www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee

www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee (https://www.cakal.net/index.php)
-   Edebiyat (https://www.cakal.net/forumdisplay.php?f=268)
-   -   Osman Demircan (https://www.cakal.net/showthread.php?t=144015)

GooD aNd EvıL 04-10-2009 03:59 PM

Canlı Bomba

Canlı bomba misali tenimde bumbuz terle.
Hayatı solumaya mutlu olmaya bakıyorum.
Gözlerimde dilencilerin hırpalanmış yanları
Gördüklerimde kör değil karanlık yalanlar
Pimi çekiyorum yalnızlığıma haykırışlarımla.
Parçalanıyor duygularım yüreğim kimsesiz.
Polisler ölümüme seviniyor hainim diyerek.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 03:59 PM

Cayır Cayır

Sevgin uykuların sarhoşluğunda çiçek dolu dal.
Ne olur yanımda kal gül kokuna muhtacım ey yar.
Aşk dağlarda serin pınar dudaklarım ırmak arar.
Ne olur kurtar beni senli yangınlarım ateşim var.

Çamlar tutuşur cayır cayır koca orman alev alır.
Elimde avucumda hatıran kalır dudakta hararetin.
İnce parmaklarımın ucunda dağ çiçekleri yanar.
Patikalarımda izin var ayaklarını öpeyim gitme yar.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 03:59 PM

Cehennem Sevmeleri

Kendisini cehenneme attığında gözü cennette olmamalı
Eğer seviyorsa insan aşkı uğruna çok şeyi göze almalı
Yüksekte biter çiçeklerin en ulaşılmazı uçuruma bakmalı
Gözyaşıyla intihar çiçeklerini sulamalı arkaya bakmamalı

Cehennemden beter aşk gülleri yakar günahkar bülbülleri
Yanık buğdaylar için ağlar kır çiçekleri tükenmez çileleri
Yürekten yananlar tanırlar kül renkli saçlardan birbirlerini
Saman alevi gibi yayılır sevgi başlar cehennem sevmeleri

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 03:59 PM

Cennetiniz Bol Olsun

Bir cehennem kültürü yaşıyor dünya. Ya başkalarının canını yakıyoruz, ya da başkaları bizim canımızı yakıyor.Niçin böyle? Niçin her yer yakılıp yıkılıyor?
Bir gün elime dini bir kitap geçti. Huzur bulmak istiyordum cümlelerinde. Okumaya başladığımda ödüm patladı. Korku filmi mi izliyordum; yoksa dini kitap mı okuyordum belli değil. Şöyle yazıyordu kitapta' Allah, insanları cehenneme atacak, sonra bütün kapıları kapatacak. Herkes içerde feryat figan edecek ama hiçbir kapı aralanmayacak.'. Şimdi soruyorum sizlere bunu okuyan insan ne düşünür? Demez mi Allah affetmiyor ben niye affedeyim?
Bir şiddet kültürü yaşanıyor dünyada. Dini kitaplar ise şiddeti körüklüyor. Örneğin Tevrat'ta vadelilen topraklar var. Fırat'a kadar olan bu topraklar Allah tarafından Yahudilere veriliyor. Bu topraklarda yaşayan Kürtlere ve Araplara yaratıcı hiçbir yaşama hakkı tanımıyor. Şimdi sizlere soruyorum? Bu topraklarda hiç barış olur mu?
ABD bir tarikatla yönetiliyor.O tarikata göre dünyada bir kaos yaşanacak ve kurtarıcı Mehdi dünyaya gelerek Hristiyanları kurtaracak.ABD'nin dünyayı kaosa süreklemesinin bir sebebi de budur.
İslam coğrafyasında ise Allah inancı farklılıklar gösteriyor. Genelde din ve inanç resmi kültürün bir parçası oluyor İslam ülkelerinde. Haliyle bu ülkelerde Allah sadece vergi toplamıyor. Tam bir cezalandırıcı olarak insanlara anlatılıyor. Örneğin devlet için savaştığında şehit savaşmadığında kafir oluyorsun. Hemen cehennemi boyluyorsun. Devlet adamları da kadehlerini tokuşturarak ölenlerin ardından dualar yapıyorlar. Sadede gelirsek size bol cennetli bir hayat diliyorum. Şüphesiz ki Allah insanı iyi niyetle yaratmıştır. Cehennem ise insanın kendi karanlığını yaratmasıdır. Allah'ı ve herkesi sevin. Cennet kültürünü yaşayın ki cennetiniz bol olsun.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 03:59 PM

Çamlıbel Mahallesi

Her solukta portakal bahçesinin kokusu
Seni solurum her nefes Çamlıbel olurum
Bembeyaz çiçekler açmış gözlerimden
Seni okurum yamaçlarında bakış olurum

Bir yağmur yağar ıpıslak ciğerlerim üşür
Gri serinlik dolar avuçlarıma seni içerim
Aşka susamış dudaklarımdan dökülürken
Tüm acılarımdan damla damla düşersin

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 03:59 PM

Çek Git

Beni öldürmek istiyorsan.
Aklınla boğman gerek.
Anca seni o zaman severim.
Seni alnından bir güzel öperim.

Ne sende o akıl var.
Ne bende tahammül gösterecek bir yürek.
Sabrımı taşırmadan çek git!
Bak insanların çoğu seni sevecek.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 04:00 PM

Çırılçıplak Yalnızlık

Sensiz *******de hasretin uykumu bölüyor yar
Çırılçıplak bir yalnızlığı yaşıyorum karanlığında
Ne yapayım yıldızları koynuma mı alayım söyle
Sana dokunmak isterken çırılçıplak yalnızım yar

Öpüşün dudaklarımdan dökülen billur bir ırmak
Her gece rüyalarıma dolan coşkulu bir hayaldir
Bedenim dokunuşlarından arta kalan bir ceset
Çırılçıplak ölümünü yaşıyorum yıldızların altında

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 04:00 PM

Çöl Çiçeği Feride

Feride'nin bakışlarında martılar çığlık atardı.
Ağlayarak ruhunun derinindeki denize bakardı.
Mehmet'i severdi istese ona dünyayı verirdi.
Gözü gibi kıymetli Alperen'i dünyaya getirirdi.

Kulaklarında çocuk sesleri vardı ürkek, ince
Damarlarındaki nehre öksüz bebekler düşerdi
Dağlara taşlara ket vurdu Feride onu unuttu.
Kumlardan su yürüttü çöl çiçeği oldu Feride.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 04:00 PM

Çukur

Ne olur öldürme beni kuğu girer göz çukurlarıma göl olur
Çırpınarak sevdalanan kuğu gölün tam ortasında boğulur
Bir dramdan akan sular gibi şelalelerden ölümüm dökülür
Bir yanım çukur olur bir yanım uçurumun elini ver ne olur.

Dalıp dalıp hayaline yakamozlar serperim deniz gözlerine
Kendimi atarım kör karanlık sularına haykırışlarım duyulur.
Bedenim deniz olur dalga dalga cesetim dizlerine dökülür.
Ağlarsın kederli bir duyguyla göz çukurların mezarım olur.

Ürkek, sessiz, dalgın bir kuğu kendi gözyaşlarıyla boğulur.
Dalından kopan yaprak misali ölümün gölgesinde uçuşur.
Islanan yüzüne vurur şafak vaktinin kızıl ışıkları aşkı anlar
Yeni ufuklar açamaz ölüm dolar göz çukurlarına kan ağlar.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 04:00 PM

Değer Yargın Varsa Değerlisin

Oldum olası ya cahillikten ya da gafletten olsa gerek değerlere karşı bir yıpratma kampanyası yürütülüyor. Bu kampanyanın asıl amacı milletin üzerinde bir kalkan gibi duran devlet inancını yine milletin başına yıkmak. Milli unsurları değersizleştirmek ve sonra yok etmek. Önce milleti yanlış kararlarla sonra yanılgılarla orduya karşı, devlete karşı sonra kurum ve kuruluşlara karşı bir ters duruşa soktular. Türk insanı düştüğü bu çukurdan her çıkmak istediğinde ya bir devlet adamının yanlış adımlarıyla o karanlığa tekrar itildi, ya da bir üst düzey yetkilisinin hezeyanlı açıklamalarıyla nefrete sürüklendi. Devletini ve milletini sevmek isteyen insanlar ya öldü ya öldürüldü ya da duyarsızlaştırıldı. Bayrağını sevmek isteyenler kendini bilmez insanların taciz, tahrik ve aşağılamaları sonucu zayıf düşürüldü ya da kendini bilmez bu insanlar bizzat devlet ve asker ağızıyla konuşarak ülkesini çok seven insanları düşman ilan etti ve onlara savaş açtı. Temiz vatandaşlar kendi bayrağının yine kendi gözlerine batırıldığını gördü. Bir millet cunhurbaşkanını sevmeli, başbakanını sevmeli ve askerini sevmeli. En önemlisi bu makamları işgal eden insanları sevmese de devletini sevmeli ve ona güvenmeli. Son zamanlarda millet gaflet ve dalalet içinde bulunan bazı kişiler tarafından devletine karşı düşmanlığa itiliyor. Bir milleti ulus yapan değerler değersizleştiriliyor. Değer yargıları alabildiğine yerle bir ediliyor. Türk insanının onuru ayaklar altına alınmak isteniyor. Son sözüm Türkiye kötü bir noktada. Işıkları kapatıp bir bakın belki görürsünüz. Gökyüzünde ne yıldız var ne ay. Çok aydınlık körlük yapar. Lambaları kapatın bir. Ayağanızın altından kırmızı halılar çekilmeden. İlerlemek güzeldir ama ayağın yere basacak olursa. Oysa Türk milletinin ayağı yerden kesilmek isteniyor. Pahalı ayakkabılar güzeldir ama ayakların satın alınmış olmasa.
Gelgelelim Türkiye'deki müslümanların değer yargılarına. Evet Türkiye'de bir müslümanlık var ama herkes kendine müslüman.Örneğin çok susadığınızı düşünün ve o an yanı başınızda duran caminin şadırvanına gitmeye karar verin. Orda susuzluktan ölseniz dahi kimse size buyur su iç demeyecektir. Çünkü abdest alıyordur; ya da abdest sularını duruluyordur. Zaten oracıkta ölseniz musalla taşı da hazırdır. Allah rahmet eylesin iyi bir çocuktu vesselam...Ölen aslında değer yargılarımızdır.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 04:00 PM

Deha Nedir?

Bakın insanların suratlarına lapır lapır aptallık akmaktadır. Çünkü insanların gözlerini bencillik, para, hırs, tamah bürümüştür. Evet evet insan iyiliği kadar, dürüstlüğü kadar, cömertliği kadar zekidir. Bu yüzden peygamberler dahidir. Bu yüzden insanlar hep bataktadır. Bu yüzden dünya savaşlar yaşamaktadır. İşte bu yüzden insanlık aptallıktan kurtulamamaktadır. Yani iyilik yapmamaktadır. Yani beyni şeytanlığa çalışmaktadır.
Bazı insanlar başkalarını kandırmayı kurnazlık sanmaktadır. Üstüne üstlük bir de kendinle övünmektedir. Bunu bir zeka göstergesi olarak algılamaktadır. İnsanları üzmeyi, onlara eziyet etmeyi tilki kurnazlığı sanmaktadır. Bunun da Türk zekası olduğuna inanmaktadır. Hatta Türkiye'ye gelip dolandırılan turistleri aptal saymaktadır. Aklınca günahının affolacağına inanmaktadır. Avrupalının yaptığı sömürü bencilliğini bu sefer onlara iade etmektedir. Böylece aptallık ikiye katlanmaktadır.
Size sorarım? Birisini mi ezmek istersin yoksa birisinin seni ezmesine mi razı olursun. Evet bir üniversitede ters yönde giden bir arabanın altında üniversiteli kız kalarak ölmüştür. Aptallık her yere girmiştir. Bizi de bulma ihtimali ortadadır. Ama hayır ben bir aptalın arabasının altında kalmak istemiyorum da diyebilirsin. Bu sadece temennindir. İyiliklerini arttırıp aptallığın belki biter. Fakat dünyada yüzlerinden aptallık akanların oranı çoğunluktadır.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 04:00 PM

Deli Gömleği

Aynaya bakmaya korkuyorum.
Gözlerimin içinde kurtlar kuzular
Aynı anda dolaşıyor.
Hain hain bakıyorum.
Bayramlık elbiselerimi çıkarıyor;
Deli gömleği giyiyorum.
Ben ara sıra çıldırıyorum.
Anlayacağınız yine şiir yazıyorum.
Ben kafayı şiirle bozuyorum.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 04:00 PM

Deniz Kabukları

Bır kıyı uzanır oturduğun şehrin altında kirpiklerinin ucunda
Vurur sahile okyanustan gelen bakışların ve yosun gözlerin
Dalga dalga saçlarından ellerime, avuçlarıma güzellik dolar
Kumlar havalanır, palmiyeler sallanır, eser endamın yanımda

Sonsuz bir sevi yankılanır kulaklarımda deniz kabuklarından
Bir okyanus manzarasından fışkıran güzeliğinin yankısı gelir
Canıma ciğerime tuzlu suların dolar, hararetin kalbimi yakar
Öpüp öpüp yıktığın yerlerin koru gözlerinden gözlerime akar

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 04:00 PM

Denizleri Yara Yara

Beklediğini biliyorum.
Güne vuran güneşle,
Sımsıcak bir gülüşle
Döneceğim sana.
Belki ilk vapurla,
Denizleri yara yara...
Belki kara trenle
Yeni bir istasyondan,
Yepyeni bir hayatla,
Döneceğim sana.
Bekle beni sevgilim.
Kurşun sıkıp sensizliğe
Bütün korkularını
Sıyırıp üzerinden
Pazılarımı yastık
Yapacağım sana.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 04:00 PM

Derinliğine Sevmek

Biliyordum hayatımızı anlamsız ve renksiz bulurdun.
Burada intihar duygusu bile anlamını yitirmiş derdin.
Ve sen gecenin bir vakti, çekip giderdin.
Gece karanlığında bastığın yerde kurtulmak isterdin.
Kurtulmak için gittiğin yer kaybolmuş ömrün olurdu.
Sonra sonra günlerce sokağa çıkmazdın.
Hiçbir yerde hiçbir şey yok boşuna onca insan derdin.
O kırık pencerenin ardından uzakları seyrederdin.
Ardından dönüp bile bakmadan hayatımızdan giderdin.
Arkanda o kırık penceredeki kimsesiz kanın kalırdı.
Bense beni bıraktığın gibi durur uzaktan seni izlerdim.
Sonra sonra zifiri karanlıkta evine geri dönerdin
Eskisinden daha yorgun eskisinden daha paramparça.
Hiçbiri parçalarını uzaklardan toplayıp sana dönmedi.
Derinliğine aşkı yaşama adına yaralar alıp bana geldin.
Ben seni tanıdığım için farklı olan benim bunu bildin.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 04:00 PM

Dua İle

Allah'ım sen olmasan gücüm neye yeter
Bütün vapurlar beni terkeder trenler ezer
Suya düşer sevdanın en hası en mavisi
Yorgun ellerimde seni dileyen güller biter

Bulutlardan avucuma yağmur suyu düşer
Parmaklarım titrer solgun güller harelenir
Acıyı toplarım gül bahçesinden birer birer.
Kelebek konar Allah'ın güzelliğine dua ile.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 04:00 PM

Duvar

Sana söyleyecek çok çok sözüm vardı oysa
Bir kez olsun durup dinlemedin ki sen beni
Hep asılı kaldı sözcüklerim ikimizin arasında.
Zamanla, vura vura bir duvar ördün aramıza...

Duvara çektiğin dikenli tel elimi kanatıyorken
Ne çok şey vardı seninle yaşamak istediğim.
Aramızdaki duvara bir tuğla daha ekliyorken
Suskunluğum büyüdü kalbimse küçüldü iyice.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 04:00 PM

Dünyanın Yüreği Avuçlarında

Hangi bacaklar ayaklanır da
Hangi göz keskin bakışıyla
Yer kabuğunu soyar.
Bir gövde gösterisi bu.
Aslanı yaratan mı yarattı seni.
Pençelerini bana bağışla.

Çünkü kıyamet yaklaşmakta.
Aslan kükremesiyle korkar dünya.
Belki vazgeçer sevdasından.
Tutamaz yüreğini avuçlarında.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 04:00 PM

Dünyaya Benzersin Yine

Sen de bu dünyalı değil misin söyle
Birden çekip gidersin şafak sökende
Bir şey olmamış gibi başlarsın güne
Güvendiğim dağlara kar olursun yine
Tüm ölüm beyazlığını dökersin önüme
Sonra güler gül açar gözünün içinde
Beni unutur gibi ağlamayı unutursun
Zulüm olursun yedi veren karanfilime
Sen de bu dünyalı değil misin söyle
Nasıl inanırım sözlerine ve güzelliğine
Beni üzersin dünyaya benzersin yine

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 04:01 PM

Düşünmesi Bile Korkunç

Aklımdan neler geçiyor?
Tren geçiyor.
Vapur geçiyor.
Bir dolu otobüs geçiyor.
Yol alıyorum düşünce iklimlerine.
Düşünmesi bile korkunç
Bazen ordu geçiyor.
Bir savaş alanı oluyor başım.
Beynime kan sıçrıyor.
Yüzümü toprağa sürdüğümde
Alnımdan halkım geçiyor.
Bulutsuzluk özlemi içinde ülkem,
Alabildiğine aydınlık günler istiyor.
Yerle gök arasında alnımıza,
Toprağımızın yazgısı düşüyor.
Saçlarımız bayrak gibi dalgalanırken
Vatan sevgisiyle okşanmak istiyor.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 04:01 PM

Ellerin Tutunduğum Dünyamdı

Ellerin tutunduğum dünyamdı.
Yağmurlar paslatırken bulutlarımı
Kir pas içinde kokardım.
Ellerim parmak uçlarına değince
Dünyanın çivisi çıkardı yer yerinden oynardı.
Her şey ıslak bir masalın derinliğine dalardı.
Güneş bulutları pembeleştirerek
Denizin kıyısına varırdı.
Yaşlı gözlerimle güneşe bakıp
Senin sevginle yanardım.
Ellerin bütün dünyamı kaplardı.
Gökyüzünde bana hayal ülkelerine giden
Yollar yapardı.
Bulutlara koşardım ve senin ellerinle
Gökyüzüne çıkardım.
Yerle gök arasında ellerinle yaşardım.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 04:01 PM

En Çok Gözlerini Sevmiştim Oysa

Artık beni bulamazsın kökümü kazıdı mezarcılar upuzun
Yağan her yağmur damlası bir iz bırakmadı ki senden
Kuru kaldı damarım soldu her yanım yüreğim yanarken
Yoksa ayak izlerine birikmiş suyu içecektim kana kana
Adım başı ölmeyecektim senden bir iz bulsaydım eğer

Sen çekip giderken arkanda cehennem kurulmuştu yar
Bir gözyaşı bırakmadın giderken yüreğime su serpecek
Nasıl arkana bakmadan gittin üstelik gözyaşı dökmeden
En çok gözlerini sevmiştim oysa bakışlarına tutkundum
Demek o bakış o göz başkalarının da olabilirmiş meğer

Başkasına seviyorum diyebilirmiş öptüğüm dudakların
Demek tuttuğum ellerin kaç çiçeği kopardı yüreğimden
Ne sevmeye ne sevilmeye açmayacak kan karanfillerim
Tüm umutlarımı yerle bir ettin uçurumdan düştüm ben

Öldüm bil şimdi beni görmeye gelme gözyaşını dökme
Bari mezar çiçeklerimi üzme üzerlerine gölgeni düşürme
Yaşamak kanına dokunmakmış ellerinden su içmekmiş
Biçtin tüm buğday başaklarını ekmeğe suya muhtaçken

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 04:01 PM

Erik

Tutamadım kendimi.
Yenemedim nefsimi.
Kopardım tatlı eriği

Yedim cennete girdim.
Tadını sana benzettim.

Ben seni çok sevdim.
Kendimi ele verdim.
Öyle doyumsuzsun ki
Seni eriğe benzettim.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 04:01 PM

Esintine Beni Çek

Ağırdır benim sevmelerim yürek ister.
Alabildiğine yaşar gönlüm böyle sever.
Adalı bir yapım var esintine beni çek.
Hafif rüzgarlarla duygularımı alabora et.

Ruh derinliğimde okyanus ağırlığı var.
Dalgalarınla gözlerime yakamozlar ek.
Estikçe dünyanın rengini sahilime ser.
Ada kalbimi rüzgarınla kıpır kıpır titret.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 04:01 PM

Eski Dostlar

hayat bir cam kırığı gibi yere düşerken
bazı yüzler kan içinde kaldı ve unutuldu
çünkü zaten o camı kıranlar da onlardı
burnuma gelen çürük beynimin kokuları
düşünceye dolan ölüm korkuları onlardı

sevdalar gibi ölüm kalım savaşı verdiren
buğulu camlara yüz şekillerini çizdiren
kalbimi kıran ruhumu da inciten bunlardı
hayal kırıklığı yaşatanlar böyle dostlardı

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 04:01 PM

Etek ve Pantolon1

-Çok acı çekiyorum.
-Neden?
-Bir çocuk dünyaya aç gelebilir; hiç doymadan ölebilir.
-Lütfen sakinleş!
-Senin kadar iğrenç olabilseydim; her yerde sakin olabilirdim!
-Ben çirkin olabilirim ama sağır değilim.Duyabiliyorum yüreğindeki ağlayışını, titremelerindeki üşümeleri.
-Niçin bu kadar körsün o zaman; gözlerin bu kadar güzelken? Ağlamayı bile beceremiyorsun dünya toz gibi göz bebeklerini incitmişken.
-Yanılıyorsun
-Gece bile yıldızı yanlış anladı birbirine o kadar aitken.
-Allah her şeyi ayrı yaratmış.Her bitki her yerde yaşayabilir mi? Herkesin kendi yeri var.
-Peki senin yerin neresi?
-Ben çölün ortasında bir kaktüsüm.Çünkü bana dikeni bu hayat öğretti.Bir de yığınla derdi.
İnsan anca başkalarının hayatıyla eğlenebilir; kendi hayatı mabettir.
Sinirlendi.Aşkın fazlalıklarını yaşamaktan sıkıldı.Bu konuşma ona fazla ağır gelmişti.Karşısındaki aşk adına manevi baskıya giriştikçe girişiyor dudaklarından kanlı pusuları döküyordu.Her sözle üzerine yağmacılarını salıyordu.
Çayını yudumladı kalkmak için doğruldu.
Murat bir hışımla bakışlarını Derya'ya fırtına gibi gönderdi.Derya'nın yüreği kabardı.Bütün deniz kabukları yaralarından düştü.Dalga dalga yayılan aşksızlığı yüreğine tuz bastı.
-Bak murat bana sert sert bakma.Pantolon giyebilirsin ama kılların her yanını sarmış.Ben artık mağara karanlığında yaşamak istemiyorum.Sen git medeniyetini başkalarına göster.Ben artık senin coğrafyandan çıkmak istiyorum.
-Yo böyle çekip gidemezsin.Etekliğinin her kıvrımında dolanbaçlı şeytani yollar.Şeytanlarını sallaya sallaya burdan gidemezsin.Zaten bin türlü günaha girdim eteğindeki bir gülü öpmek için.Bu kadar kolay tövbe edemezsin.
-Sen beni suçlama Murat.Günah çıkartamazsın böyle.Benim eteğimin altına da saklanma.Ben artık senin ütülü gömleğinden sıkıldım.Düzgün kişilik rollerinden sıkıldım.Bu aşk kasvetli yarınlara gebe.Bense güneşin doğmasını istiyorum geleceğime.
-Tamam sana yetmediysem git! Önce kendine yetmesini bil.Sen arızalıysan hiçbir aşk seni tamir etmez bunu bil.
Derya arkasına bakmadan kafeden uzaklaştı.Yürümek istiyordu kimsenin koluna girmeden.Adımlarının sesini duymak istiyordu.Postal seslerini işitmeden.Ne güzel kendini çoğaltabilmek.Yalnızken bir orman olabilmek.Bir roman olabilmek.
Roman kelimesi de yalnızdır ama ciltlerce kelimenin anlamını saklar kendi içinde.
Akşama kadar dolaşmıştı Trabzon'un caddelerinde.Yorulmuştu Derya.Evine doğru yol alırken ayakkabıları daha güzeldi eskisinden.
Evine vardığında banyoya koştu.Aşkın köpeklerine yedirilmiş etlerini yıkamak istedi arınmak istedi salyalı duygulardan.Dudaklarını ovaladı suyun altında önce makyajı aktı ardından gözyaşları.Oysa öpüşlerinde saklıydı gece mavisi.Kararmıştı şimdi gecenin sisli havası.Tüllerini sıyırdı tenini yıkarken dudak izlerinin.Rahatlamıştı bedeninin her karesi.
Durulandı aktı saçlarından kurtulmuşluğun billur bahçeleri.Her saçında büyüdü kök salmış özgür çiçeklerin envaisi. Aynada tarandı yansıdı yüzüne temizliğin ak gölgesi.
Uyumak istedi.Rüyasız uykular diledi pempe tozlar serpiştirilmemiş.Göz kapaklarını kapadı kapandı yatağına tertemiz.
Rüyasında fırtına vadisini gördü.Kırılmıştı dalları bütün lalerin.Gökyüzünden bir şelale akıyordu vadinin içlerine.Lalelerin kadehlerini dolduruyordu özünden.Bir yudum içti çiy düşmüş kaderine kadehinden.Ter içinde uyandı susamıştı bir bardak suyu akıttı kuru dileklerine.
Televizyonu açtı.Uykusu dağılmıştı.Filmlere baktı.Ne kolaydı ekranda ölmek ve sevmek.Hiçbir şey olmamış aşklara benziyordu senaryodakiler.
Canı sıkıldı balkona çıktı.Gözleri dalgalara ilişti.Annesini hatırladı dalgalı saçlarıyla.
'Kadınlardan en kötüsü hayat kadını olur; erkeklerden ise her şey olur' derdi annesi. Ne akıllı bir kadındı; adam gibi adama yakışandı.
Annesi adını Derya vermişti.Çünkü Sürmene'nin balıkçı ailesiydiler. Evin tek kızıydı.Ağabeyleri okumuş kaptan olmuşlardı.Kendisi iç mimardı.İş için merkeze taşınmış ailesi ilçede kalmıştı.Hafta sonları yanlarına giderdi.
Babası ona erkek mantığını öğretmişti.Yirmi beş yaşına kadar çok erkekle bağ kurmuştu.Bütün aklına rağmen, zekasına rağmen sadece erkeklere yenilmişti.Yenilgisi neşesiz günlerin anlamsız gülüşüydü dudaklarında.Sözcükler bulamıyordu sıkıntısını anlatmay****endi kendine horozlanmaya bayılıyorlar, tüyü yolunmuş gibi bağırıyorlar ve kendi pisliklerinin üzerinde de iyi ötüyorlar.Her yeri kan ve sperm kokutmak istiyorlar dedi.
Balkonda nefrete yetecek kadar malzeme topladı kendince.Yüreği yaşama sevinciyle attı.Yaşamak sevgiye açık, kapalı nefrete her yanda.Eğer güçlülerin dünyası olsaydı bu dünya yaşar mıydı bu zamana kadar ceylanlar? Ve erkekler bir zincirin halkalarıdır ancak.
Salona geçip kanepeye uzandı.Uykuya daldı.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 04:01 PM

Etek ve Pantolon10

'Ehli keyfe keyif verir; kahvenin kaynaması.Koca eşeği yoldan çıkarır sıpanın oynaşması.'
Arpa yemiş eşeğe dönüştüğünde erkek, kadın onun için bir sıpa mıdır?
Bu oyunu yutmayacaktı.Hazmedemezdi içine doldurulan bunca ölü çocuğu.Bir çocuk mezarlığı olamazdı başında imam kesilen erkeğe inat.
Herkes her şeyin en iyisini istiyordu.Derya, çok güzeldi.En iyisinden biriydi.Ömer Emel'i aptal buluyordu.Çocuklarına iyi bakamazdı.Zaten çocuklarını kocasını bırakıp Ahmet'in peşinden gelmişti.Delik teşikti Emel.
Bir kadın anne değilse, eş değilse; yanında babası, kocası, abisi, akrabası yoksa; tek başına kadın bir delikti.Bütün sokak yağmurlarının taşıdığı ayak izlerinin, ezikliklerin, çamurların, aktığı bir delik.Her yol ona akardı.Çirkin, yaşlı, kokuşmuş, iğrenç, yakışıklı, genç, kıllı, kıllısız erkeklerin spermlerinin buluştuğu döl çöplüğüydü. ******ydu.
Böyle düşünüyordu Ömer ve 'Vesikalı Yarım' adlı şiir yazmayı düşünmüyordu.Derya akıllı, güzel ve teni pürüzsüz bir kadındı. O erkeğin içindeki ceketli mektep talebesini çıkarabilecek bir hatundu.Derya okul olabilirdi onun için.En çok şiir sıralara yazılırdı. Erkeğe lazım olan şey kerteceği birisini bulmaktı.Derya
kertilmek için idealdı.
Emel dişiliğinin iç çamaşırlarını ofisin manevi havasında gezdirirken,kadın olmanın avantajını kullandığını sandı.Oysa yanıldı.
Bütün kadınlar tehlikedeydi. En çok çocuk pornosunun izlendiği ülkede yaşamasından dolayı tehlikedeydi. Önce kız çocuğu olarak, anne olarak sonra kadın olarak riskteydi.Sanki kara tren gelirken ayakları buzlu raylar üzerindeydi.Her an ölebilirdi. Her adım ne ileri ne geriydi. Dünya erkeklerin donlarının içindeydi.Nereye el atsa şekerle kandırılan çocuk gibiydi.
Emel, işe girerken Ömer için hayal kurmuştu. Oysa kazanan gerçeklerdi.
Emel, bunca itilmiş kakılmış bakışlardan sonra Ömer'le ileriyi görebilmişti.Onunla geleceğe dönük bir ilişkisi olamayacağını anladı.Odasına giderek son kez göz göze geldi ve ona şiir yazdığı kağıdı verdi.Ömer şaşkınlık içinde şiiri okudu:
Yalancı Sevişmeler
Kanlı bıçaklı gecenin ardından umutla uyanır kadın
Her rüyada bekler özlenip de sevilemeyecek birini
Çünkü aşk yoktur; her gece yatak erkekle doludur.
Ve bir gece ansızın korkuyla kalkar yerinden kadın
Kanlı çarşaflara değerken ayakları bir şey bitmiştir.
Antredeki danışmada oturan Emel kendisinden daha çok emindir.Artık en iyi intikamı en iyi olarak almıştır ve almaya da yeminlidir.İki makam odasının dışında çalışmaya layık görülse de.
Akşam eve geldiğinde Derya hırçındı.Ömer olanları ona anlatmıştı ve Emel'in kendisine yazdığı mektupu ve şiiri Derya'ya okumuştu.Neden sır tutamazdı erkekler neden...Ertesi gün İstanbul yolunda bir tutam kızıl saç güneşin battığı yere doğru dağılıyordu ama mavi gözler ağlamıyordu.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 04:01 PM

Etek ve Pantolon12

Anne ve çocuk Tarlabaşı'na doğru yürümeye koyuldular.Anne arkada çocuk önde.Kırmızı neonlu otel panolarının birinin altında büyükçe bir naylonun altında titreşerek uyuyan üç çift göz yakalayıncaya kadar yürüdüler.İçlerinden en genç olanı:
-Baba getirdin mi?
Ortancası:
-Tabi ya getirmiştir baba
En küçüğü:
-Getirmemiştir gene
Çocuk annesine döndü.
-Duydun mu lan! Bak ne lazım bize.
Emel anlayamaz önce çocuğu kendisine arzulu ve hırslı gözlerle iki tane cümlecik fırlatıverdi.
-Tiner ulan! Tiner lazım bize.
Emel cebinde ne var ne yok verdi oğluna.Oğlu Okan karanlıklarda bir kayboldu bir çıkıverdi.Gazete kağıdına özentisiz sarılıverilmiş alelacele paketlenmiş bir şişe tinerle geri döndü.Üç çift göze onu attı.
-Baba büyüksün.Bu akşamın karanlıklarını yırttık deyip kendilerinden geçmeye başladılar.Oğlum der Emel gözyaşlarıyla.
Okan bir kağıt çıkardı cebinden annesine uzattı.Bir tane daha sonra bir tane daha sonra bir tane daha.
-Para etmedi bunlar
-Ne oğlum bunlar
-Biliyorsun şiir yazmaya başlamıştım evdeyken.Gidiyorum şair kahvesine buluyorum Küçük İskender'i bir bira ısmarlıyor sonra sabah ayıldığım zaman bütün şiirlerim Küçük İskender'le beraber kayıplara karışıyor.Son darbeyi de barmen vuruyor bir kova suyu üzerime boca ederek.
-Peki ben niçin bunların hiçbirini bilmiyorum.
-Aslında son iki yıldır yaptığım gibi kendinden başkasını düşünmüyor ki bu moruk.Acı insanı bencilleştiriyor besbelli. Peki anne şimdi barışacak mıyız? Emel oğlunun koluna girdi; bir taksi çevirdi beraber Kurtuluş'taki evlerine gittiler.Oğlunu hemen banyoya, elbiselerini çamaşır makinesine soktu.İki yıldır hiç dokunmadığı gardolabından temizlerini ona verdi.Sonra çalan telefona koştu.Telefonun ucunda bu dünyanın ağır toplarından bir iki gemisi Karadeniz'de batan eski Milliyet dergisi sanat yönetmeni duruyordu.
-Ay Özkan Bey nasılsınız? Ben de sizi aramayı düşünüyordum.
-Hayırdır Emel, bir şey mi var?
Emel oğlunun hayat hikayesini ona anlattı sonra sana önemli bir haberim var dedi.
Özkan Bey heyecanlanmıştı.Bilirdi ki Emel çevresi geniş bir insandı.
-Küçük İskender meğerse oğlumun şiirlerini sahipleniyormuş.
-Emel bu olayı ispatlayabilecek miyiz?
-Özkan Bey yarın şairler kahvesinde buluşalım.
Bir gün sonra Özkan'ın ofisinde bugün mü yarın mı bombayı patlatalım konuşması yapıldı.
-Bienal'i bekleyelim ne dersin hani şu Feshane'de yapılanı Emel
-Olur Özkan
Emel nihayet çocukları için bir şeyler yapmaya başladığını ve hayatındaki bir çok şeyin onun için anlam kazandığını, neden yaşaması gerektiğini öğrenmeye başlıyordu.Zekileşiyordu.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 04:02 PM

Etek ve Pantolon13

Trabzon ve Bodrum o kadar uzak o kadar yakındı.Ortaköy'ü düşündü o gece. Ahmet'i hatırladı.Bir mum ışığına benziyordu hayatı.Ne yeterince ısınabilmişti ne de yeterince aydınlık görmüştü.Her şey bir anda sönüp gitmişti.Karanlık günler kalmıştı geride yaşanılanlardan.Emel yaşam sevinciyle toprağı çatlatıp çıkan tohum gibi hayatı zorlamıştı.Gün yüzü görmek istiyordu artık.
Seyahat acentasını bıraktı.Kendisi sanat galerisi kurdu.Özkan arkadaşıyla birlikte bienalda bombayı patlatınca, reklamını da otomatikmen yapmış oldu.
Günlerden Yalçın'dı.Galerinin önüne kırmızı, üstü açık arabayla Yalçın ve uzatmalı sevgilisi geldi.Kapıda duran Emel'in karşısına zafer anıtı gibi duruverdi.
-Nerden haber aldın beni?
-Alay mı ediyorsun anne? Herkes senden bahsediyor.
-Okan ile görüştün mü bak sana bakıyor Yalçın.
-Bırak şu bozma herifi.Bana sen lazımsın sevgili anneciğim.
Okan yanlarına geldi:
-Merhaba Yalçın nasılsın?
-Eh işte
İçeri geçtiler.Uzun uzun cümleler kurdular.Sevgisizliği incinmişliği kentin çıkar ilişkilerini konuştular.
Bu sırada dışarda yağmur yağıyordu.Sultanahmet'ten Aksaray'a sanki kubbeler yerinden çıkmışcasına şehrin üstüne vurup vurup geri dönüyorlardı.Kapıda upuzun bir araba durdu.İçinden Emel'in içki küpünde unuttuğu biraz tadı ekşimiş, şişko domuz kel tipli salkım saçak küfür dolu kocası indi.
Emel onu görür görmez kendine arkalarda yer aramaya başladı.Öyle ya duyan gelmişti.Bu adam şimdi bir puntunu bulur gelir sataşırdı.Korkulan olmadı kel domuz adam bütün çamurunu alarak çekip gitti.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 04:02 PM

Etek ve Pantolon14

İlkbahar o sene İstanbul'a o kadar geç geldi ki birkaç kavak ve çınar ağacı dallarını mayıs ayı gelmiş olmasına rağmen yeşillendirememişti. Sarıyer'de ve Beykoz'da durum daha kötüydü. Ordaki ağaçların bırakın dallarını yeşil yanlarından bile geçmemişti. Emel arada sırada kendini İstanbul'un kollarına atıyor sonra perişan bir şekilde galerisine bile uğramadan evine geri geliyordu. Çocukları Okan ve Yalçın eve hiç gelmiyordu. İpler gerilmiş; canlar, dostluklar,sevgiler kurban edilmişti. Anne ve çocuklar arasında bağ tekrar kopmuştu. Emel'in oturduğu Kurtuluş'taki apartmanın sokağında çocukların bağrışmaları, komşuların didişmeleri,travestilerin pazarlıkları Kurtuluş'un göbeğindeki bu son durak çıkmazına vurup geri yansıyordu. İstanbul yine kalpsizdi üstüne üstüne geliyordu Emel'in.
Takatsizce düştü kanepeye.Birdenbire hıçkırık boğazında düğümlendi adını çözemedi. Trabzon'u Bodrum'u Kos'u ve küçük simitçiyi düşündü.Ali'nin ne kadar da büyük kalbi vardı. Acaba bir gün görür müydü onu. Bakırdan yapılma şamdanlardaki dayanılmaz mum kokusu tüm benliğini sarmışken odanın sessizliğini dışardan gelen cam tıkırtısı bozdu. Kafasını uzatıp baktığında gecenin karanlığında sabahın aydınlığında bir çift göz elleri buz gibi simit tablasının altında Ali'yi gördü.
_Simitlerim sıcak
Bu sesi sadece kendisi duydu sonra çocuk olduğu yere yığılı verdi.
_Uyanacak mısın? Yoo hayır
Emel Ali'nin ağzından gelen kanı gördü ve gözlerinin ferinin söndüğünü...onu hemen hastaneye götürdü sabahleyin hastanede doktorla konuştu Emel
_Yapacak bir şey yok ciğerleri iflas etmiş.Anne Babasına haber vermek lazım
_ Ailesi yok Dedesinden sonra yalnız kaldı
çocuk ileri derecede zature olmuştu tıp elinden geleni şuanda yaptı artık yapacak tek şey dua bence onu alın eve götürün
_Lanet olsun bir şey olmalı her zaman bir şey olmalı bir şey mutlaka vardır!
üç ay sonra
Yazın sonları Trabzon yakınlarında bir köy arka tarafta Doğu Karadeniz Dağları'nın zirvesi. Buz gibi bir su. Masmavi bir çağlayan. Dereyi eve bağlayan küçük patikanın sağ ve sol yanını ısırgan otları sarmıştı. Emel'in her geçişinde ayaklarına sarılıyorlardı. Kan ve gözyaşı dileniyorlardı. Emel kan ter içinde eve varıyordu.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 04:02 PM

Etek ve Pantolon15

Ne kadar garip değil mi insan? Bundan bir ay öncesi iki ay öncesi Ali ile değişik yüklemlerle değişik mekanda değişik gündemde değişik kıyafetlerle iken şimdi her şey ne kadar tepetaklak...Ali mezardaydı artık. Emel onu yalnız bırakmıyor üç ay olmasına rağmen mezarında zambak yetiştirmeye devam ediyordu.Artık Ali en ıssız yerde en ıssız ay ışığı altında zambakları aşk tatmamış bedeniyle besliyordu.Emel Ali'nin köyünde daha fazla kalmak istemiyordu; zaten akrabaları evi zaptetmek istiyordu.
Simsiyah bir yağmur bulutu ve ardından peşinsıra pus...Bulunduğu köyün yamacına yaslandı. Kah yağmur yağdı kah güneş kendini gösterdi. Bazen derelerden bir uğultu koptu yağmur dindiğinde.Uğultu su sesine karışıp boğulup gitti. Canlılık adına ortada hiç birşey kalmadı. Emel şimdi akşamın karanlığına yakalanmamak için daha dikkat etmekteydi.Ufaklığı son kez görmeye gidiyordu.
_İşte geldim ufaklık ama bu akşam son gelişim. Yarın sabah erkenden gidiyorum. Seni yalnız bırakacağım.Umarım beni dedene şikayet etmezsin. Unutma duam hep yanında olacak. Çakal Karlos seninle beraber o seni sessizlikten korur. Sen ona emanetsin.O sevdiğin köpek en büyük dostundur.
Akşam bavulları elinde bir çift kızıl saç, yanık ten Trabzon hava alanında uçağa biniyordu; ufaklığı mezarda bırakarak.
Üç ay olmuştu İstanbuldan çıkalı, değişen birşey yoktu; artık Ali de yoktu. Çocuklarıyla da bir türlü kaynaşamıyordu; çocuklarını alıp kaçmak istiyordu Kurtuluş'tan.Evini satacak(anılarına kadar) sonra da İstanbul'u terk edecek uzun zamandan beri hayalını kurduğu Turgutreis'te o Kos adasına bakan siteden beyaz badanalı doksan metre kare bir kooperatif evi alacaktı.
İlk günler oralara alıştı.Tşörtlerini hiç çıkarmamıştı oysa kıştı.Şimdi İstanbul soğuktan tir tir titriyordu.Umurunda değildi.Her gün yaptığı gibi sahil boyunca yürüyüşe çıkıyor; yaz için açılmış kafelerin lokantaların bahçelerinin önünden geçiyor; kapalı otellerin camlarına vuran kuru çınar yapraklarını izliyordu.Rüzgarın sokak köpekleriyle arkadaşlığına şahit oluyor; güneşin sevecen bir sevgi gibi okşamasını içine çekiyor; arada sırada gözyaşlarından içine akıttığı cam fanusuna sövüp durmasından başka bir şey yapmıyordu.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 04:02 PM

Etek ve Pantolon16

İsimler onun için gün geçtikçe yabanlaşıyor; anahtarları kullanmıyor ve kapılarını kilitlemiyordu. Tüm dış dünyanın veri tabanlarına,tüm uyaranlarına ve bunların tüm alt kümerelerine inat ben burdayımı oynuyordu. Her akşam yaptığı gibi köşe başındaki yaşlı bakkal amcadan sigarasını gazetesini ekmeğini alıyor; biraz sahil boyu yürüyor; fesleğenlerin altındaki boyası çıkmaya yüz tutmuş,kırık bankın bir köşesine oturuyordu.Saatini ona göre ayarlamış tekir Bekir haracını alıyor; bir iki Emelin ayaklarına süründükten sonra haremağası edasıyla karılarının yanına dönüyordu.Emel biraz daha oturuyor; alaca karanlık çökmeden geri evinin yolunu tutuyor; bu sefer sahili değil bir üst sokağı takip ediyordu. Yazın kalabalık olan bu cadde kışın inlere cinlere emanetti.
Bahçesinin kapısını açıp verandaya geçti.Sallanan yatağında beyaz şarabını yudumlarken Kos adasını Hristo'yu ve güzel tepeyi, rüzgarları, bayırları, serin olmayan patika yolları düşündü.Acaba deniz ve yakamozlar Emel'i mi çağırıyordu?
Sabahın sekizinde telefondaki mesajla ilkildi; mesaj Yalçın'dandı. Çocukları onun hatası değildi.
Anne oğul evlerinin yolunu tuttular.Mevsimin bu zamanında yollarda onlara köpeklerden başka arkadaşlık eden çıkmadı.Bakkal amcadan bu sefer her zamankinden bir fazla gazete, bir fazla ekmek ve bir paket fazla sigara aldı.
Gece üstlerine eşsiz bir çarşaf gibi örtüldü.Ay ışığı falan yoktu.Ortalık o kadar karanlıktı ki yıldızlar az sonra bahçe duvarından içeri atlayacaklarmış gibi insanın gözüne gözüne geliyorlardı.Yalçın burada sütten çıkmış ak kaşık olmuştu.Mevsimin bu zamanı hamlesiz kalıvermişti.Manken kızlar çok uzaktaydı; Kalamaran da öyle.Bunlar için yazı beklemeliydi.Niçin buraya gelmişti? Malum kendine finansör arıyordu.Bilmem hangi mankenle hangi otelin hangi odasında basılmak reklamını yapmak için.Emel'in ona vereceği bilmem kaçıncı bin dolar ona az geliyordu.Alacaklar alındı verilecekler verildi Yalçın İstanbul'a döndü.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 04:02 PM

Etek ve Pantolon17

Taşınma zamanı gelmişti.Taşınacaktı emel.Öyle karar vermişti.Zaten üç beş bavul tutan eşyasıyla külüstür vosvosunu doldururdu.Evini kapattı; anahtarı komşusuna verdi çocukları gelir diye.Tam o sırada cep telefonu çaldı uzun uzun.Arayan kocasıydı, lanet kocası.Ne zaman ona iyi haber vermişti ki şimdi verecekti.Acele İstanbul'a gelmesini, Okan'ın hastahanede olduğunu, trafik kazası geçirdiğini söyledi.Emel için yaşamanın bir yarısı artık bitmiş gözü yol mol görmüyordu.Kim bilir kaç saat dümen sürdü dönüş yolunda.Gecenin hangi bir yarısında hastahaneye vardı ve doktordan o iki kelimeyi duyması ne kadar sürdü kendi bile bilmiyordu.' Maalesef kaybettik.' Bu bir cümle olamazdı.Öyle ya kocası yine yalan söylemişti.Her şey tam hastahane filmlerindeki gibiydi.Hep dram hep acı hep acı ve gözyaşı.Hayallerimiz bizim elimizden bu kadar kolay mı çekip alınıyordu? Yetiştireceksin oğlunu yirmi beş yaşına getireceksin sonra bilmem ****** çocuğunun bir tanesi yanındaki ******ya hava atmak için hız göstergesini bilmem kaçıncı kilometresini topuklayacak yine aynı ****** çocuğu gelip senin elinden çocuğunu çalacak sonra siktirip gidecek.İnsan hayatı bu kadar mı basitti; çekirdek gibi çiğnemek için mi? Bu gerçek olamazdı. Zaten biraz sonra kendisi de bu gerçekliğin bir üyesi oluveriyordu.Aynı gün o da beyin kanaması geçirdi.İşte sana sanal gerçeklik.Yine bir cenazeye katılamayacaktı.Gözünü açacak halde değildi.Arada sırada doktorların konuşmalarını duyuyordu.Latince kökenli bir sürü kelime sarf ediyorlardı.Kocasıyla konuşuyorlar; ona bir şeyler anlatıyorlardı.Bütün bunların farkındaydı Emel.Bir insan hiç bu kadar umudu yokken ancak bu kadar tutunabilirdi hayat****alkıp ölse hiç kimse bir şey diyemezdi. Ne yapsın zavallıcık öldü kurtuldu derlerdi.Klasik olan Trabzon'u, Bodrum'u, Kos'u, Hristo'yu, Ahmet'i falan düşünmesiydi herhalde ama o öyle yapmadı.Artık kendini düşünecekti.Bazen en büyük erdem bencil olmaktı.Bütün bu diyaloglara şahit olmamak için kendini düşünmeye karar verdi.Hiç kimse umurunda değildi.Vosvosunu ve beş valiz dolusu eşyasını düşündü.Aradan bir yıl geçmişti Bodrum'dan döneli.Bir yıldır hastahanedeydi.Kararını vermişti kesin taşınacaktı.Hemşireyle vedalaştı; doktora da bir iki iyi kelime mırıldandıktan sonra arabasının antenine eteğini bağladı ve arabasına bindi.Feribotla İzmir'den Rimini'ye hareket etmesi pek uzun uzadıya olmadı.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 04:02 PM

Etek ve Pantolon18

Vize işlerini halledip harcını ödediğinde kendisi çoktan pasaport rıhtımındaydı. Geminin kalkması falan hepsi bir buçuk gün sürmüştü. Kuzey Alplerini takiben Como'ya varması diğer bir gününü aldı. Şimdi karşı tarafında İsviçre manzarası bu tarafında şehir ortasında Como gölü. Yılın en güzel ayıydı,eylüldü. Hiç telaşı yoktu Emelin. Okadar yoğun koşuşturmuştuki son yıllarda. İlk önce bir emlakçı aradı. Bu sefer ev satın almayacaktı. Her limanda sevgilisi olan bir gemici gibi olmayacaktı. Demiri alınmaya hazır katamaranı oynayacaktı. Buralara kazık çakmaya niyeti yoktu.Emlakçı ona göl manzaralı şehrin beş altı kilometre dışında bir yeldeğirmeni evini tavsiye etmesi herhalde onu görür görmez 'ha işte tam bu evin insanı ' demesinden kaynaklanıyor olabılir miydi? şu anki haliyle tam engizisyon kaçkını ortaçağ dilencilerine benziyordu. Ev tam aradığı gibiydi. Eşyaları özentisiz bir araya getirilmiş hafif rutubet kokulu, ıslak duvarlı, döşemeleri gıcırdayan her çıkışında deprem oluyor hissi veren merdivenleri ve yukardaki tek odasıyla bu ev artık Emel'in geçici karargahıydı hayatla savaşında.Geçmişte bile değildi.Türkiye geri dönülmesi gereken bir varış noktası değil; hayallerinin suya gömüldüğü bir gemiden ibaretti.Belki de yazacağı romanında dahi yer vermeyecekti ülkesine.Yavaş yavaş sosyalleşemediğinin farkına vardı. Hayvansal bir denklemi bile oluşturamıyordu.Böyle mi yazacaktı? En azından katil olup hapishaneye girse şimdikinden daha sosyal olurdu.Como hapishane olamazdı; buradan ayrılmaya karar verdi.Vosvosunu çalıştırdı; kuzeye Alplere doğru direksiyon sallamaya koyuldu.Kar bu mevsimde henüz St. Moritz'in tepelerine varamasa da etraf kayakçıdan geçilmiyordu.Cenevre'ye, Basel'e hiç uğrayamazdı. Direkt Zürih'e dümenini kırdı ve bir kaç gün içinde Zürihliydi.Bu şehir ona her zaman daha yakın ve romantik gelmişti.İlginç olan bu şehre hep yalnız gelmesiydi.Ne çocuklarıyla ne de kocasıyla gazete kuponundan çıkan Zürih tatilleri dahi olamamaştı. Cosestrasse'nin yamacında yeşillikler arasında alt katı beton, üst katı tahta küçük bir ev kiraladı.Vosvosunu tahta garaja kilitledi; camını çerçevesini şöyle bir elden geçirdikten sonra' madam madam' arkasından gelen bu sesle irkildi.Yan komşusuydu.Orta yaşlarda, bozuk Almancası hemen anlaşılıveren Akdenizli edalı tipik İtalyan'dı bu.
_Merhaba ben Enzo
_Ben de Emel memnun oldum.
_Siz buraya yeni taşındınız herhalde.
_Evet çok değil
On dokuz numaralı tramvaya binmesi ve Banhof Edge'de inmesi yarım saatini aldı.Bu binaya bayılırdı.Zaten oldum olası tren garları Emel'e çekici gelmişti.İçinden insan eğer ölecekse böyle bir yerde ve beş parasız ölmeli; ne kadar da asil olurdu buralarda ölmek derdi.Bir yandan da ne fark eder yaşamadıktan sonra diye düşünürdü.Yarım hilal şeklindeki bina taş süslemeleriyle ve hiçbir zaman oradan trene binmese de kapısına dayanıp kendini içeri attığı yer olacaktı.Biraz sonra Paradeplatz'daydı.Dünyanın yönetildiği yerde.Yani bankalar meydanında.Sanki o kalın duvarlar sağırlıklarını yoldan geçenlere bulaştırıyorlardı.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 04:02 PM

Etek ve Pantolon19

Köşe başındaki kiosktan sola doğru yönelip Banhofstrasse'nin ışıltılı dünyasına daldığında nasıl yağmur yağmaya başladığını anlayamadı. Bu mevsim Zürih'in havası İstanbul'un kadınlarına benzerdi; güvenilmezdi.
Sığınacak bir kafe aradı ve acele adımlarla bulduğu kafenden tam içeri girecekken dikkatsiz bir hareketle kapının önünde duran mavi renkli bisiklete çarpıp yere devirdi.Kaldırmaya çalışırken arkasından bir sesle irkildi:
_Was machts du hier?
_Pardon...
Gözlerine inanamıyordu Heike idi bu.
Aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen 1986 Bodrum yazını ve ondokuz yaşındaki kızıl saçlı uzun boylu Heike' yi hatırladı.O yaz ne güzel bir üç ay geçirmiştiler.
_Sen burda ha Emel!
_Evet şimdilik burdayım.
Garson masalarına çoktan iki kahve getirmişti; bu iki eski dostun muhabbetine keyif katmıştı.
_Nerde kalıyorsun?
_Cosestrasse'de
_Artık değil Emel...Biz iki dul benim evdeyiz.Kalabildiğin kadar kalabilirsin.
Akşam Heike'nin evinde göl manzarasını dörtyüz metre yukardan ışık oyunları eşliğinde izlemeye koyuldu Emel.Masanın üstünde iki elma sahibini beklerken, radyoda bir The Doors melodisi olan ' Riders On The Storm' çalmakta, ortama uymakta olan bu parça onu Sıraselviler Caddesi'ne götürmekteydi.Birden gene ilkbahar akşamı saat yedide karşısında Erkin Koray, Bilsak'ta akşam demlenmesi önünde bilmem kaç şişe efes ve hastahanede bırakılmış kürtaj bebeği aklına geldi.Bu düşünceler içinde yapılacak en iyi şey tabi ki Jim Morrison'a sığınmaktı. Bakarsın yağmur parçadaki gibi günahlarını da yıkar paklardı kim bilir.Değişen tek şey on sene sonra artık yalnız olmasıydı. Daha yaşanılacak çok yalnızlığı vardı.Tiberyus 'un dediği gibi:' Yalnız ve ıssız kaldığın yerde kendi içinde bir evren ol.' sözünde kendi dünyasını aradı.
_Tanrım düşüyorum.Yalın ayak karşındayım yine.Bu verdiğim kaçıncı savaş? Kilometre taşları yeni baştan mı dikilecek karşıma? Şurda elli yaşıma ne kaldı? Bir Attila İlhan, bir Özdemir Asaf ve gene hüzünler şehri Matisse'nin çığlık tablosundaki köprünün başındayım; yalnızlık böyle bir şey her bedene gerek.Sahip olduğumuz yalnızlıklar hiç tüketilmemiş şu masanın üstündeki iki elma gibi.
İşte yeni bir yağmur damlası odanın camına vurup gözüne gözüne çarpmaya başladı gecenin bu vakti yeni baştan.Dolayısıyla her asfalta damlalar düştüğünde gözyaşlarının kuruduğunu hissetti.Zürih'in bir çok yerinde şimdi Okan gibi genç vardı gecenin bir yarısı örtünmeye ihtiyaç duyup üstlerini kimsenin örtmediği.Bir ara Rote Fabrik'e uğramalıydı.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 04:02 PM

Etek ve Pantolon2

Sabahın ilk ışıklarıyla gözünü açtığında mutlu ve huzurluydu.Bugün toplantısı vardı mimarlar odasında.
Kahvaltısını yapıp hazırlandı.Güçlü adımlarla toplantının yolunu tuttu.Giderken birtakım adamlar gördü.Bunlar kırıntılarla besleniyorlardı ama hiç de barış güvercinine benzemiyorlardı.O an aklına: ' Artıklarla beslenenler itlerdir. ' diyen Lenin'in bu sözü geldi. O zaman anladı bunların dalkavuk olduğunu.
Toplantı salonuna girdiğinde ruhban sınıfı gibi oturmuş kişiler gördü.Bunların hepsi yüreği küçük, darbe kaçkını aydınlardı.Adları Nurullah, Sedat, Suat, Mehmet idi. Masaya yerleşmiş bu insanlar arzularını masaya akıtmışlardı.
Derya içeri girer girmez hepsi ayağa kalktı.Hepsinin nefsi azdı.Şadırvanda taciz edilen oğlanlar gibi abdest suları bulandı.Gök karardı.
Allah'ım hangi memleket bu.Gökyüzü bile bizden değil.Bütün kuşlar rahmet memleketlerine kaçtı.Ortalık kuru otlağa döndü.Bereket hangi diyarlara indi.
Yaşamak ne zor kuytusunda dedi Derya bu azgınlığın.Bir yanlış ki ortasında çırılçıplak ben.Her gelen otogarıma otobüs dolusu namussuzluk getiriyor.Her gelen bana bacım diyor babasını getiriyor.Bu ne dehşet toplantısıdır böyle. 'Kadınlar erkeklerin kaburga kemiğinden yaratılmıştır.' bu göğsünü gere gere söylenebilecek bir söz.Çünkü insanın göğsünde olanı ancak Allah bilir.Erkeğin gönlünde kadın vardı.Onu çekip çıkardı.
Derya söze başladı.Beyler binalarımız birbirine dayanmalı.Dayanışma iyidir.Biz yardımı severiz.İyilik olsun diye birbirimize gidip geliriz.
Derya'yı herkes ağzı açık dinlemişti.Çünkü sütun gibi bacaklarıyla mimarlar odasında çok sevilmişti.
Mehmet'in eşi tesettürlüydü.Ne zaman eşiyle Trabzon'un caddelerinde gezse arabalar üstüne üstüne gelirdi.Bu yüzden Mehmet, Derya ile çarşıda gezmeyi tercih ederdi.Dekolte kıyafetiyle gezerken Derya, akan sular durur; bütün arabalar yol verirdi.Müslüman erkekler bu konuda çok kibardı.
Nurullah çok yakışıklıydı.Herkesin ilgisini çekerdi.Erkek arkadaşlarının ilgisini çekmek onu sevindirmiş duygularına yön vermişti.Üç yıldır Sedat'la aşk yaşıyordu.Lağım kokan bir aşk.Evlenmemişler aynı evi paylaşmaya karar vermişlerdi.Onlarınki fay hatlarıyla çizilmiş bir aşktı.Annelerin yüreğini sarsan bir aşktı.
Suat farklı biriydi.Bedeni kaslıydı ama yumuşaklıktan beslenen teni vardı.O kadınların ipeksi yüzünde mutluluk öpücükleri kondurmasını severdi.Kadınların bereketli vücudunda kök salan sarmaşığa benzerdi.
Suat Derya'ya ilgi gösterse de Derya ilgi göstermezdi.Ona göre erkeklik beyindeydi; kaslarda değildi.Kişiyi beyniyle tanımaya çalışırdı.Suat'ın beyninde dansözler göbek atardı.Düşüncede irade ve sağlamlık Derya için çok önemliydi.Bir de Suat'ın arkadaşları gibi toplantıda pantolonu kabarmıştı.İktidar mücadelesi içindeki bir erkek iğrençti onun için.Hele bir kadını kullanarak iktidar olacak birinden nefret ederdi.Genelde genç erkeklerde bu düşünce hakimdi.Delikanlılar onun için ısırgan otundan farksızdı.Neresinden tutarsan problem.Derya erkek mantığını iyi bilirdi ama gel gör ki onlarla baş edemezdi.Çünkü toplum onlara her hakkı vermişti.Derya bu yüzden yenikti.
Derya eve zor ulaştı.Çok yorgundu.Hemen duşa gitti.'Allah'ım suyu yaratan sensin.Sen hiç merhametsiz olabilir misin? ' dedi.Sonra durulanarak salona geçti.Solan genişti.Mobilya mağazasına evini benzetmemişti.İhtiyacı neyse onları almıştı.Duvarları turuncaya boyatmıştı.Derya resmi çok severdi.Duvarlarda özellikle soyut resim çalışmalarını asardı.Bir resim ise deniz manzaralıydı.Koca bir şilebin içinde yapayalnız bir adam vardı.Dalgalar şilebi karanlık sularına çekmek isterken saçlarında denizyıldızlarıyla bir deniz kızı çıkar adamı kurtarırdı.Bu resmi çok severdi.
Salonun aşağı kısmında oturma grubu, yanında çalışma masası ve kitaplık vardı.Geniş yerde oturmayı severdi.Televizyon yoktu; müzik seti vardı.Onu açar Karadenizin özgün müziklerini dinlerdi. Salonda kendi başına dans ederdi.
Böyle duştan sonra müzik eşliğinde dans ederken kapı çaldı.Kapıyı açtığında şaşırdı.Sınıf arkadaşı Emel'di bu.Ses sanatçısı olabilecek kadar güzel ve aptaldı.Daha aptalca bir şey yapmıştı.Bir güzellik yarışmasına katılmıştı.Sonra iş adamlarıyla yatmak zorunda kaldı.Bazı iş adamları ise ona sekreterlik ve ya tezgahtarlık önerdi.Sürekli beraber olabileceklerdi ve karıları şüphelenmeyecekti.Medenice ikinci eş sahibi olmak böyle bir şeydi.
Derya Emel'i içeri davet etti:
-Hoşgeldin
-Hoşbulduk derya
-Hele gel şöyle anlat bakalım nasıl şirketteki işin?
-Şirket Trabzon'un epeyce dışında.Patronla beraber işe giderdim.O eteğime tutardı; ben pantolonun****arısı jilet gibi ütü yapardı.Şirkete gidene kadar karısından iz kalmazdı.
-Ne oldu peki?
-Ayrıldım.Yeni bir eleman aldı.Matematik öğretmenimiymiş ama öğretmenlik yapmıyormuş.Benim patronu görünce çarpım tablosuna döndü.
-Eeeeeeee
-Esi şimdi patronu toplamaya karar verdi onu.Benim hesapta böylece suya düştü.Benimle evlenecekti.
-Ahhhhhhh! Keşke kadın olmasaydım.Merdivenin basamaklarından erkek yardımı olmadan inemeyen bir cinsten olmasaydım.
-Kızma be Derya.Hemen kabarıyorsun sen de.
Derya sözü daha uzatmadı. Karşısında güzelliği aptallığı yüzünden talan edilmiş bir kız vardı.Kızıl saçları buğday başakları gibi biçilmiş bir kız.
Uyumak istiyordu erkenden.Emel'i salonda yalnız bıraktı odasına çekildi.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 04:02 PM

Etek ve Pantolon20

Bir zamanlar Heike'nin ona, oraya ait olduğunu söylediğinden beri o tarafa gitmemişti.Burası kelimelerle anlatılabilecek bir yer değildi.Zürih See kenarında eski bir fabrikadan bozma büyük bahçesi, karaya bağlı iskeleden yürünerek üzerine çıkılabilen dubalı platformu olan şirin bir yerdi.*******i hava serin olduğunda bu platformda sızdığınız zaman üzerinizi Yunanlının örtmesi olağan olaydı.Emel gibi bir Türk için Rote Fabrik müdavimi olmak oraya gidip gelmekle ilgili bir kavramdı.Oysa Emel orada aylarca kalabiliyordu.Demek ki bu durumda Emel pek müdavim sayılmazdı.
İlk geceyi hiç unutmuyordu.Heike'ye nasıl da kızmıştı.Esrar tabakasını uzatıp hadi sigara sar da içelim demesi Emel'i çileden çıkarmıştı. Zavallı, yetişkin, görgüsüz Türk alternatifi; Avrupalı akranlarıyla aşık atmaya çalışan, bir sigara dahi saramayan, yumurtadan yeni çıkmış albina ördek yavrusu; suyunu şaşırmış, annesini yitirmiş, yaşlı avcının eline düşmüş, ızgara edilmeyi bekliyordu. Öksürüklerle geçilen birkaç sigara içiminden sonra kafayı nasıl bulduğunu bile hatırlamayıp, bir denizcinin şapkasını kafasına takmış bir vaziyette eksi on derecede dans etmeye başlamıştı.Sabahleyin gözlerini Krankenhaus' ta açmıştı. Hepsi birer film şeridi gibi önündeydiler şimdi.Ya Yuri onu unutması mümkün mü? Bu çılgın Slovak Emel'e hayatının en önemli zamanlarını yaşatmıştı bir sokak serserisi olmasına rağmen.Kendi sözel tarihini yazabilecek kadar entellektüeldi.Leonardo Da Vinci'nin kanatlı insan projesini yaşama geçirmeye ramak kalmışken, Zürih politeknikten atılacak kadar deli, günde kırk litre içecek kadar ayyaş ama o kadar da kibar bir insandı.Projelerini Rote Fabrik'in bira masalarına kazıyacak kadar mütevazi olan bu insan bir Slovak diplomatın oğluydu.İlk önce onu görmeliydi Rote Fabrik'te.Zaten muhtemelen oralarda bir yerde yatıyordu şimdi.Onun ilk akşam peşine takılıp Heike'nin evinde gizlice misafir edişini, ertesi gün de yanlış anlamadan dolayı burnunu kırmasını unutamıyordu.O gece Heike evde olduğu için onu bodrum katında yatırmış, sabah aşağı indiğinde bisikletinin ortada olmadığını görünce akşam önce burnunu kırıp sonra Heike'nin bisikleti götürdüğünü öğrendiğinde ağlayarak nasıl özür dilediğini hatırladı.Şimdi kim bilir saçları hangi renk, hangi uzunluktadır. Cebinde onun eski fotoğrafı vardı.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 04:02 PM

Etek ve Pantolon21

Bakalım şimdi göreceği ona benzeyecek miydi? Sabahleyin tramvaya bindi ve bisikletin bolca bulunduğu Limmat kenarındaki küçük adacığa bir nefes almak için oturdu.Ön tarafında büyük kiliselerin çan kuleleri, yeşilleşmiş çanları, soluk sarı taş duvarlarıyla ona bakmaktaydı.Arka tarafında Büyük Kilise ve yanında Türken Platz banklarında terkedilmiş Türk erkekleri hiçbir zaman gelmeyecek sevgililerini beklerken etraf bisikletli sevgililerle doluydu oysa.Akşama doğru her zaman olduğu gibi siyah bulutlar bir anda boşaltıverdi yüklerini.O sırada Emel Eski Kent'in sokaklarını adımlamakla meşguldü.Bu yaşadıkları (mezara nasıl sığacaktı?) altı ay öncekilerle hiçbir benzerlik taşımamaktaydı.Detaylar o kadar apayrı ki mutlu mu mutsuz mu olduğuna karar veremiyordu. Adını birilerinden öğrendiği dünyanın yaşamış en eski sosyalistinin ilk kitabının sergilendiği dükkanın önüne geldiğindeki duygulardı bunlar. Birazdan içeri girecekti. Tahta kapının üzerindeki çıngırak onu derin uykusundan uyandırıverdi.Bu Eski Kent' in sokakları Tarlabaşı'nın arka sokaklarına benziyordu.Dükkanın üzerindeki küf kokusu da cabası.Yani hiç yabancısı değildi bunların.Beyaz kirli sakalı, yerlere uzanan altmışsekiz kuşağından olduğu belli kahverengi paspal yeleğiyle sanki Datçalı Can Babasıydı karşısına dikilen.
_Nasıl yardımcı olabilirim?
_Şu kitabı soracaktım.
_Fotoğrafını çekebilir miyim?
_Tabi
_Dilersen reprodoktionunuda verebilirim ama burada bakmak kaydıyla.
_Gerçekten böyle biri yaşamış mı? Yani Karl Marx 'tan önce.
_O Prusyalı Yahudi Das Kapital'ı kimden arakladı zannediyorsun.
_Yani benim yaşadıklarımın ve doğrularımın hepsi mi yalan?
_Eksik de yalan değil.
_Sen merak ettin dükkanımın önüne geldin ve iki aydır dükkanımdan içeri giren ikinci kişisin.Tahta masanın üstüne iki fincan koyarken bunları söyledi.
O gece saat oniki nasıl oldu anlayamadı.Heike'nin telefon mesajıyla irkildi.Mesajda acilen krankenhaus'a gelmesini istedi.
Gece yarısı acilde Heike perişan bir vaziyette yatmakta ve doktorlar etrafında dönüp durmaktaydı.Gene eroin krizi...Bu sefer ki Golden Shot galib****urtuluş pek yok.Adrenalin için geç kalınmıştı.Bu sefer zaman geçmek bilmedi.Sabahı nasıl ettiğini anlayamadı.
_Allah'ım sevdiğim herkesi benden almak zorunda mısın? Bu kaçıncı zorunlu ayrılık ve sevdiğim şehre elveda deme zamanı.Bir kez daha mı? Oysa...

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 04:02 PM

Etek ve Pantolon22

Oysa her yeni yenilgi onun için bir başlangıç değil miydi? Hani bir zamanlar öğrenciyken Ankara'nın küçük soğuk tiyatro salonunda seyrettiği oyunun kahramanı olan çok defalar hayatının miladı bildiği 'Victor' bu sefer de onu dipsiz kuyudan çıkarabilecek miydi? Kötü kazanan olmaktansa iyi kaybeden olmayı tercih edecek miydi Victor'un yaptığı gibi? Yirmi sene on sene hiçbir şey ifade etmiyordu Emel için.Tarih tekerrürden ibaret derler ama Emel'inkiler yirmi sene önce neyse şimdi de aynı idi.Yenilgileri, umutları, zaferleri hayatının bütün renkleri birebir aynıydı.Bu sefer taşınmayı düşünmedi.Kaderini değiştiremiyorsa düşüncelerini, duygularını değiştirecekti. Heike'den sonra onunla paylaştığı evi, içindekileri hiç bozmadı aynı kaldı hepsi. Kimsenin gölgesinde kalarak kimseyi suçlamadı.
Dünyadaki tüm canlılar gibi bir şeyler yapmaya ihtiyacı vardı.Malum Türkiye'den gelirken yanında iki çanta eşyası ve eski arabasından başka bir tek yüreği vardı.Köşedeki kiostan bir tane Züriche voche satın aldı.İş ilanlarına bakacaktı.Boş gezinmeler yerine bu sefer bilmem hangi numaradaki bilmem ne acentasının hangi ön bürosundaki koltuk onun üstüne oturmasını bekleyecekti.Günlerden pazardı; şehirdeki tüm insanlar gibi canı çalışmak istemiyordu.Şehrin eski tarafındaki kitapçı aklına geldi.Bakalım hangi eski yeni düşmüştü raflara diye düşündü Emel.Çıngırağın sesiyle yine kitapçıda düşünceleri uyandı.
_Buyrun bayan
_Charles Bukowski bakmıştım.
_Elimde bir tane olacaktı.Fakat uzun zamandan beri duyduğum ilk anarşizm isteği bu.Benim dükkana anarşistler pek uğramaz da. Mırıldana mırıldana raflara doğru yürüdü, rutubetten yemyeşil olmuş pencere kenarındaki rafların tozlu kitap dizilerinden birini alırken yaşlı kitapçı, Emel'e sanki biraz sonra ölecekmiş gibi geldi.Birazdan kapının çıngırağıyla irkildi Emel.Üstünde kalın, üzerinden çıkarmadığı paltosu, kucağında bir tomar dolusu eski kitap pis mi pis kokan saçı sakalına karışmış bir adam girdi içeriye.
_Meister kitap getirdim.
Kitapçıdan önce Emel şaşırdı.Yuri idi bu.Yine beklenmedik bir anda beklenmedik zamanda ama hep olmasını istediği yerde çıkıvermişti karşısına.Aradan epey zaman geçmiş olduğundan onu tanıyamayabilirdi. Korktuğu olmadı.
_Nasılsın Emel? Ne işin var buralarda? Seni gidi seni aykırı düzenin çarpık soylu Türk kızı.Ama bir eksik var; adı neydi dur şu kitapları bırakayım.Heike, Heike buldum.
_O zaman bulduğun yerde bırak!
_Bırak?
_Şu an en sevdiği yerde senden konuşalım.Yine aynı yerde misin? Yani hiçbir yerde...
_Gölün üstünde uçan insan haberi kulağına gelmediyse dediğin yerdeyimdir.
_Hayır duymadım.Peki tahta bira masası hala duruyor mu?
_Tabi ki...Her akşam nerde içiyorum zannediyorsun yeni kurbanlarla. Rote Fabrik bildiğin Rote Fabrik...Geçenlerde Yunanlı Kosta'yı çam ağacının altına kaka yaparken yakaladım.Yine arkasından sinsice yaklaşıp donunun lastiğine havai fişeği yerleştirip fitilini ateşledim.Can havliyle koşup göle atladı.Bir yandan bağırdı, bir yandan da Grekçe küfürler savurdu.Aramızda kalsın yine de bu dünyadaki tek dostum ve son limanım o.Beni en iyi anlayan o.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 04:03 PM

Etek ve Pantolon23

_Bu kitaplar sana nereye kadar yetecek? İstersen sana senin anarşist ruhuna yakışmayan bir teklifte bulunayım.Heike'yi tanıyorsun.Hani geçenlerde ölmüştü.Ben onun evinde kalıyorum.Koskocaman ev, istersen her zaman kalabileceğin bir kömürlüğü de var ama bisikletlerini götürüp götürüp bir yerlerde bırakmaman şartıyla ne dersin? Bu da sana hayattaki ikinci dostundan yapılmış bir teklif...
_Bu durumda vereceğim cevap belli.Bir sebebin olması gerekmiyor.O yüzden iyi bir kaybeden olmayı tercih ederim.Biliyorsun benim civatalarım ters, sıcak çorba istemiyorum herkes gibi.Eğer bir gün aç kalır veya bıçaklanırsam adresim belli.
_Yalnızlık gene yalnızlık.
'Neden karşıma hep manik depresifleri çıkarıyorsun Allah'ım? Bir gün vidaları sağlam basılmış bir insan karşıma çıksa ben yine de defolu insanları tercih edeceğim.Çünkü kişilik bir kıyafatse onu üzerine oturtamayan bozuk insanlarda her zaman kendimden bir parça göreceğim.'
_Dört frank elli rabbin Yuri...Bugünki kazancın. Umarım yeterlidir.
_Çantamda beş boş kola şişesi daha var.Elli rabbinden iki frank o eder.Etti sana bir damacana elma şarabı.Sabaha kadar kusmaya yeter artar bile.Yolda giderken bulduklarım cabası.
_Güzel bir monolog...İçerisinde ben olmayan tipik bir Yurivari cümle kurma çabası.
Bu konuşmadan sonra Yuri vedalaşarak kitapçıdan ayrıldı.Kapıyı yılan çıngırağı gibi öttürdü.Emel duyguları zehirlenmişcesine Yuri'nin arkasından sadece bakakaldı.
Türkiye'den ayrılalı on beş ayı bulmuştu.Artık anılar yer bulamıyordu yüreğinin en geniş alanlarında.Uçuk bir hayalin rüzgara kapılmış uçurtmasıydı Türkiye.Kaç kez ipi eline alsa da kabus dolu kara bulutlar elinden çekip alıyordu memleket bağını.
Sonbahar yüzünü göstermeye başlamış Zürih yavaş yavaş kendi yalnızlığını göstermeye yüz tutmuştu.Ortalıkta gezinen Japon turistleri memleketlerine gitmişti.Şehir gene erken kararan sonbahar akşamlarına geri dönmüştü.Kafeler masalarını içeriye almış; insanlar sokaklarda daha az görünür olmuştu.Artık Zürih sokaklarında kimsenin ayağına ciklet yapışmaz olmuştu.
Tramvaylar sanki hiç gitmez istemezmiş gibi banliyölere isteksiz isteksiz gidiyordu.Şehrin yalnızlığını yansıtıyordu metal parlaklıkları. Kubbeler sadece akşemleyin biraz daha kızıl kıyafetlerine bürünüyor; sabahleyin ise çıkarıyorlardı elbiselerini.Teras katları güneşlenmeleri mayısa kadar yerlerini kedilere terk ediyordu.Gölgeler uzadıkça sanki insanların hayelleri kısalıyordu.
Bir gün en son duymak isteyeceği haberi duydu Emel.Yuri ölmüştü.

Osman Demircan


Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 10:25 AM

Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11   Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.