www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee

www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee (https://www.cakal.net/index.php)
-   Adult eski arşiv (https://www.cakal.net/forumdisplay.php?f=376)
-   -   Naime Erlaçin (https://www.cakal.net/showthread.php?t=135142)

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:40 AM

Özel Gün

şarkılarını ver bana kahkahanı istiyorum
gülen yüzüne astığın tebessümü
gülüşünü gözlerinin

bilirim menevişler volta atar
kalbin orada ateşlenir
her dokunuşunda parmak uçlarının
yeniden tutuşur maytaplar

bu denli yakın
böyle özlemek olur mu
ben de bir tuhafım hani!

tut ellerimi sevdiğim
denizde yıkanır bu hüzün
biliyorsun bugün ikimize özel bir gün


(22 - 24 Nisan 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:40 AM

Özgür Bırakmaktır Sevmek! ...

-“Aşk, seni kendimden dahi korumayı öğretti bana”. – Halil Cibran


vurgununa ak hasat sökümlerinde
ki boğulmayasın kuytularımda
sınırlarımda isterdim seni kuşkusuz
hiç adil olmazdı ama
sıkıca bağlamak mesela

durma!
kur kentlerini
yürü krallığının miladına gururla
derin nefesler bırakıyorum sana
seçilmek yeterliydi divanına
gözden ırak olsa da görkemi
biliyorum!
bana ait bir taht var orada
dünden yarına

evcilleştirdiğinden sorumludur kişi! *
nasıl kurumaya bırakılır o halde
bozkırda bir can
nasıl yıkılır yaşam köprüleri
aşka soyunmuşsa üstelik
tepeden tırnağa

kutsandık bir kez ey gül!
kaderin dahli var yolumuzda
üstüne yığılmasın yitirdiklerin
sevmek özgür bırakmaktır!
korkma çözül kendi vurgununa

yazgı ne olsa değişmez
sorumlusun bana
sorumluyum sana

……..


(*) “Evcilleştirdiğin şeyden sorumlu olursun. Gülüne karşı sorumlusun! ....”
- Antoine de Saint Exupery (1900 – 1944) : “Küçük Prens”

(4 Şubat 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:40 AM

Pazaryeri

goncalar dökülüyor
ketumiyetinden bekaretin
iğfal dayanılmaz boyutta

pazaryerinde çığlık var

melekler ağlıyor omuz başlarımda
hayra yoruyorum serencamı
saçımı okşatarak bir daha
dolunay yüzlü
ay bakışlı sevdaya

nafile!

al basmalar
titremeler
havaleler ne ki
deprem var!
destursuz geceye boyun eğip
figan biriktiriyor yine varoluş
harfin kanı bozuluyor
kendinden sorumluydu oysa insan
öyle bilirdik
kendini yeniden kutsardı doğuş

fiili çekimsiz
faili kayıp bir suç var ortada
infazı bozuk
kararı noksan

önce kim gelecek ipe söyleyin

pazaryerinde çığlık var! …


(21 Ekim 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:40 AM

Pembeler Benden Olsun!

ayrılık kör kuyulara döndü can
elim yetişmiyor uzaklara
gönlümü sunsam ne dersin

tenine dokunsam ta buralardan
acını dindirsem sıcaklığımla
sıkıca mühürlesem korkularını
yaparım inan!
yüreğim kocamandır bilirsin.

bir buket çiçek yetmez
anlamlı olmalı armağanım
ağaçlar tomura vurmuştur şimdi
hani kaldırımlarda pembe pembe
işveyle göz kırparlar ya insana
yakından bak onlara
en gözalıcı gül ağacını seç
ki kucaklayıp dikileyim karşına
'bu senindir! ' diyeyim sana

ne çok seversin o rengi
pembeye analığı katarım sevgiden
seherde bir haziran olurum hiç üşenmem
ilk nazarda yüreğin ısınır da
sanırsın gülistana dönmüşmüş o kent
yalnızca pembe güllerden

uyanınca iyi bak etrafına
pembeleri ara orada olacağım
orada olacağız pembe ağacınla
ruhuna doluşacak menevişler
şifalar sunacağız merhem olup
'geçmişler olsun' derken sana

pembeler annendendir bu gün!

(Can parçam, gönül çiçeğim Ebru kızıma...)


(25 Nisan 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:40 AM

Penelope*

yine çaktım kibriti
İthaka’nın acılı kadını
bilge hatun
İkarios’un kızı Penelope ey!

nasırlarını göster bana

aynı değirmende öğütür zaman sevgilileri
en çok onlar birbirine benzer
enciklerini koruyan köpekler gibidir iki yavuklu
cesaret ister aşka ve ecele koşmak
çok sevmek cefayı
en çok

“yar’i karşılamak yürek ister”**
sevdayı karşılamak gibi
kendine ispiyonlar gibi kalbini

hele bir de kadınsa İthaka’da!

“katlan! ”
der yürek
“daha katlan
ki dikenleri benim olsun acının

gülü severcesine…”

sen gibi Penelope
sen gibi! ...

…….

(*) Penelope: Odysseus'un dönüşünü 20 yıl sabırla bekleyen eşi.
(**) Ahmet İnam

“Dünya Kadınlar Günü” nedeniyle, dünyanın cesur yürekli, vefakar, sadık ve cefa çeken tüm kadınlarına bir şeyleri hatırlatmak adına...

(8 Mart 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:40 AM

Persona Non Grata*

ucu yırtık mektuplar kadar
eskitilmiş bir zaman artığı bu

kimse ölmez bizim için!

kadeh tokuşturmalar izlenir acıyla öyle
kimse atmaz ilk kurşunu
zemzem yudumlatmaz ateş rengi rüyalardan
hiç bir yürek

boşalan masalar kuyruğunda sıra bekleyerek geçer ömür
kahır oyalı çeyizler
sandıklarda küflenir ne hazin!
ak saçlı bir yenilgiye gideriz evrilerek

sağrımızda tövbekar pişmanlıklar
bir düşünce yırtığıdır alnımdaki çatık kaş
iktidar harından fışkıran nar taneleri ah!
devasa bir hiçlik ve çöl kuraklığında delinir bağrımız
yüksek mahkeme kapılarında pürtelaş

insanın hedefi onurla
gümüş bir tele dönüşmek acının şakağında
külli cümleleri hayatın ölümden geçer
sen sus ey “persona non grata”!

ölürüz biz kendimiz için!



(*) “Persona Non Grata”: Diplomasi dilinde, “İstenmeyen Adam”…

………………….


TANIMAM, BİLMEM, ANLAMAM AMA!


“AB'li politikacıların ve komisyon üyelerinin içişlerimizi izlemesi, yaptığımız anlaşmaların, kabul ettiğimiz kuralların gereği...” diyor Altan Öymen. (20 Aralık 2005 – Radikal Gazetesi)

İtirazım var!

Aynı hararetle neden Rektör Yücel Aşkın davası izlenmez? Veya acil kapılarında sürünen gariban vatandaşın hal-i pür melali? O anlı şanlı, çok konuşan gözlemcileri Van’da göremedik. Ne de ruhsatsız ambulanslar soruşturulurken veya yoğun bakım ünitelerinde, ki milletçe oradaydık biz.….
Irak kan ağlıyorken, insan hakları savunucuları neredeydi? Ama onlar EU (AB) anlaşması falan yapmamışlardı, değil mi? Demokrasi umarken, vahşi bir savaşın göbeğinde buldular kendilerini…
Anlaşma olmuş olmamış, ne önemi var? Senaryo her yerde aynı…

Yoksa bu komisyon üyeleri hep oralarda-buralardalar ama medya mı fark etmiyor?
“Holding medyası” dedikleri, bu mu ola?
Ben anlamam, ama gün geçtikçe kafam karışıyor doğrusu…

Karma Komisyon Eş Başkanı Joost Lagendijk’in devirdiği çama ne demeli peki? Şahsen ben, düşüncemi özgürce ifade etme hakkıma sığınarak, bu zatı “persona non grata” ilan ediyorum.
Bu haklar yalnızca ayrıcalıklı kişilere verilmiyor sanırım!
Yurtsever bir Türk vatandaşı olarak, ordum beni koruduğu için; bu uğurda, gencecik mensupları gözlerini kırpmadan ölüme yürüdükleri için yoksa özür mü dilemeliyim?
Bakın bu AB’nin işine kafam ermiyor benim!
Nalıncı keseri gibi yontmayı bir türlü beceremiyorum.
Çifte standardizasyonu da…

“Orhan Pamuk ne konuşursa konuşsun, bizim ulusal bir kıymetimizdir” diyor değerli yazarımız Serdar Turgut (20 Aralık 2005 – Akşam Gazetesi) .

Ne yazık ki, unuttuğu bir şey var. Son dönem açıklamalarına kadar elbette ki öyle idi. Benim de çok beğendiğim bir yazardı. Ama artık değil. Turgut’a göre Pamuk acilen devlet koruması altına alınmalıymış. Evet, tabii ki korunsun. Mutlaka, çok sıkı korunsun hem de! Allah muhafaza, başına bir iş gelmesin. Aksi halde sivri konuşmalarıyla almayı başaramadığı Nobel Ödülünü, mahkeme kapılarında çıkan arbede yüzünden, ününe biraz daha ün katarak biz kendi ellerimizle altın bir tepsi içinde sunmuş olacağız! Yazıda söz edilen “60 kişilik gezgin faşist grubu”nu tanımam, bilmem ama ben rencide oluyorum….

Gördüğünüz gibi bugün, bonkörce “persona non grata” ilan etme günüm…

“Laissez Faire” - Bırakınız Yapsınlar” diye çığlıklar atıyorlardı 18. YY’da.
Daima ekonomik müdahaleler ile başlıyordu bu işler...
Ve geliyordu arkası…

Öyle değil artık….

BIRAKINIZ GİTSİNLER!

Onurumuzu ayaklar altına aldırmaksızın; kendimiz için yaşadığımız gibi, kendimiz için ölmeyi de biliriz biz.


(20 Aralık 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:41 AM

Rağmen!

bana aktı göz yaşlarım
ağladığımı görmediniz hiç
kendimi uğurlayıştı benimki
:
yakıcı hüzün

salkım saçak bir mezata bıraktım
çarmıha gerilmiş dilsiz rüyaları
şiirlere satıldılar
güdümlü
usla mitos arası şaşkındılar!

aşk kaldı bir tek
post-modern çerçeveye sığmaz
görünmez tufan bir de

doğurgan bulutlar mahpus
sarı bir matemdi hisseye düşen
tutuklu
fişli
yasaklı

onlar ki
onca “rağmen”e rağmen
kül duman bahçelerde
ağlak ve paslı bir kızıla
turkuvaz açtırdılar

maviydi yağmur!


(3 Ocak 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:41 AM

Resmin Öteki Yüzü…(Düz Yazı)

-Bundan önceki yazıyı okumadıysanız eğer, bunu da “es” geçin lütfen! ...

Bir öncekinde sizlerle aşk hakkında konuştum. Aşkın büyüklüğünden söz ettiğimi mutlaka kavradınız. “Aşk ölümsüzdür” dedim. İnanan inandı; tereddütleri olanların kafası iyice karıştı; inanmayan ise “kadın palavra atıyor yine” dedi. Hatta, eminim “vah vah, bu da böyle bir rüya görüyor işte! ” diyenler bile oldu. Oysa farkındaysanız vefasızlıktan, ikiyüzlülükten, ihanetten, derin yaralanmalardan, aşka rağmen geri dönüşümsüz yanlışlar yapıldığında sevginin örselenmesinden hiç söz etmedim. Alice 'Harikalar Diyarında” idi. Biz de onunla birlikte dolaştık.

Şimdi, birer emekçisi olduğumuz dünyamıza daha geniş ve evrensel bir pencereden bakalım.Yazın sanatında şair veya yazar, kalemiyle bir sihirbazdır adeta. Duygu ve düşünce ile insan arasında iletişim kuran bir şamandan farksızdır o. Bundan da önemlisi istediğiniz düşü sunabilir size. Ömür boyu aradığınız romantizmi veren veya acılarınızın izdüşümlerini keşfedebileceğiniz bir mazoşizm kaynağı olabilir. Kış uykusuna yatmış tensel arzularınızı kolayca canlandırabilir. Hayal aleminde uzun ve keyifli bir gezintiye çıkarabilir sizi. Şiir ortamı böyle bir amaca çok daha uygundur. Orada mantıklı olmak zorunda değilsiniz çünkü. Düşler aleminde ise her şey mümkün. Duygu verildiği ve alındığı sürece işler yolunda gider.

Kablolar birbirine sürtüyor değil mi? “Bir yerde kısa devre var” dediğinizi duyar gibiyim!

Defalarca soruldu bana. Şiirleri nasıl yazıyordum? Bu veya şu şiirde kime sesleniyor, ne demek istiyordum? Kendimi bir odaya hapsederek, bir tür izolasyon sonucunda çektiğim acılardan mı yaratıyordum onları? Tanıdığım kişileri mi yazıyordum?

HAYIR! Kişi ve olayları yazmışsam eğer, bir ithaf vardır mutlaka. Hayat hikayelerinden yararlandığım doğrudur ama yazının bir tür özel mesaj yöntemi olmadığını unutmamak lazım. Bunun için pekala posta kutuları, mektuplar, SMS’ler, vs. kullanılabilir. Profesyonel anlamda bu işten para kazanmayı reddetmiş biri olsam da profesyonel ruhlu ve araştırmacı bir yazarım ben. Şair ise hiç değilim. Şiire olan saygım o denli büyük ki, bir gün bile şair olduğumu söylemedim. Ancak ne türde olursa olsun “yazı”nın onuruna, haysiyetine ve bir anlamda kutsallığına inandım daima.

Şimdi bu sözler de kafanızı karıştıracak, biliyorum….

Sıkça vurguladığım gibi, yazar aklına ne koymuşsa onu yazabilmeli. Bunun için gerekli olan konsantrasyon ve altyapıya ulaşmak onun görevidir. Bazen gerçekleri beyninize vuran bir tokmak; bazen bir rüya satıcısıdır o. Rolünü oynar ve setten çıkar gider. Sadece kötü oyuncular rollerinden etkilenir ve kimlik değişimine uğrarlar. Yazar önyargısız, soğukkanlı, planlı ve programlı hareket etmek zorundadır. Cenazesi olduğu gün mizah yazabilmelidir o. Veya kahkahalar atarken okuru ağlatabilmeli…Yararlandığı her kaynağı bir biçimde (tırnak işareti, imza, dipnot, kaynakça, ithaf, vs. olarak) belirtmek mecburiyetindedir. Yazının haysiyeti “hoşuma gitmişti, aldım ve kullandım” tarzında bir açıklamayı asla affetmez! Yazının sorumluluğu öncelikle kendinedir. Belirli bir tutarlılık ve seviyeyi muhafaza etmek gibi. Bu yüzden mutfakta kotarılmış her iş, diğerlerinden ve özellikle de yazardan ayrı tutularak değerlendirilir. En azından profesyoneller böyle yapar.

Nitelikli bir yazıyı nasıl üretebileceğiniz konusunda yardım alabilirsiniz. Yazım hatalarınızı düzeltebilirsiniz. Bu işin temel öğesi olan yazının aslı, duruşu, tutarlılığı, etiği hakkında ise nedense pek konuşulmaz. Ama doğaldır. Talebin olmadığı yerde arz’ın ne işi var? Söylemeyi değil, alkışlamayı veya yermeyi; yaratmayı değil ama tüketmeyi; tüketirken de durmaksızın konuşmayı ve tartışmayı seçmiş bir toplum olmamızdan mı kaynaklanıyor bu eksiklik acaba? Ve bunun için mi yazara yalnızca özel duygularını dile getiren kişi ve eserlerine de birer “günce” olarak bakılıyor ki sonuçta evrensel panoramayı göremiyor ve resmin öteki yüzünü gözden kaçırıyoruz?

Bakın “aşk”tan nerelere geldik. Profesyonel ruhlu bir yazar, size aşk veya başka bir konuda sayısız denemeler (essays) verebilir ve sizi arzuladığı her yolculuğa götürebilir. Şimdi oturup size “Aşk kısa ömürlü bir illet, doğal bir felakettir” başlıklı bir yazı yazabilirim. Ölmez dediğim aşk için, başlığı “Ölü Aşk” olan bir lanetleme yazısı sunabilirim.

Hemen sormaya başlamayın sakın; “Aslında bunu mu demek istiyorsun, daha önce bize yalan mı söyledin? ” diye. HAYIR; HAYIR; HAYIR! Size (yazıya hevesli gençlere) gerçek yazının ne olduğunu anlatmaya çalışıyor ve farklı boyutlarda düşünmeye zorluyorum.

Yazı kişisel bir tatmin aracı değildir. Şiir de öyle…

”Hani sen bize kişisel görüşüm demiştin? ” diye sorabilirsiniz pekala. YANLIŞ! Yazının gereğidir o. Araç kullanma yöntemidir. Bir tür teknik, yanılsama, illüzyon yaratma, yazıya güç katma veya adını ne koyarsanız koyun, odur işte. Yazarın bilimsel yazılarda olduğu gibi, çok somut gerçeklere dayanmadıkça kişisel görüş belirtme hakkı yoktur. Bunun aslında kişiselleşme gayreti olmadığını fark etmek ise okura düşer. Bir sihir dünyasında dolaştığımızı varsayarsak eğer, oranın sihirbazı olarak ve yine sadece o yazı kapsamında ciddiye alınma; gerekçelerini de belirterek, onaylanma veya yadsınma/eleştirilme hakkı vardır yalnızca...

Her yazı ve şiir, dışarıdaki gerçek dünya ile karıştırılmaksızın; kurgusal bir mantık çerçevesinde ve kendi içinde izlenmesi gereken bir serüvendir. Yolculuk etmeyi becerebildiğimiz sürece!

Hani kısaca ve ek olarak diyorum ki, okuyabilmek de yazmak kadar önemli...

Kalın sağlıcakla dostlar


(13 Temmuz 2004) - 'Gençler İçin Denemeler' Dosyasından...

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:41 AM

Rest

gün be gün ölen
kürek mahkumlarıyız

yaşam
tükenmeyi bellemek
dünya sürgününde
gökle yer arası bir yerde
hem yem olmak
hem fare

aşk
gelincik tozu
bahar vakti uçuşan

çiçek tutkunuyum bu yüzden
sevdayı fısıldıyor onlar
ve fakat
sararıyor mevsim
buz günlere akıyor zaman

elimi yine de
sevgiye
aşka yatırıyorum
'rest' diyerek
özveriye

ne kadar seviyor
o kadar yaşıyor insan

……..

Mutlu bayramlar dostlar ) Sevginiz bol, sevgi vereniniz daha çok olsun! ...

(14 Kasım 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:41 AM

Ruhun Öteki Yakası

izin versem
yüzüme vursa köpeğim
gönle azanın
efendisi olmak gibi

ki boğulmasın duygu
korkunun nehir yatağında
kirlenmesin su

her ürperti
bir engel aşkı öteleyen
her kuşku
ani ölüm uçurum başında
aşk küreye* dahil olmak
soyunmakla mümkün ancak

ruhun öteki yakasında
vahşi bir yaratık var
orada

ona dokunsam önce
çıkartsam dışarı

sonrası kolay

sanıldığından yumuşak diyorlar
bir köpeğin dişleri için

sevecen
tutkulu
ve uysal

……..


(*) ” Seven ve sevgiliden önce verilmiş bir aşk âlemi vardır. Bu âlem, yaşanan olağan günlük dünyadan bağımsız, tümüyle ayrıdır. Ancak seven gönlün gözleri bu alemi fark eder.
Aşk âleminin yaşadığımız dünyadaki izi ise, seven ve sevgilinin içinde bulunduğu düşünülen ‘aşk küre’dir….” – Ahmet İnam

(26 Mart 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:41 AM

Rüya Görmeyen Aşklar!

-Bazı aşklar rüya görmez. Rüya onların içindedir.


sağanaklar indi dünyama
baharı dinliyorum yağmurun yankısında
sevdiğim beni anıyor, ısınıyor içim
koynumda saklıyorum aşkı gönlümce okşayarak
buğulu bir yağmur damlasında sevgiyle kamaşıyor gözlerim

hani ayrılığa düşerdi sevdalar
ağıtlar yakılırdı uğruna
azgın sulara kapılır da
ikiye bölünürdü hayat

inanmıyorum!

ayrılık olsun olmasın
kolay ölmüyor bazı aşklar
rüya saklıyorlar içlerinde
hünerleri burada!
bizimkinden alacalı sevdalar varmış
varsın olsun
bilesin umurumda değil acı sen yanımda oldukça

her sabah
her yağmurda
her saat başı beni

her saat başı seni sevdiğimi hatırla!


(21 Ocak 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:41 AM

Rüyadan Sormalı Şiiri!

her dize
bir veda şairden
eksilmenin diğer adı

aşk mı sebebi
acı mı, bilgelik mi
nedir?

girilir bir kapıdan
bin kapıdan çıkılır
ne zaman tutulur sonsuzluk yolu
açılır gözler uykuda
o zaman konar şiir
kısa ömürlü bir kelebek gibi

rüyadan sormalı şiiri
çoğalan acıdan
yürekte çatlarken nar taneleri
sevdanın bilendiği uykudan

her dize
yeni bir damla kan
her dize bir ayrılık şair ruhundan


(19 Ocak 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:41 AM

Rüyaları Topla Git!

şafağa kör bakar kuyu
gündüzü bilmez mağara

bundandır telaşı yeraltı suyunun
bir çatlak aramak ömür boyu
dar aralıklar yalnızlığında

“hiç durma...rüyaları topla git! ...” diyor kadın
“ve mağaraları”
yalınlaşıyor çünkü yaşamak yerkabuğu kırıldığında

hançer yarası değil bu
ağızdan çıktığında söz ihtilaldir bazen

ışığı gördü su dünden bugüne
cesurdu ağrılı uyanışlara
özgürdü yeryüzüne bir kala

masaya inen yumruğun sesini duydum
bir yıldız kiralamıştı kadın
boşu doluyu düşünürken erkek
rüyaları toplayıp koyulmuştu yola

yakışanı gökyüzüdür aşkın
gökten gelir rüyalar
göğe uçarlar yine.

gündüzü bilmez yarasa gözlü mağara!


(7 Şubat 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:42 AM

Rüyanın Doğduğu Yere Git! *

kutsal maviye yuvalanmış
saydam bir göktaşı olduğunda sevgi
kimden sorulur uğursuz yerin sessizliği
rüyayı gözbebeğinden lanetleyen kara talan ey!
hangi dağ başından

mülkün ezeli sahipleri Adem ile Havva’dan mı

o mülk ki adağa bahşedilmiş bir ağaçtı
yürümez…konuşmaz…gülmeyi bilmez
rüzgarı bekler yalnızca
bir elma…bir de yılan…

hamurundan yaratıldın şiir ve aşkın!
göç vaktini çalıyor şimdi saatler
seni çağırıyor dağ ateşleri
taze bir umut demektir her yeni yıl
hele bir de gençsen
yaratma çağındaysan üstelik
orada bir yer olmalı mutlaka
rüyanın hevenklerle indiği
elif ve lam'dan

“her zaman paylaşılan duygular vardır
yeri gelince ölümler de….”**

neler bölüşmedin oysa
hırpalandın parçalanarak
onarıldın
onarıldık bir daha
unutulmaz yaz günlerinde

durma!
kanatlarını çal soylu bir kuşun
yüreğinde çöreklenen kışı
var gücünle savurarak temmuz kucağına
izin ver körpe yazlar göversin
oğul veren acılar özünde

git oraya!

zirvedeki kayanın dibine gömdüm has dileklerimi
kutladım seni
kutsadım yakarışlarımla
adak ağacına bıraktığım çaputa sor rüyanın doğduğu yeri
çınara sor bulursun

unutma
taze bir umut demektir her yeni yıl
git oraya!

……..


(*) Doğum gününü gönül maytaplarıyla kutluyorum sevgili çocuk….
Yüreğindeki kışa rüya armağan edemem ama sana bir ışık yakabilirim belki…
Yaktım bile! ….
İyi ki varsın; iyi ki doğdun! ! ! .....
Kocaman sevgilerimle…

(**) Haydar Ergülen: “Unutulmuş Bir Yaz İçin” şiirinden…


(18 Temmuz 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:42 AM

Rüzgar

adı sevda oluyor
uykudan her sıçrayışında kirpiklerin
yalnızlığa her uyanışında

el değmemiş
narin bir kelebeğin
kıvancında eriyor hüznüm
sen perdeyi kaldırınca

okyanusa kavuştuğu saatte nehirler
ateş saçıyor bir zirve tipilerime
yağmura zincirleniyor çöller
sol yanımda üfüren bir rüzgarla
vazgeçiyorum kendimden
:
sana geçiyorum!

rüzgar
sen
ve ben
zamanın içinden
ebedi bir aşk masalında izler bırakıp
öylesine yürürken...


(15 Haziran 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:42 AM

Sadakat Aradan Çıkınca

her kadın
her erkek
her tutku
birbirine benzer

benzemeyen
sebat
vefa
sadakat

şıkça paketlenmedikçe
aşkı koyacak yer bulamadılar
taşımayı bilmek gerekiyordu oysa
ne çabuk unutuldu kağıttan külahlar!

yokuş tırmanırken bir aşık
Afrika menekşesine nağmeler yazıldı
“nisyan ile maluldür” derler ya inanma!
birbirine benzer insan belleği
beyinde kımıldadıkça kurtçuklar
anımsar insan

çamurda bile pırlanta sadakat
ateşe atılmadıkça
attırılmadıkça

insan her yerde insan
birbirine benzer hepsi
sadakat aradan çıkınca!


(17 Aralık 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:42 AM

Sage

“adım kadın” demiştim
dedim de “lal” oldum
“giryan” oldum
neler olmadım ki!

dedi:
'senin adın Sage* bundan böyle
çölün büyüleyici
gizemli çiçeği
Sage’sin sen benim gönlümde'

sordum öğrendim:
Sage canlılık ve enerji verenmiş
kardelen misali yalnızlığı severmiş

'her şey olurdum ben her şey'
'tarih kadar eski
doğan gün kadar yeniydim'
sen adımı Sage koymadan önce

inanmadılar

yanıldım belki
var mıdır anlayan
yok mudur
orada mıdırlar
ıssız bir yamaçta
ya da çölde
Sage’yi mi bekler dururlar

Sage’yi aldım
adım Sage'dir bundan böyle!


*Bana, Arapça’ da 'Naime' nin karşılığı olan ve Sage Flower denilen bir çiçekten esinlenerek “ SAGE” adını veren şair dostum Abir Zaki’ye sevgi ve teşekkürlerimle…

(13 Haziran 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:42 AM

SAĞANAKLAR DA GELİR! ...(Düz Yazı – Günce)

Hüznün kara bulutları çökmüştü üstüme. Her şeyin üst üste geldiği öyle zamanlardan biriydi…

Bir dostum kızını; bir büyüğüm elli beş yıllık sevgili eşini kaybetmişti. Yakın birkaç arkadaşım ve sanal çocuğum aniden köşelerine çekilmişlerdi. 8 Kasım, içimde daima engin bir sevgi kaynağı ve onulmaz bir yara gibi yaşayacak olan Buruşuk köpeğimin dördüncü ölüm yıldönümüydü. 9 Kasım ise gurbetteki bir tanecik kızımızın yaş günü. Yıllardır birlikte kutlamak nasip olmamıştı. Üstelik ana-oğul hastaydılar. Aklımın bir yarısı deniz aşırı o ülkedeydi…Yetmez gibi, bir de bilgisayar-modem bağlantım koptu. Canım çok sıkılıyordu.

Ah, kara bulutlar! ... Durup durup nasıl da çöreklenirsiniz bazen insanın üstüne. Ama eski toprağız biz. Alışmışız dik durmaya, aldırmaz görünmeye ve hatta çevremize güç vermeyi sürdürmeye…

Yine de kurumuştum!

Sonra sağanaklar geldi birbiri ardı sıra…

8 Kasım
ABD’deki büyüğümüz Sayın Mehmet Fatin Baki’den bir zarf ulaştı. Antoloji’nin Fatin Amcası! ...Öyle anlamlı ve güzel dizeler vardı ki içinde, okumaya doyamadım. Birinde Aruz’un ahenginden söz ediyor ve diyordu ki;

“Her beyitten ses gelirken hoşlanır dört zaviye
Muttarid ritmler saçar kıt’ada tüm kafiye”

Dinledim o sesi…

Yüreğimdeki hasret ve gurbet türküsünü duymuşçasına, “Yanma Sakın” başlıklı bir şiir eklemişti. İlk kıtası şöyleydi;

“Külü yoktur, duman eksik diye kanma sakın
Tutuşan bir çıra kalbim, sönecek sanma sakın.
Çekilen hasreti bir ben bilirim bir de Hüda
Unutup vuslatı bir kez, daha çok yanma sakın.”

Bunu da dinledim gözyaşlarıyla. Sevgi ve şükran duyarak…

9 Kasım
Ege’den şair bir dostum geldi bugün. Beni kızımın acıları ve sıcaklığı ile buluşturan, gönlümün hüzün kapılarını sonuna kadar açtığım birisi. Eşiyle birlikte birbirinden güzel armağanlar seçmiş ve onları da beraberinde getirmişti. Sanki ruhumu okurmuş gibi tam da arzuladığım şeyleri bulmuştu.

Aslında en güzel armağan sendin Sevgi Ulukuş! ... İyi ki geldin, biliyor musun? Böylesine mahzun olduğumuz bir günde gönül yoldaşlığı, can yoldaşlığı yaptın bizlere. Seni ailenden biraz uzak tuttuk ama çok hoş saatlerdi, ne dersin? Umarım 41 numarada perişan olmadın geri dönerken! ...
))

10 Kasım
Bağlantım onarılmıştı. Bilgisayarı açtım; kedileri ve kuşları besledim. Ata’mıza saygı duruşunda bulundum. Kafamda günün planlamasını yaparken kapı çalındı. Karşımda DHL dağıtıcısını gördüğüm anda, “Suudi Arabistan’dan mı? ” diye haykırmışım. Servis elemanı gözlerinin içi gülerek uzattı paketi. Bir süredir heyecanla beklediğim kitap gelmişti nihayet.

POETIC AROMA – Abir Zaki

Mükemmel bir kapak, olağanüstü kaliteli bir baskı, kalbime nüfuz eden ve bana eski dostlar kadar aşina gelen şiirlerle kucaklaştık birden. Şöyle imzalanmıştı;

“O kadın’a bütün sevgimle. Sayfa. 187” – A. Zaki

Ah! çılgın Abir. Seni ne çok sevdiğimi ve zaman zaman – beni delirttiğin için – ne çok kızdığımı iyi bilirsin ama senden asla vazgeçemem arkadaşım. Beynimin içini okuyan ve ağzımı daha açmadan ne diyeceğimi bilen o kadar az sayıda insan var ki şu dünyada! ...

Her neyse, anlatmaya kalksam roman olur. Yapacağını yapmıştın yine! ...187. sayfada “O Kadına – To That Woman” diyerek beni yazmıştın. Biliyor musun, kendimi şairden saymadığım için, şiir kitabım olsun hiç istemedim. Ama bir kitabın sayfalarında ölümsüzleşmek hem çok derin duygular uyandırıyor; hem de gurur veriyor insana. Üstelik de bu kadar onurlandırıcı bir şiirle…Ayrıca öyle özlemişim ki, arka kapağın iç kısmına basılı resmine ve içleri gülen gözlerine bakar ve gözlerimden yaşlar süzülürken geçmişe dalıp gitmişim öyle…

Haklıymışım değil mi? İyi şiir yazamam ama iyi şairden anlarım. Nasıl da zorla getirmiştim seni buralara. Sen korkuyordun, bense önündeki engin ufku görüyordum. Beni ve diğer dostları dinlediğin için gönülden teşekkürler Abir. Hediyen için de ))
Amazon.com’a da iyi bir hediye olmuşsun hani! ! ! ....

………..

Gün olur, sağanaklar da gelir! ....
İçime yağdırdığınız sağanaklardan dolayı hepinizi çok seviyor ve minnetle kucaklıyorum dostlarım…

Daha ne ister ki insan! ...

Kalınız sağlıcakla….


(10 Kasım 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:42 AM

Sahibini Arar Aşk!

rüzgarın çığlığında gizleniyor aşk
bitmemiş resmi yangınlarda üşümenin
azgındır nefesi mevsimsiz tipileren
bekleyiş saatlerinde duran
zamanın zil sesi

çığırtkan cehenneminde safarinin
silahsız teslim çöle
açgözlü kaplan tuzaklarında titreyen vahşi ölüm
haykırırken susmak
susarken boğmak umudu
güneşe uzanan ellerle dipsiz karanlıklarda
sabır olmak
taş olmak
sabrı sınamak

unutulmuş sulara dümen kırarak

yeniden yaşamak mıdır aşk
doğmak mı yeniden
ölmek mi yoksa hiçliğin varoşlarında
damara acı pompalanırken

erken bir doğum kadar ürkütücü
erken bir doğumdan daha çaresiz
yitirirken“sen”i bir yokluğa “ben”siz
asla doğmamışçasına kimsesiz

tarifi yok acıdan gayrı
adı var!

ama bir gün
birinin hünerli ellerinde mutlaka parlayacak!


(15 Ekim 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:42 AM

Sahibini Bulur Söz!

iki kalp
bir adam
ve bir kadına
kanıyorsa eğer
değmeli bu!

bir adam
bir kadına
ve bir kadın
bir adama
yaslanıyorsa eğer
değmeli bu!

(bu bölüm hayata dair!)

söz
tartısına sorumlu
büyüktür vebali
akıyla karasıyla
susuyorsa eğer bir tarih
bir şaşkın karşısında
değdiği içindir!

adamlığın da onuru var (olmalı)
aşk kadar
yaşamak kadar
insanlık kadar

(bu bölüm ise sap ile sözü birbirine karıştıran birine ithaf olunur!)


(23 Şubat 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:42 AM

Salamander ve Anka

yok ki bir anadilim
şöyle evrensel
dilleneyim de anlasın herkes
var da
yok aslında!

anadilim gönül gözüm
anadilim sözüm benim

şiir dilden düşer
şair ölür
su güçlü oysa
hava yaşamın anası
unutmadım bereketini toprağın
ateşteki canın

ah ateş!
bir buz ejderi biliyorum
söndürür avuçladığında seni
adı:
salamander
soğuk özünden gelir
marifeti yangında bellidir

dön ve içine bak şimdi
iyi bak!
gördüğün aşina çehre kimin?

ya anka’sın
ateşten gelen
ya salamander*
yangını söndüren

böyle söyler anadilim!
……..

(*) Salamander (Semender) : Yalnızca ateşte yaşayan küçük ejder. Bir dokunuşuyla ateşi söndürecek kadar soğuk olduğu ve ateşten çıktığında ise yaşayamadığı söylenir.

(20 Temmuz 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:43 AM

Samuray Kılıcı!

üç günlük seyisliği var
besbelli yaradanın
dar vaktine denk gelmiş

bir çene
aman Allah!
bir çene

elinde Samuray kılıcı
:
şöyle “takdir” sultanım
böyle “tekdir” efendim
“hımmm….vallahi biçerim! ”
bulaştığı yerden ses getire

vay vay vayyy
vay anam vay
yaşın ne
başın ne
tükürme kılıcın meşrebine
hele bir duuur
hele bir dur hele!

bunca çayın suyunda yundum
kalfalığa terfi edemedim henüz
sendeki bu ustalık acep nereden gele!
ahi elinden
bir yudum şerbet içmeyi öğren önce
ne edeyim ben seni behey gafil!
davul bile dengi dengine

ne yazar ne eder
baktım ki üzerinize afiyet
evlere şenlik
hani ya deveye sormuşlar “neren eğri” diye
işte aynen öyle!

'sus kadın! ' dedim
düşürme garibi sivri diline
amma ve lakin
sabır taşı olsaydı çatlardı bre!

uzun lafın kısası
diyorum ki:

çuvaldızdan balta olmayı boş ver
kendini düzelt önce!


(30 Mart 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:43 AM

Sandık

içine açılan kuyu ve
paslı anahtar deliğinde döllenir
yaşamak gibi...aşk gibi esrik bir heves
kimi gün kükrer gökyüzü
kiminde metafizik bir yağmur iner
mülkiyetsiz surlara

istinat duvarına asıldığı yerde kelamın
durma kışkırt kendini
sandığını aç şiirin!

sözün harında diner yürek ateşi
meydana saçılsın
soy kütüğün
derin bir gön yanığı sinsin mısraa
sıyrılsın kemik o saat etinden
kökünden çürüsün diller
üzülme
yarın bir daha dillenirler!

sözle sevişerek kanıtlandı varoluş

hükmüm kadar ey yüreğim
vaadim var sana yazmak üstüne
bırak doğum sancımla dönüşsün sızıntı devinime

yaz!
sürsün dalında şiirin
sevda masalı gibi yeniden sürgünler


(17 Aralık 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:43 AM

Sanırım Ben Şair Değilim (Düz Yazı)

-Düşünmek günah işlemeye benzer. İnsan onun zevkini bir kez tattı mı artık ondan vazgeçilmez. – Erich Fromm


Son günlerde şiir üzerinde her zamankinden fazla düşünmeye başladım. Şiir yazmayı bir kenara bıraksak bile, şiirden ne anladığım veya anlayıp anlamadığım hakkında kuşkular oluşmuştu beynimde. Bir anlamda kafam karışmıştı yani. Beğenilerim, birkaç istisna dışında, diğer okurlarla pek uyuşuyordu diyemem. Büyük alkış alan bazı şiirler bana hiçbir şey söylemeyebiliyor, ya da tam tersi oluyordu. Bana göre şiir, akustiği sağlam bir salonda akan; enstrümanlar arasındaki mükemmel uyumun hemen fark edildiği güçlü bir senfonik esere benzemeliydi. Öyle ki, onu anlamasam dahi adeta çarpıldığımı; beni vurduğunu hissetmeliydim. Duygu tenime, kemiklerime, göz pınarlarıma ve ruhumun derinliklerine işlemeliydi. İmgelerin azlığı-çokluğu, şiirin biçemi, konusu vs. hiç önemli değildi. Şiir beni yakalamalı ve kelepçelemeliydi. Öyle ki, şiirin yanında tutuklu kalmalıydım. Ona aşık olmalıydım. Genel olarak sanat eserine bakışım buydu benim.

Sonra düşünmeye başladım. Acaba diğer şairlerin kıstasları farklı mıydı? Sonuçta fikir ayrılığı doğduğuna göre mutlaka öyle olmalıydı. Beğeniler kişilere göre değişiyordu tabii ki. Bu yüzden tartışmak da doğru değildi ancak benim standarttan sapışım aşırıya kaçıyordu.O halde büyük olasılıkla ben şiirden anlamıyordum. Anlamayan birisinin doğru dürüst şiir de yazamayacağını varsayarak şair olmadığıma karar verdim. Bu bir.

Geçenlerde bir yazımda yeni arayışlar peşinde olduğumu söylemiştim. İçimdeki yazar beni kışkırtıp duruyordu. Şiire bulaşmamı hazmedemediği için bir anlamda öç alıyordu belki de! Yazmak (düzyazı) ilginç bir serüvendir. Hele benim gibi yıllarca her konuda, hemen her tarzda yazmışsanız eğer kafanıza koyduğunuzu, önünüze geleni veya yazmak zorunda olduğunuz şeyi – her ne ise - kağıda dökmek hiç de zor değildir. Yeter ki beyninize doğru programı yerleştirin.

Buradan hareketle uzun zamandır şiirde, çok bilinçli olmasa da sıkça yaptığım bir şeyi planlayarak denemeye karar verdim. Benden kaynaklanan “acemi”(!) şiire yoğunlaşmak yerine, kendimi soyutlayarak belirli bir duyguya yoğunlaşmaktı bu. İçimde bir şair varsa bile, onu oradan alıp yerine yazarı yerleştirecektim. Ama bu kez yazar, 'bilinçli seçici' olacak ve duyguyu kendisi seçecekti.

Daha iyi açıklamak için bir örnek vermek istiyorum. Deneyimli ressamlar sergilerinde genellikle tek konu işlerler. İsterler ki, resimler arasında bir bütünlük ve tutarlılık olsun. Böylece vermeyi planladıkları duygu izleyicide yerini bulsun, hakimiyetini ilan etsin. En hızlı ressamın bile bir sergiyi bir aydan kısa bir sürede hazırlaması imkansız olduğuna göre o konuya baz teşkil eden duygunun bu dönem boyunca sanatçıda egemen kalması beklenemez. O halde ressam çalışma sürecinde kendisini programlıyor ve belirli bir amaca yönlendiriyordu. Romancı için de aynı şey geçerliydi. Yalnızca tek farkla ki onun, bir noktadan sonra yarattığı karakterler tarafından bir hayli zorlandığı ve hatta etkilenerek kahramanların ardından sürüklendiği söylenebilirdi.

Kısaca şunu anlamak istiyordum. Hakim duygu devam etmeksizin, düşünce ile işe girişildiği takdirde duygu yoğunlaşması sağlanarak şiir yazılabilir miydi? Sözgelimi kızgın değil iken yüksek sesli isyan şiirleri; fena halde aşıkken aşka karşı şiirler (tam tersi de olabilir) veya hayatınızda her şey yolunda giderken bunalım şiirleri yazmak gibi… Başka bir deyişle, sanatta beyin jimnastiği yapmak mümkün müydü? İçimdeki yazar, ısrarla bunun olanak dahilinde olduğunu söylüyordu. Aktör de rolünü böyle oynamıyor muydu? Çalışarak ve konsantrasyonunu en üst düzeyde tutarak, işini başarı ile sürdürebiliyordu. O halde ben de denemeliydim…

Son günlerde çıkan bunalım şiirleri böyle bir projenin gerçeğe dönüştürülme çabalarının sonucudur. Henüz arzuladığım aşamaya gelebildiğimi sanmıyor ama uğraşıyorum. Dostlarım bana “neyin var? diye sormaya başladılar bile. Bu ise provaların iyiye gittiğine işaret ediyor. Şimdilik bunalım şiir ve yazıları okuyarak, sorunlu insanlarla vakit geçirerek o yönde duygu yoğunlaşması sağlıyor; sonra da klavyenin başına oturuyorum. Bir bakıma duyguyu ödünç alıyorum.

Sanırım gerçek bir şair böyle sıra dışı yöntemler kullanmaz. Bana hükmeden soğukkanlı “yazar”la, yeni arayışlar peşindeki ruhumun ve beynimin marifeti bu.

“Şair değilim” derken, ikinci gerekçem buydu işte. Gün olur da, “şair” “yazar”a galip gelirse, o zaman neler olur, hiç bilemem.

Bildiğim tek gerçek, kendi çapında bir günahkar olduğum. Bir işi ciddiye almak, alışılmış ve sıradan bir dansa kalkmak yerine, bazen onunla zihinsel oyunlar oynamayı de gerektirir.

Beni anlamanız ise günahıma ortak olmanız demektir!


…………………

(20 Mart 2004) - 'Gençler İçin Denemeler' dosyasından...

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:43 AM

Sarı Gül’e Altyazı

sarı
hüzün demek

bu gülü kalbindeki güneşe koy
ki kızarsın
:
kırmızı gül sevgiyi
umudu saklar içinde
hem de
aşkın simgesi

çabuk solduklarına aldırma!

dünya
bir gül bahçesi aslında…


(12 Ağustos 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:44 AM

Sarmaşık

hüdayinabit
gelir çoğumuz
hüdayinabit
gideriz bu alemden

dola beni gönlüne
aşkınla sar
irfanınla sarmala
sonrasını düşünme sen

dört mevsim yemyeşil
kök sarmaşık olurum
neva bulur
nemalanırım içinde

toprağını arar nebatat
doğru yere ek beni! ...


(11 Ağustos 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:44 AM

Savaş Yorgunu

yordu beni bu savaş
kan tutuyor manzara kötü
usanmadık mı daha cinayetten?

ya üzülecek ya üzüleceksin
o halde vuruşmak gerek
zamanı geldiyse gitmenin
yiğitçe ölmeli bu yürek

köpekbalıklarını severim
kahpece dövüşmezler
çivilemezler adamı elinden
dişin kadar gücün olur
ya ölür ya öldürürsün
ama illa ki
adam gibi ölürsün! ..

(17 Temmuz 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:44 AM

Savruk Kır Çiçeği

savruk kır çiçeği
dalgın uçuşlarda bu dem

terk edilmiş uğursuz gecede
rüzgardan yankılanır uğultu
sil baştan ısıtmalı üşümüş ruhu
yeniden düşmeli kadının ezeli rahmine
derinde apansızın kalkışan o akrepten azade

savruk kır çiçeği semalarında kentin
eteklerden yükseldi karışarak soğuğa
taptaze bir rüyadan kopararak kendini
yalnızca kahır gizledi bağrında

zeytin dalları kırgın
gözyaşı derlendi yıldızlardan
acı toplandı zorlu sağanaktan
yüzüne bir kır çiçeği astı, yola düzüldü
ayrılık ne ki ölümden gayrı, ne ki yalnızlık
seçilmiş besbelli
sürgünde bir boşluktu gönül küskünlüğü

aşk yazar, sevda yazar, acı yazar da
boşluk ne yazar ki!

dert çıkını doldu bu gece
çileler derledi, astı yüzüne mahzun bir gülüş
süzüldü yavaş yavaş
yola düzüldü savruk kır çiçeği


(22 Mayıs 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:44 AM

Sema

çoktu bir zamanlar
kartala uçacak sema

öyle böyle derken
kalbur saman içinde
epridi hikayeler

yok şimdi o bildik gök
mühürlendi külliyen
ayıbı kayıp bir ülkede
uçma dersleri
ezber ediliyor

göğünü tanıyor büyük kuş! ...


(30 Mart 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:44 AM

Semalar Durdukça!

duydum ki bedelsiz duygular yarenliğinde
tek kişilik hücrene kapanmışsın
pusula hüz'nü gösterirken
acıya vurmuş ibre
onca aşktan arda kalan düşler yıkılmış
dağılmış
bir şeyler yitmiş sende

aynı yollarda yürüdük de hiç karşılaşmadık
neden?
yol bilemedik yol bulamadık
tutuşamadık el ele bir türlü
sözün gölgesi düştü üstümüze

silkinip kalksan günlerden bir gün
baksan yüreğime şöyle bir
sevdayı görsen *******den bir gece
açsam gönlümü sana
savursam sıcak bir aşk yeli gibi
gömsem korkularını
evrenin gizlerini sunsam sana
tüm üşümüşlüğünü donmuşluğunu silsem

sıyrılmalı kör bu karanlık artık üstümüzden
kanat açmalı ak bulutlara
gözgöze kanat çırpmalı sonsuza
yeter ki virane dünyanı
uçurma bizimle birlikte semalara

sevda durdukça sığınacak yürek
semalar durdukça kartala uçacak yer çok

bir tek bunu hatırla!

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:44 AM

Semerkand’a!

denizin safir renginde kayboldu yankılar
anahtarı yitirdi şair
arsızlaştı soluk benizli su
yollarda barikatlar
yollarda yalnız kalanlar
savaş alanlarının çığlıklarında unutuldu
gönül telvesine gizlendi hayra çıkması gereken fallar

kaderdi şaire
iç kanamalara yürüdü dosdoğru
başı eğik, yürek dimdik
Medusa’nın zalim saçında gizli
ölüme çoğalan erguvan acılar

mührü onurlandıracak bir ferman
bulamamak ne demektir bilir misiniz
katil bir nefes gibi takılıp kalmak kendi boğazında
“toprağını arayan tohum” diye öğrenmiştik oysa şairi biz
toprak çok uzaklarda!

ah acılı, ah küskün yol!
demek ki 'beşibiryerde' gibi kuşanmalı sanatı
kutsamalı kutsanmalı
donansın gökyüzü
tebessüm etsin yıldızlar

bir avuç umut, bir tutam toprak koy avuçlarıma
varsın zift karası olsun rengi
bin kere evladır safir sularda ambere dönüşmekten
korkma bu yürek siyahı da aklar!

bir elde sancak
ötekinde çırak mührü
haydi sür beni Semerkand’a
ustalardan öğreneceklerim var!

çık çağının içinden
___Zeus’un hükmünden
yakala bileğimden Apollon*,Semerkand’a** götür beni
görmüyor musun sanatın nadide işçileri Timur’un doğu kapısındalar

sancak
mühür
ve kalbimdeki hoyrat ıslık yol izni bekliyorlar

……

(*) Apollon: Mitolojide, güzel sanatlar tanrısı
(**) Sanata karşı işlenmiş günah ve sevapları olan büyük Türk hükümdarı Timur(lenk=aksak) (1336 – 1405) döneminde, Semerkand önemli bir sanat merkezi haline gelmişti. Tarih kitapları, Timur’un fethettiği topraklardaki - şairler de dahil olmak üzere - bütün bilim adamları ve sanatçıları Semerkand’a sürdüğünü yazar…Machiavellian yöntemler (yanlış totaliter politikalar) kullanılmış olsa dahi, sosyolojik açıdan değerlendirildiğinde, tipik bir “Partimonial Saray Kültürü” (sarayın, sanat koruyuculuğunda “baba” rolünü üstlenmesi) örneğidir. Benzer bir durum Osmanlı Sarayı için de söz konusuydu…

(3 Mart 2004)
(http://borgesdefteri.blogspot.com/)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:44 AM

Semerkant’ta Dolaşırken Cihan İle Hayyam’a*…

tökezlerdi söz
kan saatleri arardık Buhara Kapısında
taş suskunluğuna akardı su
erguvanın gizini kovalar aksakallı melekleri yazının
korkusuzluğu hatırlatırdı Nişabur’lu

sorardık:
“nasıl kaynaşır akreple yılan ve tecrit
denizin komşusu olur mu? ..”

sonrası:
cinnet!

bileyi taşına dönüşürdü öz
arik’e süzülen spermde döllenmiş masum birer ölümdü her şafak
karargaha sığınır nokta olurduk biz
tombul yanaklı bebesini bırakırdı kaos memelerimize

sonrası cihannüma bir ihtilal!
ki süt kokusu sevmeleri özletir
geceyi aralar Cihan
emzirilmeyi beklerdi Hayyam

sevdayı örterdik üstümüze


(*) Amin Maalouf’ın 'Semerkant' adlı eserinden esinlenilmiştir…


(4 Aralık 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:44 AM

Sen Gel Yine!

kalbime zamansız bir ihtilal gidişin
büyüyor duvarımdaki çatlak böyle günlerde
dilinden akan her kelime
sevecen bir büyü
kıraç yüreğime

lodosa veriyorum yaprakları
bütün memleketler virane
bütün kentler yıkılıyor
üstüme yürüyor karabasanlar
boynunu her büküşünde

şahdamarımda patlıyor gökyüzü
kısılıyor nefesim
sele karışıyor yüzüm
bir şaman’dan ödünç aldım sabrımı
akıldan korunaklar inşa ediyorum kendime

sahibi bir’den çok bu acının
nasıl derim ben şimdi
“güle güle”

sevgi bekler çocuk!
sevgi bekler

gitmeler yazıldıysa bile
hazırdır yüreğimde yerin
sen gel yine!

sen
yine gel
yine…

(19 Ocak 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:44 AM

Sen Üzülme

kopartsam hüznünü yatırsam göğsüme
tutsam ellerini yok etsem bu dönme dolap duyguyu
üşüyen ruhuna yağmur olsam
tomurcuğa dursa tenin

işte o zaman kıskanırdı bizi depremler
yeryüzünün bütün atları dörtnala koşarken yüreğinde

biliyorum ne çok sevdiğini beni
ah! bir de kaderimiz bilse
çözseydi bileklerdeki kelepçeyi
kuşlara inat nasıl da kanatlanırdık seninle

yere düşerdi gülün yüzü biliyorum
utanırdı dolunay kendi şavkından
ağlardı uyurgezer tüm sevdalar mevsimsiz yaşlanmaktan

bu yüzden çocuk kalmalıyız biz!

gömüyorum hüznünü derinlerime
gözyaşında yağmalansa da krallığım
şölenler kuruyorum tek gülüşüne
korkma sevdiğim mermi tetiğe sürüldü bir kez
iste kainatı vereyim
istersen canımı dökeyim eteklerine

sen üzülme yeter ki!


(12 Ocak 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:44 AM

Sen Yoksun!

nağmeler sustu
ev soldu can
yürek odaları ıpıssız
ayrılık yorgunu

nasıl anlatsam ki sana
sen müziği götürensin!

duvarlar bir gülüşe hasret
titreşmiyorlar artık
karardı boşlukta resimler
ışık söndü saat sustu biz sustuk
ev taştan bir heykel bebeğim

bilemezsin
sen renkleri götürensin!

sevmek yokluğa kısa düşüyor
bir vurgun yedik ki hasretten
gül, gül değil bu ağlayan günde
'giryan' mı demeliydim yoksa Fikret dilinde
can alıcı ölümcül gül
ruha miller çekiyor canımdan öte

nasıl anlatsam ki sana
sen hayatı götürensin!

karpuz da çıktı heyhat sen yoksun!


(06 Mayıs 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:45 AM

Serapis

dedi:
-hepsini söylüyor adın
-söylesin
dedim o halde

her şey olurum ben, her şey
bir adım da Serap
…….Serapis benim
adıma tapınaklar
adıma mabedler kurdular
Bergama’dan tut
İskenderiye’ye kadar
bilirler yaşarım gayb aleminde
İthaka’sıyım ümitlerin
Odysseus’un hayalinden düşen düşlerin ta kendisi

çıkılır mıydı yola olmasaydı İthaka*?
ve dedi ki şair:
“…sana verecek bir şey yok bundan sonra…”**
bu sadece bir serap, anlasana!

Serapis
ey büyücüler perisi!
yalnızca bir illüzyonsun ışık kırıldığında
bakmayı bilen
görmeyi bilen gözün gördüğü ancak
ne yazık buharlaşır
kaybolur yaklaşıldığında

gaybe inanmaktır Serapis
nihayetsiz bir yolculukta

Serapis
Serap…
Sera…
…….

* İthaka: Odysseus’un yaklaştıkça kaybolan ütopik hayali.
**Kostantinos Kavafis’in “İthaka” adlı şiirinden alıntı bir dize.


(14 Haziran 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:45 AM

Sessizliğin Koynunda Alacakaranlık

kainatı dinler
dolunay yakalarım sağanak yağmurlarda
ödünç alırım zamansızlığı bilinmeyenden

yarına ait bir düş olmamak kararım
düne dair olmadığım gibi
yerim yok anlamsız gösterilerde
gönderirim şenlikçileri
sığınırım bir küheylan kalbine

ellemeyin karanlığı!
imge şaire kalsın, ayrılık şarkılara
asarken aynaya has bir suretini sevdanın
kah burulur hayat
kah bir bayram yeridir yüreğimde

koşarım delidolu suskun bir infialin yangın yerinde
kelebeğin narin kanadına yapışır nazenin düşler
geceye tutunur yüzüm ölüler evinden koparak
sürgülenir kapılar dik başlı kale bentlerinde

sessizliğin koynunda kuru kalabalıktan uzak
derinleşir yaralar, yaşamayı sınar tek başına
alabildiğine kanar yüreğim
beni bekler bir gölge
elem çiçekleriyle aşkı inler durmaksızın
üşür alacakaranlık* dalgın gözlerimde

kainat susar
susar yağmur
dolunay susar…



(*) “Elem, bugüne boyun eğmişlik ile geleceğin umudu arasındaki altın halkadır. Uyku ile uyanıklık hali arasındaki alacakaranlık…” - Halil Cibran

(22 Ocak 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:45 AM

Sev Realiteni

yedinci ev:
“altın ev”

farkındalık ve kendini sevme evi
değerini anlama iç benliğin
tanrının parçası olduğunu bilme yeri

aşkın
özgünlüğün
yaşamın onurlandığı yer

böyle diyor kitap

sessizdir sevgi, bedeli yok
şişinmez övmez kendini
bilgelikse
sezgisel bir harita rehberliğinde
özümsemek hepsini

“asıl realiten bilincin senin”*
her neredeyse düşünce ve düşlerin
oradadır gerçeğin

fiziksel olan sadece geçici

sev alabildiğine o halde sendeki 'ben'leri
sev realiteni



(*) Lee Carroll’un “Yuvaya Yolculuk” adlı Kryon meselinden esinlenilmiştir. Kitabın felsefesi tasavvufa oldukça yakın olduğu için özellikle ilgimi çekti…

(16 Temmuz 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:45 AM

Sevda Dediğin Şey*

rüzgarın nefesine bezenmiş iğde kokusunda
kâh bir tutam zencefil
kâh karanfil sapında bulurum sevdayı
kasırga arabasına koşulmuş
rayiha gibi unutulmaz
unutmaz aşk
unutturmaz!

bugün günlerden “aşk”
burçlardan “aşk burcu”
adam gibi bir aşk var dilimde
acı boyutu ne olursa olsun
onurla taşınan bir madalya kalbe

eğreti bir el sıkışması değil
sıkı bir ruh tokalaşması

“seni seviyorum” dediğinde
“seni katıksız, seni karşılıksız
seni ölümüne seviyorum” demek bu!
bundan ötesi ruh oyalanması
aldanış
aldatış sadece

aşka ve insana dair
tüm cümleler gizli bu iki sözcükte

sureti ne yana düşerse düşsün
“seni yürekten seviyorum” diyen nidayı duyarım
şimşek gibi
fırtına gibi bir sevda sesinde

kalbi aşk tanrısının elinde
çılgın bir süvari misali unutulmaz
unutmaz aşk
unutturmaz
eros’un okları sayesinde!

aşk kutlu olsun hepinize

…..

(*) Ruhu genç olan; sevmeyi bilen her yaştaki dostlarımın “14 Şubat Sevgililer Günü”nü en içten dileklerimle ve gönülden kutluyorum….

(13 Şubat 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-04-2008 08:45 AM

Sevda, Zaman ve İnsanın Şiiri*

sevda yanığı
nasır yarığı yüreğin
yaprak döküyor ey çocuk!

soyunmadan giyinmez ki doğa!

kuru dallarda sakla özünü
askıya alınmış ruhun ve gövdenle
toprak arasında sıkışsa da yaşam

tomura vurduğunda dallar
korkma! barışırsın tekrar hayatla
ürkmedi hiçbir nadastan insan
yaradılıştan bu yana değişmedi bu yasa
yerinde sayıyor görünse de can
devingendir
gebedir yeni uyanışlara

yegane galibi 'zaman' bu sürgit kavganın
korkutmasın yanıklar
korkutmasın yarıklar
sen yüreğe sıkıca tutun
hiç durma zamanı yakala!

bil ki kaçan zamandır
yalnızca zaman!


(23 Aralık 2003)


(*) Bir yıl daha gitti yaşamlarımızdan. Yenisinin hepimize hayırlar getirmesini diliyorum. Bu vesile ile dostlara bir mesajım var. Uzun zamandır hasret kaldığımız sevgili kızımız bizlerle birlikte. İzninizle vaktimin çoğunu O’na ayırmak istiyorum. Önümüzdeki iki hafta boyunca “net”e sık giremeyeceğim için, mesaj ve mektupları yanıtlayamazsam eğer, beni şimdiden affedin lütfen. Hepinize kucak dolusu sevgiler ve MUTLU YILLAR )))

Mutlu bir anne! ....

Naime Erlaçin


Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 07:20 PM

Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11   Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.