![]() |
Çocuksu masallar
“daha dün annemizin kollarında yaşarken” beklediğimizin en son geleceğini ya da hiç gelmeyeceğini, büyümek bir yana giderek küçüleceğimizi bilemezdik ki. “çiçekli bahçemizin yollarında koşarken” düştüğümüz her yerde yüreğimizin daha çok çizileceğini, ayağa kalkmak için her çabamızda, bir kez daha düşeceğimizi bilemezdik ki. “şimdi okullu olduk, sınıfları doldurduk” ama insanlığımızı, ilkelerimizi ayaklar altına alacağımızı, en yüce değerden kaçarak günün birinde bedavaya öleceğimizi bilemezdik ki. “sevinçliyiz hepimiz, yaşasın okulumuz” diyemezdik ki. Cevat Çeştepe |
Çok istedim ama olmadı
biliyorum buradan hiç belli olmuyor, ama en güzeli senin gözlerin. o kadar istedim ver bana gözlerini, asayım gözlerimin üstüne dedim olur mu hiç öyle şey dedin, kabul etmedin. o zaman şimdi çok görme bana, bakıp ta her yerde onları görüşümü. takabilseydim eğer gözlerimin üstüne gözlerini, ondan sonra isteyecektim gülüşünü. biliyorum buradan hiç belli olmuyor, ama en güzeli senin gülüşün. Cevat Çeştepe |
Çözüm düğümlendi iki gözüm
bilmem bakıp ta gördüğün oluyor mu hiç pencerenden dışarı bir gece vakti. yüreğinde serenatlar, gün görmemiş çelik kadar parlak ve keskin bir bıçak illetinde sevdanın sana dönük yüzünü. adım., adım.... o adım adım adımları ben adımladım. yüreğimin izdüşümünü bırakıp termessos doruğunun kırk kilidi altına. adım adım yarına yürüdüm. rüzgarım sendin, senin yüreğindi. hançer değildi sırtımdan giren; gözlerindi. ihaneti ve yalanı tanımadık, bilmedik. sessiz derinliklerde böyle palazlandırdık hayatı yaşamanın çileli sınavını. adım., adım.... o adımları sen adımladın. doğurgan ve isterik bir tutkunun kimi kahkahaları, kimi çocuksu iç çekişleri olup bildik dört duvarlardan sevgi dolu ormanlara yelken açarak birine bin katarak. şimdi diyalektik. iki yakası bir araya gelmeyecek denklem. çözümsüz bir bulmacaya yazıldık, kafalar karmakarışık. Cevat Çeştepe |
Dağlar, gökyüzüdür - dörtlük
dağlar olmasa nasıl yakalardık gökyüzünü dağlar kadar yürekle yakaladık gökyüzünü adımıza sevda dendi, buhurdan olup tüttük sevdayı söküp yürekten gökyüzüne gömdük. Cevat Çeştepe |
Dağlaramı saklanmalı deli kuş
dinlenmekten vazgeçilmiş çoban kavalı gibi yeşilinden ve bereketinden umutsuz. omuzlara daha sıkı yerleştirip efkarın çuvalını iğnelere batırırcasına yaşamak tüm sevdaları. dağın yamaçlarına bulutlardan taşan gölge, günün hep aynı saatlerinde düşer nedense. çobanların yanık kokar geride bıraktığı kaval. ağır sancılar kalır yaşanmış, önde hiç yaşanmamış boş bir hayal. belki saklanacak son derinlikti bu, öyle demiştin. dağların dağ gibi göründüğüne sen aldanma, yüksekliktir insanı alçaklıklardan saklayan unutma. topla şimdi ne kalmışsa elde avuçta sevdadan yana çık zamanını beklemeden dağlara, bir çobanın yanına. ama öyle olmuyor deli kuş, önce çoban gidiyor, yarıda bırakılmış ne varsa karşına çıkıveriyor belki ince bir ağıtta, beki de saklı kalan umutlarda. Cevat Çeştepe |
Dalgalarda aramak seni
kollarımı dayayarak korkuluklara gözlerimi bağlamak istiyorum dalgalara belki bir tanesini içlerinden saklarım kendime senin niyetine, sadece benzettiğim için sana. belki gözlerinin rengindendir kim bilir, yosun yeşili en hırçın zamanında göz kırpmasından,yakamoz gibi kollarımı dayamasam korkuluklara gözlerimi kurtarabilir miyim dalgalardan içlerinden hiçbirini ne diye benzeteyim ki sana senin niyetin çoktan gitmiş bir gece yarısı firara. şimdi biliyorum ki gözlerin, göz gözü görmez karanlık gene bir umut var içimde ay ışığı olup denize düşer aydınlık Cevat Çeştepe |
Dar coğrafyanın ufukları - düz yazı
Özel ilgi alanıma girerdi çocukluğumda coğrafya. Atlaslardaki rengarenk boyalı ülkeler, mavi denizler hep hayali gezilerimin valizlerinde küçük anı etiketleri olarak yapışıp kalırlardı. Hala duydukça şaşırır, bir anlam veremem sıkça duyduğumuz “haritada yerini sorsan gösteremezler, bilmezler” türünden beyanat arası sözlere. Ben sekiz-on yaşlarında bir Türk çocuğu olarak; dünyadaki bütün ülkelerin başşehirlerini, dağlarını, ovalarını, göllerini, kıyısı olan denizlerini, karadaki komşularını neredeyse ezbere sıralarken bugünün teknolojik imkanlarını eğitim alanında üst düzeyde kullanan bir ülke çocuğunun, örneğin Türkiye’nin değil başkentini bilmek haritadaki yerinden bile habersiz olmasını anlayamam. Oysa dediğim yaşlardaki bir çocuk; aşkı, ekonomiyi, siyaseti bilmeyebilir, ilerde başına çok dertler açacak bazı duygulardan habersiz olabilir ama elinin altındaki renkli kitaplardan iki karış uzaktaki bir ülkenin çarşısında hangi ürünün satıldığını bilebilir, bilmelidir de. Çünkü çocuktaki merak duygusu, öğrenmek, bilmek isteği körleşme sürecinin kapı önünde dolaşmaya başlamamıştır henüz. Sonraki dönemlerde bir işe yaradı mı peki dünya coğrafyası hakkında yaşımın ve bugünkü akranlarımın bile ötesinde bilgi sahibi olmak. Ben biliyorum demenin verdiği zevk ötesinde bir işe yaradığı söylenemez. Esasen belli yaş dilimlerinde, okullarda “tamam sen coğrafyayı biliyorsun ama ben de tarihi çok iyi biliyorum” demekte, ben biliyorum zevkini tattırmaktan öte bir işe yaramaz. Kurbağanın sindirim sistemini hiç kimsenin öğrenememesine karşın ısrarla öğretilmeye çalışılmasının ve belki sonrasında gösterilen bunca çaba üstüne sadece kara tahtaya tebeşirle çizilmiş bir garip şekil olarak belleklerde bir süre işgalcilik oynaması gibi. Kurbağalı bataklıklara fazla dalıp konudan uzaklaşmadan biz gene coğrafyaya dönelim. Ben çocukluğumun uzmanlık alanı gereği o ülke senin gezerken, bu deniz benim yüzerken pek moda bir deyim vardı. Radyo ajans saatlerinde ve sekiz sayfalık gazete manşetlerinde kulak ve göz misafirliğini bizden esirgemeyen. “Balkanların ve Orta Doğunun en büyük ….” Nerede yeni bir mağaza yada o zamanlar moda olan sinema salonu açılsa hemen “ Balkanların ve Orta Doğu’nun en büyük sineması veya mağazası” tanımı hazırdı . Yada en büyük stadyumu, en zengin adamı, en büyük vesairesi. Sporda başarılarımız (güreş dışında) Balkan ikincilik yada üçüncülüklerinden yukarıya çıkmazdı. Orta Doğu’lular ise bizim bu gibi en büyüklük yada bronz madalyalı gurur vesilelerimiz için muhatap bile olamazlardı. Orta Doğu’nun isminin Balkanlar’la beraber anılmasındaki neden ise şimdiki aklımın bana söylediğine göre klasmanın en altlarından kurtulabilmemiz için şark kurnazlığımızın onlara bir lütufu idi. Ve bu sakıza dönen söylemlerle yıllar boyu en yakın çevremiz en uzak çevremizin de çemberini oluşturuyordu. Daha uzaklar sanki bir başka galaksinin karanlığı gibiydi. Asırlar önce Cebeli tarık’a kadar gidip “bu dar boğazın ötesindeki mavilikleri hiç merak etmeyen Barbaros’larımız, Turgut Reis’lerimiz gibi biz torunları da çemberi genişletecek düşünce pergelimizin ayaklarını açamıyorduk bir türlü. Balkanların altında, Orta Doğu’nun üstünde yer alabilmek yetiyor ve artıyordu. Bu arada Küçük Amerika olabilmek gibi çok fazla ekonomik ve çok fazla ütopik söylentilerde vardı ama. Açılan üç-beş kilometrelik geniş yollar, köy tarlalarında traktör homurtuları ve Balkanlar ve Orta Doğu’nun en varlıklıları arasında yer bulan birkaç zenginimizin dışında kimseyi o veya bu şekilde etkilemiyordu bu söylem. Pek çok olay yada tavır karşısında şaşkınlığa uğramamızın başlıca nedenlerinden biriside budur. Merak duygumuzun gelişmeme yada geliştirilmemiş olması ve Avrupa’yı ve dünyayı tanımakta, oralarda neler olup bittiğini, kimlerin ve nasıl yaşadıklarını ve neler düşündüklerini bilemememiz ve kavramakta zorluk çekmemizdir. Bu meraksızlık süreci, araştırma formatı olmayan bir yaşam içinde aklımızı da sürekli ayaklarını uzatmış tatilde görüntüsünde bırakmaktadır. Elbet bu görüşüm sadece bu makus kaderi yaşayan bizler için değil, gerçekte bizi anlamadıklarına inandığımız batılı ülkelerde doğup büyüyenler içinde geçerli. Sonuç olarak merak duygularını kırbaçlayacağımız yeni nesiller, koltuk altlarındaki satranç tahtaları ile bol dumanlı ve zar şakırtılı kahvehane görüntülerinin önüne geçip duvarlar örmedikçe yarınlarda konuşulacak olanlarda; siyaset, ekonomi, kültür, dünya ile ilişkiler konusunda bugün konuştuklarımızdan pek farklı olmayacaktır. Cevat Çeştepe |
Dar gelirli bir yaşam portresi
kuşların tam önüne serpiyorum darılarımı. kurtlara uzaktan yolluyorum kan kokularımı. sofranın bereketi oluyorum, parça parça, yağmur gibi ıslanıyorum. bir mızrak ucuna böyle asılmış ferman. kurtlara kuşlara yem oluyorum. geride boş merdivenler kalıyor. hiç çıkılmamış. ve tek kişilik pencerede gökyüzü, hiç kucaklanmamış. bir güvercin kanadı kalıyor geride ağzında zeytin dalı. ve bir daha hiç doğmayacak ve bir daha hiç gülmeyecek bir daha hiç okumayıp hiç yazamayacak eskisinden paslı kutu yeni hayatlar kalıyor geride umutsuzluk dolu. Cevat Çeştepe |
Değişen birşey olmayacak
seni kollarıma alıyorum. bir güvercin havalanıyor başucumdan. sabırsız bir telaş başlıyor arkasından kara ağaçların gölgesinde. insanlar veda sularıyla yeşertiyorlar toprağı. ve kenar mahallelerde gene su kovaları ellerinde çocukların, yoksulluk gözünden yaş akıtmaya devam ediyor anaların. saçlarını kokluyorum. hiçbir şey değişmeyecek çok iyi biliyorum. yarın gene umut çiçekleri açtırılacak pencerelerimizin camlarında. biz koklamak için giderken yanlarına dünden kalan yaralar kanayacak dizlerimizde. ve kardan kapandığında okul yolları çocuk hayalleri ve sırtlarında çantaları iki donmuş ceset olacaklar el ele. gözlerinden öpüyorum. bir masaya pişti düşerken,daha sisli izbede cilalı mermiler sürülüyor namlulara. şans arka sokakta kalıyor cenazeler tam önümüzden geçiyor. yani sevgilim, güzel vatanım, arkadaşım benim. ne söylenirse söylensin ne yazık ki değişen bir şey olmayacak. kendine iyi bak. Cevat Çeştepe |
Dehşet günleri
“bu sinemanın; saçları briyantinli “birinci oyunculara” ihtiyacı var.” sokaklar çapulcu, kaldırımlar işkembe kokulu bir günaydının, bin küfür gibi en ağır mahkumiyet oluyor sonucu. sen; bir yağmur damlasının içine saklanmış boğazında bıçak kesiği bir kız çocuğu gördün mü hiç. ben gördüm …. ayarı ters-yüz, bütün saatler özel kurguda bir saat ileri, bin bilinmez gibi kurutuyor bereketi en yüksek memeleri. sen; çöp tarlasında kurşuna dizilmiş bir martı koparılmış kökünden kanatları gördün mü hiç. ben gördüm … anne kokan elleriyle, hatırlıyor musun annen yakanı düzeltirdi sen okula giderken. büyük ama önce dürüst adam olmak vardı. nereden bilirdin tüm kokulardan cerahat akacağını. sen bir yalanın bin hayali öldürdüğünü. gördün mü hiç ben gördüm … Cevat Çeştepe |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 12:45 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.