![]() |
http://nin.karelia.ru/smal/alone.jpg
adımladığın sokakların kanamasıydı ellerimde depreşen ayağının dokunuşu sızlatıyordu oysa sen bilmiyordun ne çok merakına düşer yüreğim ne çok adın takılır ayazına gençliğimin cellat tutsağı bir geceydi o sessiz sedasız konuşmanın artığı bir yanda yanık bir yüz suretinde istanbul bir yanda gidişinin buz kesmişliği yorgun bir haykırış ağzımı dolduran yenilgi kisvesinde kahır bir uzak diyardı yıllar geçirdiğim tenha hep yabancı yüzler ardımda yabancı izler kuytularda susuşum aynalarda küsüşüm yokluğundan... talan olan her şehir benim şehir şehir talan olan benim savaş mağlubu düşlerde can çekişir gece gecenin kuytusunda can verir düşler boğulmuş bir şafak uzaktan el eder gün doğumu sancısında uykusuzluğum... zemheride yanışım ağulardan kanışım yokluğundan... |
http://f.nau.co.il/upload/122004/Isr...1167770....jpg
...tüm ışıklarını söndürdüm gözlerimde şehrin! Siyahını çekmiştim üç-beş nöbetlerinin karşı kıyıya, hemen hemen her gece yaparım bunu. Günü teslim ettikçe düne, pembeleri solar çocukluğumun. Dibinde kırılganlıklarıyla birikir, yalnızlığımın cam askerleri. Asılı kalır gözlerim yıldızlara... kaydıkça bilirim ki, izinde yaldızlanıp dağılır bir çaresizin daha sessiz harfleri. Büyüdükçe, beyaz düşler bıraktı içimdeki çocuk. Açıldıkça saçlarının örgüsü, kör düğüm oldu heveslerim. Tüm inandıklarım soluksuz! Kalpten yağmur damlaları ve isminle gökkuşağını çizmiştim beyaz kağıtlara! Toprağa düştükçe ıslak renkleri, şiirler açardı yüreğimin arka bahçesinde.... rengarenk olurdu yaşam. [b]Oysa şimdi ! [/b] Katili oldum papatyaların. Her yaprağında ayrılığın kan izleri kirletti mavi düş tarlamı. Sular çekildi gözlerimden. Sere serpe ölü çiçekler. Teninin ateşine daldırıp kirpiklerimi, resmini çizerdim kızıl dokunuşlarının. Sen mi yanardın bende, yoksa ben mi kül olurdum teninde bilmiyorum. Renkleri yoktu bedenlerin, duvardaki sevişmelerde. Öğrendim ki, renk körüymüş aşk! ne hayalleri beyaz, düşleri pembe.. ne umutları mavi, huzuru yeşil! arzuları da kırmızı değilmiş ki! beyazda başlayıp siyahta bitermiş aşk... belki de bu yüzdendir, anılardaki fotoğrafların çabuk solması... Babamın kucağında oturduğum zamanlar ne olduğunu bilmediğim her şeye – “baba mu ne? mu ne? mu? mu? ...” ve hangi rengi sorarlarsa sorsunlar, hepsine – “layvicert” derdim. layvicert saçlı kız, layvicert ayakkabı, layvicert elma şekeri... tadını aldıkça kızardı dilim, ayaklarım tozlandı, layvicert saçlarını boyadım bebeklerimin banyo dolabındaki çamaşır suyuyla ve... bakıyorum da bilmediğim ne kadar az şey kalmış yaşanmışlıklarda. Renkler, bana bakın! büyüyorum siz iç içe girdikçe... alacanızda yine de tutunuyorum hayata. Sezen’in sarı odalarında hüzün şarkılarını yakıyorum mum diplerinde... seni düşünüyorum, yine özledim!... yine, yine, yine! Sen ki sakıncalı sevdam, sen ki yasaklım. Büyümemin en ağır cezasısın belki de,... razıyım. Sus! Çocuk ol yanımda, çığlıklarım zaten senden de, benden de büyük. Haykırmayacağım adını. Dokuz boğum yutkunarak koklamalıyım tenindeki yasak çiçekleri ve uyumalıyım. ...uyumalıyım da, Kaçıncı uykusuzluğumdayım, bilmiyorum! Karanlık, eflatun şalını çıkarmaya başladı el ele dolaştığımız sahilde. Ardın sıra kırılan ışıkları topladı ellerim gümüş tepsiye. Yaldız yaldız yalnızlık, yıldız yıldızdı gece... ve bittim. Siyahla beyazın farkı olmadığı saatlerde, kırmızı kostümünü çıkarıp aşkın, efkarımı tütsülemek için yaktım karanlığı. Eski bir tangonun ritmiyle, dört duvarın dipsiz köşelerinde ağını örüyorum yalnızlığın... An ile anılar arasında, her defasında, bir öncekini unutup başka sözler yazıyorum bu müziklere.... aşk şarkılarım, şiirlerim ve suskun hayalin kaldı bende. Mülteci kampındaki ölümle özgürlük arası çizgide sıkışandan farkım yok aslında. Çizgiyi geçerse ölüm, geçersem sensizlik... kalırsa işkence, kalırsam da sensizlik. İkisi de ölüm be... yokluğun ölüm. ...uzak ülkelerde olmak isterdim şimdi, hiç bilmediğim insanlar arasında, avazım çıktığı kadar bağırmak seni sevdiğimi... kimsenin anlamadığı dilde. Sonra hırsız bir rüzgar yürütmeli sesimi, sabaha karşı pencerenden içeri bırakmalı... unuttuğun ninnileri mırıldanmalıyım sana güneşin sızlayan ışığında. Bugün göğsümde uyanır mısın? saçlarımdan toplar mısın yıldızları ? Ne çok şey sığdırdım ismine. Ne çok sevda, özlem ve onca kavga. Her şey sensin aslında. Ah bu şehir, bu sahil... her parmağının dokunuşu dipsiz kuyular açar da atar beni maviye. Saçlarımın dalgasında havalanır beyaz kelebekler. Tut, tut ki bahar sende kalsın, ben sende. Sabaha çıkıyorum düşlerin yorgun renkleriyle. Yine yarım kalmış şiirler var yarına, yine sen dolu yaprakları dökecek zaman. Birikeceksin bende. Karanlık gibi sarsam seni. Serilsem, sarılsam, sevişsem dizelerle, öyle bir şiir yazsam ki, hani o herkesin yazıp da yetmediği seni seviyorum’lar var ya, o bile şaşırsın. O kadar çok kullandık ki aslında, ondan mı yetmiyor sanki? Kirpik altındaki kimsesiz sahillere bırakıyorum yaşlarımı. Esen onca mavisin bende, onca umut. Ah! bir de çıkmaza gitmese yollar. Hani akan suların toplansa coğrafyamın bakir kuyularında... konuşamıyorum! Yorgunum! Tüm sesleri kesildi, sesini kulağımda hissettiğimde. Bak! bir geldin arapsaçına döndü düşlerim. Ben alışkın değilim ki -seni seviyorum- diyen adamların gerçekliğine! Sen gerçeğimsin! belki de burada yanıltıyor beni aşk. Hafıza kaydımda ne varsa sildim, kim varsa zaten kendini sildi gittiğinde. Şimdi kaydını tutuyorum öpüşlerinin ve fısıldadığın şiirlerin. Söndürdün şehrin tüm ışıklarını, göz kapaklarımda! ...İşte şimdi yanımdasın. Bak, çekilirken gece, portakal çiçekleri koktu güneş. Duyuyor musun? Renklerim, düşlerim yorgun Beyazdan çaldım gecemi Söylesene, senin ismin ne renkti?.. tüm ışıklarını söndürdüm gözlerimde şehrin! ...Karanlıktayım. |
http://www.tabut.net/xx/elzs1.gif
Gelmez’sen gitmeliyim Gitmezsem taşacak sularım karanlığa Ya senden Ya kendinden geçecek bir dönemin kahramanları Senin kadınların gözyaşlarını tutsun gözbebeklerinde Ben gitmeliyim doya doya ağlamak için sana Beklerken otuz dokuz saatlik dönüşleri Tedirgin düşlerde aslında gözlerine yandığımı Rengini bile söyleyemezken Anladığını sandığını ummalı ve yalanlamalıyım… Ve susmalıyım artık |
http://img50.imageshack.us/img50/250...bxqlbxymd9.gif
Düşlerin gerçeğe, gerçeklerinse düşe dönüştüğü bir yaşam özlüyorum. Yaşamaktan bunalmıyorum, bunalımı yaşayıp, bunu kendime ait bir yaşam biçimine dönüştürüyorum. Sanırım bütün sorunum özlemekle ilgili. Keşke "yaşlanmaya başladım, o yüzden geçmişi özlüyorum" diyebilseydim. Zerre kadar özlemiyorum geçmişi. Geçmişe dair ne varsa silindi hafızamdan. Ben geleceği özlüyorum. Belki de hiç yaşayamayacağım geleceğime dair özlemlerim. Asıl sorunda burdan başlıyor zaten. Geleceğin olmayacağını biliyorum. Olmayanı, olma ihtimali bulunmayanı özlüyorum. İşte bu özlem koyuyor insana... Beni koyup gitme Ne olursun Durduğun yerde dur.. Kendini martılarla bir tutma Senin kanatların yok Düşersin, yorulursun Beni koyup gitme Ne olursun... Duvarda gölgeler ve o görüntülerle çarpışmak yoruyor. İnsanlar gerçek değil artık, mekanlar gerçek değil. Belki de o yüzden sevmiyorum ana caddeleri, ışıltılı alışveriş merkezlerini, konforlu mini sinama salonlarını. Flimlerin değeri düşüyor oralarda, filmler hırpalanyor. Ruhumuz bütün "sakıncalı" kareleri sansürlüyor, makaslıyor, yalnızlaştırıyor. Sansürlü, makaslı, yalnız bir yaşam bu benim yaşadığım ve yalnızım işte yine... Şaşırmıyorum aslında, böyle olacağını çok öncesinden biliyordum. "Boş durmadım, savaştım. Savaştım ama yenildim. Yenildim ama ezilmedim" diye kandırmayacağım kendimi. İşte itiraf ediyorum; ezile ezile, hırpalana hırpalana yenildim. Yenildim işte ötesi yok.. Bir deniz kıyısında otur Gemiler sensiz gitsin bırak Herkes gibi yaşasana sen İşine gücüne baksana Evlenirsin çocuğun olur Sonun kötüye varacak Beni koyup koyup gitme Ne olursun... İşte bu yüzden korkuyorum ana caddelerden. Deniz kenarlarını seviyorum, salaş meyhaneleri seviyorum. Issız ve bana ait olan yerleri seviyorum. Televizyonu değil ama o televizyonun altındaki dolapta bulunan anılarımı seviyorum. Her açtığımda o dolapta bulunan anılarımın anlatacakları var bana çünkü. O salaş dediğim meyhanenin de öyle, kayalara vuran dalgalarında ne çok anlatacağı şey var. Bunlar dışında herşeyin sadece görüntüsü var oysa. Elimi tutuyorlar ayağımı Yetişemiyorum ardından Hevesim olsa param olmuyor Param olsa hevesim... Yaptıklarını affettim Seninle gelemiyeceğim yine de Beni koyup koyup gitme Ne olursun... Bunun için ve sadece kendimi korumak için kaçıyorum herşeyden. Kaçarak yaşıyorum. İçime kapanmıyorum, düpedüz içime kapaklanıyorum. Böylece korunuyorum hayattan. Bedenimse ruhumun zırhı sadece... |
|
Yüreğime “iyilik yağmurları” yağdırmayı bırakalı çok oldu...
Mevsim artık hüzün çıkmazında… Şimdi acılar biriktiriyorum, kaçak yüreklerin yıkım çalışmalarında... Dokuz şiddetindeki depremler bile destekleyemiyor kayıp giden yüzünün -ihanetinin- anılardan silinmeme çabalarına… Hiç anlatamadığımı ve anlayamadığımı sandın; oysa her sessizliğim yaşama dair ve bize dair bir hüznü barındırıyordu, anlamak isteseydin yüreğini açıp!.. Gözlerime hiçbir zaman yalan konuşturmayı beceremedim, yüreğimin aynasıydı onlar, olduğu gibi yansıttılardı hislerimi… Hiçbir zaman yere eğmedim yada eğdiremedim bakışlarımı... Sana bir kez olsun yalan bakmadım.. Yalan konuşturamadım yüreğimi.. yada yalan şarkılar söyletemedim... Gözlerim artık suskun… Birisiyle aynı dili konuşmuyorsan, susacaksın!... Sana karşı duygularım sözlerden nice olduğu için susmaya karar verdim!.. Artık susuyorum!.. Bak gördün mü? Sende benim “vazgeçilmezim” olamadın!.. Kendimi artık şiirlerle, sözcüklerle, imgelerle korumaya aldım… Sen gittiğin yerde kal!.. Riyakar düşlerinle!.. Artık ihanetinin izi var suskunluğumda... ve Değişmeyecek artık bu sonsuz sürgünlüğümün eski yasası... |
|
http://img231.imageshack.us/img231/3...sk831fizh8.jpg
Tadında bırak yalnızlığı bu gece yığıldığın bulutlardan kalk doğrul unut cinayetlerini karanlıkların yola koyul düşlerinden alev alev ısınsın için bırak yaralarını sarmaya çalışmayı ellerimden tut doğrul yağmuru dinle sessizce serinliğin yankısını yüreğinde duy sarıl sımsıkı sarıl zamanı değil şimdi kendini kandırmanın kokumu içine çek düşlerinden seviyorsan beni unut... içinden heyecanlı bir dilek tut beni dile yıldızlar kaydığı zaman denizlerden çığlıklar duyduğun zaman adımı söyle kağıt bir geminin kıvrımlarından kurtul koş bu sokakların ıslaklığında pencerenden yakalayıver mutluluğu yakasından doğrul bir şarkı söyle içinde yalnızlık olmayan bir papatyayı kokla bırak sızlanmayı artık ne olur uykusuzluklarından uyan bu gece başını yastığına koy hayaller kur çıkmazlarda boğulma doğrul içinden heyecanlı bir dilek tut benim olmayan beni seviyorsan unut... tadında bırak yalnızlığı bu gece yoksa canını acıtacak bu yağmur bırak üşümüşlüğünü aldırma umudu kovala pencerenden uzanıp ellerimden tut doğrul kes şimdi ağlamayı zamanı değil ben ne son gidenim ne de ilk ben ne son yolculuğum ne de ilk bırak uçumlardan ölümler yazmayı kalk yığıldığın bulutlardan doğrul seviyorsan beni unut... ben son masalın değilim son katilin değilim senin bırak karanlıklarda güneşi aramayı içten içe azdırma dalgalarını bu gece yalnızlığını tadında bırak doğrul düşünme yüreğindeki kırıklıklarını içinden heyecanlı bir dilek tut benim olmayan sarıl sımsıkı sarıl papatyayı kokla ellerimden tut beni eğer seviyorsan ne olur unut... yoksa canını acıtacak bu yağmur yoksa canım acıyacak canının yangınında... |
|
http://img77.imageshack.us/img77/7031/melek2kc2.gif
Bana bıraktığın aşk gibi yarım yaşıyorum her şeyi. Başlayıp da bitiremediğim yazılarım, sonuna kadar gelip de okuyamadığım kitaplarım, son sözlerini duyamadığım şarkılarım var. Her şeyi aşkımız gibi paramparça yaşıyorum.Bütün dünyam dudağımdaki yarım bir öpücüğün tadında artık... Adını koyamadığım yakınlıklarım, bütün sırlarımı dökemediğim ilişkilerim var. Son kelimesini bir türlü söylemediğim cümleler kuruyorum. Ayın hiç aydınlatmadığı bir gecede, bir güzelliği imkansız bir aşka dönüştürüyorum. Seni söylediğimde herkesi her şeyi kaybetmekten korkuyorum. Söylemediğim son kelimesi adın hep oluyor cümlelerimin. Bir günahımı Allah’tan saklar gibi, bir sırra bütün ruhumla teslim olur gibi susuyorum, sıra sana gelince... Saçmalıyorum, saçma sapan şeyler yaşıyorum. Acı veren o gerçeği, seni, kimselerle paylaşmadıkça da sevdiklerim korkuyor benden. Adın bir duvar oluyor hayatımda. Aşamadığım, kimselerin aşmasına izin vermediğim bir duvar gibi duruyorsun önümde. Elim bir başka elin sıcaklığını hissedeceği anda, araya giriyorsun çarpıyorum sana. Kalbim ne zaman başka bir güzelliğe kapısını açmaya kalksa, huysuz bir bebek gibi paramparça ediyorsun her şeyi. Yüzüme adın çarpıyor, yüzüme yazdıklarım, yüzüme yaşadıklarımız, şarkılarımız, şiirlerimiz çarpıyor, gelip evime bir zamanlar başını koyduğun yastıkta sessizce ağlıyorum. Omuzlarımdaki -artık tek kişilik bir sırra- dönüşen adın daha da kamburlaştırıyor beni. Ne seni yaşabiliyorum, ne de sevdiklerimle mutlu olabiliyorum. Hiçbir çözümü olmayan matematik problemi gibi, cevabı olmayan bir soru gibi beynimi kemiriyorsun.... Yavaş yavaş, sessiz çığlıklarla bağıra bağıra eriyorum bitiyorum. Biliyorum.... |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 05:00 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.