![]() |
Sunu
Sararan yapraklarca hüzün Ve hastahane duvarlarını kaplayan Kızıl yapraklarca umut Sarar benliğini suskun aşıkların. Onlar ki, Asit dökülmüş ten kadar örselenmiş çocuktular Ve güzel senfoniler yaratabilecek denli nota yüklü. |
Sudaki Bir Çınar Gibi
Karanlık karanlığı çağırdı, ve paramızın konuştuğu Bu planlanmış Boston Babil’inde Pencerelerimizi dirsekler rezalet. Bakire’nin yürüyüşüyle Çoğaltır hazırlanan ülkenin karanlığını Ve güller döndürür emaye çehresini Veya düşer kıymıklara sulanmamış caddelerde. Babilli Meryem Ana çeker gider, gider. Bir zaman gözünün bebeğiydim. Sinekler, sineklerdir çınardaki, caddelerdeki. Sinekler, sinekler, Babil’in sinekleri Vızıldar kulak zarımda iblisin insanlara uzun mersiyesi Patlatırken saatleri Suda yüzen şehirler için Altın diliyle büyülerken Babil Kulesi’nin duvarcılarını Yükseltsinler diye asla kurulmayan yarının kentini güneşe bu cehennem ateşidir Boston caddelerine, Efendimizin kalkanına vuran Bir kılıçtır güneş: Sinekler, çınardaki sinekler, caddelerdeki. Sinekler vurur Atlas’ın buzlu tansıksı sularına Ve Meryem Ana’mızın Massabielle’deki Mağarasında durduğunu gören Bernadette’nin gözlerine, Doğrudan gördü onu ki Görüntüsü mantığın gözlerinden çıkmıştı. Mezar açıktı ve İsa çıktı içinden. Ah Jeriko’nun duvarları! Ve Atlas duvarlarımızın Bütün caddelerinde şarkı söylenir: “Şarkı söyle, şarkı söyle Kral’ın dirilişine” Sinekler, çınardaki sineklerdir, caddelerdeki. |
Suçluyorum
O zaman suçlamıştım onu umudu boğanı, bütün Amerika boyunca haykırdım ve attım onun adını utancın mağarasına. O zaman beni sorumlu tutmuşlardı suçlardan ötürü, satılmışların ve işe alınmışların sürüsü: “hükümetin sekreterleri”, polisler, yazmışlardı katranla benim hakkımdaki hakaretlerini, fakat hainler yazdıklarında büyük harflerle adımı, gördü duvarlar ve sildi gece sayısız elleriyle, halkın ve gecenin elleriyle sildiler boşuna şarkımın üzerine bulaştırmaya çalıştıkları bu rezaleti. Sonra gece geldiler yakmaya evimi (ateş biliyor şimdi onları gönderenin adını) ve bütün yargıçlar birleştiler yargılamak için beni, aradılar beni çarmıha germek için sözcüklerimi ve bu gerçekleri cezalandırmak için. Şili’nin sıradağlarını kapattılar yurtdışına çıkmayayım, ve orada ne olup bitiyor anlatmayayım diye, ve kabul etmek ve korumak için beni açtığında Meksika kapılarını, o zavallı şair Torres Bodet, hiddetli gardiyanlara teslim edilmemi emretti. Fakat yaşıyor sözcüklerim ve suçluyor özgür yüreğim. Neler oluyor, neler oluyor? Pisagua’nın gecesinde, hapiste, zincirler arasında, sessizlikte, onuru kırılmış anayurdumda, bu kötücül yılda, kör sıçanların yılında, bu gazabın ve hıncın kötücül yılında, neler oluyor, diye soruyorsun, soruyor musun bana? |
Su Baskınları
Yaşıyor yoksullar aşağıda ve bekliyorlar ki ırmak yükselsin *******i ve denize sürüklesin onları. Akıp giden küçük beşikler gördüm, evlerden küçük parçalar, sandalyeler, ve gökyüzü ve dehşetin birbirine karıştığı yerde ceset soluğu suların müthiş bir hiddetini. Sadece sana ulaşır, sen ey yoksul, senin karına ve mısır tohumuna, köpeğine ve aletlerine, öğrenmen için dilenmeyi. Yükselmiyor su malikanelere, kar beyazı giysileri yükseliyor çamaşırhanelerden, Yut bu boğan çamuru ve ölülerinle birlikte denize doğru yüzen bu enkazları, o fakir masaların ve çıplak kökleriyle dalgadan dalgaya dolaşıp duran yitmiş ağaçların arasında. |
Söylenmeli Adları
Yazı yazarken kınıyor beni sol elim. Diyor ki: neden anıyorsun onların adını? nedir onlar? anlamı nedir onların? Neden bırakmıyorsun kalsınlar anonim olarak kış çamurlarında, atların işediği o çamurlarda? Ve cevap veriyor sağ elim: “Doğmuşum ben çalmak için kapıları, kavramak için kavgaları, o zehirli örümceğin asalaklaştığı en son tenha gölgeleri yakmak için”. Söylenmeli adları. Anayurt, sen vermedin bana senin şebboylarında ve köpüğünde senin adını söylemenin o nefis ayrıcalığını sadece, bana sözcükleri vermedin sen, anayurt, sadece altından, çiçektozlarından, rayihadan adlarla çağırmak için seni, emreden siyah yelenden düşen çiyden damlalar seçmek için: senin karnında kımıl kımıl bu soluk solucanların adlarını söylemek için gereken heceleri bana sütle ve etle verdin, senin kanına eziyet edenleri ve hayatını yağmalayanları. |
Söyle Lanetlenmiş, Nedir Elinden Gelen Rüzgâra Karşı?
Söyle lanetlenmiş, nedir elinden gelen rüzgâra karşı? Nedir elinden gelen, ey lanetlenmiş, çiçeklenip filizlenene karşı, sessizce ve tetikte beni bekleyen ve seni kınayana karşı? Ey lanetlenmiş, satın aldığın her şey ihanetinin salkımında sallanır, ve sürekli yıkamak zorundasın onu parayla. Ey lanetlenmiş, gönderebilirsin sürgüne, tutuklayabilirsin ya da işkence edebilirsin ve tezelden ödeyip satın alabilirsin pişmanlıkları, ne ki rahat bir uyku yok sana kısa namlulu tüfeklerinle çevrilmiş olsan da ben anayurdumun bağrında bir sığınmacı olarak yaşadıkça! Ne de acıklı senin küçük ve uçucu utkun! Aragon, Ehrenburg, Eluard, Paris-şairleri, yürekli yazarları Venezuella'nın ve diğerleri, başkaları ve daha da başkaları benimleyken, sen lanetlenmiş olansın Escanilla'yla Cuevas arasında, Peluchoneaux ile Poblete arasında! Halkımla yükselmiş merdivenlerde halkım tarafından saklanmış derin mahzenlerde, memleketimin toprağında ve onun güvercin-kanatlarında uyurum ben, düşlerim ben, altını üstüne getiririm tezgahların. |
Söyle Bana, Çıplak mıdır Gül
Söyle bana, çıplak mıdır gül, ya da başka giysisi mi yoktur? Niçin saklar ağaçlar acaba köklerinin görkemini? İşiten var mıdır ki suçlu bir arabanın vicdan azabını? Yağmur altındaki bir trenden daha hüzünlü başka bir şey bulunur mu ki dünyada? |
Soylu bayan, Söylemeyin Lütfen
Soylu bayan, söylemeyin lütfen Biten bir aşkın kederli şarkılarını; Bırakın kederi bir yana ve şakıyın Nasıldı aşkın alazı. Şakıyın uzun derin düşünü Ölü sevdalıların ve nasıldır Anlatın o aşkın gömütü: Yorgundur şimdi aşk. |
Soru
Sevgilim, bir soru var seni tümüyle mutsuz eden. Geri geldim sana o dikenli kuşkudan. Dosdoğru olmak isterim sana kılıç ya da yol gibi. Fakat sevmediğim gölgeden bir köşe saklamak istersin ille de. Sevgilim, doğru anla beni, her şeyinle seviyorum seni, gözlerinden ayaklarına, tırnaklarına, içinden, sakladığın bütün paklığına kadar. Kapını çalan benim sevgilim. Daha önce ikirciklenen hayalet değil, pencerenin önündeki. Deviriyorum kapıyı: giriyorum tüm hayatından içeri: geliyorum ruhunda yaşamaya: engelleyemezsin beni. Kapı üstüne kapı açmalısın, sözümü dinlemelisin, incelemem için açmalısın gözlerini, görüyorsun nasıl gidiyorum ağır adımlarla kör gibi, uzanmış beni bekleyen bütün yollarda. Korkma, seninim ben, fakat ne yolcuyum ne de dilenci, kendini uzaklaştırdığın ve beklediğin, efendinim senin, ve şimdi giriyorum hayatından içeri asla çıkmamak üzere, sevgilim, sevgilim, sevgilim, kalmaya geliyorum. |
Sonsuzluk
Yeni kurumuş bir toprak için yazıyorum, henüz taze daha çiçeklerden, çiçek tozundan ve harçtan, beyaz kubbelerinin yuvarlak boşluklarını temiz kara karşı tekrarlayan bir kaç krater için yazıyorum, ifade ediyorum kendimi uçurumdan yeni yükselmiş demir grisi dumanın beraberinde getirdiği şey gibi, herhangi bir adı olmayan fakat yalnızca yosunun küçük çanını, terli erciklerini ya da kısrakların alazlandığı o sert çalılıkları tanıyan bölgeler için konuşuyorum. Nereliyim ben, bu özgün, mavi özlerden değil mi birbirinin içinden süzülen, kabaran ya da bastıran birbirlerini, yayılan gürültüyle ya da uykuda akan, ya da tırmanan havaya ve ağacın iskelesini oluşturan, ya da batan toprağa ve bağlayan bakırın hücresini, ya da kızgınlaşan ırmakların dallarında ya da yiten kömürün gömülü soyunda ya da parıldayan üzümün yeşil karanlığında? Irmaklar gibi uyuyorum ben *******i, dur duraksız çağıldayarak, bir şeyleri kırarak, ve ben hızlandırıyorum yüzen gecede, kaldırıyorum saatleri ışığa doğru, yokluyorum gizemli resimleri, kirecin uzaklaştırdığı gibi, bronzun arasından kalkıyorum disiplinli şelalelere doğru, ve suyun yollarından birinde değiyorum sadece doğmamış gülün sunduğu şeye, batık yarıküreye. Dünya solgun göz kapaklarından bir katedraldir, sonsuzca birleşmiş ve toplanmış bölümlerden oluşan bir lodos gibi, bir kubbenin tuzunda, bağışlanmış sonbaharın sonsuz renklerinde. Sizde yok, asla dokunmadınız yollarda çıplak sarkıtın sunduğu şeye, buz soğuğu fenerler arasındaki eğlenceye, siyah yaprakların dehşetengiz soğuğuna, benimle birlikte dalmadınız toprağın saklı tuttuğu liflerin içine, tekrar doğmadınız ölülerden, mısırdan mısıra, tuzun basamaklarından, çiyin taçları yeniden örtünmüş açılmış bir gülle, sizler yaşayamazsınız ölü olarak dolaşmadan mutluluğun yıpranmış giysisinde. Fakat ben metalik ışınımın çemberiyim, gökyüzüne zincirlenmiş yüzüğüm ben, bulutlara ve ülkelere, dokunan dökülen ve cılızlaşan sulara ve yeniden karşı koyan zamanın sonsuz kaosuna. |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 01:39 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.