sâdık, Başka visâli neylesin? Kulaklar duymuşsa sesin, Duyar mı ağyâr nefesin! Gönüllere Sultan Sen’sin, Gayri âmâli neylesin? Ağızlara şerbet-şeker, Zikrinden var ise eser, Sevgini tadmışsa eğer, Kaymağı-balı neylesin? Gönül Seni sevmiş ise, Her emrine ivmiş ise, Varıp sana yetmiş ise Mâl u menâli neylesin? Fakirler Seninle ganî, Âcizlerin tek güveni Şevk ile ananlar Seni, Derd ü melâli neylesin? |
| Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 05:05 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.