![]() |
Alkol Kadar Dar Etti
Beni 'dar' etti. Kapsama alanım yetersiz zannetti. lekeledi zedeledi yargıladı tarifledi! beni alkol kadar daralttı kabında görmek istedi. red ettim şaşırdı daralmam dedim girmem o kaba! salakça sarhoşluğunda onun sallanmam karşında geçmem kendimden... kendimken daha iyiyim daha deli, daha güçlü daha gevşek, ne aklına gelirse! .. karşısında onun gibi vermem benliğimi o kokuşmuş içki masasına! beni alkol kadar daralttı şart koştu halbuki kendi dardı... o kapta duran oydu! ? dedim ki ona senden çok daha genişim heryerdeyim o kaba girmem! zorlama... red ettim coşkusunu kendini bilmezliğini sarhoşluğunu aşkını, seksini... red ettim onu. çünkü beni daralttı kaba koydu oradan seyretmek istedi. lekeledi tarifledi şart koştu. beni alkol kadar görebildi. beni dar etti... |
Allah'a Ağlarım!
Heryerimi kıskıvrak yakalasalar bağlasalar, işkence sehpasında akıllarına geleni yapsalar akıllarına, fikirlerine, saplantılarına uymadığı için fikirlerim ve yaptıklarım; sadece 'Allaaah! ' diye ağlarım O'nu çağırırım. çünkü böylesine acı çektirenler insana, böylesine kısıtlayıcı olanlar, gizlemeye çalışanlar özgür ışıkları, sadece bir bakış ile dünyayı kendilerine bağlama çabasında olanlar, otorite düşkünleri, insan sevgisini ve Allah sevgisini tümden tanımayanlardır. ve ben onlara karşı ancak ve ancak Allah'a sığınabilirim Allah'a ağlarım! |
Allah'a yalvarmaktan başka
Öyle bir hale gelmiş ki ortalık yıl 2005 insan o zavallım Türk İnsanı ve tabii yanında da aynen ben, biz, siz, onlar hepimiz yolsuzluklar, haksızlıklar, gaspçılar karşısında ellerimiz kollarımız bağlanmış iki arada bir derede ne olduğumuzu bilemez hiçbir şeye, hiçbir yere güvenemez olmuşsuz. belki birgün çareyi ya onlar gibi Allahsız, imansız olmakta bulacağız ya da topluca gidip o Allahsızlar'a teslim olup saygıdan eksik etmeden ellerini öpeceğiz malı mülkü onlara teslim edeceğiz! öyle bir sahipsiz kalmışız ki her alanda biz yıl 2005 doğru'dan yana aydın'dan yana kalmayan umudumuzu bırakın varlık garantimizi bile bilemez olmuşuz paranoyaklaşmışız yolda yürürken arkayı kollar olmuşuz. dört bir yana bakıp, çare arayan başımız afallamış dağılmışız biz. ne çaremiz kalmış ki yukarı kaldırıp kafayı Allah'a yalvarmaktan başka? |
Allah Biliyor
Ben biliyorum Allah biliyor ve belki belki beni seven bir-iki kişi... sen gerçekten dünyadaki -sayılı iyi kadınlardan- birisin. Bırak bazıları çekemesin arkandan laf üretsin tarihini ve geleceğini kilide almaya çalışsın. İyi niyetini şeytanla kucaklaştırsın. sen boşver kadınım belki sen bile o kadar bilmiyorsun ama ben biliyorum Allah biliyor ve belki beni seven bir-iki kişi... |
Allah Kurtarsın!
Eski,satıcı bir kankim demişti ki; 'Olm sen newsletter gibi adamsın vallaa! '... bir diğeri; 'Olm sakın bununla dalaşmayın; adam bi huylanırsa bütün Türkiye'ye mail atar! ' bir başkası; 'Lan bizim tekno şarkıların bazıları dakikada 3000 vurur, sen dakikada 20 eposta atıyorsun! Vallaaa düşman başına! ..' demişti. Yani bildiğiniz gibi değil halim benim! Vallahi de sevincimde, üzüntümde fena dellenirim epostalarımla; yağdırırım, acımam! .. Bu yüzden işte en azından, hayatta en çok sevip, koruduğum karımın daha güvenli ve rahat yaşaması için onu eposta listemden bugün sildim! listemdeki diğer bütün kardeşler, kankular ve arkadaşlar hala hayatları boyu eposta diyetlerini ödemeye devamdalar! .. |
Almanya'ya
Selam olsun Almaya'ya Almanya'daki dostlara... ne güzel geldi selamınız bana ne güzel geldi moral veren gülümsemeniz. okumasaydınız şiirlerimi o teşekkürü yollamasaydınız o an; şu an toprağın altında kapkara gönüle bürünmüşken umutsuz nasıl da başımı kaldırırdım yukarı göğe doğru? nasıl hareket ettirebilirdim ellerimi topraklarımın üzerine çökmüş o kesif 'leş' kokan 'leş yiğiciler'den nasibini almışken bu kadar? nasıl hayata tutunabilirdim ki o teşekkürleriniz olmasa Almanya'daki Dostlarım! .. yokuşlar öylesine umarsızca dik esen yeller dumanlı alabildiğine en yakınlardan beklenen yardım elleri bile bu kadar 'hesaplı'yken nasıl yürürdüm bu yolları yüzüme vuran alevlerle? selam olsun Almanya'ya... alın bir nefes te size Türkiye'den... Ömer Dalman |
Altın Hızma
Hay Allah ya bu da olur mu? ! ufak bir metal parçası adamı böyle eğip-büker neye uğradığını şaşırtır mı? ! eee böyle güzel bir yüzdeki böyle güzel burnun bir kenarına böyle itinayla oturtulursa eğip-büker de, şaşırtır da! .. ve o burnun sahibini Afrodit de yapar Yılanlı Tanrıça da... İlk kim bulmuş? üzerine takıp, burnu 10 kat seksi yapmayı nereden akıl etmiş? o yok edici bakışları burundaki hızmayla nasıl buluşturmuş? bunu da nasıl garanti etmiş ki eninde sonunda bir metal parçası olan şu şey akıllara bu kadar durgunluk vermiş? ! Hay Allah ya bu da olur mu? ! zaten kadın’ı bize, herşeyimizin değerinin yerlebir olduğunu göstermek için kendimizi hiçe saymamız için o arslan kükremelerimizi ansızın kedi gibi miyava çevirmemiz için verdin! bunlar yetmezmiş gibi şu metal parçasına niye meydan verdin? ! Ah Allah’ım ah! kadın’ı yarattın zaten, bizi bitirdin. defterimizi en baştan dürdün bir de üzerine bir sürü aksesuvar koydun bizi iyice deli ettin! hokkabaza çevirdin! ben şimdi, bu Afrodit karşımda burnundaki o altın hızmayla dururken onu unutup da nasıl uykuya dalarım? ! |
Altın Saatli Görgüsüz Kol
Metalik gri, pırıl-pırıl yeni model bir BMW’de idi... Tem, o Pazartesi sabahı yine inanılmaz bir yoğunluktaydı. Hızımız ancak 20-30... şoförün camı açıktı. Gayet net görebildiğim şeyse dirsek hizasından, sanki bir anten gibi dışarı çıkmış siyah bir takım elbiseli kol ve onun bittiği yerde beyaz kolalı bir gömlek kolunun bitiminde kendini gösteren pırıl-pırıl, sapsarı parlayan bir kol saatiydi. ve hafifçe yukarı doğru yönelmiş o lüks kol saatin olduğu yerde duruşunu bozuyordu, el bilekten tam kırık, yere bakarken ihmalkar, rahat, umarsız şımarık bir tavırla... bir anlamda altın saat Tem’de görücüdeydi! ama çaktırmadan denk gelmiş gibi! .. Eminim gerçekten bu kadar rahat olduğu için değil, ben bu kadar rahat ve umarsızım demek içindi bu artistik hareketler ve kendi durumuna uygun sosyete salonlarını seçeceğine bunu nedense Tem’de ispat etme derdine düşmüştü. belki de halkın arasında gezerken bir anda üstünlüğünü ilan etmenin bileküstü yöntemini keşfetmişti? ! Tabii boş durmadı aklım. geçerken onun yakınından arabamla hızla o kolu oradan bir hamle ile almalar mı dersiniz, ya da sağlam bir tutup-bükme ile takır-takır kırmalar mı dersiniz! hangisini isterseniz! vallahi yalan değil! çok dellenmiş olsaydım geçerken o kola köpekbalığı gibi dalmayacağıma inanın garanti veremezdim! Tabii kızarım! hatta k ı z a l ı m! birşeyleri özlerinde yaşamak yerine bu insanlar neden bu kadar gösterişe, yalandan ifadelere sürüklenirler? ! kime neyi ispat etmenin peşindeler? ! acaba o boş bırakılmış sürekli reddedilmiş zavallı ruhların içlerinde neler oluyor, neler? .. acaba otobanlarda, sokaklarda, caddelerde bar önlerindeki o yalancı kaldırımlarda arabaların camlarından dışarı sarkıtılmış o yalancı rahatlıktaki, altın saatli kollardan birine dalsa herbir harbi insan gerçeğe seyahatin ilk kapısına bir adım daha yaklaşır mıydık ülkece? hiç sanmıyorum! .. |
Ambalajına Para
şöyle akşamları evine gidip de gündüzleri, üzerinde taşıdığı süper kamufle, gıcır gıcır pak-temiz takımları üzerinden attığında -her haliyle görünür- olduğunda bütün manzaranın içine sıçmayan hala o 'ambalajlı güzelliğini' koruyan ve daha da önemlisi ambalajından sıyrılmadan önce şöyle bir genelini süzdüğümde yüzü bana 'bu ayakkabları bir çıkarırsam ortalık leş gibi kokar' gibi bakmayan Erkek bence de güzeldir! ötekilerini salla gitsin be kadın! ambalajına mı para vereceksin? ! |
Ançuez ve Ağabeyim
Ağabeyimin çok eskiye dayanan güzel hatta bir o kadar da öğretici bir tepkisini hatırlarım bir konuşmamızda... konu Ançuez’di... o henüz bekardı dolabında bir tüp Ançuez bulunduruyormuş. tam o günlerde ben de aradabir Ançuez yediğimi söyledim ama tadını çok da sevmediğimi ara sıra ekmeğe sürüp, tadına baktığımı ekledim yemekle birlikte iştah da açıcıymış. ”Ben arada sırada Ançuez’i çirkin olduğu için yiyorum.” dedi sonra evet! Ben de aynı fikirdeydim! o an ortak bir noktada dans ettiğimizin bir örneğini daha yaşadık: ille hep haklarında delirdiğimiz, öldüğümüz bizim için en güzel olan şeyleri yapmamız ille onları yememiz onlarla yatmamız-kalkmamız onları içmemiz onları iş edinmemiz hatta gerekmiyor. bazen de bir şeyleri onları çok sevmediğimiz için deneyimlemeli ve en azından tadına bakmalıyız ama kendi arzumuzla... önemli olan da bu... |
Anlamların Sonsuzluğu
Bir sohbetimizde bir duayen hangi konuyu yazarsan yaz ne olduğu değil, nasıl yazdığın önemli, çünkü mutlaka bir başkası aynı konuyu yazmıştır demişti. ama ben bu fikre hala katılmıyorum, hatta bile-bile katılmama izin vermiyorum. Eğer bu fikre katılırsam ve herkes katılırsa; koskoca dünya oyununun sonunu elbirliğiyle getirmiş olmaz mıyız? sonsuz senaryolarla bezendiğine inanılan şu hayatı tek bir son perde ile noktalamış olmaz mıydık? .. nerede kaldı şu bizim sonsuzluk inancı? .. kim verdi bize bu kadar önemli bir yetkiyi hem? ! Eğer bu fikri topluca kabul etseydik; şu ana kadar olduğundan da fazla anlamları sınırlayıp, bir odaya hapsedip yine ve yine sadece şekiller üzerinde gezinir olmaz mıydık? yine ve yine sadece şekiller, görünüşler ile kendimizi de kısır şekilde tanımış olmaz mıydık? .. hem ne ilginçtir ki; ele alışların, şekillenişlerin, türlerin sınırsızlığına inanan bazı bilinçler onlardan çok daha soyut ve geniş bir alana yayılmış ”anlamlar”ı nasıl olur da kısır ve sonlu görürler! ? yoksa dünya; bu birkaç beyefendinin dedikleriyle dilediklerini gösterip, kabul ettirmeleri için inşa edilmiş bir oyun alanı mı? .. ne ihtimal kaldı ki başka? ! .. ama herkes emin olsun ki; buna izin vermeyeceğiz! .. |
Anlarsınız anlarsınız!
Hadi hadi siz anlarsınız ne demek istediğimi! onun için hiç detay sormayın beni yormayın; bir sürü işimiz var bur'da! Bazı dostlukların yıkılması için öyle 6-7 şiddetinde depremlere gerek yoktur şöyle bir 3'lük, 4'lük sallantı bile yeter. çünkü binaları güzel bitmiştir göğe doğru cepheleri güzeldir, pahalı durur ama, temelleri balçık üzerinedir, üstelik 'kazık' tedbiri de gözardı edilmiştir! azıcık bir sallantı yeter bunları yerle bir etmeye! hadi hadi! siz anlarsınız ne demek istediğimi! ufak bir pürüz veya bir süre gözden uzak kalma yeter o ufak depremi yaratmaya! anlarsınız, anlarsınız! |
Anneler Günü’nün Öteki Yüzü
Trafik bu kadar mı çorba bu kadar mı düzeysiz, acımasız ölçüsüz, kuralsız olacaktı magandasıyla, züppesiyle, zındıkıyla, camışıyla? çiçekçilerin önü araba kuyruklarıyla bu kadar mı boğacaktı kavşakları yavşaklar gibi? ! dev alışveriş merkezlerinin iç koridorları bu kadar mı dolacaktı karınca sürüleri gibi birbirinden güzel hediyeler alma yarışıyla? bu kadar mı fazladan para basacaktı otoparklar? ara sokak mafyasının cebi bu kadar mı dolacaktı? o, tüketen eller bu kadar mı fazla daldırılacaktı aşınmış ceplere adına “anneler günü” denmiş bu Pazar gününde? bu fazlalık, bu cümbüş, bu kargaşa bu tüketimin tavana vurması yorar zengin gönülleri... annesini hergün seven sık sık arayıp, gören kalpten bağlıları... çok masrafsız –sevdim- ben bugün annemi inadına. sabah 09.30’da aradım, sesimi duyurdum o mutlu, ben mutlu... zaten yarın da ararım... ama bir şeye sevindim; ben bu “tüketim kargaşası”na katkıda bulunmadım. |
Ara Verme Kendine
Gelme dolduruşuna sektörlerin aracıların, maddenin, bağlayıcıların, şu koskoca çuvallamış uygarlığın! bırak kendini çocuklar gibi kandırmayı, avutmayı ve bugün 4 bir yana haldır-huldur attığın o iyi niyetleri bütün benliğinle kuşan hem de her Allah'ın günü! .. hep öyle dileklerin gibi, herkes için dilediğin gibi ol; ara verme kendine! .. ara erme aydınlığa! neysen öyle gör hayatı... madem Yeniyıl mizanseniyle kaptırdın gönlünü sadece bu bir günlük iyi niyet zincirine; bırak, sürsün bu aydınlık bu umut bütün rutinlerine karşın! gelme dolduruşuna sektörlerin aracıların, maddenin, bağlayıcıların! kandırma kendini çocuklar gibi! binbir kutlamadan ve bu cümbüşten sonra yarın yine gönlünü karanlıkların basmaması için; sarıl iyi niyetlerine, dileklerine hem kendin için, hem bütün insanlık için ara verme kendine, ara verme aydınlığa! neysen öyle devam et sonra... |
Araba Cilası Ojeler
Tamam güzelim sürmüşsün araba cilası gibi kaliteli ozejeleri tırnaklarına da, servis otobüsünde gördüm seni parmaklarınla koltuğun kolunu bile tutmadan oturuyordun! ? hiçbir yere tutunmama özelliği kazanmış ellerin! hatta yumruk bile yapamıyordun ellerini! ? ya düşseydin tutunmadan oturayım derken? .. Tamam, manzara harika ama dünyadan değil gibiydin? ! biz dünyalılar genelde yemek için, oturup-kalkmak için ısırmak için, yalamak için tutarız tutunuruz, kavrarız ellerimizle! yoksa neyse o yapmak istediğimiz ellerimizin arasından kayar gider be güzelim! sürmüşsün araba cilası gibi kırmızı kırmızı kaliteli ojeleri tırnaklarına da, aman sıkı tutun, kayıp gitmesin be güzelim! |
Araştırmalar Aptal Etti!
Bugün; 'kafein kalp krizine neden oluyor' yarın; 'kafein karaciğeri koruyor, vücudu dinç tutuyor' öbürgün; 'Kahve tahmin ettiğinizden daha yararlı'... Bugün; 'koşmak hem de hergün olunca kalbe çok iyi' yarın; 'koşmak dizler için çok zararlı, en iyisi yürüyün! '... Bugün; 'Ağrıyı ilaçla geçiştirmeyin', yarın; 'ilaç almak için baş ağrınızın artmasını beklemeyin'... Araştırmalar milleti aptal etti! Birinin doğru dediğini, öteki yalanladı. Akla kara aynı koltukta sabahladı, sabaha yine milletin gözleri pörtledi. kulaktan dolma rahatlıklarla vücutlar daha da yağ bağladı. sektörler kararlar aldı, milleti salakladı! sağlık için servetler harcandı, sigortalar bayram etti halbuki çiğnediği dişler gördüğü gözler milletin safdışı bırakıldı! gündemler yaratıldı, haberler derlendi nice doktorlar, sanki orta dansözleri gibi allandı-pullandı ampullü elbiselerle sahneye salındı, star muamelesi gördü! ve şimdi doktorlar mı hala, dizi kahramanları mı yoksa millet araştırır oldu. tarifeleri o biçim arttı iyice sosyetikleşti! vaadettiği Türk Tıbbı bu muydu Ulu Önder'in? şimdi bakıp bakıp gökyüzünden ülkeye ağlamıyor mudur ışık gözyaşlarıyla? Araştırmalar milleti aptal etti! Birinin doğru dediğini, öteki yalanladı. Belki de istedikleri zaten buydu... yönleri şaşırdı millet hedefleri karıştırdı kendini bir sağlık bataklığında buldu. zengin için fark eden bir şey yok; 3 kuruş fazla verse halleder herşeyi, ama fakirin kıçında patladı balonlar! Araştırmalar milleti aptal etti! en üstte kararları verenlerin keyfi yerinde ama ortalık fena salakladı! bütün bu tiyatro çünkü milletin sırtında oynandı! . |
Arızaya Bağlamasaydım
Arızaya bağlamasaydım; ne bu kadar sık yazı, şiir yazabilirdim, ne de her sabah düzenli koşup, bir de üstüne kültür-fizik yapıp canımı çıkartamazdım. arızaya bağlamasaydım; ne binlerce resim indirip internetten kadın güzelliğine böylesine şahit olabilirdim, ne de acıyı kendime hizmet ettirebilirdim Sado-Mazo Kategorisi üzerinden... arızaya bağlamasaydım; anneme, kendim için günün birinde ”bin söyle, bin işit! ” dedirtemez trafikte abimi bile tanımamazlık edemezdim! eğer böyle olmasaydım; bu yoldan çıkmış terazisi hepten bozulmuş alemde halen neşeyle yaşıyor olamazdım. arızaya bağlamasaydım; sadece onlardan biri olur, çıkardım! |
Arkadaş Olarak Göredursun
O 'arkadaş' olarak göredursun beni; ben onun boy boy o güzel bacaklarından ve ayaklarından her türlü örtücü malzeme dahilinde soket, naylon veya muz fotoğraflarını çekip, evimde açacağım ve benden başka kimsenin giremeyeceği odamın duvarlarını onlarla döşemek isterdim! O 'arkadaş' olarak göredursun beni; ben o odada zaman zaman içeri kilitlenmiş vaziyette dakika dakika oksijen miktarı azalırken ve ışıklar kırmızıya doğru geçiş yaparken, en son mor; başımı ve gözlerimi fıldır fıldır deliler gibi, manyaklar gibi dört duvarın üzerinde gezdirip ter içinde içimden ne geliyorsa kendi kendime yapardım! O 'arkadaş' olarak göredursun beni; odanın ışıkları mora çaldığında ve dakikalar sonra alacağım nefes kalmadığında yüzüm damarlanmış ve yarı morarmış, tam kararmadan içerisi yapabileceğimin en üstünü yapar ve bitirirdim işimi oraya yığılıp kalırken! O 'arkadaş' olarak göredursun beni, hiç ilgilenmesin özel olarak; belki beni odaya büyük ve öldürücü zevkle kapayan da bu ya! öyle görmeye devam etsin! |
Arslan Pençeliler
Hergün binilen o dolmuşlarda taksilerde, otobüslerde veya bazen hiç beklediğimiz o arkadaşlarımızda bizleri arabalarına alan ne bilekler vardır; sanki “insan bileği” değil arslan pençesi! ? kalın mı kalın... sanki kilo hesabıyla yaratmış Yaratan. Eller desen el değil, mengene! ne inanılmazlardır hiç dikkat ettiniz mi? Onlar da o ellerle, bileklerle bir kadına kibarca çiçek uzatabilirler mi? boynundan yavaşça ‘boğmadan’ tutup kendilerine çekip, öpebilirler mi? Onlar da şu “cool” dedikleri gibi olabilirler mi? Taksici, dolmuşçu, otobüsçü veya yakınım-uzağım düşmanım-dostum fark etmez; hep yanlarına oturduğumda bu arslan pençelilerle karşılaştığımda aklıma işte bu paradoksun soruları gelir. Bu arslan pençeliler de diğer erkek örnekleri gibi kibar ve çok duyarlı olabilirler mi? |
Artık bir Diktatör Lazım!
O akşam iş dönüşünde bu ülkenin gelmişini-geçmişini çoğumuzdan daha iyi bilen izlemiş olan o amcanın dediği gibi bu ülkeye artık bir diktatör lazım! öyle bir dağılmış ki öyle bir bölünmüş ki öyle bir tuz-buz parçalanmış ki bu iki yakanın biraraya gelebilmesi için bu ülkeye artık bir diktatör lazım! adamın 14 lafından biri buydu; ne yapsın? ülkesi gözlerinin önünde dağılıyor parçalanıyor insanları, işgücü, emekler heba oluyor! ? adamın gözlerinin önünde adalet gidiyor, westernlerdeki gibi beline silahı takan gavat sokağa çıkıp, kendini adam sanıyor! ? ne yapsın? adamın gözlerinin önünde gözlerinin içine baka baka milletin altından topraklar kaydırılıyor hortum rüzgarlarıyla zavallı halkımın hazineleri harcanıyor. bir de üstüne üstlük hepsinin hesabı yine yıllarca sırtına bin tane yük binmiş ülkesi için kendini heba etmiş vatandaşa soruluyor birbirinden güzel, şatafatlı, şık mı şık vergilerle! .. o akşam iş dönüşünde ülkenin, insanının, emeklerin hakkın elden alıp götürüldüğüne dert yanan o amca üzdü beni. çünkü bunca şey görmüş-geçirmiş o insana göre de diğer birçokları gibi tek bir çözüm kalmıştı; bu ülkeye artık bir diktatör lazım! |
Artık Zamanla Dostuz
Çok sade, modern, bir o kadar da her detayıyla ince hesaplanmış estetik düzeyi yüksek içmekanlar... herbirinin bir duvarı geniş pencerelerle cepheye bakan büyükçe odalar, salona yakın konforda bir mutfak, derya gibi, ruhları genişleten bir salon... 15. katta oldukça lüks bir ev... insana verdiği huzur özellikle –anlayan insana- verdiği huzur dünya üzerindeki hiçbir ölçü birimiyle tartılamaz. genel bir de müzik sistemi var isteğe göre programlanan... ben oradayken fonda hep doğa seslerinden esinlenilmiş ambient tınıları uçuşuyordu ruhumun çeşitli yerlerine dokuna dokuna... Her odanın özellikle girişinden algılanabilen hakim bir duvarında büyükçe, sade tasarımlı ve kolay algılanan birer saat... fazla süse kaçılmamış; sadece parlak metal ve cam yüzeyler ve... ve sadece “zaman”... zaman, her odayı pençeleri arasına almış. zaten bence de neden sadece mutfakta ve salonda saat olsun ki? ! zaman hep akmıyor mu? her seviştiğimizde her uykuya daldığımızda her duş alışımızda yemek yaptığımızda ardı ardına filmler seyrettiğimizde antreye paltomuzu her astığımızda ve ayakkablarımızı ayaklarımızdan çıkartıp ayakkabı dolabına her koyduğumuzda zaman bizi arkamızdan sinsice takip edip bizden saniye saniye, dakika dakika bazen saat saat, gün gün bir şeyler eksiltmiyor mu? .. hoşuma gitti bu modern evin her mekanında karşıma çıkan o büyük büyük, modern saatler. güzel tasarımlarıyla ve asıldıkları duvarlarla olan ilişkileriyle aslında bana zamanı umutluca, nazikçe söylüyorlar. zamanın o hızla akışındaki coşkuyu, hayatın koşuşturmasını, gizemi, kozmozdan bize verilmiş bir anlamda bizi sınayan sınırlayan o hediyeyi dünyanın yaşlılığının, olgunluğunun hoşnutluğunu yaşanmışlıkların tatlarını ve hep daha olgun bir ruha yaklaşmanın o gizemli gerisayımını ne kadar çok sevdiğimi o, her mekanı saatlerle dolu bana her tarafımdan zamanı hatırlatan uyanık kalmamı sağlayan modern eve girdiğimde bir kez daha açık gönülle hatırladım. zamanın kendisi oldum ben ona sarıldım, onu sevdim o da beni takip etti. beni en sonuna götürdü herkesten uzakta sessiz... bana zamanın oyunlarını anlattı zaman, sadece görevine sadık bir varlıktı. sadece dost olmak istiyordu kendisinin bile aslında çok önemli olmadığını anlatmak bir de... zamanı artık seviyorum. onunla da sorunum kalmadı. artık dostuz. darısı dünyanın başına... |
Asfalt Kıyması
İşimden dönüyorum. evime giden, 4 Levent'in o dümdüz çam ağaçlarıyla çevrelenmiş caddesinde yürüyorum. Çok da yorgun değilim. İşimi çok seviyorum kimilerinin tersine belki ondan bezgin değilim. Lanet okumadan geçmiş bir başka gün... ancak o sakin caddede vızır-vızır dibimden geçen hız sınırı tanımayan o imansızlar! .. etrafta ne bir görevli, ne bir kamera... hani kıymamı çıkartsa bir tanesi yok hesap soracak kimse! .. Şansa mı yaşıyoruz sokaklarda? ya önlerine bir çocuk çıkıverse top peşinde? .. Masum, üretken ve inançlı günümün sonunda evimin kapısına varmadan şu kısa yoldaki yürüyüşümde bütün Trafik İmansızlarına binlerce kere lanet olsun! Çarpışın birgün karşılıklı sizin kıymanız çıksın asfalta da belki o zaman anlarsınız! Kilosu 5 para etmeyecek olan kıymalarınız! .. |
Asil bayan
Plazalara giden o Servis Otobüsündeki çekilmez, Asil bayan! sana söylüyorum: İki makyaj yaptın kılığınla trendi yakaladın saçını modern şekil yaptın diye dilini, başını Batı’ya çevirdin diye pek mi göğe yükseldin de yolda giderken “Türk İşi” şarkılar çaldığında şoför isyan ediyorsun ve o sesini, kimliğine ters o çirkin, yaratıksal sertliğe çevirip ”Aayyy! Müziği değiştirir misiniz lütfen.” diye şoförü uyarıyorsun? ! Plazalara giden o Servis Otobüslerindeki çekilmez, Asil bayan! sen de bizimle aynı toprağa basmıyor musun? ! trendy ayakkablarının altları aynı tozlarla kirlenmiyor mu yoksa? Anan, baban ya da olmadı deden, anneannen o ağıtlarla, türkülerle haykırmadılar mı dağlara hüzünlerini, sevinçlerini? .. sen neredensin, kimlerdensin? aynı havayı solumuyor musun? kimi beğenmiyorsun nerede yaşıyorsun? ya da nerede yaşamak istiyorsun? o zaman hala buralarda niye oyalanıyorsun Plazalara giden o Servis Otobüsündeki çekilmez, Asil bayan! ? |
Asil, Pürüzsüz Aryalarla
Hep de gitmiyor böyle be kardeşim! olmuyor! vazgeç... yeme ne beni, ne kendini olmuyor biraz rahatla kasma kendini doğal ol! Hep bu asil, hep bu nitelikli, ölçüler içinde gayet düzenli, disiplinli, arya usulü gölgesiz, pürüzsüz çakılsız, taşsız yollarda giderek, hatta granit kaplamalar üzerinde adım sesleri de olmadan söylenen şarkılarla nereye kadar? .. parlak, engelsiz yolunda arkana yaslanmış asil ses tonlarıyla kulaklarını yıkayıp, etrafı keyifle seyrederken; yolkenarındaki çamurlardaki o ahşap derme-çatma kulübedeki dişlerinin dörtte üçü çürümüş yaşlı hala sana bakıp, gülümsüyor ve kibarca selamlıyor. onu görmeyecek misin? ! o senin dinleyip, keyiflendiğin müzik senin doymuş kulaklarına güzel, o yaşlı onu duymuyor bile ruhunda! ona nasıl anlatacaksın? ! olmuyor be kardeşim olmuyor! yeme ne beni, ne kendini vazgeç arada arkana yaslan kasma kendini, doğal ol! biraz çık asil-havalı yolundan ve o yaşlıyla otur, bir çay iç, lafla... yalnızca sana güzel olan asil, pürüzsüz arya usulü şarkılarla nereye kadar? .. |
Aşabilmekle Mümkün
En büyük sapkınlığını kendinden geçmişçesine yaparken, çok daha üstten çok daha bilge tarafın 'bunu yapmasan da olur' diye sana çağrıda bulunabiliyorsa... veya çok arınmış, herşeyin ötesine geçmiş bilge halindeyken en şeytani tarafın seni aynı anda en büyük sapkınlıklarına davet edebiliyorsa hiçbir halinden endişelenmene gerek yok. Çünkü böylesi uç hallerin birarada barınabilmesi ancak hepsini aşabilmekle mümkündür. |
Aşırı Güzelleşmişsin
Sana asılmak amaçlıca iltifat etmek gözüne girmek için gözlerinin içine bakmak ne haddime! ? sadece doğruya doğru; aşırı güzelleşmişsin! .. Sana yaranmak plaza asansörlerinde seni takibe almak plaza ***leri gibi sonra yüzümde yalancı gülücüklerle iltifatlarda bulunmak, görüşelim canım demek ne haddime! ? benden böyle plaza yamukları bekleme! sadece doğruya doğru; kendini, değerini bil lütfen, aşırı güzelleşmişsin! .. Söylerim doğrularımı yaparım motivasyonumu hak edene, basar giderim; işim zaten başımdan aşkın güzelim. sana yaranmak belki bir şeyler çıkar diye yalandan yalandan plaza ***leri gibi yüzüne gülmek ne haddime! ? sadece doğruya doğru; aşırı güzelleşmişsin! .. |
Aşk-Sağlık
Suyuna gitmeyip o'nun dilinden konuşmadıkça bir ustalık bir teknik ve bilgi eseri olmadığı gibi 'sağlık' 'aşk' da kendince davranır hem de daha umarsız, bazen pejmude... Gelinen kültürün, uygarlığın, kişisel sanıların düzeyi ne olursa olsun elden gidebildiği gibi 'sağlık' 'aşk' da feci şekilde dalga geçmez mi insanla? ! hele o'nun dilinden anlamayıp her bakışmayı, her kültür paylaşımını iki lakırtıyı 'aşk'a yoranlarla? .. yerden yere savurup sonra da 'gidiyorum' deyip kapatmaz mı kapıları? .. birşeylere uymak lazım kendini bırakıvermek fazla tartmamak, elememek kültür ve düzey terazilerine baş vurmamak... suyu bırakmak, gediğini bulmasını beklemek... yoksa pişman olur insan ya erkenden sağlığı elden gider kendi yoluna ya da yüzüstü bırakıverir yıllardır peşinden koştuğu o 'aşk'... |
Aşk denir mi ona?
Aşk büyükse ve benliği sarsıcıysa Aşkın kadın Tarafı biraz ağırsa, güçlüyse vahşiyse, tırnakları koyu renk, uzun, kıvrık ve sert vücudu tanrıçalar kıvamındaysa; elbet o aşkın yan etkileri de sarsıcı olur. Hele öyle bir savurur ki benliği kendini, yerini-yurdunu gelmişini-geçmişini hatta hiçe saydırır. Aşkın Erkek Tarafına ise malesef sadece teslim olmak düşmez mi ey Aşık? ! paramparça olup da sıfırlanana dek bütün varolanların ayakları altında sürünmek düşmez mi? ! Uğrunda yanıp, kül olmadıktan sonra kendini o el kızına verip kaybetmedikten sonra ve Aşkın kadın Tarafına topyekun bütün askerlerinle, kalkanlarınla, mızraklarınla teslim olmadıktan sonra ona Aşk denir mi ey Aşık? denir mi? .. |
Aşkın'a taktım
Aşkın'ı gördüm aşkın'ı duydum bütün feryatlarıyla acımasız... kulak verdim acın'ı gördüm kendimde buldum ben aşk'a değil, aşkın'a taktım! acı'yı değil, acın'ı gördüm! 'kendimden' bildim. aşk'ı nasıl gördüklerine değil 'aşk'ı nasıl gördüğün'e yandım kavruldum kül oldum ve kendi aşkımı sana da aksettirdim niyetimi bağladım duama dahil ettim. sen 'acımasız aşık'! kendine de acımadın gördüm... ben aşk'a değil aşkın'a taktım... |
Aşkın, Şehvetin Altın Vuruşunda
Bir soylu eğer hayatının asil akışı içinde birgün bir kenar mahalle dilberinin cazibesine kapılıp, onun incelmemiş beğeni ve saygı kalıplarının bataklığında 'bir hiçmiş gibi' değerlerini kaybederek incelmiş kültürünü, asilliğini, tarihini ayaklar altına sermişcesine bütün benliğiyle o kadının düşük kalitesinin kölesi olup aşkın, şehvetin en öldürücü altın vuruşunu yakalamamışsa; bunca yıl aldığı eğitimin, öğretimin, bilginin, felsefenin, güdümlediği duygularının ne değeri kalır ki? ! ve bir şeylerde erimeden, küçülüp, dağılmadan, sadece yükselen değerlerin sarhoşluğunda incelmek ne derece sahici olabilir ki? .. |
Attım Hüznü
Attım hüznü az önce üzerimden kardeşim ama nasıl? Önden kuvvetli bir porsiyon köfte arkadan bol aksesuvarlı bir aşure! aha bir baktım kanım başlamış kaynamaya aha bir daha baktım karımın 'kadın' olduğunu da anladım! bu hüzün yok mu bu hüzün fena musallat insana ruhu korumasız, yalnız bulmayıversin kardeşim gelir öyle bir yapışır ki 'erkek' olduğunu bile unutursun! işte onun için söyledim mis gibi köftemi geçtim dalgamı dedim sonra 'karı git bir de çay koy! ' şimdi bekliyorum ayaklarımı topladım aha bir de baktım çay kokusunu salmış! galiba erkek yüreğinde cidden yemeğe sıkı bir yer ayrılmış? .. |
Ayakkablarınızla
Hanfendi: bakın hiç strese sokmayım sizi... hiç öyle düşünüp, hesap yapıp dert edinmenize de gerek yok. deniz seviyesinden yukarı çıkıp önünüzde hiç büyüklük de taslamadan gayet alçak bir şekilde ‘tek bir şey’ soracağım size: Acaba o güzel ve seksi ayakkablarınızla bir gece geçirebilir miyim? ! |
Ayda Yılda Bir Kere
Bir kankim var zenci hastası; beyaz kızlara bakmaz bile... yine geçen gün insan bedeninden bahsediyorduk. bu dünyadaki esas evimiz olan bedenden... dedi ki; 'çoğu insan ayna karşısına geçip, şöyle bir vücuduna yılda bir kere filan bakar. eh böyle de olursa tabii gitgide bedeni kontrolden çıkar yağlanır, ballanır, yayılır lömbürdekleşir. ondan sonra da yok o rejim, yok bu diyet! .. Eeee hacı ayda yılda bir kere geçersen ayna karşısına aldatırsın tabii kendini ve sonunda da kendini aldatamayacağın ölçülerle karşılaşırsın! İşte bizim en büyük gerçeklerimizden biri...' ......... Ağzına, yüreğine sağlık be zenci düşkünü kardeşim! diğerlerini ise bırak diledikleri oturup dursunlar, yağlansınlar, ballasınlar, kokuşsunlar! sana ne... |
Aydınlığın Kaderinde Yazılı Değil
Sakın ola ki aydınlık taraftan olanlar kinin, intikamın cezbediciliğinde karanlıktanmış gibi diş göstermesinler! Bu, onların aslında hiç de olamadıkları bir şeydir. onlar zafere böyle gidemezler. kaderlerinde yazılı değildir! .. Dalıp karanlık tarafa bir ejderha gibi vahşi bütün hesaplarını halledeceklerini zannederler. Halbuki karanlıkla aydınlık arasındaki hesap yüzyıllarla ölçülür. Yatırımcıları, gizli yoldaşları çoktur, büyüklerdir! yalnız başına bütün bu geçmişi göğüsleyip kinin, intikamın tuzağında karanlığa dalmak imkansız! .. sadece bir ziyan aydınlığa! .. zaten izin de vermezler uluorta… tuzakların eşliğinde giriyorsa zaten karanlığa düpedüz karanlığın oyununa gelmesidir Aydınlığın. istediği de budur zaten! tıpkı kendi gibi çırpına çırpına ağzında salyalarla kendine doğru gelen bir başka karanlık! .. yangına katılan yeni ateşlerle o kin alevinin büyümesi… Sakın ola ki aydınlık taraftan olanlar tam olarak içgüdülerinin iplerini vermesinler karanlığın ellerine. Aydınlık gibi savaşsınlar aydınlık gibi baksınlar akıllara kazınsınlar ibret olsunlar bu ilkel Karanlık Krallığına. ve sakın ola ki aydınlık taraftan olanlar karanlıktanmış gibi diş göstermesinler. bu onların kaderinde yazılı değil… |
Aykırı Olmak
Sık sık olmasa da; sırf başka bir yerden olduğunu, buraya ait olmadığını, aynı şeyleri yiğip içerek aynı sıvılardan içerek ve aynı duyguları kullanarak mutlu olamadığını, yaşamını sürdüremediğini gizleyemediği anlarda kendini ele vermekten kaçınamamak... Aykırı olmak; aynı, bilinci bağlayan o kör ebe eşarplarıyla ortalıkta salaklar gibi ve de mutlu gibi dolaşmaktan bıktığı, diğer yiğip-içenler gibi şişgöbek, uykucu ve horultular arasında rahat edemediği o anlardan birinde bütün bakışların üzerine kitlenmesinden dolayı kendini suçlu hissetmek ve daha da karadeliği içine saklanarak kendi iç uzayında büyük bir infilaka meydan vermek... bir yandan ucuzlamış hayat şartlarının sürükleyiciliğinde ucuzlamış tavır ve tepkilerin şiddetli yağmurlarında ortama uymayan organik yelkenlerini çelikten sert göstererek akıntıya karşı küreklerine de abanırken 2 lokma-1 hırka peşinde tıpkı diğer körler-sağırlar gibi yaşamaya çalışmak, nihai sonucunu beklercesine umutla... aykırı olmak... kör ebe eşarplarının arasından birer yırtık bulmuş diğer bütün gözü görenlere selam vermeye, yandaş, yoldaş bulma endişesiyle sağa-sola dikerken gözlerini aslında kendi merkezindeki zenginliğe her dakika kilometre-kilometre yaklaşmak... kendinle şefkat alışverişinde olmak... aykırı olmak... |
Aynalı Gardropp Tekmeleme Anısı
Değerli bir hardcore cd’mi gördüm yatağımızın üzerinde... çocuk oynamıştı sabah oraya koymuş. Tam alırken esas yerine götürmek için zaten yarı kırık kapağı fırlayıverdi yere doğru! kapak bir yana, cd bir yana, kapak resmi bir yana, hepsi yerlerde! .. Enerjim de çoktu henüz günün en başı ve henüz koşmamışım. Bütün zehirlerim, şeytanlarım hala bende... olaya fena sinirlendim birden sanki bana yolda-sokakta günlük sürüngenlerden bir dürzü saygısızlık etmiş gibi... aynalı gardropp kapağımıza çok sıkı 5-6 tekme indirdim gümbür-gümbür! .. ve hemen ardından da fena bir bağırtı! .. oda inledi ve hatta belki de alt-üst komşuların odaları... neyse ki kapım kapalıydı çocuk içeride mama aleminde ufak-tefek ama oranı iyi (!) Moldov Bakıcımızla... (bu da benim şansım tabii, oran-moran!) içerideki bağırtımı duymuş olsa bile Moldov önemsememiştir; alışkındır artık sinir anlarıma... biraz rahatladığımı düşünürken tam benim karı aradı yine bir acele cebimden! tam da işe dönecektim PC’min başına... açtım; para transferi lazımmış. yarım-yırtık belirli-belirsiz, ama yine acele yüklü söylemeye çalıştı yapmamı istediğini. salak tam ve net söyleseydi diyeceğini detaylı, 2-3 kere daha aramazdım tam anlamak için! Son aramamda zaten ona da bağırdım nasibini aldı benden kutsandı maşallah! .. Telefonda Konuşma Edep Dersi 3’ü hızla naklediverdim! gerçi 1 ve 2.’lerden de geçmemişti sınıfı henüz ama olsun bu hızlandırılmış kurs artık! .. öğrenecek, kaçarı yok... Tekrar yerime dönerken biraz sakin, yumuşak; yine de gardrobumuzdan özür dilemedim. benim karıdan da... yoğun enerjideyim ben kardeşler! öyle sakin, sessiz, rutin ve sıradan değil... hamurumu böyle yoğuranın vardır bir bildiği! ne kimse bana dil uzatsın ne de ben kimseye... Canımızdan, huzurumuzdan değerli mi şu “eşya”? hepsi sadece bizim için inan! .. daha 10 tane aynalı gardropp kapağı feda bana! yeter ki tadım yerinde olsun... |
Aynası İş midir Kişinin? !
Eskilerden biri demişti ki aynası iştir kişinin. doğru tabii ki ama hangi zamana göre? hangi insanlara göre? ve nereye göre? ! uzun yıllardır benim bildiğim bizim buralarda aynası laftır kişinin! konuşabildiğince ağzı satabildikçe kendini eli hiç iş tutmasa da kişi ne güzel de yücelmekte bizim buralarda! eskiler güzel demiş ama bizim buralarda aynası laftır kişinin. |
Aynı Değil
Artık yolda yürürken gördüğüm o sararmış, kuru yapraklar, kaldırım kenarlarındaki su birikintileri, kulaklarımı hergün farklı yalayan rüzgar aynı değil... Gökte binlerce kombinasyonla desenler oluşturmuş bulutlar, uzaktan odamın içine sıcacık doluşan yalnızlığıma eşlik eden mahalledeki çocuk sesleri, parkta öpüşen 2 sevgili aynı değil... artık hepsi bana okuduğum binlerce şair dostun gözlerinden bakıyor sesleniyor. sadece kendim kadar değil... |
Aynı Mahallenin 2 Berberi
Aynı mahallenin 2 farklı kültürde berberi... Biri çok sosyetik, diğeri halk işi; vitrinlerinden ve sahiplerinden belli... Halk işi olanına gittim: tipimi sadece zengin gördü, yüzümde de o saf sandığı gülücüğü... ne koparırsam kardır dedi, küçük ve geçici düşündü, tam fiyat geçirdi. doğrusu istediği mangır berberin kıvamına da hiç uymuyordu. biz de aptaldık ya; yaladık yuttuk zannetti! Sosyetiğine de gittim: tipimi görgülü, bilgili, eğitimli gördü. aklından “geçirmeyi” sildi. Fiyatını gayet makul verdi, hatta belki biraz geri çekti! ilgiyi, muhabbeti ve o son vedadaki sıcak merhabayı eksik etmedi. yalandan sırıtıp beni sepetlemedi. derdi beni kazanmaktı. İşte size kesinlikle ve kesinlikle yontulmuş, görmüş-geçirmiş düzeyini bulmuş, eğitilmiş bir esnafla, görmemiş ve ufak düşünen ufak kazançlar peşindeki esnaf arasındaki fark! .. |
Baba 1’in Karzimasına ne oldu?
Yok anam yok! bana haftasonları evden fazla uzak kalmak yaramıyor. niye mi? yahu insan Baba 1 filimini aradan 4 gün geçmesine rağmen nasıl hala bitiremeyebilir? ! kuşa çevirdim, diziye çevirdim, parça parça ettim yine de beceremedim! kişilik sorunu ettim, seyredemememde emeği geçenleri tehditler ettim yine beceremedim! gündüz biraz eğlence biraz muhabbet biraz akraba ziyareti yeğenin konseri filan derken bir geldim ki akşam yine, karşımda Baba 1 yine kaldığı yerde... bana bakıyor! .. yılların Baba’sı karşımda diz çökmüş daha fazla yapma bunu bana, haysiyetimi, şerefimi, karizmamı insanlar üzerindeki gücümü daha fazla ayaklar altına serme diyor! .. ve bundan sakın kimseye bahsetme! .. haklı da be birader! .. bir zamanların dev gibi Baba’sı! boru değil ki bu! .. adamı bir akşam dönüşü evinin kapısının önünde kevgire çevirenler aha bunlar değil miydi? ! hani şu eski model arabalardan eski model makinelilerle inip tata-tata-tata ortalığı şenlendiren eski tip takım elbiseli adamlar... hatırlasana! .. Fazla gezmek, eğlenceden eğlenceye koşmak... bunlar benim işim değil... yazıp-çizen içe dönük keşiflerde içe dönük tatlarda olan adamın işi değil... tövbe-tövbe! .. güzel ve çok karizma bir bayanla buluşmak ve aileye makul zaman ayırmak dışında diğerleri fazlalıktı derim. dersimi alırım ve bundan sonra zamanımın değerini bilirim. Baba’nın da karizmasını aynen geri getiririm! |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 08:26 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.