www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee

www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee (https://www.cakal.net/index.php)
-   Edebiyat (https://www.cakal.net/forumdisplay.php?f=268)
-   -   Olgun Ekinci (https://www.cakal.net/showthread.php?t=142906)

GooD aNd EvıL 03-21-2009 09:30 AM

_ Sevgiliye Mektuplar / ROMAN'INDAN KaN DAMLIYOR…

……………Sevdan şimdi el değmemiş heybetli zirvelerden tüm kentlere çoğalarak yayılmakta, kut-
larım seni, eserini, edebiyata katkılarını… İmza gününde yaşayacağın izdihamı, ilgiyi, düşündükçe
senin adına seviniyor, keşfedilmemiş ve o eşsiz kıyılara mavi yolculuklar başlatıyorum senin, sev-
dan, eserin adına… Nobel'in en büyük adaylarından biri olacağına, şöhretinin gün be gün ülke sı-
nırlarını aşacağına yüreğimle inanıyorum-ki bu yürek nelere inandı, nelere kandı senin uğruna…

…………… Ebruli kokular titretirken canlıların içini tatlı ve ılık, yayılırken ıtırlı kokular, kuşlar, böcek-
ler müjdelerken gelişini baharın, sende bana geliyordun baharın ilk armağanı olarak ve sana açar-
ken yüreğimin tüm gizli kalmış bahçesini, bayram yapıyordu tensel kokularımız karşılaşmalarının
şöleninde… Bir avuç yüreğime hapsedip, çelik kafeslerle koruduğum, sakladığım, nadasa bıraktı-
ğım bahçemdeki susuz, budamasız vahşi çiçekleri, bakışın, sözlerin, sevdan, ateşinle evşilleştiri-
yordum sana sunarken… Sen onlara iyi bakacaktın… Sulayacak, konuşacak, sevginle açtıracak-
tın bir dağ başı yalnızlığında… Görenler anlayacak, sevginle şaşırtacaktın onları ve bu ne sevgidir-
ki ne çiçekler açtırıyor böyle diye söylemler üretirken, kelimelerinde gıpta, yüreklerinde tatlı bir kıs-
kançlık çiçekleri oluşturacaktın beni severken, sarılırken, bakarken gözlerimin derinliklerine…

…………… Viyolonsel'in sesini ilk sen duymuş, ayışığına nazire yaparcasına dans eden yıldızlarla
kaplı gecede balkona çağırmıştın ya beni yarım kalan dansı tamamlamak istercesine...Saatlerdir ve
neredeyse sabahın ilk ışıklarına, ay ve yıldızların nerde, niye saklandıklarının bilinmezliğinde adeta
tek vücut olmuştuk dans ederken… Arada tattığımız şarap kadehi bile sarılmamıza engel olamazdı,
sana, kolunun altından yukarı kaldırıp içiriyor, sonrada ben içiyor ve içtiğimiz her kadehi ritimlerimi-
zi bozmasın diye ayaklarımızın hemen altındaki denize fırlatıyorduk çakır keyifliğin verdiği çocuk-
su bir geç kalmışlığın izlerinde… Her yudumdan sonra adeta içine çekiyordun beni sarılmalarını bı-
rakmadan ve sıklaştırarak, bende seni iki elim belinde havada dönderiyorken en çok fırfırlı eteğinin
dairesel hareketlerini seviyordum ve daha sıkı sarılıyordun düşmenin endişesiyle ve yine daha çok
sarıl diye hızlandırıyordum seni ellerimin beline kilitlenmişliğinde… Günlerce ve yemeden içmeden
gündüz yakan, kavuran güneşin altında, gece; ayışıklı yıldızlı mavi *******de dans edebilirdik yo-
rulmayı eklemediğimiz bedenlerimizde ve karışırken kokularımız tenlerimize… Şaraptan bir yudum
alıp boğazından içerilerine damlatırken saçlarına geriye savuruyor, yine ve yeniden gözlerinin de-
rinliğinde yeni kaybolmalar yaşatıyordun…

…………… Torino'daki San Marco meydanında insanlar soğuktan titrerken kaldırımın kenarına otu-
rup tüttürdüğümüz sigaranın keyfini hiç bir sigaradan alamamış ve İtalyanların bakışlarında içlerin-
den bizi deli olarak yargılamaları nasıl hoşumuz gitmişti… Katıldığımız turdan kaçamak yapmamız
ne iyi olmuştu, onlar kış olimpiyatlarını izlerken, Torino sokaklarını aşındırıyorduk seninle ve koca
kentte ikimizdik eldiven giymeyen Şubat ayının o dondurucu soğuğunda… Budapeşte'de kenti iki-
ye bölen tarihi köprünün üzerinde yağan yağmura rağmen öpüşmemize alkış tutan çocuklara ise
çok gülmüştük dönüş yolunda ve Prag'dan aldığımız o sevimli çorba kaselerini otobüse binerken
düşürüp hepsini kırdığımda nasıl gülmüştün artık çorba içemeyeceğim diye… En çokta Karadeniz
gezisinde tadı damağımda kalan hamsili çorbayı içmek isterdim sakarlığımda kırdığım kaselerde ve
Sumela Manastırından çıkışta sen rahibe taklidi yaparken, ben edepsiz bir rahip'in utanmazlığında
sana tacizde bulunurken bir an çarpılacağımı hissettim ciddi rahibe duruşunda… Gece mum koku-
lu odamızda dünyayı yeniden keşfediyor ve sabahın cıvıltılı kuş seslerinde yarı uykulu sarılıyorduk,
Karadenizin içimize işleyen çam kokulu yaylalarının mistik motellerinde… Nereye gitmek istediysek
ne yemek-içmek istediysek, neyi ve nasıl sorgusuz yaşamak istediysek gerçekleştirdik iki deli sev-
dalı seninle ve ardımıza dönüp baktığımızda pişmanlık duyacağımız tek bir anımız, saniyemiz olma-
dı seninle sevgili… Yaşadıklarımız yaşayamadıklarımızın ve hissettiğimiz gençliğimizin bize sundu-
duğu armağandı ve ne çok şey vardı seninle daha yaşanacak ve yaşanacak olan ve yaşamın için-
de olan her şeyi sonsuza kadar yaşamalıyız seninle diymi? ...

…………… Aykırılığımızı yüzümüze değil sırtımızdan hançerleyerek ifade edenlere seninle beraber
karşı koymuş, daha da koyacaktık ve asla yılmayacaktık sevgili… Sevdamızı savunurken yalanlara
sığınmıyor, masumiyetimizi koruyorduk sokakta ve pazarda, çarşıda ve her yerde ve hissettiğimiz
yalanlara gösterdiğim tepki seni korkutuyorken yine ve hep gösterecektim tepkimi, gözlerime baka-
rak yalan söyleyenlere… En çok Altın Portakal film festivali ile aynı tarihe denkleşen gezimizde gör-
düğün kadın sanatçılara bakarken iç geçirmenden nasıl kıskançlık krizleri oluşturduğunu hissedi-
yor ama belli etmiyordum hayretlerimi gizlerken… Ve değil onlardan eksikliğin, her şeyinle bir adım
önde idin ve fark atardın her konuda onlara ama anlamlar bulmak istiyor, üzülme diye geçiştiriyor-
dum başıma geleceklerden habersiz… Sabahları uyandığımda sürekli esner ve gerinirken aklıma
dahi gelmezdi ben uyuduktan sonra neler yaptığın, hep şaşardım bu kadar az uyku ile yaşama na-
sıl oluyorda direndiğini ve gün boyu uykusuzluk çekmemeni… Saf, masum, temiz çok sevmekten
başka suçu olmayan yüreğimi ellerine vermiştim, senindi, benimdi, bizdik, yürek yüreğeydik bir ge-
cede sevdaların, aşkların ucuzca tüketildiği aşk pazarında -ki öyle bir aşk pazarı ki avuçlarına tes-
lim ettiğim hacmi küçük, sevdası dağlara sığmayan yüreğimi bir tezgahta kelepir fiyata satabilirsin
artık şöhret olma yolunda…

…………… Pespaye bir şekilde sokakta, caddelerde dolaşacağım ve gördüğüm her insan yüzünün
suretinden utanacağım, paçavraya dönüşeceğim, karınca deliğine giresim geleceğini asla ve asla
düşünmezken kutluyorum seni bana bu hünerleri kazandırdığın için sevgili… Bari ikimizin en gü-
zel ve en çok sevdiğimiz resmimizi küçülterek ve mor salkımlı lavantaların içinde kapak baskısı ola-
rak sunmasaydın okuyucuya… Ve o ön sözü yazmasaydın, sadece susar, giderdim nereye gittiği-
min bilinmezliğinde ve kimseler haber alamazdı benden ölene kadar ve öldükten sonra dahi, o ön
söz bitirdi beni, ben yitirdim kendimi… '''Sevgili okur; bu kitabı yazmama vesile olan, asla sevme-
diğim ve sevemeyeceğim, ama koca yürekli, aslan gönüllü, yiğit, mert, sözünün eri, esmer bakışlı,
kar düşmüş saçları ile romanımın kahramanı olmaya hak kazanan ve konusu olan deli mavi adama
minnet ve şükran duygularımla''' … Canın sağolsun sevgili…Çok satarsın sevgili. Keşke belli etme-
seydin de daha nice romanlarının konusunu oluştursaydım ve ardı ardına basar, patlama yapardın
edebiyat dünyasında… Çünkü edebiyatın sen gibi SEVİYORMUŞ gibi yapan yazarlara ve konu içe-
riği oluşturmak adına insanlık onuru ve yüreğini ayaklar altına alan yazarlara gereksinimi var, sen
yaz çok yaz… Bu kitabın ilk imzasını bana atarmısın? Yaparmısın? ... Kendi kalemimle geleceğim,
yüreğimden damlayan kan damlalarıyla imzalatacağım… İmzalar mısın? ...


11.07.2006 - Adana

Olgun Ekinci

GooD aNd EvıL 03-21-2009 09:30 AM

_ Sevgiliye Mektuplar / SAKLI SEVDA

…………… S_eni kendime sakladım… Sesin titretirken tenimde sevda tellerini, damarlarıma dalga dalga
yayılıp egemenliğini ilan ederken aşkın kurtuluş savaşlarında… Karışmasın başka seslere, onların gürültülü
senfonisizliğinde ritim tutmayan anlamsızlıklara bulaşmasın, yitmesin diye kendime sakladım sesini önce…

…………… E_rguvan renkli gelirken tınıların, ayları güne, günleri de dakikalara bölerek sakladım seni
saniyelerimde… İçimde titreyen melodileri saniyelerle çarpıp sensiz geçen günlere ekledim, özlemler
biriktirip çoğalttım sana doğru, biriksin, şarıl şarıl aksın diye… Derman olmayan *******de sesini çoğaltıp
damlalarca içime akıttım yalnızlığımın duvarlarında ses geçirmez yalıtımla, benden başkası duymasın diye…
Dayanamam seni görmemişliğimde sesini paylaşmaya, kıyamam zerresinin araya gitmesine, yaşamayanlar
bilmez yüzünün gül cemalini görmeden, sesinin aya vuran şavkının eşsizliğine… Bilmezler, bilmesinler her
gece ay doğduğunda şavkına besteler yollayıp sevdalar astığımı, yüzünü sana dönüp yansıtsın diye sessiz
siluetimi… Sesleriyle sevenlerin tensel buluşmasıdır keşfedilmemiş dinlerin ayini ve gizem dolu perilerin
diyarında, egzotizminde, saklanan sevdaların dışa vurumudur en güzel güneşin batımında…

……………V_adilerinde enternasyonal aşklar doğurmuş, gizeminde, yaşanmamış sevdaya kanat çırpmaya
hazırlanan, asırlardır yuvasından çıkmayan ismi bilinmeyen bir çift kuş havalanıyor semalarında, el ele,
diz dize uçmayı, kanat çırpmayı öğreniyorlar yaşanmamış sevdalarının acemiliğinde, tensiz flört eden sesleri
kayboluyor, anılar, yaşanmamış güzelliklerin ebruli demetlerini bırakıyorlar bastıkları her adım, çırptıkları her
kanatın ardında iz bırakarak… Sevdalarıyla buluşan sevgilerinin ışığında doğan bin bir renkli gökkuşağını
geriyorlar kanat çırptıkları zirveden, el sallayan sevdalarına dair yeryüzünün peri dolu bacalarına…

…………… T_elepati ile duyumsamamıydı yaşanmış zannedilen doyumsuz anlar, kıyısı olmayan kulaç attıkça
aynı noktada kaybolduğumuz azgın dalgalarla boğuşmak mıydı, derinliğinde yediğimiz vurgun… Gerçeğine
döndüğümüz hayatın ayak üstü şekerlemelerinde ki netleşmeyen rüyalar diye tanımladım hep ve geçici ve ne
zaman tekrar sesin gelse suskunluğumla örtüyorum tınılarını, zarar görmesin diye dünyevi dış etkilerden…
Şimdi ne zaman bir kadın sesi duysam farklı notalar ekleyip, anlam yükleyerek çoğaltıyor, binlerce ses üretip
dinliyorum sessizliğinde… Aralarında sana benzeyen tek ses bile olmuyor, çoğalttığım tınılarını yüreğimden
çıkarıp seviyor, okşuyor, dinliyor gizliyorum yine sevdamın suskun ve saklanmışlığında…

…………… A_rtık sana gelmelerimdeki pembe mutlu sancıların, dönüş yolundaki çekilmez kramplarını yarı
yolda bırakarak gördüğüm her renkli nesneyi gözlerim pembe'ye boyuyor. Sakladıklarım griden dönüştüğü
rengin ahengiyle saklı kalan sevdalara öncülüğünü ilan ediyor geçtiğim tepe, dağ, yollardan… Vadi, ovalar,
nehirlerden… Köy, kasaba, kentlerden… Yol, otoyol, tali yollardan… Yüzyıllık yalnızlık ve suskunluğunu
yırtan, parçalayan yanardağ gibi kükrüyor, korkutuyor akacağı sevdasız kalan toprakları… Bu kentin
sınırlarında hapsolan, cebimde sakladığım çocukluğumu karlı kentine gelirken rengarenk giydiriyorum sana
sevdirmek, serçe parmağının sıcaklığını hissettirmek, şımartmak için… Meleksi yüreğinin peri'li ellerinde
dokunuşu hissetsin, çıksın kabuğundan, saklı sevdasından, korunaklı sevdana ulaşsın diye…

……………P_usula icat edildiği günden beri yönümü şaşırdım hep güneşin doğuşu-batışı ile yönlendirmedim
kendimi hatalarımda… Oysa doğudan doğan güneş sende batardı, alır, saklar, ısıtırdın yüreğini yüzyıllardır
sunmak için sıcağını… Karanlık, puslu, sisli, tipili, yağmurlu günlerde doğmayan o güneş hep senin içinde
sakladığın sevginin çeperlerindeydi… Göstermezdin kimseye, korkar, ürkek ceylan gibi sekerek yürürdün
düşürmemek için, gözlerine yansırken ışığı, böyle havalarda siyah gözlüklerinle saklardın, kadife saçlarına
yansır da fark ederler diye saçlarını toplar, uzun berenin içine gizlerdin güneşlerini… Çocukluğumun
sakladığım sevdalarına giydirdiğin özenle sakladığın güneş doğdu…Yeniden doğdu.. Sevdamıza dair,
saklı sevdamıza dair… Güneş'inle aydınlandı SAKLI SEVDA'MIZ…


20.3.2006 - Adana

Olgun Ekinci

GooD aNd EvıL 03-21-2009 09:30 AM

_ Sevgiliye Mektuplar / SANA GELDiM YOKLUĞUNDA

…………… S_okağınızın başında, sabaha dek bir mum alevi kadar da olsa ışık yanar diye, belki sigaranı
yakarsın ve çakmağının alevinden de olsa orada olduğunu bilirim diye bekledim… Biliyordum yoktun,
biliyordum gitmiştin, son telefondan sonra iyice inandım olmayacağına, ama o doğum günümüz olan,
hayatın ucundan, kıyısından da olsa tutunmamızı sağlayan güne özgü gelmek istedim, erteleyemedim,
erteleyemezdim, sensiz de o güne anlam katmak, tutsak ve firari sevdamızın yaralarımızı kanatan acısı
ve özlemine dair anılar oluşturmak için geldim… Sana geldim, ama sen yoktun…

…………… E_mpresyonist tavırlarla arşınladım sokağını bir baştan bir başa, sabaha dek ve soluksuzlu-
ğuma kaç paket nikotin yükledim sayamadım, üzerinde yürüdüğüm izmaritlerden… Alışveriş yaptığın
market, ekmek aldığın fırın, gazete aldığın büfe, lezzetli pizzalarına katacağın sosisleri satan şarküteri,
saçlarının ucundan bazen kestirdiğin, bazen fön çektirdiğin eşcinsel kuaför, tadına bakınca tavuktan
başka her nesneye benzeyen, ama bir türlü ona benzemeyen dönerci (her marka kontör bile satıyor) ,
devlet eli ile umut dağıtan sayısal bayii, on sekizinden küçüklerin girmesinin yasak olup, bu yaştan bü-
yüklerin girmeye utandığı internet kafe, albenisiyle gözleri, bir şeyler yerken cüzdanları titreten her gün
yenileri açılan şık restaurantlar… Sokağın ve yakınındakilerin ev sahipliği yaptığı tüm bu dükkanların
bulunduğu yerleri soğuk; elmacık kemiklerimi serin ürpertiyle yalarken ve bir ışık görebilecek miyim?
varsıyımları beynimi yoğunlaştırırken, bildiğim halde sonucu, sabaha dek arşınladım sokağını…

…………..V_urgun yedim her adımda, attıkça adımlarımı bilinmez dehlizlerde kayboldum, geri dönmek
bir önceki adımı yakalamak, orda kalmak istedim bilinmezliğin girdabında çok fazla kaybolmamak için,
dönemiyordum… Bir güç sürüklüyor, sırtımdan ayaklarıma bayır aşağı koşar gibi tekliyor, sonsuz ve
sürekli… Karanlığa, ıssızlığa, sessizliğe gömüldüm bir an, gözlerimi açamıyordum sokağının karanlık-
larında ve sen yokken ben kör, ben sağır, ben acizdim, hiç bir şeydim… Belki gelişinle aydınlanacak,
gözlerim görecekti kaybolmuşluğunda yokluğunu bile bile… Kendime gelir ve bir şeyler anımsar gibi
olduğumda sabahçı büfeyi farkettim, bilmediğim en ucuz şarabı gazete kağıdına sardırırken yaktığım
sigaranın ateşi burnumun ucundan öteyi göstermiyordu ve eşlik etsin diye nikotine çekmeye başladım
koca şişeden yudum yudum yudum anımsamazlığımda… Sızmışlığımda…

……………T_elefon sesi ile irkildiğimde evinin karşısındaki parkta sızmışlığıma uyandım, ''alo evet'' iyi
idim ve işe gidiyordum, yalan söylerken sana, ama her an gelirim diye de uzaklardaydın, bir haftadan
önce gelmezdin… Midem; kazınmadan öte, dev greyderler metro tüneli kazıyor, içinden tüm aç, fakir,
yoksul, çıplak, serseri, sayısız insan tünelin ucunda göremedikleri ışığı ekmek sanarak, birbirlerini
ezerek, koşuyorlardı büyüttükleri yoksulluklarına… Bilmem ki bu kentin neresinde ve sevdiğim sıcak
çorba bulabilirim yokluğunda ve sen rehberlik etmezken, kapını kırsam, girsem, biliyorum dolabında
mutlaka yiyecek bir şeyler vardır, her zaman tedbirlisindir ama gücüm yetmez ki kapıya omuz atmaya
ve komşuların duyarsa ne derler, ne yaparlar diye düşünürken sesli sesli… Yaşlı bir amca sabahın bu
saatinde nereye gider diye düşünürken sesli bir selam verdi ikimizin olduğu, karşılaştığımız sokakta
ve beni yıllar öncesinin Afyonkarahisar'ına götürdü orda ki bir amcanın aynı selamı verişinde…

……………A_ğır aksak yürüyorum sokaklarda ve o adamı, o şoförü, çalıştığı hattı, durağı mutlaka bulup
hesabı sormam, kapatmam lazım bugün, yokluğunun verdiği kızgınlık ve öfke zirveye çıkmışken onu
nasıl bulacağımın kurt kapanındayım… Ne menem laftır o '' abla sabah seni gördüm korna çaldım ama
duymadın? ''… Ağızlarından çıkan kelimeleri tasmasız başı boş bırakanlar, onların taş olup, mermi olup
kendilerine döneceğinin sağlamasını iyi yapmalı ki aksinde sorulur hesabı ve en yüksek KDV oranı da
üzerine eklenerek… Semtinizdeki üç durakta da bulamadım hiç tanımadığım, sesini bile duymadığım
tacizci addettiğim şoförü ve sana kızgınlıklar biriktirdim hangi hatta olduğunu, plakayı vermediğini dü-
şünürken… Sen olsaydın, gitmeseydin, bekleseydin, kapında günlerce aç susuz, uykusuz kalır, gözle-
rinin ışığında beslenirdim serseriliğimle, oysa şimdi sokağında, güzergahında karşılaştığım her insana,
esnafa, kadına, erkeğe, yaşlısı ve gencine gizli bir kin ve öfke ile bakıyorum, sana bir zararları dokundu
mu veya gelecekte dokunurda, bende peşinen hesap sorayım diye… Neden gittin, durmadın, bekleme-
din de beni tüm semtine, kentine düşman yaptın? . İçimdeki düşmanı temizlemeden şimdi koca kent ve
geçtiğin her yerdeki insanlar potansiyel karşıtım benim…

……………P_ut kesilmek, karşınızdaki parkta heykelleşmek istiyorum, döneceğim güne karar vermeden
ve seni görmeden, sesini öpmeden, gitmenin içimdeki grizu patlamalarını yaşıyorum sağırlığımda ve
duymadan ve titreyerek, sarsılarak. Yoksun sen, umutlarımı yeşertirken gelişimde, şimdi dönüşümün
kır çiçeklerini çiğnedin, kalbinin yoksul ağırlığı ve sevginin onca acımasızlığında… Sen gibi yoksul ve
yoksun ve sensiz dönüyorum, öylesine siyah, öylesine renksizim ve tüm mavileri sana bırakıyorum…


27.4.2006 - Adana

Olgun Ekinci

GooD aNd EvıL 03-21-2009 09:30 AM

_ Sevgiliye Mektuplar / SANA SENi ANLATAMAM Kİ…

** Sana seni anlatamadığım kelimeleri dinlerken, eriyip damlaya dönüştüğün
ve bana ırmaklar gibi aktığın, akmak istediğin o geceye dair…**

……… Sarıya çalardı ela renkleri ve omuzlarımdan yükselen güneş yansırken sana, dünya
güzeli gözlerin, bedensiz perspektif gibi dikilirdi karşımda tüm renkler, bedenler, nesneler
yok olur, silinir tapınırdım sükunetle karşında sen bilmezdin… Kentler arası buluşmaların
özleme bulanan sarılmalar öncesi kısa ve senin hissedemediğin anlarda o muhteşem ötesi
tabloyu yeniden izler, seyrine doyamazdım, asla doyamayacağım gibi…

……… Ellerini her tutuşum damarlarıma yayılan volkanın müjdecisi olurdu ve o ipeksi doku-
su bozulur diye gevşek tutarken sen kavrardın bu deli şimdi kaçar diye ve bende patlayacak
tüm volkanları karşılamaya hazırlanır, avuçlarından yayılan o kokuların dayanılmaz zarafetini
benden başkasına ulaşmasın diye hapsederdim ellerini, avuçlarıma…Eksi bilmem kaç dere-
cede titreyen bedenin hissettiklerinin tersi bir olgu yayılır, sıcak iklimlerin bahar kokularını
kuşanırdım, sen bilmezdin içime soluklarken avuç içi ipek dokulu kokularını…

……… Ve başım sinende iken saçlarına karışan saçlarım rüzgar yeleli atlar doğururdu kızıl
gün batımlarına uzanırken, yeniden doğar, kutsanır, adlar takardım her bir saç teline… Öyle
dolu, öyle iri, öyle canlı ki her bir teline tutunur, çocukluk düşlerime yolculuk yapardım ve en
çok geri dönüşleri sevmezdim, çünkü; büyürdüm ve çirkin bir adam olmaktan korkardım, hani
ben hep seninle, sende benimle güzeldin ya işte ondandı ama bilirdim ve sustururdum yüre-
ğimin utangaç dilini, ikimizde aslında iki deli mavi ve güzeldik ama sana söylemezdim…

……… Taş atardım sapanımla isabetsiz karavanalara ve her minik taş, kocaman kaya parçası
olur deler, yıkar, yüreğini kanatırken bir mevsim sonra acılarını sakladığın, ufalttığın o koca-
man yüreğinin tüm sevda kapılarını açardın, ihanet girdaplarını karla karışık yağmurlara gö-
merken… Ankara ağlardı sen beni her affedişinde, ben can çekişirdim belli etmeden gidiş-
lerime kalbini eklerken, sana bırakırdım her vedada ama sana söylemeyezdim, bilirdim ki
kendi baktığımdan daha iyi bakar, incitmezdin uykusuz *******inde dolunay eklediğin öyle
saf, öyle masum yüreğinle çocuk yüreğime…

……… Alışamadım hiçbir zaman ve senden hep sakladım özlem kokulu günden geceye uza-
nan yokluklarını… Gözleri, elleri, saçlarına dokunarak şiir dinletilerinde okuduğum Fahriye
Abla sen olurdun, içimden, dilimden çıkıp, dinleyenlere okurken ve gözlerimin dolması hep
A. Muhip Dranas'ın duygulu yazmasıyla örtüştürülürdü, oysa seni içimden çıkartmazdım, hep
çıkmak, sarılmak, yanağımı öpmek isterdin, izin vermezdim, içimde örtmüş, kendime sakla-
mıştım seni, oralardan en ufak dokunuşunu hissederdim kimseler görmeden…

……… Pamuk Cüce Ve Yedi Prenses koydum adını bilinen o meşhur klasiğin ve yine bazıları
yörüngesinden taşları çıkartıyor diyecek, ne gam… Ben bir cüceyim sevmekten usanmayan,
sevdanı yaşadıkça, kanıksadıkça büyüyen, sen yedi tane prensessin yedi özelliği yetmeyen,
yetmişyedi özellikle anlatılamayan… Her yedinin arasındaki sevgi katlıyor seni ve seni anlat-
mak istiyorum sana; gözlerin, ellerin, saçların ve yüreğini birleştirip ve kahretsin ne zaman
sana seni anlatmaya soyunsam, çıkaramıyorum dilimin giyinmişliğini, soyamıyorum, içimde ve
anlatılmaz kalıyorsun… Sana.. Seni.. Anlatamıyorum… Seni Yaşıyorum…


15.08.2007 - Adana

Olgun Ekinci

GooD aNd EvıL 03-21-2009 09:30 AM

_ Sevgiliye Mektuplar / SANA SON RESMİ Mi YOLLADIM ALDIN MI?

…………… S_arı'yı çağrıştıran açık kestane renkli büyük bir zarfla resmi mi yolladım aldın mı? ''Her
mektubunda zarftan çıkan resmine bakmadan yazdığın satırları okurum önce soluksuz '' derdin ve
yazdığım kalemden satırlara dökülen kelimeler, gözlerinle buluştuğunda ellerime dokunduğunu his-
seder, bırakmak istemediğini okudukça avuçlarımızın kenetlendiğini söylerdin…

…………… E_rtesi gün Saatli Han'a giderek baba mesleğini devam ettiren son nesil yaşlı Hattat'a mek-
tubumu samanlı sarı kağıda el yazısı ile yazdırmak için bırakıp, iş çıkışı alarak diğerlerinin yanına sırayı
takip ederek turuncu renkli duvarına asacağını söylerdin… Sen söylerdin, ben gizli, çocuksu ve mağ-
rur gurur duyar, Nobel Edebiyat ödülüne bu yıl aday adayı olacağımın sürrealizminde bana ait olma-
yan mutlulukları ödünç alırdım düşlerimden… Onlarca deste kağıt ve hiç bitmeyen kalemimle küçük
ıssız bir adaya düşerdim ödünç alınan düşlerimin ertesinde ve ödenmemişliğinde… Hiç durmadan
yazardım, yoksa susuz kalır, aç kalır, soluğum kesilirken, güneş altında tenimde oluşan yanıklarım
bireysel sevişmelerimin hafif meşrep'liğine engel olur, barikatlar kurardı… Yıllar geçiyordu…

…………… V_arsayımlardan realiteme döner ve bugün sana neler yazacağımı düşünürken üzerimdeki
kıyafetlerin albenisi renksizleşir, soluklaşırdı… Sen önce mektubuma sarılır, merak ederken bu kez
hangi ucunu yaktığımı, ben renklerini çingene gözüyle seçtiğim giysilerimi resim karesine taşır, öksüz
kalırdı masanın üzerinde ve ters çevrilmiş resmim… Nice sonra ve lütfen baktığında şakaklarıma
düşen kırların biraz çoğaldığını söyler, başka değişiklik göremezken gözlerin, sigaramın dumanına
hüzün dolu gözyaşlarım karışır, kendimi dumandan dolayı gözlerim yaşardı diye kandırırdım ve sen
bilmezdin, görmezdin, gözlerimin yaşını, neden yaşardığını… Yine de kirpiklerimi korumaya çalışır ve
ıslanmışlığında dökülmesin diye yıkardım hemen ve bilirdim ne çok sevdiğini kalın, siyah, sürmeli
gibi duruşlarına rimel'siz, maskara'sız hayranlığını… Yıllar geçiyordu…

…………… T_oksinlerimi biraz olsun atabilmek için dalga seslerinin martı çığlıklarına karıştığı sahile
doğru biraz yürümek, sabahçı çay ocağında kömür ateşinde demlenmiş koyu bir çay içmek için çık-
maya karar vermişken geri dönüyor ve hep üzerimde taşıdığım küçük not defterimi alıyor çıkıyorum
sana yeniden ve yine yazmak, kelimelerimi ellerinle buluşturmak için… Çayımı karıştırırken yanımda
beliren, şımartılmayı bekleyen köpek yavrusuna yüz vermiyor başımı çevirdiğim yönde üniversiteli
iki aşık gencin meraklı bakışlarını hissediyorum üzerimde ve delikanlı ''merhaba hocam'' dedikten
sonra son kitabım elinde imza istiyor… Tekrar yerine oturduğunda kısa saçlı, çizmeli, Anadolu'nun
kilim motifi deseninden şile bezi gömlek giymiş kız arkadaşına bir şeyler söylerken '' Sevgiliye Mek-
tuplar'' adlı kitapların yazarı olduğumu söylüyor, kız oralı olmadan sevgilisinin boynuna küçük bir
buse konduruyor… Gençlerin de çay parasını ödeyip kalkıyor, kıyıya yakın yerde mavi kayığının
üzerinden olta sallayan küçük çocuğu izliyorum, ustalıkla en uzak noktaya ulaştırdığı misinasını
çekene kadar bekliyorum… Tuttuklarını kovaya atarken bana hiç dönüp bakmıyor, anlaşılan rakıma
meze yapacağımı düşünüyor, günaha girmek istemiyor babasının akşamcılığında…

……………A_ğır aksak yürümekteyim az ilerdeki bank'a yaklaşırken ve fotoğraf makinemi çıkartıp
boynumdan elime alıyorum attığım her adımda farklı ağırlıklar yüklediğinden… Sigaramı yakınca yak-
laştığını fark ettim simitçiden iki tane alıyorum gözlerimle çağırıp ve oda soluklanmak istiyor biraz
para üzerini verirken… Sigarayı yarıda söndürerek bir resim çekmesini istiyorum, seviniyor, ışıldayan
kara, iri gözleri, kalın kaşlarıyla ve iki kez çektiriyorum birisinin iyi çıkmama olasılığına karşılık ve oda
resim çekmemi ister gibi hüzünlenince çekiyor ve çıkınca Salih'in çay ocağına bırakacağımı, oradan
alabileceğini söylüyorum… Yorgunluğunu sevince dönüştürüp kucaklayıp tablasını uzaklaşıyor…

…………… P_ostaya her verdiğim mektuptan sonra çocuklarca sevinmekteyim on yedi yıldır ve senin
sabırsızlıkla pencerenden her gün postacıyı gözlediğini bilmek, hüzünlerime farklı karakterlerde
gülümsemeler eklememe neden olmakta… On yedi yıl önce ayrılırken bir daha görüşmemeye söz ver-
miş, mektupların aşkımızı sonsuza taşıyacağı kararını almıştık, ama sen sadece benim her mektupta
resim yollamamı istemiş, sen ise sadece yıl başlarında bir resim yollayacağını söylerken içerime
yüklediğin acıların sonsuz girdabından habersizdin… Her mektubunda sadece şakaklarımın kırlaş-
mış olduğunu söylerken artık gözlerinin görme yetisini gözlüğüne rağmen yitirdiğini anlıyorum ve
yarın sana son kez resim yollamaya karar veriyorum… Mektubumun sonunda sana son resmimi ve
son kez resim yolladığımı yazacağım ki yıllardır açmadan, okumadan, sevda tellerimiz titreyerek ve
mektuplar boyu ağlayarak okuduk hep, ağlayarak sarılarak yattık *******i mektuplarımıza… Şimdi ve
sonra sana yollayacağım resim kalmadı... Bir sen kaldın ben de… Bir de yine sen… Sen… Sen…


4.4.2006 - Adana

Olgun Ekinci

GooD aNd EvıL 03-21-2009 09:30 AM

_ Sevgiliye Mektuplar / SENİ İZLİYORUM…

……………Seni; Türkçe bakan bir çocuğun umutsuz, Kürtçe bakan çocuğun ezik, yoksul, horlan-
mış ama umutlarını yitirmemiş, sokak çocuklarının o yaşlı, yorgun, ürkek bakışlarıyla seviyor ve ço-
cuksu kahkalarımı ekliyorum lacivert harelerime… Seni izliyorum bakışlarımın renkleriyle…

…………… Eflatun benizli sabahlara firari uykusuzluklarımla ulaşırken, sarı sıcak *******in boğucu
nefesinde sırılsıklam olurken bir kentin yatakları nemden, terlerimle üşüyorum, donuyorum geceden
sabaha…. ''Sabahları biraz olsun nefes almaya başladık'' diyor karşılaştığım, karşılaşan insanlar ve
onların sıcaktan, soğuktan, ılıktan, nem'den başka konuları yok mu? diye bildiğim sövgüleri sıkıyo-
rum dişlerimden arasından ve en ağırlarını ama heyhat ezilen, vurulan yok… Ve her söz sanki bana
geri dönüyor ve tenimde alevler çoğaltıyor çarparken, bunalıyor, terliyor, isyan ediyorum tenimdeki
ateşin, içimdeki buz tutan kalıplarla uyumsuzluğuna…

…………… Vedası erken yaz mevsimi miydi yaşadığım, sonbahara uzanan sıcaklığı mıydı bunaltan,
boğan, ateş altındaki akrebin iğnesini kendine batırıp intiharı seçmesi miydi? . Yediğim, içtiğim, otur-
duğum, yattığım, kalktığım, gezdiğim yerlerde, ardında seni izliyorum ayak izlerinden, nefesinden ve
hatta kent'e yayılan uhrevi kokundan, sofistike şekilde protesto edilen papa'ya ve okuduğum an se-
ninle paylaşıp '''tamam şimdi suç unsuru bulurlar''' dediğim yazar Elif Şafak'ın son romanına kadar
ve yaşamın gar'sız peronlarında voltalıyorum kaybettiğim yüzümle…

…………… Tövbekar şarapcının suya dargın, alkol dolu bedeninden yayılan kokularla irkilirken gülle-
rin en renkli, en kokulusunu almak istiyorum seyyar bir çiçekçiden vazgeçiyorum, tenindeki ıtırların
sindiği satırlarla dolu yollayamadığın mektupların zarfına sarılıyorum boşlukta ve kelimelerine tutu-
nuyor ama düşüyorum yumuşak harfleri kullanmadığından… İlginç, yaralanmıyorum ve göz bebek-
lerine her bakışımda gözlerime değen sevgi kurşunların içime akar, ılık bir sevda ırmağı olurdu içimin
dere yataklarında ve *******i bu nehirde boğulurdum, sen kurtarırdın yüreğinin can simitleriyle…

…………… Aysberk'e çarpıyorum şakaklarımdan ter boşanırken ve inadına sıcak, inadına neme rağ-
men üşütüyor her yerimi buzdağı, çocukluğumun geçtiği mahalleye sürüklüyor… Salıncak yaptığım
ağaç, damından komşu kadınlara muziplikler yaptığım evin yerinde yeller esiyor, esen yelde kucak-
lıyorum seni ve çocukluğuma taşıyor, ellerimle kurduğum salıncağa minicik eteğinle oturtup sallıyor
ve çevreden sana bakmasınlar diye de minicik öfkeyle göz süzüyorum yılların öncesine… Seni izli-
yorum çocukluğumdan bugüne ve o günlerini dahi kıskanıyorum en çok, çocukça ve delice… Sen
ise annenin yaptığı kurabiyelerden aşırıp benim dışımda her çocuğa paylaştıyor ve bana asil, güzel
güzel olduğun kadar da küstahça bakıyorsun çocuksu tavrınla…

…………… Panoramik güneş batımından yıldızlı *******e uzanırken gökte iki yıldızın eksik olduğunu
farkediyorum, anlamsızlaşıyor gece, öylesine batıyor güneş kızılsızlığında ve kendi içime yalnızlığıma
taşınıyorum korunaksız, sevgisiz, umarsız… İçimdeki yolculukta seninle kesilen göbek bağımızı görü-
yorum rüyamda, aynı yerde ellerimizle gömmüşüz büyüklerimizden kalan gelenekle… İrkiliyor, uyanı-
yorum her bir karesi gerçekle örtüşen rüyadan ve içimden çıkamıyor, tükeniyor, tükeniyorum çığlık-
larımın kulaklarıma ulaşamadığı sağırsızlıkta… Sen içimdeyken ben kendi içimden çıkamıyorum, çık-
mıyorum, farklı ceninlerde çift yumurta ikiziyiz seninle, doğum olmadan ç-ı-k-a-m-a-y-a-c-a-ğ-ı-z…


22.9.2006 - Adana

Olgun Ekinci

GooD aNd EvıL 03-21-2009 09:31 AM

_ Sevgiliye Mektuplar / SENi KAÇ KERE SEVDİĞiMİ UNUTTUM…

…………… S_ırılsıklam oldum yağmur altında yürürken ve sana ve bize dair söylediğim şarkıları, şiirleri
belleğimde yoklayıp yinelerken sesli sesli, yanağımdan akan damlalar içlerime doğru gelişigüzel yol
alıyor, süzülüyor, değdiği dokunduğu her yerimde sevda kokan sözcüklerin, bakışların titriyor yine
damlalarının huzur veren meltemliğinde…

…………… E_flatun renkli müzikler ekliyorum sözcüklerime, şarkılar daha bir güzel, şiirler daha aşkla
okunulası oluyor ve yağmur karışınca sesime gökkuşağından köprü oluşturuyor, üzerinde yürüyorum
düşlerimde seni çizdiğim resmin koynumda… Resmini çıkarıp elime alıyorum, büyütüyorum resmini
ıslanmışlığımda ve ellerimiz kenetleniyor anında… Seninle yağmurda el ele yürümenin dayanılmaz
mutluluğu yansırken gözlerime yanağımdaki damlayı siliyorsun narin ellerinle, ardından yine damlalar
çoğalıyor aynı yerde, bu kez öpüyorsun ardından o çok sevdiğim sesi çıkararak… Sen öpüyorsun
yağmur çoğalıyor, sen öpüyorsun dünya duruyor, yağmur çoğaldıkça ikimiz kalıyoruz caddelerde,
yol boyunca ve iliklerimize kadar ıslanmışlığımızda ıslıklar çalışıyorsun, sevdiğim şarkılar dudaklarına
ıslık oluyor ve çıkarken ıslanıyor yağmurda, yağmur sesli ıslıklar çalışıyorsun şimdi…

…………… V_eda edip uzaklaşıyorsun dönüş yolumun yağmursuzluğunda, ıslıkların büyükten küçüğe
azalıp yok olmaya hazırlanırken, bakınca asılı kaldığım uzak kırların bahar kokan çimenlerine benzeyen
gözlerin küçülüyor ufuk çizgisinde kayboluyor…Çıktığım uzun yürüyüşlerde eşliğin maratona hazırlanan
atlet gibi bana antrene olmakta, o yolda gördüğüm her ağaca, tüm çiçeklere, loşluğunda adrenallerini
yükselten pasta hane'deki aşıklara şarkılar mırıldanıp, dilimden kağıtlara dökülmeyen sıcak lavaş ekmek
kıvamında şiirler biriktiriyorum usumda…. Ki daha sonra paketinden çıkarıp bozulmadan ilk güne özel
tazeliğinde, ıtır kokuları yayarken mısralara dökmek için… Attığım her adım, soluduğum her havanın
dip notlarını tutuyor, biriktiriyor, saklıyorum ertesi gün papatyalarla kaplı, bakanların aşksızlığına isyan
ettiren, her yerinden su fışkıran parkın çimenleri üzerine yayılıyorum… Saymaya başlıyorum adımlarıma,
nefeslerime kaç kere kaydettiğimi, kaç ******* yıldız yıldız dizip biriktirip, sakladığım bugün sayacağım
sevda sözcüklerimi… Her şey, her not, her sayı birbirine karışıp girift bir hal alırken sayamıyorum,
unutuyorum, unutuyorum, unutuyorum… Çünkü ''Seni Kaç Kere Sevdiğimi Unuttum ''…

…………… T_elevizyon'un ülkeye yeni girdiği günlerde yayınlar, açılış, kapanış ve hatta İstiklal Marşı'nın
başlangıç ve bitişine dair tüm anekdotlar aklımda ve hala unutmamışken, siyah beyaz ve yabancı
dizilerin fragmanı aklımdayken dahi bu unutmuşluğuma kuytularda gülümsüyor ve kendimle kavga
ediyorum gece kent uykuya çekilmiş ve son sigaramı içerken karanlık apartmanlara bakarak, sonra
bir tane daha… Bir tane daha derken yarılıyorum geceyi, birkaç saat kala uyanmışlığıma ve uyumak
gelmiyor içimden, her akşam, her gece olduğu gibi… Uykuda olmak, uykuda kalmak verimsiz tarlaya
ürün ekmektir çünkü; sana, sevdama, sevgime, aşkıma dair sözcüklerin duraklama anıdır, bu anları
sevmiyor, yirmi dört saat üretmek istiyorum Seni Kaç Kere Sevdiğimi…

…………… A_lışkanlığım yıllar öncesi öğrencilik dönemime uzanırken, şimdilerde sanadır uyuyamamışlığım,
uyanışlarımın yarı baygınlığı, kalkışımdaki o mahur esrikliğim sanadır… Hemen açtığım pencereden içime
dolan oksijen, yüzüme çarptığım su, traştan sonra kesiklerim dahil sürdüğüm losyon oluyor güne seninle
başlıyorum yine henüz işine ulaşmaya çalışan durakta biriken insanların kalabalıklığında… Günlerden
hangi gün, aylardan hangi ay, hangi mevsim bilmeden kıyafet seçmek istiyor vazgeçiyorum balkonda
sabah esintisinde sigara molası verirken seninle tamamı taş yapı ile mimar edilmiş restauranttta rakımıza
eşlik edecek mezeler yemek düşüncesiyle dumanımda boğuluyorum… Gelir miydin verilmemiş sözlerin
randevusunda, oturur muydun karşıma kuğu zarafeti, tahtının sahibine erkek çocuk verememenin hüznü
içerinde yüklü prensesin mahmurluğunda… Düşüncelerimi mavi küçük bir bulutun ardına gizlerken sana
gelmenin acısı yakıyor göğüs kafesimi ve sigarayı yere atıp söndürüyorum ayağımla akşam yıkadığım
balkonda… Acı… Sana gelmek o kadar acı ki sensizliğe gömüldüğüm dönüş uzantısında hissediyor, içime
çöken tarifsiz sancıların girdabı gözlerimi görmez, kulaklarımı duymaz yaparken aklıma dahi gelmeyen
nereye, ne için gittiğim düşüyor yolların kesik çizgilerine bakarken usuma…

…………… P_ratik yalnızlıklar çiziyorum analitik geometrinin çizim aletlerini elim varsayarak ve gökyüzü ile
ilerlemekte olduğum yollarda anlamsız şekiller beliriyor içeriği sevda ile yüklü, çizenin yüreğinde özlemler
çoğaltan… Seni Kaç Kere Sevdiğimi düşünürken şekillerin karmaşası mı azalıyor sevdamın büyüklüğünden
bana mı öyle geliyor her şeyin öyle geldiği gibi… Neden sayamıyorum, neden notlarım belirginsiz ve sevda
sayısı sayılır mı diye kütüphanemdeki tüm ansiklopedileri karıştırıyorum sabahın ilk ışıklarına dek tek tek ama
bulamıyorum hiçbirinde sevdaya dair en küçük bir sözcük, kaldı ki aradığım mı olacaktı yıllardır açılmadan
kapakları tozlanan bilgi hazinelerinde… Sayılmıyor, sayamıyor vazgeçiyorum ve bildiğim tek sözcüğe
dönüyor, tamamı büyük harf ve italik karakterli ve her bir harfi ayrı renk ve tonlarda müzikli bir çıktı alıyorum
yazıcıdan… Seni Kaç Kere Sevdiğimi Unuttum… Seni Kaç Kere Sevdiğimi Unuttum…


3.4.2006 - Adana

Olgun Ekinci

GooD aNd EvıL 03-21-2009 09:31 AM

_ Sevgiliye Mektuplar / SENSİZ ÖLEMEM

…………… S_ensizliğin, sessizliğinin kaçıncı gününde olduğumu hatırlamaya çalışırken göğsüme düşen ağır
şiddeti ölçülmez sancıların bedenimde volkanik patlamalar yarattığı anların içindeyim ve alkol komasında
uyuşturmak, sancılarımı kadehlere gömmek istiyorum… Ki geçici çözümler üretkenliğinden sabah ki öksürük
nöbetlerine taşımaya çalışıyorum sancılarımın çözümsüzlüğünü…

…………… E_n çok ilk sigarayı yakınca başlayan ve o an yıllarca sürecek gibi ve sürmekte olan öksürüklerimde
çevrenin bakışları sessizleştiriyor boğulmalarımı, utansam da içime akıtıyorum aksatmadan kızılcık şerbeti
içmiş gibi kıvranmalarımı…Geçmiyor kör olası nöbetler, içten içe ve içime akıyor, yakıyor boğazımdan, gırtlağımdan
bağırsaklarıma doğru yol alırken şeridini değiştirmeyen, eğitimli ülkelerin sürücüleri gibi seyahatlerinde ve sanki
her gün aynı saatte aynı ritimde devam eden… Ve çocukluğumun radyolarında her gün aynı saat ve dakikada
başlayan radyo tiyatrosu gibi… Sabahın o anlarında kaç insanın nefretini kazanıyorum bu şekilde bilmiyorum ama
onlarda yıllardır suskunluklarından, gasp edilen haklarına dirençsizliklerinden, çarşıda esnaftan, pazarda
pazarcıdan, otobüslerde muavinlerden, ellerini tükürükleyerek aldıkları kağıtlara gıda maddelerine salgılarını
bulaştıran, paketleyen esnafa tepkisizliklerinden benim nefretimi kazandıklarını bilmiyor ve hiçbir zaman asla
bilemeyecekler…

…………… V_itamin yüklü yiyecek ve içecekler eksilmiyor günümden ama nafile biliyorum yetmeyecek direncime,
adım adım ve gün be gün yaklaşıyorum insan oğlunun soğuk nefes, benimse yaklaşmak istediğim sonsuzluğa ve
sessiz, sesinsiz geçen günlerde ulaşmak istediğim ebediyete… Ne ki ölüm, ne ki çekip gitmek, bir mikrop daha
eksilecekse evrenden, gitmek onurla ve yalın mantıklı benim için, mantığına ters düşse de senin, benden önce
ölmeye hakkın yok söylemine rağmen senin… Çocukluğumda garipser, sorgulardım komşu kadın ve erkeklerin
ölmek istiyorum söylemlerine, şimdi hak veriyorum kendime yakıştırdığım sonsuzluğa… Olmadığın evrenin farklı
meridyenlerinde, farklı iklimlerde soluklandığımız aynı renk sevdamız solmadı, soldurmadım, besledim yine…

……………T_anklar geçiyor paletlerinin ağırlığını üzerimde bırakarak toprak bir zemin oluyor, kalkamıyorum
onca ağırlığı def edip… ''Benden önce ölemezsin, hakkın yok buna'' söylemin düşünce ağırlıklar altındaki usuma
çırpınıyor, doğruluyorum toprağa akıtarak gözyaşlarımı, susuz kalmasın diye bereketli topraklar… Kalkıyor
sendeliyorum durmaya çalıştığım anlarda öksürük dalgası titretiyor, savuruyor tankların iz yaptığı toprak
yol üzerinde… Bir çeşme arıyorum öksürmekten çağlayanlar akıtan gözlerimi yıkamak, yanaklarımdan boynuma
yol alan izleri silmek için, çeşmesiz gelişen kentlerin yoksulluğu düşüyor yüreğime… Nehir kenarında, eriyen
kar sularının yeşilden, maviden kahverengi renge dönüştürdüğü mikroplu suyla serinletiyorum yüzümü ve
mora dönüşen gözlerimin altındaki halkaları…

…………… A_z ilerde ağacın altında birbirlerine sarılmış, dünyadan kopmuş sevgilileri görüyor, gıpta ediyorum
sevdalarına, bir taş kaydırıyorum suyun yüzeyinde çocukluğumdan bugüne uzanan…. Kaybediyorum taşın
izini, siluetini, gidişini, kaç metre ileriye fırlattığımı… Oysa yazdığım bir mektubu koyup, mantarla tıkayıp sana
yollamak isterdim taş yerine bir şişede ve en kısa sürede deniz olmayan kentine nehir çoşkusunda… Şişeyi
kırmadan açar, yıllarca saklardın sevdamızın gizeminde, o kimsede olmayan ve olmayacak olan güçlü hafızana
gelen tarihi not ederek… Titrek yazılmış satırlardan anlardın olişkonun öksürük nöbetlerinde yazdığı satırları ve
bilirim iki damla yaş düşer okurken, tuttuğun mektubun ucunu bırakmadan, sarılarak, nedenini benim bildiğim…
Direniyorum, direneceğim, sigaradan, alkolden, hava kirliliğinin yarattığı karbon monoksitli havaların bedenimde
yaratacağı tahribatlara… Yakışmaz bana, sevdama, yarınımıza aşksız, yurtsuz ölümler…

…………… P_ut kesiliyorum, sus oluyorum… Sana susuyorum… Senin susuyor olman sessizlik, benim susuyor
olmam sevdana acıkmışlığım susuzluğum… Yine susuyorum sana damlaya hasret susuz toprakların kıvranmışlığı
ve acıkmışlığının nöbet sancılarında… Öksürük ne ki geçiyor öğle saatlerinde, sana susamışlığımda, geçiyor gibi
oluyor kıvranırken yaşanmayan yaşamışlığım geliyor aklıma, portre çizmek istiyorum geçmişe dair kalem kırılıyor,
tablo yırtılıyor, canlandırmak istediğim yaşam flu oluyor, kısa süren rüzgar gibi esiyor geçiyor… Gece çizmek
istiyorum gözlerim görmüyor, bir türlü çizilemiyor yaşanmayan yaşanmışlıklar ve sesler duyuyorum gaipten
soluduğum her anının içinde; ''Onsuz ölemezsin… Onsuz ölemezsin''… Ölemem… Sensiz Ölemem… Sana
doymadan, bize verdiğim sözlerin her birini tek tek yerine getirmeden ölmem… Ölemem…
Sensiz ölemem… Sensiz ölmem… Sen olmadan asla…


17.3.2006 - Adana

Olgun Ekinci

GooD aNd EvıL 03-21-2009 09:31 AM

_ Sevgiliye Mektuplar / SIĞINDıĞIM LİMAN'IM

............... Serüvensiz seferlerden yorgun düşüp, dalgaların dansında alaboralar yaşayan, huzur, sevgi,
sıcak, korunaklı limanına demirlemek isteyen serseri, dipsiz bir tekneyim.. Bandırası olmayan, güvertesinde
ateşböceği ışıltısında yaşayacağı aşka, yıldızların altında valsa susamış..

............... Ege'den zeytin, Akdeniz'in portakal çiçekli kokuları var, kaptan köşkümün gizlediğim sır vermeyen
bölmelerinde, lirik Venedik şişenin mantarı açılmamış diplerinde… Martılar ötüşürken sabah alacasında kahvaltın,
kızıllığında batarken güneş akşam sefa çayların olmalıyım, sonrasında çekilen nikotinlere ortak, üflenen
dumanlara hasret, izmarite serçe parmağında dokunuşlarım..

............... Vadileri uçsuz bucaksız, yollarının keşfedilmediği, egzotik, dalgasız, sahildeki tonlarının renkten
renge raksettiği mini bir koy, o koyda sessiz, dipsiz iskele olmalısın, kıyına sadece benim yanaşacağım,
diğer ve yabanıl teknecikler olmamalı yakınında, uzağında, dürbün mesafesinde…

............... Tentelerim param parça açıkta beklemekten, pusulam yanlış yönlendirdi dümenimi, sahipsiz, kıyısız
ıssız, tenhalara sürükledi yelkenlerim, rüzgarı yanlış algılayıp tersine rotalar düşürdüm güverteme.. oysa
mülteci yalnızlıklarımı yazdığım kağıtları, doldurup her gece içtiğim galon şarap şişesine koymalı, atmalıydım
çoktan denize, sahilde ulaşır diye belki sevdası yüreğinde gizli sevdalılara…

............... Akdeniz, sıcak deniz, yordu beni efkar basan *******in yaz sıcağında volümsüz arabesk çığlıklarıyla,
Müslüm babanın ''Akdeniz Akşamları Bir Başka Oluyor Hele Birde Aylardan Temmuz İse '' yi yorumlaması da
Tuz-biber oluyordu parasız üniversite yıllarımda ekonomik olsun diye içtiğim Arjantin bardaklı biralara
serptiğim tuz gibi… Ayılmalarıma mega esriklikler yüklüyordu acılı her bir arabesk…onlarca tekneye biniyor,
dümensiz, pusulasız, rotasız ilerliyordum bilmediğim ülkelerin yabancı denizlerinde... Ve kayboluyordum..

............... Prangalı kaçak mahkum gibi gün ağarmalarında, dalgalar vururken yüzüme, tenime, uyanıyordum
nerede olduğumu bilmeden, kumsalın denizle ahengini konuşlandırdığı noktada, ıssız adaya mı düşmüştüm
geceden... Kalkıyor, silkiniyorum kum ve yosun kokularından..Sana gelirken, senin olmaya gelirken…Ada
oluyorsun ıssız, sessiz sığındığım, liman oluyorsun tek kişilik iskelene yanaşmam, soluklanmam için…





Sandalı fırtınalı denizlerde
Ekvatora sürüklenmiş acemi balıkçıydım
Vapurlar yol alırken okyanusta..
Takımadalar gördüm savrulmuşluğumda
Alabora olan teknesel yüreğime
Pusulam oldun gelişlerime, yönsüzlüğümde…


10.2.2006 - Adana

Olgun Ekinci

GooD aNd EvıL 03-21-2009 09:31 AM

_ Sevgiliye Mektuplar / SUSUZLUĞUMUN SEVDASI

…………… Sağanaklar sel olurken siyahi gecenin sonsuz eşliğinde iştahsızlığım, sonu gelmeyen sinsi
açlıklar doğuruyor yine sabaha gebe olan yıldızsız *******in ardında… Ne yesem anlamıyorum, anlasam
bilmiyorum, bilsem tadını alamıyorum tek başına atıştırmalarda… Çökünce akşamın karanlığı yerini alan
sokak çakıcılarında...

…………… En sevdiğim sokak fast- foodları bile anlamını yitiriyor çıkardığı kokulu dumanlara, kocaman kapaklı
tencerelerden buharı çıkan mega kolesterol yüklü sakatatların sanatsal şekilde dikilip, pişirilip, satıldığı bel
kemiğine tehdit kürsülerde yendiği kaldırım üstlerinde…

…………… Vejetaryenler düşüyor usuma esrik açsızlığımda… Üzülsem mi, acısam mı bilmiyorum onlar kendi
hallerinden, damak tatlarından sonsuz hoşnutlukta da olsalar… et yiyememenin dayanılmaz sancılarını
çektiğim çocukluğumdan bu gecenin göbeğine ulaşıyor.. Bitkisel kebaplar, otlardan sakatatlar üretiyorum
kendimce ve sokak satıcılarına önerebileceğim… Olmuyor, nedensiz ve malzemelerin yetersizliğinden...

…………… Tarhana kokulu sokaklar düşlerken ustura keskinliğindeki soğuk yalıyor yüzümü gecenin en
zayıf düştüğüm saatlerinde… Biraz daha alkol almak isterken beyaz önlüklü, beyaz aşçı şapkalı, Silvanlı
adını bilmediğim, sorsam da sabah unutacağım, ekmek fırını karşısındaki çiğ köfteci tezgahının önünde
buluyorum kendimi… Bilir ki kürdili hemşerim yemem hiçbir köftenin çiğ olanını…Yap bir paket diyorum
yoğurmaya başlıyor ellerine geçirdiği şeffaf eldivenle siniden aldığı bir avuç çiğ köfteyi... Paketi poşetliyor
ve yol alıyorum yemeyeceğim çiğ köftenin tahrik eden kokusuyla… Olurda gece rüyamda acıkırsam, kalkar
rüyamda yerim diye… Aç tavuk rüyasında kendisini buğday ambarında görür diye...

…………… Ağırlaşan bedenim hücremdeki soğuk yatağıma özlemle uzanmak istediğinde son sigara molam
geliyor aklıma… Soğuk yaladıkça yüzümü, dumanlar çıkmamaya direniyorken balonlar şişiriyorum sanki
soğuk, rüzgar ve sigara dumanımın dansıyla… Soğuk, bardak dolusu şalgam ağrı kesici gibi gelecek ölümcül
uykuma yatmadan…Ve gece uyanmalarımda kıvranıp, kızacağım kendime aç kalmışlığıma midemin feryatlarında...

…………… Perişan uyanmayı özlemişim birkaç gündür… Şimdi kavuştum ona kazınmışlığıma eşlik eden mide
fesatlarımla… Yeter bir bardak çayın eşliğine seronomiler yapan iki zeytin, küçük parça beyaz peynir… Ardından
yine yollar, aklımda sen, yanımda kokun hiç gitmeyen… Günlük olağan öğle meyveleri düşlerken günlerden
sonra seni ilk kez gülümsetecek kabak çekirdeğinin vahşi cazibesine sürükleniyorum yollardan… Ama o dönüş
yolunda kilometrelerce eşlik eden sesinin tınısı vitamin oldu iştahsızlığıma, sevdana susamışlığım, acıkmışlığım
bedenime düştü şimdi... Ve aylardan sonra, TSE belgesine kavuşan ve bu kentle özdeşleşen Adana kebabının
özlediğim tadına kavuştum güneşli, sert esen öğle saatlerinde ki tüketirken bir kadın senin öğle molalarını… Ve
dürüm içinde yediğim kebap değildi aslında, susamışlığımda sevdamın özenle koruduğum(uz) , hep ve çok iyi,
özenle baktığımız aşkımızdı... Kavuştuğumuzda beraber açacağımız…Beraber soluyacağımız, beraber beslenip
soluk soluk aşklaşacağımız… Seni Seviyorum.


16.2.2006 - Adana

Olgun Ekinci

GooD aNd EvıL 03-21-2009 09:31 AM

_ Sevgiliye Mektuplar / V A R M ı S I N! ? ! ?

……… Sırları, asla bilinmeze gömülü kar düşmeyen ama ulaşılamayan dikten öte yalçın kaya-
lara sırtını vermiş, güneş görmeyen aydınlıkta, kendi mum ışığıyla ışıttığı yapraksız dünyala-
rından yosunlar doğuran, yeşerten, dünyaya yosun yosun bakan iklimlerin bilinmezliğinden
sesleniyorum, beni duyuyor musun? Var mısın?

……… En ulaşılmazda ulaşılan, zorlukları kolaya çeviren, yoku var eden, bittisinde dosta düş-
mana inat kendi benliğinde doğan ve bitmeyen, bitmeyecek olan, umutsuz *******inde umut
denilen olguyu dolduran... Yürekleri çoğaltan, her yürek yangınında yeniden kendi küllerinden
doğan yangını, tüm yangınlara çevirmeye hazır ormansız ama dikenli yürekleri yakmaya ve ye-
niden doğmamalarına etken olmaya Var mısın?

…….. Vadilerin ulaşılmaz kayalıklarında, asla göremediği güneşe, dokunamadığı suya inat
yaşama tutunan vahşi bir zambağın yalnızlığına eşdeğer yaşanan gündelik çatışmaların çıkar
ilişkilerinden sıyrılıp yine.. Yine ve yeni unutulmaz anılar oluşturmaya, oluşturulan dünyevi
güzellikleri çoğaltmaya Var mısın?

……… Tayfası, kaptanı, miçosu, mültecisi biz, kaçak tekneyle rotasız, dümensiz, heyamola-
larla yeni koy, koyak, aşk kıyıları keşfetmeye, keşfedilen sığınak, mabet, tapınakları sadece
ikimizin sırlarına yeni sayfalarla yazısız, sözsüz, imgelerle eklemeye Var mısın? . Eklenen
her harfin bir tanesiyle tapınakların derinliğinde tapınacağım, ölümsüz tanrıçam olmaya ve
içmesem öleceğim o bir bardak ölümsüzlük suyunu benimle paylaşmaya Var mısın?

……… Adı, sanı, ovası, dağı, ırmağı, haritada paftası dahi olmayan, varlığını bizimde bilme-
diğimiz anayasası aşk, demokrasisi iki yürek, prensi ben, prensesi sen olan, saraysız, hiz-
metkarsız, vatandaşsız, ikimizden başkasının yaşamadığı, giremediği, ülke, ülkeler keşfet-
meye, günlüğünü tutmadığımız anılar defterine, kalemsiz, kokularımızla yazmaya Var mısın?

……… Pasaportsuz, sınırları çiçek bahçelerine dönüştürülmüş, aşkla sulanan, sevgiyle bes-
lenen, evlerin, binaların olmadığı kentlere girmeye, her girilen kenti, ziyaretimizden yüzyıl-
lar sonra antik kent aşk kalıntılarını ziyarete gelen insanların görselliğine çevirmeye, burada
okudukları kitabede asırlar önce yaşanan bu aşkın efsane olduğunu söylediklerinde orada
yerleşen ruhlarımızın gülümsemesine… Efsanenin biz olduğu… Bizim yarattığımız sırlı ve
ölümsüz aşkın bir daha yaşanmayacağına…Hüzünlü gözlerle gülümsemeye…Gülümsemeler
bırakmaya… Var mısın? ... Varım… Var mısın? ...


15.08.2007 - Adana

Olgun Ekinci

GooD aNd EvıL 03-21-2009 09:31 AM

_ Sevgiliye Mektuplar / YALNIZLıK SENFONİSİ

................Savruk düşlerimden solgun yaşantıma giren efsanedeki prenses değildin sen. Günler, yıllar süren
yüzyıllık savurganlıklarda tekil yalnızlıklar yaşadığım, sofradaki aşım, çorbadaki tuzum, bardaktaki suyum
oldun gelişinle ve henüz kutsanmayan gizemimsin tapınaklarımda...

................Eflatun rengi ve kırılgan ve hüzün ve uçurum çiçeği serinliğinde yazarken dizelerimi, hazırlanırken
yoksul semt pazarlarında satılan eski giysilerin sokak çocuklarındaki eskiz duruşunun dayanılmaz sancılı
tariflenmesine… Dizelerin çarptı yüzüme.. Gök gürültülü sağanakların ardı sıra rengarenk gökkuşağının
ebruya dökülen yansımasıydın yüzümde...

............... Virtüöz'süz konserlerden solo yaşamlara açılıyordum... Henüz pencere önündeki sarmaşıkların, ıtırlı
saksı çiçeklerinin, ortancaların tükenmediği emekçi bir mahallenin sabahlardaki izdüşümlerinden. Ve her sabah
kimliksiz, cinsiyetsiz yollardan gidiyordum, geri dönüşü olan, güneşi hep karşımda yansıyan...

................Tahrip gücü yüksek patlayıcılar yüklüyordum geceden usuma, sessiz patlayan... Dip dalgalarım olsun
ruh sürgünü sevdalarda firari aşıkların manifestosu, çöl ayazı susuşlarda gecenin gökkuşağı doğsun diye,
ruhu dağınık bir aşk yaşarken yankı yankı sessiz infilaklara gebeydim...

................Ateşi sönmeyen gözlerime film arası mola vermişliğimin yıllar sürecek sancılı bekleyişlere uzantısının
farkında ol(a) madım... Su vermedim içimdeki köksüz çiçeklere… Kokusu yayılır benden alırlar hoyrat koklarlar diye...

Buğday tanesi koymadım yemliğine yüreğimde şakıyan kanaryaların, nağmelerini duyar sustururlar diye... Altın
kafese koymadım hiçbir bülbülü vatansız kalmasın diye...

................ Panayır kalabalığında giydiğim yalnızlık giysilerim yüreğime düşen Cemre'nle son buldu. Yeryüzündeki
son cemreydin bilinemeyen, saklanan, keşfedilemeyen... İçimdeki deniz, gönlümdeki toprak, soluduğum havaya
düştün... Önce yavaş, dingin, sessiz... Şimdi Tsunami esrikliğinde bentleri yıkan, coşarak dalga dalga, sevgi sevgi,
ırmak ırmak... Terkisi hazır şimdi beyaz atımın kanaviçesiz, çeyizsiz gelişlerine... Güneşi karşımda doğan, karşımda
batan yolları kısaltıyorum ulaşmak için... Susuz çiçeklerim kökleniyor, kokusunu sevdana sunmaya… Başak taneleri
biriktiriyorum, kanaryalarım ara nağmelerde son ve sonsuz valsımıza senfonileriyle eşlik etsin diye... Ve vatansız
sevdalarda bitirmek için firari aşkları, yaşasın yaşansın diye aykırı aşkların tutsakları…




S enfoniler fısıldayan, keman yayındaki konçert O
E zgilerin nağmelerinde sen... söylenmemiş fası L
V e boğaziçinden sahildeki piyaniste uzanan or G
T ürkülerin kıvamında halay çeken... usta oyunc U
A şk yolunda savaşan, en yalın en güzel amazo N
P otbori anılarla efsanem…sevdamsın…


8.2.2006 - Adana

Olgun Ekinci

GooD aNd EvıL 03-21-2009 09:31 AM

_ Sevgiliye Mektuplar / YILDIZ'LAR BİRiKTİRİYORUM…

……… Soğuk *******de yıldızlara uzanır, ısınırım ve her yıldız sen olursun, gökyüzü
ateş topu olur sıcaklığının yayıldığı atmosferde… Ben üzerimdeki her şeyi çıkarır ve
deniz kızı özgürlüğü yaşarım, güneş tenimde, başaklar içimde boy verirken…

……… En yakınımdaki yıldız koynuma girer, yeşil akan nehir, okyanusun mavi sularına
benzeşir ve her yıldız kıskanırken koynumdakini, ben kulaçlar atarken, her yıldızın ma-
visini yeşile, yeşilini maviye çeviriyorken her yıldız sen oluyorsun, geceden sabaha dek
milyonlarca yıldız yakalıyorum… Yıldızlar biriktiriyorum şimdi uçsuz bucaksız…

……… Vedasına hazırlanmakta olan gecenin geç kalan tüm yıldızlarını, yaprağını çoktan
dökmüş, dallarından başka serveti olmayan, baharı bekleyip yeşilliklerini fark edemeyen
insanlara sunmaya hazırlanan o devasa ağacın altında topluyorum… Yıldızların bayramı
olurmu? Olurmuş, şimdi her biri, kendini sonbahar hüznünü yaşayan ağacın dallarına
kızıl, mavi, yeşil, sarı ve her biri bir renk panayırına bürünerek salsa kıvamında, oynak
ve ağır kalçalarını oynatan oryantal kıvamda yapıştırırken yıldız yapraklı ağaç üremekte
ve geceden sabaha yalancı baharlara inat, yıldız yapraklı ağaçtan ıtırlar yayılmakta…

……… Türdeş ağaçlar kıskanıyor benzerini, dal büküyorlar gün ağarırken yeryüzüne
ve direnişindeki işçinin sessiz sloganlarını fısıldıyorlar dallarından dallarına… Her yeni
gün doğumunda güneş altında yıldızlar arıyorum beyhude ve senden gelecek en acı
sözü bile kabullenmek istiyor, onun tek harfine bile sarılmak, yıldız varsaymak, ucuna
tutunmak isteğim yeniden kanatıyor kapanmayan yaramı… Güneş altı yalnızlık ve acı-
larımı ince bir ipe sarılarak göğe tırmanmak, orada seni bulmak, ışıtan sevginle avunmak
ve sende kalmak, yıldız kokmak istiyorum kahreden soğukların yürek yangınlarında…

……… Ayperest düşlerime inat uyumuyor, siyahi gecede görünmeyen yıldızlara ulaşmaya
çabalıyorum, olmayan denizin rıhtımına yanaşmaya çalışan şehir hatları vapurunun deniz
fenersiz kayalıklara çarpışında… Sarsılıyor, adını sen koyduğum yastığıma sarılıyor, yıldız
kokunu arıyorum uykuya daldığımda düşeceğim bir ayağı kırık yatağımdan… Yakalarsan
bırakma, bırakırsan yüreğinin boşluklarına çarpar, ışığım söner diyorsun aylarca gelmediğin
düşlerimde… Düşlerime nice sonra gelmene kızıyor, gökyüzünden seni nehirlerin olmayan
sularına indirmek istiyor, bereket ve su ver istiyor, sonra seninle gecenin mateminde beraber
kayboluyor, bilinmezliğe doğru sürükleniyoruz şeytanın yağmur sesli yokluğunda…

……… Peribacası semalarından ceplerime doldurduğum o yakamoz ışıltılı yıldızları, ıssız
ve karanlık *******de gökyüzüne yapıştırıyorum, aydınlığında ay ışığıyla vals yapsın diye
ve yine o anlarda intihar kokulu güverteler duyumsuyorum, çünkü; yine bir yıldız kayıyor
ve asi suları kabarıyor, içimdeki okyanusun… Delişmen sularımdan beyaz bir güvercin
havalanıyor, biriktirdiğim yıldızlara kanatlarındaki ipleri takıyor, gökyüzünden yeryüzüne
salıncaklar sarkıyor… Yıldız renkli, güvercin kokulu salıncakta geceden sabaha ay ışığına
sallanıyorum, omuzlarıma kuşlar konuyor ve gece vedasına hazırlanırken her kuş tanesi
yıldız oluyor, ceplerime dolduruyorum… Yıldızlar biriktiriyorum…


28.12.2006 - Adana

Olgun Ekinci

GooD aNd EvıL 03-21-2009 09:31 AM

__ Merhaba Sevgili - 1

Bugün de ölmedim…! ! !
Sana çıkıyorum yine bu sabah
Mahfasığmaz'dan hareketle
Her gün rutinleşen yollarda seninleyim
İller Bankası kavşağından
Dilberler Sekisi'ne ulaşıp
İçinde olmak isteyipte olamadığın
Otomatik yıkamadayım, sana doğru gülümserken
Mimar Sinan açık hava tiyatrosundan
Sola saparak her sabah
Köprü Köyü'nün portakal bahçelerini
Alarak soluma ilerliyorken
Yol üzerinde servis beklerken insanlar,
Ben sana ulaşma çabasındayım
Bu sabah ve her sabah…

Merhaba Sevgili,
Kenti ortadan bölen
Yosun kokulu Seyhan'ın üzerindeyim..
Saat 07.29'da yazıyorum bu satırları
Sağ elimde kalem, solumda direksiyon
Kırmızı ışık molalarında... öyle sanıyorum ki
İltifatlar alıyorum yanımdaki araçların
Uykusuz, bezgin, içsel kavgalı yüzlerinden
Bilseler sabahın bu kapalı saatinde
Sana dökülen dizeleri
Bilseler uzaktaki yakınıma dökülen
Çisil çisil yağan berrak damlaları
Yeşil yansın isterler mi?

Duyuyormusun, dinle
Emel Sayın söylüyor radyoda
__SİLEMEZLER GÖNLÜMDEN
NE AŞKINI NE SENİ…..
Açıyorum sesi ve sol yanımdaki camı
Portakal çiçeği kokuları
Yağmurla raks ederken havada,
Şarkıya karışıyor ebruli kokular
Mistik hava doluyor içeriye şimdi
Mustafa Kemal Paşa bulvarında seyrederken..
Ve her gün işyerine gidiş,
Ama dönüş istikametim olmayan yolda..

___Belki biliyorsun,

Seyhan nehri ikiye böler bu kenti

___Belki bilmiyorsun,

İncirlik-Şakirpaşa arasındaki demiryolu
İkiye böler bu kenti

___Bilmem biliyormusun,

E-Beş** karayolu da ikiye böler bu kenti
Peki şimdi biz kaç parçayız bu bölünmüşlükte?
Demiryolu ile paralel giderken E-Beş
Seyhan nazenin gelindir süzülen
Ve ikisinin altından kayan bir yıldız…
Üzerinde salına salına Gençlik Köprüsü önce
Boğaz köprü'sünün minyatürü adeta ve sevimlisi,
Beyaz Gelincik adlı diziye dekor ve
Sabah yürüyüşcülerini Yüreğir'e aktaran..
Otoban köprünün altında çağıldamasını dinletir
Sıcak çay eşliğinde Dilber Cafe'dekilere..
Eski Baraj'ın kapaklarından süzülürken,
Her gün geçtiğim köprüye (isimsiz) ve
Nazlı nazlı ulaşır Demir Köprü'ye
Bir iç göl muştusu olur Girne Köprü'sünden
Taşköprü'ye... sağına alarak O,
Mübarek Merkez Camii'yi..
Ve Regülatör köprüden Akdeniz'e
Amansızca uzanır beyaz kozalara can olmak için..

Merhaba Sevgili,
Kısa uğraklarla anlattığım Seyhan'ın ardından
Kiremithane civarındaki hemzeminde
Ray'lara dokunarak,
E-Beş' te yol alıyorum şimdi,
Sana gelen yolların ters uzantısındayım…
Mesai başlayacak birazdan
Ve başka dönüş yolu ekleyerek akşama
Diğer yollardan başka kuytulara gömüleceğim
Midemde alkolün dayanılmaz sancıları
Ve cebimde biriktirdiğim aykırı şiirlerle..
Esriksiz bir akşam dönüş yolculuğunu
Başka mısralarda ve bu kentin
Görünmeyen diğer yüzleriyle yazacağım
Arnavut kaldırımlarında parketmişliğimle..

Hoşça kal Sevgili…


Kasım - 2005 - Adana

Olgun Ekinci

GooD aNd EvıL 03-21-2009 09:31 AM

__ Merhaba Sevgili - 2

Yine ölmedim…! ! !
Güneşin batımını fark etmediğim akşamın
Yola düşme saatlerinin hazırlığında
Sana çıkan yolların uzantısındayım
Bu akşam ve her akşam..
Birazdan,
Sol şeridi işgal eden, ama hep
Sağ partilere oy veren
Klaksona kızan, sollamaya aman vermeyen
Sellektörlere sövgüler dizen
Ülkenin en iyi sürücülerinin (adliyesinden sonra)
Ve de…..
Efes Pilsen'in yakışıklı Satış temsilcilerinin
Cirit attığı yollara çıkacağım..
Birazdan,
Arnavut kaldırımlı yollarda
Park edemeyeceğim! bir sokak arayacağım
Ve bende karışacağım sövgüler üreten
Sürücüler kervanına park yersizlikten..
Eski Ceyhan yolunun, şimdiki
Tali olan yolun bozuk satıhlarındayım
Amerikan Konsolosluğunun önünden geçeceğim
Saniyeler sonra, yine ürkeceğim geçerken,
Beni bomla yüklü intihar aracı sanarak
Kurşunlarlar mı? Diye…
Bilirsin eski tüfekleriz ya, hep içimizde taşırız
Bize gelecek yanlış intiharları,
Pimi çekilmiş, patlamamış fünyeleriz ya..
Neyse deli deli güldüm kendime,
Seversin sen bu gülmelerimi ben gibi…
Polis Koleji kavşağından az sonra
Ana yola çıkacağım, -neden baba yol demezler ki..
Soluma alıp bazı şirketlerin bölge müdürlüklerini
Sağımda az da olsa portakal ağaçları olacak mecburen
Ve bu kez demeyeceğim portakal çiçekleri diye..
Onlar bu mevsimde olmaz ya,
Müdürüm o şiirde uyarmış, eleştirmişti ya,
Yanıt bile verememiştim ya..işte öyle..
Yine Sabancı'nın maddi katkılarıyla
Güzelleştirilmeye çalışılan
Hilton-Merkez Camii-Taşköprü manzaralı
Ve bu kente ilerde çok sıkıntılar verecek
Ama şimdilik kimselerin anlayamadığı
Köprü yapımı devam eden, edecek olan aylarca
O kavşağa yaklaşmak üzereyim Sevgili..
Geçici ara sokaklardan ana yola ulaşmak için
Dolmuş ve mavi halk otobüslerinin
Küfürsel bakışmalarına eklerken sövgülerimi
Çıkıyorum bende, Girne Köprüsündeyim... ve
Geçerken şimdi o muhteşem ışıklandırılmasıyla
Sabancı Merkez Camii'nin önünden
Yine ve çok kızıyorum kendime
Niye bir gün burada namaz kılmadım diye!
Allah onuda kısmet eder birgün İnşallah..
Seyhan Otele varmadan şimdi
Sağa saparak ve eski Adana izlenimi uyandıran
Reşatbey sokaklarında olacağım..
Önce var olan düzen, sonra birbirleriyle kavgalı
Ve hep muhalif olan bir şeye, birilerine
Edebiyatçıların arasına karışacağım
Bir şiir akşamı dinletisinde..
Okur muyum bilmiyorum ama sen
Hep oku dersin ya, biradan yudumlayıp
Okumamakta ayıp oluyor dostlara ya
Okurum yine Sevgili…seviyorum ya okumayı
Üstelik şimdi havada kar, yollar buz, belki de
Kar'lı bir Ankara şiirinde kesişir yolumuz..
Ya da önce gidip evvela
Bir ameliyat mı olmalı?
Operasyon akşamı okunanlar
En güzeli olmaz mı şiirlerin?
Ve bu akşam içmeli
Yarın akşam okumalı..

Hoşça kal Sevgili…

22.12.05-Adana

Olgun Ekinci

GooD aNd EvıL 03-21-2009 09:31 AM

__ Merhaba Sevgili - 3

Ölebilmeyi,
En çok istediğim Kasım'dayım…
Vurgunların yıl dönümlerinde yeşeriyor,
Kaldırım taşları arasında,
Ayaklar altında eziliyorum, hoyratça ve vurdumduymaz…

İçime akıttığım kanlı gözyaşlarım
Nazire yaparken azgın ırmaklara
İçimin tenha sokakları
Al renklerle süslenmekte…

Gündüz şekerlemelerimin nedeniyken
Geceden sabaha uykusuzluklarım,
Şimdi sorunsallıktan uzak
Tüm kent uykuya daldıktan sonraki yarı uykusuzluğumu
Hiç uyumama / analizinde çözümledim…
Yarı ölüm hali ve horultularında uyurken bu kent
Onlardan bir adım önde
Ve daha çok yaşıyor
Sensiz yağmurlarda y a ş lanıyorum …

Nikotin dolu *******i bölerken ikiye
Alkol esintilerini iki katına çıkardım..
Paylaşırken yudum yudum sigarayı,
Yeni kadehler ekliyorum yalnızlığıma
Masamda iki kadeh; biri senin
Gelmez de içmezsin belki, araya gitmesin diye..
Gök gürültülü sağanak akşamlarda
Yağmur sesli ıslıklıklar biriktiririm
Gece renkli, mehtap dokulu, sevda kokunu
Yağmur esintilerinde tüm kente yayarken
Islıklarının kardeş kokusuyla bezenir kent…

Şimdi ne zaman yağmur yağsa
Boğulur yalnızlığım, denizi olmayan dalgalarda
Kıyılarına ulaşamaz kulaçlarım..
Ve ne zaman ıslansam yokluğunda
Müzikal kokular işler yüreğime, kentime
Gözyaşlarım kan olur, içime yağar yağmurca
Yağmurlar ıslık kokulu…


2.11.2006 - Adana,

Olgun Ekinci

GooD aNd EvıL 03-21-2009 09:31 AM

__S*A*N*A* hep S*A*N*A*

S_evdiğim….S_evdam…....S_evgilim…......ben yolunda Rome_O
E_fsanem…..E_vrimim…...E_ylemim….....ben aylarından Eylü_L
V_enüsüm….V_uslatım.....V_efalım….......ben alanlarda mitin_G
T_anrıçam….T_apınağım...T_ılsımım……..ben tenindeki o kok_U
A_danam…...A_ntalyam....A_nkaram.....ben nehrinden Ceyha_N
P_rensesim...P_amuğum...P_latolarındayım...parolam sın..

Olgun Ekinci

GooD aNd EvıL 03-21-2009 09:32 AM

Acil Kan Aranıyor! ! !

Deli, uçuk, serseri
Fırtınalar içinde depreşen
Bir adam için
İvedi kan aranıyor

Damarlarında
Kan yerine bira dolaşan
Ceplerinde kabak çekirdeği
Ağzında sigara eksik olmayan
Serseri bir adam için

Bira grubu kan aranıyor
Çalıştığı bira fabrikası bile
Gereksinimini karşılamayan
Serseri ruhlu adama
Kan vermek isteyenler
Her Pazar Gizemli Kafe'ye
Baş vurabilirler…

14.03.2005-Adana


Olgun Ekinci

GooD aNd EvıL 03-21-2009 09:32 AM

Adana Bana Dar Geliyor

Sığamıyorum bu kente,
Mikroplu sulama kanallarında yüzmeyi
Tozlu topraklı taşlı yollarında
Bisiklete binmeyi öğrendiğim,
Tenefüslerde simit-şalgam için
Okula koşarak gittiğim bu kent,
Bana dar geliyor…

Dallarından tozlu tozlu
Ve yıkamadan yediğim
Kırmızı beyaz dut tanelerinin,
Eski Baraj'da çaldığımız hind incirlerinin
Tablacılardan yediğim şam tatlısının
Şırdan dolması, kebabın el kıyması
Kana kana içtiğim meyan kökü/haşlamanın
En güzelinin yapıldığı bu kent,
Bana dar geliyor…

Dilberler sekisinde bira içtiğim,
Zilli dede'de top oynadığım
Seyhan nehrinin çağlayanında,
Çocuk aklımla korkmadan yüzdüğüm
Kara Fatma caddesinde börekler yediğim
Demirköprüde trenleri izlediğim bu kent,
Bana dar geliyor…

En güzel beyaz, tuzlu kabak çekirdeğinin
Mestan Hamamı karşısında satıldığı,
Ulucamideki ters kapı hamallarının
Yağcami önündeki işportacıların
Küçük Saatin hiç durmayan akreple yelkovanının
5 ocak meydanında namaz kılanların
Bakliyat kokularının eksilmediği,
Melekgirmez toptancılarının olduğu bu kent,
Bana dar geliyor…

Büyüksaatteki mistik hanların
Kazancılar çarsında dinlenen fasılların
İncirlik de Türkçe tabela olmayan dükkanların
Otopark yapılan Erciyes otelinin
Arabesk çalan dolmuşların,
Cadde-sokak ortasında ve her yerde
İndirme bindirme yaptığı bu kent,
Bana dar geliyor…

Özel misafirler için yapılan
Bumbar karın dolmasının
Annemin yaptığı analı-kızlının
Tadı doyumsuz dul avrat çorbasının
Halamın içli köftesinin
Yapılan her elde nefis olan kısırların
Kız kardeşimin sarımsaklı köftesinin
Ve her türlü kebapların
Dürümleştirildiği bu kent,
Bana dargeliyor…

Mitinglere katıldığım Uğur Mumcu meydanın
Konserler izlediğim Mimar Sinanın
Dokusu bozulmayan Taşköprünün
Atatürk evi ile bakışan Ulus Parkının
Kasım Gülek köprüsünden
Çocukluğuma açılan eski mahallelerimin
Yağmurda delik deşik olan asvalt yolların
Adliyesiyle ünlenen bu kent,
Bana dar geliyor…

Oğluma İlk öğretim okulu bulamadığım,
İş yerine giderken her gün önünden
Tam iki kez geçtiğim,
Otuz bin kişilik (! ! !) Sabancı Merkez Camiinin,
Ve önündeki Girne köprüsünün
Ve arkasında portakal ağaçlarıyla kaplı
Adana'nın oksijen deposu olan bahçelerin katledilerek
Yerine Merkez Park yapılan bu kent,
Bana dar geliyor…

Mustafa Kemal Atataürk'ün
Ve silah arkadaşlarının
Ve Kurtuluş Savaşı kahramanlarının yerine,
''Asmayalım da besleyelim mi? '' diyerek
Onyedi yaşındaki çocukları ipe çekenlerin
'Bana milliyetçiler suç işliyor dedirtemezsiniz''
'Benzin vardı da biz mi içtik''
Ciddiyetindeki devlet büyüklerinin! ! !
Memurunun işini bildiğini söyleyip
Rüşvete, yolsuzluklara yönlendirenlerin
İsimlerinin ana cade-bulvarlara verildiği bu kent,
Bana dar geliyor…

VE BEN GİDİYORUM…..

06.01.2005 - Adana

Olgun Ekinci

GooD aNd EvıL 03-21-2009 09:32 AM

Ahşap Yalnızlıklar

Sensiz
Ve sessizliğinden hep
Hışırtıdan dahi sarsılıp
Eğreti baraka misali
Savrulmam... Biliyor musun?

Sarsılmayan direncimsin. Ki
Lodostaki yağmur
Karayeldeki fırtınadır
Gözlerine tutunup
Kaybolduğum saçların
Kokusunda konuklandığım, sessiz ve ıssız.
Sen bilmez ve sendeyken ben... Seziyor musun?

Yokluğun, eğreti yalnızlık
Kırk yıllık ahşap sanki kırılgan
Varlığın, var oluşum
Yıllara uzanan menzil
Yaklaştıkça kaybolduğum gözlerin... Görüyor musun?


Şubat - 2008 - Adana

Olgun Ekinci

GooD aNd EvıL 03-21-2009 09:32 AM

Amip

Vay benim garip,
Melek yürekli annem…
Telefonda; ''seni gördüm rüyamda
ama seçemiyorum'' dediğinde
Eyvah dedi lal olan dilim
Titreyen göbeğimle malum oldu diye…
Sarı sıcak geceden
Ulaşırken sancılı uykusuz sabaha
Söyleyemedim sana
Cüsseme yakışmayan
İçimi, dışımı, tenimi titreten
Midemdeki canlı hayvanı…
Yüreğimde barınmayan bir hayvan
İçimde mi yaşayacaktı?
Bu da geçer, neler geçti…


19.9.2006- Adana

Olgun Ekinci

GooD aNd EvıL 03-21-2009 09:32 AM

Anayasal Aşk…

Yasal olmayan kelimelerden
İllegal imgelerdir ürettiğim
Anayasal olmayan
Aşk çiziyorum dalgasız denizlere..

Saklanan imgelerin
Ürkek tenhalığında
Cebimdeki kelimeleri yüzdürüyorum
Kağıt helvadan yaptığım kayıkta..

Çizdiğim aşkın
Güvertesinde ben.
Seversin sen diye
Kağıt helvayla
Korsansız denizlerden
Yol alıyoruz sana doğru…

Deniz.. Aşkımız.. Kağıt helva…

Anayasa'sı, illegalitesi,
İkimiziz bu aşkın, pupa yelken…


Şubat - 2007 - Adana

Olgun Ekinci

GooD aNd EvıL 03-21-2009 09:32 AM

Annem Gibi Kokuyorsun

Kadınlarımdı onlar
Sevdiğim ama göremediğim
Yıldız kadar parlak
Onlardan çok uzak
Işıltısı yürek, varlıkları kutsal
Ulaşılmaz..

Hep yoktular
Kokusuz ve uzaktı
Sevdiğim kadınlar
Platonik sevdamdılar
Sen kokarlardı tanımadığım yokluğunda
Varlığında kaybolur
Hiç olmamışlar ve ben
Hiç sevmemişim gibi..

Bükreş'te, Amerika'da
Avustralya ve uzaklardaydılar
Öylesine çok ve ürkek
Ve yalnızdılar sevgisizliğimde
Ana karalarından uzak
Okyanus diplerinde batardı sevdam
Ulaşılmazdılar..

Annem kokardı tüm kadınlar
Uzaktılar, duyumsardım
Resimleri, mektupları, beyaz gülleriyle
Yazmadığım şarkının besteleriydiler
Tutunduğum duvar
Hıçkırdığım sessizlik
Ve hep eksiktiler..

Yitirdim kadınlarımı ergenliğimde
Tütün sarısı, mor salkımlı
Anason kokulu *******di
Kirleten, yitiren, unutturan
Ulaşılmazlıkları uzaklıklarıydı
Gözlerin kadar yakın
Kokun kadar uzak ve eksiktiler..

Sevdiğim yemek
Bereketli toprak
Ve hiçbir şey kadar
Kendin kokuyor, sen kokuyorsun
Defneyaprağından damlayan hüzün
Çaldığım kurabiyeler kadar taze
Atom kadar müthiş
Buram buram aşk
Ve hiç olmadığın kadar
Kendin ve sen kokuyorsun..

Tıpkı annem gibi
Kırılgan
Islak
Ve unuttuğum platonik aşklarım kadar
Kutsal kokuyor
Cennet bakıyor, aşk dokuyorsun
En asi rüzgara direnen
Kelebek kanadında renkler gibi
Ve kendin ve sen
Ve annem gibi kokuyorsun...



10.01.2008 - Adana

Olgun Ekinci

GooD aNd EvıL 03-21-2009 09:32 AM

Aşk..Gece..Kadın..

Sevdasında şair
Doğurganlığında
Aşk yaratan kadın

Ağlarken,
Gözlerin sığınağım
Yaşlarım,
Tutunduğum sıcaklığın

Sığınmasam kaybolur
Tutunmasam düşerim.
Yalnızlığıma soyunduğum
Gece düşlerimsin…

23.1.2007 - Adana


Olgun Ekinci

GooD aNd EvıL 03-21-2009 09:32 AM

Aykırı Sevdaların FİRARİ Aşıkları

_______Firari
_________Göçebe
___________Çingene sevdamıza dair

Aynı coğrafyanın farkı iklimlerinde
Aykırı yürekleriz firari aşklar üreten
Gün batımının farklı kızıllaşttığı ayrı kent akşamlarında
Eleştirilerini ok gibi saplayanlara direnen yüreğin
Ay ışığı firarlarım oldu
Tanırken seni….

Aykırı bir adam, öz eleştirisiz
Evreni, gökkuşağını yeniden yaratmaya soyunuyor…
Uçurum başlarına yasak ve yabanıl
Kır çiçekleri ekiyor topraksız…
Aynı coğrafyanın, uzak kentlerinin gecesinde
Ki…..
Sana varmak için bütün çabası…

İklim kuşağında savunurken aykırı sevdanı
Savunurken ben nem kokan *******de...
Sensiz, sessiz ve şiir kokan özlemlerimde

_______Firari
_________Göçebe
___________Çingene sevdamıza

Yeni anlam ve kaçaklıklar yüklemek için
Bir yol çiziyorum geceden sabaha

Ve ayrı kentleri birleştirmek adına
Yollardan, dağlardan, ovalardan,
Yer altı nehirlerinin gizemli akışından
Toros'ların heybetli zirvelerinden uçarak
Sana ulaşıyorum, aykırılaşıyorum
Aykırılaşıyoruz iklimlerimizi birleştirerek…
Anlamlar katıyoruz yabancısı olduğumuz
Kentlerin, ilçelerin, deniz kenarında
Tahta masalı çay bahçelerinde

_______Firari
_________Göçebe
___________Çingene sevdamıza

Anlatacağız…
Anlayacaklar…..
Savaşımız, emeklerimiz;
Göçebe obalarında filizlenen
Sevdalar üreten masumiyetimize
Aykırılığımız, firarlarımız, militan aşkımıza
Özgür ve yaşanılası mutluluk giydirmek için

22 / 07 / 2005 - Adana

Olgun Ekinci

GooD aNd EvıL 03-21-2009 09:32 AM

Badem-İlkbahar

Hani ilkbahar geldiğinde
Ağaçların en güzeli badem ağacıdır ya, müjdecisidir ya baharın
Nicedir özlemişim kokusunu, çiçeklerini, yemişini
Dağlardan esen rüzgarların meltemi
Ansızın ılık sıcak çarpar ya yüreğine yüzüne tenine
Nicedir özlemişim baharı, badem ağacını, kokusunu...

30 Mart-Adana

Olgun Ekinci

GooD aNd EvıL 03-21-2009 09:33 AM

Bana Bir Şiir Oku

Bilmiyorum deme sakın
Bana bir şiir oku
Annen, baban olsun içinde
Bana bir şiir oku
Kardeş, arkadaş, dost, sevgili
Ya da istediğin olsun içinde
Bilmiyorum deme sakın

İstersen istiklal marşı oku
Medeniyet tek dişi kalmış canavar olsun
Yada vatan, ezan, kuran, din, iman olsun
Mutlaka oku, bir şiir oku
İster köpeğin kedin olsun içinde
Ya da balığın, kuşların olsun
Bilmiyorum deme sakın

İster meyhane makamında oku
Yada Ahmet Kaya gibi
Gür sesle inlet ortalığı
İstersen unut sözlerinin yarısını
Bana bir şiir oku
Bilmiyorum deme sakın

Biliyorsun
Şiir bilmeyeni sevmem ben
Şiir sevmeyeni sevmem ben
Pencerene konan kuşları
Pır pır eden yürekleri söyle
Barlarda söylenen
Onuncu yıl marşını haykır
İki duble içince aklına gelen
Milliyetçi iki söz söyle! !

Bilmiyorum diye diye
İnsanlığa ihanet etme
Bana bir şiir oku
Bilmiyorum deme sakın
Hala bilmiyorsan eğer
Hadi sen git işine



Haziran - 2004 - Adana

Olgun Ekinci

GooD aNd EvıL 03-21-2009 09:33 AM

Bayrak Oğlum Ve Ben

Yer siyah
__Gök Beyaz
En büyüksün-Şampiyonsun
__Beşiktaş
Sloganlarıyla odaları inlettiğimiz oğlum
Kara kartal mozaikli
Tüm bayraklara el koydu
Dikiz aynamdaki flamayı
__Panosuna
Bagajımdaki çubuklu bayrağı
__Penceresine
Kilerdeki en güzel bayrağı
__Duvarına astı
Koçum birini geri ver dedim
'Hak verilmez alınır
Dönmeye değil
Ölmeye
_Ölmeye
__Ölmeye geldik'' sloganlarıyla
Karşı tribünlere kovaladı
Bayraksız kaldım
__Bayraksızım artık…

1 Nisan 2005 - Adana

Olgun Ekinci

GooD aNd EvıL 03-21-2009 09:33 AM

Ben Asılacak Bir Adamım

Bir dünya güzeline
Bir yürek kadınına
Yaşamındaki en büyük kötülüğü yaptım
Fırtınalara, alaboralara sürükledim
Hoyratça…Onursuzca…

Suçluyum…cezamı çekiyorum

Vurdum, ölmedi yaralandı, direndi
Onun en kutsal yerini
Yürek dilini susturdum
O an dünya durdu
Güneş, yıldızlar karanlığa gömüldü
Gülen gözlerinin ışıltısı sönmedi
O an dünya durdu
Mevsimler karakışa döndü
Yüreğindeki bahar çiçekleri solmadı

Ve ben öldüm
O bende açtı... Direndi..

Hoyrat dümensiz rotasız tekne oldum
Utandım, kıyılarına yanaşamadım
Kızgın lav, deli ırmak oldum
Akacak yol, yatak bulamadım..tıkandım..

Sen
Kar oldun tipi oldun, yağmur oldun
Çiçek çiçek
Bahar bahar açtın ihanetlerimde
Dağlara ovalara yağdın bereketinle
Ben
Kızgın lavlarım, kirli ırmaklarımla
Kendi içime aktım
Kendimi kirlettim, bitirdim

Sen iyiye
Sen güzele
Sen umuda, güneşe
Sen her yeni güne açtın
Çiçek çiçek, bahar bahar
Sen açtıkça ben bittim

Sen sevdasın
Ben asılacak bir adamım..

29.12.2004 - Adana

Olgun Ekinci

GooD aNd EvıL 03-21-2009 09:33 AM

Ben *******i Şiir Yazarım

Uzanırken akşamlarda yatağıma
Yastığım kağıt
Başım kalemim olur

________Yazarım

Satırlarımı ay ışığı aydınlatır
Yıldızlar yansır dizelerime
Yazarım.. mısralarca çoğalırsın
Geceden sabaha...
Bu yüzden en çok
Uzun *******i severim
O *******de yastığım dolar
Mısralarım olursun…


11.9.2005 - Adana


Olgun Ekinci

GooD aNd EvıL 03-21-2009 09:33 AM

Beni Kurşuna Dizecekler..

Seni
Böyle sevdiğimi bilseler
Beni kurşuna dizerler
Seni
Hala sevdiğimi bilseler
Beni kurşuna dizerler
Seni
Ölene kadar seveceğimi bilseler
Beni kurşuna dizerler
Ben
Kurşunlara gelince
Sana kavuşacağım
Ben bastığın toprağın altında
Ve sense üzerimde yürüyeceksin
Beni
Kurşuna dizecekler
Ben sana kavuşacağım..


12.12.2004
Adana

Olgun Ekinci

GooD aNd EvıL 03-21-2009 09:33 AM

Beni Sevme Ama?

Önce dinle lütfen
Sonra yargıla
İnfaz et
Öldür…..

Şiirlerim sustu
Şarkılarım, türkülerim tükendi
Diğerlerini ne güzel dinledin
Bir kez de kanayan yüreğimi dinle
Ama dinle…sonra öldür..

Dinle ama anla
Anla ama öldür
Öldür ama bir kez dinle

Güllerim soldu iklimsizliğinde
Gözlerim uçurumlarına akıyor, kör oluyor
Ağlayışlarım alkol şişelerinde gizli
Uyanışlarım esrik

Tenimde kanayacak yer kalmadı
İçim kanıyor
Yüreğim kanıyor
Dinlediğin herkese inandın
Bir bana inanmadın….

27.01.2005 - Adana

Olgun Ekinci

GooD aNd EvıL 03-21-2009 09:33 AM

Benim Dünya Güzelim

Sen benimle mi güzelsin
Seni sevdiğim için mi?

Bu şarkılar, türküler, besteler, senfoniler
Sen varsın diye mi
Seni sevdiğim için mi güzel?

Şu çiçek, bu böcek, kırmızı benekli kelebek,
Bu insanlar, rüzgar kanatlı martılar,
O yağmur yürekli sevdalara yazılan şiirler
Sen varsın diye mi
Seni sevdiğim için mi güzel?

İnadına ve her şeye rağmen
Sen böyle dünya güzeli iken…..
Ben nerenin çirkiniyim birtanem?
Beni hangi heykeltraşın kaidesinde
Yontarak, üreterek kendine benzetmeye çalıştın?

Ben seninle mi güzel oldum
Seni sevdiğim için mi?


24.08.2005 - Adana


Olgun Ekinci

GooD aNd EvıL 03-21-2009 09:33 AM

Benimle Hangi Evde Yaşarsın? - Yaşayabilirsin?

Sen... Sana sunacağım alternatif yaşam biçimlerinden hangisinde benimle yaşayabilirsin?
Ben... Taşın, toprağın üzerinde... Ben kirden kağıt gibi yırtılan battaniyelerin ve bitli yatakların
olduğu Sirkeci otellerinde… Ben yıldızsızından beş yıldızlısına kadar her mekan ve otelde
ortamın karizmasına uyarak ve günlerce banyo yapmadan yaşadım ve konakladım…
Bir damla suya aşık, bir yudum su ile yeni dünyalar kuran ben bu ortamlarda suskunluğuma,
isyankarlığıma muhalefet ederek sustum. Yüzüm, tavrım, dışım sustu ama yüreğimin deli maviliği
hiç susmadı..hiç dinmedi… İçimde depremler, fırtınalar, anaforlar yaratmasına rağmen susmadı, susmayacak...

ŞİMDİ SEN HANGİ EVİ SEÇER, İSTERSİN?

KÜTÜK EV: Tavanı, tabanı, duvarları, odaları kütüklerle kaplı, suyu, elektriği olmayan, gece ayışığı ve
yıldızlarla aydınlanan, su getirmek için hemen her gün ellerinde bidonlar, beşyüz metre gidip, beşyüz metre
dönüş yolunu adımlayarak ve elini yüzünü şarıl şarıl akan bir çeşmeden değil, bir ibrikle damla damla dökeceğim
bir evde yaşaya bilirmisin? Duş küveti ve hortumu olmadan, çağlayanlar gibi suları akmayan, küçücük bir tasla
su dökeceğim ve ninemim dedemin çocukluğumun leğenlerinde bağdaş kurup yıkanacağın bir evde yaşarmısın?
En önemlisi bu evde bıkmadan, sinirlenmeden, lanetler okumadan, yardımı istemeden bana çorba yaparmısın?
Biliyorsun ki ben çorbasız yaşayamam, hayat damarlarımdan biri eksilir çorbasız bir günde.
Katlanamadığım çorbasızlığıma çorba/derman olur musun?

TAŞ EV: Adı üstünde işte taş ev. Kütük evden beşyüz metre ileride. Çeşmeye bir o kadar daha yakın.
Su yok ama elektrik var. Duş, banyo yine sorun.
Taşların özelliğinden içeri yazları serin kışları ılık. Olsun der misin? Çorba yapa rmısın?
Akşamları çıtır çıtır meşe odunları yanan şöminenin önündeki kuzu postunda benimle şarap yudumlar mısın?

TAŞ VE KÜTÜK EV: Dışı yörenin özgün taşlarıyla, taban parke, duvarlar kütüklerle kaplı bir ev.
Suyu, elektriği, mütevazi bir bahçesi olan bir evde benimle yaşayabilirmisin?
Çayı çay, kahvesi kahve kıvamında, kahvaltısı sarmaşıklarla kaplı bahçede, akşam yemekleri, yıldızların
altında yenen bahçeli, küçük, otantik bir evde benimle yaşaya bilirmisin? Çorbama lezzettler katar mısın?

SARAY EV-YADA DUBLEX-TRİPLEX EV: Süper bahçeli, ağaçları, çiçekleri, böcekleri, kuşları, bahçevanı,
fıskiyeli çim sulayan hortumları, yüzme havuzu, fin saunası, türk hamamı, alafrangası, alaturkası, duşlı kurnaları,
ebeveyn banyoları, kat kaloriferli, split klimalı, merkezi müzik yayınlı, her kat balkonunda barbeküsü, şöminesi,
seramikli, ahşap parkeli, mermerli, ferforje demirli, panjurlu, pvc.li, Amerikan iç kapılı, çelik dış kapılı, çift camlı,
alçı tavanlı, saten boyalı, müzayedelerden alınan paha biçilmez tablolu, gömme dolaplı, kilerli, çamaşır kurutma
odalı, çocuk odalı, bodrumlu, çekme katlı, amerikan mutfaklı, macar yemek takımlı porselenli, gümüşten
çatal-bıçak-kaşık takımlı, dışarıdan çeşmeli buzdolaplı, jaluzili, elli-yetmiş-yüzyetmiş ekranlı tv.leri, dvd.leri,
pc.leri, kumandalı müzik aletleri…
Daha ekleyeyim mi? Daha sayayım mı? Konforu, lüksü?

Daha var... Daha iyisi, daha kötüsü var… Uğruna arkadaşlarımızı yitirdiğimiz, halkımın yaşadığı, pencereleri
kırık dökük ve aralıklardan kışları son teknoloji ile üretilmiş klima serinlikleri giren, yağmurların krater gölleri
oluşturduğu tek göz bir GECEKONDU'da yaşaya bilirmisin?
Komşu Melahat hanım teyzeyle dedikodu yaparken, diğer yandan tarhana çorbamı tahta kaşığınla
karıştırıp akşama hazırlar mısın? Çiçekli pazen pijamanlarınla bu evde rahat edermisin?

VE EN KÖTÜSÜ: İçi, dışı önemli olmayan…. yazı, kışı belli olmayan... çorbaları olmayan…
Giysileri sevgiden, içi, dışı, duvarları sevgi ile örülmüş... çeşmelerinden sevgi akan... sabahları
sevgi ile yüzler yıkanan… sabahlara sevgi ile uyanılan, akşamlara sevgi ile yatılan…
Bir sevgi evinde benimle sevgiyle yaşar mısın? Yaşa bilirmisin?


27.10.2004 - adana

Olgun Ekinci

GooD aNd EvıL 03-21-2009 09:33 AM

Bir Anlamı Olmalı

Yaşamın bir anlamı olmalı
İnsanın değerleri olmalı, rutinsiz..
Yıkmalı rutinleri, anlam yüklemeli yaşama
Her sabah işe evden, evden….
Her gereksinim de çarşı-pazara
Taksitler, kredi kartları, kontörler
Yol üstünde varsa ve ya çıkarsa
Diye sayısal, şans topu, iddaa! ! !

HAYDİ BOL ŞANSLAR HEPİNİZE…

Üretmeden kazanın, hak ettiniz
Paylaşmadan tüketin, emek verdiniz

__Kültürünüz
____Sanatınız
______Değeriniz

Hak etmeklerinizle, üretmediklerinizle
Emek vermediklerinizle
Elbetteki kuş beyinlerinize uygun
Ve layık yetiştirdiğiniz çocuklarınızla
Size, ülkeye, bayrağa,
Vatana, millete, Sakarya'ya
Ne mutlu…sizlere ne mutlu

NE MUTLU ÜRETMEDEN KAZANANLARA…

29-07-2005 / Adana

Olgun Ekinci

GooD aNd EvıL 03-21-2009 09:33 AM

Bir Avcısın Sen..........

Avcısın sen
Silahsız, mermisiz, bıçaksız
Avcısın sen
Silahı kelimeler
Sevgisi mermiler
Yüreğime işler gümbür gümbür

Avcısın sen
Bıçağın yüreğimi deler
Kelimelerin beynime işler
Munzur dağlarında gezen
Beresiz Guevara'sın
Ben
Yaralı ceylan....

Aman avcı
Yeter vurma beni.....

Olgun Ekinci

GooD aNd EvıL 03-21-2009 09:33 AM

Bir Dünya Kurdum

..Bir dünya kurdum ikimize… Gerçek Evrenden milyonlarca kez küçük…minicik bir dünya...

..Sen ve ben varız dünyamızda... Öyle bir dünya ki bu, bir tek ülke var içinde.
O ülkede sadece sen ve ben… Bu kentte tek bir mahalle ve mahallede sadece
bir ev var…

Sevdayla atılmış temeli, sevdayla boyanmış duvarları, sevdayla örülmüş çatısı, bahçesinde
sevdayla ekilmiş ve sevda sevda büyüyen çiçekleri…

..Bu mahallenin, kentin, ülkenin, dünyanın yöneten ve yönetilenleri yok. Her sabah
sevdayla doğan ve batan güneşin ardında gök kuşağı renkleriyle yürekleri bezenmiş
iki sevdalı, iki deli mavi var.

..Dünyamızdaki nehir, orman, deniz, dağ ve ovalar ikimizin… Sevdamızla akıyor,
yüreğimizle yeşeriyor, ruhumuzla dalganıyor ve sevda başakları filizleniyor
bereketli ovalarında, yaylalarında.

……Sen dünyamın onur çiçekli meleği
……….Ben dünyamın asi, uysal, tapan kardeleniyim
…………..Kardelen'inim…Senin'im…

6.5.2004-Adana

Olgun Ekinci

GooD aNd EvıL 03-21-2009 09:34 AM

BiR KADIN / BİR ADAM / BİR SEVDA

_____Kadın,

Yüklendiği, sevdalarıyla dolu
Öznesi yüreğinde saklı
Gözlerinde sıcağının şefkati
Emekçi annenin meleksi hüznü..
Varoşları buz tutmuş kenti, gök yüzünden
İnci kanatları, merhametiyle saran, sarmalayan..

_____Adam,

Saklı kentleri, yaşanmamış sevdaları
Gözleri lacivert hareli
Çocukluğunda büyük adam
Büyüdü oysa,
Küçüklüğünü özleyen ve büyüyemeyen
Deli mi? kendi de bilmeyen…

_____Kadın,

Onuru sevdasında anlamlı
İçlerine akıtmış hüzünlerini, ırmak ırmak
Isıtmak için nefer şimdi ve her zaman
O deli adam ve deli çocuğa, hasretinde..

_____Adam,

Susamış, saklı kentlerin sevdalarına
İçmek yudum yudum, kana kana
Doymak derdinde, açlığından,
Hüzünlü bir kadının
Öznesini, hüznünü, merhametini..
Sarılırken şefkatine,
Çıkarken geçmişine onurla, sahiplenirken,
Onu ve geleceğini ve payına düşeni..
Tüm bedellerini ödemeye hazır
Ve diyetlerini dün geceden ödemiş bu aşkın..

_____Bir kadın ki…seviyor,

_____Bir adam ki…tapıyor,

Kim engel ki! bu sevdaya
Kim olabilir ki bu sevdaya engel


30.01.2005 - Adana

Olgun Ekinci

GooD aNd EvıL 03-21-2009 09:34 AM

Bir Ölünün Gözleriydi Sevdiğin…

Sırları, yolun yarısı tamamlanmış
Giderken bilinmezliğine
Çapraz sunumlardı örtüşen paylaşımlarda.

Çıktın, çıktım, çıkageldik
Tüm yalın, duru, saklısız saklanmışlığımızdan
Ne yaş kırkı geçmişti
Ne de onsekiz altıydık iki yaş bileşkesinde
Yaş... Yaşanmamışlıklarımıza ekleyeceklerimiz
Ve utandıracak öpüşmelerdi gençleri.

Öncesi, sonrası işte tam şimdi
Giyinmekti ölü toprağını sessiz ve örtüsüz *******de
Çıkıverdin sen, geliverdim ben
Yırtarak, atarak ve parçalayıp bir halkın
Gelenek dedikleri şeytan tapınmalarını
Sarılmaksa aşka, üretmekse sevdayı
Yeniden doğduk köreltilen gözlerimizin kirpiklerinden.

Y a ş a m a d ı m k i sensiz sensizlikte
Doğmamış bebeğe biçilen don
Ölçüsü alınmamış kumaştan yapılan takım elbise
Yani sana anlatmak isterdim, anlatamazdım
Seninle başlayan, öncesinde olmayan hayatı
Gün ışığıyla buluşan sırlar
Isınırken sevgi sarmalında.

Sevdanın çağlayanında dünyaydı büyüttüğüm
Açan çiçekler gülümsemen..
Tınıların yol gösterir gecede, zifiri aydınlık
Kucaklıyorken dünyayı
İkimizdik sadece nefeslenen
Birimiz kuzey yarım küre, yarımız güney
İkimiz yerküreydik.. t e k t i k.. sadece biz biliyorduk
Tek yürekte a ş k t ı k.

Kıyılarıma vuran ölü balıkların
Gözleriyle bakışırdı gözlerim
Düz ovada avlanan kekliğin kırık kanatları
İğnesini yitiren arının çalınmış balı
Mayalanmamış yoğurdun sütüne katılan su
Dengeleri alt üst eden ne varsa
Bende, içimde, her yerimde…buydum ben.

Elektroşokla canlanan balığın gözlerinden
Ovalara akan ırmak, bal yapan arı
Süt sağaltan sabahlardan yayılan kokuydun
Canıma can, yüreğime aşk katan..
Aşka anlam, bana aşk, aşıma katık sunan
Sevdiysem, tapındıysam, düştüysem yollarına
Yollardaki çizginin, molalarımdaki çayın
Adı aşk, aşk sen olduğun içindi.

Sunduğun, yaşattığın yürek koyduğun sevda
Adı konulmamış aşk masalının
Destansı öyküsüydü yazılmamış, yaşatan..
Ömrümce susup unuttuğum cümleler
Dilime çarpıp kör kuyularda boğulurken
Uzattığın urgandı sesin, sessizliğime
Can yeleğiydi gözlerin, ölü gözlerime..
Yüreğin değerken yüreğime
Açarken gözlerimi sevdana
Gözlerinin gördüğü bir ölüydü
Bir ölünün gözleriydi sevdiğin
Bir ölünün gözleriydi…


18.7.2007 - Adana

Olgun Ekinci

GooD aNd EvıL 03-21-2009 09:34 AM

Birbirimize Yazılmışız

Bir gemi güvertesinde aynı yolcuyduk seninle
Sahilde aynı kıyıya oltalar sallardık..
Aynı ormanda yanyana iki büyük ağaç
Kumsalda iki farklı ve çok renkte
Çakıl taşlarıydık yanyana

Aynı gök yüzünün iki yıldızıydık seninle
Çıralı'da bir gece vakti
Aşıklar el uzatsa dokunacaklar ışığımıza
Onlara yakın, biz bize uzak ve habersiz…

Yüreklerimiz aynı dili konuşuyordu
Dillerimiz hiç konuşmasa hep sussa bile

Güverte de, kumsal da karşılaşmadık..
Ormanda aynı havaya soluklanırken,
Kumsal da aynı denizin dalgaları,
Köpükleriyle örteyken renklerimizi karşılaşmadık
Aşıkların el uzattığı
dokunacağı yakınlıktaki uzak yıldızlardık

Altmış yaşınada gelsek, karşılaşmasak
Birbirimize yazılmıştık….biz….

Güvertede, kıyıda, ormanda
Kumsal da, ormanlar da, yıldızlar da buluşmasakta
Birbirimize yazılmıştık…



26.10.2004 - Adana

Olgun Ekinci


Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 01:04 AM

Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11   Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.