![]() |
Otacı
albız almadı canımı canım tatlı bir ok saplandı sol bacağıma bacağım yaralı kim çıkaracak onu otacı otacı nerdesin yaram var yarama çare dolu dizgin gidiyor gidiyor dizelerim canım yanıyor kamdan haber açmadı beni şaman kemik serpti yere bir masalın başlangıcı gibi söylencelerini dizele di inanmak ne kelime dedik ya masal gibi acıyı dindiremedi o günden bu güne topal bir biçimde az gittik uz gittik azı uzu bıraktık bir arpa ektik ne korkuluk kar etti ne eli sapanlı çocuklar kargalar üşüştü üzerine ektik elimizde kalanları yeniden aç kaldık böylece yaman cengaverler yetişirdi bir zamanlar yaman cengaverleri destanlaştırırdı korkaklar gün olur yine çıkar birileri yaşanmamış destanlar öyle açmıyor beni otacı otacı yetiş kanayan yaram var ne kamdan ne şamandan umulacak dermanım var |
Oysa
yazgıyı serdi çimenlerin üzerine örtülen ne alnıydı ne de dünyası çalının dibinden bir keklik havalandı kanat sesleri kulaklarında çınladı çiçekler açtı kırlarında |
Oysa Ne Güzel Haykırıyordu
Kasketini geriye itmişti Devlet nerede dedi Yufkanın arasında Katığıydı somun ekmeği Toprak kuraktı Tutmuyordu Yağmur duası Razı olmuşken kaderine Öyle demiyor muydu ki İmam Hacı Efendi Rızk Allah’tandır Devlet aklına nerden geldi Yalanı olurmuydu Alnı secdeye değenin Birde ha. şa. Oysa ne güzelde haykırıyordu Kasketi geride, fiyakası yerinde Üçüncü karısı on birinciye hamile İki gece kondu birde Şadiye Mayısta şeytan var diyordu Bir mayıs, altı mayıs, on mayıs… Sokaklarda Şarkılar var, Gençler var Kırmızı Günahlara bürünmüş, Ahh karalarım benim, kozasını yırtmış Henüz dolmamış zamanı olan Mayıs rüzgarları esiyor, Hacı efendi Etekler havalanıyor, Şeytana diren ilmiyor Ahh Hacı Efendi Devlet nerede Ökkeş kulun bir türlü öğrenemiyor |
Öğrendik Herşeyi
dövüle, dövüle sövüle, sövüle ezile, ezile öğrendik gülmeyi dövüle, dövüle sövüle, sövüle ezile, ezile öğrendik ezmeyi dövüle, dövüle sövüle, sövüle ezile, ezile yazmayı öğrendik sessiz korkuları yenerek yavaş, yavaş zedelenmiş omurgalarımızla |
Öğrenmek
günler geç tikçe birer birer koydukça üzerine damlaları öğrendim getirdikleri ile akıntıların dinledikçe kendimi ne çok şey öğrendim öğrendikçe beslendi emeğim yoksulluğumda yaralarıma tütün basmasını dar avlularda volta atmasını hücremde sevgiyi öğrendim bir cerrah gibi yalnızlığımda açarak yarayı tımar etmeyi anıları damıtarak acıları uzlaşmayı öğrendim |
Öğretmen Çocuğu Olmak
bin dokuz yüz altmış üç aklımın henüz her şeye ermediği yıllar Anadolu’nun ortasında küçük bir köy lojmanında öğretmen çocukları olmanın şımarıklığıyla büyüyoruz sözüm onlara ezilerek gün be gün mey olmaya hazırlanıyoruz bir kartalın bakışı olsaydı gözleriniz kızıl ırmağın kenarında sarı bir dünya görürdünüz tarlalar alabildiğine yeşilsiz toprak yorgansız ilk hatırladığım ağaç ırmaktan pancar motoru ile çekilen su icara tutulmuş tarlada boyu boyumda tatlı minik dallarıyla salkım söğüt oldu yılı dolmadan bir çok kardeşi doldu elması kaysısı bostanı salatası gözüm yeşile böyle alıştı tifo kolera kızamık bir kötü sarmaşıktı bedene sarılan yıllar kader denirdi göz yaşları yeni serilmiş toprağa serpilirdi kolumun delinişi canımın yanışı babamın elinden olmuştu hayatımın ilk aşısı oysa tavuklarına vururken aşıyı bilmezdim böyle yandığını nede o zaman neşe saçmıştım öğretmen miydi babam pek anlamamıştım Öğretmenin oğlu lafını Anneme saymıştım şeytan icadı diyorlardı iki tekerlekli şeye bize mi alınmıştı yoksa köye mi bilemedim bakkalın önüne gider sıramı bekler binerdim dalgalar gibi vuruyor anılar kırlangıç göç ediyor şıp sıcak şeyler arıyor oradan oraya bağda hasat sonu teneke teneke turşu doldu ilk tanışıklığımdı lehimle gaz ile galiba babam değildi öğretmen sorular peş peşe gelirdi baban neydi yavaş yavaş büyüyen kümesler kızıl ırmağın çehresini değiştiren balar bahçeler sürgündü başa bela denkler sarıldı icar daha dolmamıştı yol görünmüştü ilk kez kamyon sırtına bedenim yayılmıştı Kanlıkışla’dan Şerefli Koçhisar’a Sürgün demişti koca adamlar Sürgünlü idi o yıllar Vedalaşılmıştı Neden ağlardı insanlar Tavuk bağ bisiklet onlarındı artık akıl çağım uygun değildi anlamaya |
Ölçütler
1.) çok uzundu çok uzundu boyu boyundan büyük konuşurdu sözleri hedefine ulaşmadan yok olurdu |
2-)
ağırdı çok ağır ezerdi tüm düşünceleri bir gün ezemedi |
1+2=3
uzun ve ağırdı ne uzunluğunu algılayabildi ne de ağırlığının kıymetini ağır adam deseler de ona o uçmayı denedi algılayamadı ağırlığın anlamını |
Ölmedi
Ölmedi Can çekişiyor Bir bıçakta sen vur Kalbine eskimiş şehrin Sil geçmişinin izlerini Kurtaracaksa eğer seni Susmuşluğun illetinden Ölmedi Can çekişiyor Şu yıkılacak gibi duran Ahşaptan yapılma ev Ne kalmış ki geride Birkaç duvarı, birde terası Bahçesinde deliye çalmış ağaçları Gün batımlarından uzak Zorlama boşuna Açmayacak anahtar Bozulmuş kilit yuvası |
Ömer Bey Amca 01
Ömer amca günü ağartmaz yaslandığında duvarın kırağı tutmamış yanına izler şekilleri çözemez içlerini gün ışır hareketlenir sokaklar mutludur Ömer bey amca söylenir durur yanından geçerken duyurur söylediklerini ahlak elden gidiyor Ahh Ömer bey Amca Ahh ahlak bir parça kumaş sanki sararmış beyaz bıyıklarıyla öyle hızlı atmasa da adımlarını bakışları kıvraktır, cirit atar etrafta şu kıza bakın nasılda giyinmiş nasılda utanmadan, Ahh Ömer Amca dilin söylüyor, gönlün duymuyor gökten taş yağacak derken sen be Ömer bey amca gök delinmiyor kayan yıldızlarda dilekte tutar Ömer amca gökten taşlar yağsın diye uzatır elini sonrada öpülsün diye |
Ömer Bey Amca 02
Ömer bey amca geleli Yedi yıl oldu beklide Alışamadı bir türlü şehre Ardında bıraktığı dört oğul Kızları saymasan da olur Bir şıhı, üç beş tavuğu Birde damı kalmıştı Kalbiyle beraber Ömer amca alışamamıştı şehre Pek bir şey getirememişti Büyüğü gelinlik on dördünde kız Topu, topu beş çocuk İki tarla, bir öküz Üç burma bilezik eden Birde anaları vardı, gelen Sözüm ona sevgiyi almıştı yanına |
Ömer Bey Amca 03
Büyüklerinden görmüştü Her şeyi Ömer Amca Sorduğunda bilgeydi o Yaşıyla beraber büyümüştü …………………..bilgeliği Sevgiye adamıştı kendini Sorduğunda niye göçtüğünü Taa uzaklara giderdi gözü Ömer Amcayı Örf ve töreler yönetti Çocuklar büyüdü, çocuklar çoğaldı Başlık verildi başlık alınmadı Tarlalar daraldı, Rızk arandı Denkler düzülecekti gayrı Ömer amca gurbete alıştı Ömer amca şehre alışamadı Taşı toprağı altın, yüreği bakırdı Çok şeyler gördü yorgun bedeni Çok şeyler gördü diri gözleri Çocukların evde azı kaldı Kalanlar yabancılaştı Gök delinmedi, taşlarda yağmadı Küçük kızı töreye de uymadı oysa Yüreği yufkalaştı, alışamadı şehre Ahlak kalmadı dedi Ömer bey Amca Taş yağacaktı gökten, Gökyüzüne baktı |
Ömer Bey Amca 04
Ömer bey amca Baston kullanmıyordu hala Şeytan çalmasın diye çocukları Mutluluklarını anlatıyordu Çocuklar şaşkın Pür dikkat dinliyorlardı Okulsuz köylerdi rüyaları Çocuklar,… Bizim çocuklarımız Ahh be Ömer Amca Ahh ki Ah Ömer bey amca Şehre de hayrandı Şehre de düşmandı O asında kurbandı Öylesine sıkışmış Zaman aralığında Zamanı tamamlamak isteyen Bir insandı Ömer amca İster miydi Kuşu kanatsız Arıyı balsız Sırat köPage Rankingüsüydü Düşüncesi onun İster miydi hiç Toprağı susuz Çocuğu okulsuz Cehennemdi korkusu |
Ömer Bey Amca 06
Sabahın erken bir vakti Yolumu kesti Ömer bey Amca Çağırdı yanı başına İki adım kala Uzattı elindekini Belikli kızgınlığı geçmişti Al oku dedi Senin gazete Hor görüyordun bizi de Sayfası açılmış Ege yanıyor köşe yazısı Özen ile katlanmış Sayfa beş Hikmet Çetinkaya Diyordu ki; Suna Arslan üç çocuğuyla birlikte, Suna on yaşında evlendirilmiş, 200 milyon başlık parasıyla, on bir yaşında ilk çocuğunu doğurmuş, on ikisinde ikinci, on üçünde üçüncüsünü İstanbul’da Eminönü’nde tek odalı bir evde oturuyor. Okuduğumu anlayınca Başladı anlatmaya Bak yeğen hor görme bizi Koskoca İstanbul da On yaşında sübyanı Veriyorlar kocaya Ben öyle kötü değil em On ikisinde verdim kızı Sekiz burma birde istediğim Elli milyon kayma Kurak tarlası Zaten kendilerinin Gelenektir hor bakılmaz Ömer bey amcanın Yüreği dertli Anlatsam da anlamaz O köşede düşünürde durur Yüzüne sabahın ilk Rüzgarları Nazlı, nazlı vurur Dinlemek lazım Ömer bey Amcayı O zaten kendi başına vurur Ahh Ömey bey Amca Ahh |
Ömer Bey Amca 07
kurulmuş sandalyesine sıvazlayıp duruyor sakalını taraktan geçmiş bıyıkları müthişsin be Ömer bey amca değme kızları çatlatırcasına epeydir uzak kaldık malum iş güç uzak geçti hep yolumuz yoksa seni hiç unutur muyuz iki çift kelam hep borcumuz e be Ömer bey amca ne istersin elin kızından ojesinden tırnağından bak sana neler anlatacağım ben ojeli tırnakları nerelerde gördüm onları anlatacağım sabah kalktığımda çocuklar gitmiş oluyor okula yüzümü yıkadığımda ikinci sofra kuruluyor ortaya ojeli tırnaklarla birlikte çıkıp gidiyoruz işe ben taranmış bıyıklarımla o ojeli tırnaklarıyla sakalını sıvazlama yoksa ne derler sana tütün kolonyanda çok sertmiş be Ömer amca niye öyle bakıyorsun kızıyor mu utanıyor musun oje ile bıyık burmayı bağdaştıramıyor musun ah be Ömer amca iki çift kelam edelim dedik |
Ömer Bey Amca 08
ne geldiyse başımıza şu okumuşlardan dedi Ömer bey amca oysa henüz daha unutulmamıştı komünist yetiştiriyor diye köy enstitülerinin kapanışı oku dendi oku ne olduysa okundukça oldu kayboldu birer birer bir şeyler yeşil yaratılmamıştı ağaç fakir doğulmamıştı kader komşumuzun kızıydı Kader dedi Ömer bey amca Kader |
Ömey bey Amca 05
Kahvenin yanıydı Durduraduran beni Oğluydu Ömer bey Amcanın Gel hele otur bir çay içek diye Cumartesi günü Birazda akşama doğru Üç beş hasbıhal birerde çay Kıtlama dan yoksundu içtiğimiz Şekerleri çok körpe derdi Her seferinde Ömer bey amca Yoktu kaç gündür, öksüz bıraktığı yerinde Sevimlide duruyordu sokağın köşesinde Her sabah Güneşin doğuşunu yenişi ile Çevre esnafın dikkatini çekmişti üzerine Öğrendik anlattıkça oğlu Meğer kırgınmış Ömer bey Amca bize Delikanlılık çağına gelmiş çocuklar Bilseniz nede terbiyesiz olmuşlar Kusur etmişler Ömer bey Amcaya Öpüp elini koymamışlar alınlarına Çok duygulanmış oysa Cuma vaazında Kıyamet belirtilerinden bahsetmiş hoca Birazda başı açık kızların iffeti Ömer bey amca haklı, Kızmış sonrada Öğretmemişim Muhammet Resulu çocuklarıma Kıyamet gelecekmiş, taşlar ile birlikte Ahhh be Ömer bey amca Hani derdinki sevgi dolu çocukların Hani derdinki karıncayı incitmiyor canların Hani derdinki yürekleri yürek bunların Keşke gelmeseydi ziyaretine şeyhin Yine sokağın köşesinde görecektik seni Babalar gününde hep beraber elini öpecektik |
Ömre Bedeldir
renginin adını koymayız yaşadıklarımızın alımız al dır sözümüz söz yaşadık mı tüm çıplaklığı ile yaşarız kelebek kanadı kadar narindir günahlarımız tartıya gelmez ömre bedeldir yaşanmışlığımız |
Öncesi
ilk merhabayı gözlerin demeliydi gözlerin gözlere değmeden önce işlenmeliydi usta bir nakışçının hünerli ellerinde dokunmuş gibi gülümsemeliydi temmuz sıcaklığında sonra eylül gelmeliydi sonra eskimiş yapraklar dökülmeliydi beyazlıklar örtmeliydi üstümüzü Avrupa Birliği Komisyon Başkanı Barroso, Türkiye'nin AB'ye karşı yükümlülükleri ve sorumluluklarını yerine getirmesi gerektiğini anlaması gerekiyor” dedi. Jose Manuel Barroso, Avrupa Birliği Haber kanalı Euronews'e yaptığı açıklamalarda, “Türkiye'nin AB'ye karşı yükümlülükleri ve sorumluluklarını yerine getirmesi gerektiğini anlaması gerekiyor” dedi. Elif Şafak davasına değinen Barroso, Türkiye konusunda “karamsar” olduğunu da söyledi. Barroso, “Maalesef Türkiye'den aldığımız son haberler bizleri cesaretlendirmedi” şeklinde konuştu. öncesi gözlerimiz başka şeyler gördü |
Öyle Bakmayın
Öyle bakmayın Bakmayın zeki göründüğüme Yıllar sonra, yıllar sonra: Anlarım ………………………….Ben her şeyi… Seksen bir Yaz sıcağı Aylardan temmuz Gün yirmi dokuz Gömlek tende Terde gömlekte Hani derler ya Sıksan akacak, Bir bahçe kapısı önündeyiz İçeri giren üç kişiyiz En arkada yine ben Önde kara yağız bir oğan Ortada uzun boylu bir kız kurusu İçi sanki kurt yavrusu Koşanlar çok… Aklımın ucundan geçmedi saymak Bir anlık takıldı gözlerim Güneşe bakan gözlere döndü düşüncelerim Bir anlık dedik ya işte Sadece gözler içinmiş meğer Mevsimlerden yaz Aylardan Temmuz Birde güne takılalım nakarat Tamı tamına yirmi dokuz Gökyüzünde bir Güneş Yer yüzünde bir Güneş Takılan bir anlık gözüm Gönlüm gözümden ırak Dedim ya Öyle bakmayın Zeki göründüğüme Uzun zamanlı barut kokan Dolambaçlı yollar var Gözlerimle gönlüm arasında Günleri pek hatırlamam …………………Aylarıda Ama aylardan bir gün Güneş batmak üzere Gökyüzündeki sadece Bir otobüs kalkmak üzere Camından bakan bir kız Yüreğimde kar gibi kıskançlık Yanağından düşen İki damla yaş için, Ah benim deli gönlüm Neden kaçar gözlerin, Mavzerin şavkımı ki gördüğün Gönlüne koşulmuş at gibi Sevda Türkülerim karışmış, Düşüncelerim ne ki… Bir odanın içerisi Ne önemi var Bilmem kaç kişi Her kes gülerken o, düşünceli Gözleri dalmış, gönlü uykuya yatmış, Düşte bir sevda masalı kurar gibi Denizin kıyısında Denizli’nin sızısı Duvarlar Taş duvarlar… Kapılar Demir kapılar… Yerin ne önemi var Gönül söylerse gönül dinler Dedim ya Gözlerim ile gönlüm arasında Uzun yollar var Şimdi yol almak vakti Vız gelir O demir kapılar… Taş duvarlar… Yeter ki o yüreğini yanan Bitmesin satırlar Öyle Bakmayın Bakmayın zeki göründüğüme Yıllar sonra, yıllar sonra Anlarım; ………………………….Ben her şeyi… Demir kapı Taş duvardan uzaktayım Antalya da beton bir yapı İçinde düşler diyarı Yeşille maviye biraz uzaktayım Günün, saatin ne önemi var Saniyeleri saatlere döndürür yüreğim… |
Öyle Solgun Durma
Öyle solgun durma Kulağıma gelen Fısıltılar var İşitemiyor musun… Motor gürültüleri geliyor Kim bilir biraz uzakta Neler, neler oluyor Kale kapısından iskeleye Dik bir yokuş iner Esintiler karışır geceye Lavanta, menekşe, ebruli Renkli ışıklar sızar Kapı aralarından Esintilere karışır Ezgiler Bazen bir semah Bazen rep Yokuşu diktir inişin Arnavut tur taşları Kaygan, aralıklı Öyle solgun durma Kulağıma gelen Fısıltılar var İşitemiyor musun Diktir yokuşu İskelenin Vitrinler renkli İnsanları renkli Renklere bezeli Her şeyi Umutları siyah Düşleri kırmızı Hayalleri pembe Kısa etekleri Dar blucinleri Motor gürültüleri geliyor Kim bilir biraz uzakta Neler, neler oluyor Norveçli bir kız Kiralamıştır tekneyi Kaptan yol vermiştir Uzaklaşan motor sesleri Hayal kurmak ucuz ülkemde Yaşamak ucuz Denizde kulaç atmak ucuz Çaka satmak, nara atmak Laf atmak, kara atmak ucuz Ucuz olan ne yok ki Yeter ki özel ol Sen olma Diktir yokuşu İskelenin Birde iki tek attın mı Zordur çıkması Sanki dipsiz bir kuyu |
Özgürcesine Değil
Denizin üzerinde uçuşan Martılara takılırdı gözlerim Bir onlar Özgürdü senden önce Birde düşüncelerim Şimdi sizlerde varsınız Özgürlükler ile dolu Yaşamak ne güzel şey Anlayarak bir usta kitap gibi Bir isyan şarkısı gibi duyup Bir çocuk gibi şaşarak yaşamak Hep beraber yaşamak Özgürcesine değil Özgürce yaşamak |
Özgürlüğün Bedeli
Kabuğu hapishanesidir civcivin Yaşama sevinci, kırmasını bilsede onu Naylon bir poşettir sonu, sofralarda. |
Özledim
acım acım anne süt kokulu memelere olduğum gibi gül kokulu memlekete hasret çocuğum şimdi korunmasız kaldım kim korudu seni nasıl yalın kaldın böylesine nasıl kelimelerin büyüsüne efsunlu yüreğin sen hiç genç olmadın mı işgal edilmedi mi sokakların bir bardak ayranını içerken neye özlem duyabilirdin ki inan anne özlemlerim öylesine büyük değil süt sağan tohumu saçan elleri özledim bizim olan insanı özledim memleketim gibi |
Özlem
doğduğum gün tanışmışım ciğer yanması ile çığlıklarım duyulmuş kapalı kapılar ardından acılarla tanıştırarak çevremi büyümüşüm sessiz derinden olmasa gerek gözlerimi kapattığımda yaşlarım geliyor bir biri sıra on iki on iki ve yılları dolduran verimli anılar ateşe verilmiş hasat hiç bu kadar efkarlı çekmemiştim dumanı basar gibi ayaklarımın ucuna ilmeğe hazır boynumu uzatmamıştım sevdalara günü beklememiştim şiirleri bir bir yaşayarak sayfaların bitmesini oysa nede çok özlemiştim şiir tadında koşmayı ne kadar özlemiştim pişmanlıklara gebe çocukça oynamayı ver topumu amca bir daha kaçırmayacağım sen hiç çocuk olmadın mı kırılgan umutlara sözüm yok sen hiç top oynamadın mı bahçelerde gül koklayamadım kanatamadım elimi kırlarda uzandım alabildiğine gelincikleri papatyaları ezdim boyun büktü ayaklarımın altında çimenler düşlerimde pişmanlıklar daha çok pişmanlıklar var kırmak istediler kalemimi oysa yazılacak çok şeyler vardı onun içindi ki direncim yıkılmadı ne çok şeyler sevdim mesela detarjan kutularında çimen yetiştirmeyi küçük bir pencereden gökyüzünü seyretmeyi bir dostun defterinden şiir seçmeyi ve daha çok şeyleri sevdim sevmelere çok şeyler ekledim hiç kertenkele beslediniz mi yada bir kirpi bir kirpinin boyun altını okşadınız mı açtımı size o yumşak döşünü iki dudağınızı dokundurdunuz mu minnacık burnuna insanları sevdim kokuşmuş düşüncelerden uzak kan gibi berrak sevdalarımı verdim umut vermeden umutlarımı verdim yağmurda sırılsıklam yürümeyi ağaca çıkıp düşmeyi yaralarımla oynayıp kabuk kavlatmayı sızılardan zevk almayı sevdim onun içindir ki sevmeleredir en büyük özlemim heybesizdi dolaşmalarım katıksızdı sevdalarım ne açlık çektim nede yarı yolda kaldım umudumdu yoldaşım birde yarım yamalak mırıldandığım türküler |
Parangalar
parangalar kirildida kirilamayan seyler vardi yuregimize kazinmis kendi sevda yolu sevda sevdalara adanmis gozlerimizi bosluga saplayan |
Parmağını Uzattın
geldin parmağını uzattın seni dedin parmağına takıldı gözlerim gözlerini görseydim bu kadar şaşırmazdım belki duya bilirdi söylediklerini yüreğim görseydim gözlerini bu kadar ürkütmezdi beni söylediklerin parmağın mıydı yoksa gösterilmek miydi beni ürküten |
Parmaklarım
her tetiği okşadığında parmaklarım sevdiğimin yüreğine akar gibi salarım zifiri karanlığın içine beynimdekileri umut olur namlunun şavkı bir demet umut şıklığında çağıldarım gönüllerde şiir olurum türkü olurum karanlıkta yürüyenlerin dilinde bilinmezliğin gizemi aralanır bir bilmece çözer gibi karmaşık aldatma dolu sözcüklerden uzak ter akıtırcasına uğraşlı didiklerim beynimi bir mermi daha sürebilmek için namlunun içine bir şavkı daha parlatmak için gönül zindanlarına ışık parıldar kayan bir yıldız gibi dilek tutulan aralıkta girerim en kuytu duran kapılardan zayıflığı gücünde gizlidir bilirim ve girerim kalbine mermi olur girerim kalbine kalbine de ölümsüzlüğünü yenemem… |
Rüyalarımı Süsleme
Rüyalarımı süsleme Korkuyorum uyanamamaktan Uyanıpta sana dokunamamaktan Bırak tenim tenine değsin Gözlerindeki mutluluk resmini Yüreğime çizeyim Gece öyle gelsin |
Rüzgar
rüzgar olmasa her bulut yağmur olup düşer miydi toprağa rüzgar olmasaydı polenler savrulmasaydı her tohum kök salar mıydı toprağa rüzgar olmasaydı uçmasaydı kulübemin damı her işi ustasına sormayı göme bilir miydim aklıma rüzgar gibi rüzgar olmak istedim yaprakları oynatmak için ben sessizliklerden korkarım ıslık çalarım kelimeleri kaybetse de bilincim nakarat takılırım bıksa da sevdiklerim ben isyanlarda kor alev olmak isterim ışığı gür rüzgarlara bırakmak için |
Rüzgarın sesi
Rüzgarların Sesini Ağaç yapraklarının Hışırtılarında duyuyorum Bir çok şey anlatıyorlar Doğanın kardeşçe beraberliği Yaşam içerisine dalıyorum Uzandığım köşeden Sokakta Çocuklar koşturuyor Kendi çocukluğum geliyor aklıma Birde kendi çocuklarım Yaşamı tanımak Ağaçları tanımak gibidir Küçük bir çekirdek Bir zerre çiçek tozu, Bazen bir arı, yada Rüzgar Yeni bir yaşamın başlangıcı Yeni bir doğuş gibi |
Sabah Hoş Geldi
yıkıntılar arasında kalmakta var elbet ki yıkarken eskiyi bir soluk almakta dağ başı viran olmuş çakal hırçın bu pençeler yırtmaz göğsümü uyku akıyor gözlerim bakıyor yorgun olmayan bir şeyler var içimde kalbim attıkça biliyorum bu memleket bizim ah benim ay yüzlü yıldız bakışlı yarim saçlarında gezinecek nasırlı parmaklarım yıkıntılar arasında kalmakta var elbet ki bir kitabı bir kitabın üzerine koymak gibi yaşamakta var elbet kıpırtılar arasında coşmaya hazır insanlar gibi bu sabah yüzüme önce su değdi sabundu jiletti sonra yine su değdi sabah hoş geldi |
Sağlam Toprak Gerekli
sadece sanır mısın çalı çırpıdır girdaplara kapılan sal köklerini sal derinliklerine sağlam toprakların sanma ki her toprak aynı tutar köklerini kökleri sağlam sağlam salmak için sağlam toprak sağlam toprak gerekli |
Sağnak Yağmur
sağanak yağmur dışarıda ürpertiler içerisindeyim kırık bir ayak taşır gibi izlerim çıkardığı sesleri gidemem işime şemsiyesizliğin gözü kör olsun konusu değil bu bilirim gitmesem de kapanmamış çatıdan içeri giren damlaların birleşkesi dokunacak fare gibi kemirerek cüzdanıma aman sende boş ver demek gelmedikçe içimden kemirilen cüzdanımdan öte olacak dışarıda dürüstçe yağmıyor yağmur kar edeceği yok şemsiyenin sadece yağmur olsa neyse de ya yollar kaldırımlar arabalar arabacılar cakalar cakacılar sanki tapulamışlar özgürlükleri kiraya verir gibi devre mülk misali dolaşabilirsin diyorlar küfretmek yakışmıyor bana sana da yakışacağını sanmam kaldırımın orta yerine park eden arabanın kölesi kim bilir ne umut ile kaç yılda biriktirdiği özlemi neyse de ney bu tipler asıl sürat motoruna biner gibi suları köpürterek caddelerde gezenler dilerim işiniz gücünüz olsun küfretmek yakışmıyor bana dürüstçe bakılmıyor ala bildiğine ulu orta ya dil işliyor günahı ya da estikce rüzgar göz işliyor günahı sağanak yağmur yağıyor şemsiyem taşımıyor yükünü ne kadar kuru kalmak istesem de bulaşıyor ıslaklığı |
SAHİLE VURAN MUTLULUK
Nedense hiçbir şey yapmak gelmiyor içimden, düşüncelerimi boşluğa salmaktan başka, biliyorum, birazdan o düşüncelerle dolu boşluk kaplayacak her yanımı. “Yazmalıyım, yazmalıyım diyorum kendi, kendime mırıldanarak, o boşluklar şekillenecek satırlarda, beyazlık kaybolacak, anılar belirecek, sırlarım sır olmaktan çıkacak, korku var içimde, elim gitmiyor kaleme, “ oysa boşluk bir beşik gibi sallıyor düşüncelerimi, uyumaya yüz tutmuş anıların içerisinde, ortaya çıkması gereken bir şeyler var, bilincimde yer etmiş, bir özlemi dile getiren, kaybetmek istemiyorum bana özel olanı, acı versede, buruk bir çayı yudumlar gibi, tadını hissetmek istiyorum, biliyorum sırlar döküldüğünde kağıda boşluk kaybolacak, boşluğun o buruk hüznünü kaybedeceğim. Çökmüş oturmuşum duvarın dibine, oysa soğuk bedene işlemiş, çevreyi saran sessizlik,..Kulaklarım çınlıyor, gecenin ileri bir vakti, beklide birazdan sabah olacak, zaman yüreğimle işliyor, uyumayan sadece bir ben miyim diyorum kendi kendime, birde uyumaya yüz tutmuş anılar, Kalkıp gitmek istiyorum buralardan, yıllar öncesi gibi, alabildiğine yürümek, olmuyor, olmuyor…İçimde türkü söyleme isteği var, isteklerimin önünde engeller,.. Geldi çöktü yine buram, buram sevda kokusu,..Olmuyor,… Yüreğimi saran kabartıları sahile vurup dalgaların kayboluşu gibi, kaybolup gidiyor… Sahile varmadan görünmez olup giden dalgalar, Kaybolup gitseler de kulaklarıma sesleri geliyor, kulaklarımı çınlatıyor, Denizlerin görüntüsü alabildiğine uzak, yaşam sessiz, yaşam sıkıştırılmış, daracık, çeperleri daraltılmış hava gibi, bilincimde her zamankinden daha canlı olsa da, sessiz, dingin bir canlılık, oysa bir şeyler oluyor yüreğimde, sessiz olmayan, zaman, zaman binlerce iğneyi kucaklar gibi görüntüler geliyor gözlerimin önüne, anıların ötesinden hüzün veren bir ses duyar gibi oluyorum, tekrar, tekrar başa dönen, kulaklarım çınlıyor… “Sen benim için vazgeçilmez bir dostsun, başka türlüsü olmaz, beni anlamalısın, anla beni” Düşüncelerim karma karışık, silinip gidiyor her şey, kalem elimden düşüyor, kağıdın beyaz kalışı, esen bir yel gibi içimde ürpertiler bırakıyor, gürültüler geliyor kulağıma, dalgalar birer, bire vurup kayboluyor kıyıda, göremiyorum,... Düşlerimin arasına karışıyor bir anlık bir film şeridi gibi anılarım, Denizin üzerinde alabildiğine uzanan bir gökyüzü, beyaz, beyaz bulutlar dolaşıyor, kıyıda iki adam bir çocuk, belleğimi kaplıyor bir an, Denizin kıyıya bıraktığı mutluluğu arıyor çocuk, bir an ürperiyor, minik adımları güvenceye alıyor hemen onu, hiçbir şey olmamışçasına devam ediyor aramalarına, kimi zaman avucunda gülümsemeyle dönüyor bize doğru, çocuğun ıslana ayaklarına takılıyor gözlerim, göz göze geliyoruz, bir ürperti var yüreklerimizde,.. Engellemeyeceğim arayışını, Her sevincin bir bedeli vardır, varsın devam etsin ürpertisi, tekrar göz göze geliyoruz, tekrar gülümsüyor, kaçırarak bakışlarını, biraz daha ileriye gidiyor, Koşarken kıvırcık uzun saçları savruluyor rüzgarla, düşüncelerimden öteye çekiliyor… Düşüncelerimin önünde beliren yine aynı görüntü, koparıyor beni bu küçük oyundan, Lanet okumaya çalışıyorum tüm lanetlere, lanet okurken, darmadağın duygular içerisinde Denizi seyrediyorum, ufuk çizgisini geçerek görmeden, almış başını giderken dokunuyor bir el omzuma “Dönelim istersen dost…” diyor “Dönelim” diyen dostun sıcak sesi ısıtıyor anıların içerisinde üşümüş yüreğimi, bir anlık geçiyor ürpertim, boşlukların içerisinden çıkmadan, Boşluklar mı boğacak önce, yoksa sevginin zehirim durduracak dalgaların akışını, bilmiyorum…Hiçbir şey bilmiyorum şu an, Sevgi bunca acıyı nasıl verebilir bunu düşünüyorum, Ağır, ağır ayağa kalkıyorum, Çocuğu çağırıyor dost, boş gözlerle bakarak, anlıyorum seni dercesine,.. Anlamak ve paylaşmak, sessizce… Minik elleri tutuyoruz birlikte eve doğru dönerken, bir köPage Rankingü oluyor anılara, anılar arası, Bir yanılgı var, hep bir şeyler var bir şeyleri gizleyen. Parmaklıkların arasından süzülüyor, silik ışıklar belikli gün ağarmaya yüz tutmuş gözlerimin önünde yüzü “Sen benim için vazgeçilmez bir dostsun, başka türlüsü olmaz, beni anlamalısın, anla beni” sözü, Anlamam seni anlaşılabilir olmana bağlı, nasıl anlayabilirdim onu, “Dostun; Dosta sevgilinin yanında, sevgiliye sarılamamanın verdiği acıyı çektireceğini” hep bir şeyler oldu bir şeyleri gizleyen, hiçbir zaman, zamanında öğrenemedik o bir şeyleri, sevgiye istenilen bedeli mi yaptığımız, ödenir mi sevginin bedeli, onun için ödenen bir ömür değilmi,.. Silik ışıklar koyulaşıyor, Bir şeylerin eriyip gidişi ile beraber, dalgaları sahile vurmadan eriyip gidişi gibi…Eriyip gidiyor bir şeyler… |
Salkım Saçak
güneş saçarken ışıklarını topluyordu bakışları ile güneş nazlı aylardan aralık gün Pazar salkım saçak insanlar vitrinler camdan insanlar candan uzak salkım saçak sarmış hüzün son günler yılın sarıyor zamanı vitrinlerde bayram yılbaşı tartışması sanıyorlar ki onun senin benim bizlerin sırtındaki derisi ille de derisi uzun zamandan beri uzak kavalın sesi tekilde kalabilseydim sevinirdim belki güneş salarken ışıklarını topluyorum ışıklarını aralığın üçüncü pazarı yayılmış orta yere salkım saçak düşünceleri |
Sallanır
eteği sallanır rüzgar vurur rüzgar vurur eteği savrulur düşüncelerimin utanırım rüzgarlardan kanadı kırık kuş olurum uçmalara uzak sallanır bir şeyler ağaç dalı yer küre rüzgar vurur sallanır düşüncelerim eteğin kabahati ne kökleri salsa da toprağa sallanır yaprakları çınarın sallanır dalları takılır düşüncelerime rüzgarlar vurur üşümem |
Sana Öğretmenim Diyeyim
ezberleyemedim hocam gazımız bitmişti karanlıklar bürüdü odayı örümcekler yürüdü uyudum uyku bastı düşlerimi ezberleyemedim kıyma bana ellerim yazmaya aç acım cami avlusundan uzakta dururum sorma kerrat cetvelini bak hocam sarı sayfalı arkasında tüm defterlerimin bakma öyle gözlerime korkarım sevgisiz gözlerden bana sen yaşamı öğret nerden bulurum alacak parayı ezberlerim bak nasılda sığdı tuşlarına bir makinenin tek ayakta dururum üzülme sen dikerim gözlerimi çöp kovasına konuşurum ben konuşurum öğretmesen de sen dokunurum ateşine sobanın atarım kendimi denizlere ezberlerden uzak tut beni ben yine okurum okurum almak için okurum sevmek için okurum doymak için sevdalanırım yaşama küçük dünyalarımda kendim olurum beklide belkide yalnız aykırılıklarla dolu korku düşlerine kara basan olurum karanlığı öğrenirim karanlıklar içinde denizi öğrenirim tuzlu su midemde bilirim bedel ödemesini kırılmam sana ödediklerim için yeter ki bana yeter ki isyanlarıma ahh hocam bilirim öğretmeni öğretmenin yüreğini beni bırak ta bundan sonrakileri bırakma düşe kalka öğrenmeye bakma gözlerine kırık bir düş ile sana öğretmenim diyeyim beni bana verdikce |
Sanmayınki Korkusuzduk
sanmayın ki korkusuzduk korktuk bizde korktuk kış *******i gibi geçti günlerimiz ayaz vurdu gün ortalarında korla ovduk yüreklere düşen donmuş ayaklarımızı yine de yürüdük üşüdük kar etmedi çarelerimiz kırıldık birer birer sanmayın ki korkusuzduk yıkılmadı kalanlarımız yılamadık kırıldık birer birer yeni filizler vererek aç çoğalmalara korkularımızla yürüyerek kırıldık üşümelerde dokunmadık hiçbir sıcaklığa yüreğimizde kor alev dolaşmadı ellerimiz başka mahrem yerlerde tutmak iste sekte ellerini sevgilinin hiç olmadı anılarımız soğuktu soğuktu her şey umutlarımızdan başka üşüdük korkularımızla iç içe büyüdük don vururken düşüncelere kor yüklü yüreklerimizle ovaladık kıpırtılar vardı hep içimizde ayakta tutan bizi ökseye tutulmuş serçe misali çırpıntılarıydı kanatlarımızın koparamadık kıl inceliğinde tuzakları korktuk korktuk yenilmedik korkulara yürüdük üzerlerine birer birer düşerken karanlıklar içerisinde korktuk yürüdük üşüdük yürüdük bizimkisi yürüme tutkusu üzerine üzerine korkunun korku karanlık korku cehalet korku kopmak umuttan umudun yolcusu olduk |
| Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 04:09 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.