![]() |
_ Sevgiliye Mektuplar / ROMAN'INDAN KaN DAMLIYOR…
……………Sevdan şimdi el değmemiş heybetli zirvelerden tüm kentlere çoğalarak yayılmakta, kut- larım seni, eserini, edebiyata katkılarını… İmza gününde yaşayacağın izdihamı, ilgiyi, düşündükçe senin adına seviniyor, keşfedilmemiş ve o eşsiz kıyılara mavi yolculuklar başlatıyorum senin, sev- dan, eserin adına… Nobel'in en büyük adaylarından biri olacağına, şöhretinin gün be gün ülke sı- nırlarını aşacağına yüreğimle inanıyorum-ki bu yürek nelere inandı, nelere kandı senin uğruna… …………… Ebruli kokular titretirken canlıların içini tatlı ve ılık, yayılırken ıtırlı kokular, kuşlar, böcek- ler müjdelerken gelişini baharın, sende bana geliyordun baharın ilk armağanı olarak ve sana açar- ken yüreğimin tüm gizli kalmış bahçesini, bayram yapıyordu tensel kokularımız karşılaşmalarının şöleninde… Bir avuç yüreğime hapsedip, çelik kafeslerle koruduğum, sakladığım, nadasa bıraktı- ğım bahçemdeki susuz, budamasız vahşi çiçekleri, bakışın, sözlerin, sevdan, ateşinle evşilleştiri- yordum sana sunarken… Sen onlara iyi bakacaktın… Sulayacak, konuşacak, sevginle açtıracak- tın bir dağ başı yalnızlığında… Görenler anlayacak, sevginle şaşırtacaktın onları ve bu ne sevgidir- ki ne çiçekler açtırıyor böyle diye söylemler üretirken, kelimelerinde gıpta, yüreklerinde tatlı bir kıs- kançlık çiçekleri oluşturacaktın beni severken, sarılırken, bakarken gözlerimin derinliklerine… …………… Viyolonsel'in sesini ilk sen duymuş, ayışığına nazire yaparcasına dans eden yıldızlarla kaplı gecede balkona çağırmıştın ya beni yarım kalan dansı tamamlamak istercesine...Saatlerdir ve neredeyse sabahın ilk ışıklarına, ay ve yıldızların nerde, niye saklandıklarının bilinmezliğinde adeta tek vücut olmuştuk dans ederken… Arada tattığımız şarap kadehi bile sarılmamıza engel olamazdı, sana, kolunun altından yukarı kaldırıp içiriyor, sonrada ben içiyor ve içtiğimiz her kadehi ritimlerimi- zi bozmasın diye ayaklarımızın hemen altındaki denize fırlatıyorduk çakır keyifliğin verdiği çocuk- su bir geç kalmışlığın izlerinde… Her yudumdan sonra adeta içine çekiyordun beni sarılmalarını bı- rakmadan ve sıklaştırarak, bende seni iki elim belinde havada dönderiyorken en çok fırfırlı eteğinin dairesel hareketlerini seviyordum ve daha sıkı sarılıyordun düşmenin endişesiyle ve yine daha çok sarıl diye hızlandırıyordum seni ellerimin beline kilitlenmişliğinde… Günlerce ve yemeden içmeden gündüz yakan, kavuran güneşin altında, gece; ayışıklı yıldızlı mavi *******de dans edebilirdik yo- rulmayı eklemediğimiz bedenlerimizde ve karışırken kokularımız tenlerimize… Şaraptan bir yudum alıp boğazından içerilerine damlatırken saçlarına geriye savuruyor, yine ve yeniden gözlerinin de- rinliğinde yeni kaybolmalar yaşatıyordun… …………… Torino'daki San Marco meydanında insanlar soğuktan titrerken kaldırımın kenarına otu- rup tüttürdüğümüz sigaranın keyfini hiç bir sigaradan alamamış ve İtalyanların bakışlarında içlerin- den bizi deli olarak yargılamaları nasıl hoşumuz gitmişti… Katıldığımız turdan kaçamak yapmamız ne iyi olmuştu, onlar kış olimpiyatlarını izlerken, Torino sokaklarını aşındırıyorduk seninle ve koca kentte ikimizdik eldiven giymeyen Şubat ayının o dondurucu soğuğunda… Budapeşte'de kenti iki- ye bölen tarihi köprünün üzerinde yağan yağmura rağmen öpüşmemize alkış tutan çocuklara ise çok gülmüştük dönüş yolunda ve Prag'dan aldığımız o sevimli çorba kaselerini otobüse binerken düşürüp hepsini kırdığımda nasıl gülmüştün artık çorba içemeyeceğim diye… En çokta Karadeniz gezisinde tadı damağımda kalan hamsili çorbayı içmek isterdim sakarlığımda kırdığım kaselerde ve Sumela Manastırından çıkışta sen rahibe taklidi yaparken, ben edepsiz bir rahip'in utanmazlığında sana tacizde bulunurken bir an çarpılacağımı hissettim ciddi rahibe duruşunda… Gece mum koku- lu odamızda dünyayı yeniden keşfediyor ve sabahın cıvıltılı kuş seslerinde yarı uykulu sarılıyorduk, Karadenizin içimize işleyen çam kokulu yaylalarının mistik motellerinde… Nereye gitmek istediysek ne yemek-içmek istediysek, neyi ve nasıl sorgusuz yaşamak istediysek gerçekleştirdik iki deli sev- dalı seninle ve ardımıza dönüp baktığımızda pişmanlık duyacağımız tek bir anımız, saniyemiz olma- dı seninle sevgili… Yaşadıklarımız yaşayamadıklarımızın ve hissettiğimiz gençliğimizin bize sundu- duğu armağandı ve ne çok şey vardı seninle daha yaşanacak ve yaşanacak olan ve yaşamın için- de olan her şeyi sonsuza kadar yaşamalıyız seninle diymi? ... …………… Aykırılığımızı yüzümüze değil sırtımızdan hançerleyerek ifade edenlere seninle beraber karşı koymuş, daha da koyacaktık ve asla yılmayacaktık sevgili… Sevdamızı savunurken yalanlara sığınmıyor, masumiyetimizi koruyorduk sokakta ve pazarda, çarşıda ve her yerde ve hissettiğimiz yalanlara gösterdiğim tepki seni korkutuyorken yine ve hep gösterecektim tepkimi, gözlerime baka- rak yalan söyleyenlere… En çok Altın Portakal film festivali ile aynı tarihe denkleşen gezimizde gör- düğün kadın sanatçılara bakarken iç geçirmenden nasıl kıskançlık krizleri oluşturduğunu hissedi- yor ama belli etmiyordum hayretlerimi gizlerken… Ve değil onlardan eksikliğin, her şeyinle bir adım önde idin ve fark atardın her konuda onlara ama anlamlar bulmak istiyor, üzülme diye geçiştiriyor- dum başıma geleceklerden habersiz… Sabahları uyandığımda sürekli esner ve gerinirken aklıma dahi gelmezdi ben uyuduktan sonra neler yaptığın, hep şaşardım bu kadar az uyku ile yaşama na- sıl oluyorda direndiğini ve gün boyu uykusuzluk çekmemeni… Saf, masum, temiz çok sevmekten başka suçu olmayan yüreğimi ellerine vermiştim, senindi, benimdi, bizdik, yürek yüreğeydik bir ge- cede sevdaların, aşkların ucuzca tüketildiği aşk pazarında -ki öyle bir aşk pazarı ki avuçlarına tes- lim ettiğim hacmi küçük, sevdası dağlara sığmayan yüreğimi bir tezgahta kelepir fiyata satabilirsin artık şöhret olma yolunda… …………… Pespaye bir şekilde sokakta, caddelerde dolaşacağım ve gördüğüm her insan yüzünün suretinden utanacağım, paçavraya dönüşeceğim, karınca deliğine giresim geleceğini asla ve asla düşünmezken kutluyorum seni bana bu hünerleri kazandırdığın için sevgili… Bari ikimizin en gü- zel ve en çok sevdiğimiz resmimizi küçülterek ve mor salkımlı lavantaların içinde kapak baskısı ola- rak sunmasaydın okuyucuya… Ve o ön sözü yazmasaydın, sadece susar, giderdim nereye gittiği- min bilinmezliğinde ve kimseler haber alamazdı benden ölene kadar ve öldükten sonra dahi, o ön söz bitirdi beni, ben yitirdim kendimi… '''Sevgili okur; bu kitabı yazmama vesile olan, asla sevme- diğim ve sevemeyeceğim, ama koca yürekli, aslan gönüllü, yiğit, mert, sözünün eri, esmer bakışlı, kar düşmüş saçları ile romanımın kahramanı olmaya hak kazanan ve konusu olan deli mavi adama minnet ve şükran duygularımla''' … Canın sağolsun sevgili…Çok satarsın sevgili. Keşke belli etme- seydin de daha nice romanlarının konusunu oluştursaydım ve ardı ardına basar, patlama yapardın edebiyat dünyasında… Çünkü edebiyatın sen gibi SEVİYORMUŞ gibi yapan yazarlara ve konu içe- riği oluşturmak adına insanlık onuru ve yüreğini ayaklar altına alan yazarlara gereksinimi var, sen yaz çok yaz… Bu kitabın ilk imzasını bana atarmısın? Yaparmısın? ... Kendi kalemimle geleceğim, yüreğimden damlayan kan damlalarıyla imzalatacağım… İmzalar mısın? ... 11.07.2006 - Adana Olgun Ekinci |
_ Sevgiliye Mektuplar / SAKLI SEVDA
…………… S_eni kendime sakladım… Sesin titretirken tenimde sevda tellerini, damarlarıma dalga dalga yayılıp egemenliğini ilan ederken aşkın kurtuluş savaşlarında… Karışmasın başka seslere, onların gürültülü senfonisizliğinde ritim tutmayan anlamsızlıklara bulaşmasın, yitmesin diye kendime sakladım sesini önce… …………… E_rguvan renkli gelirken tınıların, ayları güne, günleri de dakikalara bölerek sakladım seni saniyelerimde… İçimde titreyen melodileri saniyelerle çarpıp sensiz geçen günlere ekledim, özlemler biriktirip çoğalttım sana doğru, biriksin, şarıl şarıl aksın diye… Derman olmayan *******de sesini çoğaltıp damlalarca içime akıttım yalnızlığımın duvarlarında ses geçirmez yalıtımla, benden başkası duymasın diye… Dayanamam seni görmemişliğimde sesini paylaşmaya, kıyamam zerresinin araya gitmesine, yaşamayanlar bilmez yüzünün gül cemalini görmeden, sesinin aya vuran şavkının eşsizliğine… Bilmezler, bilmesinler her gece ay doğduğunda şavkına besteler yollayıp sevdalar astığımı, yüzünü sana dönüp yansıtsın diye sessiz siluetimi… Sesleriyle sevenlerin tensel buluşmasıdır keşfedilmemiş dinlerin ayini ve gizem dolu perilerin diyarında, egzotizminde, saklanan sevdaların dışa vurumudur en güzel güneşin batımında… ……………V_adilerinde enternasyonal aşklar doğurmuş, gizeminde, yaşanmamış sevdaya kanat çırpmaya hazırlanan, asırlardır yuvasından çıkmayan ismi bilinmeyen bir çift kuş havalanıyor semalarında, el ele, diz dize uçmayı, kanat çırpmayı öğreniyorlar yaşanmamış sevdalarının acemiliğinde, tensiz flört eden sesleri kayboluyor, anılar, yaşanmamış güzelliklerin ebruli demetlerini bırakıyorlar bastıkları her adım, çırptıkları her kanatın ardında iz bırakarak… Sevdalarıyla buluşan sevgilerinin ışığında doğan bin bir renkli gökkuşağını geriyorlar kanat çırptıkları zirveden, el sallayan sevdalarına dair yeryüzünün peri dolu bacalarına… …………… T_elepati ile duyumsamamıydı yaşanmış zannedilen doyumsuz anlar, kıyısı olmayan kulaç attıkça aynı noktada kaybolduğumuz azgın dalgalarla boğuşmak mıydı, derinliğinde yediğimiz vurgun… Gerçeğine döndüğümüz hayatın ayak üstü şekerlemelerinde ki netleşmeyen rüyalar diye tanımladım hep ve geçici ve ne zaman tekrar sesin gelse suskunluğumla örtüyorum tınılarını, zarar görmesin diye dünyevi dış etkilerden… Şimdi ne zaman bir kadın sesi duysam farklı notalar ekleyip, anlam yükleyerek çoğaltıyor, binlerce ses üretip dinliyorum sessizliğinde… Aralarında sana benzeyen tek ses bile olmuyor, çoğalttığım tınılarını yüreğimden çıkarıp seviyor, okşuyor, dinliyor gizliyorum yine sevdamın suskun ve saklanmışlığında… …………… A_rtık sana gelmelerimdeki pembe mutlu sancıların, dönüş yolundaki çekilmez kramplarını yarı yolda bırakarak gördüğüm her renkli nesneyi gözlerim pembe'ye boyuyor. Sakladıklarım griden dönüştüğü rengin ahengiyle saklı kalan sevdalara öncülüğünü ilan ediyor geçtiğim tepe, dağ, yollardan… Vadi, ovalar, nehirlerden… Köy, kasaba, kentlerden… Yol, otoyol, tali yollardan… Yüzyıllık yalnızlık ve suskunluğunu yırtan, parçalayan yanardağ gibi kükrüyor, korkutuyor akacağı sevdasız kalan toprakları… Bu kentin sınırlarında hapsolan, cebimde sakladığım çocukluğumu karlı kentine gelirken rengarenk giydiriyorum sana sevdirmek, serçe parmağının sıcaklığını hissettirmek, şımartmak için… Meleksi yüreğinin peri'li ellerinde dokunuşu hissetsin, çıksın kabuğundan, saklı sevdasından, korunaklı sevdana ulaşsın diye… ……………P_usula icat edildiği günden beri yönümü şaşırdım hep güneşin doğuşu-batışı ile yönlendirmedim kendimi hatalarımda… Oysa doğudan doğan güneş sende batardı, alır, saklar, ısıtırdın yüreğini yüzyıllardır sunmak için sıcağını… Karanlık, puslu, sisli, tipili, yağmurlu günlerde doğmayan o güneş hep senin içinde sakladığın sevginin çeperlerindeydi… Göstermezdin kimseye, korkar, ürkek ceylan gibi sekerek yürürdün düşürmemek için, gözlerine yansırken ışığı, böyle havalarda siyah gözlüklerinle saklardın, kadife saçlarına yansır da fark ederler diye saçlarını toplar, uzun berenin içine gizlerdin güneşlerini… Çocukluğumun sakladığım sevdalarına giydirdiğin özenle sakladığın güneş doğdu…Yeniden doğdu.. Sevdamıza dair, saklı sevdamıza dair… Güneş'inle aydınlandı SAKLI SEVDA'MIZ… 20.3.2006 - Adana Olgun Ekinci |
_ Sevgiliye Mektuplar / SANA GELDiM YOKLUĞUNDA
…………… S_okağınızın başında, sabaha dek bir mum alevi kadar da olsa ışık yanar diye, belki sigaranı yakarsın ve çakmağının alevinden de olsa orada olduğunu bilirim diye bekledim… Biliyordum yoktun, biliyordum gitmiştin, son telefondan sonra iyice inandım olmayacağına, ama o doğum günümüz olan, hayatın ucundan, kıyısından da olsa tutunmamızı sağlayan güne özgü gelmek istedim, erteleyemedim, erteleyemezdim, sensiz de o güne anlam katmak, tutsak ve firari sevdamızın yaralarımızı kanatan acısı ve özlemine dair anılar oluşturmak için geldim… Sana geldim, ama sen yoktun… …………… E_mpresyonist tavırlarla arşınladım sokağını bir baştan bir başa, sabaha dek ve soluksuzlu- ğuma kaç paket nikotin yükledim sayamadım, üzerinde yürüdüğüm izmaritlerden… Alışveriş yaptığın market, ekmek aldığın fırın, gazete aldığın büfe, lezzetli pizzalarına katacağın sosisleri satan şarküteri, saçlarının ucundan bazen kestirdiğin, bazen fön çektirdiğin eşcinsel kuaför, tadına bakınca tavuktan başka her nesneye benzeyen, ama bir türlü ona benzemeyen dönerci (her marka kontör bile satıyor) , devlet eli ile umut dağıtan sayısal bayii, on sekizinden küçüklerin girmesinin yasak olup, bu yaştan bü- yüklerin girmeye utandığı internet kafe, albenisiyle gözleri, bir şeyler yerken cüzdanları titreten her gün yenileri açılan şık restaurantlar… Sokağın ve yakınındakilerin ev sahipliği yaptığı tüm bu dükkanların bulunduğu yerleri soğuk; elmacık kemiklerimi serin ürpertiyle yalarken ve bir ışık görebilecek miyim? varsıyımları beynimi yoğunlaştırırken, bildiğim halde sonucu, sabaha dek arşınladım sokağını… …………..V_urgun yedim her adımda, attıkça adımlarımı bilinmez dehlizlerde kayboldum, geri dönmek bir önceki adımı yakalamak, orda kalmak istedim bilinmezliğin girdabında çok fazla kaybolmamak için, dönemiyordum… Bir güç sürüklüyor, sırtımdan ayaklarıma bayır aşağı koşar gibi tekliyor, sonsuz ve sürekli… Karanlığa, ıssızlığa, sessizliğe gömüldüm bir an, gözlerimi açamıyordum sokağının karanlık- larında ve sen yokken ben kör, ben sağır, ben acizdim, hiç bir şeydim… Belki gelişinle aydınlanacak, gözlerim görecekti kaybolmuşluğunda yokluğunu bile bile… Kendime gelir ve bir şeyler anımsar gibi olduğumda sabahçı büfeyi farkettim, bilmediğim en ucuz şarabı gazete kağıdına sardırırken yaktığım sigaranın ateşi burnumun ucundan öteyi göstermiyordu ve eşlik etsin diye nikotine çekmeye başladım koca şişeden yudum yudum yudum anımsamazlığımda… Sızmışlığımda… ……………T_elefon sesi ile irkildiğimde evinin karşısındaki parkta sızmışlığıma uyandım, ''alo evet'' iyi idim ve işe gidiyordum, yalan söylerken sana, ama her an gelirim diye de uzaklardaydın, bir haftadan önce gelmezdin… Midem; kazınmadan öte, dev greyderler metro tüneli kazıyor, içinden tüm aç, fakir, yoksul, çıplak, serseri, sayısız insan tünelin ucunda göremedikleri ışığı ekmek sanarak, birbirlerini ezerek, koşuyorlardı büyüttükleri yoksulluklarına… Bilmem ki bu kentin neresinde ve sevdiğim sıcak çorba bulabilirim yokluğunda ve sen rehberlik etmezken, kapını kırsam, girsem, biliyorum dolabında mutlaka yiyecek bir şeyler vardır, her zaman tedbirlisindir ama gücüm yetmez ki kapıya omuz atmaya ve komşuların duyarsa ne derler, ne yaparlar diye düşünürken sesli sesli… Yaşlı bir amca sabahın bu saatinde nereye gider diye düşünürken sesli bir selam verdi ikimizin olduğu, karşılaştığımız sokakta ve beni yıllar öncesinin Afyonkarahisar'ına götürdü orda ki bir amcanın aynı selamı verişinde… ……………A_ğır aksak yürüyorum sokaklarda ve o adamı, o şoförü, çalıştığı hattı, durağı mutlaka bulup hesabı sormam, kapatmam lazım bugün, yokluğunun verdiği kızgınlık ve öfke zirveye çıkmışken onu nasıl bulacağımın kurt kapanındayım… Ne menem laftır o '' abla sabah seni gördüm korna çaldım ama duymadın? ''… Ağızlarından çıkan kelimeleri tasmasız başı boş bırakanlar, onların taş olup, mermi olup kendilerine döneceğinin sağlamasını iyi yapmalı ki aksinde sorulur hesabı ve en yüksek KDV oranı da üzerine eklenerek… Semtinizdeki üç durakta da bulamadım hiç tanımadığım, sesini bile duymadığım tacizci addettiğim şoförü ve sana kızgınlıklar biriktirdim hangi hatta olduğunu, plakayı vermediğini dü- şünürken… Sen olsaydın, gitmeseydin, bekleseydin, kapında günlerce aç susuz, uykusuz kalır, gözle- rinin ışığında beslenirdim serseriliğimle, oysa şimdi sokağında, güzergahında karşılaştığım her insana, esnafa, kadına, erkeğe, yaşlısı ve gencine gizli bir kin ve öfke ile bakıyorum, sana bir zararları dokundu mu veya gelecekte dokunurda, bende peşinen hesap sorayım diye… Neden gittin, durmadın, bekleme- din de beni tüm semtine, kentine düşman yaptın? . İçimdeki düşmanı temizlemeden şimdi koca kent ve geçtiğin her yerdeki insanlar potansiyel karşıtım benim… ……………P_ut kesilmek, karşınızdaki parkta heykelleşmek istiyorum, döneceğim güne karar vermeden ve seni görmeden, sesini öpmeden, gitmenin içimdeki grizu patlamalarını yaşıyorum sağırlığımda ve duymadan ve titreyerek, sarsılarak. Yoksun sen, umutlarımı yeşertirken gelişimde, şimdi dönüşümün kır çiçeklerini çiğnedin, kalbinin yoksul ağırlığı ve sevginin onca acımasızlığında… Sen gibi yoksul ve yoksun ve sensiz dönüyorum, öylesine siyah, öylesine renksizim ve tüm mavileri sana bırakıyorum… 27.4.2006 - Adana Olgun Ekinci |
_ Sevgiliye Mektuplar / SANA SENi ANLATAMAM Kİ…
** Sana seni anlatamadığım kelimeleri dinlerken, eriyip damlaya dönüştüğün ve bana ırmaklar gibi aktığın, akmak istediğin o geceye dair…** ……… Sarıya çalardı ela renkleri ve omuzlarımdan yükselen güneş yansırken sana, dünya güzeli gözlerin, bedensiz perspektif gibi dikilirdi karşımda tüm renkler, bedenler, nesneler yok olur, silinir tapınırdım sükunetle karşında sen bilmezdin… Kentler arası buluşmaların özleme bulanan sarılmalar öncesi kısa ve senin hissedemediğin anlarda o muhteşem ötesi tabloyu yeniden izler, seyrine doyamazdım, asla doyamayacağım gibi… ……… Ellerini her tutuşum damarlarıma yayılan volkanın müjdecisi olurdu ve o ipeksi doku- su bozulur diye gevşek tutarken sen kavrardın bu deli şimdi kaçar diye ve bende patlayacak tüm volkanları karşılamaya hazırlanır, avuçlarından yayılan o kokuların dayanılmaz zarafetini benden başkasına ulaşmasın diye hapsederdim ellerini, avuçlarıma…Eksi bilmem kaç dere- cede titreyen bedenin hissettiklerinin tersi bir olgu yayılır, sıcak iklimlerin bahar kokularını kuşanırdım, sen bilmezdin içime soluklarken avuç içi ipek dokulu kokularını… ……… Ve başım sinende iken saçlarına karışan saçlarım rüzgar yeleli atlar doğururdu kızıl gün batımlarına uzanırken, yeniden doğar, kutsanır, adlar takardım her bir saç teline… Öyle dolu, öyle iri, öyle canlı ki her bir teline tutunur, çocukluk düşlerime yolculuk yapardım ve en çok geri dönüşleri sevmezdim, çünkü; büyürdüm ve çirkin bir adam olmaktan korkardım, hani ben hep seninle, sende benimle güzeldin ya işte ondandı ama bilirdim ve sustururdum yüre- ğimin utangaç dilini, ikimizde aslında iki deli mavi ve güzeldik ama sana söylemezdim… ……… Taş atardım sapanımla isabetsiz karavanalara ve her minik taş, kocaman kaya parçası olur deler, yıkar, yüreğini kanatırken bir mevsim sonra acılarını sakladığın, ufalttığın o koca- man yüreğinin tüm sevda kapılarını açardın, ihanet girdaplarını karla karışık yağmurlara gö- merken… Ankara ağlardı sen beni her affedişinde, ben can çekişirdim belli etmeden gidiş- lerime kalbini eklerken, sana bırakırdım her vedada ama sana söylemeyezdim, bilirdim ki kendi baktığımdan daha iyi bakar, incitmezdin uykusuz *******inde dolunay eklediğin öyle saf, öyle masum yüreğinle çocuk yüreğime… ……… Alışamadım hiçbir zaman ve senden hep sakladım özlem kokulu günden geceye uza- nan yokluklarını… Gözleri, elleri, saçlarına dokunarak şiir dinletilerinde okuduğum Fahriye Abla sen olurdun, içimden, dilimden çıkıp, dinleyenlere okurken ve gözlerimin dolması hep A. Muhip Dranas'ın duygulu yazmasıyla örtüştürülürdü, oysa seni içimden çıkartmazdım, hep çıkmak, sarılmak, yanağımı öpmek isterdin, izin vermezdim, içimde örtmüş, kendime sakla- mıştım seni, oralardan en ufak dokunuşunu hissederdim kimseler görmeden… ……… Pamuk Cüce Ve Yedi Prenses koydum adını bilinen o meşhur klasiğin ve yine bazıları yörüngesinden taşları çıkartıyor diyecek, ne gam… Ben bir cüceyim sevmekten usanmayan, sevdanı yaşadıkça, kanıksadıkça büyüyen, sen yedi tane prensessin yedi özelliği yetmeyen, yetmişyedi özellikle anlatılamayan… Her yedinin arasındaki sevgi katlıyor seni ve seni anlat- mak istiyorum sana; gözlerin, ellerin, saçların ve yüreğini birleştirip ve kahretsin ne zaman sana seni anlatmaya soyunsam, çıkaramıyorum dilimin giyinmişliğini, soyamıyorum, içimde ve anlatılmaz kalıyorsun… Sana.. Seni.. Anlatamıyorum… Seni Yaşıyorum… 15.08.2007 - Adana Olgun Ekinci |
_ Sevgiliye Mektuplar / SANA SON RESMİ Mi YOLLADIM ALDIN MI?
…………… S_arı'yı çağrıştıran açık kestane renkli büyük bir zarfla resmi mi yolladım aldın mı? ''Her mektubunda zarftan çıkan resmine bakmadan yazdığın satırları okurum önce soluksuz '' derdin ve yazdığım kalemden satırlara dökülen kelimeler, gözlerinle buluştuğunda ellerime dokunduğunu his- seder, bırakmak istemediğini okudukça avuçlarımızın kenetlendiğini söylerdin… …………… E_rtesi gün Saatli Han'a giderek baba mesleğini devam ettiren son nesil yaşlı Hattat'a mek- tubumu samanlı sarı kağıda el yazısı ile yazdırmak için bırakıp, iş çıkışı alarak diğerlerinin yanına sırayı takip ederek turuncu renkli duvarına asacağını söylerdin… Sen söylerdin, ben gizli, çocuksu ve mağ- rur gurur duyar, Nobel Edebiyat ödülüne bu yıl aday adayı olacağımın sürrealizminde bana ait olma- yan mutlulukları ödünç alırdım düşlerimden… Onlarca deste kağıt ve hiç bitmeyen kalemimle küçük ıssız bir adaya düşerdim ödünç alınan düşlerimin ertesinde ve ödenmemişliğinde… Hiç durmadan yazardım, yoksa susuz kalır, aç kalır, soluğum kesilirken, güneş altında tenimde oluşan yanıklarım bireysel sevişmelerimin hafif meşrep'liğine engel olur, barikatlar kurardı… Yıllar geçiyordu… …………… V_arsayımlardan realiteme döner ve bugün sana neler yazacağımı düşünürken üzerimdeki kıyafetlerin albenisi renksizleşir, soluklaşırdı… Sen önce mektubuma sarılır, merak ederken bu kez hangi ucunu yaktığımı, ben renklerini çingene gözüyle seçtiğim giysilerimi resim karesine taşır, öksüz kalırdı masanın üzerinde ve ters çevrilmiş resmim… Nice sonra ve lütfen baktığında şakaklarıma düşen kırların biraz çoğaldığını söyler, başka değişiklik göremezken gözlerin, sigaramın dumanına hüzün dolu gözyaşlarım karışır, kendimi dumandan dolayı gözlerim yaşardı diye kandırırdım ve sen bilmezdin, görmezdin, gözlerimin yaşını, neden yaşardığını… Yine de kirpiklerimi korumaya çalışır ve ıslanmışlığında dökülmesin diye yıkardım hemen ve bilirdim ne çok sevdiğini kalın, siyah, sürmeli gibi duruşlarına rimel'siz, maskara'sız hayranlığını… Yıllar geçiyordu… …………… T_oksinlerimi biraz olsun atabilmek için dalga seslerinin martı çığlıklarına karıştığı sahile doğru biraz yürümek, sabahçı çay ocağında kömür ateşinde demlenmiş koyu bir çay içmek için çık- maya karar vermişken geri dönüyor ve hep üzerimde taşıdığım küçük not defterimi alıyor çıkıyorum sana yeniden ve yine yazmak, kelimelerimi ellerinle buluşturmak için… Çayımı karıştırırken yanımda beliren, şımartılmayı bekleyen köpek yavrusuna yüz vermiyor başımı çevirdiğim yönde üniversiteli iki aşık gencin meraklı bakışlarını hissediyorum üzerimde ve delikanlı ''merhaba hocam'' dedikten sonra son kitabım elinde imza istiyor… Tekrar yerine oturduğunda kısa saçlı, çizmeli, Anadolu'nun kilim motifi deseninden şile bezi gömlek giymiş kız arkadaşına bir şeyler söylerken '' Sevgiliye Mek- tuplar'' adlı kitapların yazarı olduğumu söylüyor, kız oralı olmadan sevgilisinin boynuna küçük bir buse konduruyor… Gençlerin de çay parasını ödeyip kalkıyor, kıyıya yakın yerde mavi kayığının üzerinden olta sallayan küçük çocuğu izliyorum, ustalıkla en uzak noktaya ulaştırdığı misinasını çekene kadar bekliyorum… Tuttuklarını kovaya atarken bana hiç dönüp bakmıyor, anlaşılan rakıma meze yapacağımı düşünüyor, günaha girmek istemiyor babasının akşamcılığında… ……………A_ğır aksak yürümekteyim az ilerdeki bank'a yaklaşırken ve fotoğraf makinemi çıkartıp boynumdan elime alıyorum attığım her adımda farklı ağırlıklar yüklediğinden… Sigaramı yakınca yak- laştığını fark ettim simitçiden iki tane alıyorum gözlerimle çağırıp ve oda soluklanmak istiyor biraz para üzerini verirken… Sigarayı yarıda söndürerek bir resim çekmesini istiyorum, seviniyor, ışıldayan kara, iri gözleri, kalın kaşlarıyla ve iki kez çektiriyorum birisinin iyi çıkmama olasılığına karşılık ve oda resim çekmemi ister gibi hüzünlenince çekiyor ve çıkınca Salih'in çay ocağına bırakacağımı, oradan alabileceğini söylüyorum… Yorgunluğunu sevince dönüştürüp kucaklayıp tablasını uzaklaşıyor… …………… P_ostaya her verdiğim mektuptan sonra çocuklarca sevinmekteyim on yedi yıldır ve senin sabırsızlıkla pencerenden her gün postacıyı gözlediğini bilmek, hüzünlerime farklı karakterlerde gülümsemeler eklememe neden olmakta… On yedi yıl önce ayrılırken bir daha görüşmemeye söz ver- miş, mektupların aşkımızı sonsuza taşıyacağı kararını almıştık, ama sen sadece benim her mektupta resim yollamamı istemiş, sen ise sadece yıl başlarında bir resim yollayacağını söylerken içerime yüklediğin acıların sonsuz girdabından habersizdin… Her mektubunda sadece şakaklarımın kırlaş- mış olduğunu söylerken artık gözlerinin görme yetisini gözlüğüne rağmen yitirdiğini anlıyorum ve yarın sana son kez resim yollamaya karar veriyorum… Mektubumun sonunda sana son resmimi ve son kez resim yolladığımı yazacağım ki yıllardır açmadan, okumadan, sevda tellerimiz titreyerek ve mektuplar boyu ağlayarak okuduk hep, ağlayarak sarılarak yattık *******i mektuplarımıza… Şimdi ve sonra sana yollayacağım resim kalmadı... Bir sen kaldın ben de… Bir de yine sen… Sen… Sen… 4.4.2006 - Adana Olgun Ekinci |
_ Sevgiliye Mektuplar / SENİ İZLİYORUM…
……………Seni; Türkçe bakan bir çocuğun umutsuz, Kürtçe bakan çocuğun ezik, yoksul, horlan- mış ama umutlarını yitirmemiş, sokak çocuklarının o yaşlı, yorgun, ürkek bakışlarıyla seviyor ve ço- cuksu kahkalarımı ekliyorum lacivert harelerime… Seni izliyorum bakışlarımın renkleriyle… …………… Eflatun benizli sabahlara firari uykusuzluklarımla ulaşırken, sarı sıcak *******in boğucu nefesinde sırılsıklam olurken bir kentin yatakları nemden, terlerimle üşüyorum, donuyorum geceden sabaha…. ''Sabahları biraz olsun nefes almaya başladık'' diyor karşılaştığım, karşılaşan insanlar ve onların sıcaktan, soğuktan, ılıktan, nem'den başka konuları yok mu? diye bildiğim sövgüleri sıkıyo- rum dişlerimden arasından ve en ağırlarını ama heyhat ezilen, vurulan yok… Ve her söz sanki bana geri dönüyor ve tenimde alevler çoğaltıyor çarparken, bunalıyor, terliyor, isyan ediyorum tenimdeki ateşin, içimdeki buz tutan kalıplarla uyumsuzluğuna… …………… Vedası erken yaz mevsimi miydi yaşadığım, sonbahara uzanan sıcaklığı mıydı bunaltan, boğan, ateş altındaki akrebin iğnesini kendine batırıp intiharı seçmesi miydi? . Yediğim, içtiğim, otur- duğum, yattığım, kalktığım, gezdiğim yerlerde, ardında seni izliyorum ayak izlerinden, nefesinden ve hatta kent'e yayılan uhrevi kokundan, sofistike şekilde protesto edilen papa'ya ve okuduğum an se- ninle paylaşıp '''tamam şimdi suç unsuru bulurlar''' dediğim yazar Elif Şafak'ın son romanına kadar ve yaşamın gar'sız peronlarında voltalıyorum kaybettiğim yüzümle… …………… Tövbekar şarapcının suya dargın, alkol dolu bedeninden yayılan kokularla irkilirken gülle- rin en renkli, en kokulusunu almak istiyorum seyyar bir çiçekçiden vazgeçiyorum, tenindeki ıtırların sindiği satırlarla dolu yollayamadığın mektupların zarfına sarılıyorum boşlukta ve kelimelerine tutu- nuyor ama düşüyorum yumuşak harfleri kullanmadığından… İlginç, yaralanmıyorum ve göz bebek- lerine her bakışımda gözlerime değen sevgi kurşunların içime akar, ılık bir sevda ırmağı olurdu içimin dere yataklarında ve *******i bu nehirde boğulurdum, sen kurtarırdın yüreğinin can simitleriyle… …………… Aysberk'e çarpıyorum şakaklarımdan ter boşanırken ve inadına sıcak, inadına neme rağ- men üşütüyor her yerimi buzdağı, çocukluğumun geçtiği mahalleye sürüklüyor… Salıncak yaptığım ağaç, damından komşu kadınlara muziplikler yaptığım evin yerinde yeller esiyor, esen yelde kucak- lıyorum seni ve çocukluğuma taşıyor, ellerimle kurduğum salıncağa minicik eteğinle oturtup sallıyor ve çevreden sana bakmasınlar diye de minicik öfkeyle göz süzüyorum yılların öncesine… Seni izli- yorum çocukluğumdan bugüne ve o günlerini dahi kıskanıyorum en çok, çocukça ve delice… Sen ise annenin yaptığı kurabiyelerden aşırıp benim dışımda her çocuğa paylaştıyor ve bana asil, güzel güzel olduğun kadar da küstahça bakıyorsun çocuksu tavrınla… …………… Panoramik güneş batımından yıldızlı *******e uzanırken gökte iki yıldızın eksik olduğunu farkediyorum, anlamsızlaşıyor gece, öylesine batıyor güneş kızılsızlığında ve kendi içime yalnızlığıma taşınıyorum korunaksız, sevgisiz, umarsız… İçimdeki yolculukta seninle kesilen göbek bağımızı görü- yorum rüyamda, aynı yerde ellerimizle gömmüşüz büyüklerimizden kalan gelenekle… İrkiliyor, uyanı- yorum her bir karesi gerçekle örtüşen rüyadan ve içimden çıkamıyor, tükeniyor, tükeniyorum çığlık- larımın kulaklarıma ulaşamadığı sağırsızlıkta… Sen içimdeyken ben kendi içimden çıkamıyorum, çık- mıyorum, farklı ceninlerde çift yumurta ikiziyiz seninle, doğum olmadan ç-ı-k-a-m-a-y-a-c-a-ğ-ı-z… 22.9.2006 - Adana Olgun Ekinci |
_ Sevgiliye Mektuplar / SENi KAÇ KERE SEVDİĞiMİ UNUTTUM…
…………… S_ırılsıklam oldum yağmur altında yürürken ve sana ve bize dair söylediğim şarkıları, şiirleri belleğimde yoklayıp yinelerken sesli sesli, yanağımdan akan damlalar içlerime doğru gelişigüzel yol alıyor, süzülüyor, değdiği dokunduğu her yerimde sevda kokan sözcüklerin, bakışların titriyor yine damlalarının huzur veren meltemliğinde… …………… E_flatun renkli müzikler ekliyorum sözcüklerime, şarkılar daha bir güzel, şiirler daha aşkla okunulası oluyor ve yağmur karışınca sesime gökkuşağından köprü oluşturuyor, üzerinde yürüyorum düşlerimde seni çizdiğim resmin koynumda… Resmini çıkarıp elime alıyorum, büyütüyorum resmini ıslanmışlığımda ve ellerimiz kenetleniyor anında… Seninle yağmurda el ele yürümenin dayanılmaz mutluluğu yansırken gözlerime yanağımdaki damlayı siliyorsun narin ellerinle, ardından yine damlalar çoğalıyor aynı yerde, bu kez öpüyorsun ardından o çok sevdiğim sesi çıkararak… Sen öpüyorsun yağmur çoğalıyor, sen öpüyorsun dünya duruyor, yağmur çoğaldıkça ikimiz kalıyoruz caddelerde, yol boyunca ve iliklerimize kadar ıslanmışlığımızda ıslıklar çalışıyorsun, sevdiğim şarkılar dudaklarına ıslık oluyor ve çıkarken ıslanıyor yağmurda, yağmur sesli ıslıklar çalışıyorsun şimdi… …………… V_eda edip uzaklaşıyorsun dönüş yolumun yağmursuzluğunda, ıslıkların büyükten küçüğe azalıp yok olmaya hazırlanırken, bakınca asılı kaldığım uzak kırların bahar kokan çimenlerine benzeyen gözlerin küçülüyor ufuk çizgisinde kayboluyor…Çıktığım uzun yürüyüşlerde eşliğin maratona hazırlanan atlet gibi bana antrene olmakta, o yolda gördüğüm her ağaca, tüm çiçeklere, loşluğunda adrenallerini yükselten pasta hane'deki aşıklara şarkılar mırıldanıp, dilimden kağıtlara dökülmeyen sıcak lavaş ekmek kıvamında şiirler biriktiriyorum usumda…. Ki daha sonra paketinden çıkarıp bozulmadan ilk güne özel tazeliğinde, ıtır kokuları yayarken mısralara dökmek için… Attığım her adım, soluduğum her havanın dip notlarını tutuyor, biriktiriyor, saklıyorum ertesi gün papatyalarla kaplı, bakanların aşksızlığına isyan ettiren, her yerinden su fışkıran parkın çimenleri üzerine yayılıyorum… Saymaya başlıyorum adımlarıma, nefeslerime kaç kere kaydettiğimi, kaç ******* yıldız yıldız dizip biriktirip, sakladığım bugün sayacağım sevda sözcüklerimi… Her şey, her not, her sayı birbirine karışıp girift bir hal alırken sayamıyorum, unutuyorum, unutuyorum, unutuyorum… Çünkü ''Seni Kaç Kere Sevdiğimi Unuttum ''… …………… T_elevizyon'un ülkeye yeni girdiği günlerde yayınlar, açılış, kapanış ve hatta İstiklal Marşı'nın başlangıç ve bitişine dair tüm anekdotlar aklımda ve hala unutmamışken, siyah beyaz ve yabancı dizilerin fragmanı aklımdayken dahi bu unutmuşluğuma kuytularda gülümsüyor ve kendimle kavga ediyorum gece kent uykuya çekilmiş ve son sigaramı içerken karanlık apartmanlara bakarak, sonra bir tane daha… Bir tane daha derken yarılıyorum geceyi, birkaç saat kala uyanmışlığıma ve uyumak gelmiyor içimden, her akşam, her gece olduğu gibi… Uykuda olmak, uykuda kalmak verimsiz tarlaya ürün ekmektir çünkü; sana, sevdama, sevgime, aşkıma dair sözcüklerin duraklama anıdır, bu anları sevmiyor, yirmi dört saat üretmek istiyorum Seni Kaç Kere Sevdiğimi… …………… A_lışkanlığım yıllar öncesi öğrencilik dönemime uzanırken, şimdilerde sanadır uyuyamamışlığım, uyanışlarımın yarı baygınlığı, kalkışımdaki o mahur esrikliğim sanadır… Hemen açtığım pencereden içime dolan oksijen, yüzüme çarptığım su, traştan sonra kesiklerim dahil sürdüğüm losyon oluyor güne seninle başlıyorum yine henüz işine ulaşmaya çalışan durakta biriken insanların kalabalıklığında… Günlerden hangi gün, aylardan hangi ay, hangi mevsim bilmeden kıyafet seçmek istiyor vazgeçiyorum balkonda sabah esintisinde sigara molası verirken seninle tamamı taş yapı ile mimar edilmiş restauranttta rakımıza eşlik edecek mezeler yemek düşüncesiyle dumanımda boğuluyorum… Gelir miydin verilmemiş sözlerin randevusunda, oturur muydun karşıma kuğu zarafeti, tahtının sahibine erkek çocuk verememenin hüznü içerinde yüklü prensesin mahmurluğunda… Düşüncelerimi mavi küçük bir bulutun ardına gizlerken sana gelmenin acısı yakıyor göğüs kafesimi ve sigarayı yere atıp söndürüyorum ayağımla akşam yıkadığım balkonda… Acı… Sana gelmek o kadar acı ki sensizliğe gömüldüğüm dönüş uzantısında hissediyor, içime çöken tarifsiz sancıların girdabı gözlerimi görmez, kulaklarımı duymaz yaparken aklıma dahi gelmeyen nereye, ne için gittiğim düşüyor yolların kesik çizgilerine bakarken usuma… …………… P_ratik yalnızlıklar çiziyorum analitik geometrinin çizim aletlerini elim varsayarak ve gökyüzü ile ilerlemekte olduğum yollarda anlamsız şekiller beliriyor içeriği sevda ile yüklü, çizenin yüreğinde özlemler çoğaltan… Seni Kaç Kere Sevdiğimi düşünürken şekillerin karmaşası mı azalıyor sevdamın büyüklüğünden bana mı öyle geliyor her şeyin öyle geldiği gibi… Neden sayamıyorum, neden notlarım belirginsiz ve sevda sayısı sayılır mı diye kütüphanemdeki tüm ansiklopedileri karıştırıyorum sabahın ilk ışıklarına dek tek tek ama bulamıyorum hiçbirinde sevdaya dair en küçük bir sözcük, kaldı ki aradığım mı olacaktı yıllardır açılmadan kapakları tozlanan bilgi hazinelerinde… Sayılmıyor, sayamıyor vazgeçiyorum ve bildiğim tek sözcüğe dönüyor, tamamı büyük harf ve italik karakterli ve her bir harfi ayrı renk ve tonlarda müzikli bir çıktı alıyorum yazıcıdan… Seni Kaç Kere Sevdiğimi Unuttum… Seni Kaç Kere Sevdiğimi Unuttum… 3.4.2006 - Adana Olgun Ekinci |
_ Sevgiliye Mektuplar / SENSİZ ÖLEMEM
…………… S_ensizliğin, sessizliğinin kaçıncı gününde olduğumu hatırlamaya çalışırken göğsüme düşen ağır şiddeti ölçülmez sancıların bedenimde volkanik patlamalar yarattığı anların içindeyim ve alkol komasında uyuşturmak, sancılarımı kadehlere gömmek istiyorum… Ki geçici çözümler üretkenliğinden sabah ki öksürük nöbetlerine taşımaya çalışıyorum sancılarımın çözümsüzlüğünü… …………… E_n çok ilk sigarayı yakınca başlayan ve o an yıllarca sürecek gibi ve sürmekte olan öksürüklerimde çevrenin bakışları sessizleştiriyor boğulmalarımı, utansam da içime akıtıyorum aksatmadan kızılcık şerbeti içmiş gibi kıvranmalarımı…Geçmiyor kör olası nöbetler, içten içe ve içime akıyor, yakıyor boğazımdan, gırtlağımdan bağırsaklarıma doğru yol alırken şeridini değiştirmeyen, eğitimli ülkelerin sürücüleri gibi seyahatlerinde ve sanki her gün aynı saatte aynı ritimde devam eden… Ve çocukluğumun radyolarında her gün aynı saat ve dakikada başlayan radyo tiyatrosu gibi… Sabahın o anlarında kaç insanın nefretini kazanıyorum bu şekilde bilmiyorum ama onlarda yıllardır suskunluklarından, gasp edilen haklarına dirençsizliklerinden, çarşıda esnaftan, pazarda pazarcıdan, otobüslerde muavinlerden, ellerini tükürükleyerek aldıkları kağıtlara gıda maddelerine salgılarını bulaştıran, paketleyen esnafa tepkisizliklerinden benim nefretimi kazandıklarını bilmiyor ve hiçbir zaman asla bilemeyecekler… …………… V_itamin yüklü yiyecek ve içecekler eksilmiyor günümden ama nafile biliyorum yetmeyecek direncime, adım adım ve gün be gün yaklaşıyorum insan oğlunun soğuk nefes, benimse yaklaşmak istediğim sonsuzluğa ve sessiz, sesinsiz geçen günlerde ulaşmak istediğim ebediyete… Ne ki ölüm, ne ki çekip gitmek, bir mikrop daha eksilecekse evrenden, gitmek onurla ve yalın mantıklı benim için, mantığına ters düşse de senin, benden önce ölmeye hakkın yok söylemine rağmen senin… Çocukluğumda garipser, sorgulardım komşu kadın ve erkeklerin ölmek istiyorum söylemlerine, şimdi hak veriyorum kendime yakıştırdığım sonsuzluğa… Olmadığın evrenin farklı meridyenlerinde, farklı iklimlerde soluklandığımız aynı renk sevdamız solmadı, soldurmadım, besledim yine… ……………T_anklar geçiyor paletlerinin ağırlığını üzerimde bırakarak toprak bir zemin oluyor, kalkamıyorum onca ağırlığı def edip… ''Benden önce ölemezsin, hakkın yok buna'' söylemin düşünce ağırlıklar altındaki usuma çırpınıyor, doğruluyorum toprağa akıtarak gözyaşlarımı, susuz kalmasın diye bereketli topraklar… Kalkıyor sendeliyorum durmaya çalıştığım anlarda öksürük dalgası titretiyor, savuruyor tankların iz yaptığı toprak yol üzerinde… Bir çeşme arıyorum öksürmekten çağlayanlar akıtan gözlerimi yıkamak, yanaklarımdan boynuma yol alan izleri silmek için, çeşmesiz gelişen kentlerin yoksulluğu düşüyor yüreğime… Nehir kenarında, eriyen kar sularının yeşilden, maviden kahverengi renge dönüştürdüğü mikroplu suyla serinletiyorum yüzümü ve mora dönüşen gözlerimin altındaki halkaları… …………… A_z ilerde ağacın altında birbirlerine sarılmış, dünyadan kopmuş sevgilileri görüyor, gıpta ediyorum sevdalarına, bir taş kaydırıyorum suyun yüzeyinde çocukluğumdan bugüne uzanan…. Kaybediyorum taşın izini, siluetini, gidişini, kaç metre ileriye fırlattığımı… Oysa yazdığım bir mektubu koyup, mantarla tıkayıp sana yollamak isterdim taş yerine bir şişede ve en kısa sürede deniz olmayan kentine nehir çoşkusunda… Şişeyi kırmadan açar, yıllarca saklardın sevdamızın gizeminde, o kimsede olmayan ve olmayacak olan güçlü hafızana gelen tarihi not ederek… Titrek yazılmış satırlardan anlardın olişkonun öksürük nöbetlerinde yazdığı satırları ve bilirim iki damla yaş düşer okurken, tuttuğun mektubun ucunu bırakmadan, sarılarak, nedenini benim bildiğim… Direniyorum, direneceğim, sigaradan, alkolden, hava kirliliğinin yarattığı karbon monoksitli havaların bedenimde yaratacağı tahribatlara… Yakışmaz bana, sevdama, yarınımıza aşksız, yurtsuz ölümler… …………… P_ut kesiliyorum, sus oluyorum… Sana susuyorum… Senin susuyor olman sessizlik, benim susuyor olmam sevdana acıkmışlığım susuzluğum… Yine susuyorum sana damlaya hasret susuz toprakların kıvranmışlığı ve acıkmışlığının nöbet sancılarında… Öksürük ne ki geçiyor öğle saatlerinde, sana susamışlığımda, geçiyor gibi oluyor kıvranırken yaşanmayan yaşamışlığım geliyor aklıma, portre çizmek istiyorum geçmişe dair kalem kırılıyor, tablo yırtılıyor, canlandırmak istediğim yaşam flu oluyor, kısa süren rüzgar gibi esiyor geçiyor… Gece çizmek istiyorum gözlerim görmüyor, bir türlü çizilemiyor yaşanmayan yaşanmışlıklar ve sesler duyuyorum gaipten soluduğum her anının içinde; ''Onsuz ölemezsin… Onsuz ölemezsin''… Ölemem… Sensiz Ölemem… Sana doymadan, bize verdiğim sözlerin her birini tek tek yerine getirmeden ölmem… Ölemem… Sensiz ölemem… Sensiz ölmem… Sen olmadan asla… 17.3.2006 - Adana Olgun Ekinci |
_ Sevgiliye Mektuplar / SIĞINDıĞIM LİMAN'IM
............... Serüvensiz seferlerden yorgun düşüp, dalgaların dansında alaboralar yaşayan, huzur, sevgi, sıcak, korunaklı limanına demirlemek isteyen serseri, dipsiz bir tekneyim.. Bandırası olmayan, güvertesinde ateşböceği ışıltısında yaşayacağı aşka, yıldızların altında valsa susamış.. ............... Ege'den zeytin, Akdeniz'in portakal çiçekli kokuları var, kaptan köşkümün gizlediğim sır vermeyen bölmelerinde, lirik Venedik şişenin mantarı açılmamış diplerinde… Martılar ötüşürken sabah alacasında kahvaltın, kızıllığında batarken güneş akşam sefa çayların olmalıyım, sonrasında çekilen nikotinlere ortak, üflenen dumanlara hasret, izmarite serçe parmağında dokunuşlarım.. ............... Vadileri uçsuz bucaksız, yollarının keşfedilmediği, egzotik, dalgasız, sahildeki tonlarının renkten renge raksettiği mini bir koy, o koyda sessiz, dipsiz iskele olmalısın, kıyına sadece benim yanaşacağım, diğer ve yabanıl teknecikler olmamalı yakınında, uzağında, dürbün mesafesinde… ............... Tentelerim param parça açıkta beklemekten, pusulam yanlış yönlendirdi dümenimi, sahipsiz, kıyısız ıssız, tenhalara sürükledi yelkenlerim, rüzgarı yanlış algılayıp tersine rotalar düşürdüm güverteme.. oysa mülteci yalnızlıklarımı yazdığım kağıtları, doldurup her gece içtiğim galon şarap şişesine koymalı, atmalıydım çoktan denize, sahilde ulaşır diye belki sevdası yüreğinde gizli sevdalılara… ............... Akdeniz, sıcak deniz, yordu beni efkar basan *******in yaz sıcağında volümsüz arabesk çığlıklarıyla, Müslüm babanın ''Akdeniz Akşamları Bir Başka Oluyor Hele Birde Aylardan Temmuz İse '' yi yorumlaması da Tuz-biber oluyordu parasız üniversite yıllarımda ekonomik olsun diye içtiğim Arjantin bardaklı biralara serptiğim tuz gibi… Ayılmalarıma mega esriklikler yüklüyordu acılı her bir arabesk…onlarca tekneye biniyor, dümensiz, pusulasız, rotasız ilerliyordum bilmediğim ülkelerin yabancı denizlerinde... Ve kayboluyordum.. ............... Prangalı kaçak mahkum gibi gün ağarmalarında, dalgalar vururken yüzüme, tenime, uyanıyordum nerede olduğumu bilmeden, kumsalın denizle ahengini konuşlandırdığı noktada, ıssız adaya mı düşmüştüm geceden... Kalkıyor, silkiniyorum kum ve yosun kokularından..Sana gelirken, senin olmaya gelirken…Ada oluyorsun ıssız, sessiz sığındığım, liman oluyorsun tek kişilik iskelene yanaşmam, soluklanmam için… Sandalı fırtınalı denizlerde Ekvatora sürüklenmiş acemi balıkçıydım Vapurlar yol alırken okyanusta.. Takımadalar gördüm savrulmuşluğumda Alabora olan teknesel yüreğime Pusulam oldun gelişlerime, yönsüzlüğümde… 10.2.2006 - Adana Olgun Ekinci |
_ Sevgiliye Mektuplar / SUSUZLUĞUMUN SEVDASI
…………… Sağanaklar sel olurken siyahi gecenin sonsuz eşliğinde iştahsızlığım, sonu gelmeyen sinsi açlıklar doğuruyor yine sabaha gebe olan yıldızsız *******in ardında… Ne yesem anlamıyorum, anlasam bilmiyorum, bilsem tadını alamıyorum tek başına atıştırmalarda… Çökünce akşamın karanlığı yerini alan sokak çakıcılarında... …………… En sevdiğim sokak fast- foodları bile anlamını yitiriyor çıkardığı kokulu dumanlara, kocaman kapaklı tencerelerden buharı çıkan mega kolesterol yüklü sakatatların sanatsal şekilde dikilip, pişirilip, satıldığı bel kemiğine tehdit kürsülerde yendiği kaldırım üstlerinde… …………… Vejetaryenler düşüyor usuma esrik açsızlığımda… Üzülsem mi, acısam mı bilmiyorum onlar kendi hallerinden, damak tatlarından sonsuz hoşnutlukta da olsalar… et yiyememenin dayanılmaz sancılarını çektiğim çocukluğumdan bu gecenin göbeğine ulaşıyor.. Bitkisel kebaplar, otlardan sakatatlar üretiyorum kendimce ve sokak satıcılarına önerebileceğim… Olmuyor, nedensiz ve malzemelerin yetersizliğinden... …………… Tarhana kokulu sokaklar düşlerken ustura keskinliğindeki soğuk yalıyor yüzümü gecenin en zayıf düştüğüm saatlerinde… Biraz daha alkol almak isterken beyaz önlüklü, beyaz aşçı şapkalı, Silvanlı adını bilmediğim, sorsam da sabah unutacağım, ekmek fırını karşısındaki çiğ köfteci tezgahının önünde buluyorum kendimi… Bilir ki kürdili hemşerim yemem hiçbir köftenin çiğ olanını…Yap bir paket diyorum yoğurmaya başlıyor ellerine geçirdiği şeffaf eldivenle siniden aldığı bir avuç çiğ köfteyi... Paketi poşetliyor ve yol alıyorum yemeyeceğim çiğ köftenin tahrik eden kokusuyla… Olurda gece rüyamda acıkırsam, kalkar rüyamda yerim diye… Aç tavuk rüyasında kendisini buğday ambarında görür diye... …………… Ağırlaşan bedenim hücremdeki soğuk yatağıma özlemle uzanmak istediğinde son sigara molam geliyor aklıma… Soğuk yaladıkça yüzümü, dumanlar çıkmamaya direniyorken balonlar şişiriyorum sanki soğuk, rüzgar ve sigara dumanımın dansıyla… Soğuk, bardak dolusu şalgam ağrı kesici gibi gelecek ölümcül uykuma yatmadan…Ve gece uyanmalarımda kıvranıp, kızacağım kendime aç kalmışlığıma midemin feryatlarında... …………… Perişan uyanmayı özlemişim birkaç gündür… Şimdi kavuştum ona kazınmışlığıma eşlik eden mide fesatlarımla… Yeter bir bardak çayın eşliğine seronomiler yapan iki zeytin, küçük parça beyaz peynir… Ardından yine yollar, aklımda sen, yanımda kokun hiç gitmeyen… Günlük olağan öğle meyveleri düşlerken günlerden sonra seni ilk kez gülümsetecek kabak çekirdeğinin vahşi cazibesine sürükleniyorum yollardan… Ama o dönüş yolunda kilometrelerce eşlik eden sesinin tınısı vitamin oldu iştahsızlığıma, sevdana susamışlığım, acıkmışlığım bedenime düştü şimdi... Ve aylardan sonra, TSE belgesine kavuşan ve bu kentle özdeşleşen Adana kebabının özlediğim tadına kavuştum güneşli, sert esen öğle saatlerinde ki tüketirken bir kadın senin öğle molalarını… Ve dürüm içinde yediğim kebap değildi aslında, susamışlığımda sevdamın özenle koruduğum(uz) , hep ve çok iyi, özenle baktığımız aşkımızdı... Kavuştuğumuzda beraber açacağımız…Beraber soluyacağımız, beraber beslenip soluk soluk aşklaşacağımız… Seni Seviyorum. 16.2.2006 - Adana Olgun Ekinci |
_ Sevgiliye Mektuplar / V A R M ı S I N! ? ! ?
……… Sırları, asla bilinmeze gömülü kar düşmeyen ama ulaşılamayan dikten öte yalçın kaya- lara sırtını vermiş, güneş görmeyen aydınlıkta, kendi mum ışığıyla ışıttığı yapraksız dünyala- rından yosunlar doğuran, yeşerten, dünyaya yosun yosun bakan iklimlerin bilinmezliğinden sesleniyorum, beni duyuyor musun? Var mısın? ……… En ulaşılmazda ulaşılan, zorlukları kolaya çeviren, yoku var eden, bittisinde dosta düş- mana inat kendi benliğinde doğan ve bitmeyen, bitmeyecek olan, umutsuz *******inde umut denilen olguyu dolduran... Yürekleri çoğaltan, her yürek yangınında yeniden kendi küllerinden doğan yangını, tüm yangınlara çevirmeye hazır ormansız ama dikenli yürekleri yakmaya ve ye- niden doğmamalarına etken olmaya Var mısın? …….. Vadilerin ulaşılmaz kayalıklarında, asla göremediği güneşe, dokunamadığı suya inat yaşama tutunan vahşi bir zambağın yalnızlığına eşdeğer yaşanan gündelik çatışmaların çıkar ilişkilerinden sıyrılıp yine.. Yine ve yeni unutulmaz anılar oluşturmaya, oluşturulan dünyevi güzellikleri çoğaltmaya Var mısın? ……… Tayfası, kaptanı, miçosu, mültecisi biz, kaçak tekneyle rotasız, dümensiz, heyamola- larla yeni koy, koyak, aşk kıyıları keşfetmeye, keşfedilen sığınak, mabet, tapınakları sadece ikimizin sırlarına yeni sayfalarla yazısız, sözsüz, imgelerle eklemeye Var mısın? . Eklenen her harfin bir tanesiyle tapınakların derinliğinde tapınacağım, ölümsüz tanrıçam olmaya ve içmesem öleceğim o bir bardak ölümsüzlük suyunu benimle paylaşmaya Var mısın? ……… Adı, sanı, ovası, dağı, ırmağı, haritada paftası dahi olmayan, varlığını bizimde bilme- diğimiz anayasası aşk, demokrasisi iki yürek, prensi ben, prensesi sen olan, saraysız, hiz- metkarsız, vatandaşsız, ikimizden başkasının yaşamadığı, giremediği, ülke, ülkeler keşfet- meye, günlüğünü tutmadığımız anılar defterine, kalemsiz, kokularımızla yazmaya Var mısın? ……… Pasaportsuz, sınırları çiçek bahçelerine dönüştürülmüş, aşkla sulanan, sevgiyle bes- lenen, evlerin, binaların olmadığı kentlere girmeye, her girilen kenti, ziyaretimizden yüzyıl- lar sonra antik kent aşk kalıntılarını ziyarete gelen insanların görselliğine çevirmeye, burada okudukları kitabede asırlar önce yaşanan bu aşkın efsane olduğunu söylediklerinde orada yerleşen ruhlarımızın gülümsemesine… Efsanenin biz olduğu… Bizim yarattığımız sırlı ve ölümsüz aşkın bir daha yaşanmayacağına…Hüzünlü gözlerle gülümsemeye…Gülümsemeler bırakmaya… Var mısın? ... Varım… Var mısın? ... 15.08.2007 - Adana Olgun Ekinci |
_ Sevgiliye Mektuplar / YALNIZLıK SENFONİSİ
................Savruk düşlerimden solgun yaşantıma giren efsanedeki prenses değildin sen. Günler, yıllar süren yüzyıllık savurganlıklarda tekil yalnızlıklar yaşadığım, sofradaki aşım, çorbadaki tuzum, bardaktaki suyum oldun gelişinle ve henüz kutsanmayan gizemimsin tapınaklarımda... ................Eflatun rengi ve kırılgan ve hüzün ve uçurum çiçeği serinliğinde yazarken dizelerimi, hazırlanırken yoksul semt pazarlarında satılan eski giysilerin sokak çocuklarındaki eskiz duruşunun dayanılmaz sancılı tariflenmesine… Dizelerin çarptı yüzüme.. Gök gürültülü sağanakların ardı sıra rengarenk gökkuşağının ebruya dökülen yansımasıydın yüzümde... ............... Virtüöz'süz konserlerden solo yaşamlara açılıyordum... Henüz pencere önündeki sarmaşıkların, ıtırlı saksı çiçeklerinin, ortancaların tükenmediği emekçi bir mahallenin sabahlardaki izdüşümlerinden. Ve her sabah kimliksiz, cinsiyetsiz yollardan gidiyordum, geri dönüşü olan, güneşi hep karşımda yansıyan... ................Tahrip gücü yüksek patlayıcılar yüklüyordum geceden usuma, sessiz patlayan... Dip dalgalarım olsun ruh sürgünü sevdalarda firari aşıkların manifestosu, çöl ayazı susuşlarda gecenin gökkuşağı doğsun diye, ruhu dağınık bir aşk yaşarken yankı yankı sessiz infilaklara gebeydim... ................Ateşi sönmeyen gözlerime film arası mola vermişliğimin yıllar sürecek sancılı bekleyişlere uzantısının farkında ol(a) madım... Su vermedim içimdeki köksüz çiçeklere… Kokusu yayılır benden alırlar hoyrat koklarlar diye... Buğday tanesi koymadım yemliğine yüreğimde şakıyan kanaryaların, nağmelerini duyar sustururlar diye... Altın kafese koymadım hiçbir bülbülü vatansız kalmasın diye... ................ Panayır kalabalığında giydiğim yalnızlık giysilerim yüreğime düşen Cemre'nle son buldu. Yeryüzündeki son cemreydin bilinemeyen, saklanan, keşfedilemeyen... İçimdeki deniz, gönlümdeki toprak, soluduğum havaya düştün... Önce yavaş, dingin, sessiz... Şimdi Tsunami esrikliğinde bentleri yıkan, coşarak dalga dalga, sevgi sevgi, ırmak ırmak... Terkisi hazır şimdi beyaz atımın kanaviçesiz, çeyizsiz gelişlerine... Güneşi karşımda doğan, karşımda batan yolları kısaltıyorum ulaşmak için... Susuz çiçeklerim kökleniyor, kokusunu sevdana sunmaya… Başak taneleri biriktiriyorum, kanaryalarım ara nağmelerde son ve sonsuz valsımıza senfonileriyle eşlik etsin diye... Ve vatansız sevdalarda bitirmek için firari aşkları, yaşasın yaşansın diye aykırı aşkların tutsakları… S enfoniler fısıldayan, keman yayındaki konçert O E zgilerin nağmelerinde sen... söylenmemiş fası L V e boğaziçinden sahildeki piyaniste uzanan or G T ürkülerin kıvamında halay çeken... usta oyunc U A şk yolunda savaşan, en yalın en güzel amazo N P otbori anılarla efsanem…sevdamsın… 8.2.2006 - Adana Olgun Ekinci |
_ Sevgiliye Mektuplar / YILDIZ'LAR BİRiKTİRİYORUM…
……… Soğuk *******de yıldızlara uzanır, ısınırım ve her yıldız sen olursun, gökyüzü ateş topu olur sıcaklığının yayıldığı atmosferde… Ben üzerimdeki her şeyi çıkarır ve deniz kızı özgürlüğü yaşarım, güneş tenimde, başaklar içimde boy verirken… ……… En yakınımdaki yıldız koynuma girer, yeşil akan nehir, okyanusun mavi sularına benzeşir ve her yıldız kıskanırken koynumdakini, ben kulaçlar atarken, her yıldızın ma- visini yeşile, yeşilini maviye çeviriyorken her yıldız sen oluyorsun, geceden sabaha dek milyonlarca yıldız yakalıyorum… Yıldızlar biriktiriyorum şimdi uçsuz bucaksız… ……… Vedasına hazırlanmakta olan gecenin geç kalan tüm yıldızlarını, yaprağını çoktan dökmüş, dallarından başka serveti olmayan, baharı bekleyip yeşilliklerini fark edemeyen insanlara sunmaya hazırlanan o devasa ağacın altında topluyorum… Yıldızların bayramı olurmu? Olurmuş, şimdi her biri, kendini sonbahar hüznünü yaşayan ağacın dallarına kızıl, mavi, yeşil, sarı ve her biri bir renk panayırına bürünerek salsa kıvamında, oynak ve ağır kalçalarını oynatan oryantal kıvamda yapıştırırken yıldız yapraklı ağaç üremekte ve geceden sabaha yalancı baharlara inat, yıldız yapraklı ağaçtan ıtırlar yayılmakta… ……… Türdeş ağaçlar kıskanıyor benzerini, dal büküyorlar gün ağarırken yeryüzüne ve direnişindeki işçinin sessiz sloganlarını fısıldıyorlar dallarından dallarına… Her yeni gün doğumunda güneş altında yıldızlar arıyorum beyhude ve senden gelecek en acı sözü bile kabullenmek istiyor, onun tek harfine bile sarılmak, yıldız varsaymak, ucuna tutunmak isteğim yeniden kanatıyor kapanmayan yaramı… Güneş altı yalnızlık ve acı- larımı ince bir ipe sarılarak göğe tırmanmak, orada seni bulmak, ışıtan sevginle avunmak ve sende kalmak, yıldız kokmak istiyorum kahreden soğukların yürek yangınlarında… ……… Ayperest düşlerime inat uyumuyor, siyahi gecede görünmeyen yıldızlara ulaşmaya çabalıyorum, olmayan denizin rıhtımına yanaşmaya çalışan şehir hatları vapurunun deniz fenersiz kayalıklara çarpışında… Sarsılıyor, adını sen koyduğum yastığıma sarılıyor, yıldız kokunu arıyorum uykuya daldığımda düşeceğim bir ayağı kırık yatağımdan… Yakalarsan bırakma, bırakırsan yüreğinin boşluklarına çarpar, ışığım söner diyorsun aylarca gelmediğin düşlerimde… Düşlerime nice sonra gelmene kızıyor, gökyüzünden seni nehirlerin olmayan sularına indirmek istiyor, bereket ve su ver istiyor, sonra seninle gecenin mateminde beraber kayboluyor, bilinmezliğe doğru sürükleniyoruz şeytanın yağmur sesli yokluğunda… ……… Peribacası semalarından ceplerime doldurduğum o yakamoz ışıltılı yıldızları, ıssız ve karanlık *******de gökyüzüne yapıştırıyorum, aydınlığında ay ışığıyla vals yapsın diye ve yine o anlarda intihar kokulu güverteler duyumsuyorum, çünkü; yine bir yıldız kayıyor ve asi suları kabarıyor, içimdeki okyanusun… Delişmen sularımdan beyaz bir güvercin havalanıyor, biriktirdiğim yıldızlara kanatlarındaki ipleri takıyor, gökyüzünden yeryüzüne salıncaklar sarkıyor… Yıldız renkli, güvercin kokulu salıncakta geceden sabaha ay ışığına sallanıyorum, omuzlarıma kuşlar konuyor ve gece vedasına hazırlanırken her kuş tanesi yıldız oluyor, ceplerime dolduruyorum… Yıldızlar biriktiriyorum… 28.12.2006 - Adana Olgun Ekinci |
__ Merhaba Sevgili - 1
Bugün de ölmedim…! ! ! Sana çıkıyorum yine bu sabah Mahfasığmaz'dan hareketle Her gün rutinleşen yollarda seninleyim İller Bankası kavşağından Dilberler Sekisi'ne ulaşıp İçinde olmak isteyipte olamadığın Otomatik yıkamadayım, sana doğru gülümserken Mimar Sinan açık hava tiyatrosundan Sola saparak her sabah Köprü Köyü'nün portakal bahçelerini Alarak soluma ilerliyorken Yol üzerinde servis beklerken insanlar, Ben sana ulaşma çabasındayım Bu sabah ve her sabah… Merhaba Sevgili, Kenti ortadan bölen Yosun kokulu Seyhan'ın üzerindeyim.. Saat 07.29'da yazıyorum bu satırları Sağ elimde kalem, solumda direksiyon Kırmızı ışık molalarında... öyle sanıyorum ki İltifatlar alıyorum yanımdaki araçların Uykusuz, bezgin, içsel kavgalı yüzlerinden Bilseler sabahın bu kapalı saatinde Sana dökülen dizeleri Bilseler uzaktaki yakınıma dökülen Çisil çisil yağan berrak damlaları Yeşil yansın isterler mi? Duyuyormusun, dinle Emel Sayın söylüyor radyoda __SİLEMEZLER GÖNLÜMDEN NE AŞKINI NE SENİ….. Açıyorum sesi ve sol yanımdaki camı Portakal çiçeği kokuları Yağmurla raks ederken havada, Şarkıya karışıyor ebruli kokular Mistik hava doluyor içeriye şimdi Mustafa Kemal Paşa bulvarında seyrederken.. Ve her gün işyerine gidiş, Ama dönüş istikametim olmayan yolda.. ___Belki biliyorsun, Seyhan nehri ikiye böler bu kenti ___Belki bilmiyorsun, İncirlik-Şakirpaşa arasındaki demiryolu İkiye böler bu kenti ___Bilmem biliyormusun, E-Beş** karayolu da ikiye böler bu kenti Peki şimdi biz kaç parçayız bu bölünmüşlükte? Demiryolu ile paralel giderken E-Beş Seyhan nazenin gelindir süzülen Ve ikisinin altından kayan bir yıldız… Üzerinde salına salına Gençlik Köprüsü önce Boğaz köprü'sünün minyatürü adeta ve sevimlisi, Beyaz Gelincik adlı diziye dekor ve Sabah yürüyüşcülerini Yüreğir'e aktaran.. Otoban köprünün altında çağıldamasını dinletir Sıcak çay eşliğinde Dilber Cafe'dekilere.. Eski Baraj'ın kapaklarından süzülürken, Her gün geçtiğim köprüye (isimsiz) ve Nazlı nazlı ulaşır Demir Köprü'ye Bir iç göl muştusu olur Girne Köprü'sünden Taşköprü'ye... sağına alarak O, Mübarek Merkez Camii'yi.. Ve Regülatör köprüden Akdeniz'e Amansızca uzanır beyaz kozalara can olmak için.. Merhaba Sevgili, Kısa uğraklarla anlattığım Seyhan'ın ardından Kiremithane civarındaki hemzeminde Ray'lara dokunarak, E-Beş' te yol alıyorum şimdi, Sana gelen yolların ters uzantısındayım… Mesai başlayacak birazdan Ve başka dönüş yolu ekleyerek akşama Diğer yollardan başka kuytulara gömüleceğim Midemde alkolün dayanılmaz sancıları Ve cebimde biriktirdiğim aykırı şiirlerle.. Esriksiz bir akşam dönüş yolculuğunu Başka mısralarda ve bu kentin Görünmeyen diğer yüzleriyle yazacağım Arnavut kaldırımlarında parketmişliğimle.. Hoşça kal Sevgili… Kasım - 2005 - Adana Olgun Ekinci |
__ Merhaba Sevgili - 2
Yine ölmedim…! ! ! Güneşin batımını fark etmediğim akşamın Yola düşme saatlerinin hazırlığında Sana çıkan yolların uzantısındayım Bu akşam ve her akşam.. Birazdan, Sol şeridi işgal eden, ama hep Sağ partilere oy veren Klaksona kızan, sollamaya aman vermeyen Sellektörlere sövgüler dizen Ülkenin en iyi sürücülerinin (adliyesinden sonra) Ve de….. Efes Pilsen'in yakışıklı Satış temsilcilerinin Cirit attığı yollara çıkacağım.. Birazdan, Arnavut kaldırımlı yollarda Park edemeyeceğim! bir sokak arayacağım Ve bende karışacağım sövgüler üreten Sürücüler kervanına park yersizlikten.. Eski Ceyhan yolunun, şimdiki Tali olan yolun bozuk satıhlarındayım Amerikan Konsolosluğunun önünden geçeceğim Saniyeler sonra, yine ürkeceğim geçerken, Beni bomla yüklü intihar aracı sanarak Kurşunlarlar mı? Diye… Bilirsin eski tüfekleriz ya, hep içimizde taşırız Bize gelecek yanlış intiharları, Pimi çekilmiş, patlamamış fünyeleriz ya.. Neyse deli deli güldüm kendime, Seversin sen bu gülmelerimi ben gibi… Polis Koleji kavşağından az sonra Ana yola çıkacağım, -neden baba yol demezler ki.. Soluma alıp bazı şirketlerin bölge müdürlüklerini Sağımda az da olsa portakal ağaçları olacak mecburen Ve bu kez demeyeceğim portakal çiçekleri diye.. Onlar bu mevsimde olmaz ya, Müdürüm o şiirde uyarmış, eleştirmişti ya, Yanıt bile verememiştim ya..işte öyle.. Yine Sabancı'nın maddi katkılarıyla Güzelleştirilmeye çalışılan Hilton-Merkez Camii-Taşköprü manzaralı Ve bu kente ilerde çok sıkıntılar verecek Ama şimdilik kimselerin anlayamadığı Köprü yapımı devam eden, edecek olan aylarca O kavşağa yaklaşmak üzereyim Sevgili.. Geçici ara sokaklardan ana yola ulaşmak için Dolmuş ve mavi halk otobüslerinin Küfürsel bakışmalarına eklerken sövgülerimi Çıkıyorum bende, Girne Köprüsündeyim... ve Geçerken şimdi o muhteşem ışıklandırılmasıyla Sabancı Merkez Camii'nin önünden Yine ve çok kızıyorum kendime Niye bir gün burada namaz kılmadım diye! Allah onuda kısmet eder birgün İnşallah.. Seyhan Otele varmadan şimdi Sağa saparak ve eski Adana izlenimi uyandıran Reşatbey sokaklarında olacağım.. Önce var olan düzen, sonra birbirleriyle kavgalı Ve hep muhalif olan bir şeye, birilerine Edebiyatçıların arasına karışacağım Bir şiir akşamı dinletisinde.. Okur muyum bilmiyorum ama sen Hep oku dersin ya, biradan yudumlayıp Okumamakta ayıp oluyor dostlara ya Okurum yine Sevgili…seviyorum ya okumayı Üstelik şimdi havada kar, yollar buz, belki de Kar'lı bir Ankara şiirinde kesişir yolumuz.. Ya da önce gidip evvela Bir ameliyat mı olmalı? Operasyon akşamı okunanlar En güzeli olmaz mı şiirlerin? Ve bu akşam içmeli Yarın akşam okumalı.. Hoşça kal Sevgili… 22.12.05-Adana Olgun Ekinci |
__ Merhaba Sevgili - 3
Ölebilmeyi, En çok istediğim Kasım'dayım… Vurgunların yıl dönümlerinde yeşeriyor, Kaldırım taşları arasında, Ayaklar altında eziliyorum, hoyratça ve vurdumduymaz… İçime akıttığım kanlı gözyaşlarım Nazire yaparken azgın ırmaklara İçimin tenha sokakları Al renklerle süslenmekte… Gündüz şekerlemelerimin nedeniyken Geceden sabaha uykusuzluklarım, Şimdi sorunsallıktan uzak Tüm kent uykuya daldıktan sonraki yarı uykusuzluğumu Hiç uyumama / analizinde çözümledim… Yarı ölüm hali ve horultularında uyurken bu kent Onlardan bir adım önde Ve daha çok yaşıyor Sensiz yağmurlarda y a ş lanıyorum … Nikotin dolu *******i bölerken ikiye Alkol esintilerini iki katına çıkardım.. Paylaşırken yudum yudum sigarayı, Yeni kadehler ekliyorum yalnızlığıma Masamda iki kadeh; biri senin Gelmez de içmezsin belki, araya gitmesin diye.. Gök gürültülü sağanak akşamlarda Yağmur sesli ıslıklıklar biriktiririm Gece renkli, mehtap dokulu, sevda kokunu Yağmur esintilerinde tüm kente yayarken Islıklarının kardeş kokusuyla bezenir kent… Şimdi ne zaman yağmur yağsa Boğulur yalnızlığım, denizi olmayan dalgalarda Kıyılarına ulaşamaz kulaçlarım.. Ve ne zaman ıslansam yokluğunda Müzikal kokular işler yüreğime, kentime Gözyaşlarım kan olur, içime yağar yağmurca Yağmurlar ıslık kokulu… 2.11.2006 - Adana, Olgun Ekinci |
__S*A*N*A* hep S*A*N*A*
S_evdiğim….S_evdam…....S_evgilim…......ben yolunda Rome_O E_fsanem…..E_vrimim…...E_ylemim….....ben aylarından Eylü_L V_enüsüm….V_uslatım.....V_efalım….......ben alanlarda mitin_G T_anrıçam….T_apınağım...T_ılsımım……..ben tenindeki o kok_U A_danam…...A_ntalyam....A_nkaram.....ben nehrinden Ceyha_N P_rensesim...P_amuğum...P_latolarındayım...parolam sın.. Olgun Ekinci |
Acil Kan Aranıyor! ! !
Deli, uçuk, serseri Fırtınalar içinde depreşen Bir adam için İvedi kan aranıyor Damarlarında Kan yerine bira dolaşan Ceplerinde kabak çekirdeği Ağzında sigara eksik olmayan Serseri bir adam için Bira grubu kan aranıyor Çalıştığı bira fabrikası bile Gereksinimini karşılamayan Serseri ruhlu adama Kan vermek isteyenler Her Pazar Gizemli Kafe'ye Baş vurabilirler… 14.03.2005-Adana Olgun Ekinci |
Adana Bana Dar Geliyor
Sığamıyorum bu kente, Mikroplu sulama kanallarında yüzmeyi Tozlu topraklı taşlı yollarında Bisiklete binmeyi öğrendiğim, Tenefüslerde simit-şalgam için Okula koşarak gittiğim bu kent, Bana dar geliyor… Dallarından tozlu tozlu Ve yıkamadan yediğim Kırmızı beyaz dut tanelerinin, Eski Baraj'da çaldığımız hind incirlerinin Tablacılardan yediğim şam tatlısının Şırdan dolması, kebabın el kıyması Kana kana içtiğim meyan kökü/haşlamanın En güzelinin yapıldığı bu kent, Bana dar geliyor… Dilberler sekisinde bira içtiğim, Zilli dede'de top oynadığım Seyhan nehrinin çağlayanında, Çocuk aklımla korkmadan yüzdüğüm Kara Fatma caddesinde börekler yediğim Demirköprüde trenleri izlediğim bu kent, Bana dar geliyor… En güzel beyaz, tuzlu kabak çekirdeğinin Mestan Hamamı karşısında satıldığı, Ulucamideki ters kapı hamallarının Yağcami önündeki işportacıların Küçük Saatin hiç durmayan akreple yelkovanının 5 ocak meydanında namaz kılanların Bakliyat kokularının eksilmediği, Melekgirmez toptancılarının olduğu bu kent, Bana dar geliyor… Büyüksaatteki mistik hanların Kazancılar çarsında dinlenen fasılların İncirlik de Türkçe tabela olmayan dükkanların Otopark yapılan Erciyes otelinin Arabesk çalan dolmuşların, Cadde-sokak ortasında ve her yerde İndirme bindirme yaptığı bu kent, Bana dar geliyor… Özel misafirler için yapılan Bumbar karın dolmasının Annemin yaptığı analı-kızlının Tadı doyumsuz dul avrat çorbasının Halamın içli köftesinin Yapılan her elde nefis olan kısırların Kız kardeşimin sarımsaklı köftesinin Ve her türlü kebapların Dürümleştirildiği bu kent, Bana dargeliyor… Mitinglere katıldığım Uğur Mumcu meydanın Konserler izlediğim Mimar Sinanın Dokusu bozulmayan Taşköprünün Atatürk evi ile bakışan Ulus Parkının Kasım Gülek köprüsünden Çocukluğuma açılan eski mahallelerimin Yağmurda delik deşik olan asvalt yolların Adliyesiyle ünlenen bu kent, Bana dar geliyor… Oğluma İlk öğretim okulu bulamadığım, İş yerine giderken her gün önünden Tam iki kez geçtiğim, Otuz bin kişilik (! ! !) Sabancı Merkez Camiinin, Ve önündeki Girne köprüsünün Ve arkasında portakal ağaçlarıyla kaplı Adana'nın oksijen deposu olan bahçelerin katledilerek Yerine Merkez Park yapılan bu kent, Bana dar geliyor… Mustafa Kemal Atataürk'ün Ve silah arkadaşlarının Ve Kurtuluş Savaşı kahramanlarının yerine, ''Asmayalım da besleyelim mi? '' diyerek Onyedi yaşındaki çocukları ipe çekenlerin 'Bana milliyetçiler suç işliyor dedirtemezsiniz'' 'Benzin vardı da biz mi içtik'' Ciddiyetindeki devlet büyüklerinin! ! ! Memurunun işini bildiğini söyleyip Rüşvete, yolsuzluklara yönlendirenlerin İsimlerinin ana cade-bulvarlara verildiği bu kent, Bana dar geliyor… VE BEN GİDİYORUM….. 06.01.2005 - Adana Olgun Ekinci |
Ahşap Yalnızlıklar
Sensiz Ve sessizliğinden hep Hışırtıdan dahi sarsılıp Eğreti baraka misali Savrulmam... Biliyor musun? Sarsılmayan direncimsin. Ki Lodostaki yağmur Karayeldeki fırtınadır Gözlerine tutunup Kaybolduğum saçların Kokusunda konuklandığım, sessiz ve ıssız. Sen bilmez ve sendeyken ben... Seziyor musun? Yokluğun, eğreti yalnızlık Kırk yıllık ahşap sanki kırılgan Varlığın, var oluşum Yıllara uzanan menzil Yaklaştıkça kaybolduğum gözlerin... Görüyor musun? Şubat - 2008 - Adana Olgun Ekinci |
Amip
Vay benim garip, Melek yürekli annem… Telefonda; ''seni gördüm rüyamda ama seçemiyorum'' dediğinde Eyvah dedi lal olan dilim Titreyen göbeğimle malum oldu diye… Sarı sıcak geceden Ulaşırken sancılı uykusuz sabaha Söyleyemedim sana Cüsseme yakışmayan İçimi, dışımı, tenimi titreten Midemdeki canlı hayvanı… Yüreğimde barınmayan bir hayvan İçimde mi yaşayacaktı? Bu da geçer, neler geçti… 19.9.2006- Adana Olgun Ekinci |
Anayasal Aşk…
Yasal olmayan kelimelerden İllegal imgelerdir ürettiğim Anayasal olmayan Aşk çiziyorum dalgasız denizlere.. Saklanan imgelerin Ürkek tenhalığında Cebimdeki kelimeleri yüzdürüyorum Kağıt helvadan yaptığım kayıkta.. Çizdiğim aşkın Güvertesinde ben. Seversin sen diye Kağıt helvayla Korsansız denizlerden Yol alıyoruz sana doğru… Deniz.. Aşkımız.. Kağıt helva… Anayasa'sı, illegalitesi, İkimiziz bu aşkın, pupa yelken… Şubat - 2007 - Adana Olgun Ekinci |
Annem Gibi Kokuyorsun
Kadınlarımdı onlar Sevdiğim ama göremediğim Yıldız kadar parlak Onlardan çok uzak Işıltısı yürek, varlıkları kutsal Ulaşılmaz.. Hep yoktular Kokusuz ve uzaktı Sevdiğim kadınlar Platonik sevdamdılar Sen kokarlardı tanımadığım yokluğunda Varlığında kaybolur Hiç olmamışlar ve ben Hiç sevmemişim gibi.. Bükreş'te, Amerika'da Avustralya ve uzaklardaydılar Öylesine çok ve ürkek Ve yalnızdılar sevgisizliğimde Ana karalarından uzak Okyanus diplerinde batardı sevdam Ulaşılmazdılar.. Annem kokardı tüm kadınlar Uzaktılar, duyumsardım Resimleri, mektupları, beyaz gülleriyle Yazmadığım şarkının besteleriydiler Tutunduğum duvar Hıçkırdığım sessizlik Ve hep eksiktiler.. Yitirdim kadınlarımı ergenliğimde Tütün sarısı, mor salkımlı Anason kokulu *******di Kirleten, yitiren, unutturan Ulaşılmazlıkları uzaklıklarıydı Gözlerin kadar yakın Kokun kadar uzak ve eksiktiler.. Sevdiğim yemek Bereketli toprak Ve hiçbir şey kadar Kendin kokuyor, sen kokuyorsun Defneyaprağından damlayan hüzün Çaldığım kurabiyeler kadar taze Atom kadar müthiş Buram buram aşk Ve hiç olmadığın kadar Kendin ve sen kokuyorsun.. Tıpkı annem gibi Kırılgan Islak Ve unuttuğum platonik aşklarım kadar Kutsal kokuyor Cennet bakıyor, aşk dokuyorsun En asi rüzgara direnen Kelebek kanadında renkler gibi Ve kendin ve sen Ve annem gibi kokuyorsun... 10.01.2008 - Adana Olgun Ekinci |
Aşk..Gece..Kadın..
Sevdasında şair Doğurganlığında Aşk yaratan kadın Ağlarken, Gözlerin sığınağım Yaşlarım, Tutunduğum sıcaklığın Sığınmasam kaybolur Tutunmasam düşerim. Yalnızlığıma soyunduğum Gece düşlerimsin… 23.1.2007 - Adana Olgun Ekinci |
Aykırı Sevdaların FİRARİ Aşıkları
_______Firari _________Göçebe ___________Çingene sevdamıza dair Aynı coğrafyanın farkı iklimlerinde Aykırı yürekleriz firari aşklar üreten Gün batımının farklı kızıllaşttığı ayrı kent akşamlarında Eleştirilerini ok gibi saplayanlara direnen yüreğin Ay ışığı firarlarım oldu Tanırken seni…. Aykırı bir adam, öz eleştirisiz Evreni, gökkuşağını yeniden yaratmaya soyunuyor… Uçurum başlarına yasak ve yabanıl Kır çiçekleri ekiyor topraksız… Aynı coğrafyanın, uzak kentlerinin gecesinde Ki….. Sana varmak için bütün çabası… İklim kuşağında savunurken aykırı sevdanı Savunurken ben nem kokan *******de... Sensiz, sessiz ve şiir kokan özlemlerimde _______Firari _________Göçebe ___________Çingene sevdamıza Yeni anlam ve kaçaklıklar yüklemek için Bir yol çiziyorum geceden sabaha Ve ayrı kentleri birleştirmek adına Yollardan, dağlardan, ovalardan, Yer altı nehirlerinin gizemli akışından Toros'ların heybetli zirvelerinden uçarak Sana ulaşıyorum, aykırılaşıyorum Aykırılaşıyoruz iklimlerimizi birleştirerek… Anlamlar katıyoruz yabancısı olduğumuz Kentlerin, ilçelerin, deniz kenarında Tahta masalı çay bahçelerinde _______Firari _________Göçebe ___________Çingene sevdamıza Anlatacağız… Anlayacaklar….. Savaşımız, emeklerimiz; Göçebe obalarında filizlenen Sevdalar üreten masumiyetimize Aykırılığımız, firarlarımız, militan aşkımıza Özgür ve yaşanılası mutluluk giydirmek için 22 / 07 / 2005 - Adana Olgun Ekinci |
Badem-İlkbahar
Hani ilkbahar geldiğinde Ağaçların en güzeli badem ağacıdır ya, müjdecisidir ya baharın Nicedir özlemişim kokusunu, çiçeklerini, yemişini Dağlardan esen rüzgarların meltemi Ansızın ılık sıcak çarpar ya yüreğine yüzüne tenine Nicedir özlemişim baharı, badem ağacını, kokusunu... 30 Mart-Adana Olgun Ekinci |
Bana Bir Şiir Oku
Bilmiyorum deme sakın Bana bir şiir oku Annen, baban olsun içinde Bana bir şiir oku Kardeş, arkadaş, dost, sevgili Ya da istediğin olsun içinde Bilmiyorum deme sakın İstersen istiklal marşı oku Medeniyet tek dişi kalmış canavar olsun Yada vatan, ezan, kuran, din, iman olsun Mutlaka oku, bir şiir oku İster köpeğin kedin olsun içinde Ya da balığın, kuşların olsun Bilmiyorum deme sakın İster meyhane makamında oku Yada Ahmet Kaya gibi Gür sesle inlet ortalığı İstersen unut sözlerinin yarısını Bana bir şiir oku Bilmiyorum deme sakın Biliyorsun Şiir bilmeyeni sevmem ben Şiir sevmeyeni sevmem ben Pencerene konan kuşları Pır pır eden yürekleri söyle Barlarda söylenen Onuncu yıl marşını haykır İki duble içince aklına gelen Milliyetçi iki söz söyle! ! Bilmiyorum diye diye İnsanlığa ihanet etme Bana bir şiir oku Bilmiyorum deme sakın Hala bilmiyorsan eğer Hadi sen git işine Haziran - 2004 - Adana Olgun Ekinci |
Bayrak Oğlum Ve Ben
Yer siyah __Gök Beyaz En büyüksün-Şampiyonsun __Beşiktaş Sloganlarıyla odaları inlettiğimiz oğlum Kara kartal mozaikli Tüm bayraklara el koydu Dikiz aynamdaki flamayı __Panosuna Bagajımdaki çubuklu bayrağı __Penceresine Kilerdeki en güzel bayrağı __Duvarına astı Koçum birini geri ver dedim 'Hak verilmez alınır Dönmeye değil Ölmeye _Ölmeye __Ölmeye geldik'' sloganlarıyla Karşı tribünlere kovaladı Bayraksız kaldım __Bayraksızım artık… 1 Nisan 2005 - Adana Olgun Ekinci |
Ben Asılacak Bir Adamım
Bir dünya güzeline Bir yürek kadınına Yaşamındaki en büyük kötülüğü yaptım Fırtınalara, alaboralara sürükledim Hoyratça…Onursuzca… Suçluyum…cezamı çekiyorum Vurdum, ölmedi yaralandı, direndi Onun en kutsal yerini Yürek dilini susturdum O an dünya durdu Güneş, yıldızlar karanlığa gömüldü Gülen gözlerinin ışıltısı sönmedi O an dünya durdu Mevsimler karakışa döndü Yüreğindeki bahar çiçekleri solmadı Ve ben öldüm O bende açtı... Direndi.. Hoyrat dümensiz rotasız tekne oldum Utandım, kıyılarına yanaşamadım Kızgın lav, deli ırmak oldum Akacak yol, yatak bulamadım..tıkandım.. Sen Kar oldun tipi oldun, yağmur oldun Çiçek çiçek Bahar bahar açtın ihanetlerimde Dağlara ovalara yağdın bereketinle Ben Kızgın lavlarım, kirli ırmaklarımla Kendi içime aktım Kendimi kirlettim, bitirdim Sen iyiye Sen güzele Sen umuda, güneşe Sen her yeni güne açtın Çiçek çiçek, bahar bahar Sen açtıkça ben bittim Sen sevdasın Ben asılacak bir adamım.. 29.12.2004 - Adana Olgun Ekinci |
Ben *******i Şiir Yazarım
Uzanırken akşamlarda yatağıma Yastığım kağıt Başım kalemim olur ________Yazarım Satırlarımı ay ışığı aydınlatır Yıldızlar yansır dizelerime Yazarım.. mısralarca çoğalırsın Geceden sabaha... Bu yüzden en çok Uzun *******i severim O *******de yastığım dolar Mısralarım olursun… 11.9.2005 - Adana Olgun Ekinci |
Beni Kurşuna Dizecekler..
Seni Böyle sevdiğimi bilseler Beni kurşuna dizerler Seni Hala sevdiğimi bilseler Beni kurşuna dizerler Seni Ölene kadar seveceğimi bilseler Beni kurşuna dizerler Ben Kurşunlara gelince Sana kavuşacağım Ben bastığın toprağın altında Ve sense üzerimde yürüyeceksin Beni Kurşuna dizecekler Ben sana kavuşacağım.. 12.12.2004 Adana Olgun Ekinci |
Beni Sevme Ama?
Önce dinle lütfen Sonra yargıla İnfaz et Öldür….. Şiirlerim sustu Şarkılarım, türkülerim tükendi Diğerlerini ne güzel dinledin Bir kez de kanayan yüreğimi dinle Ama dinle…sonra öldür.. Dinle ama anla Anla ama öldür Öldür ama bir kez dinle Güllerim soldu iklimsizliğinde Gözlerim uçurumlarına akıyor, kör oluyor Ağlayışlarım alkol şişelerinde gizli Uyanışlarım esrik Tenimde kanayacak yer kalmadı İçim kanıyor Yüreğim kanıyor Dinlediğin herkese inandın Bir bana inanmadın…. 27.01.2005 - Adana Olgun Ekinci |
Benim Dünya Güzelim
Sen benimle mi güzelsin Seni sevdiğim için mi? Bu şarkılar, türküler, besteler, senfoniler Sen varsın diye mi Seni sevdiğim için mi güzel? Şu çiçek, bu böcek, kırmızı benekli kelebek, Bu insanlar, rüzgar kanatlı martılar, O yağmur yürekli sevdalara yazılan şiirler Sen varsın diye mi Seni sevdiğim için mi güzel? İnadına ve her şeye rağmen Sen böyle dünya güzeli iken….. Ben nerenin çirkiniyim birtanem? Beni hangi heykeltraşın kaidesinde Yontarak, üreterek kendine benzetmeye çalıştın? Ben seninle mi güzel oldum Seni sevdiğim için mi? 24.08.2005 - Adana Olgun Ekinci |
Benimle Hangi Evde Yaşarsın? - Yaşayabilirsin?
Sen... Sana sunacağım alternatif yaşam biçimlerinden hangisinde benimle yaşayabilirsin? Ben... Taşın, toprağın üzerinde... Ben kirden kağıt gibi yırtılan battaniyelerin ve bitli yatakların olduğu Sirkeci otellerinde… Ben yıldızsızından beş yıldızlısına kadar her mekan ve otelde ortamın karizmasına uyarak ve günlerce banyo yapmadan yaşadım ve konakladım… Bir damla suya aşık, bir yudum su ile yeni dünyalar kuran ben bu ortamlarda suskunluğuma, isyankarlığıma muhalefet ederek sustum. Yüzüm, tavrım, dışım sustu ama yüreğimin deli maviliği hiç susmadı..hiç dinmedi… İçimde depremler, fırtınalar, anaforlar yaratmasına rağmen susmadı, susmayacak... ŞİMDİ SEN HANGİ EVİ SEÇER, İSTERSİN? KÜTÜK EV: Tavanı, tabanı, duvarları, odaları kütüklerle kaplı, suyu, elektriği olmayan, gece ayışığı ve yıldızlarla aydınlanan, su getirmek için hemen her gün ellerinde bidonlar, beşyüz metre gidip, beşyüz metre dönüş yolunu adımlayarak ve elini yüzünü şarıl şarıl akan bir çeşmeden değil, bir ibrikle damla damla dökeceğim bir evde yaşaya bilirmisin? Duş küveti ve hortumu olmadan, çağlayanlar gibi suları akmayan, küçücük bir tasla su dökeceğim ve ninemim dedemin çocukluğumun leğenlerinde bağdaş kurup yıkanacağın bir evde yaşarmısın? En önemlisi bu evde bıkmadan, sinirlenmeden, lanetler okumadan, yardımı istemeden bana çorba yaparmısın? Biliyorsun ki ben çorbasız yaşayamam, hayat damarlarımdan biri eksilir çorbasız bir günde. Katlanamadığım çorbasızlığıma çorba/derman olur musun? TAŞ EV: Adı üstünde işte taş ev. Kütük evden beşyüz metre ileride. Çeşmeye bir o kadar daha yakın. Su yok ama elektrik var. Duş, banyo yine sorun. Taşların özelliğinden içeri yazları serin kışları ılık. Olsun der misin? Çorba yapa rmısın? Akşamları çıtır çıtır meşe odunları yanan şöminenin önündeki kuzu postunda benimle şarap yudumlar mısın? TAŞ VE KÜTÜK EV: Dışı yörenin özgün taşlarıyla, taban parke, duvarlar kütüklerle kaplı bir ev. Suyu, elektriği, mütevazi bir bahçesi olan bir evde benimle yaşayabilirmisin? Çayı çay, kahvesi kahve kıvamında, kahvaltısı sarmaşıklarla kaplı bahçede, akşam yemekleri, yıldızların altında yenen bahçeli, küçük, otantik bir evde benimle yaşaya bilirmisin? Çorbama lezzettler katar mısın? SARAY EV-YADA DUBLEX-TRİPLEX EV: Süper bahçeli, ağaçları, çiçekleri, böcekleri, kuşları, bahçevanı, fıskiyeli çim sulayan hortumları, yüzme havuzu, fin saunası, türk hamamı, alafrangası, alaturkası, duşlı kurnaları, ebeveyn banyoları, kat kaloriferli, split klimalı, merkezi müzik yayınlı, her kat balkonunda barbeküsü, şöminesi, seramikli, ahşap parkeli, mermerli, ferforje demirli, panjurlu, pvc.li, Amerikan iç kapılı, çelik dış kapılı, çift camlı, alçı tavanlı, saten boyalı, müzayedelerden alınan paha biçilmez tablolu, gömme dolaplı, kilerli, çamaşır kurutma odalı, çocuk odalı, bodrumlu, çekme katlı, amerikan mutfaklı, macar yemek takımlı porselenli, gümüşten çatal-bıçak-kaşık takımlı, dışarıdan çeşmeli buzdolaplı, jaluzili, elli-yetmiş-yüzyetmiş ekranlı tv.leri, dvd.leri, pc.leri, kumandalı müzik aletleri… Daha ekleyeyim mi? Daha sayayım mı? Konforu, lüksü? Daha var... Daha iyisi, daha kötüsü var… Uğruna arkadaşlarımızı yitirdiğimiz, halkımın yaşadığı, pencereleri kırık dökük ve aralıklardan kışları son teknoloji ile üretilmiş klima serinlikleri giren, yağmurların krater gölleri oluşturduğu tek göz bir GECEKONDU'da yaşaya bilirmisin? Komşu Melahat hanım teyzeyle dedikodu yaparken, diğer yandan tarhana çorbamı tahta kaşığınla karıştırıp akşama hazırlar mısın? Çiçekli pazen pijamanlarınla bu evde rahat edermisin? VE EN KÖTÜSÜ: İçi, dışı önemli olmayan…. yazı, kışı belli olmayan... çorbaları olmayan… Giysileri sevgiden, içi, dışı, duvarları sevgi ile örülmüş... çeşmelerinden sevgi akan... sabahları sevgi ile yüzler yıkanan… sabahlara sevgi ile uyanılan, akşamlara sevgi ile yatılan… Bir sevgi evinde benimle sevgiyle yaşar mısın? Yaşa bilirmisin? 27.10.2004 - adana Olgun Ekinci |
Bir Anlamı Olmalı
Yaşamın bir anlamı olmalı İnsanın değerleri olmalı, rutinsiz.. Yıkmalı rutinleri, anlam yüklemeli yaşama Her sabah işe evden, evden…. Her gereksinim de çarşı-pazara Taksitler, kredi kartları, kontörler Yol üstünde varsa ve ya çıkarsa Diye sayısal, şans topu, iddaa! ! ! HAYDİ BOL ŞANSLAR HEPİNİZE… Üretmeden kazanın, hak ettiniz Paylaşmadan tüketin, emek verdiniz __Kültürünüz ____Sanatınız ______Değeriniz Hak etmeklerinizle, üretmediklerinizle Emek vermediklerinizle Elbetteki kuş beyinlerinize uygun Ve layık yetiştirdiğiniz çocuklarınızla Size, ülkeye, bayrağa, Vatana, millete, Sakarya'ya Ne mutlu…sizlere ne mutlu NE MUTLU ÜRETMEDEN KAZANANLARA… 29-07-2005 / Adana Olgun Ekinci |
Bir Avcısın Sen..........
Avcısın sen Silahsız, mermisiz, bıçaksız Avcısın sen Silahı kelimeler Sevgisi mermiler Yüreğime işler gümbür gümbür Avcısın sen Bıçağın yüreğimi deler Kelimelerin beynime işler Munzur dağlarında gezen Beresiz Guevara'sın Ben Yaralı ceylan.... Aman avcı Yeter vurma beni..... Olgun Ekinci |
Bir Dünya Kurdum
..Bir dünya kurdum ikimize… Gerçek Evrenden milyonlarca kez küçük…minicik bir dünya... ..Sen ve ben varız dünyamızda... Öyle bir dünya ki bu, bir tek ülke var içinde. O ülkede sadece sen ve ben… Bu kentte tek bir mahalle ve mahallede sadece bir ev var… Sevdayla atılmış temeli, sevdayla boyanmış duvarları, sevdayla örülmüş çatısı, bahçesinde sevdayla ekilmiş ve sevda sevda büyüyen çiçekleri… ..Bu mahallenin, kentin, ülkenin, dünyanın yöneten ve yönetilenleri yok. Her sabah sevdayla doğan ve batan güneşin ardında gök kuşağı renkleriyle yürekleri bezenmiş iki sevdalı, iki deli mavi var. ..Dünyamızdaki nehir, orman, deniz, dağ ve ovalar ikimizin… Sevdamızla akıyor, yüreğimizle yeşeriyor, ruhumuzla dalganıyor ve sevda başakları filizleniyor bereketli ovalarında, yaylalarında. ……Sen dünyamın onur çiçekli meleği ……….Ben dünyamın asi, uysal, tapan kardeleniyim …………..Kardelen'inim…Senin'im… 6.5.2004-Adana Olgun Ekinci |
BiR KADIN / BİR ADAM / BİR SEVDA
_____Kadın, Yüklendiği, sevdalarıyla dolu Öznesi yüreğinde saklı Gözlerinde sıcağının şefkati Emekçi annenin meleksi hüznü.. Varoşları buz tutmuş kenti, gök yüzünden İnci kanatları, merhametiyle saran, sarmalayan.. _____Adam, Saklı kentleri, yaşanmamış sevdaları Gözleri lacivert hareli Çocukluğunda büyük adam Büyüdü oysa, Küçüklüğünü özleyen ve büyüyemeyen Deli mi? kendi de bilmeyen… _____Kadın, Onuru sevdasında anlamlı İçlerine akıtmış hüzünlerini, ırmak ırmak Isıtmak için nefer şimdi ve her zaman O deli adam ve deli çocuğa, hasretinde.. _____Adam, Susamış, saklı kentlerin sevdalarına İçmek yudum yudum, kana kana Doymak derdinde, açlığından, Hüzünlü bir kadının Öznesini, hüznünü, merhametini.. Sarılırken şefkatine, Çıkarken geçmişine onurla, sahiplenirken, Onu ve geleceğini ve payına düşeni.. Tüm bedellerini ödemeye hazır Ve diyetlerini dün geceden ödemiş bu aşkın.. _____Bir kadın ki…seviyor, _____Bir adam ki…tapıyor, Kim engel ki! bu sevdaya Kim olabilir ki bu sevdaya engel 30.01.2005 - Adana Olgun Ekinci |
Bir Ölünün Gözleriydi Sevdiğin…
Sırları, yolun yarısı tamamlanmış Giderken bilinmezliğine Çapraz sunumlardı örtüşen paylaşımlarda. Çıktın, çıktım, çıkageldik Tüm yalın, duru, saklısız saklanmışlığımızdan Ne yaş kırkı geçmişti Ne de onsekiz altıydık iki yaş bileşkesinde Yaş... Yaşanmamışlıklarımıza ekleyeceklerimiz Ve utandıracak öpüşmelerdi gençleri. Öncesi, sonrası işte tam şimdi Giyinmekti ölü toprağını sessiz ve örtüsüz *******de Çıkıverdin sen, geliverdim ben Yırtarak, atarak ve parçalayıp bir halkın Gelenek dedikleri şeytan tapınmalarını Sarılmaksa aşka, üretmekse sevdayı Yeniden doğduk köreltilen gözlerimizin kirpiklerinden. Y a ş a m a d ı m k i sensiz sensizlikte Doğmamış bebeğe biçilen don Ölçüsü alınmamış kumaştan yapılan takım elbise Yani sana anlatmak isterdim, anlatamazdım Seninle başlayan, öncesinde olmayan hayatı Gün ışığıyla buluşan sırlar Isınırken sevgi sarmalında. Sevdanın çağlayanında dünyaydı büyüttüğüm Açan çiçekler gülümsemen.. Tınıların yol gösterir gecede, zifiri aydınlık Kucaklıyorken dünyayı İkimizdik sadece nefeslenen Birimiz kuzey yarım küre, yarımız güney İkimiz yerküreydik.. t e k t i k.. sadece biz biliyorduk Tek yürekte a ş k t ı k. Kıyılarıma vuran ölü balıkların Gözleriyle bakışırdı gözlerim Düz ovada avlanan kekliğin kırık kanatları İğnesini yitiren arının çalınmış balı Mayalanmamış yoğurdun sütüne katılan su Dengeleri alt üst eden ne varsa Bende, içimde, her yerimde…buydum ben. Elektroşokla canlanan balığın gözlerinden Ovalara akan ırmak, bal yapan arı Süt sağaltan sabahlardan yayılan kokuydun Canıma can, yüreğime aşk katan.. Aşka anlam, bana aşk, aşıma katık sunan Sevdiysem, tapındıysam, düştüysem yollarına Yollardaki çizginin, molalarımdaki çayın Adı aşk, aşk sen olduğun içindi. Sunduğun, yaşattığın yürek koyduğun sevda Adı konulmamış aşk masalının Destansı öyküsüydü yazılmamış, yaşatan.. Ömrümce susup unuttuğum cümleler Dilime çarpıp kör kuyularda boğulurken Uzattığın urgandı sesin, sessizliğime Can yeleğiydi gözlerin, ölü gözlerime.. Yüreğin değerken yüreğime Açarken gözlerimi sevdana Gözlerinin gördüğü bir ölüydü Bir ölünün gözleriydi sevdiğin Bir ölünün gözleriydi… 18.7.2007 - Adana Olgun Ekinci |
Birbirimize Yazılmışız
Bir gemi güvertesinde aynı yolcuyduk seninle Sahilde aynı kıyıya oltalar sallardık.. Aynı ormanda yanyana iki büyük ağaç Kumsalda iki farklı ve çok renkte Çakıl taşlarıydık yanyana Aynı gök yüzünün iki yıldızıydık seninle Çıralı'da bir gece vakti Aşıklar el uzatsa dokunacaklar ışığımıza Onlara yakın, biz bize uzak ve habersiz… Yüreklerimiz aynı dili konuşuyordu Dillerimiz hiç konuşmasa hep sussa bile Güverte de, kumsal da karşılaşmadık.. Ormanda aynı havaya soluklanırken, Kumsal da aynı denizin dalgaları, Köpükleriyle örteyken renklerimizi karşılaşmadık Aşıkların el uzattığı dokunacağı yakınlıktaki uzak yıldızlardık Altmış yaşınada gelsek, karşılaşmasak Birbirimize yazılmıştık….biz…. Güvertede, kıyıda, ormanda Kumsal da, ormanlar da, yıldızlar da buluşmasakta Birbirimize yazılmıştık… 26.10.2004 - Adana Olgun Ekinci |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 01:04 AM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.