![]() |
5-)
Ömrün kaçta kaçını dolduruyor düşler, uykulardan uzak, kaç sohbet sofrasına tanık oluyor bir ömür, kaçından doyarak kalkıyor bilinç, yaşanmışlıkların ölçütü olabilir mi zaman… Damlalar düşerken hep yağmur mu gelir akla, dalı kırılan bir fidandan süzülen sıvı, taş değmiş bir kekliğin kanadından akan kan düşmez mi toprağa, ıslatmaz mı toprağı… kaç satır sığıyor her nefese nefesin aldığı yol insan ömrünce gönülden gönüle anlık sohbetlere dalıyorum kendimle bir sen oluyorum bir ben biliyorum damlalar düşerken bir buluttan bir serçenin döşünden sende düşler denizindesin belki bir portakal belki bir vişne toprağı deler gibi sarıyorsun bedenimi |
Körebe
kime dokunsam sobelenecek bağlanacak gözleri uzanacak elleri boşluğa değişecek bir çok şeyi ebe olacak ebe ne garip şey oyunda ebe olmak bağlı iken gözleri bulmaya çalışmak bir şeyleri hissettirmek için tüm duyuları zorlamak bilinci ne garip şey oyunda olsa |
Kubilay
taş atma elin kırılır dediler çocuktum taş attım adam gibi adam sanılana elim kırılmadı ters düştüm şeytana şeytan giremedi sazıma düşlerime sığdırdım bir çift mavi göz adam gibi sakalı vardı elinde palası sopasının ucunda bir kanlı güneş cennetin bekçisi sanırdı herkes bir çift mavi göz yayıldı düşlerime nasılda kara basanlar saracaktı düşlerimi dalmasaydım maviliklere bin Kubilay doğmasaydı ne olacaktım kim bilir |
Kurşun
kurşun soğukluğunda tene dokunuşun sayısını bilmediğim tüylerim ürperiyor ne çok şey bilmiyormuşum anlayamıyormuşum satırların arasında ezilen ne çok şeyler varmış cehennem sıcağından çıkan bir kurşun saplanıyor tenime ürpertilerini salarken düşüncelerime eller diyorlar ya hani o eller dokundu mu kelimelerde ayrı bir kabza dostluğu kadar düşman bir yumruk atışındaki kin ne ki tokanın içindeki gizemin ardında fırtınalar kaplıyor şehrimi bulutlarımı alıp götürüyor görüpte dorukları duyupta çağrısını uykudan uyanır gibi sabahın mahmurluğunda gizleniyor gizleniyor kelimeler sessizlik düşüyor yüreğime yeni bulutlar oluşacak düşen her damla bu sıcakta buhar olacak yükselecek gökyüzüne beklemelere gebeyim zamanı örmeye tercihler koymalıyım önüme siyah beyaz kahverengi olmamalı derken bile bir kızıl düş olmalıyım |
Kurşun Yarası
vurdular beni günün tam orta yerinde yaram nerede nerede yaram bilsem tütün basacağım ılık akar hüznün sızısı derin olur diyarlara dalması yönünü bilsem kurşunun siper edeceğim beynimi vurdular beni faili meçhul düşüncelerimin yaram nerede nerede akan sızı bir şarap burukluğunda çekilirmiş acı ekimin habercisi yeni haberler veriyor satır araları boş kalmış yine bir şeyler oluyor İstanbul İstanbul vurdular beni eylül ayında gün ortasında kara haber tez duyulmaz gülüm gülüm sol yakamda ağıtlar yakmayın halaya uygun türküler söyleyin çemberler kurun yakın ateşi gün yanma günüdür avutmayın ağıtlarla beni yaramı bulamadım saydım ki ben vuruldum yalana saymayın sözü her gelen haber san ki kurşun yarası |
Kuytular
dilim dönmezdi söylenmelere kılıç gibi bir şeylerdi batan yüreğime kara dut yemiş misali gelince dilimin o yumşak ucuna alıp başımı orda bırakıp seni giderdim yalnızlıklara buram buram öfke olurdum çocuksu duygularda kaprisi bol olurdum sen ki masanın bir köşesinde bilinmezlikler içinde verirdin ısını gökyüzüne yalnızlıklar besledi beni yalnızlıklar bıraktı kuytulara kuytular yaren gibi sarıldı bırakmadı beni serseri hülyalara dalamadım |
Küçücüktük
küçücüktük küçücüktük bir embriyo kadar başladık büyümeye isteme sekte sevinçle avıyla doldurduk her geçtiğimiz zamanı konu olduk dizelere zaman büyüttü bizleri bazılarımız kendilerini |
Küçük İnsanların Kokusu
Oturduk Bakışarak Atatürk Parkında Bir bank Sizler için, Sıradan Belki… Karşıda Akdeniz Bir yanda Mersin Limanı Uzaktan Küçük gibi Görünen Kocaman Gemiler Kocaman Vinçler İyot kokusu Geliyor karşıdan Tuz karışmış Denizin tuzu Değil bu Küçük İnsanların kokusu Kaç yıl Önceydi Yürürken Ellerimiz Bir birine Teğet geçmişti Ürpertilerle Sarsılmıştı Bedenlerimiz Oturmuştuk Sonra Susmuştuk Sonra Acemice de konuşmuştuk Sonra Kalkmıştık istemeden Ne kadar çok İstenmeyen yaşandı Limanda ter/ kana karıştı Ne kadar çok İstenmeyen düşlendi Sevda gibi, Özgürlük gibi Sevdalara Hayaller kurdum Düşleri kurdum Sevdalarım umut Düşlerim yalın kaldı Bir yanımda hüzün kaldı Bir yanımda sevgi |
Küçük Şeylerdi
Küçük şeylerdi Coşkumu öylesine kamçılayan Hani öylesine, Pembe panjurlu evler değildi Küçük bir tebessüm İçinde olduğum Yanağa konan bir buse Kucak dolusu çiçekler değil Henüz açmamış bir tomurcuk Yaprakta bir kırağı tanesi Küçük şeyler mi demiştim Bu ayrılıkta sevdamı küçültemem ki |
Küfrün ağırlığını taşırız
Küfrün ağırlığını taşırız Birer, birer yitirirken zamanı Meze dolu sofralardır önümüzdeki Kah bir tutam sevdadır aldığımız Bir çatal acı ile beraber Bir yudumda iksir anılardan Kadehler kalkar havaya Çin, çin eder kaybedilenlere Bir eksiktir her zaman …………………..Birde fazla Zaman su değirmeni gibi Öğütürde, durmaz terazisi Haktır Öğütülenin Kardeşçe üleş ilmesi Dostlar ediniriz ağırlıkları kadar Ağırlıkları kadar sevgi veririz Uslanmaz yürek, bir deli eser Masa durdukça yerinde Giden gider, Durmaz gelenler Bende sana kalmam gönül Sevdalarımın kökleri var Küfrün ağırlığını taşırız Birer, birer yitirirken zamanı Dostlar ediniriz ağırlıkları kadar Ağırlıkları kadar sevgi veririz |
Küheylan
ayırt edemezler küheylanı uyuz eşekten usta bir nalbant gibi vurur nalına da mıhına küheylan sırtında koyun çobanı sanır kendince uyur eşek altında kaynatırlar kazanı alev cehennem ateşi kanan sanır aş evi bedeni kim bilir kimin dişinde sanırlar ki düzen eski dönem vurdukça kırbacı söylenecek etme ağam küheylandan uyur eşek olur mu şaha kalktı mı üstünde çobanı durur mu |
Külden Ağaç Olurmu
en büyük acı sevgi den doğar en keskin ağının sevgiden üretilişi gibi onun için değimlidir ki en büyük savaşlar cahilliğe karşı kolu kırarız yeni örteriz üstüne kanat yolarız yastık yaparız düşlere yol bilmez rehber ile neyleyim neyleyim lekeyi iz bilenleri izi sürüp kendini görenleri devranı ters döndürenleri külden ağaç olur mu |
Küresel Bakış
artık eskisi gibi tabloların arkasına malik hanelerde saklanmıyor kasalar yılanlar sessizce ıslık çalarken kayıp gidiyor bir yerlerde kan damlıyor toprağın üstüne elini dudağı ile ıslatmıyor istifçi makinelere bırakmış işini çağ atlar gibi çayda otlar gibi orta yerine düşüyoruz her yanımız ıslak |
Küstürdüm Küs Çiçeğini
Küstürdüm Küs çiçeğini Oyun oynarcasına Küstürdüm Küs çiçeğini Küs küs bakarken Yapraklarını kapatışına Oyun oynarcasına Bırakarak arkada Çıkardılar beni Bedenime Verirlerken Özgürlüğü Direnişin Türkülerini Yeniden doğuşlara Gebe kalınmayacak gibi Bıraktırdılar Kapanan Demir kapıların ardında Mehmet’in gülümsemesi Kelepçesiz bilek Bilince kelepçe İstedikleri Buna yürek Yürek müsaade eder mi Beyaz boyalı Tuval kağıtlarım Yeniden resim Yapar gibi yaşarım Bir ağıt dolandı Dilimin ucuna Bakışlarımda belirdi Nevzat’ım Yedi pare top atışına Yüreği değer ozanım Senden bozma bir şeyler Dolandı dilime Beni buralarda arama Adımı sor ma kapıda Beyaza boyalı Tuval kağıtlarım Ellerimde hayat Bilincime uymalı Küs küs bakarken Kapların kapanışına Kulaklarımdan uzak Sesler doluyordu Boşluğun gelip oturduğu Bedenimin bir köşesinde Aynı şekilde çarpan umuda Beni buralarda sor ma Sorup ta dağıtma Umuduna kat beni |
Lanet Olsun Derken
Lanet olsun derken Utanıyorum, sessizce Görmeseniz de, yüzümün Şafağa vurmuş kızıllığını Duymasanız da içimde tutuşan Sevdalara bulanmış yıldırımları Dönüp bakın birde aynaya Sabah gazetelerinizi Okuduktan sonra Duyacaksınız beni Göreceksiniz öfkemi Kendi dünyanızda da Aynalardan bir kırpıntı Gazetelerden bir köşe Perdesi çekilmiş bir pencere Bulacaksınız Anlayacağım Yalnız olmadığımı Yinede fark etmeyecek Bulutlar tutamazlar ki Biriktirdikleri su damlalarını Ay olacağım belki Beklide bir yıldız Karanlıklardan bakacağım Yer yüzüne doğru Biliyorum Aramadıklarımı bulacağım Ankara’nın Sisli bir gününde Uyanıştan Çankaya’yı İzler gibi bakacağım Yüreğimde sevgi Yüreğimde hüzün Öylesine bakacağım |
Lozan
Yanan tarlaların arasından Dört nala geçi yor atlılar Bağrındaki hançeri Söküp atmak için ……………Anadolu’nun Özgürlüğün savaşçıları Yanmış, yıkılmış köyler Sıra, sıra olmuş Gıcırdayan kağnılar, Yollar toz, Güneş yakıcı Yüreklerinde taşıyorlar Acımasız İsyan ateşini Özgürlüğün türküsünü Söylüyorlar,.. Omuzlarında sandıklar Kimisi bir baston misali Girmiş Mehmet’in koluna Mehmet aksak Yüzü gül içinde Nal seslerine karışmış Seslerin altında kalmış Bozkır çiçekleri eziliyor Bedeli çoktan kesilmiş Lav olmuş bilinçleri Yorgun bedenleri Kükremiş atlarının üzerinde Ege ye doğru uçuyorlar sanki Uzaklardan, Lozan’dan Sesler geliyor duyuyorum Açmışım gönlümü sonuna kadar On dokuz mayıs bin dokuz yüz on dokuz Martıların bıraktığı umutları Kartalların kanatlarında taşıdılar Samsundan Erzurum’a, Afyon’a İzmir’den, Ankara’ya, Lozan’a Kalemi kanla yazdırdılar Onurun kahramanları, Özgürlüğün Savaşçıları Nasıl unuturum Uzaktan Lozan dan sesler geliyor Açmışım gönlümü sonuna kadar |
Masal Anlattı Bana
masal anlattı bana uzun uzadıya dolaştırdı lafları yorulmuştum dinlerken gözlerim kapanmış mıydı özür ünü dilerken bilmedim ki kabul edilir cinsten de değildi yaptığı hata ne fark edecekti işitmem uykulardan uzak zulalara koydum bilincimi Ankara’nın sokakları öylesine karışık değil kaybettiysen eğer yolunu bil ki karışık olan karışık olan zulasız masal sevdalarında dır |
Masallarda Yaşarım
önce saçlarını gördüm salınıyordu belinden aşağı doğru örgüsüz hızla döndürdü başını savruldu saçları çöl esintisi vurdu suratından suratıma doğru ay yüzlü ay kızın o zamanlar bir başka idi yürek kıpırtılarım o zaman bu zaman çok yol aldım bir masaldı vardığım yerim gerçek dışı diyorlar masallara rasgele seçmedim türün adını emek değil midir polenin bala dönüşümü basarsınız bir tuşa ardından bir tuşa daha önce harfler dökülür dizdirir birikmişlikler onları nicel nitel ilişkisi işte anlayan bilir bir kaçta soru olur kafalarda ben rahatlarım o düşünür emeğin ölçütü konur bağ bozumu gibi küfeler taşınır ay yüzlü ay kızın şekillenir adımları masalın sayfalarında yer açar bana başkalıklar kalkar sürer kıpırtılarım |
Mavi
deniz mavi rüzgar mavi biri imge imiş biri kendisi boşuna arama bulamazsın ki benimkisi düşler alemi dil karası can yarası bu olsa gerek… |
Mavi Düş
her gece doğacak Güneşi düşleyerek umudu yastığın altına koyuyorum yüz vuruyorum kumsala deniz umut oluyor gökyüzü ben ufukta buluşuyoruz mavi düş oluyorum kum tanecikleri yapışmış yanaklarıma usulca vazoya koyuyorum umutla yatıyorum |
Mavi Mavide Yeşil Yeşilde
deniz durur karşıda gelir vurur dalgaları bana sahilin alır götürür kumunu kum benim neyime maviyi sermiş gözlerimin önüne yoksunluğu bir dert derler çekilmeye mavi mavide yeşil yeşilde yeşil türbe durur yerinde ulu camiden dağlara doğru bir yol gider sonunda ulu bir dağdır yeşili dumandır yokuşu yamandır yokuşa vurmadan ayaklarım durur aralarda bir yerde gençliğimden kalma sırlar doludur taş duvar arası tarih olmuş demir bir kapı yanda tabela Bursa Erkek Lisesi söyler misiniz unutturdu tarihini zaman belası yaşlanmak bir başka oluyor zaman koruk gibi demir kapı ağır ağır açılır ülkemin kokusu yayılır bir heykelin gözü bakar dışarı doğru altında yazılar unutulmayan yaşananlar yüreğimde açan sevda tutkusu sürgün yıllarıdır Anadolu da tomurcuklar açılır gelir önüne gözlerimin sürgündedir bedenim sürgünde sürgünlerin esaretini değil böylesine sürgünlerde sürgünleri de sevdim ilktir koğuşla tanışıklığım sekiz ranza on altı kişi ilk gurbetti ana baba dörtte kardeş özlemdi gerisi öylesine şeylerdi kök tutmamıştı sürgün yıllarında sevgilerim kapanırdı kapılar akşamları kaçamak bakardı sokaklar dayanırdı gözler camlara yaşama bakılırdı uzaklarda dolaşırdı bilinçler uzaklarda olurdu yürekler en çokta analar gelirdi akla süt beyazı gibi saf bebek masumluğunda çığırtkan uykusuz ******* sokaklar çağırırdı camdan bakışlarımı dayanamazdı çağırışına ayaklarım tophane çınaraltı ahh çınar altı kocaman bir çınar bir destan hayalinde altında masalar siyah beyaz bir televizyon birazda eski türküler Mutlucan dan uzak güzeldi be güzeldi o günler gece olurdu boyaya bürünürdü sokaklar yaşayanlar bilirdi renkleri her birinin ayrı idi dilleri yaşlar küçük yürekler büyüktü karanlıklar içinde sanki göğü inletirdi/ adımlarımızın sesi tek olmalardan uzak kök tutmaya başlamıştı sevdalarım öylesine sevmiştim bu şehri ne çekirgesi ne yeşili ne uludağı vurguna vurmamıştı beni attığım adımlarda çoğalan seslerdi öylesine dönerdim demir kapıların ardına küçük kaçamaklardı hani okul kaçamakları sevdalarım böyle işte böyle kök salmaya başladı |
Mecra
belkide mecrasız olduğundandır düşüncelerimin denize ulaşamaması deltasız kalması ütopyalarımın olsun damarlarımda akan kan aynı oldukça mecralara ulaşacağım |
Melez Sevdam
bir iki üç yek du se ne değişti sizce meleze mi çaldı düşüncelerim rengimi değişti sevdalarımın ya o zaman onca güzelliklere kıymak niye bir ağaç olmak çamların arasında bir meşe yada gürgen bir dere kenarında salkım söğüt yada kavak bir ırmakta yayın olmak yaşamak hissederek o anı ne dağı ne ovayı düşünmek tek bir vücut gibi korumak her değeri çekmek birlikte sevda tüten halayları bırakırlarsa bizi bize |
Melih Coşkun+Zafer Zengin Etnika
Hummalı bir çalışma Sormayın, Dostlar başına! Yenilenir gibi kent Değişen kaldırım taşları Neon ışıkları Vitrinler Yüzler aynı Diller aynı Kulak aynı Farklı dillerde, Söyleniyor aynı masallar Uyu bebek uyu da büyü Uyu şair uyu da büyü Bak nasılda Raks ediyor kelimeler Bulutlara sordum seni. Bulutlar mavi. Bulutlar hüzün karası. Aşk mı, sevdamı Özü şiir yarası Ahmet Arif’im Hasan Hüseyin’im Özledim sizi Unutturamadı Vitrinlerin yeni renkleri Ama yüreğimde taze umut |
Memleketimde Baharı Özledim
Korku ektiler Sevda bahçelerine Adına aşk dediler Sevda dediler Eksik etmediler Hibelerini kredilerini Verdikçe verdiler İnsan haklarını Hayvan haklarını Öldürme haklarını Küreselleşen Sermaye Milletleşen Ülkeler İstediler Daha Çok vermek İçin Memleketimde baharı özledim |
Memleketimin Üçlemesi
bıtım ağaçlarının altına yazılırdı taş baskı sofra bezleri çimen kaçağa bürünürdü boyalı yumurtaları tokuştururlardı gönlü uzağa açılamayan çocuklar panayıra dönerdi yeşillikler bıtım ağaçları ve keklikler ökseler kurulurdu uzaklara ürpertiler dolaşırdı çalılıklarda Okulumuzun bahçesinde Çitlenbik ağaçları vardı küçük küçük kuşlar konardı gözlerim gözlerine değmeden ordan oraya kaçarlardı umutlarım vardı kitaplarım insanlardan da öğrenecek çok şeylerim vardı Hataylı Nurullah dedi ki Bunlar Çitlenbik değil biliyorum dedim bıtım sevgiyle baktım çocukluğumu hatırladım o da değil dedi Menengiç bizde meşhurdur kahvesi Şiirt’te sabunu bıtımın Hatay’da kahvesi Menengicin Denizli’de kuş yemi Çitlenbiğin Meleketimin üçlemesi bildiğim |
Menteşe
sessiz duruyordu kapı sen gelince gıcırdadı menteşe yayıldı koridora bir soluk ışık ince kıvrak beden gibi uzuncaydı gölgen dağıldı düşüncelerim bir şeyler düştü içerime boğdu kırılganlığın sesi gibi menteşeler gıcırdadı kapı kapandı |
Merhaba
yine sabah oldu gözlerim mahmur bir avuç su istiyor merhaba diyebilmek için günün gerçeklerine dışardan tek tük motor sesleri geliyor zaman belikli hayli ilerlemiş can bir sıcak çay istiyor sıcak bir merhaba ister gibi Merhaba dostlar Merhaba gün ışıkları |
Mevsim Yaz
Der ki Bir düşünür “Su ile başladı Medeniyet” Bulutlardan uzak Bir gün Mevsim yaz Martıların sesi Biden çok uzaklarda kaldı Martılar, neden Çığlık çığlığa bağırırlar Bir şeyler mi var Anlatamadıkları Güneş vurur Buhar olur su Yükselir gökyüzüne Doğru Bulut olur Damla olur Neden Damlalar Yeşilin üzerine Daha fazla düşer Yağmur olur Toprağın kokusu Duyulur Çaylar dereye Dereler ırmaklara dönüşür Özlemle buluşmak için Denizlerle Emek emektir, birleşmeleri Deltalar oluşur Her kıvrımları Irmakların Bir başka yaşamdır sanki Martılar uçuşur Kuşluk vakti başlayan Akşamın sessizce Gelişine kadar uzanan Oynaşırlar denizin üzerinde Gündüzün yakamozları gibi Yakamoza benzer umutları Parlak, suya çizilmiş resim gibi Bağırırlar, hiç durmadan Yüreğimi yakar çığlıkları Canım yanar Canın yanar Anlarım onları Denizler kirleniyor Aslında kirlenen Medeniyet karışmış Suların getirdikleri |
Mevsimler Geçtikce
gözler taşır her şeyi yüreğe ahh o harman yeri rüzgara savrulan yürekleri dağı dağ gibi bağı bağ kaç pulluk geçti üzerimden kaç gök gürledi derinlerden erken açtı başaklar hayra yormak ne mümkün daha kaç koç yiğit yetişecek kaç toy düğün kurulacak mevsimler geçtikce yılların önünü kim kesecek tüm sevdalarımı gömüyorum bu kızıla doymuş topraklara bu topraklar sevdasız koymaz beni |
Meze
tadına varabilmek için şiirin iğdişleşmiş kelimeler içerisinde çöplüğünde debelenen horoz gibi didinip durdum bulmak için biberini tuzunu salçasını yağını unutmamışlardı unuttukları aşı alışamadım meze yapmaya yarım asır biriktirdiğim ilmek ilmek emek emek bilgi birikimlerimi |
Mundar
balık istifi dizilmişti dolabın içerisine dokundun dokundum dokundular sonra kimse almadı sordum mundar oldu dediler o nedenledir ki müsaade etmem kimsenin dokunmasına açıkta kalmış duygularıma varsın diyeceklerse yabani desinler… |
Mutlaka Güzel Olacak
kora tutuk körük basarak örse koyduk çekiç vurarak suya koyduk çeliğe dönmedi emeklerimiz ya biz bilmedik yada sevgiyi ölçemedik tezgahlarımızda ama yinede çıplak yüreklerimizde bizim olmayan bu dönemde umutlarımız var beklemelerde hey şey bir gün mutlaka güzel olacak |
Nasıl Bahsederim
ezilmişken tüm çimenleri ülkemin nasıl bahsederim ıtır kokularından fesleğenden sızar pelte pelte olmuş hayallerim kalemimin çizgilerinden |
Nasıl Durdura Bilir ki
pencerenin önünde yıldızların savurduğu olgun huzmelere dokundurarak tenimi beslerken bilincimi gecenin zifiri karanlığı yüreğim ile baktıkça ben nasıl durdura bilir ki korkularımın dizelere gidişini |
Nasılda Açacak Güller
kem gözlere şiş değmesin değmesin bir kalem ucu kadar acı verebilir misin düşürebilir misin koru yüreğimden içeri ama ben kaleme dokunarak söndürebilirim en ücra köşelerdeki yangınlarınızı bir bir vurulmazsa ellerime kelepçe yüreğinize mühür sanmayın ki gürleyen topları yürek ısıtır düştükçe bilincimize kızıla çalan gülleleri karanlığın içinden geçerek kuyruklu yıldız misali bizim meşrebimizde yıldızlara dilek tutulmaz öylesine sokaklarda tenekeler çalınmaz vurulur isyanlara kamçı gibi satırlar kor alevlerde çeliğe su verir ozanlar her düşen yiğit toprakta başak gökyüzünde yağmur tanesi olarak yüklenir bilgeliğe yaşatarak kem gözlere şiş değmesin değmesin bir kalem ucu kadar acı verebilir misin düşürebilir misin koru yüreğimden içeri bak işte o zaman ozanım nasılda açacak gönlümüzün gülleri |
Ne Çareki
ne garip haberler düşüyor sayfalara çöpten bulduğu salamı yiyen ailede diye başlayan ölüm haberleri işsizlik dokuz nokta bir gerilemiş dört günlük bebek sokağa bırakılmış bir gariplik var bu işlerde bir gariplik kış güneşi gibi ısıtmıyor tenimi bilsem de orda olduğunu bilmenin ötesinde kar etmiyor üşümeye var olduğu toprağı ıslatan damlalar sanmayın ki bulutların bıraktığı yağmur taneleri saplanmış tırnaklarım avuç içlerime ne çare ki yetmiyor haber sayfalarına |
Ne Çok
ne çok mutluluklarla doldurmuşlar dağarcığımızı avunmuşuz açmışız elimizi duacı olmuşuz günahlarımızın tövbeler sunmuşuz tüm aflarımızı erdem sanıp erdirmişiz kemale şarlatanları sev sevki sevgili KUL olursun demiş ne görkem demişiz sev dedi tasmanın ucunu vermişiz ellerine efendilerimizi yaratmışız kelebek ömürlü köle hayallerimizle keserek umudu umut dilenir olmuşuz efendilerden |
Ne Çok Şeyler Yitirdik
ne çok şeyler yitirdik çocukluğumuzdan bu yana yeni alınmış Sümerbank mamulü İskarpinlerle yattığımız huzur dolu günlerimizi yarım kilo et alabilmek için et balık kurumunun önünde beklentilerimizi ne çok şeyler yitirdik anılarımızdan öte |
Ne Diyeyim Gülüm
ne diyeyim sana gülüm varoşlarına sevdanın güneş doğmuyor ürpertiler arasında kaldıysan eğer yenildiysen soğuğa örtünmediysen bilgi birikiminle ve halen dinlemedeysen ezbere dayalı tembelliğinde dik olsun istiyorsan kuyruğun keçiye inat uzaklaştırır seni benden yanar yüreğim solan bir çiçeğin tacına dokunurken elim bükülür benimde boynum ben onu anlarım |
| Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 04:31 AM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.